Ekonomik Krizlerin Yoksulluk Üzerine Etkileri
Transkript
Ekonomik Krizlerin Yoksulluk Üzerine Etkileri
T.C. BAŞBAKANLIK SOSYAL YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA GENEL MÜDÜRLÜĞÜ Ekonomik Krizlerin Yoksulluk Üzerine Etkileri Sosyal Yardım Uzmanlık Tezi Hazırlayan Orhan BİLGE Tez Danışmanı Dr. Selim COŞKUN Ankara Mayıs 2009 Baskı Tarihi: 31 Ağustos 2010 İçindekiler Kısaltmalar.................................................................................................................6 Tablolar Dizini...........................................................................................................8 Şekiller Dizini............................................................................................................9 Özet...........................................................................................................................11 Summary..................................................................................................................13 Giriş...........................................................................................................................15 Birinci Bölüm EKONOMİK KRİZLER .........................................................................................19 1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE: TEMEL KAVRAMLAR.......................................19 1.1. Enflasyon...........................................................................................................20 1.2. Deflasyon...........................................................................................................20 1.3. Stagflasyon........................................................................................................20 1.4. Devalüasyon.....................................................................................................21 1.5. Revalüasyon......................................................................................................21 1.6. Resesyon............................................................................................................21 1.7. Sirayet Etkisi (Yayılma, Contagion................................................................21 1.8. Finansal Kriz.....................................................................................................22 1.9. Ekonomik Kriz..................................................................................................22 2. EKONOMİK KRİZLERİN TARİHÇESİ...........................................................26 3. EKONOMİK KRİZ ÇEŞİTLERİ VE EKONOMİK KRİZLERİN OLUŞUMU........................................................................................31 3.1. Ekonomik Kriz Çeşitleri..................................................................................31 3.1.1. Reel Sektör Krizleri.......................................................................................32 3.1.2. Finansal krizler..............................................................................................33 3.1.2.1. Finansal kriz Çeşitleri................................................................................35 3.1.2.1.1. Para Krizleri (Döviz Krizleri)................................................................37 3.1.2.1.2. Bankacılık Krizleri...................................................................................41 3.1.2.1.3. Dış Borç Krizleri......................................................................................44 3.1.2.1.4. Sistemik Finansal Krizler.......................................................................44 3.2. Ekonomik Krizlerin Nedenleri ve Oluşumu................................................47 3.2.1. Ekonomik Krizlerin Nedenleri....................................................................48 3.2.2. Ekonomik Krizlerin Oluşumu.....................................................................60 İkinci Bölüm ÜLKELERİN EKONOMİK KRİZ TECRÜBELERİ ............................................65 1. 1997 Güneydoğu Asya Krizi Örneği: Endonezya Krizi.............................................................................................66 1.1. 1997 Krizi Öncesi Doğu Asya Ülkelerinin Ekonomik Durumu���������������68 1.2. 1997 Endonezya Ekonomik Krizi...................................................................74 1.2.1. 1997 Endonezya Ekonomik Krizinin Nedenleri ve Oluşumu���������������78 1.2.2. 1997 Endonezya Ekonomik Krizinin Etkileri............................................81 1.2.2.1. İşgücü Piyasası...........................................................................................81 1.2.2.2. Gelir Dağılımı ve Yoksulluk.....................................................................82 1.2.2.3. Eğitim ve Sağlık.........................................................................................84 1.2.3. 1997 Endonezya Ekonomik Krizi Sonrası Yoksulluk Önleyici Politikalar................................................................86 2. 2000 Kasım ve 2001 Şubat Türkiye Krizleri....................................................89 2.1. 1929 Buhranı Sonrası Türkiye’de görülen Krizler......................................89 2.2. 2001 Türkiye Ekonomik Krizinin Nedenleri ve Oluşumu�����������������������94 2.3. 2001 Türkiye Ekonomik Krizinin Yoksulluk Öğelerine Etkileri...............................................................................104 2.3.1. Ekonomik Krizin İşgücü Piyasasına Etkileri..........................................105 2.3.2. Ekonomik Krizin Gelir Dağılımı ve Yoksulluk Üzerine Etkileri..................................................................................108 2.3.3. Yoksulluk.....................................................................................................112 2.3.4. Sosyal Harcamalar-Eğitim, Sağlık ve Sosyal Yardım............................114 2.4. 2001 Türkiye Ekonomik Krizinde Uygulanan Politikalar........................115 4 Üçüncü Bölüm EKONOMİK KRİZLERLE YOKSULLUK ARASINDAKİ İLİŞKİ�����������������121 1. Ekonomik Krizlerin Mali Etkileri ve Görüşler�������������������126 1.1. Ekonomik Krizlerin Yoksulluk Üzerindeki Olumsuz Mali Etkileri..........................................................................................129 1.2. Ekonomik Krizlerin Yoksulluk Üzerindeki Olumlu Mali Etkileri.............................................................................................128 2. Ekonomik Krizlerin İstihdama Etkileri..........................................................132 3. Ekonomik Krizlerin Tüketime Etkileri...........................................................133 4. Ekonomik Krizlerin Sağlığa Etkileri...............................................................136 5. Ekonomik Krizlerin Eğitime Etkileri..............................................................137 6. Ekonomik Krizlerin Genel Olarak Yoksulluğa Etkileri Üzerine Görüşler...................................................................................................138 Sonuç......................................................................................................................145 Kaynakça................................................................................................................149 5 Kısaltmalar ABD: Amerika Birleşik Devletleri a.g.e: adı geçen eser a.g.m: adı geçen makale Akt.: Aktaran APEC: Asya ve Pasifik Ekonomik İşbirliği Teşkilatı ASEAN: GüneyDoğu Asya Ulusları Birliği ATO: Ankara Ticaret Odası Bkz. : Bakınız bsk: Baskı BYDK: Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu BWK: Bretton Woods kuruluşları C.: Cilt ÇSGB: Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı DİBS: Devlet İç Borçlanma Senetleri DİE: Devlet İstatistik Enstitüsü( Yeni adı bkz. TÜİK) Ed.: Editör ERM: Avrupa Para Sistemi’nin Döviz Kuru Mekanizması FBE: Finansal baskı endeksi GEGP: Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı GSMH: Gayri Safi Milli Hâsıla GSYİH: Gayri Safi Yurtiçi Hasıla HBA: Hanehalkı Bütçe Anketi HGTHA: Hane halkı Gelir ve Tüketim Harcamaları Anketi IMF: International Money Fund (Uluslar arası Para Fonu) İ.İ.B.F: İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi M2: Vadesiz paranın yanı sıra vadeli mevduatlar ve döviz tevdiat hesapları. MGM: Minimum Gıda Maliyeti Nu. veya No.: Numara, Number OECD: Organization Of Economic Cooperation and Development (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı) 6 OPEC: Organization Petroleum Exportin Countries (Petrol İhraç Eden Ülkeler Topluluğu) s. veya ss: Sayfa, Sayfadan sayfaya SGA: Sosyal Güvenlik Ağı SRAP: Sosyal Riski Azaltma Projesi SYDTF: Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu TCMB: Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası TEFE: Toptan Eşya Fiyat Endeksi TGM: Temel Gereksinmeler Maliyeti TL: Türk Lirası TÜFE: Tüketici Fiyat Endeksi TÜİK: Türkiye İstatistik Enstitüsü vb.: Ve benzeri vd.: Ve devamı Vol. : Volume Yay.: Yayınları, Yayınevi, Yayıncılık 7 Tablolar Dizini Tablo 1: Kriz yaşayan ülkelerde yerli paranın değerlenme oranı�������������������50 Tablo 2: Gelişmekte olan ülkelerde finansal krizlerin izlediği yol�����������������62 Tablo 3: Doğu Asya ekonomilerinde reel GSYİH’nın gelişimi�����������������������73 Tablo 4: Doğu Asya ekonomilerinde enflasyonun gelişimi..............................74 Tablo 5: Doğu Asya ekonomilerinde cari işlemler dengesi..............................76 Tablo 6 : Doğu Asya ekonomilerinde kamu kesimi dengesi ...........................76 Tablo 7 : Doğu Asya ekonomilerinde dış borçların gelişimi............................77 Tablo 8: Endonezya: İşgücü Piyasası Göstergeleri, 1997-1999�����������������������82 Tablo 9: Gelir Dağılımı ve Yoksulluk Göstergeleri, Endonezya, 1996-1999............................................................................................83 Tablo 10: Endonezya: Eğitim ve Sağlık Harcamaları, 1996-1999��������������������85 Tablo 11: Endonezya: Sosyal Güvenlik Ağı Programları..................................86 Tablo 12: Türkiye’de Bankaların Açık Pozisyonları (Milyar $)�����������������������98 Tablo 13: Türkiye’de Kriz Öncesi ve Sonrası, Gecelik İşlemlere Uygulanan Basit Faiz Oranları (Ağırlıklı Ort.)................................100 Tablo 14: Ticari Bankalarının Kısa Vadeli Borç Stoku.....................................100 Tablo 15: Türkiye: İşgücü Piyasası Göstergeleri, 1999-2002...........................105 Tablo 16 : Kriz Sebebiyle İşten Çıkartılanlar ....................................................107 Tablo 17 : Türkiye: Kentsel ve Kırsal Gelir Dağılımı Göstergeleri, 1987, 1994 ve 2002..............................................................................................................................110 Tablo 18: Türkiye: Kentsel ve Kırsal Yoksulluk Oranları, 1987 ve 1994..........................................................................................113 Tablo 19: Yoksulluk Oranları, Türkiye ve Kentsel, 1994 ve 2001............................................................................................113 Tablo 20: Türkiye: Hükümetin Sosyal, Eğitim ve Sağlık Harcamaları, 1999-2002........................................................................................................ 115 Tablo 21: Bazı Ülkelerde Ekonomik Krizlerin Yoksulluk Üzerine Etkileri......................................................................................................135 Tablo 22: Seçilmiş Bazı Ülkelerde Ekonomik Krizlerin Sosyal Etkileri.......................................................................................136 8 Şekiller Dizini Şekil 1: Ekonomik Kriz Yoksulluk ilişkisi ..........................................................25 Şekil 2: Ekonomik Kriz çeşitleri............................................................................32 Şekil 3: Finansal Krizlerin Sınıflandırılması........................................................36 Şekil 4: Sermaye Hesabı Krizi ve Kredi Daralması Arasındaki Nedensellik Bağları............................................................................36 Şekil 5: Kriz Sonrası Dönem: Toplumsal Tepkilerden Sosyal Güvenlik Ağlarına Uzanan Tepkiler.Zinciri.........................................125 Şekil 6: Ekonomik Kriz Yoksulluk ilişkisi.........................................................131 9 ÖZET Bu çalışmada, ani ve beklenmedik bir zamanda ortaya çıkıp, yıkıcı ve bozucu etkilere sahip olan ekonomik krizlerin yoksulluk üzerine etkileri incelenmektedir. Çalışmada, öncelikle ekonomik krizlerin kavramsal çerçevesi oluşturulmakta ve ekonomik kriz ile ilgili temel kavramlar tanımlanmaktadır. Ekonomik krizlerin tarihçesi kısaca açıklanıp, ekonomik krizlerin nedenleri, ekonomik krizlerin çeşitleri ve kriz oluşumu açıklanmaktadır. 1997 Endonezya krizi ve 2001 Türkiye ekonomik krizi detaylıca incelenerek, kriz süreçleri ve etkileri örneklerle açıklanmaktadır. Bununla birlikte ülke örnekleriyle ekonomik krizlerin yoksulluk ile ilişkisi somut bir ortama aktarılmakta, krizlerin yoksulluk üzerindeki etkileri örnekler ve istatistikî verilerle ortaya koyulmaktadır. Ekonomik krizlerle yoksulluk ilişkisini açıklayan değişik yazar ve iktisatçıların görüşlerine ülke örnekleri açıklanırken yer verilmektedir. İktisatçıların görüşlerinin yanı sıra yoksulluğun bileşenleri üzerindeki ekonomik kriz etkileri gösterilerek, yoksulluk ve gelir dağılımının etkilenmeleri ortaya konulmaktadır. Ekonomik krizlerin yoksulluk üzerindeki etkilerini azaltmak için ülkelerin uyguladığı politikalar ve faaliyetler ortaya konularak, bu politikaların sadece kriz sonrasında yapılmasının yoksulluğa olan etkiyi azaltmadığı tartışılmaktadır. Bu çalışmada, ekonomik krizlere karşı alınacak politikalara önem verilmesi gerektiği ve yalnızca kriz sonrası politikalarla değil; kriz öncesi politikaların kriz esnasında yoksulluğun derinleşmesini azaltmasından dolayı kriz öncesi politikalara da önem verilmesi gerektiği tartışılmaktadır. Anahtar Sözcükler: Ekonomik Kriz, Buhran, Finansal Kriz, Yoksulluk, Yoksulluk Politikaları, Ekonomik Kriz Etkileri, Sirayet Etkisi. 11 SUMMARY In this study, the impacts of economic crisises which appear in a sudden and unexpected time, has destructive and damaging effects on poverty is analyzed. In the study, firstly, conceptual content of economic crisises is formed and basic concepts related with economic crisises are defined. History of economic crisises is briefly explained; causes of economic crisises, kinds of economic crisises and formation of a crisis are explained. 1997 Indonesia economic crisis and 2001 Turkey economic crisis are examined in detail; crisis periods and impacts are explained. Moreover, the relation of economic crisis and poverty is objectified with country samples; the impacts of economic crisis on poverty are stated with samples and statistical data. As country samples are explained, different authors and economists’ ideas which explain the relation of economic crisises and poverty are stated. In addition to the sights of the economists, by showing the impacts of economic crisises on the components of poverty, poverty and income distribution interaction is stated. By stating the politics and activities implemented by countries to reduce the impacts of economic crisises on poverty, the implementation of politics after economic crisis isn’t reduced the impact on poverty is argued. In this study, the necessity to stress the politics against the economic crisises and not only politics after the crisis but also due to reducing the deepness of poverty during crisis the politics taken before crisis should be stressed are argued. Keywords: Economic crisis, Depression, Financial Crisis, Poverty, Poverty Politics, Economic Crisis Impacts, Contagion. 13 GİRİŞ Ekonomik krizlerin ülkeler, firmalar ve insanlar üzerindeki etkilerinin şiddetinin ve yoğunluğunun giderek arttığı görülmektedir. Söz konusu ekonomik krizler küreselleşen dünyada sınır tanımadan, gelişmiş ülke, gelişmemiş ülke ayrımı yapmadan, dünyadaki bütün toplumları etkisi altına almaktadır. Bu krizler, ülkelerin ekonomik, kültürel ve sosyal yapılarını değiştirip, sosyoekonomik yapıları üzerinde yıkıcı ve bozucu etkiler oluşturmaktadır. Bununla beraber, özellikle ülke temelinde az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri; insan temelinde de yoksul ve muhtaç insanları daha fazla etkilemekte ve bu ülkelerin ve insanların uzun yıllar süren kalkınma ve gelişme çabaları neticesinde elde ettikleri kazanımları risk altında bırakmaktadırlar. Bu sonucun ortaya çıkmasındaki en önemli neden ise, bu ülkeleri, yoksul ve muhtaç insanları, ekonomik krizin etkilerinden koruyacak politikalara, uygulamalara ve süreçlere gereken önemin verilmemesi veya yalnızca kriz sonrasına yönelik politika oluşturulması; kriz öncesinde, muhtemel ekonomik krizlerin etkilerinin azaltılması için politika ve tedbirlerin oluşturulmamasıdır. Son yıllarda dünyada bölgesel veya küresel etkileri olan Avrupa Para Krizi (1992-93), Meksika “Tekila Krizi” (1994-95), Türkiye Krizi (1994), Güney Doğu Asya Krizi (1997-98), Rusya Krizi (1998), Brezilya Krizi (1999), Türkiye Krizi (2001) , Arjantin Krizi (2002) gibi krizler yaşanmıştır. Bu ekonomik krizler gerek etkileri gerekse sonuçları yönünden mikro ve makro etkileri olmasıyla iktisatçılar tarafından çalışılan öncelikli konulardan birisi olmaktadır. İktisatçılar, özellikle ekonomik krizlerin nedenleri, oluşumları, kriz politikaları, finans piyasaları ve reel sektör üzerine etkileri üzerine yoğun çalışmalarda bulunmaktadır. Ancak ekonomik krizlerin sosyo-ekonomik etkileri ve yoksulluk üzerine etkileri üzerine yapılan çalışma sayısı azdır. Hâlbuki ekonomik krizler, ekonomik olarak en hassas kesim olan yoksul kesim üzerinde kolay etki göstermektedir. Bu etkiler, istihdam, tüketim, eğitim, sağlık gibi göstergelerde etkili olup, bunlara bağlı olarak da kalkınmayı, toplumsal adaleti, yoksulluğu ve gelir dağılımını etkilemektedir. Bu sebeple, ekonomik krizlerin yoksulluk üzerindeki etkilerinin incelenmesi, tespitlerin yapılması ve gerekli politikaların ortaya çıkartılması gerekmektedir. 15 Bu çalışmanın amacı, ekonomik krizlerin yoksulluk üzerindeki etkilerini incelemek, sorunları tespit etmek ve çözüm önerileri getirmektir. Çalışma, konunun doğası gereği, çok geniş kapsamlı ve birçok bilim dalından faydalanmayı gerektiren bir alanı incelemektedir. Ancak, ekonomik krizler ve yoksulluğu bütün yönleriyle ele almak bu çalışmanın kapsamını ve amacını aşmaktadır. Bu bağlamda, bu çalışma ekonomik krize yönelik politikalar ve uygulamalar oluşturulurken yalnız kriz sonrasına yönelik değil; krizin etkilerini hafifletmesi ve yıkıcı etkilerinin şiddetini azaltması yönünden kriz öncesine yönelik politikaların oluşturulması gerekliliğini vurgulamaktadır. Bu çalışmada, uluslar arası toplumun gündemine de paralel şekilde ekonomik krizler, ekonomik krizlerin nedenleri, çeşitleri ve etkileri, krizlerden etkilenmiş iki ülke olan Endonezya ve Türkiye bağlamında incelenmektedir. Ekonomik krizlerin ülkeler üzerindeki genel etkileri üzerine dikkatler çekilmekte ve ekonomik krizlerin yoksulluk üzerindeki negatif etkilerinin ortadan kaldırılması için yoksulluğa sebep olan nedenleri ortadan kaldıracak sosyal politikalar açıklanmaktadır. Yoksulluk ve ekonomik kriz ilişkisi somut istatistikî verilerle ortaya konularak yoksulluk göstergeleri belirtilmekte, bu yoksulluk göstergelerine karşı ülke yönetimlerince ne gibi politikalar uygulandığı, Bretton Woods kuruluşları olan IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşların ekonomik krize karşı tavırları ve faaliyetlerine yer verilerek, ekonomik kriz karşısında yoksulluk politikaları ortaya konulmaktadır. Bunun yanı sıra, ülke örneklerinde kriz öncesi yoksulluğu önlemeye yönelik yapılmış ülke politikaları belirtilerek, kriz esnasında kriz öncesi politikaların krizin etkisini hafiflettiği gösterilmektedir. Bu incelemelerle ekonomik kriz yoksulluk ilişkisi somut bir ortama aktarılmakta ve yoksulluğa karşı en önemli ve en zor süreç kabul edilen kriz öncesi süreçte yapılması gereken çalışmaların sağlam bir şekilde kurulması ve sürdürülmesi için öneriler, uygulanması gereken politikalar belirtilmektedir. Çalışmada, incelenen konu gereği, niceliksel unsurlara yer verilmekle birlikte niteliksel yöntemlerin kullanıldığı ve mukayeseli analizlerin yapıldığı bir yaklaşım tarzı benimsenmektedir. Ekonomik krizlerin etkileri değerlen16 dirilirken, bu konuda yapılmış çalışmaların verileri ve ulaştığı sonuçlar irdelenmekte ve bunlara çalışmada yer verilmektedir. Ayrıca, ekonomik kriz ve yoksulluk ilişkisini somut verilerle ortaya koymak ve konuyu verilerle desteklemek için çok sayıda şekil ve tablo kullanılmaktadır. Bu çalışmanın hazırlanmasında, uluslararası alanda kabul görmüş akademik çalışmaların ve ülkemizde konu ile ilgili yazılmış raporların incelenmesi, istatistiklerin kullanılması ve bu konuda Dünya Bankası, IMF gibi kuruluşların yaptığı çalışmalar, yayınladığı raporlar ve düzenledikleri konferanslarla ortaya koydukları sonuçlar yol gösterici olmuştur. Çalışma üç bölümden ibaret olup, birinci bölümde konunun anlaşılması ve anlam birliğinin sağlanabilmesi için öncelikle ekonomik krizlerle ilgili kavramların tanımlamaları yapılmakta ve bir ekonomik kriz tanımına ulaşılmaktadır. Ekonomik kriz kavramları tanımlandıktan sonra kısaca ekonomik krizlerin tarihçesine yer verilmektedir. Ekonomik krizin çeşitleri açıklandıktan sonra da ekonomik krizlerin nedenleri ve genel olarak kriz oluşumu açıklanmaktadır. İkinci bölümde, yaşanmış kriz örnekleri olan 1997 Endonezya ve 2001 Türkiye krizi örnekleri incelenmektedir. Endonezya krizi, kriz öncesi bölgesel ve ülke durumları açıklandıktan sonra, nedenleri, oluşumu, yoksulluğa etkileri ve kriz sonrası yoksulluk yönlü uygulanan politikaları ile detaylıca ele alınmaktadır. Endonezya krizi politikaları, kriz öncesi ve sonrası olarak karşılaştırmalı olarak açıklandıktan sonra 2001 Türkiye krizi, Türkiye’nin yaşamış olduğu ekonomik kriz tarihçesi ile açıklanmaktadır. 2001 krizinin sebepleri, oluşumu, sosyo-ekonomik etkileri ve kriz sonrası uygulanan politikalar karşılaştırmalı olarak incelenmektedir. Üçüncü bölümde ise ekonomik kriz yoksulluk ilişkisi ikinci bölümde ülke temelinde somut olarak işlendikten sonra yoksulluğun bileşenleri, göstergeleri üzerinden incelenmektedir. Ekonomik kriz yoksulluk ilişkisi değişik iktisatçı ve yazarların görüşleri ve istatistikî tablolarla ortaya konmaktadır. 17 BİRİNCİ BÖLÜM EKONOMİK KRİZLER 1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE: TEMEL KAVRAMLAR Ekonomik krizlerin yoksulluk üzerine etkileri dendiğinde başta enflasyon, deflasyon, stagflasyon, devalüasyon, revalüasyon, resesyon, sirayet etkisi ve ekonomik kriz gibi önemli kavramların tanımlanması gerekmektedir. Bilimsel literatürde ekonomik kriz kelimesiyle paralel anlamlarda kullanılan; hatta bazen ekonomik kriz kelimesiyle ikame edilebilen finansal kriz, buhran, depresyon, ekonomik bunalım ve patlama kavramları da yer almaktadır. Bu tür benzer sözcük ya da sözcük gruplarının açıklanması, konunun daha iyi anlaşılması açısından önem arz etmektedir. Bu nedenle, bu bölümde çalışmaya esas teşkil edecek kavramlar açıklanmakta ve ardından ekonomik krizlerin türleri değerlendirilmektedir. Bu şekilde, ekonomik krizin ve ilgili kavramların tanımlanması ile ekonomik krizin çerçevesi ve ilgili olduğu kavramlar da belirlenmiş olacaktır. Bu açıdan, tez konusu olan “Ekonomik Krizlerin Yoksulluk Üzerine Etkileri” incelenirken ekonomik kriz kavramının tanımını yapmadan önce, bazı ekonomik terimlerin tanımları kısa bir şekilde yapılacaktır. 19 1.1 Enflasyon Enflasyon, Fransızca bir kelime olup, anlamı Türk Dil Kurumu’nun web tabanlı sözlüğünde “Para şişkinliği, pahalılık” olarak tanımlanmaktadır.1. İktisadi kullanımında ise enflasyon, fiyatlar genel seviyesinin sürekli biçimde ve yüksek oranlarda artması ve paranın satın alma gücünü yitirmesi şeklinde tanımlanmaktadır. Enflasyon tanımında iki husus dikkati çekmektedir. Birincisi, sadece belli bir malın veya hizmetin fiyatının tek başına artması değil, fiyatlar genel seviyesinin sürekli bir artış göstermesidir. Diğer bir deyişle, sadece bazı malların fiyatlarının sürekli artması ya da tüm malların fiyatlarının bir sefer artması enflasyon değildir. Örneğin, aylık enflasyon oranının yüzde 5 olması, o ay içinde fiyatlar genel seviyesinin bir önceki aya göre yüzde 5 oranında arttığını gösterir. Yıllık bazda düşünüldüğünde de enflasyon oranının %30 olması, fiyatlarda görülen o yılki artışın bir yıl önceki yıl fiyatlarına göre yüzde 30 artmış olması demektir. İkinci husus ise, fiyatlar genel seviyesinin anlık değil sürekli olarak artmasıdır. Bu açıdan, fiyatlar genel seviyesindeki yükselmelerin belli bir oranda kısa bir süre için artması enflasyon olarak nitelendirilmeyebilir. 1.2 Deflâsyon Deflâsyon, Fransızca bir kelime olup, anlamı Türk Dil Kurumu’nun web tabanlı sözlüğünde “Para kısıtlaması, para darlığı, durgunluk”2 anlamlarına gelmektedir. İktisadi anlamda ise, enflasyonun tam tersi anlama gelmekte olup, fiyatlar genel seviyesinin sürekli biçimde ve yüksek oranlarda düşmesi şeklinde tanımlanmaktadır. 1.3 Stagflâsyon Stagflâsyon, kelime anlamı olarak “durgun şişkinlik” olarak tanımlanmakta 1 Türk Dil Kurumu Online Sözlük, <http://www.tdk.gov.tr> (11 Ekim 2008) 2 Türk Dil Kurumu Online Sözlük, <http://www.tdk.gov.tr> (11 Ekim 2008) 20 olup, durgunluk ve enflasyon kelimelerinden türetilmiştir. Anlam olarak ise, enflasyonla durgunluğun bir arada olması halidir. İktisadi olarak ise, genel olarak tüm ekonomide fiyatların hissedilir derecede yükselmesi yanında potansiyel üretim faktörlerinin en düşük düzeyde istihdam edilmesiyle birlikte, ekonomik büyümenin en alt düzeyde tutulması olarak tanımlanmaktadır. 1.4 Devalüasyon Devalüasyon, Fransızca bir kelime olup, anlamı Türk Dil Kurumu’nun web tabanlı sözlüğünde “Değer düşürümü, sabit kur rejiminde resmi kurun yükseltilmesi, yani ulusal paranın diğer ulusal paralar karşısında değerinin düşürülmesi.”3 olarak tanımlanmıştır. İktisadi manası ise, ulusal paranın yabancı paralar karşısındaki değerinin düşürülmesi veya aynı anlama gelmek üzere döviz kurunun yükseltilmesidir. 1.5 Revalüasyon Revalüasyon, kelimesi ise Fransızca bir kelime olup, devalüasyonun tam tersi anlamında değerleme, değer katma anlamlarına gelmektedir. İktisadi manası ise, ulusal paranın yabancı paralar ve altın karşısında değer kazanması veya kazandırılması olarak tanımlanabilir. 1.6 Resesyon Resesyon, kelime anlamı olarak durgunluk, hareketsizlik anlamlarına gelmekte olup, iktisatta ise ekonomik faaliyetlerde duraklama dönemleri için kullanılan tanımlamadır. Resesyon genel olarak toplam üretim miktarında gerileme olması, üretim faaliyetlerinin daralması ve ekonomik hayatın canlılığını kaybetmesi durumlarını anlatmaktadır. 1.7 Sirayet Etkisi (Yayılma, Contagion) Sirayet kelimesi, Arapça bir kelime olup, “Contagion” kelimesinin İngilizce3 Türk Dil Kurumu Online Sözlük, <http://www.tdk.gov.tr> (11 Ekim 2008) 21 den tercüme edilmiş hali olarak yayılma, etki etme, nüfuz etme anlamlarına gelmektedir. Tıp alanında da kullanılmakta olup, “bulaşma, nüfuz etme” anlamlarında kullanılmaktadır. İktisatta ise, küreselleşme ile birlikte, uluslar arası sermaye ve ekonominin tam dinamizm elde ettiği ve ekonomi merkezlerinin bağlantılı olduğu bir ortamda, bir ülkede veya bir sektörde ortaya çıkan şiddetli bir sarsıntının veya krizin, tüm dünyada etkisini duyurması olarak tanımlanabilir. Ekonomi piyasalarının birbirine eklemlenmiş olması yaşanan olumsuzlukların etkilerini, yakın piyasalara ve aynı zamanda denizaşırı piyasalara yayılmasına yol açmaktadır. Bu da sirayet etkisini göstermektedir. 1.8 Finansal Kriz Finansal kriz kavramı, ekonomik krizin çeşitlerinden birisi olduğu için sonraki bölümlerde de detaylıca incelenecektir. Ancak, temel kavramlar bölümünde finansal kriz kavramının kısaca tanımlamasının yararlı olacağı düşünülmüştür. Finansal istikrarsızlık, finansal düzensizlik, finansal kırılganlık ve sistemik risk anlamlarına da gelen finansal kriz kavramı, ekonomik kriz kavramı üzerine yapılan çalışmalarda ekonomik kriz anlamında da kullanılmıştır.4 Bu çalışmada finansal kriz; ekonomik kriz yerine de kullanılmıştır. Kavramsal olarak finansal kriz, “Finansal piyasalarda ortaya çıkan bozulmaların finansal kurumların performansını olumsuz etkileyerek tüm ekonomiye yayılması sonucu, ödeme sistemlerinin bozulması ve kaynakların etkin dağılımını engellemesi”5 olarak tanımlanmaktadır. 1.9 Ekonomik Kriz Kriz kelimesi Yunanca bir kelime olup, ‘krisis’ kelimesine dayalı olan ve ‘krit’ 4 Davis, E.P. , Debt, Financial Fragility, and Sistemic Risk, Clarendon Press-Oxford. s. 117-118, 1992. 5 Işık, Sayım, Duman, Koray, Korkmaz, Adil, Türkiye Ekonomisinde Finanasal Krizler: Bir Faktör Uygulaması, D.E.Ü. I.I.B.F.Dergisi Cilt:19 , Sayı:1, Yıl:2004, s:45-69, 2004. 22 kelimesi ile de bağlantılı olarak “karar, hüküm, hastalığın dönüm noktası”6 anlamlarına; bir başka açıdan ise, Fransızca etimolojik kökene sahip olup, ‘crise’ kelimesine dayalı olarak “buhran” anlamına gelmektedir. Kriz kelimesinin kullanımına bakıldığında genelde tıp alanında yaygın bir kullanıma sahip olduğu ve Yunanca gibi eski bir dilde de sağlık alanında sıkça kullanılmakta olduğu, “Bir organda birdenbire ortaya çıkan fizyolojik bozukluk, bir kimsenin yaşamında görülen ruhsal bunalım” ya da “Aniden gelişen şiddetli belirtilerle karakterize nöbet, hastalık nöbeti”7 anlamlarına gelmektedir. Kriz, sağlık bilimlerinin yanı sıra, sosyal bilimler alanında, özellikle iktisat alanında en çok konu edilen alanlardan birini oluşturmaktadır. İktisadi alanda Fransızca kökenine daha yakın olarak ‘beklenmeyen ve önceden sezilmeyen, hızlı bir şekilde ortaya çıkan mevcut araçları, amaç ve planları tehdit eden gerilim durumu, ‘bunalım’, ‘çöküntü’, ‘depresyon’, ‘patlama’ ve ‘buhran’ gibi kelimelerle eş anlamda kullanılmaktadır. Günlük hayatta da ekonomik kriz, küresel kriz, mali kriz, siyasi kriz, hükümet krizi, vb. kavramlara rastlamaktayız. İktisat açısından ise kriz kavramının genel bir tanımını yapmak hiç de kolay değildir. Yukarıda tanımlamalarını yaptığımız iktisadi terimler ve krizin özellikleri açısından bir ekonomik kriz tanımı için ekonomik krizin özelliklerinin de belirtilmesinde fayda vardır. Bu açıdan, değişik iktisatçı ve yazarlar ekonomik krizi şu şekilde tanımlamaktadırlar: Aktan ve Şen ekonomik kriz tanımını şu şekilde yapmaktadır: ‘Ekonomide aniden ve beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan olayların makro açıdan ülke ekonomisini, mikro açıdan ise firmaları ciddi anlamda sarsacak sonuçlar ortaya çıkarması’ demektir.”8 Mishkin ise asimetrik enformasyon teorisi çerçevesinde finansal krizi şu şekilde tanımlamaktadır: “Finansal kriz, ters seçim ve ahlaki risklerin ileri boyutlarda olduğu finansal piyasalardaki doğrusal olmayan bir bozulmadır, 6 Sözlerin Soyağacı, Çağdaş Türkçe’nin Etimolojik Sözlüğü, http://www.nisanyansozluk.com/ search.asp?w=kriz (02 Şubat 2009) 7 Türk Dil Kurumu Online Sözlük, <http://www.tdk.gov.tr> (11 Ekim 2008) 8 Aktan, Coşkun Can, Şen Hüseyin, Ekonomik Kriz: Nedenler ve Çözüm Önerileri, Yeni Türkiye Dergisi 2002/1, 2002. 23 bunun sonucunda finansal piyasalar fonları etkin bir şekilde en verimli yatırım fırsatlarına sahip ekonomik birimlere çevirememektedir.”9 Kibritçioğlu’nun tanımında ise: “Ekonomik krizler; herhangi bir mal, hizmet, üretim faktörü veya döviz piyasasındaki fiyat ve/veya miktarlarda, kabul edilebilir bir değişme sınırının ötesinde gerçekleşen şiddetli dalgalanmalar olarak tanımlanabilir.”10 olarak yer almaktadır. Bu tanımlamaların ve ekonomik krizlerin incelenmesi sonucunda ekonomik krizlerde şu özellikler belirtilebilir: Ekonomik krizler, aniden, önceden bilinmeyen, beklenmedik bir anda ortaya çıkmaktadır. Bu açıdan yukarıda tanımlamalarını yaptığımız enflasyon, deflasyon, stagflasyon, devalüasyon, revalüasyon, resesyon gibi durumlar bir süreci belirtmekte olup, bir anın tanımlamaları değildir. Bu açıdan, sürekli bir enflasyon veya sürekli bir resesyon gibi ekonomik durumlar ekonomik kriz olmamaktadır. Örneğin, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin yanı sıra, gelişmiş ülkelerde de görülen yıllık % 8-9 gibi enflasyon oranları sürekli devam ediyorsa, ekonomik kriz olarak tanımlanmamaktadır. Ancak, bir anda belirli bir takım iktisadi faktörler sonucu enflasyon oranı % 9 gibi bir rakamdan %150’lere fırlarsa -hiperenflasyon olarak tanımlanabilir- bunu ekonomik kriz olarak belirtebiliriz. Bu açıdan ekonomik krizlerin özelliği önceden kesin olarak tahmin edilemeyen, bilinemeyen bir anda ortaya çıkmasıdır. Bu özelliğe bağlı olarak ekonomik krizlerin şiddeti de önemlidir. Düşük seviyede veya küçük şiddette bir olumsuz etkiye sahip iktisadi faktörlerin oluşturduğu düşük şiddetli ani olaylar da ekonomik kriz olarak görülmeyebilir. Bu açıdan, örneğin enflasyon oranındaki ani bir %5’lik değişme kriz 9 Mishkin, Frederic S, “Understanding Financial Crises: A Developing Country Perspective,” Annual World Bank Conference on Development Economics, The World Bank, Washington, pp. 29-62. 1996. 10 Kibritçioğlu, Aykut, Türkiye’de Ekonomik Krizler ve Hükümetler, 1969-2001, Yeni Türkiye Dergisi, Ekonomik Kriz Özel Sayısı, Sayı 41, Eylül-Ekim 2001, s. 174-182., Ankara, 2001 24 etkisine sahip olmayacağı ve şiddetinin düşük olacağından diğer sektör veya toplumlarda da dalgalanma, kriz oluşturmayacaktır. Dolayısıyla ekonomik krizin etkisinin belirli bir seviyenin üstünde olması da ekonomik krizin bir özelliğidir. Ekonomik krizlerin başka bir özelliği ise kişiler, firmalar, devlet veya devletler için tehdit, sorun, karışıklık, gelecek kaygısı, güvensizlik gibi yıkıcı ve bozucu olumsuz sorunlar ortaya çıkarmasıdır. Aktan ve Şen’e11 göre ekonomik krizler bu sorunların yanı sıra fırsatlar da ortaya çıkartabilir ki bu bazı düşünürler tarafından da desteklenen bir düşüncedir. Bu düşünce, tez konusu olan ekonomik krizlerin yoksulluk üzerindeki olumlu ve olumsuz etkisini gösteren Stephenson’dan uyarlanarak oluşturulmuş olan şu grafikle daha iyi anlaşılacaktır: Şekil 1: Ekonomik Kriz Yoksulluk ilişkisi 12 Şekil 1: Ekonomik Kriz Yoksulluk ilişkisi12 YOKSULLUK N E G A T İ F Krizler zarar görebilirliği artırır. Krizler zarar görebilirliği azaltır Ekonomik Krizler yoksulluğu ilerletir. Ekonomik Krizler yoksulluk için yeni fırsatlar sunar P O Z İ T İ F EKONOMİK KRİZLER 11 Aktan, C. C., Şen H., a.g.m. 12Bu Stephenson, Rob. S., özellikler Disasters andüçüncü Development, Disaster Management Training Prografiğe ilişkin bölümde detaylı bir şekilde işleneceği gramme, UNDP, Second Edition, s.9 Geneva: 1994. için burada ekonomik krizlerin bir özelliği olarak verilip, geçilecektir. Yukarıdaki grafikte, Aktan ve Şen tarafından öne 25 sürülen düşünceyi destekler nitelikte şu görüşlere yer verilmiştir. Bu grafiğe ilişkin özellikler üçüncü bölümde detaylı bir şekilde işleneceği için burada ekonomik krizlerin bir özelliği olarak verilip, geçilecektir. Yukarıdaki grafikte, Aktan ve Şen tarafından öne sürülen düşünceyi destekler nitelikte şu görüşlere yer verilmiştir. Dört temanın sunulduğu bu şema aşağıdaki şekilde özetlenebilir: 1) Ekonomik krizler yıllar süren girişimler sonucu elde edilen kazanımları yok ederek yoksulluğu ilerletir. 2) Bir ekonomik kriz sonrası gerçekleştirilen yeni programlar ve projeler, yoksulluk için yeni fırsatlar sunabilir. 3) Krizler yoksul kesimin zarar görebilirliğini artırabilir. 4) Yoksulluk programları ve projeleri zarar görebilirliği azaltmaya ve yoksulluğun ortaya çıkaracağı olumsuz sonuçları gidermeye yönelik hazırlanabilir. Ekonomik krizlerin başka bir özelliği ise sirayet etkisinin olması, başka bir ifade ile iktisadi kaynaklarda “Contagion” olarak geçen, bir devlette, bir toplumda veya bir sektörde ortaya çıkan krizin bağlantılı olarak ilişkili olduğu devletlerde, toplumlarda veya sektörlerde de aynı veya farklı şiddetlerde olumlu/olumsuz etki göstermesidir. Ekonomik krizin özelliklerini açıkladıktan sonra, ekonomik kriz tanımını şu şekilde yapabiliriz: Ekonomik kriz, yanlış iktisadi seçimler ve uygulamalar sonucunda aniden ve beklenmedik şekilde ortaya çıkan, devletler, iktisadi işletmeler ve bireyler üzerinde yıkıcı, bozucu etkiler, sorunlar çıkarmasının yanı sıra yeni fırsatlar da ortaya çıkaran olağanüstü değişikliklerdir. 2. EKONOMİK KRİZLERİN TARİHÇESİ Ekonomik krizlerin yoksulluk üzerine etkilerini inceleyen bu çalışmada tarih boyunca yaşanmış tüm krizler incelenebilir. Ancak, gerek bu çalışmanın kapasitesi yeterli olmayacağından gerekse geniş bir çalışma alanının seçilmesi 26 çalışmadan elde edilecek faydayı düşüreceğinden ikinci bölümde de detaylarıyla incelenecek olan üç ekonomik kriz tecrübesi incelenmiştir. Bununla beraber, bu bölümde 19. yüzyıldan itibaren yaşanmış ekonomik krizlere kısaca yer verilecektir. Bu açıdan, 19. yüzyıl öncesi, sonrası ve 20. yüzyıl ekonomik krizleri bazı yönlerden ayrılmaktadır. 19. yüzyıl öncesi krizlerin sebepleri genelde savaşlar sonucu ortaya çıkan bozulmalar, kötü iklim koşulları sonucu olmuş kötü hasatlar, açlık şeklinde oluşan kıtlıklar ve nadir de olsa devletlerin uyguladığı yanlış politikalardır. 19. yüzyıl krizlerinin sebepleri ise diğer sebeplerin yanı sıra daha çok dünyaya yayılmış faaliyetleri olan devletlerin yanlış yatırımları ve başarısızlıklarından kaynaklanmıştır. 20. yüzyıl krizleri ise artık sanayileşmenin gerçekleşmesi, devletlerin tüm dünyaya yaygın faaliyetlerinin olması, ticari ilişkilerin daha sıklaşması ve finans merkezlerinin oluşması ile farklı boyutlar kazanmıştır. Özellikle, ikinci dünya savaşı sonrasında ise bir bölge, ülke veya toplumda gerçekleşen, gerçekleşebilecek olayların diğer yerleri de hızlı bir şekilde etkilemesi olarak adlandırdığımız küreselleşme sonucunda ekonomik krizlerin sebepleri boyut değiştirmiş ve sebepleri de daha çok finansal sebeplerdir. Dünyada 19. yüzyılda ve 20. yüzyıl başlarında çok fazla sayıda kriz meydana gelmiştir. Bunların başlıcaları şunlardır: “1825, 1836, 1847, 1857, 1866, 1873, 1882, 1890, 1900, 1907, 1913, 1920–21, 1929 krizleridir. Bu krizler kısaca şu şekilde açıklanabilir: 1825 Krizi: İngiliz sermayedarların ve bankacıların Latin Amerika ülkelerinde giriştikleri hatalı yatırım politikaları sonucu ortaya çıkmıştır. Kredi hacminin daralması İngiliz sanayisini sarsmıştır. Krizin etkisiyle ödemeler bilânçosu altüst olan İngiltere krizin etkisini ancak 1832’de atlatabilmiştir. 1836 Krizi: Bu krize de İngiliz sermayedar ve bankaların bu kez de ABD’de ülkelerinde giriştikleri hatalı yatırımlar ile ülkede sürdürülen demiryolu inşaatı ile ilgili mali işlemler neden olmuştur. Adı geçen krizin etkileri Fransa, Belçika gibi ülkelere sıçramıştır. 27 1847 Krizi: İngiltere’de başlayan bu krize demiryolu inşaatı ile ilgili spekülasyonlar neden olmuştur. Kriz İngiltere ile sınırlı kalmamış; etkileri Fransa ve ABD’de de hissedilmiştir. Bu arada İngiltere Merkez Bankası, krizin etkisiyle ulusal para birimi Sterling’in konvertibilitesini geçici olarak askıya almak zorunda kalmıştır. 1857 Krizi: Bu krize parasal faktörler neden olmuştur. Avustralya ve ABD’de bulunan altın madenleri geniş ölçekli spekülatif hareketlere yol açmış ve zamanın Avrupa ülkeleri ile ABD krizden önemli ölçüde etkilenmiştir. 1866 Krizi: ABD ve İngiltere’de demiryolu inşaatına büyük paralar bağlamış bir bankanın iflas etmesiyle başlamış ve dalga dalga diğer Avrupa ülkelerine yayılmıştır. Bu ülkelerde de zincirleme iflaslar kendini göstermiştir. 1900 Krizi: Rusya’nın hızlı sanayileşmesi bu ülke ekonomisinde düzensiz ekonomik dalgalanmalara neden olmuş ve kriz ortaya çıkmıştır. Diğer Avrupa ülkelerine de sirayet eden krizin etkileri, ancak Güney Afrika’dan gelen altınlar sayesinde satın alma gücünün artmasıyla hafifletilebilmiştir. 1929 Krizi: Şüphesiz iktisat tarihinin en önemli ve en derin krizi, 1929 krizidir. Avrupa ülkelerinde bazı bankaların mali sıkıntıya girmesi New York Borsası’nda hisse senedi fiyatlarında ani düşüşlere neden olmuş ve ardından da tüm ABD ekonomisini etkisi altına almıştır. Bununla da sınırlı kalmayan kriz, dalga dalga diğer ülkelere yayılmıştır. 1929 Büyük Depresyonu ile borsada yaşanan çöküşün yanı sıra, bankalarda ciddi anlamda iflaslar yaşanmış, toplam tüketim ve yatırımlarda ani düşüşler ortaya çıkmış ve tüm bu gelişmelerin sonucunda yalnızca ABD’nde 1929-33 yılları arasında GSYİH yaklaşık 1/3 oranında azalmıştır.”13 1929 krizinden 1960’lara kadar dünya ekonomisinde çok büyük boyutlu bir ekonomik ve finansal krize rastlanmamıştır. Ancak, daha önce de belirtildiği 13 Aktan, C. C., Şen H., a.g.m. 28 gibi “küreselleşme” olgusunun yaygınlaşması ve sirayet etkisinin ortaya çıkması sonucunda yaşanan krizlerin de şiddeti artmıştır. Bu açıdan, özellikle 1990’lar sonrası krizler daha hızlı yayılmış ve etkisini de bu ölçüde göstermiştir. 1929 sonrası dönemdeki krizlere ilk olarak 1956 yılında yaşanan Süveyş Kanalı Şirketi kaynaklı kriz söylenebilir. Süveyş Kanalı Şirketi’nin yaşamış olduğu sıkıntılar nedeniyle İngiltere’de de bir finansal kriz görülmüştür. İngiltere’de 1956-57 yıllarında dış ticaret fazlası olmasına rağmen, uluslar arası ticarette yaşanan sıkıntılar sebebiyle yerel para birimi olan Sterlin üzerinde baskı oluşmuş ve değerinin korunması için de İngiltere Merkez Bankası dolar rezervlerini eritmek zorunda kalmıştır.14 1970 sonrası dönemde Bretton Woods Sistemi’nin çökmesi ve petrol krizleriyle kriz dönemleri yeniden görülmüş. Özellikle sermayenin fonlar şeklinde uluslar arası yatırımlara yönlendirilmesiyle gelişmiş ülkelerde ve gelişmekte olan ülkelerde krizler yaşanmıştır. 1980’li yıllarda ise gelişmekte olan ülkelerin diğer ülkelere olan borçları yüzünden gelişmiş ülkelerde de sıkıntılar görülmüştür. Özellikle gelişmiş ülkelerin bu durumdan etkilenmesi iç piyasalarını da etkilemiş dünyada ekonomi daralmıştır. 1990 sonrasında ise küreselleşme ile birlikte ivme kazanan ulusal ve uluslararası finansal piyasaların entegrasyonu, resesyon dönemlerinde ve diğer ekonominin daralma dönemlerinde diğer ülkeleri de etkileyerek, finansal kriz olgusunu sıklıkla karşımıza getirmiştir. Bu dönemde gerek gelişmiş ülkeler olan ABD, İngiltere gerekse gelişmekte olan birçok ülkenin finansal sistemlerini liberalize edip, sermayeyi uluslar arası hareketliliğe açtığı bu dönemde, sermayenin uluslar arası hareketliliği artmıştır. Bundan dolayıdır ki, kriz dönemlerinde sirayet etkisi ile kriz şiddeti ve krizin etki alanı hızla genişlemiştir. 14 Boughton, J.M. , “Was Suez in 1956 the First Financial Crisis of the Twenty- First Century?” Finance & Development, September, 20-23, 2001. 29 Delice’nin de belirttiği 1990’lı yıllarda yaşanan krizlerin başlıcaları şunlardır: “1- Avrupa Para Sistemi’nin Döviz Kuru Mekanizması’nda (ERM), 199293’teki krizler, 2- Meksika’da 1994-95 döneminde olan krizin ardından ortaya çıkan Tekila Krizi, 3- 1994-95’de Türkiye’de yaşanan para ve bankacılık krizi, 4- 1997-98’de Tayland, Endonezya, Güney Kore ve Malezya’da başlayıp, etkileri önce diğer Asya ülkelerine daha sonra OECD ülkeleri dahil olmak üzere bölge dışındaki birçok ülkeye yayılan finansal kriz, 5- Asya krizine paralel olarak 1998’de Rusya ve Brezilya’da yaşanan krizler, 6- Kasım 2000 ve Şubat 2001’de Türkiye’de yaşanan para ve bankacılık krizleri, 7- Arjantin’de 2001 yılında başlayıp, derin bir ekonomik ve toplumsal çöküşe yol açan ve etkileri devam eden finansal kriz.” 15 1990’lı yıllarda krizler ve 21. yüzyılın başlarında görülen Türkiye ve Arjantin krizi küreselleşmenin bir başka yönünü ortaya koymuştur. Bununla beraber bu krizlerde Malezya hariç tüm ülkeler sabit döviz kurunu bırakıp dalgalı kur sistemine geçmiştir. Bu bölümün ilerleyen kısımlarında da anlatılacağı gibi bu krizlerde (ERM krizi hariç) sabit veya bağlı döviz kuru sistemleri, yoğun sermaye giriş/çıkışları ve makroekonomik göstergelerdeki bozukluklar krizlerin önemli sebepleri arasında gösterilebilir. 15 DELİCE, Güven, “Finansal Krizler: Teorik ve Tarihsel Bir Perspektif”, Erciyes Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Sayı 20, Ocak- Haziran, ss. 57- 81, 2003. 30 Krizlerin 19. yüzyıldan itibaren başlıcalarının kısaca anlatılması ile krizlerin ekonomik hayatın vazgeçilmezleri arasında olduğu, yıkıcı ve bozucu etkilerinin yanı sıra piyasaların zaman zaman temizlenmesi düşüncesini destekler mahiyette piyasaları düzene soktuğu da ortadadır. Bu açıdan, tezin hazırlanma aşamasında16 dahi dünya küresel bir kriz yaşamaktadır. Yukarıda sayılan krizlerden bazıları ikinci bölümde detaylı bir şekilde incelenecektir. Ancak, bu bölümde genel olarak ekonomik krizlerin tarihçesi incelenmiş ve şimdi ekonomik krizlerin çeşitleri ve oluşumu incelenecektir. 3. EKONOMİK KRİZ ÇEŞİTLERİ VE EKONOMİK KRİZLERİN OLUŞUMU 3.1 Ekonomik Kriz Çeşitleri Ekonomik Krizler, Kibritçioğlu’na17 göre Reel Sektör Krizleri ve Finansal Krizler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Kibritçioğlu, reel sektör krizlerini “mal/hizmet ve işgücü piyasalarındaki miktarlarda yani üretimde ve/veya istihdamda ciddi daralmalar(durgunluk ve/veya işsizlik krizi) biçiminde ortaya çıkar.” şeklinde ifade etmektedir.18 Bu açıklamada genel olarak mikro iktisat teorileri ile açıklanan arz/talep kaynaklı etkenlerin oluşturduğu enflasyon, deflasyon, stagflasyon gibi durumların etkisi sonucu oluşan krizler tanımlanabilir. Kriz kavramının tanımlanmasında belirtildiği gibi enflasyon, deflasyon gibi ekonomik durumlar, kriz olarak tanımlanamayacağından; bu sebeplere bağlı olağanüstü pozitif ve negatif şok etkisi olan dalgalanmalar reel sektör krizlerini oluşturmaktadır. 16 2008 yılında ABD kaynaklı mortgage kredi ödeme sorunlarına bağlı kriz ve bu krize bağlı olarak ortaya çıkan küresel kriz yaşanmaktadır. 17 Aykut Kibritçioğlu, a.g.m.,s.2 18 Aykut Kibritçioğlu, a.g.m.,s.3 31 Bu açıdan reel sektör krizleri genel fiyat düzeyini artırmaya yönelik enflasyonist; genel fiyat düzeyini düşürmeye yönelik deflasyonist etkiler sonucu şok etkisine sahip dalgalanmalar olarak tanımlanabilir. Kibritçioğlu’na göre ekonomik krizler aşağıda görülen Şekil 2’de görüldüğü gibi Reel Sektör Krizleri ve Finansal Krizler olarak ikiye ayrılmaktadır. Şekil 2: Ekonomik KrizŞekil çeşitleri2:19Ekonomik Kriz çeşitleri 19 EKONOMİK KRİZLER Finansal Krizler Reel Sektör Krizleri Mal ve Hizmet Piyasalarında Krizler Enflasyon Krizi İşgücü Piyasasında İşsizlik Krizi Durgunluk Krizi Bankacılık Krizi Döviz Krizi Ödemeler Dengesi Krizi Borsa Krizi Döviz Kuru Krizi 3.1.1 Reel sektör krizleri 3.1.1 Reel sektör krizleri Reel sektör krizleri de kendi içinde mal ve hizmet piyasalarındaki krizler ve Reel sektör krizleri de kendi içinde hizmet piyasalarındaki işgücü piyasasındaki krizler olmak üzere mal ikiye ve ayrılmaktadır. Bu krizler de kendikrizler ve işgücü piyasasındaki arasında enflasyon ve krizler durgunlukolmak krizleriüzere olarakikiye ikiye ayrılmaktadır. ayrılmaktadır. BuBu krizkrizler de sebepleri olarak enflasyon mal/hizmet veya işgücü piyasalarındaki arz/talepikiye değişkenliği, kendi arasında ve durgunluk krizleri olarak ayrılmaktadır. talebi etkileyen değişme,veya miktardaki tercihlerdekiarz/talep Bu arzı krizvesebepleri olarakfiyattaki mal/hizmet işgücüdeğişme, piyasalarındaki değişme olarak bilinir. Bu açıdan, kavramsal çerçeve bölümünde anlatılan değişme, değişkenliği, arzı ve talebi etkileyen fiyattaki değişme, kısaca miktardaki enflasyon ve resesyon gibi durumlardaki olağanüstü durumlar da kriz ortamını tercihlerdeki değişme olarak bilinir. Bu açıdan, kavramsal çerçeve bölümünoluşturmaktadır. 19 AykutKibritçioğlu’nun Kibritçioğlu, a.g.m.,s.2 bu sınıflandırmasında reel sektör krizleri daha çok mikro iktisat teorileri ile açıklanabilecek üretim, tüketim, emek, sermaye kavramları kaynaklı krizlerden oluşmaktadır. Bu çalışmada daha çok ekonomik krizlerin 32 19 Aykut Kibritçioğlu, a.g.m.,s.2 de kısaca anlatılan enflasyon ve resesyon gibi durumlardaki olağanüstü durumlar da kriz ortamını oluşturmaktadır. Kibritçioğlu’nun bu sınıflandırmasında reel sektör krizleri daha çok mikro iktisat teorileri ile açıklanabilecek üretim, tüketim, emek, sermaye kavramları kaynaklı krizlerden oluşmaktadır. Bu çalışmada daha çok ekonomik krizlerin ikinci alt başlığı olan finansal krizler üzerine inceleme yapılmış olup, sonraki bölümlerde de yayılma etkisi ile etkisi daha fazla olmasından dolayı finansal krizler detaylıca incelenecektir. 3.1.2 Finansal krizler Finansal krizler ise “döviz ve hisse senedi piyasaları gibi finans piyasalarındaki şiddetli fiyat dalgalanmaları veya bankacılık sisteminde bankalara geri dönmeyen (batık) kredilerin aşırı derecede artması sonucunda yaşanan ciddi ekonomik sorunlar.”20 olarak tanımlanabilir. Kibritçioğlu’nun finansal krizleri gösterdiği bu şekilde finansal krizleri bankacılık, döviz ve borsa krizi olarak üçe ayırmaktadır. Bunlar da ödemeler dengesi ve döviz kuru krizi olarak ikiye ayrılmaktadır. Kibritçioğlu döviz krizleri ya da diğer yazarlarca para krizlerinin belirleyicileri olarak şu beş grubu belirlemiştir: “1) Zayıf Makroekonomik göstergeler ve hatalı iktisat politikaları, 2) Finansal altyapının yetersizliği, 3) Ahlaki risk ve asimetrik enformasyon olgusu, 4)Piyasadaki kreditörlerin ve uluslar arası finans kuruluşlarının hatalı his ve önsezileri 5) Siyasal suikast veya terörist saldırı gibi bazı beklenmedik olay ve tesadüfler.”21 20 Aykut Kibritçioğlu, a.g.m.,s.3 21 Aykut Kibritçioğlu, a.g.m.,s.2 33 Yukarıda belirtilen bu sebeplerden bir veya bir kaçı bir araya geldiğinde ekonomi yönlendiricileri tarafından yerel paradan dövize karşı bir kaçış başlatılır. Bu esnada Merkez Bankası rezervleri hızla erimektedir ve bir politika uygulanması gerekmektedir. Bu esnada, hükümet veya Merkez Bankası yetkililerince para politikası ve /veya maliye politikası ve/veya ikisi bir anda uygulamaya konması gerekir ki döviz endeksi dengelensin ve yerel paradan kaçış durdurulsun. Bu yerel paradan dövize kaçışı önlemek için maliye politikasından çok para politikası olarak devalüasyon, faizlerin yerel para için yükseltilmesi veya her ikisi aynı anda yapılabilir. Bu açıdan, acil önlem paketinde para politikası hızlı bir önlem olarak görülebilir. Maliye politikası araçları ise krizin sebeplerine bağlı olarak kullanılabilir. Finansal kriz kavramını Kibritçioğlu, döviz, bankacılık ve borsa piyasalarında yaşanan ciddi ekonomik sorunlar olarak tanımlamış ve üçe ayırmıştır. Ancak, Kibritçioğlu dışında Mishkin, Schwartz, Delice, Yay, Krugman ve başka yazarlar tarafından da finansal kriz çalışmaları yapılmış ve finansal kriz nedenleri, çeşitleri ve teorileri üzerine önermeler de yapılmıştır. Bu açıdan farklı görüş ve tanımlamaları koymak adına şimdi diğer finansal kriz incelemelerindeki tanımlamalara ve çeşitlerine yer verilecektir. Finansal kriz kavramının ekonomik kriz yerine de kullanıldığını ve ekonomi literatüründe ekonomik krizin özellikleri olarak belirtilen özelliklerin finansal krizin de özellikleri olarak kabul edildiği çeşitli yazarların eserlerinde görülmüştür. Dolayısıyla, bu kısımda tekrar finansal krizin özelliklerine ve detaylı tanımlamalarına yer verilmeyecektir. Kibritçioğlu’nun krizlerin ayrıştırılmasını gösterdiği Şekil 2’den hareketle reel sektör krizleri incelendikten sonra finansal krizlerin çeşitleri değişik yazar ve ekonomistlere göre bu kısımda incelenecektir. Finansal krizleri gerçek finansal krizler ve gerçek olmayan finansal krizler olarak değerlendiren Schwartz22, gerçek finansal krizleri gerçek olmayanlardan 22 Schwartz, A.C. , “Real and Pseudo-Financial Crises”, Financial Crises and The World Banking System, (ed. F.Capie-G.E.Wood), MacMillan.1986 34 ayıran özellik olarak var olan kötü durumların belli bir kırılma noktasından sonra onarılamayacak dereceye varması ve patlamanın gerçekleşmesi olarak belirtmektedir. Gerçek olmayan krizleri ise mali durumun güvenilir ve dirençli olduğu ortamlarda iflaslar, sıkıntılar, servet kayıpları olabilir. Bunlar ekonominin rutin işlevleri arasında çıkan ekonomik olaylardır. Bu olumsuz durumları ekonomi sahip olduğu dinamiklerle atlatabilir. Ancak, belli bir noktadan sonra ekonomik kırılganlık yaşanırsa ve problemlerin üstesinden gelinemezse, Schwartz’a göre bu duruma sonuçları ve etkileşimleriyle finansal kriz denmektedir. Bu kriz durumunun ötesinde oluşan durumların ekonominin güvenirliliği ve güçlülüğü sayesinde atlatılmasına ise Schwartz’a göre gerçek olmayan finansal krizler diyebiliriz. 3.1.2.1 Finansal kriz Çeşitleri Finansal Krizler çeşitli yazarlarca değişik gruplara, çeşitlere ayrılmıştır. Örneğin Feldstein23 finansal krizleri 4’e ayırmıştır. Bunlar şu şekildedir: a. Cari hesap krizleri b. Bilanço krizleri c. Banka-paniklerinin yol açtığı para krizleri d. Sirayet krizleri ve irrasyonel spekülasyon Radelet ve Sachs24 ise finansal kriz çeşitlerini: a. Makroekonomik politikaların yol açtığı krizler, b. Finansal panikler, c. Finansal fiyatlardaki şişkinliklerin (köpük) patlaması ve d. Ahlaki tehlike krizleri olmak üzere dörtlü bir ayırıma tabi tutmuştur. 23 Feldstein, M. , Self-Protection for Emerging Market Economies, NBER Working Paper Series, 6907, January.1999 24 Radelet, S. and J. Sachs, “The Onset of the East Asian Financial Crisis” in Currency Crises, Edited by, Paul Krugman, The University of Chicago Press, Chicago and London, 105-153. 2000. 35 IMF kaynaklı yazınlarda ise krizler kaynaklandıkları sektöre göre, özel-kamu, bankacılık-şirket krizleri; dengesizliklerin yapısına göre: akım dengesizlikler (cari hesap ve bütçe dengesizlikleri) ve stok dengesizlikleri (varlıklar ve yükümlülüklerin uyumsuzluğu) ve bu dengesizliklerin kaynaklandığı finansmanın vadesine göre: likidite krizi ve borç ödeyememe krizi, şeklinde sınıflandırılabilmektedir.25 Bu finansal kriz çeşitlemelerine karşın biz bu çalışmada genel olarak kabul Bu finansal kriz çeşitlemelerine karşın biz bu çalışmada genel olarak kabul edilen şu finansal kriz çeşitlerini inceleyeceğiz: edilen şu finansal kriz çeşitlerini inceleyeceğiz: 1) Para, 1) Para, 2) Bankacılık, 2) Bankacılık, 3) Dış borç ve 3) Dış borç ve 4) finansal krizler 4) Sistemik Sistemik finansal krizler 26 Şekil 3: Finansal Krizlerin Sınıflandırılması Şekil 3: Finansal Krizlerin Sınıflandırılması 26 FİNANSAL KRİZLER Para Krizi Bankacılık Krizi Ödemeler Dengesi Krizi Dış Borç Krizi Sistemik Finansal Kriz Döviz Kuru Krizi 27 Delice’nin de araştırmalarında yer verdiği ve Sayım gibi diğer yazarların da 27 Delice’nin de araştırmalarında yer verdiği ve Sayım gibi diğer yazarların da çalışmalarında yer verdiği bu finansal kriz ayrıştırmasında, Delice kriz çeşitleri arasındaki etkileşimi de bu şekil sayesinde açıkça ortaya koymuştur. Ayrıca bu 25 IMF , “Eye Storm: New-Style Crises Prompt About Prevention şekilden şunuof dathe çıkartabiliriz: krizler genellikle süreçRethink olarak bağlantılı oldukları and Resolution Measures” Finance & Development, IMF, December 2002, pp. 4-7. için bunlar arasında tam bir ayrım yapılamaz ve bağlantılı oldukları hususlar 26 DELİCE, Güven, a.g.m. birbirini sebep-sonuç ilişkisi ile etkileyebilir. 27 Işık, S., Duman, K., Korkmaz, A., a.g.m. 36 çalışmalarında yer verdiği bu finansal kriz ayrıştırmasında, Delice kriz çeşitleri arasındaki etkileşimi de bu şekil sayesinde açıkça ortaya koymuştur. Ayrıca bu şekilden şunu da çıkartabiliriz: krizler genellikle süreç olarak bağlantılı oldukları için bunlar arasında tam bir ayrım yapılamaz ve bağlantılı oldukları hususlar birbirini sebep-sonuç ilişkisi ile etkileyebilir. 3.1.2.1.1 Para krizleri (Döviz Krizleri) Yay28, para krizini en basit tabiriyle “Para (currency) krizi, döviz kurunda ani bir hareketi ve sermaye akımlarındaki keskin bir değişmeyi ifade eder.” olarak tanımlamaktadır. Paranın da ani hareket özelliğini belirten bu tanıma dayanarak, parayı ekonomide en hızlı hareket kabiliyeti olan unsurlardan birisi olarak tanımlamak yanlış olmasa gerekir. Bu sebepledir ki sıkıntı, buhran ya da kriz dönemlerinde ilk işleme koyulabilecek ve hareketlilik getirilecek unsur da yerel veya yabancı para cinsleridir. Bu sebepledir ki para krizlerine döviz krizleri de denmektedir. Para krizleri de yabancı literatürde “currency crisis” olarak anıldığından, para krizleri için “döviz krizi” atfı da hem içerik hem de isim olarak doğru bir şekilde kullanılmaktadır. Bu kavrama dövizleri de aldığımızda kur farkları ve kur oranlarındaki değişimlerin de para krizlerinde etkili olduğunu söylemek gerekir. Para krizleri de kur sistemine bağlı olarak (gerek sabit kur sisteminde gerekse dalgalı kur sisteminde) piyasa katılımcılarının taleplerini aniden yerel para ile biçimlendirilmiş aktiflerden yabancı paralı aktiflere çevirmeleri sonucu, merkez bankasının döviz rezervlerini eritmesi şeklinde ortaya çıkan krizlerdir. Ulusal para biriminin üzerindeki spekülatif saldırı bir devalüasyonla veya şiddetli değer kaybıyla sonuçlanırsa veya merkez bankası büyük miktarlarda rezerv satmak veya faiz oranlarını önemli oranlarda yükseltmek suretiyle parayı korumaya zorlanırsa bir döviz veya para krizi oluşur. Eren ve Süslü’ye göre ise “Bir paranın değişim değeri üzerindeki spekülatif 28 Gürkan Yay, Gülsün, 1990’lı Yıllardaki Finansal Krizler ve Türkiye Krizi, Yeni Türkiye Dergisi, Ekonomik Kriz Özel Sayısı, Sayı 42, Kasım-Aralık 2001, s. 1234-1248, Ankara, 2001. 37 saldırı, paranın değer kaybetmesine veya paranın değer kaybetmesini önlemek için büyük miktarlarda döviz rezervlerinde azalmaya veya faizlerde astronomik düzeylerde yükselmesine neden oluyor ise bu para krizi olarak adlandırılmaktadır.”29 Para krizlerini açıklamaya yönelik bugüne kadar birçok çalışma yapılmıştır. Bu çalışmaların yanı sıra yaşanan her yeni kriz de bu çalışmalara yeni boyutlar kazandırmıştır. Bu yeni krizler bazı çalışmaları haklı çıkarmış; bazı çalışmalara ise yeni sorunlar eklemiştir. Bu açıdan eski tip para krizleri ile yeni tip para krizlerin ayrımına gidilmesi yerinde olacağı düşünülmektedir. Bu açıdan, eski tip para krizlerinde aşırı harcama ve reel değerlenme dönemleri sonrasında cari hesap açığı artar ve para ve mali politika yöneticileri tarafından devalüasyon veya aşırı sermaye hareketleri kontrolü gibi kontrol ve düzenleme araçları kullanılır. Yeni tip krizlerde ise serbest bırakılmış ve finansal piyasalara entegre olmuş bir piyasa ekonomisinde, ekonomi oyuncularına ait bilançolarda kredi değerliliği hakkında finansörlerce ve aracı kurumlarca endişe hakim olmuşsa, döviz kuru üzerinde değişimler, ulusal paradan çıkışlar, güvenilir paralara kayma veya tamamen pazarı terk etme yönünde eğilimler ortaya çıkar.30 Para krizlerine yol açan dalgalanmayı amaç edinip, kazanç hedefleyen yıkıcı sermaye hareketleri, Asya’da yaşanan krizde olduğu gibi yurtiçi aktif piyasalarında bir çöküşün arkasından; Meksika’da olduğu gibi döviz kurundaki aşırı değerlenme ve cari hesap açığındaki artışın arkasından; 1992’de İngiltere’de olduğu gibi sabit döviz kuru sistemini terk etmeye yönelik bir politika tercihinin arkasından veya yabancı para cinsinden kısa vadeli dış borçlardaki artışın arkasından ortaya çıkabilir.31 29 Eren, Aslan ve Süslü, Bora, Finansal Kriz Teorileri Işığında Türkiye’de Yaşanan Krizlerin Genel Bir Değerlendirmesi, Yeni Türkiye, Sayı:41, Yıl:7, Eylül-Ekim 2001, s.662674,2001 30 IMF (2002), “Eye of the Storm: New-Style Crises Prompt Rethink About Prevention and Resolution Measures” Finance & Development, IMF, pp. 4-7., December 2002 31 Milesi-F., Gian, M. and A. Razin, “Current Account Reversals and Currency Crises: Empirical Regularities” in Currency Crises (Ed.), Paul Krugman, The University of Chicago Press, Chicago and London, 285-323., 2000. 38 Finansal krizleri yukarıdaki şekilde belirtildiği gibi ödemeler dengesi krizi ve döviz kuru krizi şeklinde ikiye ayırabiliriz. Sabit kur sistemleri uygulayan ülkelerdeki para krizlerini “ödemeler dengesi krizi” diye adlandırılarak dikkat döviz rezervi azalmalarına çekilirken, esnek kur sistemi uygulanan ülkelerdeki krizlere “döviz kuru krizi” adı verilerek, dikkat rezerv azalmaları yerine kur değişmelerine çekilmiş bulunmaktadır.32 Eren ve Süslü’ye göre33 sabit kura dayalı ekonomilerde döviz krizleri dezenflasyon programları sonucunda ortaya çıkar. Bu sistemde enflasyon konusunda olumlu gelişme ile birlikte, yerli paranın değer kazanması sonucu, cari işlemler dengesindeki açık büyür. Ancak, sabit kurdan çıkamayan ülkeler, ister istemez bir finansal krize sürüklenir. Son 20 yıl para krizleri incelendiğinde gelişmekte olan ülkelerde yaşanan para krizlerinin çoğunun ana sebebinin yüksek sermaye hareketliliği, ulusal paradan kaçış, yurtdışına para çıkışları olmuştur. Buna bağlı olarak ödemeler bilânçosunda oluşan açığı kapatacak kaynak bulunamamasından dolayı sermaye hesabı krizleri ortaya çıkmıştır. Sermaye hesabı krizinin ortaya çıkmasında iki detay bileşen söylemek gerekirse, bunlar kısa vadeli krediler ve hacimli sermaye girişleridir. Bu iki durumun birlite olması da para ve bankacılık krizini bir arada oluşturur ki buna da “İKİZ KRİZ” denir. Bu krizlerin oluşumunu bankacılık krizinden önce para krizi bölümümüzde açıklamak için Masaru ve Shirai’ye ait alttaki Şekil 4 kullanılmıştır. 32 Aykut Kibritçioğlu, a.g.m. 33 Eren, A., Süslü, B., a.g.m. 39 Şekil 4: Sermaye Hesabı Krizi ve Kredi Daralması Şekil 4: Sermaye Hesabı Krizi ve Kredi Daralması Arasındaki Nedensellik Bağları 34 Arasındaki Nedensellik Bağları34 I. Geniş Hacimli Sermaye Girişleri Temel Cari Hesap Açığını Geçer II. Sermaye Girişlerinin Bileşiminde Kısa Vadeli Krediler Ağırlıklı Hale Gelir Ödemeler Bilançosu Fazlası: Dış rezervler artar Yurtiçi Kredi Genişlemesi “Çifte Uyumsuzluk” Absorbsiyon Artışı ve Yurtiçi Patlama Vade Uyumsuzluğu Para Uyumsuzluğu Sermaye Girişleri Ani ve Yoğun Bir Şekilde Tersine Döner Ödemeler Bilânçosu Açıkları: Rezervler Tükenir Bilançolarda Hızlı Bozulma Gerçekleşir Para Krizi Uluslararası Likidite Kıtlığı + Bankacılık Krizi Kur İstikrarı Serbest Dalgalanma Adına Serbest Düşüş Sermaye Hesabı Krizi = İKİZ KRİZ Bilanço Spiralinin Aşağı Doğru Sarkması + Kredi Daralması Yurtiçi Talebin Çöküşü İthalatın Çöküşü Ödemeler Bilançosunun Düzelmesi Büyük Cari Hesap Fazlaları Müdahaleci Politikalar İyileşme Para krizlerinin çıkmasında ulusal sermaye akımlarının yanı sıra son dönemlerde yaşanan krizler incelendiğinde uluslararası sermaye akımlarının daha krizlerinin çıkmasında ulusal sermaye akımlarının yanı sıra son etkinPara olduğu gözlemlenmektedir. Uluslar arası sermaye akımlarını çekebilmek, sermaye hesabı açığını kapatmak uluslararası için krizin eşiğinde veya krizledaha karşı dönemlerde yaşanan krizler incelendiğinde sermaye akımlarının karşıya kalan ülkeler için çok önemlidir. Bu sebeple, ülkelerçekebilmek, sermaye gietkin olduğu gözlemlenmektedir. Uluslar arası sermaye ilgili akımlarını riş çıkış hesabı teminatı, sermaye güvencesi gibi garanti fonları kurumsermaye açığını kapatmak için krizin eşiğinde veya veya krizlegaranti karşı karşıya kalan ülkeler için çok önemlidir. Bu sebeple, ilgili ülkeler sermaye giriş çıkış 34Yoshitamo Masaru and Sayuri Shirai, “Policy Recommendations for Preventing Anot- teminatı, güvencesi gibi garanti veya garanti her Capitalsermaye Crisis”, Technical Background Paper, fonları Asian Development Bankkurumları Institute, 7, July 2000, s. 85. 34 Yoshitamo Masaru and Sayuri Shirai, “Policy Recommendations for Preventing Another Capital Crisis”, Technical Background Paper, Asian Development Bank Institute, 7, July 2000, s. 40 85. 26 ları oluşturabilirler. Bu gibi politikalar kriz öncesinde sermaye açığını kapatmak isteyen ülkelerce kaynaksız yapılıyorsa, yaşanacak bir krizi (ki bankacılık krizi olması kredi oranları yüksekse muhtemeldir) daha derinleştirecektir. Bu açıdan alınacak tedbirler ve politikalar sahip olunan karşılıklı kaynaklarla yapılmalıdır. Kriz sonrası yapılan bu gibi tedbirler ve politikalar dip yapmış bir ülke için daha iyi sonuç verecektir. Dekle ve Kletzer’e göre de ülkeye kriz sonrası sermaye girişini sağlamak için uygulanabilecek en iyi yollardan birisi uluslar arası sermayeye garanti ve teşvik gibi politikalar uygulamaktır.35 Yukarıda sözü edilen politikaları kriz görmüş bir ülkenin uygulaması, sermaye açığı ve kriz sonrası oluşmuş kötü ekonomik durumu düzeltmek için yararlı olacaktır. 3.1.2.1.2 Bankacılık krizleri Bankacılık krizi, “ticari bankaların borçlarının vadesinin uzatılamaması veya vadesiz mevduatlardaki ani bir çekme talebini karşılayamamaları çerçevesinde likidite sıkıntısına düşmeleri ve arkasından iflas etmeleri durumunu ifade eder.”36 Şekil 4’te görülebileceği gibi vade uyumsuzluğu, para uyumsuzluğu dediğimiz çifte uyumsuzluk borçlu ve alacaklı kurum veya kişiler arasında yaşanan uyumsuzluklardır. Bu uyumsuzlukların dengelenememesi sonucunda aktif/ pasif dengesi oluşmamakta ve bilânço sorunlarıyla beraber bankacılık krizi yaşanmaktadır. Bankacılık krizlerinin sebepleri olarak IMF’nin 2002 yılında yayınladığı Fırtına’nın Gözü isimli eserde37 fiili veya potansiyel banka mevduatlarının 35 Dekle, R. and KM. Kletzer, Domestic Bank Regulation and Financial Crises: Theory and Empirical Evidence From East Asia, NBER Working Paper Series, 8322, June 2001. 36 DELİCE, G., a.g.m. 37 IMF (2002), a.g.e. s.6, 41 çekilmeleri; bankaların yükümlülüklerini ertelemeleri veya büyük ölçekli finansal destekler sağlaması için hükümetin iflasları önlemeye zorlanmasının teşvik ettiği spekülatif amaçlı banka iflaslarını göstermektedir. Para krizlerine göre bankacılık krizlerin özelliği ise para krizlerinden daha uzun süreli olma eğilimi taşımaları ve ekonomik faaliyet hacmi üzerinde daha şiddetli etkiler doğurmalarıdır. Bu sebeplerin yanı sıra, geri dönmeyen kredilerin artması, menkul değerler piyasalarındaki dalgalanmalar, reel sektörün küçülmesi nedeniyle bankaların aktif yapılarının bozulması bankacılık krizlerinin temel nedenleri olmaktadır. Bankacılık sektörünün krize girmesi sonucunda mevduat sahipleri bankalardan mevduatlarını çekmeye başlayacağı için, bankaların likidite sıkıntısı had safhaya varır. Öztin Akgüç’e göre ise; “finans sektöründe artan sorunlar krizi tetikleyen en önemli nedenler haline gelir. Geri dönmeyen krediler ne kadar artar ise bilânçodaki vade uyumsuzluğu o denli çoğalır. Likidite riski yüksek, dövizde aşırı pozisyon açığı ile çalışan, özkaynakları yetersiz olan bir bankacılık sisteminin varlığı, kuşkusuz ekonomik kriz için uygun bir ortam yaratır”38 Williamson ve Mahar’ın aktardığına göre39 Honohan, bankacılık krizlerini üç “belirti” halinde sınıflandırmaktadır. Bunlar: Genel makroekonomik bozukluklar, Mikro ekonomik aksaklıklar ve Kamunun egemen olduğu bir sistemde görülen bölgesel krizler. Yukarıda sayılan bu krizlerde bireysel müşterilerin yanı sıra kurumsal müşterilerin bir veya birkaç bankadan mevduatlarını çekmek istemesi banka/ 38 Öztin Akgüç, “Bankacılık Kesimi Kriz Nedeni mi?”, İktisat Dergisi, Şubat-Mart 2001, s.32. 39 Williamson, J. and M. Mahar, A Survey of Financial Liberalization, Princeton University, International Finance Section, Princeton, New Jersey,1998. 42 bankaların piyasadaki pazar payı oranında bir etki yapar. Eğer bu etki yüksek düzeyde ise yayılma etkisinin bankalar düzeyinde diğerlerini de etkileyeceğinden yaşanan kriz bankacılık krizi olmasının yanı sıra sistemik bir krize dönüşmesi olasılığı oldukça yüksektir. “Ekonomik kriz araştırmalarında, banka krizlerini ülkenin banka mevduat verilerine ulaşarak, krizi mevduat kaçışı olarak tanımlamak mümkün olsa da, son yıllardaki pek çok bankacılık problemi banka bilânçolarının yükümlülüklerinden değil, aktif tarafından kaynaklandığından, bankacılık krizlerini tanımlamakta; banka portföylerindeki geriye dönmeyen borçların payı, gayrimenkul ve borsa fiyatlarındaki dalgalanmalar ya da firma başarısızlıkları gibi değişkenler gösterge olarak kullanılmaktadır. Bu sınırlamalar nedeniyle pek çok araştırmacı, bankacılık krizlerini iki tip olguyla tahmin etmektedir: Bunlar, bir veya daha fazla finansal kurumun kapatılması, birleştirilmesi veya kamu sektörünce el konulması olgusu ile banka paniklerinin olduğu durumda, yoğun bir kamu müdahalesinin gündeme gelmesidir.”40 “Bankacılık krizleri çoğunlukla para (currency) krizlerini öncelemiştir. Özellikle 1990’ların ortalarında bazı gelişen ülkelerde (Türkiye ve Venezüella gibi) böyle olmuştur. Şiddetli para krizlerinin, bankacılık krizlerinin tetiğini çektiği de görülmüştür. Oysa ılımlı bir para krizi bankacılık krizi olmadan sona erebilir.”41 (1992–93 ERM krizi gibi). “Bankacılık problemlerinin borç krizlerini öncelediği de görülmüştür (1981–1982 Arjantin ve Rili); tersi durumlar da mevcuttur (1982’de Columbia, Meksika, Peru ve Uruguay). Son zamanlarda ise, Doğu Asya ülkelerinde, para krizi olarak başlayan krizler, metastaz yaparak bankacılık ve borç krizlerine dönüşmüştür.”42 (Aziz, 2000 ve Kaufman, 1999). “Çoğunlukla, bir bankacılık probleminin bilinmesi, gelecek bir ödemeler dengesi krizini öngörmeyi kolaylaştırır. Yine de nedensellik 40 Kaminsky, G. L. ve C.M. Reinhart, “The Twin Crises: The Causes of Banking and Balance of Payment Problems”, American Economic Review, 89(3), 473-500, June 1999. 41 Caprio; G., “ Banking on Crises: Expensive Lessons from Recent Financial Crises”, World Bank, Working Papers,1998. 42 Aziz, J. (et.al.), “Currency Crises: In Search of Common Elements”, IMF Working Papers, May 2000. ve Kaufman,G., “Banking and Currency Crises and Systemic Risk: A Taxanomy and Review”, Yayımlanmamış Çalışma,1999. 43 tek yönlü değildir. Para krizleri de bankacılık krizlerini derinleştirdiği için bir kısır döngü mevcuttur. Genellikle bankacılık krizinin doruğu, paranın çöküşünden sonra gelmektedir.”43 3.1.2.1.3. Dış Borç krizleri Para krizleri ve bankacılık krizlerine göre daha somut ve önceden görülebilen özelliklere sahip olan dış borç krizleri, ülkenin kamu ve/veya özel kesime ait dış borçlarını ödeyememe durumudur. Yıllara yaygın veya olağanüstü harcamaların ardı sıra gelmeleri sonucu hükümetlerin dış borçların çevrilmesi ve yeni dış kredi bulma konusunda sıkıntı yaşamaları nedeniyle dış borcun yeni ödeme planlarına bağlanması veya yükümlülüklerin ertelenmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır. Borç almış olan ülke, borçlarını ödeyemediğinde veya borç vericiler borçların ödenmeme olasılığı olduğunu düşünerek yeni krediler vermeyip, mevcut kredileri geri almaya çabalarlar. Borçlu ülke üzerinde yaptırımlara başladıklarında borçlu ülkenin durumunu daha kötüye gitmesine sebep olarak dış etkenlerin yanı sıra iç etkenler de etkili olarak dış borç krizlerini ortaya çıkarır. Bu krizler özel veya kamu borcundan kaynaklanabilir. Kamu sektörünün geri ödeme yükümlülüklerini yerine getiremeyeceği şeklindeki risk algılamaları özel sermaye girişlerinde şiddetli bir düşüşe,iç ekonomideki dinamizmde oluşacak durgunlukla para krizine yol açabilir44 3.1.2.1.4 Sistemik Finansal Krizler Yukarıda yer verilen Şekil 3’te de gösterildiği gibi, krizler birbirinden bağımsız olmayıp, birçok durumda farklı alanlarda başlayan bir kriz, diğer kriz türlerini de beraberinde getirmektedir. Şekil 2’de krizler arasındaki bu olası bağlar gösterilmektedir. Bu açıdan sistemik finansal krizleri, “Potansiyel ola43 Kaminsky, G.L. ve C.M. Reinhart, a.g.m. s.474. 44 IMF (2002), a.g.e. s.6. 44 rak finansal piyasaların ciddi biçimde bozulması” olarak tanımlayabiliriz.45 Fernandez ve Schumacher’e göre krizler ekonomik, politik ve sosyal yaşamın yapısından ve değişkenliğinden kaynaklanırlar. Sabit bir döviz kuru veya konvertibilite taahhüdü, merkez bankasının, nihai ödünç mercii olma yeteneğini sınırlayarak bir ödemeler bilançosu problemini, bir bankacılık sorununa dönüştürür. Bu açıklamayı Feldstein46 ise sabit döviz kurunun ticari açıklara sebep olacağını ve bunun da kaçınılmaz bir şekilde spekülatif bir saldırıya neden olacağını söyleyerek desteklemektedir. Bu spekülasyon ile de döviz rezervlerinde bir kayba ve döviz kurlarında uyum sağlayıcı bir düşüşe yol açacağını söylemektedir. Bekleyişler döviz kurlarını etkilediği için ise para değerlerindeki dalgalanmalar büyük ve hızlı olabilir. Bir paranın değerindeki ani düşüşün ilk belirgin etkisi yabancı para cinsinden borçların değerindeki artıştır. Mishkin ise sistemik finansal kriz oluşumunu şu şekilde açıklamaktadır: “Bir spekülatif atak başladığında ve paranın değerinde bir değer kaybı ortaya çıktığında, yeni gelişen piyasa ekonomilerinde borç piyasalarının kurumsal yapısı (borç sözleşmelerinin kısa vadesi ve yabancı paralarla biçimlendirilmiş olmaları) ile ulusal paranın devalüasyonu arasında karşılıklı bir etkileşim ortaya çıkar ve ekonomi sistemik bir finansal krize sürüklenir.”47 Mishkin’e göre finansal krizler aşama aşamadır ve her aşamada farklı kriz türleri görülebilir. Finansal ve finansal olmayan bilânçolarda bozulmanın olduğu başlangıç aşamasında serbest bırakılan faiz oranlarına bağlı olarak kredi hacmi genişler; ancak krediler risklerine bakılmadan verildiğinde bir bankacılık krizine dönüşebilir. İkinci aşamada ise bir para krizi oluşur. Üçün45 Fernandez, R., and L. Schumacher, Does Argentina Provide a Case for Narrow Banking?” in Preventing Banking Sector Distress and Crises in Latin America (Ed.), Suman K. Bery and Valeriano F. Garcia, World Bank Discussion Paper, No. 360, The World Bank, Washington D.C., 21-31,1997. 46 Feldstein, M, a.g.m. s.5. 47 Mishkin, F.S., Financial Policies and the Prevention of Financial Crises in Emerging Market Countries, NBER Working Paper Series, 8087, January 2001. 45 cü aşama, para krizinin bir sonucu olarak ortaya çıkan finansal ve finansal olmayan bilânçoların daha da bozulmasıdır. Bu aşama ekonominin yıkıcı sonuçları olan tam bir ekonomik krize girme aşamasıdır. Bu açıdan Şekil 3’te gösterilen bağlantıyı Kaminsky ve Reinhart48; Chang ve Velasco49 tarafından da para krizleri sonucu oluşan döviz kuru çöküşleri ve bankacılık krizleri arasında yüksek bir korelasyon olduğu gözlenmiştir. “Diğer taraftan para krizlerinin sistemik finansal krize kaynaklık etme olasılığı oldukça yüksektir. Örneğin 1980’lerin başlarında Güney Amerika’da, 1990’ların başlarında İskandinavya’da, 1995’de Meksika’da ve 1997’de Asya’da yaşanan para krizleri sistemik finansal krizlere dönüşmüşlerdir. Döviz kurlarındaki bir çöküş, banka denetiminin iyileştirildiği ve literatürde önerilen diğer tedbirlerin alındığı ortamlarda bile, yurtiçi bilânçoları zayıflatabilir ve bir finansal krizin başlamasına yol açabilir. Bu da daha sonra bölgesel yayılma etkilerinin veya uluslararası yatırımcıların küresel finansal piyasalardaki önemli bir bozukluğa tepki olarak yeniden pozisyon almalarının bir sonucu olarak geniş sermaye çıkışları yaşanmasına sebep olabilir.”50 Sonuç olarak tüm finansal kriz türlerin ortak özelliği, sürdürülemez ekonomik eşitsizliklere ve ekonomi araçlarında (varlıklar, döviz kuru, krediler) olağanüstü değişikliklere sahip olmasıdır. Finansal kriz türlerinin ortak yanları dikkate alındığında bugüne kadar yaşanan finansal krizler, birçok bakımdan benzerlikler göstermesine karşın, çok farklı koşullarda ve hiç beklenmedik dönemlerde patlak vermiştir.51 Yeni 48 Kaminsky, G. L. ve C.M. Reinhart, a.g.m. 49 Chang R. and A. Velasco, Financial Crises in Emerging Markets: A Canonical Model, NBER Working Paper Series, 6606, June 1998. 50 Asian Policy Forum, Policy Recommendations for Preventing Another Capital Account Crisis, Asian Development Bank Institute, 2000. 51 Ertürk K. , “Parasal Kriz Teorileri Üzerine Notlar”, İktisat Üzerine Yazılar II: İktisadi Kalkınma, Kriz ve İstikrar, Oktay Türel’e Armağan (Ed. A. H. Köse, F. Şenses ve E. Yeldan). İletişim Yayınları.,2003. 46 krizler de ortaya çıktıkça krizler bu yeni krizlerin özelliklerine göre açıklanmaya çalışılmıştır. Geleneksel finansal kriz kuramları, 1980’li yıllarda, özellikle Latin Amerika ülkelerindeki krizlerin açıklanması amacıyla geliştirilmiş, ulusal iktisat politikaları ile döviz kuru arasındaki tutarsızlıklara vurgu yaparak krizi temellendirmiştir.52 Bu kuram, 1990’lı yılların başında Avrupa para sisteminde yaşanan krizleri açıklamada yetersiz kalmıştır. Bu yeni krizleri açıklamaya çalışan kuramlar, uzun dönemde izlenen sabit döviz kurunun ekonomideki aktörlerce olumsuz bir bekleyişe sebep olduğu düşünülmüştür.53 sürdürülebilirliği konusunda iktisadi faktörlerin olumsuz bekleyişlerinin krize yol açtığını ileri sürmüşlerdir. Güneydoğu Asya krizini açıklayan kuramlar ise öteki kuramlardan farklı olarak banka ve şirket zararlarına devlet garantisi verilerek krizin hafifletilmesini savunmuşlardır.54 Bu anlayışa göre, “söz konusu devlet garantisi, hisse senedi fiyatlarının aşırı ölçüde artmasına ve böylece krizin baş göstermesine yol açmıştır. Güneydoğu Asya krizini açıklayan bu yaklaşımın ötekilerden en büyük farkı, aynı zamanda bankacılık krizlerini de açıklamasıdır. Kriz, bankaların yurt dışından borçlanmasıyla başlamış, sermayenin getirisini düşürmüş, bankaların zararlarını arttırmış ve bankaların şirketlere verdiği kredileri geri çağırmasıyla sonuçlanmıştır. Ulusal bankalar, yurtdışı bankalara olan kredi borçlarını ödemek üzere yurtiçi piyasada kullandırdıkları kredileri toplamaya başlamışlardır. Dışarıya yoğun bir sermaye çıkışının bu olayı izlemesi ise krizi kaçınılmaz kılmıştır. Dolayısıyla krizin temelinde bankacılık ve finans kesiminin sorunlarının, özellikle de bilânço sorunlarının bulunduğu ileri sürülmüştür.”55 3.2. Ekonomik Krizlerin Nedenleri ve Oluşumu Ekonomik kriz çeşitlerini detaylıca inceledikten sonra, genel olarak bir krizin 52 Krugman, P. (1979), “A Model of Balance- of- Payments Crises”, Journal of Money, Credit, and Banking, 11 (August) : 311-25. 53 Obstfeld, M., “Models of Currency Crises With Self-Fulfilling Features” European Economic Reviw, 40, 1996. 54 Krugman, P. (1997), “Currency Crises” http://web.mit.edu/krugman/www/ 55 Işık, S., Duman, K., Korkmaz, A., a.g.m. 47 oluşumu nasıl olmaktadır ve hangi nedenlerden dolayı kriz oluşmaktadır soruları bu kısımda açıklanmaya çalışılacaktır. Ekonomik Krizlerin oluşumunu anlamak için öncelikle ekonomik krizlerin oluşumundaki sebepleri incelemek daha yararlı olacaktır. Bunun için de ekonomik krizlerin sebeplerini geçmişte yaşanmış uluslar arası ve ulusal krizlerin sebepleri incelenerek ortaya çıkartılacaktır. Ancak, ekonomik krizlerin sebepleri somut olarak ikinci bölümde örneklerle daha detaylı inceleneceğinden bu kısımda ekonomik krizlere sebep olan faktörlere detaylıca yer verilmeyecektir. 3.2.1. Ekonomik Krizlerin Nedenleri Ekonomik krizlerin nedenlerinin ortaya koyulması yaşanmış önemli krizlerde görülen ortak sebeplerin açıklanması ile daha kolay olacaktır. Bu sebeple, gelişmekte olan piyasalarda görülen krizlerdeki sonuçlar ve istatistikler kriz sebeplerini belirlememizde yardımcı olacaktır.56 Son yıllarda yaşanan krizler, döviz veya bankacılık kaynaklı olduğu için, göstergelerin temel özelliği de genelde döviz rezervi veya döviz üzerinden yapılan sermaye hareketleriyle ilişkili olmaktadır. Gelişmekte olan piyasalardaki krizler doğal olarak dış ekonomik ilişkilerdeki gelişmelerle paralellik göstermektedir. Uygur’un Kasım ve Şubat Türkiye krizlerini incelerken çıkartmış olduğu bazı göstergeleri krizin nedenleri ve göstergeleri olarak ele alabiliriz. Uygur’a göre bu göstergeler: • Kısa Vadeli Dış Borç / Döviz Rezervi • Cari Açık / Döviz Rezervi • Cari Açık / GSYİH • Toplam veya Kısa Vadeli Dış Borç / İhracat • Bankacılık Kesimi Açık Pozisyonu / Döviz Rezervi • Banka Kredisi / Döviz Rezervi • M2 / Döviz Rezervi • Yerli Paranın Değer Kazanması 56 Uygur, E., “Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri”, Türkiye Ekonomi Kurumu Tartışma Metni, 2001/1, Ankara: TEK, 2001. 48 • Sermaye Hareketinde Dalgalanma (Volatilite) • Dış Borç Faizinde ve Risk Priminde Yükselme, Dalgalanma • Kısa Vadeli İç Faizde Dalgalanma 57 olarak sıralanmaktadır. Bu ekonomik kriz neden ve göstergelerine başkaları da eklenebilir. Ancak bu göstergeler veya ekonomik kriz nedenleri olarak da alabileceklerimizden bazılarını bu kısımda inceleyebileceğiz. Bu ekonomik kriz göstergeleri Toprak tarafından da ele alınmış ve bunlardan bazıları şu şekilde yorumlanmıştır: “Kısa vadeli dış borç / döviz rezervi: Bir ekonomide kısa vadeli faizler, o ekonomideki parasal istikrar ve dalgalanmanın yani para politikasının bir göstergesi olarak alınabilir. Türkiye’de döviz, faiz ve borsa bu anlamda üçlü bir entegre gösterge sistemi oluşturur. Kısa vadeli faiz oranları, IMF programının uygulanma süresi uzadıkça giderek daha büyük ölçüde dış kaynak girişine duyarlı hale gelmiştir. Dolayısıyla, bu kalemdeki belirsizlik potansiyeli ve riski de artmıştır. Nitekim gecelik faizlerdeki dalgalanmanın büyüklüğü, yaklaşan krizi en açık biçimde haber verebilmektedir. Örneğin, Türkiye’de 2000 yılında kısa vadeli borçların döviz rezervine oranında önemli bir artış eğilimi yaşanmıştır. Programın uygulanma tarifesinde bu oran yaklaşık 1 civarında iken, 2000 yılı sonunda 1.5’e yaklaşmıştır. Yine, paralel bir gösterge olarak, kısa vadeli dış borcun ihracat gelirine oranı da aynı dönemler için 0.9’dan 1’in üzerine çıkmıştır. Cari açık / döviz rezervi, cari açık /GSYİH: Döviz rezervi azalma, cari açık da artma eğiliminde olunca, doğal olarak cari açığın döviz rezervine oranı da önemli bir artış seyri yaşamıştır. Nitekim 1999 sonunda cari açığın döviz rezervine oranı yüzde 5.9 iken, bu oran 2000 sonunda yüzde 50’ye ulaşmıştır. Yine cari açığın yurtiçi milli gelire oranı, 1999 sonunda yüzde 0.7 iken, 2000 57 Uygur,E., a.g.m.s. 18. 49 yılı sonunda yüzde 5’e yaklaşmıştır.5859 Bir ülke parasının reel olarak yüzde 25 olarak değer kazanması ve cari açığın yurtiçi milli gelire oranının yüzde 4’e ulaşması durumunda, bu ülkenin kriz ortamına girdiği söylenebilir. Döviz kurunun değer yitirmesi, yerli paranın aşırı değerlenmesi: Ayarlanabilirsabit kur uygulaması nedeniyle TL, 2000 yılı boyunca döviz karşısında değer kazanmaya devam etmiştir. 2000 yılı için, TL TÜFE bazında yaklaşık yüzde 14, TEFE bazında ise yaklaşık yüzde 10 değer kazanmıştır. Dolayısıyla, ekonomisini düzlüğe çıkaracak bir program uygulayan bir ülkede, olması gerekenin tam tersi gelişmeler yaşanmıştır. Aşağıdaki tabloda 1990’lı yıllarda finansal kriz yaşayan ülkelerde yerli paranın kriz öncesi dönemde değerlenme oranları verilmektedir. Tablo 1: Kriz yaşayan ülkelerde yerli paranın değerlenme oranı59 Ülke (Krizden önceki 24 ayda) Yerli paranın değer artış oranı (%) Türkiye (TÜFE, 2000 yılı, 12 ay) 14.0 Türkiye (TÜFE, 1999-2000, 24 ay) 18.0 Meksika (1994) 13.1 Endonezya 12.1 Malezya 12.8 Tayland 15.5 Filipinler 17.7 58 Rudiger Dornbusch, A Primer on Emerging Market Prices, NBER Preventing Currency Crises in Emerging Markets konferansına sunulan bildiri, 11-13 Ocak 2001. 59 Bustelo, Pablo, “Novelties of Financial Crises in the 1990s and the Search for New Indicators”, Emerging Markets Review, No:1, s.236,2000.(Akt. Uygur, E., “Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri”, Türkiye Ekonomi Kurumu Tartışma Metni, 2001/1, Ankara: TEK, , s.14, 2001. 50 Ekonomide borç/öz-kaynak yapısı: Kriz ortamında bu değişkende önemli ölçüde bir yükselme beklenir. J.P.Morgan’ın Türk bankacılığını inceleyen raporuna göre, Türkiye ekonomisinin, kriz geçiren diğer ülkelerden borç/öz-kaynak çerçevesinde üç önemli farklılık gösterdiği söylenebilir:60 İlk olarak, borç/ öz-kaynak oranı G.Kore’de yüzde 400, Endonezya, Malezya ve Filipinler’de yüzde 150-200 ve Meksika’da yüzde 83 iken, Türkiye’de Eylül 2000 sonu itibariyle yüzde 40 dolayındadır. İkinci olarak, banka kredilerindeki artış sınırlı olmuştur. Banka kredileri, 1991-94 arasında Meksika’da reel olarak yüzde 89 artmıştır. Kriz geçiren Asya ülkelerinde de banka kredileri önemli ölçüde artış kaydetmiştir. Üçüncü olarak, krize giren ülkelerde çıkış için pek bir alternatif kalmamışken, Türkiye’de banka sisteminin işleyişini sürdürecek ve yeniden yapılanmasına olanak verecek ölçüde sağlıklı bir banka kesimi mevcuttur. Nitekim IMF Başkanı Horst Köhler, Türkiye’deki krizin temelinde iki unsura işaret etmektedir. İlk olarak bankacılık sisteminin kararlılıkla reforme edilmemesi; ikinci olarak, yabancı sermayeye ihtiyaç duyan bir ülkede, sermaye serbestçe hareket edebiliyorsa, siyasetteki krizler anında ekonomik krizlere yol açabilmektedir ve Türkiye’de de olan budur. Diğer göstergeler: Krizin öncü göstergeleri olarak bankacılık kesimi açık pozisyonunun döviz rezervine veya ihracat gelirine oranı, bankacılık kesimi kredi hacminin döviz rezervine oranı, para arzının (çeşitli tanımlar) döviz rezervine oranı, sermaye hareketlerindeki dalgalanma, kısa vadeli faizlerdeki dalgalanma, borsada yabancı sermaye hareketleri gibi faktörler de önemli ölçüde enformatik olabilmektedir. Finansal piyasalardaki baskının derecesini ölçmek için kullanılan ve faiz oranı, döviz kuru ve resmi döviz rezervindeki yüzde değişmelerin ortalamasını dikkate alan “finansal baskı endeksi” (FBE), Kasım sonu ve Aralık başında finansal piyasalarda önemli miktarda bir baskıya işaret etmektedir. Endeksin 60 J.P.Morgan, Turkish Banking Sector, 2001. 51 ortalaması 1, standart sapması da ortalamadan daha büyük örneğin 1.5 dolayında olduğunda, finansal baskıda kritik eşik aşılmış kabul edilmektedir. Ercan Uygur’a göre Türkiye bu bakımdan Kasımda kriz sürecine girmiştir.”61 Eren ve Süslü62 ise ekonomik kriz nedenlerini şu şekilde incelemişlerdir: Bunlar: • Makro ekonomik yapıda sürdürülemeyen durum, • Ters seçim ve ahlaki tehlikeler, • Finansal serbestleşme, • Sürü psikolojisi. Bu ekonomik kriz nedenlerini daha detaylı açıklamak için ayrı başlıklar verilmiştir. Bunlar: a- Sürdürülemeyen Makro Ekonomik Yapı Son yıllarda gelişmekte olan ülkeler büyümelerini dış kaynağa dayandırmışlardır. Ülke hükümetleri sınırlı sermaye kapasitesi, uzun süreli reform ihtiyacı ve dengesiz ekonomiden dolayı uluslar arası sermayeye yönelik politikalar uygulamaktadır. Bu sermayenin çekilebilmesi de faiz oranları ve döviz kuru üzerinde etkili para ve maliye politikaları ile olmaktadır. Bu politikaların amacı dış sermayeyi çekmek olduğu için ekonomi yöneticileri, kur kaybını minimize edip, faiz oranından olacak getiriyi alternatif yatırımlara göre yüksek tutmak için faiz oranlarını da yüksek tutmaktadırlar. 1990’lı yıllardaki deneyimler, yumuşak sabit kur izleyen ve sermaye hareketlerine açık olan gelişmekte olan ekonomilerde parasal krizlerin arttığını göstermiştir63. İzlenilen sabit kurda hedeflenen orana olan güven, politik ba62 61 Toprak, M., a.g.m., s.6-7. 62 Eren, A., Süslü, B., a.g.m 63 Yağcı, Fahrettin, “Choice of Excahnge Rate Regimes For Developing Countries”, World 52 şarısızlıklardan, arz/talep kaynaklı sıkıntılardan, finansal sektörün zayıflığından, düşük yatırım seviyesinden ve borçların artmasından yara alır. Sabit kur politikası ve yüksek faiz oranıyla uluslar arası sermaye ülkelere çekilmeye çalışılır. Ancak aşırı kısa vadeli borçlanma, varlık fiyatlarını reel ekonomiden kopuk bir şekilde şişirmeye başlar. Mali birikim zamanla reel birikimden ayrılmaya ve kendi kendini sürdürebilme kapasitesini yok etmeye ve böylece finansal sektörü zayıflatmaya başlar64. Sabit kurdan dolayı sermaye akımlarının arındırılamaması reel kuru aşırı değerli hale getirir. Piyasanın bozulduğunu ve dövizden kayba uğramaya başlayan yabancı yatırımcı, hızla yurt dışına çıkar. Bu hedeflenen büyüklüklerin değişmesi anlamına gelir. Böylece program çöker ve ülke krize sürüklenir. Sabit döviz kuru politikası yerine uygulanacak esnek kur politikasının, finansal krizleri absorbe yeteneğinin olmasına karşılık, istikrarı bozma riski de yüksektir65. Buna karşılık sabit döviz kuru sisteminde de temel sorun, sabit kurdan “çıkış zamanını” iyi tespit etmektir. Bunun için en iyi zaman merkez bankası tarafından hedeflenen net döviz pozisyonunun gerçekleştiği ve bu konuda en üst noktaya ulaşıldığının algılandığı andır66. b- Ters Seçim ve Ahlaki Tehlikeler “Genelde bankaların kredi müşterileri arasında asimetrik bilgi problemi vardır. Bankalar güvenli borç alıcılar ile güvensiz borç alıcıları ayırt edemezler. Bankacılık sektörü iyi müşteri ile kötü müşteriyi birbirinden ayıramadığından bütün müşterilerine yüksek faiz uygular. Bu tür uygulama sonucunda Bank Africa Region Working Paper, Number16, s.16 64 Arın, Tülay, İktisat İşletme Finans Dergisi, Ekim 2001, s: 10 65 Fisher, Stanley, “Excange rate regimes. Is The Biopolar View Correct”, www.Imf.org, (31-10-01),s:6-7 66 Fisher, Stanley, “Maintain Price Stability”, The Region, www.minneapolisfed.org. (1501-01), s:7-8 53 ters seçim ortaya çıkar67. Kötü müşteri bu yüksek faizi karşılamaya istekli olur. Böylece geri dönmeyen kredilerin oranı artar. Kredi riskine sahip olanlar, kredi alabilmek için daha istekli ve ısrarcı olurlar. Bu tutumları sonucu krediyi alan bu kesim olur. Ahlaki tehlike günümüz finansal krizlerin en önemli nedenidir. Ahlaki tehlike finansal kurumların “nasıl olsa kurtulacağım” inancından doğmaktadır. Bu terim işlerin kötü gitmesi halinde bedeli ödeyecek olan başkası ise, riski alacak kişinin, alacağı riskin ne kadar olacağına karar vermesi gereken her durum için kullanılır.68 Finans kesimdekiler, başlarına bir şey gelirse hükümetin kendilerini kurtarmak zorunda olduğunu bildiklerinden her türlü riskli pozisyonları almaya başlar. Açık pozisyonlar artarak yabancı yatırımcı için kriz beklentisinin doğmasına neden oluyor. Ahlaki tehlike, tasarruf sahiplerinin, bankaların devlet güvencesinde olduğu mantığı ile mevduatları izlememesi ve bu konuda tedirginlik duymaması ile de iyice artmaktadır. Böylece bankalar devlet güvencesi altında riskli projeleri destekleyerek ekonomiyi genel bir krize sokarlar.69 Ahlaki tehlike sadece bankacılık sektöründen kaynaklanmaz, aynı zamanda kamudan da kaynaklanabilir. Gelişen ülkelerin dış kredilere (özellikle IMF kredilerine) güvenerek yüksek maliyetli yapısal tedbirleri almamaları kamunun ahlaki tehlikesini yansıtır. c- Finansal Serbestleşme Son yıllarda yaşanan finansal krizlerin belki de en temel sebebi sermaye hareketlerinde yaşanan sınırsız serbestleşmedir. Yoğunlaşan küreselleşme çabaları, sermaye hareketlerinin geleneksel (doğrudan yatırım) işlevlerinin değişmesine neden olmuştur. Kısa vadeli spekülatif bir hal alan sermaye ha67 Romer, David, Advanced Macroeconomics, THE Macgraw-Hill, NewYork,1996, s.378-379. 68 Krugman, Paul Krugman, Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü, çev: Neşenur Domaniç, Literatür Yayıncılık, İstanbul: 2001, s.69-71. 69 Mishkin, F., a.g.m. 54 reketleri, resmi kanallardan özel kanallara inerek ülke ekonomileri üzerinde son derece büyük oynaklıklara neden olmaktadır. Gelişen bir ekonominin, gerekli makro ekonomik şartları (denk bütçe, fiyat istikrarı, adil bir gelir dağılımı, katma değeri yüksek olan malların üretimi, denetimli bankacılık kesimi, derinliği olan finansal kesim, reel büyümeyi sağlayan bir ekonomik yapılanma) sağlamadan, finansal serbestleşmeye geçmesi, ülkeye yarardan çok zarar getirebilmektedir. Uzun dönemli sermaye hareketlerinden yararlanmak isteyen bir ekonominin istikrarlı bir reel büyüme oranına sahip olması gerekmektedir. Yapısal ve kurumsal zayıflıklar taşıyan bir ekonomide sermaye hareketlerini etkileyecek imkânlar sınırlı olduğu için, kısa vadeli sermaye akımları, ancak yüksek faizler sunularak cezp edilmeye çalışılır70. Bu durum da kriz riskini artırır. Bir yazarın da belirttiği gibi krizler, finansal dengeleri bozuk, finansal kurumları zayıf ve piyasaları sığ, sanayisi ve tarımı düşük verimli bir ekonominin, artan küreselleşmeye tepkisi olarak sık sık ortaya çıkmaktadır71. Kısa vadeli sermaye bir ülkeye faiz arbitrajından yararlanmak üzere gelip yüksek reel faize yönelerek, kısa vadede aşırı kar sağlarken, ulusal paranın aşırı değerlenmesine de neden olmaktadır. Dışa bağımlı yapay bir büyüme ortamı yaratan reel faiz ile döviz kuru arasındaki dengeleri bozan bu ortam, sonuçta bir krize neden olabilmektedir. Kriz ortamına girilince, merkez bankalarının para otoritesi işlevleri giderek kısıtlanmakta ve böylece ulusal para kontrolden çıkmaktadır72 Kısa vadeli sermaye hareketleri sonucunda finans piyasaları, genellikle kaynakların risk ve kazançlarını doğru yansıtma, tasarruf ve yatırımları dengeleme gibi geleneksel işlevlerden uzaklaşarak, aşırı oynak değerlerden para kazanmaya çalışan kurumlar haline gelmektedir. Bu oynaklık istikrarsızlığı da beraberinde getirmektedir. 70 Akyüz,Yılmaz,“Küreselleşme ve Kriz”, İktisat İşletme Finans Dergisi, Mayıs 1995, s.14. 71 Kazgan, Gülten, “ Küreselleşmiş Dünyada Küreselleşen Türkiye’nin Krizleri”, İktisat Dergisi, Şubat- Mart 2001,s.26. 72 Yeldan, Erinç, Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi, İletişim Yayınları İstanbul: 2001, ss.23-24. 55 d- Sürü Psikolojisi Ekonomik büyüklükleri sürekli kötüye giden bir ülkenin krize girmesi doğaldır. İktisadi birimler ülke ekonomisi ile ilgili bu bilgileri rasyonel olarak değerlendirdiğinde spekülatif ataklar krizi tetiklemektedir. Fakat ülke ekonomisinin verileri normal olduğu halde, iktisadi birimlerin bu bilgileri rasyonel şekilde kullanmamaları da, (yani ekonomide bir bozukluk varmış gibi hareket etmeleri de) krizin bir başka nedeni olmaktadır. Burada krizin çıkmasına veya spekülatif atak olmasına neden olan sürü psikolojisidir. Finansal piyasalarda herkes birbirinin ortalama fiyatını tahmin etmeye çalıştığından iktisadi birimler diğer iktisadi birimlerin ne yaptıklarına dikkat ederler. Örneğin Latin Amerika krizlerinde iktisadi birimlerin, ekonomik göstergelere göre değil sadece diğerleri öyle yapıyor diye borç verdikleri ortaya çıkmıştır.73 Durum böyle olunca ekonominin iyi ya da kötü dengesi iktisadi beklentilere bağlı olmaktadır. Bu tür krizlerde kritik nokta para ve maliye politikalarının sonuçları değil, bu politikaların iktisadi birimler tarafından nasıl algılandığı önemlidir. Bütün iktisadi birimler aynı anda aynı bilgiye sahip olmadığından, diğer iktisadi aktörlerin davranışlarını izlerler. Örneğin bir spekülatörün otoritelerinin veya bankaların mali durumlarıyla veya kararlarıyla ilgili önemli bir bilgiye sahip olduğunu varsayalım. Buna bağlı olarak portföyünde bir değişmeye giderse, diğer yatırımcılar da bu spekülatörün kendilerinin bilmediği bir bilgiye sahip olduğunu düşünüp, aynı eğilimi gösterirler. Belli bir süre sonra bu katlanarak devam eder. Bu tür bir eylem sürü psikolojisi olarak adlandırılmaktadır. Yukarıda belirtilen etkenlerin hepsinin özellikle son yıllarda başta Türkiye olmak üzere çeşitli ülkelerde yaşanan finansal krizlerde rol oynadıkları bilinmektedir. Şimdi, buraya kadar verilen teorik bilgilerin ışığı altında Türkiye’de yaşanan finansal krizin ortaya çıkış nedenlerini ve gelişimini incelemeye çalışalım.”74 73 Akyüz, Y. a.g.e, s.14. 74 Eren, A., Süslü, B., a.g.m. s.2-7. 56 Asimetrik enformasyon teorisi kapsamında ekonomik krizi incelemiş olan Mishkin, ahlaki tehlike, ters seçim gibi kavramları da göz önüne alarak finansal krizlere görünürde yol açan faktörleri başlıca dört kategoride toplamaktadır: 75 1) Faiz oranlarının artması, 2) Belirsizliklerin artması, 3) Aktif piyasasının bilânçolar üzerindeki etkileri ve 4) Bankacılık sektöründeki problemler. Bu kriz sebeplerine ilaveten Aktan’ın sadece ekonomik sebepler değil ekonomi dışı olağanüstü olaylar da ekonomik krize sebep olabilir şeklindeki görüşü bulunmaktadır. Bu görüşe göre “Ekonomik krizler, reel ve finansal sektörlerde arz fazlalığı veya talep daralmasından kaynaklanabilir. Gerek arz, gerekse talep krizinin ortaya çıkmasının çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Ekonomik krizler, organizasyon dışı konjonktürel nedenlerden kaynaklanabileceği gibi organizasyon içi nedenlerden de kaynaklanabilir. Ekonomik krizlerin nedeni, her zaman ‘ekonomik nedenler’ olmayabilir. Örneğin, ülke düzeyinde ortaya çıkan bir doğal afetlerde (deprem, yangın, sel baskını… vb.) ekonomik kriz nedeni olabilir.” 76 Ancak, Aktan’ın belirtmiş olduğu bu sebepler ekonomik krizin özellikleri açısından kriz özelliğinden çok sorunlu dönemlerin sürmesi şeklindedir. Bu belirtilen sebeplerin krize sebep olabilmesi için ekonomik durumun diğer bileşenlerinin de kötü olması gerekir. Dolayısıyla tek başına belirtilen ekonomi dışı unsurlar kriz oluşturmaz. Bu konuda örnek olarak ABD’de yaşanan fırtınalar gösterilebilir. Yıkıcı ve ağır kayıplar oluşturmasına rağmen, ABD ekonomisi için çok büyük bir yük getirmediğinden ve ekonomik durum güçlü olduğundan kriz oluşturmamaktadır. Bu şekildeki sel, fırtına gibi ekonomi dışı unsurlar Hindistan gibi Güneydoğu Asya ülkelerini vurmaktadır. Fakat 75 Mishkin, Frederich S., The Economics of Money, Banking and Financial Markets, 8 bsk., The Addison-Wesley Y., Boston, 2001. 76 Aktan, C, Şen H., a.g.m. 57 etkileri kısa süreli olduğundan ve bir süreci takip etmediği için ilgili ülkelerde ekonomik kriz oluşumuna sebebiyet vermemektedir. Ancak, arka arkaya çok sayıda ekonomi dışı unsurun meydana gelmesi kırılganlığı artırıp, makro ekonomik durumu sarsacağından kriz oluşturabilir. Yukarıda belirtilmiş olan ekonomik kriz sebeplerinin yanı sıra, bazı yazarlara göre ve yaşanan kriz tecrübelerine göre kriz sebepleri şu şekilde yorumlanabilmektedir. Sachs’a göre “Gelişmekte olan ülkelerde finansal krizler çoğunlukla, mali savurganlıklar, yanlış döviz kuru politikaları, uluslararası finansal şoklar, zamansız ve asgari koşullar oluşturulmadan yapılan finansal liberalizasyon uygulamaları ve yurtiçi bankacılık sektöründeki zayıflıklar nedeniyle ortaya çıkmaktadır.”77 Süslü ve Bora’yı destekleyen başka birbirine yakın iki araştırma ise Eichengreen ve Bordo78; Demirgüç ve Detragiache 79’den gelmiştir. Eichengreen ve Bordo’nun 1975-1997 yıllarını kapsayan 21 gelişmiş ve gelişmekte olan ülke üzerine yaptıkları çalışmada, bankacılık sistemi, krizlerin temel nedeni olarak değerlendirilmiştir. Demirgüç ve Detragiache’nin yaptığı kesit veri analizinde 65 gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeyi içeren çalışmada Eichengreen ve Bordo (1999) ile benzer sonuçlar elde edilmiştir. Ayrıca bu çalışmada bankacılık sistemindeki yetersiz düzenleme ve denetim ile makro ekonomik dengesizliklerin bankacılık krizindeki önemi vurgulanmıştır. 77 Sachs, J.D., “Alternative Approaches to Financial Crises in Emerging Markets”, in Capital Flows and Financial Crises (Ed.), Miles Kahler, Cornell University Press, Ithaca New York, 243-262,1998. 78 Eichengreen, B and Bordo, M., “Is Our Current International Economic Environment nusually Crisis Prone?” www.rba.gov.au/PublicationsAndResearch/Conferences/1999/ Bordo Eichengreen. pdf. 79 Demirgüç, Aslı ve Detragiache Enrica, “The Determinants of Banking Crises: Evidence From Developed and Developing Countries”, IMF Working Papers, 4325:1-25,1997. 58 Işık, Duman ve Korkmaz’ın derlediği ekonomik kriz nedenleri ise şu şekildedir: “Kregel80 1997 Güneydoğu Asya krizi ile Latin Amerika ülkelerinde 80’li ve 90’lı yıllarda görülen krizlerin nedenlerinin birbirinden farklı olduğunu ileri sürmektedir. Kregel’e göre Latin Amerika ülkelerinde 80’li ve 90’lı yıllarda ortaya çıkan krizlerin temel nedeni aşırı bütçe açıkları ve ödemeler bilançosu sorunlarıdır. Güneydoğu Asya krizi ise büyük ölçüde kısa vadeli spekülatif sermaye hareketlerinden kaynaklanmaktadır. Uluslararası sermaye hareketlerinin olumlu konjonktüründe Asya ülkelerinde ortaya çıkan aşırı piyasa iyimserliği risk algılamalarını azaltmış ve bankacılık sisteminde aşırı kredi artışına neden olmuştur. Öte yandan Asya ülkelerinde olumlu bekleyişlerin tersine dönmesiyle borç-deflasyon süreci yaşanmaya başlanmıştır. Alves, Ferrari ve Paula81’nın Brezilya için yaptıkları bir çalışmada ise 19981999 para krizinin sermaye hareketlerinin tamamen serbest olduğu koşullarda hükümetin döviz kurunu savunabilirliği ve dış yükümlülüklerin sürdürülebilirliği üzerindeki güven eksikliğinden kaynaklandığı ileri sürülmektedirler. Gavin ve Hausman 82’nın yaptığı analizde borç miktarındaki artışın krizlerin ortaya çıkmasındaki önemini vurgulamışlardır. Buna göre, borç miktarındaki artış Latin Amerika’daki krizlerin temel nedenidir. Daha sonra Kaminsky aynı analizi örneklem büyüklüğünü genişleterek yapmış, bankacılık krizleri ile aşırı kredi genişlemesi arasında pozitif bir ilişki bulmuştur. Bu sonuçlar 80 Kregel, J., “Yes, “It” Did Happenth Again-A Minsky Crisis Happened in Asia”, Levy Institute: Conference Proceedings: 8 Annual Hyman P. Minsky Conference of Financial Structure (The Fragility of The International Financial System: Options for Policy) Working Papers 234,1998. 81 Alves, A. J, Fernando Ferrari ve Luiz-Paula, F. R., “The Post Keynesian Critique of Convertional Currency Crisis Models and Davidson’s Proposal to Reform the International Monetary System”, Journal of Post Keynesian Economics, 22, 2: 207-225,1999-2000 82 Gavin, Michael ve R. Hausman, “The Roots of Banking Crises: The Macroeconomic Context” Banking Crises in Latin America R.Hausman and L.R.Saures (ed.):27-63,1996. 59 bankacılık sisteminin kırılgan yapısının krizlerin temel nedenlerinden birisi olduğunu ileri süren görüşleri destekler niteliktedir. Chang ve Velasco83’nun yaptığı çalışmada ise finansal krizlerin banka paniğinin yan etkisi olduğu ileri sürülmektedir. Chang ve Velasco’ya göre merkez bankası kapalı bir ekonomide en son kredi mercii olarak davranarak bu krizleri önlerken sabit döviz kuru politikası uygulayan açık bir ekonomide uluslararası rezervlerin sınırlı olması nedeniyle krizleri önleyememektedir.” 84 3.2.2 Ekonomik Krizlerin Oluşumu “Kısa dönem finansal krizler birçok durumda yabancı kısa vadeli fonların ülkeyi hızla terk etmeye başlaması sonucunda döviz kurunda, faiz oranlarında ve enflasyon oranında anî sıçramalarla finans piyasalarında başlamakta ve kısa sürede üretim ve yatırım düzeyinde azalma gibi reel sektör etkileri göstermektedir. Ayrıca, bir ülkedeki kriz, başta bu ülkenin yakın ekonomik ilişkiler içinde olduğu ülkeler olmak üzere diğer ülkeleri de etkilemektedir. Bu ülkelerin bu etkilere karşı geliştirdikleri savunma mekanizmaları da krizin ilk başladığı ülkede ihracat daralması, uluslararası finans piyasalarında artan tedirginlik gibi yollarla mevcut olumsuzlukları daha da artırıcı yönde etkili olmaktadır. Krizin etkileri, daha sonra işgücü piyasalarına, sağlık, eğitim ve sosyal yardım kalemlerindeki kısıntılar yoluyla bütçe harcamalarının miktar ve bileşimine ve giderek yoksulluk ve gelir dağılımına ilişkin göstergelere doğru yaygınlaşmaktadır.”85 Şenses ve Koyuncu’nun krizlerin ortaya çıkışını anlatan çalışmasında krizlerin yabancı sermayenin ülkeyi terk etmesiyle başladığı belirtilmiş; ancak 83 Chang R. ve Andres Velasco, a.g.m. 84 Işık, Duman ve Korkmaz, a.g.m. 85 Koyuncu, Murat ve Şenses Fikret, (Ekim 2004), “Kısa Dönem Krizlerin Sosyoekonomik etkileri: Türkiye, Endonezya ve Arjantin Deneyimleri” ERC Working Papers in Economics 04/13, http://www.erc.metu.edu.tr/menu/sayfa.php?icerik=04_13&lang=eng&nav= yes (18/11/2008). 60 bunun öncesinde iç ve dışta ne gibi ekonomik faktörlerin yabancı sermayeyi çıkış yönünde etkilediği belirtilmemiştir. Bu açıdan, yabancı sermayenin çıkışına küresel bir dalgalanma, ulusal bazda oluşmuş siyasi, ekonomik, hukuki veya sosyal bir problemi neden olarak gösterebiliriz. Bu sermaye çıkışından sonra ise döviz kurunda, faiz oranlarında, enflasyon oranlarında gerçekleşen değişikliklerin üretim ve yatırım düzeyini etkilemesi ise krizin çıkış sebebi olarak gösterilmektedir. Toprak86 gelişmiş bir ülke örneği olarak ABD, gelişmekte olan ülke örneği olarak Latin ülkeleri ve Doğu Asya ülkelerini örnek alarak bir krizin oluşumunu şu şekilde belirtmektedir: “Gelişmiş bir ülke örneği olarak ABD krizleri alınabilir. ABD’de meydana gelen finansal krizler, genelde şu süreci izlemektedir: Bankaların bilânçolarında kötüleşme, faiz oranlarında yükselme, borsada düşüş ve belirsizlikteki artış faktörleri, ters seçim ve ahlaki tehlikeye yol açmaktadırlar. Ekonomik faaliyetteki düşüş, banka paniklerine neden olmakta; bu da yine ters seçim ve ahlaki tehlikeyi artırmaktadır. Ekonomik faaliyet hacmi düşmeye devam etmektedir. Fiyat düzeyinde beklenmeyen düşüşler meydana gelmekte ve yine artan ters seçimi ve ahlaki tehlikeyi ekonomik faaliyetlerdeki düşüş izlemektedir. Gelişmekte olan ülkelerde meydana gelen krizlere Latin krizleri örnek olarak alınabilir. Latin ve Doğu Asya finansal krizlerinin izlediği sürecin aşamaları şu şekilde sıralanabilir: Banka bilânçolarında kötüleşme, faiz oranlarında artış, borsada düşüş ve belirsizlikte artış faktörlerinin sonucu olarak ters seçim ve ahlaki tehlike artmakta; döviz krizi meydana gelmekte; bu da ters seçim ve ahlaki tehlikeyi daha da artırmakta ve ekonomik faaliyet düzeyini düşürmektedir. Bunu bankacılık krizi izlemektedir. Ters seçim ve ahlaki riskin iyice artması sonucu ekonomik faaliyet daha da kötüleşmektedir.” 86 Toprak, Metin, Yükselen Piyasalarda Finansal Kriz, Yeni Türkiye Dergisi, Ekonomik Kriz Özel Sayısı, Sayı 42, Kasım-Aralık 2001, s. 854-889, Ankara, 2001 61 ters seçim ve ahlaki artmakta; krizi meydana gelmekte; bu dariskin ters düşürmektedir. Bunutehlike bankacılık krizi döviz izlemektedir. Ters seçim ve ahlaki seçim ve ahlaki tehlikeyi dahafaaliyet da artırmakta ve ekonomik faaliyet düzeyini iyice artması sonucu ekonomik daha da kötüleşmektedir.” düşürmektedir. Bunu bankacılık krizi izlemektedir. Ters seçim ve ahlaki riskin Tablo 2: Gelişmekte olan ülkelerde izlediği yol iyice artması sonucu ekonomik faaliyetfinansal daha dakrizlerin kötüleşmektedir.” Tablo 2: Gelişmekte olan ülkelerde finansal krizlerin izlediği Finansal krize yol 87 87 ilk etkiyi Banka bilançolarında Finansal yapan krize ilk etkiyi faktörler yapan Faiz oranlarında Borsada Belirsizlikte kötüleşme yükselme artış Tablo 2: Gelişmekte olan ülkelerde finansaldüşüş krizlerin izlediği 87 yol Banka bilançolarında kötüleşme faktörler Faiz oranlarında Borsada yükselme düşüş Ters seçim ve ahlaki tehlikede artış oluyor Belirsizlikte artış Ters seçim vemeydana ahlaki tehlikede Döviz krizi geliyor artış oluyor Ters seçim ve ahlaki tehlike artış oluyor Döviz krizi meydana geliyor Ekonomik faaliyette düşüş oluyor Ters seçim ve ahlaki tehlike artış oluyor Bankacılık krizi çıkıyor Ekonomik faaliyette düşüş oluyor Ters seçim ve ahlaki tehlikede artış oluyor Bankacılık krizi çıkıyor Ekonomik faaliyette düşüş oluyor Ters seçim ve ahlaki tehlikede artış oluyor Ekonomik faaliyette oluyor Bankacılık finansal krizlerinin ekonominin reeldüşüş kesimini de ciddi biçimde et87 Mishkin, Frederich S., The Economics of Money, Banking and Financial Markets, 6 bsk., The kilemesinin önemli bir nedeni, firmalar sektörünün faaliyetlerinde önemli ölAddison-Wesley Y., Boston, s.206,2001. çüde bankacılık kredilerine dayanmasıdır.8889 Finansal aracılar ve para krizle87 Mishkin, Frederich S., The Economics of Money, Banking and Financial Markets, 6 bsk., The Addison-Wesley Y., Boston, s.206,2001. arasındaki etkileşim, genelde bankacılık sistemi çerçevesinde incelenmek- 47 87 ri tedir.89 Buna göre, bütün bir bankacılık sisteminin çöküşü mudi paniğinden kaynaklanabilmektedir. Bankacılık kesimi, ahlaki tehlike yoluyla para krizlerine yol açabilmektedir. Özellikle devletin banka yükümlülüklerine kefil olması sonucu bankaların ahlaki zafiyetle ‘kötü’ ödünç vermeleri mümkün olabilmektedir. Bu da eninde sonunda bütün sektörün zarar etmesine neden olmakta ve yabancı ödünç 87 Mishkin, Frederich S., The Economics of Money, Banking and Financial Markets, 6 bsk., The Addison-Wesley Y., Boston, s.206,2001. 88 Piti Disyatat, Currency Crises and the Real Economy: The Role of Banks, IMF Working Paper, WP/01/49, 2001. 89 R. Chang ve A. Velasco, Financial Crises in Emerging Markets: A Canonical Model, NBER Working Paper 6606, 1990; J.A. Chan-Lau ve Z.Chen, “Financial Crisis and Credit Crunch as a Result of Inefficient Financial Intermediation-with reference to the Asian Financial Crisis”, mimeo, IMF Research Department, 1998. 62 47 vericiler de fonlarını çekmektedir.90 Bu süreci ilk vurgulayanlar P. Krugman, C. Pesenti ve N. Roubini’dir. Dünya Bankası’nın bir raporuna göre,91 bankaların kötü ödünçleri, resesyonların ve paraların değer yitirmesine eşlik eden krizlerin sonucudur. Bankacılık sektörünün sağlıklılığı bakımından, paraların büyük değer aşınmaları ve makro ekonomik performansın etkileşimi daha önemlidir.92 Yukarıdaki Tablo 2’den de incelendiği gibi bir krizin oluşumu belirli finansal, sektörel, yabancı sermaye ve mali sebeplerden dolayı ortaya çıkmaktadır. Bu ekonomik durumu, politik, uluslar arası ve diğer unsurların tetiklemesiyle kırılganlık ve bozulma artmakta ve kriz kaçınılmaz olmaktadır. Dolayısıyla, iktisadi literatürde krizi bir anda olup biten bir olay olarak değil bir sürece yayılmış olgu olarak ele almak daha doğru olacaktır. Bu çalışmada da kriz tanımları, kriz çeşitleri ve kriz oluşumu incelenerek bu ekonomik kriz süreci gösterilmeye çalışılmıştır. 90 Krugman, P, 1998, “Currency Crises”, mimeo, Department of Economics, MIT; G., Corsetti, P.Pesenti ve N.Roubini, “What Caused the Asian Currency and Financial Crisis”, mimeo, 1998. 91 World Bank, East Asia: The Road to Recovery, Washington, D.C., 1998. 92 Piti Disyatat, a.g.m. 63 İKİNCİ BÖLÜM ÜLKELERİN EKONOMİK KRİZ TECRÜBELERİ Bu bölümde birinci bölümde nedenleri, çeşitleri ve oluşumlarıyla açıklanan ekonomik kriz örnekleri incelenecektir. Birinci bölümde de belirtildiği gibi, farklı türlerde krizler olmasına rağmen, bu krizler arasında yapısal veya şekil olarak bir korelasyon vardır. Yaşanan krizlerin incelenmesinden görülecektir ki bir para krizi bankacılık krizine; bir bankacılık krizi sistemik finansal krize veya dış borç krizine dönüşebilmektedir. Ancak gerek küreselleşme sonucu oluşan yayılma etkisi gerekse ülkelerin iç dinamiklerinden kaynaklanan etkilerden dolayı bir ülkede yaşanan kriz diğer ülkelerde de görülse, krizlerin de kendi içinde farklılıkları bulunmaktadır. Yaşanan ekonomik krizler bazı yönlerden birbirinden ayrılmaktadır. Örneğin, Kregel93’e göre 1997 Güneydoğu Asya krizi ile Latin Amerika ülkelerinde 80’li ve 90’lı yıllarda görülen krizlerin nedenleri birbirinden farklıdır. Kregel’e göre Latin Amerika (Meksika, Brezilya… vb.) ülkelerinde 80’li ve 90’lı yıllarda ortaya çıkan krizlerin temel nedeni aşırı bütçe açıkları ve ödemeler bilânçosu sorunlarıdır. 93 Kregel, J., a.g.e. 65 Güneydoğu Asya krizi ise büyük ölçüde kısa vadeli spekülatif sermaye hareketlerinden kaynaklanmaktadır. Yay ve Yılmaz’a94 göre ise 1990’lı yıllardaki Meksika krizi bir aşırı tüketim krizi; Güneydoğu Asya krizi ise bir aşırı ve yanlış yönlendirilmiş yatırım krizidir. Bu nedenle, bu bölümde ekonomik krizlerin yoksulluk üzerindeki etkilerini somut olarak gösterebilmek için diğer krizlerin de özelliklerini taşıyan ama diğerlerine göre etkileri, uygulanan politikaları daha belirgin olarak görülmüş ülke kriz örnekleri seçilmiştir. Bu krizler: bir Güneydoğu Asya Krizi örneği olarak Endonezya ekonomik krizi örneği ve Kasım 2000 ve Şubat 2001 Türkiye ekonomik krizi örneğidir. Bu kriz tecrübeleri de seçilirken bize krizler hakkında ve uygulanan politikalar hakkında daha fazla bilgi verebilecek nitelikte olanları seçilmiştir. Özellikle Endonezya örneği ile Arjantin örneğinin seçilmesi esnasında şu hususlar ön plana çıkmıştır: Kriz sonrası yoksulluğu azaltmaya yönelik uygulanan politikaların Arjantin uygulamalarına göre Endonezya’da daha başarılı olması ve kriz öncesi yoksulluğu azaltmaya yönelik gerçekçi politikaların Arjantin’e göre Endonezya’da daha etkin olmasıdır. Diğer Doğu Asya ülkelerine göre ise Endonezya’nın seçilme sebebi bilginin ülkemiz açısından da faydalı olması açısından Endonezya ülke örneğinin Türkiye örneğine yakın bir ekonomik ve sosyal durumunun olmasıdır. 1. 1997 Güneydoğu Asya Krizi Örneği: Endonezya Krizi Güneydoğu Asya ekonomik krizi özel sektör odaklı bir kriz olması ve kriz sebepleri yönünden diğer krizlerden ayrılmaktadır. Türkiye (1994), Rusya (1998) ve Brezilya’daki krizlerin aksine birçok Asya ülkesinde mali pozisyon sağlamdı ve kamu sektörü borcu düşük düzeylerdeydi. Üstelik cari hesap açıklarıyla ölçülen dış dengesizliklerin arkasındaki itici güç, Meksika’da (1994) olduğu gibi aşırı tüketim değil, sürdürülemez bir yatırım patlamasıydı95 Bu kriz bir sermaye hesabı kriziydi. Diğer taraftan 1980’ler ve 1990’lar94 Yay, Turan, Gülsün Gürkan Yay ve Ensar Yılmaz, Küreselleşme Sürecinde Finansal Krizler ve Finansal Düzenlemeler, İstanbul Ticaret Odası Yayınları, No: 2001-47, İstanbul,2001. 95 IMF , a.g.e., 2002. 66 daki diğer güven krizlerinin aksine bu krizin kökeninde yatan sebepler yapısaldı: Zamansız finansal sektör liberalizasyonu, zayıf idare ve özel sermaye akımlarını yönetmede politika hataları. Krizin bir diğer önemli karakteristiği finansal yayılmanın esas olarak bölgesel olması ve bunun da bölgesel çözümleri gerektirmesiydi.96 Söz konusu kriz ile ilgili olarak hazırlanan bir çok rapor kısa vadeli borcun rolüne vurgu yapmaktadır. Etkilenen ülkelerin dış borçları özel bir durum arz ediyordu. Bunların büyük bir kısmı kısa vadeliydi ve yabancı alacaklılar panikledikleri ve verdikleri kısa vadeli kredilerin vadesini uzatmayı reddettiklerinde krizler çıktı.97 Güney Doğu Asya ülkelerinin kriz öncesi diğer kriz yaşamış ülkelere göre sağlamlığı göreceli olarak bölge ülkeleri içinde daha güçlü olan Hong Kong gibi ülkeler için de krizi rahat atlatmasını sağlamıştır. Bu çalışmada yoksulluğu azaltmaya yönelik politikalar olan sosyal politikaların Güney doğu Asya ülkelerinde de uygulandığını gösterir örnekler sunulacaktır. Bu kriz öncesi tedbirlerin yoksulluğun krizle derinleşmesini azalttığını örnek ülkenin incelenmesinden anlaşılacaktır. Endonezya krizini incelemeden önce Güneydoğu Asya krizinin diğer devletlerde nasıl ortaya çıktığı, bölgesel bir kriz olması dolayısıyla ortak noktalarının neler olduğunun belirtilmesinde fayda olacağı düşünülmektedir. Bu sebeple, öncelikle Güneydoğu Asya ülkelerindeki kriz öncesi durum, ekonomik konjonktür ve gelişme ve büyümelerine yönelik bilgiler kısaca verilecektir. Bu çalışmada, özellikle belirtilmek istenen hususlardan birisi olan kriz sonrası yoksulluğun azaltılması yönündeki politika ve faaliyetlerin yanı sıra, kriz öncesi yoksulluğu azaltan sebeplere de önem verilmesi gerektiği ve politikalar geliştirilmesi gerektiğini, örnekleriyle göstermek için 1997 Güneydoğu Asya krizinin öncesinde Güneydoğu Asya’daki durum ve uygulanan politikalardan kısaca bahsedilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir. 96 RANA, P.B., Monetary and Financial Cooperation in East Asia: The Chiang Mai Initiative and Beyond, ERD Working Paper Series, No. 6, 2002. 97 Chang R. and A. Velasco, Liquidity Crises in Emerging Markets: Theory and Policy, NBER Working Paper Series, 7272, July 1999. 67 1.1. 1997 Krizi Öncesi Doğu Asya Ülkelerinin Ekonomik Durumu Ekonomistler Güneydoğu Asya Ülkelerinin çok kötü bir ekonomik durum ve yüksek düzeydeki yoksulluktan 1990’ların sonlarına kadar ortalama %8-9 luk bir büyümeyle endüstrilerinde lokomotif durumuna gelmelerini şaşkınlıkla izlemişlerdir. Samsung, Hyundai gibi dev şirketler ortaya çıkaran planlama dönemine 1960’larda Türkiye ile başlayan, 1953’te Kuzey Kore ile yıkıcı ve yoksulluğa sebep olmuş bir savaştan çıkan Güney Kore’nin yoksulluğu yenmiş ve parlak bir ekonomiye sahip bir ülke haline gelmesi farklı bir durum olarak iktisatçıların dikkatini çekmiştir. Doğu Asya Ülkeleri üzerine bu sebeple değişik ekonomik modeller ortaya atılmıştır. Doğu Asya Krizine kadar 1. nesil ve 2. nesil kriz modelleri bulunmakta iken Doğu Asya Krizi ile yeni bir ekonomik kriz modeli tasarlamanın gerekliliği ortaya çıkmıştır. Paul Krugman98 bu yönde ilk Doğu Asya Krizini açıklamaya çalışan iktisatçılardandır. Doğu Asya Ülkeleri olarak ilk akla gelen Güney Kore, Hong Kong, Tayvan ve Singapur, birlikte dünya ekonomisinde hızlı ve atak ekonomik büyümeleri nedeniyle “dört kaplan” olarak bilinmektedir. Diğer “kaplan” ekonomiler Japonya, Malezya, Endonezya ve Tayland’dır.99 Bunların da her birisi çok kısa sürede büyük refah artışları yaşamıştır. Toprak, Doğu Asya ülkelerinin büyümesini değişik sebeplere bağlamaktadır. Toprak’a göre “Asya ekonomilerinde bürokratlar belirli endüstrilerin geliştirilmesinde öncü rol oynamakta, teşvik edilen sektörlere vergi kolaylıkları tanımakta ve parasal teşvikler vermektedir. Asya bölgesinde serbest piyasanın yol göstericiliğinin yerini, önemli ölçüde bürokratik ve politik tercihler ve kararlar almıştır. Politika belirleyiciler, yatırımları yüksek büyüme potansiyeline sahip endüstrilere kanalize etmişlerdir; çünkü kendi haline bırakıldığında bunlar yüksek riskli olarak görülebilirler.” 100 98 Paul Krugman, “Saving Asia”, Time .Int, 7 September 1998, s.6. 99 Toprak, M., a.g.m. 100 Butler, Steven, “New Attitudes in Asia.”, U.S. News & World Report, 29 Aralık 1997/5 Ocak 1998; Mark Clifford, Troubled Tiger: Businessmen, Bureaucrats and Generals in South Korea, M.E. Sharpe: Armonk, N.Y., 1997; Stephen Roach, “Asia May Pinch Us Yet”, New York Times, 24 Şubat 1998. 68 Bürokratların yanı sıra Asyalı politik liderler de yurtiçi endüstrileri uluslararası rekabetten korumak için, tarifeler ve diğer önlemleri uygulamışlardır. Böylece uluslararası piyasalarda güçlü büyük şirketlerin ortaya çıkması özendirilmiştir. Güney Kore’de 30 büyük holding (chaebol) özel sektöre hâkim durumdadır. Devlet bankalara bu holdinglere düşük faizli kredi vermeleri konusunda baskı yapmakta, holdingler sıkıntıya düştüklerinde de kurtarma operasyonlarına girişmektedir. Ekonomik büyümede Güneydoğu Asya’nın kısa bir dönemde yüksek düzeyde olan ekonomik büyümesi için birçok iktisatçı “mucize” kelimesini kullanmaktadır. Japonya, Malezya, Güney Kore, Endonezya ve diğer bölge ülkesi yılda yüzde 9’lara varan büyüme oranlarına sahiptir. Yüksek büyümenin yanı sıra, düşük işsizlik ve zengin ile yoksul arasında neredeyse hiçbir boşluk olmaması, performansın diğer özellikleri olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak, aile şirketi uygulamasının yaygın olması ve cemaatçi kültür, bu modelin aynı zamanda hem gelişmedeki önemli bir özelliklerini hem de en zayıf noktalarını oluşturmuştur. Güney Doğu Asya ekonomilerinin büyümeyi getiren önemli özellikleri arasında dinamik tarımsal sektör, hızlı büyüyen ihracat, hızlı demografik değişim, batı ülkelerine göre yüksek tasarruf-yatırım oranları ve insan kaynaklarına yüksek düzeyde yatırım sayılabilir.101 “Bu faktörlerin birbiriyle karşılıklı etkileşim içinde olduğu kuşkusuzdur. İhracatın 1980-93 aralığındaki büyüme oranı Güney Asya’da yüzde 7.3, Latin Amerika’da yüzde 3.4 iken; ithalatın büyüme oranı Güney Asya’da yüzde 3.7, Latin Amerika’da 0.3’tür. Doğu Asya ülkelerinde ise, Japonya hariç, ihracatın büyüme oranı ithalata oranla çok daha yüksektir. Doğu Asya’da nüfus artış hızında önemli bir düşüş meydana gelmiştir. 1980-93 aralığında ortalama yıllık nüfus artış hızı bu bölgede yüzde 1.5’tir. Tıptaki gelişmeler, savaşların yokluğu ve refah düzeyindeki 101 Boorman, Jack, Managing Financial Crises: The Experience in East Asia, IMF Working Paper, WP/00/107, Haziran 2000; Richard Hornik, “The Myth of the Miracle”, Time, 8 Aralık 1997; Seth Mydans, “Asia: It comes to Grips, but Can It Bounce Back?” New York Times, 5 Ocak 1998. 69 yükseliş, nüfusun artışında önemli etkenler olarak karşımıza çıkmaktadır. Tasarruf oranları gelişmiş ekonomilerde ortalama yüzde 20 dolayında iken, bu oran Doğu Asya ekonomilerinde yüzde 30-40 dolayındadır. Çalışan nüfusun okullaşma oranındaki artış, en yüksek düzeyde Doğu Asya ülkelerinde gerçekleşmiştir. Asya modelinin krizi: Diğer bölge ülkelerinin paraları gibi Tayland bahtı da istikrar bakımından dolara bağlanmıştı (baht bir sepete bağlı olmuş; ancak sepetin yüzde 80’ini ABD doları oluşturmuştur). Son yıllarda doların güçlenmesi ve dolayısıyla değer kazanması, buna bağlanan paraları ve ülkeleri de önemli ölçüde etkilemiştir. Bölge ülkelerindeki insanlar ve yabancılar da bölge paralarının aşırı değerli olduğu ve devalüasyon olacağı beklentisine girmişlerdi.102 Malezya, Endonezya ve Güney Kore süratle kriz ortamına girdi. Kriz, Japon ve Çin ekonomilerine bulaştığı gibi, genel olarak dünya ekonomisinin büyümesini de yavaşlatmıştır. Bu krizin aşılması için bölgeye 100 milyar doların üzerinde fon akıtılmıştır. Devlet öncülüğünde kalkınma, aile şirketi modeli, bürokrat-bankacı-iş dünyası arasındaki rüşvet ve kirli ilişkiler, Asya Modelinin ciddi biçimde sorgulanmasını gündeme getirmiştir. Asya ülkeleri, devletin piyasaya müdahalesini sınırlama ve piyasa ekonomisini güçlendirme yönünde önemli adımlar atmaya başlamışlardır. Asya krizinin büyük ölçüde aşırı yurtiçi yatırımlardan kaynaklandığı yönünde, geniş bir mutabakat vardır. Güneydoğu Asya’daki ekonomik büyümenin süreceği yönündeki iyimser beklentiler, firmaların büyük borçlarla çalışmalarına ve gayrimenkul yatırımlarına yönelmelerine yol açmıştır. Bu yatırımlardan kar sağlanamayınca, borçları sürdürmek için yeniden borçlanmak gerekmiştir. Bir çok durumda bu ödünçleri sağlayan bankaların da bir çok şirketi olduğu için bir fasit daire içinde sirkülasyon gerçekleşmiştir. Bazı durumlarda da hükümetin baskıları ile bankalar borç vermek zorunda kalmıştır. 1997 yılında Asya’daki şirketlerde borç / öz sermaye oranı 3/1 - 6/1 düzeyine kadar çıkmıştır (ABD’de bu oran 1/1 civarındadır). Yerli paraların 102 Radelet, S. and J. Sachs, a.g.e. 70 devalüe edilmesiyle iflaslar furyası başlamıştır. Türkiye’nin Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinde şirketlerin borç/öz-sermaye oranlarının makul düzeylerde olması (1/1), bu tür şirket iflaslarının trajik boyutlara ulaşmasını önlemiştir. Güney Kore’de büyük şirketlerin (chaebol) yaklaşık üçte biri iflasın eşiğine gelmiştir. Ülkelerin kısa vadeli dış borçları büyük meblağlara ulaşmışken, uluslararası rezervleri büyük düşüşler yaşamıştır” 103 Kriz sonrası ülkelerde bulunan şirketlerdeki iflaslar olmasına rağmen kriz öncesi beşeri sermayeye yapılan yatırım kriz sonrasında faydasını vermiş ve toplumdaki sosyal çöküntüyü yavaşlatmıştır. Doğu Asya ekonomilerinin en belirgin özellikleri arasında olan insan kaynaklarına yüksek düzeyde yatırım, en yüksek düzeyde Doğu Asya ülkelerinde olan çalışan nüfusun okullaşma oranındaki artış gibi özellikleri Doğu Asya ülkelerinde kriz sonrası ve öncesinde eşitliğin yanı sıra dayanışma duygusu ve büyümeyi getirmiştir. Bu eşitlik ve büyüme de Doğu Asya ülkelerinde zengin ile yoksul arasında neredeyse hiçbir boşluk olmaması gibi bir performans sonucunu ortaya çıkartmıştır. Bu olgunun ortaya çıkması da toplumda aile kültürünün güçlü olduğunu göstermektedir. İleriki kısımlarda da inceleyeceğimiz gibi Doğu Asya’da yaşanan kriz öncesi insan öğesine yatırım ve eşitlik kavramının güçlendirilmesi yoksulluğu azaltan sebeplerdir. Dolayısıyla kriz öncesi yoksulluğu azaltıcı bu gibi politikalar uygulanması krizin daha derin olmasını negatif yönde etkilemiştir. Güneydoğu Asya Krizinin oluşum süreci şu şekilde açıklanıp, krizin tarihsel süreç sıralaması yapılabilir: • Tayland, 2 Temmuz’da bahtı devalüe etti. Bu operasyon, bahtın aşırı değerli olduğunu düşünen yabancı spekülatörlerin baht satışlarından sonra yapıldı. • Spekülatörlerin baskılarından sonra 18 Temmuz’da Asya’daki bütün paralar hızla değer kaybetmeye başladı. Singapur doları, Malezya ringiti ve Endonezya rupisi hızla düşmeye başladı. 103 Toprak, M., a.g.m. 71 • IMF, 11 Ağustos’ta Tayland ekonomisine istikrar kazandırmak amacıyla 17 milyar dolarlık bir kurtarma paketini koordine etti. • 22 Ekim’de Güney Kore hükümeti ülkenin en büyük holdinglerinden birisi olan Kia grubuna yardım için müdahale etti. Kia 1997 yılında borçları nedeniyle krize giren beşinci holdingdi. • IMF, 31 Ekim’de Endonezya için 33 milyar dolarlık bir paket sözü verdi. Ertesi gün hükümet işleyemez duruma düşen 16 bankayı kapattı. • Tayland Başbakanı 3 Kasım’da, Tayland’ın ekonomik krizinin üzerinden haftalar geçtikten sonra istifa etti. • 19 Kasım’da Malezya Başbakanı Mahathir bin Muhammed liderliği ile ilgili bir güven oylaması yaptı. Oylama, Mahathir’in uluslararası para spekülatörlerini ve Yahudileri ülkesinde ekonomik problemlere yol açmakla suçlamasını takiben yapıldı. • 21 Kasım’da Güney Kore Maliye Bakanı Lim Chan Yuel, ülkesinin IMF’den en az 20 milyar dolar alarak borç krizini atlatabileceğini ilan ediyordu. Yılbaşından bu tarihe kadar, Güney Kore parası won ABD dolarına karşı yüzde 20 değer kaybetmişti. • 24-25 Kasım’da 18 üyeli APEC’in yıllık toplantısı esnasında, ticaret grubu Asya ekonomilerini istikrara kavuşturmak için bir ticari liberalizasyon taslağı hazırladı. Bu planda, IMF’nin bölgeye yardımına vurgu yapılıyordu. • 3 Aralık’ta Güney Kore, o güne kadar düzenlenmiş en büyük meblağ olan 57 milyar dolarlık IMF kurtarma paketi üzerinde anlaşma sağladı. • 14-16 Aralık’ta Kuala Lumpur’da (Malezya) düzenlenen ASEAN’ın bir toplantısı sırasında, ASEAN liderleri bölgenin ekonomik krizi ile mücadele için daha fazla yardım istediler. Liderler daha fazla ulusal, bölgesel ve uluslararası çaba çağrısında bulundular. 72 • 18 Aralık’ta, muhalefetteki Kim Dae Jung, Güney Kore’de beş yıldır devam eden tek parti iktidarını sona erdirerek başkan seçildi.104105 Asya krizi ve yoksulluk ile ilgilisi olması dolayısıyla Asya ve Güneydoğu Asya ülkelerine ait göstergeleri vermek yararlı olacaktır. Gayri Safi Yurt İçi Hasıla: Güneydoğu Asya krizinde ülkelerin yurtiçi hasılalarının gelişiminde önemli miktarda bir bağlantı söz konusudur. Asya krizinden bölgenin Tayvan ve Singapur gibi ülkelerinin ciddi şekilde etkilenmediği söylenebilir; ancak bu ülkelerin de büyüme oranlarında özellikle 1998 yılında önemli düşüşler meydana gelmiştir. 1980 sonrası en yüksek büyüme performansını sırasıyla Çin, Güney Kore ve Tayland sağlarken; 1990 sonrasında sıralama Çin, Malezya ve Güney Kore şeklindedir. Ancak, 1980’ler ve 1990’lar arasında Asya ekonomileri için ekonomik büyüme performansının ciddi bir eğilim değişikliği gösterdiği söylenemez. GSYİH’deki kriz dönemindeki en büyük değişiklik %13 ile Endonezya’da gerçekleşmiştir. Malezya Filipinler Tayland Güney Kore Japonya Çin Tayvan Singapur Aritmetik ortalama (satırlar) 1982-91 ort. 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 Ortalama std.sapma Endonezya Tablo 3: Doğu Asya ekonomilerinde reel GSYİH’nın gelişimi105 5,5 6,3 1,3 8,1 8,9 4,1 9,5 8,1 7,1 6,5 7,2 8,9 7,3 9,9 7,5 9,2 8,2 9,8 8,0 10,0 4,5 7,3 -13,0 -7,4 0,3 5,6 4,0 6,0 5,0 6,0 3,9 6,5 6,4 5,2 0,3 2,1 4,4 4,8 5,8 5,2 -0,6 3,3 4,0 4,5 3,4 2,1 8,1 8,4 9,0 8,9 5,9 -1,7 -10,2 4,2 5,0 5,0 4,3 6,0 5,4 5,5 8,3 8,9 6,8 5,0 -6,7 10,7 8,8 6,5 5,9 4,8 1,0 0,3 0,6 1,5 5,0 1,6 -2,5 0,2 1,4 1,8 1,1 1,9 14,2 13,5 12,6 10,5 9,6 8,8 7,8 7,1 7,5 7,3 9,9 2,7 6,8 6,3 6,5 6,0 5,7 6,8 4,7 5,7 6,5 6,0 6,1 0,6 6,5 12,7 11,4 8,0 7,5 8,4 0,4 5,4 7,9 5,9 7,4 3,4 6,5 7,3 7,7 7,4 7,1 5,1 -3,1 4,7 5,7 5,3 5,4 3,7 104 Toprak, M., a.g.m. 105 IMF, World Economic Outlook, süreli. 73 Enflasyon: Asya ekonomilerinde enflasyonun son yirmi yılda, genel olarak istikrarını koruduğu söylenebilir. 1980’lerde en yüksek enflasyonu sırasıyla Filipinler, Endonezya, Çin ve Güney Kore yaşarken; 1990’larda sıralama Endonezya, Filipinler ve Çin şeklindedir. Krizin en hararetli olduğu 1998’de bölgenin enflasyon ortalaması bir önceki ve bir sonraki yılın birkaç katı düzeyinde gerçekleşmiştir. 1980’ler ve 1990’lar arasında, bölgenin genel olarak enflasyon performansında küçük de olsa olumlu bir gelişme söz konusudur. Aritmetik ortalama (satırlar) Singapur* 13,6 3,8 6,9 1,9 7,1 2,3 2,5 5,5 4,7 8,6 4,1 7,6 1,7 6,4 3,9 1,5 5,1 1993 9,7 3,5 6,9 3,4 7,1 1,2 14,7 3,5 3,3 5,9 1994 8,5 3,7 8,4 5,1 7,7 0,7 24,1 1,9 2,9 7,0 1995 9,4 3,4 8,0 5,8 7,1 -0,1 17,1 1,9 2,6 6,1 1996 7,9 3,5 9,0 5,9 3,9 0,1 8,3 2,7 1,3 4,7 1997 6,6 2,7 5,9 5,6 3,1 1,7 2,8 1,9 0,7 3,4 1998 58,0 5,3 9,7 8,1 5,1 0,6 -0,8 2,1 -1,8 9,6 1999 20,8 2,8 6,7 0,3 -1,6 -0,3 -1,4 -0,7 -1,3 2,8 2000 3,2 3,2 5,0 1,7 1,7 -0,2 0,5 1,2 1,4 2,0 Güney Kore* Tayvan* 2,7 7,5 Çin 8,3 1992 Japonya Filipinler 1982-91 Tayland Malezya Endonezya Tablo 4: Doğu Asya ekonomilerinde enflasyonun gelişimi106 2001 5,2 3,6 5,9 2,6 0,1 0,5 1,2 2,7 2,1 2,7 Ortalama 13,7 3,6 7,4 4,3 4,2 0,6 7,3 2,1 1,3 4,9 Stand.spm. 16,3 0,8 1,6 2,3 3,3 0,7 8,7 1,3 1,7 4,1 1.2 1997 Endonezya Ekonomik Krizi 1997 Güneydoğu Asya Krizinden önce Endonezya’nın yukarıdaki tabloları incelendiğinde diğer ülkelere örnek olan bir ekonomik durumu vardı. 1966 yılında askerî Suharto yönetimi geldiğinde geri kalmış bir ülke iken, bu yönetim ile 30 yılı aşkın bir süre boyunca kesintisiz ve hızlı bir şekilde büyüme sağlanmıştır. Bu süreçte ülke kademeli olarak sanayileşirken Gayri Safi Milli 106 IMF, a.g.e. süreli. 74 Hâsıla (GSMH) dört katına çıktı. Üstelik bu hızlı büyüme döneminde refah göstergelerinde de kayda değer bir iyileşme gözlenmiştir. Örneğin, 1965 yılında %70 olan yoksulluk oranı 1996’da %19’a kadar inmiş, okur-yazarlık oranı ise aynı dönemde %39’dan %85’e çıkmıştı. Bu dönemde yoksulluğun bu derecede inmiş olması kalkınma ve gelişme politikalarının yanı sıra yoksul yanlı sosyal politikaların da etkili olduğunu göstermiştir.107 Ancak; 1997 Mayıs’ında Tayland’da ortaya çıkıp kısa sürede tüm bölgeye yayılan finansal kriz, “mucize” olarak görülen bu ekonomik kalkınmayı kâbusa çevirmiştir. Öyle ki GSYİH’de en yüksek kaybı Endonezya yaşamıştır. İşsizlik oranı artıp reel ücretler düşerken yoksulluk oranı iki katına çıktı. Halkın yaşam koşullarındaki bu ciddî bozulmaya tepki olarak düzenlenen gösteriler kısa sürede ülkenin dört bir yanına yayıldı. 1000’in üzerinde insanın yaşamını kaybetmesine neden olan isyanlar ve yağma ve kundakçılık gibi yüksek dozda şiddet içeren toplumsal olaylar yaşandı. 1998 yılının ilk günlerinde başlayan bu olaylar Mayıs ayında Suharto istifa ettiğini açıklayıp yerine geçen hükümet krizin toplumsal etkilerini hafifletici bir dizi önlem alacağını açıklayana kadar sürdü.108 Bu kriz esnasında ve sonrasında ekonomik değerler değişmiştir. Yukarıda verilen tablolara ek olarak aşağıdaki tabloların da incelenmesinden Endonezya’da GSYİH büyüme oranı 1982-91 döneminde yıllık ortalama yüzde 5.5’tir. 1992-96 döneminde büyüme oranı yüzde 7 civarında gerçekleşmiştir. Büyüme oranı 1996’daki yüzde 8 oranından, 1997 yılında yüzde 4.5’e gerileyerek keskin bir düşüş yaşamıştır. 1998 yılında ise yüzde 13’lük bir küçülme şoku meydana gelmiştir. Bu da diğer Güneydoğu Asya ülkelerindeki en yüksek değişim oranıdır. 1999 yılında büyüme çok düşük düzeyde gerçekleşmiş (yüzde 0.3) ve 2000 yılından itibaren tekrar bir yükseliş olmuştur. 1992-2001 dönemi ortalama büyüme oranı yüzde 3.9 iken, standart sapma 6.4’tür. Endonezya’nın 1990’lardaki ekonomik büyüme performansı, 107 Hill, H., The Indonesian Economy, 2nd ed. Cambridge: Cambridge University Pres, 2000. 108 Koyuncu, M. ve Şenses F., a.g.m. 75 1980’lerdeki ekonomik büyüme performansının ancak yüzde 71’i düzeyindedir. Endonezya’nın 1990’larda yaşadığı büyümenin göreli olarak dengesiz olduğu görülmektedir. Tablo 5: Doğu Asya ekonomilerinde cari işlemler dengesi5 Malezya Filipinler Tayland Güney Kore Japonya Çin Tayvan Singapur 1998 1999 2000 2001 Ortalama Endonezya (GSYİH’nın oranı)109 4,2 3,7 3,7 1,3 3,2 12,9 15,8 13,6 7,4 12,4 2,4 9,4 8 3,8 5,9 12,7 12,8 9,1 6,1 7,2 2,3 5,9 0,4 8,7 5,4 3,2 2,5 2,6 2,6 2,7 3,1 1,6 1,6 1,3 1,9 1,3 2,5 2,1 2,2 2,0 25,4 25 23,6 22,8 24,2 Endonezya Malezya Filipinler Tayland Güney Kore Japonya Tablo 6: Doğu Asya ekonomilerinde kamu kesimi dengesi6 (GSYİH’nın oranı)110 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 0,0 0,8 1,2 -0,7 -1,9 -1,5 -3,6 3,3 2,2 2,3 4,1 -0,4 -3,8 -1,5 -1,8 -1,4 -0,6 -0,8 -2,7 -4,4 -3,1 1,9 3,0 2,5 -0,9 -2,5 -2,9 -2,4 1,0 1,3 1,0 -0,9 -3,8 -2,7 -1,6 -2,3 -3,6 -4,2 -3,3 -4,7 -7,4 -8,2 Ortalama -0,8 0,9 -2,1 -0,2 -0,8 -4,8 109 IMF, a.g.e. süreli. 110 IMF, a.g.e. süreli. 76 Malezya Filipinler Tayland Güney Kore Japonya 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 Ortalama Std.sapma Endonezya Tablo 7: Doğu Asya ekonomilerinde dış borçların gelişimi7 (GSYİH’nın oranı)111 57.0 56.3 53.4 63.9 149.4 96.5 93.8 81.5 34.9 39.0 37.6 38.4 43.8 58.8 53.4 49.3 45.8 8.3 61.4 54.9 55.0 61.6 81.7 75.7 78.9 67.0 11.4 44.9 49.1 49.8 62.0 76.9 61.4 51.7 56.5 11.0 22.0 26.0 31.6 33.4 46.9 33.4 26.5 31.4 8.1 7.7 13.0 16.4 17.9 30.6 38.2 46.3 24.3 14.3 Endonezya’da GSYİH’nın oranı olarak kamu kesimi açığı 1998 yılından itibaren bir artış eğilimine girmiştir. Ancak 1994-2000 döneminde açık oranı ortalama olarak yüzde 0.8’dir. Endonezya’da kamu kesimi açıklarının makro ekonomide istikrar bozucu etkisinin ihmal edilebilir boyutta olduğu söylenebilir. Endonezya’nın dış borçları 1994-2000 aralığında, GSYİH’sının ortalama olarak yüzde 82’si dolayındadır. Ancak bu oran, özellikle 1997’den itibaren yükselmeye başlamıştır. Dış borcun milli gelire oranı, 1998 yılında yüzde 149’a kadar yükselmiştir. Endonezya, son yıllarda ağır bir dış borç yükü altına girmiştir. Endonezya’da 1998-2001 arasında cari işlemler dengesi GSYİH’nın oranı olarak ortalama yüzde 3 dolayında fazla vermiştir. Dolayısıyla Endonezya’nın bir cari işlemler açığı sorunu yoktur. “Endonezya için, IMF 43 milyar dolarlık bir kurtarma paketi hazırlamıştır. Fakat başkan Suharto önerilen sert tedbirleri alma konusunda isteksizlik 111 IMF, a.g.e. süreli. 77 göstermiş ve IMF’ye şiddetli eleştiriler yöneltmiştir. IMF, Endonezya’dan çoğunluğuna Suharto’nun dost ve akrabalarının sahip olduğu çeşitli tekellere sağlanan sübvansiyonları ve vergi indirimlerini kaldırmasını istemiştir. Sonuçta, Endonezya’da iç kargaşalar artmış ve 32 yıllık diktatör Suharto devrilmiştir.112 Yoksulluk ve toplumsal huzursuzluk artarak devam etmiştir. Suharto önce IMF programını kabul etmiş, ancak sonra para kurulunu tercih etmiştir. Ancak, sermaye kaçışı hızlanmış ve banka iflasları artmış ve bu politikayı sürdürmek mümkün olmamıştır. Sonunda Suharto ile birlikte ahbap-çavuşları da gitmiş ve ticarete temiz bir zemin oluşturulmaya başlanmıştır. Ne var ki, şirketler ve bankalar dış borçlarını ödemede acze düşmüş ve bu borçlar 4 yıl ve daha fazla bir süre için yeniden yapılandırılmıştır. Endonezya’ya yatırım yapanlar, bu nedenle ciddi zararlara uğramıştır. Borçların yeniden yapılandırılması sayesinde, cari işlemler ve ödemeler dengesi sorunu bulunmamaktadır. Endonezya IMF programına sadık kalmaya çalışmış; parasal tabanı kontrol altında tutmuş, kamu harcamalarını artırmamış, üretken olmayan sektörel sübvansiyonları kısmıştır. Bütün yapılanlar parayı istikrarlı tutmak içindir. İthalat çok az olduğu için ticaret fazlası, borç ödenmediği için de cari işlemler fazlası ortaya çıkmaktadır. Ancak bu ortamın ülke için sonucu, görece düşük yatırım ve düşük büyüme oranlarıdır.” 113 1.2.1 1997 Endonezya Ekonomik Krizinin Nedenleri ve Oluşumu Endonezya ekonomik krizi Güneydoğu Asya krizi kapsamında birçok iktisatçı ve düşünür tarafından incelenmiş ve modeller geliştirilmiştir. Bunun 112 Culp, Christopher L., Hanke, Steve H. ve Miller, Merton, “The Case for an Indonesian Currency Board”, Journal of Applied Corporate Finance, Kış, ss: 57-65, 1999; http:// worldbank.org/wbi/edimp/eastasia; Paul Krugman, özel internet sitesi, www.pcarchive.org; Henry Rosen, Behind East Asian Growth: The Political and Social Foundations of Prosperity, 1988; Robert Zoellick, “A Larger Plan for Asia”, Washington Post, 6 Ocak 1998. 113 Toprak, M., a.g.m. 78 Endonezya ekonomik krizi Güneydoğu Asya krizi kapsamında birçok iktisatçı ve düşünür tarafından incelenmiş ve modeller geliştirilmiştir. Bunun yanı sıra bu krizin diğer krizlerle karşılaştırmaları yapılmıştır. Bu konuda krizin yanı sıra bu krizin diğer krizlerle karşılaştırmaları yapılmıştır. Bu konuda nedenleri üzerine Öksüz’e göre: “ Ekonomik kriz sebepleri olarak krizin nedenleri üzerine Öksüz’e göre: “ Ekonomik kriz sebepleri olarak 113 Toprak, M., a.g.m. gibi sorunlar belirtilebilir.” 114 gibi sorunlar belirtilebilir.” 114 63 Bu gibi ekonomik sorunların dışında 1997 Temmuz ayında Tayland’ın Budevalüasyon gibi ekonomik dışında 1997 Temmuz Tayland’ın kararı sorunların ise krizi başlatmış ve yayılma etkisi ile ayında diğer ülkelerde etkileridevalüasyon kararı“Gerek ise krizi etkisiiçinde ile diğer ülkelerde etkileri görülmüştür. bubaşlatmış ülkelerin ve dış yayılma ticaret hacmi bölgesel ticaretin görülmüştür. “Gerek bu ülkelerin dış ticaret hacmi içinde milli bölgesel ticaretin payının yüksek olmasının, gerekse ihracatın bölge ülkelerinin gelirinde payının gerekse ülkelerinin milli gelirinyüksek yüksek bir payaolmasının, sahip olmasının reel ihracatın kurlardaki bölge aşırı bir değerlenmeyi kabul deetmemesi yüksek bir payadiğer sahip olmasının bir değerlenmeyi sonucu bölge ülkelerinireel de kurlardaki devalüasyonaaşırı zorlamıştır. Kriz, kabul etmemesi sonucu diğer bölge ülkelerini de devalüasyona zorlamışTayland’ın devalüasyon kararından üç ay sonra, 1997 Ekim’inde Endonezya’ya tır. Kriz, Tayland’ın devalüasyon kararından üç ay sonra, 1997 Ekim’insıçramış ve kur rejimi olarak bir bant sistemi uygulayan Endonezya’yı yaklaşık de Endonezya’ya sıçramış ve kur rejimi olarak bir bant sistemi uygulayan olarak yüzde 40’lık bir devalüasyon kararı almaya itmiştir. Endonezya’yı yaklaşık olarak yüzde 40’lık bir devalüasyon kararı almaya itmiştir. Endonezya ekonomisi, krizden önceki yıllarda ortalama yüzde 7 civarında seyreden güçlü bir büyüme performansı göstermiştir. Bu performans, büyük 114 Öksüz, Suat, Doğu Asya Mucize’sinin ve Krizin Bugünü Türkiye için Bazı ÇıkarımGSYİH’nın yüzde ulaşan ihracattan ve yoğun dış kaynak lar,ölçüde Eğe Akademik Bakış, Cilt 1,30-35’ine Sayı 1, 2001. kullanımından kaynaklanmaktadır. 79 Yüksek ihracat oranlarına rağmen, 1991’den beri reel kurun değer kazanmasına bağlı olarak ithalat da hızla artmış ve ülke GSYİH’nın yüzde 5’ine Endonezya ekonomisi, krizden önceki yıllarda ortalama yüzde 7 civarında seyreden güçlü bir büyüme performansı göstermiştir. Bu performans, büyük ölçüde GSYİH’nın yüzde 30-35’ine ulaşan ihracattan ve yoğun dış kaynak kullanımından kaynaklanmaktadır. Yüksek ihracat oranlarına rağmen, 1991’den beri reel kurun değer kazanmasına bağlı olarak ithalat da hızla artmış ve ülke GSYİH’nın yüzde 5’ine ulaşan ölçüde cari işlemler açığı vermiştir. Bu cari açık, kısa vadeli sermaye hareketleri ile kapatılmakta ve uluslararası rezervler artmıştır. Kısaca, devalüasyon gerçekleştiği sırada Endonezya ekonomisi, hızlı ve sürekli bir büyüme süreci yakalamış, önemli ölçekte bir kamu maliyesi ve / veya borç stoku bulunmayan (1996 sonu itibariyle toplam iç ve dış borcun milli gelire oranı yüzde 24’tür) bir ekonomi görüntüsü çizmektedir. Bununla beraber, esas sıkıntı finans sektöründe birikmiş ve krizin en önemli etkileri de bu sektörde hissedilmiştir. 1988-1996 arasındaki dönemde bankacılık sektöründe banka sayısı, şube sayısı, personel sayısı ve banka bilançolarının milli gelire oranı büyük bir hızla artmıştır. 1992’de sistemin toplam aktiflerinin milli gelire olan oranı yüzde 30.8 düzeyindeyken; 1996’da bu oran yüzde 55.4’e yükselmiştir. Benzer şekilde banka sayısı da 1988-1991 döneminde 101’den 182’ye, özel bankaların şube sayısı da aynı dönemde beş katı bir artışla 559’dan 2639’a yükselmiştir. Bankacılık sektöründeki bu hızlı genişlemeye iyi yönetişim ile gözetim ve denetim faaliyetlerinde benzer bir artış eşlik etmemiştir. Dolayısı ile 1997 Ekim’ine gelindiğinde bankacılık sektörü hızlı ve kontrolsüz bir şekilde büyümüş, yüksek düzeyde risk almış, sermaye yapısı zayıf ve yeterli gözetim ve denetime tabi olmayan bir sektör görünümünde olmuştur. Yukarıda sayılan unsurlar dışında ayrıca bankacılık sektörünün mülkiyetle ilgili sorunları da söz konusu olmuştur. Her şeyden önce, özel banka ve şube sayısındaki hızlı artışa rağmen, sektörde konsantrasyon yüksek kalmıştı. 80 Krizden bir önceki yılda (1996) ilk on banka toplam aktiflerin yüzde 68’ine sahipti. Ayrıca, kamu bankaları ve aralarında büyük ölçeklilerin de bulunduğu bazı özel bankalar siyasi baskıya son derece açıktı ve kredilendirme politikaları siyasi müdahalelerden etkilenmiştir. Yukarıda sayılan nedenlerden dolayı, finansal krizin bankacılık sistemi üzerindeki etkisi de büyük olmuş ve çok sayıda bankanın kapatılması ve/veya birleştirilmesi ile sonuçlanan bir süreç yaşanmış; bu süreçte zaman zaman bankalara hücumlar da görülmüştür.”115 1.2.2 1997 Endonezya Ekonomik Krizinin Etkileri Bu çalışmada Koyuncu ve Şenses’e116 ait eserden Endonezya ekonomik krizinin sosyoekonomik sonuçları üzerine yararlanılmıştır. Koyuncu ve Şenses eserlerinde gelir dağılımı ve yoksulluk üzerine de krizin etkilerine belirtmişlerdir. 1.2.2.1 İşgücü Piyasası Ekonomik krizin işgücü piyasası üzerindeki etkisi beklenenden daha düşük çıktı. İşsizlik oranı 1997’de % 4.7 iken 1998’de sadece 0.7 puanlık bir artışla %5.4’e çıktı. Manning’e117 göre, bu zayıf etki ülkenin işgücü piyasasının esnek yapısından kaynaklanmaktadır. Bu esnek yapının iki ayağı vardır. Birincisi, ülkedeki tek sendikanın hükümet kontrolünde olması ve 1990’lar boyunca etkinlikleri artmış olsa da iş güvenliği düzenlemelerinin tam anlamıyla uy115 İnan, Alpan, Finansal Krizler, Serbest Kur ve Ekonomik Büyüme, Bankacılar Dergisi, Sayı 42,2002. 116 Koyuncu, M. ve Şenses F., a.g.m. 117 Manning, C., “Labour Market Adjustment to Indonesia’s Economic Crisis: Context, Trends and Implications”, Bulletin of Indonesian Economic Studies, (36), No. 1, s. 105-136, 2000. 81 gulanmamasıdır. İkincisi, 1997 yılında toplam işgücünün sadece %30’unun ücretli/formel emek kategorisinde olmasıdır. Ayrıca, istihdamın sadece %13’ü imalât sanayisindeyken bu oran tarım için %40’tır. Bu yapı sonucunda kriz, 1998 yılında, işsizliğin artmasına değil, reel ücretlerin –%32 oranında– düşmesine ve istihdamın tarıma ve enformel sektöre kaymasına neden olmuştur. 1999 yılında, ülke hâlâ krizin etkisinden tam olarak kurtulamamış durumdayken işsizlik 0.9 puanlık bir artışla %6.3’e ulaşırken, istihdam ve ücret göstergelerinde hafif de olsa kimi düzelmeler görülmüştür. 118 Tablo 8: Endonezya: İşgücü Piyasası Göstergeleri, 1997-1999119 1997 1998 1999 4.7 5.4 6.3 Tarım İstihdam Endeksi 100.0 113.1 110.9 Sanayi İstihdam Endeksi 100.0 87.6 97.3 Formel Emek İstihdam Endeksi 100.0 94.5 96.4 Enformel Emek İstihdam Endeksi 100.0 106.8 107.8 Reel Ücret Endeksi* 99.5 68.0 75.2 İşsizlik Oranı (%) 1.2.2.2 Gelir Dağılımı ve Yoksulluk Kriz sonrasında yoksulluk oranı %19’dan %37’ye yükselerek, neredeyse iki katına çıkarken, gelir eşitsizliğinin azaldığı gözlenmiştir. Tjiptoherijanto ve Remi120 gelir dağılımdaki bu düzelmeyi iki nedene bağlamaktadır. 118 Koyuncu, M. ve Şenses F., a.g.m. 119 IMF, Indonesia: Selected Issues, IMF Country Report No. 02/154, Washington, D.C.: IMF, 2002. *: İmalat Sanayi için 120 Tjiptoherijanto, P. ve Remi, S. S., “Poverty and Inequality in Indonesia: Trends and Programs”, Paper presented at International Conference on the Chinese Economy, Beijing, 2001. 82 Birinci neden, krizin daha yüksek gelir seviyesindeki kesimlerin yer aldığı modern/formel sektörü geleneksel/enformel sektöre göre daha çok etkilemiş olmasıdır. İkinci neden ise, gelir dağılımına ilişkin hesaplamaların tüketim harcamaları esasına göre yapılmasıyla ilişkilidir. Yoksul kesimler zaten çok düşük seviyede olan tüketimlerini kriz sonrasında daha fazla azaltamazken daha zengin kesimler tüketim seviyelerini kriz sonrası şartlarla uyumlu olarak azaltmışlardır. Öte yandan, Dhanani ve Islam121 nominal bazlı gelir dağılımı yerine enflasyon düzeltmesi yapılmış gelir dağılımının özellikle kırsal kesimde ters yönde sonuç verdiğini iddia etmektedir. Tablo 9: Gelir Dağılımı ve Yoksulluk Göstergeleri, Endonezya, 1996-1999122 Şubat 96 Eylül 98 Gini Katsayısı 0.36 0.32 Yoksulluk Oranı(%)* 19.2 37.2 Aralık 98 Şubat 99 Ağustos 99 0.33 24.2 22.9 18.2 Yoksulluğun Şiddeti(P2) Kentsel 0.85 1.27 0.93 0.74 Kırsal 1.06 1.48 1.18 1.17 *: Ulusal yoksulluk çizgisine göre, kafasayım oranı Tablo 9’daki yoksulluk göstergeleri incelendiğinde, krizin ilk etkisiyle yoksulluk oranının ve şiddetinin ciddî bir artış gösterdiği, sonrasında, 1999 yılının Ağustos ayı itibariyle bu göstergelerin kayda değer ölçüde bir iyileşme göstererek yaklaşık olarak kriz öncesi seviyelerine doğru bir eğilim içine 121 Dhanani S. ve Islam, I., “Poverty, Inequality and Social Protection: Lessons from the Indonesian Crisis”, UNDP/United Nations Support Facility for Indonesia Recovery (UNSFIR) Working Paper 00/01, Jakarta: UNDP, 2000. 122 Dhanani S. ve Islam, a.g.m 83 girdikleri görülmektedir. Dhanani ve Islam’a123 göre, bu gelişmenin ardında iki etmen vardır. Birinci etmen fiyatların kriz boyunca izlediği rotadır. Krizin başlangıcından 1999 yılına kadar yüksek oranda seyreden enflasyon, bu yılın başından itibaren kontrol altına alınmıştır. İkinci etmen ise, hükümetin yoksulluğu azaltmaya yönelik sosyal güvenlik ağı önlemlerinin 1998 yılı sonlarında etkisini göstermeye başlamasıdır. Bu iki etmenin sonucunda Şubat 1996’da %19.2 olan yoksulluk oranı, Eylül 1998’de %37.2’e ulaştıktan sonra hızlı bir şekilde düşmüş, Ağustos 1999’da %18.2’ye kadar gerilemiştir. Yoksulluğun şiddetini, yoksul fertlerin gelirlerinin yoksulluk sınırına olan uzaklığının karesini alarak ölçen P2 endeksi124 de gerek kentsel gerekse kırsal alanlar için benzer bir eğilim göstermiş ve hızlı bir artış döneminden sonra düşme eğilimi içine girmiştir. Öte yandan, Şubat 1996’dan Aralık 1998’e kadar kentler için %78, kırsal alanlar için %54 oranında artan endeks, krizin bu dönemde yoksul kesimler üzerindeki etkisinin büyüklüğünü göstermektedir. Kentsel alanlara ilişkin endeksin 1999 yılında kriz öncesindeki düzeyine dönmesi, buna karşılık kırsal alanlara ilişkin endeksin aynı yıl 1996 yılındaki düzeyinin üstünde kalmış olması krizin kırsal kesimdeki yoksullar üzerinde daha kalıcı bir etki yaptığını göstermektedir. 1.2.2.3 Eğitim ve Sağlık Eğitim ve sağlık harcamalarının GSMH ve konsolide bütçe içindeki paylarında kriz döneminde önemli bir değişiklik gözlenmemiştir. Eğitim harcamalarının GSMH içindeki payı 1997’de %2.8’den 1998’de %2.9’a yükselmiş, konsolide bütçe içindeki payı ise aynı dönemde %15.7’den %14.1’e gerilemiştir. Yine aynı dönemde sağlık harcamalarının GSMH payı %0.6’dan %0.5’e düşerken, konsolide bütçe harcamaları içindeki payı %3.1’den %3.5’e çıkmıştır. 123 Dhanani S. ve Islam, a.g.m 124 Foster, Greer ve Thorbecke tarafından geliştirilen endeks FGT (α=2) olarak da bilinir. Ayrıntı için bkz. Foster, Greer ve Thorbecke (1984). 84 Tablo 10: Endonezya: Eğitim ve Sağlık Harcamaları, 1996-1999125 1996 1997 1998 1999 Eğitim Harcamaları/GSMH (%) 2.8 2.8 2.9 … Eğitim Harcamaları/Konsolide Bütçe Harcamaları (%) 15.4 15.7 14.1 … Sağlık Harcamaları/GSMH (%) 0.5 0.6 0.5 0.7 Sağlık Harcamaları/Konsolide Bütçe Harcamaları (%) 3.0 3.1 3.5 3.5 Krizin eğitim ve sağlık göstergelerine yansıması da sınırlı olmuştur. Örneğin, ilköğretim düzeyindeki net okullaşma oranı 1998 yılında bir önceki yıla göre sadece 0.2 puan, ortaöğretim düzeyinde ise 0.7 puan azalmıştır.126 Burada dikkate alınması gereken önemli bir nokta, krizin düşük gelir gruplarını daha çok etkilemiş olmasıdır.127 Çocukların ilköğretimde okulu bırakma oranı nüfusun en yüksek gelirli dörtte birlik kesiminde 1997 yılında %0.6’dan bir sonraki yılda %1.6’ya yükselirken bu oran aynı dönemde en düşük gelirli dörtte birlik kesim için büyük bir artış göstererek %1.3’ten %6.2’ye çıkmıştır. Öte yandan, krizin, 15 yaş altındaki çocukların koruyucu sağlık hizmeti sunan klinikleri daha az ziyaret etmeye başlaması dışında, çocukların genel sağlık durumu ve sağlık hizmetlerinin kalitesinde önemli bir değişikliğe yol açmadığı gözlenmiştir.128 125 Lanjouw, P., Pradhan M., Saadah F., Sayed H. ve Sparrow, R., Poverty Education, and Health in Indonesia, World Bank Policy Research Working Paper 2739, Washington, D.C.: World Bank, 2001. 126 Koyuncu, M., Social Policy as a Missing Component in Post-Crisis Programs of Bretton Woods Institutions: A Comparative Analysis of the Experiences of Argentina, Indonesia and Turkey, yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2004. 127 Frankenberg, E., Beegle, K., Thomas, D. ve Suriastini, W., Health, Education and the Economic Crisis in Indonesia, RAND Working Paper, Santa Monica, USA: RAND Cooperation, 1999. 128 Frankenberg, E., Beegle, K., Thomas, D. ve Suriastini, W., a.g.m. 85 1.2.3 1997 Endonezya Ekonomik Krizi sonrası Yoksulluğu Önleyici Politikalar Endonezya’da yaşanan krizin önemli bir özelliği, krizin olumsuz sosyoekonomik etkilerinden yoksul kesimleri korumak amacıyla hükümet tarafından uygulamaya konan önlemler paketidir. Bu paketi oluşturan ve sosyal güvenlik ağı (SGA) olarak adlandırılan bu programlar ağırlıkla beslenme, istihdam, eğitim ve sağlık alanlarını kapsadı. Tablo 11: Endonezya: Sosyal Güvenlik Ağı Programları129 Güvenlik Ağı Alanı Programlar Gıda Seçilmiş yoksul hane halklarına sübvansiyonlu fiyatlardan pirinç satışı İstihdam Emek-yoğun kamu projelerinde çalışma olanağı Eğitim Seçilmiş yoksul öğrencilere burs ve yoksul bölgelerdeki okullara yardım Sağlık Sağlık hizmetlerinin sübvansiyonu ve hamile kadınlara ve çocuklarına gıda yardımı Bu programlara 1998 yılı bütçesinden sağlık harcamalarına ayrılan payın dahi üstünde bir oranda, %5.6’lık bir pay ayrılmış olması hükümetin bu konuya verdiği önemin bir göstergesidir. SGA programlarının en önemlisi yoksul hane halklarının, Endonezya toplumunun temel besin maddesi olan pirinci piyasa fiyatının dörtte birine almalarını sağlayan gıda programıydı. Bu program, kendi başına 1998 yılındaki tüm güvenlik ağı harcamalarının %37’sini oluşturdu ve yoksulların yarısından fazlasına, tüm nüfusun ise %40’ına ulaştı.130 Öte yandan, Dhanani ve Islam’ın131 tahminlerine göre bu program sonucunda nüfusun %7-12 arasındaki bir kesimi yoksulluk sı129 Sumarto, S., Suryahadi A. ve Widyanti, W. , “Design and Implementation of Indonesian Social Safety Net Programs”, The Developing Economies, (XL), 1, s. 3-31., 2002. 130 Sumarto, S., Suryahadi A. ve Widyanti, W, a.g.e. 131 Dhanani S. ve Islam, a.g.m 86 nırının altına düşmekten kurtuldu. Gıda dışındaki SGA programları, gerek ulaştıkları nüfus oranı, gerekse her bir hanehalkının gelirine yaptıkları katkı açısından gıda programının gerisinde kaldı. Buna karşın, güvenlik ağı önlemlerinin genel olarak krizin yoksul kesimler üzerindeki etkisini azaltma konusunda kısa sürede önemli bir başarı kazandığı gözlendi.132 SGA paketinin başarısının yanında dikkat çekici bir diğer özelliği ise bu önlemlerin uygulamaya konmasına yol açan etmenlerdir. Güvenlik ağı programları krizin patlak verdiği dönem olan 1997 yılının ortalarında değil de, yaklaşık bir yıl sonra, 1998 yılı Mayıs ayında uygulamaya konmuştur. Arada geçen sürede ülke, krizden kaynaklanan isyanlara ve toplumsal şiddet olaylarına sahne olmuş, 1000’in üzerinde insanın yaşamını kaybettiği ciddî bir sosyal patlama yaşamıştır. Bu olayların sonucunda 30 yılı aşkın bir süredir ülkeyi yöneten Suharto istifa etmek zorunda kalmış, ardından kurulan yeni hükümet ise bu SGA paketini uygulamaya koymuştur. Pritchett, Sumarto ve Suryahadi133 durumu şöyle özetlemiştir: “SGA programları kelimenin tam anlamıyla yanan binaların gölgesinde, protesto gösterileri dışarıda hâlâ sürerken oluşturulmuştur. Bu yüzden, programların arkasında siyasal destek sağlama isteği yatmaktadır.” Bu durum, güvenlik ağı programlarının büyük ölçüde toplumun krize ve krizin olumsuz etkilerine verdiği tepkilerden kaynaklandığını göstermektedir. Bu bağlamda dikkate alınması gereken bir diğer etmen, krizin başlangıcından itibaren Endonezya hükümetiyle yakın ilişki içinde olan ve kriz sonrasında uygulamaya konan istikrar ve yapısal uyum programlarının tasarımında önemli bir rol oynayan Bretton Woods kuruluşlarının tutumudur. IMF, krizin başından Ocak 1998’e kadar geçen sürede Endonezya’daki duruma ve uygulanan istikrar programına ilişkin olarak yaptığı basın açıklamalarında134 132 Dhanani S. ve Islam, a.g.m 133 Pritchett, L., Sumarto, S., ve Suryahadi, A., “Targeted Programs in an Economic Crisis: Empirical Findings from the Experience of Indonesia”, Social Monitoring and Early Response Unit (SMERU) Working Paper, Jakarta: SMERU, 2003. 134 IMF’nin Endonezya ile ilgili yaptığı tüm açıklamalara http://www.imf.org/external/ country/idn/index. htm?type=9998#6 adresinden erişilebilir. 87 ne krizin olumsuz sosyoekonomik etkilerinden, ne de bu etkilere karşı alınabilecek önlemlerden bahsetmiştir. Toplumsal tepkilerin tırmandığı Ocak ayında yapılan açıklamada ise, Endonezya hükümetinin bütçe kaynaklarından bir bölümünü krizin düşük gelirliler üzerindeki etkisini azaltmak için kullanmak istemesi durumunda, IMF’nin bunu onaylayacağı belirtilmiştir. Kriz sonrasında tüm harcamalarını zaten kısmış bir hükümetin bunu yapmasının güçlükleri düşünüldüğünde, yoksul kesimlerin yaralarını sarmanın IMF için öncelik taşımadığı anlaşılmaktadır. Öte yandan, yeni hükümetin güvenlik ağı önlemlerini açıklamasıyla IMF’nin tutumunda belirgin bir değişiklik gözlenmiştir. Bu dönemde yapılan açıklamada IMF’nin, hükümetin yoksulları korumaya yönelik yeni kararlarını sevinçle karşıladığı ve bu amaç doğrultusunda bütçe açığının artması gerekliliğinin kurum tarafından da kabul edildiği belirtilmiştir. Açıklamaların akışından, IMF’nin tutumundaki bu değişikliğin ülkede yaşanan sosyal patlamadan ve yeni hükümetin önceliklerinin Suharto dönemindekinden farklı olmasından kaynaklandığı söylenebilir. Dünya Bankası’nın tutumu ise SGA programlarına verdiği geç destekle ortaya çıkmaktadır. Krizin başlangıcından bir yıl sonra, 1998’in Mayıs ayında uygulamaya konan programlara Dünya Bankası ancak ertesi yıl, yani 1999’ın ortasında finansal destek vermeye başlamıştır.135 Verilen kredi miktarı ise sadece 600 milyon dolarla sınırlı kalmıştır. Yoksul insan sayısının 1999 yılında 37.5 milyona ulaştığı dikkate alındığında verilen desteğin yoksul kişi başına 16 dolardan ibaret olduğu ortaya çıkmaktadır. Krizin ortaya çıkmasından iki yıl sonra ve çok düşük miktarda verilen bu destek, Dünya Bankası’nın bu ülkedeki yoksulluğa ilişkin duyarlılığı konusunda kuşkular yaratacak niteliktedir. 135 World Bank, Indonesia–Social Safety Net Adjustment Loan, Report No. PID7400, Washington, D.C.: World Bank,1999. 88 Arjantin hükümetinin uyguladığı bu program, Endonezya’da 1997 krizinden sonra uygulanan sosyal güvenlik ağı programlarıyla karşılaştırıldığında, ilk bakışta göze çarpan husus programın daha hızlı hayata geçirilmiş olmasıdır. Sosyal yardım programı krizin patlak vermesinden birkaç ay sonra, Nisan 2002’de kamuoyuna açıklanmıştır. Konuyla ilgili ayrıntılı bir değerlendirme bu çalışmanın sınırlarını aşsa da, ekonomik kriz ortamında 2002 yılı başında yeni bir hükümetin iş başına gelmiş olmasının bu bağlamda etkili olduğu söylenebilir. 2002 yılının ilk aylarında zirveye ulaşan ve dünya kamuoyuna da geniş bir biçimde yansıyan toplumsal tepkiler, yeni hükümetin, Endonezya’da benzer tepkiler ertesinde iş başına gelen hükümetinkine benzer bir tutum takınarak, krizin sosyoekonomik etkilerine duyarlı bir tutum sergilemesinde etkili bir rol oynamış olabilir. Öte yandan, Arjantin programı ayrılan fon miktarı ve ulaşılan kişi açısından Endonezya programının gerisinde kalmıştır. Toplam yoksul sayısının 21 milyon, yoksulluk oranının da %55’e ulaştığı bir dönemde bu amaç için ayrılan kaynakların yetersizliği Arjantin hükümetinin konuya duyarlılığı konusunda ciddî kuşkular yaratmaktadır. Hükümetin bu tutumu toplumsal tepkilerin dinmesini amaçlayan kısa erimli bir duyarlılık izlenimi vermektedir. Konunun kısa süre sonra toplumsal gündemde, geri plândaki eski konumuna itilmiş olması bu gözlemi doğrular niteliktedir. Bretton Woods kuruluşlarının konuya yaklaşımı da Endonezya örneğiyle benzerlikler göstermektedir. IMF, yeni hükümet sosyal yardım konusunu ele alana kadar krizin olumsuz sosyoekonomik etkileriyle ilgilenmemiş, sonrasında ise sosyal yardım programını onaylamıştır. Dünya Bankası ise, Endonezya’da olduğu gibi sosyal yardım programlarının uygulamaya konmasından daha sonra –2003 yılı başında– programları 600 milyon dolarlık bir krediyle desteklemiştir. 2. 2000 Kasım ve 2001 Şubat Türkiye Krizleri 2.1 1929 Buhranı Sonrası Türkiye’de görülen Krizler Türkiye özellikle 20. yüzyılla birlikte başlayan küresel krizlerden ülkenin dışa 89 açıklığı, ülke ekonomisinin durumu, ülkenin siyasi durumu gibi etkenlerin seviyesine bağlı olarak etkilenmiştir. Bu açıdan Türkiye örneğini açıklarken 2000 Kasım ve 2001 şubat krizleri detaylıca incelenecektir. Bununla birlikte 20. yüzyılda Türkiye’nin yaşamış olduğu krizlere de kısaca değinilecektir. Bu açıdan yıllar itibariyle Türkiye’nin yaşamış olduğu krizler şu şekildedir: 1929 KRİZİ-İLK KRİZ 136 Türkiye Cumhuriyeti, ekonomik krizle ilk kez 1929 yılında tanıştı. 1929’da bütün dünyada büyük bir ekonomik bunalım patladı. Buna Türkiye ekonomisinin kendi sıkıntıları ve ilk taksitinin ödenmesi gereken Osmanlı borçları da eklenince ciddi bir “kambiyo krizi” yaşandı. Türk parasının değeri düştü. 1948 KRİZİ İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı 1944 yılında bütçe açık vermeye başladı. Savaş, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ekonominin dengeleri sarstı. Türkiye devalüasyonla da bu dönemde tanıştı. 1946 yılında, bütçe fazla vermesine rağmen ihracatı artırmak için devalüasyona gidildi. Ancak hedefe ulaşılamadı. 1954 KRİZİ Dış sermayeye açılma ve serbest piyasa ekonomisine geçiş dönemi 1950-1954 yıllarında başladı. 1951 yılında bütçe açık vermeye başladı ve bu durum 1963’e kadar 12 yıl boyunca devam etti. Kore Savaşı nedeniyle dünya piyasasında hammadde fiyatlarını fırlattı. Kredili ithalat uygulamasına geçildi. Bunun sonucunda ticari nitelikli dış borçlar ödenemez hale geldi. Dış borç yükü ve kamu açıkları arttı. Plansız yatırımların da etkisiyle enflasyon yüzde 20’lere fırladı ve Türkiye ekonomisi krize girdi. 136 Ankara Ticaret Odası, ATO’DAN “Krizler Tarihi Raporu, Ankara 17/04/2005, http:// www.atonet. org.tr/yeni/index.php?p=276&l=1, (10/10/2008) 90 1958 KRİZİ 1950’li yıllarda uygulanan dışarıdan sermaye ithaline ayarlanmış serbestleşme programı 1958 krizini hazırladı. 1958’e gelindiğinde Türkiye’nin günü gelmiş 256 milyon dolar tutarında dış borcu ve de kucağında bir “kambiyo krizi” bulunuyordu. Ağustos ayında Türkiye IMF ile bir istikrar programı uygulamayı kabul etti. Devalüasyona gidildi. Dış ticaret açığı büyüdü.1958 yılında 55.3 milyon dolar olan bütçe açığı 1959’da 266.7 milyon dolara yükseldi.Türkiye 1959 yılında hayat pahalılığında Brezilya’dan sonra dünya ikincisi idi. 1969 KRİZİ 1969’da Türkiye hafif bir krizle sarsıldı. IMF programı yürürlüğe kondu. Türk parası devalüe edildi. 1971’de darbe yapıldı. 1974 BİRİNCİ PETROL KRİZİ 1974 yılında petrol fiyatlarının patlayarak 4 katına çıkması Türkiye ekonomisini olumsuz etkiledi. Aynı yıl Kıbrıs Barış Harekatı ile birlikte batılı ülkelerin üstü örtülü ekonomik ambargosu başladı. Petrol fiyatlarındaki artış ithal edilen sanayi ürünlerinin fiyatlarını da tırmandırdı. Bütün dünya petrol tasarrufuna yönelirken Türkiye petrole sübvansiyon vererek tüketimi patlattı. Dış ticaret açığı korkunç şekilde artış gösterdi. 769 milyon dolardan önce 2.3 milyar dolara fırladı. Türkiye o yıl 303 milyon dolarla rekor bir bütçe açığı verdi. Turizm ve işçi gelirleri düştü. İstihdam sorunu büyüdü. Türkiye yeni bir darboğazın eşiğine geldi. 1978 KRİZİ Dönemin hükümetleri düşük faizli kredileri hiç ödenmeyecekmiş gibi alıp kullandılar. Önemli miktarlarını da har vurup harman savurdular. Bu borçlar bir yandan tüketimi ve ithalatı pompalarken bir yandan da sabit yatırım91 ları ve buna bağlı ithalatı pompaladı. Yurtdışına indirimli kürk satışlarına geziler, otomobil fabrikaları önünde uzayan kuyruklar, onlarca değişik marka traktör ithalatı, gelişigüzel devlet sübvansiyonları bu borçlarla karşılandı. 1970 yılında 1.8 milyar dolar olan borcumuz , 1977 yılında 10 milyar dolara çıktı. 1978 yılında kısa vadeli borçların toplam borç içindeki payı yüzde 52’ye ulaştı. 1978’de kriz patladı. 1979-1980 İKİNCİ PETROL KRİZİ OPEC üyeleri petrol fiyatını 1979 ve 1980’de ikinci kez yüzde 150 oranında artırdı. Bu şok Türkiye’yi yoğun ekonomik kriz yaşarken yakaladı. İşsizlik oranı yüzde 20’lere yaklaştı. Enflasyon yüzde 63.9’a yükseldi. 1979-1980 petrol krizi, halkı 1974 petrol krizinden daha fazla etkiledi. Pek çok temel tüketim maddesi karaborsaya düştü. Benzin, tüp, ampul bulunamıyordu. Hükümet enflasyonu kontrol altına almak, dış kaynak açığını kapatmak ve ekonomiyi yeniden işler hale getirmek için ünlü “24 Ocak kararları”nı yürürlüğe koydu. 24 Ocak kararlarıyla birlikte TL % 48,6 oranında devalüe edildi. 1986 KRİZİ Darbenin ardından 24 Ocak kararları yürürlüğe kondu. Alınan tedbirler sonucunda 1978’de 2.3 milyar dolar olan ihracat 1983’te 5.7 milyar dolara çıktı. Anılan yıl dış ticaret açığı 3.6 milyar dolar, bütçe açığı ise 2.5 milyar dolar olarak gerçekleşti. Bütçe açığının ulaştığı rakam, bir önceki yıla göre yüzde 150 artışı işaret ediyordu. 1986 yılında kamu harcamalarının artması nedeniyle ekonomik dengesizlik yaşandı ve devalüasyon yapıldı. 1988-1989 KRİZİ Kamu açıklarındaki artış ve mali piyasalardaki dalgalanma sonucunda faizler yükseldi. Döviz rezervi azaldı. 1989 yılına gelindiğinde Türkiye dışa açık serbest piyasa ekonomilerinden biri oldu. İstikrar politikaları uygulanırken ortalama 17.4 milyar dolar olan dış borç stoku, 1989 yılında 41.7, 1990 yılında 92 ise 49 milyar dolara çıktı. Kısa vadeli borçlar, toplam borçların yüzde 19’unu buldu. Ticari bankaların döviz açığı büyüdü. Stagflasyon sürecine girildi. Dış ticaret açığı 1990 yılında 9.3 milyar dolara ulaştı. Türkiye yeniden krize girdi. Türkiye’de 1991, 1994 ve 1999 yıllarında üst üste krizler yaşadı. 1994 ve 2001 krizleri karakteristik olarak diğerlerinden farklıydı. Krizler bankacılık sektörünü vurdu ve çok sayıda bankanın faaliyetleri durduruldu. 1991 FİNANSAL KRİZİ 1991 krizini Körfez krizi tetikledi. 1990 yılında toplam sermaye girişi 4 milyar dolar oldu. Bunun 3 milyar doları kısa vadeli idi. Dış borç stoku 8 milyara dolara yakın artış gösterirken kısa vadeli borçlardaki artış 4 milyar dolara yaklaştı. Cari işlemler bilançosu, tarihi bir sıçramayla açığını 2.6 milyar dolara çıkarmıştı. Büyük çaptaki sermaye girişi TL’yi aşırı değerlendirirken ihracatı caydırdı, ithalatı pompaladı. 1991’de Körfez krizi çıktı ve Türkiye’yi riskli bir ülke konumuna getirdi. Sermaye kaçışa geçti. 2.6 milyar doları aşan sermaye kaçışı ekonomiyi durgunluğa soktu. TÜFE yüzde 52.4 artarken TEFE artışı yüzde 64’e ulaştı. Büyüme hızı yüzde 0.3’e düştü. Kriz etkisini bir yıl gösterdi. 1994 FİNANSAL KRİZİ Kısa süreli ama çok şiddetli oldu. Kriz 1993 sonlarında başlayıp 1994’te patladı. İçeride zaten üstüste iki yıldır sürmekte olan temel dengesizliklerin üzerine Avrupa para piyasasındaki kargaşanın eklenmesi krizi tetikledi. Cari açık da 1 milyar dolardan 6.4 milyar dolara fırladı. Dış borç stoku 12 milyar dolar artış gösterdi. Kısa vadeli borçlar 18.5 milyar dolara fırlayarak tarihi bir rekor kırdı. 1994 tam bir felaket yılı oldu. Toplam net sermaye çıkışı 4.2 milyar dolara vardı. Faiz hadleri Hazine bonolarında yüzde 400’ü aşarken TEFE yüzde 121, TÜFE yüzde 106’e yani üç haneli rakamlara sıçradı. GSMH’da yüzde 6’ya varan daralma olurken işsizlik yüzde 20’ye vurdu. Krizde yarım milyon kişi işinden atıldı.. 93 1998-99 KRİZİ 1998’de Asya-Rusya krizi, Türkiye’yi, enflasyonu düşürmek amacıyla harcamaları kıstığı ve istikrar programı uyguladığı sırada yakaladı. Krizi tetikleyen unsur, 6 milyar doları aşan sıcak para çıkışı oldu. Mali kuruluşlar dışında bütün kesimler yüzde 5-6 daralmaya girdi. GSMH’da yüzde 6.4 düşüş oldu. TEFE yüzde 63’e fırladı. Reel faizler yüzde 37’ye ulaşarak rekor kırdı. Dış borç stoku 103 milyar dolara, iç borç stokunun GSMH’ya oranı yüzde 32’ye çıktı. Faizi yüksek, vadesi kısa borç birikimi 1999 sonunda Hazine’yi iç borçları artık döndüremediği noktaya sürükledi. Aralık 1999’da hükümet IMF ile stand-by anlaşması imzaladı. 2000 KASIM VE 2001 ŞUBAT KRİZLERİ Stand-by anlaşmasının ardından 2000 yılında devreye giren istikrar programı büyük çöküşün baş sorumlusuydu. Türkiye döviz kurunun çapaya bağlanmasıyla çıkmaz sokağa girdi. Cari işlemler açığı giderek büyüdü ve yıl sonunda 9.8 milyar dolara çıkarak tarihi bir rekor kırdı. Dolar çapası nedeniyle toplam kısa vadeli borçlar 28.9 milyar dolara, toplam dış borç stoku 114.3 milyar dolara çıktı. Yabancı bankalar vadesi gelmemiş kredilerini geri çekmeye başlayınca gecelik faizler göklere tırmandı ve Türkiye tarihine “Kara Çarşamba” olarak geçen 22 Kasım 2000’de para krizi patladı. 13 banka ve çok sayıda aracı kurum battı. Kasım kriziyle artan faizler ve ödeme güçlüğe düşen bankaların vadesi dolmayan kredileri geri çağırması, iç pazarın daha da daralması bunda büyük rol oynadı. 19 Şubat’ta Çankaya Köşkü’nde yaşanan Anayasa kitapçığı tartışması krizi patlattı. 3.5 milyar dolarlık net sermaye çıkışıyla döviz fiyatları ve faizler tırmanışa geçti. Kriz öncesi 670 bin TL olan dolar Nisan’da 1 milyon 161 bine tırmandı. IMF programı çökmüştü. 2.2 2001 Türkiye Ekonomik Krizinin Nedenleri ve Oluşumu Her şeyden önce Türkiye’de yaşanan ve birbirini takip eden iki ekonomik krizin aslında tek bir kriz sürecinin parçaları olduğunu söyleyebiliriz. İktisat94 çılar arasında da genelde Kasım 2000 krizinden çok “Şubat 2001 krizi” ikisi için de belirtilmektedir. Bu açıdan, bu kısımda her iki kriz de 2001 ekonomik krizi olarak isimlendirilecektir. Türkiye’de 2001 ekonomik krizi üzerine değişik yerli ve yabancı iktisatçılar ve yazarlar çalışmalarda bulunmuştur. Yay137 ekonomik krizlerin nedenlerini a) Yapısal ve makroekonomik temellerdeki kökleşmiş/birikmiş sorunlar, b) Bankacılık kesimine ait sorunlar, c) Sabit kura dayalı istikrar programının getirdiği ve dışsal etkenlerle de artan ek riskler, d) Yabancı sermaye girişlerinin ve eksik/yanlış liberalleşmenin yarattığı sorunlar, e) Politik istikrarsızlıklar olarak belirtmektedir. Süslü ve Eren ise 2001 Türkiye ekonomik krizini şu sebeplere bağlamıştır.138 a)İzlenilen döviz kuru politikasının güvenilirliğini kazanamaması, b)Etkin denetimi yapılmayan bankacılık kesiminin sorunları, c)2000 yılında başlanan dezenflasyon programının güçlendirilememesi, d)Kısa vadeli sermaye hareketlerinin istikrarsız bir zemin oluşturması. Bu yazarlar dışında diğer yazarlara ait görüşler, genel sebepler olarak tanımlanabilecek bu sorunlar incelendikten sonra belirtilecektir. Makroekonomik Temellere Bağlı Sorunlar: “Türkiye 1999 sonunda bir istikrar programına, çok önemli ve kemikleşmiş makro ekonomik ve yapısal sorunlarla başladı. Bunların başında yirmi beş yıldır yaşanan kronik enflasyon sorunu görünüyorsa da, asıl sorun kamu açıklarını finanse etmekte 1990’lardan beri hızla içine sürüklendiği borçlanma kısır döngüsü geliyordu. 137 Gürkan Yay, G., a.g.m. 138 Eren, A., Süslü, B., a.g.m. 95 Başlangıçta iç borçla finansman, monetizasyon dışında mucizevi ve enflasyon yaratmayacak bir alet gibi görünse de, ekonomik ve politik belirsizliklerden dolayı giderek kısa vadeli ve daha yüksek faizli bir iç borçlanmaya dönüşen sürecin de enflasyonu beslediğini anladık. Türkiye yüksek enflasyonlu, borçlarıyla boğuşan ve istikrarlı olarak büyüyemeyen bir ülke durumundaydı. 1994 Krizi bir ilk sinyaldi. Türkiye’nin aslında, 1995 seçimlerinden hemen sonra, asıl çapası yapısal reformlar olan ve yasal/ kurumsal altyapıyı oluşturacak; sıkı maliye politikaları ve özenli para/kredi politikaları ile desteklenen, orta vadeli gerçek bir istikrar programını hayata geçirmesi gerekiyordu. Aslında bu konuda adımlar da atıldı, ama gereken ısrar ve özen gösterilemediği için sorunlar ertelendi. 1999 Programı, bütün sorunları bir bütün halinde, üç yıl içinde ve eşanlı olarak çözmeyi hedefleyen, bunun için kesin ve ayrıntılı tarihler saptayan ve esas çapası da yarı-sabit bir kur politikası olan iddialı bir programdı. Ancak bize göre kur çapası bu kadar derin sorunları taşıyacak kadar güçlü değildi. Ayrıca politik süreç içinde her geciken yasalaşma ve uygulama gecikmesinin, programın altını oyup geciktirmesi ve hedeflere varmayı zorlaştırması kaçınılmazdı.”139 Etkin Denetimi Yapılmayan Bankacılık Kesiminin Sorunları: Kasım ve Şubat krizleri aslında genel anlamda, zayıf bankacılık sisteminden ve sıcak paraya aşırı güvenmekten kaynaklanmıştır.140 Bu sebepten dolayıdır ki 2001 ekonomik krizi hem bankacılık hem de para krizidir denilebilir. Bu konunun daha iyi anlaşılabilmesi için bu kısım daha detaylı incelenecektir. “Bankacılık kesiminin kriz öncesi dönemde artan temel zayıflıkları şöyle sıralanabilir: − Bankaların yapısal problemleri giderek artmış, etkin denetimden uzak ve bankacılık prensipleriyle bağdaşmayan yönetimler yaygınlaşmıştır. 139 Gürkan Yay, G., a.g.m. 140 Molpass, David, v.d., “Crunch Point: Turkey’s Massive Debt”, www.oecd.org,(13-112001),s.2. 96 − Borç temininde vadelerin kısalması, döviz borçlarının artmasına ve aktifpasif kalemlerin vade uyuşmazlıklarına neden olmuştur. − Artan Konsolide Bütçe açıkları bankaların özel sektöre değil, kamu kesimine kredi veren kurumlar haline gelmesine yol açmıştır. Bilânçoların aktifinde yer alan DİBS stokları artmıştır. − Kredi vermede güvenirlilik ve geri dönebilirlik kriterlerinden uzaklaşıldığı için, bankaların geri dönmeyen kredileri artmıştır. Özet olarak sayılan hususların daha ayrıntılı olarak incelenmesinin yararlı olacağı düşünülmektedir. Bankacılık kesimi etkin bir denetime ve borçlanmada belirli sınırlanmalara tabi olmadığı için, Birçok banka, özellikle 1994 yılı sonrası kısa vadeli borçlanma politikası izlemeyi tercih etmiştir141. Kısa vadeli borçlanma, bir yandan devletin iç borçlanma ihtiyacını karşılarken, diğer yandan da bankalara arbitraj olanağı ile kâr sağlamıştır. Ancak bu süreç bankacılık kesiminin açık pozisyonlarının artması ile sonuçlanmıştır. Tablo-12’de görüldüğü gibi, 1999 yılında 10 Milyar Doları aşan bankaların net açık pozisyonları tutarı, 2000 yılının dokuz ayı sonunda 20 Milyar Dolara ulaşmıştır. Bu gelişme, Türk bankacılık sisteminin kriz öncesi dönemde ne kadar kırılgan ve hassas bir yapı kazandığını göstermektedir. 141 İnan, E. Alp, “Türk Bankacılık Sektöründe Etkinlik ve Verimlilik” TBB Dergisi Sayı: 34, 2000. 97 Tablo-12 : Türkiye’de Bankaların Açık Pozisyonları (Milyar $)142 Aylar 1998 1999 2000- I 2000 -II 2000- III 2001-I Oran -8.4 -13.3 -15.78 -18.18 -20.00 -12.16 Kamu açıklarının bankacılık sektörü tarafından kapatılıyor olması nedeniyle, bankacılık sektörü etkin bir şekilde denetlenememiş, gerekli önlemler ve yasal düzenlemeler zamanında devreye sokulamamıştır. Bankacılık kesiminin açık pozisyonlarının artmasına karşılık, bu açık pozisyonlar sayesinde kamunun fonlanması, bu açığa göz yumulmasına yol açmıştır. Üstelik, teorik kısımda da belirtildiği gibi, dışarıdan borçlanma sonucu artan ahlaki tehlike’nin tedirginlik yaratmaması amacıyla, kısa vadeli yükümlülükleri devlet garanti altına almıştır. Bu da bankaları daha fazla borçlanmaya ve açık pozisyonlarını daha da artırmaya yönlendirmiştir. 1990-2000 yılları arasında faiz ve kur dalgalanmalarını azaltan, kurdaki artışı enflasyon oranı kadar tutan, aynı zamanda piyasaları gecelik fonlayan ve Hazinenin rahat borçlanmasını sağlayan bir politika izlenmişti. Ancak bu politika bankaları faiz ve kur riski karşısında gerekli tedbirleri almaktan uzaklaştırmıştır143. Hazinenin iç borçlanmaya gitme zorunluluğu arttıkça, bankalar, kısa vadeli dış krediyi daha yüksek faizlerle almaya ve bunu risk pirimi ile beraber Hazineye aktarmaya devam etmişler. Aynı zamanda bu mekanizma bankaların, tasarruf-yatırım eşitliğini sağlama amacı yerine devlete borç verme amacına yönelik çalışmasına neden oluyordu. Bu mekanizmanın yarattığı avantaj nedeniyle, özel sermayeli ticaret bankası sayısı 1991 yılında 26 iken, 1999 yılında 35’e çıkmıştır144. 142 www.tbb.org,tr , www.tcmb.org,tr (akt. Eren, A., Süslü, B., a.g.m.) 143 Binay, Şükrü, Kürşat Kunder, “Mali Liberaleşmede Merkez Bankasının Rolü”, TCMB Yayını NO:9803, Ankara : 1998. 144 www.tbb.org.tr 98 Ancak kriz ortamında bu avantaj dezavantaja dönüşmüş ve krizin büyümesine neden olmuştur. Çünkü kriz, orta büyüklükteki bankaların düşen faizlere karşı kısa dönemli fonlar ile pozisyon almaları ile başlamış ve Kasım ayı ortasından itibaren faizlerin yükselmesine sebep olmuştur. Faizlerin artması bankaların bilânçolarında riskli pozisyonda bulunan tahvillerin değerini düşürmeye başlamıştır. Bu tahviller kısa vadeli borç ile finanse edilmekteydi. Likidite sıkıntısı içine düşen bankalar hem bu sıkıntıyı atlatmak, hem de az zararla dönemi kapatmak amacıyla, ellerindeki devlet tahvillerini satmaya başladılar. Aynı olay piyasa yapıcıları tarafından gerçekleştirilince faizler iyice yükselmiştir. 20 Kasımdan itibaren bankaların likidite sıkışıklığına girdiği dedikodusu yayılmaya başladı145. Likidite sıkışıklığı gecelik faizlerde çok belirgin bir baskıya neden oldu. Tablo 13’te görüldüğü gibi gecelik faiz oranları 2000 Nisan ayında % 36 iken, 2000 Kasım ayından itibaren yükselerek % 79 a ulaşmış ve daha sonraki ayda % 200 e kadar çıkmıştır. Faizlerdeki en hızlı değişim 2000 yılı Kasım ayı sonlarında yaşanmıştır. Bu ayın ilk yarısında O/N faiz oranları % 30 – 50 bandında iken, ayın 15’inde % 80, ayın 22’sinde % 110 olmuştur. Aynı ayın 28’inde % 184 olan bu oran, 30 Kasım’da % 316’ya yükselmiştir. 145 OECD, Policy Reassesment in Light of The end-2000 Financial Crisis, www.oecd.org. 99 Tablo-13 : Türkiye’de Kriz Öncesi ve Sonrası, Gecelik İşlemlere Uygulanan Basit Faiz Oranları (Ağırlıklı Ort.) 146 AYLAR 2000 2001 O/N Faiz Oranları % Nisan 36.16 Mayıs 41.28 Haziran 42.00 Ağustos 37.57 Eylül 46.20 Ekim 31.41 Kasım 79.45 Aralık 198.95 Ocak 42.16 Şubat 435.99 Mart 81.88 Nisan 80:64 Bankaların temin ettikleri döviz tevdiat hesaplarıyla sendikasyon kredilerinin 2000 yılı boyunca sürekli artışı hem likidite açısından bankaları zorlamış hem de vadeleri kısaltarak ikinci bir riske sokmuştur. Bu risk sonuçta krizde bir etken haline gelmiştir. Üstelik artan bu kredilerin büyük çoğunluğu, kısa vadeli nitelikte olmuştur. Sendikasyon kredilerinin daha çok kısa vadeli olarak temin edildiği Tablo-14’den anlaşılmaktadır. Tablo-14 : Ticari Bankalarının Kısa Vadeli Borç Stoku 147 (Milyon $) AYLAR MİKTAR 1998 11.150 1999 13.172 2000 16.900 2001-Ocak 19.279 2001-Şubat 10.076 146 www.tcmb.gov.tr 147www.tcmb.gov.tr 100 Türk bankacılık sektörünün kırılgan yapısı krizlere hassas bir yapı ortaya çıkardı. Bu kırılgan yapı yatırımcılarda güvenin kaybolmasına neden oldu. Bunlara artan rekabet ve kötü yönetim koşulları eklenince, küçük bankalar faizlere karşı çok hassas duruma geldi. Tüketici kredilerinde risk ihmal edildi. Bankaların vade dengesizlikleri arttı. 1990 yılından sonra kamunun artan faiz ödemelerinin bir nevi kaynak transferi olduğu herkes tarafından kabul edilmektedir148. 2000 yılıyla beraber bu kaynak transferinin kapanma yoluna girmesi, faaliyet dışı kârlarıyla ayakta kalan banka ve firmaları zor duruma sokmuştur. Bankaların ve Türk finans çevresinin bu yağlı kapının kapanmasına karşı tepkisi bir kriz şeklinde ortaya çıkmıştır. 2000 Yılında Başlanan Dezenflasyon Programının Güçlendirilememesi (Sabit Döviz Kuruna Bağlı Sorunlar): Türkiye’nin IMF ile anlaşarak, 1999 yılı sonunda 2000-2002 yılları için uygulamaya koyduğu dezenflasyon programının da bazı aksaklıklar içermesi, Kasım ve Şubat krizlerine katkıda bulunmuştur. Programın içerdiği zaaflar kısaca şöyle özetlenebilir: − Programın uygulanmasına aşırı değerlenen reel kur düzeyi ile başlanmış olması ve reel kurun aşırı değerlenmeye devam etmesi. − Faizlerin hızla düşürülmesi. Faizlerin düşmesiyle birlikte özellikle tüketim amaçlı talepte ortaya çıkan hız gelişmesinin yarattığı ithalat baskısının cari işlem dengesinde olumsuz etki yaratması. − Döviz kuru çapasından başka parasal çapanın benimsenmemiş olması. Daha doğrusu, 1999 yılı sonlarından başlayarak, çapa olarak belirlenen Doların uluslararası platformda önemli düzeyde değer kazanabileceğinin hesaba katılmamış olması. 148 Kesriyeli, Mehtap, Yalçın, Cihan, Taylor Kuralı Üzerine Bir Not, TCMB Yayını No:9802, 1998 Ankara 101 - Konsolide Gelirler politikasındaki zayıflık: Programın iyi bir gelirler politikası içermemesi de toplumsal uzlaşmanın sağlanamamasına yol açmış, bu da enflasyonda beklenen düşmenin gerçekleşmemesine neden olarak reel kurun aşırı değerlenmesine katkıda bulunmuştur. Uygulanan gelirler politikası, tüketim eğilimi yüksek rantiyer kesim lehine olduğu için ithalatı artırcı etki yapmış ; faizlerin düşmesi, ertelenen tüketim harcamalarını artırarak bu etkiyi artırmıştır. Toplu iş sözleşmesi hakkı olanlar reel gelirlerini artırabildikleri halde, diğer kesim gelir kaybına uğramıştır. Bu bağlamda kiraların dondurulması kararı da etkili bir biçimde uygulanamamıştır. Kısa Vadeli Sermaye Hareketlerinin İstikrarsız Bir Zemin Oluşturması (Cari Açık Sorunu): Türkiye’de 1990’lı yıllarda sıcak para politikası uygulanarak, cari işlem dengesinde ortaya çıkan açıklar, genelde kısa vadeli sermaye hareketleri sayesinde kapatılmaya çalışılmıştır. 1990 yılı sonrası, 1991 ve 1998 yılları dışında cari işlem açığı yaşandığı halde, sermaye hareketlerinin pozitif olması sayesinde, 1991 ve 2000 yılları dışında dış ödemeler dengesinde hep fazlalık elde edilmiştir. Bu fazlalıklar da zaman içinde reel kurun aşırı değerlenmesine katkıda bulunmuştur. ”149 Sabit kura dayalı istikrar programının getirdiği riskler de Türkiye’de izlenilen döviz kuru politikasında olumsuzlukları ortaya çıkarmış ve 2001 şubat krizinde ülke bir de devalüasyon yaşamıştır. Bu da krizin daha derinleştiren bir para ikamesi etkisini oluşturmuştur. Bu kriz sebeplerinin yanı sıra, 2001 ekonomik krizini açıklayan şu görüşler vardır: Özatay ve Sak150’a göre Şubat 2001’de yaşanan finansal krizin temel nedeni, yüksek kamu borçlanma gereği, cari açık, enflasyon oranı ve finansal kesi149 Eren, A., Süslü, B., a.g.m. 150 Özatay F. Ve Sak G., “The 2000-2001 Financial Crisis in Turkey”, 2002. Brookings Trade Forum 2002 için sunulan makale. 102 min yükümlülüklerinin döviz rezervlerine oranının yüksek olması ve aşırı değerli döviz kuru ve bunun finansmanındaki yanlışlıklardan kaynaklanan bankacılık sektörünün kırılganlığıdır. Şubat 2001 kriz döneminde IMF’in baş ekonomisti olan Fischer151 ise “cari açığın en önde gelen kriz kaynağı-göstergesi olduğu ve Türkiye’deki Kasım krizine bankacılık kesimi ile birlikte yüksek cari açığın neden olduğunu” ileri sürmektedir. Karabulut152 ise Türkiye ekonomisindeki döviz krizlere yönelik olarak 19892001 dönemini kapsayan bir çalışmada, resmi reel döviz kuru ile cari döviz kuru arasındaki farkın en yüksek olduğu iki noktada (03-1994 ve 02-2001) finansal krizin çıktığı sonucuna ulaşmıştır. Çalışmanın önemi Türkiye’deki 2001 krizi için finansal kriz kavramı yerine döviz krizi kavramını kullanmasıdır. Karabulut’a göre döviz krizlerinin temel nedeni, kriz öncesinde döviz kurlarının baskılayan ve böylece paranın aşırı değerlenmesine yol açan kur politikalarıdır. Ayrıca döviz krizi olasılığının bütçe açıklarındaki artışlar ile yükseleceği yönündeki görüşüne dayanarak Türkiye ekonomisindeki krizlerin Krugman kuramını doğruladığını ileri sürmektedir. Modelin bir başka yönü ise Türkiye ekonomisindeki krizlerin, öteki gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi dış ticaret temel göstergeleri ile değil, bankacılık sistemi ve bütçe açığı ile açıklanabilir nitelikte görülmesidir. Karabulut Türkiye’deki krizlerin en temel özelliğinin, döviz kurunun baskılanmasıyla ortaya çıkan paradaki aşırı değerlenme olduğunu ileri sürmektedir. Uygur153 ise Şubat 2001 krizini incelediği bir çalışmasında riskli bir bankacılık sisteminin dışarıdan borçlanması ve Merkez Bankasının sterilizasyon yapmaması durumunda yabancı kaynak giriş-çıkışında baş gösterecek bir aksamanın, ekonominin para-faiz uyumu yapmasına olanak vermediğini ileri sürerek kırılgan bir bankacılık sisteminin finansal kriz üzerindeki etkisine vurgu yapmaktadır. 151 Uygur, E, a.g.m. 152 Karabulut G., Gelişmekte Olan Ülkelerde Finansal Krizlerin Nedenleri, Der Yayınları, yayın no 328, İstanbul, 2002. 153 Uygur, E, a.g.m. 103 Özetlemek gerekirse Şubat 2001 krizi öncesinde kamu kesiminin borçlanma seviyesinin yüksekliği ve Ankacılık sisteminin denetimsiz faaliyetleri hanehalklarında uygulanan programa güvensizlik oluşturmuştur. “Şubat 2001 krizi öncesinde ekonominin temel makroekonomik değişkenlerine bakıldığında faiz oranı, borsa ve iktisadi büyüme olumlu gelişme gösterirken; enflasyonun beklenildiği gibi düşük gerçekleşmemesi, ulusal paranın aşırı değerlenmesi, cari işlemler açığının artması ve bütçe dengesinin bozulması döviz kurunu çıpa olarak alan programın sürdürülebilirliği konusunda ciddi kuşkular oluşturmuştur.”154 Sonuç olarak krizden önce sabit kur sistemine güvensizlikle oluşan yabancı para stoku, uygulanan programları başarısız konuma düşürmüş ve bu süreçten de kriz doğmuştur. 2.3 2001 Türkiye Ekonomik Krizinin Yoksulluk Öğelerine Etkileri 1999’da uygulamaya konan sabit kur çıpasına dayalı istikrar programı sayesinde Kasım 2000 tarihine kadar istenilen sonuçlar elde edildi. Kasım 2000 krizi, yılın son iki ayında büyümeyi durdurmasına rağmen, 2000 yılında GSMH ve imalât sanayi üretimi %6 oranında büyüyerek işsizlik oranında kayda değer bir azalmayı da beraberinde getirdi. (Tablo 15) İşsizlik oranı 1999’da %8.3’ten 2000’de %6.9’a, eksik istihdam oranı ise %9.8’den %7.4’e düştü. Ekonomideki canlılık imalât sanayi istihdam rakamlarına yansımadı. Özel sektör istihdam endeksi 2000 yılında 1.4 puan azaldı. Kamu istihdam endeksi ise 5.4 puan gerileyerek önceki yıllardaki düşme eğilimini sürdürdü. 2000 yılının reel ücret verileri incelendiğinde asgari ücrette ve memur maaşlarında önemli gerilemeler olduğu, özel sektörde kısıtlı, kamu kesiminde ise yedi puanlık bir artış olduğu görülmektedir. Bu artışta maaş ve ücretlerin ileriye dönük olarak hesaplanması sayesinde memurların maaşı reel olarak arttırıldı; ancak özel sektör maaşlar reel olarak düşmüştür.155 Şimdi Ekonomik krizin yoksulluk sebepleri olarak da sayabileceğimiz yoksulluk göstergelerine etkileri incelenecektir. 154 Sayım, I. vd, a.g.m. 155 Koyuncu, M. ve Şenses F., a.g.m. 104 2.3.1 Ekonomik Krizin İşgücü Piyasasına Etkileri Tablo 15: Türkiye: İşgücü Piyasası Göstergeleri, 1999-2002156 1999 2000 2001 2002 İşsizlik Oranı (%) 8.3 6.9 9.1 11.5 Eksik İstihdam Oranı (%) 9.8 7.4 6.5 6.1 İmalat Sanayi İstihdam Endeksleri (1997=100) Özel Sektör* 91.7 90.3 82.5 84.4 Kamu 89.0 83.6 78.2 70.9 Asgari Ücret 123.9 105.8 91.1 98.4 Özel Sektör 92.8 93.8 74.8 … Kamu 105.0 112.3 99.3 90.2 Memur Maaşları 95.1 84.1 81.0 85.6 Reel Ücret Endeksleri (1993=100) *: 10 ve daha fazla işçi çalıştıran işyerleri 2001 krizi öncesi uygulanan politikalar, krizin diğer olumsuz etkileriyle birleşince başta istihdam ve reel ücretler olmak üzere işgücü piyasası göstergeleri 2001 yılında önemli ölçüde kötüleşti (Tablo 15). Eksik istihdam oranının düşmesine karşılık, işsizlik oranı hızla artarak %6.9’dan %9.1’e çıktı. İmalat sanayi istihdam endeksleri düşmeye devam etti. Kamuya ait imalât sanayi işletmelerinde istihdam %7.7 oranında azalırken, özel işletmelerdeki istihdam kaybı %8.6 oranında oldu. İstihdam kayıplarına ek olarak reel ücretler de, özellikle özel sektörde önemli ölçüde geriledi. Asgari ücret, kamu çalışanlarının ücretleri ve memur maaşları reel olarak sırasıyla %14, %11 ve %4 oranında düşerken ücretler özel sektörde %20 azaldı. Bunun sonucunda, bu dört ücret endeksi de 1993 düzeyle156 Koyuncu, M. ve Şenses F., a.g.m. 105 rinin altına düşmüş oldu. Bu süreçten en olumsuz etkilenen kesim olan özel kesim çalışanlarının reel ücretleri ise 2001 yılında 1993 yılındaki düzeyinin %25 altına düşmüş oldu. 2002 yılında GSMH’nın %7.8, imalât sanayi üretiminin %10 oranında artmasına karşın, işsizlik oranı artmaya devam ederek %11.5’e çıktı. İmalât sanayinde, özel sektör istihdamında küçük bir artış yaşanırken, kamu kesiminde istihdam düşmeye devam etti ve işçi sayısı 1992 yılındakinin yarısından az bir düzeye geriledi. Ücretler de ise bu yılın genel seçim yılı olması nedeniyle sınırlı iyileşmeler görüldü. Kamu imalât sanayi çalışanlarının ücretleri gerilemeye devam ederken asgari ücret ve memur maaşları reel olarak sırasıyla %8 ve %5.7 oranında arttı (Tablo 10). Yukarıdaki bilgilerin yanı sıra işsizlik işten çıkarmalarla işsizlik daha da derinleşmektedir. Kriz döneminde çıkarılanların sebeplerine bakıldığında karşımıza şu tablo çıkmaktadır: Ülkemizde yaşanan son iki ekonomik krizin en önemli sonuçlarından birisi, kuşkusuz ki, işsizliktir. Nitekim, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verilerine göre, 2001 yılının ilk altı ayında toplam 738.866 kişi işten ayrılmıştır. 157 157 Işığıçok, Özlem, Türkiye’de Yaşanan Son Ekonomik Krizlerin Sosyo-Ekonomik Sonuçları: Kriz İşsizliği Ve Beyin Göçü, İşGüç Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi Cilt 4, Sayı 2, 2002. 106 Tablo 16158 : Kriz Sebebiyle İşten Çıkartılanlar 2001 Yılının İlk Altı Ayında İşten Ayrılmalar ve Gerekçeleri Toplu çıkarma 12.865 Sağlık nedenleri (işveren) 804 Bildirimli fesih 84.482 İşçinin iyiniyet krllra aykır. 1.454 Malulen emeklilik 768 İstifa Normal emeklilik 17.844 İşin sona ermesi Ölüm 863 İşyerlerinin nakli Askerlik 7.704 İşyerinin kapanması 10.336 Evlenme 1.760 Vize süresi bitimi 16.madde 6.633 Deneme süresi sonu Sağlık nedenleri (işçi) 328 Mevsimlik iş bitimi 300.994 40.232 54.897 6.100 2.854 16.631 İşverenin iyi niyet kurallarına aykırılığı 2.303 Kampanya bitimi 2.950 652 Disiplin kurulları kararı 1.021 Statü değişikliği İşe devamsızlık 6.644 Diğer nedenler 150.630 17.madde 7.117 TOPLAM 738.866 Tabloda da görüldüğü gibi, diğer gerekçeler dışında, direkt ekonomik krizle ilgili işyeri kapanması sonucu, 2001 yılının ilk altı ayında, 10.336.000 birey işsiz kalmıştır. Ülkemizde zaten geçmişten beri süregelen ve artık kronik bir hal alan bir işsizlik sorunu yaşanmaktadır. Hatta son yıllarda ülkemizde yaşanan bu sorunun artık nitelik değiştirerek, işsizlik sorunu olmaktan çıktığı ve bir “istihdam sorunu”na dönüştüğü ifade edilmektedir.159 Nitekim; ülkemizde işsizlik sorunu; bir taraftan az gelişmiş bir emek piyasası, diğer taraftan kırsal ke158 Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB) (Akt. Kenar Necdet ; “Dünyada ve Türkiye’de İşsizlik” TES-İŞ Dergisi,s. 26, Ağustos-Eylül 2001.) 159 Ekin Nusret ; “İşsizlik Sorununa Yeniden Bakış”, TÜHİS İş Hukuku ve İktisat Dergisi, Cilt:16, Kasım 2000-Şubat 2001. 107 simde geniş aile düzeni ve kentsel kesimde ise, kayıt-dışı istihdam biçimlerinin yaygınlaşmasıyla; yani üretken olmayan istihdam biçimlerinin giderek artması nedeniyle; bir istihdam sorununa dönüşmüştür. Bu bakımdan, ülkemizde işsizlik sorunu yerini yoksulluğa terk etmekte ve nitelik değiştirerek istihdam sorunu haline gelmektedir. Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri ise, mevcut soruna yeni işsizler eklemek suretiyle; durumu adeta içinden çıkılamaz bir hale getirmiştir. Nitekim, yaşanan son krizler sonrası her 100 kişiden 12’sinin işini kaybettiği, mevcut işsizlere yaklaşık 1 milyon kişinin eklendiği, işsizlik oranının % 6’lardan % 10’lara yükseldiği, kadın işgücünün %33’nün işsiz kaldığı, özellikle de eğitim düzeyi yüksek, nitelikli işgücünün üçte birinin işsiz kaldığı, en fazla etkilenen sektörlerin ise; bankacılık ve finans, sanayi ve hizmetler olduğu ifade edilmektedir.160 Bir başka deyişle; ülkemizde yaşanan son iki kriz, mevcut istihdam sorununa, “ kriz işsizliği” adı verilen bir başka sorun yumağının eklenmesine yol açmıştır.161 2.3.2 Ekonomik Krizin Gelir Dağılımı ve Yoksulluk Üzerine Etkileri Türkiye’de, gelir dağılımının ve yoksulluğun gelişimini ve krizlerin bu alanlarda yarattığı etkiyi kısa aralıklarla incelememizi sağlayacak hane halkı gelir ve tüketim anketleri bulunmamaktadır. Üstelik var olan veriler de birbirleriyle doğrudan kıyaslanabilir nitelikte değildir. Elimizdeki son yirmi yıla ait veriler DİE’nin 1987, 1994 ve 2002 yıllarında gerçekleştirdiği üç anket ve Dünya Bankası’nın 2001 yılındaki anket sonuçlarıyla sınırlıdır. Bu bölümde, bu anketlerin sonuçlarını kullanarak 1994 ve 2000-2001 krizlerinin gelir dağılımı ve yoksulluk üzerindeki etkilerine ilişkin ipuçları elde etmeye çalışacağız. Ancak hemen belirtilmesi gerekir ki, yapılan karşılaştırmalar, anketler arasındaki sürelerin uzunluğu nedeniyle sadece krizlerin etkilerini değil, iki 160 Ekin Nusret ; “Türkiye’de İşsizlik Yoksulluğa Dönüşen Yapay İstihdam”, Endüstri İlişkilerinin Güncel Sorunları Semineri, 10-13. Mayıs.2002,Ankara. 161 Işığıçok, Özlem,a.g.m. 108 anket arasındaki zaman aralığında gelişen tüm olayların birleşik etkisini yansıtmaktadır. Gelir Dağılımı: “1989-1994 yılları arasında hükümet, çalışanlara sağlanan yüksek ücret ve maaş artışları ve sermaye kesimine sağlanan yüksek faiz geliri ve düşük hammadde fiyatları ve vergi oranları ile genişlemeci bir ekonomik strateji izledi162 . Bu stratejinin ve hemen ardından gelen 1994 Krizi’nin sonucunda gelir dağılımı 1987-1994 döneminde ciddî anlamda bozuldu (Tablo: 17). DİE’nin 1987 ve 1994 Hane halkı Gelir ve Tüketim Harcamaları Anketi (HGTHA) sonuçlarına göre, toplumun en yüksek gelirli %20’lik bölümü toplam gelir içindeki payını %10 civarında arttırırken, diğer tüm gelir gruplarının payları azaldı. Bu durum, gelir eşitsizliği göstergelerine Gini katsayısının 1987’de 0.44’ten 1994’te 0.49’a çıkması ve en yüksek gelirli %20’lik kesimin toplam gelir içindeki payının en düşük gelirli %20’lik kesimin payına oranının aynı dönemde 9.6’dan 11.2’ye yükselmesi şeklinde yansıdı. Ülkenin genel gelir dağılımındaki bu bozulma, kentsel alanlardan kaynaklandı. Kentlerde, en yüksek gelirli %20’lik kesim toplam kentsel gelir içindeki payını 1987-1994 yılları arasında %50.9’dan %57.2’ye yükseltirken, diğer gelir gruplarının toplam gelirden aldıkları pay %11 ila 13 arasında değişen oranlarda düştü. Bu değişim, kentsel Gini katsayısının büyük bir artış göstererek 0.44’den 0.52’ye çıkmasına ve En Zengin %20/En Yoksul %20 gelir payları oranının da 9.4’den 11.9’a yükselmesine neden oldu. Öte yandan, kırsal Gini katsayısı 1987’de 0.42’den 1994’de 0.41’e düşerken, kırsal En Zengin %20/En Yoksul %20 gelir payları oranı da 9.2’den 8.5’e geriledi. Bu durum kırsal kesimde en düşük gelirli %40’lık kesimin gelir payındaki artıştan kaynaklandı.”163 162 Koyuncu, M, a.g.e. 163 Koyuncu, M. ve Şenses F., a.g.m. 109 Tablo 17: Türkiye: Kentsel ve Kırsal Gelir Dağılımı Göstergeleri, 1987, 1994 ve 2002164 Türkiye Kentsel Kırsal %20’lik Dilimler 1987 1994 2002 1987 1994 2002 1987 1994 2002 1. Dilim (En Yoksul) 5.2 4.9 5.3 5.4 4.8 5.5 5.2 5.6 5.2 2. 3. 4. 9.6 14.1 21.2 8.6 12.6 19.0 9.8 14.0 20.8 9.3 13.6 20.7 8.2 11.9 17.9 9.7 13.9 20.5 10.0 15.0 22.0 10.1 14.8 21.8 10.3 14.7 21.7 5. Dilim (En Zengin) 50.0 54.9 50.1 50.9 57.2 50.4 47.8 47.7 48.0 Gini Katsayısı 0.44 0.49 0.44 0.44 0.52 0.44 0.42 0.41 0.42 11.2 9.5 9.4 11.9 9.2 9.2 8.5 9.2 En Zengin %20/En 9.6 Yoksul %20 Oranı “1994-2002 dönemi, Türkiye ekonomisinin en çalkantılı dönemlerinden birisi oldu. Büyüme oranlarının değişkenliği, yüksek borç-faiz dinamiği ve çeşitli istikrar programlarına karşın, direnen yüksek oranlı ve değişken enflasyon bu dönemin ana özellikleri arasında ön plâna çıktı. 2000-2001 krizi sonucunda bu durum kuşkusuz daha da kötüleşti. Örneğin, 2001 yılında GSMH %10 civarında küçülürken enflasyon oranı %68.5’e fırladı. Her ne kadar 2002 yılında ekonomik göstergelerde düzelmeler görülmeye başlanmışsa da, söz konusu dönem bir bütün olarak değerlendirildiğinde gelir eşitsizliğinin artmış olması beklenir. 2002 Hanehalkı Bütçe Anketinin (HBA) sonuçları bu beklentilerle açık bir çelişki içindedir ( Tablo 17). HBA sonuçlarına göre, 2002 yılı gelir dağılımı 1994’e göre daha eşitlikçi bir yapıdadır. Gini katsayısı ve En Zengin %20/En Yoksul %20 Oranı 1994’te sırasıyla 0.49 ve 11.2 iken, 2002’de 0.44 ve 9.5’e düşmüştür. Sonuçlar daha ince bir 164 Koyuncu, M. ve Şenses F., a.g.m. 110 ayrıntı düzeyinde incelendiğinde, 1994-2002 dönemindeki iyileşmenin kentlerde yüksek gelirlilerden düşük gelirlilere doğru gerçekleşen gelir transferinden ve bunun sonucunda diğer gelir dilimlerinin payı artarken en yüksek gelirli %20 lik kesimin toplam gelirden aldığı payın azalmasından kaynaklandığı görülmektedir. Ancak söz konusu dönemde gelir dağılımının düzeldiği yönündeki bu bulgulara kuşkuyla yaklaşılmasını gerektiren bazı kanıtlar bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi anketin, türlerine göre gelir dağılımına ilişkin sonuçlarından kaynaklanmaktadır. 2002 gelir anketine göre hane halklarının toplam kazançları içinde finansal gelirin payı %4.9’dur. Aynı kategorinin 1994 yılındaki ağırlığı ise %7.7’dir. Diğer bir deyişle, 1994-2002 döneminde finansal gelirin ağırlığı %36 oranında azalmıştır. Oysa, 1994 yılından sonra, kamu kesiminin yüksek borçlanma gereksinimi nedeniyle, finans piyasalarında çok yüksek reel faiz oranları geçerli olmuş ve kamu kesiminin iç borç faiz ödemeleri önceki döneme kıyasla katlanarak artmıştır. Bu dönemde Türkiye’deki finansal varlıkların toplam değerinin ve finans piyasasının toplam işlem hacminin de ciddi bir biçimde artmış olması, 2002 gelir anketinin finansal gelirin payının azaldığı yönündeki sonucuna ilişkin kuşkuları daha da artırmaktadır. Finansal gelir daha çok yüksek gelirli kesimler için önemli bir gelir kaynağı olduğundan, anketteki bu kuşkulu durumun bu kesimlerin gelirinin olduğundan daha düşük gösterilmesine ve gelir dağılımının da olduğundan daha eşit çıkmasına yol açtığı söylenebilir. 2002 Anket sonuçlarıyla ilgili kuşku yaratan bir başka kanıt ise aşağıda sunduğumuz yoksulluk veri ve analizinden çıkmaktadır. Yoksulluk verilerine göre, 1994-2001 yılları arasında özellikle kentsel yoksulluk oranında ciddî bir artış olmuştur. Bu durum 2002 anketinin toplumun en yoksul kesimlerinin gelir payının arttığı yönündeki bulgusuyla açıkça çelişmektedir.”165 165 Koyuncu, M. ve Şenses F., a.g.m. 111 2.3.3 Yoksulluk Türkiye’de yoksulluk konusunda çok az sayıda çalışma bulunmaktadır. Mevcut çalışmaların tamamına yakın bir kısmı 1987 veya 1994 yılı Hanehalkı Gelir ve Tüketim Harcamaları Anketi sonuçlarından yola çıkıp, birbirinden farklı yöntemler kullanarak sadece bu yıllardan biri için yoksulluk oranı hesaplamıştır. Dönemler arası bir karşılaştırma yapan tek çalışma Dağdemir’in166 çalışmasıdır. 2000-2001 Krizi’nden sonraki dönemi yoksulluk açısından önceki dönemlerle karşılaştırmamıza yarayacak çalışmalar ise Dünya Bankası tarafından 2000 ve 2003 yıllarında yayınlanan iki rapordan ibarettir. Dolayısıyla bu bölümdeki incelememiz 1987-1994 dönemi için Dağdemir’in çalışmasına, 1994-2001 dönemi için ise Dünya Bankası167 raporlarına dayanmaktadır. Dağdemir çalışmasında iki yoksulluk çizgisi kullanmıştır. Bunlardan birincisi, normal bir yetişkinin gereksinim duyduğu kalori miktarına göre hesaplanan Minimum Gıda Maliyeti (MGM) çizgisi, ikincisi ise MGM’ye gıda dışı temel ihtiyaç maddelerinin maliyeti eklenerek oluşturulan Temel Gereksinmeler Maliyeti (TGM) çizgisidir. MGM’ye göre kentlerdeki yoksulluk oranı 1987 yılında %6.9 iken bu oran 1994 yılında %8.7’ye çıkmıştır (Tablo 18). Yoksulluk oranının aynı dönemde kırsal alanlarda %21.2’den %20.2’ye düşmüş olması bu artışı dengeleyerek, tüm Türkiye için hesaplanan yoksulluk oranının 1987-94 döneminde sabit kalmasına neden olmuştur. TGM’ye göre ise, yoksulluk oranı aynı dönemde kentlerde %14.3’den %20’ye, kırsal alanlarda ise %41.5’den %42.5’e çıkmıştır. Bunun sonucunda Türkiye geneli için TGM ölçütüne göre yoksulluk oranı %27’den %29.5’e yükselmiştir. Bu sonuçlar, 1987-1994 döneminde Türkiye’deki yoksulluğun kırsal kesimde daha yoğun olduğunu, ancak kentsel yoksulluğun, büyük olasılıkla, kentsel alanlarda daha etkili olan 1994 Krizi nedeniyle tırmanışa geçtiğini göstermektedir. 166 Dağdemir, Ö. , “Türkiye Ekonomisinde Yoksulluk Sorunu ve Yoksulluğun Analizi: 1987-1994”, C. C. Aktan (der.), Yoksullukla Mücadele Stratejileri içinde, Ankara: Hak-İş, 2002. 167 World Bank, Turkey: Economic Reforms, Living Standards and Social Welfare Study, Report No. 20029 TU, Washington, D.C.: World Bank, 2000a., World Bank, Turkey: Poverty and Coping After Crises, Report No. 24185-TR, Washington, D.C.: World Bank, 2003a. 112 Tablo 18: Türkiye: Kentsel ve Kırsal Yoksulluk Oranları, 1987 ve 1994168 Türkiye Kentsel Kırsal Yoksulluk Çizgisi 1987 1994 1987 1994 1987 1994 Minimum Gıda Maliyeti 11.5 11.5 6.9 8.7 21.2 20.2 Temel Gereksinmeler Maliyeti 27.0 29.5 14.3 20.0 41.5 42.5 Dünya Bankası raporları dört adet yoksulluk çizgisi kullanmıştır: i) uluslararası bir standart haline gelmiş olan kişi başına günde bir dolar esasına göre belirlenen yoksulluk çizgisi; ii) asgarî gıda maliyeti çizgisi; iii) temel gereksinmeler maliyeti çizgisi; ve iv) ulusal gelir ortalamasının yarısı olarak belirlenen göreli yoksulluk çizgisi. Bu yaklaşımlardan ilki dışında kalanlar, 1994-2001 yılları arasında Türkiye’de yoksulluğun arttığını göstermektedir169 (Tablo 19). Bir ülkedeki aşırı yoksulluk oranını ölçtüğü kabul edilen günde bir dolar çizgisinin altında kalan nüfus oranı, söz konusu dönemde %2.5’ten %1.8’e düşmüştür. Dünya Bankası170 raporu bu küçük farkın istatistiksel hata sınırları içinde olduğunu belirtmektedir. Tablo 19: Yoksulluk Oranları, Türkiye ve Kentsel, 1994 ve 2001171 Türkiye Yoksulluk Çizgisi Kentsel 1994 2001 Kişi Başına Günde 1 dolar 2.5 1.8 Asgarî Gıda Maliyeti* 7.3 … Temel Gereksinmeler Maliyeti* 36.3 56.1 Ulusal Gelir Ortalamasının Yarısı 15.7 21.5 1994 2001 6.2 17.2 168 Dağdemir, Ö, a.g.m. 169 Dünya Bankası raporlarında kentsel ve kırsal yoksulluk oranları verilmemiş, sadece ortalama Türkiye rakamlarının verilmesiyle yetinilmiştir. Bunun tek istisnasını oluşturan kentsel gıda yoksulluğu oranı için ise Dünya Bankası (World Bank, 2003a) raporunda Türkiye ortalaması verilmemiştir. 170 World Bank, a.g.e., 2003a. 171 World Bank, a.g.e., 2000a, 2003a. 113 *: Bu iki yoksulluk çizgisi, Tablo 18’de verilen yoksulluk çizgileriyle aynı ismi taşısa da, bunları belirlemek için kullanılan gıda ve gıda dışı madde sepetleri büyük farklılıklar içerdiğinden bu iki tablodaki rakamlar karşılaştırma için elverişli değildir. Yoksulluk oranları arasında en büyük artış kentsel gıda yoksulluğu oranında yaşanmıştır. Bu oran 1994-2001 yılları arasında %6.2’den %17.2’ye yükselerek, neredeyse üç katına çıkmıştır. Bu durum, kentsel sektörleri âdeta felce uğratan 2000-2001 Krizi’nin doğal bir sonucudur. Kriz döneminde kentlerde iş alanlarında büyük bir daralma yaşanırken, gıda fiyatları ortalama %80.2’lik bir artışla %68.5’lik enflasyon oranını dahi geride bırakmıştır172. Benzer bir artış, temel gereksinmeler maliyeti çizgisiyle ölçülen ve yoksulluk riski taşıyan nüfusu belirleyen ekonomik muhtaçlık oranında yaşanmıştır. Bu oran, 1994’te %36.3 iken, 2001’de %56.1’e çıkmıştır. Diğer bir deyişle, yoksul olan veya yoksulluk çizgisinin altına düşme riski taşıyan kesim, 20002001 Krizi’nden sonra nüfusun çoğunluğunu oluşturur hale gelmiştir. Aynı dönemde, göreli yoksulluk oranı da %15.7’den %21.5’e yükselmiştir. 2.3.4 Sosyal Harcamalar-Eğitim, Sağlık ve Sosyal Yardım Bu bölümde üç ana kamu sosyal harcama kategorisinde –eğitim, sağlık ve sosyal yardım harcamaları– kriz dönemlerinde Türkiye’de gözlenen temel eğilimler incelenecektir. Bu üç kategorinin dışında kalan konut ve diğer altyapı harcamaları ve sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılan transferler de sosyal harcama kategorisinde değerlendirilebilir. Ancak bu harcama çeşitlerinden birincisinin, bütçe kalemlerine dağınık bir şekilde kaydedilmesi ve bütçe dışı fonlardan kaynak kullanması nedeniyle gerçek miktarını belirlemek güçtür. İkinci kategorideki harcamaların –sosyal güvenlik kuruluşlarına transferler– ise hükümetlerin bilinçli politika tercihlerinden değil, ilgili kurumların yönetsel bozukluklarından kaynaklandığı söylenebilir. Bu nedenlerle bu iki harcama kategorisi bu bölümdeki incelemenin dışında tutulmuştur. 172 Şenses, F., “Economic Crises as an Instigator of Distributional Conflict: The Turkish Case in 2000-2001”, Turkish Studies, (4) No. 2, s. 92-119 ve The Turkish Economy in Crisis, Z. Öniş ve B. Rubin(der.)Frank Cass, Londra, 2003, içinde, s. 92-119,2003. 114 Toplam sosyal harcamaların GSMH’ya oranı 2001 yılında sabit kalmış olsa da (Tablo 20), millî gelir bu yılda reel olarak %10 civarında azaldığından, sosyal harcamalarda da reel anlamda benzer bir düşüş yaşanmıştır. Konsolide bütçe harcamalarına oranla ise, toplam sosyal harcamaların %20.9’dan %16.9’a düştüğü görülmektedir. Benzer şekilde, eğitim ve sağlık harcamalarının da GSMH payları azalmazken, bütçe payları düşmüştür. Sosyal yardım kategorisinde ise her iki ölçüt açısından da anlamlı bir değişiklik olmamıştır. Sosyal harcamalar, 2000-2001 Krizi’nin ardından 1994 Krizi’ne göre daha iyi korunmuş gözükse de, bir sonraki kesimde görüleceği gibi, hükümetin öncelik verdiği konular arasına girememiştir. Tablo 20: Türkiye: Hükümetin Sosyal, Eğitim ve Sağlık Harcamaları, 1999-2002173 1999 2000 2001 2002 Sosyal Harcamalar/GSMH (%) 8.1 7.8 7.8 8.1 Sosyal Harcamalar/Konsolide Bütçe Harcamaları (%) 22.5 20.9 16.9 19.0 Eğitim Harcamaları/GSMH (%) 4.2 3.8 4.0 4.1 Eğitim Harcamaları/Konsolide Bütçe Harcamaları (%) 11.8 10.0 8.6 9.5 Sağlık Harcamaları/GSMH (%) 3.3 3.5 3.2 3.5 Sağlık Harcamaları/Konsolide Bütçe Harcamaları (%) 9.1 9.3 6.9 8.1 Sosyal Yardım Harcamaları/ GSMH (%) 0.6 0.6 0.6 0.6 Sosyal Yardım Harcamaları/Konsolide Bütçe Harcamaları (%) 1.5 1.5 1.4 1.4 2.4 2001 Türkiye Ekonomik Krizinde Uygulanan Politikalar Türkiye’deki 2000-2001 krizlerinin sosyoekonomik etkilerine ilişkin olarak önceki bölümlerde yaptığımız inceleme, halkın yaşam koşullarının bu dönemlerde önemli ölçüde kötüleştiğini göstermiştir. Ancak hükümetler bu 173 World Bank, a.g.e., 2000a, 2003a. 115 olumsuz etkileri gidermeye yönelik alınabilecek sosyal politika önlemleri konusunda duyarsız davranmışlardır. Hükümetlerin konuya yaklaşımı öncelikle gerekli dış finansman sağlanarak makroekonomik göstergelerin istikrara kavuşturulmasına, kriz sonrasında büyümenin başlamasına ve sosyal göstergelerin kendiliğinden iyileşeceği iyimser beklentisine dayanmıştır. Bu durum, aslında 1960’lı yıllarda başlayan Beş Yıllık Kalkınma Plânları’nın uygulamalarına da yansıyan, hızlı büyümenin olumlu etkilerinin yoksulluk ve bölüşüm alanlarına sızacağı ve bu sorunların kendiliğinden çözümüne katkıda bulunacağı doğrultusundaki iyimser kalkınma yaklaşımının bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Bu bakış açısının 2000-2001 Krizi sonrasında, sosyal patlama tehlikesinin yazılı ve görsel medyada ve en üst düzey resmî organlarda ciddî bir olasılık olarak tartışıldığı bir ortamda dahi değişmediği görülmüştür. Bu bölümde 2000-2001 krizlerinin ardından, sosyal politika araçlarının belirlenmesinde birbirleriyle etkileşim içerisinde önemli bir rol oynayan üç unsuru– hükümetlerin, Bretton Woods kuruluşlarının ve kamuoyunun tutum ve tepkileri– inceleyerek, krizlerin olumsuz sosyoekonomik etkilerini azaltacak önlemlerin kriz sonrası uygulanan istikrar ve yapısal uyum programlarına neden dahil edilmediği sorusunu yanıtlamaya çalışacağız. 2000-2001 Kriz’nin ilk devresini oluşturan Kasım 2000 Krizi etkisini göstermeye başladığında, 9 Aralık 1999’da ilan edilen, Bretton Woods kuruluşlarının desteğindeki sabit kur çıpasına dayalı istikrar programı uygulanmaktaydı. Bu programın herhangi bir sosyal politika bileşeni bulunmadığı gibi, kriz sonrasında, Aralık 2000’de ilân edilen yeniden düzenlenmiş hali de krizin sosyoekonomik etkilerine veya bu etkilere karşı alınacak önlemlere yönelik bir madde içermiyordu. Şubat 2001 Krizi’nden sonra ise yeni Ekonomi Bakanı Kemal Derviş’in liderliğinde yeni bir program hazırlandı. Bu program 3 Mayıs 2001 tarihinde IMF’ye verilen Niyet Mektubu’yla uluslararası kamuoyuna duyuruldu. Niyet Mektubu’nda, ‘Güçlendirilmiş Program’ olarak adlandırılan yeni istikrar 116 programının tüm ekonomik ve hatta doğrudan TBMM’nin yasama görev alanını ilgilendiren amaçları ayrıntılı bir şekilde açıklanırken, hükümetin sosyal politika alanında yapmayı tasarladıkları sadece üç cümleye sığdırılmıştı. Bu kısımda hükümet, Dünya Bankası’nın yardımıyla sosyal koruma programlarını geliştirerek krizin nüfusun en zayıf kesimleri üzerindeki etkisini azaltmayı plânladığını ve bu kesimlere yönelik yardım programlarının hızla başlatılacağını açıklamaktadır. Ancak ilginçtir ki, söz konusu kısım, programın 14 Nisan 2001’de, yani IMF’ye verilen Niyet Mektubu’ndan yaklaşık iki hafta önce Türkiye kamuoyuna açıklanan ve Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı (GEGP) olarak adlandırılan ilk versiyonunda bulunmamaktadır174. GEGP’nin konuya ilişkin tek vurgusu kamu finansman dengesi sağlandığında –uzun dönemde– yoksulluğun azaltılabileceği ve gelir dağılımının düzeltilebileceği yönündeki oldukça muğlak cümledir. Bunun dışında, IMF’ye verilen Niyet Mektubundaki sosyal yardım programına ilişkin plânlar GEGP’de yer almamaktadır. Söz konusu farklılık iki programın açıklanma tarihleri arasında Dünya Bankası’yla yapılmış olması muhtemel görüşmelerden kaynaklanmış olabilir. Hükümetin Niyet Mektubu’nda yer alan sosyal yardım programına ilişkin plânlar Ağustos 2001’de Dünya Bankası’yla yapılan Sosyal Riski Azaltma Projesi (SRAP) kredi anlaşmasıyla hayata geçirilme aşamasına gelmiştir. SRAP, Türkiye’nin sosyal güvenlik ağı mekanizmalarının geliştirilmesi amacıyla hükümete 500 milyon dolarlık bir finansman sağlanmasını öngörüyordu. Anlaşma uyarınca Dünya Bankası, bu meblağın 100 milyon dolarlık ilk dilimini, bazı şartların yerine getirilmesi halinde, SYDTF’nin uygulanmakta olan programlarını desteklemek üzere hemen kullanıma açacaktı.175 Kredinin geri kalan kısmı ise, sosyal güvenlik ağlarının kurumsal olarak geliştirilmesine yönelik olarak harcanacaktı. 174 3 Mayıs 2001 tarihli Niyet Mektubu IMF’nin internet sitesinde, (http://www.imf. org/external/np/loi/2001/tur/02/index.htm), 14 Nisan’da kamuoyuna açıklanan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı ise T.C. Merkez Bankası’nın internet sitesinde (http://www. tcmb.gov.tr/yeni/duyuru/eko_program/program.pdf) yeralmaktadır. 175 World Bank, Project Appraisal Document on a Proposed Hybrid Investment/Adjustment Loan in the Amount of US$500 Million to the Republic of Turkey for a Social Risk Mitigation Project/Loan, Report No. 22510-TU, Washington, D.C.: World Bank, 2001. 117 Kredinin ilk dilimi krizin etkilerinin büyüklüğüyle karşılaştırıldığında yeterli olmaktan çok uzaktı. Ancak, proje tümüyle ele alındığında, kaynak yetersizliği ve etkisiz uygulama gibi nedenlerden Türkiye’de temel amaçlarına ulaşamayan sosyal güvenlik ağı mekanizmasının geliştirilmesine katkıda bulunabilecek nitelikteydi. Buna karşın, projenin plânlandığı şekilde, hızla hayata geçirilemediği görülmektedir. Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu (BYDK)’nın SYDTF denetim raporu 2001 yılı içinde Fon’a Dünya Bankası projesi çerçevesinde kaynak gelmediğini göstermektedir. 2002 yılında sağlanan finansmanın ise 3 milyon dolardan bile az olduğu anlaşılmaktadır.176 Projenin ilk ayağında 100 milyon doların doğrudan SYDTF’ye aktarılması öngörüldüğünden, BYDK raporundan çıkan sonuç SRAP’ın uygulanmasının oldukça gecikmiş olmasıdır. Bu sorun, projenin başlangıç şartlarının yerine getirilmemiş olmasından kaynaklanmış olabilir. Bu şartlardan birisi, hükümetin SYDTF’ye daha çok kaynak aktarmasıdır. Fakat, yine BYDK raporuna göre, 2001 yılında hükümet, Fon’un kaynaklarını arttırmak bir yana Fon’un kendi kaynaklarının %40’ını bütçeye aktarma yolunu seçmiştir. Bu durum, 1994 Krizi’nden sonra yapılan uygulamayı hatırlatmaktadır. 1994 Krizi’nden daha ağır sonuçlara yol açmış olan 2000-2001 Krizi’nin ardından da, hem de Dünya Bankası’nın yoksullukla mücadeleden sorumlu eski başkan yardımcısının yönetimindeki bir program dahilinde, yoksullara yardım için harcanması gereken kaynakların diğer bütçe harcamalarına kaydırılmış olması hükümetlerin bu konudaki tutumunun temelde değişmediğini açıkça ve çok çarpıcı bir biçimde ortaya koymaktadır. Bu bilgiler ışığında, hükümetin Niyet Mektubu’ndaki sosyal yardım programlarına ilişkin ilk açıklamalarının boş sözlerden öteye gitmediği söylenebilir. Ayrıca, Dünya Bankası’nın tutumu da yetersiz görünmektedir. Bu kuruluş, ekonomik temelli kredilerinin şartları yerine getirilmediğinde ülkeye yaptığı tüm kredi ödemelerini yavaşlatırken, SRAP çerçevesinde yaşamış olduğu anlaşılan sorunlar karşısında nedense böyle bir uygulamaya gitmemiştir. Dünya Bankası’na bu bağlamda yöneltilmesi gereken bir başka eleştiri ise 176 BYDK (T.C.Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu), Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu 2002 Yılı Raporu, Ankara: BYDK, 2003. 118 SRAP’nin amaçlarından kaynaklanmaktadır. Dünya Bankası’nın177 bu projeye ilişkin raporunda, ekonomik krizin olumsuz sosyoekonomik etkilerinin hükümetin kriz sonrasında uyguladığı reform programı için bir risk oluşturabileceği, ancak SRAP’nin hükümete toplumsal destek sağlayarak bu riski azaltabileceği açıklanmaktadır. Yani Sosyal Riski Azaltma Projesi toplumun krizden ve kriz sonrası uygulanan programdan kaynaklanan risklerden korunmasını değil, kriz sonrası uygulanan programın toplumdan kaynaklanacak risklerden korunmasını amaçlamaktadır. Bu açıdan bakıldığında, Dünya Bankası’nın tutumu daha iyi anlaşılmakta ve konuya ilişkin olarak gösterdiği sınırlı duyarlılık anlamını yitirmektedir. IMF ise, uygulanması gereken sosyal politikalar açısından 2000-2001 Krizi sonrasında da tümüyle duyarsız ve edilgen bir tutum sergilemiştir. IMF’nin Güçlendirilmiş Programla ilgili yaptığı açıklamalarda sosyal konulara genellikle değinilmemektedir. Bu konuları içeren az sayıdaki açıklamada ise Dünya Banka’sının görüşleri aynen tekrarlanmaktadır178. 177 World Bank, a.g.e. Report No: 22510-TU,2001. 178 Bu durumun iyi bir örneği, IMF Avrupa Bölümü yöneticisi M. Deppler’in bir basın toplantısında kamu istihdamının azaltılmasının siyasal bazı sonuçlar doğurabileceği yönündeki soruya, ‘Programın bu tip riskleri azaltacak bileşenleri olduğu’ şeklinde verdiği yanıttır. Bu yanıt, Dünya Bankası’nın SRAP’yle toplumsal destek arasında kurduğu ilişkiyi hatırlatmaktadır. Bu basın toplantısının dökümüne IMF’nin internet sitesinden ulaşılabilir: http://www.imf.org/external/np/tr/2002/tr020204.htm. 119 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM EKONOMİK KRİZLERLE YOKSULLUK ARASINDAKİ İLİŞKİ Bu bölümde ekonomik krizlerle yoksulluk arasındaki ilişki inceleneceğinden bu çalışmada kullanılan yoksulluk tanımının da yapılması gerekmektedir. Birinci bölümde bu çalışma daha çok ekonomik krizler ve krizlerin etkileri üzerine olduğu için geniş bir ekonomik kriz açıklaması ve tanımlaması yapılmıştır. Ancak, bu çalışmada yoksulluk genel bir ifadeyle ve genel bir anlam ile kullanıldığı için detaylı yoksulluk tanımlarına girilmeden doğrudan ekonomik krizlerin tüm yönleriyle ve genel anlamıyla yoksulluk üzerindeki etkileri örneklerle ikinci bölümde incelenmiştir. Bu üçüncü bölümde de ekonomik krizler ve genel anlamıyla yoksulluk ilişkisi incelenecektir. Bu açıdan yoksulluk “Maddi nitelikteki mahrumiyetler nedeniyle kaynaklara ve üretim faktörlerine erişememe ve asgari bir yaşam düzeyini sürdürecek gelirden yoksun olma halidir.”179 olarak tanımlanabilir. 179 Aktan, Coşkun C., Vural İstiklal Y., Yoksulluk: Terminoloji, Temel Kavramlar ve Ölçüm Yöntemleri, Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Hak-İş Konfederasyonu Yayınları,s. 3, Ankara, 2002. 121 Aktan’ın180 detaylıca tanımlamasını ve türlerini yapmış olduğu eserinde Mutlak yoksulluk, göreli yoksulluk, sübjektif yoksulluk, kent/kır yoksulluğu, yoksun olunan konulara göre yoksulluk gibi tanımlamalar yapılmıştır. Ancak bu çalışmada yoksulluk tanımlamalarına ve türlerine detaylıca girilmemiş olup, daha çok ekonomik kriz ve yoksulluk ilişkisi hem ikinci bölümde ülke örnekleriyle hem de bu bölümde değişik yazarların görüşleriyle ele alınmıştır. Ekonomik krizlerle yoksulluk ilişkisini ele almak için öncelikle yoksulluk bileşenlerini belirtmemizde fayda var. Bu bileşenler aynı zamanda yoksulluk göstergeleri olup, nedenleri olarak da sunulabilir. Dolayısıyla, bu bileşenler ekonomik krizin ya sonucunda ortaya çıkmış ya da yoksulluğun temelinde olup, ekonomik krizle daha derinleştiği durumlardır. Koşar’ın eserinde, Zastrow’a ait olan bu bileşenler şu şekilde aktarılmıştır: “Zastrow yoksulluğun oluşmasında olası nedenleri oldukça kapsamlı bir listeyle sunmuştur. Bu listede yer alan olası yoksulluk nedenleri şunlardır: • Yüksek işsizlik • Fiziksel sağlığın olmayışı • Fiziksel özürler • Duygusal problemler • Geniş tıbbi harcamalar • Alkolizm, • Uyuşturucu alışkanlığı • Geniş aileler • Otomasyondan dolayı işsizlik • Kullanılabilir beceri eksikliği • Düşük eğitim düzeyi • Yaşam maliyetlerindeki artışlar, gelirlerin yeterli olmaması • Irk ayrımı 180 Aktan Coşkun C., Vural İstiklal Y, a.g.m. 122 • Hükümlü veya akıl hastası olarak nitelendirme • İşin az bulunduğu coğrafi bölgelerde yaşama • Boşanma veya eşin ölümü, eşin evden kaçması • Kumar • Kaynakların kötü idare edilmesi ve planlamaya ilişkin problemler • Cinsiyet ayrımcılığı • Bir suç kurbanı olma • Çalışılan işe aykırı etik değerler • Yetersiz işte çalışma • Düşük ücretli işler • Mental rotardasyon” 181 Bu bileşenleri artırmak ve yeni nedenler, göstergeler eklemek mümkündür. Yoksulluk çalışmaları yapan özellikle Aktan bu bileşenleri daha detaylıca belirlemiştir. Bunun yanı sıra, yoksulluğun göstergeleri olarak sayabileceğimiz nedenleri Alıcı182 da çalışmasında belirlemiştir. Alıcı’ya göre yoksulluğu ölçme göstergeleri olarak gelir, tüketim, sağlık, eğitim, işgücü gibi kıstaslar alınmıştır. Bu çalışmada da ekonomik kriz yoksulluk ilişkisi bu kıstaslar üzerinde gösterilecek olup, değişik yazar ve iktisatçılar tarafından savunulan görüşlere yer verilecektir. Koyuncu ve Murat’a göre ise ekonomik krizler kısa sürede üretim ve yatırım düzeyinde azalma gibi reel sektör etkileri göstermekte olduğunu ve ihracat daralması, uluslararası finans piyasalarında artan tedirginlik gibi yollarla mevcut olumsuzlukları daha da artırıcı yönde etkili olmakta olduğunu belirtmişlerdir. Daha sonra ise, krizin etkileri, işgücü piyasalarına, sağlık, eğitim ve sosyal yardım kalemlerindeki kısıntılar yoluyla bütçe harcamalarının miktar ve bileşimine ve giderek yoksulluk ve gelir dağılımına ilişkin göstergelere doğru yaygınlaşmaktadır. 183 181 Zastrow, 1991; Akt: Koşar, Nesrin, Sosyal Hizmetlerde Sosyal Yardım AlanıYoksulluk Ve Sosyal Hizmet. , Şafak Matbaacılık, Ankara, 2000. 182 Alıcı, Sema, Türkiye’de Yoksulluğun Sosyo-ekonomik Analizi,(Ed. Aktan, Coşkun C.) Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Hak-İş Konfederasyonu Yayınları, Ankara, 2002. 183 Koyuncu, M. ve Şenses F., a.g.m. 123 Sosyoekonomik etkiler denilince akla ilk bakışta yukarıda sıralananlar gelmekle birlikte bu etkilerin asla bunlarla sınırlı olmadığı göz önünde tutulmalıdır. Örneğin, krizlerle karşılaşan ülkelerde, krizlerin derinliğine bağlı olarak suç oranında gözlenen artış, aile içi ve genel olarak beşeri ilişkilerin bozulması, yolsuzluk oranında artış, ülkenin anîden artan dış kaynak ihtiyacı sonucunda uluslararası finans kuruluşlarının ülke ekonomi politikalarının belirlenmesinde artan rolü ve bunun yarattığı bağımlılık duygusu, ülkenin kendi sorunlarını çözme istek ve yeteneklerinin aşınması gibi etkiler, önemsiz oldukları için değil çoğu kez nicelleştirilemedikleri için tartışmaların dışında bırakılmaktadır. Oysa bu tür etkilerin de kapsanması krizin sosyoekonomik etkilerinin tam anlamıyla anlaşılmasının temel önkoşulu sayılmalıdır. Krizlerin olumsuz etkileri karşısında oluşan kamuoyu tepkisinin ulaştığı boyutlar ve sürekliliği hükümetlerin ve uluslararası finans kuruluşlarının sosyo-ekonomik etkilere karşı duyarlılığını belirleyen önemli unsurlar arasında yer almaktadır. Kriz sonrası dönemde sosyoekonomik etkilere duyarlılığın ve bunları azaltıcı programların uygulamaya konmasının aşağıda şemalaştırdığımız tepkiler sıralamasına göre oluştuğu söylenebilir (Şekil 5). Krizlerin olumsuz etkileri karşısında ortaya çıkan toplumsal tepkilerin hükümetleri harekete geçirmekte etkili olması, hükümetlerin artan duyarlılığının ise, IMF başta olmak üzere Bretton Woods kuruluşlarının tutumlarına yansıyarak sosyoekonomik olumsuzlukları gidermeye yönelik –Şekil 5’de Sosyal Güvenlik Ağı Programları adı altında özetlenen– sosyal politikaların uygulanmasına olanak tanıması beklenebilir. Hükümetlerin sosyoekonomik olumsuzluklara duyarlılık derecesi doğal olarak ülke hükümetlerinin geçmişte bu konulara gösterdikleri duyarlılıkla da doğrudan ilgilidir. Örneğin, yoksullukla mücadelenin toplumsal gündemde uzun yıllar boyunca ön plânda tutulduğu ve hane halklarının yoksullukla baş etme stratejileri geliştirme konusunda başarı gösterdikleri ülke hükümetlerinin bu tür bir geçmişe sahip olmayan ülkelere kıyasla daha büyük bir duyarlılık göstermeleri beklenebilir. Aynı şekilde, topluluklar içindeki ve hane halkları arasındaki dayanışmanın üst düzeyde olduğu ülke hükümetlerinin sosyoekonomik alandaki olumsuzlukları giderme işlevini kendileri üstlenmek yerine hane halklarının kendilerine 124 olumsuzlukları giderme işlevini kendileri üstlenmek yerine hane halklarının kendilerine devretmeye, bu tür dayanışma geleneğinin kök salamadığı ülke hükümetlerine daha eğilimli olmalarıkök beklenebilir. Bunun gibi, sosyal devretmeye,kıyasla bu tür dayanışma geleneğinin salamadığı ülke hükümetlerine kıyasla daha eğilimli olmaları beklenebilir. gibi, sosyal tepkilerin tepkilerin oluşabilmesi ve hükümetlerin bunlaraBunun duyarlılık göstermesi doğal oluşabilmesi ve hükümetlerin bunlara duyarlılık göstermesi doğaldoğru olarakorantılı siolarak siyasal rejimin açıklık ve demokrasinin gelişmişlik düzeyiyle yasal rejimin açıklık ve demokrasinin gelişmişlik düzeyiyle doğru orantılı bir bir gelişme gösterecektir. gelişme gösterecektir. Kriz Toplumsal Tepki Hükümet krizin sosyo ekonomik etkilerine duyarlılık göstermeye başlıyor BWK konuya duyarlılık göstermeye başlıyor Sosyal Güvenlik Ağı Programları Şekil 5: Kriz Sonrası Toplumsal Tepkilerden SosyalTepkiler Şekil 5: Kriz Sonrası Dönem: ToplumsalDönem: Tepkilerden Sosyal Güvenlik Ağlarına Uzanan Zinciri Güvenlik Ağlarına Uzanan Tepkiler Zinciri Şekil 5’de özetlenen tepkisel zincir içinde Bretton Woods kuruluşlarına (BWK) yer verilmiş olmasının iki temel gerekçesi bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, neoliberal iktisat politikalarının yaygınlık kazandığı son yirmi, yir- 106 mibeş yıllık dönemde bu kuruluşların az gelişmiş ülke ekonomi politikalarının belirlenmesinde çok önemli bir rol oynamaya başlaması ve bu etkinin zaman içinde daha ince bir ayrıntı düzeyine de inerek giderek artmasıdır. Ancak bu noktada göz ardı edilmemesi gereken bir husus, bu kuruluşların krizlerin sosyoekonomik alandaki olumsuz etkilerine duyarlılığının temelde bu olumsuzlukları neoliberal dönüşümün kök salarak yaygınlaşması karşısında bir engel olarak görmelerinden kaynaklanmasıdır. Bu nedenle bu kuruluşların önceliklerinin, bu olumsuzlukları gidermeye yönelik sosyal politikalardan çok neoliberal dönüşümün bir parçası olarak uygulamaya konan istikrar ve yapısal uyum programlarının sürdürülmesine yönelik olduğu söylenebilir.184 Öyle ki, bu kuruluşların sosyoekonomik alandaki olum184 Türkiye’de hükümetin emekli maaşlarında Ocak 2003 de yaptığı iyileştirmenin dahi Dünya Bankası çevrelerinde programın sürekliliği konusunda uyandırdığı kaygı bu durumun en son örneklerinden birisi olarak değerlendirilebilir. Bkz. World Bank (2003:24-25). 125 suzluklara karşı gösterdiği duyarlılığın neoliberal dönüşüm programı için oluşturdukları risklerden mi yoksa toplum için oluşturdukları risklerden mi kaynaklandığı sorusu giderek önem kazanmaktadır.185 İkinci gerekçe ise, Bretton Woods kuruluşlarının ülke ekonomi politikalarına artan müdahale ve etkisinin genel kamuoyu tarafından da fark edilmiş olması ve tepkilerin krizden etkilenen ülke hükümetleri yanında ve bazı durumlarda onlardan daha çok bu kuruluşlara yöneltilmiş olmasıdır.186 Krizlerin bir kısmının bu kuruluşlarla yapılan anlaşmalar yürürlükteyken ortaya çıkmış olması da bu tür bir yönelimde kuşkusuz etkili olmuştur. Bu genel çerçeve içinde kısa dönem ekonomik krizlerin sosyoekonomik etkileri bu çalışmada, son on yılda bu krizlerden en çok etkilenen ülkeler arasında yer alan üç ülkedeki kriz öncesindeki ve sonrasındaki gelişmeler bağlamında incelenmektedir. Sosyoekonomik etkilerin iyi anlaşılabilmesi için krize yol açan süreç ve kriz sonrası dönemde hükümetin, uluslararası kuruluşların tutumları ve krize karşı oluşan toplumsal tepkilerle birlikte bir bütünlük içinde ele alınmaktadır. Krizin sosyoekonomik etkileri üzerindeki inceleme ise, ağırlıkla ölçülebilir göstergeler üzerinde yoğunlaşmakta ve işgücü piyasaları, sosyal harcamalar, gelir dağılımı ve yoksulluk alanlarını ön plana çıkarmaktadır. Bu çerçevenin tamamlaması kuşkusuz başta siyaset bilimcileri ve sosyologlar olmak üzere diğer sosyal bilim dallarının katkılarına muhtaçtır. 1. Ekonomik Krizlerin Mali Etkileri ve Görüşler 1.1. Ekonomik Krizlerin Yoksulluk Üzerindeki Olumsuz Mali Etkileri İktisadi krizler, hem yoksul kişileri hem de yoksul olmayanları olumsuz yönde etkilerler ancak gördükleri zararlar orantılı olsa bile, hali hazırda yoksul 185 Bu noktada bkz. Koyuncu (2004: 148). 186 2001 krizinin ortaya çıkmasının hemen ardından Türkiye’nin çeşitli yerlerinde yapılan protesto eylemlerinin birçoğunda tepkilerin hükümet yerine bu kuruluşlara yöneltilmiş olması bu durumun en çarpıcı örneklerinden birini oluşturmaktadır. Bkz. Şenses (2003). 126 olanlar ya da yoksulluk sınırında olanlar için, bu krizlerin etkileri daha fazla tahripkardır. Yoksul hane halkı ya da yoksulluk sınırında olanların refah kayıpları nüfusun geri kalanına göre daha fazladır. Yoksul halkın kötü zamanlarda kendisini güvence altına almaya yetecek tasarruf ya da sigortaya sahip olmasına olanak yoktur ve sosyal güvenlik programlarından da çok az istifade ederler ya da bu programlardan hiç yararlanamazlar. Bir iktisadi kriz yoksul halkın ya da yoksulluk sınırındaki halkın yaşam standardını çeşitli yollarla etkiler: ◦ Emek üzerinden elde edilen gelirleri azaltarak reel ücretleri düşürür ve işsizliği artırır. ◦ İktisadi faaliyetler azaldığı için emeğe dayalı olarak elde edilmeyen diğer gelirler de azalır ve yoksul halk tarafından üretilen mal ve hizmetlerin fiyatları diğer fiyatlara kıyasla azalabilir. ◦ Özellikle aile üyeleri arasında yapılanlar olmak üzere özel transferler ülkenin her yerinde yaşam standardında meydana gelen azalma ile birlikte geriler. ◦ Yoksul halkın sahip olduğu yetersiz varlıklar enflasyona maruz kalır veya bu varlıkların fiyatlarında büyük bir azalma meydana gelir. ◦ Makro -ekonomik krizler, yoksulların yoksulluktan kurtulma yeteneklerini zayıflatarak, beşeri, mali ve fiziki sermaye birikimini yavaşlatır. Makro-ekonomik çöküntülerle yoksulluğun artması arasında güçlü bir bağlantı vardır. Kriz dönemlerinde bir çok kişi geçici bir süre için yoksullaşır ve sosyal göstergeler daha da kötüleşme ya da daha yavaş bir şekilde iyileşme eğilimine girer. Veriler yoksul kişilerin beşeri sermayesinin, özellikle çocukların, daha da kötüleştiğini göstermektedir. Ortaya çıkan zarar, bu çocuklar yetişkinliğe ulaştıklarında yoksulluktan kurtulma yeteneklerini etkileyerek geri döndürülemez bir niteliğe ulaşmaktadır. Doğu Asya’daki bir çok ülkede yoksulluk, 1990’lı yılların sonunda ortaya çıkan finansal krizler sonucu artmıştır: Yoksulluğun Endonezya’da % 50 arttığı ve Kore Cumhuriyeti’nde kentsel alanlardaki yoksulluğun ikiye katlandığı tahmin edilmektedir. Ancak, her iki ülkede de yoksulluk iktisadi durumun iyileşmeye başlaması 127 ile birlikte azalmaktadır. Rusya’da 1996-1998 yılları arasında yoksulluk % 21.9’dan % 32.7’ye yükselmiştir. Latin Amerika ve Karayipler’de meydana gelen her krizde yoksulluk artmaktadır ve uzun yıllar sonra bile krizden önceki seviyesinden daha yüksek bir düzeyde seyretmektedir. Kriz süresince gelir dağılımındaki eşitsizlik artmakta, azalmakta ya da değişmeden kalabilmektedir. Latin Amerika’da gelir dağılımındaki eşitsizlik (Gini katsayısı ile hesaplanan) verilerin elde edilebildiği kriz dönemlerinin 20’sinin 15’inde artmaktadır. Ancak, son kriz süresince Doğu Asya’da gelir dağılımındaki eşitsizlik konumunu korudu ve Meksika’da ise 1995’deki Pezo krizinden sonra azaldı. Gelir dağılımındaki eşitsizlikte meydana gelen bir artışla birlikte krizlerin oluşması halinde iktisadi daralma yoksulluğun azaltılmasında daha önce elde edilen kazanımlardan daha büyük ters etkiler meydana getirebilir. Latin Amerika’da yoksulluğun azaltılmasına yönelik çalışmalar sonucu 1970’lerde kişi başına düşen milli gelirde kentsel alanlarda % 3.7 ve kırsal alanlarda % 2 oranlarında meydana gelen artışlar 1980’li yıllarda meydana gelen ters etkilerle ancak % 1 düzeyinde bir gerileme ile karşılaşmıştır. Gelir dağılımındaki eşitsizlik artsa bile toplumun en yoksul % 20’lik kesimi bu durumdan her zaman orantısız bir şekilde zarar görmemektedir. Latin Amerika’da nüfusun en yoksul % 20’lik kesiminin elde ettiği gelir 1980’lerdeki borç krizleri sırasında genellikle azaldı ancak en zengin % 20’lik kesimin payı bazen önemli ölçüde arttı. İktisadi krizlerin yaşam standardı üzerindeki etkilerinin gelir dağılımındaki adaletsizlik ile yoksulluğun ölçülmesi suretiyle tam olarak kavranması oldukça zordur. İktisadi krizler büyük çaplı akışkanlıklar ile birlikte anılırlar: Daha önce yoksul olmayan kişiler yoksulluğa duçar olabilir ve daha önce yoksul olanlar ise yoksulluktan kurtulabilirler. Aşağı ve yukarıya doğru gerçekleşen hızlı hareketlilik ile ilgili delillere 1998 krizinden sonra Rusya’da rastlanabilir. 1996’da yoksul olarak kabul edilen kişilerin ortalama gelirleri arttı ve bunların % 42’si kriz sonrasında yoksulluktan kurtuldular. Öte yandan, kriz son128 rası yoksullaşanların % 61’i 1996 yılında yoksul değildi. Başka bir ifade ile nüfusun % 20’si iktisadi çöküşün bir sonucu olarak yoksullaştı. Gelir dağılımındaki adaletsizlik genel olarak azalsa ve kriz sonrası yoksulların büyük bir kısmı yoksulluktan kurtulsalar da daha önce yoksul olmayanların veya hali hazırda yoksul olanların birçoğunun durumu daha da kötüleşmiştir. İktisadi krizler sırasında yoksullaşanlar kronik yoksullardan daha farklı özelliklere sahiptirler. Örneğin, iyi eğitimli olabilirler. Filipinler’de yapılan bir çalışma daha üst düzeyde eğitime sahip olan hane halkının ücret ve istihdam şoklarına daha duyarlı olduğunu göstermektedir.187 1.2. Ekonomik Krizlerin Yoksulluk Üzerindeki Olumlu Mali Etkileri Ekonomik krizlerin yıkıcı, bozucu etkilerinin yanı sıra, yıkılan ve bozulan ekonomik faktörlerin yerini yenilerinin alması veya bozulanların tamir edilmesi gerekliliğinden yeni ekonomik oyuncular veya faktörler ortaya çıkartabiliyor. Bunun yanı sıra, kriz sonucu etkilenen faktörlerin dışında bozulan faktörlerde de fırsatlar ortaya çıkmaktadır. Örneğin, kriz sonrası gelir dağılımı önemli oranda bozulmakta ve değişmektedir.. Kriz zamanlarında yoksullar ve zayıf durumda olanlar için yıkıcı etki daha fazla olmaktadır. Ülke Gayri Safi Milli Hâsılasından kendilerine düşen pay düşmektedir. Bu da Gini katsayılarının kriz öncesi ve kriz sonrası değişimlerinden kolayca anlaşılacaktır. Dolayısıyla kriz zamanlarında ekonomik durumu kötü olanlarından iyi olanlara yönelik bir değişme görülebilir. Çünkü kriz zamanlarında ekonomik değişim araçlarından en likit olanları değerli olacak ve bunlara sahip olanlar kriz zamanlarında daha dinamik ve sonuçta karlı olacaktır. Örneğin, son 2008 ekonomik krizinde gayrimenkul fiyatları gittikçe düşmüş ve kriz öncesi 150.000 TL olan bir konut kriz esnasında 110.000 TL’ye düşebilmektedir. Likit olanağı olan kişiler bu durumdan faydalanıp kriz sonrası fiyatların eski durumuna dönmesi durumunda 40.000 TL’lik bir kar edebilmektedir. Gelir dağılımı açısından konuyu ele alırsak, kriz zamanlarında zor duruma 187 World Bank, World Development Report,Washington D.C., 2000/2001, s.162-167 129 düşüp konutunu satan kişi 40.000 TL kayba uğrayıp, bu miktarı başka birisine kar olarak transfer edecektir ki bu da negatif gelir transferidir. İşte, yoksullar aleyhine varlıklılar lehine oluşan kriz ortamı fırsatları krizin olumlu mali etkilerinin bir yönünü oluşturmaktadır. Ancak, yoksulluk açısından ele aldığımızda krizler yoksulluğa ve yoksulların aleyhine bir durumdur. Gelir dağılımı bozulmasının yanı sıra krizin yıkıcı etkisinden dolayı kapanan bir endüstri kolunun yerini ve işlevini başka bir endüstri kolu yapması gerektiğinden kriz yeni bir endüstri kolunun oluşması için fırsat oluşturmaktadır. Firmalar açısından yeni bir sektör ortaya çıkarabildiği gibi bireyler için de yeni çalışma alanları, yeni çalışma kabiliyetleri ortaya çıkartabilmektedir. Firmalar açısından kriz yeni açılımlara da sebep olabilir. Örneğin, dünyanın önde gelen ilaç şirketlerinden İsviçreli Roche, ABD merkezli Genentech firmasının tamamını 46.8 milyar dolara satın alacağını açıkladı. 188 Ekonomik krizlerin başka bir özelliği ise kişiler, firmalar, devlet veya devletler için tehdit, sorun, karışıklık, gelecek kaygısı, güvensizlik gibi olumsuz sorunlar ortaya çıkarmasıdır. Aktan ve Şen’e189 göre ekonomik krizler bu sorunların yanı sıra fırsatlar da ortaya çıkartabilir ki bu bazı düşünürler tarafından da desteklenen bir düşüncedir. Bu düşünce, tez konusu olan ekonomik krizlerin yoksulluk üzerindeki olumlu ve olumsuz etkisini gösteren Stephenson’dan uyarlanarak oluşturulmuş olan şu grafikle daha iyi anlaşılacaktır: 188 http://www.haber10.com/haber/159389 (13/03/2009) 189 Aktan, C. C., Şen H., a.g.m. 130 190 Şekil 6: Ekonomik Kriz Yoksulluk ilişkisiKriz Şekil 6: Ekonomik Yoksulluk ilişkisi190 YOKSULLUK N E G A T İ F Krizler zarar görebilirliği artırır. Krizler zarar görebilirliği azaltır Ekonomik Krizler yoksulluğu ilerletir. Ekonomik Krizler yoksulluk için yeni fırsatlar sunar P O Z İ T İ F EKONOMİK KRİZLER Yukarıdaki şekil, Stephenson’ın doğal afetlerle kalkınma arasındaki ilişkiyi anlattığı bir şekildir. Ancak ekonomik krizler ve yoksulluk üzerineilişkiyi uygulaYukarıdaki şekil, Stephenson’ın doğal afetlerle kalkınma arasındaki nabilirliği olduğundan kriz-yoksulluk şekil yoanlattığı bir de şekildir. Ancakekonomik ekonomik krizler ve ilişkisinin yoksullukbu üzerine luyla belirtilmesinin faydalı olacağı düşünülmüştür. uygulanabilirliği de olduğundan ekonomik kriz-yoksulluk ilişkisinin bu şekil yoluyla belirtilmesinin faydalı olacağı düşünülmüştür. Dört temanın sunulduğu bu şema aşağıdaki şekilde özetlenebilir: Dört temanın sunulduğu bu şema aşağıdaki şekilde özetlenebilir: 5)Ekonomik krizler yıllar süren girişimler sonucu elde edilen kazanımları yok ederek yoksulluğu ilerletir. 5) Ekonomik yıllar süren girişimler yeni sonucu elde edilen 6)Bir ekonomikkrizler kriz sonrası gerçekleştirilen programlar ve kazanımları projeler, yoksulluk yeniyoksulluğu fırsatlar sunabilir. yokiçin ederek ilerletir. 7)Krizler yoksul kesimin zarar görebilirliğini artırabilir. 8)Yoksulluk programları ve projeleri zarar görebilirliği azaltmaya ve yoksul190 luğun ortaya çıkaracağı olumsuz sonuçları gidermeye yönelik hazırlanabilir. Stephenson, Rob. S., a.g.e, s.9. 190 Stephenson, Rob. S., a.g.e, s.9. 131 112 Bu özelliklerin açıklanması gerekirse, ilk özellik ikinci bölümde ülke örnekleriyle gösterilmiş ve istatistiklerle de ispatlanmış bir özellikti. Örneğin 1997 Endonezya krizi öncesi yoksulluk %70’lerden %19’lara düşürülmüştür. Ancak ekonomik kriz düşen bu yoksulluk oranını tekrar iki katına çıkarmıştır. İkici özelliği ise 2001 Türkiye ekonomik krizi ve 1997 Endonezya krizi sonrası uygulanan hem devlet politikalarında hem de Bretton Woods kuruluşları dediğimiz IMF ve Dünya Bankası faaliyetlerinde görmekteyiz. Örneğin, 2001 Türkiye krizi sonrası yoksullara yönelik 500.000.000 $’LIK proje faaliyet geçmiş ve sosyal yardım kuruluşlarının kurumsal kapasitesinin iyileştirilmesinin yanı sıra, yoksullara yönelik 0 faizli iş kurma projeleri başlatılmıştır. Bu da sermayeden yoksun yoksul kesim için bir dizi fırsatları beraberinde getirmiştir. Üçüncü özellik de yine krizin en temel özelliklerinden yıkıcı ve bozucu etkilerinin en hassas grup olan yoksul kesim üzerindeki etkisini anlatmaktadır. Dördüncü özellik ise özellikle kriz sonrası yeni oluşturulacak yoksullukla mücadele ve yoksulluğu azaltmaya yönelik programların krizin etkileri göz önüne alınarak daha etkin ve verimli olacak şekilde düzenlenmesini ifade etmektedir. 2. Ekonomik Krizlerin İstihdama Etkileri Krizin istihdama ve işgücüne etkileri örnekleriyle ikinci bölümde detaylıca incelenmiş olup, değişik iktisatçıların görüşlerine de yer verilmiştir. Bununla beraber, 2001 Türkiye ekonomik krizi için verilmiş tablolar incelendiğinde yoksulluğa sebep olan en önemli unsurlardan birisi olan işsizliğin kriz sonrasında daha fazla arttığı görülecektir. Ülkemizde Kasım 2000 ve Şubat 2001 tarihlerinde yaşanan son iki krizinden sonra, pek çok birbiriyle ilişkili sosyo-ekonomik sorun yaşanmış ve yaşanmaktadır. Ancak, bu sorunların içerisinde; özellikle işsizlik ve beyin göçü son derece ciddi ve önemlidir. Bir başka deyişle; ülkemizde yaşanan son ekonomik krizler, mevcut işsizliğin daha da artmasına neden olurken, 1960’lardan beri süregelen beyin göçünü de hızlandırarak en önemli kaynağımız olan beşeri sermayemizin de etkin kullanılamamasına ve israf edilmesine yol açmıştır. 132 Nitekim krizlerin ardından sayıları 1 milyona yaklaşan ve daha önce düzenli bir geliri olan, üretken istihdam da yer alan birey, mevcut üretken işini kaybetmek suretiyle işsiz kalmıştır. Yapılan araştırmalar doğrultusunda da bu bireylerin nitelikleri incelediğinde; çok daha çarpıcı sonuçlarla karşılaşılmaktadır. Kriz işsizleri adı da verilen bu işsizlerin büyük bir çoğunluğunun eğitim düzeyi yüksek, genç, kentli ve modern sektör çalışanları oldukları görülmektedir. Bu durum da, bir taraftan ülkemizde zaten uzun yıllardır süregelen ve artık nitelik değiştirerek, bir istihdam sorununa dönüşen mevcut işsizlik sorununu daha da içinden çıkılmaz hale getirirken, diğer taraftan da üretken istihdamın azalmasına neden olarak, toplumumuzu da hızla üretmeden tüketen, mevcut geliri paylaştıran yapıya sürüklemek suretiyle, giderek yoksullaştırmaktadır. Üstelikte, iyi eğitim görmüş nitelikli, ülkemiz için son derece önemli bir güç olan, beşeri sermayemizi de üretken istihdama dönüştüremeden beyin göçü yoluyla kaybetme gerçeği de mevcut durumu daha da dramatik bir hale getirmektedir. Bu bakımdan, ekonomik krizlerin sosyo-ekonomik sonuçları, bu krizleri yaşayan tüm ülkeler için olduğu gibi, ülkemiz içinde son derece olumsuz, ciddi, tahrip edici, tehlikeli ve acil çözüm bekleyen bir durum arz etmektedir. Kuşkusuz bu olumsuz tablonun ortadan kaldırılabilmesi için, öncelikle ekonomik ve siyasal istikrarın sağlanması gerekmektedir. Ardından da mevcut sorunlar tespit edilerek, etkin politikalar üretilmeli hızla hayata geçirilmelidir.191 3. Ekonomik Krizlerin Tüketime Etkileri Globalleşme ile ekonomik krizlerin daha yaygınlaştığı ve ortaya çıkan ekonomik krizlerin de yoksulluk üzerinde etkili olduğu bilinmektedir. Bu bölümde 1990’lı yıllarda ortaya çıkan ekonomik krizler neticesinde yoksulluk sorununun da büyüdüğünü ortaya koyan bazı tablolar sunulmaktadır. Tablo-21’deki tablolardan anlaşılacağı üzere Arjantin, Meksika, Endonezya, 191 Işığıçok, Özlem, a.g.m. 133 Tayland, Rusya ve Ürdün’de ortaya çıkan ekonomik krizler neticesinde krizin ortaya çıktığı yılda ve sonrasında kişisel gelir ve tüketimde azalmalar olmuştur. Örneğin, Arjantin’de 1989 yılında ortaya çıkan ekonomik kriz, aynı yıl içerisinde gelir ve tüketimde ortalama yüzde 24.8 azalma doğurmuştur. Krizin etkileri takip eden yılda da etkili olmuş ve gelir ve tüketimde ortalama yüzde 33.7 oranında azalmıştır. Arjantin’de 1995 yılında ortaya çıkan kriz de benzer şekilde halkın gelirinde azalmaya yol açmış ve ülkede yoksulluk daha da artmıştır. 1995 yılında ortaya çıkan kriz gelir ve tüketimde aynı yıl içerisinde yüzde 24.8 oranında azalmaya neden olmuş, 1997 yılında ise bir önceki yıla göre gelir ve tüketimde yüzde 26 oranında azalma gerçekleşmiştir. Arjantin yanı sıra Endonezya’da da 1998 yılında ortaya çıkan kriz gelir ve tüketimde aynı yıl içerisinde yüzde 18.9 oranında azalma ortaya çıkmıştır. Krizin etkileri sonraki yıllarda da kısmen devam etmiştir. Tablo-22’de ise çeşitli ülkelerde ortaya çıkan ekonomik krizlerin eğitim ve sağlık göstergelerinde yarattığı olumsuz etkiler görülmektedir. Gerçekten de, Meksika, Arjantin ve Endonezya’da ortaya çıkan ekonomik kriz neticesinde hane halklarının eğitim ve sağlık harcamalarında çok önemli azalmalar ortaya çıkmıştır. Birçok hane halkı azalan gelirleri dolayısıyla okula kayıt oranında azalma görülmüştür.192 192 Aktan, Coşkun C., Global Ekonomik Krizler ve Yoksulluk, Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Hak-İş Konfederasyonu Yayınları, Ankara, 2002. 134 Tablo- 21: Bazı Ülkelerde Ekonomik Krizlerin Yoksulluk Üzerine Etkileri193 Ülke Adı Arjantin 25,2 (1987) Endonezya 11,3 (1996) Ürdün Krizin Ortaya Çıktığı Yıl (%) Kriz Öncesi (%) 47,3 (1989) 18,9 (1998) (1989) 3,0 (1986-87) Meksika 36,0 (1994) Rusya 21,9 (1996) Tayland 11,4 (1996) (1995) Kriz Sonrası (%) 33,7 (1990) 11,7 (1999) 14,9 (1992) 43,0 (1996) 32,7 (1998) -- 12,9 (1998) -- Not: Tablodaki veriler genel olarak gelir ve harcamalardaki bir önceki yıla göre değişim yüzdelerini göstermektedir. 193 World Bank, World Development Report, 2000/2001, s. 163. 135 Tablo-22: Seçilmiş Bazı Ülkelerde Ekonomik Krizlerin Sosyal Etkileri194 Ülke Adı Kriz Göstergeleri Sağlık Göstergeleri Arjantin 1995 * Kişi başına GSYİH % 4,1 oranında azaldı. * Kişi başına özel tüketim % 5,6 oranında azaldı. Kişi başına günlük protein alımında 1995 yılında % 3,8 oranında azalma oldu. Bu oran 1996 yılında % 1,9 yükseldi. Meksika 1995 Endonezya 1998 *Kişi başına GSYİH % 7,8 oranında azaldı. * Kişi başına özel tüketim % 11,1 oranında azaldı. * Kişi başına GSYİH % 14,6 oranında azaldı. * Kişi başına özel tüketim % 5,1 oranında azaldı. * 1 yaşın altındaki çocuklarda kansızlık dolayısıyla ölüm arttı. * 1-4 yaş arası çocuklarda, kansızlık dolayısıyla ölüm oranında artış oldu. Doğan her 100.000 çocukta 1.7 olan ölüm oranı 2.2’ye yükseldi. Eğitim Göstergeleri 1993 yılında % 2,2 olan ilköğretimde okula kayıt oranı, 1996 yılında %0,8’e düştü. 1994 yılında ilköğretimde okula kayıt oranı % 0,44’e yükseldi; 1995 yılında ise % 0,09’a düştü. Yoksul kesimde eğitim Birçok sağlık göstergesinde göstergeleri bozulmalar görüldü. daha da kötü bir konuma ulaştı. 4. Ekonomik Krizlerin Sağlığa Etkileri Sosyal göstergelerin çoğu bir makro-ekonomik krizde ya kötüleşmektedir veya çok yavaş bir iyileşme göstermektedir. Çocuk ölümleri gibi sosyal göstergeler, daha önceki dönemlerdekine kıyasla, yavaş yavaş da olsa, 1980’li yıllar boyunca Latin Amerika’da iyileşmeye devam etmiştir. Ancak, sağlıkla 194 World Bank, a.g.e, 2000/2001, s. 164. 136 ilgili göstergeler tüketim ve gelirdeki azalmaya karşı daha duyarlıdır. Şili’de düşük kilolu bebek doğumlarının ve yetersiz beslenmiş çocukların oranı, ekonomi gerileme dönemine girdiğinde, artmıştır. Meksika’da, 1980’li yıllarda, yetersiz beslenmeden kaynaklanan bebek ve okul öncesi çocuk ölümleri, daha önceki on yılın gösterdiği eğilimi tersine döndürerek, 1995’teki iktisadi krizle birlikte tekrar arttı. Arjantin ve Venezuela’da kişi başına günlük protein alımı kişi başına gayri safi yurtiçi hâsılalarında meydana gelen azalma ile birlikte gerilemiştir. Endonezya’da vücut ağırlık indeksleri hastalık ve ölüm riskinin ortaya çıktığı düzeyin altında olan kadınların oranı 1998’de % 25 arttı ve üç yaş altı çocukların ortalama ağırlıkları azaldı. 5. Ekonomik Krizlerin Eğitime Etkileri Okula devam etme ve okuryazarlık oranları da krizler sonrasında önemli ölçüde etkilenmektedir. Filipinler’de daha önceki beş yıllık süre içinde gözlemlenen yıllık ortalama % 2.6’lık bir artıştan sonra 1997-98 ve 1998-99 ders yılları arasında orta öğretime kaydedilenlerin sayısında yalnızca % 0.9’luk bir artış gerçekleşmiştir. Meksika’da mezun olan öğrencilerin bir sonraki eğitim düzeyinde okula kayıt olmaları oranı, özellikle lise ve üniversite öğrencileri arasında olmak üzere, 1980 borç krizi sırasında azaldı. İlkokula başlayan öğrenciler arasında yaşları uygun durumda olanların oranında da azalma gerçekleşti. Kırsal alanda okuldan ayrılan öğrencilerin oranı % 40’a yükseldi. Arjantin ve Meksika’da ilkokullara yapılan toplam kayıtlardaki artış 1995’te yavaşladı. Güney Hindistan’da yapılan bir çalışma olumsuz şoklara tepki olarak çocukların sıklıkla okuldan alındığını göstermektedir. İktisadi krizlerin geçici yoksulluğu artırdığına şüphe yoktur. Dahası sürekli ya da kronik yoksulluğu de artırırlar zira krizler yoksulların beşeri sermayeleri üzerinde çok olumsuz etkilere sahiptir. Yetersiz beslenme, çocuk ölümleri ve okula kaydedilme ile ilgili eğilimler, ulusal ortalamalar şeklinde olsalar da, yoksullar arasında ortaya çıkan gerilemeyi de çoğunlukla yansıtırlar. Endonezya’da gelir grupları ile ilgili bilgiler 7-12 yaş arasındaki çocuklarda 137 gelir dağılımının en düşük ikinci % 20’lik dilimdeki okulu terk etme oranının 1997’deki % 1.3’lük düzeyinden 1998’de % 7.5’e ve 13-19 yaş grubu için aynı oranın % 14.2’den % 25.5’e yükseldiğini göstermektedir. Herhangi bir okula kaydedilmeyen yoksul çocukların oranı ise % 4.9’dan % 10.7’ye çıkmıştır. Son araştırmalar makro-ekonomik çöküntülerle eğitim göstergeleri arasında bir bağlantının olduğunu göstermektedir. On sekiz Latin Amerika ülkesindeki yıllık ortalama okullaşma oranının 1950 ve 1960’lardaki % 1.9’luk seviyesinden 1970 ve 1980’lerde % 1.2’ye gerilediği görülmektedir. Makroekonomik koşullardaki kötüleşme (gayri safi yurtiçi hâsıladaki kısa vadeli şoklar, oynaklık ve olumsuz dış ticaret şokları), bir çalışmaya göre bu çöküşün % 80’ini açıklamaktadır. Meksika ile ilgili göstergelerin ortaya koyduğu gibi azalan gelirin olumsuz yönde kendini gösteren ‘gelir etkisi’ okula devam etmenin fırsat maliyetinin azalmasının ortaya koyduğu olumlu ‘fiyat etkisi’ne göre daha etkili olmaktadır. Simülasyon sonuçları, ekonomi 1980’li yıllarda 1970’li yıllardakinin yarısı kadar büyüyebilseydi Meksika’daki okula kaydolma oranının 1991’de % 11 daha fazla olabileceğini göstermektedir. 6. Ekonomik Krizlerin Genel Olarak Yoksulluğa Etkileri Üzerine Görüşler Ekonomik Krizlerle yoksulluk arasındaki ilişkinin kavramsallaştırılması son yıllarda küreselleşmiş dünyada giderek artan biçimde gündeme gelmektedir. İnsanları fiziki ve psikolojik olarak derinden etkileyen maddi kayıplara neden olan ve toplumda sosyal yaralara yol açan toplumsal refahtan elde edilen kazanımları önemli ölçüde yok eden bir ekonomik krizin, olasılığının, olduğunun ve olabilirliğinin konuşulmadığı bir zaman neredeyse çok nadirdir. Ekonomik krizlerin sebep ve etkileri birinci bölümde ekonomik krizlerin tarihçesinde de belirtildiği gibi uzun süre araştırılmış ve incelenmiştir. Ekonomistlerin yanı sıra, sosyologlar, psikologlar bu konunun kendilerini ilgilendirdiğini görmüşlerdir. 138 Yoksulluk Toplumda var olan belirli bir yaşam seviyesinin altında bulunmak olarak kısaca tanımlanabileceği gibi, yaşamdaki asgari yaşama koşullarını sağlayacak olanaklardan mahrum kalmak, bu olanaklara ulaşamamak olarak tanımlanabilir. Bu yönden, yoksulluğun öğelerini açmak istersek; hayatı devam ettirebilecek koşullar olabilecek ev, iş, temel gıda maddeleri, sosyal ortam gibi olanaklardan mahrum kalmayı yoksulluğun öğeleri olarak tanımlanabilir. 2000-2001 Krizi Türkiye’de toplumun en yoksul kesimleri yerine kendi hesabına çalışan kesimlerin yoğun ancak kısa süreli tepkilerine yol açmış ve bu tepkiler kısa sürede etkisini kaybetmiştir. Bu nedenle sosyoekonomik alandaki olumsuzluklara karşı kayda değer bir duyarlılığın oluşmasında tepkilerin boyutları, sürekliliği, hangi toplum kesiminin önderliğinde geliştiği ve kitlesel bir nitelik kazanıp kazanamadığı gibi farklı özelliklerinin önemli bir rol oynadığı anlaşılmaktadır. Türkiye’de, başta yoksul kesimler olmak üzere krizden en olumsuz etkilenen kesimlerin tepkisinin ise örgütlü mücadele ve gösteriler yerine seçim sandığı yoluyla dile getirildiği ve krizler sırasında iş başında bulunan siyasal partilerin kamuoyu desteğinde bir sonraki seçimde önemli bir azalma olduğu görülmüştür. Ancak bu durum, kamuoyu desteği sağlayan partilerin iş başına geldiklerinde seçimler öncesindeki yoksullukla mücadele yanlısı söylemlerine duyarsız ve hatta aykırı bir tutum sergilemelerini engelleyememiştir. Kriz sonrasında, birçok durumda IMF ve Dünya Bankası güdümünde istikrar ve yapısal uyum politikalarının uygulamaya konması krizle karşı karşıya kalan ülkelerin iktisat politikası seçeneklerini önemli ölçüde kısıtlamaktadır. Krizlerin hükümetlerin dış kaynak gereksinimlerinin had safhaya ulaştığı ve ellerinin en zayıf olduğu bir dönemle örtüşmesi hiç kuşku yok ki bu kısıtları daha da artırmaktadır. Hükümetlerin, krizlerin olumsuz sosyoekonomik etkilerine karşı duyarlı bir tutum sergileyebilmeleri Bretton Woods kuruluşlarının ekonomi politikaları 139 alanında hâkim konumda olduğu bir ortamda oldukça güç olmakla birlikte, bu kısıtlar çerçevesinde dahi hükümetlerin bu alanda etkili olmak istemeleri durumunda çeşitli seçeneklerinin olduğu söylenebilir. Örneğin, bu kuruluşların kamu açıklarının kapatılması amacıyla faiz dışı fazlanın belirli bir düzeye çıkarılması konusundaki şartlılığı, harcamaların sosyal hizmet sektörleri dışındaki alanlardan kısılmasıyla, sosyal hizmet alanlarında kısıntı yapmak zorunda kalındığında da bunların yoksul kesimlere yönelik hizmetler dışındaki kalemlerden yapılması yoluna gidilebilir. Buraya kadar ki değerlendirmelerimiz asla krizden çıkış ve krizin sosyo-ekonomik etkilerinin azaltılması konusunda büyümenin ve başta enflasyonla mücadele olmak üzere makroekonomik istikrarın önemsiz olduğu anlamına gelmemelidir. Tam tersine, bu alanlarda sağlanacak başarının krizin geniş halk kitleleri üzerindeki etkisini azaltma ve hiç olmazsa hafifletme konusunda önemli bir işlevi olduğu açıktır. Ancak bu işlevin yerine getirilmesinin temel önkoşulu büyümenin krizden zarar görenlerin sorunlarını ön planda tutan eşitlikçi özellikler taşımasıdır (Şenses, 2003a). Daha da önemlisi büyüme ve makroekonomik istikrar açısından sağlanacak başarıların bu konuda tek başına asla yeterli olamayacağı ve bunların hükümetin uygulayacağı başta istihdam ve daha geniş anlamda yoksullukla mücadele alanlarına yönelik geniş kapsamlı sosyal güvenlik ağıyla desteklenmesi gereğidir. Endonezya örneği, krizlerin olumsuz sosyoekonomik etkilerini gidermek amacıyla uygulamaya konan sosyal politika ağırlıklı programların kısa sürede olumlu etkiler yaratabildiğini göstermiştir. Krizlerin sosyoekonomik etkilerinin, hükümetler ve uluslararası kuruluşlar tarafından göz ardı edilemeyecek kadar büyük olduğu dikkate alınmalı ve gerek ulusal gerekse uluslararası düzlemlerde krizlerin önlenmesi yönünde çaba sarf edilmelidir. Krizlerin birçok durumda anîden ortaya çıktığı ve her iki düzlemde de bir panik havası oluşturduğu dikkate alınarak krizlere karşı hazırlıklı olunması ve âcil durumlarda uygulamaya konmak üzere plânlar yapılması gereklidir. Bu konuda atılması gereken ilk adım sosyoekonomik göstergelere ilişkin veri bazının güçlendirilmesi olmalıdır. Örneğin 2000140 2001 krizinde Türkiye’de yoksulluk düzeyi ve profiline ilişkin yeterli sayısal verilerin bulunmayışı, bu amaç için yeterli kaynak sağlanmış olsa bile yoksullukla mücadelenin etkinliğini olumsuz etkileyebilecek bir eksiklikti. Krizlerin etkilerinin ortadan kaldırılabilmesi, son tahlilde sosyal politikaları ve ekonomi politikalarını daha eşitlikçi bir yörüngeye oturtabilmekle özdeş olup aynı ulusal ve uluslararası engellerle karşı karşıyadır. Bu engellerin başında ulusal ve uluslararası düzlemdeki eşitsiz ve giderek daha da eşitsiz hale gelen güçler dengesi gelmektedir (Öniş ve Şenses, 2005). Bu nedenle, krizlerin sosyoekonomik etkilerine karşı koyabilmek de her iki düzlemde etkili bir demokratikleşme sürecinin yolunun açılabilmesine bağlıdır. Bu sürecin başarısı ulusal düzlemde, toplumun düşük gelirli ve korunmasız kesimlerinin örgütlenerek siyasal anlamda güçlenebilmeleri ve seslerini duyurabilmelerine, uluslararası düzlemde de az gelişmiş ülkelerin küresel ekonomi içinde söz sahibi konuma gelebilmelerine bağlıdır. Bretton Woods kuruluşlarının karar mekanizmalarında sanayileşmiş ülkelerin belirleyici hâkimiyetinin kırılarak az gelişmiş ülkelerin etkisinin artmasına olanak verecek biçimde demokratikleşmesi195 de konumuz açısından büyük önem taşımaktadır.196 İktisat politikalarının yönetiminin ne ölçüde başarılı olduğuna bakılmaksızın krizler Gelişmekte Olan Ülkeler ile Geçiş Ülkelerini muhtemelen etkilemeye devam edecektir. Bu nedenle krizlere karşı bir reaksiyon ortaya konurken krizlerin yoksullar üzerindeki etkileri dikkate alınmalıdır. Krizlere karşı ortaya konacak yoksulluğa duyarlı bir reaksiyon şunları içermelidir: - Tüketim düzeylerini sürdürebilmeleri için yoksul hane halkına yardım edilmesi, - Yoksulların temel sosyal hizmetlerden herhangi birinden mahrum edilmemelerinin sağlanması, 195 IMF ve Dünya Bankası’nın karar mekanizmalarında sanayileşmiş ülkelerin orantısız ağırlığına ilişkin bir değerlendirme için bkz. IMF (2004). 196 Koyuncu, M. ve Şenses F., a.g.m. 141 - Beşeri ve fiziki sermayenin birikiminde sürekli bir gerilemenin meydana gelmesinin engellenmesi, - Suç ile ilgili faaliyetlerde bulunma, fahişelik ve çocuk emeğinin sömürülmesi gibi insanların kendilerine zarar veren davranışlarının önlenmesi. Yoksulluğa karşı duyarlı bir reaksiyon krizler sonucu yoksullaşma riskine maruz kalanlar için de belirli mekanizmaları yürürlüğe koymalıdır.197 Yoksulların Korunması: -Yoksullukla mücadele programları -Doğal afet ve felaketlerle mücadele Sosyal güvenlik ve sosyal yardım hizmetlerinin sunulması: - İşsizlik sigortası - Emeklilik sigortası - Sağlık sigortası - Sosyal yardımlar Gelirin yeniden dağılımı politikaları Piyasa ekonomisinin kendi tabii işleyişine bırakılması halinde çeşitli nedenlerle başarısızlığa uğrayacağı görüşü bugün pek çok iktisatçının kabul ettiği bir gerçektir. Neo-klasik iktisatçıların “piyasa başarısızlığı teorisi“ ve keynezyen iktisatçıların “fonksiyonel devlet teorisi“ devletin ekonomiye müdahalesinin rasyonelini anlamamıza imkan sağlamaktadır. Gelir dağılımında adaletsizlik ve yoksulluk sorununun çözümlenmesinde devlet müdahalesine gerek olduğu savunulurken şu yanılgıya düşülmemesi gerekir. Devlet, piyasa ekonomisinde ortaya çıkan başarısızlıkların ve bu çerçevede ortaya çıkan gelir dağılımında adaletsizlik ve yoksulluk sorununun çözümlenmesinde her zaman başarılı olamayabilir. Burada devlet müdahalesinin kapsamı, uygulanan araçlar, müdahaleci iktisat politikalarını uygulayan yönetimin yapısı vs. hususlar son derece önem taşır. Devlet, bazı sorunların çözümü olduğu 197 World Bank, World Development Report,Washington D.C., 2000/2001, s.162-167 142 kadar bazı sorunların da bizatihi kaynağıdır. Bu bakımdan, gelir dağılımında adaletsizlik ve yoksulluk sorununun çözümlenmesinde temel reçetenin devlet müdahaleleri olduğu görüşü doğru değildir. Sınırları iyi belirlenmemiş devlet müdahaleleri ister istemez sorunların daha da büyümesine ve ağırlaşmasına neden olabilir. Sonuç olarak şu hususları belirtmekte yarar bulunmaktadır: -Piyasa ekonomisinin sonuçları mükemmel değildir. Piyasa ekonomisinin tek başına optimal sonuçlar doğurması beklenemez. -Piyasa ekonomisinde bazı yetersizliklerin ve başarısızlıkların olması piyasa ekonomisinin yanlış bir ekonomik düzen modeli olduğu anlamına gelmez. -Piyasa yetersizliklerinin ya da aksaklıklarının çözümlenmesinde devletin düzenleyici kurallarına ve yaptırımlarına gerek bulunmaktadır. Devlet piyasa ekonomisinin etkin ve adil bir biçimde işlemesi için gerekli anayasal-yasal-kurumsal altyapı oluşturmak zorundadır. Kural ve kurumlar olmaksızın piyasa ekonomisinin iyi işlemesi beklenemez. -Piyasa ekonomisinin iyi işlemesi için devlete düşen en önemi görev ekonomik özgürlüklerin etkin bir biçimde güvence altına alınması ve korunmasıdır. Piyasa ekonomisinde mübadele, sözleşme, mülkiyet ve rekabet özgürlükleri etkin biçimde korunmalıdır. -Pozitif ve negatif dışsallıklar konusu aktif devlet müdahalelerini gerektirmez. Pozitif dışsallıkların ve negatif dışsallıkların söz konusu olduğu iktisadi faaliyetlerin devlet tarafından üstlenilmesi görüşü bugün için geçerliliğini ve önemini kaybetmiştir. Dışsallıklar, devlet girişimciliğinin haklı gerekçesini oluşturmaz. Buna karşın dışsallıklar sorunu, devletin düzenleyici kararlar almasını ve uygulamasını gerektirebilir. -İçsellikler (internalities) ya da içsel ekonomiler konusu da devlet girişimciliğinin ve devlet müdahaleciliğinin ana gerekçesini oluşturamaz. Uzun yıllar, 143 enerji, ulaştırma ve haberleşme sektörlerinde “doğal monopol argümanı“ ile bu faaliyetlerin devlet tarafından üstlenilmesi savunulmuştur. Oysa bu görüş de bugün önemini tamamen yitirmiştir. Sözkonusu mümkündür. Devletin ise bu tür piyasalarda bazı düzenleyici kurallar ve kurumlar oluşturmasına gerek bulunmaktadır. -Gelir dağılımında adaletsizlik ve yoksulluk sorununu piyasa ekonomisinin tabii bir sonucu olarak görmek doğru değildir. Aksine, piyasa ekonomisinin alternatifi olan merkezden yönetimli komuta ekonomilerinde yoksulluk kaçınılmazdır. Piyasa ekonomisi uygulayan ülkelerde ekonomik refah düzeyinin merkezden yönetimli sosyalist ekonomilerden kat ve kat daha fazla olduğu bilinen bir gerçektir. Sosyalist ekonomik düzenin pratikte yığın halk tabakaları yönünden “yoksullukta eşitlik“ sağlamada başarılı olduğu söylenebilir. Ancak bunun arzu edilen ve ulaşılması istenen bir hedef olduğu elbette söylenemez. Piyasa ekonomilerinde ise ekonomik refah düzeyi genel olarak yüksek iken, ekonomik refahın bireylerarasındaki dağılımında kimi ekonomilerde adaletsizlikler ciddi boyutlardadır. -Piyasa ekonomilerindeki gelir dağılımındaki adaletsizlik ve yoksulluk sorunu ile mücadele için devletin sınırlı bazı görevler üstlenmesi elbette gereklidir. Devletin ekonomiye aşırı müdahaleleri bir taraftan piyasa ekonomisinin etkin işlemesini engeller, öte taraftan ekonomide rant kollama eğilimlerinin artmasına neden olur. -İkincil gelir dağılımı politikalarının mükemmel sonuçlar yaratması asla beklenmemelidir. Devletin iktisat politikası araçlarını yaygın olarak kullanması ekonomide istikrarı ve dengeyi bozar. Ekonomik istikrarsızlık, gelir dağılımında adaletsizlik ve yoksulluk sorununun daha da büyümesine neden olur.198 198 Aktan, Coşkun C., Bir Piyasa Başarısızlığı Nedeni Olarak ‘Gelir Dağılımında Adaletsizlik ve Yoksulluk’ Sorunu: -Kamu Ekonomisinin Rolü Ve Kamu Politikası Araçları-, Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Hak-İş Konfederasyonu Yayınları, Ankara, 2002. 144 SONUÇ Küreselleşen dünyada gerek yayılma etkisinin artması gerekse finansal piyasaların kırılganlığının artması ile ekonomik krizlerin etkileri günümüzde daha hissedilir hale gelmiştir. Uluslar arası dolaşımda bulunan fonların döviz krizlerine, kısa süreli sermaye hareketlerinin ödemeler bilânçosu krizlerine, denetimsiz ve plansız ülke harcamalarının dış borç krizlerine, devlet garantilerinin sermaye krizlerine ve son olarak 2001 yılında Türkiye’de, 2008 yılı içerisinde de ABD’de yaşanan ve tüm dünyaya yayılan denetimsiz ve aşırı serbest bankacılık işlemlerinin ve geri dönmeyen kredilerin artmasının yol açtığı bankacılık krizlerine sıklıkla rastlamaktayız. Ancak, ekonomik krizler sonrası oluşan ülkelerin ekonomileri ve hane halklarının sosyo-ekonomik durumları asıl gerçekleri göstermektedir. Ekonomik krizlerin oluşturduğu fırsatlara rağmen, yıkıcı ve bozucu özellikleri gereği ülke ekonomisinde tahribatlara, üretimde ve tüketimde hızlı daralmalara, fiyatlar genel seviyesinde ani düşüş ve yükselişlere, iflaslara, işsizlik oranında artışlara, ücretlerde gerilemelere, borsada çöküşe, bankaların işlevlerinin yitirmesine, bankaların kapanmasına, iş piyasalarında ve insanlar arasında güvensizliklere, sosyal yardım harcamalarında hızlı düşüşlere sebep olmasının yanında yoksulluk göstergelerindeki kötüleşme ile yoksulluğa sebep olması kaçınılmaz ve yadsınamaz etki ve sonuçlarındandır. Ekonomik krizlerin etkilerinin en fazla toplum içerisinde hassas grup olan fakir ve yardıma muhtaç yoksullar üzerinde gerçekleştiği, yapılan çalışmalarla ortaya konulmuştur. Yapılan çalışmada, ekonomik krizlerin yoksulluğa etkileri doğrudan olduğundan ve etkilerinin diğer faktörlere göre daha şiddetli olduğundan yoksulluk politikalarına önem verilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bununla birlikte yoksulluk politikalarının yalnızca kriz sonrasında değil; Endonezya örneğinde faydalarının görüldüğü üzere kriz öncesinde oluşturulması gerekliliği ortaya konulmuştur. Ekonomik krizlerin nedenleri için iktisat yazınında birçok araştırma yapılmış ve değişik nedenler belirtilmiştir. Genellikle ülkelerin Kısa vadeli dış borç / 145 döviz rezervi, cari açık / döviz rezervi, cari açık /GSYİH, borç/öz-kaynak yapısı gibi ülkelerin olumsuz gösterge oranları krize uygun olmakla beraber makro ekonomik yapıda sürdürülemeyen durum, ters seçim ve ahlaki tehlikeler, finansal serbestleşme, sürü psikolojisi gibi nedenlerden dolayı ekonomik kriz oluşmaktadır. Ekonomik krizlerin nedenleri ve çeşitleri incelendiğinde krizlerin öncü göstergelerinin olduğu; ancak kriz zamanlarının tam olarak bilinemeyeceğinden ekonomik kriz öncesinde Endonezya örneğinde olduğu gibi yoksulluk ve yoksullukla mücadele bir politika olarak kabul edilmelidir. Endonezya yoksulluk gerçeğini 1997’de yaşadığı krizden çok önce kabul etmiştir. Türkiye’nin aksine uzun sayılabilecek bir süre yoksullukla mücadeleyi toplumsal gündemin ön sıralarına taşıyıp, bu konuda kayda değer bir atılım gerçekleştirmiş olması kuşkusuz kriz sonrasındaki tutumun belirlenmesinde etkili bir unsur olmuştur. Öyle ki, kriz döneminde diğer kriz yaşayan ülkeler sağlık harcamalarını kısarken, Endonezya’da sağlık harcamalarında önemli bir artış olması beklentilerin aksi yönündeki yoksul yönlü gelişmelerin bir başka örneğini oluşturmuştur. Ekonomik krizlerin yoksulluğa etkilerini azaltmak için ülke hükümetleri sosyo-ekonomik projeler ve politikalar uygulamışlardır. Ülke hükümetlerinin yanı sıra, kriz dönemlerinde gerek 1997 Güneydoğu Asya krizinde olduğu gibi ülkelerin çağrısı üzerine APEC, ASEAN ülkeleri ve Bretton Woods kuruluşları olan IMF, Dünya Bankasını krize karşı politika ve yardım önerilerinde bulunmuştur. Bunlardan özellikle Dünya Bankası, yoksulluk üzerinde özel çalışmaları vardır. Ancak Dünya Bankası’nın kullandığı kaynak karşısında sosyal politika alanına ayırdığı kaynak çok kısmi kalmaktadır. IMF’nin ise birinci önceliği, sosyoekonomik olumsuz etkileri gidermekten çok neoliberal reformların derinleşerek yaygınlaşmasının önündeki engelleri ortadan kaldırmaktır. Diğer yandan bu kuruluşların kriz dönemlerindeki yardımlarında sosyo-ekonomik etkilerin azaltılmasını hedefleyen politikalara önem verilmemesinde ülke hükümetlerinin de duyarsızlığı bulunmaktadır. Ancak, Endonezya gibi ülkelerde hükümetlerin yoksulluk gibi konuları geleneksel te146 mel bir sorun haline getirmeleri bu kuruluşları da yönlendirmiştir. Bu açıdan, Endonezya’da yoksulluğun mücadele edilmesi gereken bir konu olduğunu ve kriz öncesinde de politikalar oluşturulması gerektiğini vurgulayan ve bu amaçla kriz öncesinde ve kriz döneminde politikalar yapılması yönünde başarılı olan toplumsal bir isteğin varlığı ortadadır. Türkiye’de ise, yoksulluk karşısında uzun yıllar boyunca hızlı büyümeden ve bir ölçüde hane halkları ve topluluklar arası dayanışmadan medet uman bir düşüncenin olması, hükümetlerin bu konuda pasif bir tutum takınmalarına sebep olmuştur. Bunun yanında, kriz dönemlerinde, yoksulluk politikalarının oluşturulmasında gerek yapısal uyum politikalarının öncelikle uygulamaya konulmak istenmesi, gerekse hükümetlerin dış kaynak ihtiyacından ve bütçe kısıtından dolayı yoksulluk kaynaklarının azaltılması eğilimi oluşmuştur. Ekonomik kriz ve yoksulluk ilişkisinin incelenmesinde, bu ilişki üzerine çok fazla inceleme yapılmadığı ve genelde niteliksel çalışmalar bulunduğu belirlenmiştir. Bununla beraber, ekonomik krizlerin yoksulluğu olumsuz etkilediği yönündeki görüşleri niceliksel olarak gösterebilmek için yoksulluk nedenleri/göstergeleri olarak işgücü piyasaları, sosyal harcamalar, eğitim, sağlık ve gelir dağılımı gibi görece kolay nicelleştirilebilecek göstergeler üzerinden çalışma yapılmış ve bunların yoksulluğun bileşenleri olarak ekonomik krizden etkilendikleri niceliksel olarak gösterilmiştir. Ne var ki, yoksulluk ve ekonomik kriz ilişkisini ortaya koyan niceliksel çalışmaların yeterli olmadığı ve bu yönde çalışmaların artırılmasının yoksulluk politikalarının oluşturulması için gerekli olduğu ortaya çıkmıştır. Ekonomik krizlerin ikinci bölümde ülke örnekleriyle açıklanmasında ve üçüncü bölümde faktörler üzerindeki etkilerinin gösterilmesinde göz ardı edilemeyecek etkilerinin olduğu belirtilmiştir. Bunun yanı sıra, krizler özelliği gereği aniden ve beklenmedik bir zamanda ortaya çıktığından ortamda bir panik havası oluşturmakta ve planlı çalışmaların yapılmasını mümkün kılmamaktadır. Bu sebeple, krizlere karşı hazırlıklı olunması ve acil durumlarda uygulamaya konmak üzere plânlar yapılması gereklidir. Bu planlarda 147 en hassas kesim olan yoksullar üzerine politikalar geliştirilmelidir. Çünkü büyüme ve makroekonomik istikrar açısından, sağlanacak başarıların bu konuda tek başına asla yeterli olamayacağı ve bunların hükümetin uygulayacağı başta istihdam ve daha geniş anlamda yoksullukla mücadele alanlarına yönelik geniş kapsamlı sosyal politikalarla desteklenmesi gerekmektedir. Endonezya örneği, krizlerin olumsuz sosyoekonomik etkilerini gidermek amacıyla uygulamaya konan sosyal politika ağırlıklı programların kısa sürede olumlu etkiler yaratabildiğini göstermiştir. Bu amaçla kriz öncesinde ve kriz sonrasında oluşturulacak politikalarda kullanılması için resmi yoksulluk tanımlamaları, yoksulluk profilleri, yoksul veritabanı, yoksulluk istatistikleri, yoksulluk araştırmalarının yapılması gereklidir. Ülke örnekleri incelendiğinde, 1997 Endonezya krizi öncesi yapılan kriz politikaları özellikle insan kaynaklarına yatırımı, sağlık hizmetlerini yaygınlaştırmayı sağlayarak yoksul kesime yönelik politikalar geliştirmiştir. Bu politikalar sayesinde 2001 Türkiye krizi ile karşılaştırıldığında Endonezya krizinin şiddeti daha azdır. 2001 Türkiye krizinde Türkiye’de ise, kriz öncesi yoksulluğa veya sosyo-ekonomik unsurlara yönelik bir plan hazırlanmamıştır. Kriz sonrasında yeni sosyal yardım programları tanımlanmış, sosyal yardımların yanı sıra sağlık hizmetleri yaygınlaştırılmış, eğitim olanakları üzerine projeler geliştirilmiştir. Bu uygulamalar etkileri uzun sürebilecek kriz etkilerini sadece kısaltabilmiştir. Bu sebeple yaşanabilecek olası bir krize karşı yapılan bu çalışmalar sonucunda yalnız kriz sonrası uygulanan programlar ve politika uygulamaların yeterli olmadığı; kriz öncesinde de gerekli çalışmaların yapılarak politikalar oluşturulması gerekliliği ortaya çıkmıştır. Yoksulluk konusunda da nasıl normal bir dış ticaret açığı, ödemeler bilânçosu açığı ya da dış borç gibi sorunlara yönelik politikalar geliştiriliyorsa, yoksulluk da sosyal politika kapsamında sosyal güvenlik gibi kalıcı devlet politikası içine alınarak yalnız kriz sonrası müdahale ile işlem yapılmamalı kriz öncesinde de politikalar belirlenmeli, projeler geliştirilmeli, toplam nüfusun yoksul kesimine ulaşılarak bu kesime, işgücü, eğitim, sağlık, gelir dağılımı, yoksulluk konularından dezavantajlı noktalarda yardımcı olunmalıdır. 148 KAYNAKÇA Aktan, Coşkun C., Bir Piyasa Başarısızlığı Nedeni Olarak ‘Gelir Dağılımında Adaletsizlik ve Yoksulluk’ Sorunu: -Kamu Ekonomisinin Rolü Ve Kamu Politikası Araçları-, Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Hak-İş Konfederasyonu Yayınları, Ankara, 2002a. ………., Global Ekonomik Krizler ve Yoksulluk, Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Hak-İş Konfederasyonu Yayınları, Ankara, 2002b. Aktan, Coşkun Can, Şen Hüseyin, “Ekonomik Kriz: Nedenler ve Çözüm Önerileri”, Yeni Türkiye Dergisi 2002/1, Ocak, 2002. Aktan, Coşkun C., Vural İstiklal Y., Yoksulluk: Terminoloji, Temel Kavramlar ve Ölçüm Yöntemleri, Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Hak-İş Konfederasyonu Yayınları, Ankara, 2002. Alıcı, Sema, Türkiye’de Yoksulluğun Sosyo-ekonomik Analizi,(Ed. Aktan Coşkun C.) Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Hak-İş Konfederasyonu Yayınları, Ankara, 2002. Alves, A. J, Fernando Ferrari ve Luiz-Paula, F. R., “The Post Keynesian Critique of Convertional Currency Crisis Models and Davidson’s Proposal to Reform the International Monetary System”, Journal of Post Keynesian Economics, 22, 2: 207-225,1999-2000. Akyüz,Yılmaz,“Küreselleşme ve Kriz”, İktisat İşletme Finans Dergisi, Mayıs 1995, s.14. Ankara Ticaret Odası, ATO’dan “Krizler Tarihi Raporu, Ankara, 17/04/2005, http://www.atonet.org.tr/yeni/index.php?p=276&l=1, (10/10/2008). 149 Arın, Tülay, İktisat İşletme Finans Dergisi, Ekim 2001, s: 10. Asian Policy Forum, Policy Recommendations for Preventing Another Capital Account Crisis, Asian Development Bank Institute, 2000. Aziz, J. (et.al.), “Currency Crises: In Search of Common Elements”, IMF Working Papers, May 2000. Binay, Şükrü, Kürşat Kunder, “Mali Liberalleşmede Merkez Bankasının Rolü”, TCMB Yayını NO:9803, Ankara : 1998. Boorman, Jack, Managing Financial Crises: The Experience in East Asia, IMF Working Paper, WP/00/107, Haziran 2000; Richard Hornik, “The Myth of the Miracle”, Time, 8 Aralık 1997; Seth Mydans, “Asia: It comes to Grips, but Can It Bounce Back?” New York Times, 5 Ocak 1998. Boughton, J.M., “Was Suez in 1956 the First Financial Crisis of the TwentyFirst Century?” Finance & Development, September, 20-23, 2001. Bustelo, Pablo, “Novelties of Financial Crises in the 1990s and the Search for New Indicators”, Emerging Markets Review, No:1, s.236, 2000. (Akt. Uygur, Ercan, “Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri”, yayımlanmamış çalışma, 22 Mart 2001, Ankara 2001, s.14. Butler, Steven, “New Attitudes in Asia.”, U.S. News & World Report, 29 Aralık 1997/5 Ocak 1998; Mark Clifford, Troubled Tiger: Businessmen, Bureaucrats and Generals in South Korea, M.E. Sharpe: Armonk, N.Y., 1997; Stephen Roach, “Asia May Pinch Us Yet”, New York Times, 24 Şubat 1998. BYDK (T.C.Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu), Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu 2002 Yılı Raporu, Ankara: BYDK, 2003. Caprio; G., “ Banking on Crises: Expensive Lessons from Recent Financial Crises”, World Bank, Working Papers,1998. 150 Chang R. and A. Velasco, Financial Crises in Emerging Markets: A Canonical Model, NBER Working Paper Series, 6606, June 1998. …………, Liquidity Crises in Emerging Markets: Theory and Policy, NBER Working Paper Series, 7272, July 1999. Culp, Christopher L., Hanke, Steve H. ve Miller, Merton, “The Case for an Indonesian Currency Board”, Journal of Applied Corporate Finance, Kış, ss: 5765, 1999; http://worldbank.org/wbi/edimp/eastasia; Paul Krugman, özel internet sitesi, www.pcarchive.org; Henry Rosen, Behind East Asian Growth: The Political and Social Foundations of Prosperity, 1988; Robert Zoellick, “A Larger Plan for Asia”, Washington Post, 6 Ocak 1998. Dağdemir, Ö. , “Türkiye Ekonomisinde Yoksulluk Sorunu ve Yoksulluğun Analizi: 1987-1994”, C. C. Aktan (der.), Yoksullukla Mücadele Stratejileri içinde, Ankara: Hak-İş, 2002. Davis, E.P., Debt, Financial Fragility, and Sistemic Risk, Clarendon PressOxford. syf. 117-118, 1992. Dekle, R. and KM. Kletzer, Domestic Bank Regulation and Financial Crises: Theory and Empirical Evidence From East Asia, NBER Working Paper Series, 8322, June 2001. Delice, Güven, “Finansal Krizler: Teorik ve Tarihsel Bir Perspektif”, Erciyes Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Sayı 20, Ocak- Haziran, ss. 57- 81, 2003. Dhanani S. ve Islam, I., “Poverty, Inequality and Social Protection: Lessons from the Indonesian Crisis”, UNDP/United Nations Support Facility for Indonesia Recovery (UNSFIR) Working Paper 00/01, Jakarta: UNDP, 2000. Eichengreen, B and Bordo, M., “Is Our Current International Economic Environment usually Crisis Prone?” www.rba.gov.au/PublicationsAndResearch/ Conferences/1999/ BordoEichengreen.pdf. 151 Ekin Nusret ; “İşsizlik Sorununa Yeniden Bakış”, TÜHİS İş Hukuku ve İktisat Dergisi, Cilt:16, Kasım 2000-Şubat 2001. ……………., “Türkiye’de İşsizlik Yoksulluğa Dönüşen Yapay İstihdam”, Endüstri İlişkilerinin Güncel Sorunları Semineri, Ankara, 10-13. Mayıs.2002. Eren, Aslan, Süslü, Bora, Finansal Kriz Teorileri Işığında Türkiye’de Yaşanan Krizlerin Genel Bir Değerlendirmesi, Yeni Türkiye, Sayı:41, Yıl:7, Eylül-Ekim 2001, s. 662-674, 2001. Ertürk K. , “Parasal Kriz Teorileri Üzerine Notlar”, İktisat Üzerine Yazılar II: İktisadi Kalkınma, Kriz ve İstikrar, Oktay Türel’e Armağan (Ed. A. H. Köse, F. Şenses ve E. Yeldan). İletişim Yayınları.,2003. Feldstein, M. , Self-Protection for Emerging Market Economies, NBER Working Paper Series, 6907, January.1999. Fernandez, R., and L. Schumacher, Does Argentina Provide a Case for Narrow Banking?” in Preventing Banking Sector Distress and Crises in Latin America (Ed.), Suman K. Bery and Valeriano F. Garcia, World Bank Discussion Paper, No. 360, The World Bank, Washington D.C., 21-31,1997. Fisher, Stanley, “Excange rate regimes. Is The Biopolar View Correct”, www. Imf.org, (31-10-01),s:6-7 ……….., “Maintain Price Stability”, The Region, www.minneapolisfed.org. (15-01-01), s:7-8. Frankenberg, E., Beegle, K., Thomas, D. ve Suriastini, W., Health, Education and the Economic Crisis in Indonesia, RAND Working Paper, Santa Monica, USA: RAND Cooperation, 1999. 152 Gavin, Michael ve R. Hausman, “The Roots of Banking Crises: The Macroeconomic Context” Banking Crises in Latin America R.Hausman and L.R.Saures (ed.):27-63,1996. Gürkan Yay, Gülsün, 1990’lı Yıllardaki Finansal Krizler ve Türkiye Krizi, Yeni Türkiye Dergisi, Ekonomik Kriz Özel Sayısı, Sayı 42, Kasım-Aralık 2001, s. 1234-1248, Ankara, 2001. IMF , “Eye of the Storm: New-Style Crises Prompt Rethink About Prevention and Resolution Measures” Finance & Development, IMF, pp. 4-7., December 2002. ……., Indonesia: Selected Issues, IMF Country Report No. 02/154, Washington, D.C.: IMF, 2002. ………, World Economic Outlook, süreli. Hill, H., The Indonesian Economy, 2nd ed. Cambridge: Cambridge University Pres, 2000. Işığıçok, Özlem, Türkiye’de Yaşanan Son Ekonomik Krizlerin Sosyo-Ekonomik Sonuçları: Kriz İşsizliği Ve Beyin Göçü, İşGüç Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi Cilt 4, Sayı 2, 2002. Işık, Sayım, Duman, Koray, Korkmaz, Adil, Türkiye Ekonomisinde Finanasal Krizler: Bir Faktör Uygulaması, D.E.Ü. I.I.B.F.Dergisi Cilt:19 , Sayı:1, Yıl:2004, ss:45-69, 2004. İkizoğlu, Musa, Yoksulluk Ve Sosyal Yardım İlişkisi: Ankara Mamak İlçesinde Ampirik Bir Araştırma. Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktara Tezi, Ankara, 2000. 153 İnan, Alpan, Finansal Krizler, Serbest Kur ve Ekonomik Büyüme, Bankacılar Dergisi, Sayı 42,2002. …………, “Türk Bankacılık Sektöründe Etkinlik ve Verimlilik” TBB Dergisi Sayı: 34, 2000. J.P.Morgan, Turkish Banking Sector, 2001. Kaminsky, G. and C. Reinhart, The Twin Crises: The Causes of Banking and Balance of Payments Problems” Board of Governors of Federal Reserve System, International Finance Discussion Paper, No. 544, March 1996. Karabulut G., Gelişmekte Olan Ülkelerde Finansal Krizlerin Nedenleri, Der Yayınları, yayın no 328, İstanbul, 2002. Kaufman,G., “Banking and Currency Crises and Systemic Risk: A Taxanomy and Review”, Yayımlanmamış Çalışma,1999. Kazgan, Gülten, “ Küreselleşmiş Dünyada Küreselleşen Türkiye’nin Krizleri”, İktisat Dergisi, Şubat- Mart 2001,s.26. Kenar Necdet ; “Dünyada ve Türkiye’de İşsizlik” TES-İŞ Dergisi, AğustosEylül 2001. Kesriyeli, Mehtap, Yalçın, Cihan, Taylor Kuralı Üzerine Bir Not, TCMB Yayını No:9802, 1998 Ankara Kibritçioğlu, Aykut, Türkiye’de Ekonomik Krizler ve Hükümetler, 19692001, Yeni Türkiye Dergisi, Ekonomik Kriz Özel Sayısı, Sayı 41, Eylül-Ekim 2001, s. 174-182., 2001. Koyuncu, Murat ve Şenses Fikret, (Ekim 2004), “Kısa Dönem Krizlerin Sosyoekonomik etkileri: Türkiye, Endonezya ve Arjantin Deneyimleri” ERC Wor154 king Papers in Economics 04/13, http://www.erc.metu.edu.tr/menu/sayfa. php?icerik=04_13&lang=eng&nav=yes 18/11/2008). Koyuncu, M., Social Policy as a Missing Component in Post-Crisis Programs of Bretton Woods Institutions: A Comparative Analysis of the Experiences of Argentina, Indonesia and Turkey, yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2004. Kregel, J., “Yes, “It” Did Happen Again-A Minsky Crisis Happened in Asia”, Levy Institute: Conference Proceedings: 8thAnnual Hyman P. Minsky Conference of Financial Structure (The Fragility of The International Financial System: Options for Policy) Working Papers 234,1998. Krugman, Paul, “A Model of Balance- of- Payments Crises”, Journal of Money, Credit, and Banking, 11 (August) : 311-25, 1979. ………. , Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü, çev: Neşenur Domaniç, Literatür Yayıncılık, İstanbul, s.69-71, 2001. ………, “Currency Crises”, mimeo, Department of Economics, MIT; G., Corsetti, P.Pesenti ve N.Roubini, “What Caused the Asian Currency and Financial Crisis”, mimeo, 1998. …….., “Saving Asia”, Time .Int, 7 September 1998, s.6. Lanjouw, P., Pradhan M., Saadah F., Sayed H. ve Sparrow, R., Poverty Education, and Health in Indonesia, World Bank Policy Research Working Paper 2739, Washington, D.C.: World Bank, 2001. Manning, C., “Labour Market Adjustment to Indonesia’s Economic Crisis: Context, Trends and Implications”, Bulletin of Indonesian Economic Studies, (36), No. 1, s. 105-136, 2000. 155 Milesi-F., Gian, M. and A. Razin, “Current Account Reversals and Currency Crises: Empirical Regularities” in Currency Crises (Ed.), Paul Krugman, The University of Chicago Press, Chicago and London, 285-323., 2000. Mishkin, Frederic S, “Understanding Financial Crises: A Developing Country Perspective,” Annual World Bank Conference on Development Economics, The World Bank, Washington, pp. 29-62. 1996. …………, Financial Policies and the Prevention of Financial Crises in Emerging Market Countries, NBER Working Paper Series, 8087, January 2001a. ……………, The Economics of Money, Banking and Financial Markets, 8 bsk., The Addison-Wesley Y., Boston, 2001b. Molpass, David, v.d., “Crunch Point: Turkey’s Massive Debt”, www.oecd. org,s.2, (13-11-2001). Obstfeld, M., “Models of Currency Crises With Self-Fulfilling Features” European Economic Reviw, 40, 1996. OECD, Policy Reassesment in Light of The end-2000 Financial Crisis, www. oecd.org. Öksüz, Suat, Doğu Asya Mucize’sinin ve Krizin Bugünü Türkiye için Bazı Çıkarımlar, Eğe Akadeik Bakış, Cilt 1, Sayı 1, 2001. Öztin Akgüç, “Bankacılık Kesimi Kriz Nedeni mi?”, İktisat Dergisi, ŞubatMart 2001, s.32. Özatay F. Ve Sak G., “The 2000-2001 Financial Crisis in Turkey”, 2002. Brookings Trade Forum 2002 için sunulan makale. Piti Disyatat, Currency Crises and the Real Economy: The Role of Banks, IMF Working Paper, WP/01/49, 2001. 156 Pritchett, L., Sumarto, S., ve Suryahadi, A., “Targeted Programs in an Economic Crisis: Empirical Findings from the Experience of Indonesia”, Social Monitoring and Early Response Unit (SMERU) Working Paper, Jakarta: SMERU, 2003. Radelet, S. and J. Sachs, “The Onset of the East Asian Financial Crisis” in Currency Crises, Edited by, Paul Krugman, The University of Chicago Press, Chicago and London, 105-153. 2000. Rana, P.B., Monetary and Financial Cooperation in East Asia: The Chiang Mai Initiative and Beyond, ERD Working Paper Series, No. 6, 2002. Romer, David, Advanced Macroeconomics, THE Macgraw-Hill, NewYork,1996, s.378-379. Rudiger Dornbusch, A Primer on Emerging Market Prices, NBER Preventing Currency Crises in Emerging Markets konferansına sunulan bildiri, 11-13 Ocak 2001. Sachs, J.D., “Alternative Approaches to Financial Crises in Emerging Markets”, in Capital Flows and Financial Crises (Ed.), Miles Kahler, Cornell University Press, Ithaca New York, 243-262,1998. Schwartz, A.C. , “Real and Pseudo-Financial Crises”, Financial Crises and The World Banking System, (ed. F.Capie-G.E.Wood), MacMillan, 1986. Sözlerin Soyağacı, Çağdaş Türkçe’nin Etimolojik Sözlüğü, http://www.nisanyansozluk.com/search.asp?w=kriz (02 Şubat 2009). Stephenson, Rob. S., Disasters and Development, Disaster Management Training Programme, UNDP, Second Edition, s.9 Geneva: 1994. 157 Sumarto, S., Suryahadi A. ve Widyanti, W. (2002), “Design and Implementation of Indonesian Social Safety Net Programs”, The Developing Economies, (XL), 1, s. 3-31., 2002. Şenses, F., “Economic Crises as an Instigator of Distributional Conflict: The Turkish Case in 2000-2001”, Turkish Studies, (4) No. 2, s. 92-119 ve The Turkish Economy in Crisis, Z. Öniş ve B. Rubin(der.)Frank Cass, Londra, s. 92119, 2003a. Şenses, F., “Yoksullukla Mücadelenin Neresindeyiz?: Gözlemler ve Öneriler”, A. H. Köse, A.H., F. Şenses, ve E. Yeldan (der.), İktisat Üzerine Yazılar I– Küresel Düzen: Birikim, Devlet ve Sınıflar, İstanbul: İletişim Yayınları, 2003b. Tjiptoherijanto, P. ve Remi, S. S., “Poverty and Inequality in Indonesia: Trends and Programs”, Paper presented at International Conference on the Chinese Economy, Beijing, 2001. Toprak, Metin, Yükselen Piyasalarda Finansal Kriz, Yeni Türkiye Dergisi, Ekonomik Kriz Özel Sayısı, Sayı 42, Kasım-Aralık 2001, s. 854-889, Ankara, 2001. Türk Dil Kurumu Online Sözlük, <http://www.tdk.gov.tr> (11 Ekim 2008) Uygur, E., “Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri”, Türkiye Ekonomi Kurumu Tartışma Metni, 2001/1, Ankara: TEK, 2001. Williamson, J. and M. Mahar, A Survey of Financial Liberalization, Princeton University, International Finance Section, Princeton, New Jersey, 1998. World Bank, East Asia: The Road to Recovery, Washington, D.C., 1998. ……………., Indonesia–Social Safety Net Adjustment Loan, Report No. PID7400, Washington, D.C.: World Bank,1999. 158 ……………, World Development Report, Washington D.C., 2000/2001, s.162167 ……………., Turkey: Economic Reforms, Living Standards and Social Welfare Study, Report No. 20029 TU, Washington, D.C.: 2000. ……………,., Turkey: Poverty and Coping After Crises, Report No. 24185-TR, Washington, D.C.: World Bank, 2003. ……………., Project Appraisal Document on a Proposed Hybrid Investment/ Adjustment Loan in the Amount of US$500 Million to the Republic of Turkey for a Social Risk Mitigation Project/Loan, Report No. 22510-TU, Washington, D.C.: World Bank, 2001. Yağcı, Fahrettin, “Choice of Exchange Rate Regimes For Developing Countries”, World Bank Africa Region Working Paper, Number16, s.16 Yay, Turan, Gülsün Gürkan Yay ve Ensar Yılmaz, Küreselleşme Sürecinde Finansal Krizler ve Finansal Düzenlemeler, İstanbul Ticaret Odası Yayınları, No: 2001-47, İstanbul, 2001. Yeldan, Erinç, Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi, İletişim Yayınları İstanbul, ss.23-24, 2001. Yoshitamo, M. and S. Shirai, “Policy Recommendations for Preventing Another Capital Crisis” Technical Background Paper, Asian Development Bank Institute, 2000. Zastrow, 1991; Akt: Koşar, Nesrin, Sosyal Hizmetlerde Sosyal Yardım Alanı Yoksulluk ve Sosyal Hizmet. , Şafak Matbaacılık, Ankara, 2000. 159