23. Mehmet Ali Saita

Transkript

23. Mehmet Ali Saita
Mehmet Ali Saita
MEHMET ALİ SAİTA
Iğdır toprağı, 1930-50 yılları arasında
Türkiye çapında kaliteli ve ciddi girişimcilere
mekân oldu. Sanayi hamleleri, ithalat ve ihracat,
bağ ve bahçecilik gibi ticaretin yeni kollarında
bu girişimciler, çok geçmeden modern tasarımlı
işletmeleri hizmete soktular. Bu girişimciler
arasında Parlar, Çağlar ve Ataman kardeşler,
Ali Bey, Naki (Nağı) Odoğlu ve Resul Taner en
öne çıkanlardı.
Resul Taner’in sanayi alanında getirmiş
Mehmet Ali Saita
olduğu vizyon ve cesareti ne kader övsek azdır.
Hamburg’dan getirttiği, Türkiye’de eşi olmayan
(veya bazı anlatımlara göre bir benzeri sadece İskenderun’da) modern çeltik
fabrikasını başarıyla Iğdır’da kurup işletmiştir.
Resul Taner, Iğdır’ın hep ihtiyaç duyduğu girişimcilik ruhunu global
vizyon anlamında kavrayıp uygulamaya koyan ilk sanayicidir. Siyasi kariyerini ihmal etmeden (CHP ilçe başkanı ve Ticaret Odası başkanı) Milli Şef döneminin devletçi anlayışıyla çatışarak özel sektörün önemini kavrayıp, inatla
bu konu üzerinde ısrar etmiş; ne yazık ki kendisine yeni bir ivme getirecek DP
dönemini yaşayamadan erken yaşta aramızdan ayrılmıştır (1950).
Kanımca, Iğdır, kendi yetiştirdiği değerleri yakın incelemeye alır ve
onların yaşamından dersler çıkarabilirse, önüne çıkan her türden zorluğu
aşacak gücü kendisinde bulacaktır. Umarım, Resul Taner’in de üyesi olduğu
Demkulu ailesinin saygın ismi, Mehmet Ali Saita (Taner) amcanın anlattıkları, yeni kuşakların zihnini “Resul Taner” ismi üzerinde biraz düşünmeye iter.
Hayatım
1928 Iğdır doğumluyum. Babam Mürsel Saita, Hacı İbrahim Taner’in
oğlu; annem Ceylan Saita, Sürmeli beylerinden İskender Doğusoy’un kızıdır.
Bu nedenle Ayrım ve Aküzüm ailesiyle de uzaktan akrabalık ilişkisi içindeyim. (Şamil Bey’in hanımıyla annem teyze çocukları)
“Sizin fabrikanız işte orada!”
Soyağacımız incelendiğinde (Demkulu ailesi soyağacı için lütfen Adnan Başkent’le yapılan söyleşiye göz atınız. Mücahit) yedinci dedemizin adı
Demkulu olarak geçer. Ailemizin asıl yerleşim yeri “Bağlık Karabağ” denilen
bölgedir. Dedem Hacı İbrahim’in babası Hacı Abdullah zamanında ailenin
bir kolu Erivan yakınlarındaki Kamerli kasabasına yerleşmiş; çok geçmeden
286
Iğdır Sevdası
değirmen ve fabrika işletmeciliği yaparak aile kendisine yeni bir uğraşı edinmişti
Ailemizin, Aras nehrinin bugün Ermenistan sınırları içinde kalan kıyısında su kuvvetiyle işleyen un değirmeni varmış. Kaça-Kaç (1919) yıllarında
aile, Kamerli köyünü terk edip Başköy (Aralık) kasabasına gidip yerleşmiş
ve orada yeni bir yaşama sıfırdan başlamışlar. (Demkulu ailesinin bir kolu
çok daha önce Aralık’a yerleşikmiş)
Bugün Aralık ilçesinde üç
önemli Azeri oymağı vardır: Demkululular, Salaxanalılar ve Celayirliler
Çocukluk yıllarımda Aras
nehri boyunca geziye çıktığımızda
ailemizin yaşlıları bize Aras’ın öte
yanındaki harabe bir binayı göstererek, “O gördüğün un fabrikamızdı”
derlerdi. Bu harabe binayı 1950’li
yıllara kadar görmek mümkündü.
Hacı Abdullah’ın üç oğlu yaş
sırasına göre, dedem Hacı İbrahim,
Merdan ve Resul Taner idi. Hacı
İbrahim, zamanın büyük kısmını Iğdır merkezde geçirir, pamuk ticareti
Resul Taner
ve hayvancılıkla uğraşırdı. Bir gün
Melekli köyünden Meşe Abba’nın
Iğdır’daki küçük kapasiteli un değirmenini kardeşi Resul Taner’le ortaklaşa
alınca aile yavaş yavaş Aralık’tan Iğdır’a taşınmaya başlamış.
Hacı İbrahim, hayvan ticaretini ölünceye (1933) kadar devam ettirdi. Hatta 4-5 yaşında bir çocuk olarak trajik bir olaya şahit olmuştum. Ağrı
Dağı’nda besiye alınan koyun sürümüz Iğdır’a getirilmek üzere Karasu’yu
geçerken, soğuğa yakalanıp zatürree olmuştu. Sürünün yarısı bu nedenle telef
oldu. Diğer yarısını fabrikanın bahçesine getirip birkaç hafta besiye aldılar.
Elde kalanları sattıktan sonra, ailem bir daha hayvancılığa el atmadı.
Resul Taner
Resul Taner’in doğumu 1901-04 arasında bir yıl, yeri de Kamerli
kasabasıdır. Ailesinin maddi durumu iyi olduğundan, okul eğitimi için Moskova’ya gitmiş, ortaokul yada lise mezunu olarak diplomasını alıp Kamerli’ye geri dönmüş. Savaş yıllarında tüm kardeşler beraberce Başköy’e göç
etmişler.
287
Mehmet Ali Saita
Hacı İbrahim’in vefatından sonra Resul Taner fabrika yönetimini
eline aldı. 1933-36 yılları arasında, basit bir motorla çalışan un değirmenine
ek olarak Alman malı bir çırçır fabrikası inşa ettirdi. Ayrıca o yıl Iğdır’a ilk
Torna-Freze sistemini de getirip kurdu.
1936 yılında da Iğdır’ın o günkü koşullarına göre ciddi yatırım sayılabilecek Çeltik Fabrikasını kurdu.
Çeltik Fabrikası diğer iki
fabrikayla aynı bahçedeydi. 100
metrekarelik alan üzerine ve tek
çatı halinde inşa edilen bu kocaman
bina Iğdır’ın en büyük fabrikasıydı.
Almanya’da bir Sanat Okulu tarafında özel olarak iki adet üretilen
motorlardan birisi Bombay’a (Hindistan) ikincisi de Iğdır’da kurulan
fabrikaya monte edilmişti. (Fabrikanın Almanca katalogunu sonraki
yıllar Yıldız Tekniker Okulu öğrencisi olarak Alman hocamla birlikte
incelemiş; bu şekilde fabrikanın
ayrıntıları hakkında bilgi sahibi
olmuştum.)
Resul Taner (sağ başta oturan)
Çeltik fabrikasının montajını İstanbul’dan gelen Kaptan isimli
bir usta yaptı. Eldeki motor üç fabrikayı (un, çırçır ve çeltik) aynı anda çalıştıracak güçte olmadığından fabrikalar sezona ve ihtiyaca göre sırayla çalıştırılıyordu. Fabrika motoruna bağlanmış dinamo sayesinde 10 kw’lık elektrik
enerjisiyle hem fabrika hem de evimizin aydınlatma ihtiyacı karşılanıyordu.
Fabrikanın bakım ve yönetim işi, Kars’tan gelen Rus Petro adlı bir
ustaya verilmişti. Rus Petro, bahçenin bir köşesinde küçük lojmanda hanımı
ve iki kızıyla kalıyordu. Rus Petro’un emrinde ustabaşı olarak çeşitli kimseler
görev yaptılar. Bunlar arasında hatırlayabildiklerim: Hafız Taner, Kadir Usta,
Müslüm Usta, Rizeli Halil Usta ve 1945-46 yıllarında Bulgar göçmeni Ahmet
Usta
50’li yıllarda fabrika motoru arızalandığından, traktör yardımıyla fabrika bir süre daha ayakta kalabildi. Ailenin traktörü olmadığından, Rıza Yalçın’ın ve sonraki yıllar da Mustafa Akgün’ün traktörü bu iş için kiralanıyordu.
Hacı İbrahim’in vefatından (1933) sonra fabrika hisseleri Mürsel Saita 25%, Kamil Taner 25% ve Resul Taner 50% olarak yeniden düzenlendi.
Babam (Mürsel Saita), 1940 yılında kendi hissesini Resul Taner’e satıp ara288
Iğdır Sevdası
dan çıkınca, Resul Taner toplam hissenin 75%’ne sahip olmuş oldu.
Resul Taner 1950 yılının Ocak ayında kalp yetmezliğinden henüz
50 yaşına basmadan vefat etti. Fabrika daha sonraki yıllar Mustafa Akgün’e
devredildi.
Resul Taner, Ticaret Odası ve CHP’ye başkanlık yapıyordu. Bu görevlerini vefatına kadar aralıksız sürdürdü.
Resul Taner Ticaret Odası Başkanı
Ortaokulu bitirdikten sonra, bir yıl (1945-46) süreyle Ticaret Odasında tahsildar olarak çalıştım. Görevim tüccarları birinci, ikinci ve üçüncü sınıf
olarak deftere kaydetmek, üyelik aidatını tahsil etmekti.
Fabrikatörler ve toptan manifatura işinde çalışanlar birinci sınıf tüccar sayılırdı. Bunların sayısı 10-12 kadardı. Iğdır’ın birinci sınıf tüccarları
arasında isimlerini sayabileceklerim: Resul Taner, Abdürrezak Güneş, Osman
Ataman, Parlar kardeşler (Hacı Gulem ve Nağdali), Çağlar kardeşler (Gulem
ve Hüseyin), Naki Odoğlu, Hüseyin Yaycı, Hacı Ekber Çöllü, Sürmeli kardeşler (Ağacan ve Ağayar), Timur Necilli, Bağır Aras, İranlı bir şirket (Gıda
marketi) ve Karadeniz kökenli Ataman soyadlı bir işadamı.
Haydar Yüksel daha önce vefat ettiğinden (1938) bu listeye dahil
değildi. Ayrıca Reşit Keki ve İsmail Şefkatli gibi tüccarların Iğdır Ticaret
Odasında kayıtları yoktu.
İkinci sınıf tüccarlar arasında Tağı Demirel, Talip Kalafat, Ağa Erkan
gibi isimleri sayabilirim. Ağa Erkan, Nurettin Kirman’ın kız kardeşiyle evlendikten sonra Kağızman’a yerleşti. Askeriyeye müteahhitlik yapıyordu.
1936-40 yılları arasında Iğdır’da içlerinde Hacı Ekber Çöllü ve Resul
Taner’in de olduğu bir gıda şirketi kurulmuştu. Davavekili Zeki Bey’in muhasebeci olarak görev yaptığı şirket bilmediğim nedenden dolayı dağıldı, herkes
kendi hissesini alıp ayrıldı.
“Birinci sınıf olarak yaz!”
Bir gün Ticaret Odasındaki çalışma odama genç bir adam geldi. Bu
askerden yeni dönmüş Ali Işık’tı. Askere gitmeden önce manifatura dükkanı
vardı. Şimdi yeniden kayıt olmak istiyordu. Defterimi açıp, “Kaçıncı sınıf
tüccar olarak kayıt edeyim?” diye sordum. Bu sınıflandırma esasında yıllık
vergi tutarı tespit edilirdi. Birinci sınıf tüccarlar 25 lira, ikinci sınıf 15 ve
üçüncü sınıf 10 lira ödemekle mükelleftiler.
Ali Işık kendisinden emin ve vakurlu, “Birinci sınıf olarak yaz!” dedi.
Ben de öyle yaptım.
Arada bir Ali Işık’ın manifatura dükkanına uğrar, hal hatırını sorardım.
O da kemanını omzuna yerleştirip bize zevkli müzik parçaları dinletirdi.
289
Mehmet Ali Saita
(1) Resul Taner, (2) Timur Necilli, (3) Rıza Yalçın, (4) Abdürrezak Güneş
“Oyum Abdurrezak Güneş’e!”
Ticaret Odası Yönetim Kurulu yılda bir kez toplanıp başkan ve üyeleri
yeniden atardı. 1946 yılında şahit olduğum seçimde ilginç bir sahneye tanık
oldum.
Yönetim Kurulu üyeleri arasında dostluk ve arkadaşlık bağı çok kuvvetliydi. Kesinlikle ne seçim rekabeti ne de zümrecilik söz konusuydu.
Üyeler odayı doldurmuş, gerekli konuşmalardan sonra sıra oylamaya
gelmişti. Ben de görevli olarak dolaşıp oyları topluyordum. Üyelerden Mehmet Tağı Solmaz ayağa kalktı; kırmızı kağıt üzerine yazmış olduğu başkan
adayın ismini, “Benim adayım Abdürrezak Güneş” diyerek anons etti. Odayı
neşeli bir gülüşme doldurdu.
Mehmet Tağı Solmaz’ın dükkanı, Abdürrezak Güneş’in dükkanının
tam karşısındaydı. Aralarında çok iyi muhabbet ve sevgi vardı.
“Bu bavullar bir gün Ankara’ya gidecek”
Timur Necilli, Dr. Abbas Çöllü’nün kayınbiraderi; Resul Taner de
Dr. Abbas Çöllü eniştesiydi. Timur Necilli ve Resul Taner, aralarında varolan
akrabalık bağına rağmen bilmediğim nedenden dolayı konuşmazlardı.
Manifatura dükkanı işleten Timur Necilli gayet şık giyinir, centilmen
gibi dolaşırdı. Bir gün elinde iki kocaman ve gösterişli bavulla Ticaret Odası’ndan içeri girdi. Kars’a gitmek için vasıtanın gelmesini bekliyordu. Bavulları
uzatıp, “Oğlum bavulları iyi bir yere koy! Zaman gelecek bu bavullar Anka290
Iğdır Sevdası
ra’ya gidecek” dedi. Bu sözüyle, “Bir gün Milletvekili olup Ankara’ya gideceğim” demek istemişti. Ne yazık ki politikanın sıcak günlerini göremeden
genç yaşta aramızdan ayrıldı (1949)
“Lâtif Aküzüm isminde bir genç var ki!”
1949 ara seçimleri arifesiydi. Bir gün Timur Necilli, Resul Taner’in
manifatura dükkanına geldi. Söz dönüp dolaşıp politikadan açıldı. Timur
Necilli, “Latif Aküzüm adlı bir genç var. Hukuk Fakültesini bitirmiş. Çok
yetenekli. Kars’tan vatan toprağını Anıtkabir’e götürmüş idealist bir genç.
Seçimde oyumuzu ona verelim” dedi. Resul Taner, düşünmeden,
“Vallahi biz Fevzi Aktaş’a söz verdik. Sözümüzden cayamayız. İnşallah bir daha ki seçimlerde de ona oy veririz” dedi.
“Paslı” Hanlarında Politika
Resul Taner vefatına kadar (Ocak 1950) CHP’nin tartışmasız ilçe
başkanıydı. Ne zaman il kongresi veya seçim toplantıları için delegelerin Kars’a gitmesi gerekse, Resul Taner, yolculuk öncesi onları bir araya toplar,
kararlı üslupla “Iğdır’ın, siyasi dengelerde ağırlığının olması için tek bir karar
etrafında hareket etmemiz şarttır” derdi. Hiçbir delegenin kalbini kırmadan
ve hepsinin katılımını başarıyla sağlamak için Resul Taner kendine özgü bir
yönteme başvururdu.
Iğdır’dan Kars’a giden yol, Kağızman’dan sonra “Paslı Hanları” denilen konaklama tesislerinin önünden geçerdi. Yaz günleri yolcular burada
uzun mola verir; kış günleri Kars’a giden yollar kapalı olduğundan, kızaklarla
yola devam edilirmiş. Resul Taner parti delegelerini yanına alıp bu hanlarda,
Iğdır’ın dedikodusundan ve siyasi havasında uzakta, parti toplantısını yaparmış.
Toplantıyı Resul Taner açarmış. Hangi adayı (il başkanlığı yada
milletvekilliği) niçin tercih ettiğini söyler, sırayla delegelere söz hakkı verip
düşüncelerini alırmış. Eğer tek aday üzerinde anlaşamazlarsa – ki genellikle
böyle olurmuş- oylama yapılırmış. Resul Taner’in yıllardır başarıyla uyguladığı taktik şuymuş: Oylama sonucu çoğunluğu kazanan aday, koşulsuz partinin adayı olarak tüm delegeler tarafında desteklenecek ve bu karar yabancılardan sır gibi saklanacaktı. Böylece Iğdır heyeti Kars’a vardığında ağırlığını
hangi adaydan yana koyarsa o aday büyük ihtimalle ya listeye girer ya da il
başkanlığını kazanırmış. Resul Taner’in bu taktiği sayesinde Iğdır’ın Kars
siyasetinde önemli bir ağırlığı varmış.
Bana bu toplantıların ayrıntısını anlatan hancı, “Beni de içeri almıyorlardı. Hatta aldıkları kararı benden bile saklıyorlardı” diye itiraf etmişti.
291
Mehmet Ali Saita
Resul Taner’in büyük oğlu Cengiz Taner (1936), Diş Hekimliği Fakültesini Almanya’da tamamlayıp, “Çene Cerrahı” bu ülkede görev yapmaktadır. Türk-Alman Hekimleri Derneği Kurucu Başkanlığını yürüten Cengiz
Bey, Kayserili bir hanımla evli olup, ikisi oğlan biri kız üç çocuk babasıdır.
Hayatım
İlk ve ortaokulu Iğdır’da okudum. Sınıf arkadaşlarım arasında Ahmet
Karaca, Arif Özel (Atatürk Üniversitesi Profesörlerinden), Şerafettin Kuban
(Aksaray’da Eczanesi var), Salih Çöllü, Sabri Saygı, Mikail Demirci, Şamil
Tunay, Adil Zorluer, Ferzende Armağan, Ziya Kuban, Numan Taner, Abbas
Ay, Niyazi Danişmend, Kamil Yüksel gibi isimleri sayabilirim.
Ortaokulu bitirip öğrenim hayatına devam edenlerden birisi de Cafer
Taşkınsu (Reşit Taşkınsu’nun oğlu) idi. İTÜ Makine Mühendisliği bölümünden mezun olduktan sonra uzun yıllar TEK’de Daire Başkanlığı görevini
üstlendi
“Ortaokulun tek mezunu”
Mecit Hun ortaokul son sınıftayken (1939-40) ben 12 Kasım İlkokulunda dördüncü sınıf öğrencisiydim. Mecit Hun, Melekli köyünden Esat (Kuban) Bey’in (Ziya ve Şerafettin Kuban’ın babası) evinde kalıyordu. Bugünkü
Park Otelinin bitişiğindeki evle komşu sayılırdık.
Ortaokulda ilk kez uygulamaya konan “Olgunluk Sınavı”nı iki öğrenci başarıyla geçebilmişti: Mecit Hun ve Hamit Çiftlik. Ancak Hamit Çiftlik,
Tarih dersinden ikmale kaldığından, ortaokuldan Haziran döneminde tek
Mecit Hun mezun olabilmişti. Mecit Hun’un başarısından kasabada herkes
günlerce övgüyle söz etti.
Karayollarında görev yaptığım yıllar DSİ’de Daire Başkanlığı yapan
Zeki Özcan isimli, Bitlisli bir arkadaşım vardı. Iğdırlı olduğumu öğrenince
bana, “Mecit Hun’u tanır mısın?” diye sormuştu “Elbette tanırım. Ortaokulda
Fizik hocamdı” dedim. Zeki Özcan, “Mecit Hun, Erzurum Lisesi’nde sınıf arkadaşımdı. Son derece zekiydi. Lisenin en iyi öğrencisiydi. Öğrenim hayatına
devam etmemekle büyük hata etti” dedi.
“Sakin bir çocuktum”
Çocukluk yıllarımda spora ve oyunlara ilgim olmazdı. Mahalle arkadaşlarımızla futbol ve voleybol maçı seyretmeye giderdik. Iğdır’ın müthiş bir
voleybol takımı vardı. Türkiye Milli Takımını rahatlıkla yenebilecek güçteydi. Paşa Turan, Turgut Sungar gibi yetenekli oyuncular herkesin dilindeydi.
Bu oyunculardan Şaik Solmaz (Mehmet Tağı Solmaz’ın oğlu) Haydarpaşa
292
Iğdır Sevdası
Lisesinde öğrenci iken Fenerbahçe Voleybol takımında oynamıştı.
Öğretmen Kubilay Güner (THK başkanı Şevki Bey’in oğlu), Mecit
Aktan (Uzun Seyit’in oğlu), İsmail Çınar ve Halil Ulusoy, isimlerini ezbere
bildiğim oyunculardan birkaç tanesi.. Özellikle Halil Ulusoy 2 metreye yakın
boyu ve uzun parmaklarıyla takımın sembolü durumundaydı. Gelen topları
kolayca karşılar, takım arkadaşlarına güven verirdi.
Ortaokulun jimnastik hocası (Muhbir) takıma antrenörlük yapıyor,
onlara “ters vurma” gibi teknikler öğretiyordu.
Fizik ve Tabiat Bilgisi Hocam
Ortaokul son sınıfa geçtiğim yıl (1944-45), Mecit Hun Erzurum
Lisesinden mezun olup yedek öğretmen olarak Iğdır Ortaokulunda görev
yapıyordu. Fizik ve Tabiat Bilgisi derslerimize geliyordu. Fizik dersinden bir
zorluğum yoktu. Hep 10 alıyordum.
Fen derslerine ilgim o kadar fazlaydı ki, Matematik hocamız Hidayet
Hanım (Sağlamer) çözemediği problemler için beni tahtaya kaldırırdı. Ben de
çözemediğim matematik problemlerini fırsatını bulur Mecit Hun’a sorardım.
“Mecit Abi şu problemi bir çözüver!” O da birkaç kalemde en zor problemleri ustalıkla çözerdi.
Tabiat Bilgisi dersinde durumum biraz daha farklıydı. En ön sırada
oturduğumdan tahtaya kalkan arkadaşlara suflörlük yapmadan edemezdim.
Bu yüzden her defasında Mecit Hun’a yakalanıp, “sıfır” alıyordum. Birinci ve
ikinci karne Tabiat Bilgisi not ortalamam 2 olduğundan, ne yapıp edip 10 almalıydım ki ortalamam 5 olsun; yoksa Olgunluk Sınavına giremeyecektim.
Dönemin bitimine üç hafta kala Tabiat Bilgisini baştan sona, noktasından virgülüne iyice ezberledim. Her derste parmağımı kaldırıp, “Hocam
sözlü olmak istiyorum!” diye bağırıyordum. Mecit Hun, bana bakıp, “Sen
bekle!” diyordu. Nihayet bir gün, “Gel bakalım!” diyerek beni tahtaya kaldırdı. Sorduğu soruları kitaptaki gibi eksiksiz cevaplıyordum. Son sorusu, “At
kuyruklarını anlat!” olmuştu. Bu soruyu da cevaplayınca Mecit Hun, “Tamam
sana 10 veriyorum” dedi.
O dönem Iğdır’dan dokuz öğrenci Olgunluk Sınavını başarıyla geçtik:
Murat Ayrım, Ziya Danişmend, Ayten Odoğlu, Şazimet Kalafat, Ülker Savaş
(Doktorun kızı), Leman Yadigar (Rahim Yadigar’ın kızı), Kemal Ünal ( İshak
Bey’in oğlu), Nevin Ağansoy (Banka müdürünün kızı) ve ben
“Yaylacılar”
Ailemiz yaz aylarında Ayrım Ailesiyle birlikte Cuvanlı yaylasına
giderdi. Yayla dönüşü Eylül ayının ortasına denk geldiğinden, Ortaokuldaki
kayıtlar kapanmış olurdu. Ferzende Armağan, Cihangir (Cengiz) Yiğit, Bahri
293
Mehmet Ali Saita
Yıldız, Abdullah isimli arkadaş ve ben, “yaylacılar” olarak adlandırılır, bizim
için Bakanlıktan özel izin talep edilirdi.
“Mademki soruları hatırlayabiliyorsun..”
Ortaokulu bitirdikten sonra Ticaret Odasında tahsildar olarak göreve
başladım. Birkaç ay sonra bu görevi, Sabri Yıldız’a bırakıp veznedar oldum.
Bu görevde de 3-4 ay çalıştıktan sonra bir grup arkadaşla, Sanat Enstitüsünün
giriş sınavlarına katılmak için Kars’a gittim. Aramızda Turgut Sungar, Aslan
Bora (Nüfus Memurunun oğlu), Haydar Ali ve Hasan Budak gibi arkadaşları
vardı. Büyük bir başarı gösterip, Kars il genelinde ben ve Hasan Budak kazanmıştık.
Sınavdan sonraki bir anımı unutamıyorum. Annem ve Latif Aküzüm
teyze çocukları olduklarından, sınavdan sonra, Enstitüyle aynı cadde üzerinde
Aküzüm’lerin evine gitmiştim. İskender Aküzüm, “Gel bakalım! Sınav nasıl
geçti?” diye sordu. Ben hem sorulan soruları tekrar ediyor hem de nasıl cevapladığımı anlatıyordum. İskender Aküzüm, “Eğer sorulan soruyu hâlâ hatırlayabiliyorsan, sınavı geçtin demektir” dedi. Odaya giren Cahit Aküzüm’eyeni ortaokul mezunuydu- seslenerek, “Sen bile bu soruları çözemezsin!”
diyerek beni bir hayli övmüştü.
Yıldız Tekniker Okulu
Ankara Sanat Enstitüsü’nü kazanmıştım. Sınavı birinci derece kazananlara Milli Eğitim Bakanlığı, ikinci derece kazananlara da Milli Savunma
Bakanlığı burs veriyordu. Ben MEB, Hasan Budak da MSB hesabına okula
kayıt olduk.
Lise son sınıftayken, Sanat Enstitüsü öğrencilerine Mühendislik diploması yolunu açan bir sınavı kazanıp Sultanahmet Sanat Enstitüsünde bir yıl
hazırlık okuduktan sonra Yıldız Tekniker Okuluna kaydımı yaptırdım. Sınıfta
kalınca Mühendislik hakkımı kaybedip, Teknik Makine Bölümüne transfer
oldum.
Mezun olduktan sonra Hava Kuvvetleri Eskişehir Tayyare Fabrikasında Makine Teknikeri olarak göreve başladım.
“Arkadaş ne istiyor?”
Bir gün Ahmet Karaca ve Arif Özel’le birlikte Kars Milletvekili Tezer
Taşkıran’ı ziyarete gitmiştik. Tezer Hanım, bir ara bana dönerek, “Arkadaşın bir isteği mi vardı?” diye sorudu. Ahmet Karaca, yeni işimden memnun
olmadığımı bildiği için, “Arkadaş Karayollarına girmek istiyor” dedi. Tezer
Hanım not yazıp beni Karayolları Bölüm Müdürü Ali Asker Aras’a gönderdi.
İşe hemen kabul edildim.
294
Iğdır Sevdası
O günden sonra Trabzon, Erzurum, Kars Şube şefi olarak birçok görevlerde bulundum. 1977 yılında Karayollarından emekli oldum. 16-17 kadar
da Karayolları bünyesinde taşeronluk işlerine talip oldum.
Soyadım Taner mi, Saita mı yoksa Demkuluoğulları mı?
Soyağacım incelenirse yakın akrabaların tamamının “Taner” soyadını
aldığı görülür. Peki nasıl oluyor da benim ailem “Saita” soyadını almış?
Eski nüfus cüzdanımdaki bilgiler esas alınırsa işlerin daha da karıştığı görülür. Halen sakladığım bu nüfus cüzdanında “soyadı” karşılığı olarak
“Demkuluoğullarından” tabiri kullanılmış.
Nüfus memuru nasıl olmuşsa, babam ve ailesi için “Saita” soyadını
kendi keyfince nüfus kaydına geçmişti. Kimse de itiraz edip değiştirmek ihtiyacı duymamıştı. Hatırlıyorum Resul Taner velim olarak elimden tutup ortaokula götürmüştü. Müdür, elindeki nüfus örneğine bakarak soyadımı “Saita”
yazmak istediğinde, Resul Taner müdahale edip, “Aile soyadımız Taner’dir”
demişti. Müdür, kasabanın saygın ve tanınmış adamının sözüne itiraz etmeden “Taner” yazmıştı.
Yıldız Tekniker Okulundan diplomamı aldığımda şaşırmıştım. Çünkü
soyadı olarak “Demkuluoğullarından” ibaresi yer almıştı. Değiştirme ihtiyacı duymadan Eskişehir Tayyare Fabrikasında göreve başladım. Annem ve
kardeşim yanımda kalıyorlardı. Bir gün tayinim Trabzon’a çıkınca harcırah
için başvurdum. Annemin ve kardeşimin soyadı “Saita” olduğundan harcırah
tahsis etmeyi reddettiler. Mecbur kalıp o günden sonra “Saita” soyadını resmi
yazışmalarda kullanmaya başladım.
İskender Bey
Tuzluca’ya bağlı Sürmeli köyü beylerinden İskender (Doğusoy) Bey,
üçü kız üçü oğlan altı çocuk babasıydı. Oğlu Latif Doğusoy, Cumhuriyet dönemi ilk öğretmenlerinden olup uzun yıllar Haydarpaşa Lisesinde Matematik
hocalığı yaptı. En son Nişantaşı Kız Lisesi Müdürlüğünden emekliye ayrıldı.
90 yaşında ve halen İstanbul’da ikamet etmektedir.
İskender Bey’in bir kızı Esadullah Aküzüm’le (Latif Aküzüm’ün
babası) evliydi.
Hüsnü Bingöl
Iğdır Ticaret Odasında çalıştığım yıllar Hüsnü Bingöl büroya uğrar,
Resul Taner’le uzun uzun Rusça sohbet ederdi. Odada kimsenin olmadığı zamanlarda da Rusça konuştukları için öyle zannediyorum her ikisi de hem bu
dile özlem duyuyor hem de Rusça’yı dil alışkanlığını kaybetmemek için bu
yola başvuruyorlardı.
295
Mehmet Ali Saita
Hüsnü Bingöl’ü en son, Karayollarında çalıştığım yıllar Hınıs’a yakın
Mescitli nahiyesinde görmüştüm. Şantiye şefi olarak Erzurum-Hınıs arasındaki karayolunu teftiş ederken yolum Mescitli nahiyesine düşmüştü. Bir kahvenin önünde Hüsnü Bingöl oturmuş etrafını da insan kalabalığı almıştı. Yanına
gidip kendimi tanıttım; elinden hürmetle öpüp masasına oturdum. Davranışımdan çok memnun olmuştu. Çay içtikten sonra vedalaşıp ayrıldım (1952)
Turan Güneş
Turan Güneş’le çok maceralı ve eğlenceli günlerimiz oldu. O günlere
ait birkaç hatıramı anlatmadan geçemeyeceğim.
“Sizinkilere bir bak!”
Karayollarında çalıştığım yıllardı. Görev nedeniyle bir yerden diğerine sürekli hareket halindeydim. Turan Güneş’le aynı görevi paylaştığımızdan,
o direksiyonun başına geçer, birlikte yolculuk yapardık.
Cipte, sandık içinde kocaman radyomuz vardı. Radyo istasyon ayarı
yoktu. Küçük bir anahtar yukarı çevrildiğinde “Uzun Dalga” ayarına geçip
Erivan Radyosuna; aşağı doğru çevrildiğinde “Orta Dalga” ayarına geçip
Bakü Radyosunu bağlanıyordu. Erivan Radyosu günün belirli saatlerinde
kısa süreli “Kürtçe” yayın yaptığından, Turan Güneş, türkü ve şarkı hasretini
gidermek için yayınları kaçırmak istemezdi. Ben de Bakü radyosunun Azeri
dilinde yayınladığı şarkı ve söyleşileri zevkle dinlerdim.
Yola çıktığımızda Turan Güneş her 15-20 dakikada bana dönüp, “Hele
bizimkilere bir bak!” derdi. Kolu yukarı kaldırınca, eğer Ermenice veya Rusça yayın varsa, Turan Güneş sabırsızlanıp, “Hele sizinkilere bir bak!” derdi.
Bu şekilde radyo kullanma hakkını demokratik bir çözüme kavuşturmuştuk.
“Aman ha, eşkıya Ferzende!”
1960-62 yılları arasında Eşkıya Ferzende Doğubeyazıt-Iğdır yolunu
kontrolü altına almıştı. Çilli geçidi mevkiinde eline düşürdüğü araçları ve
yolcuları soyup, gözden kayboluyordu. O yıllar karayollarında görevli olduğumdan bu yolu sık sık kullanmak zorundaydım. Güvenlik nedeniyle benim
üzerimde “Colt”, Turan Güneş de “Lagant” tabancası vardı.
Bir gün Iğdır’dan Ağrı’ya yola çıkmaya hazırlanıyorduk. Doğubeyazıt’ta şantiye şefliği yapan Karadeniz kökenli müteahhit İbrahim Derviş
yanımıza gelip, “Beni de yanınızda götürür müsünüz?” dedi. Biz de “Hay
hay!” dedik.
Elinde, içi para dolu bir torba vardı. İşçilik ve diğer masrafları ödemek
için bankadan yüklü para çekmişti. Para torbasını arabanın “torpido gözüne”
yerleştirip akşama doğru yola koyulduk.
296
Iğdır Sevdası
Orgof’u geçtikten sonra ortalığı karanlık kaplamıştı. Yol alırken ileride, uzaklarda yakılan bir ateşin titrek alevleri göründü. Müteahhit heyecan ve
korkuyla sarsılıp, “Aha Ferzende!” diye çığlık attı. Ben ve Turan Güneş göz
göze geldik. Müteahhidin bu denli korkmasına bir anlam verememiştik. Adamı yatıştırmak için ben seri hareketle belimdeki tabancayı çıkarttım. Namluya
mermi sürdüm. Turan Güneş de aynısını yaptı. “Ferzende de kim oluyor be!”
diyerek müteahhidi teskin etmeye çalıştık. Biz müteahhidin korkusunun azalacağını ümit ederken, adamın korkusu daha da arttı. Elimize sarılıp, “Aman
pırakun paraları alsun!” diye yalvarmaya başladı.
Yakılan ateş Ferzende’nin adamlarına ait değildi. Tehlikeli bölgeyi
geçip Çille köyüne varınca adam derin nefes aldı. Merakla,
“Niçin Ferzende’den bu kadar korkuyorsun?” diye sorduk. Müteahhit,
“Karakurt’ta önümüzü kesmişti. Donumuzu zor kurtarmıştık” dedi.
Biz Çille köyünde gecelemeye karar verdik ama müteahhit illâ Doğubeyazıt’a gitmekte ısrarlıydı.Yanına bir şoför verip yolcu ettik.
Turan Güneş, gönlünü paralara kaptırmıştı. “Bu adam en ufak tehlikede paraları teslim etmek niyetinde. Böyle fırsat bir daha ele geçmez. Gel bu
köylülerden birinin eline tahtadan bir silah verip yola çıkartalım, paralara el
koyalım” dedi. Güzel bir fikirdi! Gülüşerek şantiye binasına gittik.
“Şu dünyanın haline bak!”
Bir gün karayollarına ait pikapla uzun gece yolculuğundan sonra sabah çok erken bir saatte Erzurum’a varmıştım. Ortalık kapkaranlık ve ıpıssızdı. Arabayı Gürcü Kapıya doğru sürdüm. Bir virajı alıp Gürcü Kapıya uzanan
geniş caddeye çıkınca garip bir durumla karşılaştım.
Caddenin uzak köşesinde, kahkahalı ve neşeli bir insan topluluğu vardı. Aralarında dekolte hanımların da olduğu bu insan kalabalığı sokak lambasının sönük ışıkları altında can ciğer sohbet ediyorlar; bazıları da arkadaşlarıyla vedalaşıp evlerine gitmek için karanlık ara sokaklarda kayboluyorlardı.
Aynı caddenin diğer ucunda da başka bir kalabalık vardı. Buradaki
atmosfer oldukça farklıydı. Karanlık ara sokaklardan sessizce peyda olan kadın ve erkekler ağır ve düşünceli adımlarla bilemediğim bir binaya doğru hep
birlikte akın akın gidiyorlardı.
Arabayı caddenin bir köşesinde stop edip bu esrarengiz durumu anlamaya karar verdim. Bulmaca çözme merakım ve mantıklı düşünme yeteneğime güvenerek bu “garip” durumu kısa sürede açıklayacağıma olan güvenim
tamdı. “Soldaki kalabalık niçin neşeli, üstelik kadınlar dekolte giyinmişler.
Sağdaki kalabalık niçin sessiz ve düşünceli. Birisi dağılıyor birisi toplanıyor.
Düğün olamaz, ölü evini ziyaret desen hiç değil... Allah Allah bu nedir?” Tüm
297
Mehmet Ali Saita
çabama karşın bu duruma bir açıklama getiremiyordum.
Arabadan inip, neşeli kalabalıktan kopup bana doğru gelen orta yaşlı
bir erkeğin önüne çıktım:
“Affedersiniz, orada ne olup bitiyor?”
“Gardaş, pavyon dağilir..”
“Peki bu taraftaki kalabalık nereye gidiyor?”
“Camiye...”
Arabama geri dönüp, “Şu dünyanın haline bak!” demekten kendimi
alamadım.
Cumhuriyet Döneminde Iğdırlı İlkler
Meslek Hayatı
Doktor
Haydar Gürel
Diş Doktoru
İsmail Altaylı
Veteriner Doktor
Jeoteknik Ali Ayrım (Kâzım Karabekir’in öğrencilerinden)
Kulak Burun Boğaz Uzmanı
Dr. Hamit Ataman (Zöhrap Makinist’in akrabası)
Kadın Doğum Uzmanı
Dr. Abbas Çöllü
İç Hastalıkları Uzmanı
Dr. Ali Güngör (Kazancılı)
Bevliye Uzmanı
Dr. Behman Turan
Eczacı
Şerafettin Kuban
Hakim
Müslüm Gökgöl (Şöllü ailesinden)
Savcı
Abbas Fahri Akın (Şöllü ailesinden)
İnşaat Yüksek Mühendisi
Yücel Erdem – Ali Atasever
Makine Yüksek Mühendisi
Cafer Taşkınsu (Melekli köyünden
Reşit Bey’in oğlu)
İnşaat Mühendisi
Ali Asker Aras (Karakoyunlu)
Makine Yüksek Teknikeri
Mehmet Ali Saita
İktisatçı
Sultan Kölanlı (Melekli köyünden.
Yusuf Bey’in oğlu)
Ziraat Yüksek Mühendisi
Haydar Behramoğlu
Kara Subayı
Arslan Karasu (1937 Harp Okulu Mezunu)
Deniz Subayı
Serhat Özgüldür (Aslan Özgüldür’ün
oğlu)
Maden Mühendisi
Kamil Karagöz (Dondurmacı Ağa Bey’in oğlu)
Öğretmen
Ali Erdem – İnayet Karasu – Latif
Doğusoy
298
Iğdır Sevdası
Kara Astsubay
Hava Astsubay
beyi)
Deniz Astsubay
General (Iğdırmavalı)
Askeri Hakim
Arkeolog
Tapu Sicil Muhafızı
Ziraat Teknisyeni
Orman Yüksek Mühendisi
in oğlu)
Ebe
müş) – Leyla Yücel
Avukat Maliye Meslek Mezunu
Dış Ülkelerde Okuyan İlkler
Makine Mühendisi ABD
İnşaat Mühendisi Almanya
Çene Cerrahı Almanya
oğlu)
Hukuk Doktorası İngiltere
Kaymakam Valiler
– Ünal Özgüdek
Danıştay Üyesi
Anayasa Mahkemesi Üyesi
Hariciyeci Büyükelçi
la Bey’in oğlu)
Cumhuriyet Senatosu Üyesi
Milletvekilleri Belediye Başkanı
Genel Müdürler
Rıza Cantürk
Mukaddes Kılıç (Feyiz Kılıç’ın ağaArslan Özgüldür
Prof.Dr. Necati Kölan – Tayyar Bilen
Dr. Fikret Ekinci
Tevfik Karasu
Kamil Tekinbaş
İdris Ataman
Agah Yalçın – Yunus Öcal (Şefi Bey’Sakine Özel (Bakü’de öğrenim görAbbas Çetin
Yadullah Kılıç – Sabahattin Sungar
Mazlum Aras (Bağır Aras’ın oğlu)
Yusuf Aygün (Rıza Aygün’ün oğlu)
Dr. Cengiz Taner (Resul Taner’in
Dr. Fikret Ekinci
Sabahattin Savacı
Sabahattin Savacı – Cafer Eroğlu
Yavuz Nazaroğlu
Yavuz Nazaroğlu
Mustafa Aşulla ( Berber Zülfikar AşuZiya Ayrım
Ali Ataman – Abbas Çetin – Rıza Yalçın – Ziya Ayrım
Behram Öcal – Musa Doğan –
Sabri Aras – Atilla Hun
Şamil Ayrım – Adil Aşırım –
Abbas Bozyel – Ali Güner
Paşa Bey (Ekinci)
Kemal Varol (Sümerbank), Fahrettin
299
Mehmet Ali Saita
Dekan
Profesörler
Sağlık Müdürü
Posta Müdürü
Emniyet Müdürü
Bayındırlık Müdürü
Karayolları Bölge Müdürü
Şair
Gazeteciler
Noter
Ressamlar
Karadeniz (İşçi Sağlığı), Selahattin
Hun (Şeker Şirketi), Nuri Alagöz
(PTT), Dinçer Kara
Prof. Dr. Nejat Sayan (A.Ü. Diş Hekimliği Fakültesi)
Gn. Dr. Necati Kölan, Dr. Arif Özel,
Dr. Dursun Akdemir, Dr. Oktay Dinç,
Dr. İlker Çetin, Diş Dr. Nejat Sayan,
Dr. Hülya Çetinkaya (Çiftlik), Ferman
Demirkol, Dr. Nur Atasever (Ali Atasever’in kızı)
Dr. Aydın Özel
İbrahim Karasu
Feridun Erdem
Ali Yücel
Dr. Yücel Erdem
Kerim Yaycılı, Hamit Dönmez
Mecit Hun, Fazıl Şıktaş, Hasan Karalar, Fahrettin Gülseven, Ahmet Karaca, Fikret Ekinci, Ertan Karasu
Mustafa Şimşek
Ali Hikmet Uğurlu, Turgut Sungar,
Turan Atasever, Yadullah Karasu,
Gülaç Armağan (Aygün), Ekber Yeşilyurt
Not: Ben, bildiklerimi ve hatırlayabildiklerimi yazdım. Listede yer almayanlardan affımı dilerim.
1943 – 44 Ders Yılı Iğdır Ortaokulu Mezunları
1. Ayten Odoğlu (Aküzüm)
Merhum Fevzi Aküzüm’ün eşi
2. Emine Çakır
3. Leman Bahtiyar
4. Ülker Savaş
Edebiyat Öğretmeni
5. Nevin Ağansoy
Banka müdürünün kızı
6. Şazimet Kalafat
7. Ferman Bağcı
8. Sabri Saygı
9. İsmail Barbaros
Göçmenler’den, PTT Müdürü
10. Asker Beyoğlu
300
Iğdır Sevdası
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
25.
26.
27.
28.
29.
30.
31.
32.
33.
34.
35.
36.
37.
38.
39.
40.
41.
Salih Çöllü
Adil Oba
Adil Ocele
Yusuf Tekçe
Kasım Karakoyunlu
Farük Necilli
M. Ali Taner (Saita)
Kemal Turan
Nihat Eren
Niyazi Danişmanlı
Abbas Ay
Adil Zorluer
Numan Taner
Şamil Tunay
Ziya Kuban
Şerafettin Kuban
Sabri İnan
İsa Topal
Abdullah Alimeco
Cihangir Cengiz Yiğit
Bahri Yıldız
Haydar Ali Aydın
Arslan Bora
Murat Ayrım
Arif Özel
Mikail Demirci
Ferzende Armağan
Mecit Şek
Ali Altun
Yadullah Karasu
Göçmen Sabri
Belediye Baş Katibi
Gümrükçü
Melekli köyünden
Nüfus Memuru
Makine Y. Teknikeri
İshak Bey’in oğlu
Emekli Albay
Banka Müdürü
Ziraat Bankası Md.
Ziraat Bankası Md.
Ziraat Bankası Md.
Ziraat Bankası Md.
Ziraat Bankası Md.
Eczacı
Elektrik Teknisyeni, annesi Rus kökenli
Tapu Md., Göçmenler’den
Karakoyunlu
Nüfus memurunun oğlu
Prof. Dr.
T. M. O.
İl Genel Meclisi Üyesi
Taşburunlu, motor ustası
PTT Md. , ressam
Bedri Bey
Bedri Bey, aslen Sivas’ın Divriği ilçesindendi. Alevi kökenliydi. Iğdır’da bir fabrikası vardı. Sonraki yıllar fabrikayı Feyzullah İnan’a sattı.
Bedri Bey’in ayrıca bir kamyonu vardı. Bu kamyonla ilgili bir fıkra
yıllarca Iğdır’ı güldürmüştü.
Bir gün Bedri Bey, kamyonun arkası tıka basa yolcu, Iğdır’a yakın
bir yerde yol alıyormuş. Kamyon, yolu kaplayan çamur birikintisinin orta
301
Mehmet Ali Saita
yerinde durmuş. Bedri Bey yanındakilere, “Kamyon gitmiyor. Herkes inip
kamyonu itsin!” demiş.
Yolcular var güçleriyle kamyonu iteklemişler ama kamyon yerinden
kıpırdamamış. Çünkü Bedri Bey, yapacağı şakaya hazırlık olmak üzere var
gücüyle frene basıyormuş!
Yolcular ter kan içinde uğraşa dursun, Bedri Bey, “Hele bir durun!”
diye bağırmış. “Ben ne zaman ‘Ya Ali!” desem siz o zaman itin!” Bedri Bey,
ayağını usulden frenin üzerinden kaldırıp gazın üzerine koymuş ve aynı anda
da “Ya Ali!” diye kükremiş. Koca kamyon homurdanarak çamurdan çıkmış.
O yıllar şoförlük mesleğini bilenlerin sayısı çok az olduğundan, Bedri
Bey’in bu hilesinden kimse şüphelenmemiş, herkes “Ya Ali!” sözünde derin
bir keramet olduğuna inanıp, şaşkın tekrar yola koyulmuşlar.
Bedri Bey tavla oynamasını severdi. Subay arkadaşlarıyla kahvehanenin önüne oturur, zevkle tavlasını oynardı. Benim gibi ilkokula giden
öğrencileri yanına çağırır, tavla oyununda kazandığı çikolataları elimize tutuştururdu.
Bedri Bey, “Millet Bahçesi” olarak bilinen, belediye parkının tanzim
ve planlama işinde de önemli görevler üstlenmişti. Havuz yaylarının ve fıskiyelerin yapımına çok emek verdi. Sonraki yıllar bu havuzlar ihmalsizlik
yüzünden iptal edildiler.
“Kadınlar sosyal gücü”
Iğdır’da kadınlar sosyal yönden diğer ilçelerle kıyaslanamayacak
derecede ileriydi. Iğdır belediye meclis azalarından ikisi kadındı. Binbaşı
Bekir Bey’in hanımı Cemile (Sungar) Hanım ve Ebruz (Yücel) Hanım meclis
azalığı görevlerini uzun yıllar başarıyla devam ettirdiler.
Ebruz Hanım, Bakü’de tiyatro ve müzik eğitimi görmüştü. Balo günleri eşi Abbas Bey’le yaptığı danslar muhteşemdi
Ebruz Hanım, daha sonra İstanbul’a taşındı. Orada müzik dersleri
vererek geçimini temin etti. İstanbul’da vefat etti.
Cemal Gürsel’in sınıf arkadaşı Yüzbaşı Cemal Toksöz’ün kızı Nimet
Hanım bir bakkaliye dükkanı işletirdi. Alkol, sigara gibi tekel maddelerini
satardı. Nimet Hanım’dan sonra Uzun Mahmut bu dükkanı çalıştırdı.
Iğdır’ın ilk pastanesini Rizeli Besim Çalışır açtı. 1950 yılında açılan
pastanenin elektrik döşemesini ben yapmıştım.
Iğdır’da ilk özel arabayı Karadeniz kökenli Sami Bey isminde bir
302
Iğdır Sevdası
komşumuz getirtmişti. Atatürk’ün bindiği türden bir arabaydı. Çok geçmeden
Hacı Gulem Parlar, Ford marka bir özel araba satın aldı.
Sami Bey, Iğdır’da şoför mesleğini başkalarına öğreten ilk insandı.
Sami Bey, futbola da meraklıydı. Paşa Turan’la birlikte, takımın en iyi
elemanıydı. Sol bek oynardı.
Sami Bey’in kızı, Kars Milli Şura Başkanı Cihangir Aydınoğlu’nun
oğlu İsmail Aydınoğlu’yla evlendi.
Iğdır’ın ilk otobüs ve kamyon komisyonculuğu işini Simsar Çavuş
lakabında Erzurumlu birisi yapardı. Oğlu Remzi daha sonra otobüs satın alıp
işletti.
Talip Ağa
Talip Ağa (Kalafat) espri gücü yüksek ve hazır cevap birisiydi
Bir gün Talip Ağa belediye bahçesindeki masalardan birine oturmuş,
çayını yudumluyormuş. Kasabanın ayyaşlarından birisi, zil zurna gelip Talip
Ağa’nın masasına davetsiz oturmuş. Talip Ağa, yakından tanıdığı bu yüzden
kalbini kırmak istemediği şahsın yanına illet olmasına içinden kızmış ama bir
şey dememiş. Ayyaş, yaptığı hatanın farkına varıp, durumu kurtarmak için,
ağzında geveleyerek, “Talip Ağa, beni bağışla!” demiş.
Talip Ağa, sinirli sinirli ayyaşa bir göz atmış, küfretmekten kendisini
zor alıkoyarak, sağ ayağını havaya kaldırıp kuvvetlice birkaç kez yere vurmuş:
“Benden vazgeç. Seni Allah bağışlasın!”
Merdan Taner
Dedem Hacı İbrahim’in kardeşi Merdan Taner, Rus İhtilâli yıllarında
Başköy’de (Aralık) bir dükkan işletiyormuş. Rusça’yı güzel konuşan Merdan
Taner’in Rus subayları arasında birçok dostları varmış. Bu yüzden Rus orduları terhis olup geri çekildiğinde, subaylardan birisi Merdan Taner’e gidip,
“Ermeni çetelere karşı kendinizi savunmanız için gelin size silah ve cephanelik verelim” demiş.
Bir gece yarısı, Merdan Taner ve arkadaşları, Alıkızıl köyü yakınındaki Rus kışlasına gidip 20 tüfek ve 3 sandık cephaneliği arabalara yükleyip
Başköy’e dönmüşler.
Başköy’de, Hacı Süleyman’ın torunu Haydar Taner’den başka kimse
silah kullanmasını bilmiyormuş. Haydar Taner her gün düzenli şekilde köyün
gençlerine silah tutmasını ve nişan almasını öğretiyormuş. Geceleri de askeri
disiplini elden bırakmadan düz damların üzerine uzanıp nöbet tutuyorlarmış.
303
Mehmet Ali Saita
Ermeni çeteler tüm obayı kasıp kavurduklarında, 20 tüfekli savunma
gücü nedeniyle Başköy’e yakın gidememişlerdi.
“Üç bilinmeyenli denklem, gel de çöz!”
Anne tarafımda yapılan evlilikler çok karışıktı. Kim kimin gerçek
çocuğudur, sorusunu cevaplamak her babayiğidin harcı değildi. Bu durum
yalnız biz çocuklar için değil yetişkinler için de ciddi bir sorundu. Bir örnek
vermek isterim:
İskender Bey (Doğusoy)’in altı çocuğu vardı. İlk hanımından iki çocuğu olmuştu. Hanımı ölünce bu kez, iki çocuklu başka bir kadınla evlenmiş,
çok geçmeden kardeşi ölünce, onun iki çocuklu hanımını da üzerine almış,
böylece altı çocuğu olmuştu. Öyle ki çocuklar hem birbirinin amca çocukları
hem de kardeşleri durumundaydılar.
Latif Aküzüm annemle teyze çocuğuydu. Sık sık annemin yanına gelir, aile içindeki bu üç bilinmeyenli aile yapılarını çözmeye çalışırdı. Annemden başka bu evlilik muammasını anlayıp çözen de yoktu.
Cengiz Ekinci
Cengiz Ekinci Iğdır’da avukat olarak görev yapıyordu. Pamuk Tarım
Satış Kooperatifi’ne de hukuk danışmanı olarak hizmet veriyordu.
“Iğdır” isimli gazete çıkarıyordu. Daha sonra Kars’a taşındı ve “Ayhavar” isimli bir mizah gazetesi çıkarmaya başladı.
Mecit Hun, çıkardığı “DİL” gazetesinde, Cengiz Ekinci’nin bu “Ayhavar” kelimesiyle nasıl tanıştığını şöyle anlatır:
Bir gün Cengiz Ekinci, Kooperatif binasında görevli olarak bulunduğu bir sırada, kooperatif bekçilerden birisi “Ayhavaaaar!.. Koymayın, apardılar!...” diye avaz avaz bağırmış. Pamuk balyalarını çalmaya gelen hırsızlar bırakıp kaçmışlar. Cengiz Ekinci, o gün, “İmdat!” anlamına gelen bu kelimeyle
tanışmış; onu daha sonra çıkardığı gazetesine isim yapmıştı.
Cengiz Ekinci’nin taşlamasından nasibini almayan yoktu. Bunlardan
birisi de Rıza Yalçın idi. Iğdır’a büyük hizmetleri dokunmuş Rıza Bey’in, ismi
halk arasında “İrza Kulu” olarak bilinirdi. Zamanla ismi “Rıza Yalçın” olarak
halkın hafızasında yer etti. Cengiz Ekinci bu değişikliği şöyle taşlamıştı:
Zulüm getti zulüm getti
Bütün işim zulüm getti
Rıza yalçın qemiş koydu
Elden İrza Kulum getti
304
Iğdır Sevdası
Malaganlar’ın sonu
Malaganlar, Rusya’dan gelip Kars’a yerleşmiş bir topluluktu. Kendi
aralarında Rusça konuşurlardı. Bağlı olduklar mezhep onlara evlenme konusunda ciddi sınırlamalar getirmişti. Buna göre yedi göbekten akraba olduğun
birisiyle evlenmek günâh sayılıyordu.
Zamanla Kars bölgesindeki Malaganlar, kendi aralarında evlenmek
konusunda zorluk çekemeye başlamışlardı. Bu yüzden istemeyerek de olsa
1960 yılında hüzünlü bir ayrılıkla Türkiye’yi terk edip Rusya’ya döndüler.
Malaganlar’ın baba toprağı olarak bildikleri Kars’ı terk edip gitmeleri
bazı trajik olayların yaşanmasına neden oldu.
İlk giden gurup, geride kalanlara, “Bizden haber gelmeyinceye kadar yerinizden kıpırdamayın. Biz size fotoğraf göndereceğiz. Falanca eğer o
resimde oturuyor vaziyette ise, bu ‘gelin’ anlamındadır, yok eğer ayakta ise
‘olduğunuz yerde kalın, gelmeyin’ demektir”
Malaganlar’ın gönderdikleri resme bakma şansım olmuştu. Bahsi geçen şifreli adam, oturmakla kalmamış, sere serpe yere uzanmıştı. Bu, “hemen
gelin!” demekti.
Malaganlar’ın bu şekilde ayrılışını düşündükçe elimde olmadan hüzünlenirim.
305

Benzer belgeler

18. Nizamettin Onk

18. Nizamettin Onk değirmen ve fabrika işletmeciliği yaparak aile kendisine yeni bir uğraşı edinmişti Ailemizin, Aras nehrinin bugün Ermenistan sınırları içinde kalan kıyısında su kuvvetiyle işleyen un değirmeni varm...

Detaylı