Nisan-Mayıs 2015 - Atatürk İletişim Gazetesi

Transkript

Nisan-Mayıs 2015 - Atatürk İletişim Gazetesi
Çok renkli bir festival
ERZURUM’UN EN BAŞARILI FESTİVALİ
Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin düzenlediği Uluslararası Kar
Film Festivali’nin 11’incisi başarıyla
gerçekleştirildi. Festivalin açılışında
konuşan Rektör Yardımcısı Takkaç,
Erzurum’da bir festivalin 11 yıldır düzenleniyor olmasının büyük bir başarı
olduğunu söyledi.
‘SEKSENLER’ EKİBİ DE FESTİVALDE
Festivale bu yıl Seksenler dizisinin
sevilen oyuncuları, Sivas filminin yönetmeni Kaan Müjdeci, Meryem filminin
yönetmeni Atalay Taşdiken, yapımcısı Baran Seyhan ve oyuncusu
Mehmet Usta ile üniversitelerden
öğretim üyeleri ve öğrenciler
katıldı. Yarışma bölümünde 200
eserden 13’ü ödüle layık görüldü.
TRT’nin sevilen dizisi Seksenler’in oyuncuları, festivalin en
renkli konukları oldu. Usta oyuncular, öğrencilerin sorularını
yanıtladıktan sonra salondakileri selamladılar.
Festival haberleri t Sayfa 8-9’da
Atatürk İletişim
Haber Hattı
Yıl: 13 Sayı: 84
Nisan-Mayıs 2015
Tel: 0 442 231 51 61
Fax: 0 442 236 09 64
A t a t ü r k Ü n i v e r s i t e s i İ l e t i ş i m Fa k ü l t e s i Ö ğ r e n c i U y g u l a m a G a z e t e s i
e-mail: [email protected]
Tarih otoriteleri ‘Ermeni soykırımı’ iddialarına son noktayı koydu:
Ne soykırımı; 518 bin
Müslümanı katlettiler!
EROL KÜRKÇÜOĞLU
YUSUF HALAÇOĞLU
Papa’nın ‘Ermeni soykırımı’
ile ilgili ifadelerine tarihçi Erol
Kürkçüoğlu sert tepki gösterdi.
Kürkçüoğlu, Ermenilerin sadece
Van’daki isyan sırasında bir günde 10 bin Müslümanı katlettiğini
söyledi. Kafkasya’ya barışın
gelmesi için Hristiyan dünyasının kin ve nefrete dayalı politikalardan bir an önce vazgeçmesi
çağrısında bulundu. Y. Özgür
Türk Tarih Kurumu eski Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu,
anne karnındaki cenini çıkarıp
onunla poz veren, çocukların
canlı canlı derilerini yüzenlerin
soykırım iddiasında bulunmasının akıl dışı olduğu söyledi.
Halaçoğlu, “218 bini 1914-15
Mayısı arasındaki bir yılda olmak
üzere toplam 518 bin Müslüman,
Ermeniler tarafından katledilmiştir.” dedi. Bilge Uğurlu t Sayfa 3
Bülbül, Mithat Yılmaz t Sayfa 2
Erzurum’un en meşhur tadı
Cağ kebabı
Deprem
merkezimiz
Kandilli ile
eşdeğerde Puşkin
1989’da kurulan
Deprem Araştırma
Merkezi, Doğu Anadolu’da 14 istasyon ile
hizmet veriyor. Merkezin müdürü Doç. Dr.
Özyazıcıoğlu, altyapılarına ve çalışmalarına rağmen doğuda
olmaları sebebiyle ilgi görmediklerini
ve marka olamadıklarından yakındı.
Özyazıcıoğlu, yaşanan depremlere
rağmen yeterince tedbir alınmadığını
vurguladı. Baran Yeşil t Sayfa 4
Koçak: “Bu eğitim çok önemlidir.
Bugün öğrencilerimiz, Atatürk Üniversitesi’nden diplomalarını almanın
gururunu yaşayacaklar.”
müzesi
kuruluyor
YAZI VE RESİMLER
“Erzurum’a Yolculuk” adlı
eserin de sahibi olan ünlü
Rus yazar Puşkin adına Erzurum’da müze kuruluyor. Müzede ünlü yazara ait ve yazar
hakkında yazı ve resimler
sergilenecek. Melik Bulmuş,
Gamze Bargın t Sayfa 4
Domuz gribi eskisi
kadar tehlikeli değil 6
Cağ kebabının ünü, Erzurum’un sınırlarını aştı; önemli bir
marka haline geldi. Son yıllarda
Erzurum’un dışında bir çok ilde
cağ kebabı lokantaları açıldı.
Cağ kebabını hazırlamanın ve
sunmanın incelikleri, yemenin de
kendine özel geleneği bulunuyor.
Sonay Çaluk, Volkan Basık, Mehdican Çafer t Sayfa 14
TMSF İz Tv’ye
el koydu; iş
yapamıyorum
COŞKUN ARAL
Şu anda kendi ajansım TMSF’ye geçti, yani
İz TV’yi aldılar. Bana iş
yaptırmıyorlar. Hâlbuki ajansı kuran benim.
Adeta “Sizin bütçenizi
alıyoruz, bizim arkadaşlara veriyoruz. Onlar iş
yapsın” diyorlar. Sayfa 10
Yerel tarihi kimse
bilmiyor!
5
Anneler
diploma
aldı
Atatürk
Üniversitesi ile
Yakutiye Belediyesi’nin ortaklaşa
yürüttüğü “Anne
Okulu” projesi ilk
mezunlarını
verdi. Mezuniyet
töreninde
anneler diplomalarını Atatürk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hikmet
Koçak’ın elinden aldı. Koçak, törende yaptığı konuşmada, beşikten meezara kadar ilim öğrenmek gerektiğini
hatırlattı. Rektör Koçak, anneliğin de kutsal bir meslek
olduğunu belirtti. Ali Törün t Sayfa 7
Betonlaşma
Uzungöl’ü
tehdit ediyor
Türkiye’nin önemli turizm
merkezlerinden biri olan Uzungöl
kontrolsüz ve imarsız yapılaşma tehdidi altında. Esnaf gelen
turistlere hizmet verebilmek
için yatırım yaptığı savunuyor
ve imar sorununun çözülmesini
bekliyor. Belediye ise mevzuat
engelini aşmaya çalışıyor. Çağrı
Haliloğlu t Sayfa 16
Her mahalleye böyle
bir kütüphane lazım
Erzurum’daki tarihi Habib Baba Konağı şimdilerde kütüphane olarak hizmet veriyor. Kütüphane sorumlusu Oktay Parlar,
öğrencilerin yoğun ilgi gösterdiğini söyledi. Bir mahalle kütüphanesi görünümündeki kütüphanede hayırseverlerin desteği
ile küçük ikramlarda da bulunuluyor. Azize Alan t Sayfa 11
Başka Mukaddes’ler
13
ölmesin artık!
2
Nisan 2015
Tarih
Prof. Dr. Erol Kürkçüoğlu:
Van’da bir günde
10 bin Türkü
katlettiler
“Van’da çok büyük bir ayaklanma planladılar. Van’ın yerli halkı
Kaya Çelebi Camii’nin bulunduğu
alanda katledildi. Çocuk, genç,
yaşlı, kadın, erkek, bebek demeden 10 bin kişiyi katlettiler.”
A
tatürk Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Öğretim Üyesi ve Türk
Ermeni İlişkileri Araştırma Merkezi
Müdürü Prof. Dr. Erol Kürkçüoğlu, Ermenilerin Doğu Anadolu’daki ayaklanma ve
isyanlarla onbinlerce Türk’ü katlettiğini
belirterek isyanların en acımasız olanının
Van’da gerçekleştirildiğini ifade etti.
Van’da 10 bin ölü
Kürkçüoğlu, Van’daki isyanla ilgili şu
bilgiyi verdi: “1914 yılında Van’da meydana gelen isyan çok farklı. O isyanda
10 bin insanımız öldürüldü. Birinci Dünya
Savaşı öncesinde Ermeniler gönüllü birlikler oluşturuyorlar. Bu birliklerin başında
bölgede herkesin bildiği Antranik, Dro
Muratyan ve Karakin Pastırmacıyan gibi
kişiler var. Karakin Pastırmacıyan aynı
zamanda Erzurum Mebusu. Bir taraftan
devletten maaş alan biri, aynı zamanda
bölgeyi çok iyi bildiği için Ermeni çete
reisi. Bu gönüllü birliklerin İstanbul’da
yaptıkları toplantıda çıkacak bir savaşta
Rus ordularıyla ittifak yapılarak Osmanlı Devleti iki ateş arasında bırakılacak
kararı alınıyor. Yani o dönemde Osmanlı
cephede Ruslarla çarpışırken, cephe gerisinde Ermeniler ile savaşmak zorunda
kalıyor. Savaşın başlarında 1-15 Nisan
tarihleri arasında Van’da çok büyük bir
ayaklanma meydana gelir.
Bu ayaklanmada Van’ın yerli
halkı Kaya Çelebi Camii’nin
bulunduğu alanda katledildi.
Ayaklanma sonucu 10 bin
kişi öldürüldü. Çocuk, genç,
yaşlı, kadın, erkek, bebek
demeden 10 bin kişiyi katlettiler.” Osmanlı Devletinin 24
Nisan 1915’te bu ayaklanma
üzerine hınçak, taşnak, rangavar, belagöz gibi Ermeni
cemiyetlerini kapatarak,
yöneticilerini tutukladığını
belirten Kürkçüoğlu, Sevk
ve İskan Kanununun da bu
olaydan sonra çıkartıldığını
söyledi.
Sevk ve İskan Kanunu
Kürkçüoğlu tehcir olarak
bilinen bu kanunun yanlış
anlaşıldığını belirtti: “Nisan
1915 kesinlikle tehcir denilen
yani orijinal adıyla Sevk ve
İskan Kanunu çıkarıldığı tarih
değildir. İsyan ve ayaklanmaların devleti yıpratması ile Ermeni
cemiyetleri kapatılarak, 235 yönetici
kadrosu tutuklanıyor. Daha sonra Anadolu’nun muhtelif yerlerinde ayaklanmaların devam etmesi üzerine devlet 30
Mayıs 1915’te Sevk ve İskan Kanunu’nu
çıkarmak zorunda kalıyor. 24 Nisan 1915
Ermenilerin dayattığı bir tarih. Dünyayı
aldattıkları bir tarihtir. Kanunun orijinalinde Ermeni, Rum, Yahudi kelimesi
içermez. Devletin çeteleri Suriye’ye göndermesi söz konusu. Osmanlı Devleti
hukuk devletidir. Yani Katolik, Protestan
Ermenilerin haricinde, özellikle bu çok
önemli, kadınlar, amalar, sakatlar, yaş-
Papa ırkçılık yaptı
Papa Francesco’nun “20. yüzyılın ilk soykırımı Ermenilere yapıldı” ifadelerine tarihçi Erol
Kürkçüoğlu sert tepki gösterdi; “Kafkasya’ya barışın gelmesi için Papa’nın şahsında Hristiyan
dünyasının kin ve nefrete dayalı politikalardan bir an önce vazgeçmesi gerekmektedir.” dedi.
A
tatürk Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Öğretim Üyesi ve Türk
Ermeni İlişkileri Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Erol Kürkçüoğlu,
Katoliklerin ruhani lideri Papa Francesco’nun, 1915 olaylarının 100. yıldönümü
sebebiyle Vatikan’da düzenlediği ayinde,
“20. yüzyılın ilk soykırımı Ermenilere yapıldı” sözlerini, İletişim Fakültesi
Haber Ajansı’na (İFHA) değerlendirdi.
Kürkçüoğlu şöyle konuştu: “Papa bunu
gündeme taşımakla gelecekte barışın bu
bölgede yerleşmesine engel olmuştur.
Bir din adamı Türk milleti ve Müslüman
toplumuna kin ve nefret duymuş ve biz
Türk tarihçilerini hüsrana sevk etmiştir.
Kafkasya’ya barışın gelmesi için Papa’nın
şahsında Hristiyan dünyasının kin ve
nefrete dayalı politikalardan bir an önce
vazgeçmesi gerekmektedir.”
Papa’yı kınıyoruz
Papa’nın,
Türk Ermeni ilişkileri noktasında
son yaptığı açıklamayı 1915’te
Ermenilere yönelik bir soykırım
olduğunu ifade
etmesini Türk
bilim adamları
olarak esefle
kınadıklarını
belirten Prof.
Kürkçüoğlu,
Papa’nın açıkça
tarihi bir meseleye siyasi bir boyut kazandırmak
için doğrudan
ırkçılık yaptığını ifade etti.
Kürkçüoğlu şöyle
lılar sevk ve iskana tabi tutulmamıştır. Devlet çetelerle muhatap olmuştur. Bu çeteler
sivil Müslüman köylerini basarak katliam
yapıyorlar. Osmanlı devleti 7 ayrı cepheye
Müslüman asker gönderdi. Askerin yaşı
da 15 ila 50. Bir bakıyorsunuz ki cephenin
birinde baba ile oğul birlikte çarpışıyor. Eli
silah tutan herkes cephede, cephe gerisi
tamamen savunmasız. Müslüman Türk
devletinin bütün derdi, devletin üniter yapısını korumak, Ermenileri sürmek değil.”
Ermenilerin sevki esnasında neler
yaşandı?
“Sevk ve İskan Kanunu ile Ermeniler
Suriye’ye gönderilmeye başlanıyor. Zaten
konuştu: “Osmanlı devleti ve Selçuklular
arasında yaşayan Ermeniler her iki devlette de millet-i sadıka idiler. Müslümanlarla
Ermeniler arasında kesinlikle hiçbir sorun
hiçbir problem 19. Yüzyılın başlarına
kadar yoktu. Fakat 19. Yüzyılla birlikte
batılı emperyalist devletler Osmanlı üzerindeki emellerini tahakkuk ettirebilmek
için Ermeni meselesini gündeme getirdiler. Şark Meselesi çerçevesinde. Osmanlı
devletinin bölüşülmesi, parçalanması
projesiyle gündeme geldi. Bu tarihten
itibaren 1815’ten itibaren Ermeni Sorunu
gündeme gelmiş oldu. Bugün Papa’ya
şunu söylemek gerekir. 19. yüzyılın 2.
yarısında Osmanlı ülkesinde milleti sadıka
olan Ermeniler, kendi inançlarını, ibadetlerini çok rahat bir ortam içerisinde yerine
getirmekteydiler. Katolik misyonerleri
Anadolu’ya gelerek Ermeniler üzerinde,
Ermenileri mezheplerinden döndürmek
suretiyle Katolik yapmaya çalışmışlardır.
Tarih mutlaka bilimsel gerçekleri ortaya
koymaktadır. Osmanlının kuruluşundan
itibaren Ermeni patrikhanesi Kütahya’da
rahat bir şekilde dini varlığını sürdürmekteydi daha sonra Bursa’ya taşımışlardır.
Osmanlıyı takip ederek gidilen her yere
patrikhanelerini götürmüşlerdir. İstanbul’un fethinden sonra Ermeniler dini
inançlarını İstanbul’da da yerine getirebilmiştir. Bizzat Fatih Sultan yer verip para
yardımında bulunmuştur. Ermeni Kilisesi
1461 tarihi itibariyle de burada da devam
etmiştir.”
Ermenilerin Osmanlı döneminde huzur
ve barış içerisinde yaşadığını hatırlatan
Prof. Kürkçüoğlu sadece devlete başkaldıran çetelerin iskana tabi tutulduğunu
aktardı. Kürkçüoğlu, “Meseleye baktığımız zaman Müslümanlar kendi içerisinde
azınlık bir halk olarak yaşayan Ermenilerle doğu Anadolu ve Kafkasya bölgesinde
huzur ve barış içerisinde yaşıyorlardı.
Ermenilerin bir kısmı bu yolculuk esnasında ölüyor. Tabiat olayları, salgın hastalıkları kol geziyor. Pasinler civarında sahra
hastanesi var. Orada herkes hastalıklardan
etkileniyor. Bunun dışında eşkıya olayları
da söz konusu. Onlara yolda saldırılar gerçekleşiyor. Ermeni soykırımı diye bahane
ettikleri yolda gerçekleşen ölümler. Göç
sonrası maddi durumu iyi olanlar Avrupa’ya göç ediyor. Fransa’nın Marsilya şehri
özellikle. Maddi durumu kötü olanlar ise
Suriye’ye, daha çok Beyrut’a yerleşiyorlar.
Tabi daha sonra Türkiye’ye dönüp toprağına sahip çıkanlar da var.”
r Salih Çelebi
Son Papa’nın bu çıkışı gerçekten bir tarih
bilgisinin olmadığını ortaya koymaktadır.
Çünkü 24 Nisan Ermenilerin iddia ettiği
gibi ve Papa’nın da alet olduğu gibi kesinlikle sevk ve iskan kanunun çıktığı tarih
değil.” şeklinde konuştu.
1917’de Rusya’da Bolşevik ihtilalinin
olduğunu hatırlatan Prof. Kürkçüoğlu şu
görüşlere yer verdi: “1 ay önce Kafkasya’da Allahüekber dağlarında çarlık
Rusya ile yoğun mücadelemiz oluyor 1 ay
sonra 250 bin çarlık taraftarı Bolşeviklerden kaçarak Osmanlı devletine sığınıyorlar. Bunlardan önemli bir kişi var: Rus tarihçi bizim hocalarımızı yetiştiren İstanbul
Üniversitesi’nde hocalık yapan ünlü bilim
adamı Batud’dur diğer bir örnek 1941
yılın 2. Dünya savaşı çok yoğun bir savaş
ekmeğin karne ile dağıtıldığı bir dönemdi.
Batı komşumuz Yunanistan bizden yardım
talep etti: Üç defa kurtulmuş adlı gemimizle Yunanistan’ın pire limanına ilaç ve
gıda yardımı götüren Türkiye cumhuriyeti oldu. Ama savaştan sonra Yunanlılar
kendilerine ait olmayan Uşi antlaşmasıyla
Osmanlı devletine ait olan Meis adası ve
12 adayı işgal ettiler. Biz tarihimizle her
zaman yüzleşen bir milletiz. Ben Osmanlı devleti adamlarını ve Selçuklu devlet
adamlarının attığı bütün adımların altına
imzamı atarım çünkü tarihimizde kültürümüzde devlet felsefemizde ve dinimizde
soykırım kesinlikle bir ayıp olarak bilinir.
Şimdi ellerine ilk defa 2006 yılında Türk
tarih kurumu bilim adamları ve Ermeni
bilim adamları Viyana’da bir araya geldi.
Karşılıklı belge alışverişi yapıldı. Ertesi
sene Ermeniler gelmedi. Masaya oturmadılar. masa nedir bilimsel bir çalışmadır
Türk devlet adamları iyi bir politika
izliyorlar fakat bu mesele tarihçilerin
meselesidir.”
Ermeniler’de belge yok
Ermenilerin ellerinde belgeler olmadığına işaret eden Erol Kürkçüoğlu,
Diasporanın varlık sebebinin Ermeni soykırımı olduğuna dikkat çekti. Kürkçüoğlu
sözlerini şöyle tamamladı: “Ermenilerde
bir arşiv çalışması ve tarih çalışmasına
yönelik bir girişim yoktur. Dolayısıyla
mesele siyasi ve Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya yöneliktir. Özellikle Türkiye’yi
Avrupa siyasetinde yalnız bırakmaktır.
Uluslararası ilişkilerden Türkiye’ye bir
düşman yaratılmaya çalışılıyor. Diasporanın siyasi arenada kendi göstermenin
tek dayanağı sözde ermeni soykırımıdır.
Bu olmadığı taktirde ne Ermenistan ne de
Ermeni Diasporası bir varlık gösteremeyecektir.”
r Y. Özgür Bülbül, Mithat Yılmaz
Nisan 2015
Tarih
3
Bebeklerin derilerini yüzenler
soykırımdan bahsediyor!
Tarihçi Yusuf Halaçoğlu, anne karnındaki cenini çıkarıp onunla poz veren, çocukların canlı canlı derilerini yüzüp ağlamasınlar
diye de annelerinin memelerini keserek ağızlarına veren Ermenilerin, bu iddialarda bulunmalarının akıl dışı olduğu söyledi. Halaçoğlu, “218 bini 1914-15 Mayısı arasındaki bir yılda olmak üzere toplam 518 bin Müslüman, Ermeniler tarafından katledilmiştir.” dedi.
lu’da 23 yerde isyana giriştiklerini söyledi.
Tehcirin sebebi Ermeni isyanları
Tarihçi ve siyasetçi Halaçoğlu Birinci
Dünya Savaşı esnasında sadece dışarıdan
Nisan 2015 tarihi, Ermeni soygelen düşmanlarla değil, bunlarla işbirliği
kırımı iddialarının yüzüncü yıl
yaparak isyan başlatan ve orduyu arkadan
dönümü. Yüzüncü yıl dolayısıyla
vuran vatandaş Ermenilerle de mücadele
Ermenistan ve Diaspora Ermenileri yoğun
etmek zorunda kalındığının altını çizdi.
bir faaliyet içerisinde bulunuyor. Türkiye
Osmanlı Devleti 1914 ve 1915 Mayıs
de 24 Nisan 1915 tarihi ve devamındaki
olaylarla ilgili olarak geçmiş yıllara nazaran tarihlerinde Ermenileri yine kendi himayesinde bulunan topraklara asker nezaretinde
daha ciddi çalışmalar yapıyor.
gönderdi. Tehcir esnasında yollara hastaneErmeni sorunu Türkiye’nin uzun yıller açtı, fırınlar kurdu. Halaçoğlu, “Bunları
lardır başını ağrıtan bir mesele. Meseleyle
ilgili olarak başta Türk Tarih Kurumu olmak yapan Osmanlının katliam yaptığı nasıl
söylenebilir?” diye sordu.
üzere çeşitli kurum ve kuruluşlar yaptıklaErmeniler Müslümanları katletti
rı çalışmalarla geçmişte bilinenin aksine,
Savaşta sırasında 1914 Mayıs ayıyla
Ermenilerin Türkleri katlettiği tezini kabul
1915 Mayıs sonu tehcir döneminde Erettirmek için yoğun çaba gösteriyor.
meni çeteleri tarafından 218 bin, ondan
Türk Tarih Kurumunun eski başkanı,
sonraki dönemde sayıları 518 bine ulaşan
Milliyetçi Hareket Partisi Kayseri Milletvekili Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu Ermeni iddia- Müslüman Türk’ün katledildiğini anlatan
Halaçoğlu, “Uluslararası Hukuk düşmanla
larının gerçek yüzünü, Türkiye’nin tezlerini
iş birliği yapan bir milleti başka bir yere
kabul ettirmek için yaptığı çalışmaları ve
nakletmeyi uygun görüyor. Fransız arşivleihmal edilen hususları anlattı.
rinde Ermenilerin düşman devletlere iş birTürk tarihi ve Ermeni meselesi üzerine
liği yaparak Türklere karşı savaştıkları yer
birçok çalışması bulunan Halaçoğlu, görevden alınmasına rağmen çalışmalarına devam alıyor. Uluslararası hukukta bu varken buna
rağmen Osmanlı devleti bunları başka yerleediyor. Türk Tarihinde Ermeniler, Ermeni
re göndermiyor.” dedi. Osmanlı Devletinin
Tehciri ve Gerçekler ile Ermeni Tehciri gibi
her şart ve koşulda vatandaşlarının canını
kitaplar bu konu üzerine yaptığı çalışmakorumaya özen gösterdiğini vurguladı.
lar sonucu çıkardığı eserlerinden birkaçı.
Yusuf Halaçoğlu meselenin bir başka neHalaçoğlu, Ermeni meselesine kendi adamış
denini de Türklerin Anadolu’yu ele geçirip
bir isim. O tarihlerde soykırıma uğrayanlaİslam bayrağını taşımaya başlamasından
rın Türkler olduğunu her ortamda belgeler
itibaren İslamiyet’i bu bölgeden sökmek
sunarak gözler önüne seriyor. Buna rağmen
isteyen haçlı zihniyetine bağlıyor. Bu
uluslararası alanın haklılığımızı görmezden
mücadeleyi Müslüman ve Haçlı mücadelesi
gelmesini şu şekilde açıklıyor: “İngiliz ve
olarak gördüğünü de ekliyor ve şöyle devam
Fransız arşivlerinden Ermenilere yaptıkları
ediyor: “2011 yılında dönemin başbakanı
silah yardımlarını, Amerika’dan gemilerle
Avrupa Konseyinde yaptığı konuşmada
getirilen silahları kimlerin ne amaçla dağıt‘Haçlı seferleri doğuya medeniyet getirmiştığını, Ermenileri kullanarak 1915’te 80 bin
Müslümanı öldüren Rusları görüyoruz. Şim- tir’ ifadesini kullandı. O zaman bunu söyleyenler ne gariptir ki Büyük Ortadoğu Prodi bizim haklılığımızı kabul etseler Ermenijesinin eş başkanı olmak istemesi nedeniyle
ler çıkıp asıl suçlu siz değil misiniz diyeo haçlılarla, müttefik devletler adı altında
cekler. Nitekim Hrant Dink Fransız kanalı
Müslüman ülkelerde insanları birbirine
TV5’te ‘asıl bizden özür dilemesi gereken
kırdırdılar. Haçlı seferleri yeniden OrtadoFransa ve İngiltere’dir’ dedi ve adam 15
ğu’ya medeniyet götürüyor. Haçlı
gün sonra öldürüldü. Gerçeklerin
zihniyetinde olanlar Türkleri
üstünü kapatıyorlar.”
siyaseten alaşağı etmek
Yusuf Halaçoğlu
Kaynaklara
için Ermeni iddialarına
Ermeni meselesinin iç
göre, 1922’de, dünyada, 3
çanak tuttular ve 21
yüzünü anlatırken ilk
milyon 4 bin Ermeni bulunuyor.
ülke parlamentoolarak Osmanlının o
Bunun 817 bin 873’ünü Türkiye’den
sunda soykırımı
dönemdeki toprak
göç eden Ermeniler oluşturuyor. Bunlakabul ettiler.”
ve ekonomik yarın dışında Müslüman olan 95 bin Ermeni
Ermenilepısına değiniyor:
de Türkiye’de yaşıyor. Ayrıca İstanbul’da
rin katilleri
“1914 yılından
150 bin, Anadolu’da da 131 bin olmak üzere
cezalandırıldı
itibaren biz
toplamda 1 milyon 200 bin Ermeni bulunuyor.
HalaçoğBirinci Dünya
Osmanlı kayıtlarına göre Türkiye’deki Ermeni
lu’na göre,
Savaşına girdik.
nüfusu 1 milyon 294 bin. Halaçoğlu bu ratehcir sırasında
O dönemde
kamları vererek şu soruyu yöneltiyor: “Peki,
Osmanlı tarabile imparatornasıl oluyor da 1.5 milyon Ermeni kesiliyor?”
fından tedbir
luk dört etrafı
Amerikalı elçilerin raporlarında da benzer
alınmasına rağdenizle bağlantılı
rakamlar bulunduğunu belirten Halaçoğlu,
men Ermenilerin
büyük bir stratebuna rağmen her 24 Nisan’da “Acaba
bir kısmı Kürt
jik önemi olan bir
soykırım iddiaları için ne diyecekve Arap çeteleri
milyon 800 bin metler?” diye sancı çekilmesini
tarafından öldürüldü,
rekare toprağa sahipti.
anlayamadığını söylükadınlar ise kaçırıldı.
Büyük toprak kayıplarına
yor.
Osmanlı kasıtlı olarak
rağmen Avrupa’da söz sahiölüme sebebiyet vermedi. Akbiydi. Ekonomik açıdan baktığısine Ermenileri öldüren 1673 kişiyi
nızda büyük petrol bölgelerinin sahicezalandırdı: 63’ünü idam, 68’ini kürek ve
biydi. Osmanlıya göz dikenler, siyaseten
geriye kalanını da hapis cezasına çarptırdı.
alaşağı edemeyince çareyi içten yıkmakta
İttifak Devletleri Osmanlı güçsüzleşince
buldular.” Ülkede bulunan misyoner okullakendi aralarında imparatorluk topraklarını
rının ilk mezunlarının marksist, leninist ve
paylaşarak yıkım faaliyetlerine başlarlar.
ırkçı temelli çeteler kurarak faaliyetlerine
Bu devletlerle iş birliği yaparak Osmanlıyı
başladıklarını belirten Halaçoğlu, Ermeniarkadan vuran Ermeniler 1915 yılı Ocak
lerin bu çetelerle işbirliğine girerek Anado-
Bilge Uğurlu
24
ısı
nc
e diyecek?”
n
sa
BD
A
“
Türk Tarih Kurumu eski başkanı Prof.
Dr. Yusuf Halaçoğlu, Bilge Uğurlu’nun
sorularını yanıtladı; Ermeni soykırımı
iddialarına sert tepki gösterdi.
ayında Van, Çatak ve Bitlis bölgelerinde
Ruslarla iş birliği yaparak 80 bin Müslümanı katlederler. Halaçoğlu bu konuyu anlatırken özellikle şu ayrıntıya dikkat çekiyor:
“Ermeniler Erzurum’dan ve bu bölgelerden
topladıkları genç kadınları Akdamar Kilisesine götürüyorlar. Bunların içinden 50 kadar
hanım iffetlerini korumak için kendilerini
göle atarak hayatlarına son veriyorlar.”
Van’ın işgal edildiği 17 Mayıs gününün Ermeni Mezalim Günü olarak anılması ve Van
ya da Akdamar Kilisesi civarına bir İffet
Anıtı dikilmesi için meclise kanun teklifi
verdiğini söyleyen Halaçoğlu teklifin kabul
edilmemesinden rahatsız olduğunu özellikle
ifade ediyor
Meselenin gerçek yüzü bilinmiyor
Türkiye’de de soykırım yapıldığını
savunanlar bulunuyor. Soykırım yapıldığını
iddia edenler arasında “Kürtler soykırım
yaptı” diyenler de mevcut. Yusuf Halaçoğlu
o tarihlerde Kürtlerin Ermenileri öldürdüğünü söylüyor ama meselenin bilinenden
çok farklı olduğuna değiniyor: “Kürtler,
Ermenileri katletti ama soykırım yapmadılar. Bunun içeriğinin çok iyi araştırılması
gerekiyor. Bazı aşiretlerin soygun için
öldürdükleri biliniyor. O iddianın gerçek
yüzünde aslında Ermenilerin Kürt köylerine
baskın düzenlemeleri yatıyor. Ermeniler
devlet kurmak istiyor fakat nüfusları yeterli
değil. Kürtleri kendi taraflarına çekmek için
batılıların da desteğiyle Osmanlı askeri kılığına girerek Kürtleri öldürüyorlar. Kürtler
asker kılığındakileri öldürmeye başladıklarında sünnetsiz olduklarını fark edip bu
sefer Ermenileri öldürmeye başlıyorlar.”
PKK sadece Kürt hareketi değil
Birinci Dünya Savaşı bittikten sonra
1922 yılında Ermeniler geri dönerler. Hangi
köylere yerleştikleri, hangi Kürt Aşiretinin
adını aldıklarına bakıldığı zaman PKK Terör
Örgütünün o bölgelerden çıktığını görmek
gerektiğine vurgu yapan Halaçoğlu, bunların çıkıp kendilerini Kürt hareketi olarak
gösterdiklerini söylüyor. “Bebek katili 40
bin insanın ölümünden sorumlu Öcalan, ‘biz
Ermeni ve Kürt halkların sorumluluğunu
üstümüzde taşıyoruz.’ ifadesini kullandı
ve Said’i Nursi’nin köyünün de Ermeni
köyü olduğunu söyledi. Kendi köyü ne
köyüydü onu söylemiyor. Elbette Ermeni
köyü.” açıklamasını yapan Yusuf Halaçoğlu,
Türk Milletinin bunları iyi bilerek kimlerin
sokaklara çıkıp ‘hepimiz Ermeni’yiz’ diye
bağırdıklarını iyi analiz etmesi gerektiğini
belirtti.
Ermeniler 518 bin
Müslümanı katletti
Y
usuf Halaçoğlu, Ermeni iddialarının
tutarsızlığını ve Ermenilerin Müslümanlara soykırımı üzerine çalışmalar
yapmış bir tarihçi; bu araştırmaları sırasında onu en çok etkileyen olay hangisi
olmuştu?
Halaçoğlu gözleri yaşararak anlatıyor: “Bütün Erzurumlular büyüklerinden
katliama nasıl uğradıklarını duymuşlardır. 40 bin kişilik çeteler bu bölgede
terör estirmiş. Bebeklerin canlı canlı
derileri yüzülmüş. Ağlamasınlar diye
annelerinin memelerini kesip ağızlarına
tıkamışlar. Hamile kadınların karnını
deşip ceninlerle fotoğraf çekilmişler.
Muş, Van, Bitlis, Erzurum’un Hasankale
ve Aşkale ilçeleri ile Ardahan Posof’ta
Ermeniler Müslüman komşularını kesmişler. İki toplu mezarda psikolojim bozuldu. Bunlardan biri Iğdır’ın Tuzluca ilçesinin gedikli köyündeki 97 kişilik toplu
mezardı. İnsanlar samanlığın kapısına
yığılmışlar. Bir anne ve yanında birinde
8 diğerinde 16 diş olan iki çocuğunu kılıçtan geçirmişler ve öylece bırakmışlar.
Cesetler kılıcın üzerinde çıktı. Bir diğeri
de Karsın Derecik köyüne 7 kilometre
uzaklıkta 476 kişinin olduğu toplu mezardı. Bir anne ve kucağında kemikleri
dahi tam oluşmamış bebeği çıktı.”
Türkiye’deki soykırım tezini savunanların nedenini ekonomik ve siyasi zafiyetlere
bağlayan Halaçoğlu, bu durumun zayıflığa
yol açtığını, fikir birliği olması durumunda büyük bir güç haline gelinebileceğini
kaydetti.
12 yıl geçti, ses yok!
Yusuf Halaçoğlu, 2003 yılında Kars’ın
Derecik köyünde 476 vatandaşın samanlıkta yakılarak öldürüldüğü toplu mezarı
ortaya çıkarmış ve orada bulunan yerli ve
yabacı basın mensuplarına şöyle bir davette
bulunmuş: “Biz bunu siyaset aracı olarak
görmüyoruz bir vebal olarak açıyoruz. Buradan şunu söylüyorum Ermenilere ait tek
bir toplu mezar gösterin kendim açacağım
ve sizi de davet edeceğim.” Bu konuşmanın
üzerinden 12 yıl geçtiğini belirten Halaçoğlu, Ermenilerin tek bir toplu mezar bulamadıklarını sözlerine ekledi.
4
Üniversite
Nisan 2015
Atatürk Üniversitesi Deprem Araştırma Merkezi Müdürü Mehmet Özyazıcıoğlu:
Kandilli’den hiçbir
eksiğimiz yok
1989’da kurulan Deprem Araştırma Merkezi, Doğu Anadolu’da 14 istasyon ile hizmet
veriyor. Merkezin müdürü Doç. Dr. Özyazıcıoğlu, altyapılarına ve çalışmalarına rağmen
doğuda olmaları sebebiyle ilgi görmediklerini ve marka olamadıklarından yakındı. Özyazıcıoğlu, yaşanan depremlere rağmen yeterince tedbir alınmadığını vurguladı.
Baran Yeşil
A
tatürk Üniversitesi Deprem Araştırma Merkezi Müdürü Doç. Dr.
Mehmet Özyazıcıoğlu Kandilli
Rasathanesiyle eşdeğer olanaklara sahip
olduklarını ancak doğuda bulunmaları
sebebiyle bu alanda marka olamadıklarını
söyledi. Deprem Araştırma Merkezi’ni
tanıtan Özyazıoğlu, Doğu Anadolu’da 14
istasyona sahip olduklarını belirtti.
Kendisinin inşaat mühendisi olduğunu belirten Özyazıcıoğlu, birçok üniversitede deprem araştırma merkezlerinin
inşaat mühendislerine bağlı birimler
olarak çalıştığını ifade etti. Özyazıcıoğlu
şöyle konuştu: “Depremin, biz inşaat mühendislerinin yakından ilgilendirmesinin
temel nedeni; yapılarımızın yıkılması.
Depremle ilişkimiz bu noktada başlıyor. Binalarımızı depreme dayanıklı
yapmak istiyoruz, bu nedenle depremleri yakından tanımak zorundayız. Yer
hareketleri ve deprem araştırmaların ilk
meraklıları dışında, bu alandaki araştırmacılar inşaat mühendisleridir. İlk
merak edilen şey ise yerin hangi hız ve
ivmede ne kadar hareket etmesi. 1939
yılına kadar bu ölçülebilir bir şey değildi. İlk kez 1930 yılında ABD’de Japon
bir araştırmacı tarafından, kuvvetli yer
hareketlerini kaydedebilecek ivme ve
ölçerler yapılıyor. Bu ivme ve ölçerler
California’ya yerleştiriliyor ve kısa bir
süre sonra Japonya’da 8,3 büyüklüğünde
bir deprem gerçekleşiyor.”
Deprem araştırma multidisipliner
Deprem araştırmalarının multidisipliner bir çalışma alanı olarak inşaat
mühendislerinin yanı sıra jeofizikçiler ve
yerbilimcilerin de ilgi alanına girdiğini
kaydeden Özyazıcıoğlu, şöyle devam
etti:
“Çatlaklar içinden sızan bir takım
gazları araştırmak amaçlı, bu sahada
çalışan kimyagerler dahi var. Bazen gaz
çıkışlarını ölçme yoluna gidiyoruz. Bu
alanda çalışan birçok dalda araştırmacılar mevcut. Özellikle; kimyagerler,
jeologlar, inşaat mühendisleri depremin
toplum üzerindeki etkilerini inceleyen
sosyal psikologlar, afet yönetimi itibariyle idari birim yönetimi. Acil durum müdahalesi ile Tıp Fakülteleri de yaralılar
için devreye giriyor.”
Özyazıcıoğlu, Atatürk Üniversitesi
Deprem Araştırma Merkezi ile ilgili de
şu bilgileri verdi: “İlk kurulumu 1989
yılında Atatürk Üniversitesi bünyesi
altında jeolog bir hoca tarafından yapıldı.
Şu an iki inşaat mühendisi, müdür ve
müdür yardımcısı olarak bu kuruluşu
yönetiyoruz.
Kurumumuz ilk yapılanmasından beri
sadece Erzurum bazlı kalmayıp, daha
geniş bir ağ olarak konumlandırılmıştır.
Araştırma merkezimiz Doğu Anadolu’da büyük bir afet ağına sahip. Yer
kayıt istasyonlarımız konum olarak, en
kuzeydeki Posof’tan en batıdaki Erzincan
Üzümlü olmak üzere 14 tane istasyona
sahiptir. Tam kuruluma ulaştığımızda
ise 22 cihaz çalıştırmış olacağız Doğu
Anadolu’da. Boğaziçi Üniversitesinden
sonra, Türkiye’deki en geniş izleme ağına
sahibiz. Türkiye’de ulusal çaptaki en
büyük ağa sahip olan kurum AFAD. Biz
sürekli olarak 14 ağımızdan ve AFAD’ın
Doğu Anadolu’daki 16 istasyonundan
veri paylaşımı alıyoruz. Ayrıca Gürcistan’dan, Amerikan Jeolojik Araştırmalar
Merkezinden, Türkiye çevresindeki
Ermenistan, Kafkasya ve Rusya’nın
istasyonundan veri akışı sağlıyoruz. Bu
şekilde aşağı yukarı Türkiye ve yakın
çevresinden 50 istasyondan veri alıyoruz.
Bu veriler gerçek zamanlıdır ve 50 istasyon az bir rakam değildir, çünkü AFAD
1999 depremi olduğunda Türkiye’de 30
istasyona sahipti. Şimdi ise Türkiye’nin
Doğusunu kapsayan bir bölgede 50 istas-
yondan veri alınıyor.”
Araştırmacıları bekliyoruz
“Merkezin alt yapı olarak Kandilli Rasathanesinden hiçbir eksiği yok.
Doğuda oluşu nedeniyle meraklıları
çekemiyoruz. Batıda çalışmak isteyenlerin çoğunluğu bunu engelliyor.” diyen
Özyazıcıoğlu araştırmacıları ve bu işe
meraklıları beklediklerini ifade etti.
1999 Marmara ve üç ay sonra ardından meeydana gelen Bolu ve Düzce
depremlerinin unutulduğunu savunan
Özyazıcıoğlu, “Tabii bu afet Yalova, Bursa ve İstanbul gibi şehirlerde daha fazla
hissedildi ama artık bu tür dehşet verici
afetler hatırlanamaz oldu. Yaşamın akışı
içinde unutur hale geldik. Her ne kadar
hatırlatılsa dahi bir türlü halkımıza
bu bilinci yerleştiremiyoruz.” diye
konuştu.
Konut alırken dikkat
Özyazıcıoğlu deprem ve
konut güvenliği için de şu
uyarılarda bulundu: “Konut
alımlarında depreme dayanaklılık ilk
olarak göz önünde bulunması gereken
ögelerden biri. Konut alımında insanlar;
bireysel konut, iş yeri, devlet kuruluşu
vb. konutlarda depreme karşı dayanıklılık ve kalite aranılması lazım. Topluma
bu bilinç yapısı yerleştirilmeli. Hâlbuki
toplumuzda konut seçme anlayışı, içi
süslü, dışardan bakılınca hoş görünümlü,
penceresi pervazı güzel olan ögelerden
geçiyor. Alıcı bu ögelere değer vererek
konut satın alıyor. Bu düşünce
yapısı tamamıyla yanlış ve en
kısa zamanda toplum tarafından farkına varılıp değiştirilmeli. Toplumumuza konut
sahibi olurken şu değerler yerleştirilmeli: İyi bir mühendislik
hizmeti almış, projesinden
yapımının her aşamasına kadar
Deprem şartnamesi hazırlayan
ilk ülkelerdeniz
Ö
zyazıcıoğlu’nun verdiği bilgiye
göre, Türkiye dünyada deprem
şartnamesini oluşturan ilk ülkelerden biri. 1939 Erzincan depreminin
ardından Türkiye Deprem Şartnamesi
hazırlandı. 1940’lı yıllarda çok az sayıda
deprem şartnamesi olan ülke vardı,
bunlardan biri Türkiye’ydi. Şartname
1975’te ve son olarak 1996’da yenilendi.
Bütün çaba konutlardaki yapı kalitesini
arttırmaya yönelikti. Deprem
şartnamemiz inşaat tekniği
Deprem Merkezi’nde
açısından baya zorlayıcı kuiki araştırmacının
rallara sahip fakat ülkemizgörev yaptığını bede uygulanamıyordu. 2016
lirten Özyazıcıoğlu,
yılında tekrardan deprem
şartnamesi değiştirilecek ve
muhabirimiz Baran
yeni bir şartname çıkacak.
Yeşil’e Doğu AnadoAkademik camia bu şartlu’da 14 istaasyonnamenin gelişmesi yolunda
larının bulunduğunu
sürekli çaba sarf ediyor lakin
söyledi.
bunun uygulamaya geçiş
süreci çok yavaş. 1999
depreminde görüldü ki yapı
kalitesinde herhangi bir
iyileşme yok.
Özyazıcıoğlu şöyle
konuştu: “Bugün biz inşaat
mühendisleri öğrencilerimize staj yaptıklarında, staj
defterlerindeki bariz inşaat
hatalarını açık bir gözle
görüyoruz. Öğrencilerimize
bu hatalara düşmemeleri
için tekrar ve tekrar uyarıyoruz. 1970 ve 1960’lar da
konut yapımında ne hatalar
yapılıyorsa; örneğin demir
mühendislerin görev aldığı yapıların
bağlama
gibi,
hala aynı hatalar yapılvarlığı deprem riskini azaltır.
maya devam ediyor. Bu tür hataların
Deprem sigortası; afet sonrası tıpkı
üstesinden gelmeliyiz. Buda ancak
trafik sigortasına benziyor, metre kare
konut projelerinin uygulama sırasında,
üzerinden herkesten aynı para alınıyor.
şantiyede mühendislik hizmetlerinin
Mesela iyi bir otomobilden de aynı prim
geliştirilmesiyle mümkün olabilir. Topalınıyor, eski kötü bir otomobilden de
lumumuz mühendislik hizmetine değer
aynı sigorta primi alınıyor. Deprem sivermiyor. Şantiyelerde çok düşük ücretgortasında böyle bir topallık var. Çok iyi
mühendislik hizmeti almış, çok sağlam
lere çalışan mühendisler var. O ücretle
inşa edilmiş bir binaya da aynı deprem
çalışan mühendis ya iyi eğitim almamış
sigortası uygulanıyor. İyi bir mühendisoluyor ya da ücreti düşük olduğu için
lik hizmeti almamış, eski bir binadan da
işini iyi yapmıyor. Ne zaman ki toplumuaynı deprem sigortası primi uygulanıyor.
muz mühendislik hizmetini talep ederse
Bu da insanlarda kaliteli yapıda oturma
işte o zaman yapılarımız iyileşmeye
bilincinin yerleştirilmesini sağlayacak bir
başlayacak.”
şey değil.”
Nisan 2015
Toplum
5
‘Yerel tarih’ bilinmiyor
Lise öğretmenleri ile öğrencilerinin yürüttüğü bir proje ‘yerel tarih’in bilinmediğini ortaya
çıkardı. Proje kapsamında ankete katılan öğrencilerin yüzde 43’ü, öğretmenlerin yüzde 35’i,
vatandaşların da yüzde 57’si yerel tarih konusunda yetersiz bulundu.
İsmail Erke
O
rtaöğretim öğrencilerinin yerel
tarih hakkında yaptığı çalışma,
öğrencilerin ve halkın yerel tarih
kavramını bilmediğini ortaya koydu.
Araştırmada, “Yerel tarih kavramı size ne
çağrıştırıyor?” sorusuna öğrencilerin yüzde 43,57’si “Kasaba, kırsal alan ve kenar
mahalleler gibi küçük toplulukların tarihini ifade eder” yanıtını verdi. Vatandaşların
ise yüzde 57,58’i soruya aynı cevabı verdi.
Kazım Karabekir Mesleki ve Teknik
Anadolu Lisesi tarih öğretmeni Şükran
Kalaycı ile öğrencileri Ebru Gaye Avlanır
ve Mehmet Kaan Sarıca Erzurum’un yerel
tarihini, vatandaşların yerel tarihe olan
ilgilerini, Birinci Dünya Savaş’ında işgal
edilen Erzurum’un işgal günlerini incelediler. Özellikle işgal sırasında halkın çektiği sıkıntılar, Rusya Hükümeti’nin Anadolu’nun kilidi konumundaki Erzurum’da
yaptığı tahkim faaliyetleri, Ermeniler
’in faaliyetleri, kolonizasyon (sömürge)
faaliyetlerini ve Erzurum halkına yapılan
yardımları mercek altına aldılar.
Genç araştırmacılar, bu çalışmaları ile
Erzurum tarihinin halk tarafından ne kadar
bilindiğini, Erzurumluların ve Erzurum’da
yaşayan insanların Erzurum çevresinde
bulunan tarihi ve kültürel eserler hakkında bilgileri olup olmadığını test ettiler.
Araştırmacılar, insanların Erzurum tarihine
etki eden tarihi şahsiyetlere olan ilgilerini
tespit etmeye çalıştılar. Bu çalışma ile var
olan tarihi eserlerin yerel tarih ve Türk
milli tarihindeki yerine atfettikleri önem
vurgulandı. Şükran öğretmen ve öğrencileri, Halkın yerel tarih hakkında sahip olduğu bilgi ve farkındalığın hangi seviyede
olduğunu ölçtüler.
Bu araştırma ile aynı zamanda yerel
tarihin ne olduğu, tarih eğitiminde yerel
tarihe ne şekilde yer verileceği, yerel
tarihin, tarih eğitimine ne gibi faydalar
sağlayabileceği ve ne gibi olumsuzlukları
içerebileceği ile ilgili bilgiler ortaya konulmaya çalışıldı.
Araştırmacılar, Erzurum’da yaşayan halkın yerel tarih hakkındaki ilgi ve
farkındalık düzeylerinin cinsiyete göre,
öğrenim gördükleri okul türüne göre,
eğitim durumlarına göre farklılık gösterip
göstermediğini araştırdılar.
Yerel tarihe sıkıca sarılmak gerek
Araştırma ile ilgili konuşan Gaye Avlanır, “Yerel tarih küçümsenmemesi gereken
konudur. Aksine çok önemli bir konudur
ve üzerinde durulması gerekiyor. İşte
biz de buradan hareketle böyle araştırma
yaptık” dedi. Yerel tarihimize sahip çıkmazsak bir çok değerimizin yok olacağını
söyleyen Avlanır, “yerel tarih mirastır ona
sıkı sıkı sarılmamız gerekiyor” şeklinde
konuştu.
Mehmet Kaan Sarıca, “Bu proje ile
insanlarda yerel tarih farkındalığı oluşturmaya çalıştık. Tarihi değerlerimizin yok
olmaması için bu tarz projelerin çok yapılması gerekiyor. Proje bize ayrıca özgüven
kazandırdı. Yaşadığımız coğrafyanın ne
kadar önemli odluğunu bir kez daha anlamış olduk.” diye konuştu.
Farklı yöntemler kullanıldı
Araştırmada deneklere açık uçlu
sorular soruldu. Konuyla ilgili kaynaklar
tarandı. “1.Dünya savaşında Erzurum’da
yaşanan Olaylar ve Kültürel Değerlerimiz”
konulu belgesel yapıldı. Yerel tarih ve
yerel tarihin önemi hakkında öğrencilere
seminer verildi. Yerel tarih ile ilgili çekilen
belgesel öğrencilere izletildi ve yerel tarih
ile ilgili düşünceleri alındı.
Yerel yönetim birimleri, kültür müdürlükleri, müze görevlileri, yerel basın ile
görüşüldü ve yaptıkları çalışmalar hakkında bilgiler alındı.
Öğretmenlere sorulan, “Üniversite
öğrencilik yıllarınızda aldığınız tarih
öğretiminde yeni yaklaşımlardan yerel
tarih konusunda kendinizi yeterli buluyor
musunuz? Sorusuna öğretmenlerin yüzde
35’i ‘hayır’, yüzde 45’i ‘kısmen’, yüzde
20’si ‘evet’ cevabı verdi.
Öğrencilere sorulan “Erzurum da hiç
müze ziyareti yaptınız mı?” sorusuna katılımcıların yüzde 55,36’sı ‘evet’ cevabını
verirken yüzde 36,79’u ‘hayır’ cevabını
verdi.
Öğrencilere sorulan ‘Yerel tarih
kavramı size ne çağrıştırıyor?’ sorusuna
katılımcıların yüzde 43,57’si ‘kasaba,
kırsal alan ve kenar mahalleler gibi küçük
toplulukların tarihini ifade eder’ cevabını
verdi. Aynı soruya halkın yüzde 57,58’inin
de aynı cevabı verdiği gözlendi. Bu durum
öğrencilerin ve vatandaşların büyük bir
kısmının “yerel tarih” kavramının tam anlamıyla ne ifade ettiğini bilmediği şeklinde
yorumlandı.
Öğrencilere sorulan ‘Yerel tarihi hangi
kaynaklardan öğreniyorsunuz?’ sorusuna
katılımcıların yüzde 30’u ‘öğretmen’,
yüzde 28,21’i ‘kitap’, yüzde 27,14’ü ‘televizyon-internet’, yüzde 14,64’ü ‘ailem’
cevabını verdi. Aynı soruya halkın yüzde
80,30’u ‘aile’ cevabını verdi.
Araştırmanın sonucuna göre; öğretmenlerin çoğunluğu, üniversite yıllarında
aldıkları yerel tarih eğitimi konusunda
kendilerini yeterli hissetmiyor.
Öğretmenlerin çoğunluğu yerel tarih
kullanımında karşılaşabilecek en büyük
sorunun kaynak olduğunu dile getirdi.
Halkın yerel basını takip etme ve yerel basının yerel tarih tanıtımı için yeterli bulma
oranının düşük olduğu anlaşıldı.
Kimyada mesleki şovenizm var
Kimyagerler Derneği Doğu Anadolu Şubesi Genel Kurulunda konuşan Dernek Başkanı Mustafa Tekoğlu, kimyagerlerin yaptığı deneylerin amacının daha yaşanabilir bir dünya olduğunu söyledi.
A
Mustafa Tekoğlu
tatürk Üniversitesi Fen Fakültesinde
Kimyagerler Derneği Doğu Anadolu Şubesi Genel Kurul Toplantısı
gerçekleştirildi. İki gün süren programın ilk
gününde kimyaya yıllarını veren isimler tecrübelerini öğrencilerle paylaştı. Toplantının
ikinci gününde ise Doğu Anadolu Şubesinin
Genel Kurul toplantısı gerçekleştirildi. Kimyagerler Derneği Başkanı Mustafa Tekoğlu
kimya mesleğiyle ilgili mesleki şovenizm
olduğunu belirterek bu alanda algı seçiciliği
olduğunu vurguladı.
Tekoğlu, “Kimya ile ilgilenen mesleklerde mühendislik daha fazla ön plana çıkıyor.
Mühendislik diğer alanların üstünde gibi bir
algı oluşmuş durumda. Oysa kimyagerde,
kimya teknisyenleri de kimya mühendisleri
de aynı yasaya tabi ve aynı işi yapıyorlar. Bu
algının mantıksız olduğunu anlatmamız lazım.” ifadelerini kullandı. Yapılan deneylerin
bu ülkeye katma değer katma amacı taşıdığına da değinen Tekoğlu, kimyanın kıymetsiz
gibi görünen şeyleri kıymetli hale getirdiğini
ve hayatın her alanında kimyanın olduğunu
belirtti. Tekoğlu, kimya mesleğiyle ilgili olarak“ Kimya ilaç, deterjan, ambalaj, kozmetik
ve akla gelen her alanda olan bir meslek dalı.
Kimyanın temeli simyaya dayanıyor. Bir
maddeye dışarıdan baktığınızda değersiz gibi
gözükür. İşte kimya kıymetsiz görünen şeyi
kıymetli hale getirerek insanlığın hizmetine
sunar.” İfadelerini kullandı.
Marmara, Karadeniz ve Doğu Anadolu
Bölgesinde şubeleri bulunan derneğin genel
merkezi İzmir’de. Dernek Başkanı Tekoğlu
derneğin kuruluş amacını şöyle ifade etti:
Kimyagerler kendilerini ilgilendiren konularda sözcülük yapacak birine ihtiyaç duydu.
Bunun için Prof. Dr. Giray Mişli ve Prof.
Dr. Çetin Güler’in girişimleriyle derneğimiz
kuruldu ve faaliyetlerine başladı. Derneğimize daha çok problemi olan insanlar
geliyor. Sorunu olmayanlar bana ne faydası
var deyip uzak duruyor. Dernekte gönüllülük
esas. Bize gelenler özverili ve çözüm odaklı
çalışmaya başlayınca tabela derneği olmaktan çıktık.”
Kimyagerlerin meslek hakları özlük
hakları ve sosyal haklarının korunmasının
yanı sıra kimya öğrencilerine yol göstermek
gibi hedefleri bulunan dernek, düzenlediği
çalıştay ve kongrelerle akademi ve sanayi
arasında iş birliklerini de arttırıyor. Dernek
bunların yanı sıra oluşturduğu staj komisyonu ile öğrencilere yardımcı oluyor.
r Bilge Uğurlu
Dağcılar Uzundere
kayalıklarına
tırmanmayı başardı
A
tatürk üniversitesi Beden Eğitimi ve
Spor Yüksek Okulu (BESYO) Piranha Dağcılık Kulübü yaklaşık 50
öğrenci ile birlikte Erzurum’un Uzundere
ilçesinde kaya tırmanışı etkinliği düzenledi. Öğrenciler tırmanış sırasında bir hayli
zorluk çekmesine rağmen güvenli ve keyifli bir şekilde tırmanışları tamamladı.
Piranha Dağcılık Kulübü Başkanı
Oğuzhan Turan, kulübün BESYO’daki
öğrenciler tarafından kurulduğunu söyledi.
Erzurum’da yaklaşık 150 bin öğrenciye
hizmet vermeye çalıştıklarını dile getiren
Turan, “Piranha Dağcılık Kulübü 3 ay önce
kuruldu. Kısa bir süre önce kurulmamıza
rağmen öğrenciler çok rağbet gösteriyor.
Faaliyetlerimizi kendimiz düzenliyoruz.
Herhangi bir maddi destek almıyoruz.
Hiçbir yerde sponsorumuz yok. Kendi
imkanlarımızla faaliyetleri yürütüyoruz.
Kulübümüze öğrenci kaydını yaptığımızda
maddi bir talebimiz olmuyor. Sadece faaliyete katılan arkadaşlardan kendimiz de
dahil olmak üzere araç ücretleri ve yemek
ücretlerini tahsis ediyoruz. Yaklaşık 4-5
yıldır bu işle uğraşıyoruz. İlk amacımız bütün arkadaşlarımızın güvenini sağlamaktır.
En önemsediğimiz konu bu. Herkes canını
bize emanet ediyor. Bizde bu konuda çok
dikkatli davranıyoruz ve arkadaşlarımıza o
güveni verebiliyoruz. Bu iş gerçekten ciddi
eğitimler gerektiriyor. Herkesin yapabileceği bir iş değil çok tehlikeli. Bu işi yapmak
için ciddi bir eğitim almak şart. Herkes
dağcılık adına herhangi bir donanım sahibi olmadan faaliyet yapıp gerçekten insan
hayatını tehlikeye sokuyorlar. Bizde bu
durumdan endişeleniyoruz.” diye konuştu.
Dağcılık basit iş değil
Erzurum ve çevre illerden herkese bu
faaliyetlerle ilgilenen kişilere işi öğretmeye
çalıştıklarını belirten Turan şöyle konuştu:
“Çevre illere de gidiyoruz. Kamlarımız
oluyor. Doğa harikası olan birçok faaliyetlerimiz oluyor, projelerimiz var, bahar
şenliklerimiz oluyor. Buraya gelen herkes
öğrenci olan veya öğrenci olmayan biraz
olsun şehir hayatından uzaklaşmak için
kafa dağıtmak için ya da tam tersi yaptığımız faaliyetlerden bir şeyler öğrenmek için
geliyorlar. Biz de kulüp olarak kim gelirse
gelsin bizim herkese kapımız açık. Bu işi
gerçekten birilerine aktarmak istiyoruz.
Dağcılık işinin basite indirgenmesine
karşıyız. Biz ciddi bir iş yapıyoruz. İnsan
hayatı çok önemli ve insanlar hayatlarını
bize emanet ediyorlar. Bizde o emanetlere
sahip çıkıp güvenilir bir şekilde faaliyetlerimizi yürütüyoruz. Bu işte en önemli olan
şey güven meselesidir.”
Kulüp önümüzdeki haftalarda çevre
illerde çeşitli kamplar düzenleyecek.
r Rıdvan Dereli
6
Toplum
Nisan 2015
Domuz gribi eskisi
kadar tehlikeli değil
Erzurum’da bir süre önce domuz gribi şüphesiyle üç kişi hayatını kaybetti. Enfeksiyon
Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Cezmi Karaca, “Üç hastadan ikisi bu hastanede hayatını kaybetti fakat öncesinde ciddi solunum sıkıntıları vardı.” dedi. Karaca, domuz
gribinin mevsimlik etkenlerden kaynaklandığını, ama eskisi kadar tehlikeli olmadığını söyledi.
Özlem Çetin
E
rzurum Bölge Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Başhekim Yardımcısı,
enfeksiyon hastalıkları uzmanı Dr.
Cezmi Karaca, uzmanlık alanı olması
sebebiyle grip ve domuz gribi konusuna oldukça hakim. Karaca, geçtiğimiz
aylarda Erzurum’da domuz gribinden ölen
üç hastadan ikisinin kendi hastanelerinde
öldüğünü belirtti. Ancak bu hastaların
ciddi solunum sıkıntıları bulunduğunu da
ekledi.
Karaca grip ile ilgili şu bilgileri verdi:
“İnfluenza (Grip) kış aylarında ortaya çıkmaya başlayıp özellikle Kasım ve Mayıs
döneminde yoğun olarak görülmektedir.
Domuz gribi denen şey de vücudumuzun
bağışıklık kazandığı H1N1 virüsüdür ve
ortaya çıktığı günkü gibi şiddetli bir hastalık değildir. Çünkü vücudumuz bu virüsü
tanıdı ve bağışıklık kazandı.” Olayın büyütülmemesi gerektiğini belirten Karaca,
eskiden gribe paçavra hastalığı denildiğini
hatırlattı. Uzman doktor, gribin nasıl yayıldığını, tedavi ve tedavi sonrası nelerin
yapılması gerektiğin ve korunma yöntemi
olarak aşının uygulanması gerekliliği gibi
pek çok konuda açıklamalarda bulundu.
Kolay bulaşıyor
Grip enfeksiyonları solunum ve direkt
olarak temasta bulunarak bulaşıyor. Fakat
doğrudan temas ile bulaşması daha hızlı
bir gelişme gösteriyor. Karaca, “Mesela
otobüse bindin, grip hastası bir vatandaş
koltuğa dokundu. Sonra sen dokundun
elini gözüne, ağzına götürdün ve virüsü
o şeklide kendine bulaştırmış oldun”
açıklamasını yaparak direkt temasın daha
önemli olduğunu vurguladı.
Hastaneye grip şüphesiyle başvuran
hastalar önce ayakta polikliniklerde muayene ediliyor. Eğer risk grubu içindeyse,
ileri seviyede solunum rahatsızlığı ve
solunum organlarında ağır hasar tespit
edilmişse bu hastalar ‘toksin tablo’ denilen
E
Dr. Cezmi Karaca,
muhabirimiz Özlem
Çetin’e domuz gribine karşı bağışıklık kazanıldığını
belirterek, hastalığın
eskisi kadar tehlikeli
olmadığını söyledi.
bir muayeneden geçiriliyor. Daha sonra
hastaya özel, izole edilmiş alanda yatılı
tedavi başlatılıyor. Tedavi süresi hastadan hastaya değişse de en az bir haftayı
buluyor. Tedavi bitimde hastaya mutlak
anlamda istirahat etmesi, bol sıvı gıdalar
tüketilmesi ve hijyen açısından dikkatli
olması gibi öneriler yapılıyor.
Risk grupları aşı olmalı
Aşı konusunun da şehir efsanesine
döndüğünden yakınan Karaca, “Aşıyı şiddetle öneriyorum. Kendim de aşı oldum.
Risk grupları var ve hastalık bu risk gruplarında çok ağır seyrediyor. Ölümlerin
çoğu bu alanda oluyor. Devlet bu gruplara
aşıyı ücretsiz olarak sağlıyor. 65 yaş üstü
yaşlılar, kronik karaciğer ve böbrek hastaları, kalp yetmezliği olanlar, şeker hastaları, hamileler ve diğer bir solunum hastalığı
olan astım bronşit şikâyeti olan vatandaşlarımız bu olanaklardan faydalanabiliyor”
hatırlatmasını yaptı. Erzurum’da yaşanan
ölümlerle ilgili olarak Cezmi Karaca,
“Bizde iki vaka hayatını kaybetti. Bu hastalar hastanemize pozitif olarak geldiler
fakat gelen bir hastanın akciğerinin biri
alınmıştı ve diğer akciğerinde tüberküloz
(verem) vardı. Üzerine influenza gelişince
hastayı kaybettik. Diğer hastanın da çok
ciddi problemleri vardı. Kalp ve böbrek
yetmezliği bir de kronik akciğer hastasıydı. Dolayısıyla ölümleri direkt olarak
griple bağdaştırmak doğru değil” dedi.
Serumun faydası yok
Şu an hastanede bu tip vakayla başvuruların devam ettiğini fakat enfeksiyon
kliniğinde grip şüphesiyle yatan hastanın
bulunmadığını aktardı. Karaca, hastanenin
acil servisinde yaşanan bir problemden
de yakındı. Griple ilgili sürekli hastalar
tarafınca serum taktırılmak istendiğinin ve
acilin bu sebepten dolayı sıkıntı yaşadığının altını çizerek zaman zaman bu
konuyla ilgili tartışma yaşandığını ifade
etti. Tecrübeli doktor, “22 yıllık doktorum;
ara ara da grip olurum, çok faydası olsa
kendim taktırırdım. Şimdiye kadar hiç
serum taktırmadım. Bu konuda vatandaşlarımızdan çok fazla ısrarcı olmamalarını
istiyorum. Grip korkulacak bir hastalık
değil” diyerek vatandaşın paniğe kapılmaması gerektiğini ifade etti.
Minik dünyalara dokunmanın mutluluğu
M
inik Dünyalara Renkli Dokunuşlar’ sloganıyla yola çıkan
Atatürk Üniversitesi İletişim
Fakültesi Halkla İlişkiler bölümü öğrencileri Pasinler ilçesine bağlı Yukarı
Danişment İlkokuluna yardım topladı.
Yardımları köye ulaştıran öğrenciler
miniklere eğlenceli bir gün yaşattı.
En mutlu günümüz
Köydeki imkanlarla okumaya
çalışan çocuklar “En mutlu günümüz
bugün, iyi ki geldiniz” diyerek duygularını dile getirdi. Okula bu yıl atandığını
ifade eden öğretmen Seda Şahiner
ise; “Okulda yönetici olarak sadece
ben varım. Bunun zorluğunu bazen
yaşıyorum fakat çocuklar çok akıllı ve
okumak istiyorlar, onlarla iyi anlaştık”
dedi.
Kışın çok soğuk ve uzun sürdüğü
Erzurum’da sular donduğu için çocuklar tuvaleti kullanamıyorlar. Öğretmen
Şahiner, çocukların su ihtiyacını çeşmeden taşıdıkları suyla giderdiklerini
söyledi.
Tavlaşoğlu ‘halk
günü’nde dert
dinliyor
Topladıkları yardımları çocuklara
ulaştırmanın mutluluğunu yaşayan
İletişim Fakültesi öğrencileri, “Her
çocuk bir umut demekse umutları
neden yakalamıyoruz? diye sorduk ve
işe koyulduk. Çocuklarla birlikte olmak,
onların bu mutluluğuna vesile olmak
bambaşka bir duygu. Bizim amacımız
sadece yardım toplamak ve onları buraya ulaştırmak değildi; biz çocuklarla
beraber eğlenceli bir gün geçirmek ve
o minik dünyalarında küçük de olsa
renkli izler bırakmak istedik, çocukların
yüzündeki mutluluğu görmek her şeye
değerdi” ifadelerini kullandılar.
Yardımlar sahiplerini buldu
Gürcükapı Final Dersanesinin desteği ile okula götürülen masa ve sıralar
öğrenciler tarafından yerleştirildi.
Öğrenciler yardımları toplarken
oldukça zorluk yaşadılar. Proje için
birçok insan adeta seferber oldu. Öğrenciler minik yüreklere dokunmanın
mutluluğunu yaşadılar.
r Fatma Aydın
rzurum Büyükşehir Belediyesi
Başkan vekili Eyüp Tavlaşoğlu, her
perşembe halkın sorunlarını, isteklerini dinliyor. Büyükşehir Belediyesi’nin
‘halk günü’ programını yürüten Tavlaşoğlu,
vatandaşlarla bizzat ilgilenip sorunlarını
çözmeye çalışıyor. Halk gününe en çok
işsizlik sebebiyle katılım olduğunu belirten
Tavlaşoğlu, “İşsizlik konusunda sorunları
ve zor durumda olanlara yardım etmeye
çalışıyoruz ve çalışacağız” dedi.
Belediyecilik birikimi yanında vatandaş
ve halkla iletişimdeki başarısıyla başkanlar
değişse de üçüncü kez aynı koltuğa oturan
Tavlaşoğlu, her perşembe günü yapılan halk
günü hakkında bilgi verdi. Başkan Mehmet
Sekmen’in de saat 08.00-12.00 arasında
halk ile birebir görüşüp herkesin sorunlarını
dinleyip çözmeye çalıştığını söyledi. Halkın
sabah saatlerinde gelip sıra aldıklarını da belirten Tavlaşoğlu, başkan Sekmen’in şehir
dışında olması durumunda başkan vekilleri
ve başkan danışmanlarının toplantıya katıldığını ifade etti.
Her kesiminden insanlar geliyorlar
Başkan vekili Eyüp Tavlaşoğlu, her perşembe günü yapılan ‘halk günü’ünde halkın
haberdar olduğunu ve her kesimden geldiklerini ifade etti. Tavlaşoğlu, “Halkımızdan
yoğun ilgi var. Genci, yaşlısı, kadını da her
zaman gelir ve yardımcı olmaya çalışıyoruz.
Belediyeyle ilgili hafta içerisinde çözemedikleri işlerini gelip bizzat başkanımıza
aktarabiliyorlar” dedi.
İşsizlik konusu sıkıntı
Tavlaşoğlu iş isteyenlerle ilgili olarak
geliştirdikleri çözümü şöyle anlattı: “Erzurum az da olsa işsizlik konusunda sıkıntılı
bir bölge, ondan dolayı halkımızın yüzde
85’i işle ilgili geliyor. İş talebinde bulunuyorlar ve yardım isteyen de oluyor. Biz
onları şöyle değerlendiriyoruz: Belediyenin
zaten iş olanakları kısıtlı, sıkıntılı. Gelenlerin hepsini değerlendiremezsek de, bir
kısmını özel sektöre ve birimimize yönlendiriyoruz. Hafta içerisinde gelen kardeşlerimize yer bulabilmek için sanayide, farklı
yerlerde işçi arayan insanlara, iş bulmak için
ortaklaşa çalışıyoruz. İşçi talebi olanlara uygun işçileri yönlendiriyoruz. Belediyenin de
temizliğinde, park ve bahçe işlerinde uzun
süreli olmasa da talebi, ihtiyacı olanları
değerlendiriyoruz.”
Kentsel çalışmalarımız
Erzurum halkının sorunları dinlendiğinde kentsel dönüşüm projelerinden de az çok
bahsedildiğini ifade eden vekil Tavlaşoğlu
şunları söyledi: “Erzurum çok eski tarihlerde kurulmuş bir şehir ve özellikle eski
Erzurum’un olduğu şehir merkezin de Yakutiye bölgesinde kentsel dönüşüm yapılmakta
ve çok büyük bölümünü kentsel dönüşüme
aldık. Bazı bölgeleri Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı yapıyor, Belediye olarak bizim de
çalışmalarımız var ve başladı. Bu konuda
ve diğer projelerde de en temel önceliğimiz
vatandaş memnuniyeti ve halkın mağdur
olmamasıdır. Bu şehrin sahiplerini, halkımızı kentsel dönüşümde asla mağdur etmeyeceğiz.”
r Gülçehre Özkesemen
Nisan 2015
Toplum
7
Anneler de üniversiteli oldu
Atatürk Üniversitesi ile Yakutiye Belediyesi’nin ortaklaşa yürüttüğü “Anne Okulu” projesi ilk mezunlarını verdi. Üniversiteli anneler diplomalarını Atatürk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hikmet Koçak’ın elinden aldı. Koçak, törende yaptığı konuşmada, beşikten
mezara kadar ilim öğrenmek gerektiğinden bahsetti; annelik mesleğinin kutsal olduğunu söyledi.
A
r Ali Törün
tatürk Üniversitesi ile Yakutiye
Belediyesi’nin ortaklaşa yürüttüğü “Anne Okulu” projesi ilk
mezunlarını verdi. Birçok davetlinin
katıldığı törende mezunlar diplomalarını Atatürk Üniversitesi Rektörü Prof.
Dr. Hikmet Koçak’ın elinden aldı.
Atatürk Üniversitesi Kültür Merkezi A
Salonu’nda gerçekleştirilen mezuniyet
törenine, Yakutiye Belediye Başkanı
Ali Korkut ile davetliler ve mezun
anneler ile aileleri katıldı.
Mezuniyet töreninin açılış konuşmasını yapan öğrenci temsilcisi
Kezban Çalıklar; “Yıllardır özlemini
duyduğumuz üniversite hayalimiz gerçekleşmiş oldu. Artık çocuklarımızın
oturduğu sıralarda bizlerde oturacak,
onları daha iyi anlayacak ve burada
elde ettiğimiz kazanımlarla daha faydalı anneler olacağız” dedi.
Projenin en önemli amacının annelere faydalı olabilecek çalışmalar içerisinde bulunmak olduğunu belirten,
Atatürk Üniversitesi Kadın Sorunları
Uygulama ve Araştırma Merkezi
(ATAKSAM) Müdürü Doç. Dr. Ayda
Çelebioğlu, Anne Üniversitesi projesi
hakkında bilgi verdi.
Törene katılan Atatürk Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Hikmet Koçak,
eğitimin önemine vurgu yaparak,
annelik mesleğinin kutsallığından bahsetti. Rektör Koçak; “İnsan hayatında
çok önemli dönemler vardır. Bunlardan ilki hayata gözlerimizi açtıktan
sonra yürümeye başlamaktır. Örneğin
okula başladığımız gün, unutulmaz
anlardan biridir. İlkokul, ortaokul, lise
ve üniversite derken mezun olmak
bizim için önemlidir. Beşikten mezara kadar ilim öğrenmekle sorumlu
tutulduğumuz bir dinin mensupları
olarak, eğitime önem vermek zorundayız. Annelerimizin özlemini
çektiği konulardan birisi de üniversite
mezunu olmaktır. Anneler çocuklarını
yetiştirirken, kendilerini de yetiştiriyorlar. Bu eğitim ve mezuniyet töreni
çok önemlidir. Bugün öğrencilerimiz,
Atatürk Üniversitesi’nden diplomalarını almanın gururunu yaşayacaklar.
Atatürk Üniversitesi’nden mezun
olmak bir ayrıcalıktır. Bugün neredeyse tüm üniversitelerde, Atatürk
Üniversitesi’nden mezun çalışanlara
tesadüf edebilirsiniz. Bugün de mezun
portföyümüzün içerisini çok değerli
bir grup daha katıldı. Bu çalışmalarımız artarak devam edecektir. Çünkü
eğitimin yaşı ve cinsiyeti yok. Mezun
olan öğrencilerimizi tebrik ediyorum”
dedi.
Program sonunda Atatürk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hikmet
Koçak, Erzurum Teknik Üniversitesi
Prof.Dr. Muammer Yaylalı, Yakutiye
Belediye Başkanı Ali Korkut, ATAKSAM Müdürü Ayda Çelebioğlu mezun
annelere diplomalarını verdi. Anneler
daha sonra kep atarak mezuniyet
coşkusu yaşadı. Mezuniyet töreni, ses
sanatçısı Aysun Gültekin’in konseriyle
sona erdi.
Anne üniversitesi
doğuda bir ilk
lu
bi
oğ
le
Çe
da
A
tatürk Üniversitesi Kadın
Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi (ATAKSAM)
ve Yakutiye Belediyesinin işbirliği
ile yürütülen Anne Üniversitesi, nesil
yetiştirilen kadınları eğiterek daha
bilinçli toplumlar yetiştirmeyi hedefleyen bir eğitim platformu. 2012’de hayata geçirilen ATAKSAM’da iletişim
derslerinden kadın ve çocuk haklarına,
çevre koruma derslerine dek birçok
dalda ders veriliyor.
ATAKSAM bünyesinde derslerin yanı sıra düzenlenen tiyatro
gösterimleri, seminerler, sergiler ile
kadın sorunlarına dikkat çekiliyor.
ATAKSAM Müdürü Doç. Dr. Ayda
Çelebioğlu, kadına yönelik şiddete
dikkat çekebilmek için birçok etkinlik
düzenlediklerini belirterek yapılan
etkinlikler hakkında şunları söylüyor:
“25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle
Mücadele temalı bir yürüyüş yaptık.
Bu yürüyüş çok ses getirdi. Özellikle
erkek öğrencilerimizin de yanımızda
olması bizi sevindirdi. Daha sonra
Türk Kadınına Seçme ve Seçilme
Hakkının verildiği 5 Aralık günü Havuzbaşı’nda bir etkinlik gerçekleştirdik. Son olarak bir haftaya yaydığımız
8 Mart Dünya Kadınlar Günü etkinlikleri, kişisel gelişim seminerleri, Güzel
Sanatlar Fakültesi’nden arkadaşların
sergilediği bir tiyatro gösterimiz oldu.
Bunun yanı sıra Yrd. Doç. Dr. Aslıhan
Eroğlu’nun kadınların iç dünyalarını
kilime yansıtıldığı sergisi gerçekleştirildi.” Çelebioğlu bu etkinlikleri Aile
ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Yakutiye Belediyesi, Erzurum Barosu, Kent
Konseyi Kadın Meclisi ile ortaklaşa
gerçekleştirdiklerini ifade ediyor.
Anne Üniversitesi doğuda bir ilk
Anne Üniversitesi’nin, İstanbul
ve Ankara’da daha önce gerçekleştirildiğini ve Erzurum’un da böyle bir
projeye ihtiyacı olduğuna değinen Çelebioğlu, “Doğu illeri içinde bir
ilke imza attık” diyor. Anne
Üniversitesi’ni hayata
geçirmek adına gerekli
olan maddi destek ve
annelere ulaşım noktasında ise Yakutiye
Belediyesi’nden
destek almışlar.
Annelerin
derslere ilgisi
büyük
ATAKSAM’da
dersler cumartesi
günleri gerçekleşiyor.
8 haftalık bir programda Kişiler Arası İletişim,
Değerler, Kadın ve Çocuk
Hakları, Kişisel Bakım ve İmaj,
Çevre Koruma, Güzel Sanatlar, Sağlık
Bilgisi, Toplumda Kadın, Medya
Okuryazarlığı gibi çeşitli alanlarda
dersler alanının uzmanları tarafından
veriliyor. Çelebioğlu, derslere kimi
Ay
Sinem Karahan
Atatürk Üniversitesi bünyesinde kurulan
Kadın Sorunları
Uygulama ve
Araştırma Merkezi (ATAKSAM)
eğitim alanında
pek çok ilke imza
attı. ATAKSAM
müdürü Çelebioğlu, bu yıl anne
üniversitesi ile
doğuda bir ilk’e
imza attıklarını
söyledi.
zaman çocuklarıyla katılan annelerin
ilgisinin yoğun olduğunu belirterek şöyle diyor: “Derslerimize iş ve
siyaset dünyasından kadınları da davet
etmeyi hedefliyoruz ki kadının sadece
evde çocuk bakmakla sınırlı olmadığını anlasınlar diye.”
Dersler insanların yaşamında
olumlu değişimlere vesile oluyor. 4
çocuk annesi Şerife Hançerli (44)
komşusunun tavsiyesi ile katıldığı
dersler için şöyle diyor: “Derslerimizden çok memnunuz. Bir ev
gezmesi gibi değil. Eve
gittiğimde çocuklarıma
bir şeyler anlatabiliyorum. Bu
projeyi yapanlardan Allah razı
olsun. Üniversite okumak
çok güzel bir
şey hep içimde
ukde kalmıştı.
Dersler hayatımı çok etkiledi.
Mesela kişisel
bakım dersinden
sonra evde daha şık
gezmek istiyorum.
İletişim dersinden sonra
evde daha kontrollü ve yumuşak konuşuyorum. Eşimle daha güzel
bir ilişkimiz oldu. Cumartesi günleri
evin annesi artık eşim. Bu proje bir
şekilde ev içinde görev paylaşımını da
hayatımıza soktu.”
Eğitimli anneler
daha aktif olacak
Yakutiye Belediyesi Kültür ve Sosyal
İşler Müdürü Nazan Soysal, “Projeyle
annelerimiz sosyal hayatta daha aktif rol
almakta ve eğitimli bir nesil yetiştirme bilincine erişmektedir. Bu tür projelere yönelik
çalışmalarımız devam edecek.” dedi.
A
tatürk Üniversitesi ve Yakutiye belediyesinin
işbirliği ile yürüttüğü “Anne Üniversitesi” projesi
kapsamında; üniversite - toplum iletişimini geliştirmek, annelerin sosyal hayata katılımını teşvik etmek ve
etkin rol almak, annelerle çocukları arasındaki bağların
güçlendirilmesine destek olmak için 14 Şubat’ta başlayan
ve 6 hafta süren eğitim ilk meyvelerini verdi. Anne üniversitesi projesi kapsamında eğitim derslere giren anneler
diplomalarını aldı.
Anne üniversitesi projesinin Yakutiye Belediyesi adına
sorumluluğunu yürüten Kültür ve Sosyal İşler Müdürü
Nazan Soysal, projeyle annelerin sosyal hayatta daha etkin
ve aktif rol aldığını söyledi. Projenin Türkiye’de sadece
3 ilde yapıldığını belirten Soysal, bu faaliyetlerin her ilde
olması gerektiğini dile getirdi. Ayrıca kadın şiddetini durdurmaya yönelik projelere ağırlık vererek kadın şiddetinin
önüne geçmek için çalışmalar yürüttüklerini de belirtti.
Anne üniversitesi eğitim programı kapsamında verilen
ders içeriklerinde; aile içi ve özel durumlarda iletişim,
adalet, ahlak ve vicdan, kültürel mirasa sahip çıkma,
çevreyi koruma bilinci oluşturma, sanat ve kültür bilgisi
eğitimleri veriliyor. Çocuklarının sağlıklarından kişisel
bakımlarına kadar en ince ayrıntılar ailelere öğretiliyor.
Sayımız her geçen gün artıyor
Anne Üniversitesine her geçen gün katılımların
arttığını bildiren Müdür Nazan Soysal, şunları kaydetti:
“30 kişilik bir sınıf açtık ancak annelerimizin başvuruları
sonucunda sayımız 50’ye ulaştı. Annelerimiz projeye çok
fazla ilgi gösteriyor. Sonraki çalışmalarımızda daha fazla
başvuru bekliyoruz. Ayrıca medya okuryazarlığı dersi kapsamında da ebeveynlerin çocuklarının iletişim ve teknolojik araç gereçlerin olumsuz ve zararlı etkilerinden nasıl
koruyacaklarını ders olarak da veriliyoruz.”
14 Şubat’ta başlayan ve 6 hafta boyunca her cumartesi verilen eğitim programı 7 Nisan 2015’te mezuniyet
töreniyle ilk dönemini tamamlamış oldu. Soysal, mezuniyet töreninde cüppe ve kep takan kadınların kendilerini bir
üniversiteli gibi hissetmelerini istedikleri için kep fırlatma
töreni de yapıldığını söyledi.
Kadınlarımız seslerini artık duyurabiliyorlar
Anne üniversitesi projesiyle önemli bir adım attıklarını
belirten Nazan Soysal, kurdukları ve 6 yıldır devam ettirdikleri Gençlik ve Kadın Konseyi ile kadın ve gençlerin
seslerini duyurduğunu, kadın ve gençlere yönelik çalışmaların aktif bir şekilde yürütüldüğünü ifade etti. Soysal,
hiçbir siyasi ve cinsiyet farkı gözetmeden her kesimden
düşünce ve fikirleri aldıklarını, bunlara yönelik çalışmalar yürüttüklerini söyledi. Ayrıca gerekli finansal desteği
sağlayarak da taleplerin yerine getirildiğini de ekledi.
Konseylerinin aldığı kararla haftanın belirli günlerinde de
kadınları, geçleri ve çocukları sinemaya götürerek sosyal
ortamın içinde tutmayı amaçladıklarını belirtti.
r Sabahattin Gültekin
8
Tarih
Şubat-Mart 2015
İletişim Fakültesi tarafından bu yıl 11’incisi düzenlenen ‘Uluslararası Kar Film Festivali’ üç gün boyunca
birçok ünlü ismi Erzurum’da buluşturdu. 200 filmin yarıştığı festivalde 13 kısa film ödül aldı.
A
tatürk Üniversitesi İletişim
Fakültesi’nin 2004 yılından
beri düzenlediği Kar Film
Festivali’nin bu yıl 11’incisi gerçekleştirildi. Kültür ve Gösteri Merkezi’nde yapılan ve üç gün süren
festivale, Seksenler dizi ekibi, Coşkun Aral, Sivas filminin yönetmeni
Kaan Müjdeci, Meryem filmi ekibi,
Film Arası dergisi ve Yeni Şafak
Gazetesi yazarı Suat Köçer, Selçuk
Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden
Prof. Dr. Aytekin Can ile Öğr. Gör.
Ruhi Gül ve İletişim Fakültesi’nden
mezun olarak sektörde yer edinmiş
eski öğrenciler katıldı.
Festivalin açılış konuşmasını
Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet
Üç günlük festival coşkulu bir töre
törenine katılanlar t
Takkaç yaptı. Takkaç, konuşmasında, “11 sene kar film festivalini yapmak büyük emek ister; ben İletişim
Fakültesi dekanı başta olmak üzere
emeği geçen herkesi tebrik ediyorum” diye konuştu.
İletişim Fakültesi Dekanı Uğur
Yavuz ise festivalin her açıdan özgünleştiğini ve İletişim Fakültesi’ne
mal olduğunu söyleyerek, “Festival
Erzurum’a da mal olacak. Daha
önce burada öğrenci olanlar daha
sonra konuk olarak geldiler. Katılımcıların tecrübelerini paylaşmaları
öğrencilerimiz için bir kazanç. Daha
iyisini yapma hedefindeyiz. Herkese
iyi festivaller diliyorum.” dedi.
r İFHA
Meryem tek film olarak kalacak
E
vlenir evlenmez kocası İstanbul’a çalışmaya giden yeni gelin Meryem’in çıkış
mücadelesinin anlatıldığı ‘Meryem’ filminin
yönetmeni Atalay Taşdiken, yapımcısı
Baran Seyhan ve oyuncusu Mehmet Usta
Kar Film Festivali kapsamında öğrencilerle
buluştu.
Toplumsal bir gerçeği anlatan filmin
devamının gelip gelmeyeceği yönündeki
soruya Taşdiken, “Bu konuyu Meryem filmi
ile yeterince anlatabildiğimi düşünüyorum.
Çok büyük konuşmak istemem ama en
azından çekerken de şu gün itibariyle fikrimi
söylemek gerekirse Meryem tek film olarak
kalacak.” dedi.
Filmin ismini özellikle
seçtiğine dikkat çeken Taşdiken, “Hem kahramanın ismi
hem de Hristiyan ve Müslüman öğretilerinde kadının en
saygı değer halini anlatır” diye
konuştu.
Atalay Taşdiken, “Amatör
bir ruhla yazılan senaryoyu
çeker miydiniz?” sorusunu şu şekilde yanıtladı: “Senaryo ile ilgili gerçekten bunu kim
yazmış diye düşünmem. Senaryo çok başka
bir şey amatör birisi ya da usta birisi yazıp
getirse çeker miydim, tabii ki çekmezdim.
Üç filmimi de kendim yazdım. Bunun yönetmen için çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yapabildiğim ölçüde kendi yazdığım
filmleri çekmeyi planlıyorum.” r İFHA
Eleştirmenin
işi zordur
‘Seksenler’ ekibi de Festival’de F
11. Uluslararası Kar Film Festivali Seksenler dizi ekibinden Hacı Ali Konuk (Bekçi Bekir) ile Berat Yenilmez (Pastacı Sami), Ayberk Atilla (Bakkal), Aydın Sarman (Susmuş), Faruk Sofuoğlu (Kasap Bahtiyar) ve
Yalçın Özden’i (Muzaffer) ağırladı. Seksenler ekibi Erzurum’da bir sinema filmi çekme müjdesi verdi.
K
ar Film Festivalinin en çok ilgi gören
etkinliği Seksenler dizisi ekibinin
katıldığı söyleşi programı oldu. Seksenler dizisinin oyuncuları, Türkiye’de dizi
sektörü üzerine yöneltilen soruları yanıtladı.
Söyleşi neşeli bir havada geçti.
Festivalin, sanata ve sanatçıya verilen
önemin ve değerin çok büyük olduğunu gösterdiğini söyleyen Seksenler dizisinde Susmuş rolü ile tanınan Aydın Sarman, “Gönül
ister ki Türkiye genelinde böyle organizasyonlar yapılsın. Bir dizi veya eski bir şarkı ile
o günleri yaşıyorsunuz. Şimdi geçmişe sahip
çıkmak çok önemli değerli sevgi ve saygıyı
kaybetmemek gerekiyor” şeklinde konuştu.
Erzurum’a film sözü
Dizide Bekçi Bekir rolünü canlandıran Erzurumlu sanatçı Hacı Ali Konuk ise
erdemliğin, civan mertliğin toprağı olan
Erzurum’un insanlarını selamlayarak, “Bu
toprağın insanlarının kozmopolit bir yapısı
var. Bu topraklarda çok büyük insanlar yetişti. Biz de bu şehrin insanlarına bir armağan
olarak Seksenler dizi ekibiyle sinema filmi
çekeceğiz” dedi.
Kan yok, silah yok
Aydın Sarman, yediden 70’e herkesi
ekran başına kilitleyen Seksenler dizisinin
sırrını açıkladı. Sarman, Birol Güven’in ilkeli
ve günlük hayatın özünü yansıtan senaryosu,
oyuncuların güveni ve özverili çalışmaları her
kesimden insanın bu diziyi izlemesini sağladığını söyledi. Kan olmadan, silah olmadan
dürüst bir şekilde hayatı yansıtmaya çalıştıklarını vurguladı.
Deneyimli sanatçı Yalçın Özden ise tek
nallı TRT bugünkü televizyonculuğun çok
farklı olduğunu söyledi.
Öğrencilerin ve akademisyenlerin sorularının cevaplanmasıyla devam eden söyleşi
katılımcılara verilen hediyenin ardından sona
erdi. r İFHA
ilm Arası Dergisi genel yayın yönetmeni Suat Köçer festival etkinlikleri
çerçevesinde sinema eleştirmenliği
üzerine konuştu. Eleştirmenlik yapmanın çok zor olduğunu ifade eden Suat
Köçer, bu alanda yaşadığı bazı zorluklara değindi. Köçer, eleştirmenlerin
vicdanlarına hesap vermesi gerektiğini
şu sözleriyle dile getirdi: “Yapımcı
gişede seyirciye hesap verir. Yönetmen
kendi sinema kariyerine
karşı sorumludur ve bir
anlamda her filminde
kendine, sinemasına ve de seyirciye
hesap verir. Ancak
Suat Köçer
sinema eleştirmenleri kimseye hesap vermez. Riski de sorumluluğu da yoktur. Fakat
bence bu noktada eleştirmenlerin
işi daha zordur. Objektif olma, hakkaniyetli davranmak zorundadırlar. Eleştiri
mekanizması bir yana vicdanlarına
karşı sorumlu olmalı ve bu anlamda
vicdanlarına da hesap vermelidirler.”
‘Sinema eleştirmenliği önemli’
Sinema yazarlığı ve eleştirmenliğinin temelde farklı olduğuna değinen Köçer, “Sinema eleştirmenleri daha lokal
eleştiriler kaleme alan, değerlendiren
kişilerdir. Sinema yazarları ise herhangi
bir filmi, konu ya da kavramı geniş planda ele alan, farklı yönleriyle meseleyi
derinlemesine tartışan kişilerdir.” dedi.
r Ahmet Atsız
Şubat-Mart 2015
Üniversite
enle son buldu. Festival ekibi ve kapanış
topluca fotoğraf çektirdi.
Festival çok iyi geçti
K
ar Film Festivali’nin genel koordihepsi öğrenciye ulaştı. İkincisi bu sene
natörü Yrd. Doç. Dr. İrfan Hıdıroğfestival üç gün oldu. Daha fazla konuk
lu, festivale katılımdan ve gösterilen geldi. Konukların kaliteli oluşu da öğrenciyi
ilgiden memnun olduğunu söyledi. Hıdıroğ- festivale çekti.
lu, her geçen yıl film sayısının arttığını,
Diğer üniversitelerde yapılan festivalancak nitelikte o kadar artışın olmadığını
ler Seksenler ekibinin de dediği gibi 1-2
belirtti. Hıdıroğlu festival ile ilgili sorularıseferde biterken İletişim Fakültemizin
mızı yanıtladı.
düzenlemiş olduğu Kar Film Festivali’nin
Sunucular alışılmışın dışında
11 yıl sürmesinin sırrı ne?
esprili bir tavır sergilediler.
Bizim okul diğer okullarla
Bu özellikle sizin istediğikıyaslandığı zaman kaliteli
niz bir durum muydu?
bir okul. Okulda bütün
Afgan öğrenciyi bilerek
ekollerden toplanmış bir
mi seçtiniz?
hoca kadrosu var. AnkaEvet, ikisini de
ra ekolü, İstanbul ekolü,
bilerek seçtik. Burada
İzmir ekolü gibi. Hem
profesyonel bir
uygulamalı hem kuram
festival yapmıyoruz.
bağlamında çok kaliteÖğrencilerle birli bir alt yapıya sahip.
likte yaptığımız bir
Bu kalite her şeyimize
şey olduğu için iyi
yansıyor. Öğrencinin
de olsa kötü de olsa
bunun farkına varması
öğrencileri bu konuda
lazım. Diğer okullarda
değerlendirmek istiyoruz.
duyuyoruz. Derslere gitYrd. Doç. Dr. İrfan Hıdıroğlu
Burada bizim için önemli
meyen hocalar, işlenmeyen
olan profesyonel bir sunucudersler, işlenmeyen konuluk değil. Biraz da onları rahat
lar… Ama bizde böyle değil.
bıraktık ki kendilerini ortaya koyaYani öğrenci her zaman için hocanın
bilsinler. Afgan öğrenciyi de uluslararası
odasına gidip konuşabiliyor, ortak çalışmabir festival olduğu için aksanı dolayısıyla
lar yapabiliyor. Buradaki çalışma ve emek
özellikle seçtik. Sunuculukta bazı tekdüze
süreci öğrencimize de yansıyor. “Festivalde
şeyleri de kırmak adına iyi bir şey yaptığıkim görev almak istiyor?” diyoruz. 200 kişi
mızı düşünüyorum.
müracaat ediyor, elemek zorunda kalıyoruz.
Sizce Kar Film Festivali’ne bu yıl
Bir kere öğrencinin de çalışma anlamında
yeteri kadar katılım oldu mu?
kabullenmesi, işin içine girmesi bu festivali
Bu sene katılım çok güzeldi. Öğrencizaten devam ettirir. Biz de devam ettirmek
lerden bayağı bir katılım vardı. İki sebeple:
için yapıyoruz.
r Azize Alan
Birincisi festival öncesi tanıtımlarımızın
B
u sene 11.’incisi
düzenlenen
Kar Film Festivali
üç gün sürdü. Son
günkü etkinliklerin
ardından Kültür ve
Gösteri Merkezinde
kapanış töreni düzenlendi. Törende
festival ekibi ile
kapanış törenine
katılanlar topluca
fotoğraf çektirdi.
Akşam ise Palandöken’deki bir otelde
gala yemeği ve
ödül töreni düzenlendi. Çok sayıda
konuğun katıldığı
gala yemeğinde
eğlenceli vakitler
yaşandı. İletişim
Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Uğur Yavuz festival komitesine, haber ekibine,
salon görevlilerine
ve sponsorlara
katkılarından dolayı
teşekkür etti. Galada ayrıca Kar Film
Festivalinin yarışma
bölümünde dereceye giren öğrencilere
ödülleri verildi.
r Rıdvan Dereli
200 eser katıldı
13’ü ödül aldı
U
luslararası Kar Film Festivalinin
ödül törenin Palandöken’deki
bir otelde gerçekleştirildi. Festivale
katılan 200 çalışma arasından 13’ü
ödül almayı başardı. Beş kategoride
yapılan değerlendirmede şu isimler
ödüle layık görüldü:
Deneysel Film Kategorisi
1. Alparslan Karlıoğlu: K – Etkisi
2. Sefa Can Aydoğdu: Sait Yavuz
Emret
3. Berk Sata: 7/70
Belgesel Film Kategorisi
1. Yahya Ercan: Katık
2. Engin Uğan: Anadolu’nun Çatısında
3. Ramazan Dinler: Çırak
Kurgusal Film Kategorisi
1. Ömer Mirac Tunç: Cennetin
Çiçekleri
2. Fatma Arıcı: Dersimiz Alkol
3. Emre Kılınç: Mahrem
Animasyon Film Kategorisi
1. Ozan Gönen: Losing Colors
2. Özge Boz: Malala
3. Yunus Emre Algül: Ottoman
Empire
Reklam Filmi Kategorisi
Reklam Filmi kategorisinde 1. ve
2.lik ödülüne film seçilmedi. 3. Metehan Şereflioğlu: Zede.
Dereceye girenlerin ödülü
iletişim fakültesi öğretim üyeleri ve
festivale gelen konuklar tarafından
verildi.
r Yusuf Özgür Bülbül
9
‘Oxford’lu
Ziyaretçi’
için gala
1920’li yıllarda Ortadoğu’da
bulunmuş bir İngiliz arkeoloğun
hayatını ve çalışmalarını anlatan
‘Oxford’lu Ziyaretçi’ adlı belgesel
filmin ilk gösterimi Kar Film Festivalinde yapıldı.
F
estivalde Selçuk Üniversitesi Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi
Prof. Dr. Aytekin Can ile Öğr. Gör. Ruhi Gül,
belgesel ve belgesel sinema üzerine sunum
yaptı. Can, konuşmasında, bugüne kadar
yaptığı ve yaptırdığı belgesellerden örnekler
verdi ve tavsiyelerde bulundu. Belgesel için
ilk hareket noktasının iyi bir fikir olduğunu
belirten Gül ise olaylara, kişilere, doğaya
farklı bakabilmenin belgesel yapmak için çok
önemli olduğunu söyledi.
Sunumun ardından Can ve Gül’ün birlikte
hazırladığı ‘Oxford’lu Ziyaretçi’ adlı belgeselin ilk gösterimi gerçekleştirildi. 30 dakikalık
belgeselde 1920’li yıllarda Konya-Karaman
bölgesinde bulunan, daha sonra İran’a geçerek bugünkü Ortadoğu’nun şekillenmesini
sağlayan İngiliz kadın arkeoloğun hayatını
anlatıldı.
Aytekin Can, doğuda böyle bir festivalin
yıllardır devam ettiriliyor olmasından dolayı
belgeseli ilk kez burada gösterime sunma
kararı aldıklarını söyledi. r İFHA
İFHA büyük
iş başardı
K
ar Film Festivaline İletişim Fakültesi
Haber Ajansı (İFHA) damga vurdu. Festival boyunca haberleri an be an okuyucuyla
paylaşan haber ekibi takdir topladı. Haberleri
okuyuculara en hızlı şekilde ulaştırmayı
amaçlayan İFHA ekibi, festival hakkındaki
gelişmeleri an be an okuyucularla buluşturarak göz doldurdu. İFHA muhabirleri; Sefa
Sargın, Bilge Uğurlu, Can Bayrak, Ahmet
Atsız, Elif Güneş, Melik Bulmuş ve Yusuf
Özgür Bülbül, festival boyunca hızlı ve
özverili çalışmalarıyla salondaki faaliyetleri
anında gazete.atauni.edu.tr adresinden tüm
dünyaya duyurdu.
Atatürk İletişim Genel Yayın Yönetmeni
Doç. Dr. Hakan Temiztürk, “Festivalde ilk
defa etkinlikler devam ederken haberler
yazıldı ve anında siteye eklendi. Bu durum
İFHA’nın son yıllarda kazandığı tecrübeyle
ve genç arkadaşlarımızın özverisi sayesinde
gerçekleşti” dedi.
10
Toplum
Nisan 2015
Bana işimi yaptırmıyorlar
Çektiği fotoğraflarla dünyadaki savaş dehşetini anlatan
Coşkun Aral, 2006’dan beri yönettiği Türkiye’nin ilk belgesel
kanalı İz TV’nin TMSF’ye devri ile çeşitli sıkıntılar yaşadığını
dile getirdi. Aral, kendi adıyla özdeşleşen “Haberci” programının seyirci bulamadığı için yayından kaldırılmış olmasından da rahatsız.
Coşkun Aral
ülkelerde bulundunuz. Başınıza gelen en
ilginç olay neydi?
Afganistan’da Pençir’e gitmek istiyordum. Pençir, Kâbe’nin kuzeyinde bir vadi.
oşkun Aral… Dünyayı köşe bucak
Oraya gidip Mesut Ahmet Şah ile buluşacagezen, ayak basmadığı toprak bırakğım. Beni oraya götüren bir Fransız doktor
mamış bir savaş muhabiri. 1970’lerde örgütüydü. 12 sene sonra o örgütün Franbaşladığı gazeteciliğe çektiği fotoğraflarla,
sız istihbaratı adına çalıştığını öğrendim.
belgesellerle yeni bir soluk getirdi. Tarihe
Dünyanın her tarafında bunlar var. Doktor
“Kanlı 1 Mayıs” olarak geçen 1977 yılınfarkında değil ama bazıları farkında. Farkında çektiği fotoğraflarının, dünyanın sayılı
da olan diyor ki, “Bana istihbarattan adam
ajanslarından Sipa Press’te yayınlanmasıyla
ver, o bölgede hastane kuracağım. Devlet de
adını dünyaya duyurdu. Irak, İran, Afganissorgulama imkânım oluyor. Yani gittiğim
bana destek olsun. Ben de onun karşısında
tan ve Uzakdoğu’da, savaşın ortasında uzun
zaman hepsi bir arada bulunabiliyor. Dokunbilgi vereceğim.” Bu casusluk diye değil,
yıllar geçiren Aral, gazeteciliğin doğasınma imkânım daha fazla. Mesela Dubai’ye
bilgi alışverişi.
daki her türlü kötü durumu yaşadı; aç kaldı,
gittim on sene önce. O gökdelenler, plastik
Yurtdışına çıktığınızda elçiliklerde
yaralandı, defalarca ölümün eşiğinden
yaşamlar, plastik kar, plastik soğukluk…
kimi sıkıntılar yaşamıştınız. Nedeni
döndü.
Tabi ki görüyorum ama haz almıyorum.
neydi?
Zorlu bir yaşamdı onunkisi. Belki de haEskiden filmli makineler vardı. Siz
Benim zamanımda Türk tanımazlardı.
yatta kalması bir şanstı. 1995’e gelindiğinde Çünkü elçinin derdi bakanlığa telefon açıp
muhtemelen onlarla fotoğraf çektiniz. Buise “Haberci” adlı programıyla belgeselcilik
gün ise dijital makineler var. Teknolojinin
her şey çok güzel demek. Orada ne var ne
alanına adını altın harflerle yazdı. 2000’de
olumlu ya da olumsuz yanları neler size
yok pek merak etmezlerdi. Bu manada Türde o yıllara dek savaşlarda çektiği fotoğrafgöre?
kiye’nin son 20-30 yılında ciddi gelişmeler
larına yer verdiği “Sözün Bittiği Yer” adlı
Albert Einstein’in bir lafı var. Ona
oldu.
kitabını yayınladı.
sormuşlar, “Üçüncü dünya savaşı çıkacak
“Terörist ilan edildim”
Yıllarca savaş dehşetini anlattı bümı?” diye. Demiş ki, “Vallahi dördüncüsü
1980’de Ankara’dan bindiğiniz bir
yük usta, barışın değerini hatırlatırcasına.
olacaksa taşla sopayla olacağını biliyorum.”
uçak kaçırıldı. Siz uçakta korsanlarla
2006’da kurduğu İz TV’nin genel yayın
röportaj yaptınız. Sonra öğrendik ki uçak Üç çıktı mı çıkacak mı bilmiyorum ama
yönetmenliğini sürdüren Coşkun
insanlıkta, o hassas film dediğimiz olayın,
Diyarbakır’a indiğinde yapılan
Aral, kanalın TMSF’ye devri ile
yani gümüş florürün 150 yıldan fazla kaldıoperasyonda
sizi
tutuklamışlar.
Şimçeşitli sıkıntılar yaşasa da aynı
ğını biliyoruz. Dijitalin ise ne kadar kalacaBu nasıl oldu?
diye dek
kanalda belgeseller yapmaya
ğını bilemiyoruz.
Fotoğraf çektim, terödevam ediyor.
Tayland, KamGeçenlerde Nebil Özgentürk TRT’de
ristlerle ilişki kurdum diye
Aral, bu yıl 11’incisi
Orhan Kemal’in görüntülerinin üzerine
boçya, Filipinler gibi
terörist olarak yaftalandüzenlenen Kar Film
başka görüntüler kaydedildiğini söylemişdım. Dört gün Diyarbakır
pek çok ülke gören
Festivali için Erzurum’a
ti. Sizce gerçekten Türkiye’de iyi bir arşiv
Cezaevi’nde
gözaltınCoşkun Aral, Hindisgeldiğinde fırsatı kaçırmatutuluyor mu?
da tutuldum. Ama asıl
tan’ın kendisi için ayrı
dan soluğu yanında aldık;
Daha yeni yeni başlıyor.
işkenceyi havaalanında
kendisine sorularımızı
bir yeri olduğunu söy2000’de “Sözün Bittiği Yer” adlı o yıla
gördüm. Oysa muhabir olyönelttik.
lüyor: “Hindistan’ın
dek savaşlarda çektiğiniz fotoğraflardan
duğumu biliyorlardı, basın
Belgesel çekmek için
kartım vardı. Mesela ilk kez oluşan bir kitap çıkarmıştınız. Aslında
güzel tarafı, bozuluzak ülkelere gitmenin
kitabın adı her şeyi ifade ediyordu ama
ayrımcılığı orada gördüm.
mamışlığı...”
öncesinde ne gibi hazırlıklar
Doğum yerim Siirt olduğundan kısaca bahseder misiniz?
yaparsınız?
“Sözün bittiği yer”i ilk terminolojiye
dolayı “Bunlar direkt Kürt” deyip
Tek başına belgesel çekilmez.
sokan kişiyim. Bitsin artık diyorum ama
bir adam hayatımda yine iz bırakan
Giderken önce bir sesçiye, kameramasavaşlar bir türlü bitmiyor.
bir yerime tekme vurdu. Öğrendim ki o kişi
na, ışıkçıya ihtiyacın var. Tabii gitmeden
“Bana iş yaptırmıyorlar”
sonra Gaziantep’te polis müdürü olmuştu.
önce araştırma yapman lazım; mevsimsel,
2006 yılında yaşama geçirdiğiniz
Beni kurtaran kişi ise Deniz Kuvvetleri
jeopolitik, son iklim değişimleri… Bunları
Türkiye’nin ilk belgesel kanalı İz TV hakKomutanı Nejat Tümer oldu. Yoksa ölüyoryerinde almam lazım. Ve gideceğin yerde
kında ne söylemek istersiniz?
dum.
bağlantın olması gerekli. Ben Afganistan’a
Şu anda kendi ajansım Tasarruf MevduPek çok coğrafyayı gezdiniz. Afrika’ya
gidiyorum, hepsi birbirine düşman. Ben onu gittiniz. Orada kabileleri görüntülediniz.
atı Sigorta Fonu’na (TMSF) geçti, yani İz
bilmeden, diyorum ki arkadaşın ne güzel
TV’yi aldılar. Bana iş yaptırmıyorlar. HâlbuOnların içine nasıl girebildiniz?
gözleri çekik. Başlıyorum ona Hazalan
ki ajansı kuran benim. Kanalın yayın yaptığı
Dünyada girilmeyen yer yok. Yani
demeye. Meğer o bir Türkmen. Bunu fark
kuruluşun sahibi hata yapmış ama o hata
bugün ayak basılmayan belki buzullar
edememek büyük bir sorun. Hele o ülkede
beni ilgilendirmez. Adeta “Sizin bütçenizi
derim ama oraya da bir insanoğlu mutlaka
savaş varsa bittim.
alıyoruz, bizim arkadaşlara veriyoruz. Onlar
gitmiştir. İnsanoğlu yüzbinlerce yıllık yürü1985’te Mehmet Ali Birand’ın 32.
iş yapsın” diyorlar. Onlar kim?
yüş boyunca hayvanları, doğayı gözlüyor.
Gün programı ile savaş muhabirliğine
Zaten Kur’an-ı Kerim’deki
başladığınız biliniyor ama daha da öncesi ikra lafı, kitap oku demek
var sanırım. Bize biraz savaşa muhabirdeğil, sorgula demek. Yani Coşkun Aral, 11. Uluslararası Kar
liğine başlama serüveninizden bahseder
Film Festivali kapsamında Atatürk
iyi bir mimar olacaksan
misiniz?
Üniversitesi Kültür ve Gösteri Merarıları, karıncaları incele.
kezinde İletişim Fakültesi öğretim
Savaş muhabirliğim çok daha eskiye
Kuşlara bak.
üyeleri ve öğrencileriyle bir araya
gidiyor. 1979’da İran devrimi olduğu zaman
Bir anlamda siz o ka- geldi. Haber, Fotoğraf ve Belgesel
oraya gittim. Orada kaçakçıları buldum.
bilelerle birlikte yaşadıüzerine öğrencilerle söyleşi gerAma hiçbir şey yapmadım, o da ayrı.
nız bir süre değil mi?
çekleştiren Aral, savaş haberciliği
Oradan da Irak’a geçtim. O dönemde on iki
Mecbursun yaşamaya.
üzerinde durdu. Aral, “GeçmişiTürk’ü kuşuna dizmişlerdi. O zaman fotoğÇünkü ben geldim, gazete- ne sahip olamayan toplum hep
raf çekmiştim. Ama kendim için gittim bu
başkalarının çizdiği haritalarda
ciyim diyemiyorsun.
ülkelere. Yani gazetem olmasa bile yaptığım
yaşamak zorunda kalır. Belgesel
“Her sene gitmek
şeyler bunlar.
zorunda olduğum ülkeler sinema çok geniş bir alandır.
Günümüzde artık insanlar internet
Üniversitelerde öğrendiklerinize
var” demiştiniz. Ama
değer verin. İletişim sektörü çok
aracılığıyla çeşitli sitelerden bilgi ediniHindistan sizin için daha geniş bir yelpaze. Ekip ekipmana
yorlar; yani ikincil kaynaklardan. Bu bir
başka bir yer tutuyor.
sahip olma imkanımız var. Alanınız
sorun değil mi?
Burayı sizin için farklı
geniş tutun. Bu sektörde ata iyi
Bilgiyi mutlaka kaynağından öğrenmek
kılan ne?
binen insanlara yer var. Her şeyi
gerek. Bununla ilgili kütüphaneler, kitaplar,
Hindistan’ın güzel
bilin ama bir şeyi çok iyi bilin.”
yaşamış görmüş insanlar var.
tarafı, bozulmamışlığı…
diye konuştu. r Rıdvan Dereli
Bilgi uğruna yıllarca farklı farklı
Bunun için daha çok
Sercan Engerek
C
Bu sıralar CNN Türk’te Can Dündar
ve Nebil Özgentürk ile birlikte “Biz Kültür Yolcuları” adlı bir belgesel yapıyorsunuz. Bu fikir nasıl oluştu?
20 yıl önce Can, Nebil ve ben New
York’taydık. Birlikte bir şeyler yapalım dedik. Ama üç kişi dünyanın hiçbir yerinde
şimdiye kadar böyle bir iş yapmadı. Çünkü
üçümüzün de karakteri farklı. Can, farklı belgeseller yaptı Mustafa ve Sarızeybek
gibi. Nebil, kolaj biyografi yapıyor. Ben de
belgesel tadında haber programı yapıyorum.
İşte bu proje kolektif bir iş olması yönüyle de
yeni bir çalışma.
Yaşar Kemal’i bir cümleyle tanımlayın
desek ne dersiniz?
Yaşar Kemal Türkiye’dir.
“O biraz taraflı”
D
ünyayı köşe bucak gezerek “Haberci” gibi bir belgesele imza
attı Coşkun Aral. Fakat belgesel
programının reklama kurban olduğunu
ifade ediyor.
Öyle ki ben Haberci’yi izleyerek
büyümüştüm. Peki, sonrasında ne
oldu? Program neden bitti?
İzleyicinin azınlıkta kalması nedeniyle program yürümedi. Çünkü reklamcının arzu ettiği pastayı alması için ilk
on programa girmesi lazım…
Reyting kurbanı diyebilir miyiz o
halde?
Halkın kurbanı diyebiliriz. Geleceğimizi başkalarının belirlediği süre
içinde merakımız ötelendiği için bir şey
yapamıyoruz. Sistem sorgulamamıza da
izin vermiyor. Mesela Suriye belgeseli
yaptım. Bunu kendim yayınladım. Bir
de devlet için Suriye belgeseli yaptım.
Peki, her iki belgeseli yaparken
aradaki fark neydi?
Birisinde devlet adamları çıktı,
vatan-millet Türkiye dedi. Diğerini ise
kendim özgürce yaptım. Bir gün dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı
Fatma Şahin aradı, “Coşkun Bey BM’de
toplantı yapılacak. Acaba sizin belgeseli
gösterebilir miyiz?” diye sordu. “Fatma Hanım sizin de belgeseliniz vardı”
dedim. O da “O biraz taraflı” dedi. Siz
taraflı bakarsanız dünya da taraflı görür.
Nisan 2015
Şehir
11
Şükrü Paşa
için yeni kitap
A
Her mahallede bir
kütüphane olsun
Erzurum’daki tarihi Habib Baba Konağı şimdilerde kütüphane olarak hizmet veriyor. Habib
Baba zamanında dergah olarak kullanılan konak, 1912 yılına kadar “Vali Konağı” olarak kullanılmış. Kütüphane sorumlusu Oktay Parlar, kütüphanenin yoğun ilgi gördüğünü söylüyor.
Azize Alan
H
aber için kimi zaman çamurlu, kimi
zaman karlı buzlu daracık yollarda
yürürken hemen sağ taraftaki bir
binaya gözüm takılıyor. Dışarıdan bakıldığında pek de kullanılıyor gibi gelmiyor
bana. Küçücük camları, eski bir kapısı ve
şehrin ücra bir köşesine konumlandırılmış
bir yer burası. Girip girmeme arasında kalmışken bir tabela görülüyor: “Habib Baba
Kütüphanesi.”
Burada kütüphanenin ne işi vardı?
Burası şehrin kıyı köşe bir yeri değil
miydi? Kütüphane dediğin şehrin merkezinde olmaz mıydı? Bunları düşünürken o
eski kapıyı açıp içeriye girip çıkan elinde
kitap ve çantası olan insanlar görülüyor.
Merakla içeriye dalıyorum. İlk başta bir
halının serilmiş olduğu tahta bir merdivenle karşılaşıyorum. Merdiven basamaklarının köşelerine özenle konmuş saksı
çiçekler, taş duvarlar ve duvaralara asılmış
ebru tabloları… Ürkek ürkek biraz da
hayran bakışlarla merdivenleri çıkmaya
devam ediyorum. Son basamağa geldiğimde hayranlığım biraz daha artıyor. Her
yer kitapların yer aldığı raflarla, kitaplara
gömülmüş öğrencilerle dolu.
Asıl hayran olunan yönü bu değil tabi.
Ortamın insanın içini ısıtan sıcaklığı, göz
kamaştıran güzelliği... Küçücük bir kütüphanenin kocaman bir tarihi içinde barındırdığı çok belli. Hemen burası hakkında
bilgi sahibi olmak istiyorum. Bir görevliyi
ararken karşıma Oktay Bey çıkıyor. Yanına
gidip Gazetecilik öğrencisi olduğumu ve
haber yapmak istediğimi belirtiyorum.
Kendisinin kütüphane sorumlusu olduğunu bana yardımcı olabileceğini söylüyor.
O önde ben arkada kütüphanenin içinden
açılan bir odaya giriyoruz. Karşılıklı oturup meyve suyu ikramını kabul ediyorum.
Meraklı gözlerle sorularımı sorarken o da
cevaplamaya başlıyor.
Dolu dolu bir kütüphane
Kütüphane sorumlusu Oktay Parlar biraz heyecanlı biraz da cümlelerini kurmaya
özen göstererek kütüphanenin işleyişi
hakkında bilgi veriyor:
“Kütüphane aslında dört ayrı evin
birleşimi. 50 kişilik bir kapasiteye sahip.
Buraya gelenlerin geneli DGS, KPSS,
YGS ve LYS’ye hazırlanan öğrenciler ile
kitap okumak isteyen halk. Hafta içi ve
hafta sonu komple dolu.”
Kütüphane hafta sonları da dahil olmak
üzere sabah 8’den akşam 6’ya kadar açık.
YGS, LYS gibi önemli sınavlara az zaman
kaldığında çocukların kütüphane görevlilerini akşam 11’e kadar rehin alıp biraz daha
ders çalışmak istediklerini gülümseyerek
anlatıyor Oktay Bey.
Kütüphane dışarıdan kitap alıyor;
ancak ödünç kitap vermiyor. Edebiyat,
kültür-sanat, siyaset, ekonomi, mimarlık
ve tarım hakkında yaklaşık 5 bin adet kitap
bulunuyor. Eski el yazması eserler de var
ama sayısı az ve orijinal değil, baskı şeklinde kütüphanede bulunuyor.
Oktay Bey biraz sonra beni diğer
sorumlu Kenan Bey’in yanına götürüyor.
Alt kata iniyoruz. Küçük bir odanın kapısı
açılıyor. Kenan Bey son yıllarda şehirde
altı tane kütüphane açıldığından bahsediyor. 2014 yılı Mart ayında açılan Habib
Baba Kütüphanesi de bunlardan biri.
Bu kütüphanenin iki sorumlu, iki bekçi
olmak üzere toplam dört görevlisi var. İşini
sevdiğini, gayet zevkli bir iş olduğunu da
hemen belirtiyor Kenan Bey. Kitap okumayı çok sevdiğini de söylemeden geçmiyor.
Hemen masanın üstünde yer alan kitabı
işaret ederek Zülfü Livaneli’nin “Kardeşimin Hikayesi” romanını okuduğunu
belirtiyor.
Çocuklara karşı daha duyarlıyız
Bazı sivil toplum kuruluşları ilkokul
öğrencilerini okuma alışkanlığı kazansın
diye okullarla anlaşıp Salı ve Perşembe
günleri 3-4 arası bu kütüphaneye getiriyor.
Okumayı sevdirmek, heveslendirmek için
her gelişlerinde çocuklara meyve suyu, kek
ve bunun yanında bazı küçük hediyeler de
veriliyor. Bu onlar için lüks; çünkü burası
2014 Mart ayı
içerisinde kütüphane olarak halkın
hizmetine sunulan
Habib Baba Konağı,
Yeğen Ağa mahallesinde bulunuyor.
Habib Baba’nın ölümüne kadar dergah
olarak kullanılan
konak, daha sonra dönemin valisi
Mehmet Ali Paşa’ya
tahsis edilmiş ve
1912 yılına kadar
“Vali Konağı” olarak
hizmet vermiş.
genelde asgari ücretle geçinen ailelerin bulunduğu bir semt. Kenan Bey “Çocukların
küçük yaşta okuma alışkanlığı kazanmaları
çok önemli. Bu yüzden çocuklara daha
duyarlı davranıyoruz.” diye konuşuyor.
İçinde okuma sevgisi fazlasıyla olan
bu iki insanın tek umudu böyle kurumların
daha da yaygınlaştırılıp buralara çocukların gelmesi. Kütüphanede çocuklar için de
ayrı bir okuma odası var. Okuma odalarının yanı sıra daha küçük ölçekte tartışma
ve çalışma grupları için özel odalar da yer
alıyor. Buralar da muazzam güzellikte.
Kendi tarihimizi bilmiyoruz
Kenan Bey yoğun bir okuma kültürüne
sahip olamamamızdan yakınıyor. “Her
mahallede bir kütüphane olsa belki okuma
alışkanlığı daha fazla olur. Türkiye’de okuma oranı çok düşük. Kendi tarihimizi bile
tam bilmiyoruz.” şeklinde konuşuyor. Oktay Bey hemen araya girerek kütüphaneyi
kullananlardan bazılarının kitap okumak
ve ders çalışmak dışında niyetlerinin farklı
olduğunu da belirtiyor ve duyduğu bir olayı bize aktarıyor: “Bir bayan arkadaşımız
anlattı. Kütüphanede ‘Aşk Seninle Güzel’
adlı kitabı okumak için bulunduğu sırada
karşısında oturan, kendisini hiç tanımayan
bir erkek ise ‘o okuduğunuz kitap benim
size olan duygularımı anlatıyor.’ demiş.”
Oktay Bey bu yaşananların çoğunun
medyadan kaynaklı olduğu yorumunu da
eklemeyi ihmal etmiyor.
Bu tür eski yapıların değerlendirilerek halka yararlı bir hale getirilmesi Kenan
Bey’in de dediği gibi kitap okuma alışkanlığının fazla olmadığı toplumumuza bir
umut aşılıyor.
tatürk Üniversitesi Genel Sekreter
Yardımcısı ve Tarih Bölümü Öğretim
Üyesi Yrd. Doç. Dr. Savaş Eğilmez’in “Şükrü Paşa” adlı kitabı çıktı. Kitabı
hakkında bilgi veren Eğilmez, Şükrü Paşa
adını tarihe yazdırmış Erzurumlulardan
birisi olduğuna dikkat çekti.
Eğilmez, Erzurumlu olan Şükrü Paşa
hakkında hemşehrilerinin bilgi sahibi
olması gerektiğine değindi. Eğilmez,
“Erzurum’un Yüzleri” adlı bir seri çalışma
başlatıldığını ve Erzurumlu olup adını tarihe yazdırmış insanlar hakkında kitapçıklar
çıkarılacağını belirterek kendi kitabının da
bu serinin bir parçası olduğunu söyledi.
Askerliğini Edirne’de yapan ve orada
Şükrü Paşa’nın anıtını ve müzesini koruyan Savaş Eğilmez, bu tecrübe sonrası
“Şükrü Paşa”yı yazmaya karar verdiğini
söyledi. Eğilmez, “Askerliğimi Edirne’de
yaptım. Orada Şükrüpaşa anıtı ve müzesi
var. Orasının sorumluluğu da bendeydi.
12 ay boyunca orada hemşehrimizin hem
anıtına hem müzesine sahip çıktık. Şu
açıdan ilginçtir: Erzurum’da yaşayacaksın, askerlik Edirne’ye çıkacak ve gidip
Erzurumlu bir komutanın müzesini ve
hatırasını koruyacaksın. Şükrü Paşa,bizim
kaderimiz dedik ve bir şeyler karalamaya
çalıştık.”dedi. Şükrü Paşa’nın, Osmanlı
Devleti son dönemleri için çok önemli bir
komutan olduğunu vurgulayan Eğilmez,
“En azından hemşehrilerinin hepsi Şükrüpaşa hakkında birşeyler bilmeli. Böyle
bir niyetle bu çalışmayı yaptık.Umarım
okuyucular da beğenirler ve yararlanırlar.”
diye konuştu.
Şükrü Paşa hakkında bilgi veren
Eğilmez, “Şükrü Paşa, çok zor şartlarda
Edirne’yi 20 gün savunması istenmişken
o 150 gün kadar savunmuştur. Savunması, Batılı tarihçiler ve Batılı komutanlar
tarafından da takdir görmüştür. Düşmanı
bile övüyorsa demek ki çok önemli bir iş
başarmıştır. Bunun karşılığında ise esaret
hayatı yaşamıştır. O günün siyasi konjonktürü içerisinde kendisine gereken değer
verilmemiştir. Hakettiği takdiri göremeden
de ölmüştür. O dönemki siyasi konjonktür
değişince hakettiği değer verilmeye başlanıyor. Edirne’deki anıtı 1990’ların ortasında bitiriliyor. Önce İstanbul’a defnedilen
naaşı oraya taşınıyor. Şu anda Edirne’deki
anıt ve müze Avrupa’dan ödül almış bir
müzedir. Büyük, 3 boyutlu, savaşı anlatan görsellerin olduğu,insanların o tarihi
yaşayabileceği çok güzel bir müze.”diye
konuştu.
r Nazlı Şentürk
Aşkale şampiyon
E
rzurum Amatör 1’inci ligde Aşkale
Belediyespor ligin son haftasında
karşılaştığı Kombinaspor’u 9-1 yenerek
şampiyon oldu. Aşkale Belediyespor
Amatör ligde şampiyon olarak gelecek
sezon BAL liginde oynamaya hak kazandı.
Aşkale Belediyespor’un son maçında kırmızı-siyahlı takıma şampiyonluğu getiren
golleri Erol (2), Ömer (2), Hüseyin (2),
Yücel, Haktan, Can Ramazan’dan geldi.
r Melik Bulmuş
12
Toplum
Nisan 2015
Engelliler geleceğe
hazırlanıyor
Görme engellileri muhtaç olmaktan kurtarmayı
hedefleyen proje hayata geçiriliyor. Bu amaçla
kurulan derneğin başkanı Nurisoy, “Bizim de topluma vermemiz gereken bir şeyre var” dedi.
E
rzurum’da geçtiğimiz hafta açılışını
gerçekleştiren Görme Engellileri
Eğitim ve Kültür Derneği Başkanı
Ahmet Nurisoy derneğin çalışmalarına
yönelik açıklamalarda bulundu. İş Kur
desteği ile bir dernek kurduklarını belirten
Nurisoy, “Profesyonel bir dernekçilik
anlayışı getirmeye çalıştık’’ dedi.
Derneğin açılışı ve işleyişi hakkında
bilgi veren Nurisoy şunları kaydetti:
“Şubemiz geçtiğimiz yıl Ocak ayında
kuruldu. Bizim burada yeni bir dernek
açmamızın bir nedeni vardı. Bugüne kadar
Erzurum’da sadaka kültürüyle dernekçilik
yapıldı. Bu gerçekten bizim hayatımıza
her yere yansıdı. Sadaka kültürüyle yaptığımız bir hizmetten ancak sadaka kültürü
alınır. Biz de bu anlamda profesyonel bir
dernekçilik yapılması gerektiğini düşündük.”
Nurisoy, “Erzurum gibi bir alanda
profesyonel dernek olarak çalışmak nasıl
bir durum?” sorusunu şöyle yanıtladı:
“İmkânlarımız çok kısıtlı. Bugüne
kadar bütün masrafları ben ve dernekteki
arkadaşlarım karşıladık. Türkiye İş Kurumu’yla beraber bir proje geliştirdik. İş
Kur ile birlikte burayı 63 bin lira maliyetle
açtık. Şu an proje kapsamında öğrencilerimiz bulunmakta. Derneğimizin asıl
amacı engellilerin eğitiminde, istihdamında, sosyal hayatlarında onlara yardımcı
olmak. Bu
anlamda
kendilerini
geliştirmelerine bir nevi
basamak olmak amacıyla
kurulmuş bir
derneğiz. Biz
her şeyden
önce eğitimi birinci plana alıyoruz. Bir
engelli vatandaşa istediğiniz kolaylığı sağlayabilirsiniz ama bu engelli vatandaş eğitilmezse bunun hiç bir anlamı olmaz. Bu
anlamda biz de özellikle eğitim projelerine
önem veriyoruz. Bizim burada yaptığımız
bilgisayar operatörlüğü kursu belki birebir
istihdam garantisi vermeyebilir. Buradan
mezun olan arkadaşlarımız hemen işe giremeyebilirler. Ama arkadaşlarımızın almış
oldukları eğitim gelecekteki iş hayatlarını
kolaylaştıracak. Biz bu anlamda kesinlikle
görme engellilerin eğitim almalarının şart
olduğunu düşünüyoruz.”
Proje kapsamında üç buçuk ay boyunca beş kişinin eğitim alacağını açıklayan
Nurisoy, “Onlar mezun olduklarında
sertifikalarını vereceğiz. Öğrencilerimizin
çoğu derneğe üye olmayan kişilerden oluşmaktadır. Derneğimize üye olmayan kişilerin sorunlarını da bizim sorunlarımızdır.
Buna göre hareket ediyoruz. Eğitmen
sayımızda bir tane. Kendisi görme engelli
KÜLHANBEYİ
öğrecilerimize
bilgisayar alanında eğitim
veriyor. Ayrıca eğitim merkezimizde
kabartma yazıcı var, bildiğimiz yazıcının
kabartma çıktısı olarak da söylenebilir.
Görme engellilerin kullanmış olduğu
Braille alfabesi gereği kabartma yazıcısını
kullanıyoruz. Bir de kitap okuma makinemiz var. Beş adet bilgisayar bulunmakta.
Bilgisayarlarımızda Jaws ekran okuyucu
programlarımız yüklü. Bunun sayesinde
öğrencilerimiz bilgisayarı daha iyi kullanıyorlar. Yüklü olan program sayesınde
yapmış olduğumuz işleri bize geri bildiriyorlar” diye konuştu.
Geleceğe yönelik planlarını açıklayan Nurisoy Engelsiz Erişim Merkezi’ni
kurmak istediklerini söyleyerek, “Bir
kaç kurstan sonra belediyelerle görüşüp
elimizdeki araç ve gereçlerle Cumhuriyet
Caddesi’nde engellilerin ve engelli olmayan vatandaşların bir araya geldiği bir
proje planlıyoruz. Biz bugüne kadar hep
engelli yardıma muhtaç görüldük. Ama
inanıyoruz ki bizim de topluma vermemiz
gereken bir şeyler var.” ifadelerini kullandı. r Ali Törün
Erzurum’un tarihi kuyumcular
çarşısı ya da bilinen adıyla Taşmağazalar esnafı
dertli. Cadde trafiğe kapandıktan
sonra müşteri
çekildi, dükkanlar da kapanmaya başladı.
TAŞMAĞAZALAR MAHZUN
K
uyumcular caddesi olarak da bilinen tarihi Taşmağazaları
çarşısı bir kaç yıl önce trafiğe kapatıldı. Vatandaşlar rahatça yürüyebildiği için bu uygulamadan memun. Ancak
müşteri çekemeyen çarşı esnafı durumdan şikayetçi. Paralelindeki Bat Pazarında yapılan çalışmaları destekleyen esnaf,
çalışmaların çarşıya taşması gerektiğini savunuyor.
Taşmağazalar çarşısı esnaflarından Ali Gürler, ”Çarşı trafiğe kapandıktan sonra istenilen değer verilmiyor. Bunun sonucunda da dükkanlar yavaş yavaş kapatılıyor. İnsanlar buraya
girip çıkmalı. Ama insanlar çarşımızda istediğini bulamıyor.
Çarşımızda bir banka bile yok. Erzurum öğrenci şehri olmasına rağmen buraya öğrenci çekemiyoruz. Çünkü öğrencinin
gelip oturacağı, vakit geçireceği bir ortam yok. Belediye bizim
için olumlu hiçbir adım atmıyor.” diye dert yandı.
Esnaf esnaf olmalı ilk başta
Taşmağazalar çarşı esnafının kendi arasında da anlaşmazlıklar yaşadğını belirten Gürler, “Dernekte insanlar anla-
şamıyor, ne istediklerini bilmiyorlar. Yani esnaf el birliğiyle bu
duruma karşı koysa, hep birlikte bir şeyler yapsa, belediye
bu kadar tepkiye karşı bir adım atar. Ama mallesef biz esnaf
olarak bu durumu kabullenmiş bulunmaktayız.” dedi.
Eskiden İranlılar gelirdi
Zaman zaman çarşının trafiğe kapatıldığını fakat hiçbir zaman bu kadar uzun süreli kapatılmadığını söyleyen Kuyumcular Odası Başkanı İshak Singer ise ”Çarşı trafiğe kapatılmadan
önce Erzurum’a gelen bütün İranlılar çarşıya uğrar, buradan
alışveriş yapıp sonra giderlerdi. Fakat buraya arabaların
girmemesi İranlı müşterilerimizi de kaybetmemize sebep oldu.”
şeklinde konuştu.
Çarşının giriş tarafına durak yapılmasını isteyen Singer,
“Çarşının giriş kısmına durak yapılmasını, bu sayede öğrencilerin gelip görmesini sağlamak amacıyla belediyeye müracaatta bulundum. Fakat hiçbir gelişme olmadı.” dedi.
r Belma Gözey
İbrahim Miraç Bektaş
H
asankaleli Hanefi Emmi...
Demliğin burnu...
Çay demini aldığında ilk yudumu o
alırdı. Çayını su bardağında sever, sanki
demliğin cızırtısını duymuş gibi herkesten önce ocağın başına dikilirdi.
Erzurum Gürcükapı Caddesi’nde
küçük bir çay ocağında tanıdım onu ve
diğerlerini. Erzurum’u da o çay ocağında
sevdim. Kocaman bir semaverin başında
birlikte karıştırdık çayımızı. Aslında ben
karıştırdım, onlar kıtladı şekerleri. O akşam iyi ki girmişim bu çay ocağına. Yoksa
Erzurum yadımda soğuk ve kasvetli bir
şehir olarak kalacaktı. En güzel anılarım,
en güzel sohbet-lerim ve en içten tebessümlerim hep bu çay ocağında oldu. Ben
ne kadar da ısrar etsem, onlar benden
çay parası almazdı. Bazen gizlice masaya
bırakıp kaçardım. Ertesi akşam suratlar
asık “Geçen akşam ne yaptın sen? Burada
senin paran geçmez!” derlerdi. Memleketime gittiğimde ve yalnız başıma bir çay
ocağına girdiğimde gözlerim hep onları
arardı. Birazdan Hanefi Emmi kapıdan
içeri girecek ve bana “ooo neydisen
gardaş” diyecekti. Sonra “yatak limoon”
diye bağırarak limon satan Kör Canip ile
şakalaşacaklardı. Herkes Hanefi Emmiye
“Cehennemin ateşini de sen yakacakmışsın!” diye takılacaktı. Bu arada ben
de “... Olmaz iklimlerden yollar aşırdın...
Gönlünün fermanı yaz getir bana...” diye
mırıldanacaktım. Çünkü sevmeyi de Erzurum’da öğrendim. Sonra şunu fark ettim
ki galiba ben Erzurum’u özlüyordum...
Hanefi Emmi Atatürk Üniversitesi’nden emekli olduktan sonra yandaki
hamamda çalışmaya başlamış. Sabah
namazından önce hamama gelir, ilk ateşi
o yakardı. Sigara içmezdi Hanefi Emmi ve
benim elimde gördüğünde de kaşlarını
çatar, sonra tebessüm ederek gülerdi.
Takkesini hiç çıkartmazdı ve nasırlı elleri
kömür karasıydı. Hanefi Emmi yapılan
tüm şakaları kaldırırdı. Torunu yaşında
çocuklarla bile şakalaşırdı. Çay içmek için
Hanefi Emmiyi beklerdim. Malum, çayın
en taze olduğu zamanı iyi kollardı. Belki
de çay bahaneydi. Çünkü onun tebessüm
eden yüzünü görünce mutlu olurdum...
Bir sabah Erzurum’a geldim. Yolun
yorgunluğunu unutup, akşam çay ocağına gitmeyi planlıyordum. Çay ocağında
tanıştığım taksici Samih Abi beni almaya geldi. “Akşam geliyor musun?” diye
sordum. “Haberin yok mu?” dedi. Çay
ocağında yangın çıkmış. Ne var ne yok
yanmış. Yanan sadece çay ocağı değildi.
Erzurum’daki hatıralarım da semaverin
közünden çıkan yangında erimişti. Sonra
bir “Haberin yok mu?” daha geldi. Zaman
benim için durmuştu. Hanefi Emmi Erzurum’dan gitmiş...
Artık içtiğim her çay boğazımda düğümleniyor...
Şeker hastasıydı Hanefi Emmi ve kalp
krizi geçirerek vefat etmiş...
Hoşça kal Erzurum, kendine möhkem
bak...
Sana hoşça kal diyemedim ama; “Çay
taze mi Hanefi Emmi?”
Nisan 2015
Toplum
13
‘Mukaddes’ bir can gitti
İletişim Fakültesi öğrencisi Mukaddes Yasan bir halk otobüsünün çarpması sonucu yaşamını yitirdi.
Şehrin merkezinde, yeşil ışıkta, yaya geçidini kullanarak karşıya geçerken ölüme giden Mukaddes, ailesini, arkadaşlarını ve Fakülteyi yasa boğdu. Sınıf arkadaşı Elif Çelebioğlu’nun da yaralandığı kaza,
otobüs ve minibüs şoförlerinin ihmallerini bir kez daha gündeme getirdi.
Sercan Engerek
H
ayatın bir pamuk ipliğine bağlı olduğunu
düşündünüz mü hiç? Yaşamın, hayallerin,
umudun bir anda sizinle birlikte gidece-
ğini…
Erzurum Yakutiye Caddesi’nde yaşanan kazada Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde
öğrenim gören iki arkadaştan biri olay mahallinde can verdi, diğeri de yaralandı.
Olay hepimizi derinden yaraladı. O kızcağızın anne ve babasını; ailesinin içinde bulunduğu hâli anlatmak elbette kolay değil.
Kim bilir; bu kazayı kimimiz kader diye
niteleyecek belki de. Ben inanırım kadere. Yaşamımızın bir gün bir yerlerde son bulacağı muhtemel. Yaşam ne kadar içimizdeyse, ölüm de o
denli yakın. Lakin evet, o hazin sonun ne zaman
ve nerede gerçekleşeceğini bilemiyoruz. İyi ki
de öyle. Yoksa bu soruların yanıtını bilseydik
nasıl yaşardık?
Ama kadere inanıyor olmak, yapılan yanlışların, hataların, vurdumduymazlığın üstünü de
örtmemeli.
O feci kazanın görüntü kayıtlarını izlerken,
bir anlık dalgınlığın veya umursamazlığın nasıl
da insanların ölümüne yol açtığını düşündüm.
Arkadaşlarımıza çarpan minibüsün arkasında şöyle yazıyordu: “Allah korusun.” Her
türlü kazaya, belaya karşı Allah’ın korumasını
dilemek insani bir duygu.
Evet, ama gerekli önlemler alınmadığı vakit
Allah’ın korumasını istemek sorumluluğu
atmak demek değil mi?
Kazaya neden olan minibüs şoförünün o
sırada cep telefonuyla konuştuğu, kırmızı ışıkta
geçtiği çıktı ortaya.
O kavşakta ışık olsun olmasın kontrollü
geçmesi gerekmez miydi?
Üstelik bu çok basit ama hayatî önem taşıyan sorumluluk yalnız o minibüsün şoföründe
değil, trafikte bulunan pek çoklarımızda yok!
Bundan dolayı binlerce kaza yaşandı bu
ülkede. Kazaya neden olan şoförleri “Kasaptan
mı aldın ehliyeti” diyerek işi sulandırmaya
çalıştık hep. Binlerce insanın canına mâl olan
sistemi ise hiçbir zaman sorgulamadık.
Ve bir canavar yarattık: Trafik canavarı!
Trafikte hız sınırını aşma, cep telefonuyla
konuşma, kemer takmama gibi alışkanlıklarımızdan vazgeçemedik bir türlü. Bizi kendi
sorumluluğumuzdan uzaklaştıran suçu canavara atma hali, sorunları çözmek bir yana bizi
o sorunlardan daha da uzaklaştırdı.
Burada yasal düzenlemeler yapılmadığını
kastetmiyorum. Her ne kadar cezalar artırıldıysa bile son yıllarda, işin salt bununla çözülemeyeceğinin kanıtı hâlâ yaşanan kazalar.
Birbiriyle yarış yapan iki kamyonun onlarca kişinin bulunduğu restorana dalmasında,
bir minibüsün sol şeritte yolcu indirmesi
nedeniyle, araçlarda cep telefonuyla konuşma
sırasında, alkollü araba kullanma sonucunda
meydana gelen ölümcül kazalarda ne yazık ki
yasalar da işe yaramıyor.
Asıl önemlisi yarattığımız o canavarı yok
edebilmek, trafikteki davranış biçimlerimizle.
Trafik kültür işi biraz da. Boşuna demiyorlar, bir ülkenin trafikteki davranış şekli o
ülkedeki medeniyetin göstergesidir diye.
Bakın caddelere, sokaklara… Özellikle de
metropollerde her an birbirini boğazlamak
üzerine kurulu bir trafik anlayışımız var.
Peki yayalar mı? O bizim her defasında
“Bizde böyle de sanki başka yerlerde farklı mı?”
diye eleştirdiğimiz kimi ülkelerde yayalar daha
caddeye adımını atar atmaz araçlar duruyor,
yayaya yol veriyor.
Bu anlayış bize daha ilkokul çağlarımızdan
beri öğretilmeye çalışıldı oysa: Yayaya saygı!
Şoförleri insanlığa davet ediyoruz
G
örecek kaç zamanı var acaba; içli,
suskun, yetkin bir çift çocuksu
gözün yeni doğan günü? Peki ya
kasvet dolu gecelere katlanabilecek
kaç ana yüreği kaldı düzenden sapmış
olan şu hain dünyada? Bir parçasını
daha soğuk, yalnız, çamuruna doymayan o kara toprağa teslim edebilecek cesaretin yakasını bırakmayan,
dirayetli baba yüreği kaldı mı dersin?
Düşmeden ayakta dimdik bakabildi
mi o yavrusunu kendinden alıkoyan
heybetli, sessiz, saman renginde “İşte
geldik, gidiyoruz” çığlıklarının saklandığı tahta kutuya…
Bak bakabildiğin kadar, bekle ayakucunda sabahı ağartabildiğin kadar.
Ama “kadar”la bitmiyor ki iş…
Dövün dövünebildiğin kadar, söv
canını sökene. Kanırta kanırta beliğinden saflık dökülen saçları tutup
da ayak tırnağına kadar nefesini zoru
zoruna alana, ölmeden cehennemi
yaşatan Azrail kılığında dolaşana tükür
tükürebildiğin kadar! Geçir tırnaklarını derisinin altına işleyip kanatana
kadar; acın dinene kadar; ağıtlar yerle
göğü birleştirene kadar… Ve anlayana kadar gideni hiçbir şeyin geri
getiremeyeceğini. “Allah’ım beni al o
daha yaşının baharında, ben yaşadım
yaşayacağımı” dilleriyle kendi kendini,
yiten aklınla yaşatana kadar…
Daha önceki bir yazımda “Şoförleri
saygıya davet ediyoruz” dememdeki
iyi niyet tebessümümle onca hakarete,
azara katlanan, horlanmayı, ölümden
dönmeyi içine sindirip sürekli kaldırabilme nezaketini gösteren insanlarımıza hakikaten büyük saygısızlık
etmişim.
Kusurum af ola çünkü asıl demem
gereken “Şoförleri insanlığa davet
ediyoruz!” olmalıydı.
Ne yazık ki bu kez sabır bardağı
doldu taştı, döküldü. Uzaktan yakından, kanından canından olan olmayan
hepimizin ellerinin, yüreklerinin
birbirine kelepçelendiği bir üzüntüde,
acıya baktık inanmak istemeyen buğulu gözlerle. Belki bir umutla gelecek
habere kulak kesilen bizler bekledik,
aile olduk, kardeş olduk, birlik olduk
öyle bekledik. Öğrendik, kabullenemesek de sindirdik olanı biteni, gideni ve
acıyla döşeğinde kıvrananı!
Bakın çok değil yaklaşık dört ay
önceki o yazımda ne demişim, serilsin
gözler önüne!
“Elbette ki hak veriyorum şoförlere.
Belli bir zaman dilimi tanınıyor belki
de onlara. Ama zamanında yetişmek
adına bir insan canı yanabilir, hatta
yok olabilir. Sonucunda ne bekler
kapıda peki biliyor musunuz? ‘Keşke
daha yavaş sürseydim’, ‘İki dakika geç
kalsaydım da ah şu amcam yaşasaydı’
keşke keşkelerle gelen vicdan azabı…”
Gelinen nokta hangisi peki?
Keşkeler ve beraberinde getirdiği
Başka Mukaddes’ler ölmesin!
A
tatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi, Dekan Prof. Dr. Uğur Yavuz’un
öncülüğünde Mukaddes Yasan’ı
anmak ve trafik terörüne dikkat çekmek
için bir yürüyüş düzenledi. Öğretim üyeleri ve Yasan’ın öğrenci arkadaşlarının
katıldığı yürüyüş fakülte binasının önünde başladı. Lalapaşa Kavşağına kadar
yürüyen ve ellerindeki dövizlerle sorumsuzluğa tepki gösteren grup kaza yerine
karanfil bıraktı. Daha sonra Lalapaşa
Meydanına geçen grup adına İletişim
Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Uğur Yavuz bir
açıklama yaptı. Mukaddes Yasan’ın ölümünden duyduğu üzüntüyü dile getiren
Yavuz, öğrencilerin hem kendilerine hem
de şehre emanet edildiklerini söyledi.
Yavuz, “Trafik sorunu ile ilgili herkesi bir
paydaş ve sorunun bir parçası olarak
çözüm bulmak için elimizden geleni yapacağız. Öncelikle Üniversite öğrencileri
çünkü onlar bize emanettir. Tüm şehrin
güvenli ve konforlu bir ortamda ulaşım
sağlamaları için gerekli yerlerle irtibata
geçeceğiz.” şeklinde konuştu.
Mukaddes Yasan’ın sınıf arkadaşı
Muhammet Güneş de hazırladıkları basın
açıklamasını okudu. Güneş’in okuduğu
basın açıklamasında şu ifadeler yer aldı:
“Mukaddes arkadaşımıza vefa borcumuzu ödemek ve bu tür olaylara dur diyebilmek için burada toplandık. Bu sessiz
çığlığımız tüm insanlığadır. Mukaddes
trafikte adeta terör estiren şoförlerin kızı
da olabilirdi. Onun için buradan otobüs
şoförlerinin daha dikkatli ve özverili olma-
misafiri vicdan azabı.
Sen bundan sonra temkinli olsan da
azabından ölsen de pişmanlığından
dünyayı gariban ailelerin ayaklarına
sersen de ayaklara kapanıp af dilesen
de bitirdin bir hayatı kardeşim.
Gözün görüp de kulağın duyduğunu, Rabbin bilip de kuldan saklandığının şahitliğinde suskun kalan, “Başım
belaya girmesin”ler ile olayı sinsice
seyredip iş kendine düşünce sıyrılan
insan elbiseliler!
Ya sizin evladınızın tırnağına
değseydi o ölüm taşı. Yine susturacak
mıydınız dedikoduya açık olan o iki
dudağınızı? Yazık ki insanlık dersinden
sınıfta kaldınız…
Fazla söze hacet yok! İnsanın ve
insanlığın yok olduğu lanet bir dünyada yaşamak, nefret tohumları ekiyor
geride kalanların yürek tarlasına…
Yasan ailesine başsağlığı ve sabır,
Çelebioğlu ailesine geçmiş olsun dua
ve dilekleriyle…
Allah bu acıyı hiçbir aileye yaşatmasın!
r Gamze Bargın
İletişim Fakültesi öğrencileri ve
öğretim üyeleri düzenledikleri yürüyüşlerle trafik terörüne dikkat çektiler.
larının çağrısını yapıyoruz ve çağrımıza
yetkili kurumlar da kulak vermesini istiyoruz.” Kalabalık daha sonra emniyet ve
güvenlik görevlilerinin aldığı önlemlerle
birlikte İletişim Fakültesine kadar sessiz
bir şekilde yürüdü. Fakültenin önüne
gelen öğrenciler Mukaddes’in en son
girdiği dersliğe ve oturduğu masaya karanfil bıraktı. Karanfillerin masaya tek tek
bırakılmasıyla duygusal anlar yaşayan
öğrenciler sessiz bir şekilde dağıldı.
Yasan’ın ölümünün ardından otobüs
sürücülerinin daha dikkatli olmaları için
İletişim Fakültesi’nde bir stand kurularak
imza kampanyası da düzenlendi. Öğrenciler attıkları imzalarla trafik terörüne
tepkilerini gösterdiler.
r Ahmet Atsız, Büşra Çelik
14
Nisan 2015
Şehir
Erzurum’un en meşhur
lezzeti: Cağ kebabı
Cağ kebabının ünü, Erzurum’un sınırlarını aştı; önemli bir marka haline geldi. Erzurum şehir merkezinde ve ilçelerde çok sayıda
cağ kebabı lokantası bulunuyor. Son yıllarda Türkiye’nin Ankara, İstanbul, Bursa, Antalya, İzmir gibi büyük illerinde de cağ kebabı
lokantaları açıldı. Cağ kebabı hazırlamanın ve sunumunun incelikleri, yemenin de kendine özel geleneği bulunuyor.
E
rzurumlu vatandaşların vazgeçilmez
yemeklerinden biri cağ kebabı; karın
doyurmak için yiyenler var cağ kebabını ama Erzurumlular için aynı zamanda
bir zevk cağ kebabı. Özellikle hafta sonları
cağ kebabı lokantaları bu tadı seven çok
sayıda aileyi ağırlıyor.
Cağ kebabının hazırlanışında ve sunumunda bazı püf noktaları bulunuyor. Çeyrek
asırlık cağ kebabı ustası Veysel Aktaş bu
hususlara ilişkin açıklamalarda bulundu.
Aktaş, cağ kebabı lokantalarının 1977
yılından beri başta Erzurum olmak üzere
Türkiye’nin bir çok yerinde faaliyet gösterdiklerini söyledi. Veysel Aktaş şöyle devam
etti: “Erzurum’un cağ kebabı yıllardan
beridir vatandaşların en çok tattığı kebaplardan bir tanesi olarak karşımıza çıkıyor. Cağ
kebabı başta köylerde halk arasında yenilen
yöresel bir kebaptı. Erzurum’da ortaya çıkan
cağ kebabının bugün Türkiye’nin dört bir
yanında restoranlarda satışı yapılıyor. Cağ
kebabının tadının diğer kebaplardan farklı
olmasının başlıca sebepleri etinin kuzu ve
keçi etinden oluyor olması ve bu etlerin özel
olarak yaylalarda yetişen hayvanlardan elde
edilmesinden kaynaklanıyor.”
1980’li yıllardan bu yana cağ kebabı ile
uğraşan Veysel Usta’ya göre, cağ kebabının
lezzetli olması için etinin küçükbaş hayvanlarından elde edilmesi gerekiyor. Hayvanların yaylalarda yetişmesi gerektiğini belirten
Veysel Usta hayvana küspenin yedirilmemesini, aksine Erzurum’a özgü olan kekik
otunun yedirilmesi gerektiğini ifade etti.
Aktaş, daha sonra etin bir hafta terbiyede
yatması gerektiğini söyledi.
Hem turistler hem aileler
Cağ kebabının genelde hafta sonu yenildiğini belirten Veysel Aktaş şöyle konuştu:
“Öğrenci müşterimiz fazla yok. Kebabımız
yazın daha çok tercih ediliyor. Kışın ise
günler kısa olduğundan dolayı talepler ona
nazaran düşüyor. Erzurum’a gelip cağ yiyip
geri gidenler çok oluyor. Çevre illerden
Erzincan, Kars, Van, Ağrı ve Ardahan gibi
şehirlerden çok talep var. Tepkiler genelde
olumlu oluyor. Daha çok ailelerin tepkisi
daha olumlu oluyor. Cağ kebabını tatmak
için grupça gelenlere göre aileler daha çok
beğendilerini dile getiriyorlar. Tabi bu,
grupların da cağ kebabını beğenmedikleri
anlamına gelmiyor. Turist müşterimiz kışın
daha fazla oluyor. Kışın Erzurum’un kış
turizmi gelişkin olduğu için olsa gerek.”
Cağ kebabına Erzurum’a gelen ünlülerin
de yoğun ilgi gösterdiğini belirten Aktaş,
Cağ kebap ustası
Veysel Aktaş
Erzurum dışında tanınmasında ünlülerin etkisinin
olduğunu dile getirdi.
Aktaş, “Özellikle sanat
camiasına mensup kişiler
tarafından çok tercih ediliyor. Tepkileri tabi ki de
çok olumlu oluyor. Bizim
restoranımıza hiç unutmam
Barış Manço gelmişti. Peşine Muazzez Ersoy, İzzet
Yıldızhan, İbrahim Erkal
ve Yavuz Bingöl gibi ünlü
simalar gelmişti.” diye
konuştu.
Fiyatlar çok farklı
Veysel Aktaş, günümüzde kullanılan demir
şişlerin atasının odun şişler
olduğunu söyledi.
Erzurum’da cağ kebap
ile ilgili en çok konuşulan
konulardan biri de fiyatı.
Şehirde cağ kebabın fiyatı
4 ila 8 lira arasında değişiyor. Aktaş, cağ kebabının
fiyatındaki bu farklılığa ilişkin şu açıklamayı yaptı:
“Piyasada çok fazla cağ kebabı lokantası
var. Aralarında haksız bir rekabet var. Bu
haksız rekabetin en büyük nedenleri arasında denetlenmemiş et ve şişin uzunluğu ve
kısalığı bulunuyor. Cağ kebabının orijinal
şiş boyutu takriben 21 santimdir. Ama çoğu
restoran cağda şiş boyutunu 16 ila 17 santim
olarak kullanıyor. Bu da fiyat farkına ve
haksız rekabete sebep oluyor.”
Dur diyene kadar devam
Cağ kebabı yemenin de kuralları oluşmuş zamanla. Erzurum’da cağ kebabı yemeğe gittiğiniz lokantada garsonlar cağları ara
vermeden servis ederler, müşteri yenisini
sipariş etmese de bu durum sürer gider.
Veysel Aktaş bunun da bir geleneğinin
bulunduğunu açıkladı: “Şişleri dur diyene
kadar müşteriye devamlı getiriyoruz. Bunun
belli bir kerameti yok. Bu gelenek şu şekilde
ortaya çıkmıştır: Cağ yemeye gelen müşterilerin dur demelerini bekleyerek kendilerinin
doyduklarını hissedene kadar yemelerini
sağlıyoruz. Bu nedenle müşterileri kendi
evlerindeymiş gibi hissettirerek kuralları
kendilerinin belirlemelerine imkan veriyoruz ve daha samimi bir yaklaşımla yaklaşmış oluyoruz. Bu gelenek cağ restoranlarının tümünde uygulanıyor.”
r Volkan Basık, Mehdican Çafer
Erzurum’da cağ kebabı odun ateşinde
pişer ve şişlerle servis edilir. 3-4 şiş
doymak için yeterli oluyor ancak iddiaya
girenler 30 şişe kadar çıkabiliyor.
Erzurum’dan çıktı,
Türkiye’ye yayıldı
C
ağ kebabının önce Erzurum’da,
daha sonra da Türkiye genelinde bilinir hale gelmesinde ve
markalaşmasında Erzurumlu Kemal
Koç’un çok büyük katkısı oldu. 32 yıl
önce açtığı cağ kebabı lokantasında bu
lezzeti müşterilerine sunan Koç, şimdi
ikinci kuşakla bu işi aynı adreste sürdürüyor. Son yıllarda Antalya ve Bursa’da
da yeni lokantalar açan Koç’un işlerini
daha çok oğlu Mehmet Koç yürütüyor.
İlk olarak Erzurum’da odun ateşinde
yapılan cağ kebabını lokantaya taşıyan
Kemal Koç’un girişimciliği sayesinde
Türkiye’nin, hatta dünyanın her yerinde
aranan bir lezzet oldu.
Kemal Koç ilk olarak 1982 yılında
ticari amaçla lokantayı kurup cağ kebap
satmaya başlayınca çevresindeki insanlardan olumsuz tepki almış; lokantanın
iş yapmayacağını söylemişler. Kemal
Koç’un oğlu Mehmet Koç “mucidi olduk-
Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi
Öğrenci Uygulama Gazetesi
Atatürk Üniversitesi adına sahibi
Dekan Prof. Dr. Uğur Yavuz
Genel Yayın Koordinatörü
Uzm. Gülhanım Küçükalkan
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Prof. Dr. Uğur Yavuz
Haber Müdürü
Uzm. Gülhanım Küçükalkan
Sayfa Tasarımı
Sefa Sargın, Can Bayrak
larını” söylediği cağ kebabın turistlerin
bile aradığı bir lezzet olduğunu vurguladı. Koç, “Yazın kebap oldukça fazla
tercih ediliyor; yerli ve yabancı turistten
dolayı satışlar 400 kiloya kadar çıkıyor.
Kışın ise 90 kiloya kadar düşüyor.” dedi.
Öğrencinin bütçesinin yetmediği için
cağ kebaba gitmediğini belirten Koç,
öğrencinin daha çok caddede daha
uygun yerleri tercih ettiğini söyledi.
Koç, kendi lokantalarının kurulduğundan beri aynı yerde hizmet verdiğini
belirterek bunun sebebini şöyle açıkladı: “Mekan olarak caddede olmaması
ailelerin tercihiyle ilgili. Ailelerin caddeden uzak sakin yer istiyorlar. Cağ
kebap sakin yerde olmalı, aile evinden
çıktığında gittiği yerde rahat etmeli; biz
bu anlayışla burada hizmeti sürdürüyoruz.”
r
Sonay Çaluk
Haber Merkezi
Bilge Uğurlu, Salih Çelebi,
Sercan Engerek, Ahmet Atsız,
Melik Bulmuş, Sonay Çaluk, Ali
Törün, Azize Alan, Özlem Çetin, Gamze
Bargın, Sinem Karahan, Büşra Çelik, Nazlı
Şentürk, Mehdican Çafer, Volkan Basık,
Çağrı Haliloğlu Sabahattin Gültekin, Mithat
Yılmaz, Y. Özgür Bülbül,
Rıdvan Dereli, Gülçehre Özkesemen,
Belma Gözey, İsmail Erke,
Fatma Aydın
İletişim Adresi
Atatürk Üniversitesi İletişim
Fakültesi Dekanlığı ERZURUM
Tel: 0442 231 51 51
Faks: 0442 236 09 64
gazete.atauni.edu.tr
Baskı
Kardelen Matbaacılık
0 442 233 25 45
Şehir
Nisan 2015
15
Erzurum’a Puşkin müzesi
“Erzurum’a Yolculuk” adlı eserin de sahibi olan ünlü Rus yazar Puşkin adına
Erzurum’da müze kuruluyor. Projenin yürütücüsü Yrd. Doç. Dr. Bahar Güneş,
müzede ünlü yazara ait yazı ve resimlerin sergileneceğini belirtti.
A
tatürk Üniversitesi Rus Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr.
Bahar Güneş, Erzurum’da Puşkin
müzesi kurulacağını açıkladı. Müzenin Erzurum’un dünya çapında tanınmasına katkı
sağlayacağını ifade eden Güneş, Puşkin Müzesi’nin başlıca amacının Türklerin kültüre
ve sanata vermiş olduğu değeri göstermek
olduğunu belirtti.
Yerel medyada yapılan haberlerin
kendini çok üzdüğünü ifade eden Güneş,
“Fikrimin başkalarının adıyla anılması
beni oldukça üzdü. Çünkü müze kurulması
fikrini Atatürk Üniversitesi ve Erzurum
Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı’na
sunan ben ve asistan arkadaşlarımdır” dedi.
Güneş, Onun adına kurulacak bir müzenin
Erzurum’a gelen turist sayısının artışına da
katkı sağlayacağını düşündüğünü ifade etti.
Proje aşamasında kendilerinden desteklerini
esirgemeyen Atatürk Üniversitesi Rektörü
Sayın Hikmet Koçak ve Erzurum Büyükşehir Belediyesi Başkanı Mehmet Sekmen’e
de teşekkürlerini iletti. Puşkin Müzesi projesi fikir sahibi Rus Dili ve Edebiyatı Bölüm
Başkanı Yrd. Doç. Dr. Bahar Güneş Atatürk
İletişim Gazetesi’ne konuştu.
Puşkin Müzesini kurma fikri aklınıza
nereden geldi?
Erzurum’a gelmeden önce Puşkin’in
“Erzurum’a Yolculuk” adlı eserini okumuştum. 2010 yılının Eylül ayında göreve başladığımda ilk sorum şu olmuştu:
“Bir dönem Erzurum’da yaşamış olan ve
“Erzurum’a Yolculuk” eserinin ilk notlarını
burada kaydeden Puşkin’e ait bir müze var
mıdır?” Ne yazık ki aldığım cevap olumsuzdu. Puşkin’in yaşadığı ev bile bilinmiyordu.
Biz de bunun üzerine asistan arkadaşlarımla
beraber böyle bir proje hazırlamaya karar
verdik. Daha önceden bu konuyla ilgili
olarak girişimlerde bulundum ama olumlu
bir sonuç alamadım. Sayın Mehmet Sekmen
Bey göreve başladıktan sonra projeyi bir
kez de kendilerine sunduk. Bilindiği üzere
Mehmet Bey’in “Erzurum’u kültür başkenti
yapacağız.” şeklinde bir sloganı vardır. Bu
nedenle böyle bir projeyi destekleyeceğinden oldukça emindik. Nitekim vizyonu
geniş olan ve farklı fikirlere açık olan Mehmet Bey de projeye Puşkin, 1836 yılında
“Sovremennik” dergisinde yayınladığı “Erzurum’a Yolculuk” adlı eseri ile Erzurum’u
bütün dünyaya tanıtmıştır. Bu kitap sadece
Türkçe ’ye değil, pek çok dile de çevrilmiştir. Böylece Erzurum dünya çapında
bilinen bir isim olmuştur. Ancak bu proje ile
hedefimiz, Erzurum’un sadece bir isim olarak değil aynı zamanda tarihi ve kültürel bir
şehir olarak tanınmasını sağlamaktır. Projeyi
hayata geçirmek için öncelikle bir takım
araştırmalarda bulundum. Bu araştırmalarım
neticesinde Puşkin’in eserlerinden de yola
çıkarak onun yaşamış olduğu caddeyi ve evi
buldum. Bu fikrimi Trabzon Başkonsolosluğu ile de paylaştım. Bu projeye Başkonsolos
da büyük bir ilgi gösterdi. Mehmet Sekmen
Bey’e projeyi sunduktan sonra projeyi
hayata geçirmek için
vakit kaybetmeden
kendisiyle çalışmalara
başladık. Kendileri ile
yaptığımız son görüşmemizde Puşkin’in
yaşadığı, müze haline
getirilecek olan evin ve caddenin satın
alınmasıyla ilgili işlemlerin sona erdiğini
bildirdiler. Bundan sonra yapılacak olan dış
restorasyon işleriyle Belediye, müzenin iç
dekorasyonu ile de Allah nasip ederse biz
ilgileneceğiz.
Puşkin Müzesi’nde ziyaretçileri neler
karşılayacak?
Müzede, Puşkin’e ait resimler, Puşkin’in
hayatına ve eserlerine, özellikle de “Erzurum’a Yolculuk” adlı eserine yönelik yazılı
ve görsel bilgiler yer alacaktır. Elbette ki,
müzeye dair başka düşüncelerimiz de var
ama henüz görüşme aşamasındayız. Şu
aşamada önemli olan proje onayını almış
olmamızdır. Allah nasip ederse birkaç gün
içinde Mehmet Sekmen Bey ve Rektör
Bey’le proje protokolü imzalanacak.
Kurulacak olan Puşkin Müzesi’nin
amacı nedir?
Puşkin Müzesi’nin başlıca amacı, Türklerin kültüre ve sanata vermiş olduğu değeri
Şehrin fotoğraf derneği: ERFOD
Erzurum Palandöken Fotoğraf Sanatı Derneği (PAFSAD) artık Erzurum Fotoğraf Sanatı
Derneği (ERFOD) adıyla hizmet verecek. Derneğin başkan yardımcılığı görevini yürüten Yıldıran Yıldırım, genellikle çalışan kesimden üyeleri olan ERFOD’un yedinci dönemini de geride
bıraktığını belirterek, “Yaşadığımız şehir adına fotoğraf projeleri üreteceğiz.” dedi.
A
tatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yıldıran
Yıldırım aynı zamanda bir fotoğraf sanatçısı. 2010 yılından beri fotoğraf
uğraşını bir dernek çatısı altında yürütüyor.
Yıldıran öncülüğünde 2010 yılında kurulan Palandöken Fotoğraf Sanatı Derneği
(PAFSAD) ismini değiştirerek Erzurum
Fotoğraf Sanatı Derneği (ERFOD) ismini
aldı.
Yıldırım, fotoğraf derneklerinin daha
çok şehir isimleriyle anıldıklarından
hareketle bu ismi almaya karar verdiklerini belirtti. ERFOD, Doğu Anadolu’da
Malatya’dan sonra Türkiye Fotoğraf
Sanatı Federasyonu (TFSF)’na bağlı ikinci
fotoğraf derneği.
16 saat temel eğitim verdiklerini söyleyen Yıldıran Yıldırım, kurs bittikten sonra
genellikle bir köy belirleyerek tam gün fotoğraf çekimi yaptıklarını ifade etti. Merkezi bir yerde eğitim verdiklerini belirten
Yıldırım, “Derneğe maddi manevi katkıda
bulunuyoruz. Dernekler gönüllülük esasına
göre çalışır. Daha önce mekânımız olmadığı için derneğin maddi durumu biraz iyiydi
ama şimdi mekânın kirası da olduğu için
bayağı sıkıntı çekiyoruz” dedi.
Üye sayımız artıyor
ERFOD başkan yardımcısı Yıldıran
Yıldırım, son kursta derneklerinin 40
üyesi olduğunu söyleyerek üye sayılarının
gittikçe artığını belirtti. Her perşembe saat
19.00’da dernek binasında üyelerle birlikte
toplantı yaptıklarını vurgulayan Yıldırım,
“Üyelerimizle fotoğraf hakkında konuşuyoruz. Erzurum adına, yaşadığımız şehir
adına fotoğraf projeleri üreteceğiz, yazacağız, görev dağılımı yapacağız.” dedi.
96 kişiye fotoğraf eğitimi
Yıldıran Yıldırım, ERFOD’un toplamda 96 kişiye fotoğraf eğitimi verdiğini söyledi. Daha çok çalışan kesimden üyelerinin
olduğunu söyleyen Yıldırım, “Şimdiye
kadar 20 akademisyen, 17 eczacı ve sağlık
çalışanı, 16 öğretmen, 8 devlet memuru, 8
doktor, 4 öğrenci, 4 silahlı kuvvetler mensubu, 4 serbest meslek, 2 avukat, 1 banka
müdürü, 1 mimar, 1 mali müşavir, 2 ajans
sahibi ve serbest meslek gibi farklı meslek
gruplarından gelen kişilere fotoğraf eğitimi
verdik. Dernek üyelerimiz de bu meslek
gruplarından oluşmaktadır” dedi.
Derneğin sadece adı değişti
Erzurum’da 2010 yılında PAFSAD
kuruldu. Yıldırım, başlangıçta bir mekan-
Yıldıran Yıldırım fotoğraf
meraklılarıyla
yakından
ilgileniyor.
ları olmadığını internet üzerinden fotoğraf
eğitimini verdiğini belirtti. Derneğin kurulmasıyla faaliyetlerde bulunmak gerektiğini
söyledi.
Bu çalışmaları yaptıklarını söyleyip
daha sonrasında da derneğin sadece ismini
değiştirdiklerini ifade eden Yıldırım,
şunları söyled: “Yeni kurulan dernek için
faaliyette bulunmamız lazım. Derneklerin
de temel faaliyetlerinden birisi de fotoğraf
eğitimleri, fotoğraf gezileri. Bu ikisi için
de başlangıç yapmamız gerekiyordu”.
r Gülçehre Özkesemen
Bahar Güneş, Puşkin müzesinin Erzurum’u kültürel
açıdan da tanıtma amacının bulunduğunu söyledi.
göstermektir. Bunun yanı sıra Erzurum’u
sadece kış turizmi ile değil, aynı zamanda kültürel yönden de tanıtmak bir diğer
amacımızdır. Müze içini o döneme ait antika
mobilyalarla değil de tamamen bir Osmanlı
evi tarzında döşemek gibi bir düşüncemiz
de var. Müzenin bu şekilde dekore edilecek
olması, yerli ve yabancı turistlerin hem Puşkin’i hem de o döneme ait Osmanlı yaşam
tarzını tanımalarına olanak sağlayacak.
Müzenin beklentiyi karşılayacağını
düşünüyor musunuz?
Kesinlikle düşünüyorum. Bu yıl dünyada
özellikle de Rusya’da edebiyat yılıdır. Pek
çok ülkede yazarların doğum günleri anısına
bilimsel faaliyetler gerçekleştirilmektedir.
Puşkin’in de doğum günü her yıl farklı bir
ülkede yapılmaktadır. Proje hayata geçirildikten sonra Erzurum’da da Puşkin adına
böyle bir organizasyon yapılabilir. Böylelikle dünyanın bütün edebiyatçıları burada
toplanabilir.
r Melik Bulmuş, Gamze Bargın
Termalspor,
hentbolda 1.
Lig kapısından
döndü
A
ziziye Termalspor hentbol takımı
büyük başarıya imza atarak 2. Lig
finallerine kadar yükseldi. Finallerde
dördüncü olan takım, 1. Lige yükselemedi
ama takımın antrenörü Ali Erzurumluoğlu,
çabalarının karşılığı olarak federasyonun
kendilerini 1. Lige kabul edeceği umudunu
koruyor.
Hentbolun Erzurum’un yapısına uygun
bir spor dalı olduğunu ifade eden Erzurumluoğlu, büyüyüp küçülme kararları içinde
olumsuzluklar yaşansa bile Erzurum’da 11
yıldan beri alt yapısı ve güçlü kadrosuyla
takım sporları içinde varlığını devam ettiren
tek branşın hentbol olduğunu savundu. Erzurum’daki hentbol tesislerinin sayı olarak
yeterli olduğunu söyleyen Erzurumluoğlu,
“Tesislerin bakımı ve hentbola uygun olmayışı bizleri düşündürmektedir” dedi.
Erzurumluoğlu, Erzurum halkının
hentbola ilgisi çok iyi olduğunu ve Ilıca ile
bütünleşen hentbolun ileriki dönemlerde
şehir ile büyüyeceğini ifade etti. Erzurum’da
hentbol sporcuları kazanılması için gayretlerinin olduğunu vurgulayan Erzurumluoğlu, “Hentbol da sporcu kazanmak için
Erzurum’da özellikle altyapı projelerine acil
ihtiyaç var” diye konuştu. Erzurumluoğlu,
Ünilig’de en iyi takımın Atatürk Üniversitesi olduğunu belirtti. Aziziye Belediyesi Termalspor Teknik Direktörü, “Biz yöremize,
çevremize alanımız ile ilgili ne katabiliriz,
branşımızı kendi bünyemizden dışarıya ne
kadar taşıyabiliriz derdindeyiz. Akademik
manada da bölgeye hâkimiyet ve ülkemizin
batısı ile doğusu arasındaki teraziyi branşımız lehine ne kadar çevirebiliriz derdindeyiz.” diye konuştu. r Melik Bulmuş
16
Nisan 2015
Arka Sayfa
Uzungöl’de betonlaşma tehdidi
Çaykara Belediye
Başkanı Hanefi Tok
Türkiye’nin önemli turizm merkezlerinden biri olan Uzungöl kontrolsüz ve imarsız yapılaşma tehdidi altında. Esnaf gelen turistlere hizmet verebilmek için yatırım yaptığı savunuyor ve imar sorununun çözülmesini bekliyor. Belediye ise mevzuat engelini aşmaya
çalışıyor. Özellikle Arap turistlerin rağbet ettiği Uzungöl’de zengin Arapların işletmelere ortaklığı da söz konusu.
Çağrı Haliloğlu
U
zungöl, Trabzon’un Çaykara ilçesinin yamaçlarında, ormanlar içinde
doğal bir göl. Eşsiz bir güzelliğe
sahip. Trabzon’un, Türkiye’nin en güzel
köşelerinden biri. Son yıllarda dünyanın
dört bir yanından gördüğü ilgiye bakılırsa
dünyanın da en güzel yerlerinden biri.
2003 yılında 6692 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararı ile Özel Çevre Koruma Alanı
ilan edilen Uzungöl, bunun yanı sıra hem sit
alanı hem de milli park olma statüsüne de
sahip. Türkiye’den, Avrupa’dan, Asya’dan,
Arabistan’dan birçok turistin ziyaret ettiği
Uzungöl’ün en önemli sorunlarından birisi;
giderek artan kontrolsüz yapılaşma. Ancak
bu durumun daha içler acısı bir başka görüntüsü de, bu yapıların imar planı olmadan
yapılmış, kaçak yapılar olması. Hem esnafın
hem belediyenin en önemli sorunların başında gösterdiği bu sorun, uzun yıllardır halkı,
esnafı kısacası Uzungöl insanını mağdur
ediyor. Otel sahipleriyse talebi karşılamak
adına inşa ettikleri binalarına imar izni verilmemesinden ve yüksek meblağlı cezalar
yazılmasından şikayetçi.
Onarıma 10 bin lira ceza
Uzungöl’deki işletme sahiplerinden
birisi olan Şeref Bey belediyenin vermiş
olduğu para cezalarının çok fazla olduğunu
iddia ederek, “Ben otelimin bazı yerlerini
restorasyon yaptırdım. Daha iyi, daha güzel
olsun, gelen turiste daha kaliteli hizmet
verelim diye. Sırf tamirat yaptırdım diye belediyeden 10 bin lira ceza yedim. Neden yedim cezayı? İmar planım yok. Onca zaman
gittik konuştuk belediyeyle, bir şey yapalım
bu planı alalım. Bize sonuç vermediler.
Şöyle olsun böyle olsun demediler. Neden
olarak imarsız olduğunu gösterdiler, cezayı
verdiler. Yeni olsun, eski olsun birçok otel
imar planı olmadığı için milyarlarca ceza
alıyor.” şeklinde konuştu.
Uzungöl’ün esnaflarından olan Metin
Bey ise, senelerdir imar planı olmadığını,
yapılan otellerin yüzde 90-95’inin imarsız
kaçak yapılar olduğunu dile getirdi. Şöyle
konuştu: “İmar planı yok, 3 bine yakın yerel
halk var. Vali kısıtlama yapıyor. İmar planı
olmadığı için evlerimizin üzerine de kat atamıyoruz. Ben evimin üzerine kat attım diye
ceza yedim. Eskiden burada bu kadar otel
yoktu. Onda biri kadar otel vardı. İnsanlar
ihtiyaçtan dolayı otel yapmaya başladılar
ama imar planı yok. Bu Uzungöl’ün en
büyük sorunu.”
Ruhsat vereceğiz
Çaykara Belediyesi Başkanı Hanefi Tok
Uzungöl’ün 1998 yılında sit, 2003 yılında
Özel Çevre Alanı olduğunu vurgulayarak,
şunları söyledi: “2006 yılında imar planı
vardı. Ancak 1114 kotundan dolayı, şimdi
1113’e indi. Yani kıyı kenarı kanunundan
dolayı imar planı iptal edildi. 2014 yılında
yeni imar planı geldi. İmar planı var. İmar
planı notları Ankara’da Tabiat Varlıkları
Genel Müdürlüğü tarafından yapılıyor.
Buradaki imar notlarında der ki; Uzungöl’de 18 uygulamasını yapmadan, buradaki
mevcut arazilere ruhsat veremezsin. 2014
yılının temmuz ayında biz de birinci etap 18
uygulamasını başlattık. Gölbaşı mevkiini
birinci etap olarak belirttik ve bu alanın 18
uygulamasını tamamladık. Kültür Varlıklarından gelen onaylı 18 uygulamasını, Tabiat
Varlıkları Trabzon müdürlüğüyle görüşeceğiz. Kuruldan geçtikten sonra bir ay
askıya çıkacak. Kurulda herhangi bir sorun
gözükmüyor. Bu askıdan sonra da arazilere
ruhsat vereceğiz.”
18 uygulaması 3194 sayılı İmar Hukukunda ‘Arazi ve Arsa düzenlemesi’ başlığı
altında şu şekilde tanımlanıyor: “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa
ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakati aranmaksızın birbirleri
ile yol fazlaları ile kamu kurumlarına veya
belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar planına uygun
ada veya parsellere ayırmaya müstakil,
hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre
hak sahiplerine dağıtmaya ve re’sen tescil
işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye ve mücavir
alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler
valilikçe kullanılır.
Belediyeler veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı
sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri
kadar saha, düzenleme dolayısıyla meydana
gelen değer artışları karşılığında “düzenleme ortaklık payı” olarak düşülebilir. Ancak,
bu maddeye göre alınacak düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi
ve arsaların düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde otuz beşini geçemez.
Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan yerlerin ihtiyacı olan yol,
meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil
saha, cami ve karakol gibi umumi hizmetlerden ve bu hizmetlerle ilgili tesislerden
başka maksatlarda kullanılamaz.”
Ankara’da Tabiat Varlıklarıyla, Uzungöl’ün 18 uygulamasının 4 etap olarak uygulanması konusunda protokol yaptıklarını
açıklayan Tok, “Tabiat Varlıklarıyla yapılan
protokol gereği 18 uygulaması için 80 bin
lira ödenek geldi. Onu da en yakın zamanda
ihaleye çıkaracağız. 30 Kasıma kadar 18 uygulamasının bitmesi gerek. Bunun tabudan
tescili yapılmadan para alamıyorsunuz. Bu
yıl içerisinde de 2. 3. 4. Etap çalışmalarını
bitireceğiz.” dedi.
18 uygulaması tamamlandıktan sonra
imarsız otellere de ruhsat verilebileceğini
belirten Tok, “Otel sahipleri gelip bizle
görüşecek. Eğer otelleri mevcut şartlara
uyuyorsa ruhsatı alacak. Uymuyorsa; gerek
taban alanı kat sayısı, gerek yüksekliği,
gerek yoldan çekilme kat sayısı olarak yani
plan notlarında yazan şartları oluşturarak
bize başvuracak. Biz de bunu kurula göndereceğiz. Kurulda onaylattıktan sonra ruhsatı
vereceğiz. Eğer yolun üzerine denk gelen
oteller varsa, vatandaş otelini yıkacak. Başka şekilde ruhsat alması mümkün değil. Yol
üzerindeki oteller 3194’e muhalefet oluyor.”
şeklinde konuştu.
Ceza kesmek zorundayız
Yıllardır çıkmayan bir imar planının
olduğunu ve bu açıdan vatandaşın haklı
olduğunu ifade eden Tok, şunları söyledi:
“Uzungöl dünyanın gözde olan yerlerinden
birisi gerek doğası gerek havası ve insanıyla
şirin bir turizm yeri. Vatandaş ceza kesiyoruz diye şikâyet ediyor. Yasaları işletmek
zorundayız. İşletmezsek suç işlemiş oluruz.
Kesilen bu cezalar belediye encümeninin
yetkisinde değil. Bu cezalar bakanlığın
belirlemiş olduğu cezalar. Sit alanı olduktan sonrada cezalar 2’ye katlanıyor. Mühür
fekkinden dolayı da 2 kat daha ceza yiyorsunuz.”
Turizmde Uzungöl’e olan ilginin 20
yıl önce bu kadar olmadığını, insanların
bu kadar inşaatı talep olduğu için yaptığını açıklayan Tok, şunları belirtti: “20 yıl
önce bu kadar talep yoktu. Uzungöl’e talep
olunca insanlar inşaatları yapmaya başladı.
Ama talep var diye bütün turistleri ağırlayacaksın diye inşaat yapamazsın. Velev ki 25
bin yatağa ihtiyaç var. Bunları karşılayacak
kapasitede değiliz. İmar planında 6-7 bin
kapasite var. Talebi karşılamak için inşaat
yapamazsın. Zaman zaman turistler gelmeli.
Dünyanın her yerinde bu böyledir kapasitesinin üstüne çıktığınız zaman durur.”
Betonlaşma devam ediyor
30 Eylül 2014’de takaonline.com adlı
sitede yayınlanan haberde Trabzon Valisi
Abdil Celil Öz’ün imara uygun olmayan
yerlerin yıkılacağına dair bir demeci bulunuyor. Ancak Vali Öz’ün bu demeçlerine
rağmen hala daha imarsız yapılaşma devam
etmekle birlikte, gittikçe de yayılan bir
betonlaşma söz konusu. Sürekli olarak artan
bu betonlaşma ile ilgili olarak ise Çaykara
Belediyesi Başkanı Hanefi Tok şöyle konuştu: “Bir iki tane binanın yapımını durdurduk, yıktık. Vatandaş sizi dinlemiyor. Beton
alt tabyayı attıktan sonra 3 gün içinde çelik
konstrüksiyonla beraber bir haftada encü-
men kararı alınana kadar çatısını kapatıyor.
Nihayet vatandaş bunu kendi tapulu yerine
yapıyor. Bundan sonrası için kanunlar ne
gerektiriyorsa yaptırtmaya çalışacağız.”
Esnaf Arapça konuşuyor
Kışın Uzungöl turizminin fazla olmadığını ve bu dönemde Arapça Kurslara gidildiğini dile getiren Metin Bey “Esnaf Araplarla
Arapça anlaşır. Kışında Arapça kurslara gidip Arapça öğreniyoruz. Bazı otel sahipleri
hatta Araplarla dost oldular. Git gel derken
otel sahibiyle Arap aile dostu oldu. Arap da,
yazın kalacak yer sıkıntısı yaşamamak adına
otel sahibiyle dost usulü anlaşmalar yapıyor.
Otel sahibi de zararını kapatmak için bunu
kabul ediyor ama resmi bir durum söz konusu değil.” şeklinde konuştu.
Çaykara Belediyesi Başkanı Hanefi Tok
ise Arapların resmi olarak menkul ve gayrimenkul almadıklarını ancak yeni yapılan
oteller finans sağlamak için Araplarla resmi
olmayacak şekilde anlaşabildiklerini ifade
ederek, “İmar çıktıktan sonra Araplar eğer
Uzungöl’den yer almak, yatırım yapmak
isterlerse onlara izin verilir. O ki izin vermeyeceğiz neden imar planını çıkarttırıyoruz.
Ama bunu illa Arap turistler yapacak değil,
kendi yatırımcılarımız da bunu yapabilir.
Biz yardıma hazırız.” dedi.
Küçük Arabistan
Yöre esnaflarından Metin Bey Uzungöl’ün yaz aylarında Küçük Arabistan olduğunu vurgulayarak, “10 yıldır Araplar Uzungöl’e çok fazla ziyarete geliyor. Öncesinde
İsrailliler daha çok gelirdi. Ama hem ırksal
hem siyasi olaylar yüzünden eskisi gibi
İsrailliler gelmiyor. Aslında dünyanın her
yerinden insan geliyor. Ama Arap turistlerin
sayısı daha fazla olduğu için yazın burası
‘Küçük Arabistan’ oluyor. Gördüğünüz her
tabeladaki yazının altında onun Arapçasını
da görebilirsiniz.” şeklinde açıklamalarda
bulundu.
Trabzon İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü verilerine göre, Uzungöl’e yazın en
fazla Arap turist geliyor. Konaklayan Arap
turistlerin sayısı 2014 Kasım ayında 200
bin 500’e ulaştı. 2014 yılında Uzungöl’de
konaklayan toplam turist sayısı ise 695 bin
500 oldu.
Aynı verilerde, Uzungöl’ün tesis sayısı
ve yatak kapasitesine ilişkin ise şu bilgiler
yer aldı: Kültür ve Turizm Bakanlığından
işletme belgeli 2 tesis 244 yatak, Yatırım
Belgeli 4 tesis 417 yatak, toplamda 6 tesis
661 yatak. Belediye Belgeli 96 tesis 2 bin
400 yatak. Toplamda ise 102 tesis ve 3 bin
61 yatak bulunuyor.
Turizm yatırım belgeli olan oteller
şunlar: Kilpa Otel, Maraba Otel, Uzungöl
Önder Otel, Uzungöl Akpınar Otel.