İndirmek İçin Tıklayınız!

Transkript

İndirmek İçin Tıklayınız!
kültür sanat yaflam›nda
•
2006/09
•
say› 53
•
2.25 YTL-KDV’li)
eylül 2006
›ssn 1303-9113
herkes kendi tecridini yafl›yor
.
karikatürün filistinli küçük generali: handala bir ezgili yürek: ruhi su
da¤lar›n sevdal›s› sabahattin ali
ecelsiz ölümlerin 盤l›¤›: a¤›tlar
.
.
tavır
a y l › k
s a n a t
d e r g i s i
merhaba
Sahibi
‹dil Kültür Yay›n Org. Rek.
Film. Tic. Ad›na:
Muharrem Cengiz
Genel Yay›n Yönetmeni
Gamze Mimaro¤lu
Bir oyun gibiydi en baflta. Bir saat, iki saat, üç saat derken toplam alt› saat tecritte
kal›n›nca, bunun bir oyun olmad›¤›, F tipi hücrelerde insanlar›n oyun için hapiste
tutulmad›¤› anlafl›ld› ayd›nlar›m›z, sanatç›lar›m›z taraf›ndan... Tecrit belki de en çok o
an hissedildi, belki de en çok o an içeridekilerle ayn›laflt› düflünceler. O an› anlatt›lar
“Hepimiz Tecritteyiz” oyununu(!) oynayanlar... O an›, öncesini, sonras›n›,
duygular›n›...
Sorumlu Yaz›iflleri Müdürü
Ahu Zeynep Görgün
Yaz›flma Adresi
‹stanbul
‹dil Kültür Merkezi Mahmut fievket Pafla
Mah. Mektep Sk. No:4 Zemin kat
Okmeydan› - fiiflli - ‹stanbul
Tel: (212) 253 78 88 - 253 78 81
Faks: 235 44 11
e-posta: [email protected]
Belki de hayat›n insana en a¤›r ac›lar› yaflatt›¤› günlerdeyiz. Asl›nda hayat›n ayr›lmaz
bir parças› ac›lar›m›z... ‹flte bu ac›lar›n sonucunda yak›lan a¤›tlar neredeyse insanl›k
tarihiyle eflit. Anadolu tarihinin belki de yaz›l›-sözlü olarak bugüne tafl›nan en ac›
edebiyat› var sayfalar›m›zda.
Gülebilmesi, Filistin’in özgürlü¤üne ba¤l›, on yafl›nda do¤mufl bir çocuk: Handala, hiç
büyümüyor… O hep on yafl›nda… Çizeri Naci Ali’nin yarat›¤› bir karikatür kahraman›...
Filistin’in, Lübnan’›n ac›l›, öfkeli yüre¤i Handala. O gülen yüzünü bir gün Tav›r’›n sayfalar›nda herkes görecek Handala. Çünkü Filistin bir gün mutlaka kazanacak!
Ankara
‹dilcan Kültür Merkezi
fiirintepe Mah. 8.Cad. No:222 / B
Mamak – Ankara
Tel: (312) 390 38 05
Devlet, özel tiyatrolara yapt›¤› yard›m› kesti. Devletin bu yard›m›n(!) diyetini mutlaka
istedi¤ini ve karfl›l›¤›n› fazlas›yla ald›¤›n›; parasal ba¤›ml›l›¤›n, ideolojik, kültürel
ba¤›ml›l›¤› beraberinde getirdi¤ini art›k herkes biliyor. Evet, külahlar masaya konulmal›, ne yap›laca¤›na karar verilmeli... Görev tiyatrolar›n...
Hesap no (YTL)
1042- 30000 596147
Gamze Mimaro¤lu
‹fl Bankas› Parmakkap›/‹ST.
Hesap no (EURO)
1042- 3010000 129062
Gamze Mimaro¤lu
‹fl Bankas› Parmakkap›/‹ST.
Sar› s›caklar yavafl yavafl sona eriyor... Sonbahar›n serin günlerinde görüflmek
dile¤iyle... Hoflça kal›n...
Dostlukla...
Ofset haz›rl›k
TAVIR YAYINLARI
Bask›
ASPAfi
Da¤›t›m
D-R
Yerel süreli yay›n
tavır
‹Ç‹NDEK‹LER
09/2006
3
devlet, tiyatrolara para 3
yard›m› keserken
güncel
6
9
10
12
16
17
20
23
25
26
28
31
33
39
40
42
46
GÜNCEL
devlet, tiyatrolara para yard›m› keserken
B‹YOGRAF‹
mehmet akan ve bir özür
fi‹‹R
bir anadolu vard›r
NOTA
grup yorum
SÖYLEfi‹
ruhi su ile konuflma
fi‹‹R
555 K
‹NCELEME
ben de öleyimde kara toprak bafl›ma saç›ls›n
‹ZLEN‹M
alt›n›n siyah rengi
MAKALE
tek bayrakta birleflmek
AYIN FOTO⁄RAFI
fatih p›nar
OKURDAN
deneme
DE⁄ERLEND‹RME
ezilenlerin tiyatrosu
GEZ‹
z›mex’te bir gün
RÖPORTAJ
herkes kendi tecridini yaflar
fi‹‹R
kaydet ben bir arab›m
DE⁄ERLEND‹RME
direnifl karikatürü: handala
B‹YOGRAF‹
sabahattin ali
HABERLER
17
3 ben de öleyim de kara
toprak bafl›ma saç›ls›n
inceleme
33
herkes kendi tecridini 3
yaflar
röportaj
40
3
3
direnifl karikatürü:
handala
biyografi
kapak 3
güncel
devlet, tiyatrolara para yard›m›n› keserken
mehmet esato¤lu
Tiyatro çevrelerinde birkaç gün f›s›lt›lar halinde konuflulan bir konu, Resmi Gazete’de
yay›nlanan iki sat›rla gerçeklik kazand›; yay›mlanan yaz› flöyleydi:
"Özel Tiyatrolara Devlet Deste¤i Yönetmeli¤inin Yürürlükten Kald›r›lmas›na Dair Yönetmelik:
Madde 1 - (1) 18/7/1995 tarihli ve 22347
say›l› Resmi Gazete’de yay›mlanan Özel Tiyatrolara Devlet Deste¤i Yönetmeli¤i yürürlükten kald›r›lm›flt›r.
Yürürlük
Madde 2 - (1) Bu Yönetmelik yay›m› tarihinde yürürlü¤e girer.
Yürütme
Madde 3 - (1) Bu yönetmelik hükümlerini
Kültür ve Turizm Bakan› yürütür."
Bu sat›rlar 12 Eylül günlerinden bu yana
sürmekte olan bir oyunun son perdesiydi.
Neydi oyun? Ülkede darbe olmufl, yüz binlerce insan cezaevlerine doldurulmufltu. ‹flkenceler, idamlar 盤 gibiydi. Ülkede tüm
yasalar darbecilerin a¤z›ndan ç›kan sözlere
indirgenmiflti.
‹flte tam bu s›rada asker kökenli bir bakanl›k müsteflar› olan Kemal Gökçe, tiyatro
çevrelerine devletin para yard›m› yapaca¤›n› duyurdu. Tiyatro çevreleri bu duyuruyu
önce yar›m bir ilgiyle karfl›lad›lar. ‹lk toplant›lar›n› barlar›n salonlar›n› sabah saatlerinde açt›rarak yapt›lar. Ankara’ya gidip
gelmeler, devlet kat›yla görüflmeler bafllad›. ‹lk görüflme Zeki Alasya ile Orgeneral Kenan Evren aras›nda oldu. Bafllang›çta “Olmaz herhalde” diye konuflmalar yapan tiyatro sanatç›lar›n›n gözleri, ilk ödemelerle
fal tafl› gibi aç›ld›.
O güne kadar Naz›m Hikmet’inden R›fat Ilgaz’›na bir dolu sanat insan›n› hapislere
doldurarak hayat›n› söndürmeye çal›flan
“devlet baba”, sanata yard›m elini uzat›yordu. Bundan böyle art›k tiyatro sanat› geliflecek, oyun yaz›m›ndan dekoruna, ›fl›¤›ndan, efektinden tiyatro salonuna her fley
yenilenecek ve geliflecekti.
Aç›klanan yard›m miktarlar›n›n düflük düzeyde olmas› ilk baflta düfl k›r›kl›¤› yaratt›ysa da cebinde “s›cak para” bulan tiyatro
patronlar› ilk kez devlete ba¤l›l›klar›n› bildirme gereksinimi duydular. Resmi bayram
günlerinde yap›lan kokteyllere koflarak, siyah fraklara bürünerek, bakanlar›n önünde
iki büklüm oldular.
Yard›m, geçen y›llar içinde geliflti. Tiyatrolar›n yan› s›ra yazar örgütleri, sinema ve kimi organizasyonlarla plastik sanatlara dek
yay›ld›. ‹ki sat›r dosya ile devlete baflvuran
herkes birkaç kurufl koparmaya bafllad›.
‹fl giderek 盤›r›ndan ç›kt›. Sinema alan›na
yard›m için yap›lan bir toplant›da bakanl›k
yetkilisinin “Haydi biz Ankara’ya dönmeden baflvuru yap›n.” sözleri üzerine sokaklara f›rlayan anl› flanl› sinemac›lar›n bulduklar› dosya ka¤›tlar›na ayaküstü uyduruk
EYLÜL 2006 | TAVIR | 3
güncel
da aralar›nda bölünmeler oldu. Ali Poyrazo¤lu bir grubun para da¤›t›m iflinin bafl›na
geçerken öbür tarafta Hadi Çaman bulunuyordu. Televizyonda düzenlenen kimi aç›k
oturumlu toplant›larda bu iki grup birbirine k›yas›ya sald›rd›lar. Tiyatro alan› bu yard›m s›ras›nda alabildi¤ine çürüdü ve yozlaflt›. Yazara para vermemek için uyduruk
metinler yaz›ld›. E¤itimi olmayan kifliler
oyuncu ilan edildi. Birkaç prova ile ç›rp›flt›r›lan oyunlar sahnelendi. Mankenler canl› et
teflhiri amaçl› sahnelere ç›kar›ld›. Tiyatro
oyuncular› sayg›n birer sanatç›yken, para
u¤runa medyada kendilerini düflürdükçe
düflüren oyuncaklar haline geldi. Bugün
yard›m›n kald›r›ld›¤› ilan ediliyor. Oysa bir
ay önce yard›m için Kültür Bakanl›¤› sitesi
baflvuru ça¤r›s› yapm›flt›. fiimdi ise devlet
sanat alan›na verdi¤i bir hakk› geri al›yor.
Para alanlar a¤l›yor, almayanlar ise suskun.
projeleri yazmalar› ve bakanl›k yetkililerinin
peflinden sokaklarda, otel lobilerinde koflmalar› hala belleklerdedir. Bu arada da¤›t›lan yard›m miktar› çok yüksek olmasa da,
baflta tiyatro olmak üzere tüm sanat çevrelerini birbirine düflürdü. Herkes daha fazla
yard›m alan sanatç› arkadafl›na sövmeye
bunun bir haks›zl›k oldu¤una, hatta yard›m›
alan›n asl›nda sanatç› bile olmad›¤›n› söylemeye koyuldu. Ama iflin “güzel” bir yan›
vard›: Devlet para veriyordu ama hiç kar›flm›yordu.
Zaman içinde bunun böyle olmad›¤› da a盤a ç›kt›. Ankara Sanat Tiyatrosu “Bir Halk
Düflman›”, Ali Poyrazo¤lu ise “ O¤lum Çiçek
Aç›yor” oyunlar›n› (bunlar bas›na yans›yanlar) proje olarak sunduklar› y›l yard›m alamad›lar. Böylece sisteme ya da ahlaka muhalefetin “k›rm›z› çizgileri” bizzat devlet taraf›ndan çizilmifl oldu. Para için birbirlerine
demedik söz b›rakmayan tiyatro çevreleri,
nedense bu haks›zl›¤a ses ç›karmad›lar.
Devlet kat›ndan verilen para ve destek gerçi tiyatroya, yazar›na, dekoruna, salonuna
bir katk› sa¤lamad› ama tiyatro patronlar›
bu iflten karl› ç›kt›lar. Geçen y›llar içinde
dernekler kurarak devletle iliflkilerini “kurum”sallaflt›rd›lar. Para paylafl›m› konusun-
4 | TAVIR | EYLÜL 2006
Tiyatro alan› bu sorunu demokratik bir hak
talebi ile ortaya ç›karak çözmek yerine kapal› kap›lar ard›nda pazarl›klarla çözme yolunu
seçecek. Çünkü kendisi de bunu bir hak yerine “k›yak” olarak görüyor. ‹fl çözülmezse
da¤-fare iliflkisiyle kimi tiyatrolar perdelerini
kapatacak. Perspektif de¤iflmedikçe soruna
sa¤l›kl› bir çözüm bulunamayacak.
Bugün yeniden, “Sanat ve sanat›n maddi
kayna¤› ne olmal›?”, “Tiyatro devlete mi
yoksa kendi izleyicisi olan halka m› güvenerek yola ç›kmal›?” sorular›n› bir kez daha
‹Y‹MSERL‹K
sorman›n,
sa¤l›kl› bir perspektif oluflturmafiiirler yazar›m
n›n
tam zaman›. J
bas›lmaz
bas›lacaklar ama
Bir mektup beklerim müjdeli
belki de öldü¤üm gün gelir
mutlaka gelir ama
Ne devlet ne para
insan›n emrinde dünya
belki yüz y›l sonra
olsun
mutlaka bu böyle olacak ama
Naz›m H‹KMET
güncel
para yard›m› yapmas›na. Kimi y›l vermiyor,
verilmeyenler yak›n›yor, ertesi y›l sorunlar
ç›k›yor. Dolay›s›yla ben devlet, tiyatrolara
yard›m etse bile -ki bu bir ihtiyaçt›r- bu yard›ma karfl›y›m. Y›llard›r bunu söylemifltim.
Bu görüflümde de ›srarl›y›m. ‹yi olmufltur
bence.
Kendi ya¤›yla kavrulup, kendi yapaca¤›
oyunu sergilemesi, hiçbir yerden izin almadan yahut daha önceden B‘en flu oyunlar›
oynayaca¤›m.’ gibi herhangi bir sansüre tabi tutulacak iliflkiye girmeden, özel tiyatro
kendi iflini yapmal›.
Ben parasal ba¤›ml›l›¤a karfl›y›m. Parasal
ba¤›ml›l›k sorun getiriyor. Zaten flu da var,
devletin tiyatroya yard›m›ndan sonra, tabi
baflka birçok nedenler de var, tiyatronun
düzeyi de düflmüfltür. Daha estetik, daha
sa¤l›kl›, bilinç aç›c› oyunlar oynanmam›flt›r.
Devletin özel tiyatrolardan deste¤ini çekme
karar› resmi gazetede yay›mland›. Bu konuda neler düflünüyorsunuz?
Zeliha Berksoy:
Tabi ki tiyatrolara yard›m›n kesilmesi büyük bir talihsizlik eseri. Böyle bir fley olamaz. Geliflmifl ülkelerde devletin ve özellikle özel sektörün çok yüksek oranda bu tür
etkinliklere deste¤i var. Bu baflka türlü yürümez. Çünkü bu ticari bir sanat de¤il. Tiyatro sanat›ndan konufluyorsak, ticari bir
sanat de¤il.
O yüzden devlet taraf›ndan desteklenmesi
laz›m. Hatta bugüne kadar yap›lan destekler çok az miktardayd›. Asl›nda buna büyük
bir mebla¤ ayr›lmas›, büyük bir yat›r›m yap›lmas› laz›m.
Büyük salonlar›n yap›lmas› laz›m. Bütün
bunlar gerekirken deste¤i çekmesi bence
çok ilkel bir davran›fl. Tiyatrolara iane mi
veriliyor ki destek, yard›m kesiliyor. Böyle
bir fley söz konusu olamaz. Kültüre-sanata
ve birçok sanat›n ana unsuru olan tiyatroya
karfl› büyük bir darbe bu, bunu göze al›yorlar herhalde. Böyle bir ça¤d›fl›l›k yok. Dünyada bunun baflka bir örne¤i görülmemifl,
duyulmam›fl…
Cengiz Gündo¤du:
Ben zaten bafltan beri karfl›yd›m devletin
Hasan Erkek
Öncelikle bu b›çak s›rt› bir konu asl›nda. Sanat, özellikle tiyatro sanat›, deste¤e muhtaç bir sanat, öyle diyelim. Çünkü bir mal
de¤il, ticari bir meta de¤il.
Dolay›s›yla desteklenmesi gerekir. Yani
kendi seyircisinin paras›yla, gifle geliriyle
kendini geçindirmesi, geliflmesi, yayg›nlaflmas›, yetkinleflmesi çok kolay de¤il.
Bu nedenle elbette desteklenmesi gerekir.
Fakat bu deste¤in tiyatroyu, tiyatrocular›,
tiyatro sanatç›lar›n› güdülememesi, güdümlü hale getirmemesi de gerekir. Bunun
için özellikle tedbir almal›.
Çünkü bir taraftan para verirken, öte yandan
tiyatro oyunlar› üzerine sansür uygularsan›z, bu sansür ille do¤rudan yasal bir sansür
olmayabilir, dolayl› olarak da bu sansür uygulanabilir. Nitekim mevcut durum da bu
yönlü bir biçimde geldi asl›nda.
Çünkü bu para, bu destek bir kurul taraf›ndan da¤›t›l›yor. Ama bu kurulda bakanl›¤›n
yetkililerinin say›s› hayli yüksek. Hatta birkaç sivil toplum örgütünden kat›lanlar var,
onlardan daha çok. Dolay›s›yla bir taraftan
para verirken, bir taraftan da güdümlemifl
oluyor. Dolayl› olarak da olsa sanat›n özgürlü¤ü zedelenmifl oluyor. Bu nedenle bir dü-
zenleme yap›lmal›. Yani tabi kesilmemeli,
mutlaka artarak devam etmeli bu destek
ama öte yandan da buna bir düzenleme getirmek gerekir. Bugüne kadar böyle dolayl›
bir sansür uyguland›, öte yandan tiyatro sanatç›lar›n›n da tabi bunda pay›, sorumlulu¤u var. Bu deste¤e, bu paraya güvenip s›rt›n›
buna dayay›p beklememeleri gerekir. Seyirciye ra¤men kendilerini gelifltirmeleri gerekir.
Daha genifl bir seyirci kitlesine ulaflmak, yeni
seyircileri yetifltirmek için daha çok çal›flmalar› gerekir. Elbette bu bak›mdan da tiyatro
sanatç›lar›n›n, meslektafllar›m›z›n da sorumlulu¤u var. Ve devletin dolayl› sansürünün yan›nda, kendileri de oto sansür uygulamamal› kuflkusuz. Bu çok önem tafl›yor.
E¤er bu devlet deste¤i, yard›m da demek istemiyorum çünkü böyle yard›ma muhtaç
bir konum da yarat›ls›n istemiyorum. Bu
destek bir sadaka gibi düflünülmemeli. Dolay›s›yla devletin bu deste¤i nesnel, adil bir
biçimde ve kaliteden yana kullan›lmal›.
Bu da ancak özerk bir kurulla mümkün. Yani uzmanlardan oluflan; sivil toplum örgütü
temsilcilerinden, üniversite temsilcilerinden oluflan özerk bir kurul taraf›ndan da¤›t›l›r ve takip edilirse bu verilen destek daha
yerli yerine oturacak ve daha iyi sonuçlara
ulaflmam›z› sa¤layacakt›r. Bu bizimle de
bafllayan bir fley de¤il. Geliflmifl Avrupa ülkelerinde de bu tür destekleri veren kurullar var. Yüksek miktarda destekte bulunuyorlar ama bu destek gerçekten özerk kurulufllar taraf›ndan veriliyor. Örne¤in ‹ngiltere’de Art Cancel diye bir kurulufl var, bir
özerk sanat konseyi var.
Onun eliyle da¤›t›l›yor. Yani hükümetin içinde bulunan kifliler taraf›ndan da¤›t›ld›¤›nda,
bunun dolayl› bir sansüre yol açaca¤› kesin.
Buna bir de tiyatrocular›n kendili¤inden toplumsal, tarihsel durumumuzdan dolay› uygulayacaklar› oto sansürü de ekleyince bu
paran›n bir yarar getirmeyece¤i kesin.
Son olarak bu destek mutlaka devam etmeli, ama özerk bir kurul taraf›ndan, adil bir
biçimde da¤›t›larak ve tiyatronun hem yetkinleflmesine hem de yayg›nlaflmas›na katk›da bulunacak biçimde da¤›t›lmal›.J
EYLÜ 2006 | TAVIR | 5
biyografi
mehmet akan ve bir özür
tav›r
ne. Genç bir k›z›n umuduna, hasretine, hüznüne, yüre¤ini kor kor
yakan sevdas›na. Sevdi¤ine ayr›l›k hat›ras› olarak verdi¤i oyas›na iflledi¤i kederini görürsünüz.
Bir k›nan›n k›rm›z›s›na vurulursunuz bazen, kokusuna... Sayfalarca
yazars›n›z, bitirmek gelmez içinizden. Bazen de böyle durup kal›rs›n›z bembeyaz ka¤›tla siz, bafl bafla.
Ben bu ka¤›tla söyleflirken bir yandan da Mehmet Akan’› düflünmekteyim. Birkaç gün önce kat›ld›¤›m›z anma gecesinde bir zamanlar hayat›n› da paylaflt›¤› Alev Akçin konuklara, onu anlat›rken
“Bazen bir yemeni bile onu çok heyecanland›r›rd›” diye bahsetmiflti konuflmas›n›n bir yerinde. Akl›mda kalm›fl iflte yemeni. Bir yemeni iflte ama ne çok iz tafl›r üzerinde...
Genco Erkal ise bir oyunun haz›rl›k aflamas›nda Mehmet Akan’›n
Kars’tan getirdi¤i bir meddah› dört gün dört gece sabahlara kadar
kendilerine dinletti¤inden bahsetmiflti tatl› bir an› olarak.
fiimdi ben bir yandan bunlar› düflünürken, bir yandan da kendisini
biraz geç tan›m›fl olman›n verdi¤i hüznü tafl›y›p onu hak etti¤i gibi
anlatabilmenin derdindeyim. S›k›nt› biraz da bundan.
Ancak biliyorum ki yazd›kça bu s›k›nt›m geçecek. Ben de bir an›m›zdan bahsetmek istiyorum.
Bembeyaz bir sayfa duruyor önümde. Yaz› yazanlar bilir, bir yaz›y›
yazmakta zorlan›yorsan›z bu bembeyaz sayfaya bakmak insana ayr› bir s›k›nt› verir. Bir nokta arars›n›z. Bir yerlerden bafllay›verseniz
gerisi hemen geliverir.
Bazen bir yemeninin oyas› al›r götürür sizi derin bir kültürün izleri-
6 | TAVIR | EYLÜLÜ 2006
Mehmet Akan çok yak›ndan tan›¤›m›z bir insan de¤ildi ama dost oldu¤unu bildi¤imiz bir insan, bir sanatç›yd› bizim için, Tav›r için. Güzel günlere dair ortak duygu ve düflüncelere sahiptik, bunu biliyorduk. Bir gün tan›flmak istedik. Ona ulaflmam›z› sa¤layan Bilgesu
Erenus “En iyi Bedreddin uyarlamas› onundur çocuklar, mutlaka tan›flmal›s›n›z” diye ö¤ütlüyordu. “Bizimkiler dizisinde oynad›¤› karakterdeki gibi asabi biri de¤ildir umar›m, insan biraz çekiniyor”
fleklinde ifade etti¤imiz endiflemize ise bir kahkaha atarak cevap
vermiflti Erenus.
‹flte böyle bir yaz günü bafllad› tan›fl›kl›¤›m›z. Kap›y› çald›k, açt›; içeri girer girmez bu endiflemiz kayboldu desek abart› olmaz. S›cak ve
sevecenlikle karfl›lad› bizi.
biyografi
Sebebi ziyaretimiz, Grup Yorum’un 2004 Harbiye Konser haz›rl›¤›
içindeyken kendisinden yap›lacak etkinli¤in kareografisi ile ilgili
düflüncelerini almakt›. Projemizi anlatt›k, uzun uzun. Dinledi hiç
kesmeden. Bitirdikten sonra 15 günlük süre içinde ne yapabilece¤imizin kayg›s›na düfltü. Koskocaman salonda teatral bir etkinlik yapaca¤›m›z› söylüyorduk ve 15 gün süremiz vard›. Düflündü tafl›nd›,
“Büyük balonlar m› kullansak... Bir gösteri haz›rlasak bu sürede yetiflmez… Falanca kiflide bahsetti¤im dev balonlardan vard›... Yani
zaman o kadar az ki, haz›r olanlardan yola ç›kmak laz›m...”
Sohbetimiz boyunca ne yapabilece¤imizi konufltuk. Ve bir dahaki
etkinli¤imize bir Bedreddin sözü alarak ayr›ld›k yan›ndan. Ömrü
yetmedi bir Bedreddin’i bizimle birlikte haz›rlamaya ama belleklerimizde o k›sac›k ziyaretteki sohbet, örnek al›nabilecek sanat anlay›fl›n› ve o dost tavr›n› b›rak›p gitti. Geç tan›d›k ve erken kaybettik
biz Mehmet Akan’›.
Geçen süre boyunca belki bir daha kap›s›n› çalamad›k ama Tav›r,
her ay konu¤u oldu onun. Bizi anlatt›, bizden selam ve sevgiler götürdü.
Ve bir yaz günü ayr›ld› aram›zdan. Aram›zdan diyorum çünkü bizdendi, “onlar”dan hiç olmad›. Bu nedenle flimdi Tav›r’›n sayfalar›
Mehmet Akan’›n ard›ndan, onu yaz›yor okurlar›na.
Kimdir Mehmet Akan?
Meddahl›k, halk danslar›, saz flairli¤ini araflt›r›p ça¤dafl boyuta tafl›yarak halka tekrar sunmufl bir araflt›rmac›, sanatç›. Tiyatronun usta
bir emekçisi. Geleneksel tiyatroyu ça¤dafllaflt›rarak halka sunan,
yapt›¤› araflt›rmalarla halkbilime önemli katk›lar› olmufl bir ayd›n...
1950’li y›llar›n tiyatro adam›, koreograf, oyun yazar›, yönetmen,
60’l› y›llar›n devrimci sanat tavr› olan “Dostlar Tiyatrosu”nun kurucular›ndan. 60’l› y›llar›n Dostlar Tiyatrosu, tiyatro alan›nda toplumcu sanat› savunan bir anlay›flt›r. Mehmet Akan, bu tiyatronun kurucular›ndan biridir. Bu toplulukta oyuncu olarak “Abdülcanbaz”dan,
“Alpagut Olay›”na, “fiili’de Av”dan “Büyük Dümen”’e kadar çok çeflitli oyunlar›n sahnelenmesinde yer ald›.
Ard›nda b›rakt›¤› onlarca esere bakt›¤›m›zda mayas›n› Anadolu’nun derin kültüründen ald›¤›n› görürüz. 1939’un Urfa’s›nda do¤an Mehmet Akan, bir ömür adayacak kadar çok sevmifl tiyatroyu.
Halk› da sevmifl, tiyatroyu sevdi¤i kadar. Bunu eserlerine bakarak
da görmek mümkün. Eserleri burjuva sanat anlay›fl›na karfl› al›nm›fl
bir tav›rd›r ayn› zamanda.
liriz. Hikaye-i Mahmud Bedreddin, Alevi ayinleri kültüründen yola
ç›karak, dans ve müzi¤in yo¤un deste¤i ile Anadolu insan›n›n hoflgörülü yap›s›n› ve yaflad›¤› ekonomik-toplumsal-politik çeliflkileri
sergilemektedir.
Bu eserlerdeki karakterler ve anlat›lanlar, bu ülkenin insanlar›n›n
derdini anlat›r ve ça¤lar öncesinden bugüne ulaflan solu¤udur.
Akan, çeflitli ödüllere lay›k görülen bu oyunundan sonraki y›llarda
Bilgesu Erenus’un “Misafir”ini yönetir.
Tiyatroyu özünden kopar›p elitlefltirme anlay›fl›na karfl› “elbirlikçi
çal›flma” modelini savunmufl, bunu yaratmaya çal›flm›fl ve tiyatroyu geleneksel halde sürdürmek isteyenlere örnek bir model b›rakm›flt›r.
Yazd›¤› oyunlardan baz›lar› ise “Kiraz Çiçek Aç›yor Ayk›r› Dal Üstünde”, “Feleknaz Hatunla Gülizar K›z›n Anal›k Davas›”d›r. Bu oyun ünlü Alman yazar Brecht’in “Kafkas Tebeflir Dairesi”nden bir uyarlamad›r. Oyunda, Brecht'in Kafkas Tebeflir Dairesi oyunundaki ana tema arac›l›¤›yla, Anadolu insan›n›n yaflam› ve Osmanl› döneminin
üretim iliflkileri irdelenir. Oyunda, meddah-saz flairli¤i gelenekleri
ve halk danslar›m›zdan esinlemeler bulunur.
“Eserlerinde Anadolu’nun derin izleri nelerdir?” desek hemen ilk
olarak akl›m›za geliveren “Hikaye-i Mahmud Beddreddin’i” sayabi-
Midirfillik Oyunu (Ham Hum fiaralop) ve Hikâye-i Mahmud Bedreddin oyunlar› gelenekselle evrenseli özenle yo¤urmufl çal›flmalard›r.
EYLÜL 2006 | TAVIR | 7
biyografi
Midirfillik Oyunu, geleneksel seyirlik oyunlar›m›zdan olan ortaoyunu biçiminde yaz›lm›fl, ortaoyunu ö¤eleri tafl›yan, ama ça¤›m›z›n
toplumsal ve politik olaylar›n› hicveden bir oyundur.
Dans alan›nda önceleri tiyatro sahnesinde gerçeklefltirdi¤i denemelerini 70’lerin ortas›nda Dostlar Tiyatrosu bünyesinde oluflturdu¤u
“HASAD”›; Ça¤dafl Halk Oyunlar› Toplulu¤u’nda olgunlaflt›r›r. Bu
toplulukla “‹fl Halay›”, “Savafl Oyunu”, “Börklüce Semah›” ve “Ruhi
Su Semahlar›” adl› dans gösterilerini üretir. Özellikle 1976 y›l› iflçi
bayram› için haz›rlad›¤› “1 May›s Halay›”, caddelerden geçen kortejin içinde parlayan ve kitleleri coflturan bir çal›flmad›r.
Yüzümüz bat›ya de¤il halka dönük oldukça ba¤›fllar.
Çünkü Anadolu binlerce medeniyeti ba¤r›nda tafl›m›fl bir cennettir,
bizimdir. Onca yozlu¤a, bat› hayranl›¤›na, emperyalist ahlaks›zl›¤a
ra¤men, haks›zl›klara, adaletsizliklere karfl› duran devrimci sanatç›lar› da yetifltirecektir.
Bir yaz gecesinde bunlar› düflündük bir kez daha.
Sen rahat uyu Mehmet Akan...
…
80’li y›llarda Ah Belinda, Teyzem, Asiye Nas›l Kurtulur, Bez Bebek,
Kad›n›n Ad› Yok gibi filmlerde rol al›r. Ne yaz›k ki kitlelerce yo¤un bir
biçimde tan›nmas› ise Umur Bugay’›n televizyon dizisi “Bizimkiler”de oynad›¤› apartman yöneticisi Sabri Bey rolüyle olmufltur.
Bir yaz gecesinde Mehmet Akan için yap›lan anma töreninde, tam
da bunlar› düflünüyorum. Kad›köy’de Naz›m Hikmet Kültür Merkezi’nde yap›l›yor anma. A¤açlarla kapl› bir bahçedeyiz. Sinema perdesinin önüne büyükçe bir Mehmet Akan foto¤raf› as›lm›fl. Hava yumuflak. Dostlar› ve sevenleri kat›lm›fl anma gecesine, oldukça kalabal›k. Önce, de¤iflik dönemlerde ayn› sahneyi paylaflt›¤› dostlar›, çal›flma arkadafllar› onunla ilgili an›lar›n› anlat›yor. Kiflili¤ine ve sanat
anlay›fl›na de¤iniyorlar.
Ancak Doç. Dr. Nurhan Tekerek’in okudu¤u OYÇED’in (Oyun Yazarlar› ve Çevirmenleri Derne¤i) bildirisi bütün dikkatleri üzerine topluyor. Her cümlesi kurflun gibi a¤›r. Mehmet Akan’›n sosyalistçe düflünceleri ve hak etmedi¤i flekilde yap›lan cenaze töreninden bahsediliyor bildiride… Ve sahnede as›l› duran Mehmet Akan foto¤raf›na
tak›l›yor gözlerim. Bildirinin tam metnini bu yaz›n›n devam› olarak
yay›mlayaca¤›z ama o bildirinin son sat›r›, bir düflünceyi büyütüyor
kafam›zda:
“Mehmet Akan, seni esirgeyemedik. Bizi ba¤›flla” diyordu OYÇED’liler ve bir özür borcundan bahsediyorlard›. Evet, bir özür borçlu herkes Akan’a. Herkes bu özürden üzerine düfleni almal›.
“... Sosyalist düflünce ve ahlak›n temsilcilerinden, devrimci bir tiyatro adam› Mehmet Akan, ciddiyetsiz bas›nda seksen darbesi sonras›
bir televizyon dizisinin figürlerinden biri, Sabri Bey'le özdefllefltirilerek gömülmek istendi. ‹tiraz edenler olsa da, yayg›nlaflt›r›lamad›.
‹ki y›l önce, kendi yazd›¤› fieyh Bedreddin oyununun sahnelendi¤i
DT Taksim Sahnesi'ndeki törende, onu sahneye tafl›yanlar aras›nda
sar›kl› bir hoca da vard›. Sahnede konuflma iste¤i, Mehmet Akan'›n
bir yak›n›nca engellense de, hocaefendi, cami ve mezarl›ktaki görevleriyle yetinmeyerek, Devlet Tiyatrosu'nun en ön s›ras›n› kendine uygun gördü ve asli görevlerine tören izlemeyi de ekledi.
Dine sayg›l›, ancak dinin iktidarlarca kitlelerin afyonu olarak kullan›ld›¤›n› bilen Mehmet Akan'a, Kültür Bakan› ve ANAP Genel Baflkan› birer mesaj yollam›flt›. Mesaj›n geldi¤inin anonsuyla yetinilece¤i
yerde, Mehmet Akan'›n kimli¤ine yönelik izler tafl›mayan, aram›zdan herhangi birine de yönelik olabilecek bu iki mesaj›n dinsellik taflan cümleleri sahneden sonuna dek okundu.
Halklar›n kardeflli¤ine özlemi ömrünce duyup, yaflayan Mehmet
Akan, cenaze haz›rl›kç›lar›nca Türk bayra¤›na sar›lm›flt›. Kurtulufl
Savafl›'ndan bu yana flehitleri kucaklayan bayra¤›m›z, bir süredir popüler ünün örtüsü olarak alg›lanmakta... Törende, camide, mezarl›kta, kimse ‘Neden?’ diye sormad›. Kimileri kendi kendilerine sormufl olabilirler, ancak duyulmad›.
Mehmet Akan ne zaman ba¤›fllar?
OYÇED kurulufl aflamas›ndayken Mehmet Akan'›n u¤urlanmas›,
seksen darbesiyle toplumumuza biçilen hayat tarz›n›n bir özetiydi
sanki: Her alanda ölçüsüz bir din dayatmas› sonucu edilgenlik, soru
sorma ve ak›l yürütmenin tüm toplumsal de¤erlerimizle birlikte yitip gidifli, demokrasi aldatmacas›n›n sonucu, sürüleflme...
Belki de, sanatla u¤raflacak olan genç kufla¤›n “elbirlikçi çal›flma”
modeli ve devrimci tiyatro gelene¤ini sürdürmesi en güzel özürdür
kendisinden.
Örgütlü mücadelenin önemine her zaman inanm›fl Mehmet Akan'a,
ne yaz›k ki, kurulufl müjdemizi veremedik. fiöylesi bir sözü ise verebiliyoruz:
Ve sanat anlay›fl›m›zda hayran oldu¤u bir yemeniyi bile heyecanla
inceledi¤i, derin kültürün izlerini hiç kaybetmemek bir özürdür...
Bundan böyle, yaflarken ve ölümünde hiçbir meslektafl›m›z› ‘kimlik
h›rs›zlar›’na teslim etmeyece¤iz. Gücümüz birlikteli¤imizden geliyor.
Bu özürden sonra biz de flöylesi bir soruya yönelmedik desek yalan
olur.
Bir meddah› sabahlara kadar dinleme sabr›n› ve heyecan›n› yitirmezsek ve genç kuflaklara bunu afl›layabilirsek ba¤›fllar.
8 | TAVIR | EYLÜLÜ 2006
Mehmet Akan, seni esirgeyemedik. Bizi ba¤›flla.” J
fliir
bir anadolu vard›r
turgut uyar
Bir Narhan›mc›k vard›r.
Cin da¤lar›n›n arkas›nda.
Bir çukur köyde.
Ya üç ya dört yafl›ndad›r görseniz,
Süt sa¤ar, yün e¤irir ufak elleriyle.
Babas›yla diz dize oturur akflamlar›,
Ne laflar söyler büyük insan gibi,
Hayret edersiniz..
Bir Gergisüban köyü vard›r.
Cin da¤lar›n›n arkas›nda.
Bizim Narhan›mc›¤›n köyüdür.
Fena geçmez baharlar› k›tl›k olmazsa.
Elma yetiflir, kartopu yetiflir topraklar›nda.
Gelgelelim ya¤mursuz yazlar gelince,
Bir dert herkesi dilsiz eder.
Narhan›mc›k a¤lar.
K›fl da kötü bast› m›yd› üstüne,
Açl›ktan s›¤›rlar bile ölür gider...
Bir Mihrali marangoz vard›r.
Babas› Mihrali koymufl ad›n› ne yaps›n.
Narhan›mc›¤›n akrabas›d›r..
Alinin, Memiflin, Sat›lm›fl›n akrabas›d›r.
Terini çevre ile siler Mihrali
Potur giyer, çar›k giyer
Bütün ömründe afla¤› yukar›
Sacta piflmifl mayas›z yufka ekme¤i yer.
...
Arpa yetifltirir, sel al›r gider.
Bir yar sever, ona da el al›r gider...
Bir Anadolu vard›r.
Yazlar›, k›fllar›, k›tl›klar›yla,
Afl›lmaz duvarlar›n arkas›d›r.
Cin da¤lar›n›n arkas›d›r.
Bir Anadolu vard›r, Anadolu,
Bir lüks banyo sabununun markas›d›r..
EYLÜL 2006 | TAVIR | 9
nota
kay›plar›n ard›ndan
grup yorum
10 | TAVIR | EYLÜL 2006
nota
EYLÜL 2006 | TAVIR | 11
söylefli
ruhi su ile konuflma
hasan hüseyin korkmazgil
Anadolu. Gö¤sünde bir ak güvercin tutuyor gibi. Gö¤sünde
tuttu¤ugüvercini kendi elinden, kendi kolundan, kendi gövdesinden
koruyor, k›skan›yor gibi.
“Ooo, çok severim çay›! Dudak rengi, dudak s›cakl›¤›, dudak
duda¤a...”
Elindeki çay barda¤›n› gözleri hizas›na kald›r›yor, sevgiyle bak›yor
çay›n rengine: “‹flte böyle... S›cak olmal›, keklik kan› olmal› ve silme
dolu olmal›. Severim çay›!”
Ve çay birdenbire güzellefliyor.
“Kimi Adanal› bilir sizi, kimi Vanl›, kimi S›vasl›...” diyorum.
“Do¤um yerim Van. Adana’da büyüdüm,” diyor.
“Benim de lise y›llar›m Adana’da geçti. Güzel yer, Adana.”
Çay›n› hazla yudumluyor.
“Güzel ve de¤iflik... Çocuklu¤umun ve gençli¤imin geliflmesini,
insan›ndan bitkisine kadar, Çukurova’ya ve çevresine borçluyum.”
“Aile çevrenizde müzi¤in yeri nedir? Bugünkü çal›flmalar›n›z› konservatuvar y›llar›na kadar uzatmak mümkün mü?”
“Türkülerle olan iliflkim, çocuklu¤uma kadar uzanmaktaysa da, bu
konuda bilinçlenmem Devlet Konservatuvar›’nda bafllad›.”
“B‹R YERDE TÜRKÜLER NE KADAR GEL‹fiM‹fiSE, ANLATIM GÜCÜ NE
KADAR
ARTMIfiSA, ORADAK‹ KOfiULLAR O ORANDA A⁄IR DEMEKT‹R”
Ak› karas›ndan çok, dalgal›, gür saçlarla çevrili vakur bir yüz. Ve bu
yüzü gizli bir el gibi dolaflan, ac›, öfke, umut, sevgi ve dostluk
kar›fl›m›, ince, ipince bir gülümseme. Tok, ifllenmifl, ölçülü bir ses.
Uyan›k, bilinçli, tane tane sözcükler. F›rt›na öncesi gibi bir adam.
Bu adamla kötü fley konuflulamaz, diyor insan. Bu adamla sanat
konuflulur, türkü konuflulur, halk konuflulur, güzel ve güzellik
konuflulur, dostluk konuflulur, kötü fley konuflulamaz. O ince ‹stanbullulu¤un alt›nda gürül gürül, inim inim, inifl-yokufl, eflk›ya bir
12 | TAVIR | EYLÜL 2006
Duvarda as›l› saz› al›p oturuyor sedire. Dik ve usta. Tafllar› yontup
haz›rlam›fl. Bu tafllarla ne yapaca¤›n› iyi biliyor. Onun sanata sayg›s›
karfl›s›nda son derece duygulan›yor insan. Ruhi Su, ifllenmifl sesin
ötesinde baflka bir fley. Örne¤in bilinç, örne¤in sesin baflkald›r›fl›,
örne¤in halk›n diri yan›, durmadan yenilenen yan›. Ruhi Su’yu dinlerken tarih bilinciyle coflmamak elde de¤il.
“Kaç y›l sustunuz Usta? Bu susuflun bugünkü sanat›n›zdaki pay›,
etkisi, rengi sizce nedir?”
Ba¤lamay› b›rak›p sedire, çay›na dönüyor.
“1945 y›l›na kadar radyolarda söyledim. Türkü söyleyenin susmas›,
türkülerin susmas› demek de¤ildir. Bu türküleri ortaya koyan,
hayat›n kendisidir, halk›n içinde bulundu¤u koflullard›r. Bu hayat,
bu koflullar sürüp gidecek, fakat bu türküler söylenmeyecektir,
söylefli
denilemez.”
Birden bir f›rt›na yalay›p geçiyor yüzünü, sesi daha tok, daha öfkeli,
daha kesin bir ton kazan›yor:
“Akflam öten kufltan kork, sabah solunda uyanmaktan kork,
fukaradan kork, dostluktan, türkülerden kork. Bir düzen; türkülerinden korkmaya bafllad› m›, art›k o düzeni kimse ayakta tutamaz.
Nesimi’nin derisi yüzülmüfl, Pir Sultan Abdal as›lm›fl; fakat bütün
asmalara kesmelere ra¤men, ne o düzen kalm›fl, ne de o debdebeli
sultanlardan bir kimse...”
Konuflmuyor, türkü söylüyor sanki. K›r›k dökük bir tek sözcük ç›km›yor
a¤z›ndan, her sözcü¤ü yontmatafl gibi sa¤lam, ölçülü, dengeli.
...
“Sabahacak kandilleri yanard›
Soytar›lar f›r›l dönerdi
Ha diyende befl yüz atl› binerdi
Aln› top zülüflü beyler nic’oldu” diyor sanki.
Hayat ak›p gidiyor. Beyler, sultanlar göçüyor. Saltanat da, zulüm de,
debdebe de kimseye kalm›yor. Yaflay›p giden sadece türküler,
türkülerde halk.
‹flte bitmeyen, susmayan sadece bu ses! Ruhi Su, bu damara
ba¤lam›fl kendini.
“En son yapt›¤›n›zla ilk yapt›¤›n›z türkünün adlar› ve aralar›ndaki
ayr›m sizce nedir? ‹kisi aras›nda kaç y›l geçti?”
“Yapmak sözcü¤ünü ‘söylemek’ anlam›nda kullan›yorsan›z, ilk
EYLÜL 2006 | TAVIR | 13
söylefli
söyledi¤im türkülerle bugün söylediklerim aras›nda k›rk befl y›la
yak›n bir zaman geçti. Yok, ‘bestelemek’ anlam›nda kullan›yorsan›z, benim iflim genellikle icrac›l›kt›r.”
“Halk türkülerinin do¤ufl nedenlerine, yani -bir bak›ma- özlerine
inmek ve sanat›n›z› oradan bafllatmak gerekti¤i görüflüne ilk
nerede, hangi tarihte, ne gibi etkiler ve koflullar alt›nda vard›n›z? O
s›rada bat›da bunun örnekleri var m›yd›?”
“Söyledi¤im gibi, türküler üzerinde bilincim konservatuvar y›llar›na
rastlar. Bu bilinçlenmeye yaln›z müzik e¤itiminin yetti¤ini söylemek, tabii, eksik olur. Bütün eylemlerde oldu¤u gibi, müzik
çal›flmalar›n› da etkileyen, insan›n genel kültürü, çevresi, içinde
yaflad›¤› koflullar ve dünya görüflü oluyor.”
“Hakl›s›n›z... Müzik e¤itimi yetseydi, o güzelim halk melodilerini,
motiflerini çorba yap›p armonize müzik diye pazara sürmezlerdi.
Peki, Ustam, türkülerin de toplumun geliflmesine paralel bir
geliflmeleri oldu¤u düflünülürse, ortaya bir ‘zaman’ faktörü ç›kmaktad›r. Türkülerin köklerine, do¤ufl nedenlerine inerken, acaba bu
‘zaman’ faktörünü nas›l de¤erlendiriyorsunuz? Bunda ölçünüz,
sadece türkünün sözleri midir?”
Eksik fazla bir fley söylememe kayg›s›yla bir an susuyor, sonra, sesleri birlefltirir gibi s›ral›yor sözcükleri:
“Türkülerin melodi örgüleri olsun, tonalite özellikleri olsun, insana
bir ‘zaman’ kavram›n› düflündürebilirse de, mimaridekine ya da tarihsel kal›nt›lardakine benzer kesin bir fley söylenemez. Sözgelifli,
Yunan heykelleriyle bugünkü heykeller aras›nda bir Hitit heykeli
görülse, kesinlikle ay›rt edilir de, bugün dinledi¤imiz türküler
aras›nda hangisinin bir Hitit türküsü ya da Hitit üslubunda bir türkü
oldu¤u ay›rt edilemez. Oysa, bu heykeller, çanak-çömlekler, kabartmalar nas›l kalm›fl ve bugünkü sanat› etkilemiflse, türkülerinden ve
oyunlar›ndan da bir fleyler kald›¤› ve bugünkülerin aras›nda bulundu¤u muhakkakt›r. Yaln›z bunlar de¤il, Hitit insan›n›n da bugünkü
Anadolu insan›nda devam etti¤ini söylemek bir kehanet olmasa
gerek. Tabii, türkülerde sözün zaman›n› tespit etmek melodiye göre
daha kolayd›r. Bir türkünün icras›nda, sözleri de¤erlendirmektir
bütün çaba. Çünkü türkünün gerek melodi örgüsünün, gerek ritminin de çabas› bu sözleri de¤erlendirmektir. Dikkat ederseniz,
halk, oyun havas›n› a¤›t gibi, a¤›d› kafl›khavas› gibi söyler. Türküler,
zamanla, amac›ndan, do¤ufl nedeninden uzaklafl›yor halk›n
a¤z›nda. Bunlar› düflünen icrac›da bir yorum sorunu ç›kar ortaya.”
“Çay”
“Memnun olurum...”
Ruhi Su, yöntem bak›m›ndan, kaz›larda ele geçen bir çömlek
parças›ndan o ça¤›n ekonomik ve sosyal yap›s›n›, kültür ve sanat›n›
ortaya ç›karmaya çal›flan bir bilim adam›na benziyor.
“Say›n Ruhi Su, bugüne kadar, çal›flmalar›n›zda izledi¤iniz yöntem,
uygulad›¤›n›z ilkeler, kulland›¤›n›z araç ve gereçler neler oldu? Bari
flöyle soray›m. Yapt›¤›n›z iflin bat›daki karfl›l›¤›, yeri nedir?
14 | TAVIR | EYLÜL 2006
Armonizasyon yoluyla üzerinde çal›flt›¤›n›z baflar›l› yap›tlar ve varsa
e¤er, orijinal yap›tlar›n›z nelerdir?”
“Ben türkü söylerken iki araç kullan›yorum: Biri sesim, biri saz›m.
Bazen, yanl›fl olarak, benim yapt›¤›m ifle ‘armonize etmek’ diyorlar.
Armonize etmek, kolay bir tan›mla, teksesli bir müzi¤i, bir melodiyi,
çoksesli hale getirmek demektir. Ben, teksesli olan bu türküleri,
görüyorsunuz ki, yaln›z kendi sesimle söylüyorum. Benim yapt›¤›m
iflte armonize etmek deyimi ancak türkü söyledi¤im s›rada sazda,
türkünün melodisinden ayr› sesleri ve akorlar› duyurabilirsem
gerçekleflebilir. Bu anlamda, saz›n olanaklar› içinde bunu bazen
yapt›¤›m› söyleyebilirim.”
“Örne¤in hangilerinde?”
“Örne¤in, bir masal türküsü olan ‘Bebek’te...”
Güzel türkü ‘Bebek’! Plak Ankara’ya ilk geldi¤inde, Ruhi Su’yu hiç
dinlememifl olanlar› deli etmiflti. Gecenin geç saatlerine dek,
ellerinde “Bebek” pla¤›, dolmufl dolmufl dolaflarak dolmufllar›n
pikaplar›nda “Bebek”i çalanlar› hat›rl›yorum.
“Bugünkü çal›flma olanaklar›n›z nas›l, yeterli mi? Karfl›laflt›¤›n›z
belli bafll› güçlükler ve içinde bulundu¤unuz zorluklar, bunlar›n
sanat›n›za etkisi sizce nedir? fiu anda, hangi çevrede daha etkili
oldu¤unuz kan›s›ndas›n›z?”
“Konserler, kulüpler ve plaklardan ibaret çal›flma olanaklar›m.
Yapt›¤›m ifl, geri kalm›fll›¤›n al›flkanl›klar›n› zorlayan bir ifl
oldu¤undan, güçlükler ve zorluklar bu al›flkanl›klar›n› sürdürmek
isteyenlerden geldi. Sanat›mda bunlar›n etkisiyse daima olumlu
oldu. Bu bak›mdan, ayd›nlar ve ayd›nlanm›fl insanlar çevresinde
daha etkili oldum kan›s›nday›m.”
Çay içiyoruz.
“Ustam, merak etti¤im bir fley daha var: Y›llarca sustuktan sonra, ilk
olarak nerede ve hangi tarihte topluluk karfl›s›na ç›kt›n›z? O günkü
dinleyicilerin tepkilerini bugün berrakl›kla de¤erlendirebiliyor
musunuz?”
Az önceki gülümseyen adam gidiyor, yerine çetin bir adam geliyor:
“Hiçbir zaman, hiçbir yerde susmad›m!”
Sesi dalga dalga dolafl›yor salonu, “Yama’dan gel Yama’dan” oluyor,
“Kalkt› göç eyledi Avflar elleri” oluyor, “Bebek” oluyor, “Kalenin
bedenleri” oluyor, “Debreli” oluyor, “Hayali gönlümde yadigâr
kalan” oluyor!
Devam ediyor:
“Tepkileri de¤erlendirme sorunuysa, bu, az önce söyledi¤im gibi
oldu her zaman.”
“Peki, sanat hayat›n›zda, bugüne kadar en çok neye sevindiniz, neye
üzüldünüz, neye k›zd›n›z, neden nefret ettiniz, neyi be¤endiniz?”
“Sevindi¤im, üzüldü¤üm, k›zd›¤›m, be¤endi¤im, nefret etti¤im
söylefli
fleylerin hepsini türkülerle söylüyorum.”
“Böyle bir araca sahip olmak ne büyük mutluluk!” diyorum.
Dostça gülüyor.
“Söz yetmiyor bir yerde!” diyorum dostça gülüyor.
“Türk halk müzi¤i, özellikle türkülerimiz üzerindeki görüflleriniz?”
“Tarih süreci içindeki özel durumundan dolay›, folkloruyla, folklor
müzi¤iyle, türküleriyle dünyan›n en güzel birikimine sahip memleketlerden biri de bizim memleketimizdir. Fakat bu zengin birikim
ça¤dafl bir kültüre dönüflemedi¤inden, ancak evvel gelenin çilesini
sonra geleninkine eklemekle yetinmektedir. Bir yerde türküler ne
kadar geliflmiflse, anlat›m gücü ne kadar artm›flsa, oradaki koflullar
o oranda a¤›r demektir. Türkülerden korkulmas› bofluna de¤ildir!”
“En çok emek verdi¤iniz ve en çok sevdi¤iniz yap›tlar›n›z hangileridir?”
Do¤rusu bu soruyu bana sorsalard›, ne karfl›l›k verece¤imi bilemezdim.
Ruhi Su:
“Türkülerdir. Bu türküleri ben kendim yapm›fl›m gibi seviyorum,”
deyiveriyor.
ruhuna ayk›r› m›d›r, de¤il midir?”
“Sokaktaki dilenciden ve sat›c›dan tutun da senfonik müzik ustalar›na kadar herkes, kendi ölçüleri içinde halk türkülerinden yararlanmaktad›r. Pop’çularla cazc›lar da bizim dünyam›z›n d›fl›nda
insanlar de¤ildir, onlar da elbet bu halk kaynaklar›ndan yararlanacaklard›r. Kim olursa olsun, bu yararlanmadaki baflar›-s›zl›¤›
tutulan yolun yanl›fll›¤›nda de¤il, yapt›klar› iflin gerektirdi¤i
yetenek ve olanaklardan yoksun olmalar›nda aramal›y›z. Halk›m›z›n diliyle yap›lan baflar›l› bir iflte ayk›r›l›k düflünülemez
kan›s›nday›m.”
“Son y›llardaki sosyal ve politik geliflmenin Türk halk müzi¤ine etkisi ve katk›s› sizce olumlu mudur, de¤il midir?”
“‹ster sosyal ve politik geliflmelerin halk müzi¤ini, ister halk
müzi¤inin sosyal ve politik geliflmeleri etkilemesi olsun, bunlar, bir
oluflumun bütünü içinde kaç›n›lmaz gerçeklerdir. Bunun olumlu ya
da olumsuz say›lmas› kiflilere göre de¤iflen bir fleydir.”
“Bugüne kadar Türkiye’nin hangi bölgelerinde, hangi kentlerinde
konser verdiniz?”
“Daha çok Ankara, ‹zmir, Zonguldak, ‹stanbul’da konserler verdim.”
Birden akl›ma geliyor:
“Son birkaç y›l içinde büyük kentlerde görülen saz flairi bollu¤unda
sizin sanat›n›z›n ve size benzeme iste¤inin büyük rolü oldu¤u
görüflüne ne dersiniz? Son günlerde halkta saz flairlerine karfl› bir
isteksizlik, bir kan›ksama oldu¤u gözden kaçm›yor. Bu, ekonomideki,’ arz-talep’le aç›klanabilir mi, yoksa halk›n müzik be¤enisinde bir
incelme, bir yükselme mi söz konusudur? Plak furyas›n›n kötü etkisinin önüne geçilip geçilemeyece¤i konusunda ne düflünüyorsunuz?” diyorum.
“Size, sanat çal›flman›zla ilgili bütün olanaklar sa¤lansa, Türkiye’de
ilk gidece¤iniz ve inceleme yapaca¤›n›z bölge neresi olur? Bugüne
dek en çok hangi bölgelerden ve kaynaklardan yararland›n›z?”
“Türkülerin radyolarda, gazinolarda, plaklarda gittikçe a¤›r basmas›n›n nedenini türkülerdeki yaflama gücünde ve hayata ba¤l› bir
anlat›ma sahip olmas›nda aramal›. Kentlerde yaflayan halk›n
be¤enisinde kültürünün ve görgüsünün etkisi su götürmez bir
gerçek oldu¤u gibi, son günlerde bu be¤eninin geliflti¤i de bir
gerçektir. Bütün di¤er sanatç›lar gibi, ben de bu be¤eninin
geliflmesine bir emekle kat›ld›¤›mdan dolay› mutluyum. Plak
furyas›na gelince:
Bafl›n› kald›r›yor ve:
“Zaman yetmiyor Hasan Hüseyin”, diyor, “su gibi ak›p gidiyor
zaman. Oturup flöyle hoflbefl etmeye bile vakit bulam›yoruz!”
“Ne yaz›k ki... Ömrümüz yaflayarak de¤il, ekmek paras› için
didinerek geçiyor. Günlük ekmek derdine biz yaflamak demifliz
yanl›fll›kla. Bütün dava bu yanl›fl› düzeltmek! Haa, akl›ma
gelmiflken soray›m: Ruhi Su Ekolü diye bir ekolden söz ediliyor.
Acaba bu ekol birtak›m kurallardan çok, sizin kiflili¤inize
dayanm›yor mu?”
Devlet’in flu s›ra ivedilikle ele ald›¤› konu, be¤enileri bozanlar de¤il,
fikirleri bozanlar oldu¤undan, kötünün iyiyi kovmas› bir süre daha
devam edece¤e benzer,” diyor.
“Acaba sorabilir miyim: Eski ve yeni saz flairlerimizden hangilerini
be¤enirsiniz?”
“Hepsini ayr› ayr› yönleriyle be¤eniyor ve seviyorum.”
“Size bir soru daha, say›n Ruhi Su: ‹lkel halk türkülerini malzeme
olarak alan ve onlar› caz tekni¤iyle iflleyen Pop’çular hakk›nda ne
düflünüyorsunuz? Caz tekni¤iyle ortaya konan ürünler Türk halk›n›n
Bafl›n›, Ruhi Su’ca, yan öne e¤iyor, bir süre susuyor, sonra gözlerini
k›sarak:
“Hiçbir ayr›m yapmadan, yurdumun bütün bölgelerine giderdim”,
diyor. “En çok yararland›¤›m bölge, flüphesiz, çocuklu¤umu ve
gençli¤imi geçirdi¤im Toros ve Çukurova çevresi oldu.”
“Be¤enilen bir sanatç›y› izlemek ve ona benzemeye çal›flmak
ola¤an bir fleydir. Halk ozanlar›na özenen ayd›n sanatç›lar oldu¤u
gibi, ayd›n sanatç›lara özenen halk sanatç›lar› da vard›r. Fakat, ekol
diye tan›mlanabilecek bir fleyin herhalde biçimsel özentileri aflmas›
gerekir; yoksa, bir taklit olmaktan ileri gidemez. Ama taklidin de
insanlar›, özellikle çocuklar› gelifltiren bir fley oldu¤unu unutmamak gerekir.”
* Bu konuflma 1 Nisan 1968 tarihli Forum’un 336. say›s›nda ve Ruhi
Su’yu anlatan Ezgili Yürek adl› kitapta yer alm›flt›r.J
EYLÜL 2006 | TAVIR | 15
fliir
555 K
cemal süreya
fiimdi saat sekizdir bafllar gecemiz
Gündüzü k›saltt›lar geceyi uzatt›lar
fiimdi ac›n›n ve hüznün göklerinde
Umudun y›ld›z› sar› y›ld›z mavi y›ld›z
Uykumuzun bir ucunda bombalar
Bir ucunda hürriyet inanc› sabaha kadar
‹ngiliz usulü piyade tüfekleriyle
‹nsanca yaflaman›n onuru aras›nda
Milletcek bir gidip bir geliyoruz
fiimdi saat sekizdir bafllar gecemiz
fiimdi Bursa’da ipek çeken k›zlar
Bir karasevda halinde söylemektedir:
Görme¤e al›flt›¤›m›z nice yazlar
Kimleri al›p götürdüler ama kimleri
Karanfil b›y›kl› genç te¤menleri
Ak saçl› profesörleri, ö¤rencileri
Adlar› fluram›za ifllemektedir
Ah dayanmaz dayanmaz bakmaya gözler
Bir karasevda halinde söylemektedir
fiimdi Bursa’da ipek çeken k›zlar
fiimdi Erzurum’da çift sürenlerin
Geçit vermez kafllar›n›n alt›nda
Derindir, ›ss›zd›r, korkunçtur gözleri
Saban›n demiri girdikçe topra¤a
H›nçlar›n› gömmektedir içine yerin.
Çünkü millet hay›nlar› Ankara’larda
Çünkü ‹zmir’lerde, çünkü ‹stanbullarda
Çünkü baflka yerlerinde memleketin
Kan›na girdiler masum gençlerin
‹flte onun için karanl›kt›r gözleri
fiimdi Erzurum’da çift sürenlerin.
16 | TAVIR | EYLÜL 2006
fiimdi ay do¤ar bulutlar aras›ndan
Kavat derebeyleri yüreksiz bolu beyleri
H›rs›zlar, yüzde oncular, kumar erleri
Cebren ve hile ile haklar›m›z› alan
Zulmü ve alçakl›¤› yöneten murdar üçken
Biliyor musunuz bir orman gelifliyor flimdi
Türküleri duyuyor musunuz nice derin
Yak›lm›fl çoban ateflleriyle da¤larda
Karanl›¤› tutuflturup bir köflesinden
Geceyi gündüze çevirenlerin
Biz flimdi alçak sesle konufluyoruz ya
Sessizce birleflip sessizce ayr›l›yoruz ya
Anam›z çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya barda¤a
Sabahlar› iflimize gidiyoruz ya sessiz sedas›z
Bu, böyle gidecek demek de¤il bu ifller
Biz flimdi yan yana geliyoruz ve ço¤al›yoruz
Ama bir a¤›zdan tutturdu¤umuz gün hürlü¤ün havas›n›
‹flte o gün sizi tanr›lar bile kurtaramaz.
* 555 K: 5 May›s 1960 günü Ankara’da K›z›lay Meydan›’nda Adnan
Menderes iktidar›na karfl› düzenlenen büyük bir gösterinin kodu.
“Beflinci ay›n beflinde, saat beflte K›z›lay’da” anlam›na gelir.
inceleme
ben de öleyim de kara toprak bafl›ma saç›ls›n
kayhan demir
Afla¤›dan çam söküldü
Dal› buda¤› döküldü
Gadan alay›m iller
Genç iken belim büküldü
Ecelsiz ölenler… Ölmeden mezara konanlar…
A¤›t… A¤›tlar›m›z… Bazen ezgili, bazen sadece bir fliir… Hayat›n kendisi gibi inen ve ç›kan
ama hep yürek yakan, göz p›narlar›m›z› açan
a¤›tlar. Söylenmesini hiç istemedi¤imiz ama
insan oldu¤umuzu hat›rlatt›¤› için sevdi¤imiz a¤›tlar…
ru olacakt›r. Buna ra¤men örne¤in evlenme
törenlerinde evden ayr›lan genç k›z›n ard›ndan yak›lan a¤›tlar da vard›r. “Gelin a¤›d›”
denilen bu örnekler halk›n “a¤›t”› ne kadar
genifl anlamlarda kulland›¤›n›n da bir göstergesidir. Yaz›m›zda as›l olarak ölenin ard›ndan söylendi¤i biçimiyle de¤inmeye çal›flaca¤›m›z a¤›d›, belirli bir tören ya da türkü
biçimiyle s›n›rlamak oldukça zor görünüyor.
Ölüye a¤lama törenini düzenleyen, ölünün
soyundan ve baflkaca yak›nlar›ndan, dostlar›ndan, komflular›ndan, kad›nlar, ölünün
evinde, cenaze kalkmadan da, kalkt›ktan
sonra da toplafl›p, fliir düzenine uygun olsun
olmas›n, "a¤›t" deyimiyle adland›r›lan sözlerle a¤lafl›rlar; bu a¤lamalara çeflitli yak›nma hareketleri de kat›l›r. Deprem, sel gibi
büyük do¤al afetler ya da büyük yenilgilerle
sonuçlanan savafllar, hastal›klar, ayaklanmalar›n ezilmesi, halk nezdinde ünlü kiflilerin ölümü de bir a¤›da konu olabilir. A¤›tlar
ço¤unlukla ilk kimin yakt›¤› bilinmeyecek
flekilde “anonim” olarak bugüne ulaflm›flsa
da bu alanda, tan›nm›fl flairlerin ve müzis-
Ölenin ard›ndan duyulan ac›y› ifade etmek
için insano¤lunun çok fley yapt›¤› aç›k: A¤lad›, hayk›rd›, karalar giyindi, atefller yakt›,
ölüsünü türlü çiçeklerle süsledi, törenler
yapt›. Bu davran›fl hem ölenin ard›ndan duyulan ac›y› hem de ölüye duyulan sayg›y› ifade etmesi aç›s›ndan önemlidir. ‹lk olarak av
ya da savafllar s›ras›nda haberleflme,
av›/düflman› korkutma amac›yla ortaya ç›kt›¤› söylenir müzi¤in. Kim bilebilir bunu?
Belki ölüsünün bafl›nda u¤unan, ac›dan k›vranan biri yaratt› ilk ezgiyi… Belki bir kuflu ›sl›k çalarak taklit etmeye çal›flan bir delikanl›.
Belki de çocu¤unu uyutmak isteyen bir anne… Müzi¤in kökeni baflka bir yaz›n›n konusu olur ama a¤›d›n kökeninin insanl›k kadar
eski oldu¤unu da düflünmeden edemiyoruz.
Dil bilimine göre a¤›t, “a¤lamak” kökünden
türemifl. A¤›t; bir tören dâhilinde ya da törensiz, ac›kl› bir olay› –ço¤unlukla ölümükonu edinen müzikli ya da müziksiz “deme”
olarak tan›mlanabilir. Ölü bafl›nda a¤lama,
s›zlama, ölenin giysilerini sergileme, gibi geleneklerin bütünü demek belki de daha do¤-
EYLÜL 2006 | TAVIR | 17
inceleme
(Anonim)
“… Befl döflekten yer etti¤im
Fitilli çarflaf örttü¤üm
Küsüp de ayr› yatt›¤›m
Periflan›m Sar› Bey’im…” (Anonim)
A¤›tç›, genel olarak ölen kiflinin k›z kardefli,
anas›, k›z›, amcak›z› gibi bir yak›n›d›r. Bazen
bu bir yabanc› da olabilir; hatta a¤›tç›l›¤› ifl
edinmifl, emeklerinin karfl›l›¤› para ya da
baflkaca hediyelerle ödenen kad›nlar da vard›r. Bu tür a¤›tç› kad›nlar›n, çok uzak mesafelerden a¤›t yakmas› için davet ald›¤› görülmüfltür. A¤›tç› -yabanc› oldu¤u durumlardakendi ad›na da söyler ama sözlerinin büyük
ço¤unlu¤u, aile üyelerinin ve yak›n akrabalar›n›n a¤z›ndand›r.
Tören s›ras›nda a¤›d› uzun süre bir tek kifli
söyleyebilece¤i gibi, törene kat›lanlar›n nöbetleflerek söylefltikleri de olur. A¤›t, ölünün
yak›n, uzak geçmiflini, ço¤u kez geçmifli bugüne getirerek, ölüyü de konuflmalara katarak anlat›r. Bu yan›yla a¤›t ayn› zamanda,
bir anlat› ve dramlaflt›rmal› bir gösteri niteli¤i kazan›r:
“… Çal›n davullar› çaydan afla¤›
Mezar›m› kaz›n dostlar belden afla¤›
Koyun sular›m› kazan dolunca
Aman ölüm, zal›m ölüm üç gün ara ver
Al bafl›mdan bu sevday› götür yare ver…”
(Anonim)
yenlerin üretimlerine de rastlan›r.
Yukar›da ad› geçen a¤›t yakma törenlerinin
kendi içinde kimi kurallar› var. Divri¤i’de gerçekleflen bir törende flu aflamalar görülmüfltür:
-Söylenen türküye orada bulunan hemen
herkes kat›l›r.
-Odaya her yeni gelen kad›n, ölünün en yak›n› ve yaflça en büyük olan›n›n boynuna sar›l›r
ve a¤lar, baflörtüsünün ucuyla gözlerini siler,
daha sonra kendine bir yer bulup oturur ve
a¤›tç›n›n sesine kendi sesini katarak “figan”
eder.
-Ac› feryatlar, zaman zaman törene kat›lan
bütün kad›nlar taraf›ndan koro halinde tekrarlan›r.
Bolu’da gerçekleflen bir törende de flunlar
görülmüfltür:
-Kad›nlar a¤›d›, oturduklar› yerde bafl bafla
18 | TAVIR | EYLÜL 2006
vererek söylerler.
-Aileden olan kad›nlar, ac›lar›n› ifade etmek
için a¤›t yakman›n d›fl›nda yumruklarla gö¤üslerine vurmak, saçlar›n› yolmak gibi çeflitli davran›fllarda bulunurlar.
‹skenderun’da ölünün anas› gö¤süne vurur,
gelin ise “toprak bafl›ma” diyerek ba¤›r›r ve
saçlar›n› yolarken Kayseri’de kad›nlar a¤›t
yakma eylemi s›ras›nda t›rnaklar› ile kendi
yanaklar›n› y›rtarlar.
Anadolu’da ezgi ve türkü eflli¤inde “ölüye
a¤lama” törenlerini yaln›zca kad›nlar›n düzenledi¤i ve yürüttü¤ünü görüyoruz. Bu kad›nlar ço¤unlukla ölenin k›z kardefli, annesi,
yak›n akrabalar›, dostlar› ve komflular›d›r:
“… Evlerinin önü f›nd›k
F›nd›¤›n dal›n› k›rd›k
Sözde biz de gelin olduk.
Uyan Ali’m, uyan da bir tanem sar beni…”
Kimi bölgelerde a¤›tç›, ezgili-ezgisiz sözleri
söylerken bir yandan da ölünün giysilerini
bir bir eline alarak etrafa gösterir. Hatta bir
araflt›rmac› flöyle ilginç bir örnek de tespit
etmifltir: Genç yaflta ölen bir k›z›n anas›, a¤›t
yap›ld›¤› s›rada k›z›n›n niflanl›s›n›n geldi¤ini
görünce -canl› bir insan giydiriyormufl gibiölü k›z›n› giydirir. K›z›n baz› giysilerini de delikanl›n›n kuca¤›na atar ve bu konuyla ilgili
a¤›d›na iki dize daha ekler.
Siverek’te rastlanan bir töreye göre ölü-ün
at› sokakta gezdirilir, ya da cenaze alay›n›n
yan›nda, üstü sahibinin elbiseleriyle örtülmüfl olarak, mezara kadar götürülür. Bu davran›fl, ölmüfl kiflinin, toplulu¤un yaflant›s›na
son defa olmak üzere bir türlü "kat›l›fl›" olarak yorumlanabilir. Ayr›ca ölenin kim oldu¤u
hakk›nda da çevreye bilgi de verilmifl olur:
inceleme
“… Çaml›¤›n bafl›nda tüter bir tütün
Ac› çekmeyenin yüre¤i bütün
Ziya’m›n at›n› pazara tutun
Gelen geçen Ziya’m ölmüfl, desinler…” (Anonim)
huyca övülecek yönlerini say›p döker; güzelli¤ini, yüreklili¤ini, cömertli¤ini, boyunu bosunu över. Ölü yoksulsa çektiklerini, ac›lar›n›, yoksullu¤unu; varl›kl›ysa da mal›n›, mülkünü, davar›n›, tarlas›n› anlat›r.
Ölü, ö¤leden sonra geç saatte can vermifl ise
gömme ifli o gün yap›lamayaca¤› için törenler ve a¤›t yakmalar bütün gece sürebilir.
A¤›t, gömme iflinden sonra da devam eder.
Gömme töreninden sonra a¤›da Siverek’te
üç gün, Divri¤i’de üç ya da befl gün devam
edildi¤i görülmüfltür.
A¤›tlar bu yönüyle toplumsal kay›tlard›r.
A¤›tç› gösteriflsiz, hiçbir özenti kayg›s› göstermeksizin, köy ve kasaba yaflant›s›ndan ve
günlük olaylardan haber verir: Aile içindeki
geçimsizlikler ve çekiflmeler, tamamlanmam›fl dü¤ün haz›rl›klar›, yüzüstü kalm›fl harman, ödenecek borçlar gibi. Örne¤in genç bir
köy ö¤retmeninin ölümüne yak›lan bir a¤›t
onun okuluna, ö¤rencilerine ba¤l›l›¤›n›, köylülerin yollar› kapam›fl olan zorlu k›fl günlerinde onu kurtarma umudu ile flehirden doktor getirebilmek için ellerinden geldi¤ince
nas›l çabalad›klar›n› say›p döker.
A¤›tlar genel olarak ölünün evinde yak›l›r.
Bu genel yarg›ya ra¤men, ‹zmir’in Bademler
köyünde yaflayan Tahtac› Alevilerinde kad›nlar›n mezarl›¤a giderek mezar bafl›nda da
a¤›t yakt›¤› görülmüfltür.
Bazen kifli kendi evinden uzakta, gurbette
ölür. Bu durumda, öldü¤ü yerde a¤›t yakacak kad›nlar bulunursa a¤›da orada bafllan›r.
Ankara’da hastane önünde ölüsünü almaya
gelen kad›nlar›n a¤›t yakt›¤› görülmüfltür.
Gurbetten ölüm haberi geldi¤inde kiflinin
köyünde ve evinde de a¤›da bafllan›r:
“… Mezar›m› kaz›n bay›ra düze
Yönünü çevirin s›ladan yüze
Benden selam söylen sevdi¤imize
Bafl›na koysun karalar ba¤las›n
Gurbet elde kald›m diye a¤las›n…” (Anonim)
A¤›tç›lar genel olarak siyah renkli elbiseler
giyer. Buna ra¤men Konya Cihanbeyli’de
a¤›tç›lar›n beyaz elbiseler giydi¤i, bafllar›na
beyaz yemeniler ba¤lad›klar› görülmüfltür.
Baz› durumlarda a¤›tç›lar elbiselerini -astar›
d›fla gelecek flekilde- tersten giyerler. Süs eflyas› takmazlar, yas süresi boyunca da takmaktan kaç›n›rlar. ‹nan›fl›n tam tersine göre
kad›nlar›n saç açmas›, örtülerini atmas› da
yas kurallar›ndand›r.
“… Ötmesin bülbüller solmufltur gülüm
Döküldü çiçe¤im kurudu dal›m
Dostlar omzunda giderse sal›m (tabut –bn-)
At›ver çemberi (baflörtüsü –bn-) sal›m üstüne
Karalar m› giydin al›n üstüne…” (Anonim)
A¤›tlar do¤al olarak ölü ve ölümden söz
eder. A¤›tç› genel olarak ölünün vücutça ve
A¤›t, a¤lanan kiflinin hangi flartlar içinde öldü¤ü üzerinde de çok durur. En çok konu
edinilenler bir kaza kurflunu ile ya da düflman eliyle gelmifl hesaps›z ölümlerdir: Cinayete kurban gidenlerin, bir kavga sonunda
can verenlerin ölümleri... Yine ayn› flekilde
eflk›yalara yak›lm›fl a¤›tlar; onlar›n güçlü
oluflu, devlete meydan okumalar› üzerinde
durur. Eflk›yalara ya da baflkald›rm›fllara yak›lan a¤›tlarda jandarmalar›n takibi, pusular, çarp›flmalar›n çeflitli yönleri, as›lma sahneleri canland›r›l›r:
“… Buhurcular bölük bölük geldiler
Akba¤r›m› delik delik deldiler
Duvar›n dibinde resmim ald›lar
Ak k⤛t üstünde tan›y›n beni
Gardafl n’idelim oy
Dayan ince Memed dayan n’idelim
Gardafl n’idelim oy
Tut elimden ince Memed
Gidelim da¤lar gidelim oy…” (Anonim)
“… Konak avlusunda dizili tafl›m
Livaya yollad›m cans›z gövdesiz bafl›m
Ne anam var ne babam ne kardafl›m…” (Anonim)
“… N’olayd› da Kozano¤lu n’olayd›
Sen ölmeden ecel bana geleydi
Bir ç›k›ml›k can›m› da alayd›
Böyle sensiz kalmasayd›k cihanda…” (Dadalo¤lu)
Halk kültüründe böyle flekillenen a¤›t yakma
eylemi, 20. yüzy›lla birlikte özellikle kentlerde baflka biçimlerle ortaya ç›km›flt›r. Bugün
k›rsal bölgelerde eski haliyle yaflat›lmaya çal›fl›lan bu gelenek kentlerde neredeyse unutulma durumundad›r. Bu kültür, k›rdan kente göçle birlikte k›smen kentlere tafl›nsa da
bugün oldukça geri durumdad›r.
Bununla birlikte kent yaflam›nda a¤›t ve a¤›t
yakma eylemi yeni bir görüntüye de bürünür. 60’l› y›llarla belirginleflmeye bafllayan
toplumsal mücadele ve bu mücadelenin getirdi¤i ölümler yeni bir a¤›t türünü de beraberinde getirmifltir. fiiir ve müzikle geliflen
bu a¤›tlar eskiden oldu¤u gibi ölünün bafl›nda ve hatta ço¤unlukla ölünün mezar›n›n
bafl›nda söylenmektedir:
“… Mormor olmufl gül yaz›s› bedenin
Düflmüfl sanki erguvanlar içinde
En genç burcu y›ld›zdan bir kalenin…” (Can
Yücel)
“… Has›na can›m has›na
Haber sal›n babas›na
ODTÜ’de bir yi¤it ölmüfl
Kufllar dönüyor yas›na…” (Gülten Ak›n)
“… Hele Ulafl’a Ulafl’a
Ulafl benzerdi günefle
Ulafl gardafl can veriyor
Yüre¤im düfltü atefle...” (Anonim)
“… Bu toprakta kal›r ad›n
Tohumlar›n aras›nda
Yeflilinde tarlalar›n
Baflaklar›n sar›s›nda…” (Ülkü Tamer)
Yaflam›n vazgeçilmez bir gerçe¤i olan ölüm
oldukça insan›n “insan” oldu¤u gerçe¤ini
hat›rlatan a¤›t da ölümün bir parças› olmaya devam edecek. Hem ölene sayg› hem de
onun için duydu¤umuz ac›y› ifade etmek
için.
Kaynakça:
Türk Halk Türkülerinde fiiirlik Motifler, Pertev Naili Boratav, Türk Dili Dergisi, 1972.
100 Soruda Türk Halk Edebiyat›, Pertev Naili
Boratav, 1973.
Anadolu A¤›tlar›, Ahmet fiükrü Esen.J
EYLÜL 2006 | TAVIR | 19
izlenim
alt›n›n siyah rengi
tav›r
Tarih, insanlar›n alt›n sahibi olma isteklerinin yol açt›¤› savafllar›n ve serüvenlerin öyküleri ile doludur. Alt›n, zenginli¤in ve bollu¤un bir simgesi... Büyük uygarl›klar›n
yükselifl ve düflüflleri, sahip olduklar› alt›n
miktar›n›n artma veya azalmas› ile do¤ru
orant›l› olmufl. Alt›n o uygarl›¤›n kaderini
belirler olmufl… Ortaça¤da kimyac›lar baflka metallerden alt›n elde etmek için yöntemler bulmaya çal›flm›fllar, fakat bu u¤rafl›lar› sonuçsuz kalm›fl; insanlar kendilerini
zengin edecek alt›n› bulabilmek umudu ile
yeryüzünü dolaflm›fl, bu umutla büyük
güçlüklere gö¤üs germifl.
Alt›n, topra¤›n alt›nda ve denizlerin diplerindeki yer kabuklar›nda bulunur. Ne var ki
bulundu¤u her yerde az miktarda vard›r.
Alt›n›n de¤erlili¤ini yaratan nedenlerden
biri de, zaman geçince bozulmuyor olmas›d›r. Herkesin dikkatini çekmifltir; binlerce
y›l önce yap›lm›fl olan alt›n paralar ve heykeller, daha dün yap›lm›fl gibi par›lt›lar›n›
korurlar. Birçok metal hava ile temas edince afl›n›ma u¤rar, paslan›r, bozulur. Alt›n
ise özelli¤ini hiçbir zaman yitirmez.
Bundan dolay› birçok insan umutla yollara
koyulmufl. Zengin olma, açl›ktan kurtulma
düflü… Ama bu yolcular›n serüvenleri büyük hayal k›r›klar›yla sonuçlanm›fl... Yaln›zl›k, ev özlemi, fiziksel tehlikeler ve ölüm, iç
içe yaflad›klar› bahts›zl›klar ve olaylard›r bu
yolcular için… Ç›kmazdan kurtulmak için,
kendilerini kumara ya da içkinin kollar›na
b›rakan ve sokaklarda boylu boyunca yatan insanlar. Bunlar öyle hayallerle gelmifllerdir ki, alt›n› bulunca zengin olacaklard›r… Ama hayat ac›mas›zd›r… Hiçbir fley
hayal edilen gibi olmaz... Yani alt›n› bul-
20 | TAVIR | EYLÜL 2006
mak zengin olmak anlam›na gelmez.
“Alt›na Hücum”u duymuflsunuzdur… Filmlere, kitaplara konu olan hücum. “Dünya
tarihinde “Alt›na Hücum” olarak an›lan ilk
hareket; 1849 y›l›nda California’da Sierra
Nevada’n›n da¤lar›nda yafland›.
Dünyan›n dört bir yan›ndan gelen alt›n avc›lar›, kaderlerini de¤ifltirecekleri inanc›yla
kay›klarla, trenlerle, yürüyerek bölgeye
ak›n ettiler.
Ço¤u 1849’da yola koyulurlar. Her fleyi göze alarak ç›k›lan ve bir y›l süren çetin yolculuklardan sonra, alt›n tarlalar›n›n zalim
gerçe¤iyle karfl›lafl›rlar. Gelecekleri ufuktad›r. Ama o ufka nas›l varacaklar›n› bile-
mezler. Umuda yolculuk ço¤u için hüsranla sonuçlan›r. Kimi de kendi sonunun yaklaflt›¤›n› anlay›nca baflkas›n›n ya da en yak›n arkadafl›n›n sonunu haz›rlamaya bafllar… Alt›n bulma, zengin olma düflünün yerini açl›k ve umutsuzluk al›r.
1848'de 800 nüfuslu küçük bir kasaba olan
San Francisco, 5 y›l içinde 50.000 kiflinin
bar›nd›¤› bir kente dönüflür. Ayr›ca, her y›l
madenlerde çal›flmak için on binler buraya
ak›n eder. Yiyece¤e, bar›nmaya ve giysiye
ihtiyaçlar› vard›r ve ellerindeki alt›nlar›
bunlara harcarlar. Hatta Levi Strauss, iflçilerin daha sa¤lam pantolonlara ihtiyaç
duyduklar›n› kavram›fl ve sa¤lam dikiflli
"blue-jean"leri alt›n iflçilerine satarak Levi's
efsanesini bafllatm›flt›r. Sadece bunlar m›-
izlenim
bul edilebilecek varakç›l›k sanat›, 19. yüzy›l sonlar›nda savafl döneminin ekonomik
s›k›nt›lar› ve de¤iflen sosyal ve kültürel koflullarda h›zla geriledi ve unutuldu.
Kuyumculu¤un tarihi, do¤al olarak say›s›z
tekniklerle dolu. Günümüz kuyumculu¤unda seri ve standart üretim için kullan›lan santrifüj (merkezkaç) veya vakum gibi
döküm tekniklerinin temeli olan, kaybolan
mum tekni¤i, delikli süslemeler yapmak
için kullan›lan ajur, kaz›ma tekni¤i, taneleme anlam›na gelen granülasyon ya da dilimizdeki karfl›l›¤›yla güherse, tombaklama
ve mine tekni¤i bunlar›n belli bafll›lar›...”
d›r? De¤il tabi ki…
San Francisco'lu tüccar Sam Brennan da bu
ticari f›rsat› de¤erlendirir ve bir gün bile alt›n aramaya tenezzül etmeden, California'n›n en zengin adam› ünvan›n› kazan›r.
Alt›na hücumun bafllayaca¤›n› duydu¤u
zaman, bölgedeki bütün kazma, kürek ve
elekleri sat›n al›r. ‹lk alt›n avc›lar› bölgeye
geldiklerinde 20 sente sat›lan gereçleri,
Brennan, üzerine yüzde 750'lik bir kar oran› koyarak satar. Tüccarlar›n ellerindekiler,
sat›n al›nan umutlard›r art›k… Marka haline gelen umutlar…
Kendimizi cazibesine kapt›rd›¤›m›z bu
maddenin bu kadar ac›mas›z oldu¤unu
kim bilebilirdi ki? Alt›n, asaletin simgesi olmas›n›n yan› s›ra süs olarak da kullan›l›r.
Kendisine bir sektör oluflturmufltur tarihten bu yana. Kuyumculuk tarihi, ilkel-komünal topluma kadar uzan›r.
De¤erli madenler ve tafllar, insanl›k tarihi
boyunca kimi zaman güzellik, kimi zaman
zenginli¤in ve asaletin simgesi olarak ifllendi, kullan›ld›. O dönemler bunu iflleyen
bir sektör kendili¤inden oluflmaya bafllam›fl olmal›.
Tak› tarihine dergimizin önceki say›lar›nda
yer vermifltik. Ancak uzmanlar, gerçek an-
lam›yla kuyumculu¤un, Mezopotamya'da,
M›s›r'da ve Anadolu'da, M.Ö. 4000 y›l›n›n
sonlar›na do¤ru bafllad›¤›n› belirtiyorlar.
Antik tak›lar oldukça karmafl›k ve onlar›
çözmek zor. Ayr›nt›l› ve özenli iflçilikleri incelendi¤inde, el sanatlar›n›n muazzaml›¤›
ve eme¤in yüceli¤i insan› hayrete düflürüyor. Çok eskilere dayanan bu ince emek,
akla hemen bunlar›n hangi aletlerle, hangi
üstün teknik bilgiyle yap›ld›¤› sorusunu getiriyor. ‹nsan›n yarat›c› gücünün bir uzant›s› olan bu teknik geliflimleri, ayn› zamanda
insan›n çevresindeki malzeme ile savafl›m›n›n da bir göstergesi olarak kabul etsek
yanl›fl olmaz.
Kültürün en eski ça¤lar›ndan itibaren teknik ve insan iç içe... Plastik deformasyonu
çok yüksek olan alt›n›n bu özelli¤i, ilk olarak Tunç Ça¤›'nda biliniyordu.
Eski ça¤lar›n ustalar›, saf alt›n› döverek zar
gibi inceltebiliyorlard›. Varak ve varak kaplama denilen bu teknik M›s›rl›lar, Çinliler,
Yunanl›lar taraf›ndan kullan›lm›flt›. ‹slam
sanat›nda alt›n ve gümüfl varaklar, ahflap
ve metal eflyan›n yan› s›ra minyatürlerin
renklendirilmesinde, bask› motiflerinde ve
elyazmalar›nda genifl ölçüde kullan›lm›fl.
“Kuyumculuk tarihinin bafllang›c› gibi ka-
Gedikpafla’ya gidip alt›n›n ifllendi¤i mekânlar› gördük. Asaletin simgesinin nas›l
flekil ald›¤›n› görelim istedik. Daha soka¤a
girince bile farkl› bir dünyaya geldi¤ini hissediyorsun. Dar sokaklar ve sokaklar›n tüm
camlar› demir parmakl›klarla kapat›lm›fl.
Gürültülü ve küçücük atölyeler. Parmakl›klar oldukça so¤uk geliyor bize. Burada çal›flan insanlar yoksul ve sanki o zenginli¤in
simgesi firar edecekmifl gibi kap›lar› s›k›ca
kapatm›fllar.
Alt›n’›n nas›l ifllendi¤ine bak›yoruz merakla. Tahta bir masan›n etraf›nda toplanan
iflçiler ince ince iflliyorlar alt›n›. Bizi görünce bafllar›n› kald›r›p selaml›yorlar. Elimizi
uzat›yoruz ama onlar elleri alt›n›n tozundan siyahlaflt›¤› için, ilkin pek uzatmak istemeseler de biz s›k›ca s›k›yoruz ellerini,
merhabalafl›yoruz. ‹flçilerin ellerindeki
madde zenginli¤in ve asaletin simgesi olsa
da ellerine sinen yoksullu¤un rengi daha
çok göze çarp›yor… Siyah toz… Alt›na parlakl›¤›n› veren makinenin gürültüsü, konuflurken anlaflmam›z› zorlaflt›r›yor.
Duvarlar dikkatimizi çekiyor Y›lmaz Güney, Ahmet Kaya vb. foto¤raflar as›l›. Bir
anda kendimizi hapishanede bir ko¤uflta
san›yoruz. Belki de demir parmakl›klar›n
olmas› bu düflünceyi uyand›r›yor.
Ifl›lt›l› ve insan›n gözlerini kamaflt›ran alt›n›n ilk halinin hiç de bir cazibesinin olmad›¤›n› gördük. “Bu haliyle sokakta görseniz
e¤ilip almazs›n›z de¤il mi?” diyor usta.
Gerçekten de öyle...
Nas›l çal›flt›klar›n› merak ediyoruz ve bir
EYLÜL 2006 | TAVIR | 21
izlenim
yandan izliyor bir yandan da sohbet etmeye devam ediyoruz.
“Evet. Biz atölyeciyiz. Biz al›r›z mal› A’dan
Z’ye bitiririz, kataloglardan, müflterinin
yönlendirmesinden, çizimcilerle, tasar›mc›larla, ya da iflte baflka insanlar›n ak›llar›yla… Kal›pç›lar›m›z var.
¤›m›z Sword diye bir yer var. fiefik Usta var
ayriyeten Bayrampafla’da.”
Usta, iflinin ayr›nt›s›na girdikçe zevkle anlatmaya bafll›yor. Oldukça zorlu iflçili¤i
olan bu sektörün ayr›nt›lar› ifli daha da zor
k›l›yor. Boyun ve bel f›t›klar›na s›kça rastlan›yor.
Modeller yapar›z, bunlar› pazarlar›z. Kendi
pazarlamam›z› da kendimiz yapar›z. Kendi
mal›m›z› götürürüz. Direk mal olabilir, döküm mal olabilir. Çok genifl bir derya yani.
Adam küpe yap›yordur ama flarlar küpe yap›yordur. Kendi aras›nda dallara ayr›l›yor.
Temizlemeyi yapanlar›n yan›na yaklafl›yoruz. Makinenin önüne tutulan alt›n simsiyah ellerin içinde, par›ldamaya bafll›yor. Bir
yanda siyahlaflan eller, di¤er yandan o siyahlaflan parmaklar›n aras›nda ›fl›ldayan
alt›nlar… Biz onlar› merakla izlerken usta
konuflmas›n› sürdürüyor.
Burada bile bir atölyede her mal› bulamazs›n›z. Bir atölyede yüzlerce mal içerisinde
sadece bir iki mal› bulabilirsiniz. Hepsine
kimsenin gücü yetmez. Ancak büyük firmalar. Alt›nbafl gibi, Favori gibi... Fabrikasyon ürünlerde bulabilirsiniz. Mesela biz tak›, sadece tak›… Baflka da bir fley yapm›yoruz yani. Kal›plar›m›z›, projelerimizi, hedeflerimizi bunun üstüne kurmufluz.”
Her atölyenin kendine has bir tekni¤i var.
Yüzlerce atölyede ç›kan ürünler birbirinin
ayn›s› olmuyor; çünkü kal›p yap›s› farkl›
hepsinin.
Telkarilerden bahsediyoruz. “Yok” diyor
usta. Telkari tel ile yap›lan sanatt›r. Bu sanat›n kayna¤›n›n Mezopotamya ve eski
M›s›r oldu¤u san›lmaktad›r.
Buralardan Uzak Do¤u’ya, baflka bir koldan
ise Anadolu üzerinden de Avrupa’ya yay›ld›¤› bilinmektedir. Anadolu’da ise en
önemli telkari merkezi Mardin’in Midyat ilçesi olmufl.
Midyat ifllerinin son derece zarif ve k›ymetli oldu¤u söylenmektedir. Burada telkari
iflini yapan iki usta varm›fl ama onlar da
Mardin’e geri gitmifller. fiimdi daha çok kal›plarla çal›fl›l›yor.
“Mesela pres kal›b›m›z var. fiarlar kal›plar›m›z var, yani hadde. Bir de döküm kal›plar›m›z var. Üç farkl› kal›pç›yla çal›fl›yoruz.
Karfl›m›zda mesela döküm kal›plar›m›z› yapan Pierre Ustam›z var.
fiarlar makinesi için kal›plar›m›z› yapt›rd›-
22 | TAVIR | EYLÜL 2006
“Kayna¤a giren mal temizleniyor tabii.
Kayna¤› Hidrozon makinesiyle yap›yorlar;
hidrozon makinesi vurucu oldu¤u için alt›n› mal›n üstüne da¤›t›yor. Z›mpara yaparken zaten onu ç›kart›yoruz. Z›mparadan ç›kan mal için arkada bizim patlatma yerimiz var. Biz alt›n› patlat›r›z orada. ‹çindeki
d›fl›ndaki ne kadar kiri varsa hepsini kusar.”
Bununla ifl bitmiyor daha devam ediyor.
Alt›n›n kendi gerçek rengini almak için yap›lacak fleyler var:
“Evet. Siyanürlü suyun içine mal› koyuyoruz. Ele¤imiz var. Üstüne yar›m çay barda¤› peroksidi koydu¤umuz zaman peroksit
onu tetikliyor alttan alttan, bir on saniye
kadar çalkal›yoruz kusuyor. Zaten kustu¤u
zaman yo¤un bir koyu renkle mal p›r›l p›r›l
ç›k›yor ortaya.”
Uzun u¤rafltan sonra ne kadar haz›r yap›lm›fl ve ifllenmifl alt›n ortaya ç›kt›¤›n› soruyoruz. “A¤›r iflçilikli mallar da var yani. On
kifli 100 gram›n› bir günde atamaz. O kadar
ince iflçilik ama tabi onlar›n da fiyatlar› çok
farkl›, iflçilikleri çok farkl›, çok daha yüksek.”
Evet, o a¤›r iflçilik sonunda, çok fazla bir
ürün ç›km›yor ortaya. Kal›p ifli yapt›klar›nda biraz daha rahatl›yorlar.
Asl›nda merak etti¤imiz o kadar çok fley
var ki... Biraz daldan dala da olsa sohbetimize devam ediyoruz. Buralar atölyeler. Bir
de atölyelerin çal›flt›¤› büyük firmalar var...
“Onlarla yaflad›¤›m›z sorunlar›n hangi birini anlatal›m ki? Çok kaliteli mal istiyorlar.
Ucuz iflçilik istiyorlar. Uzun vadeyle istiyorlar. Ayriyeten indirim... Bir de dört befl firma birlefltikleri zaman bütün piyasa bütün
maddi gücü, gram›yla da nakitiyle de indiriyor adamlar. Biz taleplerimizi çok fazla
sunam›yoruz yani. Hani flu anda sistemimiz alt›n üzerinden. Alt›n veriyorum, iflçili¤ini de alt›n olarak al›yorum. Para ile de¤il.
Ama iflte bu dört befl kafa birleflti mi bedava iflçilik yap›yoruz.” Sömürü yaflam›n her
alan›nda devam ediyor. “Tabi onlar izin
vermiyor. Satmazsan satma veya alma o
zaman, diyorlar. Çek, senet, fatura kesinlikle yok. O anda a¤›zlar›ndan ç›kan neyse... Hepimiz kafalar›nda köleyiz.”
Alt›n›n y›llar önceki hayalleri k›rma serüveni de devam ediyor. Simsiyah ellerin aras›nda flekil alan alt›n, ›fl›lt›l› yüzünü hiçbir
zaman yoksullara göstermedi. Hala alt›na
hücum edenlerin serüvenleri devam ediyor. Duvar boylar›na s›ralanan insanlar da
hiç azalm›yor.
Buradan tafl›nmalar› da baflka bir sorun...
“Kuyumcu atölyeleri, yani üretim yap›lan
bütün atölyeleri kald›racaklar. Eminönü
belediyesinin ald›¤› bir kararla buray› turizme açacaklar. Kafeler, kafeteryalar, gazinolar, oteller… Burada en çok ma¤dur
olan biz olaca¤›z.
Bütün her fleyimiz burada, iflçilerimiz burada, müflterilerimiz, gözümüz, elimiz aya¤›m›z burada. Çarfl›... Bizim çarfl›dan kopmam›z, bana böbre¤imizin birini ç›kart›p baflka bir yere koymak gibi geliyor.
Bize alternatif gösterdikleri yer, kuyumcu
kent. Ama afl›r› pahal›, kiralar›ndan tutun
da, mallar›na kadar. Mütevaz› bir atölyecinin tafl›namayaca¤› flekilde pahal›.”
Kendilerini kuyumcu kentine ait hissetmiyorlar, çünkü onlar› nelerin bekledi¤ini biliyorlar. Buray› ellerinden al›rlarsa ne yapacaklar?
Sömürüsüz bir dünya düflüyle kuyumcu
atölyelerinden sessizce ayr›l›yoruz, o demir
parmakl›kl› sokaklar ard›m›zda kal›yor. J
makale
tek bayrakta birleflmek
tav›r
Politikada ideolojilerin flulaflt›¤›, hemen tüm
burjuva partilerin ayn› ideolojiyi savundu¤u,
hatta neredeyse ideolojisizleflti¤i bir süreci
yafl›yoruz. Bunun emperyalizmin eseri oldu¤u aflikar.
büyük tak›m›n taraftar gruplar›, kendi internet sitelerinde ayn› bildiriye imza att›lar ve
devlet eliyle flahland›r›lan milliyetçili¤e futboldan destek ç›kt›lar.
Milliyetçilik, ›rkç›l›k ve faflizmin, hayata dair
tüm alanlarda taraftar buldu¤u, daha do¤ru
bir deyimle emperyalizm taraf›ndan yayg›nlaflt›r›ld›¤› günlerdeyiz.
“Afl›¤›y›z renklerimizin; ama bu vatan hepimizin. Vatan için flehit olan kardefllerimizin ac›s›n› hep yüre¤imizde hissettik. Lige kat›lan bütün tak›mlar›n taraftarlar› olarak art›k akan
kana ve gözyafl›na YETER diyoruz.” Art›k bu
bildiriyle aç›l›yor bugünlerde Befliktafl’›n, Galatasaray’›n, Fenerbahçe’nin internetteki taraftar siteleri... Ne kadar masum görülüyor
ilk bak›flta de¤il mi? Söylemler herkesin kabul edebilece¤i fleyler gibi. Yok, öyle de¤il asl›nda. Hiç de masum de¤il...
Bunun en koyu örneklerinden biri de stadyumlarda, tribünlerde yaflan›yor. En son, üç
Futbolun asla sadece futbol olmad›¤›, iflte tribünlerde dalgalanan bayraklardan, as›lan
‹deolojilerin önemli olmad›¤›, kazanan›n her
daim kapitalizm olaca¤› vaaz ediliyor medyada her gün. Halihaz›rda sosyalist blok da yok;
emperyalizm istedi¤i gibi at koflturuyor yaflam›n her alan›nda.
pankartlardan, tezahüratlardan anlafl›l›yor.
Bir spor dal›n›n kitleleri bu kadar etkileyece¤ini belki kimse tahmin etmiyordu ilk bafllarda. Ancak futbol, herkesi flafl›rtacak kadar
yayg›nlaflt›; alt› k›tada en sevilen ve kitleleri
en fazla etkileyen spor dal› oldu zaman içerisinde. Egemenler durur mu, bu spor dal›n›
daha da yayg›nlaflt›rmak için elinden geleni
yaparken, bir yandan da halk› gerçeklerden
uzaklaflt›rman›n bir arac› olarak kullanmaya
bafllad›...
Bunlar herkesçe bilinen argümanlar. O yüzden “flimdi”nin panoramas›n› çizmek daha
do¤ru olacak. Hofl “flimdi”yi geçmiflten ay›rman›n diyalektik aç›dan mümkün olmad›¤›
da ortada... Çünkü politika ayn›, baflroller ayn›, figürasyon ayn›, sadece taktiklerde küçük
de¤iflimler var, stadyumlarda ve onun d›flar›ya yans›malar›nda...
Normal flartlarda hiç de “tatl› rekabet” içinde
olmayan, birbirlerine karfl› baz› zamanlar
sanki düflmanm›fl gibi davranabilen tak›mlar›n taraftarlar›n› bir araya getiren asgari
müflterekler ne ola ki? Kendilerine sorsak,
belki de vatan sevgisinden girip, yurtseverlikten ç›kacaklar. Hay›r, o kadar uzun boylu de¤il! Bu kavramlara inanman›n, bu kavramlar
için mücadele etmenin bedelini en a¤›r›ndan
ödeyenlerin herkesçe bilindi¤i bir co¤rafyada, “Ben vatanseverim, ben yurtseverim, ben
ülkemi çok severim” diye ortaya ç›kanlara, iflte gerçekten bu ülkeye can bedeli sahip ç›kanlar›n bir kaç soru sorma hakk› do¤ar elbette...
Ne yapt›n›z bu ülke için? Ne bedel ödediniz?
Bu ülkenin insanlar› haks›zl›klara, adaletsizliklere u¤rarken, bu ülke sorunlar› u¤runa bi-
EYLÜL 2006 | TAVIR | 23
makale
rileri can›n› verirken nerelerdeydiniz?.. Vesaire vesaire... Cevaplar›, tribünlerdeki milliyetçili¤in yeni figüranlar› olan muhataplar› taraf›ndan verilecek sorular› artt›rman›n bir
anlam› var m›? Verecekleri bir cevab›n olaca¤›n› sanm›yoruz.
Evet, kat›l›yoruz, bu kavramlar kimsenin tekelinde de¤ildir, olamaz! Ancak, dedi¤imiz
gibi, vatanseverli¤in, yurtseverli¤in, halk
sevgisinin karfl›l›¤›n›n en basitinden gözalt›lar, iflkenceler, hücre tipi hapishaneler oldu¤u bir yerde, herkesin bu kavramlar› fütursuzca sahiplenmesine, bu kavramlar u¤runa bedel ödeyenlerin itiraz hakk›na sahip
olmas› kadar do¤al bir fley olamaz de¤il mi?
Sorular› ve cevaplar› bir kenara b›rak›p, konunun özüne do¤ru yola ç›kal›m. Tribünler
de bir bak›ma bu ülkenin vitrini oluyor. Ülke
gündeminde ne varsa oralarda da yans›mas›n› buluyor bir flekilde. Haf›zalar›n›z› tazeleyin. TAYAD’l›lara Trabzon’da, Eskiflehir’de
“Kahrolsun PKK!” sloganlar›yla birlikte yap›lan linç sald›r›lar›... Bozüyük’te seksenlik
Kürt analar›n›n, küçücük bebelerin bindi¤i
otobüslere tafllarla sald›ran faflistler... Örneklerin giderek artt›¤› günlerdeyiz. Her
türden milliyetçili¤in, emperyalizmin ekme¤ine ya¤ sürdü¤ü, bu gerçe¤i en baflta
emperyalizmin bildi¤i ve bunu çok iyi kulland›¤› fark edilmiyor maalesef... PKK ile
Kürt halk›n›n özdefllefltirilmesi (Bunun yanl›fll›¤› ayr› bir yaz›, ayr› bir tart›flma konusudur), sokaklara, Kürt halk›na, TAYAD’l›lara
yönelik linç giriflimleriyle yans›rken, yaflam›n di¤er alanlar›nda da farkl› flekillerde
karfl›m›za ç›k›yor.
Dünyan›n bugün yüksel(til)en de¤eri milliyetçilik ve iflte onun tribünlerdeki yans›mas›: Befliktafl-Gaziantep maç›nda tribünlerde
sallanan ve 81 ili temsil eden Türk bayrakl›
pankartlar... Bilinçalt›na yerlefl(tiril)mifl koyu bir Kürt düflmanl›¤›n›n göstergesi olarak
“Kahrolsun PKK!” sloganlar›... Ülkenin en
politik taraftar grubu olarak bilinen; ezilenlerin, mazlumlar›n yan›nda yer al›p, ta
uzaklarda, ‹spanya’da ›rkç› bir linçe maruz
kalan Barcelonal› Samuel Eto’o’ya selam
gönderip, tribünlerde “Hepimiz Eto’o’yuz”
pankart› aç›p herkesin yüre¤ine umut afl›layan Çarfl›’n›n, bugün koyu bir milliyetçili¤in
kuca¤›na düflmesi ne ac›...
24 | TAVIR | EYLÜL 2006
Üç büyük tak›m›n taraftarlar›n›n Diyarbak›rspor’la yapt›klar› maçlarda att›klar› “PKK
d›flar›” sloganlar› hala kulaklardad›r. Diyarbak›rspor’u afla¤›lad›¤›n› zanneden bu akl›evvellerin, asl›nda Kürt halk›na yönelik düflmanl›klar›n› kustu¤unu biliyoruz. Tümüyle
apolitik; gelecek konusunda hiçbir beklentiideal tafl›mayan; kendi sorunlar›na ve ülke
sorunlar›na duyars›z koca koca güruhlar›n
çok kolay yönlendirilebilece¤ini de...
Cehaletin en fazla tribünlerde a盤a ç›kmas›
flafl›rt›c› de¤il. Bu, bütün dünyada böyle olmasa da, özellikle sömürgelefltirilmifl, cahil
b›rakt›r›lm›fl ülke halklar› aras›nda, buralarda
kolayca yayg›nlaflt›r›ld›¤› için ayakta duruyor
o ülkenin iktidarlar›... Elbette ki tribünlerdeki
bütün herkesi mahkum etme gibi bir amac›m›z yok. Onlar› tenzih ederek söylüyoruz söyleyeceklerimizi.
Futbolu yaflam›n diyalekti¤inden de, politikadan da soyutlamak mümkün de¤il. Art›k,
futbolun “f”sinden bile anlamad›¤›n› bildi¤imiz politikac›lar, hükümetlerinin düflüncelerini futbolla iliflkilendirerek aktar›yor, konuflmalar›n› futbol terimleriyle zenginlefltiriyor.
En yak›n örne¤ini hükümet sözcüsü Cemil Çiçek verdi geçenlerde. Lübnan’a gidecek “Bar›fl Gücü”ne asker gönderme konusunda,
“Denizler ötesinden ülkeler asker gönderirken, biz maç› kalearkas›ndan seyredemeyiz”
dedi. Lübnan halk›n›, ABD ve ‹srail’in ali ç›karlar› ad›na katletmenin, bir futbol maç›na
benzetilmesinin tüyler ürperten ironisi bir
yana; hayat›nda bir kez bile maç izlemedi¤ine neredeyse emin oldu¤umuz ( Çünkü dünya görüflü, futbolu günah olarak kabul ediyor) Cemil Çiçek’in bile futbolu retori¤ine
malzeme yapmas›, futbolun ne derece etkili
oldu¤unu anlatmaya yetiyor.
Prof. Necmi Erdo¤an ve Tan›l Bora, “Dur Tarih
Vur Türkiye” adl› yap›tlar›nda, Türkiye’de futbol ve milliyetçilik iliflkisi konusunda flu saptamay› yap›yorlar; “Türkiye’de medyatik futbol söylemi, milli kimli¤in yeniden kuruluflunda; ihmal edilmez bir paya sahiptir. Oyun
hakk›nda sadece basitçe haber veriyormufl,
sadece sahada olup biteni aktar›yormufl gibi
yapan medya, asl›nda bunu yap›laflm›fl bir
idelolojik söylemsel kompleksin içine yerlefltirerek sunar. Bunun en güzel örneklerinden
biri, uluslararas› maçlar›n milliyetçi bir ba¤-
lamda yeniden kurulmas›d›r. Medyatik futbol söylemi, uluslararas› maçlar› Türk Milleti
aç›s›ndan ‘ölümkal›m’ meselesi (beka davas›)
havas›nda sunarken, lig maçlar›nda da kulland›¤› askeri söyleme özgü lügatçeye daha
s›k baflvurarak milletleraras› ‘savafl’ efektini
pekifltirir.”
Medya öylesine ateflliyor, öylesine ajite ediyor ki kitleleri, stadyumun bir arena, tribünlerin bir mabed, futbolcular›n da birer tanr›
kat›na yükselmesi ola¤an bir sonuç olarak
karfl›m›za ç›k›yor. Bir insan›n iki saat boyunca
tüm dertlerinden s›yr›lmas›, maçtan ve tuttu¤u tak›mdan baflka fleyi (Belki uç bir örnek
olacak ama mesela evde ölüm döfle¤indeki
kanser hastas› eflini, annesini, belki de çocu¤unu…) bütünüyle akl›ndan ç›karmas›, bir
nevi iki saatlik amneziye u¤ramas› nas›l aç›klanabilir ki baflka türlü? Her fley bir bütün asl›nda. Portekiz’in kanl› diktatörü Salazar’›n
Lizbon Stad›’n›n inflas›n›, “Bana onbinlerce
insan› uyutabilece¤im bir beflik yap›n” diyerek bafllatmas›, faflizmin futbola bak›fl›n›,
onun getirisini-götürüsünü çok önceden hesaplad›¤›n› en aç›k flekilde göstermiyor mu?
Veya ‹talyan faflist diktatör Mussollini’nin;
futbolun, mizansene uygun bir alan içinde
önemli say›da kalabal›¤› toplayarak, bu kalabal›klar üstünde yo¤un bask› kurmaya ve
milliyetçi güdüleri harekete geçirmeye yarayan ola¤anüstü potansiyelini keflfetti¤i ve
futbolcular hakk›nda ilk kez “Milli davan›n
askerleri” deyimini kulland›¤› gerçe¤i bize bir
fleyler anlatm›yor mu?
Sözün özü, herkes att›¤› ad›ma dikkat etmeli.
Neye, kime hizmet etti¤ini bilmeli. Tribünlerde yaflanan ve giderek de azg›nlaflaca¤›na
dair emarelerini her hafta gördü¤ümüz milliyetçilik dalgas›, aç›kças› bu ülkenin gelece¤i,
en az›ndan tribünlerin gelece¤i hakk›nda hiç
de iyi fleyler düflündürmüyor insana. Fakat
umut hala Pascal Nouma’ya yönelik ›rkç› sald›r› sonras› aç›lan “Hepimiz Zenciyiz” pankart›nda... Umut, yine Eto’o’ya yap›lan ›rkç›
hakaretlerden, afla¤›lamalardan sonra aç›lan
“Hepimiz Eto’o’yuz” pankart›nda... Umut,
Aurelio’ya yönelik aç›lan ›rkç› “Mehmet
Olunmaz Mehmet Do¤ulur” pankart›ndan
sonra aç›lan “Irkç› Do¤ulmaz, Irkç› Olunur”
pankart›nda… Umut, elbet bir gün tüm tribünlerden yükselecek “Bütün halklar kardefltir” slogan›nda...J
foto: fatih p›nar
ay›n foto¤raf›
Yoksullar›n hayalleri o kadar çok ki... Dünyalar› o kadar genifl ve o kadar dolu ki… Ekme¤ini eme¤iyle kazananlar›n hayalleri. Hiç ama hiç kimsenin daraltamad›¤› o hayaller kendine bir yer bulur...
Büyük dünyam›z›n ustalar› var. Hayallerini yoksullukla infla edenler... Yoksulluk teslim alamam›fl onlar›n umutlar›n›... Hayallerini bulduklar›
yerde toplay›p getirirler… Yoksullar›n dünyas› o kadar büyük ve genifl ki kimse onun var olmas›n›n önüne engel koymas›na gücü yetmiyor.
Bu karenin içindekiler, her fley ama her fley çöplükten toplanm›fl.
Çöplükten yarat›lan bir dünya. Yaflama bu kadar güzel bakan bir insan…
Çöpten toplanan s›cac›k bir yuvan›n tu¤lalar›... J
EYLÜL 2006 | TAVIR | 25
okurdan
sizden gelenler
büyüdükçe güçlenir, bileylenir, büyüdükçe
kinlenir, derinleflirsin...
Belki bilmezsin k›z›l›n güzelli¤ini o zamanlar, anlayamazs›n paylaflman›n de¤erini…
Belki ö¤retmemifllerdir sana direnmeyi…
Onlar da çocuktu: Sar›fl›n, kara, ak, mavi gözlü, onlar›n da tenleri vard› dokunulacak, onlar›n da elleri vard› tutulacak, onlar da üflürdü kara ayazlarda, onlar da susard› flüphesiz... Onlar da çocuktu: Adlar› çocuktu yürekleri büyük... Çok büyük...
SEN H‹Ç ÇOCUK GÖZÜ ÖPTÜN MÜ?
Dokundun mu hiç tenine bir çocu¤un? Ellerini tuttun mu üflüdü¤ünde?
Üstünü örttün mü kara ayazlarda? Avuttun
mu ac›l›s›n›? Su verdin mi susam›fl›na? A¤lad›n m› her a¤lad›¤›nda?
Peki, öptün mü bir çocu¤un gözünü? Siyah,
mavi, yeflil… gözünün taa içini?
Gözünün taa içinden akt›n m› ›rmaklara?
Solukland›n m› gözünün yafl›nda?
Sevmekle bafllar hayat... Hayat(lar) sevgilerle
ço¤al›r… Sevgiyle büyür insan ömrü yaflam›n
her periyodunda… Bazen t›kan›p kal›r umutlar›n ac›mas›z devinimin içinde, solu¤un kesilir…
Dersin ki o zaman: Ne var yaflamaya de¤er?
An›msa o zaman bir çocu¤un gözlerindeki p›r›lt›y›... Direncin da¤ çiçeklerini...
Çocukken büyütürsün içindeki ilk umutlar›,
26 | TAVIR | EYLÜL 2006
Erken büyüdüler onlar…
Erken ald›lar ellerine tafllar›…
Topra¤› erken koklad›lar...
Mavzere erken sar›ld›lar…
Türküleri erken tan›d›lar...
Ölümü erken tatt›lar...
Kimi beflikte tan›d› ölümü, kimi onüçünde,
kimi onyedisinde... Ama çocuktu onlar, sar›fl›n, kara, ak, mavi gözlü... Çat›lar› yoktu ya¤an ya¤murdan kaçs›nlar, sular› yoktu susay›nca içsinler... Bazen Diyarbekir oldu ölümün ad›, bazen Filistin, bazen ‹rlanda, bazen
Bolivya, bazen Irak...
Amcalar büyük uçaklarda getirdi ölümü, b›rakt› avuçlar›na… “Özgürlük” dediler, “demokrasi” dediler, ölümün ad›n› de¤ifltirdiler... fiimdi binlerce küçük beden ölüme yürür korkmadan, yürekleri “Filistin” der,
“Lübnan” der, “Ba¤dat” der, yürekleri “Ba¤›ms›zl›k” der...
fiimdi binlerce küçük beden “Özgür vatan”
der, hayk›r›r korkusuzca umutlar›n›... Gece
yutamaz onlar›, kan bo¤amaz, iflkence susturamaz... Çocuk olmak ne zordur asl›nda…
E¤er ki bir gün büyüyeceksen ve tafllara ve
silahlara sar›lacaksan, çocuk olmak ne zordur o zaman...
Ama sen görmüyorsun, duymuyorsun. Hala
çocuklar ölüyor bir yerlerde, hala s›cak demir
parçalar› körpe bedenlere saplan›yor pervas›zca... Hala analar a¤l›yor dünyan›n bir
ucunda... Nas›ld›r bilir misin küçücük bedenini vatan›na, topra¤›na siper etmek?
Bilir misin nas›l yakar teni kimyasal bombalar? Kim bilir nice analar çocuksuz, nice çocuklar anas›z kalacak?
Kim bilir daha kaç çocuk ellerinde k›z›l bayraklarla tafllarla tanklar›n önüne yatacak?
Ama sen duymayacaks›n görmeyeceksin...
Senin umurunda olmayacak sokaklarda üstüne bast›¤›n kemikler, hiç anlayamayacaks›n ölümün erkenini... Oysa ki sen de çocuktun bir zamanlar; umutlar›n vard›, düfllerin
vard›...
E¤er insansan nas›l susturabilirsin içindeki
kini, göz göre göre; nas›l susars›n haks›zl›¤a
ölümlere? Hayat direnmektir oysa biraz da,
çocuklar›n gözlerinde... Gözlerinin taa içinde... Gözlerinin en derininden akabilmektir
kavgaya...
Ben Diyarbekir’im, Filistin’im, Lübnan’›m,
Irak’›m; ben Vietnam’›m, Bolivya’y›m… Ba¤dat’›m ben... ben bir çocu¤um... Yak›yorum
flimdi bedenimi bir meflale gibi...
Ve çekiyorum yüre¤imin pimini... Kofluyorum kavgaya, kavgama, kavgam›za...
Ahmet Ali ÖZKAN. J
okurdan
ÖLÜMLERDEN DO⁄UM BE⁄EN fi‹MD‹*
Alevler; binan›n her yan›n› sarm›flt›, günlerce
aç kal›p henüz yiyecek bulmufl y›rt›c› bir hayvan gibi yalay›p yutmak istiyordu binay›.
“Oysa ne kadar heybetliydi o yap›!” diye geçirdi akl›ndan. Sadece onun de¤il, önünden
geçenlerin ya da onu uzaktan bile olsa görenlerin içinde, korkuyla ve ürküntüyle kar›fl›k
bir sayg› duygusu uyand›r›rd›.
‹flte bu yüzden itfaiye eri tereddütlüydü baflta. Yang›n ç›kar ç›kmaz haberi al›p yetiflmifllerdi ama nafile, yap›y› kurtarmak mümkün
de¤ildi. Heybetine ra¤men yap› o kadar çürümüfltü ki, üzerine tonlarca köpük ve su püskürtmelerine ra¤men, “bana m›s›n” bile dememiflti. Tereddüdü, duydu¤u ya da duydu¤unu sand›¤› seslerle ilgiliydi. Eriyip giden binadan sesler duydu¤unu sanm›flt› bir an, görevini yapmakta bir an tereddüt etmiflti. Yine
de hemen kendini toplam›fl ve hummal› çal›flman›n içine dalm›flt›.
Sonunda sakinleflmiflti yang›n, adeta bir çivisi kalmamacas›na yanan binan›n küllerinden tek tük ç›t›rt›lar duyuluyordu. Herkes
çok yorgun ve flaflk›nd›. Alevlerin egemenli¤indeki gecenin ard›ndan, sabaha karfl›, al›nlar›ndaki terleri ellerinin tersiyle s›y›r›rlarken
derin birer soluk ald›lar. Sadece kendisi hala
enkaz halindeki binan›n karfl›s›nda, kulaklar›n› dikmifl bir fleyler duymak istercesine
bekliyordu. “Bana bir fleyler anlatmak istiyor” diye geçirdi içinden, “F›s›lt›lar var, ama
anlayam›yorum”. Tüm dikkatini vermeye çal›flt›, ama sonunda kendisi de di¤erleri gibi
elinin tersiyle terini sildi ve derin bir soluk
alarak evin yolunu tuttu.
Farecik karanl›k labirentte soluk solu¤a kalm›fl, yine de peynire ulaflamam›flt›. Sa¤a dönüyor tosluyor, sola dönüyor olmuyor, ileri
gidiyor o zaman da gerisin geri ilk bafllad›¤›
yere dönüyordu. ‹mkan› olsa bafl›n› bu ç›ld›rt›c› kapandan ç›kar›p yollar›n nereye vard›¤›na bakabilirdi, yaz›k ki boynuna as›l› duran
a¤›r prangalar buna elvermiyordu. Karn› iyiden iyiye ac›km›flt› ve giderek halsiz düflüyordu.
Peyniri çok k›sa bir zaman içinde bulamazsa,
oldu¤u yere y›¤›l›p kalacakt›. Nas›l bir iflkenceydi bu böyle! O buram buram koku beyni-
nin tüm k›vr›mlar›nda defalarca peynir imgesini yarat›yor, açl›¤›n› kamç›l›yordu. Gücünün son damlas›na kadar prangas›n› sürükleyerek olanca yollar› denedi, dayanamad›
ve gözleri istemsizce kapand› ve açl›k, beyninde bir damar gibi atarken kendinden geçti.
‹yice gerindi. Yaklafl›k sekiz saattir ayr›lmam›flt› iflinin bafl›ndan, boynu ve s›rt› tutulmufl, ayaklar› uyuflmufltu. “Bu ne biçim ifltir
anlamad›m, yapt›kça azalm›yor da art›yor”
diye m›r›ldand›. Yüzünü y›kamak için kalkt›,
muslu¤u açt›, çamurluydu su. Biraz bekledi,
su durulaflmad›, üstelik çok pis bir koku yükseliyordu. “Bu kadar yorgunlu¤un üzerine,
yüzümü dahi y›kayamayacak m›y›m?” diyerek sinirlendi, tam s›rt›n› dönüp gidecekti
ki… Suyun içinden bir tak›m flekiller kopup
lavabodan yere atlamaya bafllad›. Atl›yor ve
etrafa yay›l›yorlard›, say›lar› flimdiden yüzleri bulmufltu.
Böcek de¤illerdi, sürüngen de¤illerdi, kufl ya
da bal›k, insan ya da nesne de¤illerdi. Bunlar
duygulard›, kirletilmifl duygular, bir zamanlar temiz olan ama flimdi kanalizasyonlardan
içme suyuna kar›flan kirli duygular, vicdanlard›. Bunlarla yüzünü y›kamas› mümkün
de¤ildi, ferahlayaca¤›na daha fazla sersemler, verimlili¤i de düflerdi sonra. Çamurlaflm›fl duygular ve vicdanlar oradaki herkesin
üzerini kaplamaya bafllad›, hemen muslu¤u
kapatt›, garip olan ise onun d›fl›nda kimsenin bu olay›n fark›na varmam›fl olmas›yd›.
Aynaya bakt›. Gözleri yoktu, erimiflti. ‹çi yan›yordu, kavruluyordu, daha fazla, daha fazla kavruluyordu. Vücudunun geri kalan yerleri de erimeye bafllad›, sesi bir türlü ç›km›yordu, anlams›z bo¤uk h›r›lt›lar ç›kard›. Ses
telleri de eridi, nefes borusu ve ci¤erleri yanmaya bafllad›. A¤z›ndan de¤il ama çok derinlerinden ç›kan bir ses f›s›ld›yordu: “Kurtar›n… beni… kurtar›n… beni… kurtar›n…”
‹tfaiye eri anahtar› çevirip kap›y› açt›. Eve girdi ve yata¤a do¤ru ilerledi, üzerini örtmeden
uzand›; “Biri yard›m istedi benden” diye m›r›ldand›, “Ama insan sesi gibi de¤ildi, kapana
k›s›lan, ne yapaca¤›n› bilemeyen, nefsine yenik düflmüfl ve köleleflmifl bir insan-farenin
盤l›klar› gibiydi”. Düfl gördü¤ünü sand› ilkten. Hay›r, düfl de¤ildi akl›ndan geçenler...
Güçlükle do¤ruldu yerinden. S›rt› ve boynu
tutulmufltu, bafl›n› kald›rmak istedi ama o
kadar yüklü idi ki boynuna as›lm›fl pranga,
kald›ramad›. fiafl›rd›, “Bu kadar zaman nas›l
tafl›m›fl›m bunlar›, kimin kölesi olmuflum
ben” diyerek yutkundu. Midesinin buruldu¤unu hissetti. Daha önce hiç olmad›¤› kadar
aç ve susuzdu, yerinden kalkam›yordu.
‹çinden yükselen ve onu aç bir hayvan›n tatminsiz a¤z› gibi yalay›p yutmak isteyen kirli
duygular ba¤›r›yordu ars›zca: “Ç›kmaza düfltün! Asla kurtulamayacaks›n! Yan›p kül olacaks›n! Eriyeceksin, önce kifayetsiz gözlerinden bafllayarak!”
Sordu “Niye?” diye ve piflmanl›klar içinde
ac›d› kendine. “Niye anlayamam›flt›m, nas›l
oldu da çözememifltim dediklerini/dediklerimi? Bu kadar m› yabanc›laflm›flt›m, bu kadar m› kay›ts›zlaflm›flt›m kendime, her fleye,
herkese? Kay›ts›z oldum, küllerimi öylece
seyrettim, sonra da çekip gittim. Kendi sonumu kendim haz›rlad›m.” Piflmanl›klar da
ona ac›d› ve çekip gittiler.
Duyars›zl›¤›yla, katliamlar›yla, bitmemifl hesaplar›yla, açl›¤›yla, kirlenmiflli¤iyle, köleli¤iyle, zaaflar›yla ve iradesizli¤iyle bafl bafla
kald›. Yaflamak için yaln›zca bir flans› vard›:
Yüzleflmek. Kendisiyle, yapt›klar›yla ve yapmad›klar›yla, fark›nda olup da kay›ts›z kald›klar›yla yüzleflmek, hepsinin hesab›n› dürüstçe vermek. Kay›ts›zl›k yarg›ç oldu, duruflma bafllad›: “Suçlan›yorsunuz cinayetle”. San›k bafl›n› e¤di: “‹tiraf ediyorum seve seve.
Ama çürümüfltüm çok, hak etmifltim de. Zaman› gelmiflti evet sona ermemin. Zaman›
geçmiflti çoktan zehirli meyvelerimin”.
Yarg›ç avukat oldu: “Bitmifl, kirlenmifl insanl›k yan›p enkaz haline gelmeden nas›l s›yr›labilir ki dupduru denizin berrak k›z› y›ld›zlara
do¤ru?” ‹nsan nas›l tekrar insan olabilir? San›k yarg›ç oldu: “Yok olmal› var olmak için,
yok olmal›. Fare ölmeli, kay›ts›zl›k erimeli, itfaiye eri yitip gitmeli, çünkü y›kay›p ferahlatacak bakir yang›n, açal›m kollar›m›z›!” Gerçe¤i kabullendi ve reddetti. Kay›ts›zl›k, baflkald›r›yd› bundan böyle.
* “Bir flekilde do¤ar, fakat bin bir flekilde ölürüz.” (Bir Yugoslav Atasözü)
Sema Deniz. J
EYLÜL 2006 | TAVIR | 27
de¤erlendirme
ezilenlerin tiyatrosu
gülnaz b›çakç›
“EZ‹LENLER‹N T‹YATROSU” ‹S‹ML‹ K‹TABIN YAZARI AUGUSTO BOAL’IN AR‹STOTELES’‹N TRAGEDYASINI DE⁄ERLEND‹RMES‹:
AR‹STOTELES’‹N BASKICI TRAGEDYA S‹STEM‹
“[Atina] halk ad›na, fakat soylulu¤un ruhuyla yönetiliyordu... Meydana gelen tek “ilerleme” soy aristokrasisinin yerini para aristokrasisinin, klan devletinin yerini plütokratik bir rantiye devletinin almas›yd›... Bedeli köleler ve halk›n savafl ganimetlerinden pay almayan kesimleri taraf›ndan ödenen kazan›mlar›, özgür vatandafllara
ve kapitalistlere da¤›tan bir politika izleyen emperyalist bir demokrasiydi.
dramatik) fliirin politikadan ba¤›ms›z oldu¤unu ilan etmifltir. Augusto Boal amac›n› flöyle aç›klar: “Benim bu eserde yapmay› hedefledi¤im fley tam tersine, Aristoteles’in, izleyicilerin ‘kötü’ ve yasad›fl› e¤ilimlerini yok etmek için seyircinin korkutulup sindirilmesine
yönelik ilk ve afl›r› derecede güçlü poetik-politik sistemi infla etti¤ini göstermektir. Bu sistem bugüne kadar sadece tiyatroda de¤il TV
pembe dizilerinde ve western filmlerinde de bütünüyle kullan›lm›flt›r. Halk›n bast›r›lmas› amac›yla, sinema, tiyatro ve televizyon, Aristotelesçi poetika ortak temelde birleflmifltir”.
*****
Tragedya, Atina demokrasisinin karakteristik ürünüdür; hiçbir sanatsal biçimde, toplumsal yap›s›n›n iç çeliflkileri tragedyada oldu¤u
kadar do¤rudan ve belirgin bir flekilde görülemez. Kitlelere sunulufl
biçiminin d›fl görünümü demokratikti, ancak içeri¤i, yani hayata dair trajik-kahramanca bir bak›fla sahip kahramanl›k destanlar›, aristokratikti... Tart›flmas›z bir flekilde yüce gönüllü bireyin, ola¤anüstü
farkl› insan›n standartlar›n› yaymaktad›r... Kökenini, flark›lar›n kolektif icras›n› dramatik diyalo¤a dönüfltüren “koro bafl›n›n korodan
ayr›lmas›” olgusuna borçludur...
TRAGEDYA NEY‹ TAKL‹T EDER?
Tragedya insan edimlerini taklit eder. ‹nsan edimleri sadece insan
faaliyetlerinden ibaret de¤ildir.
Aristoteles insan ruhunu iki k›sma ay›r›r: bunlar rasyonel ruh ve irrasyonel ruhtur.
‹rrasyonel ruh yemek yemek, su içmek, yürümek gibi fiziksel eylemlerden oluflur.
Tragedya bunlar› taklit etmez. Yaln›zca, insan›n rasyonel ruhu taraf›ndan yap›lan eylemleri taklit eder:
Bunlar üçe ayr›l›rlar:
a) Yetiler
b) Tutkular
c) Al›flkanl›klar
*****
Tragedya oyuncular› gerçekte devletin burslu elemanlar› ve levaz›mc›s›d›rlar. Devlet onlara sahneledikleri oyunlar karfl›l›¤›nda para öder,
ancak do¤al olarak devlet politikas›na ve yöneten s›n›flar›n ç›karlar›na karfl›t eserlerin sahnelenmesine izin vermez. Tragedyalar aç›k bir
flekilde tarafl›d›r ve zaten tarafl› de¤ilmifl gibi de yapmazlar.”
a) Yeti: ‹nsan›n yapabilece¤i her fleydir. ‹nsan afl›k olmasa dahi afl›k
olma yetisine sahiptir. Yani yeti, potansiyel olarak bulunand›r.
b) Tutku: Tutku somut eylem haline gelmifl yetidir. Örne¤in aflk olas›l›k olarak kal›rsa yetidir ama gerçekleflirse tutkuya dönüflür.
c) Al›flkanl›klar: Tutku tekrar tekrar ortaya konulursa al›flkanl›k haline gelir.
(Arnold Hauser, The Social History of Art)
O halde, tragedya insan›n rasyonel ruhunun al›flkanl›klar›n›n üretti¤i eylemleri taklit eder.
Tüm bu eylemler insanlar›n mutlulu¤unu amaçlar.
Augusto Boal, “Ezilenlerin Tiyatrosu” isimli eserinde tiyatronun zorunlu olarak politik oldu¤unu göstermeyi amaçlad›¤›n› yazar. Tiyatroyu politikadan ay›rmaya çal›flanlar›n bizi yan›ltmak istediklerini
ama asl›nda onlar›n bu tutumun da politik oldu¤unu söyler.
Tiyatronun politik olmad›¤›n› savunanlar›n bu tezlerini çürütmeye
ilk önce Aristoteles’in Tragedya sisteminin asl›nda bask›c› politik bir
sistem oldu¤unu göstermekle bafllar. Oysa Aristoteles (lirik, epik ve
28 | TAVIR | EYLÜL 2006
MUTLULUK NED‹R?
Aristoteles mutlulu¤u üçe ay›r›r:
1) Maddi hazlardan al›nan mutluluk
2) fian ve flereften gelen mutluluk
3) Erdemin do¤urdu¤u mutluluk
Aristoteles’e göre maddi hazlardan al›nan mutluluk tragedyada ele
de¤erlendirme
al›nmamal›d›r. Bunlar zenginlik, itibar, gastronomik (iyi ve lezzetli
yiyecekler yeme sistemi) ve cinsel hazlar gibi hayvanlar›n da yaflayabilecekleri mutluluklard›r.
fian ve flereften al›nan mutluluk ise baflkalar› taraf›ndan tan›n›r ve
onaylan›rsa meydana gelir.
Erdem ise rasyonel ruhun erdemli davran›fl›ndan meydana gelir.
PEK‹ ERDEM NED‹R?
Erdem, verili herhangi bir durumdaki muhtemel afl›r› davran›fllardan en uzak olan davran›flt›r. Erdem afl›r› uçlarda bulunmaz. Örne¤in çok az yemek yemek de, afl›r› yemek yemek de sa¤l›¤a zarar verir. Erdemli davran›fllar de¤ildir. Ölçülü yemek yemek erdemli davran›flt›r.
“Antigone”da, Antigone’un afl›r› aile sevgisi de, Kreon’un afl›r› devlet
sevgisi de erdemli sevgi de¤ildir.
Afl›r› davran›fl kusurlu davran›flt›r. Erdemde ne afl›r› ne de eksik davran›fl vard›r.
Ama erdemli davran›fl› kusurlu davran›fltan ay›rmak için dört koflul
gereklidir. Bunlar: ‹radilik, özgürlük, bilgi ve istikrard›r.
Aristoteles’e göre, tragedya erdemli davran›flta bulunan, mutlulu¤u
arayan insan›n rasyonel ruhunun eylemlerini (al›flkanl›k haline gelmifl tutkular›n›) taklit eder.
‹nsan eyleminin erdemli olarak de¤erlendirilebilmesi için dört koflula uymas› gerekir.
Bu koflullar flunlard›r:
1) ‹radilik: ‹nsan rastlant›sal olarak de¤il, kendi iste¤iyle eyleme geçmeye karar verdi¤i için eylemde bulunur.
2) Özgürlük: Erdem, herhangi bir d›flsal bask› olmaks›z›n gerçeklefltirilen özgür davran›flt›r.
3) Bilgi: Bilgi, bilgisizli¤in karfl›t›d›r. Eylemde bulunan bir kiflinin
önünde koflullar›n› bildi¤i bir seçim bulunmaktad›r.
4) ‹stikrar: Yunan tragedyas›n›n bütün kahramanlar› tutarl› bir flekilde ayn› tarzda davran›rlar.
Burada da erdemi ne rastlant› ne de flans belirler.
Dolay›s›yla, tragedyan›n taklit etti¤i insanlar, eylemde bulunurken
iradi, özgür, bilgili ve istikrarl› davranan kiflilerdir. Bunlar, insan›
mutlulu¤a götüren yol olan erdemi uygulaman›n dört kofluludur.
Tragedya en yüksek amaca, politik “iyi”ye yönelik eylemleri taklit
eder. O halde, politik iyi nedir? Politik iyi, adalettir.
ADALET NED‹R?
Aristoteles’e göre adalet, oldu¤u gibi gerçekli¤in kendisinde içerilmektedir. Halihaz›rda varolan eflitsizliklerin dönüfltürülmesi olas›l›¤›n› göz önünde bulundurmaz, sadece onlar› kabul eder. Ve bu nedenle de, özgür erkekler ve köleler gerçeklikte var oldu¤undan, eflitsizli¤in ilk ölçütü bu olacakt›r. Bir erkek olmak fazlal›k, bir kad›n olmak ise eksikliktir. Somut gerçekli¤in gösterdi¤i budur Aristoteles’e
göre. O halde özgür erkekler en üst seviyede olacakt›r; sonra özgür
kad›nlar gelecek ve onlar› erkek köleler izleyecektir; zavall› kad›n köleler de en alt seviyede yer alacakt›r.
‹flte, Atina demokrasisi buydu.
Buradan ç›kan sonuca göre, adalet gerçeklik de¤ildir, adalet orant›l›l›kt›r. Bu orant›l›l›¤›n ölçütleri belirli bir flehir devletinde fiilen hakim olan politik sistem taraf›ndan belirlenir. Adalet daima orant›l›l›k olacakt›r, ancak orant›l›l›¤› belirleyen ölçütler sistemin bir demokrasi, oligarfli, diktatörlük, cumhuriyet veya baflka bir sistem olmas›na ba¤l› olarak de¤iflecektir.
Tragedya, insan›n afl›r›l›klardan uzak, erdemli davran›fl›ndan –ki bu
erdemli davran›fl›n yüce “iyi”si adalet, en büyük ifadesi anayasad›r
– oluflan mutlulu¤unu arama sürecinde, rasyonel ruhunun eylemlerini, al›flkanl›klara dönüflmüfl tutkular›n› taklit eder.
Son tahlilde mutluluk kanunlara uymaktan oluflur.
T‹YATRO HANG‹ ANLAMDA B‹R ARINDIRMA VE S‹ND‹RME ARACI
OLARAK ‹fiLEV GÖREB‹L‹R?
Görüldü¤ü gibi flehir nüfusu eflit derecede mutlu de¤ildir çünkü çeflitli eflit olmayan s›n›flara bölünmüfltür. Eflit olmayan s›n›flar, sis-
EYLÜL 2006 | TAVIR | 29
de¤erlendirme
temden eflit flekilde memnun olamazlar. Ama onlar›n sistem karfl›s›nda eflit flekilde edilgin kalmalar› sa¤lanmal›d›r. Bu da çeflitli bask› biçimleriyle sa¤lan›r: Politika, bürokrasi, al›flkanl›klar, gelenekler
ve Yunan Tragedyas›yla.
Yunan tragedyas›n›n ve Aristotelesçi tragedya sisteminin temel
özelli¤i bask›c› ifllevidir. Bu bask›c› ifllevi de katharsis’le yapar. Katharsis izleyicilerde korku ve ac›ma duygular› uyand›rmakt›r. Korku
ve ac›ma duygular› kendilerini trajik karakterlerde de¤il seyircide
a盤a ç›kar›r. Seyirciler kahramanlara bu duygular arac›l›¤›yla ba¤lan›rlar. Seyirciler kahramanlara as›l olarak korku ve ac›ma duygular›
arac›l›¤›yla ba¤lan›r, çünkü Aristoteles’in dedi¤i gibi, kendimize
benzeyen bir karakterin bafl›na, hak edilmemifl bir fley gelir. Örne¤in, Oidipus büyük bir krald›r ve halk onu sever; yönetimi kusursuzdur ve böylesine ola¤anüstü bir kiflinin bir tek kusurundan, kibirinden dolay› y›k›lmas› karfl›s›nda ac›ma hissederiz. Belki de kibir bizim
de sahip oldu¤umuz bir fleydir: Korkumuz bu yüzdendir.
Sonuç olarak, flunu söyleyebiliriz: ‹nsan eylemlerinde –kanunlara
uymak olan en büyük erdem arac›l›¤›yla mutlulu¤u ararken gösterdi¤i erdemli davran›fllar›nda –baflar›s›z oldu¤unda, bu baflar›s›zl›¤›
düzeltmek üzere tragedya ve sanat devreye girer. Ar›nd›rma, katharsis arac›l›¤›yla, karakteri amaçlar›na ulaflmaktan al›koyan yabanc›, istenmeyen unsurun ay›klanmas› arac›l›¤›yla olur. Bu yabanc› unsur kanunlara ayk›r›d›r; toplumsal bir hata, politik bir eksikliktir.
AR‹STOTELES’‹N BASKICI TRAGEDYA S‹STEM‹ NASIL ‹fiLER?
Gösteri bafllar. Trajik kahraman görünür. Seyirci onunla bir tür empati kurar.
Eylem bafllar. fiafl›rt›c› bir flekilde kahraman davran›fllar›nda bir hata, bir hamartia (Trajik hata. Toplumun istenilir olarak kabul etti¤i
fleylerde uyum içinde olmayan tek özelliktir) gösterir; daha da flafl›rt›c› olan›, kahraman›n mevcut mutluluk halini yine bu hamartia sayesinde kazand›¤›n›n ö¤renilmesidir.
Empati arac›l›¤›yla, seyircinin de sahip olabilece¤i ayn› hamartia
uyar›l›r, gelifltirilir ve etkinlefltirilir.
Bir hamartia sayesinde bu kadar yukar›lara ç›km›fl olan karakter,
buradan düflme riskine girer. Bu Poetika’da peripeteia, karakterin
kaderindeki köklü bir de¤iflim [baht dönüflü an›] olarak s›n›fland›r›lan fleydir. Bu ana kadar “hamartia”s› uyar›lm›fl olan seyirci giderek
büyüyen bir korku hissetmeye bafllar. Karakter flimdi felaketine
do¤ru ilerlemektedir. Kreon o¤lunun ve kar›s›n›n öldü¤ünü haber
alm›flt›r.
Karakterin yaflad›¤› peripeteia ayn› zamanda seyircide yeniden üretilir. Ama seyircinin peripeteia an›na kadar empati kurup bu noktadan sonra kendisini ondan ay›rmas› da muhtemel bir durumdur.
Bunun önlenmesi için karakterin Aristoteles’in anagnorisis –yani
hatas›n›n fark›na varma ve ak›l yürütme yoluyla onu aç›klama – dedi¤i duruma geçmesi gerekir. Kahraman hatas›n› kabul eder, bunu
yapmaktaki beklentisi kendisiyle empati kurmufl olmas› sayesinde
seyircinin de kendi “hamartia”s›n›n kötü oldu¤unu kabul etmesidir.
Ancak seyirci sadece vekaleten hata yapma gibi büyük bir avantaja
sahiptir: Gerçekte bu hatan›n bedelini ödemez.
30 | TAVIR | EYLÜL 2006
Son olarak, seyircinin hatay› sadece vekaleten de¤il, fiili olarak ifllemesinin korkunç sonuçlar›n› zihinde tutmas›n› sa¤lamak amac›yla,
Aristoteles, tragedyan›n katastrofi (felaket) olarak adland›rd›¤› korkunç bir sonu olmas› gerekti¤ini belirtir. Karakterlerin fiziksel y›k›m›n›n mutlak olarak gerekmemesiyle birlikte tragedyada mutlu sona izin verilmez. Baz›lar› ölür; di¤erleri sevdiklerinin ölümüne tan›k
olur. Her iki durumda da her zaman katastrofi ölmemenin ölmekten beter oldu¤u bir hal al›r.
Tragedyan›n birbirine ba¤l› üç ö¤esi (peripeteia, anagnorisis, katastrofi) seyircide (kahramandaki kadar ya da daha fazla) bir katharsis
yaratma nihai amac›n› güderler; amaçlar› afla¤›da aç›k bir flekilde
tan›mlanm›fl üç aflama arac›l›¤›yla hamartian›n ar›nd›r›lmas›n› sa¤lamakt›r.
Birinci Aflama: Hamartian›n uyar›lmas›. Karakter seyircinin de empatik bir biçimde kendisine efllik etti¤i, mutlulu¤a do¤ru yükselen
bir yol izler. Sonra birdenbire ifllerin tersine döndü¤ü an gelir: Karakter seyirci ile birlikte mutluluktan felakete do¤ru yol almaya
bafllar; kahraman›n düflüflü.
‹kinci Aflama: Karakter hatas›n›n fark›na var›r –anagnorisis. Seyirci
empatik iliflki arac›l›¤›yla kendi hatas›n›n, kendi hamartias›n›n, kanunlara ayk›r› davran›fl›n›n fark›na var›r.
Üçüncü Aflama: Katastrofi. Karakter hatas›n›n sonuçlar›n› yaflar,
bu, kendi ölümü veya sevdiklerinin ölümü gibi fliddetli bir biçim
al›r.
Katharsis: Katastrofiyi izleyerek dehflete kap›lan seyirci kendi “hamartia”s›ndan ar›n›r.
Aristoteles fliirin, tragedyan›n ve tiyatronun, politikayla hiçbir iliflkisi olmad›¤›n› söyler. Oysa, Poetika’n›n kendisi bunun böyle olmad›¤›n› söyler. ‹nsan›n bütün faaliyetleri – bütün sanatlar, özellikle de
tiyatro – politiktir. Ve tiyatro, bask› oluflturman›n en kusursuz sanatsal biçimidir.
SONUÇ
Aristoteles’in bask›c› tragedya sistemi asl›nda güçlü bir korkutma
ve sindirme sistemidir. Bu sistemin temel görevi toplum karfl›t›
olanlar›n ar›nd›r›lmas›d›r. Bu nedenle bu sistem devrimci gruplar
taraf›ndan devrimci dönemler s›ras›nda kullan›lamaz. Bask›c› tragedya sistemi devrimden önce ya da sonra kullan›labilir... Ama asla
devrim s›ras›nda de¤il! Bu sistem bütün de¤erlerin oluflturulmakta
oldu¤u veya sorguland›¤› bir “kültürel devrim” s›ras›nda uygulanamaz. Çünkü bu s›rada, karakterin karfl› karfl›ya kalabilece¤i toplumun kesin ve benimsenmifl bir de¤erler sistemi olamaz.
Aristoteles devrim de dâhil genel kabul görmeyen her fleyi gerçekleflmeden bertaraf etmek için çok güçlü bir ar›nd›r›c› sistem kurmufltur. Onun sistemi bugün k›l›k de¤ifltirmifl bir halde televizyonda, sinemalarda, sirklerde, tiyatrolarda görülmektedir. Birçok farkl›
biçimde ortaya ç›kmaktad›r. Ama özü de¤iflmemektedir: Bireyi dizginleyecek ve önceden mevcut olana uyduracak flekilde tasarlanm›flt›r. E¤er istedi¤imiz buysa Aristotelesçi sistem bu amaca di¤erlerinden daha fazla hizmet eder. Tam tersine, e¤er seyirciyi yaflad›¤› toplumu de¤ifltirmesi, devrimci eyleme kat›lmas› için uyarmak
istiyorsak, baflka bir poetika aramal›y›z!J
gezi
z›mex’te bir gün
grup yorum
Yine bir Dersim yolculu¤una ç›km›flt›k, bu sefer orada olmam›za
vesile olan fley, 6. Munzur Festivali’ydi. Toplam dört ilçede konserler verdik. Pertek, Hozat, Ovac›k, Naz›miye… Bu konserlerin hepsindeki coflku gerçekten görülmeye de¤erdi. ‹nsan›n, oradaki ortam›
gördükten sonra heyecanlanmamas› mümkün de¤il gerçekten.
O s›cakl›k, kabarm›fl duygular, a¤›zlarda ses, gözlerde ›fl›lt› olup
gökyüzüne havalan›yor adeta. Binlerce Dersimli; Türkiye’nin dört
bir yan›ndan ve yurtd›fl›ndaki çeflitli ülkelerden memleketine
koflmufl. Festivalin Dersimli olmayan ama merak etti¤i için gelen
konuklar› da vard› elbette. Her ne kadar bu y›l, daha önceki y›llar
gibi çok kalabal›k geçmese de özellikle ilçelerdeki etkinliklere yüksek kat›l›m sa¤lanm›flt›. Dersim’de dört günü festivalde olmak
üzere, alt› günümüz geçti. ‹ki gün öncesinden Dersim’den
ç›kmam›z gerekirken, bir türlü ayr›lmay› baflaramam›fl ve iki
günümüzü daha orada de¤erlendirmifltik. Festival program›n›n bir
gün sonras› bizim Dersim’deki son günümüzdü. Son günümüzü
Hozat’›n Z›mex Köyü’ne bir ziyaretle doldurmufltuk.
Z›mex; Dersim Merkez, Hozat ve Pertek’i buluflturan, s›n›r noktada
bir köy. Tahmini olarak 25–30 hanenin bulundu¤u, önünde yüksek
ve dik da¤lar›n durdu¤u ve da¤lar›n dibinde derin bir dere yata¤›
olan, arkas›n› ise Dersim’e yaslayan bir köy.
Z›mexli bir arkadafl›m›z›n davetiyle köyü ziyarete karar vermifltik.
Dedi¤imiz gibi küçük bir köy. Burada bir eve misafir olursan›z
bütün evlerde de misafirmiflsiniz gibi hem duyulursunuz hem de
gitti¤iniz evdeki eksiklikler, ihtiyaçlar di¤er evler taraf›ndan
EYLÜL 2006 | TAVIR | 31
gezi
gezdiriliyor, ard›ndan k›zg›n tereya¤› da ekleniyor. fiimdi zerfet,
yenmeye haz›r.
Herkesin heyecanla bekledi¤i an geliyor. Evin sahibi olan a¤abey,
köyü ve burada yaflanan olaylar› anlatmaya devam ediyor.
Sofradan ne zaman kalkt›k, çay› içmek ne kadar sürdü, hiç
hat›rlam›yoruz. Bu öyküler eflli¤inde evden ç›k›yoruz ve hemen
afla¤›da tarla ve bahçelerin bitimindeki dereye do¤ru ilerliyoruz.
Defalarca çat›flma alt›nda kalm›fl bir köy buras›. “Gerilla yuvas›”
diye kaç kez uçaklarla, helikopterlerle bombalanm›fl, ormanl›k
alanlar› yak›lm›fl. Daha bir hafta önce okudu¤umuz bir haberde
yine bu bölgenin bombaland›¤›, yak›ld›¤› yaz›yordu. “fiahanlar”›
eksik olmuyor bu da¤lar›n.
Bu derenin etraf›ndaki her kayal›¤›n neredeyse bir öyküsü var.
Ma¤aralar›n oldu¤u, onlarca metre afla¤›da derenin akt›¤› yerlere
geliyoruz. fiimdi o dik da¤›n hemen karfl›s›nday›z.
kapat›l›r, tamamlan›r. Köyün giriflinde, köy ahalisi taraf›ndan
karfl›lan›yoruz. Konuk oldu¤umuz evin sahibi, büyük bir heyecanla
bizi eve do¤ru götürüyor. Hava s›cak, adeta yak›yor. Kendimizi eve
at›yoruz. Evdeki so¤uk su yetmiyor çünkü hepsini bitiriyoruz. Evin
sahibi, komflular›n›n k›zlar›yla birlikte su almaya gidiyor çeflmeden.
Bir hofl geldin ve ev ahalisiyle tan›flma sohbetinin ard›ndan yemek
için haz›rl›klar bafll›yor. Bu arada o bölgeyle ilgili merak etti¤imiz
her fleyi soruyoruz heyecanla. Gruptan bir arkadafl›m›z da hemen
karfl›daki da¤lar›n arkas›ndaki köylerden. O daha bir heyecanla
soruyor sorular›n›.
Oturdu¤umuz evin bahçesi, o dik ve yüksek da¤lara bak›yor.
Da¤lar›n tepesi filmlerde intihar edilen mekanlar› ça¤r›flt›r›yor. O
derece, uçurum… Dere, köyle dik da¤lar aras›nda kal›yor. Yani uçurumun en dibinden dere ak›yor. Bu dere Hozat taraflar›ndan gelip
Pertek’in köylerine do¤ru giden bir dere. Derenin bu taraf›nda köy
evlerine ait tarla ve bahçeler var. Bu tarlalar›n oldu¤u yer de
karfl›daki da¤lar kadar yüksek olmasa da en az 70–80 metre yüksekten bafll›yor. Tarla ve bahçelerin devam›nda iflte Z›mex geliyor.
Evler bafll›yor.
Biz sohbet ederken; daha önceden f›r›na at›lm›fl hamur ç›k›yor,
“kömbe” k›vam›na gelmifl. “Zérfet” yiyece¤iz. Buna “sir” de deniyor,
“bab›ko” olarak da biliniyor. Yani bir yeme¤in böyle de¤iflik adlarda
bilinmesi de ilginç. Mutlaka bir sebebi vard›r. fiimdilik kafa yormayaca¤›z. Tepsi içinde ortaya “kunçe”nin* üzerine getirilen zérfet
malzemesinden ç›kan buhar kapl›yor ortal›¤›. Bunun seveni çok…
Daha önceki y›llarda da defalarca Dersim merkeze giderken bu yol
üzerinden geçti¤imizde bu dik da¤lar› görür ve hep merak ederdik.
Daha önce baflka öykülerini de dinlemifltik buralar›n.
Geçti¤imiz yerlerde hep eskiden kalm›fl, asker yiyecek konservelerinin paslanm›fl kutular› var. Bir yandan arkadafl bize
buralar›n öyküsünü anlat›rken bir yandan derin düflüncelere
dal›yoruz. Bu izlenim ve an›msamalar›n ard›ndan köye geri dönüyoruz.
Art›k gitmemiz gerekiyor. Ç›kmadan önce köylülerle birlikte türkü
söyleyelim istiyoruz. Onlar›n misafirperverli¤inin karfl›s›nda
türküler arma¤an etmek istiyoruz. K›sa sürede o anda orada olan
bütün köylü, köyün meydan›na a¤açl›klar›n gölgesine toplan›yor.
Biz de tafll›klar›n üzerinde yerimizi al›yoruz.
Köyün gençleri yafll›lar›, tarlada olmayanlar küme küme
toplanm›fllard›. Sa¤ taraf›m›zda genç k›zlar çökmüfl gülüflerek bir
fleyler konufluyorlar. Solumuzda ise yafll› büyüklerimiz yer al›yor.
Hep birlikte gerilla türküleri söylüyoruz. Cemo, Dersim’de Do¤an
Günefl… Ard›ndan Zazaca ve Kürtçe türküler söylüyoruz. Köyün
gençlerinden birine çok ›srar ediyoruz türkü söylemesini ama
maalesef utangaçl›¤› bunu engelliyor. Biliyoruz ki orada, Z›mex’te
söyledi¤imiz türküler yan› bafl›m›zdaki da¤lar›n yücesine de
ulafl›yor.
Birkaç arkadafl yard›m için bafl›na toplan›yor. Bu malzemenin parça
parça ufalanmas› gerekiyor bir tepsinin içine. D›fl kabu¤unu s›cak
s›cak yemenin verdi¤i keyif, bu ifli yavafllatsa da elbirli¤iyle k›sa
sürede bu parçalama ifli bitiyor.
Z›mexliler’le çok samimi bir flekilde ayr›l›yoruz. Sanki uzun zamandan beri arkadaflm›fl›z gibi hissediyoruz. Arabada Dersim’i
düflünüyoruz, yaylalar›, karl› da¤lar›, uçurumlar›, kayal›klar›, sular›,
dereleri… Ve içinde insan›yla güzeldir bütün bunlar… On y›llardan
bugüne bir isyankar gelenektir, sürer Dersim’de…
Sohbet daha koyulaflm›fl durumda art›k. Herkes bir yerde bir fleyler
konufluyor. Ufalanm›fl kömbenin üzerine sar›msakl› ayran
*Kunçe: Bir nevi tahta sehpa. Ayn› zamanda üzerinde hamur da
aç›l›r. J
32 | TAVIR | EYLÜL 2006
röportaj
herkes kendi tecridini yaflar
tav›r
flup duruyor. Bir gözün sürekli seni izledi¤ini
hiç unutmamak. Aya¤›n› bile uzatsan “Nizama uygun otur!” uyar›lar›. Bafl›nda dikilip
duran, sana ters ters bakan robotlaflm›fl gardiyanlar. Amatör Tiyatrolar Çevresi’nin
oyuncular›, dostlar... Dost olduklar› için buradalar ve bunun için sana böyle düflman gibi bakmak zorundalar. Ancak yine de, bütün
bunlar›n bir oyun oldu¤unu bilsen bile huzursuzsun.
Sen, bir, numaras›n. Kimli¤in, kiflili¤in, yeteneklerin ve be¤enilerin yok art›k. Bu kap›dan
içeri girdi¤in andan itibaren bir numaras›n
sadece. 21, 29, 12, 33, 19, 31... Ne fark eder?
Sadece bir numaras›n. Burada bir fley üretmen yasak. Düflünmeyeceksin bu nedenle.
Sadece ve sadece komutlara uyacaks›n.
‹nsanlar bir odaya kapat›l›yor. Hiçbir fley
duymadan görmeden konuflmadan, dokunmadan yaflamak zorunda kal›yor y›llarca.
Sonra insanlar ölüyor ayakta bir a¤aç gibi
her gün bir yaprak dökerek. Sonra bir gün
kuruyup devrilir gibi ölüyorlar.
‹nsanlar ölüyor tecrit denen alçakl›¤a karfl›.
K›pk›rm›z› bir mum gibi eriyorlar.
Bunlar bizim ülkemizde oluyor. ‹nsanlar›n
açl›ktan gün gün ölmesine tan›k oluyoruz.
Açl›k, bu sefer tercih edilen bir açl›k olsa da,
ne flekilde olursa olsun gözümüzün önünde
eriyip gidiyorlar. Bu gerçek de¤iflmiyor.
“Kimse bu insanlar›n neden öldü¤ünü ve
tecridi anlayam›yor mu? Yoksa biz mi anla-
tam›yoruz?”un derdine düflerek bir proje ç›k›veriyor ortaya. Oyun yazar› Bilgesu Erenus’un önerisi olan do¤açlama tiyatro, hepimizi heyecanland›r›yor.
Tecritte ne yaflan›l›yorsa, ayn›s›n› yaflamak
üzere kaleme al›n›yor senaryo. Tart›fl›l›yor
üzerinde. Yer tutuluyor, davetliler aran›yor.
1 haftay› bulan yo¤un çal›flma sonucunda
oyun günü ve saatinde oraday›z... Tarih 26
Temmuz saat 12:00. Hepimiz çok heyecanl›y›z. Birazdan “hepimiz tecride” girece¤iz.
Guantanamo’yu an›msatan tek tip k›yafetler giyiliyor. Ve ilk komutlarla birlikte tek s›ra halinde tecrit odalar›na al›n›yor ayd›nlar.
Düflünen beyinlere düflünmesi yasaklan›yor.
Her fley izne ba¤l›. Dilekçe, sayg› duymak ve
iste¤ini arz etmek... Kavramlar havada uçu-
‹yilefltirileceklerinden bahsediliyor. Hepsi
iyileflecek. Beyinleri etkisiz hale getirilecek.
Tehlikeli düflüncelerden ar›nd›r›lacak.
Düflünen beyinler düflünmeye bafll›yor orada. Komutlar ard› arkas›na geliyor. Sa¤a sola
bakma, önüne dön, göz temas› yasak, konuflmak yasak, gülmek yasak...
Yan›ndakini görmek mümkün. Ancak dokunmak ve konuflmak yasak.
Bir süre sonra s›k›nt› bafll›yor. ‹ç s›k›nt›s› ve
düflünen beyinler hapishanedekilerle empati kurmaya bafll›yor. Susup hiçbir fley istemeyenler de var. Bir bardak su bile istemeyenler. Neden? Çünkü 12 saat sürecektir neticede ve sona erecektir. Buradan istedi¤imiz an
ç›kabiliriz; peki ya içerdekiler? Suç, ceza,
adalet kavramlar› ayr› bir tart›flma konusu.
Peki ya tecrit? Hapishane içinde hapishane...
EYLÜL 2006 | TAVIR | 33
röportaj
Bunu nas›l anlatmal›?
Tecritteki beyinler düflündükçe üretiyor. Birbiri ard›na flark›lar, türküler, marfllar söyleniyor ve tecride karfl› tepkinin ilk refleksleri
oluflmaya bafll›yor. fiiddet görseler de susup
konuflmamaktan kötü olamaz yaflad›klar›.
Ç›kmak isteyenler 10 dakika yo¤un tecride
tabi tutuluyor. Bu sefer görmek de yasak.
10 dakika sonra gözleri kamafl›yor ç›kanlar›n.
Ve d›flar›ya do¤ru ad›mlan›yor yollar. Geride
kalanlar›n hüznü yüreklerde. Hapishanede
duvarlar›n ard›ndakilere bir selam olsun. Dayan›n çocuklar, bu insanl›k utanc›n› yeryüzünden silece¤iz.
“Tecride son” diyor bir avukat açl›¤›n›n
120’li günlerinde fiiflli’deki evinde. Adana’da
bir kad›n iki çocu¤unun gözlerinin içine bakarak söylüyor 100’lü günlerinde: “Tecrit
Kalkacak!”
Sokaklara dal›yorsunuz ve akl›n›za tak›l›yor
belki de: “Niye herkes kendi tecridini yaflar
içinde?”
AHMET TULGAR
“Hepimiz Tecritteyiz” oyununa hangi duygu
ve düflüncelerle kat›ld›n›z?
Ben oraya üç dört saat en az›ndan bu tecrit
oyununu oynamak üzere gittim. Fakat ne zaman ki gardiyanlar› canland›ran arkadafllar›n
seslerini duymaya bafllad›m çok uzun y›llar-
d›r hiç akl›m›n ucundan bile geçmeyen yani
her zaman cezaevindeki insanlarla aramda
bir kardefllik duygusu… Kendimi hiç uzak hissetmedim onlara ama kendi kiflisel hayat›m
özelinde cezaevi gerçekli¤i benim çok uza¤›mdayd› art›k. Yani sadece ben bir haberci
bir yazar olarak ve daha önce cezaevinde
yatm›fl bir insan olarak oradaki kiflilere karfl›
bir sorumluluk hissediyordum. Ve elimden
geldi¤ince bu meseleyi gündeme getirmeye
çal›flt›m. Fakat o noktadan itibaren cezaevinin benim de asl›nda kiflisel olarak ne kadar
yak›n›mda oldu¤unu hissetmeye bafllad›m
tekrar. Ve cesaret edemedim uzun süre aç›kças› o gardiyanlar›n aras›ndan cezaevi bölümünün sahnelendi¤i k›sma geçmeyi.
Daha sonra geçtim ve yaklafl›k iki saat filan
bir karars›zl›k içinde kald›m ve o andan itibaren düflünmeye bafllad›m. Zaten o kadar garip bir fleydi ki bu; ikinci salonda alt salonda
oturuyorduk ve oraya da sürekli olarak talimatlar yetifltiriyordu gardiyanlar ve samimi
olarak söylüyorum çok rahats›z oldum ve bu
rahats›zl›k iyi bir rahats›zl›k tabi rahat olmamak laz›m bu kadar önemli bir sorun yaflan›rken. O anlamda çok önemli bir ifllevi yerine getirdi¤imi düflünüyorum. Bu konuda bir
fleyler yapmak bir fleyler yazmam gerekti¤i
gibi bir düflünce do¤uyor bende. Ama o gün
çok yak›n›mda oldu¤unu… Hüseyin’le de bunu konufltuk; ben tekrar oraya gitmek istiyordum ama bu sefer gidip oyunda rol almak de¤il de neredeyse oyunu da¤›tmak istiyordum. Hani sanki oradaki oyuncu olarak
kalm›fl kiflileri kurtar›rsam cezaevindeki, tecritteki arkadafllar›m›z› da kurtaracakm›fl›z
gibi gelmeye bafllad›.
“Hepimiz tecritteyiz” ne demek?
E¤er tek bir insan› bile tecritte tutmay›,
onun tecritte kalmas› durumunu hazmedebilecek, görmezden gelebilecek, sadece zaman zaman hat›rlayabilecek durumdaysak
hala insanl›k olarak, bütün insanl›k olarak
bir kere hepimiz tecritte olabiliriz. ‹nsan›n
sosyal bir varl›k olmas› d›fl›nda tecrit edilmesi bir insan›n, insan›n kendi kendisini bir öz
y›k›ma yönelmesi demek. Bütün dayan›flma
duygular›n›n, birlikte bir fleyler üretme, bütün o ideallerin yok edilmeye, unutturulmaya çal›fl›ld›¤› bir dönemde son celsede zaten
her insan yaln›z ve her insan tecrit edilmifl
durumda asl›nda.
Tecriti kald›rmak mümkün mü, bir çözüm
öneriniz var m›?
Tecridi kald›rmak elbette ki mümkün. Bir
dakika bile geçirilmeden kald›r›lmal› zaten.
O kadar insanl›k d›fl› bir durum ki. Bence
derhal, di¤er taraftan hiçbir flekilde, bir an
bile beklemeden devletin bu uygulamay›
durdurmas› gerekiyor. ‹nsanlar› flöyle ya da
böyle kendi hukukuna göre kendi koydu¤u
yasalar› kendi çi¤neyerek bir sürü insan› zaten cezaevinde tutuyor. ‹nsanlara bakt›¤›nda yani bu insanlarda baflka bir sistem baflka bir dünya özlüyorlar o anlamda da siyasi
tutsak olduklar›n› düflünüyorum. Sadece fikir baz›nda bile mücadele etmifl olsa o anlamda da tutsaklara uluslararas› yasalar uygulanmal›. Böyle tart›flman›n bu yan› da
olabilir. Ama en önemlisi tabi ki dedi¤im gibi tekrar baflta yani tecrit korkunç bir fley.
Bu yüzden insanlar ölüyor. Bunun derhal
durdurulmas› gerekiyor ve bunu da yapmas› gereken fley merkezi otoritenin bunu çözmesi gerekiyor. Bir ayd›n komitesi kural›m
tekrar iki taraf aras›nda arabuluculuk yaps›n, bir tarafta bütün fliddet mekanizmas›yla devlet var, bir tarafta bütün haklar› ellerinden al›nm›fl mahkumlar, tutuklular, tutsaklar, nelerse diyelim ve siz bunlar›n aras›nda bir arabuluculuk, tabi bir ad›m sen at,
bir ad›m da sen at onu da yanl›fl buluyorum.
Ayd›n inisiyatifinin direk devletten bu insanl›k suçuna dur demesi gerekti¤ini düflünüyorum.
34 | TAVIR | EYLÜL 2006
röportaj
AVN‹ SA⁄LAM
AT‹LLA MER‹Ç
‘Hepimiz Tecritteyiz’ oyununa hangi duygularla kat›ld›n›z?
Uzun süren beri ölüm oruçlar›n› takip ediyorum. Bir avukat›n da ölüm orucuna yatmas›
ve ilginçtir art›k bir fley yapamamandan dolay› ölüm orucuna yatmas›ndan sonra ben
neler hissedebilirim düflüncesiyle bu oyuna
kat›ld›m. Neler hissettim?
Tecrit ne demek?
Tecrit bana göre insanlar›n, tepkisiz yaflamaya mahkum edilip kifliliksizlefltirilmesi, kimliksizlefltirilmesi ad›na yap›lm›fl olan bir harekettir.
Kendime ait olan bedeni kullanamama. Orda ilginç olan fluydu beynim bana aitti. Düflündüm, ben düflüncemden dolay› bu hücreye at›lm›flsam, kolumu k›p›rdatam›yorum
aya¤›m› k›p›rdatam›yorum, ama beynim düflünüyor. ‹nsanlar›n bunu anlayabilmesi için,
bunu yaflamas› gerekmiyor kesinlikle. D›flar›da da do¤rudur hayat›m›z tecritte.
Dünyan›n her taraf›nda ‹srail protesto ediliyor, Türkiye’de de bu zaman zaman yap›l›yor. Ama Türkiye’de insanlar polisin vahfli
bir flekilde sald›r›s›na u¤ruyor. Bu kamuoyunun önünde yap›l›yor. Cezaevindeki insanlar› düflünün tamam hücredeler tamamen onlar›n elindeler.
Düflünün ki nelerle karfl›lafl›rlar. Kamuoyunda yap›lanlar› düflündükçe cezaevinde bununla k›yaslanamayacak derecede daha a¤›r
fleylerin yap›ld›¤› bir gerçektir.
Tecrit ne demek?
Kendinize ait olan bedeninizi kullanamaman›z. Bu hakk›n›z›n elinizden al›nmas›. Ama
ne olursa olsun insanlar›n oyunda olsa bunu
yaflamamas› gerekir.
Tecridi kald›rmak mümkün mü?
Devletten böyle bir fley beklememek gerekir.
Çünkü bunu yapan devletin kendisi. Kald›r›labilir flöyle ki toplumun duyarl› olmas› gerekir toplumun bunu görmesi duymas› gerekir. Bu süreçte bu toplumun içinde önde gelen sayg›n kifliler bu konuya el atmal›.
Bu aç›dan bunlar›n verece¤i mesaj önemlidir.
Bu flekilde bir sonuç al›nabilir. fiuna inanm›yorum yani -hay›r devlet iflte bu yapt›¤›ndan
art›k buna bir nokta koyal›m- böyle bir beklentim yok. Bunu sonuçland›racak olan halkt›r. Tecrit halk›n deste¤iyle kald›r›l›r.
Hepimiz Tecritteyiz isimli oyunda hangi duygular içinde hareket ettiniz?
Bas›ndan takip etti¤imiz kadar›yla duydu¤um fleyler vard›, oradaki arkadafllar›n ne yaflad›¤›n› bilmiyorum. Böyle bir giriflim oldu¤unda da seve seve kabul ettim.
O arkadafllar›m›z›n orada neler yaflad›¤›n›
daha iyi anlamak ad›na, iyi bir f›rsatt›. Çok da
güzel bir uygulamayd›, o bütünün içerisinde
yer almaktan da çok mutluyum.
Tabi epey bir olay yaflad›ktan sonra kiflisel
görüfllerim de de¤iflti bu konuyla ilgili olarak.
Oyun s›ras›nda neler hissettiniz, sizi çok etkileyen bir an oldu mu? Yani kat›lmadan önceki düflüncelerinizle kat›ld›ktan sonraki düflünceleriniz aras›nda de¤ifliklikler oldu mu
tecrit konusunda?
Kat›lmadan önce zaten içeride neler yafland›¤› ad›na bir fley bilmiyordum. Tabi kat›ld›ktan sonra illa ki düflüncelerim de¤iflti.
Özellikle ç›k›fl aflamas›ndaki yo¤un tecrit
uygulamas›yla tamamen olay›n flokunu yaflad›m aç›kças›. Tabi bu bire bir yaflamak de¤ildi ama bu uygulama benim düflünsel yap›m üzerinde çok büyük bir de¤ifliklik yapt›
diyebilirim.
“Hepimiz Tecritteyiz” çal›flmas›n›n içinde yer
al›yorsunuz, hepimiz tecritteyiz ne demek?
Neden bu ismi verdiniz kendinize?
Tecridi sadece F tipi cezaevi uygulamas› olarak görmemek laz›m. Bugün yaflam›fl oldu¤umuz ülkede hepimizin d›flar›da da olsak
tecride dahil oldu¤unu düflünüyorum.
Devletin yap›s›na bakt›¤›m›z zaman halka
davran›fl biçimi ve halk›n yaflay›fl biçimini
garantiye almak ad›na hiçbir hareketi yok.
Bu tip çal›flmalar›n muhakkak surette
devam›n› diliyorum çünkü çok sevdi¤im bir
söz vard›r benim, “Baflar› diye bir fley yoktur,
istikrar diye bir fley vard›r.” ‹stikrarl› bir
biçimde bu çal›flmalar sürerse muhakkak
ses getirir diye düflünüyorum.
Tecridi kald›rmak sizce mümkün mü? Ya da
tecridi kald›rmak bu kadar zor mu? 122 kifli
öldü.
Tecridi kald›rmak bir kurumun ya da sadece
sanatç› kesiminin ya da sadece ayd›n kesiminin mücadelesiyle olacak bir fley de¤ildir.
Bunun çok genifl bir mücadele biçimine dönüfltürülmesi gerekiyor.
Bununla ilgili de böyle bir bütünün bir parças› oldu¤unu tecrit tiyatro çal›flmas›ndan
sonra gördük. Bunun halka götürülmesi gerekti¤ini düflünüyorum.
Halk›n da art›k bu mücadelenin, bu bütünün bir parças› oldu¤unu, her bireyin bu bütünün bir parças› oldu¤unu düflünmesi gerekti¤ini düflünüyorum. Bunu da düflündürtmek herhalde bizim çal›flmalar›m›z dahilinde olacakt›r.
EYLÜL 2006 | TAVIR | 35
röportaj
Av. BARKIN T‹MT‹K
Tecrit ne demek?
Tecrit kelime olarak soyutlama demek. Alt›
y›ld›r F tipi hapishanelerde uygulanan tecrit
daha çok politik tutsaklara yönelik olarak,
onlar› kifliliksizlefltirme, kimliksizlefltirme,
onlar› düflüncelerinden ve inançlar›ndan
ar›nd›rma amaçl› olarak uygulan›yor. Sinsice, sistemli bir flekilde uygulanan yok etme
politikas›d›r.
“Hepimiz Tecritteyiz” oyununa kat›ld›n›z,
oyun s›ras›nda ne hissettiniz?
Avukat olmam sebebiyle F tipi hapishanelerde tecrit uygulamalar›n›n bir k›sm›yla karfl›laflmaktay›m. Biz de bu oyunun bir parças›
olarak, avukat olarak orada yerimizi ald›k.
Oyuna bafllayana kadar çok da ciddiye almam›flt›m. Ama oyuna bafllad›ktan sonra flunu
fark ettim ki ciddi anlamda oyunun içine girdik ve sanki hapishane önündeyiz ve gardiyanla tart›fl›yoruz. Bir duvarla karfl› karfl›yayd›k yine derdimizi anlatam›yorduk.
Tecridi kald›rmak mümkün mü?
Tabi ki mümkün. Zaten bütün yapt›¤›m›z bu
umut ve inanç üzre. Tecridi kald›rmak her
fley kadar mümkün. fiu an ölüm orucunu
sürdüren Av. Behiç Aflc›, ‹stanbul Barosu eski
baflkan› Yücel Sayman’›n bir sözünü ölüm
orucuna bafllarken aktarm›flt› zaten. “Ölüm
oruçlar›n› ve F tipleri sorununu on dakikada
çözmek mümkün. Bunun bir dakikas› karar›
yazmakla di¤er dokuz dakikas› da karar› F tipi hapishanelerin idarelerine fakslamakla
geçer” fleklindeydi.
Bu kadar basit bir sorun ama yine de 122 insan›n hayat›n› kaybetmesine, 600’den fazla
insan›n sakat kalmas›na ve çok çeflitli psikolojik ve fizyolojik rahats›zl›klar›n yaflanmas›na yol açan büyük bir insanl›k sorunu olarak
önümüzde duruyor tecrit.
Bir avukats›n›z; tecrit neden uygulan›r müvekkillerinize?
Tecrit, emperyalizmin uygulad›¤› bir politika. Halklar› birbirinden tecrit etmek, halk›n
içindeki s›n›flar› birbirinden tecrit etmek memurlar›, iflçileri, ö¤rencileri birbirlerinden
ve birbirlerinin sorunlar›ndan tecrit etmekiçin uygulan›yor. F tipi hapishanelerinde de
36 | TAVIR | EYLÜL 2006
kendi iktidar›na sistemine muhalif olan insanlar› sindirmek, düflüncelerinden ar›nd›rmak, yok etmek, kimliksizlefltirmek, kifliliksizlefltirmek, hiçlefltirmek için yap›yor bunu.
Tecride karfl› neler yap›labilir, ayd›nlara bir
ça¤r›n›z var m›, siz neler yap›yorsunuz?
Alt› y›ld›r devam eden bir süreç bu. ‹nsanlar
ölmeye devam ediyorlar. F tipi hapishanelerinde her gün tecritle, beyaz duvarlarla bo¤uflmak durumundalar. Biz flimdiye kadar
neler yapt›k? Çok yetersiz kald›k herhalde ki
bu süreç bu kadar uzad›.
fiuan Av. Behiç Aflc›’n›n da ölüm orucuna
bafllamas›ndan sonra hem meslektafllar›nda
hem de di¤er ayd›n ve sanatç›larda bir hareketlenme zaten gözleniyor. Biz avukatlar
olarak “Tecride Karfl› Dayan›flma Komitesi”
ad›nda bir komite kurduk. Buna iliflkin afifl
çal›flmalar›m›z, bildiri çal›flmalar›m›z, imza
standlar›, ayd›n ve sanatç›lardan imza istedi¤imiz bildiriler, gazete ilanlar›yla bir flekilde tecride karfl› ses vermeye çal›flt›k. Hala da
buna iliflkin çal›flmalar›m›z sürüyor.
Daha yarat›c›, daha sonuç al›c› neler yapabiliriz diye tart›flmalar›m›z da devam ediyor.
Adalet Bakanl›¤›’n› sürekli olarak eylemlerimizle uyarmaya, bu ölümlerden do¤acak bütün sorumlulu¤unun kendi omuzlar›nda oldu¤unu hat›rlatmaya çal›fl›yoruz. Tecridin
kald›r›lmas› yolunda çözüm üretmesi için
bask›da bulunmaya çal›fl›yoruz. Bu flekilde
sürüyor çal›flmalar›m›z.
FEYYAZ YAMAN
“Hepimiz Tecritteyiz” isimli tecride karfl› kurulan sanatç› insiyatifi içinde yer alan bir sanatç›s›n›z. Öncelikle bunu sormak istiyoruz.
“Hepimiz Tecritteyiz” ne demek? Kendinize
neden böyle bir isim verdiniz?
Ben bunu sanatç› kimli¤inden öte insan olarak sahipleniyorum. Çünkü bugün için toplumumuz giderek merkezi iktidar bask›s› alt›nda yaflamaya itildi ki burada insan etraf›ndaki hava nas›l kendisini sarmal›yorsa art›k yaflama alanlar›n›n her noktada benzer
bir bask› fleklinde etraf›m›z› sard›¤›na inan›yorum. Bunu sanatç› kimli¤iyle özdefllefltirirsem bir varl›k sorunu olarak görüyorum.
Meflhur bir kavram vard›r panoktikom diye,
bununla iliflkilendirdi¤imiz zaman e¤er herhangi bir teknoloji, herhangi bir üst gözetim
organ› böyle bir imkana sahip olup da bizim
gündelik davran›fllar›m›z› bir flekilde etkileyip seçim yapma hakk› varm›fl gibi, dayat›lan
iki üç alternatiften birini tercih etmeye zorlamak gibi bir durumda örgütleniyorsa ve
biz bu örgütlenme karfl›s›nda bir iflgalle karfl› karfl›yaysak ve bir yapt›r›m gücümüz yoksa o zaman içinde bulundu¤umuz durum
gerçekten korkutucudur, ürkütücüdür ve vahimdir Ses duyars›n›z, koku duyars›n›z, hissedersiniz, çekilirsiniz, saklan›rs›n›z, kaçars›n›z yahut da birebir karfl›s›na geçersiniz ama
bu tür alanda öyle bir yapt›r›mla karfl› karfl›yay›z ki siz bunu birebir gündelik hayat içinde direk hissedemiyorsunuz, dolayl› yoldan
röportaj
hissediyorsunuz ve o dolayl› iliflkiyi de kuramad›¤›n›z zaman onun yapt›r›m gücüne ister istemez esir durumda kal›yorsunuz. Hani
bir kurba¤a projesi vard›r. S›cak bir suya
atars›n›z kurba¤ay›, mesela 40 derecelik bir
suya atarsan›z kurba¤a z›plar ç›kar. Ancak su
yavafl yavafl ›s›t›l›rsa kurba¤a ona al›fla al›fla
kaynama noktas›na kadar orada kal›r ve
ölür. Bence insanl›k böyle bir deneyin içersinde yaflama ve ölüme karfl› b›rak›l›yor.
Tecridi nas›l tan›ml›yorsunuz? Bir ressams›n›z, bir ka¤›t versek size ve tecridin resmini
çiz desek ne çizersiniz o ka¤›da?
Daha önce ‘78 kufla¤›ndan arkadafllardan biri, flu anda ismini hat›rlam›yorum bir resmini görmüfltüm. Yukardan çekilmifl, 50X50 bir
dörtgenler prizmas›na bakt›¤›n›z› düflünün
ve onun içersine tabuta s›k›flt›r›lm›fl bir insan› düflünün. Öyle bir resmi vard›. Sizi sadece
çevreleyen de¤il ayn› zamanda varl›¤›yla da
duvar ve s›n›r çekme gücünü de hissettiren
bir dikdörtgen idi gördü¤üm fley. Mesela ondan çok etkilenmifltim. Daha önce bizdeki yine açt›¤›m›z tecridi ifade eden bir sergi vard›. Hüseyin Karabey’in Sessiz Ölüm isimli filmini göstermifltik, IRA’l› iki arkadafl gelmiflti.
Filmin gösterimi s›ras›nda onlarla röportaj
yapm›flt›k. Bunlar tecride at›lm›fl arkadafllard›. fiunlar› anlatm›fllard›. Renksizli¤in içine
at›l›yorlar, iletiflimsizli¤in içerisine. Sesten
uzaks›n›z.
Bir de flunu tan›mlad›lar, befl duyunun fonksiyonsuz hale getirildi¤i. Duyular sonuçta
duygu psikolojisi üzerinden düflünürsek, alg›, etki- tepki üzerinden oluflur. Atefle de¤di¤i zaman s›cakl›¤› hisseder bir daha atefle
gitmemeyi ö¤renir. Ac›y› öyle tan›mlar›z.
Ama ac›y› hissetmek bile bir fleydir. Sizi orada tecrit ortam›nda e¤er tüm bunlardan
uzak b›rakm›fllarsa sizin bütün alg›lama sisteminiz, dolay›s›yla beyin sisteminiz çöker.
Yine TAYAD sergisinde bu konuyla ilgili daha
önce uzman çal›flm›fl psikologlar›n benzer
deneyleri yapt›¤›na iliflkin bir köfle vard›. Yani alg›y› s›f›r noktas›na çekmek... Dolay›s›yla
düflünen beyni s›f›r noktas›na götürmek. Bu
tür bir olayla iliflkilendirmifltim IRA’l› arkadafllar›n anlatt›klar›n›. Çok kötü tecrübelerini anlatt›lar, yaflam pratiklerinden kesit verdiler. fiunu söylediler, biz buna karfl› direnmek için, sessizlik vard›, beyazl›k vard›, her
fley beyaz... Bir süre sonra kardaki insan gibi
ufuk çizgisini, mekan› kaybediyorsunuz. Mesela çok yak›n bir duvarla m› karfl› karfl›yas›n›z, yoksa bir sonsuzlukla m› karfl› karfl›yas›n›z. ‹kisinde de limitsiz ve ölümcül. Ve biz
buna karfl› bir direnme oluflturduk, d›flk›m›z›
yere yapt›k, ald›k ellerimize duvarlar› kirlettik çünkü beyaza bakmaktan ç›ld›rma noktas›na gelmifltik diyordu. Yani bu olay mesela
çok ürkütücü ve gerçekçi bir deneyim.
Zaten belki konuflmam›z gereken nokta budur, sanat›n gerçekle iliflkisi, onun tan›mlanmas›nda bize kazand›rd›klar› üzerinden düflünecek olursak bence tecrit bu anlam›yla
çok önemli bir deney alan› ama belki aç›l›m›n› sonra koymak gerekir, içinde bulundu¤umuz sanat ortam›nda, d›fltalad›¤› bir sanat
tavr› gibi. O anlam›yla belki flu anda sanatç›lar›m›z da s›f›r noktas›nda. Üretim sanat›nda bu konuda bir refleks oldu¤unu düflünmüyorum.
Yani yine Troya Savafllar› yafl›yoruz, yine hak
ve özgürlüklerimizi kaybettik, yitirdik bunlar› fark›nda olmadan bugüne kadar bahsetti¤im çerçevede tafl›ya geldik, ama gerçekler
saklanam›yor, çuvala s›¤m›yor. Sanat›n da
titreyip kendine dönece¤i nokta yani. ‹nsanl›k kaçamaz art›k yani. Çünkü varl›k sorunu
olarak karfl›s›na gelecektir. Ya delirir kendini
kand›ra kand›ra ya da gider kafas›n› önündeki o gerçe¤e çarpar ve bunun flimdi konuflulmas› çok do¤ru onun içinde bütün çal›flmalar›n, iliflkilendirmelerin konuflmaya çekilmesinin çok do¤ru oldu¤unu düflünüyorum.
Bu proje gibidir. Herkes önündeki perdeyi
çekip bakmay› görecektir, yoksa baflka türlü
yaflayamaz.
GÜLSEN TUNCER
26 Temmuz’da “Hepimiz Tecritteyiz” isimli
sanatç› inisiyatifinin düzenledi¤i oyuna kat›ld›n›z. Siz de orada oyuncu olarak bulunuyordunuz. Bu oyuna ne gibi duygu ve düflüncelerle kat›ld›n›z?
E¤er bir hukuk devletine inan›yorsak, demokrasiye inan›yorsak bu hukuk devletinin
yasalar›n›n do¤ru olmas›n›n, bu yasalar›n
do¤ru ifllemesinin peflinde olmal›y›z. Çünkü
demokrasi bunu gerektirir.
Çünkü ço¤ulcu kat›l›m, yolunda gitmeyen
bir fleyleri belli tespitlerle, sonra hukuksal
yollardan müdahalelerle de¤ifltirme hakk›na
sahiptir. ‹flte bu hakk›n kullan›lmas›, yani
yurttafll›k hakk›n›n kullan›lmas› ad›na bu çal›flmaya kat›ld›m.
Oyun s›ras›nda neler hissettiniz?
Bu bir deneydi ve ben profesyonel bir oyuncuyum. Tabi kendimi tamam›yla soyutlamam söz konusu olamaz . Sadece bir gözlemci (hem iç gözlem hem d›fl gözlem olarak) bunu yapt›m. Tabii birçok tats›z duyguyu yaflad›m orada. F tipini, veyahut F tipinin
yak›n›nda olanlar›n neler olabilece¤ini duyumsamaya çal›flt›m. Tabi ki bu birebir orada yaflananlarla çok yak›n fleyler de¤il, bunun bir profesyonel olarak bilincindeyim.
Tecridi hiç birebir yaflad›n›z m›? Hapishane
deneyiminiz oldu mu? Böyle bir oyuna kat›lmadan önce ya da kat›ld›ktan sonraki duygu
ve düflüncelerinizde ne gibi de¤ifliklikler oldu?
fiimdi flöyle diyebilirim. Benim öyle çok uzun
bir hapis dönemim veya çok a¤›r bir tecrit
EYLÜL 2006 | TAVIR | 37
röportaj
dönemim olmad› ama flöyle 12 Eylül sonras›nda yo¤un fleyler yaflad›m. ‹kinci bar›fl davas›nda y›llarca süren mahkemeden vareste
tutulmad›¤›m›z uzun duruflma günlerimiz
oldu.
ye birisinden mektup al›yordum. Keyfo Baflak
çok güzel fleyler yazan bir insand›. Hem fikirleri çok güzeldi, fliirler yazard›, düz yaz›lar yazard›, çok güzeldi. “Gülsen Arkadafl” diye hitap ediyordu.
Mesela bir sabah çok erken saatte bafllay›p
akflam mesai bitene kadar süren, hatta
bazen aralar verildi¤inde mahkeme salonundan ç›kmad›¤›m›z uzun duruflma günleriydi ve mahkemeden vareste olmad›¤›m›z
için biz her an tutuklanma haz›rl›¤›ndayd›k
bavullar›m›zla gidip geliyorduk.
Ama birbirimizin yüzünü hiç görmemifltik.
Ben ona radyodan sözel olarak ulafl›yordum,
o da bana yaz›yla ulafl›yordu. Bir dostlu¤umuz oldu. Keyfo’dan sonra Mustafa Çapardafla bana ulaflt›. Ondan sonra yine ayn› hapishaneden Erdal Koç bana ulaflt›. Onlarla bir
iletiflim kurdum.
Bu tats›z bir süreçti o aranmalar veya içeriye
bir kalemin, bir ka¤›d›n, çantalar›m›z›n al›nmad›¤›, tuvalet hakk›n›n bile çok k›s›tl› kullan›ld›¤› dönemler...
Ama en çok Keyfo Baflak’la bir dostluk kurduk. Onlar›n mektuplar›n› hala sakl›yorum,
üzerinde “GÖRÜLMÜfiTÜR” yazan mektuplar›n›. Yani F Tipi Tekirda¤’la benim böyle bir
iletiflimim oldu.
Ben flunu söyledim bir sanatç› olarak; ben
çok iyi fleyler de yaflad›m bu ülkede ama benim o¤lum, k›z›m, torunum olacak yafltaki
insanlar bile çok a¤›r cezalar ald›lar veya
idam edildiler. Sonra ben hem o süreçte
hem de sonraki dönemlerde de 12 Eylül’le
birebir iletiflim kurmaya çal›flt›m. Yani yaz›lanlar o konuda yap›lan tüm çal›flmalar izlemeye çal›flt›m.
Ben hem çevreme, hem de kendime söylemek istedi¤im flu var, sessiz tan›kl›klar bazen çok çok önemlidir. Ve bizim görevimiz
de tan›kl›kt›r. Bunu sanatç› olarak yapabiliriz
ya da sadece bir yurttafl olarak yapabiliriz.
Bunu Arjantin’de biliyoruz, Yunanistan cunta döneminden biliyoruz, fiili’den biliyoruz...
Bu tan›kl›klar günü gelir çok yüksek de¤erler
tafl›r. Veya o kiflinin yurttafll›k ve demokrasi
insan olma bilincine katk› da sa¤lar en az›ndan. Bu da önemli deneydir.
Hapishanelerde tecrit alt›nda tutulanlar›n
sesi size hiç ulaflt› m›?
Ben bir radyoda iki y›l boyunca günlük politikadan bahsediyordum. Ülke ve dünya politikas›ndan bahsediyordum hem de düz yaz›
olsun, fliir olsun nitelikli eserleri yay›nlamaya çal›fl›yordum.
Bir de posta kutusu numaras› veriyordu:
Posta Kutusu:174- Beyo¤lu. Hala da aç›k bu
posta kutum... Buraya mektuplar geliyordu.
Daha çok F Tipi’nden, Tekirda¤’dan çok mektup geliyordu. Yo¤unlukla da Keyfo Baflak di-
38 | TAVIR | EYLÜL 2006
“Hepimiz Tecritteyiz” ne demek? Neden böyle bir isimle adland›rd›n›z kendinizi? Ne ifade
edilmek isteniyor?
Ben fluna inan›yorum toplumun bir kesimi
suçlu da görülse o toplumun kabul gören yasalar› taraf›ndan... Bedenen ve ruhen sa¤l›kl›
bir flekilde koruma alt›nda olmal›d›r. Bu hem
onlar›n kiflisel olarak haklar›d›r, insan haklar›na giren bir fleydir. Bunun d›fl›nda da onlar
hala toplumun bir parças›d›rlar.
Yani Türkiye Cumhuriyeti vatandafl›d›rlar,
Türkiye Cumhuriyeti vatandafll›¤›n›n korumas› alt›nda olmal›d›rlar. Bir bütünüz. Fikirlerimiz birbirine ayk›r› olabilir. Hatta baz› arkadafllar›n fikirleri bana tamamen ayk›r› olabilir. Yanl›fl da olabilir.
Bu insan›n daha çok okumas›n› sa¤lamal›y›z.
Her türlü yay›n› okumas›n›, televizyon seyretmesini sa¤lamal›y›z. Radyo dinlemesini,
belli kültürel faaliyetlere gitmesini sa¤lamal›y›z. O zaman bu insan farkl› bir dünyan›n da
fark›nda olacak. O zaman yapt›¤› iflleri ve
içinde bulundu¤u onu bu tünele sokan, kendi d›fl›ndaki fikirlerinde fark›nda olacak.
6 y›lda 122 kifli öldü, 600 kifli sakat kald›. Tecridi kald›rmak mümkün mü?
fiimdi tecridi savunmak mümkün de¤il. Tabii
ki her uygulaman›n bir mant›¤› vard›r. En basitinden bir tahtaya dokunam›yor, bir bitkiyle, bir renkle buluflam›yor, bu insan›n psikolojisi üzerinde çok çok önemli.
Biriyle konuflup konuflmamas›n›n d›fl›nda.
Hepimizin bir enerji tafl›d›¤›n› biliyoruz,
elektrik tafl›d›¤›m›za inan›yoruz. Bunu yaflad›¤›m›z ortamlara tafl›mam›z gerekti¤ine de
inan›yoruz. Bu bir fiziki olay. Sa¤l›¤›m›z için
bu gerekli. Yaflamam›z aç›s›ndan.
Kendini imha etmen isteniyor bir anlamda F
Tiplerinde. Buna karfl› gelmek laz›m. Yani
içeriden ve d›flar›dan. Belki kat›lmam›n yan
ö¤elerinden, ana temalar›ndan biriydi. ‹çeride, tecritte olan insanlar görmeyecekler belki bu çal›flmalar›, belki de duymayacaklar
ama bir flekilde moral olmas›n› istedim. Bir
de flunun karfl›s›nday›m ben mesela flöyle bir
cümle telaffuz ediliyor “Bir gün bizim de bafl›m›za gelebilir” bu bana çok basit ve baya¤›
geliyor.
Hay›r, benim ömrümce bafl›ma gelmeyebilir.
Yahut “Yak›n›m›n bafl›na gelebilir.” diye bunun uza¤›nda kalamam. Buna karfl› olmam
bir gün benim de, yak›nlar›m›n da bafl›na gelebilir anlam›nda de¤ildir. Buraya “ülkemiz”
diyorsak, “topraklar›m›z” diyorsak, “bu ülkenin moral ve etik de¤erleri” diyorsak bunun
de¤iflmesi için u¤raflmal›y›z. Yurttafll›k görevi dedi¤imiz bu. J
fliir
kaydet, ben bir arab›m
mahmut dervifl
Kaydet, ben bir Arab›m...
Kart numaram elli bin...
Sekiz çocu¤um var...
Dokuzuncusu önümüzdeki yaz geliyor.
K›zd›n m›?
Kaydet, ben bir Arab›m...
‹flçi yoldafllarla tafl keserim...
Kayay› s›kar›m...
Bir ekmek...
Bir kitap...
Kazanmak için
Sekiz çocu¤um...
Ama ben merhamet dilenmem...
S›¤›nmam kanad›n›n alt›na...
K›zd›n m›?
Kaydet, ben bir Arab›m...
Bir ismim ben...
Bu ç›lg›n dünyada sebatl›...
Ama lütfen yaz...
Her fleyden öte...
Kimseden nefret etmem ben...
Kimseyi soymam...
Ama aç b›rak›ld›¤›mda...
Beni ya¤malayan›n etini yerim...
Açl›¤›mdan sak›n...
Sak›n gazab›mdan.
EYLÜL 2006 | TAVIR | 39
de¤erlendirme
direniflin karikatürü: handala
erhan canoba
Karikatür, sözün yetmedi¤i yerde en güçlü silahlardan biridir.
Handala, dünyan›n ‹srail zulmünü ve Filistin dram›n›n en kanl› günlerini tan›mas›na yard›mc› olan, ünlü bir karikatür sanatç›s› ve ad›
Filistin davas› ile özdeflleflmifl olan devrimci çizer Naci Salim El
Ali'nin Filistinli küçük bir çocuk tiplemesidir.
Naci El Ali 1936'da Filistin'in Afl fiacara köyünde do¤du. 1948'de
"nakba" (k›yamet) olarak bilinen olayda bu köyle birlikte 479 köy
‹srail taraf›ndan yok edildi. Bu, ‹srail devletinin kuruluflu yolundaki
ilk ad›md›. Filistinliler topraklar›n›n yar›s›ndan ço¤unu kaybetti ve
750 bin Filistinli göçmen olarak yollara düfltü. Naci El Ali, Filistin'den
Lübnan'daki Eyn El Hilve mülteci kamp›na sürgün edildi¤inde 10
yafl›ndayd›.
Bir karikatür sanatç›s› olmaktan çok, kendini halk›n›n davas›na
adam›fl biri olarak yaflamay› tercih eden Naci El Ali, 22 Temmuz
1987’de Londra'da çal›flt›¤› El Kabas gazetesine do¤ru yürürken
cadde ortas›nda vuruldu. 29 A¤ustos’ta yaflam›n› yitirdi.
Ölümünden sonra Naci Ali "Kan› ile Filistin'i çizen sanatç›" olarak
tan›nd›. Naci Ali, geride 40 bin eser b›rakt›.
Naci Ali’nin her çizgisinin alt›nda s›rt› okuyucuya dönmüfl, k›zg›n ve
küskün küçük bir çocuk vard›r. Handala, 10 yafl›nda do¤mufltur ve
hep 10 yafl›ndad›r. Çünkü Naci El Ali yurdundan kopart›ld›¤›nda o
yafltad›r. Handala’n›n büyüyebilmesi ve 10 yafl›n› geçebilmesinin
tek koflulu onun kendi topraklar›na, Filistin’e dönebilmesidir.
Handala’n›n büyüyebilmesi gibi gülebilmesinin de bir tek koflulu
vard›r. Onun gülen yüzünü ancak Ortado¤u halklar› özgürlü¤üne
kavufltu¤u vakit görebilece¤iz.
Filistinlilerin “Devrimin Vicdan›” olarak nitelendirdi¤i Naci El Ali
katledildi¤inde, Gazze fleridi ve Bat› fieria'da intifada bafllam›flt›.
‹ntifada sürüyor, Handala gülünceye dek sürecek…
40 | TAVIR | EYLÜL 2006
de¤erlendirme
El Ali, Arap dünyas›n›n en popüler karikatürcüsü oldu. Ac›mas›zca ABD, ‹srail ve
Arap rejimleri ile Filistin iflbirlikçileri aras›ndaki iliflkileri elefltirdi.
Time dergisi El Ali’yi "Bu adam insan kemikleriyle çiziyor" diye anlat›yordu. Yine
Japonya'da yay›nlanan Asahi gazetesi ise: “Naci El Ali fosforik asit kullanarak
çiziyor.” diye yazm›flt›.
Handala'n›n etkisi o kadar güçlüydü ki, ‹srail, kendisine en az çocuklar›n
att›klar› sapan tafllar› kadar büyük zarar veren bu çizgi karakterin çizerini
ortadan kald›rmakta gördü çareyi.
Handala kendini flöyle anlat›r:
"Sevgili okur,
"Kendimi tan›tmama izin verin. Benim ad›m Handala. Babam›n ad›
önemli de¤il. Annemin ad› Nakbah ve k›z kardeflime de Naksa ad›n›
koydular. Ayakkab› numaram› bilmiyorum çünkü hiç giymedim. 5
Haziran 1967'de do¤dum. (Birinci Arap-‹srail savafl›ndan sonra
Filistin topraklar›n›n geri kalan›n›n ‹srail taraf›ndan iflgal ve
ilhak›n›n duyuruldu¤u tarih.) Milliyetim: Filistinli de¤ilim, Ürdünlü
de¤ilim, Kuveytli de¤ilim, Lübnanl› de¤ilim, M›s›rl› de¤ilim, hiç
kimse de¤ilim. K›saca, bir kimlik kart›m yok ve herhangi bir memleketten olmakla de ilgilenmiyorum. Ben yaln›zca bir Arab›m…”
Handala ölümsüzdür, o bir Aflil'dir. Ve Handala'n›n ölümü, ancak Aflil gibi, topra¤›ndan uzaklaflt›r›ld›¤›nda, topu¤undan vurulup
halk›ndan kopar›ld›¤›nda mümkün olur.
EYLÜL 2006 | TAVIR | 41
Sabahattin ali
hale karadeniz
"Başım dağ, saçlarım kardır
Deli rüzgarlarım
vardır
Ovalar bana çok dardır
Benim
meskenim dağlardır."
Yukarıdaki bilinen dörtlük; dağları romanla­
rında türküleştiren, Türk Edebiyatı'nın mu­
halif sanatçısı Sabahattin Ali'ye ait. Bir aydı­
nın duruşu, hayata bakış açısı elbette döne­
min sosyal ve siyasal şartlarından bağımsız
düşünülemez. Sabahattin Ali'nin kimliği,
edebiyat yaşamı, düşüncelerinden ayrılma­
dığı gibi; ne pahasına olursun olsun hayatı­
nın sonuna kadar hep üretmiş, toplumu iler­
letmek ve gerçekleri gösterebilmek için ha­
yatını ortaya koyarak bedel ödemiştir.
Sabahattin Ali, 1906'da Gümülcine'de doğ­
du. Babası askerdi ve babasıyla beraber önce
Çanakkale, sonra İzmir ve daha sonra Edre­
mit'e gitti. 1928-1930 yılları arasında Maa­
rif Vekaleti'nin düzenlediği sınavı kazanınca
Almanya'ya gönderildi, orada bohem bir ha­
yat sürdü. 1943 yılında yazdığı kitabı "Kürk
Mantolu Madonna" bu yaşamdan izler taşır.
Özellikle Yunan trajedilerinden ve 19. yüzyıl
Rus edebiyatından izler taşıyan roman; dü­
zenin silikleştirdiği, kimsenin umursamadığı
bir insanın, Raif Efendi'nin hayatını, tutkulu
ama imkansız aşk macerasını, yalnızlığını
süsten uzak bir dille anlatır.
Sabahattin Ali, 1931 yılında Almanca öğret­
meni olarak Aydın'a atandı ama bazı öğren­
cileri tarafından "yıkıcı propaganda" yaptığı
gerekçesiyle ihbar edildi. 1932 yılında Cum­
huriyet Halk Partisi yöneticilerini hedef alan
bir şiir okumakla suçlandı, Mustafa Kemal'e
hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklandı. Bu
dönemde verdiği savunma ise onun duruşu­
nu apaçık ortaya koymaktadır:
"Ben bir kafa taşıyorum. Bu kafa yalnız kar­
nını doyurmak, üstümü giydirmek, imkânla­
rını ihzar edecek bir makine, uşak değildir.
42 | TAVIR | EYLÜL 2006
Münevver adam diye 'ekmek parasından
başka şeyleri de düşünen' adam derler. Hü­
kümet gazeteleri 'Avrupa medeniyeti yıkılı­
yor ya, Amerika'nın yarısı medeniyetin ka­
bulüne mecburiyet hâsıl olacaktır.' derken
bir muallim bunların ne olduğunu bilmez,
mukayese yapmak iktidarına malik olmazsa
asıl olan ayıp budur." (1)
Sabahattin Ali, yurduna döndükten ve 1930
yılında "Resimli Ay" dergisinde çalışmaya
başladıktan sonra Nazım Hikmet'i tanıdı ve
Almanya'da tanıştığı sosyalist fikirleri bura­
da geliştirdi.
1930'lu dönemlerde yavaş yavaş Anadolu'ya
açılan Türk Edebiyatı, Anadolu'yu gerçekçi
bir şekilde tanımlamaya çalışır. Artık Anado­
lu, yazarların sadece dıştan gördüğü gibi çeş­
meleri ve doğal güzellikleriyle değil, halkın
yaşayış biçimiyle, üretimiyle ve savaş sonrası
sınıf farklarıyla yazılacaktır. Nazım Hikmet'in
öncülüğünü yaptığı "Resimli Ay" dergisi, bu
gerçekçiliğin başını çekti. Bu gerçekçiliği siya­
sette ise "Tan" gazetesi sürdürdü.
1934 yılında Sabahattin Ali, ilk şiir kitabı
"Dağlar ve Rüzgâr"ı yayımladı. "Dağ" ve
"Rüzgâr" imgelerini sık sık romanlarında
kullanan yazar, 1935 yılında "Değirmen",
1936 yılında "Kağnı" ve "Ses" adlı öykü ki­
taplarını, 1937 yılında ise "Kuyucaklı Y u s u f
romanını yayımladı. "Kuyucaklı Y u s u f ro­
manı Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü­
nün hızlandığı, II. Meşrutiyetin ilan edildiği
dönemi anlatır. Romandaki olaylar, 1903 yı­
lında başlar ve 1915 yılının sonuna kadar de­
vam eder. Bu roman aynı zamanda Türk Edebiyatı'nın dönüm noktasını oluşturur.
Osmanlı İmparatorluğu'nu dağılmaktan
kurtarmak için bir dizi reform öneren Namık
Kemal, Şinasi, Ahmet Mithat Efendi, Ziya Pa­
şa gibi Tanzimat aydınları, edebiyatta da Batı'yı örnek almışlar ve Batının tekniğini kul­
lanmışlardır. Zaman zaman sosyal meselele­
re de değinen edebiyatın amacı; dönemleri­
ne göre "sanat sanat içindir" ya da "sanat
t o p l u m içindir" beyannameleriyle ortaya
çıkmışsa da, özellikle Abdülhamit'in istibda­
dının sonuna kadar yani Milli Edebiyat'a ka­
dar "ulusallık" fikri hem ideolojik olarak si­
yasi hayatta, hem de romanlarda oluşma­
mış, "Osmanlıcılık-lslamcılık-Batıcılık" çer­
çevelerinde kurtuluş çareleri aranmıştır. Batı
t o p l u m u 19. yüzyılda sınıf çatışmalarına
sahne olurken, Osmanlı İmparatorluğu da
buna karşı "Ümmetçilik" bayrağını açmıştır.
Türk romanında ise Boğaziçi'ndeki yalılar
mekan olarak kullanılmış, Fransız romantiz­
minin de etkisiyle kadınların sosyal hayatta­
ki yerlerine psikolojik açıdan bakılmış, başta
devlet yapısı olmak üzere İstanbul ve çevresi
de "aydınların" öncülüğünde kendini Batılı
yaşama hazırlamaya çalışmıştır. Bundan do­
layı; 1839 Tanzimat döneminden başlayarak
1935 dönemine kadar romanın ana sorunsa­
lını "Batılılaşma" oluşturur. O dönemde Ana­
dolu, romanda yoktur bile.
i ve siyasi müesseselerini insanların ve
muhtelif sınıf insanlarının ahlak, adet vesairelerini inceden inceye tasvir ve t e n k i t
eder." (2)
1919-1922 Ulusal Kurtuluş Savaşı sürecin­
de ise yazarlar Anadolu'ya farklı bir gözle
bakmaya başladı. Reşat Nuri Güntekin "Ça­
lıkuşu" romanıyla öğretmen olarak "Feride"yi gönderdi ve Anadolu'nun yoksulluğu­
nu, geri bırakılmışlığını Feride'nin gözüyle
anlattı bize. Savaştan önce Batı yanlısı olan
Halide Edip Adıvar 1922 yılında yazdığı"Ateşten Gömlek" romanıyla savaştan ke­
sitler sundu. Yakup Kadri Karaosmanoğlu
ise savaş sürecindeki İstanbul'u "Sodom ve
Gomore"ye benzeterek aynı adlı romanı ka­
lem aldı, işgalci İngiliz emperyalizmini ve is­
tanbul'daki işbirlikçilerini yansıttı. Savaş sü­
recinde bilinçlendirilmemiş Anadolu köylü­
süyle iletişim kuramayan aydın "yaban" ola­
rak kaldı ve kendisiyle sürekli bir hesaplaş­
maya girdi. 1937 yılından itibaren ikinci dö­
nem romanının ana sorunsalını ise toplum­
sal gerçekçilik, sömürülen Anadolu, ezenezilen çatışması oluşturdu. Roman; toplum­
sal ve tarihsel koşullara bağlı olarak gelişti.
İçerik olarak ilk Anadolu romanı olan "Kuyu­
caklı Yusuf, zengin eşraf ağalarla annesi
babası eşkıyalar tarafından öldürülen "Yu­
suf'un karşıtlığı üzerinden anlatılır fakat ro­
man 14 Haziran 1937 yılında aile hayatı ve
askerlik aleyhinde olduğu gerekçesiyle top­
latılır. Bu durumun karşısında o dönem Mil­
li Eğitim Müfettişi olan Cumhuriyet Dönemi
romancılarından Reşat Nuri Güntekin şu
eleştiride bulunur:
ğündeki bir grup aydın, faşizme karşı müca­
dele edilmesi konusunda bakış açılarını net
bir şekilde koymuş, yükselen işbirlikçi sınıfın
halka verdiği zararlara çıkarttığı dergilerde
ve kitaplarda dikkat çekmiştir. Komünizmi
tehlike olarak gören devlet ise Sabahattin Ali
için ardı ardına dava açmış ve kitaplarını sü­
rekli olarak toplattırmıştır.
'Kuyucaklı Yusuf romanı memleketimiz ve
edebiyatımızın yüzünü ağartacak kıymetli
bir sanat eseridir. Avrupa münekkitlerinin
örf ve adet romanı dedikleri nevinden bir ro­
mandır. Bu nevi eserler memleketin içtima-
Yazarın 1940 yılında "İçimizdeki Şeytan" adlı
romanı çıktı. Alman ırkçılığının yanında Türk
ırkının da yüce olduğunu söyleyen Nihal At­
sız ve ekibi, toplumsal kalkınmaya sınıfsal
bakan Sabahattin Ali'ye karşı "Moskova aja­
nı" haberlerini yayarak sürekli tahrikte bulu­
nuyordu. Savaşın başlarında ise Hitler'in
egemenliği sürüyor, ısrarla Nazi Almanyası
ile işbirliğine gitme teklifleri art arda geliyor­
du. O dönemde sol düşünen yazarların sayısı
azdı. Buna rağmen; Sabahattin Ali öncülü­
"İçimizdeki Şeytan" adlı eseri bir sevda ma­
salından yola çıkarak ırkçıların hayat tarzla­
rını ve duruşlarını eleştirdiği için o dönemde
Türkçülerin tepkisiyle karşılaştı. Turancı "Or­
hun" dergisi karşı saldırıya geçti ve yazarı
"yıkıcı faaliyetler"de bulunmakla suçladı.
"Orhun" dergisinin başyazarı ve sahibi Nihal
Atsız 1944 yılında Başbakan Şükrü Saraçoğ­
lu'ya yazdığı ikinci açık mektubunda Saba­
hattin Ali'yi "vatan haini" ilan etti.
İkinci Dünya Savaşı'na Türkiye girmese de,
savaşın ülkeye siyasi ve ekonomik etkileri
ağır oldu. İktidarda bulunan parti ise döne­
min tek partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi'dir. Bu dönemde feodalite yavaş yavaş
tasfiye edilmeye çalışılmış ama sanayileş­
meyle birlikte palazlanan ve savaş ekonomi­
sinden faydalanan işbirlikçi bir sınıf türe­
miştir. Sınıf farklılaşmalarının belirgin oldu­
ğu bu dönemde hükümet sol muhalefete
izin vermemekte ve varolan muhalefette bir
avuç aydın tarafından temsil edilmektedir.
1943-1944 yılındaki tutuklamalar, Sansaryan Han'daki işkenceler ve tabutlukların ku­
rulması Almanya etkisindeki Nazi ideolojisi
ve İtalya etkisindeki faşist ideolojinin Türki­
ye'deki sonuçlarıdır. Bu dönemde Rıfat Il­
gaz'ın 1944 yılında yayımladığı "Sınıf" adlı
EYLÜL 2006 | TAVIR | 43
biyografi
şiir kitabı ise bir sınıfı başka bir sınıfa kışkırt­
mak amacıyla anayasanın 141-142. madde­
lerine dayanarak toplatıldı ve Rıfat Ilgaz,
Cerrahpaşa Hastanesi'nde hasta yatmaktay­
ken, soruşturması olduğu gerekçesiyle has­
taneden atıldı. Sabiha Sertel ve eşi Zekeriya
Sertel'in çıkardıkları sosyalist gazete olan
Tan gazetesi dışarıda emperyalist ve içeride
ise işbirlikçi ve faşist politikaları eleştirerek
muhalif tavırlarını sürdürdüler. Tan gazetesi
Ulusal Kurtuluş Savaşı'na sahip çıkıyor fakat
ülkenin sanayileşme süreciyle beraber, sınıf
farklarına dikkat çekiyordu. CHP politikaları­
na muhalif bir tavır sürdüren gazetede bir
dönem Demokrat Parti'nin kurucularından
1950-1960 döneminin Cumhurbaşkanı Ce­
açıkça ortaya koyuyorlardı. 4 Aralık 1946 gü­
nü TBMM'de sıkıyönetimin uzatılmasıyla il­
gili görüşmelerde Cemil Sait Barlas bir ko­
nuşma yapmış ve Markopaşa'yı "kökü dışa­
rıda" ve "yabancı ideoloji" nitelemeleriyle
suçlamıştır. Sabahattin Ali ise "Ayıp" başlıklı
başyazısıyla aynı zamanda yabancı sermaye
girişini çok sert bir dille eleştirir:
lal Bayar da yazmış fakat iktidara geldikleri
zaman Tan gazetesini çok ileri gittiği gerek­
çesiyle kapattırmıştır.
da? Yoksa şu veya bu yabancı devletin, ken­
di parlamento ve gazetelerinde bile şiddetle
tenkit edilen yanlış siyasetini bazı başyazar­
larımız gibi dalkavukça övmediğimiz için mi
kökümüz dışarıda? Siyasi ihtiraslar bir insa­
nı, başkalarının kutsal saydıklarına dil uzata­
cak kadar mı ileri götürmeli? Ayıp değil mi?"
Dönemin edebiyat dünyasına bakıldığı za­
man Tanzimat edebiyatından beri süren ilerici-gerici tartışması 1940-1945 sürecinde
farklı yorumlanmış, daha çok yazarların du­
ruşları ideolojik çerçevede irdelenmiştir.
Mehmet Akif Ersoy ve Tevfik Fikret'in İttihat
Terakki Dönemi'nde yani 1908'li yıllarda çar­
pışan fikirleri buna örnektir. Mehmet Akif
Ersoy, Osmanlı İmparatorluğu'nun savaşçı,
gaza ruhuna inanıyor, İslami düşüncelerin
üzerine kurulmuş Türk-İslam devletini savu­
nuyordu. Tevfik Fikret ise bu görüşün t a m
tersine; insanların eşit olmasını, insana veri­
len hükümlerden kurtulmanın gerekliliğini
bunun için de laiklik esasına dayanan dünya
görüşünü esas alıyordu. Cumhuriyetin olu­
şumundan sonra ise Mehmet Akif Ersoy'u
düşünsel anlamda Necip Fazıl Kısakürek ve
Peyami Safa takip etti. Servet-i Fünun dergi­
sinin kapatılmasına sebep olan Hüseyin Ca­
hit Yalçın da, 1940'ın toplumcu-gerçekçi
edebiyatına saldırıyordu. Tevfik Fikret ise
toplumcu-gerçekçiler tarafından sahiplenili­
yor, Abdülhamit istibdadı'na karşı yazdığı
"Sis" şiiri ile anılıyordu. Tan gazetesi ise top­
lumcu-gerçekçi edebiyattan yana olduğu
için sürekli ırkçıların hedefi haline geliyordu.
Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz ile
birlikte 1945 yılında "Markopaşa" dergisini
çıkarıyordu ve dergi Tan matbaasında basılı­
yordu. O dönemde Türkiye Sosyalist Fırkası'na üye olan bu yazarlar, başta hükümetin
politikalarını eleştiriyorlar, ne istediklerini
44 | TAVIR | EYLÜL 2006
"Hâlbuki ben bu milletvekilinin kökü dışarı­
da olduğuna sahiden inanacak olsam, elini
sıkmak değil, suratına tükürürdüm. Bin bir
hileli yoldan bağrımıza sokulup bizi tekrar
yarı müstemlekeliğe sürüklemek isteyen sö­
mürücü yabancı sermayeye karşı uyanık bu­
lunmayı istediğimiz için mi kökümüz dışarı­
"Topunuzun Köküne Kibrit Suyu" başlıklı im­
zasız yazıdan (bu yazıyı Aziz Nesin yazar) Ce­
mil Barlas'a hakaretten dört ay; "Biliyor mu­
sunuz?" başlıklı yazıdan Falih Rıfkı Atay'a
hakaretten üç aya mahkûm olur.
"...Yabancı sermayeye kapıları ardına kadar
açarak kul köle oldunuz. Fikre ve ilme güm­
rük duvarları çektiniz. Bu marifetiniz yetişmiyormuş gibi şimdi de bir kök tutturmuş­
sunuz: kökü dışarıda, kökü içerde, kökü ha­
vada ve sizin gibi kökü suda. Çok muzip
adamsın vesselam. Nereden de bulursun bu
acayiplikleri? Neden bizim kökümüz dışarı­
da? Biz hürriyetin yüzüne çul mu örttük?
Cüzdanlarımızda yabancı bankaların defter­
leri mi var? Neden bizim kökümüz dışarıda?
Tapuları karılarımızın üzerine yapılmış
apartmanlarımız mı var?
Biz misalini dahi gördüğümüz ve her gün ku­
lağımıza bir haberi uçurulan dayak, yağma,
talan, ölüm, zindan ve sürgün pahasına da
olsa milletin menfaatine olan hakikatleri
söyleyeceğiz. Bunun için mi kökümüz dışarı­
da? Ellerim rahattır Cemil Barlas.
Bir şeycikler demem vatan, millet, namus
gibi mukaddes kelimelerin, manalarıyla de­
ğil, yalnız lafızlarıyla milleti en hassas yerin­
den avlamak arzusu ile keselerine ve menfa­
atlerine köle yapmak isteyen ve bize kökü dı­
şarıda diyenlerin kökleri kurusun, topunu­
zun köküne kibrit suyu!
Ellerini bahtiyardır
Ellerim ve sen Cemil Barlas!"
Bu yazıdan sonra yani daha ikinci sayıdan
sonra "Markopaşacılar" hemen hedef haline
getirilmiş ve Tan matbaası basılarak yakılıp
yıkılmıştır. Markopaşa'nın ise dördüncü sa­
yısı matbaada bastırılamamıştır. Aziz Nesin
bu durumu şöyle açıklar:
"Gazeteyi Tan matbaasında bastırıyorduk.
Dördüncü sayı baskı makinesine verildi, an­
cak makineden çıkarlar, basmadılar. Tan
matbaasının bilinen biçimde yıktırılmasın­
dan sonra, Halil Lütfi'nin haklı olarak gözü
korkmuştu. Bu korkusunun bir nedeni de ga­
zetelerde Markopaşa'ya yapılan hücumlardı.
Hüseyin Cahit, başyazısında ilk hücum işare­
tini vermişti.
Arkadan öbürleri saldırmaya başladı. Bütün
basımevlerini dolaştım, hemen çoğu işsiz ol­
masına karşın, Markopaşa'yı basmak istemi­
yorlardı. Afişlerimiz yırttırılmıştı. Birçok
kentte aleyhimize mitingler yaptırılıyor, re­
simleri gazetelere konuyordu. Sonradan öğ­
rendik ki, polis basımevlerine gazetemizin
basılamaması için tembihte bulunmuş."
Tan matbaasının basılmasından sonra Mar­
kopaşa da polis tarafından basılır, Aziz Nesin
ve Sabahattin Ali gözaltına alınır.
Bu yazıları yazan Markopaşacılar 1940 yılla­
rında da "vatan haini"ydiler. Ama maalesef
gelinen nokta o ki; hangi hükümet olursa ol­
sun sistem, işbirlikçilerin sistemi olduğu için
tarih; Sabahattin Ali'leri haklı çıkardı. Onlar
1940'lı yıllarda bunları söylediklerinde defa­
larca tutuklanmış ve son nefeslerine kadar
memleketlerini bırakıp gitmeyi bile düşün­
memişlerdir. Bu tarihten 33 yıl sonra 2 Tem­
muz 1993'te ise yine bu topraklarda Sivas
Katliamı yaşanmış, faşizm 35 aydını otele
kapatarak yakmıştı. Suçlu ise hazırdı. Yine
Markopaşa kadrosu! Aziz Nesin fikirleriyle
35 aydını "tahrik ederek" "olayların başla­
masına sebebiyet vermişti." Ama Rıfat Ilgaz;
Sivas katliamından sonra böyle bir vahşeti
kaldıramayarak 7 Temmuz 1993'te yaşamı-
nı yitirecekti. 1 Aralık 1945 tarihinde Saba­
hattin Ali, Cami Baykurt ile beraber "Yeni
Dünya" gazetesini de çıkardı ve 14 Aralık
1945 tarihinde Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali
Yücel'e açık mektup yazarak politik görüşle­
rini açıkladı. Milletini çok sevdiğini, yollarda
şoförlerle, hanlarda köylü kadınlarla, kasa­
balarda ve şehirlerde işçilerle. Köy Enstitülü
çocuklarla haşır neşir oldukça kafasında
ümitler belirdiğini, onlara hizmet etmek is­
tediğini söyler fakat insanların kültür ve sos­
yal seviyelerinin bulundukları dünya ile kı­
yaslanamayacak kadar geri olduğunu söyle­
di. Bizim gibi tahsil seviyesi düşük medeni­
yetin ancak sosyalizmle ileri gidebileceğini
Sabahattin Ali'nin yazdığı dergi birçok kere
saldırıya uğramış, kapatılmış ama başka
isimlerle çıkmıştır. Markopaşa, Merhum Pa­
şa, Alibaba, Yedi-Sekiz Paşa dergileri; taklit­
leri çıksa da, aralarına ajanlar yollansa da
duruşundan asla ödün vermez. Dergi ilk çıkı­
şından itibaren yabancı sermayenin ülkeye
girişine dikkat çekmiş ve uyarılarda bulun­
muştur. Amerikan emperyalizminin 1946 yı­
lında Marshall Yardımı bahanesiyle Türki­
ye'ye girmesiyle ilgili olarak 19 Mayıs 1947
tarihli yazısında Sabahattin Ali şunları yazar:
edildi ama düşüncelerini sonuna kadar söy­
lemekten vazgeçmedi. 1948 yılında yayım­
ladığı "Sırça Köşk" adlı öykü kitabından son­
ra baskılara daha fazla dayanamadı, Bu ara­
da Rıfat Ilgaz'ın "Yaşadıkça" adlı şiir kitabı.
Aziz Nesin'in "Nereye Gidiyoruz" başlıklı ya­
zıları, Bakanlar Kurulu kararı ile toplatıldı.
Sabahattin Ali 1947 yılından sonra tahliye
edildi; fakat ortalıktan kayboldu. Parasal sı­
kıntısı artmış ve gazeteyi devrederek borçla­
rını ödemişti. Kızı, babasının bu dönemine
ilişkin şunları anlatır:
"Amerikan yardımı hakkında şimdiye kadar
duyduklarınızdan ve okuduklarınızdan bir
"... Babamın durumu ciddiyetini korumakta.
Kapana kısılmıştır artık. Gazeteyi çıkarması
savundu. Ve kendi amaçlarının sosyalist ce­
miyete geçiş için şarttarın hazırlanmasına
hizmet edebilmek olduğun vurguladı ve
kendi görüşleri hakkında özeleştiride bulun­
duğunu, karşı tarafın mücadelesine bakınca
haklı olmadığı sonucuna vardığını anlattı.
(3)
şey anlayabildiniz mi? Ben kendi hesabıma
işin içinden hala çıkmadım. Bu yardımın yüz
milyon mu, yüz elli milyon m u , askeri mi, ik­
tisadi mi, karşılıklı mı, karşılıksız mı, borç
m u , hediye mi velhasıl memleket için iyi mi,
yoksa fena mı, olduğunu kime sorsam kesin
bir cevap veremedi.
mümkün değil, hakkında kesinleşmiş ya da
kesinleşecek mahkûmiyet kararları var. Kı­
saca işsiz, özgürlüğü her an elinden alınacak
gibi, eli ayağı bağlanmak üzere. Son çare
yurtdışına gitmek. Ancak pasaport alması
olanaksız. O halde tek bir çıkar yol kalıyor, o
da kaçmak..."
Sabahattin Ali'nin sosyalist olmasında toplumcu-gerçekçi eserler yazmasında ve bu­
nun için hayatını ortaya koymasının temel
nedenleri neler olabilirdi?
Çünkü yasaktır. Ama öyle resmi yasaklardan
değil. Şu nereden geldiğini bile bilemediği­
miz hürriyet ve demokrasi maskesi altında
elimizi kolumuzu bağlayan, dilimiz kurutan
yasaklardandır. Amerikan yardımının asaleti
hakkında şüpheye mi düşüyorsunuz? Vatan
hainisiniz."(4)
Sabahattin Ali, Bulgaristan'a gitmek isterken
sınırda öldürüldü. Tam olarak, nerede, kim
ve kimler tarafından öldürüldüğü ise belli ol­
madı yalnız cesedi bulunduğunda tanınma­
yacak halde idi. Ali Ertekin adlı şahıs çok mil­
liyetçi olduğu için Sabahattin Ali'yi öldürdü­
ğünü itiraf etti fakat gerçek bugüne kadar
t a m olarak aydınlatılamadı. Katil Ali Ertekin
ise akıl hastası olduğu gerekçesiyle dört yıl
cezaya çarptırıldı ve Demokrat Parti'nin çı­
kardığı afla serbest bırakıldı ve bir zamanlar
MAH'ta çalışmış olduğu tespit edildi.
1940 kuşağı şairleri ve yazarları özellikle; Rı­
fat Ilgaz, Nazım Hikmet, Vala Nurettin ve Sa­
bahattin Ali; Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı gör­
müş, yaşamış ve Anadolu'ya öğretmen ola­
rak giderek halkın yaşamına bizzat tanıklık
etmişlerdir. Sosyalist düşüncelerinin teme­
linde bu bakış açısı yatar. Diğer bir neden
ise; 1940-1945 tarihleri dünyada ikinci Dün­
ya Savaşı'nın yaşandığı bir dönemdir, faşizm
halklara acımasızca saldırmaktadır ve ırk üs­
tünlüğü ön plana çıkmıştır.
Özellikle İspanya'da, İtalya'da, Fransa'da ve
Sovyetler Birliği'nde faşizme karşı halklar
mücadele vererek sınıfsal mücadelelerini
güçlendirmektedir. Aynı dönemde emperya­
lizme karşı Ulusal Kurtuluş Savaşları veril­
mektedir. Türkiye'de ise 1940 kuşağı halkı
sosyalizme hazırlamak için gerekli şartları
oluşturmak ve gerici odak noktalarına karşı
halkın seviyesini yükseltmek görevini üst­
lenmişlerdir. 1946 yılında çıkan Markopaşa
dergisi bu amacı taşır. Bu dergi politik mizah
niteliğinde olsa da o dönem iktidar çevresini
ve buna bağlı olarak emperyalistleri ve ırkçı­
ları çok fazla rahatsız etmiştir. Başyazısını
"Milleti Aldatmasınlar" yazısında ise şu dü­
şüncelere değinir:
"Hasan Saka hükümeti, güya hayatı ucuzla­
tacak tedbirler alıyormuş. İlk tedbir Ameri­
ka'dan ucuzlatma mütehassısı getirmek ola­
cakmış. O tedbiri alacaklar biliyoruz. En alamot tedbir odur zaten. Bugün Türk piyasası­
na Amerikan malları hâkimdir. Dışardan ge­
len malların yüzde yetmişi bu mallardır. Yu­
nanistan'a, İngiltere'ye, daha başka yerlere
gıda maddeleri gönderiyoruz. Bu maddeler
istihsal fazlamız değildir. Bizim yiyeceğimiz­
den kesilerek, midemizden çekip çıkarılarak
ihraç ediliyor. Hasan Saka hükümetinin
Amerika karşısında eli kolu bağlıdır ve bu hü­
kümet hayatı ucuzlatmak gibi müstakil ve
milli bir iktisadi politika takip etmek imkânı­
na malik değildir. Anlaşılan Hasan Saka hü­
kümeti, yine Halk Partisi hükümetlerinin o
meşhur yalan vaatleriyle işe başlıyor. Milleti
aldatmaktan artık vazgeçsinler."
Sabahattin Ali birçok kez tutuklandı, tehdit
İkinci Dünya Savaşı'nın sona erdiği günlerde
iktidarın baskılarını çok fazla arttırdığı ve
buna karşı olarak muhalefetin bu aydınlar
tarafından yapıldığını görüyoruz. Mehmet
Kemal'in deyişiyle "Acılı Kuşak" o dönem
için t a m olarak görevini yapmıştır. Sabahat­
t i n Ali ise Amerikan emperyalizmine karşı
"Tam Bağımsız Türkiye" için verilen savaşta
bedel ödeyen "ilk faili meçhul yazar" olarak
hem tarihimizde hem de edebiyatımızda
bugünlere miras bıraktığı onuruyla ve duru­
şuyla yerini almıştır.
KAYNAKÇA
1-Nükhet Esen, Nezihe Seyhan "Sabahattin
Ali Mahkemelerde", Yapı Kredi Yayınları
2-Mehmet Saydur, "Markopaşa Gerçeği"
Çınar Yayınları.
EYLÜL 2006
TAVIR
45
haberler
Tayyip Erdo¤an bir karikatür Alt›n Leopar Ödülü’nü Das
Fraulein filmi kazand›
davas› daha açt›
Baflbakan Recep Tayyip
Erdo¤an’›n avukatlar› Fatih fiahin ve Muammer Cemalo¤lu taraf›ndan Ankara Asliye Hukuk
Mahkemesi’ne sunulan dilekçede, dava konusu karikatürün Leman Dergisi’nin 6 Temmuz
2006 tarihli say›s›n›n kapa¤›nda
yer ald›¤› hat›rlat›ld›. Baflbakan
Recep Tayyip Erdo¤an’›n, "RECO
KONGO KENES‹ TÜRK‹YE’N‹N
ANASINI A⁄LATIYOR" bafll›kl› karikatürde, keneye benzetilerek,
flahsiyet haklar›na tecavüz edildi¤i öne sürüldü. Karikatürün,
"sözlü anlat›mdan daha etkili,
dikkat çekici ve güçlü bir anlat›m tarz› oldu¤u" vurgulanan
dava dilekçesinde, "Baflbakan’›n
habis, kan emici, asalak ve musallat oldu¤u, canl› için ölümcül
bir hayvan olan K›r›m Kongo kenesine benzetilerek a¤›r ve haks›z bir sald›r›ya u¤rad›¤›" iddia
edildi.
Erdo¤an, karikatürist
MehmetÇa¤ça¤ ve yay›nc›s› oldu¤u LM Bas›n Yay›n Ltd.’den
25 bin YTL manevi tazminat istedi.J
59. Locarno Uluslararas› Film
Festivali’nde Alt›n Leopar Ödülü’nü Andrea Staka’n›n yönetti¤i
‹sviçre-Almanya ortak yap›m›
‘Das Fraulein’ (The Waitress) adl›
film kazand›. Da¤›lan Yugoslavya’dan iç savafl s›ras›nda kaçarak
‹sviçre’ye geçen üç mülteci kad›n›n öyküsünü dile getiren film,
geçmiflleri ile gelecekleri aras›nda gidip gelen bir sorgulamay› ve
karakterlerin kültürler aras› geçifl sanc›lar›n› anlat›yor. Staka,
Locarno’da FIPRESCI Uluslararas›
Film Elefltirmenleri Birli¤i Ödülü’nü de kazanan ‘Das Fraulein’
filmini çekmeden önce, yine da-
¤›lan Yugoslavya sonras› ülke insanlar›n›n sanc›lar›n› iflleyen
‘Hotel Belgrade’ (1999) adl› bir
k›sa filmi ve ‘Yugodivas’ (2000)
adl› belgesel filmini üretmiflti.
Jüri Özel Ödülü’nü Ryan Fleck’in
ABD yap›m› ‘Half Nelson’ filminin kazand›¤› festivalde, bir baflka ABD yap›m› film olan ‘Stephanie Daley’de oynayan Amber
Tamblin En ‹yi kad›n Oyuncu;
‘Der Mann von der Botschaft’
(The Man from the Embassy) adl› Almanya yap›m› filmde oynayan Burghart Klaussner ise En ‹yi
Erkek Oyuncu dal›nda Leopar kazand›. J
Grup Yorum’un Selçuk
konseri engellendi
6 A¤ustos’ta Selçuk’ta yap›lmas› planlanan Grup Yorum konseri, belediye baflkan› taraf›ndan engellendi. Grup Yorum konuyla ilgili yapt›¤› yaz›l› aç›klamada flunlar› söyledi:
Selçuk’ta yap›lmas› planlanan konserin tan›t›m›, konser tarihinden
yaklafl›k 1 ay önce ilgili yerlere yap›lan yasal baflvurular›n ard›ndan
bafllad›. Konserin yap›laca¤› yer olan Amfi Tiyatro, Selçuk Belediyesi’ne ait oldu¤undan ilk olarak belediye’den izin al›nd›, bununla ilgili
ilk olarak belediye baflkan›n›n bizzat kendisi ile görüflüldü. Belediye
baflkan›n›n onay vermesinin ard›ndan, Emniyet izni baflvurusu yap›ld› ve çok k›sa sürede konserin izin yaz›s› emniyetten de al›nd›. Bu izinlerin ard›ndan konserin tan›t›m çal›flmalar›na baflland›. Konserle ilgili, ilçede çok olumlu bir hava olufltu.
Ancak konsere birkaç gün kala, konseri organize eden flirkete belediye baflkan›n›n imzas› ile bir faks geçildi. Gelen faksta “‹lgili tarihte
yapmak istedi¤iniz Grup Yorum konseri ile ilgili talebiniz uygun bu-
46 | TAVIR |EYLÜL 2006
lunmam›flt›r.” fleklinde bir cümle yer al›yordu. Faks›n tamam› bu
cümleden olufluyordu. (...)
Selçuk Belediye Baflkan›’n›n bu konudaki tutumu “Burada kanun benim, benim keyfim neyi isterse onu uygular›m.” fleklinde oldu. Kendisini, halk›n oyu ile yönetime gelmifl bir kifliden çok, o ilçenin a¤as›, sahibi, amfi tiyatroyu da babas›n›n mal› sanan bir zihniyet, belediyenin
bafl›nda bulunuyor. Halk›n beklentileri de¤il, kendi düflmanca tutumu ve orman kanunlar› belirleyici oluyor.J
haberler
Grup Yorum Harbiyede
konser verdi
GRUP YORUM g ü n c e
3 27-30 Temmuz: 6. Munzur
Festivali kapsam›nda 27 Temmuz’da Pertek, 28 Temmuz’da
Hozat, 29 Temmuz’da Ovac›k
ve 30 Temmuz’da Naz›miye’de
verdi¤i konserlerde yaklafl›k
20000 kifliye seslendi.
33 A¤ustos: Ege Turnesi kapsam›ndaki ilk konserinde ‹zmir
Alia¤a’da yaklafl›k 750 kifliye
seslendi. Konser halaylarla son
buldu.
Yaklafl›k bir y›ll›k bir aran›n ard›ndan 26 A¤ustos akflam› Harbiye Aç›k Hava Tiyatrosu'nda
konser veren Yorum, dinleyicilerine unutulmayacak bir gece yaflatt›.
Program›na "Ferhat" isimli flark›
ile bafllayan Yorum, "O¤ul'a
A¤›t" ve "Bir Görüfl Kabininde"
isimli flark›lar›n›n ard›ndan, konserde çok özel bir konuklar›n›n
oldu¤unu, bu kiflinin ölüm orucu
eylemi yapmakta olan Behiç Aflc› oldu¤unu ve bu nedenle heyecanlar›n›n çok daha fazla oldu¤unu söyleyerek Aflç›'y› sahneye
davet etti.
rin bir k›sm›n›n program› a¤layarak izledi¤i görüldü.
Birinci bölümün sonlar›na do¤ru
haz›rlad›¤› Kürtçe potpori ile halaylara ça¤r› yapan Yorum'a sahne'de Beflik Halkoyunlar› Ekibi
de haz›rlad›¤› oyunla efllik etti.
Yorum, birinci bölümü "Vur Ulan
Köpek Dölü" isimli flark› ile tamamlad›.
‹kinci bölüme "Haziranda Ölmek
Zor" ile bafllayan Yorum, "Soluk
Solu¤a" ve "Evindar" gibi klasiklerin ard›ndan yeni albümden
"Kay›plar›n Ard›ndan", "Felluce"
ve "S›ra Neferi" flark›lar›n› arka
arkaya seslendirdi.
Yo¤un alk›fl ya¤muru alt›nda
sahneye gelen Behiç Aflc›, uzun
süre tüm kitlenin att›¤› "Yaflas›n
Ölüm Orucu Direniflimiz" ve "Behiç Aflc› Onurumuzdur" sloganlar›n›n ard›ndan bir konuflma
yapt›. Konuflmay› tüm kitle
ayakta alk›fllarken, Aflc› dinleyiciler içinde kendisine ayr›lan yere geçti.
"Felluce" isimli flark›ya, ‹smail
Y›ld›z okudu¤u fliir ile kat›l›rken,
"S›ra Neferi", Beflik Halkoyunlar›
Ekibinin haz›rlad›¤› modern
dans kareografisi eflli¤inde sunuldu. Yine "Davet" isimli flark›da Beflik Haloyunlar› Ekibi'nin
haz›rlad›¤› "Çepki" oyunu büyük
be¤eni toplad›.
Program boyunca eski ve yeni
flark›lar›n› iç içe söyleyen Yorum,
"Kuflatma", "Filistin Günlü¤ü" ve
"Zafere Kadar" isimli flark›lar›ndan oluflan Filistin bölümünü,
belgesel film eflli¤inde sundu.
Bafl›ndan sonuna dek büyük bir
coflku içinde geçen konser, çekilen halaylar›n ve "Cemo" flark›s›n›n ard›ndan söylenen “Avusturya ‹flçi Marfl›" ve "Enternasyonal"
isimli flark›larla sona erdi.
Belgesel filmdeki görüntüler büyük be¤eni toplarken, seyircile-
Yorum'a sahnede kimi müzisyenler de efllik etti.J
3 8 A¤ustos: Didim(Ayd›n)’de
Apollon tap›na¤›nda verdi¤i
konserde yaklafl›k 800 kifliye
seslendi.
310 A¤ustos: Datça’da Anfi Tiyatro’da verdi¤i konserde yaklafl›k 300 kifliye seslendi.
312 A¤ustos: Marmaris (Merkez) Anfi Tiyatro’da verdi¤i
konserde yaklafl›k 500 kifliye
seslendi.
36 A¤ustos; ‹zmir Selçuk’ta verece¤i konser, belediye baflkan›n›n keyfi tutumu sonucu
engellendi. Konser salonu
önünde durumu protesto
ederek dinleti verdi, yaklafl›k
50 kifliye seslendi.
315 A¤ustos: Antalya Manavgat’ta verdi¤i konserde yaklafl›k 400 kifliye seslendi.
3 7 A¤ustos: ‹zmir Gümüldür’de verdi¤i konserde yaklafl›k 200 kifliye seslendi.
3 26 A¤ustos: Harbiye Cemil
320 A¤ustos: Kad›köy’de yap›lan ‹srail karfl›t› mitingde 10
bin kifliye seslendi.
Topuzlu Aç›k Hava Tiyatrosu’nda 4 bin kifliye seslendi.
Ayd›nlar, ‹sraili protesto
için imza metni yay›nlad›
Tar›k Ali, Noam Chomsky, Eduardo Galeano, Howard Zinn,
Ken Loach, John Berger ve
Arundhati Roy, ‹ngiliz Guardian
gazetesine ortak bir mektup
göndererek, ‹srail’in Lübnan’da
savafl suçu iflledi¤ini söyledi.
Mektupta flunlara de¤inildi:
ABD destekli ‹srail sald›r›s›, Lüb-
nan'› felç etti, atefle ve öfkeye
bo¤du. Kana'daki katliam ve
can kay›plar›, sadece "orant›s›z
güç kullan›m›ndan" ibaret de¤il.
Uluslararas› yasalara göre, bu
bir savafl suçu. Lübnan'›n sosyal
altyap›s›n›n, ‹srail hava kuvvetleri taraf›ndan kas›tl› ve sistematik imhas› da savafl suçu. Bu
vahfletin kurbanlar›n› ve ona
karfl› direnenleri destekliyoruz.
Hükümetlerimizin bu eylemlerdeki suç ortakl›¤›n› teflhir etmek
için elimizdeki bütün araçlar›
kullanaca¤›z. Filistin ve Irak iflgalleriyle Lübnan'a yönelik geçici olarak "durdurulan" bombard›manlar sürdükçe, Ortado¤u'da bar›fl da olmayacak. J
EYLÜL 2006 | TAVIR | 47
haberler
sa... k›sa... k›sa... k›sa.. k›sa... k›sa... k›sa... k›sa... k›sa... k›sa... k›sa... k›sa... k›sa... k›s
3Tiyatro ve sinema sanatç›s› Tuncer Necmio¤lu,
bir y›ld›r tedavi gördü¤ü Özel Okmeydan›
Hastanesi’nde hayat›n› kaybetti.
Geçti¤imiz günlerde 50. sanat y›l›n›, düzenlenen
özel bir gece ile kutlayan Necmio¤lu 1936
y›l›nda do¤du. ‹stanbul Üniversitesi T›p
Fakültesi’nde ve ‹TÜ Makine Mühendisli¤i
Bölümü’nde ö¤renim gördü. Ö¤renim y›llar›nda
tiyatro çal›flmalar›na bafllad›. “Jül Sezar” oyununda Jül Sezar rolünde oynad›, Halk
Oyuncular›’n›n kuruculu¤unu ve genel sanat
yönetmenli¤ini yapt›. Arena, Ankara Sanat,
Küçük Sahne ve Devlet Tiyatrolar›’nda profesyonel olarak çal›flan Necmio¤lu, sinemada karakter oyuncusu olarak yüzlerce filmde oyuncu,
senarist ve yönetmen olarak görev ald›.
Hudutlar›n Kanunu, K›z›l›rmak Karakoyun, Pir
Sultan Abdal, Kuma, Estergon Kalesi, Dar Alanda
K›sa Paslaflmalar, Hoflçakal Yar›n, Dil Yaras›,
Elveda Dostum gibi filmlerde rol alarak; 1990
y›l›nda 27. Antalya Film fienli¤i’nde Kar›lar
Ko¤uflu adl› filmdeki, 1992 y›l›nda 29. Antalya
Film fienli¤i’nde de Ya¤mur Beklerken filmindeki
rolleriyle En ‹yi Yard›mc› Erkek Oyuncu ödüllerine de¤er görüldü. Necmio¤lu, 42. Antalya Alt›n
Portakal Film Festivali’nde de Y›ld›r›m Önal An›
Ödülünü alm›flt›.
3Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Alman yazar
Günter Grass, II. Dünya Savafl› s›ras›nda, Nazi
polis örgütü SS saflar›nda görev yapt›¤›n›
söyledi. Yazar, Frankfurter Allgemeine gazetesine verdi¤i demeçte, henüz 17 yafl›ndayken,
Dresden kentinde SS tank bölü¤üne al›nd›¤›n›
aç›klad›. Art›k bu yükü kald›ramad›¤›n› belirten
Grass, o günlerde SS bölü¤ünde görev yapt›¤›
için utanç duymad›¤›n›, ancak daha sonralar›
bu utanc›n kendisine yük oldu¤unu söyledi.
“Yafl›t›m olan çok say›da Alman genci de ayn›
yoldan geçti” diyen Grass, SS bölü¤üne
kat›ld›¤›n› da ancak Dresden kentine gitti¤inde
ö¤rendi¤ini vurgulad›.
38–18 Mart 2007 tarihleri aras›nda Alman-
ya’n›n Nürnberg kentinde gerçekleflecek olan 12.
Türkiye/Almanya Film Festivali program›na film
baflvurular› al›nmaya bafllad›. Festivalde filmlerle ifllenecek olan konular›n yan›s›ra, ödüllü yar›flma bölümü üç dalda sürdürülecek: Uzun Metraj
Film Yar›flmas›, K›sa Film Yar›flmas› ve Belgesel
Film Yar›flmas›.
3Geçti¤imiz temmuz ay›nda yitirdi¤imiz yazar,
yönetmen, koreograf ve oyuncu Mehmet Akan,
13 A¤ustos akflam› Kad›köy Naz›m Hikmet
Kültür Merkezi’nde an›ld›. ‹lk konuflmay› yapan
Mehmet Esato¤lu konuflmas›nda flu tespitleri
yapt›; “... Mehmet Akan 60’lar›n güzel
insanlar›ndan biriydi. Neydi bu ‘güzel’ insanlar›n
ortak özelli¤i? Bu insanlar öncelikle yurtsever
insanlard›. Ülkelerini gerçekten severlerdi. Bu
sevgi öyle kuru kuruya bir sevgi de¤ildi. Kafa patlat›rlard›, ülkelerindeki politika, insan yaflam› ve
üretilen sanat üstüne. Bunu yapabilmek için de
okurlard›, yazarlard›, düflünürlerdi ve çözümler
üretirlerdi. Örgütlenmeler yarat›rlard›.” Etkinlik
semah gösterisiyle sona erdi.J
DVD... VCD... ALBÜM... DVD... VCD... ALBÜM... DVD... VCD... ALBÜM... DVD...
3 vedat sakman
konser
Sakman Müzik
48 | TAVIR |EYLÜL 2006
3 vedat ülger
telkari türküler
Güvercin Müzik
3 rahman
3 yaflar kabaosmano¤lu
ayr›l›k
Duygu Müzik
rakani
Beyo¤lu Metropol

Benzer belgeler