ISSN: 1304 -1517 - Turuncu Dergisi

Transkript

ISSN: 1304 -1517 - Turuncu Dergisi
ISSN: 1304 -1517
KONUT PROJESİ DEĞİL
BİR YASAM HİKAYESİ
Bahçeşehir’in en değerli arazisi üzerinde hayata geçirilen Vaditepe Bahçeşehir,
özlem duyulan o sımsıcak mahalle kültürünü, modern yaşam çizgileriyle birleştiriyor ve sizlere,
alışılagelmiş konut projesi yerine, bir yaşam hikayesi sunuyor.
Size de dairenizi seçip hikayede yerinizi almak kalıyor.
Bekleriz...
212
428 88 00
Aylık Kadın ve Yaşam Dergisi
2015 Yılı Abonelik
Dönemimiz Başladı
Her ay güncel konularda en yetkili isimlerle yaptığımız röportajlar,
alanında uzman yazarlarımızın ele aldığı dosya konularının yanı sıra kitap,
film, mutfak kültürü sayfalarımızla evlerinize konuk oluyoruz.
Yıllık Sadece 85¨
Bizi Sosyal Medyada
Takip Etmeyi Unutmayın!
turuncudergisi.blogspot.com
facebook.com/turuncukadindergisi
twitter.com/turuncudergisi
instagram.com/turuncudergisi
www.turuncudergi.com
e-mail: [email protected]
BÜLTEN
Modanİsa’dan
alışverİşte yenİ konsept:
Mağazada beğen
İnternetten evİne gelsİn
M
odanisa’dan alışverişte yeni
konsept: Mağazada beğen
internetten evine gelsin.
Reuters tarafından dünyanın en popüler
muhafazakar moda sitesi seçilen
Modanisa.com, Türkiye’de bir ilke
imza atarak ilk ‘’Deneyim Mağazası’’nı
açtı. ‘Mağazadan Beğen, İnternetten
Evine Gelsin’ konseptiyle hayata geçen
mağazanın açılışına Modanisa Yönetim
Kurulu Başkanı Kerim Türe ve Modanisa
yatırımcılarından melek yatırımcı Hasan
Aslanoba katıldı. Ümraniye’de açılan
mağazada, sitede en beğenilen, en
çok satan yeni sezon ürünler deneme
amaçlı sergileniyor. Mağazada müşterinin beğendiği ürün aynı gün evine
kargolanıyor, stoğu olan ürünler direk
mağazadan da satın alınabiliyor. Ayrıca
17 binin üzerindeki ürün çeşidinden
en çok satılanlar ve sezonun en trend
ürünleri de mağazada satışa sunuluyor.
Kanz Konforuyla
Rahat Adımlar
ahar-Yaz
Kanz 2015 İlkb
iyonu
ayakkabı koleks
vıl cıvıl
rengarenk ve cı
miniklerin
seçenekleri ile
nıyor.
beğenisini kaza
de
Hem sizin hem
rahatlığı
çocuğunuzun
muşak
için üretilen, yu
giydirilen
tabanlı ve kolay
modelleri
Kanz ayakkabı
lu, sağlıklı
ile çocuklar mut
lar atıyor.
ve konforlu adım
8
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
Lamra kalİtesİ, yenİ
renklerİyle sİzlerle
in öncüsü
Şıklığın ve kaliten
dünyasında
Lamra, ipek şal
e
le dikkat çekmey
özgün renkleriy
ri
le
nk
re
moda
devam ediyor. En rmanlayan ve
ha
la
kendi yorumuy
e
ların beğenisin
stil sahibi hanım
eek şalda kalit
sunan Lamra, ip
tmayı başardı.
siyle de fark yara lerini, Türkiye
renk
Lamra’nın yeni
ın toptan ağı
yg
ya
i
ek
genelind
erinde ve
sayesinde bayiil
.
‘da görebilirsiniz
Lamraipek.com
turuncudergi.com
BÜLTEN
i
r
e
l
k
n
e
r
z
En güzel ya ize geliyor
Nuev ile evin
L
azzoni kalitesi ve güvencesiyle üretilen
online mobilya markası Nuev, renk kartelasını genişletiyor. Değişen trendlerle
evinizin ruhunu tazelemek, yaşam alanlarınızı
yenilemek için kırmızı, ekru, lacivert, mavi,
duman ve turuncu renkleri de artık Nuev renk
kartelasında bulunuyor. Nuev ürünleri sadece
online satıldığı için yüksek giderli mağaza maliyetlerini ürün fiyatlarına yansıtmıyor ve fiyatlar
piyasaya göre değil maliyetlere göre belirleniyor. Konfordan ödün vermeyen bu ürünlere
www.nuev.com adresinden ulaşabilirsiniz.
NOLTE’DEN
HAYALiNiZDEKi
MUTFAKLAR
N
olte Küchen; tasarımcıları
tarafından geliştirilen ve
kullanıcıların beğenisine
hazırlanan Nolte NEO serisi ile 2015’te
yine 1 numara olmaya devam edecek.
Yenilikçi tasarım, daha geniş yer anlayışı
ve esnek modüler sistem sayesinde
herkese yaşam tarzına uygun konsepte
sahip olmasına olanak veriyor.
10
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
turuncudergi.com
ADVERTORIAL
Başkan Çetin, TÜBİTAK
Bilim Fuarı’nı ziyaret etti
P
ursaklar Belediye Başkanı
Selçuk Çetin, ilçedeki
Ayyıldız Anadolu
Lisesinin hazırlamış
olduğu TÜBİKAK Flim
Fuarını ziyaret edip, genç mucitlerin
çalışmalarını inceledi.
Pursaklar Ayyıldız Anadolu Lisesi
öğrencileri yaptıkları çalışmaları
fuarda sergiledi. Görücüye çıkan
çalışmalar ilçe protokolünden tam
not aldı. Ayyıldız Anadolu Lisesinde
düzenlenen TÜBİTAK Bilim
Fuarına Pursaklar Kaymakamı İhsan
Kara, Belediye Başkanı Selçuk Çetin,
İlçe Milli Eğitim Müdürü Adnan
Gürbüz, AK Parti Milletvekili
Adayları Selim Cerrah, Lütfiye
Selva Çam, AK Parti Pursaklar İlçe
Başkanı Mehmet Kabasakaloğlu,
okul idarecileri, öğretmenler ve
çok sayıda öğrenci katıldı. Bilim
fuarını gezen ilçe protokolü,
gençlerin yapmış olduğu çalışmaları
inceleyerek genç mucitleri tebrik
etti. Geleceğin mucitleri ise
yaptıkları çalışmaların ayrıntılarını
ziyaretçilerle paylaştı.
Nezaket Okulu’ndan Ankara turu
Pursaklar Belediyesi Nezaket Okullu
öğrenciler ile veliler, Başkent’in tarihi
ve turistik mekânlarını gezdi. Başkent’in eşsiz güzelliklerini yerinde
gören minikler, bu gezi ile Ankara’yı
tanıma imkânı buldu. Geziye katılan
veliler de bu tür gezilerle çocukların
yaşadıkları şehri tanıma imkanı bulduğunu belirterek memnuniyetlerini
ifade edip, Pursaklar Belediye Başkanı
Selçuk Çetin’e teşekkür etti.
12
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
turuncudergi.com
ADVERTORIAL
Çeyİzİn en şık adresİ:
LAVANDA
YAPIM EKİBİ PRODÜKSİYON ADINA
İMTİYAZ SAHİBİ VE
GENEL YAYIN YÖNETMENİ
Zahide CEYLAN
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Zahide Ceylan
KURUCULAR KURULU
Halise ÇİFTÇİ, Zahide CEYLAN,
Güzin CANAN, Taciser İÇYER,
Nilgün KARABULUT, Ayşenur GÜN,
Sema KARABULUT
[email protected]
Sevgili Turuncu okurları,
YAYIN KURULU BAŞKANI
Ayşe KEŞİR
REDAKTÖR
Rabia Nur DUMAN
YAYIN KURULU
Ayşe KEŞİR, Ayşe ERTEM,
Hatice BİLİCİ, Latife Özbek,
Esra Yerebakan, Gaye Ergezen,
Ümmügülsüm Tat,
Gülfem KELEŞ
GÖRSEL YÖNETMEN
Şerife AKYOL KURT
MARKA İLETİŞİMİ YÖNETİCİSİ
Şenay BUYURMAN
BASIN DANIŞMANI
Mürvet UÇ
İSTANBUL KOORDİNATÖRÜ
Gülay KURT
0507 485 55 95
ANKARA KOORDİNATÖRÜ
Betül TAT
0538 624 54 72
TURUNCU DERGİSİ ADRES
1470 Sk. Gökteşehir Blokları B Blok No: 30
Çukurambar / Ankara
TELEFON: 0545 316 21 55
WEB:
www.turuncudergi.com
e-mail:
[email protected]
[email protected]
BASKI
TURKUVAZ MATBAACILIK
Akpınar Mah. Hasan Basri Cad.
No: 4 P.K. 34885
Sancaktepe / Kartal / İstanbul
TEL: 0216 585 90 00
FAKS: 0216 585 9130
[email protected]
‘TURUNCU’ Dergisi, yerel süreli aylık yayındır.
Basın yayın ilkelerine uymayı kabul eder.
Basılan ilanların tüm sorumluluğu
ilan sahibine, yazılan yazıların
sorumluluğu yazarlara aittir.
Kurum ve kuruluşlar için
kargo dahil fiyatı 20 TL’dir.
TURKUVAZ DAĞITIM PAZARLAMA A.Ş.
tarafından dağıtılmaktadır.
Zahide Ceylan
82
18
KONUK YAZAR HİLAL KAPLAN
Aileden sorumlu olan tek fert kadınmış gibi hareket
ettiğimiz sürece zararı kendi kendimize veriyoruz
40
BABASIZ KIZLAR KANATSIZ
KUŞLAR GİBİDİR
Yazarımız Ayşe Keşir: Babamın yokluğunu anlatmaya,
tek bildiğim maharetim kalemim bile kifayetsiz kalıyor.
RAMAZAN KÜLTÜRÜMÜZ
Her müslüman ülkenin kendine ait bir bir ramazan
ayı kültürü vardır. Biz Türklerde ise başlı başına
bir Ramazan Medeniyeti ortaya çıkmıştır
KAPAK KONUSU: PATTANİ
Müminin mümine tebessümü. Pattani hakkında
tüm bildiklerim bir ezan sesiyle değişiyor.
HAFIZLIK TARİHİ
Hafız, sözlükte “koruyan, ezberleyen”
anlamına gelip Kur’an’ın tamamını
ezberleyene hafız denilmiştir.
32
“BİR MEDENİYET IŞIĞI
HAFIZLIK EĞİTİMİ”
İstanbul Sultanahmet Vakfı Mütevelli Heyeti
Başkanı İsmail Hakkı Tavman ile hafızlığın
dünü-bugünü-yarınlarını konuştuk.
FERACE DOSYASI
Ramazan ayında rahatlıkla kulanabileceğimiz
feraceler, modaevlerinin vitrinlerinde
yerlerini almaya başladı…
BAŞARI ÖYKÜSÜ: SEFA MERVE
Üç yıl gibi kısa bir sürede büyük bir kitleye
hitap eden sefamerve.com’un kurucusu Oya
Okur Ecriyeş’in ve markasının hikayesi.
SEvMEK ÖLMEKLE BAŞLAR
25 yıl önce ilk kitabıyla aşkı ve ölümü
sorgulayan Murat Başaran, şimdi
“cehalet”in peşinde iz sürüyor.
ACIKMADAN ORUÇ
TUTMAK MÜMKÜN
Yazarımız Halit Yerebakan, sağlıklıbir şekilde
oruç tutmanın püf noktaları yazdı.
ÇORUM BELEDİYESİ
Sosyal belediyecilik alanındaki projelerin mimarı
çorumbelediyesi Başkanı ile merkezine
“insan” alan hizmetlerini konuştuk.
BİR UZAKDOĞU
MASALI: TAYLAND
En doğal tatil, en doğal eğlence, en doğal
alışveriş. Tayland’da uğradığınız her durak size
unutulmayacak deneyimler sunuyor.
ORUCUN PSİKO-SOSYAL
AÇIDAN ETKİLERİ
Ramazan ayı, olgun insan mertebesine ulaştıran
temel davranışları insana kazandırdığı için aynı zaman da
dini ve ahlaki ba kım dan bir yenilenme zamanıdır.
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
100 96 92
76 70 64 62 60 58
54 46 40 32 26 20
ICINDEKILER
70
BEDESTEN: KEŞFEDİN
Çocuklarınızın odalarının sıradışı, farklı olmasını
istiyorsanız duvarlarını kullanabilirsiniz
SİNEMA: GANDHİ
Siz kıvılcımı çakarsınız ama yanında yakacak olmazsa
o ateş yanmaya devam etmez. Liderlik, insanları
organize etmeyi gerektiren çok önemli bir olgudur.
“MUHAFAZAKAR SANAT
DİYE BİRŞEY YOKTUR”
Ressam Emine Özdemir Balakoğlu, kültür sanat
sayfası editörümüz Emine Yılmaz’a konuştu.
HABER
TURUNCU DERGİ’DEN
BAHAR BULUŞMASI
T
uruncu Dergisi,
daha güzel
projelerin
temelini
görüşmek için,
sosyal medya uzmanları,
moda-tasarım sektörünün
ileri gelenleri, dostları ve
okurlarıyla biraraya geldi.
Turuncu Ailesi olarak
Ramada Plaza Encore
oteline bizi ve dostlarımızı
hazırladığı kahvaltı
masasında ve süslediği
güzel bahçesinde ağırladığı
için teşekkür ediyoruz. Bizi
yanlız bırakmayan, katılarak
bize güç veren herkese
gönülden şükranlarımızı
sunuyoruz.
Sipariş Hattı
6 Kıta 45 Ülkede...
444 1902
www.hamidiye.com.tr
20
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
turuncudergi.com
KONUK YAZAR
Aileden sorumlu olan tek fert
kadınmış gibi hareket ettiğimiz sürece aile
kurumuna en büyük zararı kendi
ellerimizle veriyoruz aslında
HİLAL
KAPLAN
22
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
K
adın ve Aile” ikilisine alışık
gözlerinize yazının başlığı
garip gelmiş olsa gerek.
“Kadın ve Aile” isimli dergilerimiz ve gazete eklerimiz,
“İslâm’’da Kadın ve Aile” başlıklı kitaplarımız, “Kadın ve Aile sağlığı” merkezlerimiz,
“Kadın ve Aile”den sorumlu bakanlığımız… Peki, bu ailenin içinde bir de erkek
yok mu acaba? Aileyi oluşturan çocukları leyleklerin getirdiği rivayetine itibar
etmiyorsak, aileden en az kadın kadar
sorumlu olan bir de erkek olmalı değil mi?
Ailenin önemini vurgulayan yazarlarımızın çoğunluğu bu gerçeği es geçiyorlar.
“Yuvayı yapan dişi kuştur” diye mi acaba?
Hani “leylek rivayeti”ne itibar etmiyorduk?
Kuşlar âleminden biraz farkımız olmalı
sanki, ne dersiniz?
Lâtife bir yana, aileyi erkekten bağımsız
ele alan bütün analizler, hele ki İslâm’’ın
içinden yapılıyorlarsa, muhatabını yanıltmaya mahkûmdur. Ne var ki bugüne
kadar aile meselesi -böyle bir meselemiz
vardır elbet- genellikle “kadın ve aile” ikilisi
eşliğinde sadece kadınları hedefe koyan
bir bakış açısıyla ele alındı. “Kadınlarımız
müfsid oldu, aileler onlar yüzünden dağılıyor, toplum da onlar yüzünden yozlaşıyor”
diye özetleyebileceğimiz bir görüş bir
kısım erkeğin nefsini okşuyor olsa da gerçeği bütünüyle yansıtmaktan hayli uzak.
Günümüzde özellikle alt ve orta sınıfta
yer alan mütedeyyin annelerin, kızlarına
verdiği üç nasihatten biri “Oku. Çalış.
Ayaklarının üzerinde dur” olsa gerek.
Mütedeyyin annelerin kızlarına böyle
bir nasihat vermeyi gerekli görmesinin
en önemli sebebi sizce ne olabilir? Bana
sorarsanız mevzubahis olan yaşanmışlıklardan doğru, erkeğe olan güvensizliği n
perçinleştirdiği bir feryattır.
Erkeklerin, sıklıkla vurguladıkları noktaysa kadınlar üzerinde onlardan bir derece
daha fazla hak sahibi oldukları gerekçesiyle itaat edilmeyi hak ettikleri ancak
günümüz kadınlarının bu hakkı teslim
etmekten geri durduklarıdır.
Açıkçası, iktidar ilişkilerinden hayatımızın hiçbir noktasında münezzeh olmadığımızı düşünüyorum. Yalnız başımızayken
bile kendimizle nefsimiz arasında mütemadiyen süren bir iktidar mücadelesi yok
mu? Öyleyse kadın ve erkek ilişkisinde
de bir iktidar mücadelesi söz konusudur.
İslâm’’ın bu noktada, erkeği öncelemesi
bence dananın kuyruğunun koptuğu
nokta değil. Parmak gökyüzünü gösteriyor, oysa biz sadece parmağın kendisine
bakmakta ısrar ediyoruz.
turuncudergi.com
turuncudergi.com
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 23
KONUK YAZAR
İslâm, kadın ve erkek birlikteliğine dair ontolojik bir durum betimliyor ancak biz sadece bir
noktaya takılıp kalıyoruz.
Olması gerekenleri
istediğimiz kadar ardı
ardına sıralasak da
olana dokunan, onu
dönüştürmeye niyetlenen iki kelâm etmediğimiz sürece, çok steril
ve pek haklı köşelerimizden
ses vermiş olmanın ötesine geçemeyeceğiz.
Geçtiğimiz hafta yıllarca dövdüğü eski
karısını, kendisinden boşanmasına rağmen
peşini bırakmayarak sonunda öldüren bir
erkeğin davası görüldü. Erkek, klasik “O’’nu çok
seviyorum, pişmanım” savunmasına sığındı
ve bunca yıldan sonra ilk defa bir hakim bu
cümleleri “iyi hal” göstergesi saymayarak onu
ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm
etti. O kadının adı Ayşe Paşalı idi ve maktül
olana dek “adı yok”tu… Ayşe Paşalı’’nın dramını bu memlekette ne çok kadın paylaşıyor, hiç düşündünüz mü?
Fiziksel zorbalık bir yana, yine kaç kadın
eşi tarafından horlanıyor; yeterince bilgili,
görgülü ve ‘’modern’’ bulunmadığından
eziliyor? Sözlü ve fiziksel şiddeti de bir
yana koyalım. Kaç erkek aile içerisindeki
sorumluluğunu para kazanmaktan öte
bir vazife olarak telakki ediyor? Eve
girip, televizyonun karşısına kurulmaktan başka bir fonksiyon icra etmeyen
kaç erkek vardır sizce? Yine kaç erkek,
kendisinin o “evin imamı” olduğundan ve bu minvalde eşi ve
çocuklarına karşı bu görevin
getirdiği sorumlulukla
hareket etmek zorunluluğunu hissediyor dersiniz?
Müslümanlar için
aile, cemaatin en küçük
parçasını oluşturan ve yeri
doldurulamaz olan bir toplumsal kurum. Her
şeyi yıkıp, baştan yapabilirsiniz ama aile kurumu temelinden zarar görürse eğer, o toplum
açısından sonuçları telafi edilemeyecek kadar
vahim olan bir yola girilmiş demektir. Aileden
sorumlu olan tek fert kadınmış gibi hareket ettiğimiz sürece aile kurumuna en büyük zararı
kendi ellerimizle veriyoruz aslında. O yüzden
gelin biraz da “erkek ve aile” ikilisi üzerine kafa
yoralım derim.
24
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
turuncudergi.com
Deli
Kızın
Bohçası
VERA NUR AYDINBAŞ
[email protected]
Biz ne ara bu
kadar büyüdük?
Ah bebek…
Dünyadaki ilk
anlarında
gözlerindeki
o korku dolu
ifade, gözünün
ucundaki akmaya
hazır damla…
26
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
B
iz ne ara bu kadar
büyüdük de, benim
abim baba oldu?
Çocukken
yüzüme basketbol
topu atan, bir ranzayı paylaştığım, ben
doğunca kekeme olan, ilkokulda el
ele okuldan döndüğüm, teneffüste
bana simit-gazoz alan, lisede gece
vakti kaçamak öğünler yapıp beraber
kilo aldığım, üniversite tercih sıralamamı yapan, beni kayıt için Eskişehir’e
götürüp yurduma yerleştiren, yaylada
taze cevizleri ayıklayıp birbirimize
ikram ettiğimiz, annemin klişe laflarını
tekrar edip gülüştüğümüz abim artık
baba oldu.
Ya sen abisin, ne zaman baba oldun? Ben ne zaman hala oldum?
Soranlara “Kızım.” diyor, “Gelsin kızım,
o güzel yüzünü bir görelim, kızımın
yüzüyle gelir ismi inşallah.”.
Ben de izlerken ağlıyorum.
Ah bebek…
Dünyadaki ilk anlarında gözlerindeki
o korku dolu ifade, gözünün ucundaki
akmaya hazır damla… Ah o pırlanta
damlası parlayıp sönüyor arada. Dünyanın tüm safiyane hayal kırıklıklarını
insanoğluna hatırlatırcasına annenden
ayırmışlar o an seni. İlk büyük travmanı
yaşıyorsun; koca dünyada yapayalnızsın ve bir sürü yabancı, türlü coşkularla ve yüksek sesle sitayişte bulunuyor
ama sen yalnızsın ve korkuyorsun
işte. Baban seni şefkatle selamlasa da
dünyan çalınmış gibi mutsuzsun.
Ve anne geliyor.
Ah o anne…
O annenin çaresiz duygusallığı... Her
hücresi bebeği arıyor. Bebeği hemen
anneye verin, savaşta ayrı düşmüş
esirler gibi sarılsınlar birbirlerine. Farklı
kutuplu mıknatıslar gibi daha yaklaşırken umulmadık biçimde bitişsinler.
Yeter bu kadar travma ikisi için de.
HHH
Sana methiyeler düzmek
istiyorum bebek, dünyanın en beyaz
duygularına aşina oluyorum. Zerre
ilgilenmediğim hâlde gözüme
sokulan yeğen resimleri artık daha bir
sempatik, en azından o insanları artık
anlıyorum ve üzgünüm ki o güruha
ben de dâhil oluyorum. Herkes için
herhangi bir bebek olabilirsin ama
benim için mucize bebeksin. Göz
kırpışı, yan bakışı, mimikleri, kol-bacak
atışıyla olağanüstü hayret ettirensin.
Bunca yıldır bebeklerinin en olağan
gelişimi için bile ortalığı ayağa
kaldıran ve bizim de zorla takdirimizi,
hayretimizi ve yalandan sevgi dolu bir
ifademizi duyana kadarki sevinç dolu
ısrarcı tekrarlarıyla her türlü bebek
yakınını benimsiyorum ve artık bu
tutumdaki herkese aynı masalı ben
de yaşıyormuşum gibi mukabele
edeceğim.
Hoş geldin bebek, teşekkür ederim.
turuncudergi.com
YAZAR
A
BABASIZ KIZLAR,
KANATSIZ KUŞLAR
GiBiDiR
BABAMIN yokluğunu anlatmaya, tek bildiğim
maharetim kalemim bile kifayetsiz kalıyor.
Hangi yaşta olursa olsun, bir kız çocuğu
babasız kalınca sadece yetim olmuyormuş,
kolu kanadı kırık bir kuş gibi biçare kalıyormuş
28
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
turuncudergi.com
dam gibi adam, imam
gibi imamdı Düzceli
Hafız Bilal Gündoğdu.
Sığınacak limanım,
yıkılmaz kalem, rehberim, pusulam, babamdı.
Kuran tek rehberi, yüreği tek kuvveti olan bu adam; ilk Kuran hocam,
hayat rehberimdi.
Diğer kızlar için babalarının nasıl
ulaşılmaz olduğunu ben hiçbir zaman anlayamadım. Benim için baba;
elimi uzatınca tutuverdiğim, hep yanı
başımda dost, yoldaş olandı.
Benden önceki iki çocuğu, ağır
sağlık problemleri ile doğup sadece
birkaç ay yaşadığı için erken tatmıştı
evlat acısını. Sağlıklı bir evladın ne
büyük bir nimet olduğunu iyi bildiğinden; bir nimete nasıl muamele
edilirse, bana da hep öyle muamele
etti. Allah, 50 yaşından sonra, onu
evlat acısıyla bir daha sınadı ve 19
yaşındaki kız kardeşimi, 24 yıl evvel
karlı bir Ocak ayında birlikte toprağa
verdik. Kendini bildiği ilk yaşlarından
itibaren ilim aşığı olan babam, hafız
hocası olan dedeme yalvara yalvara hafızlık yapmış. Yokluk sadece,
babamdan 6 yaş büyük amcamı
okutmalarına izin veriyormuş çünkü.
Ama babam azmiyle, yokluğu da
dedemin çaresizliğini de yenmiş.
“İlmi dileyene veririm.” emri, böylece
babamda tecelli etmiş.
Küçük şehirde yaşamak istediği
gibi ilim sahibi olmasına yetmediğinden, ben daha birkaç aylık bir bebek
iken, sadece kızını okutabilmek için
beş ayrı sınava girerek İstanbul’a tayin olmuş. Bundandır ki ben küçücük
bir kızken bile ailemin “göç” sebebi
olmuşum.
BABA OKULU
Kuran’ın sadece mezarlıklarda
okunmak için inmediğine, dinin sadece imamların mesleği olmadığına;
her ne iş yaparsak yapalım orta yoldan şaşmadan, şehrin tam ortasında
da dindar yaşanabileceğine inandı ve
öyle yaşadı.
turuncudergi.com
AYŞE
KEŞİR
[email protected]
Hafızlığın verdiği kuvvetle; yakın
tarihi, Adnan Menderes’i, ihtilali gün
ve saatle anlatırdı. Ayhan Işık’lı Yeşilçam’ı, Tercüman Gazetesi’nde Ahmet
Kabaklı’yı, sahilde simit-çayı ilk ondan
öğrendim.
İlk namazı onun arkasında kıldım,
ilk mukabeleyi onda dinledim. Ezan
ve Kuran onun sesiyle zihnime mıh
gibi çakıldı. İlmin zekâtını vermeyi,
camideki yaz kurslarında babama
kalfalık yaparak öğrendim.
Kendimi bildiğim ilk mektep, onun
rahle-i tedrisiydi ve ölene kadar da
devam etti.
İlmin kıymetini, iyiyi, doğruyu, tevazu ile eğilmeyi ama namerde boyun
eğmemeyi, yılmamayı, akletmeyi, “er
kişi” olmanın sıfatla değil yürekle olduğunu; mazlumun yanında, zalimin
karşısında olmayı hep onun şahsından görerek öğrendim.
Hiçbir şeyi sadece sözle anlatmadı.
Kulaklarımla duyduğum her doğruya,
şahsında gözümle şahitlik etmemi de
sağladı. Ondandır ki ben ve kardeşlerim hep yaşıtlarımızdan büyük olduk.
Kur’an aşığıydı. Küçük bir köyden
çıkıp İstanbul’un orta yerinde, yaşadığı ve daha sonra bizim yaşadığımız,
tüm nimetlerin Kuran’ı hıfzetmesinin
tecellisi olduğuna son nefesine kadar
iman etti ve şükretmeyi asla ihmal
etmedi.
Daha fazlasını istemeden evvel, var
olanın hakkını vermeyi öğretti bize.
Halka hizmetin Hakk’a hizmet
olduğunu, kendin için istemediğini başkası için istememeyi, amme
hakkını, göz hakkını, kul hakkını…
Daha küçücük bir çocukken ondan
öğrendik.
Allah’tan başkasından korkmamayı,
Allah’tan başkasından istememeyi,
vermeyi, verirken çoğaltmayı, sevmeyi, muhabbeti, hoşgörüyü, tevazu ile
özgüven arasındaki ince çizgiyi hep
o öğretti.
KUR’AN AŞKI
Çemberlitaş, Çarşıkapı, Mercan…
Hep ticaretin tam orta yerindeki camilerde görev yaptı. İstanbul büyük
ve zor şehir, bir de üç çocuk… Pek
çok meslektaşı camiden kalan vakitlerinde ek iş, ticaret yapıyordu.
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 29
YAZAR
Hafız Bilal, -üstelik ticarethanesini
kapatıp imam olmayı tercih etmişken“Ben peygamber mesleğini icra
ediyorum. Olur ya ticaret ve parayı
severim de camiye, Kuran’a olan
hizmeti aksatırım.” endişesi ile asla
ikinci bir işte çalışmadı.
Tam 41 yıl çok sevdiği Kuran’a
hizmet etti. Peygamber mesleğini,
layık olabilme mahcubiyeti ve şerefiyle
icra etti. İstanbul’un tam orta yerinde,
sınıfın tek imam kızı olarak 6 yaşında
ilkokula başladığımda, “farklı olmaktan
veya farklı olandan korkmamayı,
mutlaka kendin gibi ama hep birlikte
var olmayı”, özgüveni babam sayesinde
tecrübe ettim. Bugün, yaşam tarzı ve
farklılıklar üzerine yapılan tartışmaların
çoğunu çiğ, çirkin ve çocukça bulmam
herhalde bu yüzden.
KÖKÜ MAZİDE OLAN ATİ
Aile olmanın ne büyük bir zenginlik
olduğunu, kadın ve erkeğin birbirinin hasmı değil “mütemmim cüzü”
olduğunu; en az erkek kadar, kadının
ve çocuğun da hakkı ve sorumluluğu
olduğunu hep birlikte tecrübe ettik.
Annem, babamın yükünü hafifletmek için tek mesleği olan terzilikle, evimizin bir odasını atölye gibi
kullanarak ev eksenli çalışıyordu. Ütü
yapmaktan, toz almaktan hiç gocunmadı babam. Elinde yemek tepsisini
taşıyınca erkekliğine de zeval gelmedi.
Birbirinin sırtına yük olmadan birbirine
sırt vererek nasıl aile olunduğunu hep
görerek öğrendim.
30
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
Eşyanın tabiatı böyleydi bizim için.
Ne gariptir ki yıllar evvel babam ve
annemde gördüklerimi, şimdi diğer
kadınların da yaşabilmesi için “kadın
hakları” mücadelesi veriyorum. Bugünün erkeklerinin babamdan öğreneceği o kadar çok şey var ki…
Hiçbir gerekçe ile körü körüne
dayatmalar yaşamadık. Birlikte sorduk,
sorguladık… Yaşadığımız şehir ve
insanlarla “kendimiz” olarak hemhâl
olduk. Onun içindir ki “kökü mazi de
olan ati” benim için tecrübeyle sabit
anlam taşır.
Hafız Bilal sadece biz üç çocuğuna
değil, pek çok çocuğa babalık yaptı.
Camiye cemaat olarak gelen öğrencilerin delik çorabını, yırtık ayakkabısını, kış
günü paltosuzluktan üşüyenin sırtını
hep gördü; onların derdini dert edindi.
Varsa kendi parasıyla aldı; olmadığında,
ihtiyaç sahibini mahcup etmemek için,
onun yerine çevre esnaftan istemeyi
vazife edindi.
Hafızlığın kıymetini bildiğinden, hafız
yetiştiren Kuran kurslarına emek vermeyi, bilgisinin zekâtı saydı. Yetiştirdiği
talebelerin ruhuna daima çok yakın
oldu. Hafızlık öğrencileri, onun desteğiyle, top oynamanın yasak olduğu
günlerden spor ayakkabısıyla top
oynamaya terfi etti.
İki mahalleden birden baskı görme
pahasına ezberleri, dayatmaları reddedip sorup sorgulayarak yaşamayı ilk
babamla birlikte tecrübe ettim. Tek bir
kalıpla anlatılmak, sloganlarla yaşamak
ona göre değildi. Topyekûn kabullerimiz olmadı bizim. Sorular, en büyük
hocamız oldu. Bugün beni ezberlerine
aykırı bulanlar, babamı tanımayanlardır.
Sadece cami müdavimlerinin değil,
tanıdığı herkesin “imamı” olabildi. Sevmeyenlerinin dahi kendinden “emin”
olmasının, insan için en büyük sermaye olduğunu babamdan öğrendim.
Ona da babasından miras kalmıştı.
Masum zaafları, merakları, insanca
heyecanları vardı. 14 yaşında başladığı
sigarayı 44 yaşında, bir günde bıraktı.
Futbolu, Yeşilçam’ı sevmekten vazgeçmedi. Barış Manço’nun ani ölümü
herkesi sarstığında, o: “Ne var?” dedi.
“Ayhan Işık bile öldü.”
BABA GİBİ BİR NİMET…
Ne büyük bir nimetle büyümüşüm
ben. Bir elimden İstanbul tutmuş,
diğerinden Hafız Bilal.
Babamdan öğrendiklerim ile
okuduğum onca okul ve kitapta
öğrendiklerimi teraziye koymaya
kalksam, babama haksızlık etmiş
olurum.
Onun yokluğunu anlatmaya,
tek bildiğim maharetim kalemim
bile kifayetsiz kalıyor. Hangi yaşta
olursa olsun, bir kız çocuğu babasız
kalınca sadece yetim olmuyormuş,
kolu kanadı kırık bir kuş gibi biçare
kalıyormuş.
Dileğim; üç güzel kızımın da
babalarıyla böyle satırlara sığmayan
hatıralara sahip olması…
Canım babam, nur içinde yat.
turuncudergi.com
halkbank.com.tr | 444 0 400 Halkbank Dialog
YAZAR
Müjdeciler
NURAN SÖZEN
E
vet, müjdecilerimiz…
Müjdelerimiz geldi, hayırlara koşturacağız inşallah.
Recep, Şaban, Ramazan…
Madde âleminde ruhen
bunalmış, bitkin insanoğlu! Eğer
manen hasta olduğunu hissediyorsan
bu da senin için bir müjdedir. Maneviyat hastanesine git. Bu hastanenin
başhekimi Resul-ü Ekrem(s.a.v)’dir.
Sana sunduğu reçete ise Allah kelamı Kur’an’dır. Asistanları enbiya,
hastabakıcıları evliyalardır. O hastane
ücretsizdir. Menfaatsiz, iltimassız, vizitesizdir. Hastaneye kapıdan girerken
seni kapıcı memur karşılamaz, bizzat
başhekim Resul-ü Muhterem karşılar.
Oraya girdikten sonra tedavi olmadan
çıkamazsın. O elden, Kuran’dan şifayı
alan saadeti bulur. Şu güzel günlerde
Kur’anî ahlâkı ideal edinip bilgimizi o
yönde geliştirirsek hicrete en önemli
32
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
adımı atmış oluruz. Varlığın hicreti
durursa ona kıyamet, Kanın hicreti
durursa ona ölüm denir. Kişinin hicreti
durursa o da aldanıştır. Hakkı verilmiş
bir hicretin sonu ise cennettir.
Receb-i şerif, Şaban-ı şerif ile aşksızlıktan çöle dönmüş yüreklerimize
Ramazan-ı şerif ile rahmet bulutları
gelecek.
Dirilişe geçecek, ihya olacağız inşallah. Bedence küçülüp ruhça büyüyeceğiz. Ruhumuz beslenecek; nefsimiz,
içgüdülerimiz, tutkularımız, dünyevileşme hırsımız geri çekilecek. Güzel
insan tarafımız, yıllık ruh bakımımızla
somutlaşacaktır.
Oruç, insanda yüreğe doğru bir
yolculuk gerçekleştirmenin aracıdır.
Yüreğe, yani insanın kendi özüne…
Bu yolculuğu göze alırsa en doğal, en
yalın, en maskesiz hâli ile insanımız
kendi olacaktır.
İnsan, bu teslimiyeti ile -İslam
fıtratının gerçek manasını yaşamak-
la- hakikatle barışacaktır. Nefretten
sevgiye hicretimizle şu bedbaht zaman
diliminde sahte ve sentetik, yapay
gündemlerin bombardımanı altında
erimeyeceğiz. İşte fırsat huzura geldi,
onu baş tacı etmek vazifemiz. “İlahî ve
sahici gündem Ramazan şahit olsun ki
ben onu, o da beni tuttu.” diyelim.
Evet, yukarıdaki ifade bir kopyadır.
Şöyle bir geniş mana ve tefekkürle
düşündüğümüzde, Ramazan dile gelse
kimileri için “O beni tuttu ama ben
onu tutmadım.” diyecek. Kimileri için
“O beni tuttu, ben de onu tuttum ya
Rabbi.” diye şahit olacak. Daha başkaları için de “Ne o beni tuttu ne de ben
onu tuttum.” diyecek. Biz bunlardan
hangisinin beraberindeyiz?
Ayrıca hatırlatılmasında hayır var, fayda var; ibadetten beklenen o sükûn ve
nezaket, o maneviyat ve ruhaniyet açık
büfe iftarlarının ucundan geçiyor mu?
Orucu nasıl açtığımız da çok önemlidir.
Mütevazı iftarlara talip olalım. Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’in yetimlerinden olalım. Asıl açarken tutalım
orucu. Hakkın sırlarının kokusunu
duyalım teşrif eden mübarek ay ile.
Kutlu olsun hepimize.
Neneniz Nuran Sözen
turuncudergi.com
ARAŞTIRMA
ARAŞTIRMA
Ramazan
KÜLTÜRÜMÜZ
T
Süheyl Ünver’in tespitiyle
biz Türklerde başlı başına
bir “Ramazan Medeniyeti”
ortaya çıkmıştır
34
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
üm müslümanların rahmet ve
mağfiret ayıdır
Ramazan...
Bir ay boyunca yoğun bir ibadet hayatına ev sahipliği yapan bu özel zaman dilimi,
dinimizdeki anlamıyla, imsak vakti
olan tan yeri ağarmasından gün
bitimine kadar, bedenî ve nefsî
bazı isteklere cevap vermemek
anlamını taşır.
Ramazan ayında müslümanların
oruçla sorumlu tutulmalarının
birçok sebebi vardır: Sabırlı olmak,
insanı olgunlaştırır ve bu kontrollü
tutum, Ramazan’dan sonraki
hayatına da yansır.
Bütün bunlar insanı hayata
hazırlar ve insan olgunlaştırır;
sosyal yardımlaşma ve
dayanışmayı sağlamlaştırır.
Her müslüman ülkenin kendine
ait bir bir ramazan ayı kültürü
vardır.
Biz Türklerde ise başlı başına
bir Ramazan Medeniyeti ortaya
çıkmıştır. Süheyl Ünver’in tespitiyle
“Ramazan ayında mahya, temizlik,
ahlâk tasfiyesi, günah ve zararlı
şeylerden çekinme, yerinde
eğlenebilme, dinlenebilme,
cömertlik ve herkesi düşünmek
terbiyesini bir araya getirerek bir
‘Ramazan Medeniyeti’ meydana
getirmiş ve bunu İstanbul’da
yoğun şekilde yaşanmıştır”
RAMAZAN NASIL KARŞILANIR
Geçmiş asırlarda devlet tarafından ‘tenbihname’ler yayınlanarak
halkın rahat bir ramazan yaşaması
temin edilmeye çalışılırdı. Bu tenbihnamelerde evlerin, işyerlerinin
ve kişisel kıyafetlerin temizliklerine
dikkat edilmesi, davranışlarda saygı
sınırlarının aşılmaması, rahatsız
edici tavırlardan sakınılması, fiyatların arttırılmaması, askerî ve inzibat
kuvvetleri dışında silah taşınmaması, vs. istenmiş, aksine hareket
edenler hakkında resmî makamlar
tarafından cezaî işlem yapılacağı
da belirtilmiştir. Günümüzde de
ramazandan hemen önce radyo
ve TV’ler aracılığıyla gerek Valiliklerden, gerekse Diyanet İşleri
Başkanlığı ve bağlı kuruluşlarından
yapılan açıklamalarla huzurlu bir
ramazan geçirebilmek için her türlü tedbirin alındığı, özellikle gıda
denetimlerinin sıklaştırılacağı, fahiş
fiyatlarla ürün satılmaması, mantar
tabancası, maytap gibi patlayıcı
maddelerin patlatılmaması yolunda uyarılar yapılmaktadır.
Resmi hazırlıklardan ayrı olarak
evlerde Ramazan’ın başlamasından
birkaç hafta önce evlerde muazzam bir temizlik faaliyeti görülür.
Bu temizlik, insanın ruhunu ve
bedenini temizlemesi beklenen
ramazanı temiz evlerle karşılayıp
adeta günahlarından ve kirlerinden temizlenecek olan bedenler
için hazırlık yapmak anlamını taşır.
Evlerin her köşesi temizlenir, alış
veriş mağazaları temizlenip derlenip toparlanır ki ramazana özgü
gıdalar için yer ayrılsın. Buna ramazan temizliği denir. Bu, geçmişte
böyle olduğu gibi, günümüzde de
devam eden bir gelenektir.
Ramazan’ın ilk gecesi
yüksek bir tepeden
ayın durumu gözlenirdi,
bu da bir eğlenceye
dönüştürülür ve o
gece kadı tarafından
heyettekilere
ziyafet verilirdi
Eskiden Ramazan öncesi hazırlıklardan biri de ramazanın ilan
edilmesi çalışmalarıdır. İllerde kadı
veya müftülerin başkanlığında
birer heyet kurulur ve yevm-i şek
(hilalin görülmesiyle şaban ayının
bitip Ramazan’ın başlangıcının tespit edildiği ve emin olunamadığı
için şüpheli olduğu söylenen gün)
gecesi yüksek bir tepeden ayın
durumu gözlenirdi.
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 35
ARAŞTIRMA
Çocukların oruç
tutmasının ayrı
bir önemi vardır.
Ülkemizin her yerinde
çocukların orucu
adeta bir törene
dönüşür. Önce tekne
orucu diye başlayan
oruç tutmalar, tam
gün tutulduğunda bir
cümbüş yaratır
36
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
ARAŞTIRMA
Bu da bir eğlenceye dönüştürülür ve
o gece kadı tarafından heyettekilere
ziyafet verilirdi. Ay görülür görülmez
de ramazanın başladığı halka ilan edilir
ve o gece sahura kalkılırdı. Bu ilan da
camilerin kandillerinin yakılması, top
atılması ve davulcuların davullarını çalmalarıyla olurdu. Şimdi bu ilan, rasathanelerin gözlemleriyle yapılmakta ve
hassas aletlerle, Ramazan’ın başlangıç
tarihi önceden ve daha sağlıklı olarak
tespit edilip takvimlerde gösterilmekte,
imsakiyeler hazırlanarak Ramazan’dan
önce dağıtılmakta, radyo ve TV’lerden
ilan edilmekte ve böylece eski zamanlardaki o Ramazan’ın ilk günü şüphesi
ortadan kalkmış bulunmaktadır.
RAMAZAN NASIL YAŞANIR?
Ramazan’ın başladığı gün, genellikle
hemen herkeste ilk orucun getirdiği bir
acemilik olur. Kandaki şeker oranının
düşmesinden dolayı oruç, kimisinde
tedirginlik, kimisinde unutkanlık, kimisinde gerginlik, kimi çay ve sigara tiryakilerinde bir asabilik ortaya çıkarabilir.
Ramazan’da çocukların oruç tutmasının ayrı bir önemi vardır. Ülkemizin
her yerinde çocukların orucu adeta
bir törene dönüşür. Önce tekne orucu
diye başlayan oruç tutmalar, tam gün
tutulduğunda bir cümbüş yaratır.
Çocuğa günü rahat geçirsin ve açlığını
hatırlamasın diye çeşitli iftarlıklar alınır,
camilere götürülür, caddelerde ve
oyun alanlarında gezdirilir, sırtta taşınır,
iftar sırasında ilk lokması elinden
çalınır. Tüm bunlar, çocuğun zihninden silinmeyen izler yaratır ve çocuk
tekrar oruç tutacağı günü iple çeker.
Yine çocukların iftar saatini bekleyip
top atıldığını veya ezan okunduğunu
ailelerine haber vermeleri de adeta bir
törendir ve çocuklar için ayrı bir sevinç
kaynağıdır.
İFTAR SOFRALARI
İftar sofraları, Ramazan’ın kültür zenginliğine katkıda bulunan en önemli
etkinliklerdendir. En sade yaşayan
ailelerden en şatafatlı yaşayan ailelere
kadar, herkesin iftar sofraları Ramazan
ayında dolup taşar. İftar davetleri de
ramazan ayının vazgeçilmezlerindendir. Ekonomik düzeyi ne olursa olsun,
ramazan aylarında her aile mutlaka
iftar davetinde bulunur. Eski zamanlarda kimi konaklardaki davetlere,
davetlilerin yanı sıra davet edilmeyenler de gelirse geri çevrilmez, onların
da gönülleri kırılmayarak karınlarını
doyurmalarına izin verilir, onlara da ayrı
sofralar hazırlanıp bütün yemeklerden
ikram edilirdi.
Sofralar, en güzel şekilde süslenir,
alelade görüntüden kurtarılır, yaz
aylarında evlerin bahçelerine kurulan
sofralarda iftar yapılır. Bu sofralarda
mevsimine göre türlü reçeller, bal, hurma, incir, kuru kayısı, değişik zeytinler,
değişik peynir çeşitleri, salatalar, yaz
meyveleri veya kış meyveleri, gün gün
değişen çorbalar, et yemekleri, sebze
yemekleri, birkaç çeşit börek, biri sıcak,
turuncudergi.com
diğeri soğuk olmak üzere en az iki çeşit
tatlı, hoşaflar iftar davetlerinin değişmezlerindendir. Konaklarda verilen
davetlerde, gitme vakti geldiğinde de
davete katılan her fakire zengin ev sahibi tarafından ‘diş kirası’ adıyla harçlıklar verilip gönülleri hoş tutulurdu.
Ramazan’da gerek yardım amaçlı
iftarlar olsun, gerekse konuk ağırlama amaçlı olan iftar davetleri olsun,
geleneksel Türk misafirperverliğinin
ve Türklerdeki şölen âdetinin bir
devamı niteliğindedir. Bu yüzden bu
iftar davetleri, Ramazan’ı millileştiren
adetlerdendir. Bir de habersiz iftara
gitmeler vardır ki bunun keyfi daha bir
başka olur.
HEDİYELEŞME
İftar sonrasının ise ayrı bir havası
vardır. Önce günün yorgunluğunu atmak için bir kaç bardak çay içilir, sonra
teravih namazı kılınır. Bu bir davetse ve
ev genişse evde kılınmaya çalışılır. Teravih sonrası asıl dinlenme ve eğlenme
faslı başlar ki kış ise ıhlamurdan tutun
adaçayından çıkın her türlü çaylar ve
kış meyveleri, yaz Ramazan’ı ise şuruplar, meyve suları, çay ve yaz meyveleri
mutlaka yenilir. Özellikle yaz ramazanlarında sahur vakti yatsıya daha yakın
olduğu için genellikle misafirlerle
birlikte oturulur ve çeşitli oyunlar ve
eğlencelerle vakit geçirilir, sahurda da
yine sahurluk yenilip evlere doğru yola
çıkılır. Yaz aylarında çoğunlukla devlet
memurları izinlerini Ramazan ayında
turuncudergi.com
kullandıkları için bu pek de sorun
olmaz. Kışları da geceler uzun olduğu
için gece yarısına kadar oturulur.
Ramazan’ın ekmeği de kendine
mahsus olan pidedir. Fırınlar, Ramaza’na göre hazırlıklarını yapar ve pideyi
şekillendiren tırnakçı ustaları tutarlar.
Normal ekmekle pidenin hazırlanışı
ve pişirilme sıcaklıkları farklıdır. Ramazan’da insanlar birbirleriyle iftarlık adı
altında hediyeleşirler de. Ramazan
ayındaki bu hediyeleşme geleneği de
Türk kültürüne özgü bir durumdur.
Birine iftarlık alan kişi, gücüne göre
bir gıda maddesi, söz gelişi pide veya
pastırma vs. veya başka bir iftarlık alabilir. Çocuklara daha ziyade şekerleme
türünden bir hediye alınır.
Yine Ramazan’da çarşılar da farklı bir
havaya bürünürler. Ramazan’a özgü
gıdalar satılır ve herkes gücü oranında
bu gıdalardan almaya çalışır.
Ramazan’da
insanlar birbirleriyle
iftarlık adı altında
hediyeleşirler de.
Ramazan ayındaki bu
hediyeleşme geleneği
de Türk kültürüne
özgü bir durumdur.
MAHYALAR
Ramazan ayına mahsus olmak üzere,
çifte minareli camilerde iki minare arasına gerilen ipler, kandiller veya elektrik
ampulleri asılması suretiyle yazılan
yazı veya çeşitli motiflere mahya denir.
Mahya ilk olarak Sultan Birinci Ahmet
zamanında (1603-1617) ortaya çıktı. Fatih Camii müezzinlerinden Hattat Hafız
Ahmed Kefevi’nin bütün maharetini
kullanarak renkli kandillerden işlediği
dört köşe bir çerçeveyi, iki minarenin
arasına asmasıyla mahyanın ortaya
çıktığı rivayet edilmektedir.
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 37
ARAŞTIRMA
Ramazan ayının
bir ibadet ayı
olmasının yanında
aynı zamanda Türk
mizah ve eğlence
oyunlarının bu
ayda yoğunlukla
uygulanması ayrı
bir zenginliktir.
Bu buluş, Osmanlılarda mahyacılık
ismi ile yeni bir sanat dalının meydana
gelmesine neden olmuştur.
Mahyaları kurmak için evvela iki minare arasında makaradan geçip gelen ip
çekilir, iplere atılan düğümlere kandiller
yerleştirilir, makaralar hareket ettirilerek
öbür minareye doğru gönderilir. Bu suretle önce yazının baş harfleri ve sonra
ortadaki ve sondakiler teşekkül ederek,
yazı meydana gelir. Mahyalarda gösterilen yazılar genelde şunlardır: ‘Safa geldin
ey ramazan’, ‘merhaba ya şehr-i ramazan’,
‘Bismillah’, ‘elveda ya Şehr-i Ramazan’,
‘Allah’, ‘Muhammed’, ‘Lailahe İllallah’,
‘ahlak dinin temelidir’, ‘insaf imanın yarısıdır’. Bazen yazı yerine çeşitli şekiller de
mahya olarak kullanılabilir. Sandal resmi,
cami resmi gibi.
RAMAZAN EĞLENCELERİ
Ramazan orucu, esas itibariyle tüm
Müslümanlarca aynı tarzda tutulur. Ama
oruç dışındaki tüm uygulamalar, bize
aittir, yani Türkleştirilmiştir. Hatta ramazanda kılınan teravihte bile Türk’e ait
unsurlar vardır. Bunlar, rekâtlar arasında
okunan salât ü selamların bestelenmiş
şekilde okunması, ilahiler okunması, ilk
38
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
on beş gün teravihten hemen sonra
hoş geldin ramazan, on beşinden sonra
da veda mesajları içeren ilahilerin okunması vs. Yine ramazanın Türk kültürüne
özgü bir başka yönü de bir ibadet ayı
olmasının yanında aynı zamanda Türk
mizah ve eğlence oyunlarının bu ayda
yoğunlukla uygulanmasıdır. 19. yüzyıldan itibaren İstanbul’da Vezneciler’den
Şehzadebaşı’na kadarki alanda Direklerarası diye isimlendirilen yerde ve
kısmen de İstanbul’un diğer semtlerinde iftarla sahur arasında çeşitli ramazan
eğlenceleri ve sohbetleri düzenlenirmiş. Buralarda Türk müziğinden, Doğu
ve Batı müziğinden örnekler, çayhanelerde içilen kahve, nargile ve çay esnasında yapılan sohbetler, orta oyunu,
tiyatro sahnelerinde sergilenen oyunlar,
meddahların ince esprileri, kukla gösterileri, hokkabazların ve palyaçoların güldüren oyunlarıyla iftar sonrası ramazan,
adeta bir karnaval havasında geçmiştir. Eski ramazan gecelerinin herkes
tarafından izlenebilen en kalabalık ve en
uygun eğlencesi Karagöz oyunu olmuştur. Karagöz’ün en canlı ve en hararetli
oyunları da ramazan gecelerinde oynatılmıştır. İstanbullular ramazan boyunca
bu oyunu ve meddahları dinlemek için
‘semaî kahveleri’ ni doldurmuşlardır.
Ancak günümüzde bu semtte artık bu
tür etkinlikler yapılmamakta, sadece
televizyonlarda bir nostalji görünümünde Direklerarası eğlencelerinin sembolik
taklitleri yapılmaktadır.
MİZAH
Ramazan’da nükteler ve mizah, meddahların dilinde ustaca biçimlenirken,
halk da kendince gülüp eğleneceği
nükteler üretirdi. Mesela oruçtan hiç
şikâyet etmeyip keşke bitmese de
devam etse diyen yaşlı annesine “Anne
müftülükten bir açıklama yapıldı, Ramazan bir ay uzatılmış, bir ay daha oruç
tutacağız.” tarzında espri yapan oğluna
kızan annenin “Torpah başlarına, ben
daha tutmam” demesi gibi. Bektaşi’ye
“Baba acaba ramazan bizden memnun
gitmiş midir?” diye sorulunca “Memnun
gitmese her sene on gün erken gelir
mi?” diye cevap vermesi gibi.
turuncudergi.com
Eski edebiyatımızda Ramazan hatıralarına ilişkin nesirler bulunmasa da ramazanın faziletlerine, güzelliklerine, törenlerine vs. ilişkin nazım türünden pek çok
eser bulmak mümkündür. Ramazan’ı
anlatan bu eserler; dinî, tasavvufî, hatta
nükteler ihtiva eder şekilde ilahi, mâni,
gazel, rubaî, koşma vs. tarzında yazılmışlardır. Bu eserler, Ramazan hayatını her
yönüyle anlatan eserler olarak karşımıza
çıkmaktadır. Türk Edebiyatı’nda Ramazanın dinî ve aynı zamanda kültürel boyutunu konu olarak ele alan manzumelere
Ramazaniye adı verilmektedir. Pek çok
şairimizin Ramazaniyesi bulunmaktadır.
Ramazaniyelerde o dönemin ramazan
hayatı, eğlencesinden yemeğine kadar
biraz da esprili bir tarzda anlatılmaktadır.
Ramazan ayında eskiden teknik
gelişmeler yeterli olmadığı için oruç
tutacak olanlar sahura davul çalınarak
çağrılırdı. Bu vazifeyi de genellikle
mahallenin bekçisi veya özel olarak
tutulmuş davulcular yapardı ve davulcu,
aynı zamanda maniler söylerdi. “Bu
manilerin en güzel tarafı, Türk halkının
başlıca özelliklerini teşkil eden sevgi,
saygı, tatlı şaka ve nükte ile dolu
olmalarıdır.” Davul çalan kişi kapıların
önünde durur, bir mani söyler, açılan
kapıdan kendisine bir miktar harçlık
verilir, sonra aldığı paranın sevinciyle bir
mani daha söyler ve sonraki eve doğru
gider. Bu maniler, daha sonra bazıları
tarafından derlenip toparlanıp bir araya
getirilerek kitap haline getirilmiştir
ki bunlara da “Ramazanname” adı
verilmiştir. Bu manilere bir kaç örnek
şöyledir:
Hakk’tan bize geldi ihsan
Müşkil işler oldu âsan
Bu gecemiz ibtidâdır
Sen bir saâdet kânısın
Ey mâh-ı sultan merhaba
ARAŞTIRMA
Yemekleri, hane sahibini, semtleri öven, dualar içeren
ve bazen de bahşiş isteyen maniler vardır.
Ramazan bir kutlu aydır
Bu ay on bir aydan yeğdir
Camilerde mahya yapmak
Ramazan’a mahsus şeydir.
Ahşam ezanı dinlemek
Sahur vakti yemek yemek
Ramazan’a mahsus şeydir
Gece davulcu söylemek.
Şimdilerde de nostalji olsun diye davul çalınıyor
ama artık ne davulcuda mani söyleyecek kadar dağarcık var,
ne de dinleyenlerde onu dinleyecek sabır.
Hakk’ın bize ihsânısın
Hem ayların sultânısın
Sen bir saâdet kânısın
Ey mâh-ı sultan merhaba
Ramazan davulcusunun söylediği maniler çok çeşitlilik gösterir. Mahyanın
yalnızca Ramazan’a özgü bir uygulama
olduğunu davulcu şöyle dile getirir:
turuncudergi.com
Dr. H. Ömer ÖZDEN, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları
Enstitüsü Dergisi Sayı 30 Erzurum,
2006 dan özetlenmiştir.
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 39
YAZAR
YAZAR
RAHMET VE
MERHAMET AYI
Eline, gözüne, sözüne, hareketlerine,
iradesine sahip olan oruçlu
Müslüman için hayatında
Ramazan ile birlikte
yeni ve tertemiz
bir sayfa
açılmaktadır
40
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
R
amazan ayı, Kuranı Kerim’in indirilmeye başlandığı, insanlığa sunulan
son din İslam’ın doğuşunun ilanı olan mübarek
bir aydır. Özellikle “bin aydan daha
hayırlı” olarak dillendirdiğimiz Kadir
Gecesi’nin Ramazan ayı içerisinde yer
alması da Müslümanlar için ayrı bir
önem arz etmektedir. Yüce Allah, Bakara Suresi’nde şöyle buyurmaktadır:
“Ramazan ayı; insanlara yol gösterici,
doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kuran’ın
indirildiği aydır.” (Bakara:2/185) İşte
bu ayet ışığında Müslümanlar, ramazan ayını en verimli şekilde yaşamaya çalışırlar; benliklerinden sıyrılıp
nefsi davranışlardan uzak durmaya
yönelirler.
Rahmetin ve bereketin Yüce Huda
tarafından artırıldığı, insanlara bir
fırsat olarak gelen rahmet ve bereket
ayı Ramazan’ı hakkıyla yaşayanlar için
inanılmaz bir manevi doygunluk ve
huzur söz konusudur. Müslümanlar,
hakkını vererek yaşayacakları bu ay
sayesinde bir anda günahlardan
arınarak tertemiz bir sayfa açarak
yollarına devam etme şansını
yakalayabilmekteler. Zira âlemlere
rahmet Peygamber Efendimiz
(s.a.v) bu aydaki büyük af müjdesini
şöyle iletiyor: “Bir kimse, inanarak ve
sevabını sadece Allah’tan bekleyerek
Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş
günahları bağışlanır.” (Buhari, Savm,7)
turuncudergi.com
turuncudergi.com
HATİCE
BİLİCİ
[email protected]
Ramazan ayı yoksulların da
unutulmaması gereken, onların
doyurulup daha çok hatırlanması
gereken bir ay. Bu anlamda
Ramazan ayının sosyal açıdan
birleştirici ve kaynaştırıcı bir vasfı
da söz konusudur. Toplumda
yoksulun, ihtiyaç sahibi ve aç olanın
Ramazan münasebetiyle daha çok
hatırlanması, sahiplenilmesi rahmet
ve bereket ayı nitelemesinin tam
olarak yansımasıdır ayrıca. Müslüman
bir kimse için her Ramazan ayı yeni
bir başlangıç, hayatında açtığı yeni
bir sayfadır. Ancak önemli olan bu ayı
hakkıyla yaşayabilmek ve hayatımıza
yansımalarını sürdürebilmektir.
Şüphesiz, Ramazan ayında
oruç ibadetinin önemi ve yeri
farklıdır. Oruç tutmak, insanlık
var olduğundan beri var olan bir
ibadet şeklidir. Şekil olarak farklılıklar
göstermesine rağmen tüm dinlerde
oruç ibadetini görmek mümkündür.
İnsanların oruç ibadetine “açlıkla
terbiye” gözüyle yaklaşmaları son
derece sakıncalı ve hastalıklı bir
düşüncedir. Oruç, insanların en zayıf
oldukları konularda -açlık, susuzluk,
cinsel arzular, vs.- iradeyi güçlendirir.
Oruç tutan kişi kötü sözden, kötü
huydan, kötü alışkanlıklardan uzak
durmaya gayret eder. Dolayısıyla
insanın ruh âlemi ve iç âlemine
yaptığı bir yolculuktur oruç.
Oruç tutmak sadece midemizi
dinlendirmekle kalmamakta, manevi
olarak doyuma ulaştığımız Ramazan
ayı bize; kimseye zarar vermeyen
iyi insan olmayı, öfkemizi kontrol
etmeyi, yardımlaşma duygumuzu
artırmayı, nefsimizin bitmek
tükenmek bilmeyen isteklerine dur
diyebilme iradesini ve her anlamda
bereketi hediye etmektedir.
Eline, gözüne, sözüne,
hareketlerine, iradesine sahip olan
oruçlu Müslüman için hayatında
Ramazan ile birlikte yeni ve tertemiz
bir sayfa açılmaktadır. Ancak
insanların en çok yaptığı hata;
Ramazan’da gösterdikleri hassasiyeti,
bu ay bittiğinde hayatlarından
çıkarmak oluyor. Hayatımızda rahmet
ve bereketin artması için mutlaka
Ramazan anlayışını diğer on bir aya
taşımamız ve yansıtmamız gerekiyor.
Müslümanlar olarak çevremize iyi
örnek olmayı ve her ayı Ramazan
ayına yakın bir samimiyette
yaşamayı, irademize sahip çıkmayı
bilmeliyiz. İşte o zaman rahmet ve
bereket ayı Ramazan gerçek manada
idrak edilmiş ve hakkı verilerek
yaşanmış olur.
Müslümanlar olarak Ramazana
olan samimiyetimizi her dem
hayatımıza yansıtabilmek duası ile…
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 41
DOSYA
MümininMümine
Tebessümü
Pattani
patTanİ hakkında tüm bİldİklerİm
duyduğum
ezan sesİ İle değİşİyor. kıZ kardeşlerİmİzle MOTOSİKLETLERLE
araçların gİremeyeceğİ yerlere ulaşıyoruz
ZAHİDE CEYLAN
42
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
D
ünya globalleşti, globalleşiyor”, insanoğlunun
diline pelesenk olmuş durumda. Dünyanın globalleşmesi; dünya milletlerinin, ırkların, azınlıkların, keşmekeş sorunları, bu küçülen
dünyada hızlıca çözüme mi yoksa çözümsüzlüğe mi gidiyor bunu kestirmenin hiç de zor olmadığını, Pattani yetim günlerinde daha iyi anlamış bulunmaktayım.
turuncudergi.com
Pattani; çoğumuzun duymadığı
ve bilmediği, Tayland’ın gölgesinde
varolma çabası gösteren Müslüman
bir topluluk.
Tarihçesine bir göz atacak olursak
Pattani; Tayland’ın güneyinde,
Malakka Yarımadası’nın doğu
kısmında, Pattani Nehri’nin ağzında
yer alan bir şehir.
16. yüzyıldan bu yana uluslararası
bir ticaret limanı.
Pattani, malay ırkından olup,
1200’lü yıllarda Yemen’den gelen
Müslüman tüccarlar aracılığı ile
İslam’la tanıştı. İslam dinine hızlı bir
girişin sonunda Pattani Kralı Antira
da 1457 yılında Müslüman oldu ve
Pattani İslam Krallığını ilan etti.
1700’lü yıllarda Pattani İslam
krallığı, Siyam saldırıları nedeniyle
zayıflatılarak Budist hâkimiyeti altına girdi.
19. yüzyılda Pattani’yi işgal eden İngilizler 1909 yılında Tayland ile anlaşarak Pattani’yi Tayland’a
bıraktı. Bu dönemden sonra başlayan
keskin ayrımcılık halkı fakirliğe doğru
sürükledi. Ekonomik, dinî, kültürel
baskılar artarak çoğaldı.
Seçme ve seçilme hakkı
bulunmayan Pattani halkını turuncudergi.com
Tayland devletinin atadığı Budist
idareciler yönetiyor.
Bölgede %90’ı Müslüman olan halk
üç milyona tekabül ediyor. Geçmişte
iki asır hüküm süren Pattani İslam
Krallığı’na tarihte yer bile verilmiyor.
Bu tarihî bağlamdan sonra bugün
Pattani halkı ne durumda gidip
gördük ve sizlere de aktaralım
istedik. Pattani’ye gitmek hiç de
kolay olmuyor. İstanbul’dan kalkan
uçağımız on saat sonra Tayland
havaalanına iniyor. İşlemlerden sonra
başka bir havaalanına yola çıkıyoruz.
İkinci havaalanından da iki saat
uçuş sonrası başka şehre iniyoruz.
Devamında yine iki saate yakın
karayolu ile geçen süreçten sonra
Müslümanların yaşadığı Pattani’ye
varıyoruz.
Ne de zormuş Pattani’ye ulaşmak.
İstanbul’dan akşam sekizde çıktığımız
yola bir gün sonra akşam sekizde
otelimize yerleşmiş oluyoruz.
Pattani; çoğumuzun
duymadığı, bilmediği,
Tayland’ın gölgesinde
varolma çabası
gösteren Müslüman
bir topluluk
Namaz için abdeste koyulduğumda
dışarıdan gelen ezan sesi beni
şaşkına çeviriyor. İslam’ın yaygın
olmadığı ülkede ezanı duymak
beni heyecanlandırıyor, pencereyi
açıp huşu içinde, sessiz doğadan
yükselen ezan sesini dinlemek tüm
yorgunluğumu alıp götürüyor.
Pattani’nin tarihçesi, okuduğum
ve bildiklerim, hissettiklerim ve
gördüklerim çok farklı ve bu fark ezan
sesi ile başlıyor.
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 43
DOSYA
İHH Boğaziçi Okulu ve yetimhanesi
Şirin köyün şirin
camisinde cemaatle
ikindi namazı kılınıyor,
çocuklar etrafımızda
pervane. Büyükler
gönülden gönüle
yol kurmuşlar
Sabah erken saatte kalkıp yetimhane,
okul, cami açılışı için Boğaziçi Okulu ve
yetimhanesine yola koyuluyoruz. Neden
Boğaziçi diye soracak olursanız; İHH’nın
öncülüğünde duyarlı Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin yaptırdığı bu binalar ve
cami Boğaziçi Okulu adını almış. Bu arada
yetim çocukları bizleri heyecanla bekliyor
buluyoruz, her birinin gözlerinde mutluluk,
bizimse onları sarıp sarmalama ve her birini
ayrı sahiplenme duygusu, çok farklı atmosferlere sürüklüyor her birimizi.
Program açılışı Kuran-ı Kerim ile başlıyor, arkasından o birbirinden güzel yetim
çocukların yetenekleri, bizler için özenle
hazırlamış oldukları program ve öğle
yemeği sonrası sona eriyor. Ertesi gün
deniz kenarında programlanmış piknik ile
tekrar çocuklarla buluşuyoruz. Yine İHH’ın
başarılı ekibi programın içini ne güzel de
zenginleştirmiş. Yetim çocuklarımıza kendi
oyunlarımızı öğretiyoruz; mendil kapmaca,
uzun eşek, körebe gibi oyunları öğretip
kültür kaynaşması yaşıyoruz. Günün sonunda, iki günün de verdiği alışkanlıkla buruk
bir şekilde ayrılıyoruz. Üçüncü gün ; şirin
bir köyde yine İHH öncülüğünde AYDER
derneğinin de katkıları ile KONYA AYDER
camiinin açılışını yapıyoruz. Şirin köyün şirin
camisinde cemaatle ikindi namazı kılınıyor,
çocuklar etrafımızda pervane. Büyükler
gönülden gönüle yol kurmuşlar, muhabbet bağı desek yeri var ortamın.Yeniden
geleceğiz umudu ile vedalaşıyoruz. Dördüncü gün; İHH ve TİKA işbirliği ile yapılmış
İstanbul İtfaiyecileri Yetimhanesi açılışını
yapıyoruz. Bize yine misafirperverlik gösterip hazırlamış oldukları yemeği hep birlikte
önce yetim çocuklarımıza servis ediyoruz.
Doyuruyoruz, onlar doyunca, bizler de.
44
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
İHH İstanbul İtfaiyecileri Yetimhanesi
İHH Yönetim Kurulu Üyesi Yakup Işık,
Pattanili çocuklarla birlikte.
İHH Konya Ayder Camii
turuncudergi.com
İHH işbirliği ile yapılacak Furkan Doğan
yetimhanesinin yer ve mekan alanını da
görmeyi ihmal etmedik.
Pattani’de bir kez daha Furkan’la gurur
duyuyor ve ruhunu şad ediyoruz.
Günlerimiz yoğun hızlı heyecan dolu
geçiyor. Bir günümüzü sadece ev ziyaretlerine ayırıyoruz. Motosiklet çok yaygın,
kadın-erkek daha çok motosiklet kullanıyor. Biz de Pattanili kız kardeşlerimizin
arkasına atlayıp, bu hayır işini eğlenceli
hale getiriyouz. Araçların giremeyeceği
mekanlara ulaşıp maddi manevi hediyelerimizi dağıtıyoruz. Bir tebessüm gönderiyoruz yüreklerine. Müminin mümine
tebessümü sadakadır diyoruz, kucaklıyoruz onları en ücra mekanlara ulaşarak.
Onların yaşam ve mekan şartları
zaman zaman üzüntüye sürüklüyor
bizleri. Kız öğrencilerin barakalarda ne
şartlarda yaşadığını görmek, başka bir
üzüntü kaynağı oluyor bize. Çatısı alelade
örtülmüş, saçakların yanları açık, hem
mutfak hem yatakhane hem çalışma
odası, biriket duvara iliştirilmiş birkaç çivi
üzerine asılmış elbise, iki tahta arasına
sıkıştırlmış Kuran-ı Kerim; yüksek bir rafları
olmadığı için. Ve bu şartlarda okumaya
çalışan yetim öksüz hafız çocuklar.
Bizler, dünyadaki Müslüman
kardeşlerimizden bihaber kuştüyü
yastıklar, yorganlar, izole edilmiş duvarlar,
üç dört kez kilitlenen kapılar, gözümüzü
kapatıp kulağımızı tıkadığımız, “Banane?”
diyerek yaşadığımız dünyamız. Sıcak
sularla abdest alıp, ipek halılarda namaz
kıldığımız. Kuş sütü eksik sofralarda
iftar, sahur yaptığımız. Sonra da ne
güzel Müslümanız diye kendimizle
övündüğümüz bizler.
Pattanili
kardeşlerimizin
evlerine ulaşıp maddi
manevi hediyelerimizi
dağıtıyoruz.
Bir tebessüm
gönderiyoruz
yüreklerine
İHH gönüllüsü
Müzeyyen Taşçı,
Pattaniili
çocuklarla
yakından
ilgilendi.
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 45
DOSYA
İHH’yı bir kez daha
takdire şayan gördük.
Türkiye adına gururlandık.
Bir kez daha tüm
samimiyetimizle destek
veren, gizli aşikâr
kardeşlerimize dualar
gönderdik
Ahh bizler; Biz gerçekten Pattanili
müslüman kardeşlerimizle aynı cennete
mi girecegiz .... Sadece şunu diyorum
ve şunu anladım ki vayy halimize vayyy
halimize …
Yüksek sıcak ve nem eşliğinde iyiden
iyiye koşturuyor ekibimiz, ekibimizde bulunan İHH kurumsal ilişkiler kordinatörü
\ Mavi Marmara gazisi Mukadder Kırbaş
ve eşi Mehmet Kırbaş, İHH Yönetim
Kurulu Üyesi Yakup Işık, Sibel Demir İHH
Kadın Kolları başkanı, Eyüp Ural İHH Asya
Sorumlusu ve gazeteci yazar Müzeyyen
Taşçı, gönüllüler ; Ümit Gümüş, Selçuk
Sümer, Yasin Duysakbey kardeşlerimizle
bu ekipte ter döküp zaman zaman da
gözyaşı akıtarak İHH’yı bir kez daha takdire şayan gördük . Türkiye adına gururlandık. Bir kez daha tüm samimiyetimizle
destek veren, gizli aşikâr kardeşlerimize
dualar gönderdik.
İyi ki vardılar, iyi ki vardık ve iyi ki vardı
Türkiye Devleti.
Altı günün sonunda Bangkok’a
döndüğümüzde akşam olmuştu. Biz
bayanlar bir araya gelip altı günün eleştirisini yaparken bir haber geldi lobiden.
Bangkok’da 360 Uygur Türkü Çin’den
iki yıl önce kaçak yollarla Bangkok’a
sığınmış ama bir türlü selamete çıkamadıkları için çok kötü şartlarda bir alanda
tutuluyorlarmış. Bunu bize anlatmak için
gelen bir Uygur Türkü ile lobide görüşmeye başladık ve Türk Büyükelçimizden
randevu aldık sabahına, büyükelçiliğe
vardığımızda gerçekten Türkiye’nin ne
kadar da etkin ve yetkin olduğunu gördük, gururlandık.
46
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
Mavi Marmara Gazisi Mukadder Kırbaş ve eşi
Mehmet Kırbaş müslüman kardeşlerimize yardım eli uzattıı.
Pattanili’lerin sahildeki barınakları.
Pattani’de günbatımı
Yaşadıkları zorlu hayata
rağmen yüzleri hep gülüyor.
Boğaziçi Okulu Yetimhanesi öğrencileri.
Kadın erkek tüm
Pattanililer
motosiklet
kullanıyor
Krue Se Cami
turuncudergi.com
turuncudergi.com
Sayın büyükelçi, bize çok güzel
izahlarda bulundu. Eğer Türkiye’nin
saygınlığı olmasa Tayland hükûmeti
bu soydaşlarımızı çoktan Çin’e geri
gönderir ve Çin de bir hamlede
hepsini ölüme mahkûm ederdi, fakat
Türkiye’nin yaptırım gücü ile burada
tutuluyorlar, Türkiye’nin eli bu Türklerin
üzerinde. Ve yakın zamanda tüm stratejik dengelerde gözönüne alınarak
güzel bir sonuca ulaşılacak müjdesini
verdi. Bizler de bunu döndüğümüzde
üst makamlara tekrar hatırlatacağımızı
aracı arkadaşımıza söyledik ve 360
Müslüman kardeşimize selam ve sevgi
gönderdik. Akşam olduğunda Bangkok’tan ayrılırken üzerimize düşen
ne varsa yaptığımızın huzuru içinde
ülkemize doğru havalandık.
Tabi ki aklımızın bir yerinde kalan
Pattani’li kardeşlerimizin her zaman
elimiz üzerinde olacağına dair Allah
(c.c) söz verdik.
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 47
iYiER
DOSYA
Atık Pillerin Toplanması
H
er ne kadar
masum ve küçük
görünseler
de içlerinde
bulunan ağır metallerden
dolayı (Civa, kadmiyum,
mangan, alkali metaller
vs.) toprak ve suyu
zehirlemektedir. Pilleri evlerde,
işyerlerinde, ulaşımda,
sanayide, motorlarda,
elektronik cihazlarda,
saatlerde, kameralarda,
hesap makinelerinde,
işitme aletlerinde, kablosuz
telefonlarda, oyuncaklarda vb.
kullanırız. Kullanım sonucu
iŞL
DE YEŞERİR.
LER
LP
A
K
İ
İY
CE
N
Ö
K
İL
,
r
le
İy İ İş
N YAYINLAYALIM.
ŞI
A
AYL
P
LE
İM
İZ
B
İ
İZ
İN
SİZ DE İYİ İŞLER
dergi.com
info@turuncu
8 33
Tel: 0312 472 9
bir “atık” hâline gelen pillerin,
diğer evsel atıklardan ayrı
olarak ATIK PİL KUTULARINA
atılması gerekmektedir.
Biriktirilen bu atık piller
geçici depolama alanlarında
depolandıktan sonra toplanır.
Atık piller evsel atıklardan
(çöp) ayrı toplanmalıdır. Atık
piller ayrı biriktirilerek okullar,
kamu kurumları, muhtarlıklar
ve sağlık ocaklarındaki pil
toplama kutularına atılması
durumunda, belediyenin
sistemine dâhil edilmekte
ve çevreye zarar vermeden
bertaraf edilmektedir.
Kâğıt
Çöp
Değildir!
İLAÇ FAZLANIZ ŞİFA OLSUN
ATIK YAĞLARI
DÖKMEYİN!
K
ullanılmış kızartma
yağları ilçe sınırları
içinde Sincan Belediyesi’nce toplanıyor.
Lavaboya dökülen 1
litre bitkisel atık yağın 1 milyon litre
suyu kirlettiğinin altını çizen Belediye yetkilileri, vatandaşı bilinçlendiriyor. Atık yağların lavabo ya da çöpe
değil bir şişe ya da bidonda biriktirilmesi için vatandaşı bilgilendiren
48
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
yetkililer, talep gelmesi hâlinde adrese giderek bu yağları teslim alıyor.
Denizleri, canlıları, bitkileri korumak
ve gelecek nesillere daha güzel bir
dünya bırakmak için atık yağların biriktirilmesi gerektiğine vurgu yapan
Sincan Belediye Başkanı Doç. Dr.
Mustafa Tuna, “Atık yağlar, doğaya
en fazla zarar veren atıkların başında geliyor. Gelecek nesillere daha
temiz, daha güzel bir dünya bırak-
mak için halkımızla el ele vererek
çalışıyoruz. Geri dönüşüm projelerimize halkımızın da ilgi göstermesi
bizleri memnun ediyor. Daha iyi bir
dünyada yaşamak herkesin hakkı.”
dedi. Atık yağlarını biriktirenler “Alo
Atık Hattı 444 28 45” no’lu telefondan ya da Sincan Belediyesi Temizlik
İşleri’nin 277 45 86 no’lu telefonu
arayarak atık yağlarını yetkililere
ulaştırabilir.
turuncudergi.com
n Çekmeköy Belediyesi ve Kızılay Çekmeköy Şube Başkanlığı işbirliği ile başlatılan
“İlaç Fazlanız Şifa Olsun” kampanyasıyla
ilaçlar artık çöpe atılmayacak. Hastalık
döneminde reçete ile alınan fazla ilaçlar
birçok kişinin evinde yıllarca bekleyerek
kullanım süresini dolduruyor. Bu kampanya ile çöpe atılmaktan kurtarılacak ilaçların,
diğer tarafta maddi imkânsızlıklar nedeni
ile ilaç alamayan vatandaşların derdinde deva olması amaçlanıyor. Yetkililer,
kampanyanın bir diğer hedefinin de sosyal
sigortalar tarafından karşılanan ilaçların
ziyan olmasını engellemek ve sigortaların
üzerindeki ilaç masraflarını en aza indirmek olduğunu belirtiyor. Uzman doktorlar
tarafından kontrol edilerek yurt içi ve yurt
dışındaki ihtiyaç sahiplerine ulaştırılacak
ilaçlar Çekmeköy Belediyesi Sağlık Müdürlüğü denetiminde toplanıyor.
turuncudergi.com
n lkemiz kaynaklarının daha verimli bir şekilde kullanılması, çevre
bilinci ve duyarlılığın oluşturulması
amacıyla kullanılmış ders kitapları ve
diğer kitaplar, defterler, atık kâğıtların
toplanması ve ekonomiye kazandırılması amacıyla Fatih İlköğretim
Okulu’nda kullanılmış kitap ve atık kâğıtlar toplanmaya başlanmıştır.
Evimizde ve çevremizdeki kullanılmış
kitap ve atık kâğıtları toplayarak sizler de eğitime katkıda bulunabilirsiniz. Kâğıt toplama konusunda destek olmak isteyen Eğitim Gönüllüleri, 0 (236) 4621370 no’lu
telefondan bilgi alabilirler.
“KİTABINA
HAYAT VER”
Gazi Üniversitesi Toplum
Gönüllüleri Kulübü, köy
okullarına destek için kitap
toplama projesi yürütüyor.
Gelin siz de kullanmadığınız,
bir köşede duran kitaplarınızı
bize ulaştırın ve bu güzel
projenin bir parçası olun.
Unutmayın! Kitaplar yanarak
değil okunarak aydınlatır.
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 49
DOSYA
DOSYA
HAFIZLIK TARİHİ
Elinde MUSHAF,
DİLİNDE AYET...
GÖZ VE GÖNÜL
HEP BERABER
AYET
OLMUŞTUR
50
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
A
rapça’da “korumak,
ezberlemek” manasındaki
hıfz kökünden türemiş bir
sıfat olan hafız, sözlükte
“koruyan, ezberleyen”
anlamına gelip Kur’an’ın tamamını
ezberleyene hafız denilmiştir.
Hafız kelimesi, Kur’an-ı Kerim’de
sözlük anlamıyla birçok ayette yer
almakta, üç ayette Allah’ın (c.c) sıfatı
olarak geçmektedir.(Yusuf 12/64; el-Hicr
15/9; el-Enbiya 21/82)
Hz. Peygamber (s.a.v), hafızları Abese
suresinde sözü edilen (80/15-16)
“sefere-i kiram” a benzetmiş ve hafızların
cennette onlarla beraber olacağını
müjdelemiştir. Hz. Peygamber’den
gelen rivayetlerde Kur’an’ın öğrenilmesi
ve başkasına öğretilmesi teşvik
edilmiştir. Bu rivayetlerin en kapsamlısı,
“Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve
öğreteninizdir.” mealindeki hadistir.
Kur’an öğrenimiyle ilgili teşviklerin
çoğu; onu sadece ezberlemeyi değil
manasını anlamayı, içeriğine vakıf olup
gereğince amel etmeyi amaçlamaktadır.
“Artık Kur’an’dan kolayınıza geleni
okuyun. Allah bilmektedir ki içinizde
hastalar bulunacak, bir kısmınız Allah’ın
lütfunu (rızık) aramak üzere yeryüzünde
turuncudergi.com
dolaşacak. Diğer bir kısmınız da
Allah yolunda çarpışacaktır. O hâlde
Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun.”(elMüzzemmil 73/20) mealindeki ayetten
anlaşılacağı üzere Kur’an’ın tamamının
ezberlenmesi farz kılınmamıştır. Ancak
her Müslümanın yeterli miktarda ayet
ezberlemesi namazın farzlarından olan
kıraatin bir gereğidir.
Resul-i Ekrem bu asgari bilgiden
mahrum olanları harabeye benzetir.
Resulullah’ın ders halkasında bulunan
sahabilerden kaçının Kur’an’ın tamamını
ezberlediği hususunda değişik
rivayetler vardır. Bir rivayete göre Hz.
Peygamber, Kur’an’ın dört kişiden
alınmasını tavsiye etmiştir. Bunlar
Abdullah b. Mes’ud, Ebu Huzeyfe’nin
mevlası Salim, Muaz b.Cebel ve Übey
b. Ka’b’dır.
Kur’an’ı cem etmenin ne anlama
geldiği konusunda değişik görüşler ileri
sürülmüştür. Bunlar arasında Kur’an’ın
değişik kıraatlerini bilme, onu hıfzetme
ve yazılı metnini elinde bulundurma
sayılabilir.
Hicretin ilk asırlarında Kur’an hıfzı ve
talimi çalışmaları daha çok camilerde
yapılıyordu. Ayrıca Mahreme b. Nevfel’in
evi gibi “darülkurra” denilen yerlerde
de Kur’an talimi yapılmış olması
muhtemeldir.
Hz. Peygamber’in (s.a.v) vefatından
sonra Kur’an hıfzına olan ilgi giderek
artmıştır. Ebu Musa el-Eş’ari, Basra valisi
iken Halife Ömer’e yazdığı bir mektupta
Basra’da pek çok kimsenin Kur’an’ı
ezberlediğini bildirmiş, Halife de onlara
maaş bağlanmasını istemişti. Ebu Musa
ertesi yıl hafız sayısında büyük bir artış
olduğunu haber verince Hz. Ömer,
“Onları kendi hâllerine bırak. İnsanların
Kur’an’ı ezberlemekle meşgul olurken
onun hükümlerini öğrenmeyi ihmal
etmelerinden kaygı duyuyorum.”
diyerek hafızlara maaş bağlamanın
sakıncalı olacağı kanaatine vardığını
belirtmiştir.
İlk Mushaflar esas itibariyle Kur’an’ın
tahrife uğramasını önleme maksadına
yönelik olarak hazırlanmışsa da Ebu
Bekir İbnü’I-Arabi, özellikle kıraat
vecihlerinin Mushaflarda değil rivayet
yoluyla yani ezberden aktarılarak
yaşatıldığını, ancak okuyucular arasında
turuncudergi.com
karışıklık çıkması hâlinde Mushaflara
başvurulduğunu kaydeder.
Harunürreşid’in hanımı Zübeyde’nin
300 kadar hafız talebesi bulunmakta
ve sarayından dışarıya “arı kovanı gibi”
Kur’an sesleri yayıldığı bilgisi daha VIII.
yüzyılda hafızlığın ne kadar büyük
itibar gördüğünü, kadınlar arasında da
geniş ölçüde yaygınlaştığını göstermesi
bakımından ilgi çekicidir. Bu itibarın
giderek arttığında şüphe yoktur.
Endülüs’te bazı kurraya kıraat dersi ve
hafızlık çalışmaları için belli mescitler
ayrılırdı. Endülüs âlimlerinden Ebu
Bekir İbnü’I-Arabi ülkesinde çok başarılı
bir öğretim metodu takip edildiğini,
ilköğretimin yazı-hesap ve dil bilgisiyle
başlatıldığını, daha sonra Kur’an
hocasının öğrencilerine şifahi olarak
Allah’ın kelâmını talim ettiğini, çocuklara
kabiliyetlerine göre Kur’an’dan
bir kısım ezberlettiğini, hafızlığını
tamamlayanlardan isteyenlerin
öğrenimlerini fıkıh ve hadis dersleriyle
sürdürdüklerini bildirir. Hafız yetiştiren
hocalar kendilerine has metotlar
geliştirmişlerdi.
Ayetler onar onar veya beşer beşer
ezberletilir, bunlar iyice öğrenilmeden
İslam dünyasının
birçok yerinde Kur’an
ezberlemeye küçük
yaşlarda başlanırdı.
Tabakat kitaplarında
yer alan belli sayıdaki
kurra, dönemlerinin en
meşhurlarıdır
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 51
DOSYA
Hocalar talebenin
çokluğu sebebiyle
birkaç öğrenciyi
aynı anda dinlemek
zorunda kalırdı.
Yolda yürürken bile
öğrencilerini dinleyen
hocalar vardı.
52
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
yeni ders verilmezdi. Bazı hocalar
talebenin çokluğu sebebiyle birkaç
öğrenciyi aynı anda dinlemek
zorunda kalırdı. Yolda yürürken bile
öğrencilerini dinleyen hocalar vardı.
İslam dünyasının birçok yerinde
Kur’an ezberlemeye küçük yaşlarda
başlanırdı. Tabakat kitaplarında yer
alan belli sayıdaki kurra, dönemlerinin
en meşhurlarıdır. Bunlardan biri olan
İbnü’I-Cezer’i’nin Bursa’ya gelmesinden
sonra Osmanlılarda kıraat ilminde
büyük bir gelişme olmuş ve binlerce
hafız yetişmiştir. Evliya Çelebi’nin
verdiği bilgiye göre Amasya’da dokuz
darü’l-kurra vardı ve bunlardan sadece
Sultan Bayezid Darü’l-kurrası’nda
300’den fazla hafız bulunmaktaydı.
Hüseyin Hüsameddin’e göre
sıbyan mekteplerinde de hafızlık
yapılmaktaydı. Yine Evliya Çelebi’nin
kaydettiğine göre İstanbul’da hafız
sayısı 3000 kadarı kadın olmak üzere
9000’dir. Merasimlerde hafız ve
hafizeler, ale’l-umum küheylan atlar
üzerinde Fetih Süresi okuyarak Alay
Köşkü dibinden geçerlerdi.
Türkiye’de Cumhuriyet’in
kurulmasından sonra zamanın Diyanet
İşleri Reisi Rifat Börekçi’nin gayretleriyle
Kur’an Kursları Tevhid-i Tedrisat
Kanunu’nun dışında bırakılmışsa
da ilk dönemlerde bu kurslara fazla
ilgi gösterilmemiş, 1950’Ii yıllara
kadar özel çabalarla çok az sayıda
hafız yetiştirilebilmiştir. Nitekim Ali
Rıza Sağman, bu dönemde hafızlık
mesleğinin neredeyse ölmek üzere
olduğundan yakınarak bu işin yasalara
bağlanmasını istemiştir.
1923-1933 yılları arasında dokuz olan
resmi Kur’an Kursları’nın sayısı 1991’de
5000’i aşmıştır. Kur’an kurslarında
hafız olanlar için her ders yılı sonunda
Diyanet İşleri Başkanlığı’nca tespit
edilen bölgelerde imtihan açılmakta,
başarılı olanlara hafızlık belgesi
verilmektedir.
1970’ten bu yana Türkiye’de Kur’an
kurslarında yetişen ve belge alan hafız
sayısı 30.000’den fazladır. Malezya,
Suudi Arabistan vb. ülkelerde olduğu
gibi Türkiye’de de 1983’ten beri hafızlık
yarışmaları düzenlenmektedir.
Hafızlık belgesi için imtihan yapılan
on bölgenin birinci ve ikincileri Mevlit
Kandili gecesinde büyük bir camide jüri ve halk önünde yarışmakta,
dereceye girenler çeşitli hediyelerle
ödüllendirilmektedir. Balkanlar’da
Osmanlılar Dönemi’nden itibaren
hafızlık müessesesi halk tarafından
turuncudergi.com
büyük ilgi ve destek görmüş, çoğu
caminin yanında hafızlık medreseleri
veya darü’l-kurra adı verilen okullar
faaliyet göstermiştir. Bu kurumlarda
hıfzını tamamlayan on-on beş yaşlarındaki öğrencilerin, hocalar önünde
tabi tutuldukları hafızlık imtihanlarının
günümüzde, pazartesi başlayıp cuma
günü cuma namazından sonra yapılan
hatim duasıyla son bulan bir merasime
dönüştüğü görülmektedir.
Hafızlık imtihanının ardından hıfzını
geliştirmek isteyenler üç aylarda ve
daha çok Ramazan ayında mukabele
okurlar. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra
ve özellikle Balkanlar’da bilhassa
Arnavutluk, Karadağ, Kosova, Sancak
ve Bulgaristan’da hafızlık faaliyetlerinde
belirgin bir duraklama olmuştur.
Buna karşılık Üsküp ve yöresi en güç
şartlarda bile Osmanlı Dönemi’ndeki
hafız yetiştirme geleneğini korumuş ve
diğer Balkan ülkelerinin hafız ihtiyacını
karşılamıştır.
Son dönemlere kadar en çok hafız
yetiştiren bölgeler Makedonya’da
Üsküp, Kalkandelen ve Gostivar;
Bosna-Hersek’te de Saraybosna,
Mostar ve Zenica olarak görülmektedir.
Mısır’da 1983 yılında tanınmış
hafız Abdülbasıt Muhammed
turuncudergi.com
Abdüssamed’in başkanlığında kurulan
Nikabetü muhaffizl ve kurrai’l-Kur’ani’lKerim’in başlangıçta 300 olan üye
sayısı 1996’da 4000’e ulaşmıştır. Dernek
hafızlık okullarının yönetimi yanında
camilerde, radyo ve televizyonda, yurt
içinde ve dışında düzenlenen resmidinî törenlerde görev alacak karileri de
tespit etmekte olup yapılan imtihanı
kazananlara belge vermektedir.
Hint alt kıtasının İslamlaşmasına
büyük katkılarda bulunan tasavvuf
ehli, Kur’an öğretimine de önem
vermişlerdir. Hindistan’da hafızların
sayısı başka İslam ülkeleriyle
kıyaslanamayacak derecede artmıştır.
Kur’an-ı Kerim’i edepli bir şekilde
ve huşu ile okumak; tecvit, tertil
gibi tilavet kaidelerine riayet etmek,
ezberlediğini unutmamak, ayetlerin
mana ve hikmetlerini anlamaya
çalışmak, Kur’an’ın buyruklarına uyup
yasaklarından kaçınmak; kalbini kibir,
kıskançlık, kin ve riya gibi Kur’an
ahlâkına uymayan kötü duygulardan
arındırmak, Kur’an’ı ve hafızlığı dünya
malı ve mevkii için bir istismar aracı
yapmamak hafızlığın olmazsa olmaz
kurallarındandır.
NOT: TDV İslam Ansiklopedisi’nden
özetlenerek alınmıştır
Son dönemlere kadar
en çok hafız yetiştiren
bölgeler Makedonya’da
Üsküp, Kalkandelen
ve Gostivar; BosnaHersek’te de
Saraybosna, Mostar
ve Zenica olarak
görülmektedir
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 53
Y
üzlerce yıllık geçmişi
olan hafızlığın günlük
hayatımızdaki izlerini
sürdük ve etrafımızdaki
hafızları araştırdık. Gördük
kü hafızlarımız, hem bu özelliği en
güzel şekilde yaşıyorlar hem de sosyal
hayattan kopmadan herkes gibi hayatlarına değişik meslekleri icra ederek
devam ediyorlar. Hafız olmanın kişiye
katkısını, kendilerini nasıl ifade ettiklerini, hafız olmanın ayrıcalıklarını onların
ağzından dinlemek istedik. konuğumuz hafızlara sorularımızı yönelttik ve
aldığımız cevapları sizin için derledik.
Ayetler, sayfalar, cüzler, sureler arasında
rahatlıkla gezİnebİlmek, müthİş bİr duygu…
HÜMEYRA SANCAR KAYA
1984 beykoz doğumlu. İlkokuldan sonra
Eyüp Emniyetetpe Kız Kur’an kursunda
hafızlık eğitimini tamamladı. İmam hatiplerin orta kısımlarının kapanması sebeiıyle orta
ve lise eğitimini açık öğretimden tamamlamak zorunda kaldı. 2005 yılında Uludağ
Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde iki ay
süreyle eğitimine devam edebildi. Dönemin getirdiği şartlar nedeniyle okulunu
kendİmİ dİğer İnsanlara karşı değİl
rabbİme karşı özel hİssedİyorum
Nuran Ulusoy
1983 yılında Bartın doğumlu. 1999
yılında hafız oldu. 1999-2004 yılları
arasında Açıköğretim Ortaokulu
ve Açıköğretim Lisesini, 2005-2009
yıllarında Kocaeli Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Matematik
Bölümünü bitirdi. 2009-2010 yılında
T.D.-hafızlık deyince ne hissediyorsunuz. Kendinizi özel hissediyor musunuz?
Evet kendimi özel hissediyorum. Tabi
bu insanlara karşı özel olma hissi değil.
Benimle rabbim arasında bi özellik, bi
samimiyet, bi yakınlık vesilesi diyebilirim.
T.D.-Hafızlık yapmaya nasıl karar verdiniz, süreç nasıl başladı ve ilerledi?
İlkokulun sonlarına doğru, özellikle
babamın isteğiyle, böyle bir hedefim
oluşmuştu. Kur’an kursuna gitmeye
başlamıştım. Ama daha hafızlığa başlayamadan babamı kaybettik. Babamın iş arkadaşlarından biri taziye için
geldiğinde bana ‘Sen küçük kızı mısın?’
diye sordu. Ben de ‘Evet’ dedim. ‘Sen
hafız olacakmışsın, öyle mi?’ dedi. ‘Evet’
dedim. ‘Seninle çok övünürdü baban,
kedileri de çok severmişsin, sen okuldan dönerken mahalleye girince bütün
kediler önüne koşarmış’ dedi. Tabi
şimdi konumuz kediler değil ☺ Ama bu
konuşmayı bütün ayrıntılarıyla hatırlıyorum. O konuşmadan sonra babamın o
övündüğü kız olmaya karar verdim.
Ankara’da Muradiye Kız Kur’an
Kursu’nda başladım hafızlığa. Ama hızlı
ilerleyemedim, yavaş ilerlemek benim
şevkimi kırdı, kurstan ayrıldım. 3 ay ara
verip Eyüp’te Emniyettepe Kız Kur’an
Kursu’na başladım. Büyük bir şevkle
54
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
devam edip babamın vefatının 3. Yıl
dönümünde hafızlığımı bitirdim.
T.D.-Sizin için hafızlık sürecinin
olumlu ve olumsuz yönleri nelerdir?
Hafızlık sürecinin olumlu yanları kişiliğinizin tohumlarının atıldığı bir süreci
Allah’ın kitabıyla yoğun bir şekilde meşgul olarak geçirmek sanırım. Yaşıtlarımızın gündemi dış görünüşleri, son çıkan
şarkı, tv’deki dizinin aktörüyken, bizim
gündemimiz yarına yetişecek hamlar,
haslar, ertesi gün ezberlenecek sayfanın 33’lenmesiydi. Masivadan uzakta,
tümüyle Kelamullah’a adanmış günler,
geceler… Sürecin olumsuz yanları ise
küçük yaşta bu sürecin uzun gelmesi ve
zaman zaman sıkılmak olabilir.
T.D.-Gündelik hayatınızda hafızlığın size olan katkılarını görebiliyormusunuz? Örneklendir misiniz?
Hafızlık nedeniyle kursta geçirilen
sürenin uzun olması ahlakınızı şekillendirmede kursun etkisini artırıyor. Yani
kursa gidip Kur’an okumayı öğrenseydim, ama hafız olmasaydım aynı ahlaka
sahip olmazdım sanırım. Yani ahlakımı
hafızlığın belirlediğini düşünüyorum.
Hafız olmak, Kur’an-ı Kerim’le ömür
boyu yakın olmayı gerektiriyor. Kur’an’a
diğer insanlardan daha çok zaman
ayırmalısınız, bu da hesap verilecek
saatlerin azalması demek. Bir yerde
kulağa çalınan bir ayetin devamını
getirebilmek güzel bi duygu, burada ilk
Marmara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Ortaöğretim Fen
ve Matematik Alan Öğretmenliği
bölümünde Tezsiz Yüksek Lisans
eğitimi aldı. 2014’den beri Bolu/
Mudurnu/Taşkesti Çok Programlı
Anadolu Lisesi’nde matematik öğretmenliği görevine devam etmekte.
sorudaki ‘özel’lik devreye giriyor. Ayrıca
sadece imamların ya da Kur’an kursundaki hocaların değil, bir matematik öğretmenin de hafız olması daha geniş bir
alana hitap edebilmeyi sağlıyor. Camiye
ya da kursa gitmeyen gençlerin günlük
hayatında, o hayatın telaşına kapılmış
bir hafız olarak onların sorularına cevap
vermeye, tavsiyelerde bulunmaya
çalışıyorum.
T.D.-Hafızlığın günümüzdeki yeri açısından ne düşünüyorsunuz.
yapmak isteyenlere tavsiyeleriniz
neler olur?
İçinde olduğumdan mı bilmiyorum
ama eskiden daha hayatın merkezindeydi hafızlık. Şimdi yalıtılmış, ayrı bir
dünya gibi geliyor. Belki hep böyleydi,
ben şimdi dışarıdan baktığım için bunu
görebiliyorum, bilemiyorum. Hafız
olmak isteyenlere mümkün olduğunca
erken başlamalarını, hafızlığın sağlamlığından ödün vermeden süreci fazla
uzatmamalarını öneririm. Ezberlediğiniz
ayetin anlamını bilmek de çok önemli. Bitirdikten sonra da kendileri için
günün uygun bir zamanını, örneğin
akşam/sabah namazından sonrasını ya
da yatmadan önce gibi, Kur’an okumaya ayırmalarını öneririm. Nasıl ki vakti
geldiğinde namazı kılıyorsak günün o
saatinde de başka işler o belirlediğimiz hedefteki sayfayı okumaya engel
olmamalı.
turuncudergi.com
T.D.-hafızlık deyince ne hissediyorsunuz. Kendinizi özel hissediyor musunuz?
Hafızlık benim için öncelikle kutsiyet
ifade ediyor.Hafız olan kişilerin hayatlarının bir dönemini kıtab-ı kerime
ayırmaları açısından Allah tarafından
kıymetli olduklarını düşünüyorum.
İlk hafız olan efendimizin ve sonraki
neslin halkalarından birisi olarak önemli
bir sorumluluğn emanetçisi olduğunu düşünüyorum. Hafızlık nimetine
kavuşmuş biri olarak diyebilirm ki evet
kendimi özel hissediyorum ,öyleki hafız
pek kimsenin olmadığı ortamlarda çok
daha derin hissediyorum. İşimle ilgili
olumlu yönde kazanımlar sağladı. İbedetler noktasında hafız olmak farklı bir
derinlik sağlıyor. Ayetler, sayfalar, cüzler,
sureler arasında rahatlıkla gezinebiliyorsunuz. bu müthiş bir duygu…
T.D.-Hafızlık yapmaya nasıl karar verdiniz, süreç nasıl başladı ve ilerledi?
Ailemde hafızlık geleneği vardı, ben
ilkokulu bitirdiğimde doğal olarak kendiliğinden ortama dahil oldum.Yaşım
oldukça küçüktü (11 yaşındaydım).
Heyecanlı ve istekli başladım.Kendimi
bir maratonda hissediyordum ve bitiş
çizgisine odaklanmıştım. Zorlandığım
bir süreç olmadı ama henüz çocuk
yaşta olmamın getirdiği istekler arasında, zaman zaman sıkıntılar yaşadım.
Ailemden inanılmaz destek aldım. Her
tökezlediğimdesabırla elimden tuttular. Süreç uzun olduğu için motivasyonu korumak zor olabiliyor. Yaklaşık 13
ayda tamamladım. Sınava hazırlanma
ve hafızlık süresi ise toplamda iki eğitim
yılını bulmuş oldu. 13 yaşımda elhemdülillah artık bende hafız olmuştum.
turuncudergi.com
bırakmak zorunda kaldı. Üniversite eğitimini
önce açıköğretim ilahiyat önlisans ardından Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakultesi
lisans tamamlama bölümünü bitirerek
tamamladı. 2011 yılından beri Diyanet İşleri
Başkanlığı Fatih Müftülüğün’de kur’an kursu
öğreticisi olarak görev yapmaktadır. Halen
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam
Hukuku bölümünde yüksek lisans eğitimine
devam etmektedir.
T.D.-Sizin için hafızlık sürecinin
olumlu ve olumsuz yönleri nelerdir?
Hafızlık sürecinde yaşadığım olumlu şeyler kendimi oldukça mübarek
bir meşguliyet içinde hissetmemdi.
O zamanlar hayatımın kolaylaştığına
inanıyordum.Hafız olursam tüm kapılar
açılıcakmış gibi.. Şimdi bu yaşımdan
hafızlık sürecime baktığımda; cok değerli
zamanlarmış aslında, hayatında iki sene
boyunca rahlenin önünde kitabın için
diz çöküyorsun. Her yeni ayet, yeni sayfa
birbirine eklenirken manevi anlamda da
yükselişe geçiyorsun. Seve seve, hissede
hissede yolu adımlıyorsun. Bu senin ve
rabbin arasında özel bir sorumluluk.
Olumsuz yanlarına gelince yatılı bir kurstaydım yeteri kadar enerjimi değerlendireceğim alanlar olmuyordu. Dışarıdaki
hayatın albenisi zaman zaman sürece
olumsuz olarak yansıyabiliyor Kişinin
bu süreci sağlıkla tamamlayabilmesi
için, çevresinden alacağı manevi destek
zorlukları aşmada etkili oluyor.
T.D.-Gündelik hayatınızda hafızlığın size olan katkılarını görebiliyormusunuz? Örneklendir misiniz?
Gündelik hayatımı şekillendiren bir
kazanım hafızlık benim için. Mesleğim kur’an kursu hocalığı olduğu için
kur’an-ı kerim aynı zamanda işimin en
önemli bir parçası.Özellikle ibadetlerimde zenginlik katan önemli bir hazine.
Ben en çok açtığım bir sayfayı kolaylıkla
okuyabilme özelliğine doyamıyorum.
Mukaddes yerlerde zorlanmadan
kolaylıkla kur’an-ı kerimi okuyabilmek
onu dilimde ve zihnimde gözü kapalı
okuyabilmek müthiş bir duygu.
Dünyanın albenisine karşı zihnimdeki
mukaddes emanetle daha dik durabiliyorum. Kendimi ilahi arşivde saklı
tutulan mukaddes kitabın dünyadaki
taşıyıcılarından birisi olarak görmek
beni güçlü kılıyor. Gündelik okumalarımı aksattığım zamanlarda kendimi
bunalmış hissediyorum. Düzenli olarak
yaptığım tekrarlarda kuranı zihnimde
taşıyor olmanın diğer çalışma alanlarıma istek ve azim noktasında tesir ettiğini ve daha kolay çalıştığımı başardığımı
düşünüyorum.
T.D.-Hafızlığın günümüzdeki yeri açısından ne düşünüyorsunuz.
yapmak isteyenlere tavsiyeleriniz
neler olur?
Gününmüzde hafızlık yapmanın çok
daha zor olduğunu düşünüyorum.
Özellikle gençlerin ilgi alanları cok çeşitli
ve davet edici. Böyle bir ortamda kitap
önünde diz çökmenin çok daha anlamlı
ve zor olduğunu düşünüyorum .Çeşitli
hafızlık programlarının ortaya çıkması
açısından kişinin zihinsel yeteğine hitap
eden bir sistemle ezber yapabilmesinin
önü açılmış oldu.Rehberlik desteğini
alanla ilgili donanımlı kişilerden alabiliyorlar.Özellikle 4+4+4 sistemiyle genç
yaşta hafızlık eğitiminin hazırlık sürecini
tamamlayan kişiler için kolaylaştıcı etkisinin olduğunu düşünüyorum. Hafızlık
eğitimi düşünen kişilere acizane tavsiyelerim kur’an gönüllüsü olduklarının
akıllarında kalmasını,bu hazzı içlerinde
yaşabilmelerini, sadece lafzı olarak hafızlık değilde anlam olarak ta donanımlarını artırmalarını,sürece başlamadan önce
ön hazırlıklarını tamamlamalarını,sabır
ve fedakarlık konusunda azmetmelerini,
ezberledikleri her sureye anlam olarak ta
vakıf olabilmelerini,ezber sürecinde ve
daha sonrasında kur’anla amel edebilme
gayretini,her ayatte kalp zihin dil birlikteliği kurmalarını temennı ediyorum.
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 55
RÖPORTAJ
Bir medeniyet ısıgı:
k
ı
l
z
ı
f
a
H Egitimi
Bu İşe gönül verenlerin
en büyük heyecanı
ÖĞRENCİLERİNİN
ŞEVKİ VE İNANCIDIR.
Peygamberİmİz
“Ümmetİmİn en
şereflİlerİ Kuran’ı
ezberleyenlerdİr”
buyurmuşlardır.
K
endini Kuran-ı Kerim hizmetlerine adamış İstanbul
Sultanahmet Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı İsmail
Hakkı Tavman ile hafızlığın
dünü-bugünü-yarınlarını konuştuk.
// Bize İstanbul Sultanahmet Vakfı hakkında kısaca bilgi
verebilirmisiniz?
İSVA, 1974 yılında “Sokullu Şehit Mehmet Paşa Camii Koruma ve Külliyesini
İhya Derneği “ olarak hizmet hayatına
başladı. 1998 yılında dernek fesih edilerek İstanbul Sultanahmet Vakfı adı altında günümüze kadar hizmetleri devam
etmiş bir vakıf haline dönüştürüldü.
Vakfımız bünyesinde yer alan;
1-Sultan Ahmet Medreses
İslami İlimler ve Sanatlar Merkezi
2-Şazimet Hatun Yüksek
Öğrenim Kız Yurdu
3-İmam-ı Azam Erkek
Hafızlık Kuran Kursu
adı altındaki Eğitim Kurumlarımız ile
bundan sonraki dönemde de vakıf
gönüllülerimiz ile bu hizmetlerimizi
çoğaltarak sürdürmeyi hedefliyoruz.
56
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
İSVA Başkanı İsmail
Hakkı Tavman
// Kuran-ı Kerim’i ezberlemek derken
en önce neyi anlamamız gerekiyor?
Kuran-ı Kerim’i ezberlemek
hususunda ilk ve ana kaynağımız
Hz. Muhammed’tir. İslam tarihinde
Kuran-ı Kerim’i ilk ezberleyen Hz.
Muhammed’tir. Peygamberimiz,
Hira Dağı’nda gelen ilk ayetlerden
itibaren, her sene ramazan aylarında,
vahiy elçisi ve hocası Cebrail (a.s)
ile mukabele yöntemiyle, yani
söylenenleri tekrar etmek suretiyle
Kuran-ı Kerim’i ezberlemiştir. Ve O,
ezberlediği ayetleri hemen etrafındaki
sahabeye aktarmıştır. Sahabeden
ise, ezber tutma yeteneği oranına
göre bir kısmı Kuran’ın tamamını,
diğer bir kısmı ise bir bölümünü
ezberlemişlerdir. Tüm müslümanların
Kuran’ın tamamını ezberlemek gibi
bir zorunluluğu olmamakla birlikte;
namaz ibadetindeki kıraat gereğini
ve diğer ibadetlerini ifa edecek kadar
ayeti ezbere bilmeleri gerekmektedir.
// Hafızlık hangi nedenlerle ortaya çıkmıştır?
Peygamberin vefatında sonraki
yıllarda; Kuran-ı Kerim’in korunması
meselesi gündeme gelmiştir. Bu
amaçla Kuran-ı Kerim’in hem yazılı
halde saklanması hem de hafızlık
yolu ile zihinlerde tutulması meselesi
üzerinde önemli çalışmalar yapılmıştır.
Kuran-ı Kerim’in toplanması ve
yazılı hale getirilmesinden sonra
hafızlık eğitimine ayrı bir önem
verilmiştir. Çünkü hafızlık, yazılı hale
getirilmesinin yanında Kuran-ı Kerim’in
saklanmasının, korunmasının ve
turuncudergi.com
gelecek nesillere aktarılmasının en
sağlıklı yollarından biridir. Süregelen
savaşlarda çokca şehit verilmesi ve
Kuran’ı ezbere bilenlerin sayısının
azalması hafızlık konusunun önemini
arttırmış, pek çok müslüman bu
konuda olağanüstü gayretli çaba
sarfetmiştir.Bu gayretler sonucunda,
hafızlık bugünlere kadar sağlıklı bir
şekilde devam etmiştir.
// Hafızlığın önemi ve özelliği nedir?
Peygamberimiz “Ümmetimin en
şereflileri Kuran’ı ezberleyenlerdir”
buyurmuşlardır. Öncelikle bu nedenle
Kuran’ı ezberlemek, bu konuda
hassasiyet gösteren her müslümanın
en büyük arzusu olmuştur. Bizlerde
hafız adayı öğrenclerimizde tarihten
gelen bu şevki ve inancı büyük bir
memnuniyetle görmekteyiz. Bu işe
gönül verenlerin en büyük heyecanı
budur zaten.
Ayrıca hafız olanlar, tarih boyunca
toplumda kıymet gören ve saygı
duyulan özel insanlar olmuşlardır.
Kuran-ı Kerim’i hafızlık mertebesinde
bilenler, günlük hayatlarında da istisnai
ve başarılı konumlara yükselmişler,
her yerde muazzam bir takdir
görmüşlerdir. İslam toplumunda Hafız
olanların kıyamet günü yakın çevresine
şefaat edeceği inancı da hafızlığı ayrı
bir mertebeye koymuş, evlatlarının
hafız olmasını isteyen aileler
çocuklarını bu yola teşvik etmişlerdir.
Etrafında hafızlığa yetenekli öğrenci
bulunanlar da, hafızlık eğitiminin
gerçekleşmesi için üzerlerine düşen
Kuran-ı Kerim’i hafızlık
mertebesinde bilenler,
günlük hayatlarında
da istisnai ve
başarılı konumlara
yükselmişler, her yerde
muazzam bir takdir
görmüşlerdir
her görevi sevap aşkıyla eksiksiz yerine
getirmişlerdir. Bu yüzden hafızlık
eğitimine gönül vermiş bir çok kurum
oluşmuştur. Ancak tüm bu sebeplerin
yanında, Allah’ın vahyini zihnimizde,
belleğimizde canlı tutmanın şerefi
bambaşkadır.
// Kimler hafız olabilir, belli şartlar mevcut mudur?
Hafızlıkta heves ve kabiliyet
gereklidir, her isteyen, heves eden
hafız olamaz. İsteyen her kişi Kuran’ın
bir bölümünü, bir süresini veya bir
cüzünü ezberleyebilir. Ancak Hafız
olmak için özel şartlar gerekir. Öncelikli
olarak Kuran’ı yüzünden düzgün
olarak, yani tecvid ve mahreciyle
yanlışsız olarak okumak, olmazsa
olmazlardandır. Okuması yanlış ve
eksik olandan hafız olamaz. Yine
hafızlık için sağlam bir hafıza, yani
ezber tutma yeteneği lazımdır.Çabuk
ezberleyip, tez unutan gibi yavaş
ezberleyip geç unutan insan beyinleri
mevcuttur.
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 57
RÖPORTAJ
Osmanlı Medeniyeti
hafızlık eğitiminde
teknik bir metodoloji
geliştirmiş ve bize
miras bırakmıştır
Bunun yanında kelime ve hece
ezberleme becerisi yüksek olanlar
hafızlığa uygun insanlardır. Ayrıca iyi
bir hafız adayının Kuran’ın bir sayfasını
yüzünden makul sürede, yani 1,5
dakikada yanlışsız okuması gerekmektedir.
Bunun devamında hafız öğrencisinin
Kuran’ın 1 sayfasını 1,5 - 2 saatte
ezberlemesi beklenmektedir. Güzel bir
sesin de hafızlığa katkısı elbette vardır.
Azim ve kararlılık da hafızlığın başarıyla
bitirilmesinde önemli rol oynar.
// Hafızlık eğitimi için en uygun
yaş dilimi ne zamandır?
Hafızlık eğitimi için en uygun yaşlar
11-14 yaşları arasıdır. Ergenliğe henüz
geçildiği bu yaşlar hem zihin olarak
hem de ilgi alanı olarak hafızlığa daha
yatkındır. Çünkü etrafında kendisini
başka yerlere yönlendirebilecek, zihnini
meşgul edecek etkileşimler henüz az
miktardadır. Bu yaşlar dimağın henüz
boş olması nedeniyle hafızlığa yönelik Kuran eğitiminin işlenmesi için en
uygun yaşlarıdır. Diğer bir deyişle örgün
eğitimdeki 5,6,7 sınıflarda okuyan
öğrenciler, hafızlık için en verimli dönemdedirler. Hafızlık için bunun dışında
hem yaş hem hafızlık süresi için istisnai
yaş ve süreler mutlaka vardır.Ancak biz
bir sistem olarak hafızlıkta bu yaşları
önemsiyoruz. Yoksa her yaşta ve değişik
sürelerde (daha uzun veya kısa) hafızlık
yapmanın önünde bir engel bulunmamaktadır. Çünkü hafızlık bir ruh ve
gönül işidir...
// Örgün eğitimle hafızlık eğitimi nasıl
yürütülmektedir?
Bu konuda daha önce 28 Şubat
döneminde uygulanan kesintisiz 8 yıllık
eğitimle hafızlık derin bir yara almıştır.
28 Şubat’tan önce öğrencilerimiz 11
yaşlarında hafızlığa başlayarak ,örgün
// Hafızlık Eğitimi hangi süreçleri içerir?
Ülkemizdeki hafızlık eğitimi kendine
has bir eğitim anlayışına sahiptir. Osmanlı
Medeniyeti hafızlık eğitiminde teknik bir
metedoloji geliştirmiş ve bize miras bırakmıştır. Takdir edersiniz ki arapçayı bilen
ve ona aşina olan müslümanların hafızlığı
ile Türkçe konuşan müslümanın hafızlığı
aynı yöntemle olamaz. Arap hafızlar, Kuran
metnini gözönünde tutarak ayetin devamını hatırlamak suretiyle ezber yaparlar.
Ülkemizde uygulanan hafızlık eğitiminde
ise; her cüzün son sayfasından başlayarak,
her gün, önceki gün ezberlediğini tekrar
ederek (ister 1 er sayfa ister daha fazla şeklinde) yeni ezber yapmak suretiyle eğitim
yapılmaktadır. Normal olarak 1 sayfa ile
hafızlığa başlayan bir öğrenci, 30 cüzün
sondan ilk sayfalarını 30 günde ezberler.
Böylece 1 sayfa ile devam eden bir öğrenci
20. turda Kuran ezberini başarıyla bitirmiş
olur. Bu sistem, eğitimdeki tüme varım
sistemidir. Ve bu yolla bir hafız 20 ay, yani
1,5 yılda eğitimini bitirmiş olmaktadır.
Türkiye’deki hafızlık eğitimi teknik olarak
tabletlere bölünerek ezber yapma pratiği
ile; bilgisayar hardiski işlevi gören bir özelliğe sahip olmasıyla da diğer müslüman
ülke hafızlığından farklı bir yerdedir.
58
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
turuncudergi.com
turuncudergi.com
eğitimdeki eğitimlerine ara vermeden,
hem hafızlık eğitimine devam edip
hem de dışarıdan yaz aylarında istedikleri kadar sınavı vererek kısa sürede
ortaokul ve liseden mezun olabiliyorlardı. Ve devamında isterlerse üniversite
eğitimine geçebiliyorlardı. Bu yolla bir
çok başarıya imza etmiş yüzlerce hafızımız bulunmaktadır.
8 yıllık kesintisiz eğitime geçince hem
hafızlık öğrencilerimiz azaldı, hem de
bir çok Kuran Kursu kapanma noktasına
geldi. Okullarını bitirip hafızlığa devam
eden öğrencilerin, dışarıdan okul bitirme hakkı, her yıl bir sınıf okuyabilme
sınırlamasıyla; yaşıtlarıyla aynı anda okul
bitirme imkanları ellerinden alındı. Böylece bir nesil, hafızlık ve örgün eğitim
arasında tercihe zorlanarak, bir açmazla
karşı karşıya bırakılmıştır. 28 Şubat’ı
takip eden 10-15 yılda bir çok hafız, lise
eğitimi alamamış ve üniversite hayatına
geçiş imkanı bulamamıştır.
Bu hafızlarımız maalesef piyasa
şartlarında normal işgücü muamelesi
görmüşler ve hafızlığın layık olduğu takdirden mahrum kalmışlardır.
Geçmişin bu karanlık siyasi ortamında,
hafızlarımızın haklarını koruyamamak
bizim için yüzleşilmesi gereken bir
vicdan borcudur.
Hafızlık, yazılı olmasının
haricinde Kuran-ı
Kerim’in saklanmasının
ve korunmasının en
sağlıklı yollarından biridir
// Şimdiki hafızlık eğitimini nasıl görüyorsunuz?
4+4+4 eğitim sistemi hafızlık eğitimi için
değerlendirilmesi gereken bir fırsattır.
Ancak bu sistemde de ikinci 4 yıllık
dönemde hafızlık eğitimi almak isteyen
öğrencilerin sorunları çözümlenmiş değildir. Yani Hafızlık eğitimi alt yapısı henüz tüm şartlarıyla mevcut değildir. Öğrencinin hangi yıllarda ve hangi şartlarda
hafızlık eğitimi için ara vereceği, örgün
eğitim derslerini nasıl alacağı ve diğer
eğitim süreçleri belli değildir. Çocuklarımızın örgün eğitimden kopmadan nasıl
hafızlık yapabileceği ve ileriye dönük
eğitimi ile yaşıtlarıyla birlikte sosyal hayata nasıl intibak edeceği gibi sorularının
cevabını Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve
Milli Eğitim Bakanlığı’nın bir an önce bir
programla halkımıza sunmasında oldukça fayda görmekteyim.
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 59
DOSYA
DOSYA
erace
Düğüne hazırlık,
kadınlar için zaman
alıcı ve meşakkatli bir
süreçtir. Kendimizi
ve bedenimizi iyi
tanıdığımız takdirde
bu süreci kolay ve stressiz
bir şekilde atlatmamız
mümkün
RAHATLIĞI
G
FİLİZ YETİM
elmesiyle birlikte rahmetini ve bereketini
de beraberinde getirdi on bir ayın sultanı
Ramazan. Başımızın tacı HOŞGELDİN!
Yüce Dinimizden ilham alan, geleneksel
kültürümüzün on bir ayın sultanı olarak
nitelediği Ramazan ayı, gerçekten sultan olan bir aydır.
Çünkü o, diğer aylarda bulunmayan pek çok yüceliğe
sahip olan bir mâneviyat ayıdır. Ramazan Oruç Ayıdır
60
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
Ramazan ayı maneviyatı besleyen bir
ay olduğu için maneviyatta biz, olana
şükrederiz. Ramazan, bize şükür değerini öğrettiği için öze döndürür... Bu ay
içinde nefsimizi oruçla terbiye ederken, orucun kattığı güzellikleri tahrif
etmeyecek bir gündelik yaşantı tercih
etmeye çabalarız.. Bilindiği gibi giyim
tarzımız hal harekat ve tutumlarımız
üzerinde dolaylı yoldan da olsa bi tesir
gücüne sahiptir. Bu tesir gücünü kullanabiliriz. Yani kelime anlamı ‘’tutmak’’
olan oruç ibadetini yerine getirirken,
nefsimizin sadece yeme içme arzusunu
değil, süslenerek giyinme ve beğenilme arzusunu da tutmasına yardımcı
olabilecek feraceyi tercih edebiliriz.
Yaz sıcağında oruç tutarken, ferace
bize bedensel rahatlıktan faydasını
sunar. Kullanan her kadının tecrübe
ettiği bir gerçek şudur ki, ferace kadına
kendini daha örtülü güçlü ve huzurlu
hissettirir. Ben feraceyi oruç ibadetini
nefse kolaylaştıran bir unsur olarak
görüyorum.
Ramazan ayında iftar ve sahur
programlarında rahatlıkla kulanabileceğimiz feraceler, tekstil firmaları
ve kişiye özel çalışan modaevlerinin
vitrinlerinde yerlerini almaya başladı...
Sizlere rahatlık ve sadeliği bir arada
sunan ferace modellerinden örnekler
sunuyoruz..
RABBİM NEFSİMİZİ TUTMA ÇABASINI
BİZLERE SEVİMLİ KILSIN…
HAYIRLI RAMAZANLAR….
Ramazan Kur’ân’ın indirilme başlandığı aydır.
Ramazan Kur’ân’ın okunması ve yaşanması gereken aydır,
Ramazan Kadir Gecesi’ni içine alan aydır,
Ramazan fitre ayıdır,
Ramazan İ’tikâf/İbadete soyunma ayıdır,
Ramazan Ayı sevapların bolca kazanılacağı aydır,
Ramazan bağışlanacağımız aydır,
Ramazan nefis terbiyesini en çok yaptığımız aydır.
turuncudergi.com
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 61
BAŞARI ÖYKÜSÜ
sefamerve.com
UMUDA
Dünyaca ünlü başörtülü
sporculara desteK
YOLCULUĞU
TEMSİL
EDİYOR
1
SEDA ŞİŞMAN
999’ büyük Marmara depremi
Oya Okur Ecriyeş’in tabir-i caizce
hayatının dönüm noktası niteliğinde”
1976 yılında Kocaeli’nin
Karamürsel ilçesinde doğan Oya Okur
Erciyeş ilköğrenim ve lise eğitimini
orada tamamladı. Sonrasında moda,
trend, kumaş, dikim üzerine eğitimler
aldı. Tüm bunların akabinde ise; önemli
markaların mağaza ve satış müdürlüğünü yaptı.
1999’yılında Yaşanan bu vahim deprem olayın ardından hava değişikliği
sebebiyle eşiyle Türkiye’den Kanada’ya
giden Oya Okur Erciyeş, ileriye dönük
büyük projelerine de kapı aralamış
oldu. 12 yıl Kanada’da yaşayan Oya
Okur Erciyeş’in tekstil sektöründe
tesettür adına eksikleri tespit etmesi
bu ihtiyacı gidermek isteği derken, işe
evvela kendi giyimlerini tasarlayarak
başladı. Bu alanda profesyonel anlamda yol almak adına Kanada’da bulunan
Senaca College- Fashion Art bölümünde moda eğitimi aldı.
Kanada’dan Türkiye’ye döndüğünde
yine tesettür giyimde kalıplaşmış moda
figür ve modellerin yetersizliği ile bir
kez daha karşı karşıya geldi. Bunların
62
Oya okur Erciyeş, son dönemde başörtülü
sporculara verdiği destekle de dikkat çekiyor. Uluslar arası arenada yarışmış United
Arab Emirates ‘den halterci Amna Al Haddad Fıba’ya yaptığı başvurunun ardından
başörtülü sporcuların basketbol maçlarına
çıkabilmesinin önünü açan Bosna hersekli İndiro Kaljo ve türk boksor İslam Eylem
Tezcan, Sefamerve ‘nin sponsor olduğu
isimlerden. Amaçlarının, özellikle başörtülü
kadınların da sosyal hayata belirli sınırları
aşmadan katılımlarını sağlamak olduğunu söyleyen Oya Okur Erciyeş’ verdikleri
desteği şu şekilde vurguluyor, “ Başörtülü
kadınlar da yaşam tarzlarına uygun kıyafetlerle spor yapabilir. Biz bu yönde elimizden
gelen desteği vermeye hazırız. Muhafazakar
hayat tarzını seçmiş kadınlar, yapmak istedikleri sporu kendilerine uygun kıyafetleri
bulamadıkları için yapamıyor aslında. Biz
bu engelleri tasarlamış olduğumuz eşofmanlar ile kaldırarak spor yapmak isteyen
muhafazakar kadınların hayatını kolaylaştırıyoruz. Sefa merve olarak inovatif ürünlerle
kadınların spor yapmalarını, sağlayacak
ve bu konuda desteğimizi sonuna kadar
sürdürmeye devam edeceğiz.”
İki çocuk annesi olan Oya Okur Erciyeş’
www.sefamerve.com’ un kurucu ortağı ve
yönetim kurulu üyesi, olarak çalışmalarına
devam etmektedir.
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
dışına çıkmak, fakat muhafazakar
sınırı da aşmadan çeşitliliği, farklılığı ve
muhafazakar kadınların da kendilerine
ait moda alanında bir çatısı olabileceğini sunabilmek adına kolları sıvayarak,
günümüz teknolojisini de kullanarak
ağabeyi metin okur ile bir e-ticaret
sitesi olan Sefamerve’yi kurmayı hedefledi ve bu projeyi 2012 yılında hayata
geçirdi. Sefamerve bir nevi ihtiyaçtan
doğdu da diyebiliriz. Sefa Merve ismini
seçerken, Müslümanlar için büyük
önem taşıyan Sefa ve Merve tepelerinden esinlendiler. Çünkü, Sefa ve Merve
tepeleri arasında yapılan ibadetin adı,
say. Say ibadetinin Türkçe adı ise; umuda yolculuk. Sefamerve’de Oya Okur
Erciyeş ‘in umuda yolculuğunu temsil
ediyor. “Kayçad’ın yılın girişimci iş kadını
ödülü Oya Okur Erciyeş’in oldu”
Üç yıl gibi kısa bir sürede büyük bir
kitleye hitap eden sefamerve.com
2013’ mart ayında Red Herring tarafından Avrupa’nın en başarılı ilk 100
girişim şirketi arasında gösterildi. Yine
2013 kasım’ ayında ise Red Herring
tarafından Los Angeles’da Dünya’nın
en başarılı ilk 100 girişimi arasına girdi.
Bu ödülü Türkiye’de alan ilk ve tek
e- ticaret sitesi Sefamerve oldu. Bunu
takiben Oya Okur Erciyeş, Sefamerve
adına Washington’da düzenlenen 3.
Uluslar arası dünya kalite zirvesinde
kalite ve inovasyon alanındaki başarılı
çalışmalarıyla ödüle layık görüldü. Aynı
zamanda kadın çalışanlar ve kadın
yöneticiler derneği (kayçad) tarafından
“ yılın girişimci iş kadını” seçildi.
“Sefamerve.com Dünya’da 5 kıta ve
55 ülke’de yer alıyor.”
Oya Okur Erciyeş’in önderliğinde kurulan Sefamerve.com Facebook’ta bugun 4 milyonun üzerinde üye sayısına
ulaştı. Ayrıca, Socialbakers’in markalar
bazında yaptığı sosyal medya değerlendirmesinde de, Türk Hava Yolları’nın
ardında Türkiye’nin en hızlı büyüyen
2.markası konumundadır.
Türkiye’nin yanı sıra, Fas ve Hollanda
‘da ofisleri olan Sefamerve, Dünyada
5 kıtaya ve 55 ülkeye aktif gönderim
yapıyor.
Bu yıl içinde Endonezya ve Malezya
da da ofislerin açılması planlanıyor.
Başarılı tasarımcılarla çalışan Sefamerve ayrıca kullanıcıların ihtiyaçlarına
uygun inovatif ürünlere de imza atıyor.
Örneğin, tesettür eşofman, eşofman
elbiseler, fermuarlı tesettür boneleri
Türkiye’de ilk olma özelliğini taşıyor.
turuncudergi.com
SefaMerve.com’un kurucusu
Oya Okur Erciyeş
Gazete k
üpürleri
turuncudergi.com
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 63
SÖYLEŞİ
SÖYLEŞİ
25 yıl önce ilk kitabıyla aşkı ve ölümü
sorgulayan Murat Başaran, şimdi
“cehalet”in peşinde iz sürüyor:
”
â
l
â
h
“
k
e
m
v
e
S
!
r
a
l
ş
a
b
e
l
k
e
ölm
İ
lk kitabı çıkar çıkmaz yirmi beş baskı
yapmadı ama, aradan yirmi beş sene
geçti ve şimdi yirmi altıncı baskısı
yapılıyor. Dokuzuncu ve son kitabı
“Ne Güzel Cahildik” baskıda. Onuncu
kitabı “Rabbani Aşk Rehberi” ise dokuma
tezgâhında. Murat Başaran az yazdığı iddialarına “Kes yapıştır, tüccar terzi modeli
bana uymuyor” diye cevap veriyor.
// Sevmek Ölmekle Başlar tuhaf bir
kitap. Hiçbir zaman ortalığı sarsmadı
ama aradan geçen çeyrek asra rağmen
de unutulmadı. Nasıl izah edersiniz?
Haysiyetsiz taksiciler gibi müşterimi gideceği yere en uzun yoldan götürmedim
ben. Yirmili yaşlarımdan bahsediyorum.
Bugün teknoloji, benim o gün yaptığımı
mecbur hale getirdi. Şimdi herkes 140
karakterle derdini anlatma çabasında.
Eğer kendinizden eminseniz ve ne söyleyeceğinizi biliyorsanız, söylersiniz olur
biter. Edebiyat yapmaya veya kendimi
beğendirmeye çalışmamıştım. Akıllara
seza bir teknoloji devrimi yaşandı. Ama
artık nostaljik sayılabilecek unsurlar için
empati yapabilirseniz, orada söylediklerim genç bir adamın samimi duyguları
olarak geçerliliğini koruywor.
Ha, ben halâ o adam mıyım? Aslında
evet. Değişe gelişe yaşlanıyor insan; bir
noktaya geliyor. Fakat dediklerimden
vazgeçmiş değilim. Şimdi de o zaman
dediklerimle çelişmeyen, yeni şeyler
söyleme gayretindeyim.
64
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
turuncudergi.com
Uzak Geceye Mektuplar, Kalbim
Nerde Sanıyorsun, Zamansız, Kış Bebeği
derken son kitabınız Ne Güzel Cahildik
de, Sevmek Ölmekle Başlar ile aynı
anda “Marcel”den yayınlanıyor. Cehalete güzellemede samimi misiniz? Yoksa
ironi mi?
Aksine şimdi sohbet babında lafı uzatacağım kusura bakmayın. İroni. Ama
yerinde bir ironi bu… Gerçeği reddetmiyor. Gerçeğin gösterilmediği yerde,
sahte konforu tarif ediyor…
Rahmetli babam ve annem ülkemin
iki ayrı fikir ikliminden “aşk”ta buluşmuş
nadir insanlardı. Annemin babası Sırp
zulmünü yaşayıp hicret eden, Osmanlıca kitaplardan dinini öğrenen, birkaç
cephede savaşan, esir düşen yani gazi
ve imanlı bir Boşnak.
Babamın babası ise Cumhuriyeti
itirazsız kabul eden, içindeki huzursuzluğu “akşamcılıkta” dindiren fakat gelini
olan sevgili annem namaz kılarken
hüzün ve hayranlıkla seyredip fısıltıyla
“Bana da dua et kızım” diyen halkçı bir
esnaf… Bir araya gelmekte zorlanan
fakat “aşk”a mağlup olan bu iki aile
arasındaki köprünün üzerinde dolaştım
hayatı anlamaya çalışırken.
Bu köprü “hür düşünce”nin köprüsüydü. Ne hazindir ki, doğrulara iki tarafın
kutsadıklarından değil, iki tarafın çelişkilerinden yol buldum. Babamın “devlet” karşısındaki korku tabanlı saygısı,
annemin dünyayı kendi inanç algısıyla
sınırlandırması çözmem gereken “kalıp”lardı. Okul ve vaaz ettikleri babamın
dünyasına, hayatın kendisi ise annemin
dünyasına daha yakın gibiydi. Dünya ile
ahiret arasında sallanırken, her fikre açık
olmayı, o fikri anlamayı öğrendim.
Devlet gibi asık suratlı okullarımın gri
eğitimini “çapraz okumalar”la renklendirdim. Yakın bulduğum fikirleri kucağımdan indirmeden sürekli sorguladım.
Yeni veya benim için yeni olan fikirlere
misafir muamelesi yapıp, en iyi şekilde
ağırladım. Hür düşüncenin köprüsünden bakarsanız eğer... Görürsünüz...
Camiye gidenin de, gitmeyenin de
ezana boyun büktüğü bir çoğunluktuk
aslında.
Radyodan süzülen içli türküye, gözleri
turuncudergi.com
yaşaran bir çoğunluk… (Şükür ki bu
çoğunluk çoğunluk olduğunu yüzde 52
ile anladı. İnatlarına mağlup olanlar da
gerçeğe teslim olduklarında bu yüzde
70’lere çıkacak. Başkanlık sistemini
istemeyenlerin tek korkusu bu. Azınlık çoğunluğu parçalayarak idare etti
Cumhuriyet boyunca. Şimdi çoğunluk
içindeki fitnelere rağmen sessiz bir devrimi gerçekleştirdi/ gerçekleştiriyor. Biz
yüzde yetmişiz. Oraya gidiyoruz.)
Velhasıl… Annemle babamın muhabbetine müteşekkirim; bu sayede
deprem kuşağındaki düşünce coğrafyamızın üzerinde, derin bir temel kazmam
mümkün olabildi. O temelin üstüne
ne inşa ettiğim elbette tartışılabilir.
Fakat yıkılmıyorum. Çok kapılı ve geniş
pencereleri olan bir hayatı şekillendirmeye devam ediyorum. Bu inşa gayreti
bitmeyecek. Kapıları kapanmayacak.
Bu bina yalancı mutluluklar vaat etmez
fakat üstünüze de yıkılmaz.
“Ne güzel cahildik!”, yanlış öğrendikçe
doğrudan uzaklaşan, gerçeklerle yüz
yüze gelince midesine sancılar giren ve
fakat artık cehaletini sorgulamaya başlamış milletime, artık eskisi kadar kolay
kandırılamayan milletime ithafımdır.
(Eskiden iki anahtara, şu kadar lira asgari
ücrete, salak sapan vaatlere oy veren/
vermek zorunda kalan fakat artık bu
rezilliği içine sindirmeyen ve karşı duran
milletime…) Velhasıl evet ironi. Hem de
başarılı olabildiysem eğer, abideleşme
cesaretinde olan bir ironi.
Yakın bulduğum
fikirleri kucağımdan
indirmeden sürekli
sorguladım. Yeni
veya benim için yeni
olan fikirlere misafir
muamelesi yapıp en
iyi şekilde ağırladım
Sırada “Rabbani Aşk Rehberi” olduğunu biliyoruz. Birkaç cümle rica etsek?
Tasavvuf ticaretine karşı duruş
kitabı. “Kul”luk makamından baktığınızda, tasavvuf deryasına ancak seyirci
olabilecek bir durumdayım. Fakat bu
halim, Mevlana’yı, Muhyiddin-i Arabi’yi,
vahdet-i vücudu, İmam-ı Rabbani’yi
çirkin ağızlarında ve satırlarında ticarete
alet edenleri gör/e/mediğim anlamına
gelmiyor. “Doğudan Geldiler” nasıl ki
benim için Osmanlıya karşı bir vefa
gayreti idiyse, Rabbani Aşk Rehberi de,
gerçek tasavvuf ehline himmet ricasıyla
boyun büküşümün, onları pazarlayanlara ise başkaldırışımın kitabı olacak
inşallah.
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 65
SAĞLIK
ACIKMADAN
ORUÇ TUTMAK
MÜMKÜN!
R
amazan-ı Şerif geldi. Bu
mübarek ayı en doğru
şekilde geçirmek ve oruç
tutma ibadetini yerine
getirmek hepimizin tek
arzusu. İçinde bulunduğumuz bu
uzun yaz günlerinde doğru adımlar
atarak oruç tutmayı kolaylaştırmak
aslında mümkün! Oruç tutmanın
sağlık açısından etkilerini araştıran
birçok bilimsel makale incelendiğinde,
sağlıklı bireylerde zarar vermek yerine,
oruç tutmanın birçok faydası olduğu
gösterilmiştir. Bazı yayınlara göz atacak
olursak; lupus, artrit, sedef, egzama,
ülseratif kolit, Crohn hastalığı ve bağışıklık sistemini ilgilendiren hastalıkların
tedavisi için oruç tutmanın faydaları
hep olumlu olarak sunulmaktadır.
HALİT
YEREBAKAN
[email protected]
Oruçluyken sinirli olduğunu
belirten bireyler olduğu gibi, aslında
Amerika’da bazı merkezlerde stres ve
depresyon ile başa çıkma tedavisi olarak orucun kullanıldığını da belirtmek
isterim.
Birçoğumuzun aklına hep “Ya acıkırsam?” veya “Ya susarsam?” gibi sorular
da geliyor. Bu sorulara bilimsel cevap
vermek gerekir. Birçoğunuz aslında aç
kaldığınızı düşünseniz bile oruç tuttuğunuz dönemlerde senenin geri kalan
günlerine göre daha fazla kalori alıyorsunuz. Metabolizmanın yavaşlamasını
ekleyerek hesap edersek, aslında oruç
tuttuğunuz dönemde daha fazla enerji
alıyorsunuz. Örneğin; normalde sakin
bir sabah kahvaltısı, geçiştirilmiş bir
öğlen yemeği ve normal sınırlarda
akşam yemeği yiyen bir kişi yaklaşık
1500-2000 kalori alıyor. Fakat oruçluyken aşırı yağlı, düzenli tatlı ve şekerli,
yüksek proteinli ve kısa etkili karbonhidratlı beslenen ve aç kalma korkusuyla bir doz daha aynı şeyleri yiyen
kişi 2500 kaloriden aşağı almıyor.
Uzun boyluysanız daha çok su tüketin
Şeker yani glikoz, bedenimizin temel
yakıtıdır. 4-8 saat süreyle bedenimiz
için gerekli yakıtı alamadığımız oruç
hâllerinde vücudumuz, karaciğerde
glikojen olarak depolanmış glikozu
tüketmeye başlar. Glikojenin
66
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
turuncudergi.com
turuncudergi.com
kullanılabilir yakıt hâline dönüşmesine
glikogenoliz adı verilir. Glikogenoliz
sırasında gıdalarla alınan proteinin
de bir miktarı kullanılır. Bu şekilde
elde edilen yakıt on iki saat boyunca
yeterli olur. Dolayısıyla sahur esnasında
yediğimiz basit ve kompleks
karbonhidratlar, ilk sekiz saat tok
kalmanızı sağlayacaktır. Sekizinci saatin
ardından sahurda alınan protein,
karaciğer depolarıyla beraber uzun
etkili yakıta dönüşerek on iki saat süren
ilave destek sağlar. Dolayısıyla düzgün
bir sahur öğünü ile sağlıklı bireyler on
sekiz saat süreyle herhangi bir açlık
durumu yaşamadan oruç tutabilirler.
Birçoğumuzun aklına
hep “Ya acıkırsam?”
veya “Ya susarsam?”
gibi sorular da geliyor. Bu
sorulara bilimsel cevap
vermek gerekir
Bir insanın tüketmesi gereken sıvı
miktarı, beden kitle endeksiyle doğru
orantılıdır. Yani ne kadar kilolu ve uzun
boyluysanız o kadar fazla su içmelisiniz.
Artık yeni bir formül geliştirdik ve
70 kiloya 2,2 litre su diyoruz. Oruç
tutarken su alabileceğiniz zaman
kısıtlı olsa da tüketilen toplam sıvının
zamana yayılması gerekmektedir.
Dolayısıyla son anda bir litre su içeyim
bana yeter demek sakıncalı olacaktır.
Aniden yüksek miktarlarda içilen
sıvı hemen idrara dönüştürülür ve
gün boyunca ihtiyacınız olacak sıvı
rezervini tehlikeye sokar.
Vücudumuzun sıvı rezervini
etkileyecek bir diğer faktör de farkında
olmadan sıvı kaybetmemize sebep
olan sıcaklardır. İnsan bedenindeki
sıvının en az buharlaştığı, güvenli
ve konforlu ısı aralığı 18-22 derece
aralığıdır. Su içmede temel kural 2-2,5
litre, 10’ar yudum ve soğuk olmalıdır.
Oruçluyken tuz alımı normale oranla
daha azdır. Ayrıca buharlaşarak
kaybedilen vücut sıvısı elektrolitleri
de yanında götürür. Bu sebeple
oruç açıldıktan sonra içilecek suyun
normale oranla daha fazla alkali
olmasını öneriyoruz veya maden suyu
da içilebilir.
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 67
SNAPS
SNAPS
SİNAN
CANAN
[email protected]
R
amazan ayı geldiği zaman
kadın-erkek tüm Müslümanlara farz olduğu üzere tatlı
bir oruç telaşıdır başlar. Oruç,
tan yeri ağarmasından (imsak) güneşin batışına kadar yeme-içme
ve cinsel aktiviteyi durdurma anlamını
taşıyan zorlu bir ibadetin adı. Hele ki
kuzey enlemlerinde yaz günlerine denk
geldiği zaman! Bu kadar zorluğa neden
katlanırız? Bu orucun bize bir faydası
var mı? Varsa nedir? Dilim döndüğünce aklıma gelenleri (şu Ramazan gününde) sizinle paylaşayım.
İbadetleri yerine getirmenin
temel nedeni “Allah’ın öyle
emretmiş” olmasıdır. Herhangi
bir emir öncelikle bu sebeple
uygulanmalıdır. Ardından ise o
emrin veya ibadetin yahut yasağın “hikmetini” araştırmamız da
mümkündür.
68
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
Oruç için de yıllardır gazetelerden
okuduğumuz bir çok hikmet üzerinde
durulur: Midemizi dinlendirir (O öldürücü iftarlara ve sahurlara rağmen!),
vücudumuzdan zehirlerin atılmasını
sağlar (İftardan sonra içtiğimiz o sigara
ve çaylardan, tükettiğimiz tatlılardan vs.
sonra!), fakir fukarayı anlamamızı, onlara daha bir sempati ile yaklaşmamızı
sağlar (Bütün gün aç durduktan sonra
iftarda bir kuzuyu tek başımıza yiyerek mesela.), nefsimize hâkim olmayı
bize öğretir (Şu ramazan günü trafiği
birbirine katan oruçlu arkadaşlara
biri bunu hatırlatsa ya?), yardımlaşma
ve paylaşma duygularını artırır (Evet,
trafikte kazara şerit ihlali yapınca daha
bir belli oluyor bu etki!), bünyeyi daha
sağlıklı yapar (İftarda yenen bunca şeye
rağmen mi? Hiç sanmıyorum!) vs. vs.
Bu hikmetler, evet, orucun içinde olabilir. Fakat biz neden o hikmetlerle pek
az karşılaşıyoruz? Neden oruçlu insanları genellikle sinirli, huzursuz, kavgacı vb.
bir ruh hâli içinde görüyoruz? Oruçta
bir sorun olmadığına göre bu insanların
orucunda eksik olan nedir?
turuncudergi.com
Oruç tutarken hissedebileceğimiz
muhtemel huzursuzlukları tevil etmek için genellikle, oruç sırasındaki
açlığın, zaruri açlıkla empati yapmak,
fakir fukaranın hâlini daha iyi anlamak için güzel bir deneyim olduğu
savunulur. Halbuki akşam olunca istediğini yiyebilecek birisi için bu açlık
öyle bir empati sağlamaz pek.
Aslına bakarsanız, orucun temel
hikmeti bana göre ne fukarayı anlamaktır ne de sağlıklı olmak. Oruç,
kendimizi anlamamızı sağlar. Şu
dünyanın her şeyine ne kadar bağlı
olduğumuzu, en basit alışkanlıklarımızdan birazcık uzak kalmanın bile
bizi nasıl tarumar edebildiğini bizlere
bir aylık süre içinde gayet göze batacak bir şekilde gösterir. Orucu nasıl
tuttuğumuzdan bağımsız olarak,
oruç ibadeti sırasında gösterdiğimiz
tavır ve hislerimiz; bize o ibadetin
mihenk taşında kendimizi ve ibadetle olan ilişkimizi gösterir. Yani oruç
aslında bizim bir aynamızdır; bakmayı seçtiğimiz takdirde Ramazan
ayı içinde kendimizi yılın başka bir
zamanında göremeyeceğimiz farklı
açılardan görebiliriz. Oruç “tam” oldukça; yani, Ramazan’ı tüm açılardan
diğer zamanlardan farklı geçirmeyi
kafamıza koydukça, aynadaki görüntü çok daha berrak ve bilgilendirici
bir hâl alır.
Oruç tutarken bazı insan sinirli olur.
Evvelden benim de öyle günlerim
oldu, hem de sayıları hiç az değildir!
Oruç sırasında gergin olan insan, bu
gerginliğini genellikle diğer insanlarla açıklar: Diğerleri oruç kafayla sinir
bozucudur, diğerleri oruca saygısızdır, diğerleri özellikle Ramazan’da gelip damarımıza basar, vs. vs. Hâlbuki
bunların hiç birisi genellikle gerçek
yahut gerçeğin tümü değildir. Oruç
tutarken gergin olan insan, aslında
yaptığı ibadetin havasına girememekten dolayı sıkıntıdadır.
Oruç, bir seçimdir fakat günlük
hayatta yapageldiğiniz bazı şeyleri
yapmamayı seçmek, bazı dimağlarda
bir “kısıtlanmışlık” duygusu oluşturur;
hele ki etrafta “özgürce” yiyip-içenler varsa! Hâlbuki oruç ibadetinin
turuncudergi.com
aslında, iradi olarak yemeyi-içmeyi
kesmek; bunu istemli olarak seçmek
vardır. Yani oruç, gerçekten de özgür
irademizle seçtiğimiz bir davranış biçimidir. Özgür olmayan insan bu ibadeti yapamaz. (Madde bağımlılığında
da aynı psikoloji söz konusudur;
bağımlı kişi, özgürlüğünü kısıtlayan
bu bağımlılıktan kurtulmayı denediğinde beyni ona sanki özgürlüğü
kısıtlanıyormuşçasına, rahatsızlık
verici sinyaller gönderir.).
Bazen alışkanlıkla, bazen çevreye
uymak adına tutulan oruçta ise bu
kısmın eksikliği, ibadeti yapan kişide
kendisini hemen hissettiriverir. (Meşhur Temel fıkrasını bilirsiniz: Sıcak bir
yazlık mekânda, bir Ramazan günü
oruçtan bunalmış bir hâlde gezinen
Temel, gönüllerince yiyip-içen turistlerden birine yanaşarak “dininizin
kıymetini bilin, kıymetini! demiş ya…
O misal.)
Oruçlu insan, çevresiyle münasebetinde orucu bir bahane olarak kullanıyorsa, o ibadetin yerini
bulmadığını düşünürüm hep. Oruç,
kuramsal olarak insanı hep daha
pozitif, daha müspet davranmaya
itmeli. Oruçlu insan diğer zamanlara
nazaran daha dinamik, daha nazik,
daha sakin, daha itidalli ve daha
şefkatli olabilmeli. Oruç sadece ağız-
dan gireni değil, ağızdan ve zihinden çıkanı da, hâl ve hareketleri de
kontrol edebilmeyi gerektirir. Oruçlu
bir insan, çevresine gönderdiği her
negatif sinyal ile sadece kendisine
değil, bizzat oruç ibadetinin kendisine olumsuz duygular oluşturacak
bir hata işlediğini fark edebilmelidir.
İslam’ın öz kaynaklarından, Kur’an ve
hadislerden öğrenebileceğimiz oruç,
aslında böyle bir şeydir fakat (Özellikle günümüzde kentlilerde gözlenen.)
orucun bazen bu hedeften fersahlarca saptığına şahit olabiliyoruz.
Kısacası oruç, yüksek bir bilinç
deneyimidir. Ramazan, bu deneyimin
bizlere teklif edildiği özel bir zaman
dilimidir. Orucu; başkalarını değil
kendimizi anlamak, kendimizi dinlemek ve kendimizi özgürleştirmek için
tutabilirsek işte o zaman bu ibadet
amacına bir adım daha yaklaşabilecektir kanısındayım. Zira “Kendini
bilen Rabbini bilir.” sözünde de ifade
bulduğu gibi; Allah’ın rızası, muhtemelen, kendimizi bilmekten geçer. Ve
bunun için oruçtan daha iyi bir fırsat
varsa, ben bilmiyorum.
“Allah (c.c) ‘Âdemoğlunun (işlediği)
her (iyi) amel, kendisi içindir. Yalnız
oruç müstesna! Çünkü oruç, benim
için tutulur. Onun mükâfatını (ancak)
Ben veririm.’ buyurdu.” (Hadis-i Şerif )
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 69
Herhangİ bİr sözü değİl
Allah kelâmını yazıyor(sun)
N
ağmeleri duyamıyorsan musiki yapamazsın, kalemin sesini
duymuyorsan... ‘
Böyle başlamıştı söze
Prof. Dr. Muhittin Serin Hoca.
Ve şöyle devam etmişti: Bu bir
eğitim meselesidir. Münevverlerimiz
başta olmak üzere insanımızın İslâmî
estetikle, İslâmî sanatlarla göz, kulak,
vs. zevkinin eğitilmesi lazım deyip, başı
kalbine bağlanmış bir derviş tavrı ve
buğulu gözlerle susmuştu bir müddet.
Mevzu hat sanatı ve Kur’an kitabeti.
Kâh konuştuk, kâh sustuk. Susmaları
yazabilseydim keşke. Kalbin diline
aşina değilken yazılmıyor ki…
Gelelim yazıya… Bu yazı sıradan bir
yazı değil. İslâm’la birlikte büyük önem
kazandı. Çünkü İslam evrensel bir din.
Evrensel bir dinin getirdiği prensipler,
hayat görüşü, bütünüyle Kur’an’ın
mesajı da evrensel. Bu mesajın tespiti,
yayılması, yükselmesi söze olduğu
gibi yazıya da bağlı. Ve vahiy, hafızların
70
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
Hat: Ahmet Zeki YAVAŞ
AYFER
BALABAN
[email protected]
hafızasında, kâtiplerin kaleminde adeta
vücut buldu. Denilebilir ki mânâ; harflerle, kelimelerle yani yazıyla görünür
hale geldi. Yazının tarihi seyrine yolculuk yapmaya kalksak ne satır yeter, ne
sayfa. Peygamberimiz Efendimiz (sav),
formal olan, kâtibe göre değişmeyen,
çok disiplinli olan bir yazıyla yazılmasını istiyor.
İlk yazılan Kuran-ı Kerim’ler sonradan
kufi dediğimiz; başlangıçta Mekkî, sonra Medenî diye isimlendirilen yazıyla
yazılmıştır diyelim ve Kur’an-ı Kerim
kitabetinin apayrı bir ilim dalı olduğunu ve hem kendine mahsus adâbı
olduğunu işaret ederek, bu yazının
tarihi gelişimini ve seyrini yazı üzerindeki münakaşaları alan uzmanlarına
bırakalım, gelelim günümüze.
Yine Muhittin Hocamızdan destur
alalım; ‘ Bütün İslâm dünyası, ümmet-i
Muhammed harflerin, yazının güzelleşmesi için büyük bir aşkla, sabırla, bir
ibadet neşesi ve coşkusuyla, ibadet
şuuruyla çalışmış, gayret etmiştir.
Herhangi bir sözü değil Allah kelamını
yazıyorsunuz. Onu yazarken de bir
müslümanın, hattatın hissettiği dinî
duygu en üst seviyeye geliyor. Bu duygu kaleme, kalemden harflere akıyor.
Yazı bir ihtiyaç yazısı olsa da, bu estetik
duygu ve heyecanla müslümanların
güzellik duygularını ifade eden bir
sanat hâline geliyor, sanat değeri kazanıyor. Tabi ki büyük bir emekle.
Zamanla yazıda öyle bir gelişme
kaydediliyor ki harflerin biçimleri,
kaideleri, yazı dengesi o kadar güzel
ortaya çıkıyor ki, dünya tarihinde
hiçbir medeniyette böyle bir gelişme
görülmemiştir.’
turuncudergi.com
Hoca bunları anlatırken ben; herhangi bir sözü değil Allah kelâmını yazıyorsun’ da takılı kaldım. Kur’an’a duyulan
büyük aşk, onun Allah (cc) kelâmı
olması ona duyulan büyük hürmet…
Derin nüfuzuyla anlamış olmalı ki
Hoca; ‘ güzel şeyler güzel muhafazalara
konulur, güzel muhafazalarla takdim
edilir. Allah sözü de en güzel şekilde
yazılmaya lâyıktır ve öyle olmuştur. Ben
şunu gördüm; Müslüman sanatkârların
Kur’an yazımında gösterdikleri hassasiyet, disiplin, sabır ve estetik hiçbir
sanat dalında görülmemiştir. Onun
için yazının, hattın sanat seviyesine
ulaşması ve estetik değer kazanmasında birinci derecede rol Kur’an’ın Allah
kelâmı olmasıdır’ dedi.
Yazının âdabından yazanın âdabına
yürüdü zihnim ve usulca soruverdim;
Ya yazanın âdabı hocam?
Yazanın edebi İslâm’ın edebidir. O
yoksa, yazı kupkuru olur.
Böyle bir kuruluktan muhafaza buyur
Rabbim! Deyiverdim.
Âmîn, diyerek devam etti. ‘Bu hat sanatını öğrenme safhaları aynı zamanda
İslâm terbiyesini meşketmektir. Sanat
yolu ile insanları eğitmek… Bu yol,
gayet müessir bir yoldur. Meselâ ‘rabbi
yessir yazıyorsunuz, hoca size; ‘evlâdım,
şu harfleri düzelt getir, güzel olmamış’
diyor, düzeltip bir daha getiriyorsunuz,
olmadı bir daha, bir daha. Belki iki
sene ‘rabbi yessir’ yazıyorsunuz. Neden
sonra harflere geçiyorsunuz. Burada
hat talebesi, güzel yapmayı ve sabrı
birlikte öğreniyor. İrade terbiyesi, nefis
terbiyesi de tâlim ediliyor. Bunun için
hep vurgularım; Sanat bizde gaye
değildir, vasıtadır, Onun içindir ki ‘Nem
var ki lâf idem özümden’ deniyor.’
‘Nem var ki lâf idem özümden’. Tekkeden çıkmış gibi latif, bir o kadar ağır
söz. Söyleyen kendine Fuzûlî demiş…
Kendinden bilmeyeceksin diyorsunuz…
Tabi ki. Sana yazma gücünü, kuvvetini veren, bu güzel kapıyı açan Allah.
Hepsi O’ndan. Böyle bileceksin’ dedi ve
taşı gediğine koydu.
Mânâ estetiği üzerine söyleye(ne)cek
çok söz vardı ama Hocayı yormaktan
endişe ettim. Hayata kalbi ile dokunanlar çabuk yorulurlar diye okumuştum
Kemal Sayar hocanın bir paylaşımında. Zariflerin kalbi narin olur demişti
bilge kadınım. Kalp yükü taşımak sırt
turuncudergi.com
yükünden daha ağırdır, diye eklemişti. Bu zarif insan belli ki hayatı ve bu
sanatı kalbi ile taşıyordu. Yüzünde
okuduğum yitik mânânın derin hüznü
de cabası.
Hemen başka bir soruya geçiverdim: Yazıların levha olarak yazılıp
evlere asılması? Dedim.
Bunlar böyle levha olarak evlere
asılmazdı. Nerede vardı bu celi yazılar?
İşte batılılar resim yapıp evlerinin duvarlarına asıyorlar, kendi kültürlerine,
kendi medeniyetlerine ait bir sanattan zevk alıyorlar ya, bizim insanımız
da bizim medeniyetimizde bilhassa
Osmanlı’dan kendi kültürümüze ait
şeyleri, bilhassa celî yazıları (Mustafa
Rakım’dan sonra celî yazıların gelişmesiyle) levha olarak asar oldu.
Ve Müslümanlar bu yazılara bakarak
dinî duygularını, dinden kaynaklanan
sanat duygularını, kendi sanatlarının
zevkini almışlar. Ama burada bilhassa
vurgulamak istediğim bir husus var;
edep efendim…
Efendim daha çok tekkelerde,
camilerde, mescitlerde, vakıf müesseselerinde levhalar var. Çünkü cami
Allah’ın evidir, orada, kendine çeki
düzen veriyorsun, toparlanıyorsun.
Evde levhalar asılı, ayet-i kerimeler,
hadis-i şerifler, hilye- i Nebiler, bulundukları yerden konuşurlar. Orada vücut
bulan Allah ve Rasulü’nün sözü. Hilye,
Rasulullah’ın (sav) ahlâkî ve fizikî vasıflarınınyazıda tecelli etmiş hali… Peki,
sen ne yapıyorsun? Onun huzurunda
olduğunu haşyetle hissedebiliyor
musun? Hissedebiliyorsan bu sanat,
bu mânâ yerini buldu, gayesine ulaştı.
Ama sen, bu levhaların bulunduğu
odada gelişigüzel konuşuyorsan,
ayağını uzatıyorsan, hiç ağıza alınmayacak sözler sarf ediyorsan, olmaaaz.
Bazı evlerde levhaları üzerinin işlemeli
örtüyle örtülü olduğunu görmüştüm
bir zamanlar da, sebebini anlamamıştım. Bir levha var onun da üzerini
örtüyorlar, diye düşünmüştüm. ( Hoca
burada 30 kusur yıl öncesine ait bir bir
yazı görmek için yaptığı ziyareti anlattı,
lakin derginin sınırlı sayfaları bunu yazmama imkân vermedi, nasip bir başka
başlık altında, bir başka yazıya inşallah.)
Neden sonra Süheyl Ünver hoca âdeta
kendinden geçercesine bana bir hilye-i
şerif ziyareti anlattı, ben gittiğim evdeki hadiseyi o zaman anlamlandırdım.
Hat: Ayten TİRYAKİ - Tezhip: Ayfer Balaban
Hat
SANAT SOKAĞI
Allah sözü de en güzel
şekilde yazılmaya
lâyıktır ve öyle
olmuştur. Müslüman
sanatkârların Kur’an
yazımında gösterdikleri
hassasiyet, disiplin,
sabır ve estetik
hiçbir sanat dalında
görülmemiştir
Yani terbiye bu, edep bu. Şimdi
evlere çok güzel yazılar, tezhipli levhalar asılıyor, harikulade şeyler ama o
levhaların gölgesinde, söze, sohbete,
hâle dikkat etmek lazım.
Sinemamızda, televizyonda bazen
arka fonda bir ayet, bir kelam-ı kibar
yazılı, onun gölgesinde sefahat, onun
ruhuna taban tabana zıt haller. Buna
dikkat etmek lazım. Bu sözün üzerine
söz söyleme edepsizliğine düşmekten
korkarak, daimi bir edep hâli duasıyla
vesselam. (Not: Söyleşilerin de kaderi
vardır. Bu uzun söyleşinin kısmen yazıya dökülme zamanı şimdiymiş, Bereketi üzerimize olsun. Prof. Dr. Muhittin
Seri Hoca’ya hürmet ve muhabbetle.)
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 71
DOSYA
RÖPORTAJ
SICAK BİR HİZMET ELİ
ÇorumBeleriyesi
Çorum Belediyesi tarafından topluma
ilk kez sunulan yatırımlarla açılan
kültür merkezleri, belediye ile halkın
irtibat noktası oldu
S
RÖPORTAJ: HATİCE ÖZDEMİR
osyal belediyecilik alanında
toplumun her kesimine ulaşan projelerin mimarı çorum
belediyesi Başkanı ile
merkezine “insan” alan hizmetlerini konuştuk.
İNsanı merkeze alan yatırımlar yapıyoruz
Çorum Belediyesi, yaptığı çalışmaları
insanı merkeze alan anlayışla sürdürüyor. Kimsesizlerin kimsesi, sessizlerin
Çorum Belediye
Başkanı
Muzaffer Külcü ve
eşi Hatice Külcü
72
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
[email protected]
sesi olmayı başarabilmiş bir belediye
olan Çorum Belediyesi, verilen hizmetlerin en önemli ayaklarından
birisini oluşturan sosyal belediyecilik
alanında adından övgüyle bahsettiriyor. Belediye Başkanı Muzaffer Külcü,
yapılan her yatırımda merkeze “insan”ı
aldıklarını, kimsesizlerin kimsesi ve
sessizlerin sesi olduklarını vurguluyor.
Özellikle temel ihtiyaçlarını temin
edemeyen, ekonomik koşulları buna
elvermeyen vatandaşları korumanın
ve onlara yardımda bulunmanın sosyal
belediyecilik anlayışı gereği kendilerinin olmazsa olmazlarından olduğunun altını çizen Başkan Külcü, “Gıda
yardımları, özürlü vatandaşlarımız
için akülü araba, tekerlekli sandalye
dağıtımı yapıyoruz. Her yıl yüzlerce
çocuğumuzu sünnet ettiriyoruz. Dini
bayramlarda yetim çocuklarımızı giydiriyoruz, bayram hediyeleri veriyoruz.
Gönül köprüleri kuruyoruz. Hoş geldin
Bebek projesi kapsamında yeni doğan
bebeklerin ailelerini ziyaret ediyoruz.
Mahalle Kültür Merkezlerimizde ve Aile
Eğitim Merkezlerimizde çocuklarımıza,
gençlerimize ve hanım kardeşlerimize
yönelik çok sayıda faaliyet düzenliyoruz. Özellikle hanım kardeşlerimiz için
düzenlediğimiz el beceri kursları, resim, şiir okuma yarışmaları şehrin tüm
kesimi tarafından takdirle karşılanıyor.
turuncudergi.com
Engelli kardeşlerimizin yaşam sevinçlerini artırmak ve hayat kalitesini
artırmak amacıyla Engelli Eğitim
Merkezi kurduk.” dedi.
Hemşehrilerimizle
gönül bağı kuruyoruz
Belediye Başkanı Muzaffer Külcü,
Çorumlu tüm kadınların rahat vakit
geçirmeleri, yeteneklerini geliştirmeleri, daha aktif sosyal rol üstlenmeleri
amacıyla kurdukları Kadın Kültür ve
Sanat Merkezlerine gösterilen ilgiden
çok memnun olduklarını söyledi.
Velipaşa Konağı ile birlikte Ulukavak, Mimar Sinan, Akkent ve Bahçelievler Mahallelerinde açılan kültür
merkezlerinin Çorum Belediyesi
tarafından topluma ilk kez sunulan
yatırımlar olduğunu ifade eden Başkan Külcü, gelinen noktada Çorumlu
kadınların bu merkezlere gösterdiği
ilgiden hayli memnun olduklarını
belirtti.
Buharaevler Kültür Merkezi’nin ise
bölge illere örnek olan prestij yatırım
olduğunun altını çizen Belediye Başkanı Muzaffer Külcü “Aramızda gönül
turuncudergi.com
bağı, karşılıklı sevgi bağı oluşturmak
için insanların elini tutmak şarttır.
Çorum Belediyesi, 14 mahallenin,
237 bin nüfusun belediyesidir. Hizmetlerimiz tüm insanlar içindir. Belediyenin sosyal hizmetleri, imkânları
ile hemşehrilerimizi tanıştırmak için
mahallelerde kültür merkezlerinin
şubelerini açtık. Bu merkezler hem
belediye ile halkın irtibat noktası
oldu hem de kadınlarımız, gençlerimiz sosyal ve kültürel faaliyetlerde
bulunma imkânına kavuştu” dedi.
Özellikle Çorumlu kadınların
mahalle kültür merkezlerinde verilen
kurslara katılarak meslek edindiklerini, ürettikleriyle ev ekonomilerine
katkılar sağladıklarını dile getiren Külcü, “2012 yılından beri yaklaşık 18.000
kadınımız 70 farklı branşta merkezlerimizde kurslara katıldı. Meslek
edindi. Ürettikleriyle ekonomiye katkı
sağlamaya devam ediyor. Merkezlerimize ilgi her geçen gün daha da
artıyor. Bizler de sorumluluğumuzun
bilinciyle hareket ediyor, hemşehrilerimize daha güzelini, daha iyisini
vermeye gayret ediyoruz” dedi.
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 73
DOSYA
RÖPORTAJ
Aile Eğitim Merkezi
Aile Eğitim Merkezi’mizde evlilik, aile
içi ilişkiler, çocuk eğitimi, beslenme,
hukuk ve psikolojik danışmanlık gibi
birçok konuda seminer ve bireysel
destek hizmeti veriyoruz. Velipaşa Konağı, Akkent, Mimar Sinan,
Ulukavak, Bahçelievler Aile Eğitim
Merkezleri ile birlikte Buhara Kültür Merkezi içerisinde yer alan Aile
Eğitim Merkezlerimizden binlerce
kadın, danışmanlık hizmeti almaktadır. Düzenlediğimiz seminerler de
kadınlarımız tarafından büyük ilgiyle
takip edilmekkedir.
Gençlik Merkezleri
Gençlerimizin sosyal, kültürel, sportif
ve sosyal etkinliklerini gerçekleştirdikleri, serbest zamanlarını ilgi ve
yetenekleri doğrultusunda değerlendirdikleri Gençlik Merkezlerimizde,
binlerce öğrencimiz eğitim desteği
almaktadır. 5 Mahallemiz ile birlikte
Buharaevler Kültür Merkezi’nde eğitim gören öğrencilerin sayısı 30.000’i
bulmaktadır.
Bu yıl 3.sünü
düzenlediğimiz Kadın
Emeği Fuarı, her geçen
yıl daha geniş katılımla
gerçekleştirilmekte,
kadınlarımızı bu fuara daha
fazla ilgi göstermektedir
Belediye Başkanı
Muzaffer Külcü
“Aramızda gönül bağı,
karşılıklı sevgi bağı
oluşturmak için insanların
elini tutmak şarttır.”
Kadın Emeği Fuarı
Kadın Kültür ve Sanat Merkezlerimize
gelerek buralardaki kurslardan istifade
eden kadınlarımız, her yıl açtığımız Kadın
Emeği Fuarı’nda ürettiklerini satıp ev
ekonomilerine katkı sağlıyor.
Bu yıl 3.sünü düzenlediğimiz Kadın
Emeği Fuarı, her geçen yıl daha geniş
katılımla gerçekleştirilmekte, kadınlarımızı bu fuara daha fazla ilgi göstermektedir.
Kadınlar, el emeği göz nuruyla meydana
getirdikleri ürünlerini satarak hem kendilerine hem de ailelerine ekonomik katkı
sağlamaktadırlar.
Türkiye’nin dört bir yanına kültür gezileri
Çorum Belediyesi, kadınlara,
çocuklara, şehit yakınlarına, gazilere
ve öğrencilere yönelik kültür gezileri
düzenleniyor.
Binlerce Çorumlu, Çanakkale,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Konya,
Kastamonu, Amasya, Tokat, Nevşehir,
Kars, Erzurum gibi illere düzenlenen
gezilerle gidilen yerlerin tarihi ve
doğal güzelliklerini tanıma imkanı
buluyor.
74
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
Gönül KöprüsüEvde bakım hizmetleri
Büyüklerimizin yaşlılar değil ulu çınarlar
olduğuna inanıyoruz. Onların yaşamlarını kolaylaştırmak da bizim en temel
vazifemiz. Şu anda 469 büyüğümüzün
evini ekiplerimizle temizliyor, yemek ve
turuncudergi.com
turuncudergi.com
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 75
Hoşgeldin Bebek projesi
kapsamında bu zamana
kadar 7678 ailemizi
ziyaret ederek
Düzenlenen
seminerlere işletme
sahibi girişimci
kadınlar, bürokratlar
ve alanında
uzman, seçkin
akademisyenler
yoğun ilgi gösteriyor
Belediyemiz tarafından
hazırlanan hediye
paketini bu ailelere
ulaştırdık
ütülerini yapıyoruz. Ayrıca, onlarla sohbet
edecek aileler planlayarak gönül köprüleri
kuruyoruz.
Ailelerin sevinçlerini
paylaşıyoruz
Peygamberimizin doğum tarihi
olan 571 sayısından esinlenerek
5071 öksüz, yetim ve ihtiyaç sahibi
evladımızın bayram sevincine
ortak olarak onlara bayramlık elbiseler hediye ettik.
10- Uluslararası Kadın Çalıştayı
Çorum Belediyesi olarak 1. Uluslararası Katılımlı Kadın Girişimcilik
Çalıştayı’nı gerçekleştirdik.
Binlerce yıldır aktif bir şekilde
toplumdaki yerini alan kadınların
iş hayatında daha fazla yer almaları
ve daha aktif olmaları için düzenlediğimiz çalıştaya ulusal ve yerel
ölçek düzeyinde işletme sahibi
girişimci kadınlar, bürokratlar ve
alanında uzman, seçkin akademisyenler yoğun ilgi gösterdi.
Hoş Geldin Bebek Projesi ile şehrimizdeki ailelerin doğum sevinçlerini paylaşıyoruz. Doğan her bebeğin sağlıklı büyümesi
için aileleri bilinçlendirmek amacıyla
hayata geçirdiğimiz proje kapsamında,
hemşehrilerimizin gönül kapılarını çalmaya devam ediyoruz.
Bu zamana kadar 7678 ailemizi ziyaret
ederek Belediyemiz tarafından hazırlanan
hediye paketini bu ailelere ulaştırdık.
5071 yetimi sevinirdik
Biz Belediyeciliği sadece fiziki yatırımları
sahiplenen bir anlayış olarak hiçbir zaman
görmedik. Farklı sosyal belediyecilik faaliyetlerini de öne çıkardık.
76
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
turuncudergi.com
turuncudergi.com
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 77
SEYAHAT
Bİr uzakdoğu
masalı
d
n
a
ayl
En doğal tatİl,
en doğal eğlence,
en doğal alışverİş.
Tayland’da
uğradığınız
her durak sİze
unutULMAYACAK
deneyİmler
sunuyor
78
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
turuncudergi.com
turuncudergi.com
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 79
SEYAHAT
Kültürel altyapısı,
tarihi geçmişi, sosyal
yaşamı Türkiye’den
tamamen farklı olan
Tayland’a varınca
masalların hiç de
gerçek dışı olmadığını
göreceksiniz
80
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
T
ayland. tropikal iklime
sahip güney Asya’nın
vazgeçilmez turizm
ülkesidir. İstanbulBangkok arası dokuz saate
yakın bir havayolu yolculuğundan
sonra vardığınız şehirde, havaalanından
çıktığınızda ya çok sıcak ya da gökten
boşalmışçasına yağan muson yağmuru
sizi karşılayabilir ama korkmayın
atmosfer o kadar mistik ki bir anda
kendinizi bu büyülü zaman tüneline
bırakacaksınız. Aradığınız meyve
cenneti işte tam da burası. Marketlere
girdiğinizde daha önce ne rengine ne
kokusuna ne de tadına rastlamadığınız
meyveler size gülümsüyor olacaktır.
Ülkesine dönen turistlerin mutlaka
valizinde ya da ellerinde kilolarca
meyveyi sevdiklerine tattırmak için
taşıdıklarını göreceksiniz.
Tayland denilince akla ilk gelen
-gezip görmenin yani sıra- thai
masajıdır. Thai masajı, masör eşliğinde
spor yapmak olarak da algılanabilir.
Dünya genelinde çok yaygın ve
trend olan masaj çok büyük talep
görmektedir. Thai masajını, Tayland’da
turuncudergi.com
yaptırmak biraz da şans işidir çünkü
o kadar çok ehil olmayan kişiler
tarafından ticarete döküldüğü için
kişilerin çok kolay kandırıldığı sektör
hâline gelmiştir. Para birimi baht
olarak ifade ediliyor. 10 baht 1 TL’ye
tekabül ediyor. Türkiye ile zaman farkı
dört saat. Tayland Türkiye’ ye vize
uygulamıyor. 67 milyon nüfusa sahip.
Anayasal monarşi ile yönetilse de
geçen yıl askerî bir darbe sonucu ele
geçen devlet, hâlâ askerî yönetimin
elinde. 67 eyaleti olan Tayland,
otuza yakın etnik guruba sahip.
turuncudergi.com
%94’ü Budist olan ülkenin %4,6’sı
Müslüman , % 0,7’si Hristiyan dine
mensup.
TAYLAND’DA GEZİLECEK YERLER
Başkent Bangkok, dünyanın en
sıcak şehri olarak geçiyor. Şehrin tarihî
bölgesi olan Rattanakosin Adası,
Bangkok’ta görülecek çok yerlerin bir
arada olduğu bölge olarak biliniyor;
Granda Place (Tayland Kraliyet Sarayı),
Wat Pho (Yatan Buda Tapınağı), Wat
Phra Kaew (Zümrüt Buda Tapınağı)…
Türkiye’de tanesini
30 kat fazla fiyata
satın aldığınız tropikal
meyveleri yediğinizde,
“gerçek mango”
lezzetiyle zaten
her şeyi
unutuyorsunuz
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 81
SEYAHAT
Bangkok için
“Doğu’nun
Venediği” derler.
Gerçekten de Chao
Phraya Nehri’ne
açılan yüzlerce kanal
şehrin hayat
damarları
82
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
Chao Praya Nehri’nde tekne gezisi
yaparak nehir üzerindeki barakalarda
süren basit yaşamları görebilirsiniz.
Tayland’ın en popüler on yerinden biri
olan Yüzen Pazar (Floating Market),
Bangkok’a 80 km uzaklıkta ve görülmeye değer.
Dünya miras listesinde olan UNESCO’ya bağlı Ayutthaya Antik Kenti’ne
yapacağınız günübirlik bir gezi, genel
kültürünüze çok şey katacaktır.
Pattaya şehri, Phuket adası ve sahilleri,
dünyaca ünlü Maya Sahilleri, Bambu
Adası’nı da keşfetmek ruhunuza iyi
gelecektir. Özellikle tekne turları, tüm
negatif enerjinizi alıp ruhunuzu sıfırlayacaktır.
Hayvanların gösterilerinden
hoşlanıyorsanız, Nong Nooch Botanik
Bahçesi’nde fil, timsah, yılan gösterileri
izleyerek adrenalin yaşayabilirsiniz.
turuncudergi.com
PSİKOLOJİ
RUKİYE
KARAKÖSE
Marmara Üniv.
Öğretim Görevlisi
R
Ramazan ayında tutulan
oruç, fiziksel, psikolojik,
sosyal ve inanç ile ilgili,
çok yönlü ve bu şekliyle
müslümanlara özgü bir
ibadet şeklidir. Dolayısı ile olayı sağlık
açısından, sadece açlık yönü ile ele
almak, çoğu kez yanıltıcı olmaktadır.
Ne yazık ki, bu konudaki bilimsel
çalışmaların yetersizliği, konunun
sadece aç kalmanın sağlıklılık üzerine
etkisi boyutu ile ele alınmasına yol
açmaktadır.
Yemek tarifleri ve orucun kan
şekerine etkileriyle ilgili haber
bombardımanları, orucun hakiki
manasını perdelemektedir.
Hayır Terapisi
Bu ay, teravih namazları, iftar
sofraları, okunan mukabeleler, davetler
ve benzeri sosyal davranışlar ile “sosyal
barış”ın da sembolüdür. Yardımlaşma
ve sosyal dayanışmanın en üst
düzeyde yaşandığı Ramazan ayında
yapılan bu eylemleri “hayır terapisi”
çerçevesinde değerlendirebiliriz.
Hayır terapisi, kendinden
vererek, feda ederek ve vazgeçerek
iyileşmektir denilebilir. Kişi elindekilere
şükredebildiği oranda mutludur. Sahip
olduklarından vazgeçebilmesi ve
paylaşabilmesi ise en başta kendisini
iyileştirecektir. İnsanımız Ramazan’a
özel önem vermiştir. Bir yıl boyunca
istemeyerek de olsa yapılan bir takım
kötü davranış ve alışkanlıklar bu ayın
girmesiyle terk edilmekte, insanımız
manevi zenginliği bol olan bir
atmosfere girmektedir.
Bu atmosfer insanı kötülüklerden
ve günahlardan rahmet, mağfiret
ORUCUN
PSiKO-SOSYAL
AÇIDAN
ETKiLERi
Ramazan ayı, olgun insan
mertebesine ulaştıran
temel davranışları insana
kazandırdığı için aynı
zamanda dini ve ahlaki
bakımdan bir yenilenme ve
kendini murakabe
etme zamanıdır
84
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
turuncudergi.com
turuncudergi.com
Klinik Psikoloji Uzmanı
ve bereketin huzur veren gölgesine
sığındırmakta ve insan manevi huzur
bulmaktadır. Bu ayda yaşanan huzur ve
itminan hali hayatın geri kalanına da
transfer edilebildiği oranda hayatımızın
iklimi değişecektir.
Oruç ve Dürtü Kontrolü
Oruç, aşırı arzulara, heveslere mani
olur. Onları teskin ve en iyi şekilde
kanalize eder. Bilindiği üzere çeşitli
meyveler ve çeşitli yemekler için belli
mevsimler vardır.
Böylece müslüman, belli zamanlarda
her yiyeceğe karşı kendini tutabilme
alışkanlığını kazanır. Eğer oruç sadece
belli bir mevsim ve ayda olsaydı
sadece bir grup yiyeceklere karşı
kendini tutabilme imkanı verirdi.
Orucun aylar içinde devr-i daim
etmesi her türlü yiyeceğe karşı kendini
tutabilme fırsatını getirmekte ve nefsi
terbiye etmektedir. Senede bir ay
olarak tutulan orucun, inanan insanlar
üzerinde büyük etkisi vardır.
Bu ayda bedenin ihtiyaçlarını belli
zamanlar için terk ederek kendi iç
disiplinini sağlayan insan, psikolojik
bakımdan da doyuma ermektedir.
Onun için oruç, ruh terbiyemizi de
sağlar. Orucun sağlık üzerine etkisi
bir yana, sadece nefsin arzularını
dizginleyebilmeye olan katkısı ele
alınsa bu bile ciddi bir literatür
oluşturabilir. Zira ruhsağlığı genel
manada duygu ve dürtü kontrolünü
ne kadar sağlıklı başarabildiğimizle de
ilişkilidir.
En temel dürtüler olan açlık,
susuzluk ve cinselliği denetleyebilmek,
bunu da esasen sağlığımıza faydası
için değil, bizden daha büyük bir
varlığa imanımızdan dolayı yapmak,
başlı başına bir oto kontrol eğitimidir.
Gönüllerin yumuşaması ve şefkat
duygularının da gelişmesi sayesinde
insanlar arasında sevgi-saygı, hoşgörüanlayış ve barış vücut bulur. Ramazan
bu eksende sosyal dayanışmanın
en üst düzeye yükseldiği ve suç
oranlarının azaldığı bir aydır. Yetim,
yoksul, vatandaşlarımız da bu ayda
diğer zaman dilimlerine nazaran
daha fazla korunup gözetilmektedir.
Ayrıca insan aç kaldığı zaman daha
hassas ve duyarlı hale gelmekte ve
açlık çekenlerle daha kolay empati
kurabilmektedir. Bundan dolayıdır ki,
yemek yendikten sonra insanımız şu
duayı eder: “Kimseyi açlıkla terbiye
etme Allah’ım”.
Bu ay, olgun insan mertebesine
ulaştıran temel davranışları insana
kazandırdığı için aynı zamanda dini
ve ahlaki bakımdan bir yenilenme ve
kendini murakabe etme zamanıdır.
Bireysel seviyede gerçekleşen bu diriliş
ve uyanış hali gelişerek inananların
diğer duygu ve düşüncelerini de
etkileyecek, neticede şahsiyetinin
gelişip olgunlaşmasını sağlayacaktır.
Yıl boyunca namaz ve ibadetlerden
uzak bir kısım insanımız Ramazan
ayının gelişi ile kendini disipline
ederek, iradesini ortaya koyarak, alışık
olduğu bazı alışkanlıkları terk edip oruç
ibadetini eda eder. Halis bir mümin
olma yoluna girmek, sabır, irade ve
nefsi terbiye meselesidir.
Oruç, psikolojik açıdan insanı
olgunluğa yükselterek olgun bir ruha
kavuşturur. Bütün bu meziyetler oruç
sayesindedir. Ramazanın hepimiz için
bereketli olması dileğiyle…
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 85
MUTFAK KÜLTÜRÜ
RAMAZAN’IN VAZGEÇiLMEZi
GÜLLÜ AŞ
CHEF
AYŞENUR
[email protected]
G
GÜLLAÇ
üllaç, ilk olarak
“güllü aş” olarak
bilinmekteydi.
Bunun sebebi
ise Osmanlı
Dönemi’ndeki halkın, mısır
nişastasından yufkalar açarak
bu yufkaları açık ortamda
bırakmaları ve açıkta kalan
yufkaların kuruması sonucunda
süt, şeker ve gül suyuyla
ıslatarak yemeleriydi. Sonradan,
tıpkı sütlü aş yani sütlaç gibi,
bu tatlı da güllü aş iken güllaç
olarak değişmiştir.
Osmanlı mutfağından
günümüz mutfağına kadar
Klasik Güllaç
malzemeler
H 3 litre süt
H 1 kg şeker
H 10 Yaprak güllaç
H Badem, fıstık, fındık
H Gülsuyu
Bademli Güllaç
malzemeler
H 1 litre süt H 500 gr şeker
H 10 yaprak güllaç
H 100 gr file badem,
H 1,2 adet nar,
H 25 gr Antep fıstığı
86
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
turuncudergi.com
turuncudergi.com
taşınmış bu benzersiz lezzet,
ilk olarak 1489’da saraya
girmiştir. Saray görevlilerinin
Kastamonu’da bir gezi sırasında
Kastamonulu Ali Usta’nın
elinde kalan yufkaları şekerli
süt ile ıslatıp bu görevlilere
ikramı sonucunda herkes
tarafından çok beğenilmiş
ve bu tatlı Ali Usta ile birlikte
saraya girmeyi başarmıştır.
Bu tatlının yaprakları o
dönemde kömür ocaklarında
sac tavaların üzerinde
yapılırmış. Günümüzde ise
güllaç yaprakları yufkacılarda
satılmaktadır.
Güllaç Sarma
malzemeler
H 1 litre süt H 1.5 su bardağı toz şeker
H 6 Yaprak güllaç H 1 çorba kaşığı gülsuyu
H 1 su bardağı dövülmüş ceviz
l Yüksek kenarlı bir servis tabağını hazır edin. Güllaç yapraklarının kalın kenarlarını kopararak ayırın.
l Her yaprağı elinizle kırarak veya makasla keserek
dörder parçaya bölün. Sütü bir taşım kaynatın, ateşten alın. İçine şeker koyun. Şeker eriyene kadar karıştırın. (Çok az soğumasını sağlayın çünkü kaynar
süte güllaçları koyarsanız eriyip hamurlaşacaktır.)
l Geniş bir tepsiye dökün. Güllaç parçalarını teker
teker sıcak şekerli süte batırıp hafif yumuşatarak
bir tabağa alın. İkiye katlayın. Geniş kısmına ceviz
koyup yanlarını kapatın. Sarma biçiminde sarın,
servis tabağına yerleştirin. Tüm güllaçları bu şekilde
yumuşatıp sardıktan sonra kalan sütü hepsinin
üzerine gezdirin. Üzerine gülsuyunu serpiştirin.
l Buzdolabında soğuttuktan sonra servis yapın.
Mevsime göre; nar tanesi, ceviz veya antep fıstığı
ile süsleyebilirsiniz.
l Ceviz yerine kabuğu soyulmuş ve dövülmüş
badem kullanırsanız güllacın rengi daha beyaz olur.
l 3 litre süt, 1 kg şeker ile kaynatılıp ılık
vaziyete getirildikten sonra; tepsiye konan her güllaç yaprağının parlak tarafı
üzerine kepçe ile ılık süt gezdirilir.
l Güllaç yaprakları bittiğinde kalan süt,
güllaçların üzerine dökülür.
l Buzdolabı veya serin bir yerde yarım
saat bekletildikten sonra üzerine dövülmüş ceviz, badem, fıstık, fındık ve arzu
üzerine gül suyu ilavesiyle servis yapılır.
l Şeker sütte tamamen çözülünceye
kadar kaynatılır.
l Süt ılıklaşınca yapraklar ortadan
kırılarak tek tek servis kabına konulup
sütle ıslatılır.
l Her katın arasına file badem serpilir.
l Kalan şekerli süt güllacın üzerine
dökülür.
l En az dört saat bekletildikten sonra
üzeri nar ve fıstıkla süslenip servis edilir.
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 87
Başörtü Tarzı
MODA
First Lady’mizin başörtü tarzı, başlangıçta bazı takipçilerine alışılmışın
dışında bir örtme şekli olarak gelmişti
ama kendine yakıştırdığı için kendisiyle
bütünleşti. Başörtülü hanımların kullandığı boneyi modifiye edip asilleştirdi
ve iki katlı bir örtme tarzıyla yorumladı.
Sadece First Lady’mize has bu tarz
Hanımefendi’nin yüz hatlarını daha
da belirginleştirdi. First Lady’mizin,
genelde kıyafetlerine uygun düz renk
başörtüsü tercih ettiğini söyleyebiliriz.
Bordo başörtüsü, bordo dökümlü ipek bluzu ile renklendirdiği bej
renkli pantolon takımı da çok zarif.
Başörtüsünün rengindeki aksesuar da
iki rengi birbirine ısındıran bir unsur
olmuş. Başörtülü hanımların aksesuarlarıyla kıyafetlerini nasıl tamamlayabileceklerini gösteren güzel bir örnek
teşkil ediyor. Fark edilen genel prensiplerine gelince; pantolon üzerine giyilen
tuniklerin, diz hizasının altında olmasına dikkat ediyor. Oturulduğunda tunik
boyu yukarıya çıktığı için, Hanımefendi,
tesettür kurallarına olan hassasiyetinden dolayı, bu detaya önem veriyor.
Kendine has, zarif stili ile
E
mİne
ErdoğAN
Siyasetin içinde bulunan gelmiş geçmiş
birçok kadına baktığımızda giyimi, DURUŞU
ve zarafetiyle ülkemizin First Lady’si
olarak bizi en güzel temsil eden
şüphesiz Emine Erdoğan hanımefendidir
S
ELİF KAVAKÇI
iyaset ve moda, birçok insana
ne kadar birbirinden uzak
iki konseptmiş gibi gelse de
gerçek hayatta birbirinden
ayrılmaz bir ikili hâline
gelmiştir. Siyasetçiler her zaman
göz önünde bulunsalar da içinde
bulunduğumuz seçim günlerinde
basında daha da yoğun bir şekilde
yer almaktadırlar. Siyasetçi erkeklerin
kıyafetleri çok nadir konuşulmasına
rağmen, kadın siyasetçilerin ya da
siyasetçi eşlerinin kıyafetleri ise
gündemden hiç düşmemektedir.
Çoğu zaman çelişkili ikili olarak
görülen siyaset ve modaya bir de
tesettür eklenince bu yeni üçlünün
dinamiği daha da zorlanır.
İslami ölçüleri titizlikle dikkate
alarak hem şık hem de modern
giyinmek çok zor olmasa da siyasetin
içinde ve devamlı göz önünde
bulunan bir kadın olarak her taraftan
eleştiriye maruz kalmamak da bir o
88
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
Moda Çalışmaları Uzmanı
kadar zor. Zevkler ve renklerin her
ortamda tartışıldığı ve modanın,
neyi nasıl giydiğinizden çok, ne
kadar farklı ürüne sahip olduğunuzu
savunduğu bir dünyada herkesi
memnun etmek mümkün değildir.
Birçoğumuzun tahmin edemeyeceği
bir tempoda çalışıp bir toplantıdan
başka bir toplantıya koşuşturan ve
her gün bir öncekinin tekrarı olan
bir koşuşturmada kıyafet seçimine
vakit ayırabilmek bile takdire şayan.
Göz önünde bulunan kişilerin kıyafet
seçimlerini birçoğumuz oturduğumuz
yerden eleştirebiliyoruz ama aynı
şartlar altında biz aynı tempoda, aynı
ortamda nasıl bir kıyafet seçerdik
acaba? Siyasetin içinde bulunan
gelmiş geçmiş birçok kadına
baktığımızda giyimi, duruşu ve
zarafetiyle ülkemizin First Lady’si olarak
bizi en güzel temsil eden şüphesiz
Emine Erdoğan hanımefendidir.
First Lady Emine Erdoğan; kendine
has, zarif bir giyim tarzı oluşturdu.
Bu zarif tarzından birkaç örnekle
bahsetmek isterim.
Beyaz Saray’da Michelle
Obama İle Görüşmesi Sırasında Giydiği Kıyafeti
Beyaz Saray ziyaretinde Michelle
Obama ile olan görüşmesinde
giydiği kıyafetinin renk uyumu çok
güzeldi. Kıyafetinden bir ton açık
başörtüsü kullanmış olması ve
kıyafetin omuzlarındaki taşlı apolet
aksesuarlar, stiline modern bir hava
katıyordu. Bu kıyafet hem gündüz hem
de gece protokolüne uygun, farklı
ortamlarda giyilebilecek bir kıyafetti.
First Lady’mizin bu zarif tarzı, Amerikan
basınında da övgüyle bahsedilmişti.
30 Ağustos Zafer Bayramı dolayısıyla
Çankaya Köşkü’nde düzenlenen
resepsiyonda Hanımefendi’nin
dökümlü şifon elbisesi ile kombin
yaptığı boncuk işli pembemsi-bej
pelerini de zarafeti ile dikkatleri çekti.
turuncudergi.com
turuncudergi.com
Emine Erdoğan
Etek takımlarında ise ceket boyunu
daha kısa kullanabiliyor.
Ceket ve tuniklerin içine yüksek yakalı, uzun kollu bodyler giymeyi tercih
ediyor. Geniş kol kesimli ceketlerini
böylece hem tesettüre uygun hem de
rahat kullanmış oluyor.
Resmi davetlerin vazgeçilmezi
siyah-beyaz kombinlere ve smokin
ceketlere ise First Lady’miz yine tesettüre uygun modern bir yorum yapıyor.
Saten yakalı siyah blazerin içine beyaz
ipek dökümlü bluzunu ve altına siyah
boncuk işli uzun eteğini giyiyor. Beyaz
başörtüsü siyah-beyaz ciddiyetini
ve aynı zamanda kıyafetin sadeliğini
korumasını sağlıyor. Boncuk işli eteği
ise kıyafetine hem abiye havası katıyor
hem de resmî maskülen ceketini, feminen bir yorumla yumuşatıyor.
Son zamanlarda düz renklerin üstüne, kıyafetinin renginde puanları olan
başörtüleri kullanışı, neşeli bir hava
verişiyle dikkatimizi çekiyor.
Kıyafet ve başörtülerinde kullandığı
renkler arasında beyaz, krem, bej, sarı,
lame, dora, gri, mavi, yeşil, lacivert,
siyah, bordo ve pembe renklerinin
çeşitli tonları yer alıyor. Bazı davetlerde
ise kıyafetinde baştan aşağıya tek renk
kullanmayı tercih ediyor.
First Lady’miz kolye, yüzük ve broş
gibi aksesuarları kıyafetlerini bütünlemek amacıyla kullanıyor. Özellikle broş
ve yüzükleri seviyor. Resmi, protokol
davetlerinde kırmızı halı karşılamalarında protokol resmiyetine özen
gösterdiği için kesinlikle eline çanta
almıyor ve kapalı ayakkabı giymeye
dikkat ediyor. Emine Erdoğan Hanımefendi, vücut hatlarına ve bulundu-
Michelle Obama
Beyaz Saray ziyaretinde
Michelle Obama ile
olan görüşmesinde
giydiği kıyafetinin renk
uyumu çok güzeldi.
First Lady’mizin
bu zarif tarzı, Amerikan
basınında da övgüyle
bahsedilmişti
ğu konuma göre giyinmeyi çok iyi biliyor. Günümüzün modacılarını geride
bırakacak derecede kumaş, dikiş ve
tasarım bilgisi olduğunu, giydiklerini
kendine yakıştırdığını ve güzel taşıdığını eklemek isteriz. Göz önünde bulunan tesettürlü bir hanımefendi olarak,
aynı kıyafeti farklı davetlerde çekinmeden birkaç kere giymesi ise takdire
şayan. Bu özelliği, ülkemizin tesettürlü
First Lady’si olarak kendisini örnek alan
birçok genç kıza “Stil; aldığınız değil,
nasıl taşıdığınızdır.” cümlesinin de canlı
örneğini temsil ediyor.
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 89
TERZİDEN
İki renkli asalet
Monocrom
Her sezon tahtını koruyan siyah
beyaz kıyafetler bu sezon da gözde
konumda. Ayakkabı, çanta, elbise, ceket
ve hatta takılar bile siyah-beyaz artık!
AİDA ÜSTÜN
Gvency
[email protected]
Michael Kors
Mavi Etkisi
Dolce&Gabbana
Tek bir desenin ya da rengin
tonlarının bir arada kullanılmasına
monokrom desek de, siyah ve beyazın
bir arada kullanılması da bu akımın
bir parçası olarak kabul ediliyor,
söylemeden geçmeyelim… Özellikle
siyah-beyaz çizgili kıyafetler son
yıllarda oldukça popüler ve bu trend
daha uzun yıllar devam edecek
gibi de görünüyor.
Topshop
Bionda Castana
Narciso Rodriguez
Tabitha Simmons
Mango
90
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
turuncudergi.com
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 91
Celia
TERZİDEN
Tibi
Balmain
Mango
İpekyol
Mango
Jadee
Jadee
Mango
Junior B.P
Mavi Etkisi
aklar
Mavi Etkisi
Lüx saç
İşte geçiş mevsimlerinin
en kurtarıcı parçası.
Ne üşütecek ne de fazla gelecek
bir hırka kıvamında ama palto
kesimindeki bu parçalar
sezonda çabasız şık görünmenin
anahtarı. Canlı renkli
ya da pastel tonlarda
olanlardan en sevdiğinizi
seçmek size kalmış.
Bu sezon baştan aşağıya
püskül ve saçaklara bürünüyoruz.
Kıyafetlerimizin ve aksesuvarlarımızın
her detayında kullanılan püskül
ve saçaklar bu sezon ayaklarımızı da
süslemeye devam ediyor.
Tarzınıza hareket katmak istiyorsanız
püsküllü modellere
mutlaka göz atın.
Zara
92
Turuncu Dergİ / Haziran
turuncudergi.com
turuncudergi.com
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 93
BEDESTEN
ÇOCUKLARINIZ İÇİN
DUVARLARINIZI
KF DİN
EŞ
EMİNE
BÜYÜKKAYMAZ
E
[email protected]
B
ÇocukLARINIZIN
odalarınIN sıradışı,
farklı OLMASINI
istiyorsanız DUVARLARI
KULLANABİLİRSİNİZ.
SEÇTİĞİM TASARIMLAR
size eğlenceli çocuk
odasLARI İÇİN ilham
verebilir
94
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
iz mimarların
dekorasyonunu yapmaktan
en fazla keyif aldığımız
mekanların arasında gelir
çocuk odaları. Temel
prensip ise çocukların kendilerini
güvenli hissedebileceği mekanlar
oluşturmaktır. Mobilya ve aksesuar
seçimlerinde bu prensip üzerinden
yola çıkarak kullanılan renkler ve
resimlerle, çocukların hayal dünyasına
katkıda bulunmaya çalışırız.Tabi mekan
fiziki büyüklüğü doğru tasarım için
oldukça önemlidir.
turuncudergi.com
turuncudergi.com
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 95
BEDESTEN
Ayrıca aynı ünitede farklı renk
kullanımları ile eğlenceli ve bir
o kadar hayal gücünü harekete
geçirebilecek mobilyalarla
başarılı bir dekorasyona imza
atabilirsiniz. Mekan ölçülerinize
özel olarak tasarlanacak
duvar mobilyaları için bir
mimarla çalışmanız doğru bir
sonuç almanızı sağlayacaktır.
Dağınıklıktan ve karmaşadan
çok sıkılmış anneler için ideal bir
seçim olacağını düşünüyoruz.
Denemeye değer..
Özellikle dar mekanlarda çocuk odalarınızı fonksiyonel
olarak kullanmanızı sağlayacak bazı önerileri paylaşmaya
ne dersiniz. Yabancıların ‘wall next furniture’ diye
tanımladığı duvar mobilyaları yakın zamanda hayatımıza
girmeye başlayacak. Oldukça fazla avantajı bir arada
sunan duvar mobilyaları ile temiz , ferah ve güvenli
mekanlar oluşturmak mümkün. Çalışma mekanı, yatak
kısmı, hatta dolap ve saklama ünitesini tek bir mobilya
grubu altında toparlayıp,oda içinde oluşabilecek
karmaşıklığa başından son verebilirsiniz.
96
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
turuncudergi.com
turuncudergi.com
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 97
SİNEMA
BİR LİDERİN
GÖNLÜNE GİDEN YOL:
GANDHI
GÜLAY
KURT
[email protected]
B
ir insanın hayatındaki her
şeyi anlatmak olanaksızdır. Ama gönlüne giden
yolu anlatabilirsiniz.”
“Gandhı” sinema filmi işte
bu yolun hangi taşlarla döşendiğini
gösteren muhteşem bir başyapıttır.
Film, 20. yüzyılın başlarında İngiliz
sömürgesi Hindistan’daki bağımsızlık
mücadelesini ve mazlumun zalime
karşı olan mücadele biçimlerinden
biri olarak tanımlayabileyeceğimiz
“Pasif Direniş” tarzının öncüsü ve de
sembolü sayılan Mahatma Gandhi’nin
sıradan bir avukat iken nasıl bir lidere
dönüştüğünü anlatır.
İnsanlık tarihi, farklı siyasi mücadelelere tanıklık etmiştir. Siyasi mücadeleler, gerek yönetime karşı gerekse
dışarıdan yapılan saldırılara karşı bir
çeşitlilik arz eder. Bu konuda tek bir
doğru bulunmamakla beraber, izlenen
yollar da insanlık tarihi kadar eskidir.
Ama değişmeyen bir şey vardır ki o
da hiç bir devrimin lidersiz olmayacağıdır. Lider demek tek başına bir olgu
değildir tabi. Etrafına toplanan halk,
bunu kendisine rol olarak biçer. Yani bir
insan kalkıp “Ben liderim, hadi benim
peşimden gelin.” demez, diyemez.
Derse de o zaten lider değildir, ancak
yönlendirici olabilir.
98
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
Bir toplumu dönüştürmek, tabuları
yıkmak, yapılamayanı yapmak, kararlı
olmak, davasının altına sadece elini
değil tüm bedenini koymak, yığınları
peşinden sürüklemek ve bu uğurda
ölümü dahi göze almak liderliğin vazgeçilmezidir.
Klişe bir söz olacak ama: “Sonradan
lider olunmaz, lider doğulur.” Fakat
bir insanın doğuştan getirdiği liderlik
özelliklerini kullanacak bir ortamın da
bulunması gerekir. Yoksa durduk yerde
bir insan lider konumuna yükselmez.
Yani ortada büyük bir sorun var ve bu
sorunu hâlletmek için kimse kılını kıpırdatmıyor, “Bana dokunmayan yılan bin
yaşasın.” deyip hatta o yılan kendisini
ısırsa dahi sesini çıkarmayıp hayatına
devam ediyorsa; işte bu ortamda bu
haksızlıklara karşı durabilecek cesaret,
feraset, basiret sahibi liderler toplumda
var olacaktır.
Bazen haksızlıklara karşı değil, kendi
kafasındaki ideolojik toplumu oluşturmak için de liderler çıkabilir. Yani ille de
bir haksızlık olması gerekmez bazen.
Mesela Hitler; ırka dayalı, kendi
kafasındaki Almanya’sını oluşturmak
için kitleleri peşinden sürüklemiştir. Bu
kadar insanı kendine inandırması onun
karizmatik liderlik özelliğinden kaynaklanmaktadır.
Sadece hitabet, kararlı olma, muhteşem bir gelecek vaat etme, ikna
etme özelliği yüksek vs. gibi özellikleri
olan bu tür karizmatik liderler kitleleri
kendine inandırabilir ama ardında bir
enkaz bırakır ki bırakmıştır da.
turuncudergi.com
Dönüşümcü lider ise farklıdır. Gerçekten adı gibi, bir toplumu kökünden
dönüştürebilme yeteneğine sahip insandır. Öyle çok hitabet gücüne sahip
olması da gerekmez.
Bazen sessiz duruşları bile yığınlara
çok şey anlatabilir. Bazen hiç hareket
bile etmeyebilir ama kitleleri harekete
geçirebilir. Eline hiç silah almamış, bir
kişiye bile tokat atmamış, hiç bir şiddet
uygulamamış, komutan olmamış,
hatta zengin bile olmamış, çok fakir
bir hayat süren sıradan görünümlü biri
de olabilir. İşte bu saydıklarımıza uyan
dönüşümcü bir lider örneğidir Gandhi.
Hayat mücadelesine genç bir avukat
olarak atılan Gandhi’nin bir lidere
nasıl dönüştüğünü merhale merhale
görmekteyiz filmde. Güney Afrika’da,
bir davayı savunmak için yola çıkan
Gandhi’nin, gün gelecek koca Hindistan’ın bağımsızlık sembolü olacağını o
günlerde kendisine söyleseler, belki o
bile inanmazdı. Zaten kendisinin böyle
bir egosu bile olmamıştır hiçbir zaman.
Planlanan bir şey değildi bu bağımsızlık mücadelesi Ganhdi’nin gözünde.
Her şey, basit bir davayı savunmak
için gittiği Güney Afrika yollarında
bindiği trenden Hintli olduğu için
atılmasıyla başlar.
Kitleleri ayağa kaldırmak için bir
kıvılcım gerekir. O kıvılcım Gandhi’nin
Hintli olması sebebiyle trenden atılmasıdır. Irk ayrımcılığının soğuk yüzüyle ilk
kez bu kadar net bir şekilde karşılaşan
Gandhi, Güney Afrika’ya vardığında,
savunmasını yapacağı Müslüman ve
zengin bir işadamı olan Hintli müturuncudergi.com
vekkilinin de aynı muameleye maruz
kaldığını hatta bütün Hintlilerin bu
şekilde köle gibi çalıştırıldığını, tamamen insanlık dışı kanunlarla yönetilen
bir kitleyle karşı karşıya olduğunu görür. Bu duruma ziyadesiyle üzülmekle
beraber, üzülmenin yetmeyeceğini ve
mevcut durumu değiştiremeyeceğini
gören Gandhi, azınlıkların geçiş izinlerini yaktığı bir eylem gerçekleştirir.
Kendisine mani olmak isteyen
polislere karşı koymaz ama eylemine
hastanelik olana kadar devam eder.
Üzülmek, yakınmak bir liderin işi değildir. Zaten bu duruma üzülen birçok
insan vardır. Önemli olan bu durum
karşısında ne yapılması gerektiğidir.
Halk bu zulmü kanıksamış olabilir ama
kanıksayamayan, bir şeyler yapılması
gerektiğini bilen ama nasıl ve ne şekilde yapılmasını gerektiğini bilemeyen
insanlara öncü olmak ise Gandhi’ye
düşer.
Gandhi toplantılar yapar bir yandan. “Adil olmayan insanlar gibi adil
olmayan kanunlar da vardır.” der. Halka
asla karşısındaki insana saldırmadan,
sadece onların öfkesine karşı savaşacaklarını anlatır.
Bunu yaparken asla kanuna teslim
olmayacaklarını kendilerinin de İmparatorluğun bir vatandaşı olduğunu
yürüyüş eylemleriyle gösterir. Burada
İmparatorluğa, devlete karşı değil
devletin azınlıklar hakkındaki kanunlarına karşı olduğunu ve şiddete asla
başvurmayarak İmparatorluğun bir
parçası olduklarını deklare etmeleri çok
önemli bir ayrıntıdır.
Net olmak, neye karşı olduğunu
ayrıntılı bir biçimde anlatmak bir liderin kendini ve arkasından sürüklediği
topluluğu ifade etmesi açısından çok
önemlidir. Eğer toptan devlete karşı
bir bağımsızlık hareketi gibi bir eylem
yapsaydılar anında eylemleri bastırılır
ve kan dökülürdü. Güney Afrika’da
azınlık işçi statüsünde bulunan Hintlilerin yaşam standartlarını yükseltmek
ve eşit vatandaşlık haklarını talep etmekten öteye gitmeyen bir eylemdir
bu sadece. Yani bu eylem meramını
anlatmış, mesajını vermiş bir hareket
olmuştur.
Devamında ise arkadaşları ile birlikte
hapse atılır. Bu aynı zamanda bundan
sonraki mücadelesinin işaret fişeğidir
Gandhi’nin. O kadar ses getirir ki bu
eylem için gazeteler “bağımsızlık bildirgesi”nden sonraki en önemli hareket
der. Daha sonra, yapılan haksızlıkları
görmeye başlayan azınlık halk, etrafında toplanmaya başlar.
Halka karşı konuşmasında şunları
söyler: “Bir amaç uğruna savaşıyorsanız
tıpkı sizin gibi insanlar çıkacaktır. Biz,
birlikte yaşama isteklerine karşı çıkan
insanlara karşıyız. Azınlıkta olmak
gerçekleri değiştirmez. Basın desteği
olmadan bir toplum bütünleştirilemez.”
Hayat mücadelesine
genç bir avukat olarak
atılan Gandhi’nin bir
lidere nasıl dönüştüğünü
merhale merhale
görmekteyiz filmde
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 99
SİNEMA
Siz kıvılcımı çakarsınız
ama yanında yakacak
olmazsa o ateş
yanmaya devam etmez.
Liderlik, insanları
organize etmeyi
gerektiren çok önemli
bir olgudur.
İlk eyleminde İngiltere’den gazeteci
arkadaşlarını çağıran Gandhi, basının
da desteğiyle eylemini tüm dünyaya
duyurur ki işte bu da çok önemli bir
durumdur. Tek başına kimse başarılı
olamaz. Siz kıvılcımı çakarsınız ama
yanında yakacak olmazsa o ateş yanmaya devam etmez. Liderlik, insanları
organize etmeyi gerektiren çok önemli
bir olgudur. Bunun yolu da bir anlamda yapılan eylemi iyi duyurmaktan ve
pazarlamaktan geçer. Burada pazarlamak deyimi çıkarcılık anlamında değil,
katılımcılığı ve görünürlüğü artırmak
anlamında kullanılmıştır.
Sesini duyurmak için hiç durmadan
yazılar yazan Gandhi, bunu tüm dünyayla paylaşır. İngiltere gibi emperyalist
bir güce kafa tutmak, hele o günkü
şartlarda, bir Hintlinin yapacağı en son
şey olsa gerek. İş, bunu üslubunda ve
kararlı olarak yapmaktır ve bu inancı
insanlara aşılamaktır. Hapiste arkadaşları ve eşi ile birlikte geçirdiği günler
sonunda Gandhi’nin kararlılığı sonucu
Güney Afrika’da Hintli azınlıklara uygulanan kanun yürürlükten kaldırılır.
Hapisten çıktıktan sonra hiçbir ayrımcılığın ve sınıfın olmadığı, tuvaletlerin bile sırayla temizlendiği, her türlü
ihtiyaçlarını kendilerinin karşıladığı
“Aşram” dediği bir topluluk kurar. Bu
konuda eşine bile imtiyaz tanımaz.
Kendisi ile tuvalet temizleme konusunda aynı fikirde olmayan eşini bile
Aşram’dan kovmaya kalkar. Burada bir
yanlış yaptığını, eşinin “Sen bir insansın,
sadece bir insan. Senin kadar güçlü
100
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
olmayan ve hatta güçlü olmak istemeyen insanlar da var.” sözleriyle herkese
istediği şeyi zorla değil ikna ettirerek
yapmaya çalıştırmaya hakkı olduğunu,
herkesin kendisi gibi olamayacağını,
olmak istemeyebileceğini anlar. Bu aslında bir insanın karşısındaki insandan
ne bekliyorsa önce kendisinin yapmasını, gerisini ise o insanın kendi tercihlerine bırakması gerektiğini anlamasını
sağlar. Yani bilgi; bilgenin davranışıdır,
yaptırımı değil.
Güney Afrika’da misyonunu tamamlayan Gandhi, Bombay’a gider
ve orada bir kahraman gibi karşılanır.
Gandhi’nin Güney Afrika’da geçirdiği yıllarda oluşturduğu ideolojisinin
temellerini; ne olursa olsun asla şiddet
uygulamama, sivil itaatsizlik, pasif
direniş, barış karşılığında uzlaşmacılık,
bu uğurda çile çekme, inançlara saygı,
teknoloji karşıtlığı oluşturur. 21 yıl sonra, 9 Ocak 1915’te, ülkesi Hindistan’a
dönen Gandhi’yi karşılamaya gelen
on binlerce Hintli, onun artık Hindistan için basit bir avukat değil bir lider
hâline geldiğinin de kanıtıdır.
Hindistan’a kravatlı bir avukat gibi
değil yerel Hintli kıyafetleri giymiş biri
olarak gelmesi Gandhi’nin “Ben sizden
biriyim.” mesajını vermesidir aslında.
Avrupai kıyafetleri reddeden Gandhi
ülkesinin fakir, çileli, bezgin tarafına
daha fazla dikkat eder. Bu yüzden ilk
işi ülkesini keşfetmek için gezmek olur.
Halkının o güne kadarki görmediği
yüzüyle karşılaşır. Hindistan’da bağımsızlık mücadelesi veren kişilere, “Düzeni
değiştirmek için mi, yoksa insanları
cezalandırmak için mi savaşıyoruz?”
sorusunu sorar. İnsanları katletmek,
trenleri raydan çıkarmakla direnişin
olamayacağını savunur. Cezalandırma
işini Tanrıya bırakmak gerektiğini anlatır. Sivil itaatsizlik, Hint halkının uygulaması gereken en önemli bir güçtür
onun gözünde. Bu yüzden öncelikle
ülkedeki bütün Hintlileri dua etmeye,
oruç tutmaya ve işgücünü durdurmaya çağırır.
Bu, İngiltere’yi şaşkına çeviren bu
durum olur. Çünkü bugüne kadar
böyle pasif bir direnişle hiç karşılaşmamıştır devlet güçleri. Bu pasif direnişi
halka anlatan Gandhi, İngiltere’yi silahlı
bir eylemle yenmenin zaten mümkün
olamayacağını ve bunun inançlarına
ters düşen bir durum olduğunu halk
toplantılarında sürekli olarak dile getirir. Bu durum, o güne kadar küçük çaplı
şiddet eylemleri yapan bazı gruplara
ters gelse de bu pasif direniş halkta
karşılığını bulur.
Buna rağmen silahsız topluluklara
karşı toplu katliamlar yapan İngiliz yönetimi hiçbir şiddet eylemiyle karşılaşmaz. “Şiddetle değil azmimizle onları
yenebiliriz.” diyen Gandhi, İngiliz malı
kullanmama, denizden tuz çıkararak
pazarlama, kendi kıyafetlerinin kumaşını kendi dokuma vb. gibi eylemlerle
İngilizlere asla teslim olmayacağını
ekonomik anlamda da göstermeye
çalışır. Belki de o güne kadar yapılan en
etkili eylem olur bu. Çünkü ekonomi,
bir ülkenin can damarıdır.
turuncudergi.com
İşçiler olmazsa İngiltere’nin orada
yapacağı fazla bir şey kalmayacaktır.
Burada Gandhi’nin sürekli olarak insanın bağımsız olması için önce ekonomik bağımsızlığını oluşturması gerektiğini söylemesi; kendi kendine yeten,
İngiltere’ye muhtaç olmayan ama aynı
zamanda ülkesinin kaynaklarını kullanmalarına da izin vermeyen bir tutum
sergilemesi halkın özgüvenini sağlayan
bir durum olmuştur. Özgüven, bir
toplumun en önemli motivasyonudur.
Özgüven olmazsa siz toplumun önüne
istediğiniz hedefi koyun, o toplum
ilerlemez.
Yapılan kararlı eylemler sonucunda
Hindistan, bağımsızlığına kavuşur ama
bu sefer de ülkede çıkan Müslüman
ve Hindu çatışmalarının durması için
ölüm orucu eylemi yapar Gandhi. Hem
Müslümanlar hem Hindular bu ölüm
orucu karşısında daha fazla dayanamayıp çatışmaları durdurur. Burada barış
için gerekirse ölümü dahi göze alan ve
ÖLÜMSÜZ AŞK
VİZYON TARİHİ: 05 Haziran 2015
Yapımı: 2015 - ABD Tür: Dram, Romantik
Yönetmen: Lee Toland Krieger
Oyuncular: Blake Lively, Harrison Ford,
Amanda Crew, Ellen Burstyn, Richard
Harmon Senaryo: J. Mills Goodloe ,
Salvador Paskowitz
Yapımcı: Sidney Kimmel, Gary Lucchesi
Ayşe, amcası ve yengesiyle
yaşamaktadır. Aşık olduğu Ali’nin
eğitimine devam etmek amacıyla
İstanbul’a gitmesi sonucu, hayatındaki
tek mutluluk kaynağını da kaybeder.
Amcası ise Ayşe’yi şoför Ahmet ile
evlendirmeye kararlıdır.
turuncudergi.com
bu uğurda bütün ikna yolunu kapatan
Gandhi, kararlığı sonucunda barışın
topluma yerleşmesini sağlar. Öyle ki
hem Müslümanlar hem Hintliler Gandhi’nin ölmesini istemez.
Gandhi’nin önderliği sayesinde Hintliler büyük bir emperyalist güç olan
İngiltere’yi topraklarından sürerken
bütün dünyaya; hiçbir zalim düzenin
kararlı bir toplum karşısında tutunamayacağını, bu yolda ölmeye hazır olduklarını göstermişlerdir. Gandhi, haksızlık
karşısında insanların asla susmamaları
KUZU
VİZYON TARİHİ: 19 Haziran 2015
Yapımı : 2014 - Türkiye Tür : Dram
Süre: 87 Dak. Yönetmen : Kutluğ Ataman
Oyuncular : Güven Kıraç , Şerif Sezer ,
Taner Birsel , Nesrin Cevadzade , Cahit Gök
Senaryo : Kutluğ Ataman
Yapımcı : Kutluğ Ataman
Köyün en fakir ailesinin hanımı olan
Medine, oğlu Mert’in sünneti için köyde
ufak da olsa bir şölen yaparak toplum
içerisinde varlık gösterebilmeyi çok
arzular. Şölen için tandırda pişirmek üzere
bir kuzuya ihtiyacı vardır. Kocası İsmail’in
tek derdiyse şehre gelen şarkıcıdır.
gerektiğini ama bu yolda korkmadan,
taviz vermeden, şiddet kullanmadan
nasıl organize olunabileceğini tüm insanlığa öğreten üstün bir liderdir. İnandığı yolda kararlılık ve samimiyet ise
benim Gandhi’den aldığım en büyük
ders olmuştur. Bunu da belirtmek isterim. 30 Ocak 1948’de radikal-milliyetçi
bir Hintli tarafından gerçekleştirilen
bir suikast ile öldürülmüş ama ardında
gelecek nesillerin dünyadan böyle bir
adamın geçtiğine inanamayacakları bir
hayat bırakmıştır.
Şövalye Rusty
VİZYON TARİHİ: 12 Haziran 2015
Yapımı : 2014 - Almanya
Tür : Animasyon , Macera Süre: 84 Dak.
Yönetmen : Thomas Bodenstein, Hubert
Weiland
Senaryo : Mark Slater , Gabriele M. Walther
Yapımcı : Gabriele M. Walther
Şövalye Rusty’nin başı büyük derde girmiştir. Beklenmedik bir şekilde, yenilmez
favorilere karşı girdiği büyük düelloyu
kazanan Rusty, kaybedenler tarafından
sahtekarlık ve hırsızlıkla suçlanır. Bunun
üzerine kral tarafından ünvanı ve kalesi
elinden alınır.
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 101
KÜLTÜR SANAT
RESSAM EMİNE ÖZDEMİR BALAKOĞLU:
Sanat öğretmenlerimizi de nitelikli
yetiştiremiyoruz. Bence
temel sorun; Resim,
müzik, beden derslerinin
mihver dersler olmaktan
çıkmış olmasıdır. Böylece
ezberci bir sistem
batağına saplandık
MUHAFAZAKAR
SANAT DİYE
BİR ŞEY YOKTUR
EMİNE
YILMAZ
[email protected]
1
1960 doğumlu Mukadder
Özdemir Balakoğlu 1984´de
Marmara Üniversitesi Eğitim
Fakültesi Resim Bölümünden
mezun olduktan sonra Boğaziçi
İmar Müdürlülüğünde kurum ressamı
olarak 7 yıl, Milli Eğitimde 3 yıl çalıştıktan sonra üniversitede çawlışmaya
başlar ve emekli olur. Daha sonra Eyüp
de Tek Nokta Atölyesini açar, hem
üniversite de hem atölye de eğitim
vermeye devam eder. Yıldız Teknik
Üniversitesinde görev yapan, sanat
eğitimi uzmanı ve öğretim görevlisi
Mukadder Özdemir Balakoğlu ile Tek
Nokta Atölyesinde sanatın önemi ve
sanatsal anlayışı ile ilgili konuştuk.
// E.Y.-Sanatta özgünlüğün önemiyle
konuya giriş yapmak istiyorum. Sanattaki ‘tekrar’ konusuyla başlayalım. Yeni
bir teknik denendiğinde, keşfedildiğinde herkes kendi sanat algısı ile bunu
farklı yöntemlerle deniyor. Siz özgünlükle tekrarı nasıl ilişkilendiriyorsunuz?
M.Ö.-Sorunuzdaki tekrar vurgusunu,
sanatçının kendi kendini tekrarı açısından ele almak istemiyorum. Çünkü
bu akademik bir tartışmanın konusu olabilir. Bu nedenle ben soruyu
taklit, öykünme olarak algılıyorum.
102
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
Emine Özdemir
// E.Y.-Evet, tabii özgünlükle ilişkili
olarak kabul edelim..
Ülkemizde ve dünyadaki çağdaş
sanat uygulamalarına ve sanatsal
üretimlere baktığımız zaman çok beğenilen tekniğin veya yöntemin farklı
denemelerini zaman zaman görmek
mümkün. Bunun çeşitli sebepleri
olabilir; sanatçının etkilendiğini, ilham
aldığını düşünmek en masumu olacaktır ve mümkündür. Sanatsal tüketimin
gerçekleşmesi, alıcı bulması kaygısı
taklidin gerçekleşmesinde özendirici
olabilir. Günümüzde sanatsal simgelerin metaya dönüşmesi ve metanın da
kültürü oluşturmasından dolayı, sanat
çoğu zaman insanlık için özgürlüğün
ve özgünlüğün değil, kapitalizme
hizmet etme yolunun aracı olmaktadır.
Bu durum küreselleşen dünyada sanat
alanında kaçınılamayan bir olgudur.
Maddi değerlerin öne çıktığı günümüzün rekabetçi ortamında, insani
değerlerin hırpalandığını ve haliyle
sanat dediğimiz şeyin amacından
sapması için uygun zemin oluştuğunu görüyoruz. Özellikle sermaye
sınıfının sponsorluğunu üstlendiği
çağdaş sanat fuarlarımızda tekrarlanan
yöntemlerle taklitin olumlandığı anlayışlar kendini hissettirmektedir. Taklitin
günümüzde dikkat çekiyor olması bu
rekabetçi ortamdan kaynaklanıyor
olabilir. Bunların üstünde ve dışında
tek ve biricik olan, yani özgün olan
yönüdür eseri önemli yapan. Günümüzün rekabetçi ortamından sanat da
olumsuz etkileniyor. Sanatın Türkiye
turuncudergi.com
gündeminde yerini bulamasında bu
yaklaşımların olumlu etkilerinin olduğunu ve sanatımızın gelişim düzeyini
temsil ettiğini söylemek güçtür. Tam
da günümüzde bu nedenlerle ticari
olmayan sanata çok ihtiyaç vardır. Yani
sanatı sanat için samimiyetle yapmaya.
// E.Y.-Başka kaygılar taşımadan.
M.Ö.-Evet sanatçı tüm çabasını,
rekabete ve ticari kaygılara değil,
kendini var etmeye, kendini bildiği sanatsal dilde ifade etmeye
harcadığı zaman değerlidir. Ancak
yaşayan ve var olan, etki gücü olan
bir sanata bu yolla ulaşılabiliriz.
// E.Y-Burada sanırım sanat eğitimi de
önemli oluyor?
M.Ö.-Tabii, çok önemli bir noktaya
değindiniz. Ülkemizde sanat, ya çok
elit bir kesimin ilgi alanı ya da çok
lüzumsuz bir alan gibi algılanıyor.
Çocuklarımız resim yapmasın da
ne yaparsa yapsın. Bu yaklaşımların
temelinde sanat eğitiminin amacına
ulaşmadığı gerçeği yatar. Bunun
sebebi de sanat eğitimindeki
sancılardır. Eğitimimizin en sancılı
alanlarından biri de sanat eğitimidir.
Sanattan anlamak birikim ister
ve kolay değildir. Okul bitirmekle
sanat öğretmeni olunmuyor.
Üniversitelerimizde bile sanat
eğitimine hakim ve sanatı da bilen
yeterince öğretim elemanımız yoktur.
Sanat öğretmenlerimizi de nitelikli
yetiştiremiyoruz. Bence temel sorun;
Resim, müzik, beden derslerinin
turuncudergi.com
mihver dersler olmaktan çıkmış
olmasıdır. Böylece ezberci bir sistem
batağına saplandık. Bugün dünyada
bizden ileri olduğunu düşündüğümüz
toplumlar, ilerlemeyi sanat, kültür,
bilim yoluyla yaptı. Sanat insanın
kendini var ettiği insani ve önemli bir
varlık alanıdır.
// E.Y.-Burada araya girmek istiyorum.
Modernizm her şey de popülerlik ve
hızlı tüketim oluşturdu. Sanatta da
bunun etkileri olabilir. Tekrar dediğimiz
şey biraz da sanatçıların hızlıca üretip
hızlıca sunma isteğine de dönüşmüş
olabilir mi?
M.Ö.-Evet bu bir neden olabilir ama
sanat bunların ötesinde olmalı. Bir
yöntem hoşuna gidiyor, bir de böyle deniyeyim diyorsun ama kirlilik
oluşuyor. Tabi ki etkilenme olacak
ama kendi izini sürmek başka bir şey.
Örneğin, müzeye bile alınmış ilk uygulamasında özgün bir tarzın defalarca
uygulandığını görüyoruz. Kimi boyayla,
kimi kumaşla, kimi başka malzemeyle
aynı tarzı yapmış. Defalarca, defalarca
yapılmış. O fikir, yöntem sana ait değil,
bunu başkaları yapmış, sen farklı malzemelerle tekrar yapıyorsun. Veya figürlerini ve stiliasyonu çalıyorsun kendi çevrene uyarlıyorsun. Bu sefer sen
albenisi olan taklit bir şeyi yapıyorsun.
Sanat eseri tek ve biriciktir, yani kendi
içinde ve kendi türünde. O sanatçının
diğer resimlerini hatırlatacak ama o sanatçı da kimseye öykünmemiş olacak.
// E.Y.-Özgün olacak.
M.Ö.-Tabi ki özgün olacak. Öncelik
asla hoşa giden bir ürün değil, sanat
yapmaksa amaç, özgünlük olmadan
bu mümkün değildir. Bu da beslenme
kaynaklarının nerelere gittiğini, sanatsal kaygılarımızın ne olması gerektiği
konusun aslında çok dikkatli olmamız
gerektiğini gösterir. Şimdi aklıma gelen bir örnek daha vermek istiyorum.
İstanbul’da Van Gogh sergisi olmuştu.
Reklamlarından dijital olduğu anlaşılıyordu ama bir tek de olsa orijinal bir
eseri vardır diye düşünerek heyecanla
gittim. Van Gogh’un 90x100 resimleri
duvar boyunca dijital ortama yansıtılmış. Sergi alanı, bir oyun yeri gibi
oradan oraya yansıyor. Bu da yetmiyor,
resimdeki trenler duvarda yürüyor.
Bir sürü projeksiyon. Bir tane bile Van
Gogh resmi yok. Hatta isterseniz biraz
para verip fotoğrafınızı yatak odası resminin taburesine bile monte ediyorlar.
Baktım ki, herkes mutlu görünüyor,
eğleniyorlar. Orta yaşlı aklı başında
görünen birileri yakınımdaydı. ‘Nasıl
buldunuz’ dedim, çok beğenmişler.
Konuşmamız biraz devam etti. Ben
de hayal kırıklığımı paylaşma fırsatı
bulmuştum. ‘Aaa! biz hiç öyle düşünmedik’ dediler. Bizim insanımızın sanatla ilişkisi henüz kurulamadan, sanat
eğlenceye dönüşüyor. Hadi hayırlısı.
E.Y.-Sanatçının gerçek resmine bakmak ile dijitaline bakmak arasında
çok ciddi fark olduğunu düşünüyorum. Dokusunu kavramak, teknikleri
incelemek, o duyuşlarını görmek.
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 103
KÜLTÜR SANAT
Sanatçının gözüyle görmenin çok
farklı bir değeri vardır herhalde…
M.Ö.-Tabii ki vardır. Sizin de dediğiniz gibi, Sanatçının penceresinden
dünyayı görme imkanı buluyorsunuz. Avrupa’daki sanat galerilerinde,
müzelerde orijinal eseri görme imkanı
bulduğumuz zaman anlıyoruz bunu.
Onu bulamayınca çok iyi baskılara bakıyoruz ama gerçeği görmenin yerini
tutamaz.
Ayrıca Van Gogh, asla sanatı eğlence görmedi. Sanat için en ağır
bedelleri ödeyen sanatçı örneğinin
prototipini oluşturan yegane kişiydi.
Ama ne dersek diyelim para endeksli bir dünyada bunlar da olacak.
// E.Y.-Şimdi sizin sanat anlayışınıza
bir giriş gibi de değerlendirebilirsiniz.
Sanat eseri oluştururken sanatçıyı
besleyen duygular ve fikirler nelerdir
diye sormak istiyorum.
M.Ö.-Önce genel bir giriş yapalım.
Kavramsal sanatta fikirden söz edilebilir. Çünkü kavram alımlarken de
üretirken de zihin operasyonu gerektirir. Ama estetik anlamda, klasik bir
sanattan bahsediyorsak, burada daha
çok formel yanı, yani resmin plastiği,
pentürü söz konusudur. Yani o plastiğin bizi içine alan yanı. Şimdi bu
tabii ki bazı okuyuculara bir şey ifade
etmez. Sanatın dilinde anlam bulan
Ülkemizdeki dönüşümleri
sorgularken, Dünya’ da
mimarinin gidişatını ve
nasıl’ı düşünürken bir
baktım kendimi İstanbul
resimleri yapıyor buldum
sanatseverlerin anlayacağını umuyorum. Sanat dilinin söz dilinde bir
karşılığı yoktur. Söz dilini herkes bildiği
için romandan örnek vereyim. Hiçbir
roman çok iyi bir konuyu anlattığı için
roman olmaz. Hiç bir resimde bir fikir
nedeniyle iyi bir resim olmaz. Resimde boyayla ve sanatın elemanlarıyla
sanatçının kurduğu dünya dokunuyor
duyumuza, görsel algımıza ve içimize...
// E.Y.-Hazlar ve duyuşlar besliyor
104
Turuncu Dergİ / Haziran 2015
sanatçıyı diyebilir miyiz?
M.Ö.-Sanatçıyı görsel olarak o
sanatın elamanlarındaki etkili tatlar
besliyor. Onun arkasından kurduğumuz dünya içinde tüm varlığımız,
birikimimiz, kişiliğimiz, hissimiz de
yansıyor. Hatta tüm birikimimiz, o
güne kadar bedelini ödediğimiz her
şey. Ama haydi bunu böyle yapayım
şeklinde olmuyor. Oluşuyor diyelim.
// E.Y.-Kendiliğinden olan…
M.Ö.- Kendiliğinden derken
şunu belirtmeliyim. Sanatsal üretim çok kaygılı ve stresli bir süreçtir.
Adeta bir kavgadır. Bu kavgada
kişi kendini kendiliğinden gelişen
bir duruma ulaştırınca tamamlanıyor. Burada insan hiçleşiyor…
// E .Y.-Ben Atatürk Kitaplığındaki ‘’Ben
bir hiçim’’ / Gerçeğin Dayanılmaz Ağırlığı’’ resim serginizden bahsetmek istiyorum. ‘Kentsel Dönüşümden Uzakta’
isimli resminiz vardı çok etkilenmiştim.
Bu sergi de kent öğelerini kullandığınızı, kentsel problemlere değinmiş birçok
resminizi gördük. Bu süreçteki resim
serüveninizi merak ediyorum.
M.Ö.- Ben sanat anlayışımı oluştururken aynı türküleri söyleyen aynı
kişilerden olmak istemedim. Çeşitli arayışlar içinde olmayı seviyorum. “Ben Bir
Hiçim” sergisinde çalışma yöntemim
tamamen formeldi. Bunların içinde
sizin bahsettiğiniz birkaç resimde kent
öğeleri oluştu. Bunlar da beni, bir yıldır
üzerinde çalıştığım eski İstanbul görünümlerine götürdü. Düşünsel olarak da
eskilere gittim. Bunlar birbirini besliyor.
Mesela mahalle kavramının ne kadar
önemli olduğunu mahallelerimiz risk
altında olunca anladım. Mutenalaş-
manın sitelerle sağlanmaya çalışılması
özgünlüğümüzü yok ediyor. Bu süreç
beni İstanbul’un neler barındırdığına,
‘neleri kaybetmemeliyiz’ e götürdü.
Koruyamayacağımız öğeler olduğunu
anladım ve ummadığım kadar zevk
alarak İstanbul resimlerine başladım.
Devam etmek istiyorum bir müddet
daha. Çünkü...
// E.Y.-Bir özlem var herhalde.
M.Ö.-Tabi var. Kaybedilen değerleri
kim özlemez ve anlamlı bulmaz ki,
Hem özlem var hem de kente başka
türlü bakmaya başladım, hatta insana
bile. Mesela bir örnek vereyim. Haliç
kenarında yürüyüş yaparım. Sabahları
insanları arabalarını yıkarken görürdüm
ve dağınıklık oluşturdukları için üzülürdüm de. Şimdi başka türlü bakmaya
başladım. Bu çeşme bu insanlar için
ihtiyaç ise burada durmalı, hatta burası
araba yıkamaya uygun hale getirilmeli. Daha sıcak bakmaya başladım
kendi sorunlarımıza. O sadece İstanbul resimlerini yansıtan bir şey değil,
bütün çevreyle iletişimimi yeniden
sorgulayan bir şey. Ben resimlerimi
oluştururken onlar da beni oluşturuyor.
// E.Y.-Bir farkındalık oluşturdu. İstanbul resimleri de tam da bu süreçte
ortaya çıktı sanıyorum.
M.Ö.-Farkındalığın artmasına sebep
oldu diyebiliriz. Yaptıkça da haz alıyorum. Henüz coşkum sürüyor. Ben aslında aynı konuda resim yapayım diyen
biri değilimdir ama kendimi konunun
içinde bulunca da keyifli oldu. İstanbul’a ve evrene bakışımı da etkiledi.
Ülkemizdeki dönüşümleri sorgularken,
Dünya’ da mimarinin gidişatını ve
nasıl’ı düşünürken bir baktım kendimi
turuncudergi.com
İstanbul resimleri yapıyor buldum.
// E.Y.-Ne güzel olmuş. Biz de bu güzel
resimleri görme fırsatı bulduk.
M.Ö.- Emine Hanım bu şöyle bir şey,
garip bir şey. Kendi resmini yapana
kadar beğeniyor, bitirdikten sonra
beğenmiyor insan. Biter bitmez başka
bir şeye yelken açıyor.
Sanattan anlayan birilerinin olması
beni çok çok mutlu eder. Ayrıca kişinin
kendinden anlayan insanların olması
daha da mutlu eder İltifatlarınız için
teşekkür ediyorum.
// E.Y.-Ben teşekkür ederim efendim.
Peki yeni neslin sanat algısı hakkında
ne düşünüyorsunuz? Görsel ve dijital
sanatlara özellikle de fotoğrafa çok
ilgili bir nesil var. Hatta dijital teknikler
kullanılıp, fotoğraflarla oynayarak,
resimdeki dokular elde edilmeye çalışılıyor. Dijital sanatlar da hakeza öyle.
Üretkenlik var. Arayış içindeler. Gelecek
için ümitli misiniz, bunun yeni neslin
sanat algısının gelişmesi için fırsat
olabileceğini düşünüyor musunuz?
M.Ö.-Bu konuda tutucu olmak istemiyorum. Çünkü gençlerin ihtiyaçları
çok fazla ve farklı. Bir yerde okudum
geçenlerde, kalem ile yazmayı bıraktı herkes, yazılım yazmaya başladı,
gibi bir ifade. Nerde olduğunu hatırlamıyorum ama çok uç bir durum.
Belki yakın gelecek çok farklı olacak.
Ama halihazır durum için şunları
söylemeli. Gençler çok zekiler, çok
duyarlılar fakat bunda yetmeyen bir
şey var. Tabii ki herkes işini gücünü
bırakıp resim yapsın demiyorum.
Ama hiç olmazsa eğitim sistemimiz
onlara bir eser okumayı, resme, sanat
eserine nasıl bakılacağını öğretmeli.
// E.Y.-Yani resmin ‘abc’sini öğretemiyoruz.
M.Ö.-Evet. Çocuklar bunu bilerek
dijital sanat etkinliklerini sürdürse belki
de çok daha kaliteli ürünler ortaya
koyacak. Eksik kalıyor bir şeyler. Sanat
eğitimimizde çok eksiğiz, bu çok ciddi
düşünülmesi gereken bir konu.
// E.Y.-Peki sanat eğitimini geliştirmek
için neler yapabiliriz ?
M.Ö.-Sanat eğitimini geliştirmek için
nitelikli öğretmenler yetiştirmeliyiz..
Askeri okula alır gibi 15 gün sınav
yapacaksın. Aday, çocukları seviyor
mu, ,sanatı seviyor mu, yeteneği var
mı, bu alan için uygun bir aday mı,
hazır oluşluk durumu yeterli mi?
Bunların hepsine bakmalı ve iyi bir
turuncudergi.com
eğitim alabilmeli. Bunlar yapılmayacak şeyler değil. Ama istemek
lazım. Daha nitelikli öğretmenler
yetiştirmeli, sanata değer veren
bir toplum olmayı önemsemeliyiz.
// E.Y.-İnteraktif bir eğitim yok…
M.Ö.-Uygulama gerektiren alanlarda interaktif eğitim her aşamada
mümkün olmayabilir. Nasıl ki, diş
doktoru olmak için uygulama
yapmak zorunluluksa, sanatsal kazanımlarda da uygulama
yaşantısı oluşturmamız gerekir.
// E.Y.-Sanat eğitiminin çocuğu kişiliği üzerinde olumlu etkileri olacağını anlıyoruz. Akademik başarısına
etkileri için neler diyebiliriz?
M.Ö.-Çocuk okuma yazma bilmeden önce resim yaparak okula başlar. Çocuk bize bir dünya sunar ve
hiç güdülenmeye gerek duymadan
malzemeyi bulunca dışa vurumcu
bir sanatçı gibi çalışır. Ama biz bu
mükemmel durumu sanata küskün
bir duruma dönüştürmeyi başarıyoruz.
Biz bu çocuklardan nasıl yapıp edip,
ezberlenmiş ağaçlar yapan ve çevreye
bakmayan çocuklar yetiştiriyoruz. Sorunuzu cevapsız bırakmayayım. Artık
öğrenmenin yalnızca sözel ve mantıksal, zihinsel boyutta gerçekleşmediğini
biliyoruz. Çok boyutlu zeka kuramına
göre görsel zekası da çocuğun öğrenmesinde önemli bir etkiye sahiptir ve
zeka türleri arasında korelasyon vardır.
// E.Y.- Çok konuşulup tartışılan bir
konu var, size bu konuda da soru sormak isterim. Muhafazakar sanat olur
mu? Muhafazakar sanatçı olur mu?
M.Ö.- Gönlümüzün yettiği kadar,
düşünebildiğimiz kadar söyleyelim;
insanın kendini ifade ettiği dört alan var.
Bilim, sanat, felsefe, din. Din insanın etkinlik alanı değildir, inanç alanıdır. Teslim
olursunuz ve orda inanç dışında bir şey
geliştirmezsiniz. Siz bilimde geliştirirsiniz, felsefe de düşünürsünüz ve sanat
ile eylersiniz. Evreni de bunlar oluşturur.
Dolayısıyla nasıl ki muhafazakar bilim
diye bir şey yok, zaten o ‘Hak’ı, hak olanı
bulur. Hak olan bir şeyi yapar. Sanat
da böyledir. Gerçekten samimi olarak
yapılan sanat Hak’a ve evrene, topluma
hizmet eder. Sanatçı muhafazakar olabilir. Hristiyan dünyasında yapılan resimler
din adına yapılmış resimlerdir. Ama
bugün onlar din için anılmıyor sanat
olarak anılıyor. Hani meşhur bir laf vardır
ya sanat sanat içindir. Sanat toplum için
Sanat sınırların
üzerine sıçrama tahtası
koyup, yeni kurallar
arayan, bulan ve
bunu da kabul ettiren
oluşumları içinde barındırır
olduğunda kan kaybeder, yükselmez.
O resimler ne kadar din için yapılmış görünse de sanat için yapılmıştır ve sanat
tarihinde yerlerini koruyor.
Sanatçı muhafazakar olabilir. Allah
sevgisini de işleyebilir, dünya görüşüne
göre her konuyu da işleyebilir. Burada
da sanatçıyı sanatçı yapan muhafazakarlığı değil, sanatsal yetkinliğidir.
Yetkin bir sanatçının yapacağı sanat
da tartışma konusu olmaktan uzaktır. Sanatın gönlü zengindir. İsteyen
istediği kadar sanat yapsın. Nasıl bilime
muhafazakar bilim diyemiyorsak, sanata da muhafazakar sanat diyemeyiz.
Sanat sınırların üzerine sıçrama tahtası
koyup, yeni kurallar arayan, bulan
ve bunu da kabul ettiren oluşumları
içinde barındırır.
// E.Y.-Güzel sohbetiniz için ve zaman
ayırdığınız için çok teşekkür ediyorum.
M.Ö.- Sanata katkılarınız için ben de
teşekkür ederim.
http://mukadderozdemirbalak.wix.
com/teknokta web sitesinden sanatçının resimlerine ulaşabilirsiniz.
Haziran 2015 / Turuncu Dergİ 105
KİTAP
İbadetlerde
Ruh ve
Şekİl
Kitabın Yazarı:
Prof. Dr. Mustafa Karataş
Yayınevi:
Ensar Neşriyat
Kitap Türü:
İslam
Yayınlandığı Yıl:
2014
Sayfa Sayısı:
224
Üzülerek ifade etmek gerekir ki
tahsili veya mevkii ne olursa olsun
ibadet konularında hiç umulmadık
yanlış inanç ve uygulamaların kurbanları, günümüzde sanıldığından da pek
fazladır. Nitekim bizi böyle bir çalışmaya sevk eden en büyük etken, bu tür
insanlarla devamlı yüz yüze gelmemiz,
onların sorunlarını dinleyerek yardımcı
olmaya çalışmamız olmuştur. Kitabın
giriş kısmında; ibadetin ayin, âdet ve
alışkanlıktan farklı olduğunu ortaya
RAMAZAN
GÜNLÜĞÜM
koymak bakımından ayin örnekleri
ve tarihçesi, birinci bölümde; kulluk
ve ibadet kavramları ele alınmıştır.
İkinci bölümde ibadet, ayin, âdet
ve alışkanlık olmak üzere dört terim
çerçevesinde; temizlik, namaz, Kur’an,
oruç, zekât, hac ve umre, cihat ve
nikâh gibi konular, üçüncü bölümde;
zikir-dua, tasavvuf ve tarikatlar konusu
ele alınmıştır. Kitabın son bölümünde
ise, bidat ve hurafelerden örnekler
verilerek hayatımıza girmiş pek çok bidat ve hurafe Kur’an ve sünnet ekseni
içerisinde değerlendirilmiştir.
Kitabın Yazarı:
Nurdan Damla
Yayınevi:
Nesil Yayınları
Kitap Türü:
Çocuk
Yayınlandığı Yıl:
2012
Sayfa Sayısı:
192
Ramazan gelmiş, hoş gelmiş! Evlere şenlik gelmiş. Hem de ne şenlik… 30 gün boyunca her gün bir başka heyecan, bir
başka telaş… İftarlar, sahurlar, teravihler, mahyalar, kitap fuarları… Öyle çok şey oluyor ki Ramazan’da, tadı damağımda
kalıyor. Ben de iyisi mi günlük tutayım dedim. Ramazan Günlüğü… Günlük dediysem geri durma öyle, rahat rahat
okuyabilirsin. Günlüğümün sayfalarında buluşmak dileğiyle… Hayırlı Ramazanlar, hayırlı bayramlar sana…
Ramazanda
Sağlıklı Ve
İnce
Kalın
Kitabın Yazarı:
Ender Saraç
Yayınevi:
Doğan Kitap
Kitap Türü:
Sağlık
Yayınlandığı Yıl:
2008
Sayfa Sayısı:
172
Dr. Ender Saraç, Ramazan’da da sağlıklı ve ince kalmanın sırlarını bu kitapta okurlarıyla paylaşıyor. Ramazan’da çoğu kişi
kilo vereceğini sanır. Aksine bilinçli beslenemezse kilo aldığını ve yağlandığını görür. Asıl amacımız Ramazan’da hücrelerimizi ve bir bütün olarak bedenimizi sağlıklı tutmak olmalıdır. Kilo kontrolünde esas, öz iradenin kuvvetlendirilmesidir.
Ramazan çok özel bir arınma dönemidir. Bu dönemde nefsimizi ve irademizi kuvvetlendirmemiz önemlidir.
kayra.com.tr
Çanta & Aksesuar Koleksiyonu
İlkbahar Yaz 2015

Benzer belgeler