Ekonomik Krizlerin Yoksulluk Üzerine Etkileri

Transkript

Ekonomik Krizlerin Yoksulluk Üzerine Etkileri
T.C.
BAŞBAKANLIK
SOSYAL YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA
GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
Ekonomik Krizlerin Yoksulluk Üzerine Etkileri
Sosyal Yardım Uzmanlık Tezi
Hazırlayan
Orhan BİLGE
Tez Danışmanı
Dr. Selim COŞKUN
Ankara
Mayıs 2009
Baskı Tarihi: 31 Ağustos 2010
İçindekiler
Kısaltmalar.................................................................................................................6
Tablolar Dizini...........................................................................................................8
Şekiller Dizini............................................................................................................9
Özet...........................................................................................................................11
Summary..................................................................................................................13
Giriş...........................................................................................................................15
Birinci Bölüm
EKONOMİK KRİZLER .........................................................................................19
1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE: TEMEL KAVRAMLAR.......................................19
1.1. Enflasyon...........................................................................................................20
1.2. Deflasyon...........................................................................................................20
1.3. Stagflasyon........................................................................................................20
1.4. Devalüasyon.....................................................................................................21
1.5. Revalüasyon......................................................................................................21
1.6. Resesyon............................................................................................................21
1.7. Sirayet Etkisi (Yayılma, Contagion................................................................21
1.8. Finansal Kriz.....................................................................................................22
1.9. Ekonomik Kriz..................................................................................................22
2. EKONOMİK KRİZLERİN TARİHÇESİ...........................................................26
3. EKONOMİK KRİZ ÇEŞİTLERİ VE EKONOMİK
KRİZLERİN OLUŞUMU........................................................................................31
3.1. Ekonomik Kriz Çeşitleri..................................................................................31
3.1.1. Reel Sektör Krizleri.......................................................................................32
3.1.2. Finansal krizler..............................................................................................33
3.1.2.1. Finansal kriz Çeşitleri................................................................................35
3.1.2.1.1. Para Krizleri (Döviz Krizleri)................................................................37
3.1.2.1.2. Bankacılık Krizleri...................................................................................41
3.1.2.1.3. Dış Borç Krizleri......................................................................................44
3.1.2.1.4. Sistemik Finansal Krizler.......................................................................44
3.2. Ekonomik Krizlerin Nedenleri ve Oluşumu................................................47
3.2.1. Ekonomik Krizlerin Nedenleri....................................................................48
3.2.2. Ekonomik Krizlerin Oluşumu.....................................................................60
İkinci Bölüm
ÜLKELERİN EKONOMİK KRİZ TECRÜBELERİ ............................................65
1. 1997 Güneydoğu Asya Krizi Örneği:
Endonezya Krizi.............................................................................................66
1.1. 1997 Krizi Öncesi Doğu Asya Ülkelerinin Ekonomik Durumu���������������68
1.2. 1997 Endonezya Ekonomik Krizi...................................................................74
1.2.1. 1997 Endonezya Ekonomik Krizinin Nedenleri ve Oluşumu���������������78
1.2.2. 1997 Endonezya Ekonomik Krizinin Etkileri............................................81
1.2.2.1. İşgücü Piyasası...........................................................................................81
1.2.2.2. Gelir Dağılımı ve Yoksulluk.....................................................................82
1.2.2.3. Eğitim ve Sağlık.........................................................................................84
1.2.3. 1997 Endonezya Ekonomik Krizi
Sonrası Yoksulluk Önleyici Politikalar................................................................86
2. 2000 Kasım ve 2001 Şubat Türkiye Krizleri....................................................89
2.1. 1929 Buhranı Sonrası Türkiye’de görülen Krizler......................................89
2.2. 2001 Türkiye Ekonomik Krizinin Nedenleri ve Oluşumu�����������������������94
2.3. 2001 Türkiye Ekonomik Krizinin
Yoksulluk Öğelerine Etkileri...............................................................................104
2.3.1. Ekonomik Krizin İşgücü Piyasasına Etkileri..........................................105
2.3.2. Ekonomik Krizin Gelir Dağılımı ve
Yoksulluk Üzerine Etkileri..................................................................................108
2.3.3. Yoksulluk.....................................................................................................112
2.3.4. Sosyal Harcamalar-Eğitim, Sağlık ve Sosyal Yardım............................114
2.4. 2001 Türkiye Ekonomik Krizinde Uygulanan Politikalar........................115
4
Üçüncü Bölüm
EKONOMİK KRİZLERLE YOKSULLUK ARASINDAKİ İLİŞKİ�����������������121
1. Ekonomik Krizlerin Mali Etkileri ve Görüşler�������������������126
1.1. Ekonomik Krizlerin Yoksulluk Üzerindeki
Olumsuz Mali Etkileri..........................................................................................129
1.2. Ekonomik Krizlerin Yoksulluk Üzerindeki
Olumlu Mali Etkileri.............................................................................................128
2. Ekonomik Krizlerin İstihdama Etkileri..........................................................132
3. Ekonomik Krizlerin Tüketime Etkileri...........................................................133
4. Ekonomik Krizlerin Sağlığa Etkileri...............................................................136
5. Ekonomik Krizlerin Eğitime Etkileri..............................................................137
6. Ekonomik Krizlerin Genel Olarak Yoksulluğa Etkileri
Üzerine Görüşler...................................................................................................138
Sonuç......................................................................................................................145
Kaynakça................................................................................................................149
5
Kısaltmalar
ABD: Amerika Birleşik Devletleri
a.g.e: adı geçen eser
a.g.m: adı geçen makale
Akt.: Aktaran
APEC: Asya ve Pasifik Ekonomik İşbirliği Teşkilatı
ASEAN: GüneyDoğu Asya Ulusları Birliği
ATO: Ankara Ticaret Odası
Bkz. : Bakınız
bsk: Baskı
BYDK: Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu
BWK: Bretton Woods kuruluşları
C.: Cilt
ÇSGB: Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
DİBS: Devlet İç Borçlanma Senetleri
DİE: Devlet İstatistik Enstitüsü( Yeni adı bkz. TÜİK)
Ed.: Editör
ERM: Avrupa Para Sistemi’nin Döviz Kuru Mekanizması
FBE: Finansal baskı endeksi
GEGP: Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı
GSMH: Gayri Safi Milli Hâsıla
GSYİH: Gayri Safi Yurtiçi Hasıla
HBA: Hanehalkı Bütçe Anketi
HGTHA: Hane halkı Gelir ve Tüketim Harcamaları Anketi
IMF: International Money Fund (Uluslar arası Para Fonu)
İ.İ.B.F: İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
M2: Vadesiz paranın yanı sıra vadeli mevduatlar ve döviz tevdiat hesapları.
MGM: Minimum Gıda Maliyeti
Nu. veya No.: Numara, Number
OECD: Organization Of Economic Cooperation and Development (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı)
6
OPEC: Organization Petroleum Exportin Countries (Petrol İhraç Eden Ülkeler Topluluğu)
s. veya ss: Sayfa, Sayfadan sayfaya
SGA: Sosyal Güvenlik Ağı
SRAP: Sosyal Riski Azaltma Projesi
SYDTF: Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu
TCMB: Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası
TEFE: Toptan Eşya Fiyat Endeksi
TGM: Temel Gereksinmeler Maliyeti
TL: Türk Lirası
TÜFE: Tüketici Fiyat Endeksi
TÜİK: Türkiye İstatistik Enstitüsü
vb.: Ve benzeri
vd.: Ve devamı
Vol. : Volume
Yay.: Yayınları, Yayınevi, Yayıncılık
7
Tablolar Dizini
Tablo 1: Kriz yaşayan ülkelerde yerli paranın değerlenme oranı�������������������50
Tablo 2: Gelişmekte olan ülkelerde finansal krizlerin izlediği yol�����������������62
Tablo 3: Doğu Asya ekonomilerinde reel GSYİH’nın gelişimi�����������������������73
Tablo 4: Doğu Asya ekonomilerinde enflasyonun gelişimi..............................74
Tablo 5: Doğu Asya ekonomilerinde cari işlemler dengesi..............................76
Tablo 6 : Doğu Asya ekonomilerinde kamu kesimi dengesi ...........................76
Tablo 7 : Doğu Asya ekonomilerinde dış borçların gelişimi............................77
Tablo 8: Endonezya: İşgücü Piyasası Göstergeleri, 1997-1999�����������������������82
Tablo 9: Gelir Dağılımı ve Yoksulluk Göstergeleri,
Endonezya, 1996-1999............................................................................................83
Tablo 10: Endonezya: Eğitim ve Sağlık Harcamaları, 1996-1999��������������������85
Tablo 11: Endonezya: Sosyal Güvenlik Ağı Programları..................................86
Tablo 12: Türkiye’de Bankaların Açık Pozisyonları (Milyar $)�����������������������98
Tablo 13: Türkiye’de Kriz Öncesi ve Sonrası, Gecelik
İşlemlere Uygulanan Basit Faiz Oranları (Ağırlıklı Ort.)................................100
Tablo 14: Ticari Bankalarının Kısa Vadeli Borç Stoku.....................................100
Tablo 15: Türkiye: İşgücü Piyasası Göstergeleri, 1999-2002...........................105
Tablo 16 : Kriz Sebebiyle İşten Çıkartılanlar ....................................................107
Tablo 17 : Türkiye: Kentsel ve Kırsal Gelir Dağılımı Göstergeleri,
1987, 1994 ve 2002..............................................................................................................................110
Tablo 18: Türkiye: Kentsel ve Kırsal Yoksulluk
Oranları, 1987 ve 1994..........................................................................................113
Tablo 19: Yoksulluk Oranları, Türkiye ve
Kentsel, 1994 ve 2001............................................................................................113
Tablo 20: Türkiye: Hükümetin Sosyal, Eğitim ve Sağlık
Harcamaları, 1999-2002........................................................................................................ 115
Tablo 21: Bazı Ülkelerde Ekonomik Krizlerin Yoksulluk
Üzerine Etkileri......................................................................................................135
Tablo 22: Seçilmiş Bazı Ülkelerde Ekonomik
Krizlerin Sosyal Etkileri.......................................................................................136
8
Şekiller Dizini
Şekil 1: Ekonomik Kriz Yoksulluk ilişkisi ..........................................................25
Şekil 2: Ekonomik Kriz çeşitleri............................................................................32
Şekil 3: Finansal Krizlerin Sınıflandırılması........................................................36
Şekil 4: Sermaye Hesabı Krizi ve Kredi Daralması
Arasındaki Nedensellik Bağları............................................................................36
Şekil 5: Kriz Sonrası Dönem: Toplumsal Tepkilerden
Sosyal Güvenlik Ağlarına Uzanan Tepkiler.Zinciri.........................................125
Şekil 6: Ekonomik Kriz Yoksulluk ilişkisi.........................................................131
9
ÖZET
Bu çalışmada, ani ve beklenmedik bir zamanda ortaya çıkıp, yıkıcı ve bozucu etkilere sahip olan ekonomik krizlerin yoksulluk üzerine etkileri incelenmektedir. Çalışmada, öncelikle ekonomik krizlerin kavramsal çerçevesi oluşturulmakta ve ekonomik kriz ile ilgili temel kavramlar tanımlanmaktadır.
Ekonomik krizlerin tarihçesi kısaca açıklanıp, ekonomik krizlerin nedenleri,
ekonomik krizlerin çeşitleri ve kriz oluşumu açıklanmaktadır.
1997 Endonezya krizi ve 2001 Türkiye ekonomik krizi detaylıca incelenerek,
kriz süreçleri ve etkileri örneklerle açıklanmaktadır. Bununla birlikte ülke örnekleriyle ekonomik krizlerin yoksulluk ile ilişkisi somut bir ortama aktarılmakta, krizlerin yoksulluk üzerindeki etkileri örnekler ve istatistikî verilerle
ortaya koyulmaktadır.
Ekonomik krizlerle yoksulluk ilişkisini açıklayan değişik yazar ve iktisatçıların görüşlerine ülke örnekleri açıklanırken yer verilmektedir. İktisatçıların
görüşlerinin yanı sıra yoksulluğun bileşenleri üzerindeki ekonomik kriz etkileri gösterilerek, yoksulluk ve gelir dağılımının etkilenmeleri ortaya konulmaktadır. Ekonomik krizlerin yoksulluk üzerindeki etkilerini azaltmak için
ülkelerin uyguladığı politikalar ve faaliyetler ortaya konularak, bu politikaların sadece kriz sonrasında yapılmasının yoksulluğa olan etkiyi azaltmadığı
tartışılmaktadır.
Bu çalışmada, ekonomik krizlere karşı alınacak politikalara önem verilmesi
gerektiği ve yalnızca kriz sonrası politikalarla değil; kriz öncesi politikaların
kriz esnasında yoksulluğun derinleşmesini azaltmasından dolayı kriz öncesi
politikalara da önem verilmesi gerektiği tartışılmaktadır.
Anahtar Sözcükler: Ekonomik Kriz, Buhran, Finansal Kriz, Yoksulluk, Yoksulluk Politikaları, Ekonomik Kriz Etkileri, Sirayet Etkisi.
11
SUMMARY
In this study, the impacts of economic crisises which appear in a sudden and
unexpected time, has destructive and damaging effects on poverty is analyzed. In the study, firstly, conceptual content of economic crisises is formed
and basic concepts related with economic crisises are defined. History of economic crisises is briefly explained; causes of economic crisises, kinds of economic crisises and formation of a crisis are explained.
1997 Indonesia economic crisis and 2001 Turkey economic crisis are examined in detail; crisis periods and impacts are explained. Moreover, the relation of economic crisis and poverty is objectified with country samples; the
impacts of economic crisis on poverty are stated with samples and statistical
data.
As country samples are explained, different authors and economists’ ideas
which explain the relation of economic crisises and poverty are stated. In
addition to the sights of the economists, by showing the impacts of economic crisises on the components of poverty, poverty and income distribution
interaction is stated. By stating the politics and activities implemented by countries to reduce the impacts of economic crisises on poverty, the implementation of politics after economic crisis isn’t reduced the impact on poverty is
argued.
In this study, the necessity to stress the politics against the economic crisises
and not only politics after the crisis but also due to reducing the deepness of
poverty during crisis the politics taken before crisis should be stressed are
argued.
Keywords: Economic crisis, Depression, Financial Crisis, Poverty, Poverty
Politics, Economic Crisis Impacts, Contagion.
13
GİRİŞ
Ekonomik krizlerin ülkeler, firmalar ve insanlar üzerindeki etkilerinin şiddetinin ve yoğunluğunun giderek arttığı görülmektedir. Söz konusu ekonomik
krizler küreselleşen dünyada sınır tanımadan, gelişmiş ülke, gelişmemiş ülke
ayrımı yapmadan, dünyadaki bütün toplumları etkisi altına almaktadır. Bu
krizler, ülkelerin ekonomik, kültürel ve sosyal yapılarını değiştirip, sosyoekonomik yapıları üzerinde yıkıcı ve bozucu etkiler oluşturmaktadır. Bununla beraber, özellikle ülke temelinde az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri;
insan temelinde de yoksul ve muhtaç insanları daha fazla etkilemekte ve bu
ülkelerin ve insanların uzun yıllar süren kalkınma ve gelişme çabaları neticesinde elde ettikleri kazanımları risk altında bırakmaktadırlar. Bu sonucun
ortaya çıkmasındaki en önemli neden ise, bu ülkeleri, yoksul ve muhtaç insanları, ekonomik krizin etkilerinden koruyacak politikalara, uygulamalara
ve süreçlere gereken önemin verilmemesi veya yalnızca kriz sonrasına yönelik politika oluşturulması; kriz öncesinde, muhtemel ekonomik krizlerin
etkilerinin azaltılması için politika ve tedbirlerin oluşturulmamasıdır.
Son yıllarda dünyada bölgesel veya küresel etkileri olan Avrupa Para Krizi (1992-93), Meksika “Tekila Krizi” (1994-95), Türkiye Krizi (1994), Güney
Doğu Asya Krizi (1997-98), Rusya Krizi (1998), Brezilya Krizi (1999), Türkiye Krizi (2001) , Arjantin Krizi (2002) gibi krizler yaşanmıştır. Bu ekonomik
krizler gerek etkileri gerekse sonuçları yönünden mikro ve makro etkileri
olmasıyla iktisatçılar tarafından çalışılan öncelikli konulardan birisi olmaktadır. İktisatçılar, özellikle ekonomik krizlerin nedenleri, oluşumları, kriz politikaları, finans piyasaları ve reel sektör üzerine etkileri üzerine yoğun çalışmalarda bulunmaktadır. Ancak ekonomik krizlerin sosyo-ekonomik etkileri
ve yoksulluk üzerine etkileri üzerine yapılan çalışma sayısı azdır. Hâlbuki
ekonomik krizler, ekonomik olarak en hassas kesim olan yoksul kesim üzerinde kolay etki göstermektedir. Bu etkiler, istihdam, tüketim, eğitim, sağlık
gibi göstergelerde etkili olup, bunlara bağlı olarak da kalkınmayı, toplumsal
adaleti, yoksulluğu ve gelir dağılımını etkilemektedir. Bu sebeple, ekonomik
krizlerin yoksulluk üzerindeki etkilerinin incelenmesi, tespitlerin yapılması
ve gerekli politikaların ortaya çıkartılması gerekmektedir.
15
Bu çalışmanın amacı, ekonomik krizlerin yoksulluk üzerindeki etkilerini
incelemek, sorunları tespit etmek ve çözüm önerileri getirmektir. Çalışma,
konunun doğası gereği, çok geniş kapsamlı ve birçok bilim dalından faydalanmayı gerektiren bir alanı incelemektedir. Ancak, ekonomik krizler ve
yoksulluğu bütün yönleriyle ele almak bu çalışmanın kapsamını ve amacını
aşmaktadır.
Bu bağlamda, bu çalışma ekonomik krize yönelik politikalar ve uygulamalar
oluşturulurken yalnız kriz sonrasına yönelik değil; krizin etkilerini hafifletmesi ve yıkıcı etkilerinin şiddetini azaltması yönünden kriz öncesine yönelik
politikaların oluşturulması gerekliliğini vurgulamaktadır.
Bu çalışmada, uluslar arası toplumun gündemine de paralel şekilde ekonomik krizler, ekonomik krizlerin nedenleri, çeşitleri ve etkileri, krizlerden
etkilenmiş iki ülke olan Endonezya ve Türkiye bağlamında incelenmektedir. Ekonomik krizlerin ülkeler üzerindeki genel etkileri üzerine dikkatler
çekilmekte ve ekonomik krizlerin yoksulluk üzerindeki negatif etkilerinin
ortadan kaldırılması için yoksulluğa sebep olan nedenleri ortadan kaldıracak
sosyal politikalar açıklanmaktadır. Yoksulluk ve ekonomik kriz ilişkisi somut
istatistikî verilerle ortaya konularak yoksulluk göstergeleri belirtilmekte, bu
yoksulluk göstergelerine karşı ülke yönetimlerince ne gibi politikalar uygulandığı, Bretton Woods kuruluşları olan IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşların ekonomik krize karşı tavırları ve faaliyetlerine yer verilerek, ekonomik
kriz karşısında yoksulluk politikaları ortaya konulmaktadır. Bunun yanı sıra,
ülke örneklerinde kriz öncesi yoksulluğu önlemeye yönelik yapılmış ülke
politikaları belirtilerek, kriz esnasında kriz öncesi politikaların krizin etkisini
hafiflettiği gösterilmektedir. Bu incelemelerle ekonomik kriz yoksulluk ilişkisi somut bir ortama aktarılmakta ve yoksulluğa karşı en önemli ve en zor
süreç kabul edilen kriz öncesi süreçte yapılması gereken çalışmaların sağlam
bir şekilde kurulması ve sürdürülmesi için öneriler, uygulanması gereken
politikalar belirtilmektedir.
Çalışmada, incelenen konu gereği, niceliksel unsurlara yer verilmekle birlikte niteliksel yöntemlerin kullanıldığı ve mukayeseli analizlerin yapıldığı
bir yaklaşım tarzı benimsenmektedir. Ekonomik krizlerin etkileri değerlen16
dirilirken, bu konuda yapılmış çalışmaların verileri ve ulaştığı sonuçlar irdelenmekte ve bunlara çalışmada yer verilmektedir. Ayrıca, ekonomik kriz
ve yoksulluk ilişkisini somut verilerle ortaya koymak ve konuyu verilerle
desteklemek için çok sayıda şekil ve tablo kullanılmaktadır.
Bu çalışmanın hazırlanmasında, uluslararası alanda kabul görmüş akademik
çalışmaların ve ülkemizde konu ile ilgili yazılmış raporların incelenmesi, istatistiklerin kullanılması ve bu konuda Dünya Bankası, IMF gibi kuruluşların yaptığı çalışmalar, yayınladığı raporlar ve düzenledikleri konferanslarla
ortaya koydukları sonuçlar yol gösterici olmuştur.
Çalışma üç bölümden ibaret olup, birinci bölümde konunun anlaşılması ve
anlam birliğinin sağlanabilmesi için öncelikle ekonomik krizlerle ilgili kavramların tanımlamaları yapılmakta ve bir ekonomik kriz tanımına ulaşılmaktadır. Ekonomik kriz kavramları tanımlandıktan sonra kısaca ekonomik krizlerin tarihçesine yer verilmektedir. Ekonomik krizin çeşitleri açıklandıktan
sonra da ekonomik krizlerin nedenleri ve genel olarak kriz oluşumu açıklanmaktadır.
İkinci bölümde, yaşanmış kriz örnekleri olan 1997 Endonezya ve 2001 Türkiye krizi örnekleri incelenmektedir. Endonezya krizi, kriz öncesi bölgesel ve
ülke durumları açıklandıktan sonra, nedenleri, oluşumu, yoksulluğa etkileri
ve kriz sonrası yoksulluk yönlü uygulanan politikaları ile detaylıca ele alınmaktadır. Endonezya krizi politikaları, kriz öncesi ve sonrası olarak karşılaştırmalı olarak açıklandıktan sonra 2001 Türkiye krizi, Türkiye’nin yaşamış
olduğu ekonomik kriz tarihçesi ile açıklanmaktadır. 2001 krizinin sebepleri,
oluşumu, sosyo-ekonomik etkileri ve kriz sonrası uygulanan politikalar karşılaştırmalı olarak incelenmektedir.
Üçüncü bölümde ise ekonomik kriz yoksulluk ilişkisi ikinci bölümde ülke temelinde somut olarak işlendikten sonra yoksulluğun bileşenleri, göstergeleri
üzerinden incelenmektedir. Ekonomik kriz yoksulluk ilişkisi değişik iktisatçı
ve yazarların görüşleri ve istatistikî tablolarla ortaya konmaktadır.
17
BİRİNCİ BÖLÜM
EKONOMİK KRİZLER
1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE: TEMEL KAVRAMLAR
Ekonomik krizlerin yoksulluk üzerine etkileri dendiğinde başta enflasyon,
deflasyon, stagflasyon, devalüasyon, revalüasyon, resesyon, sirayet etkisi
ve ekonomik kriz gibi önemli kavramların tanımlanması gerekmektedir. Bilimsel literatürde ekonomik kriz kelimesiyle paralel anlamlarda kullanılan;
hatta bazen ekonomik kriz kelimesiyle ikame edilebilen finansal kriz, buhran, depresyon, ekonomik bunalım ve patlama kavramları da yer almaktadır.
Bu tür benzer sözcük ya da sözcük gruplarının açıklanması, konunun daha
iyi anlaşılması açısından önem arz etmektedir. Bu nedenle, bu bölümde çalışmaya esas teşkil edecek kavramlar açıklanmakta ve ardından ekonomik
krizlerin türleri değerlendirilmektedir. Bu şekilde, ekonomik krizin ve ilgili kavramların tanımlanması ile ekonomik krizin çerçevesi ve ilgili olduğu
kavramlar da belirlenmiş olacaktır. Bu açıdan, tez konusu olan “Ekonomik
Krizlerin Yoksulluk Üzerine Etkileri” incelenirken ekonomik kriz kavramının tanımını yapmadan önce, bazı ekonomik terimlerin tanımları kısa bir şekilde yapılacaktır.
19
1.1 Enflasyon
Enflasyon, Fransızca bir kelime olup, anlamı Türk Dil Kurumu’nun web tabanlı sözlüğünde “Para şişkinliği, pahalılık” olarak tanımlanmaktadır.1. İktisadi kullanımında ise enflasyon, fiyatlar genel seviyesinin sürekli biçimde ve
yüksek oranlarda artması ve paranın satın alma gücünü yitirmesi şeklinde
tanımlanmaktadır. Enflasyon tanımında iki husus dikkati çekmektedir. Birincisi, sadece belli bir malın veya hizmetin fiyatının tek başına artması değil,
fiyatlar genel seviyesinin sürekli bir artış göstermesidir. Diğer bir deyişle, sadece bazı malların fiyatlarının sürekli artması ya da tüm malların fiyatlarının
bir sefer artması enflasyon değildir. Örneğin, aylık enflasyon oranının yüzde
5 olması, o ay içinde fiyatlar genel seviyesinin bir önceki aya göre yüzde 5
oranında arttığını gösterir. Yıllık bazda düşünüldüğünde de enflasyon oranının %30 olması, fiyatlarda görülen o yılki artışın bir yıl önceki yıl fiyatlarına
göre yüzde 30 artmış olması demektir. İkinci husus ise, fiyatlar genel seviyesinin anlık değil sürekli olarak artmasıdır. Bu açıdan, fiyatlar genel seviyesindeki yükselmelerin belli bir oranda kısa bir süre için artması enflasyon olarak
nitelendirilmeyebilir.
1.2 Deflâsyon
Deflâsyon, Fransızca bir kelime olup, anlamı Türk Dil Kurumu’nun web tabanlı sözlüğünde “Para kısıtlaması, para darlığı, durgunluk”2 anlamlarına
gelmektedir. İktisadi anlamda ise, enflasyonun tam tersi anlama gelmekte
olup, fiyatlar genel seviyesinin sürekli biçimde ve yüksek oranlarda düşmesi
şeklinde tanımlanmaktadır.
1.3 Stagflâsyon
Stagflâsyon, kelime anlamı olarak “durgun şişkinlik” olarak tanımlanmakta
1 Türk Dil Kurumu Online Sözlük, <http://www.tdk.gov.tr> (11 Ekim 2008)
2 Türk Dil Kurumu Online Sözlük, <http://www.tdk.gov.tr> (11 Ekim 2008)
20
olup, durgunluk ve enflasyon kelimelerinden türetilmiştir. Anlam olarak ise,
enflasyonla durgunluğun bir arada olması halidir. İktisadi olarak ise, genel
olarak tüm ekonomide fiyatların hissedilir derecede yükselmesi yanında potansiyel üretim faktörlerinin en düşük düzeyde istihdam edilmesiyle birlikte,
ekonomik büyümenin en alt düzeyde tutulması olarak tanımlanmaktadır.
1.4 Devalüasyon
Devalüasyon, Fransızca bir kelime olup, anlamı Türk Dil Kurumu’nun web
tabanlı sözlüğünde “Değer düşürümü, sabit kur rejiminde resmi kurun
yükseltilmesi, yani ulusal paranın diğer ulusal paralar karşısında değerinin
düşürülmesi.”3 olarak tanımlanmıştır. İktisadi manası ise, ulusal paranın yabancı paralar karşısındaki değerinin düşürülmesi veya aynı anlama gelmek
üzere döviz kurunun yükseltilmesidir.
1.5 Revalüasyon
Revalüasyon, kelimesi ise Fransızca bir kelime olup, devalüasyonun tam tersi anlamında değerleme, değer katma anlamlarına gelmektedir. İktisadi manası ise, ulusal paranın yabancı paralar ve altın karşısında değer kazanması
veya kazandırılması olarak tanımlanabilir.
1.6 Resesyon
Resesyon, kelime anlamı olarak durgunluk, hareketsizlik anlamlarına gelmekte olup, iktisatta ise ekonomik faaliyetlerde duraklama dönemleri için
kullanılan tanımlamadır. Resesyon genel olarak toplam üretim miktarında
gerileme olması, üretim faaliyetlerinin daralması ve ekonomik hayatın canlılığını kaybetmesi durumlarını anlatmaktadır.
1.7 Sirayet Etkisi (Yayılma, Contagion)
Sirayet kelimesi, Arapça bir kelime olup, “Contagion” kelimesinin İngilizce3 Türk Dil Kurumu Online Sözlük, <http://www.tdk.gov.tr> (11 Ekim 2008)
21
den tercüme edilmiş hali olarak yayılma, etki etme, nüfuz etme anlamlarına
gelmektedir. Tıp alanında da kullanılmakta olup, “bulaşma, nüfuz etme” anlamlarında kullanılmaktadır. İktisatta ise, küreselleşme ile birlikte, uluslar
arası sermaye ve ekonominin tam dinamizm elde ettiği ve ekonomi merkezlerinin bağlantılı olduğu bir ortamda, bir ülkede veya bir sektörde ortaya
çıkan şiddetli bir sarsıntının veya krizin, tüm dünyada etkisini duyurması
olarak tanımlanabilir. Ekonomi piyasalarının birbirine eklemlenmiş olması
yaşanan olumsuzlukların etkilerini, yakın piyasalara ve aynı zamanda denizaşırı piyasalara yayılmasına yol açmaktadır. Bu da sirayet etkisini göstermektedir.
1.8 Finansal Kriz
Finansal kriz kavramı, ekonomik krizin çeşitlerinden birisi olduğu için sonraki bölümlerde de detaylıca incelenecektir. Ancak, temel kavramlar bölümünde finansal kriz kavramının kısaca tanımlamasının yararlı olacağı düşünülmüştür. Finansal istikrarsızlık, finansal düzensizlik, finansal kırılganlık
ve sistemik risk anlamlarına da gelen finansal kriz kavramı, ekonomik kriz
kavramı üzerine yapılan çalışmalarda ekonomik kriz anlamında da kullanılmıştır.4 Bu çalışmada finansal kriz; ekonomik kriz yerine de kullanılmıştır.
Kavramsal olarak finansal kriz, “Finansal piyasalarda ortaya çıkan bozulmaların finansal kurumların performansını olumsuz etkileyerek tüm ekonomiye yayılması sonucu, ödeme sistemlerinin bozulması ve kaynakların etkin
dağılımını engellemesi”5 olarak tanımlanmaktadır.
1.9 Ekonomik Kriz
Kriz kelimesi Yunanca bir kelime olup, ‘krisis’ kelimesine dayalı olan ve ‘krit’
4 Davis, E.P. , Debt, Financial Fragility, and Sistemic Risk, Clarendon Press-Oxford. s.
117-118, 1992.
5 Işık, Sayım, Duman, Koray, Korkmaz, Adil, Türkiye Ekonomisinde Finanasal Krizler:
Bir Faktör Uygulaması, D.E.Ü. I.I.B.F.Dergisi Cilt:19 , Sayı:1, Yıl:2004, s:45-69, 2004.
22
kelimesi ile de bağlantılı olarak “karar, hüküm, hastalığın dönüm noktası”6
anlamlarına; bir başka açıdan ise, Fransızca etimolojik kökene sahip olup,
‘crise’ kelimesine dayalı olarak “buhran” anlamına gelmektedir. Kriz kelimesinin kullanımına bakıldığında genelde tıp alanında yaygın bir kullanıma sahip olduğu ve Yunanca gibi eski bir dilde de sağlık alanında sıkça
kullanılmakta olduğu, “Bir organda birdenbire ortaya çıkan fizyolojik bozukluk, bir kimsenin yaşamında görülen ruhsal bunalım” ya da “Aniden
gelişen şiddetli belirtilerle karakterize nöbet, hastalık nöbeti”7 anlamlarına
gelmektedir. Kriz, sağlık bilimlerinin yanı sıra, sosyal bilimler alanında,
özellikle iktisat alanında en çok konu edilen alanlardan birini oluşturmaktadır. İktisadi alanda Fransızca kökenine daha yakın olarak ‘beklenmeyen
ve önceden sezilmeyen, hızlı bir şekilde ortaya çıkan mevcut araçları, amaç
ve planları tehdit eden gerilim durumu, ‘bunalım’, ‘çöküntü’, ‘depresyon’,
‘patlama’ ve ‘buhran’ gibi kelimelerle eş anlamda kullanılmaktadır. Günlük
hayatta da ekonomik kriz, küresel kriz, mali kriz, siyasi kriz, hükümet krizi,
vb. kavramlara rastlamaktayız. İktisat açısından ise kriz kavramının genel bir
tanımını yapmak hiç de kolay değildir. Yukarıda tanımlamalarını yaptığımız
iktisadi terimler ve krizin özellikleri açısından bir ekonomik kriz tanımı için
ekonomik krizin özelliklerinin de belirtilmesinde fayda vardır. Bu açıdan,
değişik iktisatçı ve yazarlar ekonomik krizi şu şekilde tanımlamaktadırlar:
Aktan ve Şen ekonomik kriz tanımını şu şekilde yapmaktadır: ‘Ekonomide
aniden ve beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan olayların makro açıdan ülke
ekonomisini, mikro açıdan ise firmaları ciddi anlamda sarsacak sonuçlar ortaya çıkarması’ demektir.”8
Mishkin ise asimetrik enformasyon teorisi çerçevesinde finansal krizi şu şekilde tanımlamaktadır: “Finansal kriz, ters seçim ve ahlaki risklerin ileri boyutlarda olduğu finansal piyasalardaki doğrusal olmayan bir bozulmadır,
6 Sözlerin Soyağacı, Çağdaş Türkçe’nin Etimolojik Sözlüğü, http://www.nisanyansozluk.com/ search.asp?w=kriz (02 Şubat 2009)
7 Türk Dil Kurumu Online Sözlük, <http://www.tdk.gov.tr> (11 Ekim 2008)
8 Aktan, Coşkun Can, Şen Hüseyin, Ekonomik Kriz: Nedenler ve Çözüm Önerileri, Yeni
Türkiye Dergisi 2002/1, 2002.
23
bunun sonucunda finansal piyasalar fonları etkin bir şekilde en verimli yatırım fırsatlarına sahip ekonomik birimlere çevirememektedir.”9
Kibritçioğlu’nun tanımında ise: “Ekonomik krizler; herhangi bir mal,
hizmet, üretim faktörü veya döviz piyasasındaki fiyat ve/veya miktarlarda, kabul edilebilir bir değişme sınırının ötesinde gerçekleşen şiddetli dalgalanmalar olarak tanımlanabilir.”10 olarak yer almaktadır.
Bu tanımlamaların ve ekonomik krizlerin incelenmesi sonucunda ekonomik
krizlerde şu özellikler belirtilebilir:
Ekonomik krizler, aniden, önceden bilinmeyen, beklenmedik bir anda ortaya
çıkmaktadır. Bu açıdan yukarıda tanımlamalarını yaptığımız enflasyon, deflasyon, stagflasyon, devalüasyon, revalüasyon, resesyon gibi durumlar bir
süreci belirtmekte olup, bir anın tanımlamaları değildir. Bu açıdan, sürekli
bir enflasyon veya sürekli bir resesyon gibi ekonomik durumlar ekonomik
kriz olmamaktadır. Örneğin, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin yanı sıra,
gelişmiş ülkelerde de görülen yıllık % 8-9 gibi enflasyon oranları sürekli devam ediyorsa, ekonomik kriz olarak tanımlanmamaktadır. Ancak, bir anda
belirli bir takım iktisadi faktörler sonucu enflasyon oranı % 9 gibi bir rakamdan %150’lere fırlarsa -hiperenflasyon olarak tanımlanabilir- bunu ekonomik
kriz olarak belirtebiliriz. Bu açıdan ekonomik krizlerin özelliği önceden kesin
olarak tahmin edilemeyen, bilinemeyen bir anda ortaya çıkmasıdır.
Bu özelliğe bağlı olarak ekonomik krizlerin şiddeti de önemlidir. Düşük
seviyede veya küçük şiddette bir olumsuz etkiye sahip iktisadi faktörlerin
oluşturduğu düşük şiddetli ani olaylar da ekonomik kriz olarak görülmeyebilir. Bu açıdan, örneğin enflasyon oranındaki ani bir %5’lik değişme kriz
9 Mishkin, Frederic S, “Understanding Financial Crises: A Developing Country
Perspective,” Annual World Bank Conference on Development Economics, The
World Bank, Washington, pp. 29-62. 1996.
10 Kibritçioğlu, Aykut, Türkiye’de Ekonomik Krizler ve Hükümetler, 1969-2001, Yeni
Türkiye Dergisi, Ekonomik Kriz Özel Sayısı, Sayı 41, Eylül-Ekim 2001, s. 174-182., Ankara, 2001
24
etkisine sahip olmayacağı ve şiddetinin düşük olacağından diğer sektör veya
toplumlarda da dalgalanma, kriz oluşturmayacaktır. Dolayısıyla ekonomik
krizin etkisinin belirli bir seviyenin üstünde olması da ekonomik krizin bir
özelliğidir.
Ekonomik krizlerin başka bir özelliği ise kişiler, firmalar, devlet veya devletler için tehdit, sorun, karışıklık, gelecek kaygısı, güvensizlik gibi yıkıcı ve
bozucu olumsuz sorunlar ortaya çıkarmasıdır. Aktan ve Şen’e11 göre ekonomik krizler bu sorunların yanı sıra fırsatlar da ortaya çıkartabilir ki bu bazı
düşünürler tarafından da desteklenen bir düşüncedir. Bu düşünce, tez konusu olan ekonomik krizlerin yoksulluk üzerindeki olumlu ve olumsuz etkisini
gösteren Stephenson’dan uyarlanarak oluşturulmuş olan şu grafikle daha iyi
anlaşılacaktır:
Şekil 1: Ekonomik Kriz Yoksulluk ilişkisi 12
Şekil 1: Ekonomik Kriz Yoksulluk ilişkisi12
YOKSULLUK
N
E
G
A
T
İ
F
Krizler zarar
görebilirliği
artırır.
Krizler zarar
görebilirliği
azaltır
Ekonomik
Krizler
yoksulluğu
ilerletir.
Ekonomik
Krizler yoksulluk
için yeni fırsatlar
sunar
P
O
Z
İ
T
İ
F
EKONOMİK KRİZLER
11 Aktan, C. C., Şen H., a.g.m.
12Bu
Stephenson,
Rob. S., özellikler
Disasters andüçüncü
Development,
Disaster
Management
Training
Prografiğe ilişkin
bölümde
detaylı
bir şekilde
işleneceği
gramme, UNDP, Second Edition, s.9 Geneva: 1994.
için burada ekonomik krizlerin bir özelliği olarak verilip, geçilecektir. Yukarıdaki
grafikte, Aktan ve Şen tarafından öne 25
sürülen düşünceyi destekler nitelikte şu
görüşlere yer verilmiştir.
Bu grafiğe ilişkin özellikler üçüncü bölümde detaylı bir şekilde işleneceği için
burada ekonomik krizlerin bir özelliği olarak verilip, geçilecektir. Yukarıdaki
grafikte, Aktan ve Şen tarafından öne sürülen düşünceyi destekler nitelikte
şu görüşlere yer verilmiştir.
Dört temanın sunulduğu bu şema aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
1) Ekonomik krizler yıllar süren girişimler sonucu elde edilen kazanımları
yok ederek yoksulluğu ilerletir.
2) Bir ekonomik kriz sonrası gerçekleştirilen yeni programlar ve projeler,
yoksulluk için yeni fırsatlar sunabilir.
3) Krizler yoksul kesimin zarar görebilirliğini artırabilir.
4) Yoksulluk programları ve projeleri zarar görebilirliği azaltmaya ve yoksulluğun ortaya çıkaracağı olumsuz sonuçları gidermeye yönelik hazırlanabilir.
Ekonomik krizlerin başka bir özelliği ise sirayet etkisinin olması, başka bir
ifade ile iktisadi kaynaklarda “Contagion” olarak geçen, bir devlette, bir toplumda veya bir sektörde ortaya çıkan krizin bağlantılı olarak ilişkili olduğu
devletlerde, toplumlarda veya sektörlerde de aynı veya farklı şiddetlerde
olumlu/olumsuz etki göstermesidir.
Ekonomik krizin özelliklerini açıkladıktan sonra, ekonomik kriz tanımını şu
şekilde yapabiliriz: Ekonomik kriz, yanlış iktisadi seçimler ve uygulamalar
sonucunda aniden ve beklenmedik şekilde ortaya çıkan, devletler, iktisadi
işletmeler ve bireyler üzerinde yıkıcı, bozucu etkiler, sorunlar çıkarmasının
yanı sıra yeni fırsatlar da ortaya çıkaran olağanüstü değişikliklerdir.
2. EKONOMİK KRİZLERİN TARİHÇESİ
Ekonomik krizlerin yoksulluk üzerine etkilerini inceleyen bu çalışmada tarih
boyunca yaşanmış tüm krizler incelenebilir. Ancak, gerek bu çalışmanın kapasitesi yeterli olmayacağından gerekse geniş bir çalışma alanının seçilmesi
26
çalışmadan elde edilecek faydayı düşüreceğinden ikinci bölümde de detaylarıyla incelenecek olan üç ekonomik kriz tecrübesi incelenmiştir. Bununla beraber, bu bölümde 19. yüzyıldan itibaren yaşanmış ekonomik krizlere kısaca
yer verilecektir. Bu açıdan, 19. yüzyıl öncesi, sonrası ve 20. yüzyıl ekonomik
krizleri bazı yönlerden ayrılmaktadır.
19. yüzyıl öncesi krizlerin sebepleri genelde savaşlar sonucu ortaya çıkan bozulmalar, kötü iklim koşulları sonucu olmuş kötü hasatlar, açlık şeklinde oluşan kıtlıklar ve nadir de olsa devletlerin uyguladığı yanlış politikalardır. 19.
yüzyıl krizlerinin sebepleri ise diğer sebeplerin yanı sıra daha çok dünyaya
yayılmış faaliyetleri olan devletlerin yanlış yatırımları ve başarısızlıklarından
kaynaklanmıştır. 20. yüzyıl krizleri ise artık sanayileşmenin gerçekleşmesi,
devletlerin tüm dünyaya yaygın faaliyetlerinin olması, ticari ilişkilerin daha
sıklaşması ve finans merkezlerinin oluşması ile farklı boyutlar kazanmıştır.
Özellikle, ikinci dünya savaşı sonrasında ise bir bölge, ülke veya toplumda
gerçekleşen, gerçekleşebilecek olayların diğer yerleri de hızlı bir şekilde etkilemesi olarak adlandırdığımız küreselleşme sonucunda ekonomik krizlerin
sebepleri boyut değiştirmiş ve sebepleri de daha çok finansal sebeplerdir.
Dünyada 19. yüzyılda ve 20. yüzyıl başlarında çok fazla sayıda kriz meydana
gelmiştir. Bunların başlıcaları şunlardır: “1825, 1836, 1847, 1857, 1866, 1873,
1882, 1890, 1900, 1907, 1913, 1920–21, 1929 krizleridir. Bu krizler kısaca şu
şekilde açıklanabilir:
1825 Krizi: İngiliz sermayedarların ve bankacıların Latin Amerika ülkelerinde giriştikleri hatalı yatırım politikaları sonucu ortaya çıkmıştır. Kredi
hacminin daralması İngiliz sanayisini sarsmıştır. Krizin etkisiyle ödemeler
bilânçosu altüst olan İngiltere krizin etkisini ancak 1832’de atlatabilmiştir.
1836 Krizi: Bu krize de İngiliz sermayedar ve bankaların bu kez de ABD’de
ülkelerinde giriştikleri hatalı yatırımlar ile ülkede sürdürülen demiryolu inşaatı ile ilgili mali işlemler neden olmuştur. Adı geçen krizin etkileri Fransa,
Belçika gibi ülkelere sıçramıştır.
27
1847 Krizi: İngiltere’de başlayan bu krize demiryolu inşaatı ile ilgili spekülasyonlar neden olmuştur. Kriz İngiltere ile sınırlı kalmamış; etkileri Fransa
ve ABD’de de hissedilmiştir. Bu arada İngiltere Merkez Bankası, krizin etkisiyle ulusal para birimi Sterling’in konvertibilitesini geçici olarak askıya
almak zorunda kalmıştır.
1857 Krizi: Bu krize parasal faktörler neden olmuştur. Avustralya ve ABD’de
bulunan altın madenleri geniş ölçekli spekülatif hareketlere yol açmış ve zamanın Avrupa ülkeleri ile ABD krizden önemli ölçüde etkilenmiştir.
1866 Krizi: ABD ve İngiltere’de demiryolu inşaatına büyük paralar bağlamış
bir bankanın iflas etmesiyle başlamış ve dalga dalga diğer Avrupa ülkelerine
yayılmıştır. Bu ülkelerde de zincirleme iflaslar kendini göstermiştir.
1900 Krizi: Rusya’nın hızlı sanayileşmesi bu ülke ekonomisinde düzensiz
ekonomik dalgalanmalara neden olmuş ve kriz ortaya çıkmıştır. Diğer Avrupa ülkelerine de sirayet eden krizin etkileri, ancak Güney Afrika’dan gelen
altınlar sayesinde satın alma gücünün artmasıyla hafifletilebilmiştir.
1929 Krizi: Şüphesiz iktisat tarihinin en önemli ve en derin krizi, 1929 krizidir. Avrupa ülkelerinde bazı bankaların mali sıkıntıya girmesi New York
Borsası’nda hisse senedi fiyatlarında ani düşüşlere neden olmuş ve ardından
da tüm ABD ekonomisini etkisi altına almıştır. Bununla da sınırlı kalmayan
kriz, dalga dalga diğer ülkelere yayılmıştır. 1929 Büyük Depresyonu ile borsada yaşanan çöküşün yanı sıra, bankalarda ciddi anlamda iflaslar yaşanmış,
toplam tüketim ve yatırımlarda ani düşüşler ortaya çıkmış ve tüm bu gelişmelerin sonucunda yalnızca ABD’nde 1929-33 yılları arasında GSYİH yaklaşık 1/3 oranında azalmıştır.”13
1929 krizinden 1960’lara kadar dünya ekonomisinde çok büyük boyutlu bir
ekonomik ve finansal krize rastlanmamıştır. Ancak, daha önce de belirtildiği
13 Aktan, C. C., Şen H., a.g.m.
28
gibi “küreselleşme” olgusunun yaygınlaşması ve sirayet etkisinin ortaya çıkması sonucunda yaşanan krizlerin de şiddeti artmıştır. Bu açıdan, özellikle
1990’lar sonrası krizler daha hızlı yayılmış ve etkisini de bu ölçüde göstermiştir.
1929 sonrası dönemdeki krizlere ilk olarak 1956 yılında yaşanan Süveyş
Kanalı Şirketi kaynaklı kriz söylenebilir. Süveyş Kanalı Şirketi’nin yaşamış
olduğu sıkıntılar nedeniyle İngiltere’de de bir finansal kriz görülmüştür.
İngiltere’de 1956-57 yıllarında dış ticaret fazlası olmasına rağmen, uluslar
arası ticarette yaşanan sıkıntılar sebebiyle yerel para birimi olan Sterlin üzerinde baskı oluşmuş ve değerinin korunması için de İngiltere Merkez Bankası dolar rezervlerini eritmek zorunda kalmıştır.14
1970 sonrası dönemde Bretton Woods Sistemi’nin çökmesi ve petrol krizleriyle kriz dönemleri yeniden görülmüş. Özellikle sermayenin fonlar şeklinde
uluslar arası yatırımlara yönlendirilmesiyle gelişmiş ülkelerde ve gelişmekte
olan ülkelerde krizler yaşanmıştır.
1980’li yıllarda ise gelişmekte olan ülkelerin diğer ülkelere olan borçları yüzünden gelişmiş ülkelerde de sıkıntılar görülmüştür. Özellikle gelişmiş ülkelerin bu durumdan etkilenmesi iç piyasalarını da etkilemiş dünyada ekonomi daralmıştır.
1990 sonrasında ise küreselleşme ile birlikte ivme kazanan ulusal ve uluslararası finansal piyasaların entegrasyonu, resesyon dönemlerinde ve diğer ekonominin daralma dönemlerinde diğer ülkeleri de etkileyerek, finansal kriz
olgusunu sıklıkla karşımıza getirmiştir. Bu dönemde gerek gelişmiş ülkeler
olan ABD, İngiltere gerekse gelişmekte olan birçok ülkenin finansal sistemlerini liberalize edip, sermayeyi uluslar arası hareketliliğe açtığı bu dönemde,
sermayenin uluslar arası hareketliliği artmıştır. Bundan dolayıdır ki, kriz dönemlerinde sirayet etkisi ile kriz şiddeti ve krizin etki alanı hızla genişlemiştir.
14 Boughton, J.M. , “Was Suez in 1956 the First Financial Crisis of the Twenty-
First Century?” Finance & Development, September, 20-23, 2001.
29
Delice’nin de belirttiği 1990’lı yıllarda yaşanan krizlerin başlıcaları şunlardır:
“1- Avrupa Para Sistemi’nin Döviz Kuru Mekanizması’nda (ERM), 199293’teki krizler,
2- Meksika’da 1994-95 döneminde olan krizin ardından ortaya çıkan Tekila
Krizi,
3- 1994-95’de Türkiye’de yaşanan para ve bankacılık krizi,
4- 1997-98’de Tayland, Endonezya, Güney Kore ve Malezya’da başlayıp, etkileri önce diğer Asya ülkelerine daha sonra OECD ülkeleri dahil olmak üzere
bölge dışındaki birçok ülkeye yayılan finansal kriz,
5- Asya krizine paralel olarak 1998’de Rusya ve Brezilya’da yaşanan krizler,
6- Kasım 2000 ve Şubat 2001’de Türkiye’de yaşanan para ve bankacılık krizleri,
7- Arjantin’de 2001 yılında başlayıp, derin bir ekonomik ve toplumsal çöküşe
yol açan ve etkileri devam eden finansal kriz.” 15
1990’lı yıllarda krizler ve 21. yüzyılın başlarında görülen Türkiye ve Arjantin
krizi küreselleşmenin bir başka yönünü ortaya koymuştur. Bununla beraber
bu krizlerde Malezya hariç tüm ülkeler sabit döviz kurunu bırakıp dalgalı
kur sistemine geçmiştir. Bu bölümün ilerleyen kısımlarında da anlatılacağı
gibi bu krizlerde (ERM krizi hariç) sabit veya bağlı döviz kuru sistemleri, yoğun sermaye giriş/çıkışları ve makroekonomik göstergelerdeki bozukluklar
krizlerin önemli sebepleri arasında gösterilebilir.
15 DELİCE, Güven, “Finansal Krizler: Teorik ve Tarihsel Bir Perspektif”, Erciyes Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Sayı 20, Ocak- Haziran, ss. 57- 81, 2003.
30
Krizlerin 19. yüzyıldan itibaren başlıcalarının kısaca anlatılması ile krizlerin
ekonomik hayatın vazgeçilmezleri arasında olduğu, yıkıcı ve bozucu etkilerinin yanı sıra piyasaların zaman zaman temizlenmesi düşüncesini destekler
mahiyette piyasaları düzene soktuğu da ortadadır. Bu açıdan, tezin hazırlanma aşamasında16 dahi dünya küresel bir kriz yaşamaktadır.
Yukarıda sayılan krizlerden bazıları ikinci bölümde detaylı bir şekilde incelenecektir. Ancak, bu bölümde genel olarak ekonomik krizlerin tarihçesi
incelenmiş ve şimdi ekonomik krizlerin çeşitleri ve oluşumu incelenecektir.
3.
EKONOMİK KRİZ ÇEŞİTLERİ VE EKONOMİK KRİZLERİN
OLUŞUMU
3.1 Ekonomik Kriz Çeşitleri
Ekonomik Krizler, Kibritçioğlu’na17 göre Reel Sektör Krizleri ve Finansal
Krizler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
Kibritçioğlu, reel sektör krizlerini “mal/hizmet ve işgücü piyasalarındaki
miktarlarda yani üretimde ve/veya istihdamda ciddi daralmalar(durgunluk
ve/veya işsizlik krizi) biçiminde ortaya çıkar.” şeklinde ifade etmektedir.18
Bu açıklamada genel olarak mikro iktisat teorileri ile açıklanan arz/talep
kaynaklı etkenlerin oluşturduğu enflasyon, deflasyon, stagflasyon gibi durumların etkisi sonucu oluşan krizler tanımlanabilir. Kriz kavramının tanımlanmasında belirtildiği gibi enflasyon, deflasyon gibi ekonomik durumlar,
kriz olarak tanımlanamayacağından; bu sebeplere bağlı olağanüstü pozitif ve
negatif şok etkisi olan dalgalanmalar reel sektör krizlerini oluşturmaktadır.
16 2008 yılında ABD kaynaklı mortgage kredi ödeme sorunlarına bağlı kriz ve bu krize
bağlı olarak ortaya çıkan küresel kriz yaşanmaktadır.
17 Aykut Kibritçioğlu, a.g.m.,s.2
18 Aykut Kibritçioğlu, a.g.m.,s.3
31
Bu açıdan reel sektör krizleri genel fiyat düzeyini artırmaya yönelik enflasyonist; genel fiyat düzeyini düşürmeye yönelik deflasyonist etkiler sonucu şok
etkisine sahip dalgalanmalar olarak tanımlanabilir. Kibritçioğlu’na göre ekonomik krizler aşağıda görülen Şekil 2’de görüldüğü gibi Reel Sektör Krizleri
ve Finansal Krizler olarak ikiye ayrılmaktadır.
Şekil 2: Ekonomik KrizŞekil
çeşitleri2:19Ekonomik Kriz çeşitleri
19
EKONOMİK KRİZLER
Finansal Krizler
Reel Sektör Krizleri
Mal ve Hizmet
Piyasalarında
Krizler
Enflasyon
Krizi
İşgücü
Piyasasında
İşsizlik Krizi
Durgunluk
Krizi
Bankacılık
Krizi
Döviz
Krizi
Ödemeler Dengesi Krizi
Borsa
Krizi
Döviz Kuru Krizi
3.1.1 Reel sektör krizleri
3.1.1 Reel sektör krizleri
Reel sektör krizleri de kendi içinde mal ve hizmet piyasalarındaki krizler ve
Reel
sektör
krizleri de
kendi
içinde
hizmet piyasalarındaki
işgücü
piyasasındaki
krizler
olmak
üzere mal
ikiye ve
ayrılmaktadır.
Bu krizler de kendikrizler ve
işgücü
piyasasındaki
arasında
enflasyon ve krizler
durgunlukolmak
krizleriüzere
olarakikiye
ikiye ayrılmaktadır.
ayrılmaktadır. BuBu
krizkrizler de
sebepleri
olarak enflasyon
mal/hizmet veya
işgücü piyasalarındaki
arz/talepikiye
değişkenliği,
kendi
arasında
ve durgunluk
krizleri olarak
ayrılmaktadır.
talebi etkileyen
değişme,veya
miktardaki
tercihlerdekiarz/talep
Bu arzı
krizvesebepleri
olarakfiyattaki
mal/hizmet
işgücüdeğişme,
piyasalarındaki
değişme olarak
bilinir.
Bu açıdan,
kavramsal
çerçeve bölümünde
anlatılan değişme,
değişkenliği,
arzı
ve talebi
etkileyen
fiyattaki
değişme, kısaca
miktardaki
enflasyon ve resesyon gibi durumlardaki olağanüstü durumlar da kriz ortamını
tercihlerdeki
değişme olarak bilinir. Bu açıdan, kavramsal çerçeve bölümünoluşturmaktadır.
19 AykutKibritçioğlu’nun
Kibritçioğlu, a.g.m.,s.2
bu sınıflandırmasında reel sektör krizleri daha çok mikro
iktisat teorileri ile açıklanabilecek üretim, tüketim, emek, sermaye kavramları
kaynaklı krizlerden oluşmaktadır. Bu çalışmada
daha çok ekonomik krizlerin
32
19
Aykut Kibritçioğlu, a.g.m.,s.2
de kısaca anlatılan enflasyon ve resesyon gibi durumlardaki olağanüstü durumlar da kriz ortamını oluşturmaktadır.
Kibritçioğlu’nun bu sınıflandırmasında reel sektör krizleri daha çok mikro
iktisat teorileri ile açıklanabilecek üretim, tüketim, emek, sermaye kavramları kaynaklı krizlerden oluşmaktadır. Bu çalışmada daha çok ekonomik krizlerin ikinci alt başlığı olan finansal krizler üzerine inceleme yapılmış olup,
sonraki bölümlerde de yayılma etkisi ile etkisi daha fazla olmasından dolayı
finansal krizler detaylıca incelenecektir.
3.1.2 Finansal krizler
Finansal krizler ise “döviz ve hisse senedi piyasaları gibi finans piyasalarındaki şiddetli fiyat dalgalanmaları veya bankacılık sisteminde bankalara geri
dönmeyen (batık) kredilerin aşırı derecede artması sonucunda yaşanan ciddi
ekonomik sorunlar.”20 olarak tanımlanabilir. Kibritçioğlu’nun finansal krizleri gösterdiği bu şekilde finansal krizleri bankacılık, döviz ve borsa krizi olarak üçe ayırmaktadır. Bunlar da ödemeler dengesi ve döviz kuru krizi olarak
ikiye ayrılmaktadır.
Kibritçioğlu döviz krizleri ya da diğer yazarlarca para krizlerinin belirleyicileri olarak şu beş grubu belirlemiştir:
“1) Zayıf Makroekonomik göstergeler ve hatalı iktisat politikaları,
2) Finansal altyapının yetersizliği,
3) Ahlaki risk ve asimetrik enformasyon olgusu,
4)Piyasadaki kreditörlerin ve uluslar arası finans kuruluşlarının hatalı his
ve önsezileri
5) Siyasal suikast veya terörist saldırı gibi bazı beklenmedik olay ve
tesadüfler.”21
20 Aykut Kibritçioğlu, a.g.m.,s.3
21 Aykut Kibritçioğlu, a.g.m.,s.2
33
Yukarıda belirtilen bu sebeplerden bir veya bir kaçı bir araya geldiğinde ekonomi yönlendiricileri tarafından yerel paradan dövize karşı bir kaçış başlatılır. Bu esnada Merkez Bankası rezervleri hızla erimektedir ve bir politika
uygulanması gerekmektedir. Bu esnada, hükümet veya Merkez Bankası yetkililerince para politikası ve /veya maliye politikası ve/veya ikisi bir anda
uygulamaya konması gerekir ki döviz endeksi dengelensin ve yerel paradan kaçış durdurulsun. Bu yerel paradan dövize kaçışı önlemek için maliye
politikasından çok para politikası olarak devalüasyon, faizlerin yerel para
için yükseltilmesi veya her ikisi aynı anda yapılabilir. Bu açıdan, acil önlem
paketinde para politikası hızlı bir önlem olarak görülebilir. Maliye politikası
araçları ise krizin sebeplerine bağlı olarak kullanılabilir.
Finansal kriz kavramını Kibritçioğlu, döviz, bankacılık ve borsa piyasalarında yaşanan ciddi ekonomik sorunlar olarak tanımlamış ve üçe ayırmıştır. Ancak, Kibritçioğlu dışında Mishkin, Schwartz, Delice, Yay, Krugman ve
başka yazarlar tarafından da finansal kriz çalışmaları yapılmış ve finansal
kriz nedenleri, çeşitleri ve teorileri üzerine önermeler de yapılmıştır. Bu açıdan farklı görüş ve tanımlamaları koymak adına şimdi diğer finansal kriz
incelemelerindeki tanımlamalara ve çeşitlerine yer verilecektir.
Finansal kriz kavramının ekonomik kriz yerine de kullanıldığını ve ekonomi literatüründe ekonomik krizin özellikleri olarak belirtilen özelliklerin finansal krizin de özellikleri olarak kabul edildiği çeşitli yazarların eserlerinde
görülmüştür. Dolayısıyla, bu kısımda tekrar finansal krizin özelliklerine ve
detaylı tanımlamalarına yer verilmeyecektir. Kibritçioğlu’nun krizlerin ayrıştırılmasını gösterdiği Şekil 2’den hareketle reel sektör krizleri incelendikten sonra finansal krizlerin çeşitleri değişik yazar ve ekonomistlere göre bu
kısımda incelenecektir.
Finansal krizleri gerçek finansal krizler ve gerçek olmayan finansal krizler
olarak değerlendiren Schwartz22, gerçek finansal krizleri gerçek olmayanlardan
22 Schwartz, A.C. , “Real and Pseudo-Financial Crises”, Financial Crises and The World
Banking System, (ed. F.Capie-G.E.Wood), MacMillan.1986
34
ayıran özellik olarak var olan kötü durumların belli bir kırılma noktasından
sonra onarılamayacak dereceye varması ve patlamanın gerçekleşmesi olarak
belirtmektedir. Gerçek olmayan krizleri ise mali durumun güvenilir ve dirençli olduğu ortamlarda iflaslar, sıkıntılar, servet kayıpları olabilir. Bunlar
ekonominin rutin işlevleri arasında çıkan ekonomik olaylardır. Bu olumsuz
durumları ekonomi sahip olduğu dinamiklerle atlatabilir. Ancak, belli bir
noktadan sonra ekonomik kırılganlık yaşanırsa ve problemlerin üstesinden
gelinemezse, Schwartz’a göre bu duruma sonuçları ve etkileşimleriyle finansal kriz denmektedir. Bu kriz durumunun ötesinde oluşan durumların ekonominin güvenirliliği ve güçlülüğü sayesinde atlatılmasına ise Schwartz’a
göre gerçek olmayan finansal krizler diyebiliriz.
3.1.2.1 Finansal kriz Çeşitleri
Finansal Krizler çeşitli yazarlarca değişik gruplara, çeşitlere ayrılmıştır. Örneğin Feldstein23 finansal krizleri 4’e ayırmıştır. Bunlar şu şekildedir:
a. Cari hesap krizleri
b. Bilanço krizleri
c. Banka-paniklerinin yol açtığı para krizleri
d. Sirayet krizleri ve irrasyonel spekülasyon
Radelet ve Sachs24 ise finansal kriz çeşitlerini:
a. Makroekonomik politikaların yol açtığı krizler,
b. Finansal panikler,
c. Finansal fiyatlardaki şişkinliklerin (köpük) patlaması ve
d. Ahlaki tehlike krizleri olmak üzere dörtlü bir ayırıma tabi tutmuştur.
23 Feldstein, M. , Self-Protection for Emerging Market Economies, NBER Working Paper
Series, 6907, January.1999
24 Radelet, S. and J. Sachs, “The Onset of the East Asian Financial Crisis” in Currency
Crises, Edited by, Paul Krugman, The University of Chicago Press, Chicago and London,
105-153. 2000.
35
IMF kaynaklı yazınlarda ise krizler kaynaklandıkları sektöre göre, özel-kamu, bankacılık-şirket krizleri; dengesizliklerin yapısına göre: akım dengesizlikler (cari hesap ve bütçe dengesizlikleri) ve stok dengesizlikleri (varlıklar
ve yükümlülüklerin uyumsuzluğu) ve bu dengesizliklerin kaynaklandığı finansmanın vadesine göre: likidite krizi ve borç ödeyememe krizi, şeklinde
sınıflandırılabilmektedir.25
Bu finansal kriz çeşitlemelerine karşın biz bu çalışmada genel olarak kabul
Bu finansal kriz çeşitlemelerine karşın biz bu çalışmada genel olarak kabul
edilen şu finansal kriz çeşitlerini inceleyeceğiz:
edilen şu finansal kriz çeşitlerini inceleyeceğiz:
1) Para,
1) Para,
2) Bankacılık,
2) Bankacılık,
3) Dış borç ve
3) Dış borç ve
4)
finansal
krizler
4) Sistemik
Sistemik finansal
krizler
26
Şekil
3: Finansal
Krizlerin
Sınıflandırılması
Şekil 3: Finansal
Krizlerin
Sınıflandırılması
26
FİNANSAL KRİZLER
Para Krizi
Bankacılık
Krizi
Ödemeler Dengesi Krizi
Dış Borç
Krizi
Sistemik Finansal
Kriz
Döviz Kuru Krizi
27
Delice’nin de araştırmalarında yer verdiği ve Sayım
gibi diğer yazarların da
27
Delice’nin de araştırmalarında yer verdiği ve Sayım
gibi diğer yazarların
da çalışmalarında yer verdiği bu finansal kriz ayrıştırmasında, Delice kriz çeşitleri
arasındaki etkileşimi de bu şekil sayesinde açıkça ortaya koymuştur. Ayrıca bu
25
IMF , “Eye
Storm: New-Style
Crises Prompt
About Prevention
şekilden
şunuof
dathe
çıkartabiliriz:
krizler genellikle
süreçRethink
olarak bağlantılı
oldukları and Resolution Measures” Finance & Development, IMF, December 2002, pp. 4-7.
için bunlar arasında tam bir ayrım yapılamaz ve bağlantılı oldukları hususlar
26 DELİCE, Güven, a.g.m.
birbirini sebep-sonuç ilişkisi ile etkileyebilir.
27 Işık, S., Duman, K., Korkmaz, A., a.g.m.
36
çalışmalarında yer verdiği bu finansal kriz ayrıştırmasında, Delice kriz çeşitleri arasındaki etkileşimi de bu şekil sayesinde açıkça ortaya koymuştur.
Ayrıca bu şekilden şunu da çıkartabiliriz: krizler genellikle süreç olarak bağlantılı oldukları için bunlar arasında tam bir ayrım yapılamaz ve bağlantılı
oldukları hususlar birbirini sebep-sonuç ilişkisi ile etkileyebilir.
3.1.2.1.1 Para krizleri (Döviz Krizleri)
Yay28, para krizini en basit tabiriyle “Para (currency) krizi, döviz kurunda ani
bir hareketi ve sermaye akımlarındaki keskin bir değişmeyi ifade eder.” olarak tanımlamaktadır. Paranın da ani hareket özelliğini belirten bu tanıma dayanarak, parayı ekonomide en hızlı hareket kabiliyeti olan unsurlardan birisi olarak tanımlamak yanlış olmasa gerekir. Bu sebepledir ki sıkıntı, buhran
ya da kriz dönemlerinde ilk işleme koyulabilecek ve hareketlilik getirilecek
unsur da yerel veya yabancı para cinsleridir. Bu sebepledir ki para krizlerine
döviz krizleri de denmektedir. Para krizleri de yabancı literatürde “currency
crisis” olarak anıldığından, para krizleri için “döviz krizi” atfı da hem içerik
hem de isim olarak doğru bir şekilde kullanılmaktadır. Bu kavrama dövizleri de aldığımızda kur farkları ve kur oranlarındaki değişimlerin de para
krizlerinde etkili olduğunu söylemek gerekir. Para krizleri de kur sistemine
bağlı olarak (gerek sabit kur sisteminde gerekse dalgalı kur sisteminde) piyasa katılımcılarının taleplerini aniden yerel para ile biçimlendirilmiş aktiflerden yabancı paralı aktiflere çevirmeleri sonucu, merkez bankasının döviz
rezervlerini eritmesi şeklinde ortaya çıkan krizlerdir. Ulusal para biriminin
üzerindeki spekülatif saldırı bir devalüasyonla veya şiddetli değer kaybıyla
sonuçlanırsa veya merkez bankası büyük miktarlarda rezerv satmak veya
faiz oranlarını önemli oranlarda yükseltmek suretiyle parayı korumaya zorlanırsa bir döviz veya para krizi oluşur.
Eren ve Süslü’ye göre ise “Bir paranın değişim değeri üzerindeki spekülatif
28 Gürkan Yay, Gülsün, 1990’lı Yıllardaki Finansal Krizler ve Türkiye Krizi, Yeni Türkiye
Dergisi, Ekonomik Kriz Özel Sayısı, Sayı 42, Kasım-Aralık 2001, s. 1234-1248, Ankara,
2001.
37
saldırı, paranın değer kaybetmesine veya paranın değer kaybetmesini önlemek için büyük miktarlarda döviz rezervlerinde azalmaya veya faizlerde
astronomik düzeylerde yükselmesine neden oluyor ise bu para krizi olarak
adlandırılmaktadır.”29
Para krizlerini açıklamaya yönelik bugüne kadar birçok çalışma yapılmıştır.
Bu çalışmaların yanı sıra yaşanan her yeni kriz de bu çalışmalara yeni boyutlar kazandırmıştır. Bu yeni krizler bazı çalışmaları haklı çıkarmış; bazı
çalışmalara ise yeni sorunlar eklemiştir. Bu açıdan eski tip para krizleri ile
yeni tip para krizlerin ayrımına gidilmesi yerinde olacağı düşünülmektedir.
Bu açıdan, eski tip para krizlerinde aşırı harcama ve reel değerlenme dönemleri sonrasında cari hesap açığı artar ve para ve mali politika yöneticileri tarafından devalüasyon veya aşırı sermaye hareketleri kontrolü gibi kontrol
ve düzenleme araçları kullanılır. Yeni tip krizlerde ise serbest bırakılmış ve
finansal piyasalara entegre olmuş bir piyasa ekonomisinde, ekonomi oyuncularına ait bilançolarda kredi değerliliği hakkında finansörlerce ve aracı
kurumlarca endişe hakim olmuşsa, döviz kuru üzerinde değişimler, ulusal
paradan çıkışlar, güvenilir paralara kayma veya tamamen pazarı terk etme
yönünde eğilimler ortaya çıkar.30
Para krizlerine yol açan dalgalanmayı amaç edinip, kazanç hedefleyen yıkıcı sermaye hareketleri, Asya’da yaşanan krizde olduğu gibi yurtiçi aktif
piyasalarında bir çöküşün arkasından; Meksika’da olduğu gibi döviz kurundaki aşırı değerlenme ve cari hesap açığındaki artışın arkasından; 1992’de
İngiltere’de olduğu gibi sabit döviz kuru sistemini terk etmeye yönelik bir
politika tercihinin arkasından veya yabancı para cinsinden kısa vadeli dış
borçlardaki artışın arkasından ortaya çıkabilir.31
29 Eren, Aslan ve Süslü, Bora, Finansal Kriz Teorileri Işığında Türkiye’de Yaşanan Krizlerin Genel Bir Değerlendirmesi, Yeni Türkiye, Sayı:41, Yıl:7, Eylül-Ekim 2001, s.662674,2001
30 IMF (2002), “Eye of the Storm: New-Style Crises Prompt Rethink About Prevention
and Resolution Measures” Finance & Development, IMF, pp. 4-7., December 2002
31 Milesi-F., Gian, M. and A. Razin, “Current Account Reversals and Currency Crises:
Empirical Regularities” in Currency Crises (Ed.), Paul Krugman, The University of Chicago Press, Chicago and London, 285-323., 2000.
38
Finansal krizleri yukarıdaki şekilde belirtildiği gibi ödemeler dengesi krizi ve
döviz kuru krizi şeklinde ikiye ayırabiliriz. Sabit kur sistemleri uygulayan ülkelerdeki para krizlerini “ödemeler dengesi krizi” diye adlandırılarak dikkat
döviz rezervi azalmalarına çekilirken, esnek kur sistemi uygulanan ülkelerdeki krizlere “döviz kuru krizi” adı verilerek, dikkat rezerv azalmaları yerine
kur değişmelerine çekilmiş bulunmaktadır.32
Eren ve Süslü’ye göre33 sabit kura dayalı ekonomilerde döviz krizleri dezenflasyon programları sonucunda ortaya çıkar. Bu sistemde enflasyon konusunda olumlu gelişme ile birlikte, yerli paranın değer kazanması sonucu, cari
işlemler dengesindeki açık büyür. Ancak, sabit kurdan çıkamayan ülkeler, ister
istemez bir finansal krize sürüklenir.
Son 20 yıl para krizleri incelendiğinde gelişmekte olan ülkelerde yaşanan
para krizlerinin çoğunun ana sebebinin yüksek sermaye hareketliliği, ulusal
paradan kaçış, yurtdışına para çıkışları olmuştur. Buna bağlı olarak ödemeler bilânçosunda oluşan açığı kapatacak kaynak bulunamamasından dolayı
sermaye hesabı krizleri ortaya çıkmıştır. Sermaye hesabı krizinin ortaya çıkmasında iki detay bileşen söylemek gerekirse, bunlar kısa vadeli krediler ve
hacimli sermaye girişleridir. Bu iki durumun birlite olması da para ve bankacılık krizini bir arada oluşturur ki buna da “İKİZ KRİZ” denir. Bu krizlerin
oluşumunu bankacılık krizinden önce para krizi bölümümüzde açıklamak
için Masaru ve Shirai’ye ait alttaki Şekil 4 kullanılmıştır.
32 Aykut Kibritçioğlu, a.g.m.
33 Eren, A., Süslü, B., a.g.m.
39
Şekil 4: Sermaye Hesabı Krizi ve Kredi Daralması
Şekil 4: Sermaye Hesabı Krizi ve Kredi Daralması Arasındaki Nedensellik
Bağları 34
Arasındaki Nedensellik Bağları34
I. Geniş Hacimli Sermaye Girişleri Temel Cari
Hesap Açığını Geçer
II. Sermaye Girişlerinin Bileşiminde Kısa
Vadeli Krediler Ağırlıklı Hale Gelir
Ödemeler Bilançosu Fazlası: Dış rezervler artar
Yurtiçi Kredi
Genişlemesi
“Çifte Uyumsuzluk”
Absorbsiyon Artışı ve
Yurtiçi Patlama
Vade Uyumsuzluğu
Para Uyumsuzluğu
Sermaye Girişleri Ani ve
Yoğun Bir Şekilde Tersine Döner
Ödemeler Bilânçosu Açıkları:
Rezervler Tükenir
Bilançolarda Hızlı Bozulma Gerçekleşir
Para Krizi
Uluslararası Likidite Kıtlığı
+
Bankacılık Krizi
Kur İstikrarı
Serbest Dalgalanma Adına Serbest Düşüş
Sermaye Hesabı Krizi
=
İKİZ KRİZ
Bilanço Spiralinin Aşağı Doğru Sarkması
+
Kredi Daralması
Yurtiçi Talebin Çöküşü
İthalatın Çöküşü
Ödemeler Bilançosunun Düzelmesi
Büyük Cari Hesap Fazlaları
Müdahaleci Politikalar
İyileşme
Para krizlerinin çıkmasında ulusal sermaye akımlarının yanı sıra son dönemlerde yaşanan krizler incelendiğinde uluslararası sermaye akımlarının daha
krizlerinin
çıkmasında ulusal
sermaye
akımlarının
yanı sıra
son
etkinPara
olduğu
gözlemlenmektedir.
Uluslar
arası sermaye
akımlarını
çekebilmek, sermaye
hesabı
açığını
kapatmak uluslararası
için krizin eşiğinde
veya krizledaha
karşı
dönemlerde
yaşanan
krizler
incelendiğinde
sermaye akımlarının
karşıya
kalan
ülkeler için çok önemlidir.
Bu sebeple,
ülkelerçekebilmek,
sermaye gietkin
olduğu
gözlemlenmektedir.
Uluslar arası
sermaye ilgili
akımlarını
riş çıkış hesabı
teminatı,
sermaye
güvencesi
gibi garanti
fonları
kurumsermaye
açığını
kapatmak
için krizin
eşiğinde
veya veya
krizlegaranti
karşı karşıya
kalan ülkeler için çok önemlidir. Bu sebeple, ilgili ülkeler sermaye giriş çıkış
34Yoshitamo Masaru and Sayuri Shirai, “Policy Recommendations for Preventing Anot-
teminatı,
güvencesi
gibi garanti
veya garanti
her Capitalsermaye
Crisis”, Technical
Background
Paper, fonları
Asian Development
Bankkurumları
Institute, 7,
July 2000, s. 85.
34
Yoshitamo Masaru and Sayuri Shirai, “Policy Recommendations for Preventing Another
Capital Crisis”, Technical Background Paper, Asian Development Bank Institute, 7, July 2000, s.
40
85.
26
ları oluşturabilirler. Bu gibi politikalar kriz öncesinde sermaye açığını kapatmak isteyen ülkelerce kaynaksız yapılıyorsa, yaşanacak bir krizi (ki bankacılık krizi olması kredi oranları yüksekse muhtemeldir) daha derinleştirecektir.
Bu açıdan alınacak tedbirler ve politikalar sahip olunan karşılıklı kaynaklarla
yapılmalıdır. Kriz sonrası yapılan bu gibi tedbirler ve politikalar dip yapmış
bir ülke için daha iyi sonuç verecektir. Dekle ve Kletzer’e göre de ülkeye kriz
sonrası sermaye girişini sağlamak için uygulanabilecek en iyi yollardan birisi
uluslar arası sermayeye garanti ve teşvik gibi politikalar uygulamaktır.35 Yukarıda sözü edilen politikaları kriz görmüş bir ülkenin uygulaması, sermaye
açığı ve kriz sonrası oluşmuş kötü ekonomik durumu düzeltmek için yararlı
olacaktır.
3.1.2.1.2 Bankacılık krizleri
Bankacılık krizi, “ticari bankaların borçlarının vadesinin uzatılamaması veya
vadesiz mevduatlardaki ani bir çekme talebini karşılayamamaları çerçevesinde likidite sıkıntısına düşmeleri ve arkasından iflas etmeleri durumunu
ifade eder.”36
Şekil 4’te görülebileceği gibi vade uyumsuzluğu, para uyumsuzluğu dediğimiz çifte uyumsuzluk borçlu ve alacaklı kurum veya kişiler arasında yaşanan
uyumsuzluklardır. Bu uyumsuzlukların dengelenememesi sonucunda aktif/
pasif dengesi oluşmamakta ve bilânço sorunlarıyla beraber bankacılık krizi
yaşanmaktadır.
Bankacılık krizlerinin sebepleri olarak IMF’nin 2002 yılında yayınladığı
Fırtına’nın Gözü isimli eserde37 fiili veya potansiyel banka mevduatlarının
35 Dekle, R. and KM. Kletzer, Domestic Bank Regulation and Financial Crises: Theory and
Empirical Evidence From East Asia, NBER Working Paper Series, 8322, June 2001.
36 DELİCE, G., a.g.m.
37 IMF (2002), a.g.e. s.6,
41
çekilmeleri; bankaların yükümlülüklerini ertelemeleri veya büyük ölçekli finansal destekler sağlaması için hükümetin iflasları önlemeye zorlanmasının
teşvik ettiği spekülatif amaçlı banka iflaslarını göstermektedir. Para krizlerine göre bankacılık krizlerin özelliği ise para krizlerinden daha uzun süreli
olma eğilimi taşımaları ve ekonomik faaliyet hacmi üzerinde daha şiddetli
etkiler doğurmalarıdır.
Bu sebeplerin yanı sıra, geri dönmeyen kredilerin artması, menkul değerler
piyasalarındaki dalgalanmalar, reel sektörün küçülmesi nedeniyle bankaların aktif yapılarının bozulması bankacılık krizlerinin temel nedenleri olmaktadır. Bankacılık sektörünün krize girmesi sonucunda mevduat sahipleri bankalardan mevduatlarını çekmeye başlayacağı için, bankaların likidite
sıkıntısı had safhaya varır.
Öztin Akgüç’e göre ise; “finans sektöründe artan sorunlar krizi tetikleyen
en önemli nedenler haline gelir. Geri dönmeyen krediler ne kadar artar ise
bilânçodaki vade uyumsuzluğu o denli çoğalır. Likidite riski yüksek, dövizde aşırı pozisyon açığı ile çalışan, özkaynakları yetersiz olan bir bankacılık
sisteminin varlığı, kuşkusuz ekonomik kriz için uygun bir ortam yaratır”38
Williamson ve Mahar’ın aktardığına göre39 Honohan, bankacılık krizlerini üç
“belirti” halinde sınıflandırmaktadır. Bunlar:
Genel makroekonomik bozukluklar,
Mikro ekonomik aksaklıklar ve
Kamunun egemen olduğu bir sistemde görülen bölgesel krizler.
Yukarıda sayılan bu krizlerde bireysel müşterilerin yanı sıra kurumsal müşterilerin bir veya birkaç bankadan mevduatlarını çekmek istemesi banka/
38 Öztin Akgüç, “Bankacılık Kesimi Kriz Nedeni mi?”, İktisat Dergisi, Şubat-Mart 2001,
s.32.
39 Williamson, J. and M. Mahar, A Survey of Financial Liberalization, Princeton University, International Finance Section, Princeton, New Jersey,1998.
42
bankaların piyasadaki pazar payı oranında bir etki yapar. Eğer bu etki yüksek düzeyde ise yayılma etkisinin bankalar düzeyinde diğerlerini de etkileyeceğinden yaşanan kriz bankacılık krizi olmasının yanı sıra sistemik bir
krize dönüşmesi olasılığı oldukça yüksektir.
“Ekonomik kriz araştırmalarında, banka krizlerini ülkenin banka mevduat
verilerine ulaşarak, krizi mevduat kaçışı olarak tanımlamak mümkün olsa
da, son yıllardaki pek çok bankacılık problemi banka bilânçolarının yükümlülüklerinden değil, aktif tarafından kaynaklandığından, bankacılık krizlerini
tanımlamakta; banka portföylerindeki geriye dönmeyen borçların payı, gayrimenkul ve borsa fiyatlarındaki dalgalanmalar ya da firma başarısızlıkları
gibi değişkenler gösterge olarak kullanılmaktadır. Bu sınırlamalar nedeniyle
pek çok araştırmacı, bankacılık krizlerini iki tip olguyla tahmin etmektedir:
Bunlar, bir veya daha fazla finansal kurumun kapatılması, birleştirilmesi
veya kamu sektörünce el konulması olgusu ile banka paniklerinin olduğu
durumda, yoğun bir kamu müdahalesinin gündeme gelmesidir.”40
“Bankacılık krizleri çoğunlukla para (currency) krizlerini öncelemiştir. Özellikle 1990’ların ortalarında bazı gelişen ülkelerde (Türkiye ve Venezüella
gibi) böyle olmuştur. Şiddetli para krizlerinin, bankacılık krizlerinin tetiğini
çektiği de görülmüştür. Oysa ılımlı bir para krizi bankacılık krizi olmadan
sona erebilir.”41 (1992–93 ERM krizi gibi). “Bankacılık problemlerinin borç
krizlerini öncelediği de görülmüştür (1981–1982 Arjantin ve Rili); tersi durumlar da mevcuttur (1982’de Columbia, Meksika, Peru ve Uruguay). Son
zamanlarda ise, Doğu Asya ülkelerinde, para krizi olarak başlayan krizler,
metastaz yaparak bankacılık ve borç krizlerine dönüşmüştür.”42 (Aziz, 2000
ve Kaufman, 1999). “Çoğunlukla, bir bankacılık probleminin bilinmesi, gelecek bir ödemeler dengesi krizini öngörmeyi kolaylaştırır. Yine de nedensellik
40 Kaminsky, G. L. ve C.M. Reinhart, “The Twin Crises: The Causes of Banking and Balance of Payment Problems”, American Economic Review, 89(3), 473-500, June 1999.
41 Caprio; G., “ Banking on Crises: Expensive Lessons from Recent Financial Crises”,
World Bank, Working Papers,1998.
42 Aziz, J. (et.al.), “Currency Crises: In Search of Common Elements”, IMF Working Papers,
May 2000. ve Kaufman,G., “Banking and Currency Crises and Systemic Risk: A Taxanomy and Review”, Yayımlanmamış Çalışma,1999.
43
tek yönlü değildir. Para krizleri de bankacılık krizlerini derinleştirdiği için
bir kısır döngü mevcuttur. Genellikle bankacılık krizinin doruğu, paranın çöküşünden sonra gelmektedir.”43
3.1.2.1.3. Dış Borç krizleri
Para krizleri ve bankacılık krizlerine göre daha somut ve önceden görülebilen
özelliklere sahip olan dış borç krizleri, ülkenin kamu ve/veya özel kesime ait
dış borçlarını ödeyememe durumudur. Yıllara yaygın veya olağanüstü harcamaların ardı sıra gelmeleri sonucu hükümetlerin dış borçların çevrilmesi
ve yeni dış kredi bulma konusunda sıkıntı yaşamaları nedeniyle dış borcun
yeni ödeme planlarına bağlanması veya yükümlülüklerin ertelenmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır.
Borç almış olan ülke, borçlarını ödeyemediğinde veya borç vericiler borçların ödenmeme olasılığı olduğunu düşünerek yeni krediler vermeyip, mevcut
kredileri geri almaya çabalarlar. Borçlu ülke üzerinde yaptırımlara başladıklarında borçlu ülkenin durumunu daha kötüye gitmesine sebep olarak
dış etkenlerin yanı sıra iç etkenler de etkili olarak dış borç krizlerini ortaya
çıkarır. Bu krizler özel veya kamu borcundan kaynaklanabilir. Kamu sektörünün geri ödeme yükümlülüklerini yerine getiremeyeceği şeklindeki risk
algılamaları özel sermaye girişlerinde şiddetli bir düşüşe,iç ekonomideki dinamizmde oluşacak durgunlukla para krizine yol açabilir44
3.1.2.1.4 Sistemik Finansal Krizler
Yukarıda yer verilen Şekil 3’te de gösterildiği gibi, krizler birbirinden bağımsız olmayıp, birçok durumda farklı alanlarda başlayan bir kriz, diğer kriz
türlerini de beraberinde getirmektedir. Şekil 2’de krizler arasındaki bu olası
bağlar gösterilmektedir. Bu açıdan sistemik finansal krizleri, “Potansiyel ola43 Kaminsky, G.L. ve C.M. Reinhart, a.g.m. s.474.
44 IMF (2002), a.g.e. s.6.
44
rak finansal piyasaların ciddi biçimde bozulması” olarak tanımlayabiliriz.45
Fernandez ve Schumacher’e göre krizler ekonomik, politik ve sosyal yaşamın
yapısından ve değişkenliğinden kaynaklanırlar. Sabit bir döviz kuru veya
konvertibilite taahhüdü, merkez bankasının, nihai ödünç mercii olma yeteneğini sınırlayarak bir ödemeler bilançosu problemini, bir bankacılık sorununa
dönüştürür.
Bu açıklamayı Feldstein46 ise sabit döviz kurunun ticari açıklara sebep olacağını ve bunun da kaçınılmaz bir şekilde spekülatif bir saldırıya neden olacağını söyleyerek desteklemektedir. Bu spekülasyon ile de döviz rezervlerinde
bir kayba ve döviz kurlarında uyum sağlayıcı bir düşüşe yol açacağını söylemektedir. Bekleyişler döviz kurlarını etkilediği için ise para değerlerindeki
dalgalanmalar büyük ve hızlı olabilir. Bir paranın değerindeki ani düşüşün
ilk belirgin etkisi yabancı para cinsinden borçların değerindeki artıştır.
Mishkin ise sistemik finansal kriz oluşumunu şu şekilde açıklamaktadır: “Bir
spekülatif atak başladığında ve paranın değerinde bir değer kaybı ortaya çıktığında, yeni gelişen piyasa ekonomilerinde borç piyasalarının kurumsal yapısı (borç sözleşmelerinin kısa vadesi ve yabancı paralarla biçimlendirilmiş
olmaları) ile ulusal paranın devalüasyonu arasında karşılıklı bir etkileşim ortaya çıkar ve ekonomi sistemik bir finansal krize sürüklenir.”47
Mishkin’e göre finansal krizler aşama aşamadır ve her aşamada farklı kriz
türleri görülebilir. Finansal ve finansal olmayan bilânçolarda bozulmanın
olduğu başlangıç aşamasında serbest bırakılan faiz oranlarına bağlı olarak
kredi hacmi genişler; ancak krediler risklerine bakılmadan verildiğinde bir
bankacılık krizine dönüşebilir. İkinci aşamada ise bir para krizi oluşur. Üçün45 Fernandez, R., and L. Schumacher, Does Argentina Provide a Case for Narrow Banking?” in Preventing Banking Sector Distress and Crises in Latin America (Ed.), Suman
K. Bery and Valeriano F. Garcia, World Bank Discussion Paper, No. 360, The World Bank,
Washington D.C., 21-31,1997.
46 Feldstein, M, a.g.m. s.5.
47 Mishkin, F.S., Financial Policies and the Prevention of Financial Crises in Emerging
Market Countries, NBER Working Paper Series, 8087, January 2001.
45
cü aşama, para krizinin bir sonucu olarak ortaya çıkan finansal ve finansal
olmayan bilânçoların daha da bozulmasıdır. Bu aşama ekonominin yıkıcı sonuçları olan tam bir ekonomik krize girme aşamasıdır. Bu açıdan Şekil 3’te
gösterilen bağlantıyı Kaminsky ve Reinhart48; Chang ve Velasco49 tarafından
da para krizleri sonucu oluşan döviz kuru çöküşleri ve bankacılık krizleri
arasında yüksek bir korelasyon olduğu gözlenmiştir.
“Diğer taraftan para krizlerinin sistemik finansal krize kaynaklık etme olasılığı oldukça yüksektir. Örneğin 1980’lerin başlarında Güney Amerika’da,
1990’ların başlarında İskandinavya’da, 1995’de Meksika’da ve 1997’de
Asya’da yaşanan para krizleri sistemik finansal krizlere dönüşmüşlerdir.
Döviz kurlarındaki bir çöküş, banka denetiminin iyileştirildiği ve literatürde önerilen diğer tedbirlerin alındığı ortamlarda bile, yurtiçi bilânçoları zayıflatabilir ve bir finansal krizin başlamasına yol açabilir. Bu da daha sonra
bölgesel yayılma etkilerinin veya uluslararası yatırımcıların küresel finansal
piyasalardaki önemli bir bozukluğa tepki olarak yeniden pozisyon almalarının bir sonucu olarak geniş sermaye çıkışları yaşanmasına sebep olabilir.”50
Sonuç olarak tüm finansal kriz türlerin ortak özelliği, sürdürülemez ekonomik eşitsizliklere ve ekonomi araçlarında (varlıklar, döviz kuru, krediler)
olağanüstü değişikliklere sahip olmasıdır.
Finansal kriz türlerinin ortak yanları dikkate alındığında bugüne kadar yaşanan finansal krizler, birçok bakımdan benzerlikler göstermesine karşın,
çok farklı koşullarda ve hiç beklenmedik dönemlerde patlak vermiştir.51 Yeni
48 Kaminsky, G. L. ve C.M. Reinhart, a.g.m.
49 Chang R. and A. Velasco, Financial Crises in Emerging Markets: A Canonical Model,
NBER Working Paper Series, 6606, June 1998.
50 Asian Policy Forum, Policy Recommendations for Preventing Another Capital Account
Crisis, Asian Development Bank Institute, 2000.
51 Ertürk K. , “Parasal Kriz Teorileri Üzerine Notlar”, İktisat Üzerine Yazılar II: İktisadi
Kalkınma, Kriz ve İstikrar, Oktay Türel’e Armağan (Ed. A. H. Köse, F. Şenses ve E. Yeldan).
İletişim Yayınları.,2003.
46
krizler de ortaya çıktıkça krizler bu yeni krizlerin özelliklerine göre açıklanmaya çalışılmıştır. Geleneksel finansal kriz kuramları, 1980’li yıllarda, özellikle Latin Amerika ülkelerindeki krizlerin açıklanması amacıyla geliştirilmiş, ulusal iktisat politikaları ile döviz kuru arasındaki tutarsızlıklara vurgu
yaparak krizi temellendirmiştir.52 Bu kuram, 1990’lı yılların başında Avrupa
para sisteminde yaşanan krizleri açıklamada yetersiz kalmıştır. Bu yeni krizleri açıklamaya çalışan kuramlar, uzun dönemde izlenen sabit döviz kurunun ekonomideki aktörlerce olumsuz bir bekleyişe sebep olduğu düşünülmüştür.53 sürdürülebilirliği konusunda iktisadi faktörlerin olumsuz bekleyişlerinin krize yol açtığını ileri sürmüşlerdir. Güneydoğu Asya krizini açıklayan kuramlar ise öteki kuramlardan farklı olarak banka ve şirket zararlarına
devlet garantisi verilerek krizin hafifletilmesini savunmuşlardır.54 Bu anlayışa göre, “söz konusu devlet garantisi, hisse senedi fiyatlarının aşırı ölçüde
artmasına ve böylece krizin baş göstermesine yol açmıştır. Güneydoğu Asya
krizini açıklayan bu yaklaşımın ötekilerden en büyük farkı, aynı zamanda
bankacılık krizlerini de açıklamasıdır. Kriz, bankaların yurt dışından borçlanmasıyla başlamış, sermayenin getirisini düşürmüş, bankaların zararlarını
arttırmış ve bankaların şirketlere verdiği kredileri geri çağırmasıyla sonuçlanmıştır. Ulusal bankalar, yurtdışı bankalara olan kredi borçlarını ödemek
üzere yurtiçi piyasada kullandırdıkları kredileri toplamaya başlamışlardır.
Dışarıya yoğun bir sermaye çıkışının bu olayı izlemesi ise krizi kaçınılmaz
kılmıştır. Dolayısıyla krizin temelinde bankacılık ve finans kesiminin sorunlarının, özellikle de bilânço sorunlarının bulunduğu ileri sürülmüştür.”55
3.2. Ekonomik Krizlerin Nedenleri ve Oluşumu
Ekonomik kriz çeşitlerini detaylıca inceledikten sonra, genel olarak bir krizin
52 Krugman, P. (1979), “A Model of Balance- of- Payments Crises”, Journal of Money, Credit, and Banking, 11 (August) : 311-25.
53 Obstfeld, M., “Models of Currency Crises With Self-Fulfilling Features” European Economic Reviw, 40, 1996.
54 Krugman, P. (1997), “Currency Crises” http://web.mit.edu/krugman/www/
55 Işık, S., Duman, K., Korkmaz, A., a.g.m.
47
oluşumu nasıl olmaktadır ve hangi nedenlerden dolayı kriz oluşmaktadır soruları bu kısımda açıklanmaya çalışılacaktır. Ekonomik Krizlerin oluşumunu
anlamak için öncelikle ekonomik krizlerin oluşumundaki sebepleri incelemek daha yararlı olacaktır. Bunun için de ekonomik krizlerin sebeplerini geçmişte yaşanmış uluslar arası ve ulusal krizlerin sebepleri incelenerek ortaya
çıkartılacaktır. Ancak, ekonomik krizlerin sebepleri somut olarak ikinci bölümde örneklerle daha detaylı inceleneceğinden bu kısımda ekonomik krizlere sebep olan faktörlere detaylıca yer verilmeyecektir.
3.2.1. Ekonomik Krizlerin Nedenleri
Ekonomik krizlerin nedenlerinin ortaya koyulması yaşanmış önemli krizlerde görülen ortak sebeplerin açıklanması ile daha kolay olacaktır. Bu sebeple,
gelişmekte olan piyasalarda görülen krizlerdeki sonuçlar ve istatistikler kriz
sebeplerini belirlememizde yardımcı olacaktır.56 Son yıllarda yaşanan krizler, döviz veya bankacılık kaynaklı olduğu için, göstergelerin temel özelliği
de genelde döviz rezervi veya döviz üzerinden yapılan sermaye hareketleriyle ilişkili olmaktadır. Gelişmekte olan piyasalardaki krizler doğal olarak
dış ekonomik ilişkilerdeki gelişmelerle paralellik göstermektedir. Uygur’un
Kasım ve Şubat Türkiye krizlerini incelerken çıkartmış olduğu bazı göstergeleri krizin nedenleri ve göstergeleri olarak ele alabiliriz. Uygur’a göre bu
göstergeler:
• Kısa Vadeli Dış Borç / Döviz Rezervi
• Cari Açık / Döviz Rezervi
• Cari Açık / GSYİH
• Toplam veya Kısa Vadeli Dış Borç / İhracat
• Bankacılık Kesimi Açık Pozisyonu / Döviz Rezervi
• Banka Kredisi / Döviz Rezervi
• M2 / Döviz Rezervi
• Yerli Paranın Değer Kazanması
56 Uygur, E., “Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri”, Türkiye Ekonomi
Kurumu Tartışma Metni, 2001/1, Ankara: TEK, 2001.
48
• Sermaye Hareketinde Dalgalanma (Volatilite)
• Dış Borç Faizinde ve Risk Priminde Yükselme, Dalgalanma
• Kısa Vadeli İç Faizde Dalgalanma 57
olarak sıralanmaktadır. Bu ekonomik kriz neden ve göstergelerine başkaları
da eklenebilir. Ancak bu göstergeler veya ekonomik kriz nedenleri olarak da
alabileceklerimizden bazılarını bu kısımda inceleyebileceğiz.
Bu ekonomik kriz göstergeleri Toprak tarafından da ele alınmış ve bunlardan bazıları şu şekilde yorumlanmıştır:
“Kısa vadeli dış borç / döviz rezervi: Bir ekonomide kısa vadeli faizler, o ekonomideki parasal istikrar ve dalgalanmanın yani para politikasının bir göstergesi olarak alınabilir. Türkiye’de döviz, faiz ve borsa bu anlamda üçlü bir
entegre gösterge sistemi oluşturur. Kısa vadeli faiz oranları, IMF programının uygulanma süresi uzadıkça giderek daha büyük ölçüde dış kaynak girişine duyarlı hale gelmiştir. Dolayısıyla, bu kalemdeki belirsizlik potansiyeli
ve riski de artmıştır. Nitekim gecelik faizlerdeki dalgalanmanın büyüklüğü,
yaklaşan krizi en açık biçimde haber verebilmektedir. Örneğin, Türkiye’de
2000 yılında kısa vadeli borçların döviz rezervine oranında önemli bir artış
eğilimi yaşanmıştır. Programın uygulanma tarifesinde bu oran yaklaşık 1 civarında iken, 2000 yılı sonunda 1.5’e yaklaşmıştır. Yine, paralel bir gösterge
olarak, kısa vadeli dış borcun ihracat gelirine oranı da aynı dönemler için
0.9’dan 1’in üzerine çıkmıştır.
Cari açık / döviz rezervi, cari açık /GSYİH: Döviz rezervi azalma, cari açık da
artma eğiliminde olunca, doğal olarak cari açığın döviz rezervine oranı da
önemli bir artış seyri yaşamıştır. Nitekim 1999 sonunda cari açığın döviz rezervine oranı yüzde 5.9 iken, bu oran 2000 sonunda yüzde 50’ye ulaşmıştır.
Yine cari açığın yurtiçi milli gelire oranı, 1999 sonunda yüzde 0.7 iken, 2000
57 Uygur,E., a.g.m.s. 18.
49
yılı sonunda yüzde 5’e yaklaşmıştır.5859 Bir ülke parasının reel olarak yüzde
25 olarak değer kazanması ve cari açığın yurtiçi milli gelire oranının yüzde
4’e ulaşması durumunda, bu ülkenin kriz ortamına girdiği söylenebilir.
Döviz kurunun değer yitirmesi, yerli paranın aşırı değerlenmesi: Ayarlanabilirsabit kur uygulaması nedeniyle TL, 2000 yılı boyunca döviz karşısında değer
kazanmaya devam etmiştir. 2000 yılı için, TL TÜFE bazında yaklaşık yüzde
14, TEFE bazında ise yaklaşık yüzde 10 değer kazanmıştır. Dolayısıyla, ekonomisini düzlüğe çıkaracak bir program uygulayan bir ülkede, olması gerekenin tam tersi gelişmeler yaşanmıştır.
Aşağıdaki tabloda 1990’lı yıllarda finansal kriz yaşayan ülkelerde yerli paranın kriz öncesi dönemde değerlenme oranları verilmektedir.
Tablo 1: Kriz yaşayan ülkelerde yerli paranın değerlenme oranı59
Ülke
(Krizden önceki 24 ayda)
Yerli paranın değer artış oranı
(%)
Türkiye (TÜFE, 2000 yılı, 12 ay)
14.0
Türkiye (TÜFE, 1999-2000, 24 ay)
18.0
Meksika (1994)
13.1
Endonezya
12.1
Malezya
12.8
Tayland
15.5
Filipinler
17.7
58 Rudiger Dornbusch, A Primer on Emerging Market Prices, NBER Preventing Currency
Crises in Emerging Markets konferansına sunulan bildiri, 11-13 Ocak 2001.
59 Bustelo, Pablo, “Novelties of Financial Crises in the 1990s and the Search for New Indicators”, Emerging Markets Review, No:1, s.236,2000.(Akt. Uygur, E., “Krizden Krize
Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri”, Türkiye Ekonomi Kurumu Tartışma Metni,
2001/1, Ankara: TEK, , s.14, 2001.
50
Ekonomide borç/öz-kaynak yapısı: Kriz ortamında bu değişkende önemli ölçüde
bir yükselme beklenir. J.P.Morgan’ın Türk bankacılığını inceleyen raporuna
göre, Türkiye ekonomisinin, kriz geçiren diğer ülkelerden borç/öz-kaynak
çerçevesinde üç önemli farklılık gösterdiği söylenebilir:60 İlk olarak, borç/
öz-kaynak oranı G.Kore’de yüzde 400, Endonezya, Malezya ve Filipinler’de
yüzde 150-200 ve Meksika’da yüzde 83 iken, Türkiye’de Eylül 2000 sonu itibariyle yüzde 40 dolayındadır. İkinci olarak, banka kredilerindeki artış sınırlı
olmuştur. Banka kredileri, 1991-94 arasında Meksika’da reel olarak yüzde
89 artmıştır. Kriz geçiren Asya ülkelerinde de banka kredileri önemli ölçüde artış kaydetmiştir. Üçüncü olarak, krize giren ülkelerde çıkış için pek bir
alternatif kalmamışken, Türkiye’de banka sisteminin işleyişini sürdürecek
ve yeniden yapılanmasına olanak verecek ölçüde sağlıklı bir banka kesimi
mevcuttur.
Nitekim IMF Başkanı Horst Köhler, Türkiye’deki krizin temelinde iki unsura
işaret etmektedir. İlk olarak bankacılık sisteminin kararlılıkla reforme edilmemesi; ikinci olarak, yabancı sermayeye ihtiyaç duyan bir ülkede, sermaye
serbestçe hareket edebiliyorsa, siyasetteki krizler anında ekonomik krizlere
yol açabilmektedir ve Türkiye’de de olan budur.
Diğer göstergeler: Krizin öncü göstergeleri olarak bankacılık kesimi açık pozisyonunun döviz rezervine veya ihracat gelirine oranı, bankacılık kesimi kredi
hacminin döviz rezervine oranı, para arzının (çeşitli tanımlar) döviz rezervine oranı, sermaye hareketlerindeki dalgalanma, kısa vadeli faizlerdeki dalgalanma, borsada yabancı sermaye hareketleri gibi faktörler de önemli ölçüde
enformatik olabilmektedir.
Finansal piyasalardaki baskının derecesini ölçmek için kullanılan ve faiz oranı, döviz kuru ve resmi döviz rezervindeki yüzde değişmelerin ortalamasını
dikkate alan “finansal baskı endeksi” (FBE), Kasım sonu ve Aralık başında
finansal piyasalarda önemli miktarda bir baskıya işaret etmektedir. Endeksin
60 J.P.Morgan, Turkish Banking Sector, 2001.
51
ortalaması 1, standart sapması da ortalamadan daha büyük örneğin 1.5 dolayında olduğunda, finansal baskıda kritik eşik aşılmış kabul edilmektedir.
Ercan Uygur’a göre Türkiye bu bakımdan Kasımda kriz sürecine girmiştir.”61
Eren ve Süslü62 ise ekonomik kriz nedenlerini şu şekilde incelemişlerdir:
Bunlar:
• Makro ekonomik yapıda sürdürülemeyen durum,
• Ters seçim ve ahlaki tehlikeler,
• Finansal serbestleşme,
• Sürü psikolojisi.
Bu ekonomik kriz nedenlerini daha detaylı açıklamak için ayrı başlıklar verilmiştir. Bunlar:
a- Sürdürülemeyen Makro Ekonomik Yapı
Son yıllarda gelişmekte olan ülkeler büyümelerini dış kaynağa dayandırmışlardır. Ülke hükümetleri sınırlı sermaye kapasitesi, uzun süreli reform ihtiyacı ve dengesiz ekonomiden dolayı uluslar arası sermayeye yönelik politikalar
uygulamaktadır. Bu sermayenin çekilebilmesi de faiz oranları ve döviz kuru
üzerinde etkili para ve maliye politikaları ile olmaktadır. Bu politikaların
amacı dış sermayeyi çekmek olduğu için ekonomi yöneticileri, kur kaybını
minimize edip, faiz oranından olacak getiriyi alternatif yatırımlara göre yüksek tutmak için faiz oranlarını da yüksek tutmaktadırlar.
1990’lı yıllardaki deneyimler, yumuşak sabit kur izleyen ve sermaye hareketlerine açık olan gelişmekte olan ekonomilerde parasal krizlerin arttığını
göstermiştir63. İzlenilen sabit kurda hedeflenen orana olan güven, politik ba62
61 Toprak, M., a.g.m., s.6-7.
62 Eren, A., Süslü, B., a.g.m
63 Yağcı, Fahrettin, “Choice of Excahnge Rate Regimes For Developing Countries”, World
52
şarısızlıklardan, arz/talep kaynaklı sıkıntılardan, finansal sektörün zayıflığından, düşük yatırım seviyesinden ve borçların artmasından yara alır.
Sabit kur politikası ve yüksek faiz oranıyla uluslar arası sermaye ülkelere
çekilmeye çalışılır. Ancak aşırı kısa vadeli borçlanma, varlık fiyatlarını reel
ekonomiden kopuk bir şekilde şişirmeye başlar. Mali birikim zamanla reel
birikimden ayrılmaya ve kendi kendini sürdürebilme kapasitesini yok etmeye ve böylece finansal sektörü zayıflatmaya başlar64. Sabit kurdan dolayı sermaye akımlarının arındırılamaması reel kuru aşırı değerli hale getirir.
Piyasanın bozulduğunu ve dövizden kayba uğramaya başlayan yabancı yatırımcı, hızla yurt dışına çıkar. Bu hedeflenen büyüklüklerin değişmesi anlamına gelir. Böylece program çöker ve ülke krize sürüklenir. Sabit döviz
kuru politikası yerine uygulanacak esnek kur politikasının, finansal krizleri
absorbe yeteneğinin olmasına karşılık, istikrarı bozma riski de yüksektir65.
Buna karşılık sabit döviz kuru sisteminde de temel sorun, sabit kurdan “çıkış
zamanını” iyi tespit etmektir. Bunun için en iyi zaman merkez bankası tarafından hedeflenen net döviz pozisyonunun gerçekleştiği ve bu konuda en üst
noktaya ulaşıldığının algılandığı andır66.
b- Ters Seçim ve Ahlaki Tehlikeler
“Genelde bankaların kredi müşterileri arasında asimetrik bilgi problemi vardır. Bankalar güvenli borç alıcılar ile güvensiz borç alıcıları ayırt edemezler.
Bankacılık sektörü iyi müşteri ile kötü müşteriyi birbirinden ayıramadığından bütün müşterilerine yüksek faiz uygular. Bu tür uygulama sonucunda
Bank Africa Region Working Paper, Number16, s.16
64 Arın, Tülay, İktisat İşletme Finans Dergisi, Ekim 2001, s: 10
65 Fisher, Stanley, “Excange rate regimes. Is The Biopolar View Correct”, www.Imf.org,
(31-10-01),s:6-7
66 Fisher, Stanley, “Maintain Price Stability”, The Region, www.minneapolisfed.org. (1501-01), s:7-8
53
ters seçim ortaya çıkar67. Kötü müşteri bu yüksek faizi karşılamaya istekli
olur. Böylece geri dönmeyen kredilerin oranı artar. Kredi riskine sahip olanlar, kredi alabilmek için daha istekli ve ısrarcı olurlar. Bu tutumları sonucu
krediyi alan bu kesim olur.
Ahlaki tehlike günümüz finansal krizlerin en önemli nedenidir. Ahlaki tehlike finansal kurumların “nasıl olsa kurtulacağım” inancından doğmaktadır.
Bu terim işlerin kötü gitmesi halinde bedeli ödeyecek olan başkası ise, riski
alacak kişinin, alacağı riskin ne kadar olacağına karar vermesi gereken her
durum için kullanılır.68 Finans kesimdekiler, başlarına bir şey gelirse hükümetin kendilerini kurtarmak zorunda olduğunu bildiklerinden her türlü
riskli pozisyonları almaya başlar. Açık pozisyonlar artarak yabancı yatırımcı
için kriz beklentisinin doğmasına neden oluyor. Ahlaki tehlike, tasarruf sahiplerinin, bankaların devlet güvencesinde olduğu mantığı ile mevduatları
izlememesi ve bu konuda tedirginlik duymaması ile de iyice artmaktadır.
Böylece bankalar devlet güvencesi altında riskli projeleri destekleyerek ekonomiyi genel bir krize sokarlar.69
Ahlaki tehlike sadece bankacılık sektöründen kaynaklanmaz, aynı zamanda
kamudan da kaynaklanabilir. Gelişen ülkelerin dış kredilere (özellikle IMF
kredilerine) güvenerek yüksek maliyetli yapısal tedbirleri almamaları kamunun ahlaki tehlikesini yansıtır.
c- Finansal Serbestleşme
Son yıllarda yaşanan finansal krizlerin belki de en temel sebebi sermaye
hareketlerinde yaşanan sınırsız serbestleşmedir. Yoğunlaşan küreselleşme
çabaları, sermaye hareketlerinin geleneksel (doğrudan yatırım) işlevlerinin
değişmesine neden olmuştur. Kısa vadeli spekülatif bir hal alan sermaye ha67 Romer, David, Advanced Macroeconomics, THE Macgraw-Hill, NewYork,1996, s.378-379.
68 Krugman, Paul Krugman, Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü, çev: Neşenur Domaniç,
Literatür Yayıncılık, İstanbul: 2001, s.69-71.
69 Mishkin, F., a.g.m.
54
reketleri, resmi kanallardan özel kanallara inerek ülke ekonomileri üzerinde
son derece büyük oynaklıklara neden olmaktadır. Gelişen bir ekonominin,
gerekli makro ekonomik şartları (denk bütçe, fiyat istikrarı, adil bir gelir
dağılımı, katma değeri yüksek olan malların üretimi, denetimli bankacılık
kesimi, derinliği olan finansal kesim, reel büyümeyi sağlayan bir ekonomik
yapılanma) sağlamadan, finansal serbestleşmeye geçmesi, ülkeye yarardan
çok zarar getirebilmektedir. Uzun dönemli sermaye hareketlerinden yararlanmak isteyen bir ekonominin istikrarlı bir reel büyüme oranına sahip olması gerekmektedir. Yapısal ve kurumsal zayıflıklar taşıyan bir ekonomide
sermaye hareketlerini etkileyecek imkânlar sınırlı olduğu için, kısa vadeli
sermaye akımları, ancak yüksek faizler sunularak cezp edilmeye çalışılır70.
Bu durum da kriz riskini artırır.
Bir yazarın da belirttiği gibi krizler, finansal dengeleri bozuk, finansal kurumları zayıf ve piyasaları sığ, sanayisi ve tarımı düşük verimli bir ekonominin, artan küreselleşmeye tepkisi olarak sık sık ortaya çıkmaktadır71. Kısa
vadeli sermaye bir ülkeye faiz arbitrajından yararlanmak üzere gelip yüksek
reel faize yönelerek, kısa vadede aşırı kar sağlarken, ulusal paranın aşırı değerlenmesine de neden olmaktadır. Dışa bağımlı yapay bir büyüme ortamı
yaratan reel faiz ile döviz kuru arasındaki dengeleri bozan bu ortam, sonuçta
bir krize neden olabilmektedir. Kriz ortamına girilince, merkez bankalarının
para otoritesi işlevleri giderek kısıtlanmakta ve böylece ulusal para kontrolden çıkmaktadır72
Kısa vadeli sermaye hareketleri sonucunda finans piyasaları, genellikle kaynakların risk ve kazançlarını doğru yansıtma, tasarruf ve yatırımları dengeleme gibi geleneksel işlevlerden uzaklaşarak, aşırı oynak değerlerden para
kazanmaya çalışan kurumlar haline gelmektedir. Bu oynaklık istikrarsızlığı
da beraberinde getirmektedir.
70 Akyüz,Yılmaz,“Küreselleşme ve Kriz”, İktisat İşletme Finans Dergisi, Mayıs 1995, s.14.
71 Kazgan, Gülten, “ Küreselleşmiş Dünyada Küreselleşen Türkiye’nin Krizleri”, İktisat
Dergisi, Şubat- Mart 2001,s.26.
72 Yeldan, Erinç, Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi, İletişim Yayınları İstanbul:
2001, ss.23-24.
55
d- Sürü Psikolojisi
Ekonomik büyüklükleri sürekli kötüye giden bir ülkenin krize girmesi doğaldır. İktisadi birimler ülke ekonomisi ile ilgili bu bilgileri rasyonel olarak
değerlendirdiğinde spekülatif ataklar krizi tetiklemektedir. Fakat ülke ekonomisinin verileri normal olduğu halde, iktisadi birimlerin bu bilgileri rasyonel şekilde kullanmamaları da, (yani ekonomide bir bozukluk varmış gibi
hareket etmeleri de) krizin bir başka nedeni olmaktadır. Burada krizin çıkmasına veya spekülatif atak olmasına neden olan sürü psikolojisidir. Finansal
piyasalarda herkes birbirinin ortalama fiyatını tahmin etmeye çalıştığından
iktisadi birimler diğer iktisadi birimlerin ne yaptıklarına dikkat ederler. Örneğin Latin Amerika krizlerinde iktisadi birimlerin, ekonomik göstergelere
göre değil sadece diğerleri öyle yapıyor diye borç verdikleri ortaya çıkmıştır.73 Durum böyle olunca ekonominin iyi ya da kötü dengesi iktisadi beklentilere bağlı olmaktadır.
Bu tür krizlerde kritik nokta para ve maliye politikalarının sonuçları değil,
bu politikaların iktisadi birimler tarafından nasıl algılandığı önemlidir. Bütün iktisadi birimler aynı anda aynı bilgiye sahip olmadığından, diğer iktisadi aktörlerin davranışlarını izlerler. Örneğin bir spekülatörün otoritelerinin
veya bankaların mali durumlarıyla veya kararlarıyla ilgili önemli bir bilgiye
sahip olduğunu varsayalım. Buna bağlı olarak portföyünde bir değişmeye
giderse, diğer yatırımcılar da bu spekülatörün kendilerinin bilmediği bir bilgiye sahip olduğunu düşünüp, aynı eğilimi gösterirler. Belli bir süre sonra
bu katlanarak devam eder. Bu tür bir eylem sürü psikolojisi olarak adlandırılmaktadır.
Yukarıda belirtilen etkenlerin hepsinin özellikle son yıllarda başta Türkiye olmak üzere çeşitli ülkelerde yaşanan finansal krizlerde rol oynadıkları bilinmektedir. Şimdi, buraya kadar verilen teorik bilgilerin ışığı altında
Türkiye’de yaşanan finansal krizin ortaya çıkış nedenlerini ve gelişimini incelemeye çalışalım.”74
73 Akyüz, Y. a.g.e, s.14.
74 Eren, A., Süslü, B., a.g.m. s.2-7.
56
Asimetrik enformasyon teorisi kapsamında ekonomik krizi incelemiş olan
Mishkin, ahlaki tehlike, ters seçim gibi kavramları da göz önüne alarak finansal krizlere görünürde yol açan faktörleri başlıca dört kategoride toplamaktadır: 75
1) Faiz oranlarının artması,
2) Belirsizliklerin artması,
3) Aktif piyasasının bilânçolar üzerindeki etkileri ve
4) Bankacılık sektöründeki problemler.
Bu kriz sebeplerine ilaveten Aktan’ın sadece ekonomik sebepler değil ekonomi dışı olağanüstü olaylar da ekonomik krize sebep olabilir şeklindeki
görüşü bulunmaktadır. Bu görüşe göre “Ekonomik krizler, reel ve finansal
sektörlerde arz fazlalığı veya talep daralmasından kaynaklanabilir. Gerek
arz, gerekse talep krizinin ortaya çıkmasının çeşitli nedenleri bulunmaktadır.
Ekonomik krizler, organizasyon dışı konjonktürel nedenlerden kaynaklanabileceği gibi organizasyon içi nedenlerden de kaynaklanabilir. Ekonomik
krizlerin nedeni, her zaman ‘ekonomik nedenler’ olmayabilir. Örneğin, ülke
düzeyinde ortaya çıkan bir doğal afetlerde (deprem, yangın, sel baskını…
vb.) ekonomik kriz nedeni olabilir.” 76
Ancak, Aktan’ın belirtmiş olduğu bu sebepler ekonomik krizin özellikleri
açısından kriz özelliğinden çok sorunlu dönemlerin sürmesi şeklindedir. Bu
belirtilen sebeplerin krize sebep olabilmesi için ekonomik durumun diğer bileşenlerinin de kötü olması gerekir. Dolayısıyla tek başına belirtilen ekonomi dışı unsurlar kriz oluşturmaz. Bu konuda örnek olarak ABD’de yaşanan
fırtınalar gösterilebilir. Yıkıcı ve ağır kayıplar oluşturmasına rağmen, ABD
ekonomisi için çok büyük bir yük getirmediğinden ve ekonomik durum güçlü olduğundan kriz oluşturmamaktadır. Bu şekildeki sel, fırtına gibi ekonomi
dışı unsurlar Hindistan gibi Güneydoğu Asya ülkelerini vurmaktadır. Fakat
75 Mishkin, Frederich S., The Economics of Money, Banking and Financial Markets, 8 bsk.,
The Addison-Wesley Y., Boston, 2001.
76 Aktan, C, Şen H., a.g.m.
57
etkileri kısa süreli olduğundan ve bir süreci takip etmediği için ilgili ülkelerde ekonomik kriz oluşumuna sebebiyet vermemektedir. Ancak, arka arkaya
çok sayıda ekonomi dışı unsurun meydana gelmesi kırılganlığı artırıp, makro ekonomik durumu sarsacağından kriz oluşturabilir.
Yukarıda belirtilmiş olan ekonomik kriz sebeplerinin yanı sıra, bazı yazarlara
göre ve yaşanan kriz tecrübelerine göre kriz sebepleri şu şekilde yorumlanabilmektedir.
Sachs’a göre “Gelişmekte olan ülkelerde finansal krizler çoğunlukla, mali
savurganlıklar, yanlış döviz kuru politikaları, uluslararası finansal şoklar,
zamansız ve asgari koşullar oluşturulmadan yapılan finansal liberalizasyon
uygulamaları ve yurtiçi bankacılık sektöründeki zayıflıklar nedeniyle ortaya
çıkmaktadır.”77
Süslü ve Bora’yı destekleyen başka birbirine yakın iki araştırma ise Eichengreen ve Bordo78; Demirgüç ve Detragiache 79’den gelmiştir. Eichengreen ve
Bordo’nun 1975-1997 yıllarını kapsayan 21 gelişmiş ve gelişmekte olan ülke
üzerine yaptıkları çalışmada, bankacılık sistemi, krizlerin temel nedeni olarak değerlendirilmiştir. Demirgüç ve Detragiache’nin yaptığı kesit veri analizinde 65 gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeyi içeren çalışmada Eichengreen ve
Bordo (1999) ile benzer sonuçlar elde edilmiştir. Ayrıca bu çalışmada bankacılık sistemindeki yetersiz düzenleme ve denetim ile makro ekonomik dengesizliklerin bankacılık krizindeki önemi vurgulanmıştır.
77 Sachs, J.D., “Alternative Approaches to Financial Crises in Emerging Markets”, in Capital Flows and Financial Crises (Ed.), Miles Kahler, Cornell University Press, Ithaca New York, 243-262,1998.
78 Eichengreen, B and Bordo, M., “Is Our Current International Economic Environment
nusually Crisis Prone?” www.rba.gov.au/PublicationsAndResearch/Conferences/1999/
Bordo Eichengreen. pdf.
79 Demirgüç, Aslı ve Detragiache Enrica, “The Determinants of Banking Crises: Evidence
From Developed and Developing Countries”, IMF Working Papers, 4325:1-25,1997.
58
Işık, Duman ve Korkmaz’ın derlediği ekonomik kriz nedenleri ise şu şekildedir:
“Kregel80 1997 Güneydoğu Asya krizi ile Latin Amerika ülkelerinde 80’li ve
90’lı yıllarda görülen krizlerin nedenlerinin birbirinden farklı olduğunu ileri
sürmektedir. Kregel’e göre Latin Amerika ülkelerinde 80’li ve 90’lı yıllarda
ortaya çıkan krizlerin temel nedeni aşırı bütçe açıkları ve ödemeler bilançosu
sorunlarıdır. Güneydoğu Asya krizi ise büyük ölçüde kısa vadeli spekülatif
sermaye hareketlerinden kaynaklanmaktadır. Uluslararası sermaye hareketlerinin olumlu konjonktüründe Asya ülkelerinde ortaya çıkan aşırı piyasa
iyimserliği risk algılamalarını azaltmış ve bankacılık sisteminde aşırı kredi
artışına neden olmuştur. Öte yandan Asya ülkelerinde olumlu bekleyişlerin
tersine dönmesiyle borç-deflasyon süreci yaşanmaya başlanmıştır.
Alves, Ferrari ve Paula81’nın Brezilya için yaptıkları bir çalışmada ise 19981999 para krizinin sermaye hareketlerinin tamamen serbest olduğu koşullarda hükümetin döviz kurunu savunabilirliği ve dış yükümlülüklerin sürdürülebilirliği üzerindeki güven eksikliğinden kaynaklandığı ileri sürülmektedirler.
Gavin ve Hausman 82’nın yaptığı analizde borç miktarındaki artışın krizlerin
ortaya çıkmasındaki önemini vurgulamışlardır. Buna göre, borç miktarındaki artış Latin Amerika’daki krizlerin temel nedenidir. Daha sonra Kaminsky
aynı analizi örneklem büyüklüğünü genişleterek yapmış, bankacılık krizleri
ile aşırı kredi genişlemesi arasında pozitif bir ilişki bulmuştur. Bu sonuçlar
80 Kregel, J., “Yes, “It” Did Happenth Again-A Minsky Crisis Happened in Asia”, Levy
Institute: Conference Proceedings: 8 Annual Hyman P. Minsky Conference of Financial
Structure (The Fragility of The International Financial System: Options for Policy) Working Papers 234,1998.
81 Alves, A. J, Fernando Ferrari ve Luiz-Paula, F. R., “The Post Keynesian Critique of Convertional Currency Crisis Models and Davidson’s Proposal to Reform the International
Monetary System”, Journal of Post Keynesian Economics, 22, 2: 207-225,1999-2000
82 Gavin, Michael ve R. Hausman, “The Roots of Banking Crises: The Macroeconomic
Context” Banking Crises in Latin America R.Hausman and L.R.Saures (ed.):27-63,1996.
59
bankacılık sisteminin kırılgan yapısının krizlerin temel nedenlerinden birisi
olduğunu ileri süren görüşleri destekler niteliktedir.
Chang ve Velasco83’nun yaptığı çalışmada ise finansal krizlerin banka paniğinin yan etkisi olduğu ileri sürülmektedir. Chang ve Velasco’ya göre merkez
bankası kapalı bir ekonomide en son kredi mercii olarak davranarak bu krizleri önlerken sabit döviz kuru politikası uygulayan açık bir ekonomide uluslararası rezervlerin sınırlı olması nedeniyle krizleri önleyememektedir.” 84
3.2.2 Ekonomik Krizlerin Oluşumu
“Kısa dönem finansal krizler birçok durumda yabancı kısa vadeli fonların
ülkeyi hızla terk etmeye başlaması sonucunda döviz kurunda, faiz oranlarında ve enflasyon oranında anî sıçramalarla finans piyasalarında başlamakta ve
kısa sürede üretim ve yatırım düzeyinde azalma gibi reel sektör etkileri göstermektedir. Ayrıca, bir ülkedeki kriz, başta bu ülkenin yakın ekonomik ilişkiler içinde olduğu ülkeler olmak üzere diğer ülkeleri de etkilemektedir. Bu
ülkelerin bu etkilere karşı geliştirdikleri savunma mekanizmaları da krizin
ilk başladığı ülkede ihracat daralması, uluslararası finans piyasalarında artan
tedirginlik gibi yollarla mevcut olumsuzlukları daha da artırıcı yönde etkili
olmaktadır. Krizin etkileri, daha sonra işgücü piyasalarına, sağlık, eğitim ve
sosyal yardım kalemlerindeki kısıntılar yoluyla bütçe harcamalarının miktar
ve bileşimine ve giderek yoksulluk ve gelir dağılımına ilişkin göstergelere
doğru yaygınlaşmaktadır.”85
Şenses ve Koyuncu’nun krizlerin ortaya çıkışını anlatan çalışmasında krizlerin yabancı sermayenin ülkeyi terk etmesiyle başladığı belirtilmiş; ancak
83 Chang R. ve Andres Velasco, a.g.m.
84 Işık, Duman ve Korkmaz, a.g.m.
85 Koyuncu, Murat ve Şenses Fikret, (Ekim 2004), “Kısa Dönem Krizlerin Sosyoekonomik
etkileri: Türkiye, Endonezya ve Arjantin Deneyimleri” ERC Working Papers in Economics 04/13, http://www.erc.metu.edu.tr/menu/sayfa.php?icerik=04_13&lang=eng&nav=
yes (18/11/2008).
60
bunun öncesinde iç ve dışta ne gibi ekonomik faktörlerin yabancı sermayeyi
çıkış yönünde etkilediği belirtilmemiştir. Bu açıdan, yabancı sermayenin çıkışına küresel bir dalgalanma, ulusal bazda oluşmuş siyasi, ekonomik, hukuki
veya sosyal bir problemi neden olarak gösterebiliriz. Bu sermaye çıkışından
sonra ise döviz kurunda, faiz oranlarında, enflasyon oranlarında gerçekleşen
değişikliklerin üretim ve yatırım düzeyini etkilemesi ise krizin çıkış sebebi
olarak gösterilmektedir.
Toprak86 gelişmiş bir ülke örneği olarak ABD, gelişmekte olan ülke örneği
olarak Latin ülkeleri ve Doğu Asya ülkelerini örnek alarak bir krizin oluşumunu şu şekilde belirtmektedir:
“Gelişmiş bir ülke örneği olarak ABD krizleri alınabilir. ABD’de meydana gelen finansal krizler, genelde şu süreci izlemektedir: Bankaların bilânçolarında
kötüleşme, faiz oranlarında yükselme, borsada düşüş ve belirsizlikteki artış
faktörleri, ters seçim ve ahlaki tehlikeye yol açmaktadırlar. Ekonomik faaliyetteki düşüş, banka paniklerine neden olmakta; bu da yine ters seçim ve
ahlaki tehlikeyi artırmaktadır. Ekonomik faaliyet hacmi düşmeye devam
etmektedir. Fiyat düzeyinde beklenmeyen düşüşler meydana gelmekte ve
yine artan ters seçimi ve ahlaki tehlikeyi ekonomik faaliyetlerdeki düşüş izlemektedir.
Gelişmekte olan ülkelerde meydana gelen krizlere Latin krizleri örnek olarak
alınabilir. Latin ve Doğu Asya finansal krizlerinin izlediği sürecin aşamaları
şu şekilde sıralanabilir: Banka bilânçolarında kötüleşme, faiz oranlarında artış, borsada düşüş ve belirsizlikte artış faktörlerinin sonucu olarak ters seçim
ve ahlaki tehlike artmakta; döviz krizi meydana gelmekte; bu da ters seçim
ve ahlaki tehlikeyi daha da artırmakta ve ekonomik faaliyet düzeyini düşürmektedir. Bunu bankacılık krizi izlemektedir. Ters seçim ve ahlaki riskin
iyice artması sonucu ekonomik faaliyet daha da kötüleşmektedir.”
86 Toprak, Metin, Yükselen Piyasalarda Finansal Kriz, Yeni Türkiye Dergisi, Ekonomik
Kriz Özel Sayısı, Sayı 42, Kasım-Aralık 2001, s. 854-889, Ankara, 2001
61
ters
seçim ve ahlaki
artmakta;
krizi meydana
gelmekte;
bu dariskin
ters
düşürmektedir.
Bunutehlike
bankacılık
krizi döviz
izlemektedir.
Ters seçim
ve ahlaki
seçim
ve ahlaki
tehlikeyi
dahafaaliyet
da artırmakta
ve ekonomik faaliyet düzeyini
iyice artması
sonucu
ekonomik
daha da kötüleşmektedir.”
düşürmektedir. Bunu bankacılık krizi izlemektedir. Ters seçim ve ahlaki riskin
Tablo
2: Gelişmekte
olan ülkelerde
izlediği yol
iyice
artması
sonucu ekonomik
faaliyetfinansal
daha dakrizlerin
kötüleşmektedir.”
Tablo
2:
Gelişmekte
olan
ülkelerde
finansal
krizlerin
izlediği
Finansal krize
yol 87
87
ilk etkiyi
Banka bilançolarında
Finansal
yapan krize
ilk
etkiyi
faktörler
yapan
Faiz oranlarında
Borsada
Belirsizlikte
kötüleşme
yükselme
artış
Tablo 2:
Gelişmekte olan ülkelerde
finansaldüşüş
krizlerin izlediği
87
yol
Banka bilançolarında
kötüleşme
faktörler
Faiz oranlarında
Borsada
yükselme
düşüş
Ters seçim ve ahlaki tehlikede
artış oluyor
Belirsizlikte
artış
Ters
seçim
vemeydana
ahlaki tehlikede
Döviz
krizi
geliyor
artış oluyor
Ters seçim ve ahlaki tehlike
artış oluyor
Döviz krizi meydana geliyor
Ekonomik faaliyette düşüş oluyor
Ters seçim ve ahlaki tehlike
artış oluyor
Bankacılık
krizi çıkıyor
Ekonomik
faaliyette
düşüş
oluyor
Ters seçim
ve ahlaki
tehlikede
artış oluyor
Bankacılık krizi çıkıyor
Ekonomik faaliyette düşüş oluyor
Ters seçim ve ahlaki tehlikede
artış oluyor
Ekonomik faaliyette
oluyor
Bankacılık
finansal krizlerinin ekonominin
reeldüşüş
kesimini
de ciddi biçimde et87
Mishkin, Frederich S., The Economics of Money, Banking and Financial Markets, 6 bsk., The
kilemesinin
önemli bir
nedeni,
firmalar sektörünün faaliyetlerinde önemli ölAddison-Wesley
Y., Boston,
s.206,2001.
çüde bankacılık
kredilerine dayanmasıdır.8889 Finansal aracılar ve para krizle87
Mishkin, Frederich S., The Economics of Money, Banking and Financial Markets, 6 bsk., The
Addison-Wesley
Y., Boston,
s.206,2001.
arasındaki
etkileşim,
genelde
bankacılık sistemi çerçevesinde incelenmek- 47
87
ri
tedir.89 Buna göre, bütün bir bankacılık sisteminin çöküşü mudi paniğinden
kaynaklanabilmektedir.
Bankacılık kesimi, ahlaki tehlike yoluyla para krizlerine yol açabilmektedir.
Özellikle devletin banka yükümlülüklerine kefil olması sonucu bankaların
ahlaki zafiyetle ‘kötü’ ödünç vermeleri mümkün olabilmektedir. Bu da eninde sonunda bütün sektörün zarar etmesine neden olmakta ve yabancı ödünç
87 Mishkin, Frederich S., The Economics of Money, Banking and Financial Markets, 6 bsk.,
The Addison-Wesley Y., Boston, s.206,2001.
88 Piti Disyatat, Currency Crises and the Real Economy: The Role of Banks, IMF Working
Paper, WP/01/49, 2001.
89 R. Chang ve A. Velasco, Financial Crises in Emerging Markets: A Canonical Model,
NBER Working Paper 6606, 1990; J.A. Chan-Lau ve Z.Chen, “Financial Crisis and Credit
Crunch as a Result of Inefficient Financial Intermediation-with reference to the Asian Financial Crisis”, mimeo, IMF Research Department, 1998.
62
47
vericiler de fonlarını çekmektedir.90 Bu süreci ilk vurgulayanlar P. Krugman,
C. Pesenti ve N. Roubini’dir.
Dünya Bankası’nın bir raporuna göre,91 bankaların kötü ödünçleri, resesyonların ve paraların değer yitirmesine eşlik eden krizlerin sonucudur. Bankacılık sektörünün sağlıklılığı bakımından, paraların büyük değer aşınmaları ve
makro ekonomik performansın etkileşimi daha önemlidir.92
Yukarıdaki Tablo 2’den de incelendiği gibi bir krizin oluşumu belirli finansal,
sektörel, yabancı sermaye ve mali sebeplerden dolayı ortaya çıkmaktadır. Bu
ekonomik durumu, politik, uluslar arası ve diğer unsurların tetiklemesiyle
kırılganlık ve bozulma artmakta ve kriz kaçınılmaz olmaktadır. Dolayısıyla,
iktisadi literatürde krizi bir anda olup biten bir olay olarak değil bir sürece
yayılmış olgu olarak ele almak daha doğru olacaktır. Bu çalışmada da kriz
tanımları, kriz çeşitleri ve kriz oluşumu incelenerek bu ekonomik kriz süreci
gösterilmeye çalışılmıştır.
90 Krugman, P, 1998, “Currency Crises”, mimeo, Department of Economics, MIT; G.,
Corsetti, P.Pesenti ve N.Roubini, “What Caused the Asian Currency and Financial Crisis”,
mimeo, 1998.
91 World Bank, East Asia: The Road to Recovery, Washington, D.C., 1998.
92 Piti Disyatat, a.g.m.
63
İKİNCİ BÖLÜM
ÜLKELERİN EKONOMİK KRİZ TECRÜBELERİ
Bu bölümde birinci bölümde nedenleri, çeşitleri ve oluşumlarıyla açıklanan
ekonomik kriz örnekleri incelenecektir. Birinci bölümde de belirtildiği gibi,
farklı türlerde krizler olmasına rağmen, bu krizler arasında yapısal veya şekil
olarak bir korelasyon vardır. Yaşanan krizlerin incelenmesinden görülecektir
ki bir para krizi bankacılık krizine; bir bankacılık krizi sistemik finansal krize
veya dış borç krizine dönüşebilmektedir. Ancak gerek küreselleşme sonucu oluşan yayılma etkisi gerekse ülkelerin iç dinamiklerinden kaynaklanan
etkilerden dolayı bir ülkede yaşanan kriz diğer ülkelerde de görülse, krizlerin de kendi içinde farklılıkları bulunmaktadır. Yaşanan ekonomik krizler bazı yönlerden birbirinden ayrılmaktadır. Örneğin, Kregel93’e göre 1997
Güneydoğu Asya krizi ile Latin Amerika ülkelerinde 80’li ve 90’lı yıllarda
görülen krizlerin nedenleri birbirinden farklıdır. Kregel’e göre Latin Amerika (Meksika, Brezilya… vb.) ülkelerinde 80’li ve 90’lı yıllarda ortaya çıkan
krizlerin temel nedeni aşırı bütçe açıkları ve ödemeler bilânçosu sorunlarıdır.
93 Kregel, J., a.g.e.
65
Güneydoğu Asya krizi ise büyük ölçüde kısa vadeli spekülatif sermaye hareketlerinden kaynaklanmaktadır. Yay ve Yılmaz’a94 göre ise 1990’lı yıllardaki
Meksika krizi bir aşırı tüketim krizi; Güneydoğu Asya krizi ise bir aşırı ve
yanlış yönlendirilmiş yatırım krizidir. Bu nedenle, bu bölümde ekonomik
krizlerin yoksulluk üzerindeki etkilerini somut olarak gösterebilmek için diğer krizlerin de özelliklerini taşıyan ama diğerlerine göre etkileri, uygulanan
politikaları daha belirgin olarak görülmüş ülke kriz örnekleri seçilmiştir. Bu
krizler: bir Güneydoğu Asya Krizi örneği olarak Endonezya ekonomik krizi
örneği ve Kasım 2000 ve Şubat 2001 Türkiye ekonomik krizi örneğidir. Bu
kriz tecrübeleri de seçilirken bize krizler hakkında ve uygulanan politikalar
hakkında daha fazla bilgi verebilecek nitelikte olanları seçilmiştir. Özellikle
Endonezya örneği ile Arjantin örneğinin seçilmesi esnasında şu hususlar ön
plana çıkmıştır: Kriz sonrası yoksulluğu azaltmaya yönelik uygulanan politikaların Arjantin uygulamalarına göre Endonezya’da daha başarılı olması
ve kriz öncesi yoksulluğu azaltmaya yönelik gerçekçi politikaların Arjantin’e
göre Endonezya’da daha etkin olmasıdır. Diğer Doğu Asya ülkelerine göre
ise Endonezya’nın seçilme sebebi bilginin ülkemiz açısından da faydalı olması açısından Endonezya ülke örneğinin Türkiye örneğine yakın bir ekonomik ve sosyal durumunun olmasıdır.
1. 1997 Güneydoğu Asya Krizi Örneği: Endonezya Krizi
Güneydoğu Asya ekonomik krizi özel sektör odaklı bir kriz olması ve kriz
sebepleri yönünden diğer krizlerden ayrılmaktadır. Türkiye (1994), Rusya
(1998) ve Brezilya’daki krizlerin aksine birçok Asya ülkesinde mali pozisyon sağlamdı ve kamu sektörü borcu düşük düzeylerdeydi. Üstelik cari hesap açıklarıyla ölçülen dış dengesizliklerin arkasındaki itici güç, Meksika’da
(1994) olduğu gibi aşırı tüketim değil, sürdürülemez bir yatırım patlamasıydı95 Bu kriz bir sermaye hesabı kriziydi. Diğer taraftan 1980’ler ve 1990’lar94 Yay, Turan, Gülsün Gürkan Yay ve Ensar Yılmaz, Küreselleşme Sürecinde Finansal
Krizler ve Finansal Düzenlemeler, İstanbul Ticaret Odası Yayınları, No: 2001-47, İstanbul,2001.
95 IMF , a.g.e., 2002.
66
daki diğer güven krizlerinin aksine bu krizin kökeninde yatan sebepler yapısaldı: Zamansız finansal sektör liberalizasyonu, zayıf idare ve özel sermaye
akımlarını yönetmede politika hataları. Krizin bir diğer önemli karakteristiği finansal yayılmanın esas olarak bölgesel olması ve bunun da bölgesel
çözümleri gerektirmesiydi.96 Söz konusu kriz ile ilgili olarak hazırlanan bir
çok rapor kısa vadeli borcun rolüne vurgu yapmaktadır. Etkilenen ülkelerin
dış borçları özel bir durum arz ediyordu. Bunların büyük bir kısmı kısa vadeliydi ve yabancı alacaklılar panikledikleri ve verdikleri kısa vadeli kredilerin
vadesini uzatmayı reddettiklerinde krizler çıktı.97
Güney Doğu Asya ülkelerinin kriz öncesi diğer kriz yaşamış ülkelere göre
sağlamlığı göreceli olarak bölge ülkeleri içinde daha güçlü olan Hong Kong
gibi ülkeler için de krizi rahat atlatmasını sağlamıştır. Bu çalışmada yoksulluğu azaltmaya yönelik politikalar olan sosyal politikaların Güney doğu Asya
ülkelerinde de uygulandığını gösterir örnekler sunulacaktır. Bu kriz öncesi
tedbirlerin yoksulluğun krizle derinleşmesini azalttığını örnek ülkenin incelenmesinden anlaşılacaktır.
Endonezya krizini incelemeden önce Güneydoğu Asya krizinin diğer devletlerde nasıl ortaya çıktığı, bölgesel bir kriz olması dolayısıyla ortak noktalarının neler olduğunun belirtilmesinde fayda olacağı düşünülmektedir. Bu
sebeple, öncelikle Güneydoğu Asya ülkelerindeki kriz öncesi durum, ekonomik konjonktür ve gelişme ve büyümelerine yönelik bilgiler kısaca verilecektir. Bu çalışmada, özellikle belirtilmek istenen hususlardan birisi olan
kriz sonrası yoksulluğun azaltılması yönündeki politika ve faaliyetlerin yanı
sıra, kriz öncesi yoksulluğu azaltan sebeplere de önem verilmesi gerektiği ve
politikalar geliştirilmesi gerektiğini, örnekleriyle göstermek için 1997 Güneydoğu Asya krizinin öncesinde Güneydoğu Asya’daki durum ve uygulanan
politikalardan kısaca bahsedilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir.
96 RANA, P.B., Monetary and Financial Cooperation in East Asia: The Chiang Mai Initiative and Beyond, ERD Working Paper Series, No. 6, 2002.
97 Chang R. and A. Velasco, Liquidity Crises in Emerging Markets: Theory and Policy,
NBER Working Paper Series, 7272, July 1999.
67
1.1. 1997 Krizi Öncesi Doğu Asya Ülkelerinin Ekonomik Durumu
Ekonomistler Güneydoğu Asya Ülkelerinin çok kötü bir ekonomik durum
ve yüksek düzeydeki yoksulluktan 1990’ların sonlarına kadar ortalama %8-9
luk bir büyümeyle endüstrilerinde lokomotif durumuna gelmelerini şaşkınlıkla izlemişlerdir. Samsung, Hyundai gibi dev şirketler ortaya çıkaran
planlama dönemine 1960’larda Türkiye ile başlayan, 1953’te Kuzey Kore ile
yıkıcı ve yoksulluğa sebep olmuş bir savaştan çıkan Güney Kore’nin yoksulluğu yenmiş ve parlak bir ekonomiye sahip bir ülke haline gelmesi farklı bir
durum olarak iktisatçıların dikkatini çekmiştir. Doğu Asya Ülkeleri üzerine
bu sebeple değişik ekonomik modeller ortaya atılmıştır. Doğu Asya Krizine
kadar 1. nesil ve 2. nesil kriz modelleri bulunmakta iken Doğu Asya Krizi ile
yeni bir ekonomik kriz modeli tasarlamanın gerekliliği ortaya çıkmıştır. Paul
Krugman98 bu yönde ilk Doğu Asya Krizini açıklamaya çalışan iktisatçılardandır. Doğu Asya Ülkeleri olarak ilk akla gelen Güney Kore, Hong Kong,
Tayvan ve Singapur, birlikte dünya ekonomisinde hızlı ve atak ekonomik
büyümeleri nedeniyle “dört kaplan” olarak bilinmektedir. Diğer “kaplan”
ekonomiler Japonya, Malezya, Endonezya ve Tayland’dır.99 Bunların da her
birisi çok kısa sürede büyük refah artışları yaşamıştır.
Toprak, Doğu Asya ülkelerinin büyümesini değişik sebeplere bağlamaktadır. Toprak’a göre “Asya ekonomilerinde bürokratlar belirli endüstrilerin geliştirilmesinde öncü rol oynamakta, teşvik edilen sektörlere vergi kolaylıkları
tanımakta ve parasal teşvikler vermektedir. Asya bölgesinde serbest piyasanın yol göstericiliğinin yerini, önemli ölçüde bürokratik ve politik tercihler
ve kararlar almıştır. Politika belirleyiciler, yatırımları yüksek büyüme potansiyeline sahip endüstrilere kanalize etmişlerdir; çünkü kendi haline bırakıldığında bunlar yüksek riskli olarak görülebilirler.” 100
98 Paul Krugman, “Saving Asia”, Time .Int, 7 September 1998, s.6.
99 Toprak, M., a.g.m.
100 Butler, Steven, “New Attitudes in Asia.”, U.S. News & World Report, 29 Aralık 1997/5
Ocak 1998; Mark Clifford, Troubled Tiger: Businessmen, Bureaucrats and Generals in South Korea, M.E. Sharpe: Armonk, N.Y., 1997; Stephen Roach, “Asia May Pinch Us Yet”,
New York Times, 24 Şubat 1998.
68
Bürokratların yanı sıra Asyalı politik liderler de yurtiçi endüstrileri uluslararası rekabetten korumak için, tarifeler ve diğer önlemleri uygulamışlardır.
Böylece uluslararası piyasalarda güçlü büyük şirketlerin ortaya çıkması özendirilmiştir. Güney Kore’de 30 büyük holding (chaebol) özel sektöre hâkim
durumdadır. Devlet bankalara bu holdinglere düşük faizli kredi vermeleri
konusunda baskı yapmakta, holdingler sıkıntıya düştüklerinde de kurtarma
operasyonlarına girişmektedir.
Ekonomik büyümede Güneydoğu Asya’nın kısa bir dönemde yüksek düzeyde olan ekonomik büyümesi için birçok iktisatçı “mucize” kelimesini kullanmaktadır. Japonya, Malezya, Güney Kore, Endonezya ve diğer bölge ülkesi
yılda yüzde 9’lara varan büyüme oranlarına sahiptir. Yüksek büyümenin
yanı sıra, düşük işsizlik ve zengin ile yoksul arasında neredeyse hiçbir boşluk
olmaması, performansın diğer özellikleri olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak,
aile şirketi uygulamasının yaygın olması ve cemaatçi kültür, bu modelin aynı
zamanda hem gelişmedeki önemli bir özelliklerini hem de en zayıf noktalarını oluşturmuştur.
Güney Doğu Asya ekonomilerinin büyümeyi getiren önemli özellikleri arasında dinamik tarımsal sektör, hızlı büyüyen ihracat, hızlı demografik değişim, batı ülkelerine göre yüksek tasarruf-yatırım oranları ve insan kaynaklarına yüksek düzeyde yatırım sayılabilir.101 “Bu faktörlerin birbiriyle karşılıklı
etkileşim içinde olduğu kuşkusuzdur. İhracatın 1980-93 aralığındaki büyüme oranı Güney Asya’da yüzde 7.3, Latin Amerika’da yüzde 3.4 iken; ithalatın büyüme oranı Güney Asya’da yüzde 3.7, Latin Amerika’da 0.3’tür. Doğu
Asya ülkelerinde ise, Japonya hariç, ihracatın büyüme oranı ithalata oranla
çok daha yüksektir. Doğu Asya’da nüfus artış hızında önemli bir düşüş meydana gelmiştir. 1980-93 aralığında ortalama yıllık nüfus artış hızı bu bölgede
yüzde 1.5’tir. Tıptaki gelişmeler, savaşların yokluğu ve refah düzeyindeki
101 Boorman, Jack, Managing Financial Crises: The Experience in East Asia, IMF Working
Paper, WP/00/107, Haziran 2000; Richard Hornik, “The Myth of the Miracle”, Time, 8
Aralık 1997; Seth Mydans, “Asia: It comes to Grips, but Can It Bounce Back?” New York
Times, 5 Ocak 1998.
69
yükseliş, nüfusun artışında önemli etkenler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Tasarruf oranları gelişmiş ekonomilerde ortalama yüzde 20 dolayında iken,
bu oran Doğu Asya ekonomilerinde yüzde 30-40 dolayındadır. Çalışan nüfusun okullaşma oranındaki artış, en yüksek düzeyde Doğu Asya ülkelerinde
gerçekleşmiştir.
Asya modelinin krizi: Diğer bölge ülkelerinin paraları gibi Tayland bahtı da
istikrar bakımından dolara bağlanmıştı (baht bir sepete bağlı olmuş; ancak
sepetin yüzde 80’ini ABD doları oluşturmuştur). Son yıllarda doların güçlenmesi ve dolayısıyla değer kazanması, buna bağlanan paraları ve ülkeleri
de önemli ölçüde etkilemiştir. Bölge ülkelerindeki insanlar ve yabancılar da
bölge paralarının aşırı değerli olduğu ve devalüasyon olacağı beklentisine
girmişlerdi.102 Malezya, Endonezya ve Güney Kore süratle kriz ortamına
girdi. Kriz, Japon ve Çin ekonomilerine bulaştığı gibi, genel olarak dünya
ekonomisinin büyümesini de yavaşlatmıştır. Bu krizin aşılması için bölgeye
100 milyar doların üzerinde fon akıtılmıştır. Devlet öncülüğünde kalkınma,
aile şirketi modeli, bürokrat-bankacı-iş dünyası arasındaki rüşvet ve kirli
ilişkiler, Asya Modelinin ciddi biçimde sorgulanmasını gündeme getirmiştir.
Asya ülkeleri, devletin piyasaya müdahalesini sınırlama ve piyasa ekonomisini güçlendirme yönünde önemli adımlar atmaya başlamışlardır.
Asya krizinin büyük ölçüde aşırı yurtiçi yatırımlardan kaynaklandığı yönünde, geniş bir mutabakat vardır. Güneydoğu Asya’daki ekonomik büyümenin süreceği yönündeki iyimser beklentiler, firmaların büyük borçlarla
çalışmalarına ve gayrimenkul yatırımlarına yönelmelerine yol açmıştır. Bu
yatırımlardan kar sağlanamayınca, borçları sürdürmek için yeniden borçlanmak gerekmiştir. Bir çok durumda bu ödünçleri sağlayan bankaların da bir
çok şirketi olduğu için bir fasit daire içinde sirkülasyon gerçekleşmiştir. Bazı
durumlarda da hükümetin baskıları ile bankalar borç vermek zorunda kalmıştır. 1997 yılında Asya’daki şirketlerde borç / öz sermaye oranı 3/1 - 6/1
düzeyine kadar çıkmıştır (ABD’de bu oran 1/1 civarındadır). Yerli paraların
102 Radelet, S. and J. Sachs, a.g.e.
70
devalüe edilmesiyle iflaslar furyası başlamıştır. Türkiye’nin Kasım 2000 ve
Şubat 2001 krizlerinde şirketlerin borç/öz-sermaye oranlarının makul düzeylerde olması (1/1), bu tür şirket iflaslarının trajik boyutlara ulaşmasını
önlemiştir. Güney Kore’de büyük şirketlerin (chaebol) yaklaşık üçte biri iflasın eşiğine gelmiştir. Ülkelerin kısa vadeli dış borçları büyük meblağlara
ulaşmışken, uluslararası rezervleri büyük düşüşler yaşamıştır” 103
Kriz sonrası ülkelerde bulunan şirketlerdeki iflaslar olmasına rağmen kriz
öncesi beşeri sermayeye yapılan yatırım kriz sonrasında faydasını vermiş ve
toplumdaki sosyal çöküntüyü yavaşlatmıştır. Doğu Asya ekonomilerinin en
belirgin özellikleri arasında olan insan kaynaklarına yüksek düzeyde yatırım, en yüksek düzeyde Doğu Asya ülkelerinde olan çalışan nüfusun okullaşma oranındaki artış gibi özellikleri Doğu Asya ülkelerinde kriz sonrası ve
öncesinde eşitliğin yanı sıra dayanışma duygusu ve büyümeyi getirmiştir.
Bu eşitlik ve büyüme de Doğu Asya ülkelerinde zengin ile yoksul arasında
neredeyse hiçbir boşluk olmaması gibi bir performans sonucunu ortaya çıkartmıştır. Bu olgunun ortaya çıkması da toplumda aile kültürünün güçlü
olduğunu göstermektedir. İleriki kısımlarda da inceleyeceğimiz gibi Doğu
Asya’da yaşanan kriz öncesi insan öğesine yatırım ve eşitlik kavramının
güçlendirilmesi yoksulluğu azaltan sebeplerdir. Dolayısıyla kriz öncesi yoksulluğu azaltıcı bu gibi politikalar uygulanması krizin daha derin olmasını
negatif yönde etkilemiştir.
Güneydoğu Asya Krizinin oluşum süreci şu şekilde açıklanıp, krizin tarihsel
süreç sıralaması yapılabilir:
• Tayland, 2 Temmuz’da bahtı devalüe etti. Bu operasyon, bahtın aşırı değerli olduğunu düşünen yabancı spekülatörlerin baht satışlarından sonra
yapıldı.
• Spekülatörlerin baskılarından sonra 18 Temmuz’da Asya’daki bütün paralar hızla değer kaybetmeye başladı. Singapur doları, Malezya ringiti ve
Endonezya rupisi hızla düşmeye başladı.
103 Toprak, M., a.g.m.
71
• IMF, 11 Ağustos’ta Tayland ekonomisine istikrar kazandırmak amacıyla
17 milyar dolarlık bir kurtarma paketini koordine etti.
• 22 Ekim’de Güney Kore hükümeti ülkenin en büyük holdinglerinden birisi olan Kia grubuna yardım için müdahale etti. Kia 1997 yılında borçları
nedeniyle krize giren beşinci holdingdi.
•
IMF, 31 Ekim’de Endonezya için 33 milyar dolarlık bir paket sözü verdi.
Ertesi gün hükümet işleyemez duruma düşen 16 bankayı kapattı.
•
Tayland Başbakanı 3 Kasım’da, Tayland’ın ekonomik krizinin üzerinden
haftalar geçtikten sonra istifa etti.
• 19 Kasım’da Malezya Başbakanı Mahathir bin Muhammed liderliği ile ilgili bir güven oylaması yaptı. Oylama, Mahathir’in uluslararası para spekülatörlerini ve Yahudileri ülkesinde ekonomik problemlere yol açmakla
suçlamasını takiben yapıldı.
• 21 Kasım’da Güney Kore Maliye Bakanı Lim Chan Yuel, ülkesinin
IMF’den en az 20 milyar dolar alarak borç krizini atlatabileceğini ilan
ediyordu. Yılbaşından bu tarihe kadar, Güney Kore parası won ABD dolarına karşı yüzde 20 değer kaybetmişti.
• 24-25 Kasım’da 18 üyeli APEC’in yıllık toplantısı esnasında, ticaret grubu
Asya ekonomilerini istikrara kavuşturmak için bir ticari liberalizasyon
taslağı hazırladı. Bu planda, IMF’nin bölgeye yardımına vurgu yapılıyordu.
• 3 Aralık’ta Güney Kore, o güne kadar düzenlenmiş en büyük meblağ
olan 57 milyar dolarlık IMF kurtarma paketi üzerinde anlaşma sağladı.
• 14-16 Aralık’ta Kuala Lumpur’da (Malezya) düzenlenen ASEAN’ın bir
toplantısı sırasında, ASEAN liderleri bölgenin ekonomik krizi ile mücadele için daha fazla yardım istediler. Liderler daha fazla ulusal, bölgesel
ve uluslararası çaba çağrısında bulundular.
72
• 18 Aralık’ta, muhalefetteki Kim Dae Jung, Güney Kore’de beş yıldır devam eden tek parti iktidarını sona erdirerek başkan seçildi.104105
Asya krizi ve yoksulluk ile ilgilisi olması dolayısıyla Asya ve Güneydoğu
Asya ülkelerine ait göstergeleri vermek yararlı olacaktır.
Gayri Safi Yurt İçi Hasıla: Güneydoğu Asya krizinde ülkelerin yurtiçi hasılalarının gelişiminde önemli miktarda bir bağlantı söz konusudur. Asya
krizinden bölgenin Tayvan ve Singapur gibi ülkelerinin ciddi şekilde etkilenmediği söylenebilir; ancak bu ülkelerin de büyüme oranlarında özellikle 1998
yılında önemli düşüşler meydana gelmiştir.
1980 sonrası en yüksek büyüme performansını sırasıyla Çin, Güney Kore
ve Tayland sağlarken; 1990 sonrasında sıralama Çin, Malezya ve Güney
Kore şeklindedir. Ancak, 1980’ler ve 1990’lar arasında Asya ekonomileri
için ekonomik büyüme performansının ciddi bir eğilim değişikliği gösterdiği söylenemez. GSYİH’deki kriz dönemindeki en büyük değişiklik %13 ile
Endonezya’da gerçekleşmiştir.
Malezya
Filipinler
Tayland
Güney
Kore
Japonya
Çin
Tayvan
Singapur
Aritmetik
ortalama
(satırlar)
1982-91
ort.
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
Ortalama
std.sapma
Endonezya
Tablo 3: Doğu Asya ekonomilerinde reel GSYİH’nın gelişimi105
5,5
6,3
1,3
8,1
8,9
4,1
9,5
8,1
7,1
6,5
7,2
8,9
7,3
9,9
7,5
9,2
8,2
9,8
8,0 10,0
4,5
7,3
-13,0 -7,4
0,3
5,6
4,0
6,0
5,0
6,0
3,9
6,5
6,4
5,2
0,3
2,1
4,4
4,8
5,8
5,2
-0,6
3,3
4,0
4,5
3,4
2,1
8,1
8,4
9,0
8,9
5,9
-1,7
-10,2
4,2
5,0
5,0
4,3
6,0
5,4
5,5
8,3
8,9
6,8
5,0
-6,7
10,7
8,8
6,5
5,9
4,8
1,0
0,3
0,6
1,5
5,0
1,6
-2,5
0,2
1,4
1,8
1,1
1,9
14,2
13,5
12,6
10,5
9,6
8,8
7,8
7,1
7,5
7,3
9,9
2,7
6,8
6,3
6,5
6,0
5,7
6,8
4,7
5,7
6,5
6,0
6,1
0,6
6,5
12,7
11,4
8,0
7,5
8,4
0,4
5,4
7,9
5,9
7,4
3,4
6,5
7,3
7,7
7,4
7,1
5,1
-3,1
4,7
5,7
5,3
5,4
3,7
104 Toprak, M., a.g.m.
105 IMF, World Economic Outlook, süreli.
73
Enflasyon: Asya ekonomilerinde enflasyonun son yirmi yılda, genel olarak
istikrarını koruduğu söylenebilir. 1980’lerde en yüksek enflasyonu sırasıyla Filipinler, Endonezya, Çin ve Güney Kore yaşarken; 1990’larda sıralama
Endonezya, Filipinler ve Çin şeklindedir. Krizin en hararetli olduğu 1998’de
bölgenin enflasyon ortalaması bir önceki ve bir sonraki yılın birkaç katı düzeyinde gerçekleşmiştir. 1980’ler ve 1990’lar arasında, bölgenin genel olarak
enflasyon performansında küçük de olsa olumlu bir gelişme söz konusudur. Aritmetik
ortalama
(satırlar)
Singapur*
13,6
3,8
6,9
1,9
7,1
2,3
2,5
5,5
4,7
8,6
4,1
7,6
1,7
6,4
3,9
1,5
5,1
1993
9,7
3,5
6,9
3,4
7,1
1,2
14,7
3,5
3,3
5,9
1994
8,5
3,7
8,4
5,1
7,7
0,7
24,1
1,9
2,9
7,0
1995
9,4
3,4
8,0
5,8
7,1
-0,1
17,1
1,9
2,6
6,1
1996
7,9
3,5
9,0
5,9
3,9
0,1
8,3
2,7
1,3
4,7
1997
6,6
2,7
5,9
5,6
3,1
1,7
2,8
1,9
0,7
3,4
1998
58,0
5,3
9,7
8,1
5,1
0,6
-0,8
2,1
-1,8
9,6
1999
20,8
2,8
6,7
0,3
-1,6
-0,3
-1,4
-0,7 -1,3
2,8
2000
3,2
3,2
5,0
1,7
1,7
-0,2
0,5
1,2
1,4
2,0
Güney
Kore*
Tayvan*
2,7
7,5
Çin
8,3
1992
Japonya
Filipinler
1982-91
Tayland
Malezya
Endonezya
Tablo 4: Doğu Asya ekonomilerinde enflasyonun gelişimi106
2001
5,2
3,6
5,9
2,6
0,1
0,5
1,2
2,7
2,1
2,7
Ortalama
13,7
3,6
7,4
4,3
4,2
0,6
7,3
2,1
1,3
4,9
Stand.spm.
16,3
0,8
1,6
2,3
3,3
0,7
8,7
1,3
1,7
4,1
1.2 1997 Endonezya Ekonomik Krizi
1997 Güneydoğu Asya Krizinden önce Endonezya’nın yukarıdaki tabloları
incelendiğinde diğer ülkelere örnek olan bir ekonomik durumu vardı. 1966
yılında askerî Suharto yönetimi geldiğinde geri kalmış bir ülke iken, bu yönetim ile 30 yılı aşkın bir süre boyunca kesintisiz ve hızlı bir şekilde büyüme
sağlanmıştır. Bu süreçte ülke kademeli olarak sanayileşirken Gayri Safi Milli
106 IMF, a.g.e. süreli.
74
Hâsıla (GSMH) dört katına çıktı. Üstelik bu hızlı büyüme döneminde refah
göstergelerinde de kayda değer bir iyileşme gözlenmiştir. Örneğin, 1965 yılında %70 olan yoksulluk oranı 1996’da %19’a kadar inmiş, okur-yazarlık
oranı ise aynı dönemde %39’dan %85’e çıkmıştı. Bu dönemde yoksulluğun
bu derecede inmiş olması kalkınma ve gelişme politikalarının yanı sıra yoksul yanlı sosyal politikaların da etkili olduğunu göstermiştir.107
Ancak; 1997 Mayıs’ında Tayland’da ortaya çıkıp kısa sürede tüm bölgeye yayılan finansal kriz, “mucize” olarak görülen bu ekonomik kalkınmayı kâbusa
çevirmiştir. Öyle ki GSYİH’de en yüksek kaybı Endonezya yaşamıştır. İşsizlik oranı artıp reel ücretler düşerken yoksulluk oranı iki katına çıktı. Halkın
yaşam koşullarındaki bu ciddî bozulmaya tepki olarak düzenlenen gösteriler
kısa sürede ülkenin dört bir yanına yayıldı. 1000’in üzerinde insanın yaşamını kaybetmesine neden olan isyanlar ve yağma ve kundakçılık gibi yüksek
dozda şiddet içeren toplumsal olaylar yaşandı. 1998 yılının ilk günlerinde
başlayan bu olaylar Mayıs ayında Suharto istifa ettiğini açıklayıp yerine geçen hükümet krizin toplumsal etkilerini hafifletici bir dizi önlem alacağını
açıklayana kadar sürdü.108
Bu kriz esnasında ve sonrasında ekonomik değerler değişmiştir. Yukarıda verilen tablolara ek olarak aşağıdaki tabloların da incelenmesinden
Endonezya’da GSYİH büyüme oranı 1982-91 döneminde yıllık ortalama
yüzde 5.5’tir. 1992-96 döneminde büyüme oranı yüzde 7 civarında gerçekleşmiştir. Büyüme oranı 1996’daki yüzde 8 oranından, 1997 yılında yüzde
4.5’e gerileyerek keskin bir düşüş yaşamıştır. 1998 yılında ise yüzde 13’lük
bir küçülme şoku meydana gelmiştir. Bu da diğer Güneydoğu Asya ülkelerindeki en yüksek değişim oranıdır. 1999 yılında büyüme çok düşük düzeyde gerçekleşmiş (yüzde 0.3) ve 2000 yılından itibaren tekrar bir yükseliş
olmuştur. 1992-2001 dönemi ortalama büyüme oranı yüzde 3.9 iken, standart
sapma 6.4’tür. Endonezya’nın 1990’lardaki ekonomik büyüme performansı,
107 Hill, H., The Indonesian Economy, 2nd ed. Cambridge: Cambridge University Pres, 2000.
108 Koyuncu, M. ve Şenses F., a.g.m.
75
1980’lerdeki ekonomik büyüme performansının ancak yüzde 71’i düzeyindedir. Endonezya’nın 1990’larda yaşadığı büyümenin göreli olarak dengesiz
olduğu görülmektedir.
Tablo 5: Doğu Asya ekonomilerinde cari işlemler dengesi5
Malezya
Filipinler
Tayland
Güney Kore
Japonya
Çin
Tayvan
Singapur
1998
1999
2000
2001
Ortalama
Endonezya
(GSYİH’nın oranı)109
4,2
3,7
3,7
1,3
3,2
12,9
15,8
13,6
7,4
12,4
2,4
9,4
8
3,8
5,9
12,7 12,8
9,1 6,1
7,2 2,3
5,9 0,4
8,7 5,4
3,2
2,5
2,6
2,6
2,7
3,1
1,6
1,6
1,3
1,9
1,3
2,5
2,1
2,2
2,0
25,4
25
23,6
22,8
24,2
Endonezya
Malezya
Filipinler
Tayland
Güney Kore
Japonya
Tablo 6: Doğu Asya ekonomilerinde kamu kesimi dengesi6
(GSYİH’nın oranı)110
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
0,0
0,8
1,2
-0,7
-1,9
-1,5
-3,6
3,3
2,2
2,3
4,1
-0,4
-3,8
-1,5
-1,8
-1,4
-0,6
-0,8
-2,7
-4,4
-3,1
1,9
3,0
2,5
-0,9
-2,5
-2,9
-2,4
1,0
1,3
1,0
-0,9
-3,8
-2,7
-1,6
-2,3
-3,6
-4,2
-3,3
-4,7
-7,4
-8,2
Ortalama
-0,8
0,9
-2,1
-0,2
-0,8
-4,8
109 IMF, a.g.e. süreli.
110 IMF, a.g.e. süreli.
76
Malezya
Filipinler
Tayland
Güney
Kore
Japonya
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
Ortalama
Std.sapma
Endonezya
Tablo 7: Doğu Asya ekonomilerinde dış borçların gelişimi7
(GSYİH’nın oranı)111
57.0
56.3
53.4
63.9
149.4
96.5
93.8
81.5
34.9
39.0
37.6
38.4
43.8
58.8
53.4
49.3
45.8
8.3
61.4
54.9
55.0
61.6
81.7
75.7
78.9
67.0
11.4
44.9
49.1
49.8
62.0
76.9
61.4
51.7
56.5
11.0
22.0
26.0
31.6
33.4
46.9
33.4
26.5
31.4
8.1
7.7
13.0
16.4
17.9
30.6
38.2
46.3
24.3
14.3
Endonezya’da GSYİH’nın oranı olarak kamu kesimi açığı 1998 yılından itibaren bir artış eğilimine girmiştir. Ancak 1994-2000 döneminde açık oranı
ortalama olarak yüzde 0.8’dir. Endonezya’da kamu kesimi açıklarının makro
ekonomide istikrar bozucu etkisinin ihmal edilebilir boyutta olduğu söylenebilir.
Endonezya’nın dış borçları 1994-2000 aralığında, GSYİH’sının ortalama olarak yüzde 82’si dolayındadır. Ancak bu oran, özellikle 1997’den itibaren yükselmeye başlamıştır. Dış borcun milli gelire oranı, 1998 yılında yüzde 149’a
kadar yükselmiştir. Endonezya, son yıllarda ağır bir dış borç yükü altına girmiştir.
Endonezya’da 1998-2001 arasında cari işlemler dengesi GSYİH’nın oranı olarak ortalama yüzde 3 dolayında fazla vermiştir. Dolayısıyla Endonezya’nın
bir cari işlemler açığı sorunu yoktur.
“Endonezya için, IMF 43 milyar dolarlık bir kurtarma paketi hazırlamıştır.
Fakat başkan Suharto önerilen sert tedbirleri alma konusunda isteksizlik
111 IMF, a.g.e. süreli.
77
göstermiş ve IMF’ye şiddetli eleştiriler yöneltmiştir. IMF, Endonezya’dan
çoğunluğuna Suharto’nun dost ve akrabalarının sahip olduğu çeşitli tekellere sağlanan sübvansiyonları ve vergi indirimlerini kaldırmasını istemiştir.
Sonuçta, Endonezya’da iç kargaşalar artmış ve 32 yıllık diktatör Suharto devrilmiştir.112
Yoksulluk ve toplumsal huzursuzluk artarak devam etmiştir. Suharto önce
IMF programını kabul etmiş, ancak sonra para kurulunu tercih etmiştir. Ancak,
sermaye kaçışı hızlanmış ve banka iflasları artmış ve bu politikayı sürdürmek
mümkün olmamıştır. Sonunda Suharto ile birlikte ahbap-çavuşları da gitmiş
ve ticarete temiz bir zemin oluşturulmaya başlanmıştır. Ne var ki, şirketler ve
bankalar dış borçlarını ödemede acze düşmüş ve bu borçlar 4 yıl ve daha fazla
bir süre için yeniden yapılandırılmıştır. Endonezya’ya yatırım yapanlar, bu nedenle ciddi zararlara uğramıştır. Borçların yeniden yapılandırılması sayesinde,
cari işlemler ve ödemeler dengesi sorunu bulunmamaktadır.
Endonezya IMF programına sadık kalmaya çalışmış; parasal tabanı kontrol
altında tutmuş, kamu harcamalarını artırmamış, üretken olmayan sektörel
sübvansiyonları kısmıştır. Bütün yapılanlar parayı istikrarlı tutmak içindir.
İthalat çok az olduğu için ticaret fazlası, borç ödenmediği için de cari işlemler
fazlası ortaya çıkmaktadır. Ancak bu ortamın ülke için sonucu, görece düşük
yatırım ve düşük büyüme oranlarıdır.” 113
1.2.1 1997 Endonezya Ekonomik Krizinin Nedenleri ve Oluşumu
Endonezya ekonomik krizi Güneydoğu Asya krizi kapsamında birçok iktisatçı ve düşünür tarafından incelenmiş ve modeller geliştirilmiştir. Bunun
112 Culp, Christopher L., Hanke, Steve H. ve Miller, Merton, “The Case for an Indonesian Currency Board”, Journal of Applied Corporate Finance, Kış, ss: 57-65, 1999; http://
worldbank.org/wbi/edimp/eastasia; Paul Krugman, özel internet sitesi, www.pcarchive.org; Henry Rosen, Behind East Asian Growth: The Political and Social Foundations of
Prosperity, 1988; Robert Zoellick, “A Larger Plan for Asia”, Washington Post, 6 Ocak 1998.
113 Toprak, M., a.g.m.
78
Endonezya ekonomik krizi Güneydoğu Asya krizi kapsamında birçok
iktisatçı ve düşünür tarafından incelenmiş ve modeller geliştirilmiştir. Bunun yanı
sıra bu krizin diğer krizlerle karşılaştırmaları yapılmıştır. Bu konuda krizin
yanı sıra bu krizin diğer krizlerle karşılaştırmaları yapılmıştır. Bu konuda
nedenleri üzerine Öksüz’e göre: “ Ekonomik kriz sebepleri olarak
krizin nedenleri üzerine Öksüz’e göre: “ Ekonomik kriz sebepleri olarak
113
Toprak, M., a.g.m.
gibi sorunlar belirtilebilir.” 114
gibi sorunlar belirtilebilir.” 114
63
Bu gibi ekonomik sorunların dışında 1997 Temmuz ayında Tayland’ın
Budevalüasyon
gibi ekonomik
dışında
1997 Temmuz
Tayland’ın
kararı sorunların
ise krizi başlatmış
ve yayılma
etkisi ile ayında
diğer ülkelerde
etkileridevalüasyon
kararı“Gerek
ise krizi
etkisiiçinde
ile diğer
ülkelerde
etkileri
görülmüştür.
bubaşlatmış
ülkelerin ve
dış yayılma
ticaret hacmi
bölgesel
ticaretin
görülmüştür.
“Gerek
bu ülkelerin
dış ticaret
hacmi
içinde milli
bölgesel
ticaretin
payının yüksek
olmasının,
gerekse ihracatın
bölge
ülkelerinin
gelirinde
payının
gerekse
ülkelerinin
milli
gelirinyüksek yüksek
bir payaolmasının,
sahip olmasının
reel ihracatın
kurlardaki bölge
aşırı bir
değerlenmeyi
kabul
deetmemesi
yüksek bir
payadiğer
sahip
olmasının
bir değerlenmeyi
sonucu
bölge
ülkelerinireel
de kurlardaki
devalüasyonaaşırı
zorlamıştır.
Kriz,
kabul
etmemesi sonucu diğer bölge ülkelerini de devalüasyona zorlamışTayland’ın devalüasyon kararından üç ay sonra, 1997 Ekim’inde Endonezya’ya
tır. Kriz, Tayland’ın devalüasyon kararından üç ay sonra, 1997 Ekim’insıçramış ve kur rejimi olarak bir bant sistemi uygulayan Endonezya’yı yaklaşık
de Endonezya’ya sıçramış ve kur rejimi olarak bir bant sistemi uygulayan
olarak yüzde 40’lık bir devalüasyon kararı almaya itmiştir.
Endonezya’yı yaklaşık olarak yüzde 40’lık bir devalüasyon kararı almaya
itmiştir.
Endonezya ekonomisi, krizden önceki yıllarda ortalama yüzde 7 civarında
seyreden güçlü bir büyüme performansı göstermiştir. Bu performans, büyük
114 Öksüz, Suat, Doğu Asya Mucize’sinin ve Krizin Bugünü Türkiye için Bazı ÇıkarımGSYİH’nın
yüzde
ulaşan ihracattan ve yoğun dış kaynak
lar,ölçüde
Eğe Akademik
Bakış,
Cilt 1,30-35’ine
Sayı 1, 2001.
kullanımından kaynaklanmaktadır.
79
Yüksek ihracat oranlarına rağmen, 1991’den beri reel kurun değer
kazanmasına bağlı olarak ithalat da hızla artmış ve ülke GSYİH’nın yüzde 5’ine
Endonezya ekonomisi, krizden önceki yıllarda ortalama yüzde 7 civarında
seyreden güçlü bir büyüme performansı göstermiştir. Bu performans, büyük
ölçüde GSYİH’nın yüzde 30-35’ine ulaşan ihracattan ve yoğun dış kaynak
kullanımından kaynaklanmaktadır.
Yüksek ihracat oranlarına rağmen, 1991’den beri reel kurun değer kazanmasına bağlı olarak ithalat da hızla artmış ve ülke GSYİH’nın yüzde 5’ine ulaşan
ölçüde cari işlemler açığı vermiştir. Bu cari açık, kısa vadeli sermaye hareketleri ile kapatılmakta ve uluslararası rezervler artmıştır.
Kısaca, devalüasyon gerçekleştiği sırada Endonezya ekonomisi, hızlı ve sürekli bir büyüme süreci yakalamış, önemli ölçekte bir kamu maliyesi ve /
veya borç stoku bulunmayan (1996 sonu itibariyle toplam iç ve dış borcun
milli gelire oranı yüzde 24’tür) bir ekonomi görüntüsü çizmektedir. Bununla
beraber, esas sıkıntı finans sektöründe birikmiş ve krizin en önemli etkileri
de bu sektörde hissedilmiştir.
1988-1996 arasındaki dönemde bankacılık sektöründe banka sayısı, şube sayısı, personel sayısı ve banka bilançolarının milli gelire oranı büyük bir hızla
artmıştır. 1992’de sistemin toplam aktiflerinin milli gelire olan oranı yüzde
30.8 düzeyindeyken; 1996’da bu oran yüzde 55.4’e yükselmiştir. Benzer şekilde banka sayısı da 1988-1991 döneminde 101’den 182’ye, özel bankaların
şube sayısı da aynı dönemde beş katı bir artışla 559’dan 2639’a yükselmiştir.
Bankacılık sektöründeki bu hızlı genişlemeye iyi yönetişim ile gözetim ve
denetim faaliyetlerinde benzer bir artış eşlik etmemiştir. Dolayısı ile 1997
Ekim’ine gelindiğinde bankacılık sektörü hızlı ve kontrolsüz bir şekilde büyümüş, yüksek düzeyde risk almış, sermaye yapısı zayıf ve yeterli gözetim
ve denetime tabi olmayan bir sektör görünümünde olmuştur.
Yukarıda sayılan unsurlar dışında ayrıca bankacılık sektörünün mülkiyetle
ilgili sorunları da söz konusu olmuştur. Her şeyden önce, özel banka ve şube
sayısındaki hızlı artışa rağmen, sektörde konsantrasyon yüksek kalmıştı.
80
Krizden bir önceki yılda (1996) ilk on banka toplam aktiflerin yüzde 68’ine
sahipti.
Ayrıca, kamu bankaları ve aralarında büyük ölçeklilerin de bulunduğu bazı
özel bankalar siyasi baskıya son derece açıktı ve kredilendirme politikaları
siyasi müdahalelerden etkilenmiştir.
Yukarıda sayılan nedenlerden dolayı, finansal krizin bankacılık sistemi üzerindeki etkisi de büyük olmuş ve çok sayıda bankanın kapatılması ve/veya
birleştirilmesi ile sonuçlanan bir süreç yaşanmış; bu süreçte zaman zaman
bankalara hücumlar da görülmüştür.”115
1.2.2 1997 Endonezya Ekonomik Krizinin Etkileri
Bu çalışmada Koyuncu ve Şenses’e116 ait eserden Endonezya ekonomik krizinin sosyoekonomik sonuçları üzerine yararlanılmıştır. Koyuncu ve Şenses
eserlerinde gelir dağılımı ve yoksulluk üzerine de krizin etkilerine belirtmişlerdir.
1.2.2.1 İşgücü Piyasası
Ekonomik krizin işgücü piyasası üzerindeki etkisi beklenenden daha düşük
çıktı. İşsizlik oranı 1997’de % 4.7 iken 1998’de sadece 0.7 puanlık bir artışla
%5.4’e çıktı. Manning’e117 göre, bu zayıf etki ülkenin işgücü piyasasının esnek
yapısından kaynaklanmaktadır. Bu esnek yapının iki ayağı vardır. Birincisi,
ülkedeki tek sendikanın hükümet kontrolünde olması ve 1990’lar boyunca
etkinlikleri artmış olsa da iş güvenliği düzenlemelerinin tam anlamıyla uy115 İnan, Alpan, Finansal Krizler, Serbest Kur ve Ekonomik Büyüme, Bankacılar Dergisi,
Sayı 42,2002.
116 Koyuncu, M. ve Şenses F., a.g.m.
117 Manning, C., “Labour Market Adjustment to Indonesia’s Economic Crisis: Context,
Trends and Implications”, Bulletin of Indonesian Economic Studies, (36), No. 1, s. 105-136,
2000.
81
gulanmamasıdır. İkincisi, 1997 yılında toplam işgücünün sadece %30’unun
ücretli/formel emek kategorisinde olmasıdır. Ayrıca, istihdamın sadece
%13’ü imalât sanayisindeyken bu oran tarım için %40’tır. Bu yapı sonucunda kriz, 1998 yılında, işsizliğin artmasına değil, reel ücretlerin –%32 oranında– düşmesine ve istihdamın tarıma ve enformel sektöre kaymasına neden
olmuştur. 1999 yılında, ülke hâlâ krizin etkisinden tam olarak kurtulamamış
durumdayken işsizlik 0.9 puanlık bir artışla %6.3’e ulaşırken, istihdam ve
ücret göstergelerinde hafif de olsa kimi düzelmeler görülmüştür. 118
Tablo 8: Endonezya: İşgücü Piyasası Göstergeleri, 1997-1999119
1997
1998
1999
4.7
5.4
6.3
Tarım İstihdam Endeksi
100.0
113.1
110.9
Sanayi İstihdam Endeksi
100.0
87.6
97.3
Formel Emek İstihdam
Endeksi
100.0
94.5
96.4
Enformel Emek İstihdam
Endeksi
100.0
106.8
107.8
Reel Ücret Endeksi*
99.5
68.0
75.2
İşsizlik Oranı (%)
1.2.2.2 Gelir Dağılımı ve Yoksulluk
Kriz sonrasında yoksulluk oranı %19’dan %37’ye yükselerek, neredeyse iki
katına çıkarken, gelir eşitsizliğinin azaldığı gözlenmiştir. Tjiptoherijanto ve
Remi120 gelir dağılımdaki bu düzelmeyi iki nedene bağlamaktadır.
118 Koyuncu, M. ve Şenses F., a.g.m.
119 IMF, Indonesia: Selected Issues, IMF Country Report No. 02/154, Washington, D.C.:
IMF, 2002. *: İmalat Sanayi için
120 Tjiptoherijanto, P. ve Remi, S. S., “Poverty and Inequality in Indonesia: Trends and
Programs”, Paper presented at International Conference on the Chinese Economy, Beijing, 2001.
82
Birinci neden, krizin daha yüksek gelir seviyesindeki kesimlerin yer aldığı
modern/formel sektörü geleneksel/enformel sektöre göre daha çok etkilemiş olmasıdır. İkinci neden ise, gelir dağılımına ilişkin hesaplamaların tüketim harcamaları esasına göre yapılmasıyla ilişkilidir. Yoksul kesimler zaten
çok düşük seviyede olan tüketimlerini kriz sonrasında daha fazla azaltamazken daha zengin kesimler tüketim seviyelerini kriz sonrası şartlarla uyumlu
olarak azaltmışlardır. Öte yandan, Dhanani ve Islam121 nominal bazlı gelir
dağılımı yerine enflasyon düzeltmesi yapılmış gelir dağılımının özellikle kırsal kesimde ters yönde sonuç verdiğini iddia etmektedir.
Tablo 9: Gelir Dağılımı ve Yoksulluk Göstergeleri,
Endonezya, 1996-1999122
Şubat 96
Eylül 98
Gini Katsayısı
0.36
0.32
Yoksulluk Oranı(%)*
19.2
37.2
Aralık 98 Şubat 99
Ağustos
99
0.33
24.2
22.9
18.2
Yoksulluğun Şiddeti(P2)
Kentsel
0.85
1.27
0.93
0.74
Kırsal
1.06
1.48
1.18
1.17
*: Ulusal yoksulluk çizgisine göre, kafasayım oranı
Tablo 9’daki yoksulluk göstergeleri incelendiğinde, krizin ilk etkisiyle yoksulluk oranının ve şiddetinin ciddî bir artış gösterdiği, sonrasında, 1999 yılının Ağustos ayı itibariyle bu göstergelerin kayda değer ölçüde bir iyileşme göstererek yaklaşık olarak kriz öncesi seviyelerine doğru bir eğilim içine
121 Dhanani S. ve Islam, I., “Poverty, Inequality and Social Protection: Lessons from the
Indonesian Crisis”, UNDP/United Nations Support Facility for Indonesia Recovery (UNSFIR)
Working Paper 00/01, Jakarta: UNDP, 2000.
122 Dhanani S. ve Islam, a.g.m
83
girdikleri görülmektedir. Dhanani ve Islam’a123 göre, bu gelişmenin ardında iki etmen vardır. Birinci etmen fiyatların kriz boyunca izlediği rotadır.
Krizin başlangıcından 1999 yılına kadar yüksek oranda seyreden enflasyon,
bu yılın başından itibaren kontrol altına alınmıştır. İkinci etmen ise, hükümetin yoksulluğu azaltmaya yönelik sosyal güvenlik ağı önlemlerinin 1998
yılı sonlarında etkisini göstermeye başlamasıdır. Bu iki etmenin sonucunda
Şubat 1996’da %19.2 olan yoksulluk oranı, Eylül 1998’de %37.2’e ulaştıktan
sonra hızlı bir şekilde düşmüş, Ağustos 1999’da %18.2’ye kadar gerilemiştir.
Yoksulluğun şiddetini, yoksul fertlerin gelirlerinin yoksulluk sınırına olan
uzaklığının karesini alarak ölçen P2 endeksi124 de gerek kentsel gerekse kırsal
alanlar için benzer bir eğilim göstermiş ve hızlı bir artış döneminden sonra
düşme eğilimi içine girmiştir. Öte yandan, Şubat 1996’dan Aralık 1998’e kadar kentler için %78, kırsal alanlar için %54 oranında artan endeks, krizin bu
dönemde yoksul kesimler üzerindeki etkisinin büyüklüğünü göstermektedir. Kentsel alanlara ilişkin endeksin 1999 yılında kriz öncesindeki düzeyine
dönmesi, buna karşılık kırsal alanlara ilişkin endeksin aynı yıl 1996 yılındaki
düzeyinin üstünde kalmış olması krizin kırsal kesimdeki yoksullar üzerinde
daha kalıcı bir etki yaptığını göstermektedir.
1.2.2.3 Eğitim ve Sağlık
Eğitim ve sağlık harcamalarının GSMH ve konsolide bütçe içindeki paylarında kriz döneminde önemli bir değişiklik gözlenmemiştir. Eğitim harcamalarının GSMH içindeki payı 1997’de %2.8’den 1998’de %2.9’a yükselmiş,
konsolide bütçe içindeki payı ise aynı dönemde %15.7’den %14.1’e gerilemiştir. Yine aynı dönemde sağlık harcamalarının GSMH payı %0.6’dan %0.5’e düşerken, konsolide bütçe harcamaları içindeki payı %3.1’den %3.5’e çıkmıştır.
123 Dhanani S. ve Islam, a.g.m
124 Foster, Greer ve Thorbecke tarafından geliştirilen endeks FGT (α=2) olarak da bilinir.
Ayrıntı için bkz. Foster, Greer ve Thorbecke (1984).
84
Tablo 10: Endonezya: Eğitim ve Sağlık Harcamaları, 1996-1999125
1996
1997
1998
1999
Eğitim Harcamaları/GSMH (%)
2.8
2.8
2.9
…
Eğitim Harcamaları/Konsolide Bütçe
Harcamaları (%)
15.4
15.7
14.1
…
Sağlık Harcamaları/GSMH (%)
0.5
0.6
0.5
0.7
Sağlık Harcamaları/Konsolide Bütçe
Harcamaları (%)
3.0
3.1
3.5
3.5
Krizin eğitim ve sağlık göstergelerine yansıması da sınırlı olmuştur. Örneğin, ilköğretim düzeyindeki net okullaşma oranı 1998 yılında bir önceki yıla
göre sadece 0.2 puan, ortaöğretim düzeyinde ise 0.7 puan azalmıştır.126 Burada dikkate alınması gereken önemli bir nokta, krizin düşük gelir gruplarını
daha çok etkilemiş olmasıdır.127 Çocukların ilköğretimde okulu bırakma oranı nüfusun en yüksek gelirli dörtte birlik kesiminde 1997 yılında %0.6’dan
bir sonraki yılda %1.6’ya yükselirken bu oran aynı dönemde en düşük gelirli
dörtte birlik kesim için büyük bir artış göstererek %1.3’ten %6.2’ye çıkmıştır. Öte yandan, krizin, 15 yaş altındaki çocukların koruyucu sağlık hizmeti
sunan klinikleri daha az ziyaret etmeye başlaması dışında, çocukların genel
sağlık durumu ve sağlık hizmetlerinin kalitesinde önemli bir değişikliğe yol
açmadığı gözlenmiştir.128
125 Lanjouw, P., Pradhan M., Saadah F., Sayed H. ve Sparrow, R., Poverty Education, and
Health in Indonesia, World Bank Policy Research Working Paper 2739, Washington, D.C.:
World Bank, 2001.
126 Koyuncu, M., Social Policy as a Missing Component in Post-Crisis Programs of Bretton Woods Institutions: A Comparative Analysis of the Experiences of Argentina, Indonesia and Turkey, yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2004.
127 Frankenberg, E., Beegle, K., Thomas, D. ve Suriastini, W., Health, Education and the Economic Crisis in Indonesia, RAND Working Paper, Santa Monica, USA: RAND Cooperation,
1999.
128 Frankenberg, E., Beegle, K., Thomas, D. ve Suriastini, W., a.g.m.
85
1.2.3 1997 Endonezya Ekonomik Krizi sonrası Yoksulluğu
Önleyici Politikalar
Endonezya’da yaşanan krizin önemli bir özelliği, krizin olumsuz sosyoekonomik etkilerinden yoksul kesimleri korumak amacıyla hükümet tarafından
uygulamaya konan önlemler paketidir. Bu paketi oluşturan ve sosyal güvenlik ağı (SGA) olarak adlandırılan bu programlar ağırlıkla beslenme, istihdam,
eğitim ve sağlık alanlarını kapsadı.
Tablo 11: Endonezya: Sosyal Güvenlik Ağı Programları129
Güvenlik Ağı Alanı
Programlar
Gıda
Seçilmiş yoksul hane halklarına sübvansiyonlu fiyatlardan pirinç
satışı
İstihdam
Emek-yoğun kamu projelerinde çalışma olanağı
Eğitim
Seçilmiş yoksul öğrencilere burs ve yoksul bölgelerdeki okullara yardım
Sağlık
Sağlık hizmetlerinin sübvansiyonu ve hamile kadınlara ve
çocuklarına gıda yardımı
Bu programlara 1998 yılı bütçesinden sağlık harcamalarına ayrılan payın
dahi üstünde bir oranda, %5.6’lık bir pay ayrılmış olması hükümetin bu
konuya verdiği önemin bir göstergesidir. SGA programlarının en önemlisi
yoksul hane halklarının, Endonezya toplumunun temel besin maddesi olan
pirinci piyasa fiyatının dörtte birine almalarını sağlayan gıda programıydı. Bu program, kendi başına 1998 yılındaki tüm güvenlik ağı harcamalarının %37’sini oluşturdu ve yoksulların yarısından fazlasına, tüm nüfusun
ise %40’ına ulaştı.130 Öte yandan, Dhanani ve Islam’ın131 tahminlerine göre
bu program sonucunda nüfusun %7-12 arasındaki bir kesimi yoksulluk sı129 Sumarto, S., Suryahadi A. ve Widyanti, W. , “Design and Implementation of Indonesian Social Safety Net Programs”, The Developing Economies, (XL), 1, s. 3-31., 2002.
130 Sumarto, S., Suryahadi A. ve Widyanti, W, a.g.e.
131 Dhanani S. ve Islam, a.g.m
86
nırının altına düşmekten kurtuldu. Gıda dışındaki SGA programları, gerek
ulaştıkları nüfus oranı, gerekse her bir hanehalkının gelirine yaptıkları katkı
açısından gıda programının gerisinde kaldı. Buna karşın, güvenlik ağı önlemlerinin genel olarak krizin yoksul kesimler üzerindeki etkisini azaltma
konusunda kısa sürede önemli bir başarı kazandığı gözlendi.132
SGA paketinin başarısının yanında dikkat çekici bir diğer özelliği ise bu önlemlerin uygulamaya konmasına yol açan etmenlerdir. Güvenlik ağı programları krizin patlak verdiği dönem olan 1997 yılının ortalarında değil de,
yaklaşık bir yıl sonra, 1998 yılı Mayıs ayında uygulamaya konmuştur. Arada
geçen sürede ülke, krizden kaynaklanan isyanlara ve toplumsal şiddet olaylarına sahne olmuş, 1000’in üzerinde insanın yaşamını kaybettiği ciddî bir
sosyal patlama yaşamıştır. Bu olayların sonucunda 30 yılı aşkın bir süredir
ülkeyi yöneten Suharto istifa etmek zorunda kalmış, ardından kurulan yeni
hükümet ise bu SGA paketini uygulamaya koymuştur. Pritchett, Sumarto ve
Suryahadi133 durumu şöyle özetlemiştir: “SGA programları kelimenin tam
anlamıyla yanan binaların gölgesinde, protesto gösterileri dışarıda hâlâ sürerken oluşturulmuştur. Bu yüzden, programların arkasında siyasal destek
sağlama isteği yatmaktadır.” Bu durum, güvenlik ağı programlarının büyük
ölçüde toplumun krize ve krizin olumsuz etkilerine verdiği tepkilerden kaynaklandığını göstermektedir.
Bu bağlamda dikkate alınması gereken bir diğer etmen, krizin başlangıcından itibaren Endonezya hükümetiyle yakın ilişki içinde olan ve kriz sonrasında uygulamaya konan istikrar ve yapısal uyum programlarının tasarımında önemli bir rol oynayan Bretton Woods kuruluşlarının tutumudur. IMF,
krizin başından Ocak 1998’e kadar geçen sürede Endonezya’daki duruma ve
uygulanan istikrar programına ilişkin olarak yaptığı basın açıklamalarında134
132 Dhanani S. ve Islam, a.g.m
133 Pritchett, L., Sumarto, S., ve Suryahadi, A., “Targeted Programs in an Economic Crisis:
Empirical Findings from the Experience of Indonesia”, Social Monitoring and Early Response Unit (SMERU) Working Paper, Jakarta: SMERU, 2003.
134 IMF’nin Endonezya ile ilgili yaptığı tüm açıklamalara http://www.imf.org/external/
country/idn/index. htm?type=9998#6 adresinden erişilebilir.
87
ne krizin olumsuz sosyoekonomik etkilerinden, ne de bu etkilere karşı alınabilecek önlemlerden bahsetmiştir. Toplumsal tepkilerin tırmandığı Ocak
ayında yapılan açıklamada ise, Endonezya hükümetinin bütçe kaynaklarından bir bölümünü krizin düşük gelirliler üzerindeki etkisini azaltmak için
kullanmak istemesi durumunda, IMF’nin bunu onaylayacağı belirtilmiştir.
Kriz sonrasında tüm harcamalarını zaten kısmış bir hükümetin bunu yapmasının güçlükleri düşünüldüğünde, yoksul kesimlerin yaralarını sarmanın
IMF için öncelik taşımadığı anlaşılmaktadır. Öte yandan, yeni hükümetin
güvenlik ağı önlemlerini açıklamasıyla IMF’nin tutumunda belirgin bir değişiklik gözlenmiştir. Bu dönemde yapılan açıklamada IMF’nin, hükümetin
yoksulları korumaya yönelik yeni kararlarını sevinçle karşıladığı ve bu amaç
doğrultusunda bütçe açığının artması gerekliliğinin kurum tarafından da kabul edildiği belirtilmiştir. Açıklamaların akışından, IMF’nin tutumundaki bu
değişikliğin ülkede yaşanan sosyal patlamadan ve yeni hükümetin önceliklerinin Suharto dönemindekinden farklı olmasından kaynaklandığı söylenebilir.
Dünya Bankası’nın tutumu ise SGA programlarına verdiği geç destekle ortaya çıkmaktadır. Krizin başlangıcından bir yıl sonra, 1998’in Mayıs ayında
uygulamaya konan programlara Dünya Bankası ancak ertesi yıl, yani 1999’ın
ortasında finansal destek vermeye başlamıştır.135 Verilen kredi miktarı ise sadece 600 milyon dolarla sınırlı kalmıştır. Yoksul insan sayısının 1999 yılında
37.5 milyona ulaştığı dikkate alındığında verilen desteğin yoksul kişi başına
16 dolardan ibaret olduğu ortaya çıkmaktadır. Krizin ortaya çıkmasından iki
yıl sonra ve çok düşük miktarda verilen bu destek, Dünya Bankası’nın bu
ülkedeki yoksulluğa ilişkin duyarlılığı konusunda kuşkular yaratacak niteliktedir.
135 World Bank, Indonesia–Social Safety Net Adjustment Loan, Report No. PID7400, Washington, D.C.: World Bank,1999.
88
Arjantin hükümetinin uyguladığı bu program, Endonezya’da 1997 krizinden
sonra uygulanan sosyal güvenlik ağı programlarıyla karşılaştırıldığında, ilk
bakışta göze çarpan husus programın daha hızlı hayata geçirilmiş olmasıdır. Sosyal yardım programı krizin patlak vermesinden birkaç ay sonra, Nisan 2002’de kamuoyuna açıklanmıştır. Konuyla ilgili ayrıntılı bir değerlendirme bu çalışmanın sınırlarını aşsa da, ekonomik kriz ortamında 2002 yılı
başında yeni bir hükümetin iş başına gelmiş olmasının bu bağlamda etkili
olduğu söylenebilir. 2002 yılının ilk aylarında zirveye ulaşan ve dünya kamuoyuna da geniş bir biçimde yansıyan toplumsal tepkiler, yeni hükümetin, Endonezya’da benzer tepkiler ertesinde iş başına gelen hükümetinkine
benzer bir tutum takınarak, krizin sosyoekonomik etkilerine duyarlı bir tutum sergilemesinde etkili bir rol oynamış olabilir. Öte yandan, Arjantin programı ayrılan fon miktarı ve ulaşılan kişi açısından Endonezya programının
gerisinde kalmıştır. Toplam yoksul sayısının 21 milyon, yoksulluk oranının
da %55’e ulaştığı bir dönemde bu amaç için ayrılan kaynakların yetersizliği
Arjantin hükümetinin konuya duyarlılığı konusunda ciddî kuşkular yaratmaktadır. Hükümetin bu tutumu toplumsal tepkilerin dinmesini amaçlayan
kısa erimli bir duyarlılık izlenimi vermektedir. Konunun kısa süre sonra toplumsal gündemde, geri plândaki eski konumuna itilmiş olması bu gözlemi
doğrular niteliktedir.
Bretton Woods kuruluşlarının konuya yaklaşımı da Endonezya örneğiyle benzerlikler göstermektedir. IMF, yeni hükümet sosyal yardım konusunu ele alana kadar krizin olumsuz sosyoekonomik etkileriyle ilgilenmemiş,
sonrasında ise sosyal yardım programını onaylamıştır. Dünya Bankası ise,
Endonezya’da olduğu gibi sosyal yardım programlarının uygulamaya konmasından daha sonra –2003 yılı başında– programları 600 milyon dolarlık bir
krediyle desteklemiştir.
2. 2000 Kasım ve 2001 Şubat Türkiye Krizleri
2.1 1929 Buhranı Sonrası Türkiye’de görülen Krizler
Türkiye özellikle 20. yüzyılla birlikte başlayan küresel krizlerden ülkenin dışa
89
açıklığı, ülke ekonomisinin durumu, ülkenin siyasi durumu gibi etkenlerin
seviyesine bağlı olarak etkilenmiştir. Bu açıdan Türkiye örneğini açıklarken
2000 Kasım ve 2001 şubat krizleri detaylıca incelenecektir. Bununla birlikte
20. yüzyılda Türkiye’nin yaşamış olduğu krizlere de kısaca değinilecektir.
Bu açıdan yıllar itibariyle Türkiye’nin yaşamış olduğu krizler şu şekildedir:
1929 KRİZİ-İLK KRİZ 136
Türkiye Cumhuriyeti, ekonomik krizle ilk kez 1929 yılında tanıştı. 1929’da
bütün dünyada büyük bir ekonomik bunalım patladı. Buna Türkiye ekonomisinin kendi sıkıntıları ve ilk taksitinin ödenmesi gereken Osmanlı borçları
da eklenince ciddi bir “kambiyo krizi” yaşandı. Türk parasının değeri düştü.
1948 KRİZİ
İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı 1944 yılında bütçe açık vermeye başladı.
Savaş, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ekonominin dengeleri sarstı. Türkiye devalüasyonla da bu dönemde tanıştı. 1946 yılında, bütçe fazla
vermesine rağmen ihracatı artırmak için devalüasyona gidildi. Ancak hedefe
ulaşılamadı.
1954 KRİZİ
Dış sermayeye açılma ve serbest piyasa ekonomisine geçiş dönemi 1950-1954
yıllarında başladı. 1951 yılında bütçe açık vermeye başladı ve bu durum
1963’e kadar 12 yıl boyunca devam etti. Kore Savaşı nedeniyle dünya piyasasında hammadde fiyatlarını fırlattı. Kredili ithalat uygulamasına geçildi.
Bunun sonucunda ticari nitelikli dış borçlar ödenemez hale geldi. Dış borç
yükü ve kamu açıkları arttı. Plansız yatırımların da etkisiyle enflasyon yüzde
20’lere fırladı ve Türkiye ekonomisi krize girdi.
136 Ankara Ticaret Odası, ATO’DAN “Krizler Tarihi Raporu, Ankara 17/04/2005, http://
www.atonet. org.tr/yeni/index.php?p=276&l=1, (10/10/2008)
90
1958 KRİZİ
1950’li yıllarda uygulanan dışarıdan sermaye ithaline ayarlanmış serbestleşme programı 1958 krizini hazırladı. 1958’e gelindiğinde Türkiye’nin günü
gelmiş 256 milyon dolar tutarında dış borcu ve de kucağında bir “kambiyo
krizi” bulunuyordu. Ağustos ayında Türkiye IMF ile bir istikrar programı
uygulamayı kabul etti. Devalüasyona gidildi. Dış ticaret açığı büyüdü.1958
yılında 55.3 milyon dolar olan bütçe açığı 1959’da 266.7 milyon dolara yükseldi.Türkiye 1959 yılında hayat pahalılığında Brezilya’dan sonra dünya
ikincisi idi.
1969 KRİZİ
1969’da Türkiye hafif bir krizle sarsıldı. IMF programı yürürlüğe kondu.
Türk parası devalüe edildi. 1971’de darbe yapıldı.
1974 BİRİNCİ PETROL KRİZİ
1974 yılında petrol fiyatlarının patlayarak 4 katına çıkması Türkiye ekonomisini olumsuz etkiledi. Aynı yıl Kıbrıs Barış Harekatı ile birlikte batılı ülkelerin üstü örtülü ekonomik ambargosu başladı. Petrol fiyatlarındaki artış
ithal edilen sanayi ürünlerinin fiyatlarını da tırmandırdı. Bütün dünya petrol
tasarrufuna yönelirken Türkiye petrole sübvansiyon vererek tüketimi patlattı. Dış ticaret açığı korkunç şekilde artış gösterdi. 769 milyon dolardan önce
2.3 milyar dolara fırladı. Türkiye o yıl 303 milyon dolarla rekor bir bütçe açığı
verdi. Turizm ve işçi gelirleri düştü. İstihdam sorunu büyüdü. Türkiye yeni
bir darboğazın eşiğine geldi.
1978 KRİZİ
Dönemin hükümetleri düşük faizli kredileri hiç ödenmeyecekmiş gibi alıp
kullandılar. Önemli miktarlarını da har vurup harman savurdular. Bu borçlar bir yandan tüketimi ve ithalatı pompalarken bir yandan da sabit yatırım91
ları ve buna bağlı ithalatı pompaladı. Yurtdışına indirimli kürk satışlarına
geziler, otomobil fabrikaları önünde uzayan kuyruklar, onlarca değişik marka traktör ithalatı, gelişigüzel devlet sübvansiyonları bu borçlarla karşılandı.
1970 yılında 1.8 milyar dolar olan borcumuz , 1977 yılında 10 milyar dolara
çıktı. 1978 yılında kısa vadeli borçların toplam borç içindeki payı yüzde 52’ye
ulaştı. 1978’de kriz patladı.
1979-1980 İKİNCİ PETROL KRİZİ
OPEC üyeleri petrol fiyatını 1979 ve 1980’de ikinci kez yüzde 150 oranında artırdı. Bu şok Türkiye’yi yoğun ekonomik kriz yaşarken yakaladı. İşsizlik oranı yüzde 20’lere yaklaştı. Enflasyon yüzde 63.9’a yükseldi. 1979-1980 petrol
krizi, halkı 1974 petrol krizinden daha fazla etkiledi. Pek çok temel tüketim
maddesi karaborsaya düştü. Benzin, tüp, ampul bulunamıyordu. Hükümet
enflasyonu kontrol altına almak, dış kaynak açığını kapatmak ve ekonomiyi
yeniden işler hale getirmek için ünlü “24 Ocak kararları”nı yürürlüğe koydu.
24 Ocak kararlarıyla birlikte TL % 48,6 oranında devalüe edildi.
1986 KRİZİ
Darbenin ardından 24 Ocak kararları yürürlüğe kondu. Alınan tedbirler sonucunda 1978’de 2.3 milyar dolar olan ihracat 1983’te 5.7 milyar dolara çıktı.
Anılan yıl dış ticaret açığı 3.6 milyar dolar, bütçe açığı ise 2.5 milyar dolar olarak gerçekleşti. Bütçe açığının ulaştığı rakam, bir önceki yıla göre yüzde 150
artışı işaret ediyordu. 1986 yılında kamu harcamalarının artması nedeniyle
ekonomik dengesizlik yaşandı ve devalüasyon yapıldı.
1988-1989 KRİZİ
Kamu açıklarındaki artış ve mali piyasalardaki dalgalanma sonucunda faizler yükseldi. Döviz rezervi azaldı. 1989 yılına gelindiğinde Türkiye dışa açık
serbest piyasa ekonomilerinden biri oldu. İstikrar politikaları uygulanırken
ortalama 17.4 milyar dolar olan dış borç stoku, 1989 yılında 41.7, 1990 yılında
92
ise 49 milyar dolara çıktı. Kısa vadeli borçlar, toplam borçların yüzde 19’unu
buldu. Ticari bankaların döviz açığı büyüdü. Stagflasyon sürecine girildi. Dış
ticaret açığı 1990 yılında 9.3 milyar dolara ulaştı. Türkiye yeniden krize girdi.
Türkiye’de 1991, 1994 ve 1999 yıllarında üst üste krizler yaşadı. 1994 ve 2001
krizleri karakteristik olarak diğerlerinden farklıydı. Krizler bankacılık sektörünü vurdu ve çok sayıda bankanın faaliyetleri durduruldu.
1991 FİNANSAL KRİZİ
1991 krizini Körfez krizi tetikledi. 1990 yılında toplam sermaye girişi 4 milyar
dolar oldu. Bunun 3 milyar doları kısa vadeli idi. Dış borç stoku 8 milyara dolara yakın artış gösterirken kısa vadeli borçlardaki artış 4 milyar dolara yaklaştı. Cari işlemler bilançosu, tarihi bir sıçramayla açığını 2.6 milyar dolara
çıkarmıştı. Büyük çaptaki sermaye girişi TL’yi aşırı değerlendirirken ihracatı
caydırdı, ithalatı pompaladı. 1991’de Körfez krizi çıktı ve Türkiye’yi riskli
bir ülke konumuna getirdi. Sermaye kaçışa geçti. 2.6 milyar doları aşan sermaye kaçışı ekonomiyi durgunluğa soktu. TÜFE yüzde 52.4 artarken TEFE
artışı yüzde 64’e ulaştı. Büyüme hızı yüzde 0.3’e düştü. Kriz etkisini bir yıl
gösterdi.
1994 FİNANSAL KRİZİ
Kısa süreli ama çok şiddetli oldu. Kriz 1993 sonlarında başlayıp 1994’te patladı. İçeride zaten üstüste iki yıldır sürmekte olan temel dengesizliklerin üzerine Avrupa para piyasasındaki kargaşanın eklenmesi krizi tetikledi. Cari açık
da 1 milyar dolardan 6.4 milyar dolara fırladı. Dış borç stoku 12 milyar dolar
artış gösterdi. Kısa vadeli borçlar 18.5 milyar dolara fırlayarak tarihi bir rekor
kırdı. 1994 tam bir felaket yılı oldu. Toplam net sermaye çıkışı 4.2 milyar dolara vardı. Faiz hadleri Hazine bonolarında yüzde 400’ü aşarken TEFE yüzde
121, TÜFE yüzde 106’e yani üç haneli rakamlara sıçradı. GSMH’da yüzde
6’ya varan daralma olurken işsizlik yüzde 20’ye vurdu. Krizde yarım milyon
kişi işinden atıldı..
93
1998-99 KRİZİ
1998’de Asya-Rusya krizi, Türkiye’yi, enflasyonu düşürmek amacıyla harcamaları kıstığı ve istikrar programı uyguladığı sırada yakaladı. Krizi tetikleyen unsur, 6 milyar doları aşan sıcak para çıkışı oldu. Mali kuruluşlar dışında
bütün kesimler yüzde 5-6 daralmaya girdi. GSMH’da yüzde 6.4 düşüş oldu.
TEFE yüzde 63’e fırladı. Reel faizler yüzde 37’ye ulaşarak rekor kırdı. Dış
borç stoku 103 milyar dolara, iç borç stokunun GSMH’ya oranı yüzde 32’ye
çıktı. Faizi yüksek, vadesi kısa borç birikimi 1999 sonunda Hazine’yi iç borçları artık döndüremediği noktaya sürükledi. Aralık 1999’da hükümet IMF ile
stand-by anlaşması imzaladı.
2000 KASIM VE 2001 ŞUBAT KRİZLERİ
Stand-by anlaşmasının ardından 2000 yılında devreye giren istikrar programı büyük çöküşün baş sorumlusuydu. Türkiye döviz kurunun çapaya bağlanmasıyla çıkmaz sokağa girdi. Cari işlemler açığı giderek büyüdü ve yıl sonunda 9.8 milyar dolara çıkarak tarihi bir rekor kırdı. Dolar çapası nedeniyle
toplam kısa vadeli borçlar 28.9 milyar dolara, toplam dış borç stoku 114.3
milyar dolara çıktı. Yabancı bankalar vadesi gelmemiş kredilerini geri çekmeye başlayınca gecelik faizler göklere tırmandı ve Türkiye tarihine “Kara
Çarşamba” olarak geçen 22 Kasım 2000’de para krizi patladı. 13 banka ve çok
sayıda aracı kurum battı. Kasım kriziyle artan faizler ve ödeme güçlüğe düşen bankaların vadesi dolmayan kredileri geri çağırması, iç pazarın daha da
daralması bunda büyük rol oynadı. 19 Şubat’ta Çankaya Köşkü’nde yaşanan
Anayasa kitapçığı tartışması krizi patlattı. 3.5 milyar dolarlık net sermaye
çıkışıyla döviz fiyatları ve faizler tırmanışa geçti. Kriz öncesi 670 bin TL olan
dolar Nisan’da 1 milyon 161 bine tırmandı. IMF programı çökmüştü.
2.2 2001 Türkiye Ekonomik Krizinin Nedenleri ve Oluşumu
Her şeyden önce Türkiye’de yaşanan ve birbirini takip eden iki ekonomik
krizin aslında tek bir kriz sürecinin parçaları olduğunu söyleyebiliriz. İktisat94
çılar arasında da genelde Kasım 2000 krizinden çok “Şubat 2001 krizi” ikisi
için de belirtilmektedir. Bu açıdan, bu kısımda her iki kriz de 2001 ekonomik
krizi olarak isimlendirilecektir.
Türkiye’de 2001 ekonomik krizi üzerine değişik yerli ve yabancı iktisatçılar
ve yazarlar çalışmalarda bulunmuştur. Yay137 ekonomik krizlerin nedenlerini
a) Yapısal ve makroekonomik temellerdeki kökleşmiş/birikmiş sorunlar,
b) Bankacılık kesimine ait sorunlar,
c) Sabit kura dayalı istikrar programının getirdiği ve dışsal etkenlerle de artan ek riskler,
d) Yabancı sermaye girişlerinin ve eksik/yanlış liberalleşmenin yarattığı sorunlar,
e) Politik istikrarsızlıklar olarak belirtmektedir.
Süslü ve Eren ise 2001 Türkiye ekonomik krizini şu sebeplere bağlamıştır.138
a)İzlenilen döviz kuru politikasının güvenilirliğini kazanamaması,
b)Etkin denetimi yapılmayan bankacılık kesiminin sorunları,
c)2000 yılında başlanan dezenflasyon programının güçlendirilememesi,
d)Kısa vadeli sermaye hareketlerinin istikrarsız bir zemin oluşturması.
Bu yazarlar dışında diğer yazarlara ait görüşler, genel sebepler olarak tanımlanabilecek bu sorunlar incelendikten sonra belirtilecektir.
Makroekonomik Temellere Bağlı Sorunlar: “Türkiye 1999 sonunda bir istikrar programına, çok önemli ve kemikleşmiş makro ekonomik ve yapısal
sorunlarla başladı. Bunların başında yirmi beş yıldır yaşanan kronik enflasyon sorunu görünüyorsa da, asıl sorun kamu açıklarını finanse etmekte
1990’lardan beri hızla içine sürüklendiği borçlanma kısır döngüsü geliyordu.
137 Gürkan Yay, G., a.g.m.
138 Eren, A., Süslü, B., a.g.m.
95
Başlangıçta iç borçla finansman, monetizasyon dışında mucizevi ve enflasyon
yaratmayacak bir alet gibi görünse de, ekonomik ve politik belirsizliklerden
dolayı giderek kısa vadeli ve daha yüksek faizli bir iç borçlanmaya dönüşen
sürecin de enflasyonu beslediğini anladık. Türkiye yüksek enflasyonlu, borçlarıyla boğuşan ve istikrarlı olarak büyüyemeyen bir ülke durumundaydı.
1994 Krizi bir ilk sinyaldi. Türkiye’nin aslında, 1995 seçimlerinden hemen
sonra, asıl çapası yapısal reformlar olan ve yasal/ kurumsal altyapıyı oluşturacak; sıkı maliye politikaları ve özenli para/kredi politikaları ile desteklenen, orta vadeli gerçek bir istikrar programını hayata geçirmesi gerekiyordu.
Aslında bu konuda adımlar da atıldı, ama gereken ısrar ve özen gösterilemediği için sorunlar ertelendi. 1999 Programı, bütün sorunları bir bütün halinde, üç yıl içinde ve eşanlı olarak çözmeyi hedefleyen, bunun için kesin ve
ayrıntılı tarihler saptayan ve esas çapası da yarı-sabit bir kur politikası olan
iddialı bir programdı. Ancak bize göre kur çapası bu kadar derin sorunları
taşıyacak kadar güçlü değildi. Ayrıca politik süreç içinde her geciken yasalaşma ve uygulama gecikmesinin, programın altını oyup geciktirmesi ve hedeflere varmayı zorlaştırması kaçınılmazdı.”139
Etkin Denetimi Yapılmayan Bankacılık Kesiminin Sorunları: Kasım ve
Şubat krizleri aslında genel anlamda, zayıf bankacılık sisteminden ve sıcak
paraya aşırı güvenmekten kaynaklanmıştır.140 Bu sebepten dolayıdır ki 2001
ekonomik krizi hem bankacılık hem de para krizidir denilebilir. Bu konunun
daha iyi anlaşılabilmesi için bu kısım daha detaylı incelenecektir.
“Bankacılık kesiminin kriz öncesi dönemde artan temel zayıflıkları şöyle sıralanabilir:
− Bankaların yapısal problemleri giderek artmış, etkin denetimden uzak ve
bankacılık prensipleriyle bağdaşmayan yönetimler yaygınlaşmıştır.
139 Gürkan Yay, G., a.g.m.
140 Molpass, David, v.d., “Crunch Point: Turkey’s Massive Debt”, www.oecd.org,(13-112001),s.2.
96
− Borç temininde vadelerin kısalması, döviz borçlarının artmasına ve aktifpasif kalemlerin vade uyuşmazlıklarına neden olmuştur.
− Artan Konsolide Bütçe açıkları bankaların özel sektöre değil, kamu kesimine kredi veren kurumlar haline gelmesine yol açmıştır. Bilânçoların aktifinde
yer alan DİBS stokları artmıştır.
− Kredi vermede güvenirlilik ve geri dönebilirlik kriterlerinden uzaklaşıldığı
için, bankaların geri dönmeyen kredileri artmıştır.
Özet olarak sayılan hususların daha ayrıntılı olarak incelenmesinin yararlı
olacağı düşünülmektedir.
Bankacılık kesimi etkin bir denetime ve borçlanmada belirli sınırlanmalara
tabi olmadığı için, Birçok banka, özellikle 1994 yılı sonrası kısa vadeli borçlanma politikası izlemeyi tercih etmiştir141. Kısa vadeli borçlanma, bir yandan devletin iç borçlanma ihtiyacını karşılarken, diğer yandan da bankalara
arbitraj olanağı ile kâr sağlamıştır. Ancak bu süreç bankacılık kesiminin açık
pozisyonlarının artması ile sonuçlanmıştır.
Tablo-12’de görüldüğü gibi, 1999 yılında 10 Milyar Doları aşan bankaların
net açık pozisyonları tutarı, 2000 yılının dokuz ayı sonunda 20 Milyar Dolara
ulaşmıştır. Bu gelişme, Türk bankacılık sisteminin kriz öncesi dönemde ne
kadar kırılgan ve hassas bir yapı kazandığını göstermektedir.
141 İnan, E. Alp, “Türk Bankacılık Sektöründe Etkinlik ve Verimlilik” TBB Dergisi Sayı:
34, 2000.
97
Tablo-12 : Türkiye’de Bankaların Açık Pozisyonları (Milyar $)142
Aylar
1998
1999
2000- I
2000 -II
2000- III
2001-I
Oran
-8.4
-13.3
-15.78
-18.18
-20.00
-12.16
Kamu açıklarının bankacılık sektörü tarafından kapatılıyor olması nedeniyle, bankacılık sektörü etkin bir şekilde denetlenememiş, gerekli önlemler ve
yasal düzenlemeler zamanında devreye sokulamamıştır. Bankacılık kesiminin açık pozisyonlarının artmasına karşılık, bu açık pozisyonlar sayesinde
kamunun fonlanması, bu açığa göz yumulmasına yol açmıştır. Üstelik, teorik kısımda da belirtildiği gibi, dışarıdan borçlanma sonucu artan ahlaki
tehlike’nin tedirginlik yaratmaması amacıyla, kısa vadeli yükümlülükleri
devlet garanti altına almıştır. Bu da bankaları daha fazla borçlanmaya ve açık
pozisyonlarını daha da artırmaya yönlendirmiştir.
1990-2000 yılları arasında faiz ve kur dalgalanmalarını azaltan, kurdaki artışı enflasyon oranı kadar tutan, aynı zamanda piyasaları gecelik fonlayan
ve Hazinenin rahat borçlanmasını sağlayan bir politika izlenmişti. Ancak
bu politika bankaları faiz ve kur riski karşısında gerekli tedbirleri almaktan
uzaklaştırmıştır143. Hazinenin iç borçlanmaya gitme zorunluluğu arttıkça,
bankalar, kısa vadeli dış krediyi daha yüksek faizlerle almaya ve bunu risk
pirimi ile beraber Hazineye aktarmaya devam etmişler. Aynı zamanda bu
mekanizma bankaların, tasarruf-yatırım eşitliğini sağlama amacı yerine devlete borç verme amacına yönelik çalışmasına neden oluyordu. Bu mekanizmanın yarattığı avantaj nedeniyle, özel sermayeli ticaret bankası sayısı 1991
yılında 26 iken, 1999 yılında 35’e çıkmıştır144.
142 www.tbb.org,tr , www.tcmb.org,tr (akt. Eren, A., Süslü, B., a.g.m.)
143 Binay, Şükrü, Kürşat Kunder, “Mali Liberaleşmede Merkez Bankasının Rolü”, TCMB Yayını NO:9803, Ankara : 1998.
144 www.tbb.org.tr
98
Ancak kriz ortamında bu avantaj dezavantaja dönüşmüş ve krizin büyümesine neden olmuştur. Çünkü kriz, orta büyüklükteki bankaların düşen faizlere karşı kısa dönemli fonlar ile pozisyon almaları ile başlamış ve Kasım ayı
ortasından itibaren faizlerin yükselmesine sebep olmuştur. Faizlerin artması
bankaların bilânçolarında riskli pozisyonda bulunan tahvillerin değerini düşürmeye başlamıştır. Bu tahviller kısa vadeli borç ile finanse edilmekteydi.
Likidite sıkıntısı içine düşen bankalar hem bu sıkıntıyı atlatmak, hem de az
zararla dönemi kapatmak amacıyla, ellerindeki devlet tahvillerini satmaya
başladılar. Aynı olay piyasa yapıcıları tarafından gerçekleştirilince faizler iyice yükselmiştir. 20 Kasımdan itibaren bankaların likidite sıkışıklığına girdiği
dedikodusu yayılmaya başladı145. Likidite sıkışıklığı gecelik faizlerde çok belirgin bir baskıya neden oldu.
Tablo 13’te görüldüğü gibi gecelik faiz oranları 2000 Nisan ayında % 36 iken,
2000 Kasım ayından itibaren yükselerek % 79 a ulaşmış ve daha sonraki ayda
% 200 e kadar çıkmıştır. Faizlerdeki en hızlı değişim 2000 yılı Kasım ayı sonlarında yaşanmıştır. Bu ayın ilk yarısında O/N faiz oranları % 30 – 50 bandında iken, ayın 15’inde % 80, ayın 22’sinde % 110 olmuştur. Aynı ayın 28’inde
% 184 olan bu oran, 30 Kasım’da % 316’ya yükselmiştir.
145 OECD, Policy Reassesment in Light of The end-2000 Financial Crisis, www.oecd.org.
99
Tablo-13 : Türkiye’de Kriz Öncesi ve Sonrası, Gecelik
İşlemlere
Uygulanan Basit Faiz Oranları (Ağırlıklı Ort.)
146
AYLAR
2000
2001
O/N Faiz Oranları %
Nisan
36.16
Mayıs
41.28
Haziran
42.00
Ağustos
37.57
Eylül
46.20
Ekim
31.41
Kasım
79.45
Aralık
198.95
Ocak
42.16
Şubat
435.99
Mart
81.88
Nisan
80:64
Bankaların temin ettikleri döviz tevdiat hesaplarıyla sendikasyon kredilerinin 2000 yılı boyunca sürekli artışı hem likidite açısından bankaları zorlamış
hem de vadeleri kısaltarak ikinci bir riske sokmuştur. Bu risk sonuçta krizde
bir etken haline gelmiştir. Üstelik artan bu kredilerin büyük çoğunluğu, kısa
vadeli nitelikte olmuştur. Sendikasyon kredilerinin daha çok kısa vadeli olarak temin edildiği Tablo-14’den anlaşılmaktadır.
Tablo-14 : Ticari Bankalarının Kısa Vadeli Borç Stoku 147 (Milyon $)
AYLAR
MİKTAR
1998
11.150
1999
13.172
2000
16.900
2001-Ocak
19.279
2001-Şubat
10.076
146 www.tcmb.gov.tr
147www.tcmb.gov.tr
100
Türk bankacılık sektörünün kırılgan yapısı krizlere hassas bir yapı ortaya
çıkardı. Bu kırılgan yapı yatırımcılarda güvenin kaybolmasına neden oldu.
Bunlara artan rekabet ve kötü yönetim koşulları eklenince, küçük bankalar
faizlere karşı çok hassas duruma geldi. Tüketici kredilerinde risk ihmal edildi. Bankaların vade dengesizlikleri arttı.
1990 yılından sonra kamunun artan faiz ödemelerinin bir nevi kaynak transferi olduğu herkes tarafından kabul edilmektedir148. 2000 yılıyla beraber bu
kaynak transferinin kapanma yoluna girmesi, faaliyet dışı kârlarıyla ayakta
kalan banka ve firmaları zor duruma sokmuştur. Bankaların ve Türk finans
çevresinin bu yağlı kapının kapanmasına karşı tepkisi bir kriz şeklinde ortaya çıkmıştır.
2000 Yılında Başlanan Dezenflasyon Programının Güçlendirilememesi
(Sabit Döviz Kuruna Bağlı Sorunlar): Türkiye’nin IMF ile anlaşarak, 1999
yılı sonunda 2000-2002 yılları için uygulamaya koyduğu dezenflasyon programının da bazı aksaklıklar içermesi, Kasım ve Şubat krizlerine katkıda bulunmuştur.
Programın içerdiği zaaflar kısaca şöyle özetlenebilir:
− Programın uygulanmasına aşırı değerlenen reel kur düzeyi ile başlanmış
olması ve reel kurun aşırı değerlenmeye devam etmesi.
− Faizlerin hızla düşürülmesi. Faizlerin düşmesiyle birlikte özellikle tüketim
amaçlı talepte ortaya çıkan hız gelişmesinin yarattığı ithalat baskısının cari
işlem dengesinde olumsuz etki yaratması.
− Döviz kuru çapasından başka parasal çapanın benimsenmemiş olması.
Daha doğrusu, 1999 yılı sonlarından başlayarak, çapa olarak belirlenen Doların uluslararası platformda önemli düzeyde değer kazanabileceğinin hesaba
katılmamış olması.
148 Kesriyeli, Mehtap, Yalçın, Cihan, Taylor Kuralı Üzerine Bir Not, TCMB Yayını No:9802,
1998 Ankara
101
- Konsolide Gelirler politikasındaki zayıflık: Programın iyi bir gelirler politikası içermemesi de toplumsal uzlaşmanın sağlanamamasına yol açmış, bu
da enflasyonda beklenen düşmenin gerçekleşmemesine neden olarak reel
kurun aşırı değerlenmesine katkıda bulunmuştur. Uygulanan gelirler politikası, tüketim eğilimi yüksek rantiyer kesim lehine olduğu için ithalatı artırcı
etki yapmış ; faizlerin düşmesi, ertelenen tüketim harcamalarını artırarak bu
etkiyi artırmıştır. Toplu iş sözleşmesi hakkı olanlar reel gelirlerini artırabildikleri halde, diğer kesim gelir kaybına uğramıştır. Bu bağlamda kiraların
dondurulması kararı da etkili bir biçimde uygulanamamıştır.
Kısa Vadeli Sermaye Hareketlerinin İstikrarsız Bir Zemin Oluşturması
(Cari Açık Sorunu): Türkiye’de 1990’lı yıllarda sıcak para politikası uygulanarak, cari işlem dengesinde ortaya çıkan açıklar, genelde kısa vadeli sermaye hareketleri sayesinde kapatılmaya çalışılmıştır. 1990 yılı sonrası, 1991 ve
1998 yılları dışında cari işlem açığı yaşandığı halde, sermaye hareketlerinin
pozitif olması sayesinde, 1991 ve 2000 yılları dışında dış ödemeler dengesinde hep fazlalık elde edilmiştir. Bu fazlalıklar da zaman içinde reel kurun aşırı
değerlenmesine katkıda bulunmuştur. ”149
Sabit kura dayalı istikrar programının getirdiği riskler de Türkiye’de izlenilen döviz kuru politikasında olumsuzlukları ortaya çıkarmış ve 2001 şubat
krizinde ülke bir de devalüasyon yaşamıştır. Bu da krizin daha derinleştiren
bir para ikamesi etkisini oluşturmuştur.
Bu kriz sebeplerinin yanı sıra, 2001 ekonomik krizini açıklayan şu görüşler
vardır:
Özatay ve Sak150’a göre Şubat 2001’de yaşanan finansal krizin temel nedeni,
yüksek kamu borçlanma gereği, cari açık, enflasyon oranı ve finansal kesi149 Eren, A., Süslü, B., a.g.m.
150 Özatay F. Ve Sak G., “The 2000-2001 Financial Crisis in Turkey”, 2002. Brookings Trade
Forum 2002 için sunulan makale.
102
min yükümlülüklerinin döviz rezervlerine oranının yüksek olması ve aşırı
değerli döviz kuru ve bunun finansmanındaki yanlışlıklardan kaynaklanan
bankacılık sektörünün kırılganlığıdır.
Şubat 2001 kriz döneminde IMF’in baş ekonomisti olan Fischer151 ise “cari
açığın en önde gelen kriz kaynağı-göstergesi olduğu ve Türkiye’deki Kasım krizine
bankacılık kesimi ile birlikte yüksek cari açığın neden olduğunu” ileri sürmektedir.
Karabulut152 ise Türkiye ekonomisindeki döviz krizlere yönelik olarak 19892001 dönemini kapsayan bir çalışmada, resmi reel döviz kuru ile cari döviz
kuru arasındaki farkın en yüksek olduğu iki noktada (03-1994 ve 02-2001)
finansal krizin çıktığı sonucuna ulaşmıştır. Çalışmanın önemi Türkiye’deki
2001 krizi için finansal kriz kavramı yerine döviz krizi kavramını kullanmasıdır. Karabulut’a göre döviz krizlerinin temel nedeni, kriz öncesinde döviz
kurlarının baskılayan ve böylece paranın aşırı değerlenmesine yol açan kur
politikalarıdır. Ayrıca döviz krizi olasılığının bütçe açıklarındaki artışlar ile
yükseleceği yönündeki görüşüne dayanarak Türkiye ekonomisindeki krizlerin Krugman kuramını doğruladığını ileri sürmektedir. Modelin bir başka
yönü ise Türkiye ekonomisindeki krizlerin, öteki gelişmekte olan ülkelerde
olduğu gibi dış ticaret temel göstergeleri ile değil, bankacılık sistemi ve bütçe
açığı ile açıklanabilir nitelikte görülmesidir. Karabulut Türkiye’deki krizlerin
en temel özelliğinin, döviz kurunun baskılanmasıyla ortaya çıkan paradaki
aşırı değerlenme olduğunu ileri sürmektedir.
Uygur153 ise Şubat 2001 krizini incelediği bir çalışmasında riskli bir bankacılık sisteminin dışarıdan borçlanması ve Merkez Bankasının sterilizasyon
yapmaması durumunda yabancı kaynak giriş-çıkışında baş gösterecek bir
aksamanın, ekonominin para-faiz uyumu yapmasına olanak vermediğini ileri sürerek kırılgan bir bankacılık sisteminin finansal kriz üzerindeki etkisine
vurgu yapmaktadır.
151 Uygur, E, a.g.m.
152 Karabulut G., Gelişmekte Olan Ülkelerde Finansal Krizlerin Nedenleri, Der Yayınları, yayın no 328, İstanbul, 2002.
153 Uygur, E, a.g.m.
103
Özetlemek gerekirse Şubat 2001 krizi öncesinde kamu kesiminin borçlanma seviyesinin yüksekliği ve Ankacılık sisteminin denetimsiz faaliyetleri
hanehalklarında uygulanan programa güvensizlik oluşturmuştur. “Şubat
2001 krizi öncesinde ekonominin temel makroekonomik değişkenlerine bakıldığında faiz oranı, borsa ve iktisadi büyüme olumlu gelişme gösterirken;
enflasyonun beklenildiği gibi düşük gerçekleşmemesi, ulusal paranın aşırı
değerlenmesi, cari işlemler açığının artması ve bütçe dengesinin bozulması
döviz kurunu çıpa olarak alan programın sürdürülebilirliği konusunda ciddi
kuşkular oluşturmuştur.”154 Sonuç olarak krizden önce sabit kur sistemine
güvensizlikle oluşan yabancı para stoku, uygulanan programları başarısız
konuma düşürmüş ve bu süreçten de kriz doğmuştur.
2.3 2001 Türkiye Ekonomik Krizinin Yoksulluk Öğelerine Etkileri
1999’da uygulamaya konan sabit kur çıpasına dayalı istikrar programı sayesinde Kasım 2000 tarihine kadar istenilen sonuçlar elde edildi. Kasım 2000
krizi, yılın son iki ayında büyümeyi durdurmasına rağmen, 2000 yılında
GSMH ve imalât sanayi üretimi %6 oranında büyüyerek işsizlik oranında kayda değer bir azalmayı da beraberinde getirdi. (Tablo 15) İşsizlik oranı 1999’da
%8.3’ten 2000’de %6.9’a, eksik istihdam oranı ise %9.8’den %7.4’e düştü. Ekonomideki canlılık imalât sanayi istihdam rakamlarına yansımadı. Özel sektör
istihdam endeksi 2000 yılında 1.4 puan azaldı. Kamu istihdam endeksi ise 5.4
puan gerileyerek önceki yıllardaki düşme eğilimini sürdürdü.
2000 yılının reel ücret verileri incelendiğinde asgari ücrette ve memur maaşlarında önemli gerilemeler olduğu, özel sektörde kısıtlı, kamu kesiminde ise yedi
puanlık bir artış olduğu görülmektedir. Bu artışta maaş ve ücretlerin ileriye
dönük olarak hesaplanması sayesinde memurların maaşı reel olarak arttırıldı; ancak özel sektör maaşlar reel olarak düşmüştür.155 Şimdi Ekonomik krizin yoksulluk sebepleri olarak da sayabileceğimiz yoksulluk göstergelerine
etkileri incelenecektir.
154 Sayım, I. vd, a.g.m.
155 Koyuncu, M. ve Şenses F., a.g.m.
104
2.3.1 Ekonomik Krizin İşgücü Piyasasına Etkileri
Tablo 15: Türkiye: İşgücü Piyasası Göstergeleri, 1999-2002156
1999
2000
2001
2002
İşsizlik Oranı (%)
8.3
6.9
9.1
11.5
Eksik İstihdam Oranı (%)
9.8
7.4
6.5
6.1
İmalat Sanayi İstihdam Endeksleri (1997=100)
Özel Sektör*
91.7
90.3
82.5
84.4
Kamu
89.0
83.6
78.2
70.9
Asgari Ücret
123.9
105.8
91.1
98.4
Özel Sektör
92.8
93.8
74.8
…
Kamu
105.0
112.3
99.3
90.2
Memur Maaşları
95.1
84.1
81.0
85.6
Reel Ücret Endeksleri (1993=100)
*: 10 ve daha fazla işçi çalıştıran işyerleri
2001 krizi öncesi uygulanan politikalar, krizin diğer olumsuz etkileriyle birleşince başta istihdam ve reel ücretler olmak üzere işgücü piyasası göstergeleri 2001 yılında önemli ölçüde kötüleşti (Tablo 15). Eksik istihdam oranının
düşmesine karşılık, işsizlik oranı hızla artarak %6.9’dan %9.1’e çıktı. İmalat
sanayi istihdam endeksleri düşmeye devam etti. Kamuya ait imalât sanayi işletmelerinde istihdam %7.7 oranında azalırken, özel işletmelerdeki istihdam
kaybı %8.6 oranında oldu.
İstihdam kayıplarına ek olarak reel ücretler de, özellikle özel sektörde önemli
ölçüde geriledi. Asgari ücret, kamu çalışanlarının ücretleri ve memur maaşları reel olarak sırasıyla %14, %11 ve %4 oranında düşerken ücretler özel sektörde %20 azaldı. Bunun sonucunda, bu dört ücret endeksi de 1993 düzeyle156 Koyuncu, M. ve Şenses F., a.g.m.
105
rinin altına düşmüş oldu. Bu süreçten en olumsuz etkilenen kesim olan özel
kesim çalışanlarının reel ücretleri ise 2001 yılında 1993 yılındaki düzeyinin
%25 altına düşmüş oldu.
2002 yılında GSMH’nın %7.8, imalât sanayi üretiminin %10 oranında artmasına karşın, işsizlik oranı artmaya devam ederek %11.5’e çıktı. İmalât sanayinde, özel sektör istihdamında küçük bir artış yaşanırken, kamu kesiminde
istihdam düşmeye devam etti ve işçi sayısı 1992 yılındakinin yarısından az
bir düzeye geriledi. Ücretler de ise bu yılın genel seçim yılı olması nedeniyle
sınırlı iyileşmeler görüldü. Kamu imalât sanayi çalışanlarının ücretleri gerilemeye devam ederken asgari ücret ve memur maaşları reel olarak sırasıyla
%8 ve %5.7 oranında arttı (Tablo 10).
Yukarıdaki bilgilerin yanı sıra işsizlik işten çıkarmalarla işsizlik daha da derinleşmektedir. Kriz döneminde çıkarılanların sebeplerine bakıldığında karşımıza şu tablo çıkmaktadır:
Ülkemizde yaşanan son iki ekonomik krizin en önemli sonuçlarından birisi,
kuşkusuz ki, işsizliktir. Nitekim, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verilerine göre, 2001 yılının ilk altı ayında toplam 738.866 kişi işten ayrılmıştır. 157
157 Işığıçok, Özlem, Türkiye’de Yaşanan Son Ekonomik Krizlerin Sosyo-Ekonomik Sonuçları: Kriz İşsizliği Ve Beyin Göçü, İşGüç Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi
Cilt 4, Sayı 2, 2002.
106
Tablo 16158 : Kriz Sebebiyle İşten Çıkartılanlar
2001 Yılının İlk Altı Ayında İşten Ayrılmalar ve Gerekçeleri
Toplu çıkarma
12.865
Sağlık nedenleri (işveren)
804
Bildirimli fesih
84.482 İşçinin iyiniyet krllra aykır.
1.454
Malulen emeklilik 768 İstifa Normal emeklilik 17.844 İşin sona ermesi Ölüm
863 İşyerlerinin nakli Askerlik
7.704 İşyerinin kapanması 10.336
Evlenme 1.760 Vize süresi bitimi 16.madde 6.633 Deneme süresi sonu Sağlık nedenleri (işçi) 328 Mevsimlik iş bitimi 300.994
40.232
54.897
6.100
2.854
16.631
İşverenin iyi niyet
kurallarına aykırılığı 2.303 Kampanya bitimi 2.950
652
Disiplin kurulları
kararı
1.021 Statü değişikliği
İşe devamsızlık
6.644 Diğer nedenler 150.630
17.madde
7.117 TOPLAM 738.866
Tabloda da görüldüğü gibi, diğer gerekçeler dışında, direkt ekonomik krizle
ilgili işyeri kapanması sonucu, 2001 yılının ilk altı ayında, 10.336.000 birey
işsiz kalmıştır.
Ülkemizde zaten geçmişten beri süregelen ve artık kronik bir hal alan bir
işsizlik sorunu yaşanmaktadır. Hatta son yıllarda ülkemizde yaşanan bu sorunun artık nitelik değiştirerek, işsizlik sorunu olmaktan çıktığı ve bir “istihdam sorunu”na dönüştüğü ifade edilmektedir.159 Nitekim; ülkemizde işsizlik
sorunu; bir taraftan az gelişmiş bir emek piyasası, diğer taraftan kırsal ke158 Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB) (Akt. Kenar Necdet ; “Dünyada ve
Türkiye’de İşsizlik” TES-İŞ Dergisi,s. 26, Ağustos-Eylül 2001.)
159 Ekin Nusret ; “İşsizlik Sorununa Yeniden Bakış”, TÜHİS İş Hukuku ve İktisat Dergisi,
Cilt:16, Kasım 2000-Şubat 2001.
107
simde geniş aile düzeni ve kentsel kesimde ise, kayıt-dışı istihdam biçimlerinin yaygınlaşmasıyla; yani üretken olmayan istihdam biçimlerinin giderek
artması nedeniyle; bir istihdam sorununa dönüşmüştür. Bu bakımdan, ülkemizde işsizlik sorunu yerini yoksulluğa terk etmekte ve nitelik değiştirerek
istihdam sorunu haline gelmektedir.
Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri ise, mevcut soruna yeni işsizler eklemek
suretiyle; durumu adeta içinden çıkılamaz bir hale getirmiştir. Nitekim, yaşanan son krizler sonrası her 100 kişiden 12’sinin işini kaybettiği, mevcut işsizlere yaklaşık 1 milyon kişinin eklendiği, işsizlik oranının % 6’lardan %
10’lara yükseldiği, kadın işgücünün %33’nün işsiz kaldığı, özellikle de eğitim
düzeyi yüksek, nitelikli işgücünün üçte birinin işsiz kaldığı, en fazla etkilenen sektörlerin ise; bankacılık ve finans, sanayi ve hizmetler olduğu ifade
edilmektedir.160 Bir başka deyişle; ülkemizde yaşanan son iki kriz, mevcut
istihdam sorununa, “ kriz işsizliği” adı verilen bir başka sorun yumağının
eklenmesine yol açmıştır.161
2.3.2 Ekonomik Krizin Gelir Dağılımı ve Yoksulluk Üzerine Etkileri
Türkiye’de, gelir dağılımının ve yoksulluğun gelişimini ve krizlerin bu alanlarda yarattığı etkiyi kısa aralıklarla incelememizi sağlayacak hane halkı gelir ve tüketim anketleri bulunmamaktadır. Üstelik var olan veriler de birbirleriyle doğrudan kıyaslanabilir nitelikte değildir. Elimizdeki son yirmi yıla
ait veriler DİE’nin 1987, 1994 ve 2002 yıllarında gerçekleştirdiği üç anket ve
Dünya Bankası’nın 2001 yılındaki anket sonuçlarıyla sınırlıdır. Bu bölümde,
bu anketlerin sonuçlarını kullanarak 1994 ve 2000-2001 krizlerinin gelir dağılımı ve yoksulluk üzerindeki etkilerine ilişkin ipuçları elde etmeye çalışacağız. Ancak hemen belirtilmesi gerekir ki, yapılan karşılaştırmalar, anketler
arasındaki sürelerin uzunluğu nedeniyle sadece krizlerin etkilerini değil, iki
160 Ekin Nusret ; “Türkiye’de İşsizlik Yoksulluğa Dönüşen Yapay İstihdam”, Endüstri
İlişkilerinin Güncel Sorunları Semineri, 10-13. Mayıs.2002,Ankara.
161 Işığıçok, Özlem,a.g.m.
108
anket arasındaki zaman aralığında gelişen tüm olayların birleşik etkisini yansıtmaktadır.
Gelir Dağılımı:
“1989-1994 yılları arasında hükümet, çalışanlara sağlanan yüksek ücret ve
maaş artışları ve sermaye kesimine sağlanan yüksek faiz geliri ve düşük hammadde fiyatları ve vergi oranları ile genişlemeci bir ekonomik strateji izledi162
. Bu stratejinin ve hemen ardından gelen 1994 Krizi’nin sonucunda gelir dağılımı 1987-1994 döneminde ciddî anlamda bozuldu (Tablo: 17). DİE’nin 1987
ve 1994 Hane halkı Gelir ve Tüketim Harcamaları Anketi (HGTHA) sonuçlarına göre, toplumun en yüksek gelirli %20’lik bölümü toplam gelir içindeki
payını %10 civarında arttırırken, diğer tüm gelir gruplarının payları azaldı.
Bu durum, gelir eşitsizliği göstergelerine Gini katsayısının 1987’de 0.44’ten
1994’te 0.49’a çıkması ve en yüksek gelirli %20’lik kesimin toplam gelir içindeki payının en düşük gelirli %20’lik kesimin payına oranının aynı dönemde
9.6’dan 11.2’ye yükselmesi şeklinde yansıdı.
Ülkenin genel gelir dağılımındaki bu bozulma, kentsel alanlardan kaynaklandı. Kentlerde, en yüksek gelirli %20’lik kesim toplam kentsel gelir içindeki payını 1987-1994 yılları arasında %50.9’dan %57.2’ye yükseltirken, diğer
gelir gruplarının toplam gelirden aldıkları pay %11 ila 13 arasında değişen
oranlarda düştü. Bu değişim, kentsel Gini katsayısının büyük bir artış göstererek 0.44’den 0.52’ye çıkmasına ve En Zengin %20/En Yoksul %20 gelir
payları oranının da 9.4’den 11.9’a yükselmesine neden oldu. Öte yandan,
kırsal Gini katsayısı 1987’de 0.42’den 1994’de 0.41’e düşerken, kırsal En Zengin %20/En Yoksul %20 gelir payları oranı da 9.2’den 8.5’e geriledi. Bu durum kırsal kesimde en düşük gelirli %40’lık kesimin gelir payındaki artıştan
kaynaklandı.”163
162 Koyuncu, M, a.g.e.
163 Koyuncu, M. ve Şenses F., a.g.m.
109
Tablo 17: Türkiye: Kentsel ve Kırsal Gelir Dağılımı
Göstergeleri, 1987, 1994 ve 2002164
Türkiye
Kentsel
Kırsal
%20’lik Dilimler
1987
1994
2002
1987
1994
2002
1987
1994
2002
1. Dilim (En
Yoksul)
5.2
4.9
5.3
5.4
4.8
5.5
5.2
5.6
5.2
2.
3.
4.
9.6
14.1
21.2
8.6
12.6
19.0
9.8
14.0
20.8
9.3
13.6
20.7
8.2
11.9
17.9
9.7
13.9
20.5
10.0
15.0
22.0
10.1
14.8
21.8
10.3
14.7
21.7
5. Dilim (En
Zengin)
50.0
54.9
50.1
50.9
57.2
50.4
47.8
47.7
48.0
Gini Katsayısı
0.44
0.49
0.44
0.44
0.52
0.44
0.42
0.41
0.42
11.2
9.5
9.4
11.9
9.2
9.2
8.5
9.2
En Zengin %20/En
9.6
Yoksul %20 Oranı
“1994-2002 dönemi, Türkiye ekonomisinin en çalkantılı dönemlerinden birisi
oldu. Büyüme oranlarının değişkenliği, yüksek borç-faiz dinamiği ve çeşitli
istikrar programlarına karşın, direnen yüksek oranlı ve değişken enflasyon
bu dönemin ana özellikleri arasında ön plâna çıktı. 2000-2001 krizi sonucunda bu durum kuşkusuz daha da kötüleşti. Örneğin, 2001 yılında GSMH %10
civarında küçülürken enflasyon oranı %68.5’e fırladı.
Her ne kadar 2002 yılında ekonomik göstergelerde düzelmeler görülmeye
başlanmışsa da, söz konusu dönem bir bütün olarak değerlendirildiğinde
gelir eşitsizliğinin artmış olması beklenir. 2002 Hanehalkı Bütçe Anketinin
(HBA) sonuçları bu beklentilerle açık bir çelişki içindedir ( Tablo 17). HBA
sonuçlarına göre, 2002 yılı gelir dağılımı 1994’e göre daha eşitlikçi bir yapıdadır. Gini katsayısı ve En Zengin %20/En Yoksul %20 Oranı 1994’te sırasıyla
0.49 ve 11.2 iken, 2002’de 0.44 ve 9.5’e düşmüştür. Sonuçlar daha ince bir
164 Koyuncu, M. ve Şenses F., a.g.m.
110
ayrıntı düzeyinde incelendiğinde, 1994-2002 dönemindeki iyileşmenin kentlerde yüksek gelirlilerden düşük gelirlilere doğru gerçekleşen gelir transferinden ve bunun sonucunda diğer gelir dilimlerinin payı artarken en yüksek
gelirli %20 lik kesimin toplam gelirden aldığı payın azalmasından kaynaklandığı görülmektedir.
Ancak söz konusu dönemde gelir dağılımının düzeldiği yönündeki bu bulgulara kuşkuyla yaklaşılmasını gerektiren bazı kanıtlar bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi anketin, türlerine göre gelir dağılımına ilişkin sonuçlarından kaynaklanmaktadır. 2002 gelir anketine göre hane halklarının toplam
kazançları içinde finansal gelirin payı %4.9’dur. Aynı kategorinin 1994 yılındaki ağırlığı ise %7.7’dir. Diğer bir deyişle, 1994-2002 döneminde finansal
gelirin ağırlığı %36 oranında azalmıştır. Oysa, 1994 yılından sonra, kamu kesiminin yüksek borçlanma gereksinimi nedeniyle, finans piyasalarında çok
yüksek reel faiz oranları geçerli olmuş ve kamu kesiminin iç borç faiz ödemeleri önceki döneme kıyasla katlanarak artmıştır. Bu dönemde Türkiye’deki finansal varlıkların toplam değerinin ve finans piyasasının toplam işlem
hacminin de ciddi bir biçimde artmış olması, 2002 gelir anketinin finansal
gelirin payının azaldığı yönündeki sonucuna ilişkin kuşkuları daha da artırmaktadır. Finansal gelir daha çok yüksek gelirli kesimler için önemli bir gelir
kaynağı olduğundan, anketteki bu kuşkulu durumun bu kesimlerin gelirinin
olduğundan daha düşük gösterilmesine ve gelir dağılımının da olduğundan
daha eşit çıkmasına yol açtığı söylenebilir.
2002 Anket sonuçlarıyla ilgili kuşku yaratan bir başka kanıt ise aşağıda sunduğumuz yoksulluk veri ve analizinden çıkmaktadır. Yoksulluk verilerine
göre, 1994-2001 yılları arasında özellikle kentsel yoksulluk oranında ciddî bir
artış olmuştur. Bu durum 2002 anketinin toplumun en yoksul kesimlerinin
gelir payının arttığı yönündeki bulgusuyla açıkça çelişmektedir.”165
165 Koyuncu, M. ve Şenses F., a.g.m.
111
2.3.3 Yoksulluk
Türkiye’de yoksulluk konusunda çok az sayıda çalışma bulunmaktadır. Mevcut çalışmaların tamamına yakın bir kısmı 1987 veya 1994 yılı Hanehalkı Gelir
ve Tüketim Harcamaları Anketi sonuçlarından yola çıkıp, birbirinden farklı
yöntemler kullanarak sadece bu yıllardan biri için yoksulluk oranı hesaplamıştır. Dönemler arası bir karşılaştırma yapan tek çalışma Dağdemir’in166 çalışmasıdır. 2000-2001 Krizi’nden sonraki dönemi yoksulluk açısından önceki
dönemlerle karşılaştırmamıza yarayacak çalışmalar ise Dünya Bankası tarafından 2000 ve 2003 yıllarında yayınlanan iki rapordan ibarettir. Dolayısıyla
bu bölümdeki incelememiz 1987-1994 dönemi için Dağdemir’in çalışmasına,
1994-2001 dönemi için ise Dünya Bankası167 raporlarına dayanmaktadır.
Dağdemir çalışmasında iki yoksulluk çizgisi kullanmıştır. Bunlardan birincisi, normal bir yetişkinin gereksinim duyduğu kalori miktarına göre hesaplanan Minimum Gıda Maliyeti (MGM) çizgisi, ikincisi ise MGM’ye gıda dışı
temel ihtiyaç maddelerinin maliyeti eklenerek oluşturulan Temel Gereksinmeler Maliyeti (TGM) çizgisidir. MGM’ye göre kentlerdeki yoksulluk oranı
1987 yılında %6.9 iken bu oran 1994 yılında %8.7’ye çıkmıştır (Tablo 18). Yoksulluk oranının aynı dönemde kırsal alanlarda %21.2’den %20.2’ye düşmüş
olması bu artışı dengeleyerek, tüm Türkiye için hesaplanan yoksulluk oranının 1987-94 döneminde sabit kalmasına neden olmuştur. TGM’ye göre ise,
yoksulluk oranı aynı dönemde kentlerde %14.3’den %20’ye, kırsal alanlarda
ise %41.5’den %42.5’e çıkmıştır. Bunun sonucunda Türkiye geneli için TGM
ölçütüne göre yoksulluk oranı %27’den %29.5’e yükselmiştir. Bu sonuçlar,
1987-1994 döneminde Türkiye’deki yoksulluğun kırsal kesimde daha yoğun
olduğunu, ancak kentsel yoksulluğun, büyük olasılıkla, kentsel alanlarda
daha etkili olan 1994 Krizi nedeniyle tırmanışa geçtiğini göstermektedir.
166 Dağdemir, Ö. , “Türkiye Ekonomisinde Yoksulluk Sorunu ve Yoksulluğun Analizi:
1987-1994”, C. C. Aktan (der.), Yoksullukla Mücadele Stratejileri içinde, Ankara: Hak-İş,
2002.
167 World Bank, Turkey: Economic Reforms, Living Standards and Social Welfare Study,
Report No. 20029 TU, Washington, D.C.: World Bank, 2000a., World Bank, Turkey: Poverty and Coping After Crises, Report No. 24185-TR, Washington, D.C.: World Bank,
2003a.
112
Tablo 18: Türkiye: Kentsel ve Kırsal Yoksulluk Oranları, 1987 ve 1994168
Türkiye
Kentsel
Kırsal
Yoksulluk Çizgisi
1987
1994
1987
1994
1987
1994
Minimum Gıda Maliyeti
11.5
11.5
6.9
8.7
21.2
20.2
Temel Gereksinmeler Maliyeti
27.0
29.5
14.3
20.0
41.5
42.5
Dünya Bankası raporları dört adet yoksulluk çizgisi kullanmıştır: i) uluslararası bir standart haline gelmiş olan kişi başına günde bir dolar esasına
göre belirlenen yoksulluk çizgisi; ii) asgarî gıda maliyeti çizgisi; iii) temel gereksinmeler maliyeti çizgisi; ve iv) ulusal gelir ortalamasının yarısı olarak
belirlenen göreli yoksulluk çizgisi. Bu yaklaşımlardan ilki dışında kalanlar,
1994-2001 yılları arasında Türkiye’de yoksulluğun arttığını göstermektedir169
(Tablo 19). Bir ülkedeki aşırı yoksulluk oranını ölçtüğü kabul edilen günde
bir dolar çizgisinin altında kalan nüfus oranı, söz konusu dönemde %2.5’ten
%1.8’e düşmüştür. Dünya Bankası170 raporu bu küçük farkın istatistiksel hata
sınırları içinde olduğunu belirtmektedir.
Tablo 19: Yoksulluk Oranları, Türkiye ve Kentsel, 1994 ve 2001171
Türkiye
Yoksulluk Çizgisi
Kentsel
1994
2001
Kişi Başına Günde 1 dolar
2.5
1.8
Asgarî Gıda Maliyeti*
7.3
…
Temel Gereksinmeler Maliyeti*
36.3
56.1
Ulusal Gelir Ortalamasının Yarısı
15.7
21.5
1994
2001
6.2
17.2
168 Dağdemir, Ö, a.g.m.
169 Dünya Bankası raporlarında kentsel ve kırsal yoksulluk oranları verilmemiş, sadece
ortalama Türkiye rakamlarının verilmesiyle yetinilmiştir. Bunun tek istisnasını oluşturan
kentsel gıda yoksulluğu oranı için ise Dünya Bankası (World Bank, 2003a) raporunda Türkiye ortalaması verilmemiştir.
170 World Bank, a.g.e., 2003a.
171 World Bank, a.g.e., 2000a, 2003a.
113
*: Bu iki yoksulluk çizgisi, Tablo 18’de verilen yoksulluk çizgileriyle aynı ismi
taşısa da, bunları belirlemek için kullanılan gıda ve gıda dışı madde sepetleri
büyük farklılıklar içerdiğinden bu iki tablodaki rakamlar karşılaştırma için
elverişli değildir.
Yoksulluk oranları arasında en büyük artış kentsel gıda yoksulluğu oranında
yaşanmıştır. Bu oran 1994-2001 yılları arasında %6.2’den %17.2’ye yükselerek, neredeyse üç katına çıkmıştır. Bu durum, kentsel sektörleri âdeta felce uğratan 2000-2001 Krizi’nin doğal bir sonucudur. Kriz döneminde kentlerde iş alanlarında büyük bir daralma yaşanırken, gıda fiyatları ortalama
%80.2’lik bir artışla %68.5’lik enflasyon oranını dahi geride bırakmıştır172.
Benzer bir artış, temel gereksinmeler maliyeti çizgisiyle ölçülen ve yoksulluk
riski taşıyan nüfusu belirleyen ekonomik muhtaçlık oranında yaşanmıştır.
Bu oran, 1994’te %36.3 iken, 2001’de %56.1’e çıkmıştır. Diğer bir deyişle, yoksul olan veya yoksulluk çizgisinin altına düşme riski taşıyan kesim, 20002001 Krizi’nden sonra nüfusun çoğunluğunu oluşturur hale gelmiştir. Aynı
dönemde, göreli yoksulluk oranı da %15.7’den %21.5’e yükselmiştir.
2.3.4 Sosyal Harcamalar-Eğitim, Sağlık ve Sosyal Yardım
Bu bölümde üç ana kamu sosyal harcama kategorisinde –eğitim, sağlık ve
sosyal yardım harcamaları– kriz dönemlerinde Türkiye’de gözlenen temel
eğilimler incelenecektir. Bu üç kategorinin dışında kalan konut ve diğer altyapı harcamaları ve sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılan transferler de sosyal
harcama kategorisinde değerlendirilebilir. Ancak bu harcama çeşitlerinden
birincisinin, bütçe kalemlerine dağınık bir şekilde kaydedilmesi ve bütçe dışı
fonlardan kaynak kullanması nedeniyle gerçek miktarını belirlemek güçtür.
İkinci kategorideki harcamaların –sosyal güvenlik kuruluşlarına transferler– ise hükümetlerin bilinçli politika tercihlerinden değil, ilgili kurumların
yönetsel bozukluklarından kaynaklandığı söylenebilir. Bu nedenlerle bu iki
harcama kategorisi bu bölümdeki incelemenin dışında tutulmuştur.
172 Şenses, F., “Economic Crises as an Instigator of Distributional Conflict: The Turkish
Case in 2000-2001”, Turkish Studies, (4) No. 2, s. 92-119 ve The Turkish Economy in Crisis, Z.
Öniş ve B. Rubin(der.)Frank Cass, Londra, 2003, içinde, s. 92-119,2003.
114
Toplam sosyal harcamaların GSMH’ya oranı 2001 yılında sabit kalmış olsa
da (Tablo 20), millî gelir bu yılda reel olarak %10 civarında azaldığından,
sosyal harcamalarda da reel anlamda benzer bir düşüş yaşanmıştır. Konsolide bütçe harcamalarına oranla ise, toplam sosyal harcamaların %20.9’dan
%16.9’a düştüğü görülmektedir. Benzer şekilde, eğitim ve sağlık harcamalarının da GSMH payları azalmazken, bütçe payları düşmüştür. Sosyal yardım
kategorisinde ise her iki ölçüt açısından da anlamlı bir değişiklik olmamıştır.
Sosyal harcamalar, 2000-2001 Krizi’nin ardından 1994 Krizi’ne göre daha iyi
korunmuş gözükse de, bir sonraki kesimde görüleceği gibi, hükümetin öncelik verdiği konular arasına girememiştir.
Tablo 20: Türkiye: Hükümetin Sosyal, Eğitim ve
Sağlık Harcamaları, 1999-2002173
1999
2000
2001
2002
Sosyal Harcamalar/GSMH (%)
8.1
7.8
7.8
8.1
Sosyal Harcamalar/Konsolide Bütçe
Harcamaları (%)
22.5
20.9
16.9
19.0
Eğitim Harcamaları/GSMH (%)
4.2
3.8
4.0
4.1
Eğitim Harcamaları/Konsolide Bütçe
Harcamaları (%)
11.8
10.0
8.6
9.5
Sağlık Harcamaları/GSMH (%)
3.3
3.5
3.2
3.5
Sağlık Harcamaları/Konsolide Bütçe
Harcamaları (%)
9.1
9.3
6.9
8.1
Sosyal Yardım Harcamaları/ GSMH (%)
0.6
0.6
0.6
0.6
Sosyal Yardım Harcamaları/Konsolide
Bütçe Harcamaları (%)
1.5
1.5
1.4
1.4
2.4 2001 Türkiye Ekonomik Krizinde Uygulanan Politikalar
Türkiye’deki 2000-2001 krizlerinin sosyoekonomik etkilerine ilişkin olarak
önceki bölümlerde yaptığımız inceleme, halkın yaşam koşullarının bu dönemlerde önemli ölçüde kötüleştiğini göstermiştir. Ancak hükümetler bu
173 World Bank, a.g.e., 2000a, 2003a.
115
olumsuz etkileri gidermeye yönelik alınabilecek sosyal politika önlemleri
konusunda duyarsız davranmışlardır. Hükümetlerin konuya yaklaşımı öncelikle gerekli dış finansman sağlanarak makroekonomik göstergelerin istikrara kavuşturulmasına, kriz sonrasında büyümenin başlamasına ve sosyal
göstergelerin kendiliğinden iyileşeceği iyimser beklentisine dayanmıştır. Bu
durum, aslında 1960’lı yıllarda başlayan Beş Yıllık Kalkınma Plânları’nın uygulamalarına da yansıyan, hızlı büyümenin olumlu etkilerinin yoksulluk ve
bölüşüm alanlarına sızacağı ve bu sorunların kendiliğinden çözümüne katkıda bulunacağı doğrultusundaki iyimser kalkınma yaklaşımının bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Bu bakış açısının 2000-2001 Krizi sonrasında,
sosyal patlama tehlikesinin yazılı ve görsel medyada ve en üst düzey resmî
organlarda ciddî bir olasılık olarak tartışıldığı bir ortamda dahi değişmediği
görülmüştür.
Bu bölümde 2000-2001 krizlerinin ardından, sosyal politika araçlarının belirlenmesinde birbirleriyle etkileşim içerisinde önemli bir rol oynayan üç unsuru– hükümetlerin, Bretton Woods kuruluşlarının ve kamuoyunun tutum ve
tepkileri– inceleyerek, krizlerin olumsuz sosyoekonomik etkilerini azaltacak
önlemlerin kriz sonrası uygulanan istikrar ve yapısal uyum programlarına
neden dahil edilmediği sorusunu yanıtlamaya çalışacağız.
2000-2001 Kriz’nin ilk devresini oluşturan Kasım 2000 Krizi etkisini göstermeye başladığında, 9 Aralık 1999’da ilan edilen, Bretton Woods kuruluşlarının desteğindeki sabit kur çıpasına dayalı istikrar programı uygulanmaktaydı. Bu programın herhangi bir sosyal politika bileşeni bulunmadığı gibi, kriz
sonrasında, Aralık 2000’de ilân edilen yeniden düzenlenmiş hali de krizin
sosyoekonomik etkilerine veya bu etkilere karşı alınacak önlemlere yönelik
bir madde içermiyordu.
Şubat 2001 Krizi’nden sonra ise yeni Ekonomi Bakanı Kemal Derviş’in liderliğinde yeni bir program hazırlandı. Bu program 3 Mayıs 2001 tarihinde
IMF’ye verilen Niyet Mektubu’yla uluslararası kamuoyuna duyuruldu. Niyet Mektubu’nda, ‘Güçlendirilmiş Program’ olarak adlandırılan yeni istikrar
116
programının tüm ekonomik ve hatta doğrudan TBMM’nin yasama görev alanını ilgilendiren amaçları ayrıntılı bir şekilde açıklanırken, hükümetin sosyal politika alanında yapmayı tasarladıkları sadece üç cümleye sığdırılmıştı.
Bu kısımda hükümet, Dünya Bankası’nın yardımıyla sosyal koruma programlarını geliştirerek krizin nüfusun en zayıf kesimleri üzerindeki etkisini
azaltmayı plânladığını ve bu kesimlere yönelik yardım programlarının hızla
başlatılacağını açıklamaktadır. Ancak ilginçtir ki, söz konusu kısım, programın 14 Nisan 2001’de, yani IMF’ye verilen Niyet Mektubu’ndan yaklaşık iki
hafta önce Türkiye kamuoyuna açıklanan ve Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı
(GEGP) olarak adlandırılan ilk versiyonunda bulunmamaktadır174. GEGP’nin
konuya ilişkin tek vurgusu kamu finansman dengesi sağlandığında –uzun dönemde– yoksulluğun azaltılabileceği ve gelir dağılımının düzeltilebileceği
yönündeki oldukça muğlak cümledir. Bunun dışında, IMF’ye verilen Niyet
Mektubundaki sosyal yardım programına ilişkin plânlar GEGP’de yer almamaktadır. Söz konusu farklılık iki programın açıklanma tarihleri arasında Dünya
Bankası’yla yapılmış olması muhtemel görüşmelerden kaynaklanmış olabilir.
Hükümetin Niyet Mektubu’nda yer alan sosyal yardım programına ilişkin
plânlar Ağustos 2001’de Dünya Bankası’yla yapılan Sosyal Riski Azaltma
Projesi (SRAP) kredi anlaşmasıyla hayata geçirilme aşamasına gelmiştir.
SRAP, Türkiye’nin sosyal güvenlik ağı mekanizmalarının geliştirilmesi amacıyla hükümete 500 milyon dolarlık bir finansman sağlanmasını öngörüyordu. Anlaşma uyarınca Dünya Bankası, bu meblağın 100 milyon dolarlık ilk
dilimini, bazı şartların yerine getirilmesi halinde, SYDTF’nin uygulanmakta
olan programlarını desteklemek üzere hemen kullanıma açacaktı.175 Kredinin
geri kalan kısmı ise, sosyal güvenlik ağlarının kurumsal olarak geliştirilmesine yönelik olarak harcanacaktı.
174 3 Mayıs 2001 tarihli Niyet Mektubu IMF’nin internet sitesinde, (http://www.imf.
org/external/np/loi/2001/tur/02/index.htm), 14 Nisan’da kamuoyuna açıklanan Güçlü
Ekonomiye Geçiş Programı ise T.C. Merkez Bankası’nın internet sitesinde (http://www.
tcmb.gov.tr/yeni/duyuru/eko_program/program.pdf) yeralmaktadır.
175 World Bank, Project Appraisal Document on a Proposed Hybrid Investment/Adjustment
Loan in the Amount of US$500 Million to the Republic of Turkey for a Social Risk Mitigation
Project/Loan, Report No. 22510-TU, Washington, D.C.: World Bank, 2001.
117
Kredinin ilk dilimi krizin etkilerinin büyüklüğüyle karşılaştırıldığında yeterli olmaktan çok uzaktı. Ancak, proje tümüyle ele alındığında, kaynak yetersizliği ve etkisiz uygulama gibi nedenlerden Türkiye’de temel amaçlarına
ulaşamayan sosyal güvenlik ağı mekanizmasının geliştirilmesine katkıda bulunabilecek nitelikteydi. Buna karşın, projenin plânlandığı şekilde, hızla hayata geçirilemediği görülmektedir. Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu
(BYDK)’nın SYDTF denetim raporu 2001 yılı içinde Fon’a Dünya Bankası
projesi çerçevesinde kaynak gelmediğini göstermektedir. 2002 yılında sağlanan finansmanın ise 3 milyon dolardan bile az olduğu anlaşılmaktadır.176
Projenin ilk ayağında 100 milyon doların doğrudan SYDTF’ye aktarılması
öngörüldüğünden, BYDK raporundan çıkan sonuç SRAP’ın uygulanmasının
oldukça gecikmiş olmasıdır.
Bu sorun, projenin başlangıç şartlarının yerine getirilmemiş olmasından kaynaklanmış olabilir. Bu şartlardan birisi, hükümetin SYDTF’ye daha çok kaynak aktarmasıdır. Fakat, yine BYDK raporuna göre, 2001 yılında hükümet,
Fon’un kaynaklarını arttırmak bir yana Fon’un kendi kaynaklarının %40’ını
bütçeye aktarma yolunu seçmiştir. Bu durum, 1994 Krizi’nden sonra yapılan
uygulamayı hatırlatmaktadır. 1994 Krizi’nden daha ağır sonuçlara yol açmış
olan 2000-2001 Krizi’nin ardından da, hem de Dünya Bankası’nın yoksullukla
mücadeleden sorumlu eski başkan yardımcısının yönetimindeki bir program
dahilinde, yoksullara yardım için harcanması gereken kaynakların diğer bütçe harcamalarına kaydırılmış olması hükümetlerin bu konudaki tutumunun
temelde değişmediğini açıkça ve çok çarpıcı bir biçimde ortaya koymaktadır.
Bu bilgiler ışığında, hükümetin Niyet Mektubu’ndaki sosyal yardım programlarına ilişkin ilk açıklamalarının boş sözlerden öteye gitmediği söylenebilir. Ayrıca, Dünya Bankası’nın tutumu da yetersiz görünmektedir. Bu kuruluş, ekonomik temelli kredilerinin şartları yerine getirilmediğinde ülkeye
yaptığı tüm kredi ödemelerini yavaşlatırken, SRAP çerçevesinde yaşamış olduğu anlaşılan sorunlar karşısında nedense böyle bir uygulamaya gitmemiştir. Dünya Bankası’na bu bağlamda yöneltilmesi gereken bir başka eleştiri ise
176 BYDK (T.C.Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu), Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu 2002 Yılı Raporu, Ankara: BYDK, 2003.
118
SRAP’nin amaçlarından kaynaklanmaktadır. Dünya Bankası’nın177 bu projeye ilişkin raporunda, ekonomik krizin olumsuz sosyoekonomik etkilerinin
hükümetin kriz sonrasında uyguladığı reform programı için bir risk oluşturabileceği, ancak SRAP’nin hükümete toplumsal destek sağlayarak bu riski
azaltabileceği açıklanmaktadır. Yani Sosyal Riski Azaltma Projesi toplumun
krizden ve kriz sonrası uygulanan programdan kaynaklanan risklerden korunmasını değil, kriz sonrası uygulanan programın toplumdan kaynaklanacak risklerden korunmasını amaçlamaktadır. Bu açıdan bakıldığında, Dünya
Bankası’nın tutumu daha iyi anlaşılmakta ve konuya ilişkin olarak gösterdiği sınırlı duyarlılık anlamını yitirmektedir. IMF ise, uygulanması gereken
sosyal politikalar açısından 2000-2001 Krizi sonrasında da tümüyle duyarsız
ve edilgen bir tutum sergilemiştir. IMF’nin Güçlendirilmiş Programla ilgili
yaptığı açıklamalarda sosyal konulara genellikle değinilmemektedir. Bu konuları içeren az sayıdaki açıklamada ise Dünya Banka’sının görüşleri aynen
tekrarlanmaktadır178.
177 World Bank, a.g.e. Report No: 22510-TU,2001.
178 Bu durumun iyi bir örneği, IMF Avrupa Bölümü yöneticisi M. Deppler’in bir basın
toplantısında kamu istihdamının azaltılmasının siyasal bazı sonuçlar doğurabileceği yönündeki soruya, ‘Programın bu tip riskleri azaltacak bileşenleri olduğu’ şeklinde verdiği
yanıttır. Bu yanıt, Dünya Bankası’nın SRAP’yle toplumsal destek arasında kurduğu ilişkiyi hatırlatmaktadır. Bu basın toplantısının dökümüne IMF’nin internet sitesinden ulaşılabilir: http://www.imf.org/external/np/tr/2002/tr020204.htm.
119
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
EKONOMİK KRİZLERLE YOKSULLUK ARASINDAKİ İLİŞKİ
Bu bölümde ekonomik krizlerle yoksulluk arasındaki ilişki inceleneceğinden
bu çalışmada kullanılan yoksulluk tanımının da yapılması gerekmektedir.
Birinci bölümde bu çalışma daha çok ekonomik krizler ve krizlerin etkileri
üzerine olduğu için geniş bir ekonomik kriz açıklaması ve tanımlaması yapılmıştır. Ancak, bu çalışmada yoksulluk genel bir ifadeyle ve genel bir anlam ile kullanıldığı için detaylı yoksulluk tanımlarına girilmeden doğrudan
ekonomik krizlerin tüm yönleriyle ve genel anlamıyla yoksulluk üzerindeki
etkileri örneklerle ikinci bölümde incelenmiştir. Bu üçüncü bölümde de ekonomik krizler ve genel anlamıyla yoksulluk ilişkisi incelenecektir. Bu açıdan
yoksulluk “Maddi nitelikteki mahrumiyetler nedeniyle kaynaklara ve üretim faktörlerine erişememe ve asgari bir yaşam düzeyini sürdürecek gelirden
yoksun olma halidir.”179 olarak tanımlanabilir.
179 Aktan, Coşkun C., Vural İstiklal Y., Yoksulluk: Terminoloji, Temel Kavramlar ve Ölçüm Yöntemleri, Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Hak-İş Konfederasyonu Yayınları,s.
3, Ankara, 2002.
121
Aktan’ın180 detaylıca tanımlamasını ve türlerini yapmış olduğu eserinde
Mutlak yoksulluk, göreli yoksulluk, sübjektif yoksulluk, kent/kır yoksulluğu, yoksun olunan konulara göre yoksulluk gibi tanımlamalar yapılmıştır.
Ancak bu çalışmada yoksulluk tanımlamalarına ve türlerine detaylıca girilmemiş olup, daha çok ekonomik kriz ve yoksulluk ilişkisi hem ikinci bölümde ülke örnekleriyle hem de bu bölümde değişik yazarların görüşleriyle ele
alınmıştır.
Ekonomik krizlerle yoksulluk ilişkisini ele almak için öncelikle yoksulluk bileşenlerini belirtmemizde fayda var. Bu bileşenler aynı zamanda yoksulluk
göstergeleri olup, nedenleri olarak da sunulabilir. Dolayısıyla, bu bileşenler
ekonomik krizin ya sonucunda ortaya çıkmış ya da yoksulluğun temelinde olup, ekonomik krizle daha derinleştiği durumlardır. Koşar’ın eserinde,
Zastrow’a ait olan bu bileşenler şu şekilde aktarılmıştır:
“Zastrow yoksulluğun oluşmasında olası nedenleri oldukça kapsamlı bir listeyle sunmuştur. Bu listede yer alan olası yoksulluk nedenleri şunlardır:
• Yüksek işsizlik
• Fiziksel sağlığın olmayışı
• Fiziksel özürler
• Duygusal problemler
• Geniş tıbbi harcamalar
• Alkolizm,
• Uyuşturucu alışkanlığı
• Geniş aileler
• Otomasyondan dolayı işsizlik
• Kullanılabilir beceri eksikliği
• Düşük eğitim düzeyi
• Yaşam maliyetlerindeki artışlar, gelirlerin yeterli olmaması
• Irk ayrımı
180 Aktan Coşkun C., Vural İstiklal Y, a.g.m.
122
• Hükümlü veya akıl hastası olarak nitelendirme
• İşin az bulunduğu coğrafi bölgelerde yaşama
• Boşanma veya eşin ölümü, eşin evden kaçması
• Kumar
• Kaynakların kötü idare edilmesi ve planlamaya ilişkin problemler
• Cinsiyet ayrımcılığı
• Bir suç kurbanı olma
• Çalışılan işe aykırı etik değerler
• Yetersiz işte çalışma
• Düşük ücretli işler
• Mental rotardasyon” 181
Bu bileşenleri artırmak ve yeni nedenler, göstergeler eklemek mümkündür.
Yoksulluk çalışmaları yapan özellikle Aktan bu bileşenleri daha detaylıca
belirlemiştir. Bunun yanı sıra, yoksulluğun göstergeleri olarak sayabileceğimiz nedenleri Alıcı182 da çalışmasında belirlemiştir. Alıcı’ya göre yoksulluğu
ölçme göstergeleri olarak gelir, tüketim, sağlık, eğitim, işgücü gibi kıstaslar
alınmıştır. Bu çalışmada da ekonomik kriz yoksulluk ilişkisi bu kıstaslar üzerinde gösterilecek olup, değişik yazar ve iktisatçılar tarafından savunulan
görüşlere yer verilecektir.
Koyuncu ve Murat’a göre ise ekonomik krizler kısa sürede üretim ve yatırım
düzeyinde azalma gibi reel sektör etkileri göstermekte olduğunu ve ihracat
daralması, uluslararası finans piyasalarında artan tedirginlik gibi yollarla
mevcut olumsuzlukları daha da artırıcı yönde etkili olmakta olduğunu belirtmişlerdir. Daha sonra ise, krizin etkileri, işgücü piyasalarına, sağlık, eğitim ve sosyal yardım kalemlerindeki kısıntılar yoluyla bütçe harcamalarının
miktar ve bileşimine ve giderek yoksulluk ve gelir dağılımına ilişkin göstergelere doğru yaygınlaşmaktadır. 183
181 Zastrow, 1991; Akt: Koşar, Nesrin, Sosyal Hizmetlerde Sosyal Yardım AlanıYoksulluk
Ve Sosyal Hizmet. , Şafak Matbaacılık, Ankara, 2000.
182 Alıcı, Sema, Türkiye’de Yoksulluğun Sosyo-ekonomik Analizi,(Ed. Aktan, Coşkun C.)
Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Hak-İş Konfederasyonu Yayınları, Ankara, 2002.
183 Koyuncu, M. ve Şenses F., a.g.m.
123
Sosyoekonomik etkiler denilince akla ilk bakışta yukarıda sıralananlar gelmekle birlikte bu etkilerin asla bunlarla sınırlı olmadığı göz önünde tutulmalıdır. Örneğin, krizlerle karşılaşan ülkelerde, krizlerin derinliğine bağlı olarak suç
oranında gözlenen artış, aile içi ve genel olarak beşeri ilişkilerin bozulması,
yolsuzluk oranında artış, ülkenin anîden artan dış kaynak ihtiyacı sonucunda uluslararası finans kuruluşlarının ülke ekonomi politikalarının belirlenmesinde artan rolü ve bunun yarattığı bağımlılık duygusu, ülkenin kendi
sorunlarını çözme istek ve yeteneklerinin aşınması gibi etkiler, önemsiz oldukları için değil çoğu kez nicelleştirilemedikleri için tartışmaların dışında
bırakılmaktadır. Oysa bu tür etkilerin de kapsanması krizin sosyoekonomik
etkilerinin tam anlamıyla anlaşılmasının temel önkoşulu sayılmalıdır.
Krizlerin olumsuz etkileri karşısında oluşan kamuoyu tepkisinin ulaştığı boyutlar ve sürekliliği hükümetlerin ve uluslararası finans kuruluşlarının sosyo-ekonomik etkilere karşı duyarlılığını belirleyen önemli unsurlar arasında
yer almaktadır. Kriz sonrası dönemde sosyoekonomik etkilere duyarlılığın
ve bunları azaltıcı programların uygulamaya konmasının aşağıda şemalaştırdığımız tepkiler sıralamasına göre oluştuğu söylenebilir (Şekil 5). Krizlerin
olumsuz etkileri karşısında ortaya çıkan toplumsal tepkilerin hükümetleri
harekete geçirmekte etkili olması, hükümetlerin artan duyarlılığının ise, IMF
başta olmak üzere Bretton Woods kuruluşlarının tutumlarına yansıyarak sosyoekonomik olumsuzlukları gidermeye yönelik –Şekil 5’de Sosyal Güvenlik
Ağı Programları adı altında özetlenen– sosyal politikaların uygulanmasına
olanak tanıması beklenebilir. Hükümetlerin sosyoekonomik olumsuzluklara
duyarlılık derecesi doğal olarak ülke hükümetlerinin geçmişte bu konulara
gösterdikleri duyarlılıkla da doğrudan ilgilidir. Örneğin, yoksullukla mücadelenin toplumsal gündemde uzun yıllar boyunca ön plânda tutulduğu
ve hane halklarının yoksullukla baş etme stratejileri geliştirme konusunda
başarı gösterdikleri ülke hükümetlerinin bu tür bir geçmişe sahip olmayan
ülkelere kıyasla daha büyük bir duyarlılık göstermeleri beklenebilir. Aynı
şekilde, topluluklar içindeki ve hane halkları arasındaki dayanışmanın üst
düzeyde olduğu ülke hükümetlerinin sosyoekonomik alandaki olumsuzlukları giderme işlevini kendileri üstlenmek yerine hane halklarının kendilerine
124
olumsuzlukları giderme işlevini kendileri üstlenmek yerine hane halklarının
kendilerine devretmeye, bu tür dayanışma geleneğinin kök salamadığı ülke
hükümetlerine
daha eğilimli
olmalarıkök
beklenebilir.
Bunun
gibi, sosyal
devretmeye,kıyasla
bu tür dayanışma
geleneğinin
salamadığı ülke
hükümetlerine kıyasla
daha eğilimli
olmaları beklenebilir.
gibi, sosyal
tepkilerin
tepkilerin
oluşabilmesi
ve hükümetlerin
bunlaraBunun
duyarlılık
göstermesi
doğal
oluşabilmesi
ve hükümetlerin
bunlara duyarlılık
göstermesi
doğaldoğru
olarakorantılı
siolarak
siyasal rejimin
açıklık ve demokrasinin
gelişmişlik
düzeyiyle
yasal rejimin açıklık ve demokrasinin gelişmişlik düzeyiyle doğru orantılı bir
bir gelişme gösterecektir.
gelişme gösterecektir.
Kriz
Toplumsal
Tepki
Hükümet krizin sosyo
ekonomik etkilerine
duyarlılık göstermeye
başlıyor
BWK
konuya
duyarlılık
göstermeye
başlıyor
Sosyal
Güvenlik
Ağı
Programları
Şekil 5:
Kriz Sonrası
Toplumsal
Tepkilerden
SosyalTepkiler
Şekil 5: Kriz Sonrası
Dönem:
ToplumsalDönem:
Tepkilerden
Sosyal Güvenlik
Ağlarına Uzanan
Zinciri
Güvenlik Ağlarına Uzanan Tepkiler Zinciri
Şekil 5’de özetlenen tepkisel zincir içinde Bretton Woods kuruluşlarına
(BWK) yer verilmiş olmasının iki temel gerekçesi bulunmaktadır. Bunlardan
birincisi, neoliberal iktisat politikalarının yaygınlık kazandığı son yirmi, yir- 106
mibeş yıllık dönemde bu kuruluşların az gelişmiş ülke ekonomi politikalarının belirlenmesinde çok önemli bir rol oynamaya başlaması ve bu etkinin
zaman içinde daha ince bir ayrıntı düzeyine de inerek giderek artmasıdır.
Ancak bu noktada göz ardı edilmemesi gereken bir husus, bu kuruluşların
krizlerin sosyoekonomik alandaki olumsuz etkilerine duyarlılığının temelde bu olumsuzlukları neoliberal dönüşümün kök salarak yaygınlaşması
karşısında bir engel olarak görmelerinden kaynaklanmasıdır. Bu nedenle
bu kuruluşların önceliklerinin, bu olumsuzlukları gidermeye yönelik sosyal
politikalardan çok neoliberal dönüşümün bir parçası olarak uygulamaya konan istikrar ve yapısal uyum programlarının sürdürülmesine yönelik olduğu söylenebilir.184 Öyle ki, bu kuruluşların sosyoekonomik alandaki olum184 Türkiye’de hükümetin emekli maaşlarında Ocak 2003 de yaptığı iyileştirmenin dahi
Dünya Bankası çevrelerinde programın sürekliliği konusunda uyandırdığı kaygı bu durumun en son örneklerinden birisi olarak değerlendirilebilir. Bkz. World Bank (2003:24-25).
125
suzluklara karşı gösterdiği duyarlılığın neoliberal dönüşüm programı için
oluşturdukları risklerden mi yoksa toplum için oluşturdukları risklerden
mi kaynaklandığı sorusu giderek önem kazanmaktadır.185 İkinci gerekçe ise,
Bretton Woods kuruluşlarının ülke ekonomi politikalarına artan müdahale
ve etkisinin genel kamuoyu tarafından da fark edilmiş olması ve tepkilerin
krizden etkilenen ülke hükümetleri yanında ve bazı durumlarda onlardan
daha çok bu kuruluşlara yöneltilmiş olmasıdır.186 Krizlerin bir kısmının bu
kuruluşlarla yapılan anlaşmalar yürürlükteyken ortaya çıkmış olması da bu
tür bir yönelimde kuşkusuz etkili olmuştur.
Bu genel çerçeve içinde kısa dönem ekonomik krizlerin sosyoekonomik
etkileri bu çalışmada, son on yılda bu krizlerden en çok etkilenen ülkeler
arasında yer alan üç ülkedeki kriz öncesindeki ve sonrasındaki gelişmeler
bağlamında incelenmektedir. Sosyoekonomik etkilerin iyi anlaşılabilmesi
için krize yol açan süreç ve kriz sonrası dönemde hükümetin, uluslararası
kuruluşların tutumları ve krize karşı oluşan toplumsal tepkilerle birlikte bir
bütünlük içinde ele alınmaktadır. Krizin sosyoekonomik etkileri üzerindeki
inceleme ise, ağırlıkla ölçülebilir göstergeler üzerinde yoğunlaşmakta ve işgücü piyasaları, sosyal harcamalar, gelir dağılımı ve yoksulluk alanlarını ön
plana çıkarmaktadır. Bu çerçevenin tamamlaması kuşkusuz başta siyaset bilimcileri ve sosyologlar olmak üzere diğer sosyal bilim dallarının katkılarına
muhtaçtır.
1. Ekonomik Krizlerin Mali Etkileri ve Görüşler
1.1. Ekonomik Krizlerin Yoksulluk Üzerindeki Olumsuz Mali Etkileri
İktisadi krizler, hem yoksul kişileri hem de yoksul olmayanları olumsuz yönde etkilerler ancak gördükleri zararlar orantılı olsa bile, hali hazırda yoksul
185 Bu noktada bkz. Koyuncu (2004: 148).
186 2001 krizinin ortaya çıkmasının hemen ardından Türkiye’nin çeşitli yerlerinde yapılan
protesto eylemlerinin birçoğunda tepkilerin hükümet yerine bu kuruluşlara yöneltilmiş
olması bu durumun en çarpıcı örneklerinden birini oluşturmaktadır. Bkz. Şenses (2003).
126
olanlar ya da yoksulluk sınırında olanlar için, bu krizlerin etkileri daha fazla tahripkardır. Yoksul hane halkı ya da yoksulluk sınırında olanların refah
kayıpları nüfusun geri kalanına göre daha fazladır. Yoksul halkın kötü zamanlarda kendisini güvence altına almaya yetecek tasarruf ya da sigortaya
sahip olmasına olanak yoktur ve sosyal güvenlik programlarından da çok az
istifade ederler ya da bu programlardan hiç yararlanamazlar. Bir iktisadi kriz
yoksul halkın ya da yoksulluk sınırındaki halkın yaşam standardını çeşitli
yollarla etkiler:
◦ Emek üzerinden elde edilen gelirleri azaltarak reel ücretleri düşürür ve işsizliği artırır.
◦ İktisadi faaliyetler azaldığı için emeğe dayalı olarak elde edilmeyen diğer
gelirler de azalır ve yoksul halk tarafından üretilen mal ve hizmetlerin fiyatları diğer fiyatlara kıyasla azalabilir.
◦ Özellikle aile üyeleri arasında yapılanlar olmak üzere özel transferler ülkenin her yerinde yaşam standardında meydana gelen azalma ile birlikte geriler.
◦ Yoksul halkın sahip olduğu yetersiz varlıklar enflasyona maruz kalır veya
bu varlıkların fiyatlarında büyük bir azalma meydana gelir.
◦ Makro -ekonomik krizler, yoksulların yoksulluktan kurtulma yeteneklerini
zayıflatarak, beşeri, mali ve fiziki sermaye birikimini yavaşlatır.
Makro-ekonomik çöküntülerle yoksulluğun artması arasında güçlü bir bağlantı vardır. Kriz dönemlerinde bir çok kişi geçici bir süre için yoksullaşır ve
sosyal göstergeler daha da kötüleşme ya da daha yavaş bir şekilde iyileşme
eğilimine girer. Veriler yoksul kişilerin beşeri sermayesinin, özellikle çocukların, daha da kötüleştiğini göstermektedir. Ortaya çıkan zarar, bu çocuklar
yetişkinliğe ulaştıklarında yoksulluktan kurtulma yeteneklerini etkileyerek
geri döndürülemez bir niteliğe ulaşmaktadır. Doğu Asya’daki bir çok ülkede yoksulluk, 1990’lı yılların sonunda ortaya çıkan finansal krizler sonucu
artmıştır: Yoksulluğun Endonezya’da % 50 arttığı ve Kore Cumhuriyeti’nde
kentsel alanlardaki yoksulluğun ikiye katlandığı tahmin edilmektedir. Ancak, her iki ülkede de yoksulluk iktisadi durumun iyileşmeye başlaması
127
ile birlikte azalmaktadır. Rusya’da 1996-1998 yılları arasında yoksulluk %
21.9’dan % 32.7’ye yükselmiştir. Latin Amerika ve Karayipler’de meydana
gelen her krizde yoksulluk artmaktadır ve uzun yıllar sonra bile krizden önceki seviyesinden daha yüksek bir düzeyde seyretmektedir.
Kriz süresince gelir dağılımındaki eşitsizlik artmakta, azalmakta ya da değişmeden kalabilmektedir. Latin Amerika’da gelir dağılımındaki eşitsizlik
(Gini katsayısı ile hesaplanan) verilerin elde edilebildiği kriz dönemlerinin
20’sinin 15’inde artmaktadır. Ancak, son kriz süresince Doğu Asya’da gelir dağılımındaki eşitsizlik konumunu korudu ve Meksika’da ise 1995’deki
Pezo krizinden sonra azaldı. Gelir dağılımındaki eşitsizlikte meydana gelen
bir artışla birlikte krizlerin oluşması halinde iktisadi daralma yoksulluğun
azaltılmasında daha önce elde edilen kazanımlardan daha büyük ters etkiler meydana getirebilir. Latin Amerika’da yoksulluğun azaltılmasına yönelik
çalışmalar sonucu 1970’lerde kişi başına düşen milli gelirde kentsel alanlarda % 3.7 ve kırsal alanlarda % 2 oranlarında meydana gelen artışlar 1980’li
yıllarda meydana gelen ters etkilerle ancak % 1 düzeyinde bir gerileme ile
karşılaşmıştır. Gelir dağılımındaki eşitsizlik artsa bile toplumun en yoksul %
20’lik kesimi bu durumdan her zaman orantısız bir şekilde zarar görmemektedir. Latin Amerika’da nüfusun en yoksul % 20’lik kesiminin elde ettiği gelir
1980’lerdeki borç krizleri sırasında genellikle azaldı ancak en zengin % 20’lik
kesimin payı bazen önemli ölçüde arttı.
İktisadi krizlerin yaşam standardı üzerindeki etkilerinin gelir dağılımındaki
adaletsizlik ile yoksulluğun ölçülmesi suretiyle tam olarak kavranması oldukça zordur. İktisadi krizler büyük çaplı akışkanlıklar ile birlikte anılırlar:
Daha önce yoksul olmayan kişiler yoksulluğa duçar olabilir ve daha önce
yoksul olanlar ise yoksulluktan kurtulabilirler. Aşağı ve yukarıya doğru gerçekleşen hızlı hareketlilik ile ilgili delillere 1998 krizinden sonra Rusya’da
rastlanabilir.
1996’da yoksul olarak kabul edilen kişilerin ortalama gelirleri arttı ve bunların % 42’si kriz sonrasında yoksulluktan kurtuldular. Öte yandan, kriz son128
rası yoksullaşanların % 61’i 1996 yılında yoksul değildi. Başka bir ifade ile
nüfusun % 20’si iktisadi çöküşün bir sonucu olarak yoksullaştı. Gelir dağılımındaki adaletsizlik genel olarak azalsa ve kriz sonrası yoksulların büyük
bir kısmı yoksulluktan kurtulsalar da daha önce yoksul olmayanların veya
hali hazırda yoksul olanların birçoğunun durumu daha da kötüleşmiştir. İktisadi krizler sırasında yoksullaşanlar kronik yoksullardan daha farklı özelliklere sahiptirler. Örneğin, iyi eğitimli olabilirler. Filipinler’de yapılan bir
çalışma daha üst düzeyde eğitime sahip olan hane halkının ücret ve istihdam
şoklarına daha duyarlı olduğunu göstermektedir.187
1.2. Ekonomik Krizlerin Yoksulluk Üzerindeki Olumlu Mali Etkileri
Ekonomik krizlerin yıkıcı, bozucu etkilerinin yanı sıra, yıkılan ve bozulan
ekonomik faktörlerin yerini yenilerinin alması veya bozulanların tamir edilmesi gerekliliğinden yeni ekonomik oyuncular veya faktörler ortaya çıkartabiliyor. Bunun yanı sıra, kriz sonucu etkilenen faktörlerin dışında bozulan
faktörlerde de fırsatlar ortaya çıkmaktadır. Örneğin, kriz sonrası gelir dağılımı önemli oranda bozulmakta ve değişmektedir.. Kriz zamanlarında yoksullar ve zayıf durumda olanlar için yıkıcı etki daha fazla olmaktadır. Ülke
Gayri Safi Milli Hâsılasından kendilerine düşen pay düşmektedir. Bu da Gini
katsayılarının kriz öncesi ve kriz sonrası değişimlerinden kolayca anlaşılacaktır. Dolayısıyla kriz zamanlarında ekonomik durumu kötü olanlarından
iyi olanlara yönelik bir değişme görülebilir. Çünkü kriz zamanlarında ekonomik değişim araçlarından en likit olanları değerli olacak ve bunlara sahip
olanlar kriz zamanlarında daha dinamik ve sonuçta karlı olacaktır. Örneğin,
son 2008 ekonomik krizinde gayrimenkul fiyatları gittikçe düşmüş ve kriz
öncesi 150.000 TL olan bir konut kriz esnasında 110.000 TL’ye düşebilmektedir. Likit olanağı olan kişiler bu durumdan faydalanıp kriz sonrası fiyatların
eski durumuna dönmesi durumunda 40.000 TL’lik bir kar edebilmektedir.
Gelir dağılımı açısından konuyu ele alırsak, kriz zamanlarında zor duruma
187 World Bank, World Development Report,Washington D.C., 2000/2001, s.162-167
129
düşüp konutunu satan kişi 40.000 TL kayba uğrayıp, bu miktarı başka birisine kar olarak transfer edecektir ki bu da negatif gelir transferidir. İşte, yoksullar aleyhine varlıklılar lehine oluşan kriz ortamı fırsatları krizin olumlu
mali etkilerinin bir yönünü oluşturmaktadır. Ancak, yoksulluk açısından ele
aldığımızda krizler yoksulluğa ve yoksulların aleyhine bir durumdur.
Gelir dağılımı bozulmasının yanı sıra krizin yıkıcı etkisinden dolayı kapanan
bir endüstri kolunun yerini ve işlevini başka bir endüstri kolu yapması gerektiğinden kriz yeni bir endüstri kolunun oluşması için fırsat oluşturmaktadır. Firmalar açısından yeni bir sektör ortaya çıkarabildiği gibi bireyler için
de yeni çalışma alanları, yeni çalışma kabiliyetleri ortaya çıkartabilmektedir.
Firmalar açısından kriz yeni açılımlara da sebep olabilir. Örneğin, dünyanın
önde gelen ilaç şirketlerinden İsviçreli Roche, ABD merkezli Genentech firmasının tamamını 46.8 milyar dolara satın alacağını açıkladı. 188
Ekonomik krizlerin başka bir özelliği ise kişiler, firmalar, devlet veya devletler için tehdit, sorun, karışıklık, gelecek kaygısı, güvensizlik gibi olumsuz sorunlar ortaya çıkarmasıdır. Aktan ve Şen’e189 göre ekonomik krizler
bu sorunların yanı sıra fırsatlar da ortaya çıkartabilir ki bu bazı düşünürler
tarafından da desteklenen bir düşüncedir. Bu düşünce, tez konusu olan ekonomik krizlerin yoksulluk üzerindeki olumlu ve olumsuz etkisini gösteren
Stephenson’dan uyarlanarak oluşturulmuş olan şu grafikle daha iyi anlaşılacaktır:
188 http://www.haber10.com/haber/159389 (13/03/2009)
189 Aktan, C. C., Şen H., a.g.m.
130
190
Şekil 6: Ekonomik Kriz
Yoksulluk
ilişkisiKriz
Şekil
6: Ekonomik
Yoksulluk ilişkisi190
YOKSULLUK
N
E
G
A
T
İ
F
Krizler zarar
görebilirliği
artırır.
Krizler zarar
görebilirliği
azaltır
Ekonomik
Krizler
yoksulluğu
ilerletir.
Ekonomik
Krizler yoksulluk
için yeni fırsatlar
sunar
P
O
Z
İ
T
İ
F
EKONOMİK KRİZLER
Yukarıdaki şekil, Stephenson’ın doğal afetlerle kalkınma arasındaki ilişkiyi
anlattığı
bir şekildir.
Ancak ekonomik
krizler ve
yoksulluk
üzerineilişkiyi
uygulaYukarıdaki
şekil, Stephenson’ın
doğal afetlerle
kalkınma
arasındaki
nabilirliği
olduğundan
kriz-yoksulluk
şekil yoanlattığı
bir de
şekildir.
Ancakekonomik
ekonomik
krizler ve ilişkisinin
yoksullukbu üzerine
luyla belirtilmesinin
faydalı olacağı
düşünülmüştür.
uygulanabilirliği
de olduğundan
ekonomik
kriz-yoksulluk ilişkisinin bu şekil
yoluyla belirtilmesinin faydalı olacağı düşünülmüştür.
Dört temanın sunulduğu bu şema aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
Dört temanın sunulduğu bu şema aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
5)Ekonomik krizler yıllar süren girişimler sonucu elde edilen kazanımları
yok ederek yoksulluğu ilerletir.
5) Ekonomik
yıllar süren
girişimler yeni
sonucu
elde edilen
6)Bir
ekonomikkrizler
kriz sonrası
gerçekleştirilen
programlar
ve kazanımları
projeler, yoksulluk
yeniyoksulluğu
fırsatlar sunabilir.
yokiçin
ederek
ilerletir.
7)Krizler yoksul kesimin zarar görebilirliğini artırabilir.
8)Yoksulluk programları ve projeleri zarar görebilirliği azaltmaya ve yoksul190
luğun ortaya çıkaracağı olumsuz sonuçları gidermeye yönelik hazırlanabilir.
Stephenson, Rob. S., a.g.e, s.9.
190 Stephenson, Rob. S., a.g.e, s.9.
131
112
Bu özelliklerin açıklanması gerekirse, ilk özellik ikinci bölümde ülke örnekleriyle gösterilmiş ve istatistiklerle de ispatlanmış bir özellikti. Örneğin 1997
Endonezya krizi öncesi yoksulluk %70’lerden %19’lara düşürülmüştür. Ancak ekonomik kriz düşen bu yoksulluk oranını tekrar iki katına çıkarmıştır.
İkici özelliği ise 2001 Türkiye ekonomik krizi ve 1997 Endonezya krizi sonrası uygulanan hem devlet politikalarında hem de Bretton Woods kuruluşları dediğimiz IMF ve Dünya Bankası faaliyetlerinde görmekteyiz. Örneğin,
2001 Türkiye krizi sonrası yoksullara yönelik 500.000.000 $’LIK proje faaliyet
geçmiş ve sosyal yardım kuruluşlarının kurumsal kapasitesinin iyileştirilmesinin yanı sıra, yoksullara yönelik 0 faizli iş kurma projeleri başlatılmıştır.
Bu da sermayeden yoksun yoksul kesim için bir dizi fırsatları beraberinde
getirmiştir. Üçüncü özellik de yine krizin en temel özelliklerinden yıkıcı ve
bozucu etkilerinin en hassas grup olan yoksul kesim üzerindeki etkisini anlatmaktadır. Dördüncü özellik ise özellikle kriz sonrası yeni oluşturulacak
yoksullukla mücadele ve yoksulluğu azaltmaya yönelik programların krizin
etkileri göz önüne alınarak daha etkin ve verimli olacak şekilde düzenlenmesini ifade etmektedir.
2. Ekonomik Krizlerin İstihdama Etkileri
Krizin istihdama ve işgücüne etkileri örnekleriyle ikinci bölümde detaylıca
incelenmiş olup, değişik iktisatçıların görüşlerine de yer verilmiştir. Bununla
beraber, 2001 Türkiye ekonomik krizi için verilmiş tablolar incelendiğinde
yoksulluğa sebep olan en önemli unsurlardan birisi olan işsizliğin kriz sonrasında daha fazla arttığı görülecektir.
Ülkemizde Kasım 2000 ve Şubat 2001 tarihlerinde yaşanan son iki krizinden
sonra, pek çok birbiriyle ilişkili sosyo-ekonomik sorun yaşanmış ve yaşanmaktadır. Ancak, bu sorunların içerisinde; özellikle işsizlik ve beyin göçü son
derece ciddi ve önemlidir. Bir başka deyişle; ülkemizde yaşanan son ekonomik krizler, mevcut işsizliğin daha da artmasına neden olurken, 1960’lardan
beri süregelen beyin göçünü de hızlandırarak en önemli kaynağımız olan
beşeri sermayemizin de etkin kullanılamamasına ve israf edilmesine yol açmıştır.
132
Nitekim krizlerin ardından sayıları 1 milyona yaklaşan ve daha önce düzenli bir geliri olan, üretken istihdam da yer alan birey, mevcut üretken işini
kaybetmek suretiyle işsiz kalmıştır. Yapılan araştırmalar doğrultusunda da
bu bireylerin nitelikleri incelediğinde; çok daha çarpıcı sonuçlarla karşılaşılmaktadır. Kriz işsizleri adı da verilen bu işsizlerin büyük bir çoğunluğunun
eğitim düzeyi yüksek, genç, kentli ve modern sektör çalışanları oldukları
görülmektedir. Bu durum da, bir taraftan ülkemizde zaten uzun yıllardır
süregelen ve artık nitelik değiştirerek, bir istihdam sorununa dönüşen mevcut işsizlik sorununu daha da içinden çıkılmaz hale getirirken, diğer taraftan da üretken istihdamın azalmasına neden olarak, toplumumuzu da hızla
üretmeden tüketen, mevcut geliri paylaştıran yapıya sürüklemek suretiyle,
giderek yoksullaştırmaktadır. Üstelikte, iyi eğitim görmüş nitelikli, ülkemiz
için son derece önemli bir güç olan, beşeri sermayemizi de üretken istihdama
dönüştüremeden beyin göçü yoluyla kaybetme gerçeği de mevcut durumu
daha da dramatik bir hale getirmektedir.
Bu bakımdan, ekonomik krizlerin sosyo-ekonomik sonuçları, bu krizleri yaşayan tüm ülkeler için olduğu gibi, ülkemiz içinde son derece olumsuz, ciddi, tahrip edici, tehlikeli ve acil çözüm bekleyen bir durum arz etmektedir.
Kuşkusuz bu olumsuz tablonun ortadan kaldırılabilmesi için, öncelikle ekonomik ve siyasal istikrarın sağlanması gerekmektedir. Ardından da mevcut
sorunlar tespit edilerek, etkin politikalar üretilmeli hızla hayata geçirilmelidir.191
3. Ekonomik Krizlerin Tüketime Etkileri
Globalleşme ile ekonomik krizlerin daha yaygınlaştığı ve ortaya çıkan ekonomik krizlerin de yoksulluk üzerinde etkili olduğu bilinmektedir. Bu bölümde 1990’lı yıllarda ortaya çıkan ekonomik krizler neticesinde yoksulluk
sorununun da büyüdüğünü ortaya koyan bazı tablolar sunulmaktadır.
Tablo-21’deki tablolardan anlaşılacağı üzere Arjantin, Meksika, Endonezya,
191 Işığıçok, Özlem, a.g.m.
133
Tayland, Rusya ve Ürdün’de ortaya çıkan ekonomik krizler neticesinde krizin ortaya çıktığı yılda ve sonrasında kişisel gelir ve tüketimde azalmalar olmuştur. Örneğin, Arjantin’de 1989 yılında ortaya çıkan ekonomik kriz, aynı
yıl içerisinde gelir ve tüketimde ortalama yüzde 24.8 azalma doğurmuştur.
Krizin etkileri takip eden yılda da etkili olmuş ve gelir ve tüketimde ortalama
yüzde 33.7 oranında azalmıştır. Arjantin’de 1995 yılında ortaya çıkan kriz de
benzer şekilde halkın gelirinde azalmaya yol açmış ve ülkede yoksulluk daha
da artmıştır. 1995 yılında ortaya çıkan kriz gelir ve tüketimde aynı yıl içerisinde yüzde 24.8 oranında azalmaya neden olmuş, 1997 yılında ise bir önceki
yıla göre gelir ve tüketimde yüzde 26 oranında azalma gerçekleşmiştir.
Arjantin yanı sıra Endonezya’da da 1998 yılında ortaya çıkan kriz gelir ve tüketimde aynı yıl içerisinde yüzde 18.9 oranında azalma ortaya çıkmıştır. Krizin etkileri sonraki yıllarda da kısmen devam etmiştir. Tablo-22’de ise çeşitli
ülkelerde ortaya çıkan ekonomik krizlerin eğitim ve sağlık göstergelerinde
yarattığı olumsuz etkiler görülmektedir. Gerçekten de, Meksika, Arjantin ve
Endonezya’da ortaya çıkan ekonomik kriz neticesinde hane halklarının eğitim ve sağlık harcamalarında çok önemli azalmalar ortaya çıkmıştır. Birçok
hane halkı azalan gelirleri dolayısıyla okula kayıt oranında azalma görülmüştür.192
192 Aktan, Coşkun C., Global Ekonomik Krizler ve Yoksulluk, Yoksullukla Mücadele
Stratejileri, Hak-İş Konfederasyonu Yayınları, Ankara, 2002.
134
Tablo- 21: Bazı Ülkelerde Ekonomik Krizlerin Yoksulluk Üzerine Etkileri193
Ülke Adı
Arjantin
25,2
(1987)
Endonezya
11,3
(1996)
Ürdün
Krizin Ortaya
Çıktığı Yıl
(%)
Kriz Öncesi
(%)
47,3
(1989)
18,9
(1998)
(1989)
3,0
(1986-87)
Meksika
36,0
(1994)
Rusya
21,9
(1996)
Tayland
11,4
(1996)
(1995)
Kriz Sonrası
(%)
33,7
(1990)
11,7
(1999)
14,9
(1992)
43,0
(1996)
32,7
(1998)
--
12,9
(1998)
--
Not: Tablodaki veriler genel olarak gelir ve harcamalardaki bir önceki yıla
göre değişim yüzdelerini göstermektedir.
193 World Bank, World Development Report, 2000/2001, s. 163.
135
Tablo-22: Seçilmiş Bazı Ülkelerde Ekonomik Krizlerin Sosyal Etkileri194
Ülke Adı
Kriz Göstergeleri
Sağlık Göstergeleri
Arjantin
1995
* Kişi başına GSYİH %
4,1 oranında azaldı.
* Kişi başına özel
tüketim % 5,6 oranında
azaldı.
Kişi başına günlük protein
alımında 1995 yılında %
3,8 oranında azalma oldu.
Bu oran 1996 yılında % 1,9
yükseldi.
Meksika
1995
Endonezya
1998
*Kişi başına GSYİH %
7,8
oranında azaldı.
* Kişi başına özel
tüketim % 11,1
oranında azaldı.
* Kişi başına GSYİH %
14,6 oranında azaldı.
* Kişi başına özel
tüketim % 5,1 oranında
azaldı.
* 1 yaşın altındaki
çocuklarda
kansızlık dolayısıyla ölüm
arttı.
* 1-4 yaş arası çocuklarda,
kansızlık dolayısıyla ölüm
oranında artış oldu. Doğan
her 100.000 çocukta 1.7
olan ölüm oranı 2.2’ye
yükseldi.
Eğitim
Göstergeleri
1993 yılında
% 2,2 olan
ilköğretimde
okula kayıt
oranı, 1996
yılında %0,8’e
düştü.
1994 yılında
ilköğretimde
okula kayıt
oranı % 0,44’e
yükseldi; 1995
yılında ise %
0,09’a düştü.
Yoksul
kesimde eğitim
Birçok sağlık göstergesinde
göstergeleri
bozulmalar görüldü.
daha da kötü bir
konuma ulaştı.
4. Ekonomik Krizlerin Sağlığa Etkileri
Sosyal göstergelerin çoğu bir makro-ekonomik krizde ya kötüleşmektedir
veya çok yavaş bir iyileşme göstermektedir. Çocuk ölümleri gibi sosyal göstergeler, daha önceki dönemlerdekine kıyasla, yavaş yavaş da olsa, 1980’li
yıllar boyunca Latin Amerika’da iyileşmeye devam etmiştir. Ancak, sağlıkla
194 World Bank, a.g.e, 2000/2001, s. 164.
136
ilgili göstergeler tüketim ve gelirdeki azalmaya karşı daha duyarlıdır. Şili’de
düşük kilolu bebek doğumlarının ve yetersiz beslenmiş çocukların oranı,
ekonomi gerileme dönemine girdiğinde, artmıştır. Meksika’da, 1980’li yıllarda, yetersiz beslenmeden kaynaklanan bebek ve okul öncesi çocuk ölümleri,
daha önceki on yılın gösterdiği eğilimi tersine döndürerek, 1995’teki iktisadi
krizle birlikte tekrar arttı. Arjantin ve Venezuela’da kişi başına günlük protein alımı kişi başına gayri safi yurtiçi hâsılalarında meydana gelen azalma ile
birlikte gerilemiştir. Endonezya’da vücut ağırlık indeksleri hastalık ve ölüm
riskinin ortaya çıktığı düzeyin altında olan kadınların oranı 1998’de % 25 arttı ve üç yaş altı çocukların ortalama ağırlıkları azaldı.
5. Ekonomik Krizlerin Eğitime Etkileri
Okula devam etme ve okuryazarlık oranları da krizler sonrasında önemli
ölçüde etkilenmektedir. Filipinler’de daha önceki beş yıllık süre içinde gözlemlenen yıllık ortalama % 2.6’lık bir artıştan sonra 1997-98 ve 1998-99 ders
yılları arasında orta öğretime kaydedilenlerin sayısında yalnızca % 0.9’luk
bir artış gerçekleşmiştir. Meksika’da mezun olan öğrencilerin bir sonraki eğitim düzeyinde okula kayıt olmaları oranı, özellikle lise ve üniversite öğrencileri arasında olmak üzere, 1980 borç krizi sırasında azaldı. İlkokula başlayan
öğrenciler arasında yaşları uygun durumda olanların oranında da azalma
gerçekleşti. Kırsal alanda okuldan ayrılan öğrencilerin oranı % 40’a yükseldi.
Arjantin ve Meksika’da ilkokullara yapılan toplam kayıtlardaki artış 1995’te
yavaşladı. Güney Hindistan’da yapılan bir çalışma olumsuz şoklara tepki
olarak çocukların sıklıkla okuldan alındığını göstermektedir. İktisadi krizlerin geçici yoksulluğu artırdığına şüphe yoktur. Dahası sürekli ya da kronik
yoksulluğu de artırırlar zira krizler yoksulların beşeri sermayeleri üzerinde
çok olumsuz etkilere sahiptir. Yetersiz beslenme, çocuk ölümleri ve okula
kaydedilme ile ilgili eğilimler, ulusal ortalamalar şeklinde olsalar da, yoksullar arasında ortaya çıkan gerilemeyi de çoğunlukla yansıtırlar.
Endonezya’da gelir grupları ile ilgili bilgiler 7-12 yaş arasındaki çocuklarda
137
gelir dağılımının en düşük ikinci % 20’lik dilimdeki okulu terk etme oranının
1997’deki % 1.3’lük düzeyinden 1998’de % 7.5’e ve 13-19 yaş grubu için aynı
oranın % 14.2’den % 25.5’e yükseldiğini göstermektedir. Herhangi bir okula
kaydedilmeyen yoksul çocukların oranı ise % 4.9’dan % 10.7’ye çıkmıştır.
Son araştırmalar makro-ekonomik çöküntülerle eğitim göstergeleri arasında
bir bağlantının olduğunu göstermektedir. On sekiz Latin Amerika ülkesindeki yıllık ortalama okullaşma oranının 1950 ve 1960’lardaki % 1.9’luk seviyesinden 1970 ve 1980’lerde % 1.2’ye gerilediği görülmektedir. Makroekonomik koşullardaki kötüleşme (gayri safi yurtiçi hâsıladaki kısa vadeli şoklar,
oynaklık ve olumsuz dış ticaret şokları), bir çalışmaya göre bu çöküşün %
80’ini açıklamaktadır. Meksika ile ilgili göstergelerin ortaya koyduğu gibi
azalan gelirin olumsuz yönde kendini gösteren ‘gelir etkisi’ okula devam etmenin fırsat maliyetinin azalmasının ortaya koyduğu olumlu ‘fiyat etkisi’ne
göre daha etkili olmaktadır. Simülasyon sonuçları, ekonomi 1980’li yıllarda
1970’li yıllardakinin yarısı kadar büyüyebilseydi Meksika’daki okula kaydolma oranının 1991’de % 11 daha fazla olabileceğini göstermektedir.
6. Ekonomik Krizlerin Genel Olarak Yoksulluğa Etkileri Üzerine Görüşler
Ekonomik Krizlerle yoksulluk arasındaki ilişkinin kavramsallaştırılması son
yıllarda küreselleşmiş dünyada giderek artan biçimde gündeme gelmektedir. İnsanları fiziki ve psikolojik olarak derinden etkileyen maddi kayıplara
neden olan ve toplumda sosyal yaralara yol açan toplumsal refahtan elde
edilen kazanımları önemli ölçüde yok eden bir ekonomik krizin, olasılığının,
olduğunun ve olabilirliğinin konuşulmadığı bir zaman neredeyse çok nadirdir.
Ekonomik krizlerin sebep ve etkileri birinci bölümde ekonomik krizlerin tarihçesinde de belirtildiği gibi uzun süre araştırılmış ve incelenmiştir. Ekonomistlerin yanı sıra, sosyologlar, psikologlar bu konunun kendilerini ilgilendirdiğini görmüşlerdir.
138
Yoksulluk
Toplumda var olan belirli bir yaşam seviyesinin altında bulunmak olarak kısaca tanımlanabileceği gibi, yaşamdaki asgari yaşama koşullarını sağlayacak
olanaklardan mahrum kalmak, bu olanaklara ulaşamamak olarak tanımlanabilir. Bu yönden, yoksulluğun öğelerini açmak istersek; hayatı devam ettirebilecek koşullar olabilecek ev, iş, temel gıda maddeleri, sosyal ortam gibi
olanaklardan mahrum kalmayı yoksulluğun öğeleri olarak tanımlanabilir.
2000-2001 Krizi Türkiye’de toplumun en yoksul kesimleri yerine kendi hesabına çalışan kesimlerin yoğun ancak kısa süreli tepkilerine yol açmış ve bu
tepkiler kısa sürede etkisini kaybetmiştir. Bu nedenle sosyoekonomik alandaki olumsuzluklara karşı kayda değer bir duyarlılığın oluşmasında tepkilerin boyutları, sürekliliği, hangi toplum kesiminin önderliğinde geliştiği ve
kitlesel bir nitelik kazanıp kazanamadığı gibi farklı özelliklerinin önemli bir
rol oynadığı anlaşılmaktadır. Türkiye’de, başta yoksul kesimler olmak üzere
krizden en olumsuz etkilenen kesimlerin tepkisinin ise örgütlü mücadele ve
gösteriler yerine seçim sandığı yoluyla dile getirildiği ve krizler sırasında iş
başında bulunan siyasal partilerin kamuoyu desteğinde bir sonraki seçimde
önemli bir azalma olduğu görülmüştür. Ancak bu durum, kamuoyu desteği
sağlayan partilerin iş başına geldiklerinde seçimler öncesindeki yoksullukla
mücadele yanlısı söylemlerine duyarsız ve hatta aykırı bir tutum sergilemelerini engelleyememiştir.
Kriz sonrasında, birçok durumda IMF ve Dünya Bankası güdümünde istikrar ve yapısal uyum politikalarının uygulamaya konması krizle karşı karşıya
kalan ülkelerin iktisat politikası seçeneklerini önemli ölçüde kısıtlamaktadır.
Krizlerin hükümetlerin dış kaynak gereksinimlerinin had safhaya ulaştığı ve
ellerinin en zayıf olduğu bir dönemle örtüşmesi hiç kuşku yok ki bu kısıtları
daha da artırmaktadır.
Hükümetlerin, krizlerin olumsuz sosyoekonomik etkilerine karşı duyarlı bir
tutum sergileyebilmeleri Bretton Woods kuruluşlarının ekonomi politikaları
139
alanında hâkim konumda olduğu bir ortamda oldukça güç olmakla birlikte,
bu kısıtlar çerçevesinde dahi hükümetlerin bu alanda etkili olmak istemeleri
durumunda çeşitli seçeneklerinin olduğu söylenebilir. Örneğin, bu kuruluşların kamu açıklarının kapatılması amacıyla faiz dışı fazlanın belirli bir düzeye çıkarılması konusundaki şartlılığı, harcamaların sosyal hizmet sektörleri
dışındaki alanlardan kısılmasıyla, sosyal hizmet alanlarında kısıntı yapmak
zorunda kalındığında da bunların yoksul kesimlere yönelik hizmetler dışındaki kalemlerden yapılması yoluna gidilebilir.
Buraya kadar ki değerlendirmelerimiz asla krizden çıkış ve krizin sosyo-ekonomik etkilerinin azaltılması konusunda büyümenin ve başta enflasyonla
mücadele olmak üzere makroekonomik istikrarın önemsiz olduğu anlamına
gelmemelidir. Tam tersine, bu alanlarda sağlanacak başarının krizin geniş
halk kitleleri üzerindeki etkisini azaltma ve hiç olmazsa hafifletme konusunda önemli bir işlevi olduğu açıktır. Ancak bu işlevin yerine getirilmesinin
temel önkoşulu büyümenin krizden zarar görenlerin sorunlarını ön planda
tutan eşitlikçi özellikler taşımasıdır (Şenses, 2003a). Daha da önemlisi büyüme ve makroekonomik istikrar açısından sağlanacak başarıların bu konuda
tek başına asla yeterli olamayacağı ve bunların hükümetin uygulayacağı başta istihdam ve daha geniş anlamda yoksullukla mücadele alanlarına yönelik
geniş kapsamlı sosyal güvenlik ağıyla desteklenmesi gereğidir. Endonezya
örneği, krizlerin olumsuz sosyoekonomik etkilerini gidermek amacıyla uygulamaya konan sosyal politika ağırlıklı programların kısa sürede olumlu
etkiler yaratabildiğini göstermiştir.
Krizlerin sosyoekonomik etkilerinin, hükümetler ve uluslararası kuruluşlar
tarafından göz ardı edilemeyecek kadar büyük olduğu dikkate alınmalı ve
gerek ulusal gerekse uluslararası düzlemlerde krizlerin önlenmesi yönünde
çaba sarf edilmelidir. Krizlerin birçok durumda anîden ortaya çıktığı ve her
iki düzlemde de bir panik havası oluşturduğu dikkate alınarak krizlere karşı
hazırlıklı olunması ve âcil durumlarda uygulamaya konmak üzere plânlar
yapılması gereklidir. Bu konuda atılması gereken ilk adım sosyoekonomik
göstergelere ilişkin veri bazının güçlendirilmesi olmalıdır. Örneğin 2000140
2001 krizinde Türkiye’de yoksulluk düzeyi ve profiline ilişkin yeterli sayısal
verilerin bulunmayışı, bu amaç için yeterli kaynak sağlanmış olsa bile yoksullukla mücadelenin etkinliğini olumsuz etkileyebilecek bir eksiklikti.
Krizlerin etkilerinin ortadan kaldırılabilmesi, son tahlilde sosyal politikaları
ve ekonomi politikalarını daha eşitlikçi bir yörüngeye oturtabilmekle özdeş
olup aynı ulusal ve uluslararası engellerle karşı karşıyadır. Bu engellerin başında ulusal ve uluslararası düzlemdeki eşitsiz ve giderek daha da eşitsiz hale
gelen güçler dengesi gelmektedir (Öniş ve Şenses, 2005). Bu nedenle, krizlerin sosyoekonomik etkilerine karşı koyabilmek de her iki düzlemde etkili bir
demokratikleşme sürecinin yolunun açılabilmesine bağlıdır. Bu sürecin başarısı ulusal düzlemde, toplumun düşük gelirli ve korunmasız kesimlerinin örgütlenerek siyasal anlamda güçlenebilmeleri ve seslerini duyurabilmelerine,
uluslararası düzlemde de az gelişmiş ülkelerin küresel ekonomi içinde söz
sahibi konuma gelebilmelerine bağlıdır. Bretton Woods kuruluşlarının karar
mekanizmalarında sanayileşmiş ülkelerin belirleyici hâkimiyetinin kırılarak
az gelişmiş ülkelerin etkisinin artmasına olanak verecek biçimde demokratikleşmesi195 de konumuz açısından büyük önem taşımaktadır.196
İktisat politikalarının yönetiminin ne ölçüde başarılı olduğuna bakılmaksızın
krizler Gelişmekte Olan Ülkeler ile Geçiş Ülkelerini muhtemelen etkilemeye
devam edecektir. Bu nedenle krizlere karşı bir reaksiyon ortaya konurken
krizlerin yoksullar üzerindeki etkileri dikkate alınmalıdır. Krizlere karşı ortaya konacak yoksulluğa duyarlı bir reaksiyon şunları içermelidir:
- Tüketim düzeylerini sürdürebilmeleri için yoksul hane halkına yardım edilmesi,
- Yoksulların temel sosyal hizmetlerden herhangi birinden mahrum edilmemelerinin sağlanması,
195 IMF ve Dünya Bankası’nın karar mekanizmalarında sanayileşmiş ülkelerin orantısız
ağırlığına ilişkin bir değerlendirme için bkz. IMF (2004).
196 Koyuncu, M. ve Şenses F., a.g.m.
141
- Beşeri ve fiziki sermayenin birikiminde sürekli bir gerilemenin meydana
gelmesinin engellenmesi,
- Suç ile ilgili faaliyetlerde bulunma, fahişelik ve çocuk emeğinin sömürülmesi gibi insanların kendilerine zarar veren davranışlarının önlenmesi.
Yoksulluğa karşı duyarlı bir reaksiyon krizler sonucu yoksullaşma riskine
maruz kalanlar için de belirli mekanizmaları yürürlüğe koymalıdır.197
Yoksulların Korunması:
-Yoksullukla mücadele programları
-Doğal afet ve felaketlerle mücadele Sosyal güvenlik ve sosyal yardım hizmetlerinin sunulması:
- İşsizlik sigortası
- Emeklilik sigortası
- Sağlık sigortası
- Sosyal yardımlar Gelirin yeniden dağılımı politikaları
Piyasa ekonomisinin kendi tabii işleyişine bırakılması halinde çeşitli nedenlerle başarısızlığa uğrayacağı görüşü bugün pek çok iktisatçının kabul ettiği
bir gerçektir. Neo-klasik iktisatçıların “piyasa başarısızlığı teorisi“ ve keynezyen iktisatçıların “fonksiyonel devlet teorisi“ devletin ekonomiye müdahalesinin rasyonelini anlamamıza imkan sağlamaktadır. Gelir dağılımında
adaletsizlik ve yoksulluk sorununun çözümlenmesinde devlet müdahalesine
gerek olduğu savunulurken şu yanılgıya düşülmemesi gerekir. Devlet, piyasa ekonomisinde ortaya çıkan başarısızlıkların ve bu çerçevede ortaya çıkan
gelir dağılımında adaletsizlik ve yoksulluk sorununun çözümlenmesinde
her zaman başarılı olamayabilir. Burada devlet müdahalesinin kapsamı, uygulanan araçlar, müdahaleci iktisat politikalarını uygulayan yönetimin yapısı vs. hususlar son derece önem taşır. Devlet, bazı sorunların çözümü olduğu
197 World Bank, World Development Report,Washington D.C., 2000/2001, s.162-167
142
kadar bazı sorunların da bizatihi kaynağıdır. Bu bakımdan, gelir dağılımında
adaletsizlik ve yoksulluk sorununun çözümlenmesinde temel reçetenin devlet müdahaleleri olduğu görüşü doğru değildir. Sınırları iyi belirlenmemiş
devlet müdahaleleri ister istemez sorunların daha da büyümesine ve ağırlaşmasına neden olabilir. Sonuç olarak şu hususları belirtmekte yarar bulunmaktadır:
-Piyasa ekonomisinin sonuçları mükemmel değildir. Piyasa ekonomisinin
tek başına optimal sonuçlar doğurması beklenemez.
-Piyasa ekonomisinde bazı yetersizliklerin ve başarısızlıkların olması piyasa
ekonomisinin yanlış bir ekonomik düzen modeli olduğu anlamına gelmez.
-Piyasa yetersizliklerinin ya da aksaklıklarının çözümlenmesinde devletin
düzenleyici kurallarına ve yaptırımlarına gerek bulunmaktadır. Devlet piyasa ekonomisinin etkin ve adil bir biçimde işlemesi için gerekli anayasal-yasal-kurumsal altyapı oluşturmak zorundadır. Kural ve kurumlar olmaksızın
piyasa ekonomisinin iyi işlemesi beklenemez.
-Piyasa ekonomisinin iyi işlemesi için devlete düşen en önemi görev ekonomik özgürlüklerin etkin bir biçimde güvence altına alınması ve korunmasıdır. Piyasa ekonomisinde mübadele, sözleşme, mülkiyet ve rekabet özgürlükleri etkin biçimde korunmalıdır.
-Pozitif ve negatif dışsallıklar konusu aktif devlet müdahalelerini gerektirmez. Pozitif dışsallıkların ve negatif dışsallıkların söz konusu olduğu iktisadi
faaliyetlerin devlet tarafından üstlenilmesi görüşü bugün için geçerliliğini ve
önemini kaybetmiştir. Dışsallıklar, devlet girişimciliğinin haklı gerekçesini
oluşturmaz. Buna karşın dışsallıklar sorunu, devletin düzenleyici kararlar
almasını ve uygulamasını gerektirebilir.
-İçsellikler (internalities) ya da içsel ekonomiler konusu da devlet girişimciliğinin ve devlet müdahaleciliğinin ana gerekçesini oluşturamaz. Uzun yıllar,
143
enerji, ulaştırma ve haberleşme sektörlerinde “doğal monopol argümanı“ ile
bu faaliyetlerin devlet tarafından üstlenilmesi savunulmuştur. Oysa bu görüş de bugün önemini tamamen yitirmiştir. Sözkonusu mümkündür. Devletin ise bu tür piyasalarda bazı düzenleyici kurallar ve kurumlar oluşturmasına gerek bulunmaktadır.
-Gelir dağılımında adaletsizlik ve yoksulluk sorununu piyasa ekonomisinin
tabii bir sonucu olarak görmek doğru değildir. Aksine, piyasa ekonomisinin alternatifi olan merkezden yönetimli komuta ekonomilerinde yoksulluk
kaçınılmazdır. Piyasa ekonomisi uygulayan ülkelerde ekonomik refah düzeyinin merkezden yönetimli sosyalist ekonomilerden kat ve kat daha fazla olduğu bilinen bir gerçektir. Sosyalist ekonomik düzenin pratikte yığın
halk tabakaları yönünden “yoksullukta eşitlik“ sağlamada başarılı olduğu
söylenebilir. Ancak bunun arzu edilen ve ulaşılması istenen bir hedef olduğu
elbette söylenemez. Piyasa ekonomilerinde ise ekonomik refah düzeyi genel
olarak yüksek iken, ekonomik refahın bireylerarasındaki dağılımında kimi
ekonomilerde adaletsizlikler ciddi boyutlardadır.
-Piyasa ekonomilerindeki gelir dağılımındaki adaletsizlik ve yoksulluk sorunu ile mücadele için devletin sınırlı bazı görevler üstlenmesi elbette gereklidir. Devletin ekonomiye aşırı müdahaleleri bir taraftan piyasa ekonomisinin
etkin işlemesini engeller, öte taraftan ekonomide rant kollama eğilimlerinin
artmasına neden olur.
-İkincil gelir dağılımı politikalarının mükemmel sonuçlar yaratması asla beklenmemelidir. Devletin iktisat politikası araçlarını yaygın olarak kullanması ekonomide istikrarı ve dengeyi bozar. Ekonomik istikrarsızlık, gelir dağılımında adaletsizlik ve yoksulluk sorununun daha da büyümesine neden
olur.198
198 Aktan, Coşkun C., Bir Piyasa Başarısızlığı Nedeni Olarak ‘Gelir Dağılımında Adaletsizlik ve Yoksulluk’ Sorunu: -Kamu Ekonomisinin Rolü Ve Kamu Politikası Araçları-,
Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Hak-İş Konfederasyonu Yayınları, Ankara, 2002.
144
SONUÇ
Küreselleşen dünyada gerek yayılma etkisinin artması gerekse finansal piyasaların kırılganlığının artması ile ekonomik krizlerin etkileri günümüzde
daha hissedilir hale gelmiştir. Uluslar arası dolaşımda bulunan fonların döviz krizlerine, kısa süreli sermaye hareketlerinin ödemeler bilânçosu krizlerine, denetimsiz ve plansız ülke harcamalarının dış borç krizlerine, devlet
garantilerinin sermaye krizlerine ve son olarak 2001 yılında Türkiye’de, 2008
yılı içerisinde de ABD’de yaşanan ve tüm dünyaya yayılan denetimsiz ve aşırı serbest bankacılık işlemlerinin ve geri dönmeyen kredilerin artmasının yol
açtığı bankacılık krizlerine sıklıkla rastlamaktayız. Ancak, ekonomik krizler
sonrası oluşan ülkelerin ekonomileri ve hane halklarının sosyo-ekonomik
durumları asıl gerçekleri göstermektedir. Ekonomik krizlerin oluşturduğu
fırsatlara rağmen, yıkıcı ve bozucu özellikleri gereği ülke ekonomisinde tahribatlara, üretimde ve tüketimde hızlı daralmalara, fiyatlar genel seviyesinde ani düşüş ve yükselişlere, iflaslara, işsizlik oranında artışlara, ücretlerde
gerilemelere, borsada çöküşe, bankaların işlevlerinin yitirmesine, bankaların
kapanmasına, iş piyasalarında ve insanlar arasında güvensizliklere, sosyal
yardım harcamalarında hızlı düşüşlere sebep olmasının yanında yoksulluk
göstergelerindeki kötüleşme ile yoksulluğa sebep olması kaçınılmaz ve yadsınamaz etki ve sonuçlarındandır.
Ekonomik krizlerin etkilerinin en fazla toplum içerisinde hassas grup olan fakir ve yardıma muhtaç yoksullar üzerinde gerçekleştiği, yapılan çalışmalarla
ortaya konulmuştur. Yapılan çalışmada, ekonomik krizlerin yoksulluğa etkileri doğrudan olduğundan ve etkilerinin diğer faktörlere göre daha şiddetli
olduğundan yoksulluk politikalarına önem verilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bununla birlikte yoksulluk politikalarının yalnızca kriz sonrasında değil;
Endonezya örneğinde faydalarının görüldüğü üzere kriz öncesinde oluşturulması gerekliliği ortaya konulmuştur.
Ekonomik krizlerin nedenleri için iktisat yazınında birçok araştırma yapılmış
ve değişik nedenler belirtilmiştir. Genellikle ülkelerin Kısa vadeli dış borç /
145
döviz rezervi, cari açık / döviz rezervi, cari açık /GSYİH, borç/öz-kaynak
yapısı gibi ülkelerin olumsuz gösterge oranları krize uygun olmakla beraber
makro ekonomik yapıda sürdürülemeyen durum, ters seçim ve ahlaki tehlikeler, finansal serbestleşme, sürü psikolojisi gibi nedenlerden dolayı ekonomik kriz oluşmaktadır.
Ekonomik krizlerin nedenleri ve çeşitleri incelendiğinde krizlerin öncü göstergelerinin olduğu; ancak kriz zamanlarının tam olarak bilinemeyeceğinden ekonomik kriz öncesinde Endonezya örneğinde olduğu gibi yoksulluk
ve yoksullukla mücadele bir politika olarak kabul edilmelidir. Endonezya yoksulluk gerçeğini 1997’de yaşadığı krizden çok önce kabul etmiştir.
Türkiye’nin aksine uzun sayılabilecek bir süre yoksullukla mücadeleyi toplumsal gündemin ön sıralarına taşıyıp, bu konuda kayda değer bir atılım
gerçekleştirmiş olması kuşkusuz kriz sonrasındaki tutumun belirlenmesinde
etkili bir unsur olmuştur. Öyle ki, kriz döneminde diğer kriz yaşayan ülkeler
sağlık harcamalarını kısarken, Endonezya’da sağlık harcamalarında önemli
bir artış olması beklentilerin aksi yönündeki yoksul yönlü gelişmelerin bir
başka örneğini oluşturmuştur.
Ekonomik krizlerin yoksulluğa etkilerini azaltmak için ülke hükümetleri sosyo-ekonomik projeler ve politikalar uygulamışlardır. Ülke hükümetlerinin
yanı sıra, kriz dönemlerinde gerek 1997 Güneydoğu Asya krizinde olduğu
gibi ülkelerin çağrısı üzerine APEC, ASEAN ülkeleri ve Bretton Woods kuruluşları olan IMF, Dünya Bankasını krize karşı politika ve yardım önerilerinde
bulunmuştur. Bunlardan özellikle Dünya Bankası, yoksulluk üzerinde özel
çalışmaları vardır. Ancak Dünya Bankası’nın kullandığı kaynak karşısında
sosyal politika alanına ayırdığı kaynak çok kısmi kalmaktadır. IMF’nin ise
birinci önceliği, sosyoekonomik olumsuz etkileri gidermekten çok neoliberal
reformların derinleşerek yaygınlaşmasının önündeki engelleri ortadan kaldırmaktır. Diğer yandan bu kuruluşların kriz dönemlerindeki yardımlarında
sosyo-ekonomik etkilerin azaltılmasını hedefleyen politikalara önem verilmemesinde ülke hükümetlerinin de duyarsızlığı bulunmaktadır. Ancak, Endonezya gibi ülkelerde hükümetlerin yoksulluk gibi konuları geleneksel te146
mel bir sorun haline getirmeleri bu kuruluşları da yönlendirmiştir. Bu açıdan,
Endonezya’da yoksulluğun mücadele edilmesi gereken bir konu olduğunu
ve kriz öncesinde de politikalar oluşturulması gerektiğini vurgulayan ve bu
amaçla kriz öncesinde ve kriz döneminde politikalar yapılması yönünde başarılı olan toplumsal bir isteğin varlığı ortadadır. Türkiye’de ise, yoksulluk
karşısında uzun yıllar boyunca hızlı büyümeden ve bir ölçüde hane halkları
ve topluluklar arası dayanışmadan medet uman bir düşüncenin olması, hükümetlerin bu konuda pasif bir tutum takınmalarına sebep olmuştur. Bunun
yanında, kriz dönemlerinde, yoksulluk politikalarının oluşturulmasında gerek yapısal uyum politikalarının öncelikle uygulamaya konulmak istenmesi, gerekse hükümetlerin dış kaynak ihtiyacından ve bütçe kısıtından dolayı
yoksulluk kaynaklarının azaltılması eğilimi oluşmuştur.
Ekonomik kriz ve yoksulluk ilişkisinin incelenmesinde, bu ilişki üzerine çok
fazla inceleme yapılmadığı ve genelde niteliksel çalışmalar bulunduğu belirlenmiştir. Bununla beraber, ekonomik krizlerin yoksulluğu olumsuz etkilediği yönündeki görüşleri niceliksel olarak gösterebilmek için yoksulluk nedenleri/göstergeleri olarak işgücü piyasaları, sosyal harcamalar, eğitim, sağlık
ve gelir dağılımı gibi görece kolay nicelleştirilebilecek göstergeler üzerinden
çalışma yapılmış ve bunların yoksulluğun bileşenleri olarak ekonomik krizden etkilendikleri niceliksel olarak gösterilmiştir.
Ne var ki, yoksulluk ve ekonomik kriz ilişkisini ortaya koyan niceliksel çalışmaların yeterli olmadığı ve bu yönde çalışmaların artırılmasının yoksulluk
politikalarının oluşturulması için gerekli olduğu ortaya çıkmıştır.
Ekonomik krizlerin ikinci bölümde ülke örnekleriyle açıklanmasında ve
üçüncü bölümde faktörler üzerindeki etkilerinin gösterilmesinde göz ardı
edilemeyecek etkilerinin olduğu belirtilmiştir. Bunun yanı sıra, krizler özelliği gereği aniden ve beklenmedik bir zamanda ortaya çıktığından ortamda
bir panik havası oluşturmakta ve planlı çalışmaların yapılmasını mümkün
kılmamaktadır. Bu sebeple, krizlere karşı hazırlıklı olunması ve acil durumlarda uygulamaya konmak üzere plânlar yapılması gereklidir. Bu planlarda
147
en hassas kesim olan yoksullar üzerine politikalar geliştirilmelidir. Çünkü
büyüme ve makroekonomik istikrar açısından, sağlanacak başarıların bu konuda tek başına asla yeterli olamayacağı ve bunların hükümetin uygulayacağı başta istihdam ve daha geniş anlamda yoksullukla mücadele alanlarına
yönelik geniş kapsamlı sosyal politikalarla desteklenmesi gerekmektedir. Endonezya örneği, krizlerin olumsuz sosyoekonomik etkilerini gidermek amacıyla uygulamaya konan sosyal politika ağırlıklı programların kısa sürede
olumlu etkiler yaratabildiğini göstermiştir. Bu amaçla kriz öncesinde ve kriz
sonrasında oluşturulacak politikalarda kullanılması için resmi yoksulluk tanımlamaları, yoksulluk profilleri, yoksul veritabanı, yoksulluk istatistikleri,
yoksulluk araştırmalarının yapılması gereklidir.
Ülke örnekleri incelendiğinde, 1997 Endonezya krizi öncesi yapılan kriz politikaları özellikle insan kaynaklarına yatırımı, sağlık hizmetlerini yaygınlaştırmayı sağlayarak yoksul kesime yönelik politikalar geliştirmiştir. Bu politikalar sayesinde 2001 Türkiye krizi ile karşılaştırıldığında Endonezya krizinin
şiddeti daha azdır. 2001 Türkiye krizinde Türkiye’de ise, kriz öncesi yoksulluğa veya sosyo-ekonomik unsurlara yönelik bir plan hazırlanmamıştır. Kriz
sonrasında yeni sosyal yardım programları tanımlanmış, sosyal yardımların
yanı sıra sağlık hizmetleri yaygınlaştırılmış, eğitim olanakları üzerine projeler geliştirilmiştir. Bu uygulamalar etkileri uzun sürebilecek kriz etkilerini
sadece kısaltabilmiştir. Bu sebeple yaşanabilecek olası bir krize karşı yapılan
bu çalışmalar sonucunda yalnız kriz sonrası uygulanan programlar ve politika uygulamaların yeterli olmadığı; kriz öncesinde de gerekli çalışmaların
yapılarak politikalar oluşturulması gerekliliği ortaya çıkmıştır. Yoksulluk
konusunda da nasıl normal bir dış ticaret açığı, ödemeler bilânçosu açığı ya
da dış borç gibi sorunlara yönelik politikalar geliştiriliyorsa, yoksulluk da
sosyal politika kapsamında sosyal güvenlik gibi kalıcı devlet politikası içine
alınarak yalnız kriz sonrası müdahale ile işlem yapılmamalı kriz öncesinde
de politikalar belirlenmeli, projeler geliştirilmeli, toplam nüfusun yoksul kesimine ulaşılarak bu kesime, işgücü, eğitim, sağlık, gelir dağılımı, yoksulluk
konularından dezavantajlı noktalarda yardımcı olunmalıdır.
148
KAYNAKÇA
Aktan, Coşkun C., Bir Piyasa Başarısızlığı Nedeni Olarak ‘Gelir Dağılımında
Adaletsizlik ve Yoksulluk’ Sorunu: -Kamu Ekonomisinin Rolü Ve Kamu Politikası Araçları-, Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Hak-İş Konfederasyonu
Yayınları, Ankara, 2002a.
………., Global Ekonomik Krizler ve Yoksulluk, Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Hak-İş Konfederasyonu Yayınları, Ankara, 2002b.
Aktan, Coşkun Can, Şen Hüseyin, “Ekonomik Kriz: Nedenler ve Çözüm
Önerileri”, Yeni Türkiye Dergisi 2002/1, Ocak, 2002.
Aktan, Coşkun C., Vural İstiklal Y., Yoksulluk: Terminoloji, Temel Kavramlar ve Ölçüm Yöntemleri, Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Hak-İş Konfederasyonu Yayınları, Ankara, 2002.
Alıcı, Sema, Türkiye’de Yoksulluğun Sosyo-ekonomik Analizi,(Ed. Aktan
Coşkun C.) Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Hak-İş Konfederasyonu Yayınları, Ankara, 2002.
Alves, A. J, Fernando Ferrari ve Luiz-Paula, F. R., “The Post Keynesian Critique of Convertional Currency Crisis Models and Davidson’s Proposal to
Reform the International Monetary System”, Journal of Post Keynesian Economics, 22, 2: 207-225,1999-2000.
Akyüz,Yılmaz,“Küreselleşme ve Kriz”, İktisat İşletme Finans Dergisi, Mayıs
1995, s.14.
Ankara Ticaret Odası, ATO’dan “Krizler Tarihi Raporu, Ankara, 17/04/2005,
http://www.atonet.org.tr/yeni/index.php?p=276&l=1, (10/10/2008).
149
Arın, Tülay, İktisat İşletme Finans Dergisi, Ekim 2001, s: 10.
Asian Policy Forum, Policy Recommendations for Preventing Another Capital Account Crisis, Asian Development Bank Institute, 2000.
Aziz, J. (et.al.), “Currency Crises: In Search of Common Elements”, IMF Working Papers, May 2000.
Binay, Şükrü, Kürşat Kunder, “Mali Liberalleşmede Merkez Bankasının Rolü”,
TCMB Yayını NO:9803, Ankara : 1998.
Boorman, Jack, Managing Financial Crises: The Experience in East Asia, IMF
Working Paper, WP/00/107, Haziran 2000; Richard Hornik, “The Myth of
the Miracle”, Time, 8 Aralık 1997; Seth Mydans, “Asia: It comes to Grips, but
Can It Bounce Back?” New York Times, 5 Ocak 1998.
Boughton, J.M., “Was Suez in 1956 the First Financial Crisis of the TwentyFirst Century?” Finance & Development, September, 20-23, 2001.
Bustelo, Pablo, “Novelties of Financial Crises in the 1990s and the Search for
New Indicators”, Emerging Markets Review, No:1, s.236, 2000. (Akt. Uygur,
Ercan, “Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri”, yayımlanmamış çalışma, 22 Mart 2001, Ankara 2001, s.14.
Butler, Steven, “New Attitudes in Asia.”, U.S. News & World Report, 29 Aralık 1997/5 Ocak 1998; Mark Clifford, Troubled Tiger: Businessmen, Bureaucrats and Generals in South Korea, M.E. Sharpe: Armonk, N.Y., 1997; Stephen
Roach, “Asia May Pinch Us Yet”, New York Times, 24 Şubat 1998.
BYDK (T.C.Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu), Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışmayı Teşvik Fonu 2002 Yılı Raporu, Ankara: BYDK, 2003.
Caprio; G., “ Banking on Crises: Expensive Lessons from Recent Financial
Crises”, World Bank, Working Papers,1998.
150
Chang R. and A. Velasco, Financial Crises in Emerging Markets: A Canonical
Model, NBER Working Paper Series, 6606, June 1998.
…………, Liquidity Crises in Emerging Markets: Theory and Policy, NBER
Working Paper Series, 7272, July 1999.
Culp, Christopher L., Hanke, Steve H. ve Miller, Merton, “The Case for an Indonesian Currency Board”, Journal of Applied Corporate Finance, Kış, ss: 5765, 1999; http://worldbank.org/wbi/edimp/eastasia; Paul Krugman, özel
internet sitesi, www.pcarchive.org; Henry Rosen, Behind East Asian Growth:
The Political and Social Foundations of Prosperity, 1988; Robert Zoellick, “A
Larger Plan for Asia”, Washington Post, 6 Ocak 1998.
Dağdemir, Ö. , “Türkiye Ekonomisinde Yoksulluk Sorunu ve Yoksulluğun
Analizi: 1987-1994”, C. C. Aktan (der.), Yoksullukla Mücadele Stratejileri
içinde, Ankara: Hak-İş, 2002.
Davis, E.P., Debt, Financial Fragility, and Sistemic Risk, Clarendon PressOxford. syf. 117-118, 1992.
Dekle, R. and KM. Kletzer, Domestic Bank Regulation and Financial Crises:
Theory and Empirical Evidence From East Asia, NBER Working Paper Series, 8322, June 2001.
Delice, Güven, “Finansal Krizler: Teorik ve Tarihsel Bir Perspektif”, Erciyes
Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Sayı 20, Ocak- Haziran, ss. 57- 81, 2003.
Dhanani S. ve Islam, I., “Poverty, Inequality and Social Protection: Lessons
from the Indonesian Crisis”, UNDP/United Nations Support Facility for Indonesia Recovery (UNSFIR) Working Paper 00/01, Jakarta: UNDP, 2000.
Eichengreen, B and Bordo, M., “Is Our Current International Economic Environment usually Crisis Prone?” www.rba.gov.au/PublicationsAndResearch/ Conferences/1999/ BordoEichengreen.pdf.
151
Ekin Nusret ; “İşsizlik Sorununa Yeniden Bakış”, TÜHİS İş Hukuku ve İktisat
Dergisi, Cilt:16, Kasım 2000-Şubat 2001.
……………., “Türkiye’de İşsizlik Yoksulluğa Dönüşen Yapay İstihdam”, Endüstri İlişkilerinin Güncel Sorunları Semineri, Ankara, 10-13. Mayıs.2002.
Eren, Aslan, Süslü, Bora, Finansal Kriz Teorileri Işığında Türkiye’de Yaşanan
Krizlerin Genel Bir Değerlendirmesi, Yeni Türkiye, Sayı:41, Yıl:7, Eylül-Ekim
2001, s. 662-674, 2001.
Ertürk K. , “Parasal Kriz Teorileri Üzerine Notlar”, İktisat Üzerine Yazılar II:
İktisadi Kalkınma, Kriz ve İstikrar, Oktay Türel’e Armağan (Ed. A. H. Köse,
F. Şenses ve E. Yeldan). İletişim Yayınları.,2003.
Feldstein, M. , Self-Protection for Emerging Market Economies, NBER Working Paper Series, 6907, January.1999.
Fernandez, R., and L. Schumacher, Does Argentina Provide a Case for Narrow Banking?” in Preventing Banking Sector Distress and Crises in Latin
America (Ed.), Suman K. Bery and Valeriano F. Garcia, World Bank Discussion Paper, No. 360, The World Bank, Washington D.C., 21-31,1997.
Fisher, Stanley, “Excange rate regimes. Is The Biopolar View Correct”, www.
Imf.org, (31-10-01),s:6-7
……….., “Maintain Price Stability”, The Region, www.minneapolisfed.org.
(15-01-01), s:7-8.
Frankenberg, E., Beegle, K., Thomas, D. ve Suriastini, W., Health, Education
and the Economic Crisis in Indonesia, RAND Working Paper, Santa Monica,
USA: RAND Cooperation, 1999.
152
Gavin, Michael ve R. Hausman, “The Roots of Banking Crises: The Macroeconomic Context” Banking Crises in Latin America R.Hausman and L.R.Saures
(ed.):27-63,1996.
Gürkan Yay, Gülsün, 1990’lı Yıllardaki Finansal Krizler ve Türkiye Krizi,
Yeni Türkiye Dergisi,
Ekonomik Kriz Özel Sayısı, Sayı 42, Kasım-Aralık
2001, s. 1234-1248, Ankara, 2001.
IMF , “Eye of the Storm: New-Style Crises Prompt Rethink About Prevention
and Resolution Measures” Finance & Development, IMF, pp. 4-7., December
2002.
……., Indonesia: Selected Issues, IMF Country Report No. 02/154, Washington, D.C.: IMF, 2002.
………, World Economic Outlook, süreli.
Hill, H., The Indonesian Economy, 2nd ed. Cambridge: Cambridge University
Pres, 2000.
Işığıçok, Özlem, Türkiye’de Yaşanan Son Ekonomik Krizlerin Sosyo-Ekonomik Sonuçları: Kriz İşsizliği Ve Beyin Göçü, İşGüç Endüstri İlişkileri ve İnsan
Kaynakları Dergisi Cilt 4, Sayı 2, 2002.
Işık, Sayım, Duman, Koray, Korkmaz, Adil, Türkiye Ekonomisinde Finanasal
Krizler: Bir Faktör Uygulaması, D.E.Ü. I.I.B.F.Dergisi Cilt:19 , Sayı:1, Yıl:2004,
ss:45-69, 2004.
İkizoğlu, Musa, Yoksulluk Ve Sosyal Yardım İlişkisi: Ankara Mamak İlçesinde Ampirik Bir Araştırma. Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Yayımlanmamış Doktara Tezi, Ankara, 2000.
153
İnan, Alpan, Finansal Krizler, Serbest Kur ve Ekonomik Büyüme, Bankacılar
Dergisi, Sayı 42,2002.
…………, “Türk Bankacılık Sektöründe Etkinlik ve Verimlilik” TBB Dergisi
Sayı: 34, 2000.
J.P.Morgan, Turkish Banking Sector, 2001.
Kaminsky, G. and C. Reinhart, The Twin Crises: The Causes of Banking
and Balance of Payments Problems” Board of Governors of Federal Reserve
System, International Finance Discussion Paper, No. 544, March 1996.
Karabulut G., Gelişmekte Olan Ülkelerde Finansal Krizlerin Nedenleri, Der
Yayınları, yayın no 328, İstanbul, 2002.
Kaufman,G., “Banking and Currency Crises and Systemic Risk: A Taxanomy
and
Review”, Yayımlanmamış Çalışma,1999.
Kazgan, Gülten, “ Küreselleşmiş Dünyada Küreselleşen Türkiye’nin Krizleri”, İktisat Dergisi, Şubat- Mart 2001,s.26.
Kenar Necdet ; “Dünyada ve Türkiye’de İşsizlik” TES-İŞ Dergisi, AğustosEylül 2001.
Kesriyeli, Mehtap, Yalçın, Cihan, Taylor Kuralı Üzerine Bir Not, TCMB Yayını No:9802, 1998 Ankara
Kibritçioğlu, Aykut, Türkiye’de Ekonomik Krizler ve Hükümetler, 19692001, Yeni Türkiye Dergisi, Ekonomik Kriz Özel Sayısı, Sayı 41, Eylül-Ekim
2001, s. 174-182., 2001.
Koyuncu, Murat ve Şenses Fikret, (Ekim 2004), “Kısa Dönem Krizlerin Sosyoekonomik etkileri: Türkiye, Endonezya ve Arjantin Deneyimleri” ERC Wor154
king Papers in Economics 04/13, http://www.erc.metu.edu.tr/menu/sayfa.
php?icerik=04_13&lang=eng&nav=yes 18/11/2008).
Koyuncu, M., Social Policy as a Missing Component in Post-Crisis Programs
of Bretton Woods Institutions: A Comparative Analysis of the Experiences
of Argentina, Indonesia and Turkey, yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Orta
Doğu Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2004.
Kregel, J., “Yes, “It” Did Happen Again-A Minsky Crisis Happened in Asia”,
Levy Institute: Conference Proceedings: 8thAnnual Hyman P. Minsky Conference of Financial Structure (The Fragility of The International Financial
System: Options for Policy) Working Papers 234,1998.
Krugman, Paul, “A Model of Balance- of- Payments Crises”, Journal of Money, Credit, and Banking, 11 (August) : 311-25, 1979.
………. , Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü, çev: Neşenur Domaniç, Literatür Yayıncılık, İstanbul, s.69-71, 2001.
………, “Currency Crises”, mimeo, Department of Economics, MIT; G., Corsetti, P.Pesenti ve N.Roubini, “What Caused the Asian Currency and Financial Crisis”, mimeo, 1998.
…….., “Saving Asia”, Time .Int, 7 September 1998, s.6.
Lanjouw, P., Pradhan M., Saadah F., Sayed H. ve Sparrow, R., Poverty Education, and Health in Indonesia, World Bank Policy Research Working Paper
2739, Washington, D.C.: World Bank, 2001.
Manning, C., “Labour Market Adjustment to Indonesia’s Economic Crisis:
Context, Trends and Implications”, Bulletin of Indonesian Economic Studies,
(36), No. 1, s. 105-136, 2000.
155
Milesi-F., Gian, M. and A. Razin, “Current Account Reversals and Currency
Crises: Empirical Regularities” in Currency Crises (Ed.), Paul Krugman, The
University of Chicago Press, Chicago and London, 285-323., 2000.
Mishkin, Frederic S, “Understanding Financial Crises: A Developing Country
Perspective,” Annual World Bank Conference on Development Economics,
The World Bank, Washington, pp. 29-62. 1996.
…………, Financial Policies and the Prevention of Financial Crises in Emerging Market Countries, NBER Working Paper Series, 8087, January 2001a.
……………, The Economics of Money, Banking and Financial Markets, 8 bsk.,
The Addison-Wesley Y., Boston, 2001b.
Molpass, David, v.d., “Crunch Point: Turkey’s Massive Debt”, www.oecd.
org,s.2, (13-11-2001).
Obstfeld, M., “Models of Currency Crises With Self-Fulfilling Features” European Economic Reviw, 40, 1996.
OECD, Policy Reassesment in Light of The end-2000 Financial Crisis, www.
oecd.org.
Öksüz, Suat, Doğu Asya Mucize’sinin ve Krizin Bugünü Türkiye için Bazı
Çıkarımlar, Eğe Akadeik Bakış, Cilt 1, Sayı 1, 2001.
Öztin Akgüç, “Bankacılık Kesimi Kriz Nedeni mi?”, İktisat Dergisi, ŞubatMart 2001, s.32.
Özatay F. Ve Sak G., “The 2000-2001 Financial Crisis in Turkey”, 2002. Brookings Trade Forum 2002 için sunulan makale.
Piti Disyatat, Currency Crises and the Real Economy: The Role of Banks, IMF
Working Paper, WP/01/49, 2001.
156
Pritchett, L., Sumarto, S., ve Suryahadi, A., “Targeted Programs in an Economic Crisis: Empirical Findings from the Experience of Indonesia”, Social Monitoring and Early Response Unit (SMERU) Working Paper, Jakarta: SMERU,
2003.
Radelet, S. and J. Sachs, “The Onset of the East Asian Financial Crisis” in
Currency Crises, Edited by, Paul Krugman, The University of Chicago Press,
Chicago and London, 105-153. 2000.
Rana, P.B., Monetary and Financial Cooperation in East Asia: The Chiang
Mai Initiative and Beyond, ERD Working Paper Series, No. 6, 2002.
Romer, David, Advanced Macroeconomics, THE Macgraw-Hill, NewYork,1996, s.378-379.
Rudiger Dornbusch, A Primer on Emerging Market Prices, NBER Preventing
Currency Crises in Emerging Markets konferansına sunulan bildiri, 11-13
Ocak 2001.
Sachs, J.D., “Alternative Approaches to Financial Crises in Emerging Markets”, in Capital Flows and Financial Crises (Ed.), Miles Kahler, Cornell University Press, Ithaca New York, 243-262,1998.
Schwartz, A.C. , “Real and Pseudo-Financial Crises”, Financial Crises and
The World Banking System, (ed. F.Capie-G.E.Wood), MacMillan, 1986.
Sözlerin Soyağacı, Çağdaş Türkçe’nin Etimolojik Sözlüğü, http://www.nisanyansozluk.com/search.asp?w=kriz (02 Şubat 2009).
Stephenson, Rob. S., Disasters and Development, Disaster Management Training Programme, UNDP, Second Edition, s.9 Geneva: 1994.
157
Sumarto, S., Suryahadi A. ve Widyanti, W. (2002), “Design and Implementation of Indonesian Social Safety Net Programs”, The Developing Economies,
(XL), 1, s. 3-31., 2002.
Şenses, F., “Economic Crises as an Instigator of Distributional Conflict: The
Turkish Case in 2000-2001”, Turkish Studies, (4) No. 2, s. 92-119 ve The Turkish Economy in Crisis, Z. Öniş ve B. Rubin(der.)Frank Cass, Londra, s. 92119, 2003a.
Şenses, F., “Yoksullukla Mücadelenin Neresindeyiz?: Gözlemler ve Öneriler”, A. H. Köse, A.H., F. Şenses, ve E. Yeldan (der.), İktisat Üzerine Yazılar I–
Küresel Düzen: Birikim, Devlet ve Sınıflar, İstanbul: İletişim Yayınları, 2003b.
Tjiptoherijanto, P. ve Remi, S. S., “Poverty and Inequality in Indonesia:
Trends and Programs”, Paper presented at International Conference on the
Chinese Economy, Beijing, 2001.
Toprak, Metin, Yükselen Piyasalarda Finansal Kriz, Yeni Türkiye Dergisi,
Ekonomik Kriz Özel Sayısı, Sayı 42, Kasım-Aralık 2001, s. 854-889, Ankara,
2001.
Türk Dil Kurumu Online Sözlük, <http://www.tdk.gov.tr> (11 Ekim 2008)
Uygur, E., “Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri”, Türkiye Ekonomi Kurumu Tartışma Metni, 2001/1, Ankara: TEK, 2001.
Williamson, J. and M. Mahar, A Survey of Financial Liberalization, Princeton
University, International Finance Section, Princeton, New Jersey, 1998.
World Bank, East Asia: The Road to Recovery, Washington, D.C., 1998.
……………., Indonesia–Social Safety Net Adjustment Loan, Report No.
PID7400, Washington, D.C.: World Bank,1999.
158
……………, World Development Report, Washington D.C., 2000/2001, s.162167
……………., Turkey: Economic Reforms, Living Standards and Social Welfare Study, Report No. 20029 TU, Washington, D.C.: 2000.
……………,., Turkey: Poverty and Coping After Crises, Report No. 24185-TR,
Washington, D.C.: World Bank, 2003.
……………., Project Appraisal Document on a Proposed Hybrid Investment/
Adjustment Loan in the Amount of US$500 Million to the Republic of Turkey
for a Social Risk Mitigation Project/Loan, Report No. 22510-TU, Washington,
D.C.: World Bank, 2001.
Yağcı, Fahrettin, “Choice of Exchange Rate Regimes For Developing Countries”, World Bank Africa Region Working Paper, Number16, s.16
Yay, Turan, Gülsün Gürkan Yay ve Ensar Yılmaz, Küreselleşme Sürecinde
Finansal Krizler ve Finansal Düzenlemeler, İstanbul Ticaret Odası Yayınları,
No: 2001-47, İstanbul, 2001.
Yeldan, Erinç, Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi, İletişim Yayınları
İstanbul, ss.23-24, 2001.
Yoshitamo, M. and S. Shirai, “Policy Recommendations for Preventing Another Capital Crisis” Technical Background Paper, Asian Development Bank
Institute, 2000.
Zastrow, 1991; Akt: Koşar, Nesrin, Sosyal Hizmetlerde Sosyal Yardım Alanı
Yoksulluk ve Sosyal Hizmet. , Şafak Matbaacılık, Ankara, 2000.
159

Benzer belgeler