konut politikaları ve yoksulluk

Transkript

konut politikaları ve yoksulluk
KONUT POLİTİKALARI VE YOKSULLUK
M. Ruhat YAŞAR
Özet / Abstract
Bu çalışmanın amacı, yoksullar için geliştirilen konut politikalarının daha faydalı olmasına
katkıda bulunmaktır. Bilindiği üzere konut sorunu yoksulluk sorunuyla yakından alakalıdır. Ülkemizde
yoksullar ve dar gelirliler için bütüncül bir konut ve kira politikası geliştirilememiştir. Bu yazıda
geçmişten bugüne ülkemizde uygulanan konut politikaları ile diğer gelişmekte olan bazı ülkelerde dar
gelirli ve yoksullar için yapılan konut uygularlarında yaşanan sorunlara değinilmiştir. Yoksulluğun yerel
göstergelerini bilmemiz hem bu sorunların azaltılmasına hem de konut uygulamalarında daha verimli ve
etkin çözümler üretmemize yardımcı olabilir. Bu amaçla Elâzığ’daki yoksulların barınma sorunları ele
alınarak ilimizde ve diğer yerlerde yapılabilecek konut uygulamalarının olası sorunları öngörülmeye
çalışılmaktadır. Ayrıca bu yazının, yoksullar için yapılan toplu konut uygulamalarının dışında alternatif
konut politikalarının üretilmesine de katkı sağlayacağına inanıyoruz.
Anahtar Kavramlar: Konut, Konut Politikaları ve Yoksulluk
HOUSING POLICIES AND POVERTY
The aim of this study is to provide some contribution so as for housing policies developed for the
poor to be more profitable. As is known, housing problem is related to poverty problem. In Turkey, no
comprehensive housing and renting policy has been developed for the poor and the families with low
income. This study analyzes the problems concerning the housing policies in Turkey and housing
applications in other developing countries. Defining the local indications of poverty may be beneficial in
both reducing such problems and producing more effective solutions to housing applications. With this
aim in mind, we emphasize housing problems of the poor and try to predict probable problems in housing
applications that are due to be undertaken in Elazığ and other cities. We also believe that this study will
contribute in introducing alternative housing policies besides public housing applications that are
underway for the poor.
Key Words: Housing, Housing Policies and Poverty
Giriş
Bugün hangi gazeteyi veya dergiyi açarsanız açın mutlaka eşya ve giysilerle
süslenmiş moda haberlerini ve sporla ilgili detayları görürsünüz ama reklâmlar dışında
konutlara ayrılan özel bir sayfa ya da köşe göremezsiniz. Sorun, birilerinin sandığı gibi
sadece toplumun, “dünyanın geçici” bir yer olduğuna ilişkin toplumsal hafızasından1


1
Bu çalışma Elazığ’da yoksullar yararına çalışan Mamuret’ül Aziz Yardımlaşma ve Dayanışma
Vakfı’nca yapılan ve AB tarafından desteklenen “Yoksulluk Haritası Projesi” veri tabanından
faydalanılarak hazırlanmıştır.
Kilis 7 Aralık Üniversitesi Öğretim Üyesi. E-mail: [email protected]
Genellikle bir veya iki katlı olan Türk evlerinin en önemli özelliği gösterişten şaşaadan uzak, sade,
insani boyutlarda ve işlevsel olmasıdır. Bazı düşünürler dayanıklı ve güzel yapılan hayır kurumlarının
aksine konutla ilgili düzensiz inşaların sebebi olarak kültür dünyamızda yer alan “dünyanın geçici bir
yer” olduğuna ilişkin değerin önemli olduğunu vurgularlar. Bilindiği üzere, Türk mimarisinde en
önemli etkenler Türk töreleri, İslam dininin esasları ve coğrafi şartlardır. Bu açıdan evler hem
fizyolojik hem de sosyal ve pedagojik fonksiyonları gereği mahremiyeti esas alan içe dönük bir
planlama özelliği gösterirler. Bu açıdan mekân ve konut düzenlemelerini sadece maddi şartlardan
SBArD
Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93
kaynaklanmıyor. Aslında bu, gereksiz konuları ciddiye almaktan ve asıl ciddiye
alınması gerekenlerin farkında olmamaktan kaynaklanmaktadır. Bozuk eşya satan
üreticiler, miadı dolmuş gıda satıcıları, defolu mal veren perakendeciler
cezalandırılabilir olduğu halde neden kullanım değeri olmayan konutların varlığı hala
devam etmektedir? Kaza riski nedeniyle her yıl arabaların muayenesi yapılırken
sağlıksız konutların neden herhangi bir kontrolü yok? Çünkü maalesef toplumumuzda
insanın ve yaşamının değeri yeterince önemsenmemektedir. Özellikle de yoksulların bir
değeri yok. Çünkü bazı insanlar daha eşit. Oysa bir toplumda herkesin normal
standartlarda bir konutta oturabilmesi ya da o konuta sahip olabilme şansı sosyal
eşitliğin önemli bir boyutudur. Konut, temelde bir yaşam tarzı ve ahlak sorunudur,
dolayısıyla ciddiye alınmalıdır.
Fiziksel ve toplumsal çevre algısında önemli kavramlardan birisi de yaşam kalitesidir.
Bazı düşünürlere göre yaşam kalitesi, sermaye ve emek arasındaki karşıtlıkların yerine
geçmektedir (Castells, 1997:55). Yaşam kalitesi, gelir düzeyleri, kültürleri, ahlakları veya
iradeleri göz önünde bulundurulmaksızın insanların fiziksel ve sosyal çevrelerinde sağlık ve
refah içinde öncelikle yaşamaları için gerekli olan temel gereksinimlerinin karşılanması ve daha
sonra da ruhsal ve sosyal gelişimlerinin sağlanmasını içerir (Avcıoğlu, 2002:30-36). Bu
açıdan yaşam kalitesinin önemli bir parçasını konut ve çevresi oluşturur.
Sağlıklı bir fiziksel çevre ve konut yapısı sosyal çevrenin oluşumuna ve sosyalleşmeye
önemli katkılarda bulunur. Dolayısıyla konut, ekonomik bir sorun olmanın ötesinde
anlamlar taşımaktadır. Çünkü yetersiz barınma koşulları toplumsal barışı bozabilecek
öğeler taşımaktadır. Konutun sayısal yeterliliği kadar onun niteliği ve toplumsal
dağılımı da önemlidir. Bu açıdan konut meselesi yoksulluk sorununun anlaşılmasında
ve çözümünde hayati bir öneme sahip olduğundan konutu fiziksel sağlık üzerindeki
etkilerinin ötesinde ruhsal ve sosyal denge açısından da yeniden düşünmenin zamanıdır.
Konut Hakkı ve Barınma Yoksulluğu
Konut; teoride etrafı kapalı, tavanı örtülmüş bir veya bir grup insanın diğer
fertlerden ayrı olarak yaşamasına imkân sağlayan, doğrudan doğruya sokağa, koridora
veya genel bir yere açılan, müstakil kapısı olan bina veya binanın bir bölümüdür. Ancak
çoğu kimse için konut çoğunlukla duvarları çatlamış ve tavanı delik deşik, bir grup
insanın ne diğerlerinden bağımsız yaşamasına ne de onları balık istifi olmaktan kurtaran
bir bina, belki bir bina bile değildir. Micheal Stone, barınma yoksulluğunu, insanların
diğer temel ihtiyaçları için gerekli kaynağı tüketen yüksek kira bedelinin sonucu olarak
değerlendirir (Stone, 1993:12-15). Konut sorunu aslında 19.yy başlarında sanayileşme
sonrasında ortaya çıkmış ve bu tarihten itibaren konutlar hızlı “makineleşme”, yoğun
“kentleşme” ve devasa sosyal değişmeler karşısında kişiliğini korumak isteyen insanın
sığınmak istediği son nokta olarak görülmüştür. Ancak bugün dünyada 100 milyon
insanın hiçbir barınağı bulunmamaktadır. Sağlıksız konut rakamlarıyla birlikte bu
rakamın 1 milyarın üzerinde olduğu ifade edilmektedir. Hâlbuki 1948 tarihinde, İnsan
Hakları Evrensel Beyannamesi “konutun bir insan hakkı” olduğunu bütün Dünyaya
açıkça deklare etmiştir. 1987 yılını “Evsizler İçin Konut Yılı” olarak ilan eden
okumamak gerekir. Örneğin, sadece yer sorunu nedeniyle değil dünyevileşmenin yan ısıra
mahremiyet duygusu değiştiği için apartman tipi evler yaygınlaşmıştır.
58
M. Ruhat YAŞAR
Birleşmiş Milletler bugün Habitat Gündemi ile “herkese yeterli konut” ilkelerini ana
hedefleri içerisinde göstermiş ve bu doğrultuda 189 ulusun hükümet başkanları, 2000
yılında Milenyum Deklarasyonu’nu imzalayarak 2015 yılına kadar Milenyum Kalkınma
Hedefleri’nin gerçekleştirilmesini taahhüt altına almışlardır (Keleş, 2006:428-430). Bu
taahhüdün 11. hedefi 2020 yılına kadar en az 100 milyon gecekondu sakininin
hayatında iyileştirme sağlanması olarak açıklanmıştır. Bu iyileştirmenin odağında
bulunan konutlar ise yine Habitat İstanbul Deklarasyonu’nda belirtilen özellikler
çerçevesinde ele alınmaktadır. Bu anlamda bir konutun sahip olması gereken özellikler,
“yeterli mahremiyet, yeterli mekân, fiziksel erişebilirlilik, yeterli güvenlik, yeterli
yararlanma güvencesi, yapısal sağlamlık ve dayanıklılık, yeterli aydınlatma, ısıtma ve
havalandırma, su, atık su ve katı atık yönetimi gibi yeterli ve erişilebilir konut ve bütün
bunların uygun fiyatla edinilmesi” faktörlerini kapsamaktadır (www.canaktan.org).
Konutla ilgili olarak birçok özelliğin ve işlevin gerekliliğinden bahsedilir. Konutla ilgili
olarak verilen bu fiziki tarifler bile birçok yoksulun bir konutta oturmadığına delil
olabilir.
Türkiye’de konut hakkı ile ilgili olarak 1961 Anayasasında 49. maddede; “Devlet,
yoksul veya dar gelirli ailelerin sağlık şartlarına uygun konut ihtiyaçlarını karşılayıcı
tedbirleri alır.” denilmektedir. 1982 Anayasasında 57. maddenin konu başlığı ‘konut
hakkı’ olup içeriğinde “devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir
planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır” ifadesi
bulunmaktadır. Ancak, Anayasalarda temel hakların belirtilmiş olması, bu haklardan
herkesin yararlandığı anlamına gelmemektedir. Çünkü, sağlık hakkından yaşama
hakkına, eğitim-öğretim hakkından sosyal güvenlik hakkına, çevre hakkından mülkiyet
hakkına kadar uzanan birçok hak, ancak belirli bir yaşam standardına ulaşılarak elde
edilebilir. Bu yaşam standardının her bir parçası aslında diğer öğeler ve haklar üzerinde
etki yapar. Örneğin, devletin herkesin ruhsal ve bedensel sağlığını korumasına ilişkin
anayasal ödevi konut sorununu temelde sağlık sorununun bir parçası kılmaktadır. Bu
anlamda insan hakları da birbiriyle çok yakından alakalı olduğundan insan haklarının
asgari düzeyde sağlanmasında sağlıklı bir konutta oturmanın önemli bir yeri vardır.
Öyleyse sağlık, özel hayat, güvenlik, iletişim, korunma gibi ihtiyaçların karşılanmasında
konutun gerçekten belirleyici bir yeri olduğu unutulmamalıdır. En azından yaşam
hakkının bir depremle daha doğrusu sağlıksız konutlar nedeniyle insanlarının elinden
nasıl alındığını çok yaralayıcı bir şekilde öğrendik.
Konut ihlali geniş bir hak zeminiyle ilgilidir. Genel olarak kişilerin evlerinden
çıkarılmaları veya evlerine dönmelerinin engellenmesi şeklindeki davranışlar konut
dokunulmazlığı ihlali içerisinde değerlendirilmektedir (Erdoğan, 2007:157). Halbuki,
ödeyemedikleri faturalarla geciktirdikleri kiralar nedeniyle sürekli ev sahibiyle bu tür
sorunlar yaşayan yoksulların konut dokunulmazlığı lükstür. Bu haktan mahrumiyeti
yaşayan yoksullar her zil çaldığında kapılarını gönül rahatlığıyla açamazlar. Yoksulların
önemli bir kısmı önce pusuda yatar gibi dışarıyı gören bir yerden kapı önünü gözlerler
ve gelenin kim olduğuna baktıktan sonra kapıyı açmaya karar verirler. Çalışmamızda
dikkatimizi çektiği üzere, bazı yoksulların elektrik, su faturaları veya kirâ borçları
nedeniyle kapıyı açarken, tedirgin bir sincap edasıyla, yarım açtıkları kapıda kaygıyla
tetikte bekledikleri görülmüştür. Bu açıdan sözkonusu şartlar içinde yoksullar için konut
hakkına sahip olmak ve onu kullanmak gerçekten zordur.
59
SBArD
Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93
Konuta Kimler Nasıl Konar?
Sadece mimarların değil aynı zamanda çeşitli düşünür ve aktivistlerin de istenen
tipte insanlar inşa etmek, eşit ve adil bir toplum oluşturmada işlevsel bölgeler ve mimari
tasarımlar inşa etme merakları öteden beri bilinmektedir. Bu yüzden arsa, mülkiyet ve
konut politikası neredeyse bir ideoloji sorunudur. Nitekim “olmayan yer” anlamına
gelen ütopyalarda, mekânın sosyal politika aracı olarak ilk kez düşünüldüğünü
görmekteyiz. Sosyalizmin etkisiyle ortak mülkiyet ve kullanımı öneren bu projelerin
belirgin özelliği işlevsel ve tek biçimli birimler olarak göze çarpmalarıdır2. Ütopyalarda
düşünülen şehir, sokak ve konutlar istenen tipte toplumu inşa etmenin yanı sıra o
dönemde yaşanan sorunları aşmanın bir yolu olarak hayal edilmiştir (More, 1999:60).
Toplu konutların revaçta olduğu bu günlerde toplumu inşa etmenin bir tarzı olarak toplu
konut inşaatlarını düşünmek, kapitalizme yeni yeni ayak uydurmaya çalışan siyaset
tarzımızın iktidar olma ve kontrol pratiğindeki değişmeleri anlamak açısından
anlamlıdır. Bu anlamda merkezi otoritenin kamusal kira politikalarından ziyade konut
sahibi olmaya verdiği önemin toplumu muhafazakârlaştıran yanı bir yana konutla ilgili
bu son uygulamaların ne ölçüde alt sınıflara yarayacağı temel tartışma sorunudur.
Bilindiği üzere, sosyal devlet kentin metalaşmış alanlarını, karşı müdahaleleriyle
dengelemeye çalışır. Kamu konut poltikaları, kira-yatırım denetimleri ve genel olarak
kentsel planlama bunlardan bazılarıdır. Ülkemizdeki konut piyasası canlı olmasına
rağmen sermaye azlığı nedeniyle yeterli derinlikte olmamıştır. Batı'da arazi ve konut
sunumuyla ilgili olarak ücretlerin ve ödeme gücünün yönlendirdiği kararlar, bizde
merkezi hükümetin, kent yönetiminin ve gayri meşru arazi mücadelesinin (gecekondu)
denetimindedir. Özellikle, kentsel arazilerin çoğunlukla devlet tarafından kontrol
edilmesinin önemli sosyal ve politik etkileri olduğu bilinmektedir. Gelişmiş kapitalist
toplumlarda yerleşim bölgeleri, temelde konut borsası ve arazilerin piyasa değeriyle
belirlenirken bizde kentlerin bölgelere ayrılması bile idarî kararlarla olmuştur.
Dolayısıyla kent alanlarının ve gecekondular da dâhil konut alanlarının gelişmesi
temelde doğal bir süreç değil, toplumsal ve siyasi örgütlenmenin bir uzantısı olarak
görülebilir. Bu anlamda, Osmanlı’daki vakıf sisteminin de etkisiyle geniş bir arazi
stoğunu elinde bulunduran devlet erki aslında konut açısından sosyal dengeyi gözetici
politikalar geliştirmede önemli bir manevra imkânına sahiptir. Devletin kentsel araziler
üzerindeki bu geniş tasarruf imkânı, uygulayacağı arsa ve konut politikalarıyla
toplumsal sınıflar ve tabakaşma sistemi üzerinde de oldukça olumlu etkiler yapabilir.
Bugün tüketim kalıplarının tabakalaşma desenindeki belirleyici etkisi güncel bir
tartışma konusudur. Baudrillard, kitlesel hale gelen dayanıksız tüketim nesnelerinin
sınıfsal belirleyiciliğinin azaldığını ileri sürer. Bu nedenle düşünür, gündelik tüketim
nesnelerini elde etmeye yarayan belirli marjlar arasındaki gelirin sınıfsal ayrımlardaki
öneminin mekân ve konut üzerinden arttığına dikkat çeker (Baudrillard, 1997:61).
Bilindiği üzere marxsizm konut sorununun kapitalizmin çöküşüyle ortadan kalkacağını
2
60
Sosyalizmin öncülerinden Engels, kentlerde, herhangi bir gerçek "konut darlığını" anında giderecek
mesken için yeterli bina olduğunu ve fazla konut sahiplerinin evlerine el koyarak evsiz işçileri bu
evlere yerleştirmeyi önerir.
M. Ruhat YAŞAR
savunduğundan bu konuya ilgisiz durmuştur. Hâlbuki Max Weber, Marx’ın sınıfsal
yaklaşımına alternatif olarak sosyal tabaklaşmada farklı toplumsal grupların statü,
tüketim potansiyellerine vurgu yaparak konut sorunu açısından farklı bir tez ileri sürer.
Bu anlamda yaşam şansları mekânla şekillenir ve yoksulluk marksizmin ileri sürdüğü
gibi sadece üretim ilişkilerindeki konumla değil aynı zamanda eşitsiz konut dağılımıyla
da belirlenir. Bu izden giden Pahl, konut sorununun kent yöneticilerinin, çeşitli sosyal
hareketlerin, dernek ve vakıfların, bankaların, poltika geliştiricilerin kararlarıyla alakalı
olduğunu söyleyerek analizini Weberian bir temel üzerinde sürdürür (İngram, 2008:13). Pahl, kaynaklara ulaşmanın sistematik olarak mekân bağlamında yapılaştığını ileri
sürer. Ona göre kent konut sistemini belirleyen asıl aktörler üzerinde durulmalıdır. Bu
anlamda dağılımda belirleyici olan değerler, düşünceler, ideolojiler ve etkileşim
kalıpları oldukça önem taşır.
Bilindiği üzere Weber, sosyal grupların tüketim ve statülerine göre
farklılaştıklarını ve bu unsurların onların yaşam şanslarına olan etkisine değinmiştir. Bir
tüketim nesnesi olarak muhitin ve konutun yaşam şanslarını belirlemedeki etkisi fiziksel
donanımının ötesinde sosyal sermaye içeren yapısında aranmalıdır. Neyi bildiğimizden
çok kimleri tanıdığımıza vurgu yapan İngiliz atasözü (bütün kitle iletişim olanaklarına
rağmen) aslında üstü kapalı olarak zaman geçirilen muhitin önemini ima eder. Çünkü,
elde edilen imkânlara bağlı olarak farklı mahalle örgütlenmeleri ve yaşam biçimleri
sınıf bölünmelerini derinleştirmektedir. Bunun yanı sıra konut kredilerinin
kullandırılmasında sınıflara göre oluşan farklı sunumlar, görece üst sınıfta bulunanların,
konut kredisi finansmanında avantajlı imkânlara sahip olduğu ölçüde, diğerleri
karşısındaki üstün konumunu pekiştirebilir. A.B.D. ve Britanya’da zengin alanlarda çok
daha düşük konut yoğunluğu yoluyla mekânsal eşitsizliğin yaratıldığı ve bununla da
sınıfsal eşitsizliğin pekiştirildiği bilinmektedir (Urry, 1999:25-28). Jhon Rex ile R.
Moore Birmingham’da yaptıkları bir araştırma sonucunda toplumsal grupların arzu
edilen şehir alanlarında konut sahibi olma mücadelelerini sınıfsal kavramlaştırmada
temel bir belirleyici olarak yorumlamışlardır. Onlara göre kentlerdeki toplumsal
etkileşimin temelinde yatan temel süreç az bulunan ve istenilen konut tipleri için
yürütülen rekabettir (Marshall, 1999:428). Her ne kadar bazı eleştirmenler Rex'in
"konut sınıfları"nı sınıfsal çatışmaların bir parçası olduğunu söyleyerek konut
imkânlarını bir toplumun sınıf yapısının genel karakterine katkıda bulunan ikincil bir
olgu olarak değerlendirseler de Rex ve Moore kentsel çatışmaların, sanayi alanındaki
çatışmalar kadar kronik ve yoğun olduğunu ve konut piyasasının sanayi piyasasına
doğrudan indirgenemeyen kendine has özellikleri olduğunu vurgularlar. Kamu
konutlarının ve ev kredileri için istenen vasıflar konut üzerindeki sınıf mücadelesinin iki
ana öğesidir. Çünkü kamu konutları gerekli talebi karşılayamayamadığından kredi
başvuru şartları elenecek gruplar için belirlenir. Ev sahibi olmak isteyen ve bu amaçla
konut kredisi almaya çalışan insanlar eşit imkânlara sahip olmadıklarından farklı sınıflar
konut niteliği ve kredi kullanımı konusunda kendilerine uygun bir tahsis sistemini
savunacaklardır.
Rex'e göre konut sınıfları, en değerli yerlerde kendi mülküyetinde yaşayan
insanları; bu evlere konut kredisi yoluyla "sahip olanları"; daha az talep gören yerlerde,
konut kredisiyle aldıkları konutlarda yaşayanları; şahsa ait evlerde kirada oturanları ve
devlete ait konutlarda kirada oturanları kapsar. Ülkemiz bazında düşünülecek olunursa
61
SBArD
Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93
yukarıdaki konut sınıflarının kısmen bizde de benzer şekilde farklılaştığını kabul
etmekle birlikte kiralık devlet konutları ve lojman konusunda aynı şeyi söyleyemeyiz.
Genelde üst düzey bürokratlar başta olmak üzere devlet çalışanlarına lojman tahsisinin
sınıfsal pozisyonu tahkimi üzerinde durulması gereken bir konudur. Devletin
masraflarını karşıladığı bu lojmanlarda halen bazı devlet memurlarının piyasaya göre
daha az para ödeyerek oturdukları bilinmektedir. Hem statü hem de ekonomik anlamda
katma değer yaratan lojman imkânları ülkemizde epeydir, etrafı telli duvarlı ortamlarda
sırtını devlete dayamanın, farklı sınıf algısının ve ötekileştirmenin önemi bir aracı
olmuştur.3
Görselliğin giderek daha fazla önem kazandığını ve aynı nedenle farklılığa
yapılan vurgunun mekânın değişim değerini arttırdığını biliyoruz. Görselliğin bu artan
önemi konutların benliğin sunumundaki önemini de arttırmaktadır. Bu anlamda üst gelir
grupları değişim değerini alt gelir grupları ise kullanım değerini baz alarak konut
arayışında bulunurlar ve topluluklar da aynı kaygılarla mekânsal izdüşümlerde oluşur ve
bu yüzden üst gelirliler geniş bir hareket alanına sahipken yoksullar kıstırılmışlıkla
zorunlu hareket arasında sıkışırlar. Hâlbuki mekânını ve konutunu seçme eğilimi bugün
statü arayışının gittikça artan bir eğilimi olarak göze çarpmaktadır. Pek çok kentte en
varlıklı konut sınıflarında yaşayanlar, kent merkezinden iç kentin kırsal alanlarına veya
bazen tamamen kent dışına taşınmaktadırlar. Konut kredisiyle alınmış evlerin daha az
ayrıcalıklı sahipleri de, dış kırsal alanların sürekli yayılmasına yönelik bir eğilim
yaratmaya yardımcı olarak, iç kentten uzaklara taşınmaya çalışmaktadırlar (Harvey,
1993).
Devletin hem konut kredisi, hem de kamu konutu vermediği, bu nedenle çoğu
kez ev kiralamaya zorlanan gruplar genellikle, kamu konutlarındakilerin sahip oldukları
kira denetimi ve korumasından yoksun oldukları için vicdansız ev sahipleri tarafından
kullanılmaya karşı savunmasız durumlarda yaşarlar. Bu gruplar genellikle kent içindeki
en kötü evlerde veya kentin çeperinde yer alan bakımsız ve eski evlerin bulunduğu
mahallelerde yaşarlar (Rex ve Moore, 1967). Konut piyasasındaki konumun emek
piyasasının ötesinde etnisite, yerlilik ve veraset gibi birçok avantajla alakalı olduğunu
ifade eden Rex merkezi otoritenin kamusal konut sektöründeki bürokratik
düzenlemeleri ve yerel otoritenin de öncelikli iskân düzenlemeleri aracılığıyla düzensiz
geliri olan birçok aileyi aşağı konuma mahkûm ettiklerini belirtirler.
Aslında bütün bu planlamaların olduğu gibi, ideoloji ve ütopyaların da gelip
durduğu nokta mülkiyet paylaşımının sınırlarıdır. Nasıl ki mülkiyet hakkı uygun ve
yeterli toprağın herkes için kalmaması sonucunda doğmuşsa konut hakkı da herkes için
yeterli miktarda konut ve arsa olmadığı fikriyle ortaya çıkmıştır. Bizce sorun yeterli
miktarda konut ve arazinin olmaması değil, bu mevcuttaki dağılımın düzensizliği ve
adaletsizliğidir. Mülk ve arsa sahipliği sosyal tabakalaşmada bireylerin bulunduğu yeri
anlamamız açısından önemli bir veri sunar. Bugün, zenginler kent arazisinin %90’nına
3
62
Ülkemizde kiralık devlet konutlarının olmamasını ideolojik nedenlere yani kapitalizmin etkisine
bağlayanlar olduğu kadar bunu sermaye ve örgütlenme sorununa bağlayanlar da olmuştur. Ancak
şimdiye kadar gecekondularla geçiştirilen konut sorununun azalan kent arazileri nedeniyle kronik hale
geldiği düşünülürse kiralık belediye ve devlet konutlarının olması kaçınılmaz gibi görülmektedir.
M. Ruhat YAŞAR
sahipken ve dünya kadar açık alan varken yoksullar arazinin %15’lik kısmında balık
istifi yaşamaktadırlar. Çalışan kesimlerinin sahip oldukları konumu sahip oldukları
mülkle ilişkilendiren bir çalışmada işsizlerin (%7.4) hiçbir mülk gelirine sahip
olmadıkları tespit edilmiştir (Köse ve Karahanoğulları, 2002:32). Birçok gelişmekte
olan ülkelerde özellikle de Asya ve Afrika şehirlerinde arsaların büyük bir kısmının
azınlık sayılabilecek bir nüfusun elinde bulunduğu tespit edilmiştir. Keyder ve Dündar,
ayrı ayrı yaptıkları çalışmalarında Ankara ve İstanbul’daki spekülatörlerin paralarını
gecekondu bölgelerinin lüks semtlere dönüştürüldüğü arazilere yatırarak siyasi nüfuzla
elde ettikleri inanılmaz kârlara değinirler. Daha korkunç bir örneği Mısır ve Suudi konut
sektörü üzerine veren Jeffery Nedoroscik ise bir milyondan fazla apartmanın boş olduğu
Kahire’nin yarısının boş binalarla dolu olduğunu ve şehir beş yıl içinde ikiye
katlanmasına rağmen konut krizinin hala devam ettiğini belirtir. Aslında konut sahipliği
dağılımında Türkiye ‘de de benzeri bir durum söz konusudur. Hali vakti yerinde olanlar
gerek kültürel bilinçaltı gerekse kâr amaçlı olarak fazla sayıda konut alımına
yönelmekte, bu ise mevcut piyasada hem konut hem de arsa fiyatlarını yukarı çekerek
asıl konut ihtiyacı olanların mağdur olmalarına yol açmaktadır.
Sorunu mevcut sistemlerin kötü vergilendirmeye ve vergi toplamadaki
yetersizliğe bağlayan Nick Devas üçüncü dünyadaki on kent arasında yaptığı
karşılaştırmalı analizinde durumu iyi olanların vergilendirilmesi yönünde ciddi bir çaba
olmamasına vurgu yapar (Devas, 2003:6-7). Nijerya, Jamaika, Kano ve Meksika’da da
genelde durum bundan farklı değildir. Meksika’da hali vakti yerinde olanlara ayrılan
devlet fonları konut fonlarının %50’sini kullanırken en yoksul kesime hizmet eden
fonların toplam fonlara oranı %4 civarında kalmaktadır. Bu anlamda bir yanda, az vergi
verip devlet hizmetinden daha fazla yararlanan zenginler diğer yanda ise kendilerine
verilen konut sözlerinin tutulmadığı yoksullar bulunmaktadır. Yine Castells Fransa’daki
yoksullarla ilgili düzenlemeleri kastederek, sağlıksız bölgelerde daha dar uygulamaların
yapıldığını belirtir. Sermayenin bu alanlara kayda değer katkı yapmadığını iddia eden
yazar buralardaki konut alanlarına açık alanların ve okulların yapılmadığından şikâyet
etmektedir (Devas, 2003:6-7). Sonuçta bu program aracılığıyla kent merkezinin yüksek
tabakadakilere banliyölerin ise aşağı tabakadakilere hasredildiği ifade edilmektedir.
Böylece bu program aracılığıyla devletin üretim ve idari açıdan merkezileşmesine
müdahil olarak sınıfsal konumları sağlamlaştıracak kent sistemini yeniden ürettiği ifade
edilmektedir.
Geçmişten Günümüze Konut Politikaları
Konut politikaları konusundaki aktörler konut alanlarının planlanması, yaşama
geçirilmesi ve kamusal hizmetlerin sunulmasında belirleyici olduklarından bu aktörleri ve
onların geçmişten günümüze kadar gerçekleştirdikleri rolleri irdelemek önem taşımaktadır.
Türkiye’de uygulanan konut politikaları genel olarak 1923-1950 dönemi, 1950-1980
dönemi ve 1980 sonrası olmak üzere üç ayrı dönemde incelenmektedir. Bu dönemlerin
hemen hepsinin ortak yanı yoksulları hesaba katmayan bir uygulama mantığına sahip
olmalarıdır. Bu politikalarda gerek finansman, gerek planlama gerekse uygulama
noktasında ciddi eksiklikler göze çarpmaktadır. Neredeyse önce şehirler ve konutlar
mantar gibi çıkmış sonra da, artık nasıl bir planlama anlayışıysa, bu sonuçlara göre
planlama arayışı ortaya çıkmıştır. “Kervan yolda düzelir mantığıyla” yapılan bu
63
SBArD
Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93
uygulamalar konut sorununun ve beraberinde de sosyal sorunların artmasına neden
olmuştur. Halbuki, planlamanın mantığı olası sorunları da göz önünde tutarak süreci
başından itibaren kontrol etmeye dayanır. Bizde maalesef yönetim erki hayatın
gerisinde kalarak cari olana, yani sonuca göre plan yapmaya kalkmıştır. Ülkemizde
genel anlamda konut politikalarında yaşanan bu plansızlıklar ve konut üretmedeki
yetersizlikler yoksulluğun derinleşmesinde önemli bir etkiye sahiptir.
Konutla ilgili birinci dönemde (1923-1950), savaşla tahrip edilen kentlerin imarı,
göçle gelen soydaşların yerleştirilmesi ve memurların konut sorunlarının giderilmesi ve
konut kiralarının sınırlandırılması gibi dolaylı çareler üzerinde yoğunlaşılmıştır (Keleş,
2006:523). Daha öncelikli sorunların ele alındığı bu süreçte kıt kaynaklar nedeniyle
imar problemlerinin çözümü özel teşebbüslere bırakılmış, bu nedenle konut yapımında
emlak vergisi ve ithal yapı malzemeleri için gümrük muafiyeti uygulaması yapılmıştır.
Bu dönemde konut sorunlarını çözebilmek amacıyla 1926 yılında Emlak Kredi Bankası
kurulmuşsa da bu kurumun 1946 yılına kadar etkisiz kaldığı bilinmektedir (Tosun,
2005:7). Sonuç olarak bütün halkın yoksul olduğu, ekonominin olduğu kadar sosyal
yaşamın da sorunlarla dolu olduğu bu ilk yıllar konut açısından da durgun geçmiştir.
Oysa aynı yıllarda birçok Avrupa ülkesinde kamu kuruluşlarının konut edindirmede
başat rol oynadıkları bilinmektedir. Örneğin İngiltere’de devlet kuruluşları iki dünya
savaşı arasındaki yıllarda konut üretiminin dörtte üçünü karşılamışlardır (Keleş,
2006:428).
1950-1980 döneminde, konut politikası gecekonduların önlenmesine yönelmiş4,
ancak büyük sorunlar yaratan gecekonduları engellemek amacıyla 1948 yılında kurulan
İmar ve İskân Bakanlığı da bu ciddi soruna çare olamamıştır. 1948-1953 yıllarında
çıkarılan yasalara rağmen ne konut sorunu çözülmüş ne de gecekondular
engellenebilmiştir (Sey, 1998:285). İsmi “gecekondu” olarak ilk kez 1966’da kayıtlara
düşen bu yeni yerleşim tarzını engellemek için bina teşvik yasaları birbiri ardına
çıkarılmış olsa da istenen sonuçlar alınamamıştır (Keleş, 2006:524). 1950 sonrasında
dar gelirlileri konut edindirmek için Emlak ve Kredi Bankası kurulmuş ve bu kurum
1946 ile 1980 yılları arasında 400.000 konut üretmiştir. Ancak, bu süreçte devletin
yaptığı konut projelerinin daha çok üst gelir gruplarına yöneldiği ifade edilmektedir
(Görgülü, 2003:51). Yine bu dönemde (1951) Belediye yasasında konut yetkisinin
Belediyelere verilmesi (Keleş, 2006:524) ve dar gelirli gruplara konut kredileri
sağlamak için Sosyal Sigortalar Kurumu oluşturulması gibi gelişmeler yaşanmışsa da bu
dönemde desteklenen konut kooperatifleri konut piyasasının sadece % 10’unu
oluşturmuştur (Balamir, 1996:335-336)
Konut yapımında 1950’li yılların başlarında başlayan apartmanlaşma 1965’te
kabul edilen Kat Mülkiyeti Kanunu’yla hız kazanmış (Balamir, 1996:335-336), ancak
bu gelişmeler çarpık kentleşmenin ve gecekonduların artmasına paralel bir seyir
izlemiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren toplu konut yapmayan ama devlet
arazisini de kullandırmayan politik anlayış sonraki dönemlerde popülizmi ve
himayeciliği benimsemiştir. 1966’da 775 sayılı yasa ile gecekondunun varlığı resmen
4
64
1948 yılında 25-30 bin olarak tahmin edilen gecekondu sayısı, yoğun kentleşme nedeniyle 1953’te 80
bin, 1960’ta ise 240 bin olmuştur. Yine, 1940-1950 yılları arasında %20.1 olan kentsel nüfus artışının
1950-1960 arasında %80.2 olduğu görülmektedir. (Keleş, 1978: 26).
M. Ruhat YAŞAR
kabul edilmiş ve kentte yerleşebilmeye yönelik resmi olanaklar ve kurallar getirilmiştir.
Nihayetinde gecekondu, kente ‘eklenen’ bir öğe olmaktan çıkıp, kentin temel rantlarını
paylaşma hakkı isteyen bir güce erişmiştir (Şenyapılı, 1998:311). Ancak gecekondularla
ilgili bu gelişmeleri sadece göçenlerin sorunu olarak kabul edip tek taraflı bir yanlış
olarak değerlendirmemek gerekir. Çünkü 1950’li yıllardan itibaren başlayan sanayideki
gelişmelerle kentlerde ortaya çıkan ucuz işgücü açığının, bir nevi sosyal uzlaşma
sonucunda gecekonduları kente monte ettiğini söyleyebiliriz. Bu süreçte gecekondu
çalışanları kendi barınma sorunlarını kendileri çözdüklerinden hem emek maliyeti hem
de göçün devlete yükleyeceği sosyal harcama maliyeti azalmıştır. Ancak, 1980’den
sonra, gecekonduların da kâr döngüsüne dâhil edilmeleri özellikle içinde siyasilerin de
olduğu yeni bir arsa-konut sorununu tetiklemiştir. Bir taraftan ticari rantı bir taraftan da
siyasi rantı arttırmak için devlet arazilerini yağmalatan himayeci anlayış gecekondu
nüfusuyla birlikte büyüyen genel bir konut sorununa yol açmıştır. Öyle ki, DPT’nin
verilerine dayanılarak hazırlanan bir raporda evlerini kendi elleriyle yapanların oranının
ticari amaçlı gecekondu yapanların yanında çok önemsiz kaldığı belirtilmiştir. Bu
ayrıntı ise gecekonduyu kendi elleriyle yapan yoksullarla ticari gecekonducular
arasındaki turnusol olarak yorumlanmaktadır (Ocak, 2002:101).
1960’tan başlayan planlı dönemde, konut sorunu ve kent planlaması her zaman
üzerinde önemle durulmuş konular olmasına karşın uygulamada fazla bir mesafe
alınamamıştır. Bu dönemde 1961 Anayasasıyla birlikte, dar gelirli ve yoksul ailelerin
barınma gereksinmelerinin giderilmesi görevinin devlete verilmesi önemli bir gelişme
olmakla birlikte uygulamada istenen gelişmeler sağlanamamıştır Konut sorunlarının ilk
kez kalkınmayla ilişkilendirildiği ve bir bütün olarak ele alındığı bu dönemde halk
konutu adı verilen ucuz, küçük konutlar için teşvikler yapılmış ancak bu konut
yatırımları gereksinimleri karşılamamıştır (Keleş, 2006:525-526). Bu süreçte gecekondu
alanlarına alt yapı götürülmesi, gecekonduların iyileştirilmesi, iyelik durumunun
normalleştirilmesi gibi politikaların yanı sıra kent imarı ve konut yapımı için Toplu
Konut Fonu oluşturulması ve konut kesiminde özelleştirme politikaları da güdülmüştür.
Ne var ki, düşük düzeylerdeki sermaye birikimi, özel ve kamu kaynaklarının yetersizliği
nedeniyle nüfusa oranla gerekli yapı üretimi olmadığından yeterli gelişme yine
sağlanamamıştır5. Nitekim, 1975-80 yılları arasında kooperatif oranının % 10’un altında
kaldığı görülmektedir (Keleş, 2006:439).
Konut piyasasında etkili olan bir diğer gelişme ise kooperatifçiliğin sunduğu
devasa konut imkânları olmuştur. 1980 sonrasında, ülkedeki sosyal konut gereksinimini
karşılamak üzere 1981 tarihli 2487 sayılı ‘Toplu Konut Kanunu’ çıkarılmış (Tapan,
1998:376) ve kaynak kullanımında önceliğin kooperatiflere verilmesiyle birlikte kısa
sürede çok sayıda kooperatif birlikleri kurulmuştur. Türkiye’de konut alanındaki en
5
Emre Kongar gibi bazı sosyologlara göre konut sorunundaki temel neden devlet yetkililerinin
planlama olgusuna sıcak bakmamalarından kaynaklanmaktaydı. Bu açıdan konut sektörüyle ilgili
merkezi yönetimin yeterli desteğinin olmayışı ve liberal politakalar kayıt dışı konut sektörünün ve
gecekondu yapılaşmasının temel nedeni olarak görülmektedir. Halbuki, konut sorunu sadece kapitalist
ülkelerde değil az gelişmiş bütün toplumlarda örneğin, sosyalist ülkelerde de çok kötü örneklerle
görülmüştür. Özellikle sanayileşme döneminde SCBB’deki işçilerin dağın eteklerine kazılmış
mağaralarda kaldıkları bilinmektedir (Karpat, 2003:34).
65
SBArD
Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93
büyük kamu atılımı 1981 yılında çıkarılan bu toplu konut yasası ile gerçekleştirmiştir.
Bu süreçte, Toplu konut İdaresi, 1984-1994 arasında 949.696 konuta kredi sağlamış ve
desteklenen konutların % 85,7’sini kooperatif konutları oluşturmuştur (Özüerken,
1996:363). Böylece, konut kooperatiflerinin konut üretimindeki payı 1980’de % 9
düzeyinde iken, 1990’da % 25’e yükselmiştir. Toplu Konut İdaresinin kurulmasıyla,
1984’ten itibaren 5 yıllık süre içinde yapılan kooperatifler, geçmiş 50 yılda yapılan
konut sayısının dört katına çıkmıştır. Günümüzde bu oranın % 30’un üzerine çıkmış
olduğu söylenebilir. (Keleş, 2002:451). Ancak bütün süreç içerisinde Berkman ve
Osmay’ın haklı olarak belirttikleri üzere bu yapılar, orta sınıfların arkasına devlet
desteğini de alarak rant paylaşımında kaybettiklerini geri alma amacına hizmet
ettiğinden alt sınıflara herhangi bir fayda sağlamamıştır. Bu süreçte üyelerini ağırlıklı
olarak aynı sosyal ve ekonomik kesimden toplayan kooperatif oluşumları yerlerini,
üyelerinin gerek ekonomik gerekse sosyal açıdan farklılaştığı rant amaçlı kooperatif
sistemine bıraktıkça dar gelirlilerin kooperatif aracılığıyla konut sahibi olmaları
zorlaşmıştır.
1970-80 yılları bir yandan ülkeyi kasıp kavuran terörün, siyasi istikrarsızlıkların
olduğu diğer yandan dünyaya entegre olma çabaları ile küresel aktörlerin ekonomide
söz sahibi olmaya başladıkları yeni bir dönemi başlatmıştır. Bu süreçte hükümetlerin
konut edindirmeden çekilmesi gerektiği, IMF ve Dünya Bankası destekli liberal
ekonomi tarafından sürekli dile getirilmiştir. Bu konuda devletin konut gibi ortak
tüketim alanlarına müdahalesinin kentle ilgili her tür girişimi siyasileştirdiği ve bunun
kentsel krizin derinleşmesine yol açtığı ileri sürülmüştür. Bu anlamda devletin konuta
yönelik çıkartması, ister kiraların sabitlenmesi ister kendi eliyle konut yapılması
şeklinde olsun bu sektörde özel girişimin yeni konut yapımlarını olumsuz etkileyerek
uzun vadede konut açığını arttıracağı ifade edilmektedir.
1970’lerin sonu ve 80’lerden itibaren Yapısal Uyum Programlarında, devletin
konut edindirme politikalarından vazgeçmesi gerektiği önerilmiş ve bunun gelişmekte
olan ülkelerin konut sorunlar üzerinde önemli etkileri olmuştur (Davis, 2007:85). Öyle
ki üçüncü dünya ülkelerinde var olan konut ihtiyacına karşın konut arzının yeterli
olmadığını özellikle de bu arzın yoksulların ilgisi dışında kaldığını ifade eden Berner’e
göre devlet, toplu konuttan ziyade toplu konut yıkımından sorumludur. Nitekim
Uluslarası Çalışma Örgütü (ILO) de, üçüncü dünyada resmi konut arzının yeni konut
stokunun ancak % 20’sini karşıladığını belirtmektedir (BM-HABİTAT, 1996:239).
Ülkemizde de kalkınma planlarında konut yatırımlarına ayrılan paya bakıldığında bunun
% 17’yi geçmeyeceği öngörülse de piyasadaki talebin fazlalığı bu oranı sürekli %
20’lere kadar taşımıştır. 1979 yılından itibaren de politikacılarca desteklenen bireysel
kredi yolu 1981 yılından itibaren toplu kredilerin yerine geçmeye başlamış (Keleş,
2006:526). Yine bu bu dönemde (1979-81) yüksek faiz nedeniyle insanların konut
yapmaktan, evini kiraya vermekten vazgeçip paralarını, mülklerini bankerlere kaptırdığı
ve konut piyasasının da buna paralel olarak sıkıntıya girdiği görülmüştür (Keleş,
2006:531).
1990’ların sonuna doğru hız kesen kooperatif sevdası devletin de piyasadan
çekilmesi üzerine arsa rantlarıyla gelişen yapsatçılığı doğurmuştur. Yapsatçılık olarak
bilinen Türkiye örneğinde konutlar üretilirken (Pınarcıoğlu ve Işık, 2006:105-107)
sadece arsa sahibi ve müteahhit değil aynı zamanda emeğinin karşılığında ücret alan
66
M. Ruhat YAŞAR
veya ev sahibi olan işçi aileler de bu ittifaktan payını almışlardır. Türkiyeye özgü
apartmanlaşma ve gecekondu yapılaşması başlangıçta emek yoğun işlerde çalışan
yoksullar için de önemli bir gelir kaynağı olmuştur. Ancak daha sonraları durum
değişmiştir. Nakit sıkıntısının yaşanmadığı bu ittifaktan elbette en önemli kârı arsa
sahipleri almış ve süreç içerisinde arsa bedellerindeki yükselme nedeniyle çalışanlar
aleyhine bir mekanizma gelişmiştir. Durum böyle olunca hem kat fiyatları hem de arsa
fiyatları el yakmaya başlamış ve böylece dar gelirlilerin konut sahibi olmaları tamamen
hayal olmaya başlamıştır. Kat mülkiyeti kanunuyla desteklenen yapsatçılık uzunca bir
dönem orta sınıfların konut edinmelerini sağladıysa da arsa sahibiyle yapsatçı ve emekçi
arasındaki gerilimin yanısıra yaşanan ekonomik sorunlar ruhsatlı konut yapımında
önemli bir düşmeye yol açmış, bu ise başta dar gelirliler olmak üzere bütün çalışanlar ve
yoksullar üzerinde ciddi bir konut baskısına yol açmıştır. Nitekim 70’li yıllarda % 30
bedel karşılığında verilen arsaların 80 sonrasında % 50-60 bedelini aştığı bir gerçektir.
Yapsatçıların yaşadıkları kâr marjı darlığı onları yeni arsa sahipliği yoluyla konutlar
yapmaya yöneltmiş ama onların bu girişimleri devletin konut kooperatiflerine verdiği
destekle gittikçe azalmıştır. Ancak bu süreç de fazla sürmemiştir. Emlak ve Kredi
Bankası’nın 2000’li yılların başında kapatılması konut sektöründe bir dönemin sonu
olarak değerlendirilebilir. IMF ve Dünya Bankasının batık kredileri gerekçe göstererek
bankayı kapattırması ülkenin yerel kaynaklara dayalı konut finansmanı konusundaki
tüm deneyimini ve bu konudaki toplumsal güveni olumsuz etkilemiştir.
Son yıllarda arsa rantçılığıyla yapsatçılığı birleştiren sermaye artık yeni
zenginler için olmadık lüks siteler yapmaya başlamıştır. Bireyselleşmenin arttırdığı
müstakil ev arayışları yerini, bir yandan “mahalle özlemi” bir taraftan da statü tahrikiyle
gelişen güvenlikli sitelere devretmektedir (Perouse ve Danış, 2005:93-113). 2004
yılından itibaren lüks konut ve villalarda yüksek satış oranları dikkat çekmektedir.
İnşaatların büyük bir kısmının daha başlamadan satıldığı söylenen bu projelerde birim
fiyatların 200 bin ABD doları ile 2 milyon ABD doları arasında değiştiği ifade
edilmektedir (TOKİ, 2006a:72). Sadece deprem, trafik, gürültü ve güvenlik sorununu
değil yoksullara etiketlenmiş her tür riski arkasına bırakarak gelişen bu yeni konut
alanlarının gelişmiş alt yapı, konfor ve estetiği birleştiren bir kurguya sahip oldukları
gözlenmektedir. Son yıllarda gelişen bu güvenlikli site ve rezidanslar, dışa açılımcı
ekonomik politikalarla zenginleşenlerin vazgeçilmez mekânları haline gelmektedir.
Aylığı 3-4 milyara varan bu saraycıklar bir yandan üst sınıfların tüketim kültürünü
yansıtırken bir yandan da, şehir merkezinden, “içerdekilerden” kaçmayı ifade
etmektedir. Kamu hizmetleri yerine kameralı, özel güvenlik şirketlerinin tercih edildiği
bu yeni konutlar elbette steril ve yeni bir yaşam tarzını simgelemektedir. Seçkinliğin,
yeni kimlik arayışlarının ve ayrıcalığın adresi bir anlamda konut ve yerleşim alanlarında
simgeleşmektedir. Mekândaki bu yarılma bir yandan sosyal yarılmayı bir yandan da
merkezdeki bazı mahallelerin çöküntü mahalleleri haline gelmesine yol açmaktadır.
Sosyal yaşamı daraltan bu süreç zenginlerin steril mekânlarda yoksulların ise daha fazla
oranda çöküntü mahallelerde, kötü ve eski konutlarda yaşamaları anlamına gelmektedir.
Konutta Mevcut Durum
Konut sorunu nüfus artışı, göç ve şehirleşme hızına bağlı olarak ortaya çıkan
çarpık şehirleşmenin en büyük göstergelerinden biridir. Ekonomik ve sosyal politikalar
açısından bakılacak olunursa bu sorun temelde yoksullukla alakalıdır. Çünkü aşırı
67
SBArD
Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93
kentleşmeyi iş arzı değil yoksulluk üretmektedir. Bunun en önemli sebeplerinden birisi
ise kırsal alandaki ve taşradaki yoksulluk ve altüst oluştur. Kent hayatındaki yetersizlik
kırsal alandaki yetersizliğe tercih edilmekte ve bu akış kötü yönetimlerle birleşince
gecekondulaşma ve yetersiz konut problemini doğurmaktadır. İster sosyalist ister
kapitalist olsun çoğu ülkede ama özellikle de az gelişmiş ülkelerde gecekondu sorunu
konut sorunuyla birlikte gittikçe büyümektedir. Konut sorununa ciddi ve kalıcı
çözümlerin olmaması durumunda gecekonduların geleceğimize ipotek koyması
kaçınılmaz gibi gözükmektedir.
Davis Dünya’nın büyük kentleri başta olmak üzere çeşitli ülkelerdeki gecekondu
olgusunun devasa hacmi karşısında şunları söyler: “Velhasıl geleceğin kentleri ilk
dönem şehir planlamacılarının tasavvur ettiği gibi cam ve çelikten değil büyük oranda
kaba tuğla, saman, geri dönüştürülmüş plastik, briket ve hurda tahtalardan inşa
edilecektir. 21. yüzyılın kent dünyası gökyüzüne yükselen ışıklı kentler yerine büyük
oranda çerçöp, dışkı ve pislik içine gömülmüş kentlerden oluşmaktadır.” Davis’e göre
çağımız kent sakini kent hayatının ilk dönemlerinde 9 bin yıl önce Anadolu’nun
Çatalhöyük’ yerleşim birimindeki dayanıklı kerpiç evlerine imrenmesi işten bile
değildir. Planlama uzmanı Guatam Chatterjee, “bu eğilim devam ederse gecekondu
mahalleleri dışında hiçbir kentimizin olmayacağını” vurgular (Davis, 2997:34). Çoğu
gelişmekte olan bu kentlerin %29’una polislerin giremediği ve tehlikeli bölgeler olarak
adlandırılan bu tip yerlerin Latin Amerika’daki oranının % 48’e vardığı bilinmektedir
(TOKİ, 2006a:9).
Ülkemizde, başlangıçta, Marshall yardımları, tarımda modernleşme ve ithal
ikameci sanayi, daha sonra da tarımdaki sübvansiyonun geri çekilmesi, ürün fiyatlarının
çöküşü, kuraklık, toprağın parçalanması kırsal alanlardan kentlere yönelik göçü
hızlandırmıştır. Bunun yanı sıra yerel güvenlik ağlarının çöküşü, sağlık, eğitim ve diğer
kamu hizmetlerinden uzaklık ve uzakları yakın kılan ulaşım, köyden kente ve kentten de
büyük kentlere olan göçü hızlandırmıştır. Ancak, bütün bu faktörler içerisinde
sayılmayan bir etken daha var, o da evsizlik ve mülksüzlük. Özellikle de evsizlik, göç
ve hareketlilikte çok önemsenmelidir. Çünkü evi olanların ve özellikle de vadeyle ev
sahibi olanların yer değiştirme olasılıkları düşer, olmayanların artar. Bu durumun her ne
kadar iş amaçlı ve olumlu sayılabilecek hareketlilikleri engelleyeceği söz konusu olsa
da bunu yoksullar için söylemek pek doğru değildir.
Göç günümüzdeki yoksulluk probleminin temel özelliklerinden biridir. Özellikle
son zamanlarda göçün niteliğindeki önemli değişmeler yoksulluk üzerinde belirleyici
bir etkiye sahiptir. Bugün terör nedeniyle yaşananan zorunlu göç olgusu, bu sele
hazırlıksız yakalanan kentlerde taşları yerinden oynatmıştır6. Yaklaşık 15 yıldır devam
eden Doğu-Batı, Kuzey-Güney eksenli bu göç sürei ciddi alt yapı sorunlarına neden
6
68
1983 yılında terör nedeniyle yaşanan göç, toplam göç nedenleri içinde % 7 iken 1983-1990 arasında
bu oran % 64.5’e 1993 yılında ise % 83.4’e yükselmiştir (Türkdoğan, 2006:84). 1987-1995 yılları
arasında sadece Diyarbakır yöresinde 311.000 kişinin göç ettiği ve bugün bu oranın 431200 civarında
olduğu ifade edilmektedir. Sekiz yıl içinde bölgemizde köy ve köy altı yerleşimlerden göç eden hane
sayısı 49068’dir. Her ailenin yaklaışık 5 kişiden oluştuğu düşünülürse yaklaşık 250 bin kişinin kırsal
alandan göç ettiğni söyleyebiliriz. Artık sülale ve köy göçlerinin belirleyici olduğu bu sürecin 1997
yılından itibaren yavaşladığı (% 28) ve az da olsa geri dönüşlerden bahsedilmektedir (Türkdoğan,
2006:43-84).
M. Ruhat YAŞAR
olmuş, insanların barınma ihtimallerini çok olumsuz etkilemiştir. Doğu’dan yapılan
göçün yönü konusunda net bilgiler olmamakla birlikte, söz konusu göçlerde yakınlığına
göre bazı illerin ve kırsal nüfusun yine bu bölgedeki şehir merkezlerine gittiğini tahmin
edebiliriz. Çünkü, 1960 ile 70’li yıllar arasındaki göçte mesafe ne olursa olsun göçen
insanların çoğu büyük şehirlere doğru ve tek hamleli bir hareketlilik gösteriyorlardı..
Ancak şimdi, göçlerin genelde yakındaki şehirlere ve aşamalı tarzda yapıldığı
görülmektedir (Karpat, 2003:141). Bu durum D. Anadolu ve Güney Doğu bölgesindeki
illerde konut sunumu açısından ciddi önlemler alınmasını gerektirmektedir.
Konut seçimi üçüncü dünyadaki yoksullar için ince bir denklemin üstesinden
gelmek anlamına gelir. Turner’e göre “konut bir fiildir”. Ona göre kente yeni gelenler
önce iş bulabilmek için kent merkezine yakın ya da güzergâhtaki bir yere yerleşirler ve
iş bulduktan sonra da mal mülk edinecekleri dış mahallelere taşınırlar. Yoksul kentliler
konut maliyeti, zilyetlik güvencesi, barınma kalitesi, iş güzergâhı ve kişisel güvenlik
arasında bir denge kurmaya çalışırlar. Bazıları konut güvenliğini, bazıları işe yakınlığı,
bazıları da bedava arsayı yerleşim önceliği olarak düşünürler (Davis, 2007:45). Yoksul
kentlilerin beşte biri ya da üçte biri kent çekirdeğinde veya merkeze yakın eski kiralık
evlerde yaşamaktadır. Bazı ülkelerde yoksullar eski burjuva evlerinde, bazıları yoksullar
için yapılmış ucuz ve bakımsız konutlarda bazıları ise köhne yapılarda kalmaktadırlar.
Bazı ülkelerde yoksul evleri tek odalı kafesler, kaldırımlar üzerine tenekelerden
yapılmış derme çatma barınaklar ve çok kötü gecekondular şeklinde bir görünüm
sunarken ülkemizdeki yoksul mekânları görece daha iyidir. Bununla birlikte genelde
kayıt dışı anlaşmalarla kirada oturan ve oldukça dağınık, süreksiz yerleşimleri bulunan
yoksul kiracıların durumu her zaman kötü ve belirsizdir.
Kentlerdeki ve özellikle büyük kentlerdeki konut mülkiyeti oranları, göçlerle
kıyaslandığında Türkiye ortalamasına göre oldukça düşük kalmaktadır. Nitekim,
Türkiye’de ortalama % 70 dolayında olan konut mülkiyeti kentlerde % 50’ye, büyük
kentlerde ise % 40’a düşmüştür. Bu süreçte, sağlıksız ve izinsiz konut yapımı ülkenin
temel sorunlarından biri haline gelmiştir (TOKİ, 2006a:65). Kentleşme hızına bağlı
olarak konut talebi arttıkça devletin geri çekildiği bu alan, enformel sektörün belirleyici
olduğu çarpık yapılaşmaya sahne olmaktadır. Üstelik bu nüfus baskısı sadece
gecekondular şeklinde kendini göstermemektedir. Özellikle taşradaki Belediyelerin imar
izni verdiği yapılaşmalar bile oldukça plansız ve sorunlu doğmaktadır. Yani yapılan
planlar bile bırakın uzun vadeyi kısa vadede bile başta trafik olmak üzere birçok konuda
yetersiz kalmaktadır. Elbette kentleşme sorunlarında en ciddi sıkıntı kentin fiziki
görünümü değil, onunla birlikte gelişen yoksulluk ve buna bağlı sorunlar
oluşturmaktadır. Konut yetersizliği bir yandan toprak rantını büyütürken, öte yandan da
kira miktarını arttırarak alt gelirlilerin ciddi sorunlarla karşılaşmalarına yol açmıştır.
Sayılarla Konut İhtiyacı
Ülkemizde, konut meselesine makro açıdan bakan inceleme sonuçlarına göre,
konut ihtiyacı, nüfus artışından kaynaklanan “demografik” faktörlerle elverişsiz
meskenlerin yaşanabilir hale getirilmesinden kaynaklanan “yenileme” faktörlerinin
toplamından oluşmaktadır. Ancak ülkemizde konut talebinden çok konut ihtiyacı
69
SBArD
Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93
bulunmaktadır7. 1995-2000 yılları arasında, 2.540.000 olarak belirlenen konut ihtiyacı,
yapılan inşaat sayısı (1,3 milyon) ile kıyaslandığında aradaki farkın büyük olduğu ve
bunun kaçak yapılaşma ve gecekondu ile kapandığı tahmin edilmektedir (Keleş,
2006:450-458). Yapılan hesaplamalara göre Türkiye’de büyük çoğunluğu kayıtsız olan
12 milyona yakın düşük kaliteli konut olduğu ortaya çıkıyor. Konutların ancak 1
milyona yakını orta üstü ve lüks konutlardan oluşuyor. Konut stokunun % 55’i iskânsız
olup kentsel yerleşimlerde ruhsatlı konut oranı % 62 olarak tahmin edilmektedir. Yine
bu konutların yüzde 40’ının tadilata ihtiyacı olduğu ve sadece % 10’unun zorunlu
deprem sigortası bulunmaktadır. Dolayısıyla büyük bölümü kayıtsız ve düşük kaliteli
yapılardan oluşan bu konutlar sel, deprem, yangın gibi felaketler karşısında tamamen
savunmasızdır.
DİE tarafından 2000 yılı içerisinde gerçekleştirilen nüfus ve bina sayımı
verilerine göre 2000 yılı itibariyle Türkiye genelinde kentsel kesimde 2 milyon 691 bin
309 adet konut fazlası görünmektedir. Ancak inşaat ruhsatları ve yapı kullanım izinleri
dikkate alındığında bu rakam 6 milyon 382 bin 197 adetlik açığa dönüşüyor
(www.ntvmsnbc.com/news). Yani anayasal anlamda, devletin, barınma ihtiyacını
gidermeye yönelik yapması gereken herhangi bir çalışmaya gerek yok gibi
düşünülebilir. Fakat söz konusu veriler daha ayrıntılı analiz edildiğinde; Türkiye’de
niteliksiz olarak tarif edilebilen yani yasal kuralların ihlal edilmesiyle inşa edilmiş
konutlar inceleme dışında bırakıldığı zaman 6 milyon 382 bin 197 adet konut açığı
olduğu ortaya çıkmaktadır.
Türkiye Konut Müsteşarlığının ‘2000-2010 Yılı Konut Araştırması’na göre
ülkemizde (ruhsatsız-ruhsatlı ayrımı yapılmadan) önümüzdeki 5 yılda 1.5 milyon konut
ihtiyacı bulunmaktadır. Bu durum yılda 400 bine yakın konut yapılması anlamına
gelmektedir. Söz konusu ihtiyacın tamamının devlet eliyle yapılması mümkün değildir.
Bu nedenle özellikle alt ve orta gelir gruplarının konut sorunun çözülebilmesi için;
belediye, kooperatif ve özel sektör aracılığıyla altyapısı hazır arsalarda konut üretilmesi
gerekmektedir. Konut sorununda asıl yaşanan sorun, yoksulların sayısı ile bunlara hitap
edebilecek konut sayısı arasındaki çelişkidir. Hatta ülkemizde orta gelirlilerin yaklaşık
% 40’ının gelirlerinin yetersizliği nedeniyle konut pazarının dışında kaldıkları tahmin
edilmektedir (Keleş, 2006:533). Türkiye’de çoğu ilde konut fazlası görülürken sayıların
söylemediği gerçek, konut sahipliğinin gelir dilimlerindeki adaletsiz dağılımıdır.
Örneğin Doğu Anadolu Bölgesindeki konut ihtiyacı, konut stoku ve oluşan
konut fazlası oranlarına bakılırsa konut yapmaya bile gerek olmadığı kanaati oluşabilir.
Bu yanlış kanaatin altında yatan sebep yukarıda söylediğimiz gibi soruna sayıların
diliyle soruna bakmaktır. Hâlbuki mesele hangi kesimlerin kaç konut sahibi olduğu ve
7
70
Bilindiği üzere konut ihtiyacı “konut açığı” ve “konut sorunu”’nundan oluşmaktadır. “Konut sorunu;
nitelikli konut sayısındaki yetersizlikler nedeniyle, bazı ailelerin çağdaş yaşam düzeyine uygun
olmayan ve sağlık koşullarından uzak, niteliksiz konutlarda yaşamaları ve nitelikli konutlarda
yaşamak isteyenlerin de yüksek bedel ödemeleri anlamına gelmektedir. Konut sorununun ortaya
çıkardığı bir diğer problem de “konut açığı”dır. Konut açığı, bir ülkedeki konut stokunun gerekli olan
miktardan az olması anlamına gelmektedir ve kavramsal olarak niceliksel bir içerikten daha çok
niteliksel bir içerik taşımaktadır. Bu bağlamda da konut açığı, bazı ailelerin niteliksiz konutlarda
barınmaları gibi arzulanmayan bir olguyu tanımlamaktadır.” (Ertürk, 1996:191-192).
M. Ruhat YAŞAR
hangi kesimlerin gerçekten konuttan yoksun olduklarını tespit edebilmek ve buna göre
çözüm üretebilmektir. Buradaki sorun konut sayılarına, toplumsal sınıfları dikkate
almaksızın bakılmasından kaynaklanmaktadır. Örneğin, Elâzığ genelinde ev sahipliği
oranı % 70 civarındadır (ETSO, 2007:9). Yine, Elazığ’da 2010’da hiç konut yapılmasa
bile 30 bin civarında konut fazlası olacağı tahmin edilmektedir (Bkz. Ek Tablo 1).
Elazığ örneğinde, kent ortalamasında %70 olan konut sahipliği oranı yoksullar söz
konusu olduğunda sadece % 29’dur. Bu durum yüksek gelirliler için konut arzının bol
ama düşük gelirliler için çok yetersiz olduğu, dolayısıyla da yoksulların yükselen
kiraların altında ezilmeleri anlamına gelmektedir.
Sonuç olarak, konut sahipliği oranı hesaplanırken ortalama yüzdeye bakarak
genelleme yapmak doğru değildir. Bu anlamda bırakın dar gelirlilerle yoksulları, kent
içi yoksullarla gecekondu sakinleri ve yoksullarla da dip yoksullar bir tutulmamalıdır.
Yine konut açığı sadece hane halkı sayısıyla mevcut konut sayısı arasındaki
dengesizlikle de ölçülmemelidir. Bu anlamda kötü barınma koşulları ve birden fazla
ailenin birlikte yaşadığı hanelerle kalabalık haneler hesaba katılarak gizli konut açığı
dikkate alınmalıdır. Elâzığ’da yapılan çalışmada, yoksul hanelerin % 15’inin çok kötü,
% 20’sinin ise kötü evlerde kaldığı ve 1071 ailenin iki 121 ailenin de tek odalı evlerde
yaşadığı gözlenmiştir. Bunun dışında yoksul ailelerin demografik özellikleri dikkate
alındığında devingen konut ihtiyacı konusunda tahmini bir fikir edinebiliriz. Ailelerin
üye sayısına bakıldığında yoksulların % 14 (1159 aile)’ünün 7 ve üzeri sayıda üyeden
oluştuğu ve 625 hanede (% 6,8) ise iki ailenin birlikte oturduğu gözlenmiştir. Bunun da
ötesinde yoksul ailelerin 17 yaş ve üzeri yaştaki evlenmemiş kız sayısı 2927 ve erkek
sayısı ise 3718 olduğuna göre 10 yıl içinde yoksul kesimdeki bu genç grupların
gelecekteki konut ihtiyaçları tahmin edilebilir.
Gelişmiş ve Gelişmekte Olan Ülkelerde Konut Finansmanı
Konut yapımının faydası konusunda ekonomi planlamacıları ile sosyal
planlamacılar arasında görüş ayrılığı bulunmaktadır. Bu durum, konutun üretim malı ya
da tüketim malı olarak değerlendirilmesine göre değişmektedir.
Ekonomi
planlamacıları konut yatırımlarını enflasyonu yükselten, kalkınmayı azaltan bir tüketim
faktörü olarak görürlerken sosyal planlama açısından bakan bir dizi düşünür ise konut
yatırımlarının sadece bir yatırım aracı olmadığını sosyal açıdan da faydalı bir politika
aracı olduğunu düşünürler (Keleş, 2006:436). Gerçekten de konut yatırımı toplumsal
açıdan huzur ve barışa katkısı olan, insanların ekonomik verimliliğine ve kültürel
gelişimlerine katkısı olan önemli bir unsurdur (Toprak, 1988:58).
Bugün dengeli bir gelişme için bölgesel kalkınma ve kentleşme programlarında
rasyonel konut sunumunun önemli bir yer tuttuğu bilinmektedir.8 Konut harcamalarının
8
Ekonomimizin lokomotif sektörleri arasında olan konut sektörünün alt sektörlerle beraber Türkiye
ekonomisine katkısı %30 oranındadır. Konut sektöründeki bu yeni düzenlemeler kayıt dışılığı ve
niteliksiz konut inşasını engelleyebilir. İnşaat sektöründeki hareketlilik ekonomik büyümeye önemli
ölçüde katkıda bulunduğundan konut edindirme programları bir kenti yenileyip mahrumiyet halinden
kurtarabilir. Ayrıca, inşaat sektörü çimento, kum, tuğla, cam sanayi ve hazır beton gibi yaklaşık 254
alt sektörü bünyesinde barındırdığından sektörün büyümesi, özellikle dar gelirli insanların istihdamını
arttıracaktır. Konut finansmanı sorununun çağdaş finansal yöntemlerle çözümü, konut sahipliğinin
arttırılmasının getirdiği olumlu sosyal etkilerin yanı sıra, ekonomik kalkınma ve planlı kentleşmeye de
71
SBArD
Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93
bütçedeki payı en düşük ülkelerde % 5-10, orta gelirli ülkelerde % 10-20 ve yüksek
gelire yaklaşanlarda % 20-25 aralığında olduğu ve gelir açısından daha yukarılara
çıkıldığında, bütçenin sağlık, eğitim, taşıt gibi diğer kalemlere harcanması nedeniyle
konuta ayrılan payın azalma eğilimi gösterdiği ifade edilmektedir (TOKİ, 2006a:12).
Bireysel tasarruflardaki yetersizlik nedeniyle çoğu gelişmekte olan ülkelerde merkezi
yönetim, hem doğrudan konut üretimine girişmiş, hem de dar gelirli ailelere
sübvansiyon sağlamaya çalışmıştır. Ancak, genel olarak ülkemizdeki kamu konut
projeleri, dar gelirli kesimlere konut sağlanmasında başarılı olamamışlardır. Bu süreçte
enflasyon başta olmak üzere dar gelirliyi vuran ekonomik sorunların ve özellikle
krizlerin payını unutmamak gerekir. Ancak sadece gelişmekte olan ülkelerde değil
bugün Batıda da yoksul insanların konut sahibi olmalarını etkileyen en ciddi engel kredi
olanaklarının darlığı ve geri ödemelerin yüksekliğidir (İngram, 2008:15-16).
Bugün 2008 TUİK verilerine göre artan konut maliyetleri ve kiraların artması
nedeniyle ailelerin konut ihtiyaçlarını giderme şansları daha önceki dönemlere göre % 8
ile % 11 civarında azalmıştır. Gelişmekte olan ülkelerde konut projeleri dar gelirli
kesimlerin konut tercihlerini karşılamaktan uzak olduğundan üretilen bu konutlar
genellikle sübvansiyonlardan yararlanan orta ve üst gelir gruplarınca satın alınmaktadır
(Tosun, 2005:10). Gelişmekte olan ülkelerde konut talebinin şu ya bu biçimde
örgütlenememesinde ekonomik koşullar kadar eğitim düzeyinin, değer yargılarının ve
kurumsal yetersizliğin payı büyüktür. Bu ülkelerde özellikle dar gelirli gruplar için
konut finansmanı, örgütlenme modelleri ve konut sunma planları çok yetersizdir
(Tosun, 2005:7-12). 1988 yılındaki bir araştırmaya göre aile başına verilen kredi miktarı
80 metrekarelik bir sosyal konutun piyasa fiyatının dörtte birini bile karşılamıyordu
(Keleş, 2006:558). Bu yüzden Türkiye’de insanlar satın alacakları konutları kendi
kaynaklarıyla veya kişisel ilişkilerini kullanarak finanse etmektedir. Halen kişilerin
kendi kaynakları ile veya yakınlarından ödünç almak suretiyle ev sahibi olma oranı %
89’dur. Türkiye’de kredi kullanmayanların % 61,9’u birikimle, % 7,2’si önceki evini
satarak, % 5,7’si sattığı diğer taşınmazlarla, % 1,2’si ise yurt dışında yaptığı
birikimlerle konut sahibi olmuştur (TOKİ, 2006a:62). TOKİ’den konut alanların
finansman temin şekillerine bakıldığında ise, onların sadece % 64,8’inin bu alım
sürecinde TOKİ dışında bir yere borçlu olmadıkları ancak % 19,3’ünün akrabalarından
%10,3’ünün bankalardan geriye kalanların ise başka yerlerden borç aldıkları
görülmüştür (TOKİ, 2006:34). Borca ve veresiyeye dayalı ihtiyaç giderme stratejisi
güvene dayalı ilişkilerin sarsılması ve sosyal yardımlaşma ağlarının çözülmesiyle
birlikte bu yollarla ev sahibi olabilme imkânı gittikçe çıkmaza girmektedir. Bugün, hane
halkının konut edinebilmek için kurumsal bir şekilde finansman sağladığı tek alan,
banka konut kredileridir. Konut kredilerinin konut alımında kullanılma oranı ise
yalnızca % 3’tür (www.spk.gov.tr)9. Verilere göre 2004 yılında 45 bin kişi konut kredisi
9
72
olumlu etkilerde bulunur. Bunun yanı sıra, konut ve çevre politikalarının ciddiye alınmaması, ileride
yeniden imar, temizleme ve yenileme gibi ciddi harcamaların göze alınması sonucunu doğurabilir.
Sadece TOKİ doğrudan ve dolaylı projelerle 600 bin kişiye istihdam sağlamış ve bu sayı toplam
istihdamın 2,7’sine karşılık gelmektedir (TOKİ, 2006a:110).
1980 yılında konut yatırımlarının GSMH içindeki payı % 7.5, 1990’da 5.4, 2000 yılında ise 2.8’dir
(Keleş, 2006:492). Hâlbuki Avrupa'da konut kredilerinin GSMH’ye oranı ortalama % 39, Amerika'da
% 53’tür. Avrupa’da kredilerin 2005 yılı dağılımında konut kredilerinin payı % 68’dir. 2005 yılında
M. Ruhat YAŞAR
kullanmış ve bu miktar GSMH’nın binde 5’ine denk gelmektedir. Ülkemizde uygulanan
sistemin işlemesi halinde başvuru sayısına paralel olarak(1-1,5 milyon başvuru) uzun
vadede bu kredi oranının, GSMH’nın % 10’nuna ulaşması beklenmektedir. Bu oran
Latin Amerika ülkelerinde % 4-12, Ortadoğu ülkelerinde % 1-22, Doğu ve G. Doğu
Asya ülkelerinde %%2-59, ABD’de % 53, AB ülkelerinde ortalama % 39 civarındadır
(TOKİ, 2006a:63). Ülkemizde bankalara olan bu güvensizlik ve zorunlu mesafe
önümüzde dururken yoksul insanların banka kredisi kullanarak konut almalarını
beklemek pek anlamlı değildir. Gelişmiş ülkelerde merkezi yönetim konut sorununa
müdahil olmakla birlikte asıl belirleyici olan kâr güdüsü ve pazar mekanizmalarıdır10.
Dolayısıyla konut sunumundan finansmanına ve bankayla olan ilişkilerine kadar
halkımızın değer ve tutumlarını gelişmiş ülkelerinkiyle karıştırmamak önem
taşımaktadır.
Ülkemizde Toplu Konut Uygulamaları
Ülkemizde birçok sebepten dolayı büyük bir konut ihtiyacı bulunmaktadır.
Bunları nüfus artışı, kırsal alandan kente göç, gelir seviyesine paralel olarak konut
niteliklerindeki beklentilerin artması olarak sayabiliriz. Ayrıca, çekirdek aileye verilen
değer, bireysel ideolojinin artan önemi, farklılaşan çıkarlar ve kitle iletişimin ve
ulaşımın artması bireysel konutların yayılmasını ve önemini arttırmaktadır. Bunun yanı
sıra sahip olmanın artan önemi de ev sahibi olma arayışını arttırmıştır. Amerika’da
yapılan bir çalışmada insanların güzel bir evde oturmaktansa iyi komşularla birlikte
olmayı istedikleri ve bu nedenle komşuluk ilişkilerindeki azalmanın insanların ev sahibi
olma arayışlarını arttırdığı ifade edilmktedir (İngram, 2008:14).
2000 yılı TÜİK verilerine göre yıllık nüfus artış oranı % 1,8 olan ülkemizde
nüfus artış hızında (200-2004 Kentsel nüfus artış oranı: % 11,3) son yıllarda azalma
olsa da artan şehirleşme (2007’de % 2,7) ve mevcut genç nüfus nedeniyle nitelikli konut
10
ülkemizin konut için ayırdığı kredinin diğer kredileri içindeki payının % 20 olduğu ifade edilmektedir.
Ülkemizde konut sorununu sadece kaynak sıkıntısı bağlamında değerlendirmek de yanlıştır. Nitekim
konut yatırımlarının toplam yatırımlar içindeki payının % 25-35 oranında olduğu dönemlerde de
barınma sorunu giderilememiştir. Bu sorunun sürekli büyümesinde arsa payının çok yüksek olması,
enflasyon, gösterişçi tüketim alışkanlığı, yapı malzemelerinin sürekli pahalı oluşunun belirleyici bir
etkisi vardır (Keleş, 2006:492-494). Örneğin, 2005 yılında konut inşaat maliyeti TL bazında % 12,5,
ABD doları bazında ise % 18 oranında artmıştır (TOKİ, 2006a:61).
Örneğin Kuzey Avrupa’nın ve İskandinavya’da merkezi yönetim dar gelirlilere yönelik özel konut
edindirme politikaları uygularken ABD, Kanada, Avustralya, Japonya gibi ülkelerde merkezi
yönetimin rolü daha sınırlı olup piyasa mekanizmasına öncelik tanınmıştır. Örneğin, Hollanda’da
merkezi yönetim, 1988’e kadar konut yapımının yaklaşık üçte birine kredi sağlamış ve konut
politikalarında dar gelirli ailelerle yaşlı, özürlü ve etnik azınlıklar gibi özel gereksinimleri olan
kesimlere ağırlık vermektedir. Bu örnekte merkezi yönetim kira sübvansiyonu verirken, konut yapım
sübvansiyonlarını ise yerel yönetimler yapmaktadır. 1985’te GSMH’nin yüzde %3,9’unu bulan
sübvasyonlar 1990’larda %2,6 olarak açıklanmıştır. Bugün halen Hollanda’da kamu fonlarının önemli
bir bölümü konut sübvansiyonlarına ayrılmaktadır. Bir diğer örnek A.B.D.’de ise İkinci Dünya
Savaşı’nı izleyen yirmi yılda, konut sektörü banliyö alanlarına yönelmiş, banliyölerde konut yapımı
federal olanaklardan önemli ölçüde yararlanmıştır. Bunlar ev sahipliğini kolaylaştırıcı ipotek
programları ve ev sahiplerinin ipoteğe ödediği faizi vergiden düşme gibi uygulamalardır (Tosun,
2005:9).
73
SBArD
Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93
talebinin artması bekleniyor11. Yine ülkemizdeki mevcut konutların ortalama yaşı 20-30
arasında olup konutların % 60'ının nitelik açısından günün şartlarına uygun olmadığı ve
% 40’nın onarıma ihtiyacı olduğu ifade edilmektedir. Kabul edilebilir konutlarda oturan
kentlilerin oranının % 42 olduğu ve bunun çoğunluğunun da (% 70) ev sahibi oldukları
ifade edilmektedir (TOKİ, 2006a:64-66). Bunun yanı sıra şehirlerimizin etrafını tıkayan
ve ekonomik, sosyal, psikolojik, fiziksel pek çok sorunu beraberinde getiren
gecekondulaşma ve kaçak yapılaşmanın dönüşümü ihtiyacı nedeniyle de ciddi bir konut
üretimine gerek vardır. En acil konut gereksinimlerinden birini de gecekondu sorunun
gölgesinde kaybolan dar gelirli ve taşradaki yoksul vatandaşların konut ihtiyacı
oluşturmaktadır.
Yukarıda sayılan ihtiyaçlar çerçevesinde TOKİ (Toplu Konut İdaresi), 19951999 döneminde kredilendirilen konutlardan 185.379'unu tamamlamıştır. Bu, inşa
edilen konut sayısının % 14'üne karşılık gelmektedir. 1993-1999 yılında konut
üretimindeki payı % 8 düzeyinde olan TOKİ 2004 yılında yasal konut üretiminin %
25’ini (krediler hariç) karşılamıştır (TOKİ, 2006a:104-105). 58. Hükümetin faizleri
düşürmek suretiyle gerek TOKİ gerekse özel sektör aracılığıyla tetiklediği konut yapımı
bütün ülkeyi adeta inşaat alanına çevirdiği herkesin malumudur. Özellikle 2004
yılındaki kanuni değişikliklerle Arsa Ofisi’nin yetkilerini bünyesine katarak manevra
alanını genişleten TOKİ’nin, düşük maliyetlerle arsa üretimi ve konut üretmesi mümkün
hale gelmiştir12. Özellikle arsa maliyetinin toplam konut maliyeti içindeki payının %
40-60’nı oluşturduğu düşünülecek olursa bunun önemi daha da anlaşılır sanırım.
TOKİ’nin “planlı kentleşme ve konut üretimi” programı kapsamında başlatılan konut
seferberliği çerçevesinde, DPT ve TÜİK tarafından 2,5 milyon olduğu tahmin edilen
konut ihtiyacının % 5-10 kadarını karşılayacağı ifade edilmektedir (Bayraktar, 2007:2325) Ancak TOKİ’nin 2003 yılında uyguladığı ilk konut politikasında alt sınıflar ya da
dar gelirliler yerine orta sınıflar faydalanmıştır. Toplu konut Yönetiminin bugüne değin
yapmış olduğu uygulamalarda konut edinenlerin toplumsal profiline bakıldığında %
31’inin işçi, % 30’unun devlet memuru, %13’ünün orta büyüklükteki esnaf, % 7’sinin
emekliler ve % 19’unun da değişik uğraş kesimlerinden geldikleri tespit edilmiştir
(Keleş, 2006:463).
Zaten ayda en iyi ihtimalle 600-700 YTL civarında geliri olan üst yoksulların
belirli bir peşinat vererek bu evlere girmeleri mümkün değildi. Hatta bu ilk konutlara
başvuranların asgari gelir düzeyi 1.350 YTL’den aşağı olamazdı. Gerçekten de ilk konut
dizisindeki bu tür evlere yazılanların daha çok hali vakti yerinde, çoğu çift maaşlı veya
orta düzeyde ama düzenli geliri olan insanlar olduğunu görmek gerekir. Bu konuyla
ilgili olarak TOKİ konutlarını alan kişilerin profilleri hakkındaki çalışmalar
gözlemlerimizi doğrular niteliktedir. Tesadüfî örnekleme ile yapılan (örneklemin %
34’nü Diyarbakır örneği oluşturmaktadır) ve altı ilden 1029 konut sahibinin sosyoekonomik durumlarını gösteren verilerde, görüşülen kişilerin eğitim düzeyleri
11
12
74
DİE tarafından yapılan bir araştırmada 2000-2010 yılları arasında kentsel nüfus artışının 11 milyon
olması beklenmektedir.
2004 yılında çıkarılan 25671 sayılı yasa ile TOKİ, Hazineye ait atıl halde bulunan arazileri bedelsiz
olarak alıp kullanma hakkına kavuşmuştur. Böylece TOKİ, arsa üretimi ile planlı konut üretimini tek
elde toplama yetkisine kavuştuğundan toplu konut uygulamalarında maliyetin ciddi ölçüde düşeceğini
söyleyebiliriz.
M. Ruhat YAŞAR
(Üniversite mezunu: % 34) Türkiye ortalamasının üzerinde olup hane gelirlerinin aylık
ortalaması 1210 YTL’dir. Bununla ilgili olarak hanelerin % 46’sının geliri 1250-1750
YTL (% 29) ve % 25,9’unun ise 1750 YTL ve üzerinde bir gelire sahiplerdir. Bu değer
3,8 olan hane büyüklüğüne bölündüğünde ailedeki fert başına düşen gelir seviyesinin
320 YTL ve üzerinde bir miktara karşılık olduğu görülür (TOKİ, 2006:9-13). Yine bu
çalışmada hanelerin % 90,9’unun düzenli geliri olan en az bir fert olduğu tespit
edilmiştir. TOKİ’nin konut sahibi yaptığı kişilerin mesleklerine bakıldığında
çoğunluğunu memur (% 31,6), işçi (% 14.3), serbest çalışan (% 12,6) ve emeklilerin (%
9,5) oluşturduğu gözlenmektedir. Hatta, bu ilk uygulamalarda bazı kişilerin, şartları
uygun yakınlarının ismine başvurarak ikinci hatta üçüncü evlerine yazıldığı
bilinmektedir. Örneğin aynı araştırmada bu konut sahiplerinin % 23,2’sinin mesleğinin
ev hanımı olması düşündürücüdür (TOKİ, 2006:13-22). Hali vakti yerinde olanların
TOKİ’den ev almasının önemli bir sebebi elbette ikamet yerine yatırımdır. Nitekim
yukarıda bahsi geçen aynı araştırmada TOKİ’den konut edinen ailelerin % 6,5’inin en
az bir tane daha konutu olduğu tespit edilmiştir. Üstelik fazla konutu olan bu ailelerin
diğer konutlarının % 20,9’unun boş olduğunu söylemeleri dikkate değerdir (TOKİ,
2006:30-32). Bu açıdan aslında daha çok dar gelirli ve yoksullar için konut üretmesi
gereken TOKİ’nin şimdiye kadar genelde “orta düzey” gelirlilerin yanında zengin
gruplara da hitap ettiği söylenebilir. Gerek konutların metrekaresi gerekse ödeme
şartları da aslında bunun göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Kentsel Dönüşüm ve Konut Sorunu
İlk “Kentsel Yenileme” hareketleri 2. Dünya Savaş sonrası yıllarda Avrupa’da
ihtiyaç duyulan konut ihtiyacını çözmek amacıyla ortaya atılmış ve 60’lı yıllarda çok
nüfusu barındırmayı hedefleyen düşük nitelikli ve çok katlı sosyal konutlar yapılmıştır.
Avrupa’da 70’li yılllarda bizde ise 80’li yıllardan itibaren tedrici olarak refah devleti
anlayışından vazgeçilmesine karşın konut sektörünün bugün ülkemizde devlet
tarafından ele alınması ilginçtir. Nitelikli konut ihtiyacını dar gelirlileri de hesaba
katarak çözmeye çalışan siyasi irade bu şekilde ekonomik canlılığı ve kentsel dönüşümü
sağlamaya çalışmaktadır. Bilindiği üzere 58. ve 59. Hükümetler dar gelirli
vatandaşlarımızın konut sorununu çözmek ve gecekondulaşma eğilimini azaltmak için
“Acil Eylem Planı” çerçevesinde konut ve kentleşme meselesini birlikte ele alarak
ulusal düzeyde “planlı kentleşme ve konut üretimi” programı hazırlamıştır. Kentsel
Dönüşüm Programı uyarınca, 66 Belediyeyle Gecekondu Dönüşüm protokolü, 36
Belediyeyle 35 bin konut anlaşmasını imzaladığı bilinmektedir13. Yine benzer bir
amaçla dar gelirli aileler için çok önemli bir başlangıç sayılabilecek Tarımköy projesini
uygulamaya koyduğu bilinmekte ve bu kapsamda 6 bin 500 konut yapım projesinin
yapılması beklenmektedir. Cumhuriyet tarihinde ilk kez bu kadar kapsamlı olarak
13
TOKİ ile Belediye arasında bir protokol imzalanacak, arsayı belediye bulacak, inşaatı TOKİ yapacak,
belediyeye arsa karşılığı kat verilecek, katlar peşin paraya satılacak, belediye kasasına girecek bu gelir
yeni konut ya da kentsel dönüşüm projelerine ayrılabilecekti. Yıldırım Belediye Başkanı Özgen
Keskin, toplu konut projelerini anlatırken, “A, B ve V tipi konutlar yapacağız” diyordu. “V tipi ile
yani villa tipi”ni kasteden Keskin: “Yapacağımız villa tipi lüks konutları satarak dar gelirliler için
toplu konutlar yapacağız. Zenginden alıp fakire vereceğiz. Yani modern Robin Hood’luk yapacağız”
ifadeleri basında yer almıştır.
75
SBArD
Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93
yapılan toplu konut ve gecekondu dönüşüm çalışmaları hem dar gelirli kişilerin
istihdamını hem de genel yaşam kalitesini arttırmayı hedeflemektedir. Bu öngörüler ve
hedefler güzel olmakla birlikte toplu konut uygulamalarıyla ilgili olarak diğer ülkelerde
yaşanan benzeri eleştiriler TOKİ için de geçerlidir14.
TOKİ’den yapılan açıklamalar, gecekondu dönüşüm projesi ile üretilen
konutların alt sınıflara yarayacağı fikrini oluşturabilir. Bu uygulamalarda Belediye ve
TOKİ, oluşturulan komisyonlar aracılığıyla dönüşümü planlanan mahallede evin
durumuna göre konutlara belirli bir bedel biçmekte daha sonra da bunu kendi yaptıkları
dairelere peşinata sayıp uzun vadeli kredilerle (10-15 yıl) bankalara ipotekleyip
gecekondu sakinini konut sahibi yapmaya çalıştığı ifade edilmektedir. Hâlbuki “Kentsel
Dönüşüm” projelerini suçlayan bazı eleştiriler, bu uygulamalarda orada yaşayanlara söz
hakkı verilmemesini ve onların sosyal ekonomik koşulları göz önünde tutulmadan
yerlerinden edilmelerini gerekçe göstererek bu çalışmaları sosyal ve fiziki yıkım
projeleri olarak tanımlamaktadır. Kişilerin eski yerlerinden uzak yerlerde iskân
edilmeleri, kiracıların barınma haklarının güvence altında olmaması gibi sorunlardan
bahseden bu eleştirilerde ipotekle uzun dönemli borçlandırmanın dar gelirlilerin
geleceğini ipotek altına alan kötü bir macera olacağı ifade edilmektedir.
Gecekonduları bir yaşam alanı olarak yeterli bulmayan ancak bugün gecekondu
alanlarına yapılan kentsel dönüşüm müdahalelerini de yetersiz bulan bu eleştirilere göre
mevcut uygulamalar yaşam sorunlarını çözmeyi değil, gayrimenkul sektörünün kârını
arttırmayı amaçlamaktadır. Türkiye’nin farklı illerinde yapılan “Kentsel Dönüşüm”
çalışmalarının tümü hakkında bilgi sahibi olmamakla birlikte Gaziantep’te yapılan
konutların alt sınıflara gitmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Gaziantep Şahinbey
Belediyesiyle yaptığımız görüşmeler sonucunda yapılan bu konutlara başvuru
yapanların çoğunluğunu (% 75) yoksul olmayan sınıfların oluşturduğunu öğrendik.
Daha çok kent girişinin güzelleşmesi ve kent imajının düzeltilmesi fikriyle yapılan bu
projede Belediyenin kendine düşen konutları açık arttırmayla satacağı gerçeği de aslında
yapılan bu uygulamanın temel amacının da alt sınıflara hitap etmek yerine orta sınıfları
gözeten bir anlayışa dayandığını ve daha çok kenti yenilemek amacını taşıdığını
söyleyebiliriz. Bu konutların bazılarında spekülatif kâr peşinde koşan emlakçıların ve
zenginlerin girişimlerinin de amaçlanan hedefleri sulandıracağı unutulmamalıdır. Bu
durumda kentsel dönüşüm adına gecekondudan çıkarılan insanlar muhtemelen
ellerindeki paralarla ya başka yerlerde gecekondu yapmanın hesabını yapacaklar ya da
bir süreliğine başka yerlerde kirada oturarak mevcut kira ve konut fiyatlarının
hareketlenmesine yol açacaklardır.
Gerçi ilk bakışta, alt yapılı arsa arzının artması konut fiyatlarını ve kiralarını
düşürür gibi görünse de bunun sınıfsal konuma göre farklı yansımaları olduğunu
anlamamız gerekir. Toplu konut uygulamalarında hedef kitleye ulaşmak sorun oldukça
bu durum özellikle yoksul grupların zararına işleyen bir mekanizmaya dönmektedir.
14
76
İstanbul’dan Ankara’ya, Malatya’dan Samsun’a birçok ilde oluşturulan çeşitli platformlarda insanların
barınma hakkı ihlal edildiği gerekçesiyle TOKİ uygulamalarına karşı protesto ve eylemler
yapılmaktadır. Diğer liberal politikaların aksine konut yapımında devletçi bir uygulama sergileyen
TOKİ, ilginçtir ki genelde sol kanat tarafından eleştiri yağmuruna tutulmaktadır. Bu bakış açısına göre
“Kentsel Dönüşüm ve Yenileme” faaliyetleri tıkanan kentsel arsa ve konut üretimini sermayenin ve
üst sınıfların çıkarını dönüştürme biçiminden başka bir şey değil.
M. Ruhat YAŞAR
Aslında daha önce başka ülkelerde de benzeri sorunlar yaşanmış ve maalesef
başlangıçtaki hedeflere ulaşılamadığı gibi beklenmeyen kötü sonuçlar da ortaya
çıkmıştır. Gooptu, idealist projeler olarak ortaya atılan kent planlamalarının mal-mülk
sahibi kişilerin çıkarlarına göre yontulduğundan bahseder (Gooptu, 2001:84). Birçok
ülkede devlet yardımlarıyla yapılan konut alanlarının genelde bir şekilde devlet
memurlarının sahip çıktıkları müstakil evlerle apartmanlar haline geldiği ve yoksulların
da eski yerlerinde kalmaya devam ettikleri gözlenmiştir (Risbud, 2002:61).
Filipinlerde Dünya Bankasının yerel yetkililerle işbirliği yaparak gerçekleştirdiği
bir çalışmada gecekonduların da içinde bulunduğu Tondo sahil boyunca uzanan 253
harap alanın düzenlenmesi için proje geliştirilmiş ancak yapılan yatırımlar inşaat şanayii
ile emlakçılara sızdırılarak istenmeyen sonuçlar ortaya çıkmıştır. E. Berner’in dediğine
göre burada oturanların hepsi 5 yıl içinde evlerini terk ettiler, çünkü arsaları zenginlere
satılmıştı (Erhard, 2000:558-9). Çoğu gecekondu kurtarma operasyonunun kâğıt
üzerinde kaldığını belirten Verma ise İstanbul Habitat II konferansı ödülü ile 1998 Ağa
Han ödülünü alan Indore projesinin söylendiği gibi başarı hikâyesi olmadığını tersine alt
yapıdan yoksun bir felaket olduğunu vurgular (Verma, 2002:150-2). Yine, Tunus’ta
devlet destekli konutların sadece % 25’inden yoksulların faydalandığı tespit edilmiştir.
Delhi’de 450.000 gecekondu sakininin tahliye edildiği bir kentte yoksullar için sadece
110.000 bin evin inşa edildiği tespit edilmiştir. Hatta Hindistan Komünist Partisinin
gecekondu sakinlerinin kurtuluşu adına yürüttüğü başka bir konut projesinin ve
Vietnem’da aynı amaçlı bir konut planlamasının yine seçkinlerin av partisine dönüştüğü
ifade edilmektedir. Hindistan’da planlanan bu konutların da önemli birkısmı da sonuçta
orta ve üst sınıfların hanesine yazılmış ve üstelik bu nedenle yerlerinden edilen
yoksullar daha da zor durumlara düşmüşlerdir (Risbud:61). Bu açıdan ülkemizde
yapılan kentsel dönüşüm ve toplu konut uygulamalarında çok dikkatli olunarak başarılı
örnekler örnek alınmalıdır. Bu konuda Brezilya’nın Toplu Konut Kurumunun yaptığı
uygulama dünyadaki en iyi uygulamalardan biri olarak değerlendirilmektedir (Karpat,
2003:33). Yine Hong Kong yönetiminin, milyonlarca gecekonducuyu ve köhne evlerde
yaşayan yoksulları yeni apartmanlara yerleştirmede üstün bir başarı gösterdiği ifade
edilmektedir. Sürekli ucuz işgücüyle artan arazi değerlerini dengeleyen Japon yönetimi,
yerleşimi kent etrafına yayarak yoksulları merkezdeki kira denetimli evlerden buralara
yerleştirmeyi başarmıştır. 1960’larda kişi başına düşen oda sayısının 2.17 metrekare
olduğu Hong Kong’ta formel konutlar açısından bugün hala dünyanın en yoğun nüfuslu
yerleşimi bulunmaktadır (Davis, 2007:85). Ancak bu iyi örneklerin de olumsuz
eleştirilere maruz kalmadığını söyleyemeyiz.
Alt Gelirliler ve Yoksullar İçin Toplu Konut Uygulamaları
Sembolik sermayenin bu “yaratıcı yıkım” özelliği parasal değerlerle alakalı
olduğu ölçüde geçicidir. Bu anlamda D. Harvey, mekânsal süreçlerin sermaye birikimi
ve sınıf ilişkilerinin niteliği ile ilgili olduğunu belirterek toplumsal dönüşümle mekânsal
dönüşüm arasında bir ilişki olduğunu vurgular. Ona göre, mekân ve mekânsal
değişmeler mevcut düzeni yansıtır ve bu ölçüde toplumsal sınıfların alışkanlıklarını
yansıtır (Harvey, D. (1990). “Flexible Accumalation Through Urbanization, Reflections
on Post-Modernism in the American City”, Spectra: The Yale Architectural Journal,
No: 26).
77
SBArD
Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93
Öncelikle “Kentsel Dönüşüm Programı” uyarınca alt sınıflar için yapıldığı ifade
edilen konutların sadece gecekonduları kapsadığını ve bu yenileme programının konuta
ciddi anlamda ihtiyacı olan kent içi yoksulları kapsamadığını ifade etmeliyiz. Bununla
birlikte alt gelir grubu ve yoksul gruplar olmak üzere TOKİ’nin iki farklı grup için
planladığı iki ayrı toplu konut uygulamasının, bazı eksiklikler giderildiği takdirde,
yoksulluğun önlenmesinde ve yaşam kalitesinin arttırılmasında önemli bir politika aracı
olabileceğini düşünüyoruz. Bununla birlikte VII. Beş Yıllık Kalkınma Planında yer alan
“konut sayımının periyodik olarak yapılması ve mevcut verilerin güncelliğinin
sağlanmasında kullanılabilecek “Konut Bilgi Bankası” kurulamadığından15 bu konudaki
sıkıntıların ciddi sorunlar yaşatacağını düşünüyoruz. Söz konusu sıkıntıların aşılması ve
yoksullara yönelik toplu konut yapımlarında aşağıdaki soruları dikkate almak
zorundayız;
1-Konutlar kim/kimler için yapılacak ve bu toplum kesiminin özellikleri nedir?
2-Yapılan konutlar hangi bölge-memleket-mevsim ve hangi kültür için
yapılacak?
3-Yapılacak konutun asgari fiyatı neye göre belirlenmektedir?
4-Ödemelerini zaman zaman aksatan yoksullar için ne tür esneklikler
yapılabilir?16
5-Yapılacak konutları hiçbir şekilde alamayacak yoksulların oranı bu grup
içindeki oranı nedir ve onlar için neler yapılabilir?
6-Ev sahibi olamayacak yoksullar için kira amaçlı evler nasıl organize edilebilir?
7-Yoksullar için yapılan konutların başkalarınca satın alınmaması için sadece
kâğıt üzerinde odaklanmak ne derece doğrudur ve bu konuda neler yapılabilir?
8- Yoksulların konutları yapılırken yoksullarla ilgilenen STK’larla işbirliği ne
tür faydalar yaratabilir ve bu konuda kurumsal işbirliği nasıl geliştirilebilir?
Bugün konut üretiminde devletin ana kurumuı olan TOKİ, serbest piyasa
koşullarında konut sahibi olamayanların desteklenmesi amacıyla planlar yapmaktadır.
TOKİ tarafından üretilmekte olan 281.084 konutun 237.791’inin yani % 83’ünün sosyal
konut niteliğinde olması ve bunların yaklaşık % 60’nın (139.123) dar gelirli ve orta
sınıflara, % 20’inin (59.934) yoksullara ve alt gelir grubuna, % 11’nin de (28.704)
gecekondu dönüşüm uygulamasına göre planlandığı ifade edilmektedir (Bayraktar,
2007:33-35). Öncelikle, yoksullar için düşünülen konutların % 20 ile sınırlı tutulması
oldukça yetersizdir. Çünkü zaten orta sınıfa hitap eden evler bulunmaktadır. Burada
belki yapılması gereken orta sınıflar için yapılan evlerden elde edilen kaynakla yoksul
evlerinin finanse edilmesi ve yoksul evlerinin nitelik ve oranlarının yükseltilmesi
olmalıdır. Bunun yanı sıra, yoksullar için düşünülen konut yapımında hedef kitlenin
tespiti ve dahası onun özelliklerinin açığa çıkarılması bakımında ciddi sorunlar
bulunmaktadır.
15
16
78
VIII. Beş Yıllık Kalkınma Planı Konut Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara 2002, s. 153
Borcun bir ay ödenememesi, senelerce taksitleri ödenen evin elden gitmesi anlamına gelebilir.
ABD‘de yapılan araştırmalar, çalışan aile reislerinin en büyük kaygısının işini ve buna bağlı olarak
evini-ailesini kaybetmek olduğunu göstermektedir. Herhangi bir kriz döneminde konut fiyatlarının
düşmesi ve ipotek edilen konutun o anki satış değerinin borcun tamamını karşılamaması durumunda,
evini kaybeden kişi aynı zamanda tüm varlıklarını da hacizle birlikte kaybedebilir.
M. Ruhat YAŞAR
Bu nedenle ülkemizde kurulacak konut finansmanında öne sürülen, sistemin
halkın asgari % 60’nı kapsaması ve aylık ödemelerde gelirin % 25-30’unu geçmemesi,
kredi tutarının evin değerine göre % 70’e kadar ulaşması şeklindeki planı kulağa hoş
gelmekle birlikte yine de sorunludur (TOKİ, 2006a:63). Burada öncelikle hangi gelir
düzeyindeki hangi kesimin baz alındığı ve başvuranların da kimler olduğu net olarak
bilinmesi lazım. Mesela toplumun % 60’ı demek yerine toplumun % 15’ini oluşturan,
geliri 300 YTL ve altı düzeyde olan nüfus grubu, yine toplumun % 20’sini oluşturan ve
geliri 500-700 YTL civarında olan gruplar gibi daha spesifik nüfus kesimleri hedef
olarak belirlenmeli ve bunların sosyo-demografik özelliklerine, eğilim ve beklenti
düzeylerine göre yerelliği baz alan konut türleri üretilmelidir. Ama bu gruplara ulaşmak
için de ilgili gruplarla (özellikle yoksullar için) temas halinde olan kurumlar, STK’lar
bir komisyon oluşturarak yoksulları bilgilendirmede, isim belirlemede ve var olan
başvuruları teyit etmede yardımcı olabilirler. Yoksa, konut sorunu olmayanların ticari
amaçlı olarak ikinci üçüncü konutlarını almaları gibi sonuçlar ortaya çıkabilir ve
yoksullar için üretilen konutlar birileri tarafından, üstelik yoksullar adına alınarak fahiş
fiyatlarla yoksullara kiraya verilebilir ve böylece sorunun çözümsüz kalmasına yol
açabilirler. Nitekim benzer sorunlar birçok gelişmiş ülkede benzer şekilde görülmüştür.
Öyle ki, en büyük ve risksiz kârları yoksullara verilen köhne evlerden elde
edildiğini belirten Lagos, özellikle, Latin Amerika, Afrika, üst ve orta sınıf üyesi
kişilerin bu kiralarla büyük gelirler elde ettiğini örneklerle belirtir (Dündar, 2001:393).
Nitekim Suzana Taschner, gecekonduların başarıyla iyileştirildiği bir çalışmada arazi ve
evlerin tüketim malı haline gelerek değerlenmesi neticesinde gecekondu yerine tek odalı
“cortiço” denilen “gecekondu içinde gecekondu evleri”nin ortaya çıkışından bahseder
(Taschner:216-219). Kısaca, kent çevresindeki arazilerin ticarileşmesi sonucunda
buralara bedelsiz biçimde sahip olma imkânı kalmadığından ve bu arsalar üzerinden
rant sağlayan devlet memurları, parti teşkilatlarıyla emlakçı ve müteahhitlerin en fazla
kâr elde ettiklerinden bahsedilmektedir.
Elazığ’da, iyi niyetlerle düşünülmüş olsa da, TOKİ’nin Abdullahpaşa semtinde
dar gelirli gruplar için düşündüğü ve birkaç yıl içinde konut yapılması koşuluyla satışa
çıkardığı alt yapılı arsalardan en fazla zengin grupların yararlandığı ve bu kesimin
başvuru için genelde cüz’i para karşılığında akrabalarının evrakını kullanarak bu ucuz
arsaların sahibi oldukları ifade edilmektedir. Şu anda 140 milyardan alıcı bulan bu
konutların üzerinde yükseldiği arsaların hangi dar gelirliler için üretildiği merak
konusudur. Benzeri bir sürecin yine Elazığ’da Çatalçeşme mahallesinde yaşandığı ve
muhtarın topladığı dilekçelere rağmen buraya TOKİ konutlarının yapılmadığı daha
sonra da aynı imarlı ucuz arazilerin arsa kurtlarının sofrasına kaldığı söylenmektedir.
Belki de bir gün aynı yerde yoksullara yapılacak konutlar için ihtiyaç duyulacak bu
arsaların spekülatif maliyeti yine yoksulların sırtına vurulacaktır.
Bu konuda yaşanabilecek diğer önemli bir sorun da yoksulların gelir
durumlarının söz konusu konut uygulamasına ne ölçüde yeteceğidir. Nitekim
uygulamaya bakıldığında TOKİ’nin istenen satış performansını gösteremediği illerde bu
sorunda belirleyici olan faktör ekonomik yetersizlik olarak görülmektedir. Beraberinde
ulaşım ihtiyacını da getiren bu konutlar aslında belirli bir gelir seviyesini gerektiren bir
hayat tarzına dayanmaktadır. TOKİ konutlarına olan talebin yeterli olmadığı illerde
yapılan çalışmada soru sorulan insanların çoğunun (% 82) konut edinebilmek için
79
SBArD
Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93
yeterli tasarruflarının olmadığı görülmektedir. Ayrıca onlara göre (% 42,2) evlerin fiyat
ve ödemeleri çok yüksektir (TOKİ, 2006:102-116).
Bilindiği üzere, TOKİ’nin alt gelir grubuna yönelik olarak yapacağı evleri 4000
YTL peşinatla aylık 250 YTL ve üzeri taksitlerle satmayı planladığı ifade
edilmektedir17. Bu planlamada, peşinat bir yan alt gelir grubu için düşünülen konutlara
başvuru şartları içerisindeki, başvuru sahibinin en fazla 1600 YTL gelire sahip
olabileceği ifadesi kullanılmaktadır (TOKİ, 2007:12-18). Bize göre bu rakam çok
yüksek bir gelir düzeyini ifade etmektedir. Büyük şehirler için bu rakam doğru bir tespit
olabilir ama taşrada bu rakam orta sınıfların gelir düzeyine çok yakın bir rakamdır.
Çünkü, bu durum aynı konutlara geliri 1600 YTL olan ya da geliri böyle olmasa da bu
şekilde belgeleyen birinin yapacağı başvuruyla, aylık geliri 750 YTL civarında olan
birinin yapacağı başvuruyu aynı kefede değerlendirmek anlamına gelmektedir. Yani bu
uygulama bir öğretmen ya da memurla asgari ücret alan birisinin aynı kuraya tabi
tutulması anlamına gelmektedir. Kuranın belirleyici olacağı bu sistemde, orta sınıfın alt
gruplarını da içeren bu rakam (1600 YTL) nedeniyle bizim 3. derece yoksul dediğimiz
en iyi durumdaki yoksul grupların bile, zaten çok düşük olan ev sahibi olabilme şansları
daha da sınırlanmış olacaktır. Üstelik 4000 YTL peşinatın ve aylık 250 YTL ve üzeri
taksitin olması da sorunu tamamen yoksullar aleyhine çevirmektedir. Burada taşra
bağlamında söylemek gerekirse alt gelirli gruplarla alt-orta sınıflar birbirine
karıştırılmaktadır. Bunun yanı sıra, alt gelirlilerle yoksul insanların da birbirlerine
karıştırılmaması çok önem taşımaktadır. Dar gelirli insan az da olsa düzenli bir gelirin
sahibi olan insandır. Ama yoksul, bu durumda olamadığı için yoksuldur zaten.
Dolayısıyla zaten kıt olan konut sunumunun adı alt gelirliler de olsa bu kadar geniş bir
kesime sunulması yoksullar aleyhine sonuçlar yaratacaktır.
TOKİ’nin diğer bir uygulaması ise yoksul grupların peşinat ödemeksizin aylık
100-150 YTL taksitlerle başlayan ve 20 yıl vadeli 55-65 metrekare büyüklüğündeki
evlere sahip olmalarıyla ilgili projesidir (TOKİ, 2007:9-13); (Bayraktar, 2007:34).
Türkiye’de ailelerin ortalama tasarruf oranı % 16 olduğu ve düşük gelir gruplarında
konut harcamaları dışında tasarruf olanaklarının bulunmadığı bilinmektedir. Bu nedenle
düşük gelirlilerin bütçelerinin %25’ini geçmeyecek bir ödeme ile kira öder gibi taksit
vererek konut sahibi olması önemlidir (TOKİ, 2006a:68). 1996 BM Habitat II
göstergelerinde konut fiyatının hanehalkının yıllık gelirinin 5 katını aşmaması gerektiği
17
80
TOKİ, alt gelir grubu için konut ödemelerini, verilen peşinata göre ödeme miktarı ve vadeleri değişen
sabit taksit şeklinde yapacağını duyurmuştur. TOKİ alt gelir grubu için yapmayı düşündüğü konutlara
başvurularda; başvuru sahibinin, eşinin ve velayeti altındaki çocuklarının gıda, yol, vs. her türlü
aldıkları yardımlar dahil olmak üzere toplam hane halkı aylık net gelirinin en fazla 1.600 YTL. olması
istenmektedir. Hâlbuki daha önce TOKİ’nin 2007 yılına ait Konut Edindirme rehberinde aynı gruplar
için bu miktar 840 YTL olarak ifade edilmiştir. İstenen azami gelir miktarı 1600 YTL’ye
yükseltildiğine göre geliri az olanların başvuruları konusunda tereddüt ya da sıkıntılar yaşanmış
olabilir. Başvuru sahibi evli ise kendisi, eşi, velayeti altındaki çocuklarından çalışan varsa kendisinin
eşinin ve velayeti altındaki çocuklarının ayrı ayrı gelirini kanıtlayan belgelerin (tabi olarak çalıştıkları
sosyal güvenlik kurumlarından çalıştığına dair alınan belgeler ile maaş bordroları, maaş belgeleri,
vb.). ibraz edilmesi ve başvuru sahibi, eşi veya velayeti altındaki çocuklardan herhangi biri
çalışmıyorsa Emekli Sandığı, SSK ve Bağkur’dan çalışmadığına dair belgelerin tescil edilmesi
gerekmektedir (www.toki.gov.tr), (18.11.2008).
M. Ruhat YAŞAR
belirtilmektedir. Millenial Housing Komisyonuna (2002) göre Amerika’da yapılan
çalışmalardan hareketle bu Komisyon bireylerin gelirlerinin % 30’undan fazlasını
kiraya harcayan ailelerin orta düzeyde konut sorunu olduğunu ve % 50’den fazlasını
harcayanların ise ciddi konut sorunu yaşadıklarını ve bunların diğer ihtiyaçları için
gerekli olan parayı gittikçe kısmak zorunda kalarak evsizliğe gidebileceğini ifade
etmektedir (Stone, 1993:8-14). Yoksullar için düşünülen TOKİ konut satış bedelinin
yoksulların ortalama yıllık hane gelirinin kaç katı olduğu hususuna dikkat edildiğinde,
araştırma verilerimize göre, aradaki farkın yoksulların kendi içindeki farklılıklarına
paralel olarak yaklaşık 10 ile 20 kat arasında değiştiği saptanmıştır. Bu değerler olması
gereken yıllık gelirin 5 kat değerine kıyasla oldukça yüksek bir miktardır. Çünkü
yoksulların yaklaşık yarısının aylık geliri 300 YTL ve altında olmasına karşın yoksul
konutlarının bedeli 45.000 YTL civarındadır.
Yoksulların kendi evinde oturarak ev sahibi olmalarını içeren bu stratejinin
konutlara başvuru safhasından ödemelerin devamına kadar ciddi sıkıntılar doğuracağı
söylenebilir. Öncelikle, yoksullar için düşünülen ve 100-150 YTL ve üzeri taksiti olan
konutlar bile çoğu aile için hayaldir. Üstelik burada 15-20 yıl gibi ödeme süresinin
uzunluğunun kendisi bile caydırıcı bir faktör olarak düşünülebilir. Çünkü yılda iki kez
TÜFE ve ÜFE oranlarındaki (en düşük olsa bile) artış oranında taksite zam yapılması ve
ödemelerin gecikmesi halinde faiz uygulaması sorun yaratabilir. Bunun yanı sıra,
yüklenici firmanın teslim süresi içinde konut piyasa koşulları ve konut faizi durumuna
göre (TOKİ’den onay alarak olsa bile) fiyat ayarlamasını elinde bulundurması sıkıntı
yaratabilir. Ayrıca, yoksullar düzenli bir işleri olmadığı için iş olanağının bulunduğu
yere doğru hareketlilik yaşadıklarından başvuru yaptıkları konutlarda bulunma
zorunlulukları onlar için zamanla sorun haline gelebilir. Bu nedenle yoksulların sosyal
ve yerel mobilitelerini aksatmayacak ve belediyenin, yerel STK’ların destekleyeceği bir
kiralık konut politikası onlar için daha makul olabilir.
Her ne kadar TOKİ’nin yoksullar için planladığı konutlarda başvuru sahiplerinin
düzenli geliri olmayan, asgari ücret ya da onun altında kalan ve kayıt dışı gruplar
olacağı ifade edilse de söz konusu başvurularda ayrıştırıcı unsurların yetersiz kalacağını
şimdiden söyleyebiliriz18. Burada yoksullarla diğer grupları ayrıştırıcı unsurlar olarak,
ikametgah süresi, sosyal güvence durumu, nüfusa kayıt yeri ve gelir miktarının baz
alınması gayet doğal ama yetersizdir. Hatta alınan bu ölçütler bazı durumlarda ciddi
sıkıntılar da yaratabilir. Örneğin, ikamet şartı (tam olarak belirtilmemiş olmakla
birlikte) eğer 5 yıl gibi bir süre olursa ilimizde 4 yıldan daha az bir zamandır ikamet
eden yaklaşık 400 aile doğrudan kapsam dışında kalmış olacaktır. Çoğu göçle gelen bu
18
TOKİ’nin yoksul grubu için düşündüğü konut başvuruları için Yeşil Kart sahibi olmak veya 2022
Sayılı Kanun kapsamında maaş almak veya 3294 Sayılı Kanun kapsamında Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışma ve Teşvik Fonu'ndan yararlanıyor olmak ya da sosyal güvenlik kurumlarına tabi olmamak.
Bu nedenle Yeşil Kartı olmayan, Sosyal Yardımlaşma Fonu’ndan Yararlanmayan ve 2022 sayılı
Kanun kapsamında maaş almayanlarla; Emekli Sandığı, Bağ-kur ve SSK’da kayıtları olmayanlar da
bu uygulama için uygun gruplar olarak tanımlanmaktadır. Yine, bu program gereğince, sözleşme
imzalayanlar konutlarını borçları bitene kadar devredemeyeceklerdir. Ayrıca, sözleşme imzalanan
konut için borç bitene kadar, alıcının veya ailesi için ikamet koşulu aranacak olup, alıcının,
kendisinin, eşinin veya çocuklarının söz konusu konutta ikamet etmediklerinin tespit edilmesi halinde
sözleşmeleri fesih edileceği ifade edilmektedir (www.toki.gov.tr) 18.11.2008.
81
Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93
SBArD
insanların ayrıca nüfus kayıtları da konutların yapıldığı yerde olmadığı için yine proje
şartları gereğince başvurudan dışlanmış olacaklardır. Örneğin Elâzığ’da elde ettiğimiz
verilerden hareketle 3830 yoksul ailenin göçle geldiğini ve bunların yaklaşık 2000’nin
kirada oturduğunu biliyoruz. Bu durumda ikamet şartının ve yerel nüfus kayıt şartının
katı uygulanması halinde birçok yoksulun başvuruyu yapamayacaklarını ifade
edebiliriz. Ayrıca, konut uygulamasında 30 yaş sınırlaması da düşünülecek olursa (dul
ve yetimler için 25 yaş) nüfus kayıt açısından sayısını bilemediğimiz bir grup yoksulun
ve 30 yaşın altında olması itibariyle de yaklaşık 500 yoksul ailenin bu uygulamaya
başvuramayacaklarını verilerimize dayanarak söyleyebiliriz.
Eğer bu uygulamadan maksat başvuramayacak yoksulların sayısını arttırmak ise
doğrusu ciddi bir eleme yapıldığı söylenebilir. Çünkü sadece başvuru noktasında bile
yoksulların çoğu hayal kırıklığı yaşayacaklardır. Bunun yanı sıra çalışmayla ilgili olarak
kayıt dışılık oldukça fazla ve olanlar da kısmen doğrudur. Bu açıdan dar gelirlilerle
yoksul insanlara uygulanacak konut politikası özellikle bölgesel koşullar dikkate
alınarak daha kesin çizgilerle birbirlerinden ayrılmalıdır19. Üstelik konutla ilgili
politikalar sadece dar gelirli yoksul ayrımını değil aynı zamanda yoksulların kendi
içindeki çeşitliliği de dikkate almalıdır. Örneğin bu gruplar içinde sadece dullukyetimlik ve özürlülük değil aile büyüklüğü, ailenin demografik dağılımı (kız/erkek
sayısı) da dikkate alınmalıdır. Bu anlamda, kalabalık ailelerin konut ihtiyaçları, kişi
başına ödeyebilecekleri para miktarı daha az olduğundan ve kullandıkları konut
kaliteleri daha kötü olduğundan, aynı gelir dilimindeki küçük ailelerin konut
isteklerinden daha fazladır. Bunun yanı sıra, özellikle de kayıt dışı çalışanlar, bayan
hane reisleri ve hasta aile reisleri dikkate alınmalı ve özellikle bu son gruplara konut
tahsisinde öncelik tanınmalıdır20.
Tablo 1: Elâzığ’daki Yoksulların Gelir Durumu21
701 YTL ve üzeri
0,87%
601 - 700 mi l yon
5,39%
501 - 600 mi l yon
8,82%
401 - 500 mi l yon
9,29%
301 - 400 mi l yon
30,43%
201 - 300 mi l yon
27,62%
200 YTL ve a şa ğıs ı
12,60%
Hi çbi r gel i ri yok
4,97%
0
19
20
21
82
61
376
615
648
2123
1927
879
347
500
1000
1500
2000
2500
Başvuru sahiplerinin yoksullukla ilgili değerlendirme ve ayrımı yapılırken yoksullarla ilgilenen
STK’ların fikirlerinin alınması doğru olacaktır.
TOKİ’nin uygulamasında şehit, gazi ailelerinin yanı sıra ve özürlü üyeleri bulunan başvuru sahipleri
için ayrı değerlendirme kategorileri oluşturulması önemli olmakla birlikte hane reisi bayan olan veya
hasta olan yoksul ve dar gelirliler için herhangi bir kayda rastlamadığımızı belirtmeliyiz. Halbuki bu
grupların ihtiyaçları daha önceliklidir. Üstelik dul ve yetimleri olan bayan hane reisleri için de 5 yıllık
bir ikamet zorunluluğu da, eleme mantığı olsa bile, doğrusu pek anlaşılır değildir. Bunun yanı sıra
şehit, gazi, dul ve yetimler hariç diğer gruplar için 30 yaş ve üzeri bir sınırlamanın getirilmesi de
şartları uygun daha genç yoksullar için gereksiz bir engel olarak yorumlanabilir.
Kayıt dışı olduklarından ve çalışma koşulları belirsiz olduğundan yoksulların gelir durumunu
belirlemek her zaman sıkıntılı olmuştur. Çalışmamızda yoksulların kendi ifadeleri ile mahalle
sorumlularının, anketörlerin gözlemi onların gelir durumlarının tahmininde belirleyici olmuştur.
M. Ruhat YAŞAR
Elazığ’da 2007 yılında yaklaşık 7000 aile üzerinde yaptığımız “Elazığ
Yoksulluk Haritası” adlı çalışmada yoksulların sahip oldukları gelirlere bakılacak olursa
yoksullar içinde en iyi durumdaki yoksulların, ancak alt gelir dilimi ve yoksullar için
planlanan konutlara başvurabileceklerini söyleyebiliriz (Bkz. www.maziz.net). Tabloya
dikkat edilirse 500 YTL ve üzerinde geliri olan yoksulların oranı % 15 civarında olup
bunların toplamı yaklaşık 1000 ailedir. Hâlbuki düzensiz gelirleriyle bu düzeyin altında
olan ve kirada oturan çoğu yoksul ailenin önemli bir kısmı yoksul gruplar için
düşünülen evlere başvuruda zorlanacaklardır22. Bu olasılık, yaklaşık 15 bin kişinin
hayatını ve geleceğini doğrudan ilgilendirmektedir. Kurumsal maaş açısından
baktığımızda ise hangi ailelerin bu tür konutlara talip olabilecekleri konusunda şunları
söyleyebiliriz; dul-yetim aylığı alan 450 ailenin 180’i, gazi-malûl aylığı alan 45 ailenin
23’ü, sakat-özürlülük yardımı alan 363 ailenin 215’i, sosyal hizmetler aylığı alan 63
ailenin 35’i ve emekli maaşı alan 588 ailenin 215’i ve yaşlılık-hastalık aylığı alan 890
ailenin 291’i kirada oturmaktadır.
Üstelik konut pazarına ulaşabilme, krediye ulaşabilme kapasitesiyle alakalıdır.
Bu sadece bir gelirin olmasını değil aynı zamanda neredeyse bir kariyeri ve düzenli, bir
geliri gerektirir. Bunun yanı sıra finansman sisteminin işleyişinde leasing şirketleri,
bankalar ve finans kurumları köprü olarak düşünülmektedir. Ama bu ülkede, resmi
kayıtlarda olmayan, bankanın yolunu tanımayan, bankadan korkan, bankayla hayatı
boyunca işi olmamış ve olmayacak kayıt dışı yoksullar var. Dolayısıyla bir yoksulun tek
başına bütün bu bürokratik ve formalite dolu işlemleri yapması ve takip etmesi
beklenemez. Bu anlamda konutla ilgili olarak yoksullara kimlerin, nasıl rehberlik
edeceği konusunda giderilmesi gereken birçok sorun ve eksiklik bulunmaktadır. Burada,
yukarıda istatistik verileri belirtilen gruplara ulaşarak yapılması düşünülen yoksul
konutları hakkında bilgilendirici çalışmaların faydalı olacağını söyleyebiliriz. Aksi
takdirde masa başı üretilen projelerin gerçek yaşamda karşılığı olmayacaktır.
Nitekim TOKİ’nin yaptırdığı konutları satın alanlar üzerinde yapılan bir
çalışmada başvuru yapanların eğitim seviyesi Türkiye ortalamasının üzerinde olmasına
rağmen konutlarla ilgili olarak deneklerin sadece % 67,2’si başvuru öncesi
bilgilendirmenin yeterli olduğunu söylemişlerdir. Aynı araştırmada TOKİ konutlarından
haberdar olmada ulusal gazete (% 12,4), yerel gazete (% 14,3) başta olmak üzere
Belediye ilanları, yerel tv ve ulusal tv kanallarının etkili olduğu ifade edilmiştir (TOKİ,
2006:69-74). Bu araştırmada komşu, akraba v.s haber alma kaynaklarının toplamının bu
satış koşullarından haberdar etme rolü %20 ile sınırlı kalmıştır. TOKİ’nin satış
performansının düşük olduğu illerde eğitim seviyesinin düşüklüğüne paralel olarak
insanların kitle iletişim araçlarından yeterince faydalanamadıkları görülmektedir.
Örneğin TOKİ’nin konut satış performansının az olduğu illerde müşteri danışma
sürecini analiz etmek için uyguladığı bir anket çalışmasında ulusal tv (% 6,6) ve yerel tv
22
TOKİ, pörtföyünde bulunan özellikle büyük şehirlerdeki değerli arsalar üzerinde prestij projeleri ile
kaynak yaratıp bunu dar gelirli kesimlere ve yoksullara konut üretmede kullanmayı hedeflediğini ifade
etmektedir. Özel şirketlerle birlikte gerçekleştirilecek bu projelerden yüksek hasıla elde etmeyi
düşünen TOKİ özellikle Doğu ve Güneydoğu Bölgesinde yaşayan alt gelirliler için konut projeleri
yaparak sosyal fayda oluşturmayı amaçladığını ileri sürmektedir (TOKİ, 2006a:96).
83
SBArD
Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93
(% 4,9) ve tüm gazetelerin (% 7,3) TOKİ konut şartları konusunda yeterince
kullanılamadığını göstermektedir. Bu illerde insanların % 52,7’si TOKİ’nin
konutlarından haberdar olmadıklarını ifade etmişlerdir (TOKİ, 2006:114-115).
Dolayısıyla eğitim seviyesi daha düşük olan yoksullar, kitle iletişim kanallarından
habersiz oldukları için onlara konut edindirmede ciddi bir iletişim, etkileşim ve
haberleşme ağının oluşturulması gerekmektedir.
Ayrıca, bu konuda diğer bir sorun da bu sistemin uygulandığı gelişmiş ülkelerle
ülkemizin ekonomik yapısı arasındaki derin farklılıklardır. Bugün bu sistemin
uygulandığı Almanya ve A.B.D.’de konut sahibi olmanın yegâne yolu ömür boyu
borçlanmadır (Castells, 1997:36). Hâlbuki bu ülkelerde işsizlik oranı % 3-5 arasında
değişirken ülkemizde işsizlik oranı % 10 ve üzerinde seyretmektedir. Bölgesel ve yerel
farklılıklar dikkate alındığında sorun daha da önemli hale gelmektedir. Örneğin, çalışma
alanımızdaki çoğu yoksulun yaşamını bile doğru dürüst sürdüremediği bir gelirle konut
ödemesini sürekli devam ettirmesi mümkün değildir. Çünkü bazı grupların yılın önemli
bir dönemi boyunca sürekli bir işleri ve gelirleri yoktur. Nitekim, görüştüğümüz hane
reislerinin % 28’inin anket uygulanan ay içinde çalışmadıkları görülmüştür. Yine son
altı ay içerisinde toplam 1-2 ay çalışanların oranı % 14, 3-4 ay çalışanların % 37, altı ay
içinde sürekli çalışanların oranının ise sadece % 16 olduğu tespit edilmiştir23.
Tablo 2: Elazığ’da Yoksulların Çalışma Durumları
Çalışma Durumu
Çalışmıyor
Kendi Hesabına Çalışan (Seyyar satıcı v.s.)
Yevmiyeli/Düzensiz Çalışan(İnş. işçisi, hamal)
Mevsimlik Kadrolu Çalışan
Mevsimlik/ Yevmiyeli Çalışan (Tarım işçisi v.s.)
Sayı
2103
533
2994
34
462
%
30,15%
7,64%
42,92%
0,49%
6,62%
Düzenli/Sürekli Çalışan
850
12,18%
Örneğin, Elazığ’daki yoksulluk çalışmamamızda, çalışmayanların oranı (%
30,15) bir yana çalışanların bile önemli bir kısmı (% 42,92) düzensiz ve geliri çok
düşük işlerde çalışmaktadırlar. Son 6 aydaki çalışma verileri (% 16) ile çalışma
sürelerine ait tablodaki verilere dikkat edilirse sürekli çalışan yaklaşık 850 ailenin (%
12,18) TOKİ’nin alt gelir grubu ve yoksullar için vermeyi düşündüğü konutlar için
hedef kitle olacağı tahmin edilebilir. Ama, elbette diğer şartların da uygun olması
durumunda (örneğin bazılarının evi vardır) bu tahmin gerçeklik kazanabilir24. Yapılacak
konutun merkeze uzaklığı, ailenin taşınma rızası, ev alabilir düzeydeki grubun ev sahibi
olup olmadığı, hedef kitlenin ortalama aile büyüklüğü ve gıda dışı gelir miktarı dikkate
alındığında yapılacak konutların, ilimizdeki yoksul kesimlerin çok azına hitap
edebileceğini tahmin edebiliriz. Bu anlamda ev sahibi olmak için TOKİ’nin planladığı
yoksul evlerine başvurabilecek potansiyeldekilerin bile ancak yarısı bu tür evleri
23
24
84
Elâzığ’da sürekli çalışanların % 62’sinin (685 aile) kirada oturdukları diğerlerinin ise ücretsiz veya
kendi evlerinde kaldıkları tespit edilmiştir.
TOKİ’nin alt gelir uygulamasında başvuru sahibinin Projenin bulunduğu il /ilçe sınırları içerisinde en
az.....yıldır ikamet ediyor olması, veya projenin bulunduğu il veya ilçe nüfusuna kayıtlı olması şartı,
göç faktörü nedeniyle ilimizdeki birçok yoksul için sınırlayıcı olabilir.
M. Ruhat YAŞAR
düşünebilir. Bundan dolayı özellikle yoksulların çoğunun sıkı takvime dayalı
ödemelerle birtakım bağlayıcı girişimlerde bulunmaları çeşitli zorlukları içermektedir.
Bu nedenle söz konusu evlere girenlerden alınan paranın bir kısmı sigortalandırılarak
ödemelerini zaman zaman aksatan bazı yoksulların belirli bir takvim içinde geri ödemek
koşuluyla iki ya da üç aya kadar olan taksit gecikmeleri esnetilebilir.
Aslında burada belirleyici olan salt gelir düzeyi de olmamalıdır. Gelir durumu
eşit olan ama iki çocuğu olan bir aileyle sözgelimi 6 çocuğu olan ve bir öğrencisi
dışarıda okuyan ailenin konut sahibi olabilme şansı da aynı değildir. Dolayısıyla
yoksullar için geliştirilecek bir konut uygulaması onları kendi içerisinde
sınıflandırırken, hedef kitleyi tahmini olarak hesaplamak yerine çeşitli faktörleri de
içeren daha geniş bir perspektifle yoksulluk çerçevesinin net olarak belirlenmesi ve
önceliklerin de kuraya göre değil buna göre yapılması gerekmektedir. Bu amaçla
konutların hitap edeceği hedef kitlenin tespitinde önce yoksulluk haritasının çıkarılması
gerekmektedir. Bu harita elde edildikten sonra ise bu konuda potansiyel olabilecek
ailelerin bilgilendirilmesi gerekmektedir. Örneğin, Elazığ’daki bir çalışmada, yukarıdaki
tabloda görüldüğü gibi yoksulluk sıralaması iyiden kötüye doğru % 33 (3.derece yoksul
2334 aile), % 42 (2. derece yoksul 2913 aile) ve % 25 (1. derece yoksul 1728 aile)
olarak bulgulanmıştır25. Eğer aynı yoksulluk sıralaması geliri baz alarak oluşturulsaydı
tablo çok farklı olurdu. Dolayısıyla birçok değişkeni içeren ve bizim “yaşam kalitesi”
dediğimiz durum dikkate alınmadan sadece kâğıt üzerindeki eksik verilere dayalı salt
gelir durumuna göre hesaplama yapılması konut çalışmalarında ciddi yanılmalara yol
açabilir. Örneğin, bu durumda kayıt dışında olan ama fazla geliri olanlar yoksul
konutlarına başvurabilirler. O halde gelir durumları tescillenen ve ilgili belgeleri
tamamlanan ailelerin aynı zamanda yoksulluk düzeyleri dikkate alınarak başvurularının
değerlendirilmesi faydalı olacaktır.
Nitekim TOKİ’nin ilk etapta yaptığı konutları satın alan ama şu anda orada
oturmayanlar üzerinde yapılan bir çalışmada, söz konusu konut sahiplerinin TOKİ
evlerini yatırım amaçlı aldıkları, başka konutlara sahip oldukları ve TOKİ evlerini de
kiraya verdikleri tespit edilmiştir. Sadece borç için kiraya verdiklerini söyleyen oranı %
14, yatırım amacıyla bu konutları aldıklarını söyleyenlerin oranı ise % 19,3’tür. Toki
konutlarını kiraya verenler içinde 151-250 YTL arasında kira geliri elde edenlerin oranı
% 30.7’dir. TOKİ konutlarına sahip olan ama içinde ikamet etmeyen bu gruplarda 2050
YTL ve üzerinde geliri olanların oranındaki yükseklik (% 26,4) ve konut sahibi
olanların % 31,6’sının bekâr olması, yapılan bu konutların ne ölçüde hedef kitleye
gittiğinin anlaşılması açısından yoruma açıktır. Öyle ki aylık geliri 750 YTL civarında
olduğunu söyleyenlerin oranı sadece % 10,5’tir. Nitekim bu gruptaki deneklerin %
43’ünün genelde aynı şehirde veya semtte başka bir konutu bulunduğu tespit edilmiştir
(TOKİ, 2006:150-168). Dolayısıyla düşük gelir gruplarını hedef alan konutların üst
gelir gruplarınca alınması riski sorun yaratmaya devam edecektir.
25
Örneğin, Elazığ’da Mamurat’ül Aziz Vakfı’nın gerçekleştirdiği “Yoksulluk Haritası” adlı çalışmada
belirlenmiş olan 1.,2. ve 3. derece yoksul ayrım ve oranlarının Elazığ yoksulları için yapılacak olası
konutlarda dikkatle göz önünde tutulması gerekmektedir.
85
SBArD
Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93
Kiralık Hayatlar
Eğer insanlar kendi konumlarına görece yüksek miktarda kira ödemelerine
karşın o ölçüde iyi bir yaşam şansına sahip değillerse o kent organizasyonu genel
anlamda başarısızdır. Bu anlamda kiraların görece yüksekliği o kentin ülkenin başarısız
yönetiminin bir şekli olarak düşünülebilir. Kentlerde kiralık konutlarda oturanların oranı
sürekli yükselmektedir. Büyük kentlerde bu oranın taşra kentlerine göre daha yüksek
olduğu tahmin edilmekle birlikte ülke genelinde bir artışın olduğu da bir gerçektir.
Millenial Housing Komisyonuna (2002) göre kiralık ev sorunu konut sorununun en
önemli parçasını oluşturmaktadır. Komisyonun raporuna göre Batı’daki düşük gelirli
hanelerde aile reislerinin genç olmalarına paralel olarak düşük kiralı evlere olan ihtiyaç
artacaktır (İngram, 2008:14-15). Ülkemizde, 1955’de büyük kentlerde, kirada
oturanların oranı % 36,6 iken 1990’da bu oranın % 60’ı geçtiği söylenmektedir.
Türkiye ortalaması ise % 29,7 olarak ifade edilmektedir (Keleş, 2006:457). Kentleşme
artıp kirada oturanların sayısı arttıkça, fiyatların yükselmesine bağlı olarak, bundan en
fazla zarar görenler yoksullar olacaktır. 1996 Yoksulların ödedikleri kira miktarından
onların ekonomik durumunu ve buradan da onların TOKİ aracılığıyla ev sahibi olabilme
ihtimallerinin ne kadar düşük olduğunu yorumlayabiliriz. Ancak bundan önce,
TOKİ’den ev sahibi olanların kiraya ayırdıkları masraflara bakarak orta gelir
dilimindeki insanlarla yoksulların kira giderlerini kıyaslamamız daha anlamlı olabilir.
TOKİ konutları içerisinde evi olan ama başka yerde kirada oturanların (% 13,2) kira
masrafları gelirlerinin % 31’ini oluşturmaktadır. Aynı grupta beslenme masraflarının
payı toplam giderlerinin % 40’ını geçmektedir (TOKİ, 2006:160-162). Normal
durumdaki insanların aksine yoksulların bütçelerindeki konut harcamaları payı çok
yüksektir. Onların konut harcamaları, neredeyse besin harcamaları kadar önemli bir
yekûn tutmaktadır. Bizim araştırmamızda, kirâ miktarı ile gelir arasındaki oranlara
dikkat edilirse hemen her gelir grubundaki yoksullar, gelirlerinin 2/3’den daha fazlasına
kadar olan miktarı kira olarak ödemektedirler. Oysa, BM Habitat II göstergelerinde kira
değerlerinin hanehalkının aylık gelirinin % 25’ini aşmaması gerektiği düşünüldüğünde
bu kira oranın yüksekliği dikkat çekicidir.
Çeşitli araştırmalar, hane harcamaları bakımından ülkeler arasında benzer
davranışlar olduğunu ve ailelerin ekonomik durumu geliştikçe konut harcamalarının
bütçenin % 5’inden % 30’una yükseldiğini ve sonra tekrar azalma eğilimi gösterdiğini
ifade etmektedir. Buradan hareketle geliri artan insanın konuta daha fazla para ayırdığı
ifade edilmektedir (TOKİ, 2006a:10). Bu yaklaşım ülkenin genel ortalaması baz
alındığında doğru olabilir, ancak sınıfsal konuma göre yapılacak bir analiz konut
açısından insanların farklı harcama davranışlarının olduğunu gösterecektir. Nitekim,
Diyarbakır’da yoksullar üzerinde yapılan bir çalışmada, kira tüm gelirin % 26’sını
oluştururken, aynı örneklem grubunda kira oranı, alt gelir dilimindekilerin gelirlerinin
çok büyük bir bölümünü (% 75), üst gelir gruplarındakilerin gelirlerinin ise % 10’luk
bir payını oluşturduğu ifade edilmektedir (Ersoy ve ark., 2002:187).
Araştırmamızda kirada oturduklarını belirten yoksulların oranı % 52’dir. Yine,
bulgularımızda yoksulların % 19 gibi yüksek bir oranının başka birinin evinde ücretsiz
86
M. Ruhat YAŞAR
oturdukları tespit edilmiştir26. Bu kesimin de ev sahibi olmadığını ve günün birinde
bulundukları yerden çıkabileceklerini düşünürsek konut riski altında yaşayanların
oranının % 70 civarında olduğunu söyleyebiliriz. Araştırmamızda, yoksullar arasındaki
bu ev sahipliği oranı diğer benzer araştırma oranlarının çok altında çıkmıştır. Örneğin,
Bayav ve Akacan’ın 2000 yıllında İstanbul gecekondularında benzer bir grup üzerinde
yaptığı çalışmada, deneklerin % 70’inin ev sahibi oldukları tespit edilmiştir (Türkdoğan,
2006:144). Yine yapılan bir incelemede üç gecekondu bölgesinde erkeklerin % 84’ünün
kendi evi varken sadece % 9’unun kiralık evde, % 7’sinin ise akrabalarının yanında
ücretsiz kaldıkları gözlenmiştir (Karpat, 2003:150).
Ailelerin yoksulluk düzeyleri kiraya ödedikleri miktarla yakından alakalıdır.
Onların en yoksul olanları genelde kullandıkları eve daha az kira ödeyenleridir.
Araştırmamızda ailelerin en az % 35’i çok kötü evlerde kaldığına göre bu grubun
çoğunluğunun taksitle ev sahibi olamayacağı söylenebilir. Aşağıdaki tabloda da
görüleceği üzere yaklaşık 1250 ailenin 100 YTL ve daha aşağısı bir miktarda kira
ödedikleri görülmektedir. Bu anlamda söz konusu 1250 ailenin hemen hemen hepsi
TOKİ’nin yoksullar için planladığı evleri düşünemezler. Örneğin, Elazığ’daki
yoksullukla ilgili çalışmada yapılan puanlamaya gören 1. derece yoksul denilen bir aile
bir ömür çalışsa bile bu tür bir konuta sahip olamaz. Çünkü bu ailelerin öncelikle
düzenli bir gelirleri yoktur ve ailelerin kötü evleri tercih etmelerinin nedeni de budur
zaten.
Tablo 3: Verilen Kira Miktarlarına Göre Yoksul Oranları
KİRA
75 YTL ve aşağısı
76 - 100 YTL arası
101 - 150 YTL arası
151 - 175 YTL arası
176 - 200 YTL arası
201 YTL ve üzeri
TOPLAM
AİLE SAYISI
406
860
1270
447
522
181
3686
%
11,01%
23,33%
34,45%
12,13%
14,16%
4,91%
100%
TOKİ’nin alt gelir grubu ve yoksullar için düşündüğü evleri göz önüne alarak
düşündüğümüzde çalışma alanımızdaki yoksulların yaklaşık % 30’unun bu tür evlere
talip olabileceği düşünülebilir. Ancak bunların yüzde kaçının ev sahibi olduğunu ya da
kirada olduğunu bilmeden bunu söylemek de zordur. Elazığ’da yaptığımız çalışma
sonucunda yoksulların ödedikleri kira miktarıyla sahip oldukları geliri çapraz tabloda
değerlendirerek kendi evlerinde oturarak konut sahibi olabilecek grupların durumu
hakkında fikir edinebiliriz. Yoksullar içinde 200 YTL ve aşağısı gelire sahip olanların
% 34,47’si 75 YTL ve aşağısı miktarda, % 31,55’i de 76-100 YTL arasında kira
ödemektedir. Yine, 201-300 YTL arası geliri olan yoksulların % 32,80’i 76-100 YTL,
benzer şekilde % 32,80’i 101-150 YTL kira verirken, 301-400 YTL geliri olan
26
Araştırmamızda ev kirası ödemeyen yoksulların genelde ya akrabalarının evinde oturdukları ya
oturdukları evde hisseleri olduğu için için ya da ev sahibinin bir işini yaptıklarından dolayı kira
vermedikleri tespit edilmiştir.
87
SBArD
Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93
yoksulların % 31,06’sı 76-100 YTL ve % 35,49’u da 101-150 YTL arası kira
vermektedir. Diğerlerine göre daha iyi geliri olan yoksullara bakıldığında ise aylık geliri
401-500 YTL olanların yarısından daha azı (% 38,63) 101-150 YTL, % 14,07’si ise
151-200 YTL arası kira vermektedirler (Yaşar, 2009:16). Genel olarak güncellenmiş
verilerden hareketle bakıldığında Elâzığ’da yoksullar içinde 1720 ailenin 150-200 YTL
kira ücreti ödedikleri tespit edilmiştir. Yoksulların gelirleri değişken ve düzensiz
olduğundan onların başka özellikleri de dikkate alınarak konut sahibi olma ihtimalleri
değerlendirilebilir. Örneğin, sosyal güvence sahipliğine göre yoksulların ikamet
şekillerine baktığımızda ise sağlık sorunlarını yeşil kartla sağlayan 6219 ailenin 3298’i,
SSK ile karşılayan 1780 ailenin 878’i ve Bağ-kur’la karşılayan 241 ailenin 93’ü kirada
oturmaktadır. Yine hiçbir sosyal güvencesi olmayan 438 ailenin 225’inin kirada
oturduklarını ifade etmeliyiz.
Türkiye’de sermaye piyasasının darlığı ve ekonomik davranışlarda geleneksel
alışkanlıkların belirleyici olması nedeniyle insanlar ellerindeki tasarrufları genellikle
eve yatırmaktadırlar. Ancak, insanların konut alma davranışları bulundukları sosyoekonomik seviyeye göre farklılaşmaktadır. Gelir ve sürekliliği düştükçe insanların
konut sahibi olmaya verdikleri önem artmaktadır. Yapılan bir çalışmada alt gelir
dilimindeki insanların % 60’dan fazlası konut sahibi olmayı uzun dönemde en önemli
hedefleri olarak görmüşlerken üst sınıftaki insanların % 30’u bu fikre katılmışlardır
(İngram, 2008:15). TOKİ’nin yaptığı çalışma bazında düşünürsek hali vakti yerinde
olanlar için konut, yatırım ve gelir aracı iken orta halli aileler için ev almak, kiradan
kurtulmak (% 34,1) ve çocuklarına asgari bir güvence sağlamak (% 21,1) anlamına
gelmektedir (2006:111). TOKİ’nin dar gelirliler üzerinde yaptığı bir çalışmada
deneklerin önemli bir kısmının çocuklarına bırakabilmek amacıyla ev sahibi olmayı
istedikleri ve bu insanların kendileri için hayallerini gerçekleştiremeyecek kadar yorgun
oldukları ifade edilmektedir (TOKİ, 2006:88). Halbuki yoksullar üzerindeki
çalışmamızdan hareketle konutun onlar için ne bir yatırım ya da çocukları için bir miras
ne de gelir aracı ya da prestij sembolü olduğunu bunların ötesinde evin onlar için
yaşamak ve hayatta kalmak anlamına geldiğini rahatlıkla ifade edebiliriz.
Eve yapılan bu yatırımlar işsizlik sigortası gibi sosyal güvenlik sistemlerinin
gelişmediği, ekonomik sarsıntıların bol olduğu, bankaların içlerinin boşlatıldığı
ülkemizde yaşayanlar için son liman olarak düşünülmektedir. Bu liman, yeri geldiğinde
sığınılan yeri geldiğinde satılarak çocuğunun eğitimine, düğününe yeri geldiğinde ise
ekmek teknesine dönüştürülen ve kişinin aslan olup olmadığının kriteri yani yattığı
yerdir. Yatırım amaçlı alınan evler, ona yatırılan para miktarı ile orantılı olmasa da
belirli bir kazanç getirmektedir. Üstelik ev alım-satımı yapmayı bırakın sadece
aracılığını yapan emlakçılar bile bundan iyi kazanmaktadırlar. Arsa arzının yetersizliği
arsa değerlerini, bu ise konut fiyatlarını yükseltmektedir. Yükselen konut fiyatları eve
para yatıranların daha fazla gelir beklentisine girmelerini, bu durum kira miktarını,
kiranın artması ise ev sahibi olma tutkusundan başlayan bu kısır döngünün yeniden
işlemesini getirmektedir. Sonuçta, gerek gösterişçi tüketim gerek planlamanın olmayışı
gerekse yapılan evlerin hitap ettiği kitle nedeniyle dar gelirli ve yoksullar ev sahibi
olamamakta ve yüksek kiralar onların bütçelerini emerek ev tasarruflarını imkânsız hale
getirmektedir. Bu durumda kentsel arsa planlaması toplumun alt sınıfları da gözetecek
şekilde yeniden ele alınabilirse konut sorunu azalacaktır.
88
M. Ruhat YAŞAR
Sonuç ve Değerlendirme
Dünyada en bol bulunan şey yani toprak, meta fetişizmi nedeniyle bugün en
spekülatif ve en pahalı nesnelerden biri haline gelmiştir. Bir dostumla uçakta seyehat
ederken, onun aşağıdaki devasa arazileri gösterip, bu uçsuz bucaksız arazilerle bunların
içine nokta gibi serpilmiş yerleşim alanlarını kıyaslayarak “şimdi birkaç metrekarelik
alan için yaşamı birbirlerine zehir eden insanları düşün” ifadesi bu durumu ne kadar da
güzel izah ediyor. Kapitalizmin bir sonucu olarak toprağın bu tarzda metalaştırılması
konut sorununu ciddi bir sıkıntı haline getirmiştir. Konut meselesi uluslar arası düzeyde
de birçok güç tarafından çözülmesi gereken bir sorun olarak algılanmaktadır. Son
dönemlerde bütünlükçü konut inşaatı adıyla tedrici ve etkileşime dayalı inşaat
projelerine kaynak ayıran Dünya Bankası alt düzey gelir grubundaki insanlara yönelik
konut ihtiyacına gittikçe daha fazla önem vermektedir (Oberoi, 1993:122).
Ev, en küçük toplum ve ailenin zeminidir. Bugün ülkemizde, dar gelirli aileler
ve yoksullar için kiracı olmak gün be gün kronik bir hal almaktadır. Özellikle yoksul
kesimin konut edinme ihtiyacı artık acil bir gereksinim haline gelmiştir. 30 yıla yakın
bir süredir aralıksız ve yüksek oranlarda seyreden enflasyon, ekonomik, sosyal ve
psikolojik olarak en çok bu kesimi tahrip etmektedir. Neredeyse hayat meselesi haline
gelen ve kutsal bir değer kazanmış olan konut sorunu, yoksulların geleceği kadar
toplumun genel huzuru açısından da çok önemlidir. Çünkü evsiz ailelerin sürekli
hareketlilikleri sosya aidiyeti ve kontrolü güçleştirerek çeşitli suçlara yol
açabilmektedir. Ayrıca, alt yapıdan yoksun alanlarda ve kötü konutlarda sürekli
yaşamak zorunda kalan yoksul aileler hayatla ilgili beklentilerini, ruhsal ve fiziksel
sağlıklarını kaybettiklerinden zamanla hayata tutunma ümitlerinden ve toplumun bir
parçası olmaktan da uzaklaşmaktadırlar.
Konut sorununun çözümünde TOKİ’nin çabaları önemli olmakla birlikte
uyguladığı politikalar yeterli değildir. Öncelikle konut meselesinde, finansal destek ve
teşvik sağlamak tek başına yeterli değildir. Konutların yapıldığı yerdeki yoksul oranı,
gelir seviyeleri ve yoksul kategorilerinin özellikleri, yerel farklılıkları hesaba
katılmadan istenen sonuçların alınması mümkün olamaz. Dolayısıyla yoksullar için
yapılacak evlerin nitelik, hedef kitle çeşitliliği ve sayısal yeterliliği konusunda ön
çalışmaların yapılması çok önemlidir. Öncelikle konuta uygulanan teşvikler, ister kredi
desteği, ister vergi istisnası şeklinde olsun, genel olmaktan çıkarılıp, gerçek ihtiyaçları
karşılamaya yönelik olmalı ve hedef kitlesi tam olarak belirlenmelidir. Bu süreçte,
konut yapımı işinin her safhasında söz konusu olan, anlamsız formalite ve engellerin
temizlenmeli, ayrıca yoksullara rehberlik eden STK’larla birlikte konut sorununa
eğilmek gerekmektedir.
Nitekim, yoksullar ve gecekondular üzerinde planlar hazırlayan Dünya Bankası
da son zamanlarda merkezi bürokrasinin olumsuz etkilerini kırmak ve yardımların,
projelerin hedef kitleye ulaştığından emin olabilmek için yerel STK’larla daha fazla
işbirliğine girmektedir. Çünkü, yoksulun belirlenmesinde devletin sadece kağıt üzerinde
hesaplar yapması ve bu alanda yoksullarla ilgilene STK’larla işbirliği yapmaması
sorunlara neden olmaktadır. Ancak, “Yoksulluğu Azaltma Stratejisi Belgelerinin”
(PRSP) hazırlanmasında daha fazla STK katılımının öngörülmesine rağmen Panos
Institute’i gibi raporları inceleyen bazı eleştirmenler PRSP sürecinin STK’ları
89
SBArD
Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93
güçlendireceği yerde merkezi bürokrasiyi ve profesyonel grupları güçlendirdiğini
belirtirler (Abrahamsen, 2004:185). Ancak yoksul grupları toplulukları yakından
tanıyan bu sivil örgütlenmelerin konutla ilgili yapılacak çalışmalarda ağırlıklarının,
katılımlarının arttırılması suretiyle bu sorunlar aşılabilir.
Bununla birlikte Dünya Bankası’nın bu uygulamasını eleştirenler de
bulunmaktadır. Dünya Bankasının bu tavrını kötüye yorumlayan bazıları uluslar arası
bağışçıların STK’lar aracılığıyla yoksullar üzerinde kontrol gücü bulduğunu ve bu
uygulamaların yumuşak emperyalizmin bir tarzı olduğunu ifade etmektedirler (Davis,
2007:99). Bu görüşü savunanlar ayrıca, STK’ların sosyal hareketleri
bürokratikleştirdiğini ve radikalleşmeden uzaklaştırarak sistem içinde süpab işlevi
gördüğünü ifade etmektedirler. Bunun yanı sıra Dünyanın farklı bölgelerinde yer,
hizmet ve konut kredileri veren Dünya Bankası’nın, gecekonduları iyileştirme projeleri
genelde yoksul kesimi dışlayacak şartlar taşıdığı, inşa sürecinde yoksullara istihdam
yaratma sürecini dikkate almadığı ve istenen konut ihtiyacını karşılamaktan uzak
olduğu gerekçesiyle eleştirilmiştir.
Kira denetiminin tam yapılamadığı ülkemizde ve taşra kesimlerde yoksulların
kiradan fazlasıyla olumsuz etkilenmesi söz konusudur. Özellikle kentin büyümesine
paralel olarak yoksulların oturdukları eski evlerin yıkılarak yerlerine apartmanların
yapıldığı ve gecekondu alanlarının da kentsel arazi stoğunun azalmasıyla birlikte eskisi
gibi kolay olmadığı bilinmektedir. Bu gelişmelere bağlı olarak yoksullara uygun
fiyattaki konut sunumunun azalması nedeniyle onların daha fazla kira ödemek
durumunda kaldıkları ve bunun her geçen gün daha da kronik bir sorun haline geldiği
görülmektedir. Alan çalışmamızdaki istatistikî verilere ve gözlemlerimize göre
yoksulların önemli bir kısmı, TOKİ’nin yoksullar için sunduğu konutları satın
alamayacaklardır. Bu durumda ucuz kiralı konutlar özellikle nüfus hareketliliğinin
yükseldiği kentsel arsa ve konut bunalımının arttığı günümüzde ciddi bir ihtiyaç olarak
ele alınmalı ve merkezi hükümetle belediyelerin işbirliği sağlanarak bir an önce
yoksullar için kira konutları yapılmalıdır.
Antik çağdan günümüze uzanan “insanın her şeyin ölçüsü” olduğu fikri temelde
yaşam kalitesine vurgu yapar. İnsan yaşamının kalitesi sağlık ve barınma koşullarıyla
yakından alakalı olduğundan konut politikaları yaşam kalitesini doğrudan
etkilemektedir. Dolayısıyla yaşanabilir bir çevre ve konut politikası insanımıza ve
geleceğimize sahip çıkmanın bir göstergesi olarak ciddiye alınmalıdır. Ancak bu
noktada sadece bir grubun değil herkesin özellikle de yoksulların yaşam şartlarını
iyileştirmenin kaderimize sahip çıkmak anlamına geldiğini unutmamalıyız. Bu açıdan,
konut sorununu ele alırken alt sınıflar lehine daha kolay şartlar ve geniş imkânlar
oluşturmanın yoksullukla mücadelede ve sosyal dengeyi sağlamada çok önemli bir
fırsat olduğunu ifade etmeliyiz.
Kaynakça
Abrahamsen, Rita (2004). “Review Essay: Poverty Reduction or Adjustment by
Another Name?, Review of African Political Economy 99.
Avcıoğlu B. (2002). Türkiye’de Yaşam Kalitesi, Planlama Dergisi, Sayı: 2002/1, ss.
30-36.
90
M. Ruhat YAŞAR
Balamir M. (1996). “Türkiye’de ‘ApartKent’lerin Oluşumu”, Tarihten Günümüze
Anadolu’da Konut Ve Yerleşme, Tarih Vakfı Yayını, İstanbul, ss:335-343.
Bayraktar, Erdoğan (2007). Bir İnsanlık Hakkı Konut, İstanbul: Boyut Yayınları.
Baudrillard, Jean. (1997). Tüketim Toplumu, Çev.: Hazal Deliçaylı- Ferda Keskin,
İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
BM-HABİTAT (1996). An Urbanising World: Global Report on Human
Settlements, Oxford.
Castells, Manuel (1997). Kent, Sınıf, İktidar, Ankara: Bilim ve Sanat Yay.
Davis, Mike (2007). Gecekondu Gezegeni, Metis Yay: İstanbul.
Devas, Nick (2003). “Can city Goverments in the South Deliver for the Poor?”,
International Development and Planning Reiwev, 25: 1.
Engels, F. (1977). “Konut Sorunu”, Marks-Engels: Seçme Yapıtlar, Cilt: II, s: 364447, Birinci Baskı, Ankara: Sol Yayınları.
Erdoğan, Mustafa (2007). İnsan Hakları Teorisi ve Hukuku, Ankara: Orion Kitabevi.
Erhard, Berner (2002). “Povety Alleviation and the Eviction of the Poorest”,
International Journal of Urban and Regional Research 24: 3, P. 536-553.
Ertürk H. (1996). Kent Ekonomisi, 2. Baskı, Ekin Kitabevi, Bursa.
Elâzığ Ticaret ve Sanayi Odası (2007). 2007 Yılı Raporu.
Gita, Verma (2002). Slumming İndia: A Chronicle of Slums and Their Saviours,
New Delhi.
Gooptu, Nandini (2001). The Politics of the Urban Poor in Early Twentieth-Century
İndia. Cambridge Üniversity Pres.
Harvey, D. (1993). “Form Space to Place and Back Again: Reflections on the Condition
of Postmodernity”, Mapping the Futures, J. Bird (Ed.), Routledge, London,
1993.
İngram, John Gılderbloom (2008). with Richard P. Appelbaum and Michael Anthony
Campbell, Invisible City: Poverty, Housing and new Urbanism, University of
Texas Press.
Karpat, Kemal H. (2003). Türkiye’de Toplumsal Dönüşüm, Çev.: Abdulkerim
Sönmez, Ankara: İmge Yayınları.
Keleş, R. (1978). Konut Sorunları ve Politikası, Şehircilik, Ankara Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara.
Keleş, Ruşen. “Dar Gelirli Kentliler İçin Bir Konut Edindirme Yöntemi: Evini Yapana
Yardım”, SBF Dergisi, c:43, No: 1-2, Ocak-Haziran 1998, ss. 81-82.
Keleş, R. (2002). Kentleşme Politikası,7.Baskı, İmge Kitabevi, Ankara.
Keleş, Ruşen (2006). Kentleşme Politikası, Güncelleştirilmiş 10.Baskı, Ankara.
Konut Politikaları ve Finansmanı (1993). T.C. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi
Başkanlığı- IULA EMME Uluslararası Yerel Yönetimler Birliği, İstanbul.
Köse, A..Haşim; Y. Karahanoğulları (2002). Türkiye’de Faktör ve Varlık Gelirlerinin
Sınıfsal Temellerine İlişkin Gölemler, Toplum ve Bilim Dergisi, Sayı: 104.
Marshall, Gordon (1999). Sosyoloji Sözlüğü (Çev.: Osman Akınhay, Derya Kömürcü),
Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
More, Thomas (1999). Ütopya, Çev.: T.Gökçen Sağnak, İstanbul: Gün Yayınları.
Oberoi, As. (1993). Population Growth, Employment and Poverty in Third-World
Mega-Cities. New York: St. Martin's Press,. xv, 224 p.
91
SBArD
Mart 2010, Sayı 15, sh. 57 – 93
Ocak, Ersan (2002). Yoksulun Evi, Yoksulluk Halleri içinde (Der: Necmi Erdoğan),
İstanbul: De:ki Yayınları.
Özlem Dündar (2001). “Informal Housing in Ankara”, Cities, 18: 6.
Özüerken, Ş. (1996). “Kooperatifler ve Konut Üretimi”, Tarihten Günümüze
Anadolu’da Konut Ve Yerleşme, Tarih Vakfı Yayını, İstanbul, ss:355-365.
Pasternak Taschner, Suzana (1995). “Squatter Settlements and Slums in Brazil:
twenty years of Research and Policy”. En Brian C. Aldrich and Ranvinders
Sandhu. Housing the Urban Poor. Policy and Practice in Developing Countries.
London and New Jersey: Zed Boks.
Pınarcıoğlu, Melih ve Oğuz Işık (2006). Nöbetleşe Yoksulluk: Sultanbeyli Örneği,
İstanbul: İletişim Yayınları.
Rex, John and Robert Moore (1967). Race, Com-munity and Conflict, Oxford:
Oxford University Press.
Risbud, Neelima (2002). “Poicies for Tenure Security in Delhi”, Durand-Lasserve
Alaine, and Royston Lauren, In Houlding Their Ground, Stylus Publishing
Sey, Y. (1998). “Cumhuriyet Döneminde Kent”, 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık,
Y.SEY (ed.), Türkiye İş Bankası-Tarih Vakfı Yayını, İstanbul, ss:273-299.
Stone, Michael E. (1993), Shelter Poverty, Philadelphia: Temple Univ. Press.
Şenyapılı, T., (1998). “Cumhuriyet’in 75. Yılı, Gecekondunun 50. Yılı”, 75 Yılda
Değişen Kent ve Mimarlık, Y.SEY (ed.), Türkiye İş Bankası-Tarih Vakfı
Yayını, İstanbul, ss:301- 315.
Tapan, M. (1996). “Toplu Konut ve Türkiye’deki Gelişimi”, Tarihten Günümüze
Anadolu’da Konut Ve Yerleşme, Tarih Vakfı Yayını, İstanbul, ss: 366-378.
TOKİ (2006). Müşteriye Danışma Süreci Araştırma Çalışması, TOKİ Araştırma
Dizisi 3, Ankara.
TOKİ (2006a). Türkiye’de Konut Sektörü ve T.C. Başbakanlık Toplu Konut
İdaresinin Konut Üretimindeki Yeri, TOKİ Araştırma Dizisi 2, Ankara.
TOKİ (2007). Konut Edindirme Rehberi, Ankara.
Toprak, Z. (1988). Kent Yönetimi ve Politikası, Yönetim ve Ekonomi. S: 11/2, ss. 165185.
Tosun, K. Elif (2005). “Türkiye’de Konut İhtiyacı ve Konut Finansmanı”,
PARADOKS Ekonomi, Sosyoloji ve Politika Dergisi (e-dergi),
http://www.paradoks.org Yıl:2 Sayı:2, ISSN 1305-7979.
Türkdoğan, Orhan (2006). İstanbul Gecekondu Kimliği, İstanbul: IQ Bilim Sanat
Yayınları.
Urry, Jhon (1999). Mekânları Tüketmek, Çev.: Rahmi G. Öğdül, İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
T.C. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Konut Müsteşarlığı
www.konut.gov.tr./html/a_evsahipliği.html (21.12.2004)
T.C. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Konut Müsteşarlığı
www.konut.gov.tr./html/a_ödenebilirlilik.html (21.12.2004)
www.ntvmsnbc.com/news/192039.asp?0m=H13L&cp1=1
www.spk.gov.tr/HaberDuyuru/konferans/konusmametni_ 08112004.html
www.konut.gov.tr/html/raporveekleri/Tablolar11-24.doc.
www.canaktan.org/ekonomi/yoksulluk/besinci-bol/m-insan-yerlesimleri. html.
92
M. Ruhat YAŞAR
Tablo: Bölgemizde İllere Göre Konut İhtiyacı, Konut Stoku ve Tahmini Konut Fazlası
İLLER
2000
2000 YILI
YILI
KONUT
KONUT
STOKU
İHTİYACI RUHSATLI/
RUHSATSIZ
GAZİANTEP 204.922
110.382
K.MARAŞ
ŞANLIURFA 134.682
DİYARBAKIR 133.406
63.281
MARDİN
40.471
BATMAN*
21.470
SİİRT
14.618
KİLİS*
106.258
ERZURUM
101.902
MALATYA
65.892
ELAZIĞ
31.095
ERZİNCAN
85.125
SİVAS
68.161
VAN
38.363
AĞRI
20.408
BİNGÖL
22.944
MUŞ
27.768
ŞIRNAK*
15.741
IĞDIR*
12.350
TUNCELİ
269.188
127.264
147.142
184.856
70.011
52.583
26.433
19.997
106.794
120.069
98.067
37.460
100.975
73.687
39.833
25.529
23.665
30.506
17.871
12.519
2000
YILI
FAZLA
KONUT
SAYISI
64.266
16.882
12.460
51.450
6.730
12.112
4.963
5.379
536
18.167
32.175
6.365
15.850
5.526
1.470
5.121
721
2.738
2.130
169
İLLER
2010
2010 YILI
2010
YILI
KONUT
YILI
KONUT
STOKU
FAZLA
İHTİYACI RUHSATLI/ KONUT
RUHSATSIZ SAYISI
GAZİANTEP 270.203
ŞANLIURFA 189.016
DİYARBAKIR 174.517
142.384
K.MARAŞ
90.705
MARDİN
57.660
BATMAN*
28.384
SİİRT
9.954
KİLİS*
132.531
MALATYA
102.912
VAN
89.015
SİVAS
83.689
ELAZIĞ
55.359
AĞRI
34.752
KARS
32.426
MUŞ
27.642
BİNGÖL
25.759
ARTVİN
21.898
IĞDIR*
ARDAHAN* 9.465
11.893
TUNCELİ
375.683
208.948
264.091
191.644
99.142
104.253
34.510
59.034
158.462
114.063
133.007
141.280
57.636
36.472
38.201
36.326
39.673
43.031
16.098
16.471
105.480
19.932
89.575
49.260
8.437
46.594
6.126
49.080
25.931
11.151
43.992
57.590
2.277
1.720
5.775
8.684
13.915
21.133
6.633
4.578
Varsayım: 2000 Yılı Konut Stokunun 2000-2010 döneminde ruhsat artış oranında
artması (www.konut.gov.tr.).
93

Benzer belgeler