EMG Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı için tıklayınız..

Transkript

EMG Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı için tıklayınız..
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
İÇİNDEKİLER
Kurullar.............................................................................................................................................3
Bilimsel Program..............................................................................................................................5
Sözel Bildiriler................................................................................................................................39
Poster Bildiriler..............................................................................................................................65
İndeks...........................................................................................................................................105
1
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
2
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
KURULLAR
TÜRKİYE KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG DERNEĞİ
Onursal Başkan
Prof. Dr. Cumhur ERTEKİN
Başkan
Prof. Dr. Jale YAZICI
II. Başkan
Prof. Dr. Betül BAYKAL
Sekreter
Doç. Dr. Vildan YAYLA
Sayman
Prof. Dr. İbrahim AYDOĞDU
Üyeler
Doç. Dr. Münevver GÖKYİĞİT
Prof. Dr. Hilmi UYSAL
Doç. Dr. Nurten Uzun ADATEPE
KONGRE DÜZENLEME KURULU
Prof. Dr. İbrahim AYDOĞDU
Prof. Dr. Betül BAYKAL
Prof. Dr. Feza DEYMEER
Doç. Dr. İrsel TEZER FİLİK
Prof. Dr. Derya KARADENİZ
Prof. Dr. Meral KIZILTAN
Prof. Dr. A. Emre ÖGE
Prof. Dr. Hilmi UYSAL
Doç. Dr. Vildan YAYLA
Prof. Dr. Jale YAZICI
Prof. Dr. Naz YENİ
3
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
4
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
BİLİMSEL
PROGRAM’A
GENEL BAKIŞ
5
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
6
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
8 NİSAN 2015, ÇARŞAMBA
SAAT
13:00 - 14:20
14:20 - 14:40
14:40- 16:00
16:00 - 16:20
16:20 - 17:40
17:40 - 18:00
18:00 - 19:00
SALON A
SALON B
SALON C
TEMEL EMG KURSU
TEMEL EEG KURSU
UYKU HASTALIKLARI VE POLİSOMNOGRAFİ KURSU
SALON D
TEMEL EMG KURSU
TEMEL EEG KURSU
Kahve Arası
UYKU HASTALIKLARI VE POLİSOMNOGRAFİ KURSU
Kahve Arası
TEMEL EEG KURSU
TEMEL EMG KURSU
UYKU HASTALIKLARI VE POLİSOMNOGRAFİ KURSU
Ara
TEMEL EEG KURSU
TEMEL EMG KURSU
UYKU HASTALIKLARI VE POLİSOMNOGRAFİ KURSU
9 NİSAN 2015, PERŞEMBE
08:30 - 08:45
08:45 - 10:15
AÇILIŞ
AÇILIŞ DERSİ
The Role of The Subcortical Structures in Partial Epilepsy: Intracerebral
Recordings of High Frequency Oscillations and Ictal Pattern
10:15 - 10:35
10:35 - 12:00
12:00 - 12:40
12:40 - 13:30
13:30 - 15:00
15:00-15:15
15:15 - 17:15
17:15 - 17:30
17:30 - 19:00
20:00 - 22:00
Kahve Arası
Çiğneme Kontrol Mekanizmaları ve Klinik Uygulamaları
Öğle Yemeği
Uyku Sırasında Elektriksel Status Epileptikus "ESES"
Kahve Arası
SÖZEL BİLDİRİLER (EMG)
SÖZEL BİLDİRİLER (EEG)
Nörofizyolojinin Farklı Yönleri
EMG Olgu Sunumları
VİDEO-EEG OTURUMU • Refleks Epilepsi Nöbetleri
Kahve Arası
10 NİSAN 2015, CUMA
08:15 - 09:45
09:45 - 10:30
10:30 - 12:00
12:00 - 12:40
12:40 - 13:40
13:40 - 15:10
15:10 - 15:25
15:25 - 16:45
16:45 - 18:00
18:00 - 19:00
21:00
Poster Tartışmaları / Kahve Arası
Beyin Elektrofizyolojisine Farklı Bakışlar
Controversial Compression/Entrapment Neuropathies
Öğle Yemeği
Nokturnal Paroksismal Olaylara Çok Yönlü Yaklaşım ve Ayırıcı Tanı
Kahve Arası
SÖZEL BİLDİRİLER (EMG)
SÖZEL BİLDİRİLER (EEG)
SÖZEL BİLDİRİLER (EMG)
VİDEO-EEG OTURUMU • Seyrek Rastlanan Nöbet Semptomları
İLERİ EMG KURSU
AKŞAM KEYFİ
11 NİSAN 2015, CUMARTESİ
Epilepsi ve EEG'nin Zor Yorumlanan Yüzleri ve Güncel Yaklaşımlar
08:30 - 10:00
09:00 - 10:30
10:00 - 10:50
10:20 - 11:45
EMG TEKNİSYEN KURSU
Kahve Arası (10:00 - 10:20)
EEG TEKNİSYEN KURSU
Kahve Arası (10:30 - 10:50)
EEG Laboratuarında Farklı Etyolojili Tablolara Tanıda Katkımız Nedir?
10:50 - 12:15
11:45 - 12:30
12:15 - 13:30
12:45 - 14:00
13:30 - 15:30
14:00 - 15:30
15:30 - 16:00
Focal Peripheral Neuropathies - What's New?
16:00 - 17:00
İLERİ EMG KURSU
ENDÜSTRİ DESTEKLİ OTURUM
Epilepsi Tedavisinde Zor Olgular ve Lamotrijin Kullanımı
Periferik Nöropatilerde Hukuksal Konular
Klinik Nörofizyolojik Açıdan Uyku Hastalıkları
EMG TEKNİSYEN KURSU
EEG TEKNİSYEN KURSU
EMG TEKNİSYEN KURSU
EEG TEKNİSYEN KURSU
EMG TEKNİSYEN KURSU
EEG TEKNİSYEN KURSU
Öğle Yemeği
GENEL KURUL TOPLANTISI
Elektrofizyolojik ve Klinik Spektrumda Siklik Alternan Pattern
Kahve Arası
16:00 - 17:30
17:00 - 18:30
17:30 - 17:50
17:50 - 18:50
20:00 - 22:00
EEG - TEDAVİ GECESİ • Olgulara Klinik ve Elektrofizyolojik Yaklaşım
08:30 - 09:30
İLERİ EMG KURSU
Kahve Arası
UP SEP-MEP
12 NİSAN 2015, PAZAR
İLERİ EEG KURSU
Olgu Örnekleri ile İnteraktif Eğitim
EMG TEKNİSYEN KURSU
Cihaz Başı Uygulama
09:00 -10:30
09:30 - 11:00
İLERİ EMG KURSU
İLERİ EEG KURSU
Olgu Örnekleri ile İnteraktif Eğitim
Kahve Arası (11:00 - 11:20)
10:30 - 11:20
EEG TEKNİSYEN KURSU
Kıdemli Teknisyenlerle Birlikte Grup Çalışmaları
Kahve Arası (10:30 - 11:00)
EMG TEKNİSYEN KURSU
Cihaz Başı Uygulama
11:00 - 12:30
11:20- 12:30
UYGULAMALI EMG KURSU
Yutma İncelemesi Uygulaması
12:30 - 13:30
UYGULAMALI EMG KURSU
Sensory Nerve Conduction: Reducing Noising and Artifacts
İLERİ EEG KURSU
Olgu Örnekleri ile İnteraktif Eğitim
7
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
8
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
BİLİMSEL
PROGRAM
9
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
10
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
8 NİSAN 2015, ÇARŞAMBA
13:00 - 14:20
Salon A
TEMEL EMG KURSU
Oturum Başkanı: Münevver Gökyiğit
EMG Yöntemleri
Münevver Gökyiğit
Periferik Sinirlerin Yaygın Etkilenmesi-PNP, MNM
Feray Karaali Savrun
13:00 - 14:20
Salon B
TEMEL EEG KURSU
Oturum Başkanı: Sevim Baybaş
EEG Çekilme Standartları Polarite ve Montaj
Gülnihal Kutlu
Aktivasyon Yöntemleri
Özlem Çokar
Artefaktlar
Sevim Baybaş
13:00 - 14:20
Salon C
UYKU HASTALIKLARI VE POLİSOMNOGRAFİ KURSU
2014 Uluslararası Uyku Bozuklukları Sınıflaması ve Uyku ve İlişkili Olayların Skorlamasında
Son Kriterler
Oturum Başkanı: Derya Karadeniz
Uyku Laboratuarı Standartları
Derya Karadeniz
Polisomnografide Kaydedilen Parametreler, Kullanılan Elektrotlar,
Filtreler, Kayıt Protokolleri
İbrahim Öztura
Uyanıklık-Uyku Evre Skorlaması
Nida Taşçılar
14:20 - 14:40
Kahve Arası
14:40- 16:00
Salon A
TEMEL EMG KURSU
Oturum Başkanı: Zeki Odabaşı
Spinal Önboynuz Hastalıklarında EMG
Tülin Tanrıdağ
Sinir Kökü Hastalıklarında EMG
Cengiz Tataroğlu
Kas Hastalıklarında EMG
Zeki Odabaşı
11
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
8 NİSAN 2015, ÇARŞAMBA
14:40- 16:00
Salon B
TEMEL EEG KURSU
Oturum Başkanı: Naz Yeni
Temel EEG Dalgaları
Naz Yeni
EEG Maturasyonu
Veysi Demirbilek
Normal Varyantlar/Sıkça Yapılan Hatalar
Özden Kamışlı
14:40- 16:00
Salon C
UYKU HASTALIKLARI VE POLİSOMNOGRAFİ KURSU
2014 Uluslararası Uyku Bozuklukları Sınıflaması ve Uyku ve İlişkili Olayların Skorlamasında
Son Kriterler
Oturum Başkanı: Barış Baklan
Uykuda Hareket Bozukluklarının Tanı Kriterleri ve Tanısal Testler
Derya Karadeniz
Parasomnilerin Tanı Kriterleri ve Tanısal Testler
İrsel Tezer
Hipersomnilerin Tanı Kriterleri ve Tanısal Testler
Barış Baklan
16:00 - 16:20
Kahve Arası
16:20 - 17:40
Salon A
TEMEL EMG KURSU
Oturum Başkanı: Vildan Yayla
Fokal Nöropatilere Genel Yaklaşım
Vildan Yayla
Fokal Nöropatiler: Üst Ekstremite
Vildan Yayla
Fokal Nöropatiler: Alt Ekstremite
Fikret Bademkıran
16:20 - 17:40
Salon B
TEMEL EEG KURSU
Oturum Başkanı: Hacer Bozdemir
İnteriktal EEG Değişiklikleri
Hacer Bozdemir
İktal EEG Değişiklikleri
Demet Kınay
Ensefalopatilerde EEG
Kadriye Ağan
12
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
8 NİSAN 2015, ÇARŞAMBA
16:20 - 17:40
Salon C
UYKU HASTALIKLARI VE POLİSOMNOGRAFİ KURSU
2014 Uluslararası Uyku Bozuklukları Sınıflaması ve Uyku ve İlişkili Olayların Skorlamasında
Son Kriterler
Oturum Başkanı: Murat Aksu
Uykuda Solunum Bozuklularının Tanı Kriterleri ve Tanısal Testler
Hikmet Yılmaz
Uyku ile İlişkili Solunum Olaylarının Skorlaması
Deniz Tuncel
Uyku ile İlişkili Hareketlerin Skorlaması
Murat Aksu
17:40 - 18:00
Ara
18:00 - 19:00
Salon A
TEMEL EMG KURSU
Oturum Başkanı: Kayıhan Uluç
Pleksus Hastalıklarında EMG
Kayıhan Uluç
Uyandırılmış Potansiyellerin Klinik Uygulamaları
Zeliha Matur
18:00 - 19:00
Salon B
TEMEL EEG KURSU
EEG Raporlama
Ayşın Dervent
18:00 - 19:00
Salon C
UYKU HASTALIKLARI VE POLİSOMNOGRAFİ KURSU
2014 Uluslararası Uyku Bozuklukları Sınıflaması ve Uyku ve İlişkili Olayların Skorlamasında
Son Kriterler
Oturum Başkanı: İbrahim Öztura
Biyoelektrik Uyanıklık ve Siklik Alternan Pattern Skorlaması
Gülçin Benbir
Çoklu Uyku Latans Testi ve Uyanıklığı Sürdürme Testi
Kezban Aslan
Uyku Hastalıklarında PSG Raporlama Özellikleri
İbrahim Öztura
13
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
9 NİSAN 2015, PERŞEMBE
08:30 - 08:45
Salon A
AÇILIŞ
Jale Yazıcı
08:45 - 10:15
Oturum Başkanı: Jale Yazıcı
AÇILIŞ DERSİ
Nörojenik Disfaji
Cumhur Ertekin
Oturum Başkanı: Betül Baykan
The Role of The Subcortical Structures in Partial Epilepsy: Intracerebral Recordings of High Frequency
Oscillations and Ictal Pattern
Ivan Rektor
10:15 - 10:35
Kahve Arası
10:35 - 12:00
Oturum Başkanı: Kubilay Varlı
Basic Principles of Intraoperative Motor Evoked Potential Monitoring and Intraoperative Cranial
Nerve Monitoring
David MacDonald
Basic Principles of SSEP Monitoring During Spinal and Cranial Surgery
David MacDonald
12:00 - 12:40
Oturum Başkanı: Cumhur Ertekin
Çiğneme Kontrol Mekanizmaları ve Klinik Uygulamaları
Kemal Türker
12:40 - 13:30
Öğle Yemeği
13:30 - 15:00
Salon A
Oturum Başkanı: Piraye Oflazer
Peripheral Nerve Fascicles: Anatomy and Clinical Relevance
John Stewart
Elektrofizyolojik Bulguların Histopatolojik Temelleri
Piraye Oflazer
13:30 - 15:00
Salon B
Uyku Sırasında Elektriksel Status Epileptikus “ESES”
Oturum Başkanı: Ayşın Dervent
ESES Olgularının Klinik Karakteristikleri
Güzide Turanlı
ESES Tablosunda EEG Özellikleri
Ayşın Dervent
ESES Olgularının Tedavi ve Prognozları
Sarenur Gökben
15:00-15:15
Kahve Arası
14
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
9 NİSAN 2015, PERŞEMBE
15:15 - 17:15
Salon A
SÖZEL BİLDİRİLER (EMG)
Oturum Başkanları: Münevver Gökyiğit, Feray Karaali Savrun
15:15-15:25
S01 - Karpal Tünel Sendromunda Otonomik Tutulum- Sempatik Deri Yanıtı ve Deri Sıcaklığı
15:25-15:35
S02 - Multifokal Edinsel Demiyelinizan Duysal ve Motor Nöropatide (Madsam) Klinik,
Elektrofizyolojik Bulgular ve Tedaviye Yanıt
15:35-15:45
S03 - Yüz Nakli Olgularında Duygu İfadelerinin Elektrofizyolojik Olarak Değerlendirilmesi
15:45-15:55
S04 - Myasthenia Gravis Hastalarının Elektrofizyolojik İncelemelerine Retrospektif Bir Bakış
15:55-16:05
S05 - Myasthenia Gravis Hastalarında Konsantrik İğne İçin Farklı Alt Frekans Filtresi Değerlerinde
Hesaplanan Jitterler
16:05-16:15
S06 - Subklinik Reinnervasyonun Perioküler Kaslardaki Bulgusu: Diyabetik Polinöropatide
“Yüksek Jitter”
16:15-16:25
S07 - Sıçanlarda, Streptozotosin ile Oluşturulan Diyabetik Periferal Nöropati Modelinde, Trimetazidinin
Olası Nöroprotektif Etkilerinin Araştırılması
16:25-16:35
S08 - Pudendal Sinir Değerlendirmesinde Yeni Bir Elektrofizyolojik Yöntem: Pudendal Sep Yanıtlarının
Pozisyona Bağlı Değişimi
16:35-16:45
S09 - İğneyi Tendona Kaydırmak Motor Ünite Potansiyelinin Özniteliklerinde Anlamlı Değişikliğe Yol Açar Mı?
16:45-16:55
S10 - Tendon Yakını Kayıtlama Jitter ve Pik Sayısı Değerlerini Etkiler Mi?
16:55-17:05
S11 - Tanısında Üretral Sfinkter EMG’nin Altın Standart Olduğu 12 Olgu Eşliğinde Fowler’s Sendromu
17:05-17:15
S12 - Kauda Ekuina Duysal İletim Zamanı
17:15-17:25
S13 - Spazmodik Disfonide Botulinum Toksin Uygulamaları: Elektromiyografi Laboratuvarımızın Deneyimi
15:15 - 17:15
Salon B
SÖZEL BİLDİRİLER (EEG)
Oturum Başkanları: İbrahim Aydoğdu, Demet Kınay
15:15-15:25
S30 - Curcuminin Deneysel Olarak Oluşturulmuş Epilepsi Modelindeki Etkilerinin İncelenmesi
15:25-15:35
S31 - Serebral Palsi Modeli Geliştirilen Sıçanlarda Oksitosinin Konvulziyon Eşiğini Yükseltici Etkisi
15:35-15:45
S32 - Kritik Lokalizasyonlu İntrakraniyal Lezyon Cerrahisinde İntraoperatif İnvaziv Kortikal
Haritalandırma ve Nöromonitorizasyon
15:45-15:55
S33 - Huzursuz Bacaklar Sendromlu Hastalarda ve Normal Bireylerde, Motor İmgelem İle Fleksör
Refleks Eksitabilitesinin Değerlendirilmesi
15:55-16:05
S34 - Motor Nöron Hastalıklarına Eşlik Eden Uyku Bozuklukları: Klinik ve Polisomnografik
Retrospektif Analiz
16:05-16:15
S35 - Juvenil Miyoklonik Epilepsi Hastalarında Rastlanabilen Tremorun Farklı Bir Anlamı Var Mı?
16:15-16:25
S36 - Juvenil Miyoklonik Epilepside Duysal Uyandırılmış Potansiyeller Farklı Alt-Gruplara İşaret Edebilir Mi?
15
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
9 NİSAN 2015, PERŞEMBE
17:15 - 17:30
Kahve Arası
17:30 - 19:00
Salon A
Nörofizyolojinin Farklı Yönleri
Oturum Başkanı: Mehmet Demirci
Motor Unite Potansiyeline Farklı Bir Bakış
Barış Baslo
Algının Modulasyonu
Çağrı Temuçin
Bilinç ve Bilinç Bozukluklarında Elektrofizyoloji
Mehmet Demirci
17:30 - 19:00
Salon B
VİDEO-EEG OTURUMU
Refleks Epilepsi Nöbetleri
Oturum Başkanı: Veysi Demirbilek
İrkilme Epilepsisi
Özlem Çokar
Fotosensitif Epilepsi
Veysi Demirbilek
Yemek Yeme Epilepsisi
Ülgen Kökeş
Müzikojenik Epilepsi
Olcay Tosun Meriç
20:00 - 22:00
Salon A
EMG Olgu Sunumları
Oturum Başkanları: Reha Kuruoğlu, Emre Öge
Sunumlar:
Fikret Aysal
Ayşen Süzen Ekinci
Reha Kuruoğlu
Zeliha Matur
Togrul Mestanzade
Burcu Örmeci
Aysun Soysal
Tahir Kurtuluş Yoldaş
16
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
10 NİSAN 2015, CUMA
08:15 - 09:45
Salon A
Oturum Başkanları: Betül Baykan
rTMS in Parkinson’s Disease and Alzheimer’s Disease
Irena Rektorova
The Role of the Subthalamic Nucleus in Cognition: Electrophysiological Evidence
Ivan Rektor
09:45 - 10:30
Poster Tartışmaları / Kahve Arası
10:30 - 12:00
Salon A
Oturum Başkanı: Jale Yazıcı
Elektrofizyolojik Tanıda TMS
Jale Yazıcı
Elektrofizyolojik Yöntemlerle Nöromodülasyon
Burhanettin Uludağ
10:30 - 12:00
Salon B
Beyin Elektrofizyolojisine Farklı Bakışlar
Oturum Başkanı: Nerses Bebek
Hafif Kognitif Bozukluk ve Alzheimer Hastalığında Olaya İlişkin Beyin Osilasyon Yanıtları
Görsev Yener
Doğru Akım-EEG Kayıtlama ve İktal Lokalizasyon
Semai Bek
Kantitatif EEG Ne Katkıda Bulunabilir ?
Nerses Bebek
12:00 - 12:40
Salon A
Oturum Başkanı: Emre Öge
Controversial Compression/Entrapment Neuropathies
John Stewart
12:40 - 13:40
Öğle Yemeği
13:40 - 15:10
Salon A
Oturum Başkanı: Feza Deymeer
Demiyelinizan Nöropatilerin Elektrofizyolojik Tanısı
Aysun Soysal
Herediter Demiyelinizan Nöropatiler - CMT
Feza Deymeer
Olgularla Herediter Nöropatiler
Gülay Nurlu
17
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
10 NİSAN 2015, CUMA
13:40 - 15:10
Salon B
Nokturnal Paroksismal Olaylara Çok Yönlü Yaklaşım ve Ayırıcı Tanı
Oturum Başkanı: Barış Baklan
Nokturnal Nöbetler ve Uyku İlişkisi
Barış Baklan
Parasomnilerin Klinik ve Polisomnografik Özellikleri
Derya Karadeniz
Nokturnal Paroksismal Olaylar ve Uyku Hastalıkları İlişki ve Birliktelikleri
İrsel Tezer
15:10 - 15:25
Kahve Arası
15:25 - 16:45
Salon A
SÖZEL BİLDİRİLER (EMG)
Oturum Başkanları: Barış Baslo, Çağrı Temuçin
15:25-15:35
S14 - Spontan Esneme ve Spontan Yutma İlişkileri: Poligrafi ve Tüm Gece Uyku Çalışması
15:35-15:45
S15 - Spinal Kord Cerrahisinde Multimodal İntraoperatif Nörofizyolojik Monitorizasyon Deneyimlerimiz
15:45-15:55
S16 - Kortikal Bazal Gangliyonik Dejenerasyonun Semptomatik Tedavisinde rTMS Yararlı Olabilir Mi?
15:55-16:05
S17 - Dart Atma Hareketinin Video Analizi ve Harekette Serebellumun Rolü Üzerine Bir Çalışma
16:05-16:15
S18 - Zayıf Transkranial Doğru Akım Uyarısının (tDCS) İstemli Hareket Sırasında Kortikal Uyarılabilirlik
ve Hareket Çıktısı Üzerine Etkisi
16:15-16:25
S19 - Kısa İntervalli İntrakortikal İnhibisyonun (SAI) Motor Plastisite Üzerine Etkisi
16:25-16:35
S20 - BDNF Met Aleli Taşıyıcılığının, Hedef Gözeten Atış Egzersizlerinin Oluşturduğu Duysal-Motor
İntegrasyon Değişiklikleri Üzerine Etkisi Var Mıdır?
16:35-16:45
S21 - Multisistem Atrofi Hastalığı’nda Patolojik Kortikal Eksitabiltenin Düşük Frekanslı rTMS İle
Modülasyonu: Maladaptif Hipotez
15:25 - 16:45
Salon B
SÖZEL BİLDİRİLER (EEG)
Oturum Başkanları: Neşe Dericioğlu, İrem Çapraz
15:25-15:35
S37 - Fotik Stimülasyon Ne Zaman Uygulanmalı? Uyku Sonrası Yapılan Fotik Stimülasyon İnteriktal
Epileptiform Deşarjların Saptanmasında Duyarlılığı Artırabilir Mi?
15:35-15:45
S38 - Epilepsi Hastalarında, Refleks Nöbet Uyaranı Varlığında, Kognitif Fonksiyonların İnteriktal EEG
Üzerine Etkisinin Araştırılması
15:45-15:55
S39 - Peri-İktal Otonomik Bulguları Olan Epilepsi Hastalarında Nöronal Otoantikorların Araştırılması
15:55-16:05
S40 - Hipokampal Skleroz Olgularında Alışılmış Dışı Epileptik Odaklar ve Prognoz
16:05-16:15
S41 - 10 Olgu Eşliğinde Epileptik Nistagmus
16:15-16:25
S42 - Fokal Epilepsilerde İktal Vücut Dönmesi
16:25-16:35
S43 - Epilepsi Cerrahisi Öncesi WADA Testi Artık Gereksiz Mi?
18
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
10 NİSAN 2015, CUMA
16:45 - 18:00
Salon A
SÖZEL BİLDİRİLER (EMG)
Oturum Başkanları: Barış Baslo, Çağrı Temuçin
16:45-16:55
S22 - Als Hastalığında Kortikal Eksitabilite ve Transkallozal İnhibisyon Değerlendirmesi
16:55-17:05
S23 - İnsanda Düşük Frekanslı Noksius Kutanöz Stimülasyonun Spinal Eksitabilite ve Nosiseptif
H-Refleks İnhibisyonuna Etkisi
17:05-17:15
S24 - Sağlıklı ve İşitme Kaybı Olan Çocuklarda Somatosensoriyel İrkilme Refleksi
17:05-17:15
S25 - Beyin Sapı Lezyonlarında Göz Kırpma Refleksi ve Posterior Auriküler Kas Refleksi Yanıtları
17:15-17:25
S26 - Omurilik Yaralanmalarında İrkilme Yanıtları
17:25-17:35
S27 - ALS Beyinsapı Düzeyinde Uyarılabilirlik Değişiklikliğine Neden Olur Mu?
17:35-17:45
S28 - Tip 1 Diyabet Mellitus Tanısıyla İzlenen Olgularda Nöronal Eksitabilitenin Değerlendirilmesi
17:45-17:55
S29 - Patella T Refleksinde Çekiç Vuruş Gücü, Kas Vibrasyonu ve Rektus Femoris M Yanıtı Arasındaki İlişki
16:45 - 18:00
Salon B
VİDEO-EEG OTURUMU
Seyrek Rastlanan Nöbet Semptomları
Oturum Başkanı: Gülnihal Kutlu
Dakristik Nöbet, Jelastik Nöbet
Aylin Bican
Otonom Bulgulu Nöbetler
Leyla Baysal
İktal Dinsel Hezeyanlar
İrem Çapraz
Tonik Vibratuar Nöbet
Şakir Delil
18:00 - 19:00
Salon A
İLERİ EMG KURSU
Oturum Başkanı: Nurten Uzun Adatepe
Çocukta EMG: TEMEL Kavramlar
Nurten Uzun Adatepe
Çocukta EMG: Olgularla Değerlendirme
Elif Kocasoy Orhan
21:00
AKŞAM KEYFİ
19
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
11 NİSAN 2015, CUMARTESİ
08:30 - 10:00
Salon A
Oturum Başkanı: Hilmi Uysal
Kas Lifi ve Hastalıklarında Uyarılabilirlik Çalışmaları
Hatice Tankişi
Periferik Sinir Sistemi Hastalıkları ve Aksonal Uyarılabilirlik
Hilmi Uysal
Santral Sinir Sistemi Hastalıkları ve Aksonal Uyarılabilirlik
Bülent Cengiz
08:30 - 10:00
Salon B
Epilepsi ve EEG’nin Zor Yorumlanan Yüzleri ve Güncel Yaklaşımlar
Oturum Başkanı: Ebru Altındağ
Status Epileptikusta EEG ve Yorumlama Zorlukları
Neşe Dericioğlu
Yoğun Bakımda EEG Monitörizasyonunun Zorlukları ve Önemi
Ebru Altındağ
Epilepside Bilinç Kavramına Yeni Yaklaşımlar
Betül Baykan
10:00 - 10:20
Kahve Arası
10:20 - 11:45
Salon A
Oturum Başkanı: Bülent Cengiz
Quantitative EMG Methods
Hatice Tankişi
Anatomic Correlates of EMG Signals
Sandjeev Nandedkar
10:20 - 11:45
Salon B
EEG Laboratuarında Farklı Etyolojili Tablolara Tanıda Katkımız Nedir?
Oturum Başkanı: Serap Saygı
Genetik Hastalıklar ve EEG
Serap Saygı
Enfeksiyöz, Enflamatuar Hastalıklar ve EEG
Candan Gürses
Metabolik Hastalıklar ve EEG
İpek Midi
11:45 - 12:30
Salon A
Oturum Başkanı: Reha Kuruoğlu
Focal Peripheral Neuropathies - What’s New?
John Stewart
12:30 - 13:30
Öğle Yemeği
20
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
11 NİSAN 2015, CUMARTESİ
12:45 - 14:00
Salon A
GENEL KURUL TOPLANTISI
14:00 - 15:30
Salon A
Oturum Başkanı: Meral Kızıltan
İrkilme Reaksiyonu ve Retikülospinal Yol
Meral Kızıltan
Santral Güç Üretimi ve Yorgunluğun Değerlendirilmesi
Zafer Çolakoğlu
Kortikospinal Yol ve Ayna Nöronlar
Ayşegül Gündüz
14:00 - 15:30
Salon B
Elektrofizyolojik ve Klinik Spektrumda Siklik Alternan Pattern
Oturum Başkanı: İbrahim Öztura
Siklik Alternan Pattern Nedir, Ne İfade Eder ve Nasıl Skorlanır?
İbrahim Öztura
Siklik Alternan Patternin, Epilepside Klinik ve Nörofizyolojik Anlamı
Kezban Aslan
Siklik Alternan Pattern ve Uyku Hastalıkları İlişkisi
Hikmet Yılmaz
15:30 - 16:00
Kahve Arası
16:00 - 17:00
Salon A
İLERİ EMG KURSU
Oturum Başkanı: Nilgün Araç
Pelvik Taban Elektromiyografisi
Nilgün Araç
Nöroürolojide Elektrofizyolojik Yöntemler
Burcu Örmeci
16:00 - 17:00
Salon B
ENDÜSTRİ DESTEKLİ OTURUM
Epilepsi Tedavisinde Zor Olgular ve Lamotrijin Kullanımı
Yaşar Zorlu
Tartışma
17:00 - 18:30
Salon A
Periferik Nöropatilerde Hukuksal Konular
Oturum Başkanı: Emre Öge
Tartışmacılar:
Nevzat Alkan
Reha Kuruoğlu
Emre Öge
21
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
11 NİSAN 2015, CUMARTESİ
17:00 - 18:30
Salon B
Klinik Nörofizyolojik Açıdan Uyku Hastalıkları
Oturum Başkanı: Murat Aksu
Huzursuz Bacaklar Sendromu ve Ağrı İlişkisi- Klinik ve Elektrofizyolojik Yaklaşım
Murat Aksu
Uykuda Solunum Bozukluklarında Uyku ile İlişkili Elektrofizyolojik Bulgular–Otonom Sinir Sistemi
Gülçin Benbir
Uykuda Solunum Bozuklukları ilişkisi
İbrahim Öztura
Obstruktif Uyku Apne Sendromunda, Sempatik Deri Yanıtları
Bektaş Korkmaz
20:00 - 22:00
Salon A
EEG - TEDAVİ GECESİ
Olgulara Klinik ve Elektrofizyolojik Yaklaşım
Oturum Başkanları: Berrin Aktekin, Kadriye Ağan
MELAS Tanısı Konan Bir Olgu
Ayçin Yıldız Tabakoğlu
Epilepsi ve Uyku Hastalıkları Birlikteliğinde Bir Olgu
Gülçin Benbir
Dravet Sendromu ve SUDEP Riski
Hava Özlem Dede
Hiperglisemik Afazik Status
Olcay Tosun Meriç
EEG’yi Tedavi Etmeli Miyiz?
Berrin Aktekin
22
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
12 NİSAN 2015, PAZAR
08:30 - 09:30
Salon A
İLERİ EMG KURSU
Oturum Başkanı: Mustafa Ertaş
Nöromüsküler Kavşağın Elektrofizyolojik İncelemesi-Ardısıra Uyarım
Necdet Karlı
Nöromüsküler Kavşağın Elektrofizyolojik İncelemesi-Tek Lif EMG
Mustafa Ertaş
08:30 - 09:30
Salon B
İLERİ EEG KURSU
Olgu Örnekleri ile İnteraktif Eğitim
Oturum Başkanı: Erhan Bilir
Beyin Ölümü Kriterleri
Gülnihal Kutlu
Yoğun Bakımda EEG Kaydı; Teknik Şartlar, Terminoloji
Ebru Altındağ
Konsültasyon Nörolojisinde EEG Kullanımı
İrem Çapraz
09:30 - 11:00
Salon A
İLERİ EMG KURSU
Oturum Başkanı: Özden Şener
Otonom Sinir Sisteminin Nörofizyolojik Yöntemlerle İncelenmesi
Yaprak Seçil
Sinir İletim Çalışmalarına Sıcaklığın Etkisi
Özden Şener
09:30 - 11:00
Salon B
İLERİ EEG KURSU
Olgu Örnekleri ile İnteraktif Eğitim
Oturum Başkanı: Serap Saygı
Video-EEG Monitorizasyonda Teknik Şartlar
Aylin Bican
VEM’de İktal EEG Paternleri
Berrin Aktekin
Olgularla Semiyolojik Yaklaşım
Serap Saygı
11:00 - 11:20
Kahve Arası
11:20- 12:30
Salon A
UYGULAMALI EMG KURSU
Oturum Başkanı: İbrahim Aydoğdu
Yutma İncelemesi Uygulaması
İbrahim Aydoğdu
Hilmi Uysal
23
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
12 NİSAN 2015, PAZAR
11:20 - 13:30
Salon B
İLERİ EEG KURSU
Olgu Örnekleri ile İnteraktif Eğitim
Oturum Başkanı: Candan Gürses
İnvazif EEG Monitorizasyonda Teknik Özellikler, Hipotez
Candan Gürses
Rezeksiyon Kararı Verme, Strip ve Grid Uygulamaları
Erhan Bilir
Derin Beyin Stimülasyonunda Elektrofizyolojik Haritalama
Gençer Genç
12:30 - 13:30
Salon A
UYGULAMALI EMG KURSU
Sensory Nerve Conduction: Reducing Noising and Artifacts
Sandjeev Nandedkar
24
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
11 NİSAN 2015, CUMARTESİ
TEKNİSYEN KURSU
09:00 - 10:30
Salon C
EMG TEKNİSYEN KURSU
Oturum Başkanı: Gülay Nurlu
EMG Biolojik Temeller
Gülay Nurlu
Hasta Karşılama, Bilgilendirme, Planlama
Vildan Yayla
09:00 - 10:30
Salon D
EEG TEKNİSYEN KURSU
Oturum Başkanı: Nerses Bebek
Açılış Konuşması
Elektrofizyoloji Tekniker Eğitim Programları-Önemi
Handan Özışık Karaman
EEG Kısa Tarihçe, EEG Endikasyonları, EEG Tipleri
Nerses Bebek
EEG’nin Biyolojik Temeli
İrem Çapraz
Kalibrasyon, Kayıta Hazırlama, Ayarlar - Hijyen ve Cihaz Bakımı
Aylin Bican Demir
10:30 - 10:50
Kahve Arası
10:50 - 12:15
Salon C
EMG TEKNİSYEN KURSU
Oturum Başkanı: Fikret Bademkıran
Cihaz Ayar Bakım
Teknisyen Ferrube Şimşek
Sinir İletimleri
Fikret Bademkıran
10:50 - 12:15
Salon D
EEG TEKNİSYEN KURSU
Oturum Başkanı: Handan Özışık Karaman
Elektrot Yerleştirme, Montajlar
Yasemin Gömceli
Normal ve Anormal Ritimler
İrem Çapraz
EEG Çekimi Sırasında Nöbet ve Diğer Beklenmedik Durumlar
İrsel Tezer
EEG Raporlama-Kayıtlar, Arşivleme
Handan Özışık Karaman
12:15 - 13:30
Öğle Yemeği
25
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
11 NİSAN 2015, CUMARTESİ
TEKNİSYEN KURSU
13:30 - 15:30
Salon C
EMG TEKNİSYEN KURSU
Oturum Başkanı: İbrahim Aydoğdu
Özel Durumlar (Çocuk, Ameliyathane)
Elif Kocasoy Orhan
İğne EMG’si
İbrahim Aydoğdu
13:30 - 15:30
Salon D
EEG TEKNİSYEN KURSU
Oturum Başkanı: Nida Taşçılar
Polisomnografi ile Kaydedilen Parametreler ve Kayıt Protokolleri
Aylin Bican Demir
Uyku EEG’si ve Uykunun Evrelendirilmesi
Deniz Tuncel
Hareket ve Solunum Skorlama, PAP Titrasyon Uygulamaları
Nida Taşçılar
Uyku Laboratuarı Standartları, PSG Raporlama
Gülçin Benbir
15:30 - 16:00
Kahve Arası
16:00 - 17:30
Salon C
EMG TEKNİSYEN KURSU
Nörojen Miyojen Hastalıklara Yaklaşım
Münevver Gökyiğit
UP VEP-BAEP
Aysun Soysal
16:00 - 17:30
Salon D
EEG TEKNİSYEN KURSU
Oturum Başkanı: Kezban Aslan
Uzun Süreli Video-EEG Monitorizasyon ve Karşılaşılan Sorunlar
Hem. Leyla Şeker
İki Kıdemli Teknisyen Tarafından EEG-PSG İçin Hasta Karşılama-Bilgilendirme-Karşılaşılan Sorunlar
(Sunum-İnteraktif)
Hakan Yener, Ramazan Erdoğan
17:30 - 17:50
Kahve Arası
17:50 - 18:50
Salon C
UP SEP-MEP
Zeliha Matur
26
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
12 NİSAN 2015, PAZAR
TEKNİSYEN KURSU
09:00 -10:30
Salon C
EMG TEKNİSYEN KURSU
Cihaz Başı Uygulama
Sinir İletimleri
Zeliha Matur-Teknisyen Ferrube Şimşek
09:00 -10:30
Salon D
EEG TEKNİSYEN KURSU
Oturum Başkanları: Yasemin Gömceli, Deniz Tuncel
Kıdemli Teknisyenlerle Birlikte Grup Çalışmaları
10:30 - 11:00
Kahve Arası
11:00 - 12:30
Salon C
EMG TEKNİSYEN KURSU
Cihaz Başı Uygulama
Uyandırılmış Potansiyeller
Aysun Soysal-Teknisyen Ferrube Şimşek
27
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
28
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
SÖZEL
BİLDİRİLER
29
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
30
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
S-01
Karpal Tünel Sendromunda Otonomik Tutulum- Sempatik Deri Yanıtı ve Deri Sıcaklığı
Buket Tuğan Yıldız, Mine Hayriye Sorgun, Hüseyin Özden Şener
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara
GİRİŞ: Karpal tünel sendromunda (KTS) otonomik tutulum ile ilgili çalışmalar sınırlıdır. Bazı çalışmalarda otonomik etkilenmenin
olduğu bildirilirken, diğerleri aksini söyler. Otonomik bozukluğun primer olarak otonomik liflerin harabiyetine mi bağlı olduğu yoksa
kompleks bölgesel ağrı sendromu (KBAS) Tip I’de olduğu gibi duyusal liflerin harabiyetine cevap olarak mı ortaya çıktığı araştırılmış
bir konu değildir. Bu çalışmanın amacı; otonomik etkilenmenin primer mi yoksa sekonder mi olduğunu araştırmaktır.
YÖNTEM: Çalışmaya EMG laboratuvarımıza KTS ön tanısıyla gönderilen, anamnezle ve nörolojik muayeneyle KTS tanısı konan
29 hastanın 42 semptomatik kolu alındı. Kontrol grubu olarak da EMG laboratuvarına lomber disk hernisi ön tanısıyla gönderilen,
üst ekstremiteyle ilgili şikayeti olmayan hastalar ve nöroloji kliniğinde çalışan sağlıklı gönüllüler alındı. Tüm olgular elektrofizyolojik
çalışma öncesi 15 dakika süresince 22- 24 º C sıcaklıktaki bir odada tutuldular. Ardından enfraruj sıcaklık ölçer ile ekstremite
sıcaklıkları ölçüldü, ihtiyaç duyuldukça bir enfraruj ısıtıcı kullanılarak çalışma boyunca ekstremite sıcaklığı en az 32 º C ´de tutuldu.
Ardından enfraruj sıcaklık ölçer (Exergen Dermatemp Infrared Temperature Scanner®) ile her iki elin 2. parmağının distal falanksı
(DF2) ve metakarpofalangeal eklemi (MKF2) üzerinden ve 5. parmağın distal falanksı (DF 5) ve metakarpofalangeal eklemi (MKF 5)
üzerinden sıcaklık ölçümleri yapıldı. Sempatik deri yanıtı (SSR) testinden elde edilen potansiyellerin amplitüd ve latansları kaydedildi.
KTS elektrofizyolojik olarak üç gruba ayrıldı. Grup I hafif KTS median motor latans <4.4 msn ve median duyusal hız >44 m/s, grup
II orta KTS median motor latans 4.4-5.5 ms ve/veya median duyusal hız 44-40 m/s olanlar ve grup III ağır KTS median motor latans
˃5.5 msn ve/veya median duyusal hız ˂40 m/s olanlar idi. Bulgular: Yirmi üç sağlıklı gönüllünün 46 kolunda, 29 KTS hastasının 42
semptomatik kolunda elin median ve ulnar taraflarında sıcaklık ölçümü ve SSR potansiyellerinin latans ve amplitüdleri ile KTS’de
otonomik tutulum değerlendirilmiştir. Hem KTS’li elin median ve ulnar innervasyonlu tarafı, hem de unilateral KTS’li hastaların sağlam
elleri ile KTS’li elleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır. Ağır KTS’si olan hastalarda DF2’den kaydedilen sıcaklık
kontrol ve hafif KTS grubuna göre anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur (p=0.015, p=0.042). Ayrıca tek taraflı orta veya ağır KTS’li
hastalarda el sıcaklık değerlerinin sağlam tarafa göre daha yüksektir ama istatistiksel olarak anlamlı değildir.
SONUÇ: Kalıcı elektrofizyolojik değişikliğe yol açacak şiddetteki kompresyonun A delta ve C liflerinde meydana getirdiği iritasyonun
belli bir yoğunluğa ulaşması durumunda refleks bir sempatik cevabın ortaya çıktığı speküle edilebilir. Hem median hem de ulnar
duyusal alanların sıcaklık değişiminin tutarlı olarak hep aynı yönde değişmesi bu hipotezi güçlendirmektedir.
Tablo 1. KTS hastalarının ve kontrol grubunun sıcaklık ölçüm
KTS, n=46
Hafif KTS, n=28
Orta KTS, n=9
Ağır KTS, n=5
Tüm KTS, n=42
DF2
32.6±1.7
31.5±2.3
32.0±3.5
34.1±0.4
31.9±2.6
MKF2
33.0±1.7
31.8±2.4
32.7±1.9
34.1±0.8
32.3±2.2
DF5
32.3±2.1
31.0±2.5
31.6±3.2
32.9±1.0
31.3±2.5
MKF5
32.8±1.9
31.7±2.6
32.6±2.1
34.0±0.5
32.2±2.5
DF; distal falanks, MKF; metakarpofalangeal eklem
Tablo 2. KTS hastalarının ve kontrol grubunun SSR değerleri
Kontrol, n=46
Hafif KTS, n=28
Orta KTS, n=9
Ağır KTS, n=5
Tüm KTS, n=42
Median sinir
SSR latans, ms ±SD
1.7±6.5
1.6±2.1
1.4±3.1
1.5±1.2
1.5±2.4
SSR amplitude, mV±SD
1.2±0.9
1.4±1.3
2.2±2.0
1.8±0.6
1.6±1.4
Ulnar sinir
SSR latans, ms ±SD
1.7±6.9
1.6±1.9
1.4±3.4
1.5±1.4
1.6±2.4
SSR amplitude, mV±SD
1.2±1.1
1.3±1.0
2.4±2.4
1.5±0.6
1.6±1.4
SSR:Sempatik deri yanıtı; SD: Standart deviasyon
31
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
S-02
Multifokal Edinsel Demiyelinizan Duysal ve Motor Nöropatide (MADSAM) Klinik,
Elektrofizyolojik Bulgular ve Tedaviye Yanıt
Aysun Soysal, Belgin Mutluay, Ayhan Köksal, Mesude Özerden, Fikret Aysal
Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, Istanbul
AMAÇ: Multifokal edinsel demiyelinizan duysal ve motor nöropati (MADSAM) ilk kez 1982’de Lewis-Sumner tarafından tanımlanan
kronik infalamatuvar demiyelinizan polinöropatilerin atipik bir formudur. Bu çalışmada kliniğimizde MADSAM tanısı konan olguların
klinik ve elektrofizyolojik bulguları ile tedaviye yanıtlarının gözden geçirilip tedavi seçimini veya tedaviye yanıtı etkileyecek bir
parametre olup olmadığının araştırılması planlanmıştır.
YÖNTEM: 2003-2010 yılları arasında nöromuskuler hastalıklar polikliniğimizde izlenip MADSAM tanısı konan 9 hastanın dosyaları
retrospektif olarak incelendi.
SONUÇLAR: Hastaların 7’si kadın 2’si erkek olup yaş ortalaması 42.1±12.5’du ( 26-63). 8 hastanın 5’inde BOS’da protein
artışı saptandı. 4 hastada rutin motor ve duysal ileti incelemeleri multifokal motor nöropati ile uyumlu olup mikst sinir ileti(MSİ)
incelemelerinde etkilenen segmentlerde duysal ileti bloğu (İB) saptandı. 2 hastada radial sinirde asimetrik etkilenme olup median ve
ulnar sinirlerin erbden uyarımı ile İB gösterilebildi. 1 hastada asimetrik ileti bloğu ile birlikte rutin duysal ileti incelemelerinde duysal
etkilenme bulundu. 1 hasta iki yanlı L2-S2 ön kök/ön boynuz tutulumu ile ALS tanısı ile başvurdu. 1 yıl sonra spontan kısmi düzelme
tanımlayan hastanın tekrarlanan EMG’sinde duysal liflerinde etkilendiği gözlendi. Başka bir merkezce tanı konan bir hastada ise
İB saptanmadı, bunun hastanın aldığı steroid tedavisi ile ilişkili olabileceği düşünüldü. Yakınmalar hastaların 6’sında üst, 3’ünde alt
ekstremiteden uyuşma şeklinde başlamıştı. MSİ incelemeleri ile MADSAM tanısı konan 2 hasta prednizolonla (PRD) tam düzelirken,
biri PRD+azatiyopürinle (AZT) kısmi düzeldi, diğeri lenfoma nüksü nedeni ile kaybedildi. Erb uyarımı ile İB saptanan hastaların biri
PRD’a yanıt vermeyip İVİG’le ileri düzelirken diğeri PRD+AZT’e yanıt vermedi. Ancak kontrollere gelmediğinden IVIG denenemedi.
Ön boynuz tutulumu gibi başlayan hasta PRD+AZT’e yanıt vermezken IVIG komplikasyonlarıyla kaybedildiğinden IVIG’e yanıt
değerlendirilmedi. Diğer iki hasta ise PRD ve AZT’e yanıt vermeyip 2 haftada bir IVIG’le kısmi düzelme gösterdi.
SONUÇLAR: Bulgularımız; *Motor sinirlerde İB saptanıp MMN tanısı konan hastalarda mikst sinir ileti incelemelerinin; *Üst
ekstremitelerde tek bir sinirde İB saptananlarda erb uyarımının da incelemeye eklenmesinin MADSAM tanısı koymaya yardımcı
olabileceği *Tanı konan hastalarda tedavi seçimi için yol gösterecek bir parametre olmadığı *Tedaviye PRD’la başlayıp yanıt alınmayan
hastalarda IVIG denenmesinin uygun olduğu düşünülmüştür.
S-03
Yüz Nakli Olgularında Duygu İfadelerinin Elektrofizyolojik Olarak Değerlendirilmesi
Hilmi Uysal1, Çağdaş Topçu2, Özlenen Özkan3, Ömer Özkan3, Ebru Barçın1, Arzu Akgül2, Merve Bedeloğlu2, Ela Naz Döğer2
Refik Sever4, Övünç Polat4, Ömer Halil Çolak4
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Antalya
Akdeniz Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü Elektrik-Elektronik Mühendisliği Anabilim Dalı, Antalya
3
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Anabilim Dalı, Antalya
4
Akdeniz Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü, Antalya
1
2
Tam yüz nakli yapılan hasta sayısı ilk kez yapıldığı 2010 den bugüne kadar Dünyada 11 hastaya ulaşmıştır. Hastaların nakledilen
yüzlerinin motor ve duysal innervasyonları genellikle en geç 9 ay içinde tamamlandığı literatürde belirtilmektedir. Bunlardan üçünü
klinik ve elektrofizyolojik olarak değerlendirme olanağımız oldu ve benzer gelişimi gözlemledik. Ancak daha önceki deneyimlerde
belirtilmeyen yüz mimikleriyle duyguların ifadesinde sorun olduğunu klinik olarak gözlemledik. Bu çalışmada yüz nakli yapılanlarda
yüzdeki duygusal mimiklerin normal olgulardan farklılıklarının elektrofizyolojik olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yüz nakli
yapılan 3 olgu (19, 27, 34 yaşlarında)ve 10 sağlıklı bireyden fasial yüzeyel EMG kayıtları yapılmıştır. Üst, orta ve alt yüz bölgesi
biçiminde dağılan 14 bipolar elektrotlarla sözel ve görsel olarak tanımlanan duygusal ifadeler kaydedilmiştir. Deneylerde kızgınlık,
korkma, mutluluk, nefret, şaşırma ve üzülme olmak üzere altı temel duygusal yüz hareketi yaptırılmıştır. Her hareket için toplan
20 saniyelik yüzey EMG kaydı alınmıştır. Ölçümlerde PowerLab 35/16 EMG kayıt cihazı kullanılmıştır. “Kızma” yüz ifadesinde
sağlıklı bireyler yüzün üst bölgesinde en yüksek enerji değerine sahip olmakla birlikte 250 Hz bandına kadar alt, orta ve üst yüz
bölgelerinde hareketlilik gözlenmiştir. Yüz nakli yapılan iki olguda daha ağırlıklı olarak yüz alt bölgesinde aktivite gözlenmiştir.
“Korkma” yüz ifadesinde sağlıklı bireylerde alt yüz en aktif olacak şekilde alt ve üst yüz bölgelerinde 250 Hz. bandına kadar hareketlilik
bulunmaktadır. Yüz nakil olgularında ise benzer dağılım olmasına rağmen genlikleri açısından farklılıklar bulunmaktadır. “Mutluluk”
yüz ifadesinde sağlıklı bireylerde yüzün üç bölgesinde 250 Hz. bandına kadar hareketlilik olmakla birlikte alt ve orta bölgelerde enerji
değeri daha büyük çıkmıştır. Yüz nakilleri olgularında ise alt yüz bölgesi belirgin bir aktivite ve genlik farklılıkları saptanmıştır. “Nefret”
yüz ifadesinde normal olgularda alt yüz bölgesi en yüksek enerji değerine sahiptir ve 250 Hz. bandına kadar üç bölgede enerji
değeri gözlenmiştir. Yüz nakilleri olgularında ise bir olgu hariç yine alt yüz bölgesi ağırlıklı bir aktivite ve değişik genlik dağılımları
gözlenmiştir. “Şaşırma” yüz ifadesinde normal bireylerde en yüksek enerji değeri alt yüz bölgesinde gözlenmekle birlikte 250 Hz.’
kadar üç bölgede enerji bulunmaktadır. Yüz nakli yapılan olgulardan birisinde üst yüz bölgesinde aktivite gözlenirken diğer iki olguda
alt yüz bölgelerinde değişik genliklerde aktivite saptanmıştır. “Üzülme” yüz ifadesinde ise sağlıklı bireylerde alt yüz bölgesinin enerji
değeri daha yüksek olmak üzere alt ve üst bölgelerde 250 Hz. bandına kadar aktivite görülmüştür. Yüz nakli yapılan olgulardan
ikisinde üst yüz bölgesinde belirgin aktivite saptanırken bir olguda alt yüz bölgesinde belirgin aktivite saptanmıştır. Bu bulgular
yüz nakli yapılan olguların yüz mimik kaslarının innervasyonu gerçekleşmesine rağmen duyguların ifadesinde normal olgulardan
farklılıklar olduğunu göstermektedir. * Çalışma 113E182 nolu TÜBİTAK projesiyle desteklenmektedir.
32
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
S-04
Myasthenia Gravis Hastalarının Elektrofizyolojik İncelemelerine Retrospektif Bir Bakış
Nermin Görkem Şirin, Elif Kocasoy Orhan, Hacer Durmuş, Mehmet Barış Baslo, Feza Deymeer
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji, İstanbul
AMAÇ: Bu çalışmada; klinik olarak kesin Myasthenia Gravis (MG) tanısı konulmuş hastalarda, bu hastalığın elektrofizyolojik tanı
yöntemlerinden olan ardışık sinir uyarım testi (ASU) ve tek lif elektromiyografi (EMG) testlerinin tanısal değerlerinin saptanması
amaçlanmıştır.
YÖNTEM: 2009-2014 yılları arasında İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Nöromüsküler polikliniğinden
takipli olan 404 hastadan EMG laboratuvarına tanısal tetkik amacıyla gönderilenlerinin kayıtları retrospektif olarak incelendi.
ASU testinde 1. ve 4. motor cevap amplitüdleri arasında %10 üzeri amplitüd düşmesi izlendiğinde inceleme tanısal pozitif olarak
değerlendirildi. Tek lif EMG incelemelerinde, istemli kası sırasında 25-37 mmlik konsantrik iğne elektrot kullanılarak ve alt frekans
filtresi 2kHz ayarı ile kaydedilen tek lif benzeri potansiyel çiftleri incelendi. Jitter, ardışık farkların ortalaması olarak hesaplandı.
Bireysel jitter yükseklik (≥55μs) oranı %10 üzeri olduğunda veya ortalama jitter değerinin 36 μs ve üzeri olduğunda, inceleme tanısal
pozitif olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Toplam 47 hastanın en az bir kasında ASU testi yapılmıştı. ASU testi yapılan hastaların 24’ünde (%51,1) en az bir kas
için tanısal test pozitifti. ASU testi negatif olan 23 hastanın 14’üne tek lif EMG yapılmıştı ve hepsinin tek lif EMG inelemeleri tanısal
olarak pozitifti. Bu süre içerisinde toplam 136 hastaya tek lif EMG incelemesi yapılmıştı ve 110 hastada (%80,9) inceleme tanısal
olarak pozitifti. Tek lif EMG incelemesi tanısal olarak negatif olan hastaların (26 hasta, %19,1) 15’inde (%57,7) ölçülen bireysel jitter
değerlerinin en az biri 55 μs veya üzerindeydi ancak bu hastalarda patolojik jitter oranı %10 ve altında olduğundan test tanısal olarak
pozitif kabul edilmemişti. Tek lif EMG incelemesi tanısal olarak negatif olan 26 MG hastasının 24’ünün jitter değerlerine sayısal olarak
ulaşılabildi. Bu 24 hastanın 18’inin ölçülen bireysel jitter değerlerinin en az biri 46 μs veya üzerindeydi.
SONUÇ: ASU testi tanısal olarak negatif olan hastalarda tek lif EMG incelemesi yapılmalıdır. Tek lif EMG incelemesinde konsantrik
iğne için 46 μsnin üzerindeki jitter değerleri patolojik kabul edilirse bir veya daha fazla sayıda yüksek jitter gösterip incelemesi MG
lehine kabul edilecek hastaların oranı bizim serimiz için %94’e ulaşmaktadır (136 hastanın 128’i).
S-05
Myasthenia Gravis Hastalarında Konsantrik İğne İçin Farklı Alt Frekans Filtresi Değerlerinde
Hesaplanan Jitterler
Nermin Görkem Şirin, Elif Kocasoy Orhan, Hacer Durmuş, Mehmet Barış Baslo, Feza Deymeer
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
AMAÇ: Bu çalışmada Myasthenia Gravis (MG) hastalarında konsantrik iğne elektrot (CNE) ile perioküler ve taraf kaslarından alt
frekans filtresi (AFF) 1 ve 2 kHz iken kaydedilen tek lif benzeri potansiyel çiftlerinin gösterdiği jitter değerlerinin karşılaştırılması
amaçlanmıştır.
YÖNTEM: Temmuz 2014-Şubat 2015 tarihleri arasında İstanbul Üniversitesi Istanbul Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Nöromüsküler
Hastalıklar polikliniğine başvuran ve yeni tanılı MG hastaları çalışmaya dahil edildi. Hastalar klinik olarak ‘MG Composite’ skoru ile
değerlendirildi. Trapez, nazalis, orbikülaris oküli (OOC) ve addüktör digiti minimi (ADM) kaslarından istirahat ve egzersiz sonrası 4.
dakikaya kadar birer dakika arayla ardışık sinir uyarım (ASU) testi yapıldı. ASU testinde 1. ve 4. motor cevap amplitüdleri arasında
%10 üzeri amplitüd düşmesi izlendiğinde inceleme tanısal pozitif olarak değerlendirildi. İstemli kası sırasında CNE kullanılarak (25
mm, 30 G) ekstansör digitorum kommunis (EDC) ve frontal kaslardan 1 ve 2 kHz AFF ayarlarında 20’şer adet tek lif benzeri potansiyel
çifti kaydedildi. Ardışık farkların ortalaması (MCD) değeri jitter olarak kabul edildi ve her bir hastanın incelenen her bir kası için farklı
AFF değerlerinde verdiği anormal yüksek jitter sayıları ile bu kaslardaki ortalama jitter değerleri hesaplandı.
BULGULAR: Çalışmaya 17 MG hastası dahil edildi (yaş ortalaması 47,4±17,9). Hastalık başlangıç süresi ortalama 4,8±3,3 aydı (112). İnceleme sırasında ‘MG Composite’ skorları ortalama 7,5±8,1’di (3-32). 12 hastanın en az bir kasında ASU testi tanısal olarak
pozitifti. ASU testi tanısal olarak negatif olan 5 hastanın 4’ünde (%80) tek lif EMG incelemesi en az bir kasta tanısal olarak pozitifti.
EDC kasından kaydedilen ortalama MCD değerleri, 1 ve 2 kHz AFF için sırasıyla 50.5±34.9 μs ve 52.7±42.4 μs idi (p≥0.05). Frontalis
kasından kaydedilen ortalama MCD değerleri, 1 ve 2 kHz AFF için sırasıyla 83.9±81.1 μs ve 84.1±72.3 μs (p≥0.05) bulundu. AFF
1 kHz için EDC ve frontalis kaslarından kaydedilen anormal jitter oranı, sırasıyla %47.1 ve %57.1 iken, AFF 2 kHz için %42.6 ve
%61.5’di (p≥0.05).
SONUÇ: MG hastalarında, perioküler ve taraf kaslarından CNE kullanılarak kaydedilen ortalama MCD değerleri ve anormal jitter
oranı farklı AFF ayarı ile değişmemektedir.
33
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
S-06
Subklinik Reinnervasyonun Perioküler Kaslardaki Bulgusu: Diyabetik Polinöropatide
“Yüksek Jitter”
Leyla Baysal Kıraç, Elif Kocasoy Orhan, Mehmet Barış Baslo
İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji-Klinik Nörofizyoloji, İstanbul
AMAÇ: Tek lif EMG’de elde edilen yüksek jitter değerleri denervasyon ve reinnervasyona yol açan birçok durumda izlenebilir. Sık bir
hastalık olan diyabetes mellitus (DM) bu durumlardan birisidir. Bu çalışmada diyabetik nöropatisi olan hastaların perioküler kaslarında
nöromüsküler kavşak işlevlerinin ne düzeyde etkilenebileceğinin saptanması amaçlanmıştır. Böylelikle, diyabetik olan ve miyasteni
şüphesi ile jitter ölçümü yapılan hastalarda, sağlıklı popülasyon için önerilenden farklı normal değerlere ihtiyaç olup olmadığı ortaya
konacaktır.
YÖNTEM: Çalışmaya orta ve ağır düzeyde (en az 3 sinirin iletiminde anormallik saptanan) diyabetik polinöropatisi olan hastalar dahil
edilmiştir. Periferik yüz felci ya da nöromüsküler hastalık öyküsü olan ve polinöropatiye yok açabilecek üremi, neoplazi, alkolizm gibi
diğer nedenlerin bulunduğu hastalar dışlanmıştır. Diyabetik nöropatisi olan hastalarda istemli kası sırasında m. Frontalis’ten 25 mm
konsantrik iğne EMG ile (alt frekans filtresi, 1 kHz) “jitter analizi” yapılmış ve aynı kaslarda “pik sayısı” hesaplanmıştır.
BULGULAR: Çalışmaya tip 2 DM tanılı 10 hasta (5 K, 5 E, yaş ortalaması 56 ± 8 (43-68), ortalama hastalık süresi 18± 6.9 (10-30))
dahil edildi. Bireysel jitter ortalaması 33,8 ± 33,7μs (8-226) , ortalama jitter ise 30,7 ± 16,1 μs (17.9-69,8) idi. Ortalama pik sayısı ise
2,0 ± 0,4 (1,4-2,8) idi. Hastaların dördünde hiç yüksek jitter (> 55 μs) saptanmazken, 2 hastada yüksek jitter oranı %10’dan az, 4
hastada ise % 10’dan fazlaydı.
SONUÇ: Orta ve ağır düzeyde diyabetik nöropatisi olan hastalarda yüz kasları denervasyon – reinnervasyon sürecinde etkilenebilir.
Bu nedenle diyabetik hastalarda, eşlik eden olası nöromüsküler kavşak hastalıklarının jitter analizi ile tanısında, sağlıklı popülasyon
için önerilenden farklı üst-limit değerlerine ihtiyaç vardır.
S-07
Sıçanlarda, Streptozotosin İle Oluşturulan Diyabetik Nöropati Modelinde, Trimetazidinin
Olası Nöroprotektif Etkilerinin Araştırılması
Betül Çevik1, Serkan Gürgül2, Bilge Piri Çınar3, Türker Çavuşoğlu4, Ayfer Meral5, Yiğit Uyanıkgil4, Oytun Erbaş6
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Tokat
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, Tokat
3
Giresun Prof. Dr. A. İlhan Özdemir Devlet Hastanesi, Nöroloji Bölümü, Giresun
4
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, İzmir
5
Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kütahya Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Biyokimya Anabilim Dalı, Kütahya
6
İstanbul Bilim Üniversitesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
AMAÇ: Trimetazidin antiiskemik, antiinflamatuar, antioksidan, hücre içi iyon dengesi ve glukoz kullanımını düzenleyici özellikleri
bilinen sitoprotektif bir ajandır. Diyabetik periferal nöropati (DPN), diyabetin sık görülen ve yaşam kalitesini oldukça düşüren
komplikasyonlarından biridir, kan glikoz düzeyinin regülasyonu dışında halen onaylanmış bir tedavisi yoktur. Bu nedenlerle, sıçanlarda,
streptozotosin ile oluşturulan DPN modelinde, trimetazidinin olası nöroprotektif etkilerini araştırmayı amaçladık.
YÖNTEM: Sprague Dawley cinsi 21 sıçandan iki grup oluşturuldu; kontrol grubu (n=7), diyabetik grup (n=14, 60 mg/kg, i.p., tek
doz streptozotosin enjeksiyonu). Streptozotosin enjeksiyonundan 24 saat sonra, kan glukozu 250 mg/dl ve üzeri olan sıçanlar
diyabetik kabul edildi ve ikiye ayrıldı: diyabet+salin grubu (n=7), 4 hafta süreyle 1 mg/kg/gün, i.p. izotonik salin tedavisi alırken;
diyabet+trimetazidin grubu (n=7), 4 hafta süreyle 20 mg/kg/gün, i.p. trimetazidin tedavisi aldı. Dört haftalık tedavi periyodunun
sonunda tüm sıçanlara motor fonksiyon testi (MFT) ve sağ siyatik sinir elektromyografi (EMG) incelemesi yapıldıktan sonra ötenazi
uygulandı. Kan örneklerinde pentaxin-3, malondialdehit (MDA) ve glutatyon düzeyleri incelendi ve siyatik sinir histolojik kesitlerinde
perinöral kalınlık (hematoksilen-eozin boyamasıyla) ve Schwan hücrelerinde sinir büyüme faktörü (Nerve growth factor= NGF)
immünekspresyonu incelendi.
BULGULAR: MFT’de eğimli düzeyde saptanan tırmanma açısı diyabet+salin grubunda kontrol grubuna göre düşükken (p<0,000),
diyabet+trimetazidin grubunda diyabet+salin grubuyla kıyaslandığında tırmanma açısının arttığı (p<0,01) izlendi. EMG incelemesinde,
diyabet+salin grubunda, kontrol grubu ile kıyaslandığında birleşik kas aksiyon potansiyeli (compound muscle action potential-CMAP)
amplitüdünün daha küçük (p<0,000) ve CMAP süresi ve distal latansın daha uzun (sırasıyla, p<0,001 ve p<0,000) olduğu görüldü.
Diyabet+trimetazidin grubunda diyabet+salin grubuyla kıyaslandığında CMAP amplitüdünün daha yüksek (p<0,01) ve CMAP
süresi ve distal latansın daha kısa (sırasıyla, p<0,01 ve p<0,000) olduğu görüldü. Histolojik incelemelerde diyabet+salin grubunda,
kontrol grubu ile kıyaslandığında perinöral fibrozis oranı artarken (p<0,001), NGF immünekspresyon yüzdesinin düştüğü (p<0,000);
diyabet+trimetazidin grubunda diyabet+salin grubuyla kıyaslandığındaysa perinöral fibrozis oranı daha düşük (p<0,000), NGF
immünekspresyon yüzdesi daha yüksek (p<0,000) saptandı. Diyabet+salin grubunda kontrol grubuna göre serum pentaxin-3 ve MDA
seviyelerinin daha yüksek (sırasıyla, p<0,001 ve p<0,001), glutatyon düzeyinin daha düşük olduğu (p<0,000), diyabet+trimetazidin
grubunda diyabet+salin grubuna göre serum pentaxin-3 ve MDA seviyelerinin azaldığı (sırasıyla, p<0,01 ve p<0,01) ve glutatyon
34
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
düzeyinin arttığı (p<0,01) izlendi. Ayrıca çalışmanın sonunda diyabet+trimetazidin ve diyabet+salin gruplarının kan glukoz düzeyleri
arasında fark saptanmadı (p>0,05).
SONUÇ: Trimetazidin, bu çalışmada, oksidatif stres ve inflamasyonu azaltarak ve NGF düzeylerini artırarak, deneysel diyabetik
sıçanlarda DPN’ye karşı koruyucu etki göstermiştir. Trimetazidin DPN tedavisinde olası rolünü saptamak için daha ileri çalışmalara
ihtiyaç vardır.
S-08
Pudendal Sinir Değerlendirmesinde Yeni Bir Elektrofizyolojik Yöntem: Pudendal Sep
Yanıtlarının Pozisyona Bağlı Değişimi
Burcu Örmeci1, Egemen Avcı2, Çiğdem Kaspar3, Özlem Eranıl Terim1, Tibet Erdoğru2, Emre Öge4
Yeditepe Üniversitesi Hastanesi, Nöroloji, İstanbul
Ataşehir Memorial Hastanesi, Üroloji, İstanbul
3
Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik ve Tıbbi Bilişim, İstanbul
4
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
Pudendal sinirin tuzak nöropatisi (PTN) her iki cinsiyette görülebilen kronik ve özürleyici perineal ağrının sık görülen nedenlerinden
biridir. PTN tanısı, tipik öyküye dayanılarak konulur ve tanıyı desteklemek için nörofizyolojik testler kullanılabilir. SEP çalışması
non-invaziv, kolay uygulanabilen ve oturmaya müsait bir yöntem olması nedeni ile önemlidir. Yakınmaların oturma ile artıyor olması
nedeni ile rutinde yatarak yapılan pudendal SEP çalışmalarının klinik tanıya üstünlüğü ve tuzak nöropatiyi doğru saptamadaki
başarısı yetersizdir. Biz çalışmamızda, sağlıklı ve pudendal nöralji tanısı almış olan olgularda oturur pozisyonda SEP yanıtlarının
pozisyona bağlı değişimlerini incelemeyi ve böylece pudendal tuzak nöropati tanısını daha özgül bir şekilde saptamayı amaçladık.
Çalışmaya 16 sağlıklı olgu (5 kadın) ve 49 pudendal nöralji olgusu (29 kadın) alındı. Her olguda önce rutin supin pozisyonda sağ ve
sol taraflar ayrı ayrı uyarılarak 3 seri SEP yanıtı kayıtlandı. Daha sonra olgular, kalça ve dizler 90 derece fleksiyonda, kollarından
destek almadan ve ayakları yere değmeyecek şekilde oturtuldu. Seri SEP kayıtları alınmaya devam edildi. Oturma süresi sağlıklı
olgularda 20 dakika, hasta grubunda ise dayanabildikleri kadar olarak belirlendi. Daha sonra hastalar tekrar supin pozisyonunda
yatırıldı ve 4 seri yanıt daha kaydedildi. Sep yanıtlarında amplitüd ve T değerleri ilk supin pozisyon için (A0 ve T0), oturur pozisyonun
başı için (A1 ve T1), oturur pozisyonun sonu için (A2 ve T2) ve son supin pozisyon için (A3 ve T3) olarak isimlendirildi ve istatistiksel
olarak değerlendirildi. Kontrol grubunda tüm olgulardan SEP yanıtları elde edilebildi. Hasta grubunda 7 olguda bilateral, 9 olguda
ise unilateral olarak SEP yanıtı elde edilemedi. SEP yanıtlarında sağlıklı ve hasta tüm olgularda oturur pozisyona geçmeyle bir
miktar latans uzaması ve amplitüd düşüklüğü gözlendi, değişiklikler oturur pozisyonun sonunda daha da belirginleşti. İkinci yatar
pozisyona geçme ile ise değişen latans ve amplitüd değerlerinde düzelme gözlendi. Gruplar birbirleri ile karşılaştırılarak sağlıklı ve
hasta gruplarında amplitüd ve latans değişimlerinin cut-off değerleri belirlendi. Pozisyonel SEP incelemesinde en değerli parametre
oturur pozisyonun sonunda elde edilen A2 değeri olarak saptandı. Sepmtomatik tarafta A2 değerinde yaklaşık %45 azalma veya A2
değerinin 1,5 μV’un altına düşmesi yüksek özgüllük ve duyarlılık ile PTN tanısını destekliyordu. Bu çalışmada tarif edilen dinamik
pudendal SEP çalışmasının, rutinde sadece supin pozisyonunda ve orta hattan uyarım ile yapılan konvansiyonel SEP çalışmalarına
göre PTN tanısını doğru saptamada çok daha değerli olduğu görüldü. Oturur pozisyonun sonunda ortaya çıkan SEP amplitüdünde
belli oranın üstündeki azalma yüksek duyarlılıkta anormalliği ayırabiliyordu. Sonuç olarak dinamik pudendal SEP çalışması PTN
tanısında güvenle kullanılabilecek bir tetkik olarak sunulmaya değer görülmüştür.
S-09
İğneyi Tendona Kaydırmak Motor Ünite Potansiyelinin Özniteliklerinde Anlamlı Değişikliğe
Yol Açar mı?
Elif Kocasoy Orhan, Hava Özlem Dede, Görkem Şirin, Halil Atilla İdrisoğlu, Mehmet Barış Baslo
İstanbul Tıp, Nöroloji, İstanbul
AMAÇ: Motor ünite potansiyeli (MÜP) rutinde kavşak yakınından kaydedilir. İğnenin kayıt sahası içerisinde kalan aynı motor üniteye
ait kas lifleri üzerinde oluşmuş aksiyon potansiyellerinin sumasyonu o nokta için MÜP’ni belirler. MÜP’ne katılan kas lifi aksiyon
potansiyellerinin zaman eksenindeki senkronizasyonu MÜP’nin genliği ve süresi üzerine etkilidir. Kas lifi potansiyelleri arasındaki
senkronizasyon potansiyelin kas lifleri üzerinde iletim hızına ve lifler arası ileti hızı farkına bağlıdır. Bu çalışmada iğneyi tendon
yakınına taşımak ile kas lifi potansiyelleri arasındaki senkronizasyonunun hastalık modelleri için nasıl değiştiği; bir anlamda MÜP’nin
özniteliklerinde anlamlı değişiklik olup olmadığının araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM: Sağlıklı gönüllülerden, nörojen ve miyojen tutulumu olan hastalardan konsantrik iğne elektrot kullanarak kavşak hizası ve
tendon yakını olacak şekilde farklı insersiyon noktaları kullanarak hafif-orta derece kası sırasında MÜP kaydedilmiş; bu potansiyellerin
genlik ve süresi hesaplanmıştır.
BULGULAR: Kavşak hizasından kayıtlamada elde edilen MÜP ortalama süresi sağlıklı gönüllülerde 5,95 (2,8- 10,2) ± 1,9, miyojen
tutulumlu hasta grubunda 4,94 ( 1-27) ± 2,65, nörojen tutulumlu hasta grubunda 8,52 (1,6 – 18,7) ± 2,85 iken tendona yakın
kayıtlamada sağlıklı gönüllülerde 6,9 (2,6- 12,8) ± 2,6, miyojen tutulumlu grupta 4,35 (1,4-9,2) ± 1,7, nörojen tutulumlu grupta 11,2
(4,1-41,2) ± 5,56 olarak kaydedilmiştir. Kavşak hizasından kayıtlamada elde edilen MÜP amplitüdleri sağlıklı gönüllülerde 410 (10935
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
987) ± 231, miyojen tutulumlu hasta grubunda 508 ( 4-2381) ± 366, nörojen tutulumlu hasta grubunda 1169 (172-11046) ± 1702
iken tendona yakın kayıtlamada sağlıklı gönüllülerde 468 (111- 1169) ± 220, miyojen tutulumlu grupta 421 (14-1942) ± 286, nörojen
tutulumlu grupta 1032 (97-5916) ± 777 olarak kaydedilmiştir.
SONUÇ: Nörojen ve miyojen tutulum için MÜP amplitüdlerinin iğneyi tendona taşımakla ufaldığı saptanmıştır. MÜP süresi ise iğnenin
tendona taşınması ile miyojen grupta çok değişmemiş nörojen grupta ise uzamıştır.
S-10
Tendon Yakını Kayıtlama Jitter ve Pik Sayısı Değerlerini Etkiler mi?
Hava Özlem Dede, Görkem Şirin, Elif Kocasoy Orhan, Halil Atilla İdrisoğlu, Mehmet Barış Baslo
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
AMAÇ: İstemli kası sırasında hesaplanan “jitter” aynı motor üniteye ait iki kas lifi potansiyeli arasındaki sürenin, motor ünitenin bir
çakmasından diğerine ne kadar değiştiğini gösteren ve tanımlandığı üzere nöromüsküler kavşak yakınından kaydedilmek suretiyle
hesaplanan bir parametredir. “Pik sayısı” ise, lif yoğunluğu parametresinin bir benzeridir ve iğnenin görüş alanı içerisinde kalan, aynı
motor üniteye ait kas liflerinin sayısını temsil etmektedir. Bu çalışmada, kas lifi iletiminin lifler arasında gösterdiği farkı yansıtmak
üzere, jitter ve pik sayısı değerlerinin tendon yakınından kayıtlanarak hesaplanması amaçlanmıştır.
YÖNTEM: Sağlıklı gönüllüler ile nörojen ve miyojen tutulum olan hastaların biseps kasından istemli kası sırasında konsantrik iğne
elektrot kullanılarak (25 mm, 30 G) jitter ve pik sayıları hesaplanmıştır (alt kesim filtre 1 kHz). Kayıtlamalar hem nöromüsküler kavşak
hizasından, hem de tendon yakınından 3’er farklı giriş noktası üzerinden yapılmıştır.
BULGULAR: Kavşakta ortalama jitter değerleri sağlıklı gönüllülerde 20,7 (9,9- 20,7) ± 9,2, miyojen tutulumu olanlarda 31,8 (6-150)
± 27,7 ve nörojen tutulumu olanlarda 48,8 (8,5- 198) ± 36,2 ; tendon yakınında sağlıklı gönüllülerde 23,6 (10,5- 45,2) ± 9,3, miyojen
tutulumu olanlarda 28,8 (7,8- 176) ± 20,5, nörojen tutulumu olanlarda 45,1 (11,3-179) ± 29,2 olarak bulunmuştur. Pik sayıları da
kavşakta sağlıklı gönüllü grubunda 1,8 (1-5) ± 0,9, miyojen tutulumlularda 2,1 (1-5) ± 0,9, nörojen tutulumlularda 3,7 (1-9) ± 1,4;
tendon yakınında sağlıklı grubunda 1,75 (1-4) ± 0,9, miyojen grubunda 2,9 (1-6) ± 1,1, nörojen grubunda 4,3 (1-9) ± 1,8 olarak
hesaplanmıştır. Patolojik jitter oranı (≥41 μs) kavşakta sağlıklı gönüllü, miyojen ve nörojen gruplarında sırasıyla %5 , %21 ve %47;
tendon yakınında %5, %11 ve %38’dir. İki veya daha fazla sayıda pik gözlenen noktaların sayısı sağlıklı gönüllü, miyojen ve nörojen
tutulum grupları için kavşakta: %58, %73 ve %93; tendon yakınında: %50, %91 ve %98’dir.
SONUÇ: İğne elektrodu kavşak hizasından tendon yakınına taşımakla yüksek jitter oranı hastalık modelleri arasında belirgin değişiklik
göstermemektedir. Ancak, pik sayısı miyojen grupta tendona yakın kayıtlamalar için daha yüksek değerler vermiştir.
S-11
Tansında Üretral Sfnkter EMG’nin Altın Standart Olduğu 12 Olgu Eşliğinde Fowler’S
Sendromu
Ayşen Süzen Ekinci, Ayçin Yıldız Tabakoğlu, Şeyma Çiftçi, Nilgün Araç
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Klinik Nörofizyoloji, İzmir
GİRİŞ: Fowler’s Sendromu genç kadınlarda görülen izole idrar retansiyonunun nadir bir sebebidir. Yapılan ürodinami ve görüntüleme
yöntemlerinde patoloji gözlenmeyen bu olgularda üretral sfinkter EMG de saptanan kompleks repetetif deşarj ve deselerasyon
burstleri tanı koydurucudur.
METOD: 2006-2014 yılları arasında idrar retansiyonu nedeniyle üroloji kliniğine başvuran,ürodinami, nörolojik muayene ve
görüntüleme yöntemleri ile açıklayacak patoloji saptanmaması üzerine üretral sfinkter EMG ile değerlendirilerek Fowler’s Sendromu
tanısı alan 12 olgu çalışmaya dahil edilmiştir.
SONUÇ: Biz bu çalışma ile nedeni saptanmayan izole üriner retansiyonlu özellikle genç kadın hastalarda, üretral sfinkter aşırı
aktivitesinin akla getirilmesi gerektiğini vurgulamak , nadir görülen Fowler’s Sendromu tanısına ve üretral sfinkter EMG nin önemine
dikkat çekmek istedik.
36
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
S-12
Kauda Ekuina Duysal İletim Zamanı
Ayşen Süzen, Ayçin Yıldız Tabakoğlu, Aycan Oto, Fikret Bademkıran, Cumhur Ertekin
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Klinik Nörofizyoloji, İzmir
GİRİŞ: Lomber kökleri laminar düzeyde (epidural) elektrik uyarımlarıyla daha duyarlı ve kesin bir şekilde uyarmak mümkündür.
Ertekin ve arkadaşları tarafından L1- L5 arası cauda equina motor iletim zamanını laminar elektrik uyarımı tekniği kullanılarak
değerlendirilmiştir. Daha önce yapılmış çalışmalardan farklı olarak ilk kez bizim çalışmamızda cauda equina duysal iletim zamanını
ölçülmüştür.
METOD: Lomber görüntüleme, sinir iletim çalışması ve iğne EMG’leri normal olan, olurları alınan 20 olgu çalışmaya dahil edilmiştir. L1
ve L5 seviyesinden proksimal laminer elektrik uyarımı yapıldi. Bilateral soleus kasından motor yanıt elde edilebilen en kuçuk uyarım
şiddeti (eşik değer)saptandir. Daha sonra beldeki elektrodlar uyarım kanalından çıkartılarak kayıt kanalına yerleştirildi ve duysal
programa geçildi. Posterior tibial sinir popliteadan yüzeyel bipolar elektrodlar ile uyartılarak gözle görülen çok hafif kas seyirmesi
izlendikten sonra şiddeti bir miktar azaltıldı ve averajlama tekniği kullanılarak ortalama 200 uyarı verildi. L1 ve L5 seviyesinden elde
edilen duysal yanıtlar arasındaki latans farkı kauda equina duysal iletim zamanı olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Cinsiyet dağılımı eşit sayıda olan hastalarımızın yaş ortalaması 32.5±9,7 (mean ±SD) , boy ortalaması ise 167 cm idi.
Ortalama latans değerleri, L1: 10± 0,7ms (mean ±SD), L5: 8,5±0,6 ms (mean ±SD),ortalama amplitüd değerleri ise L1: 2,9±2,2 μV
(mean ±SD) , L5: 3±2,1 μV (mean ±SD) olarak belirlendi. L1-L5 arası latans farkı yani cauda ekuina duysal iletim zamanı ise ortalama
1,9±0,4 ms (mean ±SD) olarak saptandı.
SONUÇ: Daha önce tanımlanmış olan ve değişik klinik gruplarında proksimal tutuluşu göstermesi nedeniyle özellikte erken dönemde
tanı değeri taşıyan kauda ekuina motor iletim zamanı bilinen bir yöntemdir. Kauda ekuina duysal iletim zamanı ise ilk kez bu çalışma
ile tanımlanmıştır. Bununla birlikte bu yöntemin daha geniş hasta gruplarında ve diğer elektrofizyolojik yöntemler de kullanılarak
yapılması, yöntemin duyarlılığının ve özgüllüğünün saptanması gerekmektedir.
S-13
Spazmodik Disfonide Botulinum Toksin Uygulamaları: Elektromiyografi Laboratuvarımızın
Deneyimi
Tougrul Mestanzade1, Asım Kaytaz2, Nurten Uzun2, Feray Karaali-Savrun1, Ayşegül Gündüz1, Meral E. Kızıltan1
1
2
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Kulak-Burun-Boğaz Anabilim Dalı, İstanbul
GİRİŞ: Spazmodik disfoni, vokal kord kaslarındaki spazmlar nedeniyle konuşmanın tipik özellikler gösterdiği edinsel fokal distoni
tipidir. Tek başına, diğer distonilerin bir parçası olarak veya diğer hastalıklarla birlikte olabilir. Semptomları aylar-yıllar içinde giderek
artar, 40’lı yaşlardan sonra ve kadınlarda sıktır, ses tremoru ile birlikte görülebilir, stres bulguları arttırır, bulgular gülme, boğaz
temizleme, öksürme ve fısıltı ile ya da mırıltılı konuşma sırasında kaybolur. Amacımız kliniğimizde takip edilen spazmodik disfoni
tanılı hastaların klinik özelliklerini, botulinum toksin uygulama yöntemlerini ve tedavi etkinliğini incelemektir.
HASTALAR ve YÖNTEM: Kliniğimizde takipli tüm distoni hastalarının kayıtları arasından izole ya da kompleks spazmodik disfonisi
bulunan hastalar ayrılmış, bu hastaların yaş, cinsiyet, meslek, hastalık başlangıç yaşı, tedaviye kadar geçen süre, botulinum toksinin
etkinliği ve etkinlik süresi, uygulanan botulinum toksin tipi, tedavi komplikasyonları, eşlik eden diğer hareket bozuklukları veya diğer
tıbbi hastalıklar, aile öyküsü ve kraniyal görüntüleme bulgularının dökümü yapılmıştır.
SONUÇ: Toplam 28 hasta tespit edildi. Cinsiyet dağılımı, 15 kadın ve 13 erkek idi. Hastalık başlangıç yaşı 17 ile 58 yıl arasında idi.
Hastalığın başlamasından ilk enjeksiyona kadar geçen ortalama süre 3 yıl idi, enjeksiyonlar 3 ile 12 ay arasında tekrarlanmakta idi.
Toksin uygulaması, tüm hastalarda iki yanlı yapılmıştı. Dozlar 3-7,5 ünite arasındaydı (ortalama doz: 4,5 ünite). Hastaların %70’inde
belirgin, % 15’inde kısmi fayda izlendi. Beş hastada (%17,8) servikal distoni ve 1 hastada (%3,6) sağ ön kol ve sol bacakta fokal
distoniler eşlik ediyordu. Yan etkiler 7 hastada (%25) geçici ses kısıklığı, 2 hastada (%7,2) yutma güçlüğü ve bunlardan 1’inde buna
bağlı hafif düzey aspirasyondu, yan etkiler ortalama 2 hafta içinde gerilemişti. Yorum: Spazmodik disfoni, sıklıkla izole formda görülür.
Botulinum toksin oldukça etkin bir tedavi yöntemidir. Yan etkileri, kısık veya boğuk ses, yutma güçlüğü olmakla birlikte yaklaşık 2 hafta
sonunda hem yan etkiler azalır hem de sesin kalitesi düzelir.
37
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
S-14
Spontan Esneme ve Spontan Yutma İlişkileri: Poligrafi ve Tüm Gece Uyku Çalışması
Nazlı Gamze Bülbül1, İrem Uludağ2, İrem Tiftikçioğlu2, Şehnaz Arıcı2, Nevin Gürgör1, Cumhur Ertekin3
İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji ve Klinik Nörofizyoloji Kliniği, İzmir
İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, İzmir
3
Ege Üniversitesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İzmir
1
2
SPONTAN ESNEME VE SPONTAN YUTMA İLİŞKİLERİ: Poligrafi ve Tüm Gece Uyku Çalışması AMAÇ Esneme ve yutma fetal
hayattan bu yana var olan ve oro-faringo-laringeal olarak benzer nöroanatomik yolları kullanarak oluşturulan, ardışık motor aktiviteleri
içeren temel fizyolojik süreçlerdir. Esneme ve yutmanın beyin sapındaki santral jeneratör paternleri de içeren ilgili bölgelerce kontrol
edildiği ve dolayısıyla spontan yutmanın spontan esneme ile ilişkili olduğu düşünülmektedir. Bir hipotez olarak biz esneme sırasında
spontan yutmalar olabileceği ve bunların benzeri beyin sapı bölgelerinde oluşabileceğini düşündük. Ve bu hipotezi test etmek
amacıyla, esnemenin yüz, çiğneme ve submental kaslardaki temel özelliklerini, spontan yutma esnasında laringeal hareketleri ve
solunumu kaydeden sensör yardımıyla değerlendirdik.
YÖNTEM: Çalışmaya 15 sağlıklı normal kontrol vakası, Parkinson hastalığı (PD) olan 10 kişi ve beyin sapı inmesi (BSS) olan 10 kişi
alındı. PD hastalarının dördü ve BSS hastalarının ikisi hariç diğer hastalarda, orofaringiyal yutma kriterlerine göre disfaji saptanmadı.
Yirmi beş hasta (10 normal kontrol, 10 BSS ve 5 PD) bir saat süreli poligrafik kayıtlama yöntemiyle ve 10 hasta (5 kontrol, 5 PD) tüm
gece uykusu sırasında kaydedildi.
BULGULAR: Toplam 132 esneme gözlendi. Bunların 113’ü spontan yutma ile ilişkili idi ve rastlantısal kabul edilemeyecek kadar
fazla olduğu görüldü. Esnemeler dört kategoride değerlendirildi: 1) Yutma ile ilişkisiz (n=19), 2) Esneme esnasında yutma (n=23), 3)
Esneme sonunda yutma (n=67), 4) Esneme sonrası 2 saniye içinde olan yutma (n=23). Esneme ve yutmanın özellikleri ve süreleri
kontrol grubunda ve hastalarda birbirine benziyordu. Sadece, BSS hastalarında esneme süresi uzamış tespit edildi.
SONUÇ: Bulgularımız, spontan yutma ve esnemede bilinen nöroanatomo-fizyolojik yolakların mevcudiyetini destekler niteliktedir.
Biz bu sonuçların potansiyel fizyolojik çıkarımlarını tartışarak gelecekte bu konuda yapılacak çalışmalara teknik olarak yol gösterici
olabileceğini de düşündük. Bildiğimiz kadarıyla çalışmamız, spontan esneme ve yutma ilişkisini sağlıklı ve hasta grubunda ayrıntılı
multimodal nörofizyolojik yöntemlerle değerlendiren ve bu iki temel aktivitenin evrimsel ilişkisini de kanıtlarla destekleyen ilk çalışmadır.
S-15
Spinal Kord Cerrahisinde Multimodal İntraoperatif Nörofizyolojik Monitorizasyon
Deneyimlerimiz
Emine Taşkıran1, Erdinç Özek2, Gökalp Silav2, Emre Durdağ2, Sema Demirci3, İlhan Elmacı2
İstanbul Medipol Üniversitesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
Memorial Sağlık Grubu, Nöroşirurji, İstanbul
3
İstanbul Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, İstanbul
1
2
GİRİŞ ve AMAÇ:İntraoperatif nöromonitorizasyon (IONM), cerrahi işlem sırasında özellikle kritik nöral yapıların fonksiyonel içeriğinin
elektrofizyolojik yöntemler kullanılarak görüntülenmesidir. Multimodalite farklı tipte nörofizyolojik monitorizasyon yöntemlerinin
kombinasyonudur. Hem inen hem de çıkan yolların eş zamanlı görüntülenmesini kolaylaştırır ve daha iyi cerrahi sonuçlar için güvenlik
sınırı oluşturur. Bu çalışmada Eylül 2013-Ocak 2015 tarihleri arasında grubumuz tarafından yapılan nörolojik defisit riski yüksek olan
spinal kord cerrahisinde uyguladığımız nörofizyolojik yöntemler ve nöromonitorizasyon deneyimi sunulmaktadır.
YÖNTEM: Eylül 2013- Ocak 2015 tarihleri arasında grubumuzca yapılan nöroşirürjikal girişimlerde, multimodal IONM kullanılarak
yapılan 26 cerrahi olgu calışmaya dahil edildi. Hastaların lezyon lokalizasyonları, intraoperatif cerrahi ve elektrofizyolojik bulguları ile
postoperatif ilave nörolojik bulguları dokümante edildi.
BULGULAR: Toplamda 26 hastada cerrahi süresince elektrofizyolojik yöntemlerden MEP, SEP, spontan ve uyarılmış EMG, lezyon
lokalizasyonuna göre kombine edilerek kullanıldı. 22 hastada transkraniyal uyarım ile MEP ve periferik sinir uyarımı ile SEP, 3
hastada triggered EMG tekniği ile uyarılmış MEP kayıtlamaları yapıldı. Bir hastada teknik nedenlerle optimal kayıt sağlanamadı.
Hastaların 12’sinde intraoperatif MEP değişikliği, 3 hastada SEP değişikliği kaydedildi. Postoperatif dönemde 1 hastada geçici, 1
hastada ise kalıcı nörolojik defisit izlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Multimodal IONM özellikle intrameduller spinal kord yerleşimli lezyon cerrahisinde cerrahi için etkin bir şekilde
güvenlik marjini sağlayan oldukça onemli bir yardımcı tekniktir. Nörolojik yolakların ve anatominin en ince detaylarıyla bilinmesi,
ayrıca nörofizyolojik görüntüleme tekniklerinin etkili şekilde kombine edilmesi ile kayıtlamaların dikkatlice yorumlanmasının rehber
olarak cerrah için çok yol göstericiği olduğu, böylece cerrahinin efektif şekilde planlanıp yapılacağı ve dolayısı ile postoperatif hasta
konforunun artacağı kanaatindeyiz.
38
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
S-16
Kortikal Bazal Gangliyonik Dejenerasyonun Semptomatik Tedavisinde rTMS Yararlı
Olabilir Mi?
Zeliha Matur1, Aslı Demirtaş-Tatlıdede2, Ebru Nur Vanlı-Yavuz2, Başar Bilgiç2, Ümmühan Altın2, Ahmet Altunhalka2, A. Emre Öge2
1
2
İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
Kortikal bazal gangliyonik dejenerasyon (KBGD) nadir görülen nörodejeneratif bir hastalıktır. Korteksi ve bazal gangliyonları asimetrik
olarak etkiler. Asimetrik fokal apraksi ve yabancı el, atipik parkinsonizm ve kognitif bozukluklarda seyreder. Parkinson ve demans
ilaçlarına genellikle yanıt kötüdür/yoktur. Bu çalışmada, uygulama alanı hızla genişleyen bir non-invaziv tedavi yöntemi olarak
tekrarlayıcı transkranyal manyetik uyarımın (rTMS) KBGD’nin semptomatik tedavisi üzerine etkisinin araştırıldığı, iki yıldır takip edilen
iki hasta sunulmuştur. Birinci hasta 55 yaşında erkekti. Ailesinde, benzer tabloyla ortalama 4 yıl içinde kaybedilen 5 birey daha vardı.
Belirtilerin başlangıcından 2 yıl sonra görüldü. Muayenesinde sağda kolda bariz apraksi; sağda baskın asimetrik ekstrapiramidal ve
piramidal bulgular saptandı. Ayrıca hafif derecede bellek bozukluğu vardı. Sırayla sağ motor kortekse (M1) 1 Hz, cTBs; sol M1 10
Hz protokolleriyle rTMS uygulandı (haftada 3 gün). El becerisi Dokuz delik-çubuk testiyle (DDÇT) ölçüldü. İkinci hasta 80 yaşında
kadındı. Altı ay önce başlayan sağ el beceriksizliği ile başvurdu. Muayenesinde sağ kolda orta derecede apraksi ve hafif rijidite, refleks
canlılığı saptandı. Sırayla sağ M1 sham, cTBs; sol M1 10 Hz protokolleriyle rTMS uygulandı (haftada 5 gün). Apraksi testleri, PurduePegboard ve DDÇT ile değerlendirildi. Hastaların semptomlarında rTMS ile hastalığın doğal progresyonu zemininde, geçici düzelme
dönemleri izlendi (Şekil 1, 2). KBGD hastalarında görülen motor kortikal eksitabilite değişiklikleri; motor eşiklerde artma, motor cevap
amplitüdlerinde küçülme, karşı taraf sessiz periyod süresinde kısalma ve transkallosal ve intrakortikal inhibisyonda azalma şeklinde
özetlenebilir. Görece korunmuş hemisferdeki M1’i inhibe etmek veya hasta hemisferdeki M1’i stimüle etmek belirtilerde iyileşme
sağlayabilir. Şekil 1. 55 yaşındaki erkek hastaya uygulanan TMS protokolleri ve dokuz delik-çubuk testi performansları Şekil 2. 80
yaşındaki kadın hastaya uygulanan TMS protokolleri ve dokuz delik-çubuk testi performansları.
Şekil 1.
Şekil 2.
S-17
Dart Atma Hareketinin Video Analizi ve Harekette Serebellumun Rolü Üzerine Bir Çalışma
Bülent Cengiz1, Cahit Gürel2, Evren Boran1, Kutluk Bilge Arıkan2, Bülent İrfanoğlu2, Murat Zinnuroğlu3
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı Klinik Nörofizyoloji BD Motor Kontrol Laboratuvarı, Ankara
Atılım Üniversitesi, Mekatronik Mühendisliği Bölümü, Ankara
3
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, FTR Anabilim Dalı, Ankara
1
2
Bu çalışma hedefe yönelik atış hareketinin detaylı analizi ve bu harekette serebellumun rolünü incelemek üzere tasarlanmıştır.
YÖNTEM: Bu amaçla dart atışı mercek altına alınmıştır. İlk planda naif(çok seyrek dart atan)gruptan sağlıklı gönüllüler incelenmiştir.
Gönüllülerin; bel, omuz, dirsek ve el bölgelerine hareket sırasında takip amaçlı reflektif işaret noktaları yerleştirilmiştir. Dartın hareketini
takip için kuyruk kısmı seçilmiştir. El bileği ve el üzerinde küçük iki LED lamba aktif bir işaret olarak yerleştirilmiştir. 2 ms örneklem
periyodu ile saniyede 500 resim kaydı alınmıştır. Atışa ait kinematik veri, kaydedilen videonun Tema Motion yazılımı ile analizi sonucu
elde edilmiştir. Resim1 de yapılan örnek atışın video kayıtları üzerinde Tema Motion yazılımı ile gerçekleştirilen analizlere ait tipik
görüntü Resim2 de görülmektedir. Atıcıların ısınmadan yaptıkları ilk 15 atış kaydedilmiştir. Hemen ardından 100 atış yapmaları
istenmiş, ardından gelen 15 atış yine kaydedilmiştir. Daha sonra atıcıların serebellumları 1.5 mA katodal tranckraniak doğru akımla
(c-tDCS) ile inhibe edilirken 15 atış yapılmış, akım kesildikten sonra 15 atış daha yapılmıştır. Bir atıcı için toplamda 60 adet görüntü
kaydı ve ilgili analizler gerçekleştirilmiştir
SONUÇLAR: Demonstartif amaçlı olarak bir gönüllüden elde edilen 15erlik paketler halindeki atışların sonuçları aşağıdaki tablo ve
şekillerde görülmektedir. 1.Dart Yörüngesi Tema Motion yazılımı ile yapılan analizde her bir dart atışının yörüngesi elden çıkıştan
tahtaya saplanana kadar izlenebilmiştir Verilen grafiklerde, siyah renk ilk 15 dart atışlarnıı, mavi renk 100 atış sonrası yapılan 15
39
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
atışın kaydı, kırmızı renk serebelluma katodal DCS uygulanırken yapılan kayıtları ve son olarak yeşil renk serebellar tDCS kesildikten
sonraki 15 atışın kaydını temsil etmektedir. Serebellumun uyarılabilirliği değişmesini takiben dart yörüngesinde farklılaşma oluşmuş
özellikle stimülasyon bittikten sonra yapılan 15 atışta , X eksenine ait 1m lik kısımda bu farklılaşmanın daha da belirginleştiği dikkati
çekmektedir. 2.Dartın elden çıkma zamanı Dart okunun hedefe ulaşması için en kritik parametrelerden birisi okun ne zaman elden
çıktığıdır. Tablo 1 de 15 erlik 4 atışta dartın elden çıkma zamanı gösterilmektedir Atış yaptıkça dart bırakma zamanının kısaldığı,
dartın daha erken elden çıktığı gözlenmiştir. Katodal serebeller DC sırasında ve sonrasında da bu kısalma devam etmektedir. 3.Dart
Bırakma Anında Ortalama Açılar ve Ortalama Ok Hızları Dart Bırakma Anında Ortalama Açılar ve Ortalama Ok Hızları Tablo 2 de
gösterilmektedir. Omuz dirsek ve el bilek açısında 4 atış setinde belirgin bir farklılık gözlenmezken ortalama atış hızında özellikle
katodal serebellar DC uyarımı sonrasında artış gözlenmiştir. Yorumlar 1.Dart atışında atış tekrarlandıkça dart yörüngesi, dartın elden
çıkış hızı ve zamanı değişmektedir. 2.Serebellar uyarı ortalama bırakma zamanı ve ortalama dart elden çıkış hızını değiştirmektedir.
3.Bulguları yorumlarken bütün atıcıların demostrafit olgu gibi naif dart atıcısı olduğu unutulmamamlıdır.
Tablo 1- 15 erlik 4 atışta dartın ortalama elden çıkma zaman
Ortalama bırakma zamanı [ms]
1. 15’lik
976±194
2. 15’lik
834±175
3. 15’lik
775±120
4. 15’lik
770±99
Tablo 2-Dart Bırakma Anında Ortalama Açılar ve Ortalama Ok H
1. 15’lik
2. 15’lik
3. 15’lik
4. 15’lik
Ortalama omuz açısı [deg]
79±3.8
83±2.3
82±3.3
84±2.3
Ortalama dirsek açısı [deg]
73±6.8
78±5
77±11
83±9.8
Ortalama bilek açısı [deg]
125±3.6
122±3.1
125±3.8
123±3.6
Ortalama atış hızı [m/s]
2.6±0.7
2.8±0.5
3.4±1
4.3±0.8
S-18
Zayıf Transkranial Doğru Akım Uyarısının (tDCS) İstemli Hareket Sırasında Kortikal
Uyarılabilirlik ve Hareket Çıktısı Üzerine Etkisi
Esra Erkoç Ataoğlu1, Hale Zeynep Batur Çağlayan2, Bülen T Cengiz3
Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, Ankara
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara
3
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı Klinik Nörofizyoloji BD Motor Kontrol Laboratuvarı, Ankara
1
2
GİRİŞ: İstirahat halindeki beyine katodal tDCS uygulanırsa, sadece motor korteks değil bir çok kortikal bölgede, uyarılabilirliğin
azaldığı, anodal tDCS ile arttığı uzun zamandan beri bilinmekle beraber hareket sırasında yani motor korteks aktif iken tDCS ile motor
korteks uyarılabilirliğinin değişip değişmediği , değişirse bunun istirahatte gözlenen tipte olup olmadığı henüz iyi anlaşılamamıştır.
Çalışma bu başlığa odaklanmıştır. Hipotezimiz aktivasyon sırasında motor korteks uyarılabilirliği daha artacağı için tDCS etkisinin,
bazal duruma göre daha belirgin olacağıydı.
YÖNTEM: Bu hipotezi test etmek için 11 sağlıklı gönüllü çalışmaya dahil edildi. Gönüllülerden serçe parmak abduksyonu görevini,
uyarı gelince, 1 sn süresince, istenilen düzeyde yapıp sonra serbest bırakmaları istendi. Kayıt ADQ kasından yapıldı. Hareketle
tetiklenmek üzere hareket başlangıcında yani 0 ms (fazik evre) 500 ms sonra (tonik evre) ve 5 sn sonra 1 mV MEP elde edecek uyarı
şiddetinde karşı motor korteks uyarıldı. Her üç uyarı modalitesinde de 15 tane manyetik uyarı verildi. Hareketin bu üç evresinde elde
edilen ortalama MEP amplitüdleri bazal yani istirahatte elde edilen 15 MEP amplitüdü ile oranlanarak hareket fazına göre ortalama
MEP amplitüd oranları saptandı. Yukarıdaki işlem aynı oturumda, bu kez gönüllünün motor korteksi 1,5 mA katodal tDCS (k-tDCS)
verilirken, yani motor korteks tDCS ile baskılanırken tekrarlandı.
SONUÇLAR: k-tDCS sırasında elde edilen bazal MEP ortalaması 1,0 ±0,4 mV iken k-tDCS sırasında 0,86±0.7 mV ölçüldü (p<0,05).
Böylece k-tDCS ile motor korteksin baskılanmış olduğu gösterildi. k-tDCS öncesi ve k-tDCS verilirken hareket evrelerinde elde edilen
ortalama MEP amplitüdü oranları tabloda görülmektedir. Faktöryel ANOVA testi sonucu hareket ve k-tDCS un MEP amplitüd oranları
üzerine anlamlı etkileri gösterildi (p<0,05). Benferroni post hoc test k-tDCS verilirken MEP amplitüd oranlarının anlamlı derecede
artışı ortaya koydu (p<0,05).
40
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
YORUM: Çalışmamızın sonuçları hipotezimizi doğrulamamıştır. Katodal tDCS ile motor korteks baskılanmış ancak bu bulguya hareket
sırasında (tDCS öncesine göre) MEP amplitüd oranlarında azalma değil tersine artma eşlik etmiştir. Sonuçlar bize k-tDCS in motor
korteksi baskılamakla beraber global olarak kortikal düzeyde istemli hareket çıktısında kolaylaştırıcı rol oynadığını düşündürmüştür.
Tablo- k-tDCS öncesi ve k-tDCS verilirken hareket evrelerin
Fazik evre
Tonik evre
İstirahat
k-tDCS öncesi MEP amp (%)
3,1±1,5
3,3±1,7
1,3±1,0
k-tDCS verilirken MEP Amp (%)
4,1±1,9
4,9±2,6
1,6±1,0
S-19
Kısa İntervalli İntrakortikal İnhibisyonun (SAI) Motor Plastisite Üzerine Etkisi
Evren Boran, Bülent Cengiz
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı Klinik Nörofizyoloji Bilim Dalı Motor Kontrol Laboratuvarı, Ankara
SAİ mekanizma olarak spike timing dependent plasticity (STDP) örneğine uymaktadır. Bu uyarı modalitesi peşpeşe çok sayıda
verildiğinde kortikal plastisite değişmektedir. Bu çalışmada SAI ile kortikal plastisite arasındaki ilişki araştırılmıştır.
YÖNTEM: 1.SAI paradigmasında inhibisyon ve fasilitasyon için en uygun iki interval saptanması için 10 sağlıklı gönüllünün APB
kaslarından kayıt yapılmıştır. Median sinir bilekten uyarılmıştır. Periferik sinir uyarı şiddeti, süresi, motor hareketin ortaya çıktığı eşik
uyarı şiddeti olarak saptanmıştır. Darbe süresi 200ms’dir. Periferik sinir uyarımı anod distalde olacak şekilde verilmiştir. TMS uyarı
şiddeti istirahatte 1mV MEP için uyarı şiddeti olarak hesaplandı. Her interstimulus intervali (ISI) için 15 manyetik uyarı verilerek
ortalama MEP yanıtı hesaplanmıştır. ISI lar 2ms basamaklarla 22-40ms olarak ayarlanmıştır. 2.Kişilere ait SAI analizi yapılmış ve
inhibisyon ve fasilitasyon etkisi yapan iISI kişi bazında belirlenmiştir. En az 3 gün aralıklı olmak üzere 1 inhibitör birde fasilitatör PAS
paradigması uygulanmıştır. 3.PAS:1mV MEP için uyarı şiddeti hesaplanıp ardından 15 manyetik uyarı verilerek bazal MRP amplitüd
ölçümü yapılmıştır. Daha sonra 0.25Hz frekansında 150 SAI protokolü uygulandı. Uygulama bittikten hemen sonra (t0),5 dk(t1),10
dk(t2) ve30 dk(t3) sonra istirahat MEP amplitüdleri tekrar ölçüldü. 4.Bir kişiye ait inhibitör ve fasilitatör SAI protokolü ile uygulanan
peşpeşe 150 2’li uyarı ile inhibitör ve fasilitatör SAI’nin motor plastisiteye etkisi karşılaştırıldı.
SONUÇLAR: 1.SAI:10 hastaya ait SAI ortalama değerlerine ait grafik şekil 1’de görülmektedir. 30ms ISI’da SAI inhibisyona değil
fasilitasyona neden olmaktadır. İnhibisyonun en belirgin olduğu ISI değeri ise 22ms’dir. Bulgular kişisel değişkenlik göstermekte olup
her bir olgu için inhibitör ve fasilitatör ISI’lar ayrı hesaplanmıştır. 2.PAS: 9 olguya inhibitör, 8 olguya fasilitatör ISI ile PAS protokolü
uygulanmıştır. a.İnhibitör ISI ile PAS:9 olgunun 3’ünde (%33,3) PAS sonrası herhangi bir ölçümde anlamlı MEP amplitüd değişikliği
saptanmamıştır. Kalanlarda uyarı bittikten en az 5 dakika sonra yapılan ölçümlerde olmak üzere herhangi bir t değerinde anlamlı
plastisite değişikliği saptanmıştır. Yanıt alınan 6 olgunun 4’ünde fasilitatör etki, 2 olguda ise ölçüm zamanına bağlı olarak hem inhibitör
hem de fasilitatör etki saptanmıştır. b.Fasilitatör ISI ile PAS:8 olgunun 3’ünde (%37,5) PAS sonrası herhangi bir ölçümde anlamlı MEP
amplitüd değişikliği saptanmamıştır. Kalanlarda uyarı bittikten en az 5 dakika sonra yapılan ölçümlerde olmak üzere herhangi bir t
değerinde anlamlı plastisite değişikliği saptanmıştır. Yanıt alınan 5 olgunun 2’sinde fasilitatör etki, 1’inde inhibitör etki, 2 olguda ise
ölçüm zamanına bağlı olarak hem inhibitör hem de fasilitatör etki saptanmıştır.
YORUMLAR: 1. SAIde intrakortikal inhibisyon ISI’ya bağlı olarak değişkenlik göstemekte olup 30ms de fasilitasyon, olmaka
maksimum inhibisyon ise 22 ms gözlenmektedir. 2. SAI’nın PAS üzerindeki etkisi ISI’ya bağlıdır.
41
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
S-20
BDNF MET Aleli Taşıyıcılığının, Hedef Gözeten Atış Egzersizlerinin Oluşturduğu
Duysal-Motor İntegrasyon Değişiklikleri Üzerine Etkisi Var Mıdır?
Şule Deveci1, Zeliha Matur1, Gökçe Şentürk1, Yeşim Kesim2, Zeynep Ünlüsoy-Acar1, Özkan Özdemir2, Emrah Yücesan2,
Sibel Uğur-İşeri2, Nerses Bebek1, A.Emre Öge1
1
2
İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
İstanbul Tıp Fakültesi, DETAE Genetik Anabilim Dalı, İstanbul
Brain-derived neurotrophic factor (BDNF)”, MSS’de glutamerjik nöronlardan sentezlenen bir büyüme faktörüdür. Gelişme çağında
mevcut nöronların yaşamlarını sürdürmesine yardımcı olur, nöronal farklılaşmayı destekler. BDNF Val66Met tek nükteotid
polimorfizminin (TNP) kısa süreli motor öğrenmeyi etkilediği gösterilmiştir. Bu çalışmada, Val66Met TNP’sinin kısa süreli motor
öğrenmeyle oluşan kortikal duysal-motor integrasyon (DMİ) değişiklikleri üzerine etkisi araştırılmıştır. Hedefe atış gerektiren herhangi
bir spor yapmayan 19-34 yaşları arasında 13 erkek ve 9 kadın denekle çalışıldı. Deneklere 5 gün süreyle her gün dominant elleriyle
basketbol potasına 120 atıştan oluşan üçer set halinde atış egzersizleri yaptırıldı. İlk egzersizden hemen önce (T0), sonra (T1) ve
5. gün egzersizinden hemen sonra (T2) DMI çalışması yapıldı. Dominant el tenar kasları için sıcak nokta bulunduktan sonra aktif
ve istirahat motor eşikleri (ME) ile 1 mV’luk yanıt oluşturan ME (1mVME) değerleri saptandı. Motor yanıtlar dominant tarafta tenar
ve önkol fleksor (FCR) kaslarından kaydedildi. Yalnız TMS (ISI 0) ve 1. uyarı median sinire bilek düzeyinde submaksimal elektriksel
uyarımı, 2. uyarı tenar bölgeyi hedefleyen 1mVME şiddetinde TMS olmak üzere 20, 35, 50, 65, 80, 100 ve 200 uyarımlar arası
aralıklarda (ISI) ikili uyarım yapıldı. Her ISI için 8 uyarım rastgele olarak verildi. Her ISI için elde edilen 8 motor yanıtın amplitüd ve alan
değerlerinin ortalaması, ISI 0’da elde edilenlere bölünerek 0-200 ms arasında DMI grafikleri çizildi (Şekil 1, 2). Dokuz denekte BDNF
Val66Met polimorfizmi saptanmıştır. Deneklerin tümünde 5. gün antrenmanında isabetli şut sayısı (ortalama 42) ilk güne (ortalama
32) göre artmıştır (p<0,001), ancak bu artış Val66Val ve Val66Met gruplarında benzerdir; atışları tamamlama süresinde anlamlı bir
değişiklik olmamıştır. Grup genelinde tenar kaslardan elde edilen DMİ eğrilerinde T0-T1-T2 ölçümlerin anlamlı bir fark görülmezken,
FCR’de T0-T1 ölçümlerinde ISI35 (p=0,033) ve ISI80’de (0,012) artış yönünde anlamlı fark saptanmıştır. Val66Met varlığına göre
bakıldığında ise: Tenar kaslardan elde edilen DMİ eğrilerinde T0-T1 ölçümleri arasında ISI200 (p=0,012), T0-T2 ölçümleri arasında
ISI50 (p=0,013), ISI65(p=0,002), ISI80(p=0,039); FCR’den elde edilenlerde T0-T2 ölçümleri arasında ISI65(p=0,047), ISI80(p=0,002),
ISI100(p=0,007) ve ISI200’de (p=0,055) anlamlı derecede fark bulunmuştur. Yeni öğrenilen bir motor beceri erken dönemde bu
beceri ile ilgili kortikal duyusal-motor alanlarda azalmış erken afferent inhibisyon ve artmış fasilitasyona neden olur. Öğrenme süreci
ilerledikçe, beceri başka mekanizmalarla sağlamlaşırken korteksin öğrenmeyi kolaylaştıran artmış fasilitasyonu azalma gösterir.
BDNF Val66Met aleli varlığı kısa süreli motor öğrenmenin sebep olduğu kortikal DMI değişiklileri üzerine farklı yönde etki etmiştir,
ancak bu motor beceri düzeyine yansımamıştır.
TENAR-ISI GRAFİĞİ
FCR-ISI GRAFİĞİ
S-21
Multisistem Atrofi Hastalığı’nda Patolojik Kortikal Eksitabiltenin Düşük Frekanslı r- TMS ile
Modülasyonu: Maladaptif Hipotez
Gökçem Yıldız1, Esen Saka Topçuoğlu2, Bülent Elibol2, Çağrı Mesut Temuçin2
1
2
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nörolojik Bilimler ve Psikiyatri Enstitüsü, Ankara
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara
GİRİŞ: Kortikal kısa latanslı aferent inhibisyon ( KAİ), duyusal korteks uyarımını takiben motor korteksin transkranial manyetik
stimulasyona (TMS) karşı gösterdiği uyarılma cevabındaki fizyolojik azalmayı tanımlar. Bu cevabın bileşenleri daha çok nörotransmitter
düzeyinde yorumlanmaya çalışılmış ve asetilkolinin burada belirleyici bir rolü olabileceği, Alzheimer hastalığı ve Parkinson Hastalığı
Demansı gibi hastalıklarda yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. Biz ise bu çalışmada ilk kez düşük frekanslı serebellar repetetif
TMS’nin (r-TMS) KAİ üzerine olan etkisini Multisistem Atrofi (MSA) tip C ve Alzheimer Hastalığında çalışarak anatomik yolaklar
üzerinden araştırmayı planladık.
42
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
YÖNTEM: 9 MSA -C tanısı konulan hasta,6 Alzheimer Hastalığı ve 9 sağlıklı bireylerin nöropsikolojik test değerleri ve serebellum
üzerine uygulanan r TMS öncesi ve sonrası nöroelektrofizyolojik ve reaksiyon zamanlarının değerlendirme sonuçları karşılaştırılarak
değerlendirildi.
SONUÇLAR: r-TMS öncesi KAİ değerleri (Pre-MEPt1-t5,tortalama) MSA-C ve Alzheimer Hastalığı grubunda kontrol grubuna
göre beklenildiği gibi istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulunmuştur. r-TMS sonrası ise MSA-C ve kontrol grubunun KAİ
değerleri (Post-MEPt1-t5,tortalama) arasında istatistiksel olarak farklılık kalmamıştır. Ancak Alzheimer grubunda patolojik düşüklüğün
devam ettiği görülmüştür. Tartışma: Düşük frekanslı r-TMS, uygulanan beyin bölgesindeki nöronların kortikal eksitabilitesini azalttığı,
serebellum üzerine uygulanması durumunda da, purkinje hücrelerini inhibe ederek disinhibisyonuna yol açtığı da bilinmektedir. Bu
çalışmamızda ilk kez gösterildiği gibi, bu inhibitör zaman penceresi içinde elde edilen KAİ yanıtının MSA-C’ de normalize olması,
KAİ yanıtından sorumlu intrakortikal devrelerdeki olası maladaptif değişikliklerin r-TMS ile olumlu yönde modüle edilebiliyor olduğunu
göstermektedir.
S-22
ALS Hastalığında Kortikal Eksitabilite ve Transkallozal İnhibisyon Değerlendirmesi
Gökçem Yıldız1, Kubilay Varlı2
1
2
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nörolojik Bilimler ve Psikiyatri Enstitüsü, Ankara
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara
GİRİŞ: ALS (Amyotrofik lateral skleroz) üst motor nöron ve alt motor nöron bulgularının varlığı ile teşhis edilen ilerleyici bir hastalıktır.
TMS ise üst motor nöron yolakları hakkında bilgi elde etmeye yarayan bir elektrofizyolojik tetkiktir. Bu çalışmanın amacı ise ALS
hastalarında elde edilen TMS ölçümlerinin hastalık kliniği ile ilişkisini göstermektir.
YÖNTEM: ALS kesin tanısı alan 7 hastanın klinik ve TMS ile elektrofizyolojik ölçümleri değerlendirildi. TMS kullanılarak istirahat eşik
değeri ile santral motor yolak Cz ve bilateral ADM (Abduktor digiti minimi) kaslarından kayıtla elde edildi. Elektriksel spinal kök uyarımı
C7 segment seviyesinden yapıldı. Elde edilen sessiz süre latans ve transkallozal inhibisyon değerlendirmeleri hesaplandı.
SONUÇLAR: İstirahat motor eşik değeri hastalık klinik süresi ile orantılı olarak yüksek değerdeydi. Hastaların hepsinde transkallozal
inhibisyon mevcuttu. Tartışma: Bu çalışma ile santral motor iletim testlerini TMS ile uyararak hastalık progresyonu ile kortikospinal
yolak tutulumunun elektrofizyolojik olarak gösterimini sağlamış olduk. ALS hastalığının klinik olarak kötüleşmesi ile birlikte derin
tendon refleks artışı, babinski işareti değerlendirmesi net ölçülebilir işaretler olmayıp; elektrofizyolojik parametreler hastalığın evresi
ile paralellik gösterebilir.
S-23
İnsanda Düşük Frekanslı Noksius Kutanöz Stimülasyonun Spinal Eksitabilite ve Nosiseptif
H-Refleks İnhibisyonuna Etkisi
Metin Mercan, Bülent Cengiz, Reha Kuruoğlu
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara
AMAÇ: Periferal inputların, motor kontrolde önemli fonksiyonlarının olduğu bilinmektedir. Bu çalışmada, nosiseptif afferentlerin
aktivasyonunun spinal eksitabiliteye etkisi araştırıldı. Ayrıca “paired associative stimulasyon” paradigması kullanılarak yapılan uzamış
düşük frekanslı noksius kutanöz stimülasyon (DFNKS) sonrasında, spinal eksitabilitede ve nosiseptif afferentlerin aktivasyonunun
spinal eksitabilitede ürettiği etkilerde meydana gelen uzun süreli değişiklikler incelendi.
METOD: İlk aşamada (20 gönüllü), sural sinirin non-noksius ve noksius şartlandırıcı uyarımının, 20-140 msn intersimulus interval
(ISI)’ lerinde soleus H-refleks üzerine olan etkisi değerlendirildi. İkinci aşamada (24 gönülü), sural sinirin düşük frekanslı non-noksius
ve noksius stimülasyonu ile posterior tibial sinirin stimülasyonu 90 msn ISI’da çifleştirilerek uygulandı. H-refleks ve nosiseptif H-refleks
inhibisyonundaki değişiklikler incelendi.
SONUÇLAR: Noksius şartlandırıcı uyarımın 70-110 msn ISI’larda soleus H-refleks inhibisyonuna neden olduğu (p < 0,05; Figür 1),
non-noksius şartlandırıcı uyarımının ise istatistiksel olarak anlamlı bir etkisinin olmadığı görüldü (p > 0,05; Fig. 2). Ayrıca noksius
ve non-noksius şartlandırıcı uyarım etkisi 70-110 msn ISI’larda farklılaşmaktaydı (p < 0,05, Fig. 3). DFNKS’den sonra en az 20 dk.
süresince Hmaks/Mmaks oranının arttığı ve Hmaks’ın elde edildiği stimulus şiddetinin ise azaldığı gözlendi (p < 0,05; Fig. 4,5 ). Ayrıca
80, 90, 100 ms ISI’larda elde edilen nosiseptif H-reflex inhibisyonunda belirgin bir fasilitasyon meydana geldi (p < 0,001; Fig. 6). Düşük
frekanslı non-noksius kutanöz stimülasyonunun ise herhangi bir etkisi yoktu (p > 0,05; Fig 4,5,7). Yorum: Nosiseptif afferentlerin
aktivasyonunun spinal eksitabiliteye inhibitör etkileri olduğu anlaşıldı. Ayrıca düşük frekanslı nosiseptif inputlar sonrasında, motor
çıktı ile ilişkili spinal nociceptive sistemdeki nöronların sinaptik bağlantılarında uzun süreli plastik değişikliklerin meydana gelebileceği
gösterildi. Nosiseptif sistemdeki plastisite değişikliklerinin ve bu değişikliklerin lokomosyondaki rolünün anlaşılması nörolojik
hastalıkların patofizyolojisine ve nörorehabilitasyonuna yeni bir bakış açısı kazandırabilir.
43
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
S-24
Sağlıklı ve İşitme Kaybı olan Çocuklarda Somatosensoriyel İrkilme Refleksi
Nurten Uzun1, Ayşegül Gündüz1, Özdem Ertürk1, Özcan Öztürk2, Emine Deniz Gözen2, Meral E. Kızıltan1
1
2
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Kulak-Burun-Boğaz Anabilim Dalı, İstanbul
AMAÇ: İrkilme refleksi (İR), ani uyarılar sonrası yüz, boyun, uzuv ve gövde kaslarında kasılma şeklinde ortaya çıkan koruyucu bir
reaksiyondur. Çok çeşitli uyarılar, ani olmak koşuluyla, bu refleks yanıta neden olabilir. Bu yanıt sağlıklı bireylerde, çeşitli hareket
bozukluklarında, nörolojik ve psikiyatrik hastalıklarda elektrofizyolojik yöntemler kullanılarak incelenmiştir. Elektrofizyolojik olarak
en sık incelenen işitsel irkilme refleksidir (İİR). Ancak daha yeni olarak somatosensoriyel irkilme refleksi (SİR) tanımlanmıştır. Bu
çalışmada, spesifik duyusal modalitelerin kaybının merkezi sinir sisteminde eksitabilite değişikliklerine neden olabildiği bilgisinden
yola çıkarak işitme kaybı olan çocuklarda SİR’in değişim gösterip göstermediğini incelemeyi amaçladık.
HASTALAR VE YÖNTEM: Bu çalışmaya 14 işitme kaybı olan çocuk ve 15 sağlıklı çocuk dâhil edildi. Her iki grupta İİR ve el bileğinde
median sinir uyarımı sonrası SİR kaydedildi. Kayıt yapılan kaslar, orbikularis oküli, sternokleidomastoid, biseps braki (BB) ve abduktor
policis brevis (APB) idi. İşitme kaybı olan çocuklar kohlear implantasyon operasyonu geçirmişti. Ülkemizde yapılan erken işitme kaybı
taramaları ve erken dönemde yapılan kohlear implantasyon programları nedeniyle implant yapılmamış çocukların bulunması ve ayrı
bir grup olarak elektrofizyolojik incelemesi mümkün olmadı.Yanıt olasılıkları ve latansları iki grup arasında karşılaştırıldı. Ayrıca İİR
ve SİR yanıt paternleri incelendi.
SONUÇLAR: İşitme kaybı olan çocuklarda İİR elde edilemedi. Sağlıklı çocuklarda, işitsel uyarı sonrası orbicularis oküli yanıtı %100
olasılıkla elde edilmiş, kaudale inildikçe yanıt olasılığı azalmıştı (sternokleidomastoid %74,8, BB %22,5 ve APB %0). Median sinir
uyarımı sonrası ortaya çıkan yanıt paterni de hem sağlıklı hem işitme kaybı olan çocuklarda İİR’dekine benzerdi. Somatosensoriyel
uyarı sonrası elde edilen yanıt latansları sağlıklı ve işitme kaybı olan çocuklarda birbirine benzerdi.
YORUM: Bu çalışma ile SİR sağlıklı çocuklarda ilk kez incelenmiş ve yanıt paterni ve latanslarının erişkindekine benzer olduğu
izlenmiştir. Beklediğimizin aksine işitme kaybı olan ve kohlear implantasyon yapılmış çocuklarda SİR değişiklik göstermemiştir.
S-25
Beyin Sapı Lezyonlarında Göz Kırpma Refleksi ve Posterior Auriküler Kas Refleksi Yanıtları
Yeşim Abanoz, Yasin Abanoz, Melis Sohtaoğlu, Ayşegül Gündüz, Uğur Uygunoğlu, Meral Kızıltan
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji, İstanbul
AMAÇ: Çalışmamızda farklı etyolojilere ait beyin sapı lezyonu olan hastalarda göz kırpma ve posterior auriküler kas reflekslerinin
(GKR, PAMR) incelenmesi ve karşılaştırılması amaçlanmıştır.
METOD: Çalışmaya beyin sapı lezyonu olan (18 MS, 14 vasküler hastalık ve 2 köşe tm) 34 hasta ile yaş ve cinsiyet olarak uyumlu
41 kontrol birey olmak üzere toplam 75 kişi alınmıştır. GKR yanıtları supraorbital elektriksel uyarı verilerek iki yanlı orbikülaris okuli
kasından, PAMR yanıtı ise işitsel uyarı verilerek iki yanlı posterior auriküler kastan elde edilmiştir.
BULGULAR: İki yanlı R1, R2, R2K ve PAMR latansları kontrol grubuna göre anlamlı derecede uzamış olarak kaydedildi. PAMR ile
R1 yanıt latansları benzerdi. PAMR yanıtı hasta grubunda daha az elde edildi; elde edilen hastalarda da asimetrik ve daha uzundu.
Hastalık alt grupları arasında GKR ve PAMR yanıtları açısından istatistiksel anlamlılık yoktu. MS grubunda; GKR latansları uzamış
olanlarda PAMR yanıtlarının elde edilemediği dikkati çekti.
SONUÇ: Beyin sapı lezyonlarında PAMR ve GKR yanıtları kimi zaman paralellik göstermekle birlikte bazen tek bir refleks yanıtta
anormallik dikkati çekmiştir. Bu nedenle her iki refleksin birlikte incelenmesinin beyin sapının değerlendirilmesinde duyarlılığı
arttıracağı düşünülmüştür.
S-26
Omurilik Yaralanmalarında İrkilme Yanıtları
Yasin Abanoz, Yeşim Abanoz, Nurten Uzun Adatepe, Ayşegül Gündüz, Meral Kızıltan
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
İrkilme refleksi kaudal beyin sapından kaynaklanarak retikülospinal ve retikülobulber yolaklar ile spinal korda ulaşmaktadır. Sinir sistemi
lezyonlarından sonra lezyonun altında ve üzerinde kalan düzeylerde bir dizi fonksiyonel değişiklik ortaya çıkmaktadır. Lezyon seviyesi
üzerindeki değişikliklerden biri de reorganizasyon sonucu ortaya çıkan eksitabilite artışıdır. fMRI yanı sıra bazı elektrofizyolojik testlerle
de bu eksitabilite artışı gösterilmiştir. Elektrofizyolojik olarak TMS veya ASR (auditory startle reflex) değişiklikleri bu duruma örnek
olarak gösterilebilir. Omurilik yaralanmalarından sonra ASR artışı daha önceki çalışmalarda gösterilmişti. Somatosensoriyel irkilme
44
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
yanıtı (SSS startle to somatosensory stimuli) ise nispeten yakın zamanda normal bireylerde ve az sayıda hastada tanımlanmıştır.
SSS nin birinci yanıtı olarak kabul edebileceğimiz o.oküli yanıtı ise daha önceden somatonsoriyel göz kırpma refleksi (SBR) olarak
normal bireylerde ve hasta gruplarında bildirilmiştir. Bu çalışmada bir grup omurilik yaralanmalı hastalarda SSS çalışılmış ve benzer
değişikliklerin bulunup bulunmadığı araştırılmıştır.
METOD: Çalışmaya omurilik yaralanması öyküsü olan 14 hasta ile yaş ve cinsiyet açısından uyumlu 18 kontrol olmak üzere toplam
32 kişi dahil edildi. SSS için median sinirin el bileği seviyesinden elektriksel uyarımı ile o.okuli (SBR), SCM ve BB kaslarından; ASR
için iki yanlı işitsel uyarı (klik sesi) verilerek o.okuli, masseter, SCM ve BB kaslarından kayıt yapıldı. Her kas için latans, amplitüd ve
süre değerleri ile SSS oranı ve ASR olasılık değerleri iki grup arasında karşılaştırıldı. Bulgular: SBR yanıtı hasta grubunda kontrol
grubuna göre daha az elde edildi. (p:0.04) SSR yanıt latansları açısından kontrol grubu ile farklılık yoktu. ASR yanıtlarında masseter,
SCM ve BB yanıt latansları kontrol grubuna göre kısa bulundu, ancak sadece BB latans yanıtı istatistiksel olarak anlamlıydı. (p:0.033)
O.okuli, SCM ve BB yanıt süreleri kontrol grubunza göre uzundu, sadece o.okuli yanıt süresi istatistiksel anlamlıydı (p:0.037). SCM
yanıt amplitüdü kontrol grubuna göre anlamlı yüksek bulundu. (p:0.015)
SONUÇ: Her iki beyin sapı refleksinde nükleus retikülaris pontis kaudalisin aktive olduğu bilinmektedir. Çalışmamızda omurilik
yaralanması sonrası ASR yanıtlarında gözlenen bulgular daha önceki çalışmalara benzer şekilde eksitabilite artışı ile ilişkilendirilmiştir.
Ancak normal bireylerde her iki beyin sapı refleksi benzer paternde ortaya çıkmasına rağmen, omurilik yaralanması olanlarda ASR
yanıtlarındaki değişiklikler SSS yanıtlarında gözlenmemiştir.
S-27
Als Beyinsapı Düzeyinde Uyarılabilirik Değişiklikliğine Neden Olur mu ?
Merve Bahar Ercan, Mustafa İskender, Bülent Cengiz, Reha Kuruoğlu
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara
Bu çalışma “ALS de beyin sapı düzeyinde uyarılabilirlik değişiyor mu? sorusuna yanıt aramak üzere planlanmıştır. Araştırma başlıkları
olarak beyin sapı eksitatör reflekslerinden göz kırpma refleksi toparlanma eğrisi (GRTE) ve masseter inhibtör refleks (MIR) seçildi.
YÖNTEM: 13 ALS ve 10 sağlıklı gönüllü incelendi . Hasta grupta 7 kadın vardı ,ortalama yaş 60,3 ± 10,9, kontrol grubunun dördü
kadın ortalama yaş 51,2 ± 12,3 olarak ölçüldü. Göz kırpma refleksi: Uyarı supraorbital çentikten yüzeyel olarak verildi. Eşik uyarı
şiddetinin 3 katında uyarı verildi. GRTE: 100, 150, 200, 300, 400, 500 ve 600 ms interstimulus intervalli iki eşit uyarı verilerek ikinci
uyarı sonrası R2(R2-2) ile ilk uyarıda elde edilen R2(R2-1) yanıtları karşılaştırıldı. MİR: Kişi şiddetle dişlerini sıkarken mental sinir
eşiğin 8-10 katı şiddette, değişik aralıklarla 10 uyarı verildi. Masseter kasından iki periodlu sessiz süre (SP1 ve SP2) elde edildi.
Ortalama SP süreleri hesaplandı.
SONUÇLAR: İki gruba ait GTRE değerleri Tablo 1’ de görülmektedir. Hasta grupta 200 ve 300 ms ISI de elde edilen değerler kontrol
grubuyla karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksekti (p<0,05). MIR İki hastada çene güçsüzlüğü nedeniyle MIR
değerlendirilemedi. Kalan hastalar ve kontrol grubundan elde edilen SP süreleri tablo-2 de görülmektedir.
İki grupta SP1 ve SP2 değerleri açısından istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır (p>0,05).
YORUM: Çalışmanın bulguları ALS hastalarında beyinsapı düzeyinde uyarılabilirlik değişikliği geliştiğini düşündürmektedir. İncelenen
hasta popülasyonunda elde edilen bulgular beyinsapında artmış eksitabilite ile uyumludur.
Tablo 1- Gruplara ait GKRTE ortalama değerleri
100 ms
150 ms
200 ms
300 ms
400 ms
Hasta
0,23±0,37
0,19±0,34
0,51±0,44*
0,52±0,32*
0,61±0,26 0,70±0,27 0,60±0,28
Kontrol
0,04±0,13
0,04±0,12
0,14±0,27
0,21±0,27
0,37±0,26 0,56±0,31 0,63±0,17
Tablo 2
SP1 (ms)
SP2 (ms)
Hasta
13,7 ± 7,1
43,2 ± 14,1
Kontrol
16,0 ± 3,2
35,2 ± 5,3
45
500 ms
600 ms
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
S-28
Tip 1 Diyabet Mellitus Tanısıyla İzlenen Olgularda Nöronal Eksitabilitenin Değerlendirilmesi
Pinar Gencpinar1, Gamze Çelmeli2, Erdem Durmaz3, İffet Bircan2, Özgür Duman4, Şenay Haspolat4, Hilmi Uysal5
Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Pediatrik Nöroloji, İzmir
Akdeniz Üniversitesi, Pediatrik Endokrinoloji, Antalya
3
Şifa Üniversitesi, Pediatrik Endokrinoloji, İzmir
4
Akdeniz Üniversitesi, Pediatrik Nöroloji, Antalya
5
Akdeniz Üniversitesi, Nöroloji, Antalya
1
2
GİRİŞ: Diyabetik hastaların elektrofizyolojik incelemeleri çoğu zaman nonspesifik aksonal dejenerasyon beraberinde segmenter
demiyelinizasyon bulguları içerir. Temel olarak miyelin kılıfın fonksiyonlarını değerlendiren rutin incelememiz, sinir liflerinde
geniş kayıplar olmazsa normal çıkmaktadır. Böylece daha başlangıç aşamasındaki sorunlar gözlenememekte ve normal olarak
değerlendirilmektedir. Son yıllarda aksonun, yani voltaja bağlı Na kanallarının fonksiyonlarını değerlendirebilmek üzerine çalışmalar
yoğunlaşmıştır. Aksonal uyarılabilirliğin ölçülmesi temel olarak belirli bir yanıtın elde edilmesi için gerekli stimulus şiddetinin
ölçülmesine dayanmaktadır. Bu çalışmanın amacı Tip 1 diyabet mellitus (DM) tanısı ile izlenen hastaların aksonal uyarılabilirlik
verilerini değerlendirmek ve sağlıklı grupla karşılaştırmaktır.
MATERYAL-METOT: Çalışmaya pediatrik nöroloji ve endokrinoloji kliniğinde tip 1 DM izlenen hastalar alındı. Kontrol grubu olarak
yaş ve cinsiyet uyumlu, yakınması olmayan ve rutin elektrofizyolojik çalışmaları normal olan katılımcılar seçildi. Olgular 3 grupta
değerlendirildi. Diyabetik olup polinöropatisi olmayan grupta 12 hasta (DM1N), diyabetik nöropatisi olan grupta (DM1PNP) 8
hasta ve kontrol grubunda (DM1K) da 8 hasta olmak üzere 28 hasta çalışmaya alındı. Motor sinir uyarılabilirlik kayıtları, QTRAC
software (TRONDNF, QTRAC, Institute of Neurology, London, UK) cihazı kullanılarak yüzey elektrodlarla sol abductor pollicis brevis
kasından kaydedildi. Çalışmaya katılan olgularda elektrofiyolojik çalışma yapılmadan hemen once kan gazı, kan şekeri, HbA1C ve
elektrolit parametreleri bakıldı ve demografik özellikleri, kullandıkları insulin dozu (Ü/kg/gün), vücut kitle indeksi değerleri ve sural
sinir amplitüdleri kaydedildi. Sonuçlar: Kliniğimizde diyabetik nöropati insidansı %0,03 (8/284) olarak saptandı. DM1N grubun yaş
ortalaması 15,33±1,77 yıl, DM1K grubunun yaş ortalaması 14,25±1,48 ve DM1PNP grubunun yaş ortalaması 18,85±3,23 yıl olarak
saptandı. Diyabetik grupların hastalık süreleri, vücut kitle indeksleri, günlük kullanılan insülin dozları, HbA1C ve pH düzeyleri arasında
fark yoktu. DM1N ile DM1K grubu karşılaştırıldığında yaş ve aksonal uyarılabilirlik parametreleri arasında fark saptanmadı. DM1PNP
grubundaki hastaların yaş ortalaması diğer iki gruba göre yüksekti.
TARTIŞMA: Çalışmamızın sonuçları göz önüne alındığında Tip 1 DM tanısıyla izlenen olgularımızda polinöropati insidansını literatüre
göre düşük olduğu görüldü. Nöronal eksitabilite çalışmalarında gruplar arasında fark saptamadık. Bunun nedeninin iyi glisemik
kontrol, yoğun insülin tedavisi ve erken yaşta tanı alıp insülin tedavisine başlanmış olması olabileceğini düşündük.
S-29
Patella T Refleksinde Çekiç Vuruş Gücü, Kas Vibrasyonu ve Rektus Femoris M Yanıtı
Arasındaki İlişki
Serkan Uslu1, Tunca Nüzket1, Hilmi Uysal2
1
2
Akdeniz Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü Elektrik-Elektronik Mühendisliği Anabilim Dalı, Antalya
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Antalya
Derin Tendon Refleksleri (DTR) nörolojik muayenen önemli bir bileşenidir ve bu nedenle değerlendirilmesi ve elde edilen verilerin
anlamlandırılması ile ilgili çalışmalar halen güncelliğini korumaktadır. Literatürde Patella T Refleksinin değerlendirilmesi ile ilgili çeşitli
farklı yöntemler mevcuttur. Refleks sırasında oluşan hareketin genliği, refleks sonrası devam eden Patella T tetiklemeli pendulum
hareketinin patolojik durumlardaki değişimi olguların değerlendirilmesinde ve sınıflandırılmasında büyük önem taşımaktadır. Bir diğer
önemli inceleme yöntemi ise akselerometre ile Patella T Refleksi ve pendulumunun değerlendirilmesidir. Refleksi oluşturan vurma
kuvvetinin ve bu kuvvetin etkisinin birlikte değerlendirildiğinde normal olgu ve spastik olgular arasında açı/s olarak büyük farklılıkların
oluştuğu belirtilmektedir.Yalnızca akselerometrik ölçümün yeterli olmadığı bu sırada refleksi tetikleyen etkinin de ölçülmesinin
gerekliliği vurgulayan çalışmalar mevcuttur. Çalışmaya herhangi bir nörolojik rahatsızlığı bulunmayan 10 kişi katılmıştır. Grubun
yaş ortalaması, 23.4 ±3 yıl ; boy ortalaması 170 ±15 cm; kilo ortalaması 70 ±20 kg. dır. Olgular ölçüm başlamadan önce minumum
15 dakika dinlendirilmiştir. Yerden yüksekliği 90 cm olan bir düzlem zemin üzerine oturtularak ölçüm kaydı yapılmıştır. Ölçümler
sırasında farklı kuvvetlerle Patella T Refleksi tetiklenmiştir. Her bir olgudan beş farklı trase kaydı yapılmıştır. Ölçüm sistemi olarak
ekibimiz tarafından 3’lü Refleks Değerlendirme Sistemi olarak adlandırılan sistem içerisinde BKAP EMG, Vibrasyon ve Trigger –
Kuvvet değerleri kaydedilmiştir. Bu üçlü değerlendirme sistemindeki parametrelere karar verilmesinde en büyük etki refleksin
başlama anından bitim anına kadar bir sistem içerisinde değerlendirilebilmesidir. Çalışmanın sonuçları üç farklı değerlendirmeye
göre değerlendirilmiştir. (BKAP EMG Amp. Değeri – Kuvvet Değeri, Vibrasyon Amp. Değeri – Kuvvet Değeri, BKAP EMG Amp. Değeri
– Vibrasyon EMG Değeri.) Refleks çekicinin vuruş gücüyle oluşan refleks yanıtın amplitüdü arasındaki ilşiki Şekilde gösterilmiştir.
BKAP amplitüdü vuruş gücü arttırıldığında maksimal gücün yaklaşık 1/3 ünde belirli bir BKAP değerinde sabit kalmaktadır, doğrusal
bir ilişki göstermemektedir.
46
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
Şekil
S-30
Curcuminin Deneysel Olarak Oluşturulmuş Epilepsi Modelindeki Etkilerinin İncelenmesi
Volkan Solmaz1, Nilgün Erten2, Aytekin Ceviz1, Oytun Erbas3, Orhan Sümbül1
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Tokat
Ordu Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Ordu
3
İstanbul Bilim Üniversitesi, Tıp Fakültesi, İstanbul
1
2
AMAÇ: epileptik nöbetler pek çok nedenden kaynaklanan ve çok değişken klinik tablolarla karşımıza çıkabilen beyin fonksiyon
bozukluklarından biridir. Epilepsi kliniğini doğuran patolojik süreçlerin muhtemel çeşitliliği, antiepileptik tedavide kullanılan ilaçların
birbirinden çok farklı etki mekanizmalarına sahip olmalarını açıklar niteliktedir. Bu çalışmanın amacı önceki yapılmış çalışmalarda
nöroprotektif özellikleri gösterilmiş olan Curcumin\’in pentilentetrazol indükte nöbetler üzerine olan etkilerini incelemektir.
MATERİAL-METOD: Çalışmamıza 42 adet 200-250 gr ağırlığında Sprague-Dawley tipi erkek sıçan kullanıldı. 7’şer sıçandan oluşan
6 grup oluşturuldu. Gruplara PTZ (70 mg/kg-Jeneralize nöbet dozu) uygulamasından 30 dakika önce farklı dozlarda (80 ve 160
mg /kg) Curcumin verildi. Kontrol grubu sıçanlara izotonik NaCl ve PTZ uygulandı. Pleksiglas kaplara alınan sıçanlarda oluşan
konvulziyon şiddeti 0 ile 6 derece arası değerlendirildi. Konvulziyon skalası (Racine skalası) (0):Normal,(1):Donup Kalma,(2):Baş
sallama,(3):Vücutta yüzeyel klonik hareket,(4):Ön ekstremitelerde bilateral klonus(Piyano çalma) (5):Jeneralize tonik-klonik nöbet ve
yana doğru düşme (6): mortalite şeklinde belirlenmiştir. EEG örneklemi için kortikal kayıtlar alındı. EEG yapılan gruplara PTZ (35mg/
kg-absans nöbet dozu) uygulamasından 30 dakika önce farklı dozlarda (80 ve 160 mg /kg) Curcumin verildi. Kontrol grubu sıçanlara
izotonik NaCl ve PTZ uygulandı. EEG kayıtları 1-60 Hz bant aralığında, 10.000 amplifikasyonla Biopac MP30 sistemiyle 30 dakika
alınmıştır. Kayıtlar PSA (Power Spectral Analyse) yöntemleriyle değerlendirildi.
BULGULAR: yapılan istatistikler sonucunda Curcumin hem 80 hem de 160 mg/kg dozlarında izotonik grubuyla kıyaslandığında RCS’
yi anlamlı dercede düşürürken (p<0,05), FMJ’ yi anlamlı olarak uzatmıştı (p<0,01). Ek olarak yine her iki dozda da doksisiklin EEG
kayıtlarında Spike yüzdelerini anlamlı derecede azaltmıştı (p<0.01).
SONUÇ: Çalışmamızda Curcumin’in antikonvulzan özellikleri klinik ve EEG kayıtları eşliğinde gösterilmiştir. Çalışmamızın devamında
Curcumin’ in bu etkisinin mekanizmalarını açıklamaya çalışacağız
S-31
Serebral Palsi Modeli Geliştirilen Sıçanlarda Oksitosinin Konvulziyon Eşiğini Yükseltici
Etkisi
Oytun Erbaş1, Volkan Solmaz2, Bilge Piri Çınar3, Gönül Peker4
Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji, İstanbul
Turhal, Devlet Hastanesi, Tokat
3
Giresun, Devlet Hastanesi, Giresun
4
Ege Üniversitesi Fizyoloji, İzmir
1
2
AMAÇ: Oksitosinin daha önceki çalışmalarımızda antikonvulzan etkisini göstermiştik. Bu çalışmamızda serebral palsi (CP) modeli
üzerine etkisini inceledik.
MATERYAL-METOD: 28 adet yenidoğan sıçana 4 dakika süre ile % 50 karbondioksit uygulanıp CP modeli geliştrildi. 4 gruba ayrılan
sıçanların 2 grubuna (14 adet) 80 IU/kg i.p oksitosin, diğerlerine salin verildi. 6 hafta uygulama yapılan sıçanlara sonrasında 4 hafta
işlem uygulanmadı. Oksitosin alan 7 sıçana, salin alan 7 sıçana 70 mg/kg dozunda PTZ uygulandı. Konvulziyon şiddeti (Racine
skalası) ve ilk jerk zamanı kaydedildi. Oksitosin ve salin alan diğer 7 şer sıçana anestezi altında (80 mg/kg ketamin ve 10 mg/kg
47
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
xylazin) sağ parietal kortekse dril yardımıyla kranium delinerek elektrod yerleştirildi. Soğuk akril malzemesi ile sabitlenen elektrod
sistemi ile 1 hafta sonra MP150 Biopac sistemi kullanılarak bipolar kayıt alındı. Oksitosin alan 7 sıçana, salin alan 7 sıçana kayıt
öncesinde 35 mg/kg PTZ verildi. 5 dakika sonra 1 saat süreli EEG kaydı alındı. Spike yüzde analizi yapıldı.
BULGULAR: İlk jerk zamanı değerlendirildiğinde oksitosin alan grubun jerk zamnında salin grubuna göre anlamlı uzama görüldü.
Racine skalasında oksitosin alan CP li grupta konvulziyon şiddeti ve Spike yüzdesi salin grubuna göre anlamlı azaldı.
SONUÇ: Oksitosin 6 hafta uygulanmadan sonra 4 hafta ara verilse bile CP modelinde antikonvulzan özellik göstermiştir. Bu etkinin
epigenetik ve inhibitör ara nöronlar üzerinden olası etkileri araştırılmaktadır.
S-32
Kritik Lokalizasyonlu İntrakraniyal Lezyon Cerrahisinde İntraoperatif İnvaziv Kortikal
Haritalandırma ve Nöromonitorizasyon
Emine Taskiran1, Emre Durdag2, Fatihhan Bölükbasi2, Ramazan Sari2, Sema Demirci3, Ilhan Elmaci2
Istanbul Medipol Universitesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Istanbul
Memorial Saglik Grubu, Nöroşirurji, Istanbul
3
Istanbul Universitesi, Saglik Bilimleri Enstitusu, Istanbul
1
2
GİRİŞ VE AMAÇ: Nöroonkolojik cerrahide sensori-motor alan ve yakını gibi kritik lokalizasyonda yerleşen lezyonların eksizyonu,
post-operatif parezi ve parestezi gelişim riski nedeniyle ayrı bir öneme sahiptir. Bu lezyonların etkin bir şekilde eksizyonunu sağlamak
icin bazı intraoperatif yardımcı tekniklerden faydalanılmaktadır. İntra-operatif kortikal haritalandırma da bu tekniklerden biridir.
YÖNTEM: Eylül 2013-Ocak 2015 tarihleri arasında grubumuzca yapılan nöroşirürjikal girişimlerde intraoperatif kortikal haritalandırma
ile nöromonitorizasyon yapılan 38 vaka değerlendirmeye alındı. Hastaların lezyon lokalizasyonları, intraoperatif cerrahi ve
elektrofizyolojik bulguları ile postoperatif ilave nörolojik bulguları dökumante edildi.
BULGULAR: 38 hastanın 8’inde köşe tümörü cerrahisi, diğerlerinde intrakranyal cerrahi gerçekleştirildi. 18’inde üst somatosensoryal
uyarılmış potansiyel kullanılarak faz dönmesi tekniği ile motor korteks lokalizasyonu kayıtlamaları yapıldı. Bunlardan 5 hastada
teknik, tümöre bağlı anatomik yer değişimi veya ödem gibi nedenlerle optimal kayıt sağlanamadı. 3 hastada monopolar stimulatör
ve 1-8 ma’lik uyarımlar ile direkt kortikal uyarım yapılarak kortikal prezentasyon alanları ayırt edildi. 33’ünde transkraniyal uyarım ile
MEP ve SEP kaydı, 8 hastada BAEP, 2 hastada VEP kaydı yapıldı. 1 hastada triggered EMG yöntemi kullanıldı. Hastaların ikisinde
intraoperatif MEP değişikliği, iki hastada spontan EMG aktivitesi kaydedildi. Postoperatif donemde 3 hastada geçici nörolojik defisit
(hemiparezi, hemiparezi ve disfazi, monoparezi) izlendi. Kalıcı sekel gelişimi gözlenmedi.
TARTIŞMA VE SONUÇ: İntraoperatif kortikal haritalandırma, özellikle sensorimotor alanların yakınında yerleşim gösteren lezyonların
güvenli bir şekilde eksizyonu icin oldukça önemli bir yardımcı tekniktir. Yine köşe tümör cerrahisinde özellikle fasiyel sinir trasesinin
triggered EMG tekniği ile elde edilmesi mümkündür. Bu teknik ile lezyon lokalizasyonuna göre tehdit altındaki kraniyal sinirler
monitorize edilebilir. Nörofizyolojik yöntemlerin akılcı seçimi, uygulanması ve yorumlanması ile cerrahi sonuçların mükemmel ve
güvenilir olması sağlanabilir.
S-33
Huzursuz Bacaklar Sendromlu Hastalarda ve Normal Bireylerde, Motor İmgelem İle Fleksör
Refleks Eksitabilitesinin Değerlendirilmesi
Figen Yavlal1, Gülçin Benbir2, Rahşan İnan3, Derya Karadeniz2, Meral Kızıltan2
Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
3
Kartal Dr. Lütfü Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, İstanbul
1
2
GİRİŞ: Bir hareketin hayali (motor imgelem, Mİ) ile ilgili nöral işlemlerin, o hareketin gerçekten yapılmasına benzer olduğu öne
sürülmüştür. Mİ sırasında TMS, refleksler ve geç yanıtlarla ilgili döngülere ait eksitabilite artışı gösterilmiştir. Huzursuz Bacaklar
Sendromu (HBS)’nda, MSS’nin çeşitli düzeylerinde (korteks, beyin sapı, spinal seviye) TMS ve segmenter refleksler, örneğin fleksör
refleks (FR) aracılığı ile eksitabilite artışı bildirilmiştir. Çalışmamızda, normal bireyler ve HBS hastalarında yürüme hayali ile fleksör
refleks (FR) eksitabilitesinde değişiklik olup olmadığını araştırmayı amaçladık.
OLGULAR-YÖNTEM: Çalışmaya 11 HBS (3 E, 8 K.Ort yaş: 41.2) ve yaş ve cins dağılımı uyumlu 15 kontrol (8 E, 7 K. Ort yaş:38.4)
olmak üzere 26 olgu alındı. FR, olgular sırt üstü yatar konumdayken, sağ medial plantar sinir stimülasyonu ile 1: istirahat konumunda
ve 2: Bireyler yürüdüklerini hayal ederlerken çalışıldı ve FR kaydı yapıldı. FR medial plantar sinirin , yüksek ve sık aralıklarla uyarılması
sonucu, yüzey elektrodu (anod 1. metatarsda, katod ayak arkının verteksinde olmak üzere) ile sağ ayaktan elde edildi. İstirahat ve Mİ
sırasındaki FR erken ve geç latansları ile amplitüd farkları karşılaştırıldı.
48
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
BULGULAR: Elde edilen FR yanıtlarının, erken latans, geç latans ve amplitüd değerleri için HBS ve kontrol grupları arasında
istatistiksel olarak anlamlı fark yoktur (sırasıyla P=0.515, p=0,404, p=0,404). Amplitüd değerlerinin hayal öncesi ve yürüme hayali
arasındaki değişimi HBS grubunda anlamlı bir azalma gösterirken, kontrol grubunda anlamlı bulunmamıştır (sırasıyla P= 0.039 ve
0.161).
SONUÇ VE YORUM: HBS oluşumundaki görüşlerden biri, supraspinal etkilerle FR eksitabilitesinin arttığı ve HBS ile FR’nin ortak
spinal mekanizmaları paylaştıkları şeklindedir. Mİ ile segmanter reflekslerin değiştirilebilmesinin tartışmalı olduğu ve yürüme hayalinin
daha karmaşık mekanizmaları olduğu gösterilmiştir. O halde elde ettiğimiz sonuçlar, HBS olgularında yürüme hayalinin spinal
eksitabiliteyi azalttığı yönünde yorumlanabilir.
S- 34
Motor Nöron Hastalıklarına Eşlik Eden Uyku Bozuklukları: Klinik ve Polisomnografik
Retrospektif Analiz
Aylin Reyhani1, Sultan Çağırıcı2, Ülkü Dübüş Hoş2, Gülçin Benbir3, Derya Karadeniz3
Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, İstanbul
Bakırköy Dr.Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, İstanbul
3
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Uyku ve Uyanıklık Bozuklukları Birimi, İstanbul
1
2
AMAÇ: Motor nöron hastalıklarında (MNH) obstruktif uyku apne sendromunun (OUAS) sık görüldüğü bilinmektedir. Ancak eşlik eden
diğer uyku bozukluklarıyla ilgili yeterli bilgi yoktur. MNH tanısıyla laboratuvarımıza başvuran hastalarda, diğer uyku bozukluklarını
klinik ve polisomnografik değerlendirmeyle belirlemeyi amaçladık.
YÖNTEM: 2001-2015 tarihleri arasında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Uyku ve Uyanıklık Bozuklukları Polikliniği’ne
başvuran, standart polisomnografi yapılmış 71 amiyotrofik lateral skleroz, 2 primer lateral skleroz tanılı olmak üzere toplam 73 hasta
dahil edildi.
OLGULAR: retrospektif olarak hasta kayıtlarının taranması yöntemiyle değerlendirildi. Hastaların yaş, cinsiyet, boy, kilo, eşlik eden
uyku ve diğer hastalıkları ve ilaç kullanım bilgileri kaydedildi. Polisomnografi sonucuna göre; toplam anormal solunum olayları indeksi,
uykuda periyodik ekstremite hareketi indeksi, fragmenter myoklonus ve atonisiz REM uykusu varlığı ele alındı.
BULGULAR: 73 hastanın 36’sı kadın (%49.31), 37’si erkekti (%50.68). Yaş ortalaması 58.01±9.80 bulundu. Ortalama vücut kitle
indeksleri 25.71± 4.89 kg/m2 olarak hesaplandı . 49(%67.12) hastada OUAS, 8(%10.95) hastada nöromusküler hastalığa bağlı
hipoventilasyon-hipoksemi sendromu (HHS) zemininde OUAS, 3(%4.10) hastada OUAS ve santral uyku apne sendromu birlikteliği,
2(%2.73) hastada HHS zemininde OUAS ve uykuda üst solunum yolu direnç sendromu (UARS) birlikteliği, 1(%1.36) hastada HHS
zemininde OUAS ve uykuda periyodik solunum birlikteliği, 1(%1.36) hastada HHS, 1(%1.36) hastada UARS, 1(%1.36) hastada HHS
zemininde UARS mevcuttu. Bunların ortalama toplam anormal solunum olayları indeksi 28.09±16.33 olarak bulundu. 73 hastanın
50(%68.49) tanesinde uykuyla ilişkili solunum bozuklukları hariç eşlik eden en az bir uyku hastalığı mevcuttu. 19(%26.02) hastada
huzursuz bacaklar sendromu, 34(%46.57) hastada uykuda periyodik hareket bozukluğu görüldü. Ortalama uykuda periyodik ekstremite
hareketi indeksi 34.08±19.65 olarak bulundu. 10(%14.28) hastanın yüzeyel bacak EMG kayıtlarında fragmenter myoklonus saptandı.
4(%5.47) hastada REM davranış bozukluğu ve 4(%5.47) hastada atonisiz REM uykusu varlığı mevcuttu.
SONUÇLAR: MNH hastalarında OUAS varlığı birçok çalışmada araştırılmıştır. Ancak bu retrospektif vaka serisi değerlendirmesi,
MNH hastalarında OUAS dışı uyku bozukluklarını değerlendiren az sayıda veriden biri olması sebebiyle önem arz etmektedir. Her
üç MNH hastasının ikisinde solunum dışı uyku bozukluğu olduğunu tespit ettik. Bu yüksek oran MNH tanısıyla izlenen hastalarda
eşlik eden solunum dışı uyku bozukluklarının da azımsanmayacak oranda olduğunu ve sorgulanması gerektiğini düşündürmektedir.
Tedavi edilmeleri hastaların yaşam kalitelerini yükseltecektir.
S-35
Juvenil Miyoklonik Epilepsi Hastalarında Rastlanabilen Tremorun Farklı Bir Anlamı Var mı?
Zeynep Aydın-Özemir1, Zeliha Matur2, Betül Baykan1, Başar Bilgiç3, Ali Emre Öge1
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Klinik Nörofizyoloji Bilim Dalı, ISTANBUL
İstanbul Bilim Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, ISTANBUL
3
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı,Davranış ve Hareket Bozuklukları Bilim Dalı, ISTANBUL
1
2
AMAÇ: Juvenil miyoklonik epilepsi (JME) hastalarının bazılarında tremor görülebilmektedir. Tremor en sık görülen hareket
bozukluğudur ve esansiyel tremor (ET) en sık görülen tremor alt tipidir. Ancak JME’li hastalarda saptanan tremor yakınmasının
Valproat (VPA) tedavisi ile ilişkili olduğu düşünülmektedir. JME hastalarında tedavi öncesinde tremor olup olmadığı, VPA ile bu
tremorun artıp armadığı veya karakterinin değişip değişmediği hakkında literatürde henüz bilgi yoktur. Bu çalışmada tremordan
yakınan JME hastalarında klinik ve akselometrik analiz ile tremorun ET’ye göre farklı veya benzer yanlarının ortaya konulması
amaçlanmıştır.
49
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
METOD: İstanbul Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Epilepsi ve Hareket Bozuklukları polikliniklerine 2012-2014 yılları arasında
başvuran hastalardan Uluslararası Epilepsi Topluluğu (ILAE) kriterlerine göre JME tanısı almış 15 hasta ile “Movement Disorder
Society’s Ad Hoc Committee on Tremor” tarafından tanımlanmış olan ET kriterlerini dolduran benzer yaş ve cinsiyet dağılımı gösteren
15 hasta, çalışmaya dahil edildi. Tüm denekler bilgilendirilmiş onayları alındıktan sonra ayrıntılı klinik ve akselerometrik analiz ile
elektro-nörofizyolojik açıdan değerlendirildi. Akselerometrik analiz için 4 kanallı EMG/EP cihazı ve 3 akslı akselerometre cihazı
kullanıldı. Sırasıyla sağ ve sol elde ölçümler a) eller ve bilek istirahat halindeyken b) eller ve bilek öne doğru iyice uzanmışken c) el
ve bilek öne doğru uzanmışken ve her bir ele 500 gr ve d) 1000 gr ağırlık asılı iken yapıldı. Akselerometrik veriler, bilgisayar temelli
analiz programı ile değerlendirildi. Programın otomatik olarak sağladığı veriler “spektral analiz sonuçları ve grafikleri” ve “poligrafi” idi.
Tremor düzeni, frekansı, büyüklüğü ve eklenen miyoklonilerin sayısı incelendi.
BULGULAR: JME hastalarının tümünde VPA tedavisinden önce tremorun başlamış olduğu kaydedildi. Grupta üçü kardeş toplam
4 ailesel olgu yer almaktaydı. Her iki elde tremor frekansı açısından iki grup arasında anlamlı fark yoktu. (p> 0,05, Ki-kare). Ayrıca
gerek tremorlu JME grubu için gerekse ET grubu için, sağ ve sol taraf arasında grup içinde fark yoktu (p>: 0,05, Pearson ki-kare.) ET
grubunda sol elde postüral tremor amplitüdü, tremorlu JME grubuna göre anlamlı yüksekti (p:0,04, Mann-Whitney U). Diğer amplitüdler
açısından gruplar arasında fark yoktu. İki grupta da postür verilmesinden 1000 mg’a doğru amplitüdler giderek yükselmekteydi.
Çarpıcı olarak JME grubunda tremor amplitüd ve frekansı belirgin şekilde değişkendi. JME grubunda tremor zemininde ellerin
distalinde düzensiz, düşük amplitüdlü, değişken frekans ve amplitüdlü miyoklonik atımlar mevcuttu.
SONUÇ: JME hastalarında görülen tremor frekans açısından ET’ye benzese de amplitüdü daha düşüktü ve tremora eşlik eden
miyoklonik atımlar ile karakterizeydi. Bundan dolayı tremoru olan JME hastalarında bu yakınmanın kendine özgü karakteristik
özellikleri olduğu ve bu grup hastaların klasik JME’den ayrı bir başlık altında toplanabileceği kanaatine varılmıştır.
S-36
Juvenil Miyoklonik Epilepside Duysal Uyandırılmış Potansiyeller Farklı Alt-gruplara
İşaret Edebilir mi?
Zeynep Aydın-Özemir1, Zeliha Matur2, Betül Baykan1, Ali Emre Öge1
1
2
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Klinik Nörofizyoloji Bilim Dalı, ISTANBUL
İstanbul Bilim Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, ISTANBUL
AMAÇ: Yapılan az sayıda duysal uyandırılmış potansiyel (SEP) çalışmasında bazı juvenil miyoklonik epilepsi (JME) hastalarında
primer somatosensoryel kortekste hipereksitabiliteye işaret eden bulgular saptanmıştır. Bu çalışmada SEP ile elde edilen bulgularla,
hastaların klinik verileri kıyaslanarak, farklı grupların varlığının araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM: Epilepsi polikliniğinden ILAE kriterlerine göre tanı konmuş ve en az 1 yıl takibi olan, 24 JME hastası ve 14 sağlıklı kontrol
çalışmaya alındı. Hastaların ve kontrollerin medyan sinir uyarımlı kortikal SEP yanıtları kaydedildi. İki grup N20, P25, N35 latansları,
N20-P25, P25-N35 amplitüdleri açısından kıyaslandı. Normal grubun amplitüd değerlerinin ortalamalarının 3 standart sapma üzerinde
olanlar ‘dev SEP’ olarak kabul edildi. Hastaların klinik ve EEG bulgularıyla SEP verileri karşılaştırıldı.
BULGULAR: On ikisi kadın olan JME grubunda yaş ortalaması 32,4±12,04, altısı kadın olan sağlıklı kontrollerden 35,1±11,9 farklı
değildi. JME grubunda her iki yanda N20-P25 ve P25-N35 amplitüdleri normallere oranla anlamlı derecede yüksekti. N20, P25
ve N35 latansları arasında ise fark saptanmadı. ‘Dev SEP’ bulgusu 11 hastada (%45,8) izlendi. ‘Dev SEP’ saptanan JME’lilerle
saptanmayanlar arasında klinik özellikleri ve EEG bulguları açısından anlamlı fark saptanmadı. Bununla birlikete dev SEP olgularının
3’ü kardeşti ve olguların %54’ünde ailede epilepsi öyküsü vardı. Beş olguda EEG’de fotosensitivite saptandı. Ayrıca dev SEP
grubunda epilepsi başlangıcında miyokloni sıklığı daha yüksek olmakla birlikte, anlamlı derecede farklı değildi ve tedavi sonrasında
bu farklılık kaybolmuştu. Dev SEP’li hastalarda absans nöbeti 4 hastada varken diğerlerinde 1 hastada vardı. İki grupta valproat (dev
SEP’li JME: %63,6, diğer; %69,2) ve levetirasetam (dev SEP’li JME: %18,6, diğer; %30,7) monoterapisi kullanan hastalar varken,
valproat ve levetirasetam kombinasyonu kullanan hastalar sadece dev SEP grubunda (%18,6) vardı.
SONUÇ: Bu çalışmada JME grubunda SEP amplitüdleri normallere oranla anlamlı derecede yüksek bulunmuş ve mevcut bilgiler
doğrulanmıştır. Ayrıca JME’liler içerisinde daha yüksek amplitüdlü SEP’i olan bazı hastaların olması klinik heterojeniteye işaret
etmektedir. İleriki çalışmalarda JME grubundaki bu özelliklere dikkat edilerek ve daha homojen gruplar oluşturarak genetik ve
patofizyolojik açıdan daha doğru sonuçlara ulaşılabilir.
50
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
S-37
Fotik Stimülasyon Ne Zaman Uygulanmalı? Uyku Sonrası Yapılan Fotik Stimülasyon
İnteriktal Epileptiform Deşarjların Saptanmasında Duyarlılığı Artırabilir mi?
Ayşe Deniz Elmalı1, Hatice Kurucu1, Özdem Ertürk1, Özlem Çokar2, Zeliha Matur3, Candan Gürses4, Veysi Demirbilek1,
Ayşın Dervent1
Cerrahpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, İstanbul
3
İstanbul Bilim Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
4
İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
AMAÇ: Fotik stimülasyon, elektroensefalogram (EEG) kaydı esnasında klinik nöbet ve epileptiform deşarjların uyandırılması ve
tetkikin tanısal duyarlılığının artırılması amacıyla uzun yıllardır kullanılan temel aktivasyon yöntemlerinden biridir. Bu yöntemle
uyandırılan fotoparoksizmal yanıtlar (FPY) her zaman klinik nöbete eşlik etmemekle birlikte; juvenil miyoklonik epilepsi gibi %1520’ye varan oranda fotosensitivitenin izlendiği epilepsi türlerinde tanıda önemli rol oynamaktadır. Aktivasyon yöntemlerinin etkinliğini
artırmak amaçlı ideal teknikler ve bunların zamanlaması üzerindeki tartışmalar halen sürmektedir. Bu çalışma, uyku deprivasyonunu
takiben yapılan gündüz uyku EEGlerinde; uyku sonrası yapılan fotik stimülasyonun; uyku öncesiyle kıyaslandığında, FPYların elde
edilmesinde duyarlılığı artırıp arttırmadığını göstermeyi amaçlamaktadır.
YÖNTEM: Çalışma grubu, uyku EEGlerinin öncesinde ve sonrasında fotik stimülasyon uygulanan 459 hastayı içermektedir. Hastaların
tümüne en az 4 saatlik uyku restriksiyonunu takiben uyku öncesi uyanıklık EEG’si ile uyku sonrası uyanıklık EEG’si esnasında iki
kez olmak üzere fotik stimülasyon uygulanmıştır. Hastaların tümüne 90 dakika ve üzeri sürelerde EEG kaydı yapılmış, hastaların
uyku, uyku öncesi ve uyku sonrası uyanıklık dönemleri ayrı ayrı değerendirilmiştir. Uyku öncesi ve sonrası dönemde yapılan fotik
stimülasyonda FPY saptanan olgularda, FPYların toplam süreleri hesaplanmıştır. Artmış FPY olarak tanımlanan grupta deşarjların iki
kat veya daha fazla arttığı; azalmış FPY olarak tanımlanan grupta ise deşarjların en az yarıya azaldığı kabul edilmiştir.
BULGULAR: İncelenen 460 EEG’de 98 olguda FPY tespit edilmiştir. Bu hastalardan 87’si epilepsi tanısı ile takip edilmekte olan
hastalar olup, 11’i daha önce nöbet geçirmemişti. Kontrol grubunda 318 olgu epilepsi tanısıyla takip edilmekteyken, 43 olgu daha
önce nöbet geçirmemişti. Fotoparoksizmal yanıt tespit edilen 98 olgunun 68’inde (%68) fotoparoksizmal yanıtların uyku öncesine
göre uyku sonrasında artmış olduğu ve bu artışın ortalama 11.4 kat (2 ila 30 kat) olduğu saptanmıştır. Bu artışın izlendiği olguların
31’inde (%31) uyku öncesi hiç FPY görülmezken uyku sonrası 3 ila 26 saniye boyunca FPY izlenmiştir. Grubun 23 (%23) olgusunda
her iki dönem FPY süreleri arasında fark gözlenmezken, 7 olguda ise (%7) uyku öncesinde ortaya çıkan FPYların uyku sonrasında
azaldığı veya kaybolduğu görülmüştür.
SONUÇ: Bu çalışmada aktivasyon yöntemi olarak kullanılan fotik stimülasyonun; uyku sonrasında fotosensitiviteyi ortaya çıkarıcı
etkisinin, uyku öncesine kıyasla artmış olduğu gözlenmiştir.
S-38
Epilepsi Hastalarında, Refleks Nöbet Uyaranı Varlığında, Kognitif Fonksiyonların İnteriktal
EEG Üzerine Etkisinin Araştırılması
Eser Buluş, Gülçin Benbir, Naz Yeni
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
AMAÇ: Çalışmamız ile bir üniversite hastanesi epilepsi polikliniğinde refleks nöbet uyaranı varlığında kognitif fonksiyonların interiktal
EEG üzerine etkisinin tespit edilmesini ve EEG kaydı sırasında pratik uygulamada kullanılabilecek yeni bir aktivasyon yönteminin
geliştirilmesini amaçladık.
YÖNTEM: Refleks nöbet uyaranı bildiren ve/veya önceki rutin EEG’lerinde yoğun epileptiform deşarjları olan 35 hastaya önce rutin
EEG kaydı yapıldı sonrasında EEG kaydına devam edilerek kognitif fonksiyonların interiktal EEG üzerine etkisinin araştırılması
amacıyla test verildi. Test değerlendirmesi Matsuoka ve arkadaşlarının 2000 yılında yapmış oldukları çalışmanın metodolojisinden
yararlanılarak yapıldı.
BULGULAR: Lisan fonksiyonlarıyla ilgili hareketin planlanmasını değerlendiren verbal testle 35 hastanın 4’ünde (%11,4) paroksizmler
aktive olmuştur ve paroksizmleri aktive olan hastaların tümünün idiyopatik jeneralize epilepsili grupta olduğu dikkati çekmiştir. Uzaysal
düşünmeyi değerlendirmek için verilen aritmetik test ile 35 hastanın 2’sinde (%5,7) paroksizmler aktive olmuş ve verbal testte olduğu
gibi paroksizmleri aktive olan hastaların tümünün idiyopatik jeneralize epilepsili grupta olduğu dikkati çekmiştir. Sonuç olarak kognitif
testlerle %11,4 (n=4) oranında interiktal EEG üzerine aktivasyon etkisi gözlenmiştir. Geleneksel aktivasyon yöntemlerinden IFS ile
35 hastanın 2’sinde (%5,7) fotik duyarlılık tespit edilmiş, diğer bir geleneksel aktivasyon yöntemi olan HV ile ise 16 (%45,7) hastanın
paroksizmlerinde aktivasyon olduğu tespit edilmiştir. Verbal test sonuçlarının geleneksel aktivasyon yöntemleriyle uyumlu etkiler
gösterdiği (p=0,001 ve p=0,026), aritmetik testin ise sadece IFS ile uyumlu sonuçlar gösterdiği dikkati çekmiştir (p=0,001).
SONUÇ: Kognitif testlerin çoğunlukla inhibitör etkili olduğu, %11,4 oranında ve sadece idiyopatik jeneralize epilepside interiktal
paroksizmler üzerine aktivasyon etkisinin olduğu görülmüştür. Verbal test sonuçlarının IFS ve HV ile uyumlu etkiler göstermesi, bu
51
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
testin geliştirilebileceğini ve pratik uygulamaya konabileceğini düşündürmüştür. İnteriktal EEG üzerine HV %45,7 (en sık) ve IFS ise
%5,7 (en az) aktivasyon sağlamıştır. Kognitif test bataryasının ışık uyaranına göre daha yüksek oranda aktivasyona neden olması
ve IFS’nin etkisinin yaşla azalması nedeniyle bu bataryanın her yaşta aktivasyon yöntemi olarak kullanılabileceğini düşündürmüştür.
S-39
Peri-İktal Otonomik Bulguları Olan Epilepsi Hastalarında Nöronal Otoantikorların
Araştırılması
Leyla Baysal Kıraç1, Erdem Tüzün2, Canan Ulusoy2, Ebru Nur Vanlı Yavuz1, Esme Ekizoğlu Turgut1, Nerses Bebek1
Candan Gürses1, Ayşen Gökyiğit1,Betül Baykan1
İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji-Klinik Nörofizyoloji, İstanbul
İstanbul Tıp Fakültesi, Deneysel Tıp Araştırma Ensitüsü, İstanbul
3
Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
AMAÇ: Bu çalışmada peri-iktal otonomik bulgulu nöbetleri olan epilepsi hastalarında nöronal otoantikor sıklığının ve bu antikorlarla
klinik bulgular ve EEG özellikleri arasındaki ilişkinin gösterilmesi hedeflenmiştir.
YÖNTEM: Çalışmaya İstanbul Tıp Fakültesi Nöroloji Bölümü epilepsi polikinliğinde izlenen dökümente edilmiş peri-iktal otonomik
bulguları olan hastalar dahil edildi. Hastaların serumları RIA, ELISA ve hücre bazı kitler ile çeşitli otoantikorlar için değerlendirildi.
Seropozitif ve seronegatif hastaların klinik, laboratuvar ve EEG özellikleri karşılaştırıldı.
BULGULAR: Çalışmaya 62 hasta ( 37 K, 25 E, yaş ortalaması 31.6 ± 9.4 yıl , ortalama epilepsi süresi 16.2 ± 9.2 yıl) dahil edildi. Periiktal otonom bulgulu nöbetleri olan 9 hasta (14,5 %) (3 K, 6 E, yaş ortalaması 31,8 ± 11) araştırılan nöronal otoantikorlar açısından
seropozitif idi. Antikorlar 3 hastada (% 5) N-metil-D-aspartat reseptörü (NMDAR), 3 hastada (% 5 ) voltaj kapılı potasyum kanalı
(VGKC) kompleksi, 2 hastada (% 3 ) glutamik asit dekarboksilaz (GAD) ve 1 hastada (% 2) glisin reseptörüne (GLYR ) karşı saptandı.
Seropozitif gruptaki hastaların 6’sında (% 67 ) epigastrik aura, bulantı ve öğürme, 5 hastada (% 22 ) taşikardi, 2 hastada (% 22 )
karın ağrısı, 2 hastada ise peri-iktal ateş yüksekliği (% 22 ) vardı. Epilepsi etiyolojisi 4 hastada hipokampal skleroz (% 44 ), 4 hastada
kriptojenik (% 44 ), 1 hastada (% 11 ) ise doğum travması idi. Erkek hasta sayısı, psikoz öyküsü ve peri-iktal otonom bulgulardan
epigastrik aura ve ateş yüksekliği seropozitif grupta anlamlı olarak daha sık saptandı (p<0.05). Epilepsi süresi, epilepsi etiyolojisi,
antiepileptik ilaç direnci ve seropozitivite arasında bir ilişki bulunmadı.
SONUÇ: Peri-iktal otonom bulguları olan epilepsi hastalarında nöronal otoantikor sıklığı diğer epilepsi hasta gruplarıyla benzer
düzeydedir ve bu grup otoimmünite için daha yüksek bir risk taşımamaktadır. Psikoz, epigastrik aura ve peri-iktal ateş yüksekliği
seropozitif grupta daha sıktır. Antiepileptik ilaç tedavisine dirençli hastalarda immüntedavi seçenekleri açısından ilgili otoantikorların
taranması önem taşımaktadır.
S-40
Hipokampal Skleroz Olgularında Alışılmış Dışı Epileptik Odaklar ve Prognoz
Ebru Nur Vanlı-Yavuz, Hakan Yener, Nerses Bebek, Candan Gürses, Ayşen Gökyiğit, Betül Baykan
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabillim Dalı Klinik Nörofizyoloji, İstanbul
GİRİŞ: Epilepsi pratiğinde tedaviye dirençli grubun büyük bir bölümünü oluşturan hipokampal skleroz (HS)’lu hastalarda ön temporal
elektrotlarda görülen dikenler, keskin dalgalar, keskin ve yavaş dalga kompleksleri interiktal EEG’nin tipik epileptiform bulgularıdır.
Çalışmamızda bu aktivitelerden farklı epileptik odakların ve aktivitelerin görüldüğü olgularda klinik, elektrofizyolojik ve prognoz
özelliklerinin araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM: İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Epilepsi biriminden temporal lop epilepsisi tanısı ile takipli, 1,5 T MRG ‘de
ölçütlere uygun şekilde HS saptanan, T1/2, F7/8, T3/4 odakları dışında farklı bir alanda epileptik aktivitesi saptanmış olan hastalar
dahil edildi. MRG incelemelerinde HS’ye dual patoloji eşlik edenler ve opere edilmiş hastalarda patoloji raporu HS ile uyumlu olmayan
hastalar çalışmadan çıkarıldı.
BULGULAR: 2013-2014 yıllarında en az bir kez takibe gelen, EEG incelemesi değerlendirilen 126 HS olgusu arasından 9’u erkek,
11’i kadın toplam 20 hasta bu çalışmaya dahil edildi. Hastaların yedisi bilateral HS (%35) tanılı idi; bu oran kontrol olgularından
yüksek olmakla birlikte istatistiksel olarak anlamlı değildi. Atipik odakları olan hastaların nöbet başlama yaşları 6 ay – 22 yaş arasında,
ortalama takip süreleri 107,8+89,3 aydı. İki hastaya 3T MRG yapılıp bilateral HS tanısı koyulmuş, hiç bir hastada başka MRG bulgusu
izlenmemişti. İki hasta dışında tümü ilaca dirençli olup 5’inde status epileptikus öyküsü mevcuttu. İki hastada patolojik nörolojik
muayene bulgusu, 5 hastada ise mental retardasyon mevcuttu. Hastalara ait toplam 110 EEG incelemesinde (rutin ve/veya VEM) 6
hastanın temel aktivitesinin yetersiz olduğu dikkati çekti. On hastada bir alanda, 10 hastada ise en az 2 farklı alanda alışılmış dışı
epileptik odaklar (arka temporal (12), frontal (5), frontopolar (4), oksipital (2), frontosantral (1),santroparietal (1), parietooksipital (1))
olduğu dikkati çekti. Ayrıca bir hastada ışığa duyarlı tipte jeneralize epileptiform aktivite, bir hastada ise jeneralizasyon eğilimi gösteren
bifrontal odak saptandı. Dördü bilateral HS tanılı olmak üzere toplam 10 hastanın opere edildiği, postoperatif takip sürelerinin ise
69,8+50,7 ay olduğu görüldü. Postoperatuvar birinci yılda, 7 hastanın Engel sınıflamasının 1 olduğu dikkati çekti. Postoperatuvar
52
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
dönemde uykuda epileptik odak saptanan unilateral HS tanılı bir hasta ile preoperatuvar ışığa duyarlı tipte jeneralize epileptik aktivitesi
olan bilateral HS’li hastanın Engel 1 grubunda olduğu dikkat çekti. Buna karşılık Engel IV olan iki hastanın ise postoperatuvar EEG
incelemelerinde odak saptanmadı.
SONUÇ: Alışılmış yerleşim dışı epileptik odakları da olan HS olgularının %15,9 oranında görüldüğü, bu duruma bilateral HS
olgularında sık rastlandığı, genellikle ilaca dirençli olmakla birlikte heterojen bir grup olduğu; iyi lateralizasyon ve lokalizasyon yapılan
hastaların cerrahi sonrası nöbetsiz kalabileceği dikkati çekmiştir.
S-41
10 Olgu Eşliğinde Epileptik Nistagmus
Ayşen Süzen Ekinci, Ayçin Yıldız Tabakoğlu, Halil Güllüoğlu, Ayşe Güler, Şeyma Çiftçi, İbrahim Aydoğdu, Nilgün Araç
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Klinik Nörofizyoloji, İzmir
GİRİŞ: Epileptik nistagmus; hızlı tekrarlayıcı göz hareketleri ile karakterize nadir görülen bir iktal fenomendir. Vakaların hemen
hepsinde hızlı fazı iktal aktivitenin kontralateraline vuran binoküler horizontal nistagmus izlenmektedir. İktal nistagmus tipik olarak
temporo-parieto-oksipital bölgelerden kaynaklanmaktadır. Bu bilgiler eşliğinde kliniğimizde takip ettiğimiz 11 epileptik nistagmuslu
olguyu değerlendirdik Materyal-metod: 2004-2014 yılları arasında etiyolojisinde serebrovasküler hastalık(n:3), travma (n:2), ensefalit
(n: 3), meziyal temporal skleroz (n:1), MELAS (n:1) saptanan, yaşları 18-67 arasında değişen, izole veya diğer nöbet bulgularının
eşlik ettiği iktal nistagmuslu 11 olgu çalışmaya alınmıştır. Olguların 7 sinde epilepsi öyküsü mevcuttu. Tüm olgular, klinik özellikleri,
iktal EEG (n:10), iktal video (n:8) kayıtları ve görüntüleme yöntemi eşliğinde değerlendirildi.
BULGULAR: Hastaların tümünde hızlı fazı iktal aktivitenin kontralateraline vuran horizontal nistagmus gözlendi. İktal nistagmusa
eşlik eden konjuge göz deviasyonu (%72), bilateral göz kırpma (%36), sağ homonim hemianopsi (%27), baş deviasyonu(%27), ışık
çakmaları (%18) ve fokal motor nöbetler yüzde (%36), elde (%27), abdominal bölgede (n:1) izlendi. Hastaların bilinç düzeyi altta
yatan patolojiye bağlı, bilinç açık (%27) ve konfüze (%82) olarak değerlendirildi. İktal aktivite çoğunlukla parieto-oksipital (%45) olmak
üzere, Temporo-oksipital (n:1), sentroparietal (n:2), frontosentral (n:1), temporal (n:2) bölgelerden kaynaklanmaktaydı. Kraniyal
görüntülemelerde saptanan patolojik bulgular EEG ile uyumlu lokalizasyonlardaydı.
SONUÇ: Epileptik nistagmus değişik etiyolojilere bağlı olarak sakkadik, pursiit ve optokinetik göz hareketlerinde rol oynayan kortikal
bölgeler uygun iktal deşarjlarla aktive edilirse ortaya çıkabilir. Nadir görülen bu durumu belirgin lateralizan değeri vardır ve genelde
fokal motor nöbetlerle birlikte izlenmektedir.
S-42
Fokal Epilepsilerde İktal Vücut Dönmesi
Metin Mercan, İrem Yıldırım Çapraz, Özgür Akdemir, Erhan Bilir
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara
AMAÇ: Literatürde birçok lateralizasyon bulgusu tanımlanmış olmasına rağmen iktal vücut dönmesi hakkında yeterli veri yoktur.
Bu çalışmanın amacı, fokal epilepsilerde iktal vücut dönmesinin nöbet lateralizasyonundaki yerini değerlendirmek ve patofizyolojik
mekanizmasını anlamaya çalışmaktır.
METOD: Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi epilepsi merkezinde 2010-2014 yılları arasında uzun süreli video-EEG montörizasyonu
yapılan 263 fokal epilepsi (temporal lob epilepsi (TLE), n = 178; Ekstratemporal lob epilepsi (ETLE), n = 85) hastasının cerrahi öncesi
ve sonrası kayıtları incelendi. İktal vücut dönmesi yorumlanırken, non-versif vücut dönmesi (NVVD) ile versif vücut dönmesi (VVD)
olarak iki tanım kullanıldı.
SONUÇLAR: 22 hastanın (TLE, n = 16; ETLE, n = 6) altmış iki nöbetinde iktal vücut dönmesi gözlendi. NVVD, TLE hastalarının %
6’sında (n=11), ETLE hastalarının ise % 2’sinde (n=2) görüldü. VVD ise TLE hastalarının %5’inde (n=8), ETLE hastalarının % 7’sinde
(n=6) görüldü. TLE ve ETLE nöbetlerinde NVVD sıklıkla epileptik zonun ipsilateraline doğru olurken (% 76 ve %80, sırasıyla), VVD ise
EZ’nin konralateraline doğru olmaktaydı (%86 ve %55, sırasıyla). TLE nöbetlerinde iktal vücut dönmesine sıklıkla baş dönmesi eşlik
ediyordu (NVVD, %88; VVD, %92). Ayrıca baş ve vücut dönmesinin başlangıç ve dönme süreleri arasında istatistiksel olarak anlamlı
derecede korelasyon mevcuttu (p < 0.05). ETLE nöbetlerinde ise böyle bir durum yoktu. TLE nöbetlerinin %71’inde NVVD sırasında
hemifer bölgelerine lokalize veya lateralize şekilde 5-12 Hz ritmik EEG aktivitesi gözlendi. Yorum: Bizim çalışmamız iktal vücut
dönmesinin değerli bir lateralizasyon bulgusu olduğunu ve TLE nöbetlerinde baş dönmesi ile benzer patofizyolojik mekanizmaya
sahip olabileceğini gösterdi.
53
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
S-43
Epilepsi Cerrahisi Öncesi WADA Testi Artık Gereksiz mi?
Olcay Tosun Meriç1, F. İrsel Tezer1, Kader Karlı Oğuz2, F. Gonca Eldem2, Serap Saygı1
1
2
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Ankara
AMAÇ: Wada testi epilepsi cerrahisine aday olan hastalarda, özellikle temporal lobektomi ve amigdalahipokampektomi planlanıyorsa,
lisan dominansını belirlemek ve cerrahi sonrası hafıza performansını öngörmek için kullanılmaktadır. Son zamanlarda literatürde
invaziv bir yöntem olmayan fonksiyonel MRG’nin (fMRG) Wada testinin yerini almaya başladığı belirtilmektedir. Ancak hala seçilmiş
hastalarda Wada testi altın standart olmaya devam etmektedir. Biz de yarı prospektif bu çalışmada Wada testini hangi hasta
gruplarında uyguladığımızı, fMRG yapılan hastalarda Wada testinin gerekliliğini ve hastaların cerrahi kararında Wada testinin etkisini
tartışmak istedik.
YÖNTEM: Ocak 2012-Aralık 2014 tarihleri arasında dirençli epilepsi nedeniyle cerrahiye aday olan ve nöropsikometrik değerlendirmesi
ve/veya fMRG sonuçlarına göre cerrahi kararı tartışmalı olan bu nedenle sodyum amobarbital ile Wada testi uygulanan hastalar
çalışmaya alındı.
BULGULAR: 17 kadın 25 erkek toplam 42 hastaya Wada testi yapıldı. Mezial temporal lop epilepsisi olan 34 hastanın tamamına hafıza
performansı ve lisan baskınlığını belirlemek için, hipokampal ekstrahipokampal epilepsi ayrımı tam olarak yapılamayan 7 hastaya
hipokampusun cerrahi sınıra dahil edilip edilmeyeceğine karar vermek için ve geniş hemisferik lezyonu nedeniyle hemisferotomi
adayı olan bir hastaya ise hemisferotomi sonrası sonuçları öngörmek için uygulandı. El baskınlığından bağımsız olarak konuşma için
sol hemisferik baskınlık %78 olarak bulundu. Sağ hemisferi dominant olan 6 hastanın tamamında sol temporal lob epilepsisi vardı.
22 adet lisan fMRG ve 18 adet hafıza fMRG uygulandı. Lisan için sol hemisfer baskınlığı için fMRG’nin pozitif prediktif değeri %90
iken atipik lisan baskınlığı (sağ-mikst) için %37.5 bulundu. 30 hastada hafıza baskınlığı nöbet odağının karşı tarafında bulundu. 42
hastanın 19’ u opere edildi. 15 hastaya cerrahi kararı bir hastaya ise VNS kararı alındı. 2 hasta cerrahi kararı alınmasına rağmen
opere olmak istemedi.
SONUÇ: Epilepsi cerrahisi öncesi lisan ve hafıza baskınlığını belirlemek için fMRG ve nöropsikometrik değerlendirme gibi noninvaziv
yöntemler olsa da bizim çalışmamızda sol elli, sol hemisferde epileptik odağı olan ve NPT ve fMRG’si bilgi vermeyen veya uyumsuz
olan hastalar gibi seçilmiş hasta gruplarında Wada testinin hala geçerliliğini koruduğu sonucuna varılmıştır.
54
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
POSTER
BİLDİRİLER
55
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
56
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
P-01
Glomus Tümor Rezeksiyonu Sonrası Periferik Fasial Paralizi
Melek Özarslan
Mehmet Akif Ersoy Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, İstanbul
GİRİŞ: Glomus tümörleri, sempatik ya da parasempatik paraganglialardan gelişen nöral krest tümörleridir. Histolojik olarak selimdirler,
fakat önemli nörovasküler strüktürleri tutması ve intrakranial yayılım göstermeleri nedeniyle klinik olarak malign kabul edilirler. Ayrıca
cerrahi manipülasyon sırasında katekolamin sekresyonuyla hayatı tehdit edecek hipertansiyon krizine sebep olabilirler. Tanıda BT
ve MRI kullanılmakla beraber, özellile multisentrik tümör mevcudiyeti ve vaskülaritesinin belirlenmesinde BT yada MR anjiografi son
derece önemlidir. Bu hastalarda en çok görülen cerrahi komplikasyonlar sırasıyla eksitus kranial sinir paralizi / parezisi, işitme kaybı
ve menenjittir.
OLGU SUNUMU: Bu makalede Karotis cisim tümörünün rezeksiyonu sonrası gelişen periferik fasial paralizi olgusu tartşılmıştır.
Hastamız 40 yaşında bayan hasta olup boyunda ele gelen kitle sikâyetiyle bir dış merkeze başvurmuştur. Hastaya tetkik amaçıyla
boyun doppler ultrasonografi (USG), bilgisayarlı tomografi (BT) anjio yapılmış ve Sol bulbus caroticumda yaklaşık 35x20 mm boyutlu
hipoekoik yoğun vasküler kitle ile uyumlu glomus tm tanısı ile hastanemize sevk edilmiştir. Operasyon sırasında Glomus tümörünün
external ve internal CA bifukasyondan itibaren çevrelediği ve External juguler ven ve N. hypoglossus ve dallarının, N. Vagus ve
dallarının lateralde kitleye yapışık olduğu gözlendi, post operatif birinci gününde yapılan nörolojik muayenesinde solda periferik fasial
paralizi saptandı. Santral patolojiyi ekarte etmek amacıyla Kranial MR çekildi .MR da yaşla uyumlu değişiklikler saptandı. Deltacotil
1mg /kg dozunda oral tedavi başlandı. 5 günde bir 5 mg azaltılarak kesildi. 6 ay sonra şikayetleri düzeldi.
TARTIŞMA: Baş boyun kemodektomaları genel olarak, boyun yumuşak dokularından kaynaklananlar ve kafa tabanından
kaynaklananlar (glomus jugulare ve glomus tympanicum) diye iki kategoriye ayrılırlar. Bunlar arasında temporal kemik-kafa tabanı
kaynaklı paragangliomalar en sık görülürken, Carotid body tümörü ikinci ve glomus vagale tümörleri ise üçüncü sıklıkta görülmekledir.
Özellikle gelişen tomografi teknikleriyle aynı anda tomografik anjiyografi ile patolojinin tespiti ve yine karotis artere invazyonu da
değerlendirilip preoperatif olarak cerrahi planlanma yapılabilir. Bunun yanında ailevi olan tipte diğer karotis arterinde değerlendirilmesine
zen gosterilmelidir. Günümüzde, cerrahi tedavi primer tedavi yontemi olarak devam etmektedir. Perioperatif mortalite cok küçük
oranlara düşmesine rağmen, postoperatif morbidite yüksekliği devam etmektedir. Kranial sinirlerde hasar oluştuğunda ses kısıklığı,
yutma gucluğu, yüz felci ve hemipleji görülebilir. Literatürde postoperatif kranial sinir felci oranı %32-40 arasında,hemipleji %0-20
arasında, postoperatif mortalite riski ise %0-13 arasında bildirilmiştir.
SONUÇ: Sonuç olarak, boyunda kitle ile başvuran bir hastaya fizik muayene sonrası ayırıcı tanıda karotis cisim tümörü akılda
tutulmalı, uygun tanı yöntemi sonrası karotis cisim tümörü tespit edildiği zaman cerrahi olarak tedavi edilmelidir. Böylece tümörün
büyümesiyle tedavisi mümkün olmayan ve/veya büyük tümörlere bağlı intraoperatif ve postoperatif komplikasyonlardan kaçınılmış
olacaktır.
P-02
İzole Uzun Torasik Sinir Hasarı: Bir Spor Yaralanması
Sibel Üstün Özek, Canan Emir, Zeynep Kurt, Serap Üçler
Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, İstanbul
Kanat skapula skapulanın medial kenarının veya inferior açısının göğüs duvarından uzaklaşmasıdır. Skapula stabilizasyonunda
görev alan kasların (serratus anterior, trapezius, rhomboid majör ve minör) herhangi bir nedenle paraliziye uğraması ile kanat skapula
ortaya çıkar. Nörolojik etyolojinin en sık görülen nedeni uzun torasik sinir hasarıdır.Bu sinir uzun ve görece yüzeyel seyri nedeni
ile travmaya açıktır. Ayrıca etyolojide cerrahi girişim,uzun cerrahi işlem sırasında pozisyona bağlı,infeksiyon ,toksik ve metabolik
nedenler de rol oynar. Sporla ilişkili uzun torasik sinir hasarı daha çok kolun hiperabduksiyonuna yol açan hareketlerle ilintilidir. Bu
sporlar arasında okçuluk, boks, tenis, bovling, hokey, jimnastik, halter ve ağırlık kaldırma sayılabilir. Olgumuz 43 yaşında erkek hasta
omuz etrafındaki şekil bozukluğu yakınması ile ortopedi polikliniğine başvurmuş ve EMG si planlanarak kliniğimiz laboratuvarına
başvurmuştu.Hikayesinde yaklaşık 2 yıldır vücut geliştirme egzersizleri yaptığı,ancak ısınma egzersizlerini yapmadan barfikste 1
dakika kadar asılı kalmasını takiben 2. günde omuz etrafında ağrı yakınması ile acil servise başvurduğu ve verilen semptomatik
tedavi ile yakınmalarının gerilediği öğrenildi. Yaklaşık 3 hafta sonra da omuz etrafındaki şekil bozukluğunu farkederek ortopedi
polikliğine başvurmuştu. Özgeçmişinde özellik saptanmadı.Arada aldığı protein takviyesi dışında sürekli kullandığı ilacı yoktu. Fizik
muayenede istirahatte deformite minimalken, kollar 90 derece kaldırıldığında ve itme hareketi yapıldığında belirginleşen sağ kanat
skapulası mevcuttu. EMG de duysal ileti incelemelelerinde iki yanlı ı.ve ııı.parmak kayıtlı median,V.parmak kayıtlı ulnar,radial ,medial
ve lateral cutanöz antebrachi yanıtları normaldi.Median ,ulnar,radial,deltoid ,biceps ve trapezius motor yanıtları normaldi. İğne
EMG ile değerlendirilen rhomboid,trapezius,supraspinatus,deltoid,biceps,ekstensor digitorum communis ve first dorsal interossöz
kaslarında normal MÜP elde edildi.Sağ serratus anteriorda seyrelmiş paternde MÜPler elde edilirken bol miktarda spontan patolojik
faaliyet izlendi.Pleksopati ve radikulopatiden ayırıcı tanısı yapılan hastaya izole uzun torasik sinir hasarı tanısı kondu. Fizik tedavi
bölümünde rehabilitasyon programı uygulanan hasta 5. ayında görüldüğünde mevcut klinik bulguları devam etmekteydi. Daha önce
sağlıklı ve uzun süredir sporla uğraşmasına rağmen,ısınma egzersizlerini yapmadan zorlu bir hareket deneyen hastamızda ciddi
fonksiyon kaybı gelişmiştir. Spor faaliyetlerinden önce yeterli ısınma ve doğru gerilme teknikleri önemlidir.
57
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
Kollar Yanda İstirahatte
Kollar 90 Derece Öne Uzatıldığında Sağ Kanat Skapula
P-03
Aksesuar, Uzun Torasik ve Supraskapular Sinirlerin Eş Zamanlı Hasarı:
Bir Vakanın Elektrofizyolojik Çalışması
Halil Önder, Gökçem Yıldız Sarıkaya, Gülay Nurlu, Kubilay Varlı
Hacettepe Üniversitesi Hastanesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara
AMAÇ: Eş zamanlı aksesuar, supraskapular ve uzun torasik sinirlerin travmatik nöropatisi tanısı konulan, literatürde daha önce
bildirilmemiş çok ilginç bir hastayı demonstre etmek. Bu hastalarda tanıda elektromiyografi çalışmalarının önemini tartışmak.
YÖNTEM: Hasta elektromiyografi çalışmaları ile incelendi. İlk elektromiyrografi sonrası atipik bulguların olması üzerine nörolojik
muayene tekrarlandı ve muayene doğrultusunda elektromiyografi çalışmaları tekrarlandı.
BULGULAR: Sağda aksesuar, supraskapular ve uzun torasik sinirlerin Erb ve sternokleidomastoid kasının orta kısmı arasındaki bir
lokalizasyonda hasarı ile uyumlu bulgular görüldü. İğne elektromyografi çalışmalarında bu üç sinirin inerve ettiği kaslarda nörojenik
değişiklikler ile uyumlu bulgulara rastlanıldı.
SONUÇ: Nadir görülen travmatik nöropati kliniği ile başvuran hastalarda ayrıntılı nörolojik muayene önemlidir. Nadir görülen bu
sinirlerin nöropatilerinde elektrofizyoloji çalışmaları tanıda kritik bilgiler verebilir.
P-04
Posterior İnterosseöz Sinirin Kısmi Felci
Mehlika Panpallı Ateş, Sevgi Ferik, Leyla Daş, Selim Selçuk Çomoğlu
Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, Ankara
Posterior interosseöz sinir (PİN) radiyal sinirin saf motor dalıdır. Radiyal sinir supinatör kasın hemen üst kısmında dirsek eklemini
geçtikten sonra yüzeyel radiyal ve PİN olmak üzere iki dala ayrılır. PİN sendromu (PİNS), radiyal sinirin derin dalının dirsek ekleminin
hemen distalinde gelişen tuzak nöropatisidir. Posterior interosseus nöropatisi nadir rastlanan bir mononöropati olup, klinikte daha
çok ikinci parmak ve el bilek ekstansiyonu güçsüzlüğü ile karşımıza çıkar. Bu bildiride travmatik önkol yaralanması sonrası gelişen
posterior interosseus nöropatiye bağlı olarak ortaya çıkan düşük üçüncü parmak olgusu sunulacaktır. Elliiki yaşında erkek hasta
başvurusundan 1 ay önce araçdışı trafik kazası sağ önkola travma sonrasında sağ el üçüncü parmak metakarpofalangeal (MP)
eklemlerde aktif ekstansiyonda güç kaybı mevcuttu. Hastanın el bilek, birinci ve ikinci parmak ekstansiyonu korunmuştu. Yapılan
ENMG (Elektronöromyografi) sonucunda posterior interosseus sinir tutulumu sonucu sadece üçüncü parmakta düşüklük olduğunu
ortaya koymaktadır.
58
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
P-06
İki Farklı Kanat Skapula Olgusu
Zeynep Kuzu, Mine Hayriye Sorgun, Hüseyin Özden Şener
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara
GİRİŞ: Kanat skapula üst extremitenin fonksiyonal aktivitesini kısıtlayan nadir bir hastalıktır. Uzun torasik sinir hasarına bağlı serratus
anterior ve aksesuar sinir hasarına bağlı trapezius ya da dorsal skapular sinir hasarına bağlı rhomboid kasların paralizisine neden
olan bir çok duruma ikincil olabilir. Serratus anterior paralizisi medial kanatlanmaya yol açarken trapezius ve rhomboid kasların
paralizisi lateral kanatlanmaya yol açar. Biz burada iki farklı kanat skapula olgusu sunuyoruz.
OLGU 1: 45 yaş kadın, 8 ay önce boynun sağ tarafından geçirilmiş yumuşak doku cerrahisi sonrası sağ kol abduksiyonunda kısıtlılık
nedeni ile başvurdu. Hastanın yapılan klinik muayenesinde skapulada lateral kanatlanma ve sağ kol abduksiyonunda 110 dereceden
sonra kısıtlılık saptandı. Hastanın yapılan elektrodiagnostik incelemesinde spinal aksesuar sinir uyarılarak trapezius kasından (üstorta-alt parçalar) yapılan motor sinir iletim çalışmalarında distal latans normal bulunurken BKAP amplütüdü düşük saptandı. Dorsal
skapular sinir uyarılarak rhomboid minör ve major kaslarından, uzun torasik sinir uyarılarak serratus anterior kasından elde edilen
distal latans ve BKAP amplütüdleri normal saptandı. Hastanın yapılan elektromiyografik çalışmalarında anormal giriş aktivitesi ya
da denervasyon bulgusuna rastlanmadı. Trapezius (üst-orta-alt) ve romboid minör kaslarından elde edilen motor ünite potansiyel
amplütüdleri artmış olarak saptandı. Hastada spinal aksesuar sinir ve dorsal skapular sinirin kronik kısmı aksonal hasarı düşünülerek
fizik tedaviye yönlendirildi.
OLGU 2: 29 yaş kadın, 2 yıl önce geçirilmiş trafik kazası sonrası aktif kas gücü şikayeti olmamakla birlikte yeni fark ettiği omuz
düşüklüğü nedeni ile başvurdu. Hastanın yapılan nörolojik değerledirilmesinde sağ skapulada medial kanatlanma fark edildi. Hastanın
yapılan elektrodiagnostik incelemesinde bilateral uzun torasik sinir uyarılarak muskulus serratus anteriordan kayıt alındı. Sinir iletim
çalışmalarında distal latans ve amplütüd normal saptandı. Yapılan elektromiyografik incelemede sağ serratus anterior motor ünite
aksiyon potansiyelleri artmış saptanırken, denervasyon bulgusu ya da anormal giriş aktivitesine rastlanmadı .Ayırıcı tanı açısından
çalışılan diğer kaslarda yapılan EMG bulguları normaldi.Hastada sağda uzun torasik sinirin kronik kısmi aksonal hasarı düşünüldü.
SONUÇ: Her ne kadar nadir bir durum olsa da özürleyici potansiyeli göz önünde bulundurularak omuz kaslarında ağrı ve kuvvet kaybı
ile gelen her hastada kanat skapula ayırıcı tanılar arasında yer almalıdır.
P-07
Siyatik Sinir Lezyonu Olan Olguların Retrospektif Değerlendirilmesi: Ön Çalışma
Hatice Kübra Avcı Gülen, Ufuk Emre, Ahmet Yıldırım, Osman Özgür, Yalın Turgut Adatepe
İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, İstanbul
ÖZET: Siyatik siniri hasarı, enjeksiyon nöropatileri başta olmak üzere birçok farklı etyolojik nedene bağlı olarak gelişebilir. Sinirin
hasarının tipi ve derecesi, ayırıcı tanı da yer alan diğer olası durumların dışlanmasında elektrofizyolojik inceleme büyük önem taşır.
Biz bu çalışmada siyatik sinir lezyonu nedeni ile yönledirilen hastaların retrospektif olarak değerlendirmesini amaçladık.
MATERYAL-METHOD: Çalışmaya 2011-2013 yılları arasında Nöroloji Polikliniği ve Elektrofizyoloji Laboratuarına siyatik sinir lezyonu
ön tanısı ile yönledirilen 46 hasta dahil edildi. Tüm hastaların yaş, cinsiyet, etyolojik neden, lezyon tarafı, nörolojik muayene, EMG
kayıtları, sinir hasarının tipi, şiddetti, iyileşme süreci ve prognoz ile ilgili veriler retrospektif olarak kayıt edildi.
BULGULAR: Hastaların 39’u erkek (%84.8), 7’si kadın (% 15.2), yaş ortalamaları 42.8 idi.Etyolojik nedenlerine bakıldığında,
hastaların 20’sinde (% 43.5) enjeksiyon nöropatisi, 7’sinde (%15.2) travma (düşme ve trafik kazasına bağlı), 6’sında (13) ateşli
silah yaralanması, 6’sında (%13) kesici alet yaralanması, 2’sinde ( %4.3) kalça protez ameliyatı sonrası, 2’sinde (%4.3) idiopatik,
1 hastada (%2.2) hipogastrik arter katerterizasyonu sonrası gelişirken 2 hastada (%4.3)dosya kayıtlarından nedenine ulaşılamadı.
EMG sonuçlarına göre sinirin hasarlanma şekline bakıldığında ise olguların 15’inde (%32.6), peroneal+tibial sinir eşit düzeyde bir
arada etkilenirken, 10’unda (%21.7) pür tibial sinir, 9’unda (%19.6) pür common peroneal sinir, 4 hastada ( %8.7) peroneal>tibial sinir,
1 hastada (%2.2) ise tibial >peroneal sinir hasarı şeklinde idi. 7 hastanın (%15.2) EMG incelemesi normal sınırlarda idi. Hastaların
32’sinde hasarlanma parsiyel, 7’sinde total aksonal şeklinde idi. Siyatik sinirin hasarlanma şiddetine bakıldığında ise hastaların
19’unda (%41.3) ağır, 9’unda (%19.6) çok ağır, 6’sında (%13) orta, 5’inde (%10.9) hafif şiddette idi. Nörolojik muayene bulguları ve
şikayetleri açısından değerlendirildiğinde, hastaların büyük çoğunluğunu 23 hasta ile düşük ayak (%50) oluşturmakta idi. Şikayetlerin
başlamasından EMG incelemesinin yapılmasına kadar geçen süre ortalama 100 gün idi.
TARTIŞMA: Siyatik nöropati alt ekstremitede görülen en sık nöropatilerden birisidir. Siyatik nöropatinin en sık görülen klinik
prezantasyonu düşük ayaktır. Tanı nörolojik muayene ile birlikte EMG çalışmaları ile daha güvenli bir şekilde konabilir ve siyatik
nöropati diğer nöropati nedenlerinden ayırt edilebilir. EMG, aynı zamanda iyileşmeyi tahmin etmede, prognozu öngörmede yardımcıdır.
59
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
P-08
Karpal Tunel Sendromunda Lokal Steroid Enjeksiyonun Etkileri
Mustafa Ceylan1, Ali Rıza Sonkaya2, Ömer Faruk Bayraktutan1
1
2
Bölge Eğitim Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, Erzurum
Mareşal Çakmak Asker Hastanesi, Nöroloji Servisi, Erzurum
AMAÇ: Karpal tunel sendromu (KTS); median sinirin bilek düzeyinde kompresyonu sonucu oluşan ve median sinir innervasyon
alanında ağrı ve parestezi ile karakterize klinik tablodur (1). KTS tuzak nöropatilerin yaklaşık % 90’lık kısmını oluşturmaktadır
(2). KTS’nin konservatif tedavisi; lokal steroid enjeksiyonları, splint kullanımı, fizik tedavi ajanları, B6 vitamini, non-steroidal antiinflamatuvar ilaçlar (NSAİ), diüretikler, aktivite modifikasyonu ve iş değiştirilmesi gibi yaklaşımları içerir. Biz de bu çalışmamızda lokal
steroid enjeksiyonunun etkilerini incelemek istedik.
YÖNTEM: Önverilerini paylaştığımız bu çalışmada KTS tanısı konmuş 5 hastanın enjeksiyon öncesi ve enjeksiyondan 6 hafta sonraki
sinir ileri değerleri karşılaştırılmıştır. Bulgular: Enjeksiyon sonrası yapılan EMG incelemelerinde hastaların hem motor hem duyu
ortalama distal latanslarında belirgin düşme görülmüştür.
SONUÇ: Cerrahinin ertelenmek ve/veya cerrahi yapılmak istenmeyen vakalarda lokal steroid enjeksiyonu uygulamak iyi bir alternatif
olabilir.
P-09
Karpal Tünel Sendromu Tanısında Median ve Ulnar Sinir Motor İleti ve F Dalgası
Çalışmalarının Kıyaslanması
Murat Alemdar
Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, Sakarya
AMAÇ: Median sinirin abdüktör pollisis brevis (APB) kası üzerinden kayıt edilen distal motor yanıt latansı (DML) ve minimum F
dalgası yanıtı latansına (mFDL) ait değerlerin ulnar sinirin abdüktör digiti minimi (ADM) kası üzerinden uyarılan yanıtlara ait değerler
ile kıyaslanmasının karpal tünel sendromu (KTS) tansındaki etkinliğinin tespit edilmesi.
YÖNTEM: Elektronöromiyografi labaratuvarımıza üst ekstremite tuzak nöropatisi ön tanısı ile 1 yıl süresince ardısıra refere edilen
tüm kayıtlar prospektif olarak biriktirildi. Hastaların sinir ileti çalışmalarının tümü aynı klinisyen tarafından yapıldı. Anamnez ve fizik
muayene bulguları normal olan veya KTS ile uyumlu olan ekstremitelerin kayıtları çalışmaya alındı. Median ve ulnar sinirin DML’leri
arasındaki fark (DMLF) ve mFDL’leri arasındaki fark (FDLF) için, KTS’li ve normal ekstremitelerin ayrımında kullanılabilecek en iyi
eşik değerler saptandı. DMLF veya FDLF’ den herhangi birinin eşik değerlerin üzerinde olmasının KTS’nin elektrofizyolojik tansının
doğrulanmasında kullanılabileceği önermesi sınandı. Bu yöntemle elde edilen tanısal doğruluk oranı, geleneksel elektrofizyolojik
parametrelerle (median sinir distal duyusal tepe latansı ve distal motor latansı) elde edilen değerler ile karşılaştırıldı.
BULGULAR: Çalışmaya, 78’i normal (%44,8) ve 96’sı (%55,2) klinik olarak KTS tanısı almış olan toplam 174 ekstremite dahil
edildi. Çalışma grubumuzda, KTS’nin tanısında kullanılan ve aynı taraflı ulnar sinir iletilerinin normal sınırlarda olduğunda median
sinir- 2.parmak distal duyusal tepe latansı ve/veya median sinir-APB distal motor latansı değerinin uzamasına dayalı geleneksel
elektrofizyolojik parametreler kullanıldığında elde edilen duyarlılık ve özgünlük, sırasıyla % 87,5 ve % 84,6 idi, tanısal doğruluk ise %
86,2 olarak hesaplandı. KTS ayırımında DMLF’nin en iyi eşik değeri 1.1 msn olarak tespit edildi. Bu değerin KTS tanısındaki duyarlılık
ve özgünlüğü, sırasıyla % 83,3 ve % 83,3 olarak saptandı, tanısal doğruluk da yine % 83,3 idi. FDLF’ye ait en iyi eşik değer ise 0.8
msn olarak tespit edildi. Bu değerin KTS tanısındaki duyarlılık ve özgünlüğü, sırasıyla, % 76 ve % 94,9 olarak saptandı, tanısal
doğruluk oranı ise % 84,9 idi. DMLF ‘veya’ FDLF’nin eşik değerin üzerinde olması tanı kriteri olarak kullanıldığında duyarlılık ve
özgünlüğü, sırasıyla, % 87,5 ve % 80,8 idi. Bu kriterin tanısal doğruluk oranı (% 84,5) geleneksel elektrofizyolojik parametrelerinkine
(% 86,2) benzer düzeydeydi. (p=0.282)
SONUÇ: KTS tespitinde; median-ulnar sinir DMLF ve FDLF çalışmaları geleneksel tanı parametrelerine yakın tanısal doğruluk
oranına sahiptir. KTS tanısının doğrulanmasında, özellikle duyusal sinir yanıtlarının teknik nedenler ya da aretfaktlar nedeniyle net
olarak değerlendirilemediği olgularda kullanılablir.
60
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
P-10
Erken Dönem Karpal Tunel Sendromunda Median-Ulnar Sinir ve Median-Radial Sinir
Duyusal Latans Farkı Testlerinin Kullanımı
Demet İlhan Algın1, Gülgün Uncu1, Çiğdem Coşkun1, Ahmet Onur Keskin1, Gönül Akdağ2, Oğuz Osman Erdinç2
1
2
Yunus Emre Devlet Hastanesi, Nöroloji Kliniği, Eskişehir
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Eskişehir
AMAÇ: Karpal tünel sendromu (KTS) en sık karşılaşılan tuzak nöropatilerindendir. Bu çalışmada, erken ve hafif dönem karpal tünel
sendromunda median sinir-ulnar sinir ve median sinir-radial sinir duyusal latans farkı testlerinin kullanımı karşılaştırılmıştır.
YÖNTEM: Çalışmaya EMG laboratuarına KTS on tanısıyla başvuran hastalar alındı. Ayrıca aynı yaş grubunda olan , yakınması ve
klinik bulguları olmayan 22 hasta kontrol grubu olarak alındı. Rutin elektrofizyolojik yöntemlere ek olarak median sinir-ulnar sinir ve
median sinir-radial sinir duyusal latans farkı testleri uygulandı. İleri dönem KTS grubu çalışmaya alınmadı.
BULGULAR: Çalışmaya klinik bulgular ile karpal tünel sendromu tanısı konan yaşları 22 ile 72 ( ortalama 48,04±9,7) arasında 26
erkek, 54 kadın 80 kişi ve 114 el alındı. Herhangi bir yakınması ve klinik bulguları olmayan hasta sayısı 22 idi. 43 elde yakınmalar
olup, klinik muayenede KTS düşündüren bulgular mevcuttu, fakat rutin EMG çalışmaları normal sınırlardaydı. 37 hastada hafif düzey,
34 hastada orta düzeyde KTS bulguları saptandı. Bizim çalışmamızda 4.parmak median-ulnar ve 1.parmak median-radial testlerin
duyarlılıkları arasında anlamlı farklılık saptanmadı.
SONUÇ: Karpal tunel sendromu tanısında elektrodiagnostik duyarlılık ve özgüllüğü artırmak için farklı duyusal sinir iletim teknikleri
geliştirilmiştir. Sonuç olarak, median-ulnar sinir ve median-radial sinir duyusal latans farkı testleri ozellikle erken dönem hastaları
saptamakta iyi bir alternatif olarak görülmektedir.
P-11
Akut Kompartman Sendromu Sonrası Gelişen Nöropati Olgusu
Ufuk Emre, Fergane Memmedova, İrem Pınar, Fatih Önder Baysal, Orhan Yağız
İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, İstanbul
GİRİŞ: Kompartman sendromu, ekstremitelerde kas fasialarının içinde artmış perfüzyon basıncı nedeni ile sinir ve kas dokularında
oluşan iskemi sonucu gelişen fonksiyon kaybı ile karakterize bir tablodur. Nadir görülen bu tablonun nedenleri arasında kemik
kırıkları, kompresyon, yanık,aşırı egzersiz sıralanabilir. Bu yazıda, bilateral alt ekstremitelerde kompartman sendromuna bağlı gelişen
kompresyon nöropati olgusunu sunmak istedik.
OLGU: 35 yaşında erkek hasta, alkol alımı sonrası bulunduğu yerde dizlerinin üzerine çökmüş halde kalması sonrası acil servise
bacaklarda ağrı ve yürüme güçlüğü nedeni ile getiriliyor. Fizik muayenesinde, alt ekstremitelerde şişlik,kızarıklık ve sertlik, nörolojik
muayenesinde ise bilateral alt ekstremite distallerinde belirgin olmak üzere paraparezi ile alt ekstremitelerde DTR azalma saptanıyor.
Miyoglobin yüksekliği saptanan hasta acil diyalize alınıyor. Erken dönemde yapılan EMG incelemesinde, alt ekstremitelerde
asimetrik sensorimotor aksonal polinöropati ile miyopatik tutulum saptanıyor. Kontrol EMG’sinde ise sol tarafta belirgin olmak üzere
bilateral tibial ve common peroneal sinirlerin aksonal lezyonu ile uyumlu saptandı. Hastada öykü, muayene ve EMG bulguları ile alt
ekstremitelerde kompartman sendromuna bağlı gelişen kompresif nöropati tablosu düşünüldü. İstirahat ve yoğun analjezik tedavisine
rağmen şikayetlerinin devam etmesi üzerine steroid tedavisi başlandı. Takipte ağrıları bir miktar düzelen hastanın 6 ay sonra yapılan
nörolojik muayenesi, sol alt ekstremite dorsifleksiyon güçsüzlüğü dışında normal sınırlarda idi.
TARTIŞMA: Travma sonrası tek ya da çoklu sinir hasarlanması nedeni ile değerlendirilen hastalarda etyolojide kompartman sendromu
akılda bulundurulmalıdır.Erken dönem elektrofizyolojik bulguların klinik ile birlikte değerlendirilmesi ve olguların uzun süreli yakın
takibi önem taşımaktadır.
61
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
P-12
Parsonage Turner Sendromu: Olgu Sunumu
Ali Rıza Sonkaya1, Haci Yıldırım1, Erkan Kaya1, Ömer Faruk Bayraktutan2, Mustafa Ceylan2
1
2
Mareşal Çakmak Asker Hastanesi, Nöroloji Servisi, Erzurum
Bölge Eğitim Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, Erzurum
ÖZET: Parsonage Turner Sendromu (PTS) daha çok ağrılı başlayan, günler ya da aylar içerisinde hızlı ilerleyen ve kalıcı defisitlere yol
açan idiyopatik brakial pleksopati, brakial pleksus nevriti, nöraljik amiyotrofi gibi de isimlendirilen klinik bir sendromdur. 1-2/100.000
sıklığında görülürlen erkeklerde bu oran kadınlara göre daha fazladır. Biz de bu olgu sunumunda iki taraflı kolları 90 derecenin
üzerine kaldıramayan, iki taraflı kanat skapulası belirgin ve kendisi de bir tıp doktoru olan 30 yaşında bir hastamızı sunduk. Erken
evrede yapılabilecek etyolojiye yönelik tedavi ve puls steroid tedaviden fayda görülebileceği bilinen bu hastalıkta tanıyı zamanında
koymanın ve tedaviye erken başlamanın önemini vurgulamak için paylaşmak istedik.
P-13
Nöromuskuler Hastalıklar Brakiyal Pleksus Tutulumu ve Horner Sendromu ile Kendini
Gösteren Pancoast Tümörü–Bir Olgu Sunumu
Sıla Usar İncirli, Ferda Selçuk, Belin Kamiloğlu
Dr. Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi, Nöroloji Servisi, Lefkoşa
GİRİŞ: Brakiyal pleksopati; travma, inflamasyon veya malignitelere bağlı olarak gelişebilmektedir. Kanserle ilişkili brakiyal pleksopati
metastatik infiltrasyon veya radyoterapiye ikincil olabilmektedir. Pancoast tümörü brakiyal pleksopatinin bilinen bir sebebidir. Pancoast
Sendromu, C8-T2 dermatomunda ağrı, elde güçsüzlük ve atrofi, Horner Sendromu ile karakterize bir klinik tablodur.
OLGU SUNUMU: 49 yaşında erkek hasta sağ kolunda şiddetli ağrı, uyuşma ve güçsüzlük yakınması ile başvurdu. Özgeçmişinde
sigara kullanımı vardı. Nörolojik muayenede sağda pitoz, miyozis, sağ el dördüncü ve beşinci parmaklarda hipoestezi, sağ el parmak
ve el bilek fleksörlerinde zaaf izlendi. Elektrodiyagnostik incelemede sağ unlar duysal sinir aksiyon potansiyelinin amplitüdü görece
düşüktü, iğne EMG’de sağ ekstansör digitorum komunis ve birinci dorsal interosseal kaslarda nörojenik etkilenme dikkati çekti.
Brakiyal pleksusun alt trunkusunu etkileyen bir lezyon şüphesi ile yapılan postero-anterior akciğer grafisi ve toraks tomografisinde
sağ akciğer apeksinde Pancoast tümörü izlendi.
TARTIŞMA: Olgumuzda Pancoast tümörünün ilk bulgusu sağ kolda ağrı ve güçsüzlük olmuştur. Nörolojik muayenede Horner
sendromunun, elektrodiyagnostik incelemede brakiyal pleksus alt trunkus hasarının gösterilmesi ile yapılan akciğer incelemesi
Pancoast tümörünün saptanmasının yolunu açmıştır. Nöroloji, fizik tedavi ve rehabilitasyon ve ortopedi polikliniklerine başvurularda
sık görülen kol ağrısının ayırıcı tanısında dikkatli bir nörolojik muayene ve elektrodiyagnostik inceleme önemli bir yer tutmaktadır.
Sağ Gözde Miyosis ve Ptosis
Sağ Akciğer Üst Lobda Pancoast Tümor
62
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
P-14
Bir Lumbosakral Nörolenfamatozis Olgusu
Melis Sohtaoğlu Sevindik, Birsen İnce, Baki Göksan, Nurten Uzun Adatepe
İstanbul Üniversitesi Cerrhapaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
GİRİŞ: Nörolenfamatozis (NL) kraniyal sinirlerin ve periferik sinir köklerinin ya da pleksusun, non-Hodgkin lenfoma (NHL) ya da akut
lösemide nörotropik neoplastic hücreler ile infiltrasyonu ile giden, ender görülen bir hastalıktır. Kesin insidansı bilinmemekle beraber
tüm NHL hastalaının %0,2’sinde geliştiği bildirilmektedir. NL, pleksusu farklı patofizyolojik süreçler ile tutabilmekte, siyatik sinirin ve
lumbosakral pleksusun doğrudan invazyonu oldukça ender görülmektedir. Burada, NHL tanılı ancak dört yıldır asemptomatik olan ve
klinik incelemeler sonucu lumbosakral nörolenfomatosis tanısı alan bir olgu sunulmuştur.
MATERYAL VE METOD: Altı yıl önce NHL tanısı alan, 63 yaşında erkek hasta, 6 aydır süregelen, ilerleyici sol alt ekstremitede
şiddetli ağrı ve son bir aydır gelişen güçsüzlük şikayeti ile başvurdu. Nörolojik muayenesinde sol alt ekstremitede, distalde belirgin
(4/5) kas gücü kaybı, patella ve aşil reflekslerinde kayıp, sol alt ekstremitede hipoestezi saptandı.
BULGULAR: Hastanın serum ve BOS incelemesinde hematolojik, serolojik ve biyokimyasal değerleri normal sınırlardaydı.
Elektrofizyolojik incelemede sol alt ekstremitede incelenen tüm motor ve duysal yanıt amplitüdleri düşük bulundu, iğne EMGde sol
lomber pleksusta hafif, sakral pleksusta ise ağır düzeyde subakut ağır parsiyel aksonal hasarlanma ile uyumlu bulgular elde edildi.
Kontrastlı lumbosakral görüntülemede sol siyatik sinirde hafif fusiform kalınlaşma, sol lumbosakral pleksusu çevreleyen yumuşak
dokuda hafif bir kontrast tutulumu saptandı. Hastanın PET incelemesinde sol lumbosakral pleksusta ve sol hemipelvis yan duvarda
fokal hipermetabolizma izlendi.
SONUÇ: NHL tanısı olan bir hastada, klinik remisyonda olmasına rağmen periferik sinir ve pleksus tutulumu bulguları izlendiğinde,
nörogörüntüleme bulguları çok belirgin olmasa da,sinir ileti incelemeleri ve PET incelemeleri yapılmalı ve NL mutlaka akla getirilmelidir.
P-15
Radikulopatide de Elektrofizyolojik İncelemede Duyusal Yanıt Bozulabilir: 2 Olgu
Belgin Mutluay, Yavuz Altunkaynak, Ayhan Köksal, Sevim Baybaş, Aysun Soysal
Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, İstanbul
AMAÇ: Elektrofizyolojik incelemelerde duyusal yanıtların normal olması arka kök gangliyon seviyesi üzerinde lokalize lezyona,
radikuler ve/veya ön boynuz düzeyinde bir etkilenmeye işaret etmektedir. Ancak bu temel kural bazı istisnai durumlarda bozulabilir.
Bu çalışmada duysal ileti çalışmalarında etkilenme bulunup klinik ve radyolojik olarak radikülopati tanısı konan iki olgunun sunulması
amaçlanmıştır.
OLGULAR: Bel ağrısı, sol bacakta güçsüzlük ile ayak sırtında uyuşma yakınması ile başvuran 52 yaşındaki erkek hastann
elektrofizyolojik incelemesi sonucunda sol yüzeyel peroneal sinir duyusal aksiyon potansiyeli düşük amplitüdlü bulundu. İğne EMG
bulguları akut L5 radikulopati lehine idi. Hastanın lomber MR görüntülemesinde solda ekstrüde L5 diski saptandı. 55 yaşındaki
kadın hastada bel ağrısı ve sol dizden ayağına uzanan uyuşma mevcuttu. Elektrofizyolojik incelemesinde sol sural sinirin duyusal
yanıtı düşük amplitüdlü, H refleksi uzun latanslıydı ve iğne EMG bulguları akut S1 radikulopatiyi işaret etmekteydi. Lomber MR
görüntülemesi bu bulguyu destekliyordu.
SONUÇ: Arka kök ganglionun (AKG) anatomik yerleşiminin varyasyonel değişiklikleri, intraspinal yerleşmesi veya serbest kalan disk
parçasının foramene uzanarak AKG bası yapması sonucunda, duyusal yanıtlar bozulabilir. L 5 radikulopatilerinde yüzeyel peroneal
sinir duyusal yanıtı etkilenebilirken, daha nadir olarak S1 radikulopatilerinde sural sinir duyusal yanıtı bozulabilmektedir. Bu sıradışı
bulgunun saptanması, uygun klinik bilgi ve görüntüleme ışığında, elektrofizyoloğu radikulopati tanısından uzaklaştırmamaldır.
63
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
P-16
Brakiyal Pleksus Kök Avülsiyonu: Olgu Sunumu
Nurhak Demir, Zaur Mehdiyev, İbrahim Öztura
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İzmir
Erişkin yaşta sıklıkla travma ile ilişkili brakiyal pleksus hasarı, üst ekstremitenin motor ve duysal innervasyonundan sorumlu yapı olması
dolayısıyla ciddi fonksiyonel kayıplara yol açabilmektedir. Motorsiklet kazasından sonra gelişen sağ kolda kuvvetsizlik ve his kaybı
nedeniyle elektrofizyoloji laboratuvarına yönelendirilen yirmibir yaşında erkek hastanın nörolojik muayenesinde sağ kolda omuz ve
kol lateralinde hipoestezi, diğer alanlarında anestezi; sağ kol derin tendon reflekslerinde kayıp; sağ kol proksimal ve distal kaslarında
total güç kaybı; sağda Horner sendromu mevcuttu. Gerçekleştirilen sinir ileti ve iğne elektromiyografi incelemelerinde sağda C7-8, T1
kök avülsiyonu ve üst trunkus hasarı lehine bulgular elde edildi. Servikal bilgisayarlı tomografi miyelografi görüntülemesinde sağda
C7-8, T1 kök düzeyinde avülsiyon ve psödomeningosel oluşumu; C7 sağ transvers prosesinde kırık gösterildi. Planlanacak tedavi
yaklaşımları açısından brakiyal pleksus hasarının tipinin, derecesinin ve yerleşiminin doğrulukla belirlenmesinde elektrofizyolojik
incelemeler önemli bir yer teşkil eder.
P-17
Kısa Süreli Vibrasyonun F/M Oranı Üzerine Etkisi
Yeliz Bakuy1, Şenay Aydın2, Meral Kızıltan3
Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, İstanbul
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi EAH, Nöroloji Servisi, İstanbul
3
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
AMAÇ: Kas iğciği primer sonlanmaları için potent bir uyaran olan vibrasyonunun 1a afferent deşarjlarını artırarak spinal refleks
eksitabilitesinde adaptif değişikliklere yol açtığı ve bu özelliğin H refleksindeki (HR) baskılanma ile gösterilebildiği bilinmektedir. Motor
nöronların antidromik reaktivasyonu ile uyandırılan F dalgası (FD) da motor nöron eksitabilitesinin değerlendirilmesinde alternatif bir
yöntemdir. FD, HR’den farklı olarak Ia afferent etkiden bağımsız olup doğrudan motor nöron eksitabilitesini gösterebilir. Çalışmamızda
spinal eksitabilitenin vibrasyon sonrası F ile F/M oranı üzerindeki olası etkilerini araştırdık.
METOD: Çalışmamıza 28-41 (ort:33,9±5,31) yaş aralığında, sağlıklı 4 kadın ve 8 erkek gönüllü dahil edildi. Tüm katılan bireylerde
vibrasyon öncesi, sırası ve sonrasında sağ el median sinir bilek uyarımı ile F dalga (F), fleksör carpi radialis (FCR) kas kayıtlı H
refleks yanıtları ve motor aksiyon potansiyelleri (M) abductor pollicis breves (APB) kası üzerinden kaydedildi. Vibrasyon sağ önkol
lokalizasyonunda 100 Hz ve 1mm yer değiştirme amplitüdlü olarak 2 dk süre ile kısa süreli olarak uygulandı.
BULGULAR: Vibrasyon öncesi ve sonrası F ve M yanıtlarının latans, amplitüd, persistansları ve F/M oranları karşılaştırıldı. H/M
oranında istirahat dönemine kıyasla vibrasyon sırası ve sonrasında istatistiksel olarak anlamlı oranda düşme saptandı (p:0,006).
F/M oranında ise istirahat dönemine kıyasla kısa süreli vibrasyon sırasında belirgin olarak düşme saptanırken durumlar arasında bu
düşmenin istatistiksel olarak anlamlı olmadığı gözlendi.
SONUÇ: Bu verilerle vibrasyonun uygulandığı sırada motor nöron eksitabilitesini muhtemelen Ia afferent etkiden bağımsız olarak
azalttığı, ancak kısa süreli uygulamanın kalıcı olmadığı sonucuna vardık.
P-18
Yaş, Cinsiyet, Boy ve Vücut Kitle Endeksi İle Median ve Ulnar Sinir Minimum F Dalga
Latansı İlişkisi
Murat Alemdar
Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, Sakarya
AMAÇ: Median sinirin abdüktör pollisis brevis (APB) ve ulnar sinirin abdüktör digiti minimi (ADM) kası üzerinden kaydedilen minimum
F dalga latanslarının (mFDL) yaş, cinsiyet, boy ve vücut kitle endeksiyle ilişkisini incelemek. Yöntem: Elektronöromiyografi (ENMG)
labaratuvarına 1 yıl süresince ardısıra refere edilen ve üst ekstremite sinir ileti çalışması aynı klinisyen tarafından yapılan tüm
bireylerin kayıtları incelendi. Sinir iletim çalışmaları; standart supramaksimal uyarım tekniği ile yapılan median ve ulnar sinir duyu
iletim, motor iletim ve 20 ardışık suprmaksimal uyarım tekniği ile yapılan F dalga yanıtı çalışmalarından oluşuyordu. Anamnez ve
fizik muayene bulguları tümüyle normal olan ekstremitelerin ve motor iletileri etkilenmiş düzeyde bir median ya da ulnar sinir tuzak
nöropatisi olan ekstremitelerin kayıtları çalışmaya alındı. Normal ekstremitelerde median ve ulnar sinirin mFDL’lerinin bireylerin yaş,
cinsiyet, boy ve vücut kitle endeksi ile değişkenlik gösterip göstermediği analiz edildi. Anlamlı ilişki saptanan değişkenler için farklı
değer aralıklarındaki alt gruplarda median ve ulnar sinirin mFDL’lerin eşik değerleri hesaplandı.
BULGULAR: Yetmişsekizi (%51,7) sağlıklı ekstremiteye, 56’sı (%37,1) median sinirin distal motor latansını uzatan karpal tünel
sendromlu ekstremiteye (orta-ileri evre) ve 17’si (%11,3) motor ileti gecikmesine neden olan ulnar sinir tuzak nöropatili ekstremiteye
ait toplam 151 kayıt çalışmaya dahil edildi. Bireylerin boyları artıkça, sağlıklı ekstremitelerin median ve ulnar sinir mFDL’leri de doğru
64
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
orantılı bir şekilde artıyordu (Pearson linear korrelasyon testi, sırasıyla; p< 0.001 ve p< 0.001). Müteakiben farklı boy gruplarındaki
mFDL eşik değerlerinin tespiti için çalışma populasyonu 3 altgruba ayrılarak incelendi (BGp1: 150-159 cm, BGp2: 160-169 cm ve
BGp3≥170 cm). Bu altgrupların ortalama mFDL’leri de biribirinden anlamlı düzeyde farklıydı. [Tablo 1] Her boy altgrubu için normal
mFDL’leri uzamış mFDL’lerden ayıran en iyi eşik değerler tespit edildi. [Tablo 1] Sağlıklı ekstremitelerde median ve ulnar sinirin
ortalama mFDL’leri erkek ve kadınlarda benzerdi. [Tablo 2] Median ve ulnar sinirin mFDL’leri ile bireylerin yaşları arasında anlamlı bir
ilişki saptanmadı (sırasıyla; p=0,08 ve p=0,11). Benzer şekilde vücut kitle endeksleri ile mFDL’ler arasında da anlamlı bir ilişki yoktu
(sırasıyla; p=0,56 ve p=0,77). Veriler boy faktörüne göre düzenlendikten sonra da yaş, cinsiyet ve vücut kitle endeksinin mFDL’ler
üzerinde herhangi bir etkisi saptanmadı.
SONUÇ: Median ve ulnar sinir mFDL’leriyle bireylerin boyları arasında doğru bir orantı mevcut olduğundan, bu sinirlerin mFDL’leri
yorumlanırken boya göre düzenlenmiş eşik değerlerin kullanılması gereklidir.
Tablo 1: Boy gruplarına göre median ve ulnar sinir mFDL’leri
Boy grubu (n)
Median mFDL ortalama±S.D. (en
büyük- en küçük)
Median mFDL için
en iyi
eşik değer
Ulnar mFDL ortalama±S.D. (en
büyük- en küçük)
Ulnar mFDL için
en iyi
eşik değer
Gp1: 150-159 cm
(n=24)
22.89±1.12 msn (20.2-24.9)
24.5 msn
22.74±0.91 msec (21.05-24.15)
24.5 msn
Gp2: 160-169 cm
(n=35)
24.14±1.25 msn (22.20-27.45)
26.5 msn
24.44±1.26 msec (22.20-28.20)
28.0 msn
Gp3 ≥170 cm
(n=19)
26.12±1.24 msn (24.05-28.30)
27.0 msn
27.29±1.34 msec (24.90-29.20)
29.0 msn
p değeri (ANOVA,
95% C.I.)
<0.001 (Gp3>Gp2>Gp1)
-
<0.001 (Gp3>Gp2>Gp1)
-
Tablo 2: Cinsiyete göre median ve ulnar sinir mFDL’lerinin o
Cinsiyet (n)
Median mFDL ortalama±S.D.
(en büyük- en küçük)
Ulnar mFDL ortalama±S.D.
(en büyük- en küçük)
Erkek (n=20)
26.25±1.17 msn (24.1-28.3)
27.41±1.21 msn (26.9-27.9)
Kadın (n=58)
23.55±1.24 msn (23.2-23.9)
23.64±1.24 msn (23.3-24.0)
p değeri
(student t-testi)
< 0.001
< 0.001
P-19
Kısa Süreli Vibrasyonun Kutanöz Sessiz Periyod Üzerine Etkisi
Şenay Aydın1, Yeliz Bakuy2, Meral Kızıltan3
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, İstanbul
Erenköy Ruh Ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, İstanbul
3
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
AMAÇ: İstemli kas kontraksiyonu sırasında bir kutanöz sinire elektriksel stimülusu takiben EMG aktivasyonu geçici görece ya da
mutlak supresyona uğrayabilir. Bu inaktif periyod kutanöz sessiz periyod (CSP) olarak adlandırılır. CSP küçük çaplı afferent (A delta
lifler) ve büyük çaplı efferentlerin (alfa motor nöronlar) aracılık ettiği spinal inhibitör bir reflekstir. Ancak şimdiye kadar kas iğciği ve/
veya afferentlerinin katkısından ise söz edilmemektedir. Biz çalışmamızda böyle bir etkinin olup olmadığını kısa süreli vibrasyon ile
test etmek istedik.
METOD: Çalışmamıza 24-44 (ort:34,44±5,65) yaş aralığında, sağlıklı 8 kadın ve 8 erkek gönüllü bireylerde sağ el median sinir motor
ve duysal aksiyon potansiyelleri ile vibrasyon öncesi, sırası ve sonrasında 2. parmak median sinir (M) uyarımı ile abductor pollicis
breves (APB) kasından CSP kaydedildi. Vibrasyon sağ önkol fleksör carpi radialis (FCR) kası lokalizasyonunda 100 Hz ve 1mm yer
değiştirme amplitüdlü olarak 2 dk süre ile uygulandı. Ortalaması alınan ve rektifiye edilen 10 kaydın CSP başlangıç ve sonlanım
latansları, CSP intervali, EMG supresyonu karşılaştırıldı.
BULGULAR: İncelenen tüm bireylerde vibrasyon öncesi, sırası ve sonrasında kaydedilen ortalama CSP latans ve süreleri sırasıyla
(76,85±12,47/37,83±11,14), (79,83±9,33/30,62±4,25) ve (76,60±10,89/32,68±7,67) olarak bulundu. Vibrasyon sırasında CSP
başlangıç latansları uzamasına karşın CSP sürelerinde kısalma saptandı.
65
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
SONUÇ: Vibrasyonun kas iğciği primer sonlanmaları için potent bir uyaran olduğu ve 1 a afferent deşarjlarını arttırdığı bilinmektedir.
1a afferentlerinin yol açtığı artmış spinal eksitabilitenin CSP e üzerine olan etkisini araştırdığımız çalışmamızda anlamlı sonuç elde
edemedik. Var olan bulguların anlamlılığının vaka sayımızın artmasıyla sağlanabileceğini düşündük.
P-20
Churg-Strauss Sendromu İle İlişkili Mononöropati Multipleks Olgusu
Eren Gözke, Esra Günay, Nimet Dörtcan, Funda Alparslan, Pelin Doğan Ak
Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, İstanbul
AMAÇ: Alerjik granulamatöz anjiit olarak da adlandırılan Churg-Strauss sendromu (CSS) küçük ve orta çaplı arter ve venleri
tutan nadir görülen vaskulitik bir sendromdur. Burada CSS ile ilişkili bir mononöropati multipleks olgusu sunulmaktadır.
OLGU: Bacaklarda döküntü, sol bacakta ağrı ve yanma yakınması olan 64 yaşındaki erkek hastaya astım ve nasal polip gibi ek
bulguları olması ve cilt biopsisi ile eosinofilik lökositoklastik vaskulit saptanması sonrası dış merkezde romatoloji kliniği tarafından
CSS tanısı konarak steroid ve azotioprin tedavisi başlanmış. Dış merkezde yapılan EMG solda L4/5 ve S1 kronik kök tutulumu
ve sensorimotor aksonal polinöropati yönünden izlem şeklinde raporlanmış. Lomber MR’da değişik düzeylerde bulgingler olmakla
birlikte kök basısı bulunmamış. Nörolojik muayenede sol bacakta diz altında hipoestezi ve hafif atrofisi olan hastada tekrarlanan
EMG’de sinir ileti çalışmalarında sol tibial sinirde birleşik kas aksiyon potansiyeli (BKAP) ve bilateral sural duysal sinir aksiyon
potansiyeli (DSAP) elde edilemedi. Bilateral superfisyal peroneal DSAP’lar normal bulundu. Üst ekstremitelerde median ve ulnar
DSAP amplitüdleri ılımlı düşüktü. İğne EMG’sinde bilateral tibial sinir inervasyonlu distal kaslarda spontan denervasyon ve kronik
nörojenik MÜP değişiklikleri görüldü. EMG bulguları başlıca solda belirgin olmak üzere tibial sinirlerin etkilendiği mononöritis multipleks
örneğinde aksonal sensorimotor polinöropatik tutulum olarak yorumlandı.
SONUÇ: Vaskulit ile ilişkili bir sendrom tanısı olan hastalarda EMG incelemesinde mononöropati multipleks olasılığı özellikle
değerlendirilmeli radikulopati ve tuzak nöropati ile ayıcı tanı dikkatle yapılmalıdır.
P-21
Bir Multipl Miyelom Olgusunda Eş Zamanlı Periferik Sinir ve Omurilik Tutulumu
Melis Sohtaoğlu Sevindik1, Azer Mammadov1, Bengi Gül Alpaslan1, Mehmet Yürüyen2, Gökhan Erkol1, Melda Bozluolçay1
1
2
İstanbul Üniversitesi Cerrhapaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji, İstanbul
İstanbul Üniversitesi Cerrhapaşa Tıp Fakültesi, Dahiliye, İstanbul
AMAÇ: Multipl miyelom (MM) plazma hücrelerinin kanseri olup genellikle kemik iliğine sınırlıdır. Ancak yaklaşık %1 oranında ve çok
farklı şekillerde sinir sistemi tutulumu yapabilmektedir. Biz, eş zamanlı hem omurilik ve hem de periferik sinir tutulumu olan bir MM
olgusu bildirmekteyiz.
YÖNTEM: Önceden sağlıklı 41 yaşında erkek hasta 6 ay önce başlayan bel ağrısı, bacaklarda güçsüzlük, yürüme bozukluğu, denge
bozukluğu, idrar yapmada güçlük ve her iki ayakta ve ellerde uyuşukluk yakınması ile başvurdu. Hastanın nörolojik muayenesinde
hem omurilik tutulumunu gösteren T9 dermatomunda seviye veren his kusuru, bilateral Babinski işaretinin pozitifliği ve sfinkter
fonksiyon bozukluğu ile uyumlu bulgular, hem de periferik sinir tutulumu ile uyumlu eldiven-çorap tarzı uyuşma, tüm ekstremitelerin
distallerine belirgin kas gücü kaybı ve refleks kaybı mevcuttu.
SONUÇ: Yapılan spinal manyetik rezonans incelemesinde servikal ve torakal multisegmenter omurilik tutulumu saptandı.
Elektromiyografik incelemede ise edinsel demiyelinizan polinöropati ve sekonder aksonal hasarlanma izlendi. Bel ağrısı ve bisitopenisi
olan hastanın protein elektroforezinde gamma bandında yükselme ve IgG düzeyinde artış görülmesi üzerine kemik iliği aspirasyon
biyopsisi yapılarak MM tanısı aldı.
YORUM: Daha önce bildirilen serilerde MM’nin en sık komplikasyonları vertebral tutulumlara bağlı omurilik basıları, paraproteinemiye
sekonder periferik nöropatiler, hiperkalsemi, amiloidoz ve daha ender olarak görülen santral sinir sistemi tutulumlarıdır. Sunulan
olguya dayanarak, santral ve periferik sinir sisteminin eş zamanlı etkilendiği durumlarda MM gibi hematolojik malinitelerin ayırıcı
tanıda düşünülmesi önemlidir.
66
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
P-22
Diyabetik Sensörimotor Polinöropati Hastalarında Klinik, Demografik Özellikler ile
Elektrofizyolojik Bulgular Arasındaki İlişki
Ebru Yaşar1, Rabia Terzi2, Pınar Bekdik Şirinocak1, Yıldız Arslan3
Derince Eğitim Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, Kocaeli
Derince Eğitim Araştırma Hastanesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Kocaeli
3
İzmir Tepecik Eğitim Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, İzmir
1
2
AMAÇ: Çalışmamızda elektrofizyolojik olarak distal simetrik diyabetik sensörimotor polinöropati tanısı almış hastalarda demografik
özellikler, vasküler risk faktörleri, diyabet komplikasyonları ve glisemik kontrolün elektrofizyolojik bulgulara olan etkisini incelemek
amaçlanmıştır.
HASTALAR VE YÖNTEM: 2009-2011 yılları arasında hastanemiz elektrofizyoloji laboratuvarında diyabetik sensörimotor polinöropati
tanısı konulan 70 hastanın (38 erkek, 32 kadın) dosyaları retrospektif olarak incelendi. Diyabet dışında polinöropatiye neden olabilecek
etyolojik faktörlerin (vitamin B12 eksikliği, böbrek yetmezliği, endokrin hastalıklar, malignensi, bağ dokusu hastalığı, enfeksiyon, toksin
ve ağır metallere maruziyet) eşlik ettiği hastalar çalışmaya dahil edilmedi. Hastaların demografik verileri, hipertansiyon, hiperlipidemi,
retinopati, mikroalbünüri varlığı kaydedildi. Elektrofizyolojik olarak ulnar, tibial, sural sinir amplitüd, latans ve ileti hızları yeniden
gözden geçirildi.
BULGULAR: Sinir ileti çalışmalarında ulnar sinir yanıtları retinopatisi olan, hipertansiyon, hiperkolesterolemi eşlik eden hastalarda;
sural sinir yanıtları mikroalbüminürisi olan, koroner arter hastalığı eşlik eden hastalarda; tibial sinir yanıtları retinopatisi olan, koroner
arter hastalığı eşlik eden hastalarda istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı. Erkeklerde ulnar sinir motor ve duyusal ileti hızları düşük
bulundu. İnsülin kullanan hastaların sinir ileti sonuçlarında incelenen her bir sinirde istatiksel anlamlı fark görüldü.
SONUÇ: Hipertansiyon, hiperlipidemi, koroner arter hastalığı, mikroalbüminüri ve retinopatisi bulunan, insülin kullanan, erkek
hastalarda diyabetik polinöropati bulguları elektrofizyolojik olarak daha ağır seyretmektedir.
Koroner Arter Hastalığı Birlikteliği ve Sinir İleti Sonuçlar
Koroner Arter Hastalığı Olan DSPNP Hastalar N=2
Mikroalbüminüri Birlikteliği ve Sinir İleti Sonuçları
Mikroalbüminürisi Olan DSPNP Hastalar N=36 Mikroa
P-23
Metronidazol Kullanımına Bağlı Nadir Periferik Nöropati Olgusu
Refah Sayın1, Mehmet Nuri Aydın2
1
2
Ufuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji, Ankara
Bitlis Devlet Hastanesi, Nöroloji, Bitlis
Metronidazol, Entamoeba histolytica, Giardia lamblia, Trichomonas vaginalis and Balantidium coli gibi bazı protozoalar ve anaerobik
bakterilere karşı potent bir ilaçtır. Alkolizm, Crohn hastalığı, ekzoftalmi, romatoid artrit, rozasea ve akne gibi diğer başka hastalıklarda
da kullanımı mevcuttur. Olabildiğince iyi tolere edilebilen bu ilacın yaygın olarak görülen yan etkileri karın ağrısı, baş ağrısı, bulantı
ve ağızda metalik tat olup; daha ciddi ve daha nadir olan yan etkileri psödomembranöz kolit, epileptik nöbet, ensefalopati ve periferik
nöropatidir. Bu yan etkiler geliştiğinde ilaç hemen kesilmeli ve genellikle geri dönüşümlüdür. Biz 39 yaşında 4.5 aydır karaciğerde
amebiyozis nedeniyle metronidazol kullanan ve periferik nöropati gelişen erkek hastayı sunmayı değer bulduk.
P-24
Kolşisin’e Bağlı Polinöropati: Nadir Bir Olgu Sunumu
Refah Sayın1, Mustafa Kiraz2
1
2
Ufuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Van
Gut dünya nüfusunun en az %1’inde görülen yaygın bir hastalıktır. Eklem yerlerinde ürat birikimi ile meydana gelir. Kolşisin
mikrotübüllerin oluşumunu engelleyerek bir çok hücre fonksiyonunu bozar. Kolşisin gut artritinde, akut psödogut atağında, ailevi
Akdeniz ateşinde ve Behçet hastalığında yaygın olarak kullanılmaktadır. En sık yan etkileri bulantı, kusma ve diyaredir. Bunun dışında
daha nadir olarak hematolojik, kardiyak semptomlar, nöropati ve miyopatinin de yer aldığı, ölümcül seyreden multiorgan yetmezliği
tablosuna da yol açabilir. Akut intoksikasyon sonrası miyopati, nöropati ve kombine nöromiyopati görülebilmektedir. Proksimal kas
güçsüzlüğü, distal duyu bozukluğu, distal arefleksi ve aksonal nöropati görülebilir. Biz, gut tanısı nedeniyle kolşisin kullanımına bağlı
aksonal tipte sensorimotor bir periferik nöropati gelişen 61 yaşındaki erkek hastayı sunmak istiyoruz.
67
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
P-25
Distal Edinsel Demyelinizan Simetrik Nöropati: Olgu Sunumu
Nesrin Helvacı Yılmaz1, Hüseyin Saffet Beköz2, Oktay Olmuşçelik3, Ebru Erbayat Altay1, Fikret Aysal1
İstanbul Medipol Üniversitesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
İstanbul Medipol Üniversitesi, Hematoloji Anabilim Dalı, İstanbul
3
İstanbul Medipol Üniversitesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
Distal edinsel demiyelinizan polinöropati (DADS, distal acquired demyelinating symmetric neuropathy) distalde belirgin duyusal ve
motor kayıpla karakterizedir. Duyusal predominans ve distal kaslarda nispeten daha az kas gücü kaybı DADS’ı diğer demiyelinizan
polinöropatilerden ayırdetmektedir. Tüm demiyelinizan polinöropatilerin %5’inde tanı DADS’dır. Elektrofizyolojik ölçümler
demyelinizasyonu gösterir fakat iletim bloğu nadirdir. İmmünfiksasyon elektroforezinde serumda Ig M (kappa zincir) ile beraber
anti-myelinle ilişkili glikoprotein (anti-MAG) %50-70 hastada pozitiftir. Tipik olarak bu antikorların pozitif olduğu hastalar steroid,
plazmaferez ve intravenöz immünoglobulin tedavisine yanıt vermemektedirler. Antikorların negatif olduğu hastaların bu tedavilere
yanıtı ise oldukça iyidir. DADS düşündüğümüz bir olgu nedeni ile edinsel inflamatuar demiyelinizan polinöropatileri tartışmayı
amaçladık. Elli bir yaşında kadın hasta, üç yıl önce karın ağrısı ve sağ kolda morarma şikayeti nedeni ile başvurduğunda nonHodgkin lenfoma tanısı konmuş. Splenektomi yapılarak ilaçsız izlenmiş. Haziran 2014’de kemoterapi başlanan hastanın eş zamanlı
olarak solda belirgin her iki elinde uyuşma ve hafif ağrı şikayeti ortaya çıkmış. Üç ay sonra ayaklarında da benzer şikayetler eklenmiş.
Yürümesi iyi, kuvvetsizlik yokmuş. Bazen sanki boşluğa basıyor gibi oluyormuş. Özgeçmişinde Haziran 2003’de sağ akciğerde
nodüler lezyonlar saptanması üzerine tüberküloz tanısı alarak tedavi gördüğü öğrenildi. Eylül 2014\’te yapılan nörolojik muayenede iki
yanlı aşil refleksinin alınmaması dışında anlamlı nörolojik defisit yoktu. Elektrofizyolojik incelemede ise, her iki üst ve alt ekstremitede
incelenen tüm sinirlerin bileşik kas aksiyon potansiyeli (BKAP) amplitüdleri düşük, motor distal latansları belirgin uzun, motor ileti
hızları yavaştı. Motor iletim blokları yoktu, ancak tüm sinirlerin BKAP süreleri uzundu, bazılarında temporal dispersiyon dikkati
çekiyordu. İncelenen sinirlerin F-yanıtları uzun latanslı ve bazılarının persistansı düşüktü. Her iki median ve ulnar sinirin duyusal
aksiyon potansiyeli (DAP) elde edilmez iken, her iki sual sinirin DAP düşük amplitüdlü bulundu. İğne EMG’sinde ise incelenen
tüm kaslar normal bulundu. Protein elektroforezi normaldi. Serum immünfiksasyon elektroforezinde IgM-kappa monoklonal bandı
saptanırken, idrar immunfiksasyon elektroforezinde monoklonal band izlenmedi. Antigangliozid antikorlar negatifti. Haziran 2014’den
beri 7 kür siklofosfamid, doksorubisin, prednizolon, rituksimab tedavileri aldığı öğrenildi. Ekim 2014’de bel ağrısı şikâyeti ile lomber
MRG’de L3-L4’de kompresyon fraktürü saptandı, metastatik lezyon düşünülmedi, operasyon düşünülmedi. Nörolojik muayenesinde
değişiklik olmayan hasta halen ilaçsız izlenmektedir. Klinik ve elektrofizyolojik (özellikle motor distal latans uzamalarının motor ileti
hızlarına göre daha belirgin olması) edinsel inflamatuar demiyelinizan polinöropatilerin bir formu olan DADS\’ı düşündürdü. Klinik
olarak iyi durumda olması nedeniyle tedaviye gerek görülmedi. Hasta bilgilendirildi ve ilaçsız takibe alındı. Edinsel inflamatuar
demiyelinizan polinöropatilerin klinik formlarının ayırdedilmesi, klinik takip ve tedavide yol göstericidir.
P-26
Nadir Görülen Bir IgG MGUS ve DADS Birlikteliği Olgusu
Tahir Kurtuluş Yoldaş1, Mehmet İlker Yön1 , Hafize Nalan Güneş1 ,Selda Keskin Güler1, Burcu Gökçe Çokal1, Aysun Gönderen2
1
2
Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, Ankara
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Servisi, Ankara
AMAÇ: Paraproteinemi ile ilişkili nöropatiler, klinik ve elektrofizyolojik özellikleri, paraproteinin sınıfı, immünoreaktivitesi, patojenitesi ve
altta yatan plazma hücre diskrazisinin malignitesine bağlı olarak heterojen bir grup oluşturmaktadırlar. Distal kazanılmış demiyelinizan
simetrik (DADS) polinöropati tablosu oldukça nadir görülmekle beraber özellikle anti miyelin ilişkili glikoprotein (MAG) pozitif IgM
tipi paraproteinemi ile ilişkilidir. Biz de klinik ve elektrofizyolojik bulguları DADS ile uyumlu, IgG MGUS (önemi belirsiz monoklonal
gamopati) tanısı koyduğumuz ve bu iki klinik tablonun birlikteliğinin oldukça nadir olduğunu bildiğimiz bir olguyu sunmayı amaçladık.
YÖNTEM: 67 yaşında erkek hasta 4 aydır olan ekstremite distallerinde güçsüzlük ve his kaybı şikayetiyle yatırıldı. Nörolojik
muayenesinde distal simetrik tetrapareziye ek olarak eldiven çorap tarzı hipoestezi, vibrasyon duyusunda azalma, tüm segmentlerde
olan derin tendon refleks kaybı ve ataksi saptadık. Serum immunfiksasyon tetkikinde IgG/kappa monoklonal gamopati saptandı.
Diğer bütün laboratuvar testleri normaldi. Anti-MAG antikoru gönderildi, negatif sonuçlandı. Kemik görüntüleme çalışmalarında litik
veya sklerotik lezyon saptanmadı. Kemik iliği biyopsisi yapıldı, %7 plazma hücre infiltrasyonu saptandı. Bu bulgular doğrultusunda
2010 EFNS gözden geçirilmiş paraproteinemik demiyelinizan polinöropatiler tanı kriterlerine göre IgG MGUS tanısı konuldu. EMG
yapıldı.
BULGULAR: EMG, duyusal ağırlıklı mikst tip ağır demiyelinizan polinöropati ile uyumlu saptandı. Duyusal sinir iletim çalışmalarında
sol median, ulnar, sural ve sağ sural sinirlerde duyusal sinir aksiyon potansiyeli elde edilemedi. Motor iletim çalışmalarında orantısız
uzamış distal motor latanslar (sol median sinir: 18.55 ms, sol ulnar sinir: 17.05 ms, sol peroneal sinir: 9.00 ms, sağ peroneal sinir:
11.07 ms) saptandı. Sağ ve sol posterior tibial sinirlerde bileşik kas aksiyon potansiyeli elde edilemedi. Çalışılan tüm motor sinirlerde
F latansları elde edilemedi. Sol median, sol ulnar ve sol peroneal motor sinirleri için terminal latans indeksleri (TLI) sırasıyla 0.16,
0.14 ve 0.22 olarak bulundu.
SONUÇ: IgA veya IgG gamopatili paraproteinemik demiyelinizan polinöropatisi saptanan az sayıda hastada da DADS klinik ve
elektrofizyolojik özellikleri görülmektedir. DADS, kronik inflamatuar demiyelinizan polinöropatiler arasında spesifik bir alt grup olarak
68
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
da kabul edilmektedir. En az iki farklı motor sinirde TLI değerinin ≤ 0.25 in altında olması tanı koydurucudur. Terminal latans indeksi
distal latans ve motor iletim hızının çarpımının distal mesafeye bölünmesi ile hesaplanılır. Elektrofizyolojik olarak polinöropati tipi ve
paraprotein alt tipi tespiti tedaviye cevap ve prognoz tayini açısından önem taşımaktadır.
P-27
Paraneoplastik Sensoriyel Polinöropati
Sevgi Ferik, Mehlika Panpallı Ateş, Ayşe Seda Eren, H.Hayat Güven, Selim Selçuk Çomoğlu
Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, Ankara
Paraneoplastik nörolojik sendrom (PNS), kanserli hastalarda ortaya çıkan, altta yatan tümörün doğrudan etkisi ile oluşmayan ve önemli
bir kısmının otoimmün kökenli mekanizmalarla oluştuğu kabul edilen bir nörolojik tablodur. Paraneoplastik sendromlar nadir olup, en
sık ilişkili olduğu neoplastik hastalıklar küçük hücreli akciğer kanseri (KHAK), timoma ve plazma hücre diskrezileridir. Paraneoplastik
nörolojik sendromlardan biri olan periferik nöropati sıklıkla Hu antikoru pozitif olan KHAK olgularında gözlenen sensoriyel nöronopatidir.
Prostat kanseri ile paraneoplastik periferik nöropati nadir görülmektedir. Ancak çoğu olguda kanser tanısından önce ve genellikle
kanser henüz çok küçük ve tedavi edilebilir durumdayken geliştiği için önemlidir. Biz bu yazıda daha önceden kanser tanısı olmayan,
polikliniğimize yürüme güçlüğü yakınması ile başvuran, yapılan tetkikleri sonucunda paraneoplastik sensoriyel tipte nöropati tanısı ile
prostat kanseri tespit edilen bir olguyu sunduk.
P-28
Erken Başlangıçlı Bir Herediter Basınca Duyarlılık Nöropatisi Olgusu
Arzu Yılmaz1, Ceyla Ataç Uçar2, Ahmet Yeşilyurt3, Eren Yıldız4, Tahir Yoldaş2
Ankara Eğitim Araştırma Hastanesi, Çocuk Nöroloji Servisi, Ankara
Ankara Eğitim Araştırma Hastanesi, Nöroloji Bilim Dalı, Ankara
3
Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim Araştırma Hastanesi, Tıbbi Biyoloji ve Genetik, Ankara
4
Ankara Eğitim Araştırma Hastanesi, Pediatri, Ankara
1
2
GİRİŞ: Herediter basınca duyarlılık nöropatisi, nadir görülen, otozomal dominant paternde kalıtılan, genellikle kompresyon veya minör
travma ile ilişkili rekürren mononöropatilerle karakterize bir nöropatidir. Genellikle ilk mononöropati semptomları 20\’li 30\’lu yaşlarda
ortaya çıkmaktadır.18 yaşın altında başlangıç oldukça nadirdir. Biz de 15 yaşında, halter kaldırma sonrasında elinde güçsüzlük
nedeniyle Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Nörolojisi Polikliniği\’ne başvuran, sinir iletim çalışmasında multipl tuzak
nöropatileri saptanan ve genetik inceleme ile tanı alan bir olguyu son literatür eşliğinde sunmayı uygun bulduk.
OLGU: 15 yaşında erkek hasta, halter kaldırma sonrasında, sag kolda ağrı ve uyuşma yakınması nedeniyle değerlendirildi. EMG
de her iki medyan ve ulnar sinirlerde ve sol fibuler sinirde tuzak nöropati saptandı. Olgunun heredıter basınca duyarlılık nöropatisi
yönünden tetkiki önerildi. Genetik incelemede PMP22 geninde heterozigot mutasyon saptandı.
TARTIŞMA: Literatür incelendiğinde, çocuklarda görülen herediter basınca duyarlılık nöropatisinin erişkinde görülene benzer klinikle
prezente olduğu görülmektedir. Ancak 15 yaşın altındaki olgularda tipik sinir iletim anormallikleri ortaya konamayabilir. Bu olgularda
klinik şüphe halinde sinir iletim çalışmaları desteklemese de genetik inceleme önerilmektedir.
P-29
Hidroksiklorokine Bağlı Gelişen Polinöropati Olgusu
Refah Sayın1, Zamir Kemal Ertürk2, Rıdvan Mercan3
Ufuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara
Ufuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Acil Tıp Anabilim Dalı, Ankara
3
Antakya Devlet Hastanesi, İç Hastalıkları, Romatoloji Bölümü, Hatay
1
2
Romatoid artrit (RA), sistemik otoimmün, simetrik olarak eklemlerde artrite yol açan, kronik inflamatuar bir hastalıktır. Prevalansı %1-2
olup etnik gruplarda farklılık gösterebilmektedir. Bu oran 70 yaşlarındaki kadınlarda %5’e kadar yükselir. RA genellikle diartrodial
eklemlerin inflamatuvar artritidir. Hastalığın erken döneminde; el bilekleri, metakarpofalengeal ve metatarsofalengeal, proksimal
interfalengeal eklemleri, en sık etkilenen eklemlerdir. Romatoid artirt tedavisinde NSAİ’ler, kortikosteroidler, immunsistemi baskılayıcı
ajanlar, hastalığı modifiye edici antiromatid ilaçlar (DMARD) kullanılmaktadır. Hidroksiklorokin antimalaryal bir ilaç olup; romatoid artrit
tedavisinde kullanılır. Etkilerinin bağlı olduğu mekanizmalar, sülfidril grupları ile etkileşim, enzim aktiviteleri ile etkileşim (fosfolipaz,
NADH-sitokrom C redüktaz, kolinesteraz, proteaz ve hidrolaz), DNA bağlama, lizozomal membranların stabilizasyonu, prostaglandin
oluşumunun baskılanması, PMNL kemotaksisi ve fagositozunun baskılanması, monositlerden interlökin-1 salımının engellenmesi
ve nötrofil superoksit salımının baskılanmasını içermektedir. Retinopati, cilt döküntüleri, bulantı kusma, dal blokları av blok, aplastik
anemi, agronilositoz, myopati, nöromyopati gibi yan etkileri vardır. 68 yaşında erkek hasta özellikle ayaklarda olmak üzere tüm
ekstremitelerde ağrı, güçsüzlük ve karıncalanma şikayetleri ile kliniğimize başvurdu. Yapılan elektromyografisinde sensorimotor tipte
69
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
periferik nöropati bulundu. Bu durumun hidroksiklorokinin nadir görülen bir yan etkisine bağlı olabileceği düşünülerek; ilaç stoplandı
ve hastanın şikayetlerinde düzelme saptandı. Biz hidroksiklorokinin nadir yan etkisi olan sensorimotor tipte periferik nöropati gelişen
hastayı sunmak istiyoruz.
P-30
HIV Seyrinde Gelişen Nöropatiler: Olgu Sunumu
Zerrin Karaaslan1, Murat Mert Atmaca1, Seniha Başaran2, Hacer Durmuş1, Atahan Çağatay2, Yeşim Parman1, Elif Kocasoy Orhan1
1
2
İstabul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
İstanbul Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji, İstanbul
GİRİŞ: HIV ile infekte kişilerin son yıllarda tedavide kaydedilen gelişmelerle birlikte yaşam sürelerinin uzamış olması, onları hastalığın
komplikasyonlarıyla daha fazla karşılaşma durumunda bırakmıştır. Nörolojik açıdan en sık rastlanan HIV ile ilişkili komplikasyon
periferik nöropatidir. Antiretroviral ilaçların periferik sinirlere olan toksik etkisi, virüsün sinir aksonlarına direk toksik etkisi ve
immün sistemin anormal yanıtı nöropatinin altında yatan mekanizmalar olabilir. Çoğu zaman bunların ayrımını yapmak mümkün
olamamaktadır. HIV ile ilişkili en sık görülen klinik tablo distal simetrik nöropati ve sıklıkla buna eşlik eden otonom nöropati iken, akut
ya da kronik inflamatuar nöropati, mononoröpati multipleks, kranyal nöropati ve amiyotrofik lateral skleroz benzeri motor nöropati de
tanımlanan klinik tablolar arasındadır. Bu yazıda HIV pozitif bir hastanın distal simetrik aksonal nöropati olarak başlayan ancak klinik
ve elektrofizyolojik olarak progresyon ve değişiklik gösteren nöropati tablosunun tartışılması amaçlanmıştır.
OLGU: Fakültemiz İnfeksiyon Hastalıkları servisinde yatmakta olan 31 yaşında erkek hasta 20 gün önce ayak uçlarında ve ağız
çevresinde başlayan uyuşma yakınmasının giderek artması, kollarda ve bacaklarda güçsüzlük yakınmalarının eklenmesi ve
düşmelerinin başlaması nedeniyle tarafımızca değerlendirildi. Nörolojik muayenesinde eldiven-çorap tarzı yüzeyel duyu kusuru ve alt
ekstremite distallerinde vibrasyon hissinde azalma saptanan hastanın EMG incelemesinde duysal liflerin öncelikli olarak etkilendiği
ve alt ekstremitelerde hakim aksonal tipte polinöropati saptandı. Hasta HIV tedavisine yönelik tenofovir/emtrisitabin kombinasyonu,
raltegravir ve anitüberküloz olarak rifabutin ve izoniazid kullanmaktaydı. Polinöropati için semptomatik olarak gabapentin tedavisi
ve izoniazid kullanan hastaya B grubu vitamin desteği başlandı. Bir aylık bir süreçte yakınmaları daha da artan hastanın nörolojik
muayenesinde solda ve proksimal kaslarda daha belirgin olmak üzere 2-3/5 düzeyinde kas zaafı saptandı. Eldiven-çorap tarzı duyu
kusuru olan hastanın triseps refleksi dışında derin tendon refleksleri alınamıyordu. Tekrarlanan EMG incelemesinde bu defa duysal
ve motor liflerin etkilendiği ve demiyelinizan özellikler gösteren polinöropati saptandı. Ayırıcı tanıda HIV ile veya kullanılan ilaçlar ilişkili
veya otoimmun veya ikincil maligniteye bağlı gelişmiş nöropati olabileceği düşünüldü. Beyin-omurilik sıvısı (BOS) incelemesinde
hücre olmaksınız yüksek protein değeri saptanması üzerine hastada ön planda immün kökenli polinöropati olasılığı düşünülerek
5 gün süreyle intravenöz immünglobulin tedavisi verildi. Tedavi sonlandıktan bir gün sonra yapılan muayenede kas gücü tam olan
hastanın eldiven-çorap tarzı duyu kusuru vardı ve derin tendon refleksleri hala alınamıyordu.
SONUÇ: HIV ile infekte kişilerde ortaya çıkan nöropatik semptomlar detaylı nörolojik muayene ve elektrofizyolojik incelemeler ile
yakın takip edilmelidir.
P-31
Diyabetik Akut Ağrılı Nöropati- Olgu Sunumu
M.Tuba Göksungur1, Elif Kocasoy Orhan1, Kadriye Alpay2, M.Barış Baslo1, Feza Deymeer1
1
2
İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
Özel Rumeli Hastanesi, Nöroloji Servisi, İstanbul
GİRİŞ: Akut ağrılı diyabetik nöropatiler, nadir görülmekte olup, alt ekstremitelerde, ani başlangıçlı ve asimetrik özellik gösteren
geçici semptomlardan oluşmaktadır. Ağrı sürekli ve dayanılmayacak ölçüde ortaya çıkabilir ve hastayı doktora götüren ana semptom
olabilir. Bu tablo insulin tedavisinin yol açtığı hızlı glisemik kontrol veya kötü glisemik kontrol sonucunda ortaya çıkabilir. Diyabetik
nöropatide ağrı gelişimine dair patogenez tam aydınlatılamamıştır. Nörofizyolojik ve patolojik parametreler ağrılı ve ağrısız diyabetik
nöropatileri ayıramamaktadır. Depresyon ve tükenmişliğe götüren bu tablonun erken tanı ve uygun tedavisi önemli olup hastaların
yaşam kalitesini arttıracaktır.
OLGU: Kırkdokuz yaşında erkek hasta, 4 ay önce ayaklarda başlayıp, son bir ayda giderek artarak bacaklarına, kollarına ve
omuzlarına yayılan şiddetli ağrılar nedeniyle başvurdu. Hastanın dört yıl önce hızlı kilo kaybı araştırılırken tip 1 Diabetes Mellitus
(DM) tanısı aldığı ancak insülin tedavisini düzensiz kullandığı, son 5 aydır insülin tedavisini bıraktığı ve 20 kg’dan fazla kilo kaybı
olduğu öğrenildi. Nörolojik muayenesinde tüm ekstremitelerde derin tendon refleksleri hipoaktifti. Distallerde belirgin dizestezi ve
allodini saptandı. Hastanın açlık kan şekeri 120 mg/dL idi ve HbA1C %7,1 düzeyindeydi. Diğer tetkikleri normaldi. Elektrofizyolojik
incelemeleri hastanın yoğun dizestesi ve allodinik yakınmaları nedeniyle sınırlı olarak yapılabildi. Sinir ileti incelemelerinde duysal
ve motor liflerin etkilendiği bir polinöropati sendromunu saptandı. İleti hızlarının yer yer demyelinizasyon sınırlarında yavaşladığı
dikkati çekti. Diyabetik akut ağrılı nöropati ön tanısı ile Diyabet ve Algoloji Bilim Dalları ile konsulte edilen hastanın öncelikle insulin
tedavisiyle glisemi değerleri kontrol altına alındı. Pregabalin, duloksetin, tramadol ve alfa lipoik asit içeren nöropatik ağrı tedavisi
düzenlendi. Yaklaşık 2 hafta sonra hastanın ağrıları yarı yarıya azalmıştı. Bu tedaviden iki ay sonra ağrıları düzelen ve sadece ayak
parmak uçlarındaki uyuşmadan yakınan hastanın kontrol sinir ileti incelemelerinde duysal ve motor liflerin etkilendiği alt tarafta hakim
bir polinöropati dikkati çekti, bir önceki inceleme ile kıyaslandığında ileti hızlarının normal sınırlara ulaştığı görüldü.
70
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
SONUÇ: Kötü glisemik kontrole bağlı gelişen akut ağrılı nöropati hem tip 1 hem de tip 2 diyabetik hastalarda görülebilir. Allodini ve
hiperaljezi karakteristik özelliğidir. Öncesinde hızlı ve ciddi kilo kaybı olup, tedavide esas nokta iyi glisemik kontroldür. Hastamızda
ciddi kilo kaybı ve kötü glisemik kontrolün yol açtığı metabolik düzensizliğin diyabetik polinöropati zemininde ağrı mekanizmalarını
tetiklemiş olabileceği düşünülerek bu yönde tedavi edilmiştir.
P-32
Miyelodisplastik Sendrom Tanısıyla İzlenen Vitamin B12 Eksikliği Hastası Olgusu
Berkan Kaplan, Kubilay Varlı, Neşe Dericioğlu
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, Ankara
AMAÇ: Vitamin B12 eksikliği, iyi tanımlanmış nörolojik ve hematolojik bir tablo ile kendini gösterir. Tanı B12 düzeyinin düşük saptanması
ile konur. Ancak bazı testler, otoantikor varlığında, yanlış yüksek değerler vererek tanının gecikmesine yada miyelodisplastik sendrom
(MDS) gibi ciddi tanılar konmasına ve riskli tedavilerin uygulanmasına neden olabilmektedir. Bu bildiride, B12 düzeyi yüksek ölçülen ve
hematoloji bölümünce MDS tanısıyla izlenen, ancak klinik verilerin B12 eksikliğini düşündürmesi üzerine derinleştirilen incelemelerle
B12 eksikliği tanısı konarak replasman tedavisiyle düzelen bir hasta sunulacaktır.
OLGU: Servisimize bir aydır aşırı uykululuk ve bilinç bozukluğu açısından yatışı yapılan hastanın öyküsünden 2 yıldır MDS tanısı
ile izlenmekte olduğu öğrenildi. Hastanın bu tanı ile azasitidin ve talidomid tedavisi aldığı ancak kan tablosunda belirgin değişiklik
olmadığı anlaşıldı. Servisimize yatışından kısa bir süre önce ellerde ve ayaklarda uyuşma, dengesizlik, unutkanlık, konfüzyonel
bilinç durumunun gelişmesi nedeniyle tüm tedavileri kesilmişti. Bakılan serum vitamin B12 düzeyleri sürekli ölçülebilir düzeylerin
üstünde gelen hastanın, klinik olarak B12 eksikliğini düşündürmesi nedeni ile yapılan elektrofizyolojik ve nöro-radyolojik çalışmalar
B12 eksikliğiyle uyumlu bulundu. Anti-pariyetal ve anti-intrinsik faktör antikorları pozitif geldi. Hastaya B12 replasman tedavisi yapıldı.
Öncelikle kan tablosundaki hızlı düzelme ile birlikte, klinikte bilinç durumunda ve sonrasında da motor fonksiyonlarda belirgin düzelme
izlendi. Tekrarlanan kemik iliği biyopsisi sonucu normoselüler olarak raporlanmıştır.
YORUM: Klinik olarak B12 tanısından kuşku duyulan hastalarda, ölçülen vitamin B12 düzeyinin yüksek saptanması halinde tanıdan
uzaklaşmayıp ek tetkikler ve farklı laboratuvarlarda B12 düzeyi ölçümü yeniden yapılmalıdır. Bu hasta aracılığıyla, doğru tanı
konmasında klinik bulguların ne denli önemli olduğunu bir kez daha vurgulamak amaçlanmıştır.
P-33
Alt Ekstremite İle Sınırlı Guillain-Barré Sendromu
Dilcan Kotan1, Murat Alemdar2, Zeliha Matur3
Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, SAKARYA
SB Sakarya Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, SAKARYA
3
Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
GİRİŞ: Guillain-Barré Sendromu (GBS), periferik sinirleri ve spinal kökleri etkileyen, inflamatuvar ve demiyelinizan karakterde bir
radikülopatidir. Çocukluktan ileri yaşlara kadar, her yaş grubunda görülebilir. Hastalığın en sık klinik seyri, bacaklardan başlayıp
kollara, yüze, orofarengeyal kaslara ve ağır olgularda solunum kaslarına doğru ilerleyen simetrik kas kuvvetsizliğidir. Bazı olguların
sadece bacaklarda sınırlı kaldığı bilinmektedir.
OLGU: 48 yaşındaki kadın hasta, bir haftadan beri olan bacaklarda ağrı, ayak parmaklarında uyuşukluk ve son üç günde eklenen
her iki ayakta güçsüzlük ve yürüyememe şikayetleriyle başvurdu. Özgeçmişinde on gün öncesinde ishal geçirmiş olması dışında
özellik yoktu. Nörolojik muayenesinde her iki alt ekstremitede tama yakın güç kaybı, derin tendon refleksleri üst ekstremitelerde
normoaktif, alt ekstremitelerde hipoaktif, alt ekstremitelerde vibrasyon duyusu azalmış, bilateral taban derisi cevabı alınamıyor idi.
Kranyal MR normal idi. Spinal MR görüntülemede lomber bölgede birkaç seviyede disk protrüzyonları izlendi. BOS incelemesinde
hücre görülmedi, proteini hafif yüksekti (48 mg/dl, N: 15-45 mg/L). EMG’ de sağ medyan, ulnar, tibiyal, peroneal F latansları belirgin
uzundu. GBS düşünülen olguya 0.4 gr/kg/gün dozunda IVIg tedavisi uygulandı. Tedavinin onuncu gününde kas gücü kayıplarında
belirgin düzelme gözlendi. Takibinde kollara geçmediği, bacaklara sınırlı kaldığı görüldü. Üçüncü haftada tekrarlanan EMG’ de duysal
ve motor sinir, amplitüdlerinin ve iletim hızlarının azaldığı görüldü. İkinci ayın sonunda kontrol değerlendirmesinde tama yakın iyileştiği
görüldü.
TARTIŞMA: GBS’ unda erken dönemde BOS bulguları ve elektrofizyolojik testler normal olabilir. Klinik seyirde nörolojik ilerleme
durabilir ve sadece alt ekstremitede sınırlı kalabilir. İkinci haftadan sonra BOS ve EMG tanısal bulgu sağlar. Bacak ağrısı ve yürüme
güçlüğü olan hastalarda GBS’ u ayırıcı tanıda mutlaka düşünülmeli, nörolojik bulgular ilerlemese bile tedavi geciktirilmemelidir.
71
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
P-34
Nöromuskuler Hastalıklar AMAN ve Meme Kanserinin Birlikteliği
Refah Sayın1, Erkan Doğan2, Ergin Karakaya3, Alper Can2
Ufuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji, Van
3
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji, Van
1
2
Özetleri yaşlara kadar her yaş grubunda rastlanan otoimmun kökenli bir hastalıktır. Birbirlerinden bazen klinik yönleriyle, bazen de
daha çok laboratuvar özellikleri ile ayrılan farklı alt grupları vardır. Akut motor aksonal nöropati (AMAN); GBS\’nin alt gruplarındandır.
Hastaların büyük kısmında GBS’e ait yakınmaların başlangıcından önceki 1-4 haftalık süre içerisinde geçirilen bir üst solunum yolu
ya da gastrointestinal sistem infeksiyonu, cerrahi girişim ya da aşılanma gibi bir olay vardır. Daha nadir olarak immun yetmezliği
olanlarda da ortaya çıktığı bilinmektedir. Meme kanseri meme hücrelerinde başlayan kanser türüdür. Kadın/Erkek oranı: 8/1 dir.
Medikal Onkoloji\’de 52 yaşında meme kanseri tanısı ile 2. kemoterapi sonrası yürüyememe, sol göz kapağını kapayamama ve sol ağız
köşesinde eğilme olan hastadan konsültasyon istemiştir. Literatürde kanser ve GBS birlikteliği nadir olarak bildirmektedir. Biz meme
kanseri ve akut motor aksonal nöropati gelişen, literatürde olmayan ilk rastlantısal ya da paraneoplastik olduğunu düşündüğümüz
bayan hastayı sunmak istiyoruz.
P-35
Beyin Ölümünü Taklit Eden Guillain-Barre Sendromu
Nesrin Helvacı Yılmaz1, Deniz Kızılaslan2, Cem Erdoğan2, Nesrin Ahu Aslan2, Ebru Erbayat Altay1, Burcu Polat1, Didem Taşkın1
Fikret Aysal1
1
2
İstanbul Medipol Üniversitesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
İstanbul Medipol Üniversitesi, Anestezi ve Reanimasyon Ana Bilim Dalı, İstanbul
Fulminan Guillain-Barre Sendromu (GBS), akut inflamatuar poliradikülopatinin hızlı progresyon gösteren nadir bir formudur. Hastalarda
flask kuadripleji ve beyin sapı reflekslerinde kayıp gözlenir. Semptomlar sıklıkla 1-10 gün içinde kötüleşir ve beyin ölümünü taklit etmesi
nedeniyle tanıda güçlüklere neden olabilir. Elektrofizyolojik incelemede %70 kadar hastada sinirler ineksitabıldır. Bir olgu nedeniyle
beyin ölümü ve GBS’nu klinik ve elektrofizyolojik tartışmayı amaçladık. Altmış iki yaşında kadın hasta Eylül 2014’de ani başlayan el
ve ayak uyuşması şikayeti ile acile servise başvurmuş. Dört gün içinde kol ve bacaklarındaki kuvvetsizlik ortaya çıkmış ve solunum
sıkıntısı başlamış. Dış merkezde öncelikle kronik obstrüktif akciğer hastalığı olduğu düşünülerek entübe edilmiş. Ardından GBS ön
tanısı ile bir gün 35 gr intravenöz imünoglobulin (İVİG) verilmiş. Hastalığın 6. gününde yoğun bakım ünitemize kabul edildiğinde bilinci
açıktı, pupiller normoizokorikti, fasiyel diplejisi vardı. Kuadriplejikti, kemik veter refleksleri alınmıyordu, taban derisi cevabı bilateral
lakayttı. Dört gün daha 35 gr/gün İVİG devam edilmesine rağmen progresyon devam etti. Hastalığın 8. gününde bilinci kapandı, ağrılı
uyarana cevapsız hale geldi. Pupilleri fiks dilate, direkt-indirekt ışık refleksi yoktu. Kornea refleksi, siliospinal ve okülosefalik refleksler
alınmadı. Beyin ölümü nörolojik muayene bulguları ile uyumlu olması nedeni apne testi yapılması planlandı. Hastalığın 9. gününde
yapılan elektrofizyolojik incelemede motor ve duyusal incelenen tüm sinirler ineksitabıldı. İğne EMG’sinde motor ünite ve denervasyon
faaliyeti yoktu. İntrakraniyel patolojileri ekarte etmek için yapılan kraniyel manyetik rezonans görüntüleme ve elektroensefalografisi
normaldi. On beş gün sonra tekrarlanan elektrofizyolojik incelemede bir öncekinden farklı olarak yaygın denervasyon faaliyetinin
eklendiği görüldü ve GBS’nin akut motor ve duyusal akson nöropati (AMSAN) formu olduğu düşünüldü. Hastalığın 36. gününde
hiçbir düzelme gözlenmeyen hastaya gün aşırı dört seans 50 cc/kg/seans plazmaferez uygulandı. Hastalığın 50. gününde orbikülaris
oküli kasında minimal hareket başlayan hastaya bir hafta sonra yapılan elektrofizyolojik incelemede, önceki incelemelerden farklı
olarak orbikülaris oküli ve trapezius kaslarında reinnervasyon faaliyeti gözlendi. Klinik izlemde düzelme devam etti ve hastalığın 112.
gününde göz hareketleri her yöne tamdı, nazone kısa cümleler kurabiliyor, oral alabiliyordu. Boyun fleksiyonu 2/5, üst ekstremite
proksimali -4/5, distali 2/5, alt ekstremite proksimali 3/5, distal 2/5 idi. Klinik ve elektrofizyolojik bulgular AMSAN değil de, tablonun
distal aksonal hasara veya distal tam iletim bloğu ve sekonder akson hasarına bağlı olduğunu düşündürdü. Trakeostomi ve ev tipi
ventilatörle izlenen hasta halen fizyoterapi alıyor. Klinik olarak beyin ölümü bulguları olan bir hastada, tanı için apne testi gibi nöronal
hasara yol açabilecek bir uygulamadan önce, GBS ile ayırıcı tanı yapmak hayati önemlidir.
P-36
GEÇİCİ İLETİM BLOKLU AKUT MOTOR AKSONAL NÖROPATİ; BİR OLGU
Mehlika Panpallı Ateş, Tülin Aktürk, H.Hayat Güven, Selim Selçuk Çomoğlu
Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, Ankara
Guillain-Barre sendromu (GBS)’nun klinik, elektrofizyolojik ve patolojik bulgularına göre ayrılan varyant formları tanımlanmıştır. Akut
motor aksonal nöropati (AMAN) nadir görülen, özellikle de elektrofizyolojik yönüyle farklılık gösteren bir tipidir. Bu formun karakteristik
özelliklerinin başında elektrofizyolojik amplitüd düşüklüğü veya aksonal dejenerasyon gösteren Bileşik Kas Aksiyon Potansiyeli
(BKAP)’ın elde edilememesi gelir. Öte yandan, AMAN’ın erken evresinde motor iletim bloklarının görülebildiği bildirilmiştir. İletim
blokları (İB) segmentaldemiyelinizasyonun göstergesi olmakla birlikte, her zaman demiyelinizasyona işaret etmeyebilir. Biz burada
AMAN düşünülen hastada seri elektrofizyolojik incelemeler ‘’fonksiyonel iletim bloklarını’’ saptadık. 44 yaşında, erkek hasta, yaklaşık
72
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
3-4 gün süren diare öyküsünden bir hafta sonra başlayan sol elinde güçsüzlük fark etmiş. 1 gün sonra sağ elinde ve her iki ayağında
güçsüzlük yakınması eklenmiş. Hastanın nörolojik muayenesinde bilateral üst ekstremite el bilek ve parmak ekstansiyonu, el bilek
flexionu ve parmak abduksiyonu, bilateral alt ekstremite plantar flexion ve dorsiflexion 4/5 kas gücündeydi. Hastanın derin tendon
refleksleri üst ve alt ekstremitelerde normoaktifti. Akut başlangıçlı kuvvet kaybı ile başvuran hastalarda, DTR’lerin korunmuş olması
AMAN tanısı için bir ipucu olarak kabul edilebilir. Aksonal dejenerasyonu işaret eden elektrofizyolojik bulguların yanı sıra, İB’larının
bulunması AMAN tanısını dışlayıcı bir özellik olarak düşünülmemelidir ve hızlı düzelmenin bir göstergesi olabileceği akılda tutulmalıdır.
P-37
Hızlı Gelişen Klinik ve Elektrofizyolojik Bulgularla Prezente Olan
Bir Amsan Olgusu
Nilüfer Erdoğmuş İnce, Muhteşem Gedizlioğlu, Zafer Ekinci, Can Ahmet Kulan
Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, İZMİR
GİRİŞ: Guillain Barre Sendromu (GBS) akut gelişen inflamatuvar bir poliradikülonöropati olup, klasik formu olan akut inflamatuvar
demyelinizan polinöropati (AIDP) dışında aksonal formları da vardır. Akut motor aksonal nöropati (AMAN) ve akut motor-duyusal
aksonal nöropati (AMSAN) bu aksonal varyantlardır. AMSAN varyantı akut başlangıçlı distal güçsüzlük, DTR kaybı ve duyusal
semptomlar ile karakterizedir. Elektrofizyolojik çalışmalarda sinir iletim hızlarında hafif bir yavaşlama ile birlikte birleşik sinir aksiyon
potansiyelleri ve duyusal sinir aksiyon potansiyelleri amplitüdlerinde küçülme izlenmektedir.
OLGU: 78 yaşında kadın hasta ani gelişen yürüme güçlüğü ve ayaklarda karıncalanma, ağrı şikayeti ile başvurdu. Özgeçmişinde bir
ay önce ağır bir gribal enfeksiyon öyküsü vardı. Nörolojik muayenesinde alt ekstremitelerde daha belirgin quadriparezi mevcuttu ve
DTR ler alınamıyordu. EMG si AMSAN olarak değerlendirildi. Hastaya 2gr/kg total dozunda IVIg tedavisi verildi.
SONUÇ: Elektrofizyolojik çalışmalar GBS nun erken tanısında ve prognozun tahmin edilmesinde önemli bir rol oynamaktadır.
P-38
Anksiyete Belirtileri İle Başvuran ve Bu Nedenle Tanısı Geciktirilen Guillain Barre
Sendromu Vakası
Nergiz Agayeva1, Hayyam Eyvazov2
1
2
Medistyle Hospital, Nöroloji Servisi, Bakü
Medistyle Hospital, Dahiliye Servisi, Bakü
GİRİŞ: Guillain Barre sendromu periferik sinir sisteminde demiyelinizasyon ve aksonal kayıpla giden otoimmun bir hastalıktır.
En önemli klinik bulguları simetrik progresiv flask paralizi, arefleksi, ataksi, disatonomi, solunum yetmezliği, bulber bozukluk ve
başkalarıdır. Tanısal laboratuvar bulguları BOS ta proteinin yükselmesi ve elektromiyoqrafik bulgulardır. Ek olarak hastada anksiyete,
depresion, psikoz, umutsuzluk gibi psikiyatrık semptomlar görüle bilir . Biz de anksiyete belirtileri, dilde uyuşma ve psikiyatrik
şikayetlerle başvuran, on gün konversiyon bozukluğu tanısı ile izlenen vakamızı sunuyoruz.
VAKA: 29 yaşında bayan hasta dilde uyuşma şikayeti ile psikiyatriste başvurmuş. Hastada anksiyete bozukluğu düşünülerek
essitaloptam 10 mg/gün başlanmış. Takibinde yeni gelişen ayak uçlarında ve el parmaklarında uyuşma, ilerleyen güçsüzlüğü ile
birlikte anksiyetesi de artan hasta tekrar hekimine bas vurunca ‘’konversiyon bozukluğu” belirtilerinin de eklendigi düşünülerek
tedavisine devam edilmesi önerilmis. Eklemlerde ağrisının şiddetlenmesi nedeniyle römatizmal hastalıkların da ekarte edilmesi amacı
ile merkezimizin dahiliye hekimine basvuran hasta tekrar gözden geçirilmesi için tarafımıza yönlendirildi. Başvuruda şiddetli agri
nedeniyle ekstremitelerine dokundurmayan hastada flask paralzi oldugu, derin tendon reflekslerinin alinamadigi ve ayni zamanda sol
tarafli periferik fasyal paralizi belirtileri görüldü. BOS incelendi, protein yuksekligi (342 mg/dl) saptandi. EMG-sinir iletim çalışmalarında
de motor sinir latanslarında belirgın gecikme, iletim hızlarında ve motor BKAP’larda düşüş görüldü. Sural cavap alınmasına rağmen
üst ekstremitelerde duyu sinirlerinda yanıt alınamadı. Hastaya klinik ve laboratuvar bulguları ile Guillain Barre Sendromu tanısı ile 0.4
mg kg/ gün dozunda 5 gün İVİG başlandı. Giderek şikayeti düzelen hasta 2 hafta sonra destekle, 2 ay sonra ise desteksiz yürümeye
başladı. Takibinde hastanin sikayetleri tam olarak düzeldi.
SONUÇ: Gulliyan Barre sendorumu akut baslayan ve progressiv bir hastalıktır. Psikiyatrik belirtiler hastalığın farklı dönemlerinde
olabilir. Bizim vakada oldugu gibi bu belirtilerin hastalığın baslanğıcında ve daha ön planda olması tanıda ve tedavide gecikmeye
neden olabilir . Bunun tedavi edilebilir bir hastalik icin çok önemli olduğunu düşünerek vakamızın tüm elektrofizyolojik bulgularını
sunmakla birlikte ayırıcı tanıyı ve bu konuda olan literatürü tekrar gözden geçirmeyi planladık.
73
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
P-39
Guillain-Barre Sendromu: Klinik, Tedavi ve Prognoz İlişkisi
Songül Şenadım, Betül Tekin Güveli, Metin Dedeidaryan, Cengiz Dayan, Dilek Ataklı, Aysun Soysal
Bakırköy Prof. Dr Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, Nöroloji, İstanbul
GİRİŞ: Guillain-Barre Sendromu (GBS), periferik sinirleri etkileyen, otoimmün kökenli, asendan, akut inflamatuar poliradikülopatidir.
Ani başlangıçlı, progresif seyirlidir. GBS’nin prognozunu etkileyebilen faktörlerin bilinmesi tedavi ve izlemde önemli rol oynayabilir.
Bu çalışmada GBS tanısı alan hastaların klinik, laboratuvar ve elektrofizyolojik özellikleri ile prognoz ilişkisinin değerlendirilmesi
amaçlanmıştır.
METOD: Çalışmaya 86 GBS hastası alındı. Hastaların demografik ve klinik özellikleri, başvurduğu mevsim, beyin omurilik sıvısı
incelemeleri, uygulanan tedavi ve mekanik ventilasyon ihtiyacı kaydedildi. Klinik olarak akut inflamatuar demyelinizan polinöropati
(AIDP), akut motor aksonal nöropati (AMAN), akut motor ve duyusal aksonal nöropati (AMSAN) ve Miller Fisher Sendromu (MFS)
olarak sınıflandırıldı.
BULGULAR: Seksen altı hastanın 53’ü erkek, 33’ü kadın, yaş ortalamaları 48,8±16,4 yıldı. Hastaların %32,6’sı kış, %26,7’si ilkbahar,
%20,9’u sonbahar, %19,8’si yaz mevsiminde başvurmuştu. Klinik ve elektrofizyolojik verilerine göre %67,4’ü (n=58) AIDP, %20,9’u
(n=18) AMAN, %9,3’ü (n=8) AMSAN ve %2,5’i MFS (n=2) olarak değerlendirildi. Son 1 ayda %29’unda (n=25) üst solunum yolu
enfeksiyonu, %26,7’sinde (n=23) gastroenterit, %2,3’ünde (n=2) operasyon, %1,2’sinde (n=1) aşılanma öyküsü mevcuttu. Başvuru
sırasında %97,7’sinde (n=84) kol ve bacaklarda kuvvetsizlik, %44,2’sinde (n=38) duysal yakınmalar, %32,6’sında (n=28) kraniyal
sinir tutulum, %3,5’inde (n=3) ataksi mevcuttu. Lomber ponksiyon yapılan 52 hastada albuminositolojik disosiyasyon bulundu. Üç
hasta takibi sırasında kaybedildi. Tedavi olarak %88,4’üne (n=76) IVIG verildi, %1,2’sine (n=1) plazmaferez uygulandı. Hastaların
%15,1’inde solunum sıkıntısı gözlendi, %10,5’i (n=9) mekanik ventilasyon ihtiyacı duyacak düzeydeydi. Solunum sıkıntısının kadın
hastalarda daha sık olduğu ve bu farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu görüldü. Ayrıca klinik olarak bulber tutulumu olan hastalarda
daha sık mekanik ventilasyon ihtiyacı geliştiği ve bu farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu tespit edildi. Prognoz ile başvurduğu
mevsim, yaş, cinsiyet, GBS alt grubu ve tedavi açısından ilişki tespit edilmedi.
SONUÇ: Klinik özellikler ve cinsiyet GBS’de mekanik ventilasyon ihtiyacı ve prognoz açısından belirleyici olabilir.
P-40
Ümraniye Eğitim Araştırma Hastanesi Nöroloji Kliniği’nde İzlenen İnflamatuvar
Polinöropati Hastalarının Gözden Geçirilmesi
Tuğrul Doğan, Ayşe Destina Yalçın, Makbule Deniz Borucu, Ahmet Demir, Deniz Polisci
Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, İstanbul
Guillain-Barre Sendromu (GBS), simetrik kuvvetsizlik, refleks kaybı, duysal şikayetler, hücre sayısı artmaksızın BOS protein artışı ve
immün aracılı periferal sinir miyelin kılıf hasarı ile karakterize akut polinöropatidir. Rapor edilen ölüm oranı %2-5 arasında olmak ile
birlikte hastaların %25’i solunumsal ve bulbar kasların tutulumuna bağlı olarak mekanik ventilatöre ihtiyaç duymaktadır. Klinik bulgular,
lumbal ponksiyon ve/veya elektrotanısal testler ile desteklenerek GBS tanısı konur. Akut inflamatuar demiyelinizan polinöropati
(AIDP), Guillain Barre sendromunun klasik formu olmakla birlikte, tutulan sinire (motor, duysal, duysal ve motor, kraniyal, otonomik)
ve sinir lifinde hasarın tipine (demiyelinizan, aksonal) göre AMAN (Akut motor aksonal nöropati), AMSAN (Akut motor - duysal
aksonal nöropati ), Miller Fisher sendromu gibi farklı formları vardır. GBS’dan şüphenilen hastaların yönetiminde ilk adım solunum
fonksiyonunun değerlendirilmesi ve hava yolunun korunmasıdır. GBS tedavisinde intravenöz immunglobülin (IVIG) ve plazmaferez
kullanılmaktadır. Kronik inflamatuvar demiyelinizan polinoropatide (CIDP), GBS’de olduğu gibi otoimmun mekanizma ile gelişen ve
periferik sinirlerde multifokal demiyelinizasyonla seyreden bir hastalıktır. Prevalansı 100.000’de 3-4 arasındadır ve her iki cinste eşit
oranda görülür. Genel olarak, ekstremitelerin distal ve proksimallerini oldukça simetrik şekilde tutan kas kuvvetsizliği söz konusudur.
GBS’den farklı olarak, kas kuvvetsizliği aylar içerisinde yavaş ve düzenli, basamaklı ya da remisyon ve alevlenmelerle giden bir
progresyon gösterir. GBS olgularının hemen tümü hastalık başlangıcından sonraki ilk ay içinde progresyonunu tamamladığı halde,
CIDP tanısı için 2 aydan daha uzun bir progresyon öyküsüne gereksinim vardır. Amacımız, kliniğimizde Haziran 2012-Şubat 2015
döneminde takip ettiğimiz 23 inflamatuvar polinöropati olgusunu, demografik özellikleri, klinik ve elektrofizyolojik bulguları, tedavi
yanıtı açısından incelemektir. Hastaların dosya kayıtları retrospektif olarak gözden geçirildi; 8 hasta AIDP, 7 hasta CIDP, 3 hasta
AMAN, 2 hasta Miller Fisher sendromu, 1 hasta AMSAN, 1 hasta fasiyal dipleji varyantı ve 1 hasta da saf duyusal formu olarak
sınıflandırıldı. Akut inflamatuvar polinöropati tanısı alan 16 hastanın 10\’u erkek, 6\’sı kadın ve yaş ortalaması 48.18; CIDP tanısıyla
takip edilen 7 hastanın ise 4\’ü erkek, 3\’ü kadın ve yaş ortalaması 58 bulundu. Akut inflamatuvar polinöropati tanısı alan 16 hastanın
12\’si IVIG tedavisi alırken, 1\’i IVIG ve pulse steroid tedavisine rağmen progrese olduğu için plazmaferez tedavisi aldı. CIDP tanısı
alan hastalara pulse steroid tedavisi başlandı, steroid tedavisi sonrası yeterli klinik düzelme gözlenmeyince IVIG tedavisine geçildi.
74
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
P-41
Bir Kronik İnflamatuar Demyelinizan Poliradikulonöropati Vakasının Klinik Seyri ve
Elektrofizyolojik Özellikleri
Şadiye Gümüşyayla1, Gönül Vural1, Hesna Bektaş2, Orhan Deniz1
1
2
Yıldırm Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara
Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, Ankara
Kronik inflamatuar demyelinizan poliradikulonöropati (KIDP), periferik sinirlerin spinal kök, pleksus ve sinir gövdelerinin miyelin
kısmını multifokal olarak tutan otoimmun bir hastalıktır. Genelde üst ve alt ekstremitelerde güçsüzlük ve uyuşma ile seyreder. KIDP
klinik tablonun gelişimi iki aydan uzun süreli ilerleme gösteriyor ise akla gelmelidir. Tedavi edilebilir periferik nöropati nedenlerinden
biri olduğu için tanıda dikkatli olmalıdır. KIDP tedavisinde kortikosteroid, intravenöz immunglobulin (IVIG) ve immunsupresif ilaçlar
kullanılır.
OLGU: 27 yaşında kadın hasta 3 gündür olan kol ve bacaklarda güçsüzlük ve uyuşma şikayeti ile kliniğimize başvurdu. 10 yıl önce 3
aydır olan kol ve bacaklarda güçsüzlük, uyuşma nedeni ile başvurusunda hikaye, klinik bulgu, elektronöromyografi (ENMG) ve beyin
omurilik sıvısı(BOS) bulguları ışığında KIDP tanısı almıştı. Zaman içerisinde şikayetlerinin tekrar ettiği ardından düzeldiği pek çok
atak yaşamıştı. Bugüne dek steroid, azotioprin, siklofosfamid, plazmaferez tedavileri denenmişti.
SONUÇ: Son olarak 3 haftada bir uygulanan IVIG kürleri almaktaydı. Biz uzun yıllardır, KIDP nedeni ile takipli olan bu vakayı, bir KIDP
vakası zaman içerisinde nasıl seyreder ve elektrofizyolojik özellikleri zaman içerisinde nasıl değişir göstermek açısından sunmak
istedik.
P-42
Küçük Hücreli Akciğer Kanserine Bağlı Paraneoplastik Striatal Ensefalit ve Ön Boynuz
Motor Nöron Tutulumu
Berkan Kaplan, Çağrı Mesut Temuçin, Gökçem Yıldız, Ersin Tan, Neşe Dericioglu
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji ABD., Ankara
AMAÇ: Küçük hücreli akciğer kanseri (KHAK) santral ve/veya periferik sinir sisteminde, paraneoplastik otoimmün mekanizmalarla,
çeşitli bulgulara neden olabilmektedir. KHAK ile ilişkili bazı farklı otoantikorlar sıklıkla limbik ensefalit veya duyusal/motor nöropati
tablosuyla karşımıza çıkmaktadır. Bu bildiride oldukça ender görülen striatal ensefalit ve ön boynuz ve/veya kök tutulumuyla başvuran
bir hasta sunulacaktır.
OLGU: Bir yıldır sol bacakta aksak yürüme şikayeti olan 55 yaşında kadın hasta, son 1 ay içerisinde her iki alt ve sol üst ekstremitesinde
ilerleyici kuvvet kaybı nedeniyle nöroloji servisine yatırıldı. Çekilen kraniyal MRG\’sinde bilateral striatal T2 ve FLAIR hiperintens,
kontrast tutulumu göstermeyen lezyonlar saptandı. EMG’de ise servikal ve lomber segmentlerde ön boynuz ve/veya kök tutuluşunu
destekleyen bulgular izlendi. Ön tanıda ağırlıklı olarak paraneoplastik süreçlerin düşünülmesi üzerine yapılan tetkiklerinde sol akciğer
apeksinde tümöral oluşum saptandı ve anti-CV2 (CRMP-5) antikor pozitifliği saptandı. Biyopsi sonucu KHAK ile uyumlu olarak
değerlendirildi. Onkoloji bölümüne devredilmeden önce hastaya otoimmün süreç açısından 1000 mg/gün dozunda 5 gün pulse
steroid tedavisi verildi. Kraniyal MRG takibi yapılan hastanın radyolojik olarak striatal ensefalit bulgularında gerileme olmakla beraber
motor bulgularında düzelme gözlenmedi.
YORUM: Akciğer, böbrek, meme kanseri ve lenfoma gibi çeşitli kanser türlerinde paraneoplastik santral ve/veya periferik sinir sistemi
tutulumları giderek daha fazla tanınmaktadır. Altta yatan malign sürece yönelik tedaviler dışında, otoimmün aracılı sinir sistemi
hasarına yönelik pulse steroid, intravenöz immünglobulin yada plazmaferez tedavilerinin ne derece etkili oldukları halen çok iyi
bilinmemektedir. Bu konuda yapılacak çok merkezli prospektif çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
P-43
Amyotrofik Lateral Skleroz (ALS) Olgularında Klinik Yayılımın Elektrofizyolojik
Olarak Değerlendirilmesi
Ayçin Yıldız Tabakoğlu, Ayşen Süzen Ekinci, Şeyma Çiftçi, Zafer Çolakoğlu
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İzmir
GİRİŞ: Amyotrofik Lateral Skleroz (ALS) klinik bir tanıdır. ALS diğer dejeneratif hastalıklar gibi belirli bölgelerden başlayıp yayılır.
Bu duruma spreading (yayılma) teorisi denir. Bu durum hastaların öykü ve elektrofizyolojik bulgularıyla anlaşılabilir. Bu çalışma
ALS’un başlangıcının birkaç spinal segmentte olup olmadığını ve hastalığın bu noktalardan yayılıp yayılmadığını anlamak amacıyla
yapılmıştır.
75
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
MATERYAL–METOD: Kliniğimizde 2006-2014 yılları arasında ALS tanısı alan hastaların hastane kayıtları retrospektif olarak
incelendi. Hastaların demografik verileri, hastalığın başlangıç bölgesi sorgulandı. Hastaya uygulanan ilk EMG incelemesine ait iğne
EMG bulguları sınıflandırıldı ve değerlendirildi. Öyküde belirtilen klinik başlangıç bölgesiyle elektrofizyolojik bulguların uyumluluğu
araştırıldı.
BULGULAR: Bu çalışmaya 163 hasta dahil edildi. Bu olguların 103 ü erkek (%63), 60 ı (%36) kadın hastaydı. Yaş aralığı 27-77
arasında değişmekteydi. Hastalığın klinik başlangıcı, 59 hastada (%36) üst ekstremite, 67 hastada (%41) alt ekstremite, 37 hastada
(%22) bulber etkilenim şeklindeydi. Spinal tutuluş ile başlayan olgularda ağırlıklı olarak C8 ve L4 segmentlerinden hastalığın başladığı
ve yayıldığı görüldü.
SONUÇ: Spinal başlangıçlı ALS olgularında hastalık belirli medulla segmentlerinden başlar ve yayılır.
P-44
Akciğer Kanseri Olan Olguda Ağrılı Polinöropati ve Miyasteniya Gravis
Murat Gültekin1, Recep Baydemir2
1
2
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Kayseri
Nevşehir Devlet Hastanesi, Nörolji Servisi, Nevşehir
Paraneoplastik nörolojik sendrom (PNS), kanserli hastalarda ortaya çıkan, primer tümörün doğrudan ve lokal etkileriyle oluşmayan
ayrıca metastaz, infeksiyon ve kanser tedavisinin yan etkileri ile açıklanamayan otoimmün mekanizmalarla oluştuğu kabul edilen bir
nörolojik tablodur. Akciğer kanseri (AC Ca) sırasında hastaların %3-15 de PNS meydana gelmektedir. Tüm kanser olgularında, PNS
görülme sıklığı farklı çalışmalarda 1/1000 ile 1/10000 arasında değişen değerler bildirilmiştir. Ac CA ile Miyastenia Gravis görülmesi
nadirdir ancak mümkündür.
OLGU: 68 yaşında erkek hasta bacaklarda ağrı, uyuşukluk ve yanma nedeniyle başvurdu. 11 yıl önce AC Ca tanısı ile opere olmuş.
Operasyondan dört yıl sonra ayaklardaki şikayeti başlamış. Üç yıl önce ise çift görme şikayeti olmuş ve yapılan tetkikler sonucu
Miyastenia Gravis tanısı konarak imuran tedavisi başlanmış. Tedaviden belirgin fayda görmüş ve çift görmesi düzelmiş. Hastanın
yapılan muayenesinde bilateral alt ekstremitede dizden aşağı kısımda parestezi ve DTR’ler altta hipoaktif saptandı. EMG de
polinöropati bulguları saptandı. Hastaya gabapentin tedavisi başlandı. Tedaviden kısmen fayda gördü.
TARTIŞMA: AC ca’lı olgularda görülen nöropati; sıklıkla tedavi yan etkileri, metabolik bozukluklar, metastaz veya tümör hücrelerinin
doğrudan invazyonu gibi sebeplerle ortaya çıkarlar. Bizim olgumuzda AC ca düzenli takibi yapılmakta olup herhangi bir rekkürrens
saptanmamıştır. Bununla beraber diğer sekonder sebeplerde elimine edilmiştir. PNS’ler nadir olarak ortaya çıkmakla birlikte, olguların
çoğunda, kanser tanısından önce ve genellikle kanser çok küçük ve tedavi edilebilir durumdayken gelişmeleri önemlidir. Olgumuz
özellikle kanserli vakaların uzun dönem takibinde de PNS’yi göz önünde bulundurmak gerektiğini ortaya koymaktadır.
P-45
Seronegatif Bir MG Olgusunda Fasyal Dekrement Yanıt
Dilcan Kotan1, Murat Alemdar2, Zeliha Matur3
Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, SAKARYA
SB Sakarya Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, SAKARYA
3
Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
GİRİŞ: Miyastenia gravis (MG), postsinaptik membrandaki nikotinik asetil kolin reseptörlerine karşı gelişen antikor aracılı otoimmun
bir hastalıktır. Jeneralize MG’ li hastaların %95’ lik kısmından anti-AChR, anti-Musk antikorları pozitiftir. Ancak olguların bir kısmının
hala seronegatif olduğu bilinmektedir.
OLGU: 49 yaşındaki kadın hasta, son iki yıldan beri aşırı halsizlik, yorgunluk, ara ara olan ve kendiliğinden düzelen konuşma ve
yutma güçlüğü şikayetleri ile kliniğimize başvurdu. Nörolojik muayenesinde; solda daha belirgin bilateral pupil seviyesi pitoz, her iki
orbikülaris oküli zayıf, boyun fleksiyonu 4/5, dil gücü zayıf idi. Pridostigmin bromür tablet 120 mg ile yapılan testte 60. dakikada pitoz
ve dil gücünde belirgin düzelme izlendi. Rutin labaratuvar tetkikleri, CK, tiroid fonksiyon testleri, B12 vitamin düzeyi, folat düzeyi ve
serolojik tetkikleri normal sınırlarda idi. Kranyal MRI, MR anjiyografi ve toraks BT normaldi. Antiasetilkolin reseptör ve anti-Musk
reseptör antikoru negatif idi. Ulnar repetetif ve tek lif EMG normaldi. Seronegatif Myastenia Gravis ile takibinde sekiz ay sonra
antikor düzeyleri tekrarlandı ve yine negatif geldi. Bulber bulguları hakim olgumuz, aylık intravenöz immünglobulin kortikosteroid ve
antikolinesteraz tedavisiyle takibe alındı. Aylar içinde çok yavaş gelişen yanak ve frontal bölgelerde çok belirgin atrofileri görüldü.
Fasyal sinir repeptetif EMG’ sinde belirgin dekremental yanıt izlendi.
TARTIŞMA: Miyasteni, bulber bulguların varlığı durumunda pekçok hastalık ile karışabilir. Anti-musk pozitif olgularda bulber bulgular
daha belirgin olup dil ve yüzde atrofinin görülebilir. Klinik bulgular uyumlu olsada, sekiz ay arayla tekrarlanan anti-musk antikor
sonuçları olgumuzda negatif idi. Ancak, serolojik olarak şimdilik aydınlatılamamış farklı antikorlarlada ilgili olabilir. Burada sunulan
serolojik olarak negatif kalan olguyla, elektrofizyolojik bulguların tanıda önemi ve repetetif uyarının bulguların yerleşimine göre
yapılması gerekliliği vurgulanmıştır.
76
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
P-46
Nüks Timoma Seyrinde Ortaya Çıkan Miyastenia Gravis
Hatice Kurucu, Ayşegül Gündüz1, Nurten Uzun, Melih Tütüncü, Melis Sohtaoğlu, Feray Karaali-Savrun
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
GİRİŞ: Miyastenia Gravis (MG) ve timus patolojilerinin birlikteliği oldukça sıktır. Timik patolojiler, çoğunlukla timik hiperplazi ve
olguların %10-15’inde de timik epitelyal hücrelerden köken alan timomalardır. Preoperatif dönemde MG bulguları olmadan timektomi
sonrası geç dönemde MG bulgularının gözlenmesi oldukça nadirdir. Burada, timektomiden yaklaşık 6 yıl sonra ortaya çıkan MG
bulguları ile başvuran bir hasta sunulacak ve bu bağlamda etiyolojide rol oynayabilecek faktörler tartışılacaktır.
OLGU: On dokuz yaşında erkek hasta, 10 gün içinde basamaklı şekilde yerleşen yutma güçlüğü, konuşma bozukluğu ve sağ göz
kapağında düşme ile başvurdu. Özgeçmişinde 6 yıl önce öksürük sonrası saptanan ön mediasten kitlesi nedeniyle laparoskopik olarak
opere edildiği ve patolojik tanının timoma olduğu öğrenildi. Nörolojik muayenede, öğürme refleksinin olmadığı, sağ göz kapağında
semipitoz ve konuşmanın hafif nazone olduğu, tüm bulguların yorulmakla arttığı saptandı. Nöromusküler bileşke hastalıkları
açısından yapılan elektrofizyolojik inceleme postsinaptik tipte bozukluk ile uyumlu bulundu. Etiyolojik ayırıcı tanı amacıyla önce toraks
tomografisi yapıldı, normal saptanması üzerine yapılan PET incelemesinde ise sağ 10. kosta seviyesinde primer tümör metastazı
lehine plevral kalınlaşma ve FDG tutulumu saptandı. Piridostigmine rağmen klinik progresyon izlenen hastaya 5 gün boyunca 0,4
mg/kg/gün dozunda intravenöz immunglobülin uygulandı. Klinik stabilizasyonu takiben 3 kür neoadjuvan kemoterapi ve takiben total
plevral rezeksiyon ve tümör eksizyonu yapıldı. Postoperatif dönemde şikayetleri kontrol altındadır.
YORUM: Hastamızdaki nüks, yakın bölge nüksü olarak değerlendirilmiş ve laparoskopik cerrahi sırasında hücre ekilmesi ile ilişkili
olabileceği düşünülmüştür. Olgumuzda nüks ile birlikte olmasına karşın MG bulgularının timektomi sonrası ortaya çıkma olasılığı
%1’in altındadır ve her zaman nüks ile birlikte olmayabilir. Bu olgu, timektomiden yıllar sonra dahi hem MG hem nüks gelişebileceğini
göstermekte ve klinik kontrollerin uzun süre devam ettirilmesi gerekliğine dikkat çekmektedir.
P-47
Lambert Eaton Miyastenik Sendrom Olgusu
Selahattin Ayas, Emine Mestan, Mustafa Çetiner, Sibel Canbaz Kabay
Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Kütahya
Lambert Eaton miyastenik sendrom (LEMS), ön planda proksimal alt ekstremite kaslarında güçsüzlük, derin tendon reflekslerinde
azalma, ağız kuruluğu başta olmak üzere otonomik disfonsiyon ile karakterize tümörle ilişkili (paraneoplastik) olabildiği gibi tümör
olmadan da ortaya çıkabilen, motor ve otonomik sinir terminallerindeki voltaja bağımlı kalsiyum kanallarının hedef alındığı otoimmun
kökenli bir hastalıktır. İnsidansı milyonda 0,48 dir. 82 yaşında erkek hasta 4 aydır olan yavaş yavaş progrese olan merdiven çıkmada,
oturduğu yerden kalkmada ve yürümede güçlük şikayetleri ile polikliniğimize başvurdu . Hastanın 2 aydır ara ara çift görme şikayeti
olup 1,5 aydır nazone konuşması ve yutmada güçlük şikayeti mevcutmuş. Özgeçmişinde hipertansiyon öyküsü olan hastanın yapılan
nörolojik muayenesinde gag refleksi alınamadı, nazone konuşması mevcuttu, alt ekstremite proksimallerinde kas gücü 3/5 olup
distallerde 4/5 idi, derin tendon refleksleri hipoaktif bulundu. Hastanın bakılan tam kan ve biyokimyasal tetkiklerinde (B12, CK, Tiroit
fonksiyon testleri dahil) patoloji olmayıp bakılan beyin ve servikal MRG de periventriküler iskemik gliotik değişiklikler, serebral atrofi
dışında patoloji saptanmadı. Hastanın bakılan EMG sinde repetetif sinir stimülasyonunda 3-5 Hz de dekrement yanıt mevcutken,
20-50 Hz de inkrement yanıta rastlandı. LEMS tanısı klinik bulgular, semptomlar, elektrofizyolojik çalışmalar ve antikor testi baz
alınarak konur. LEMS tanısı için kullanılan elektrofizyolojik çalışma repetetif sinir stimülasyonudur. EMG de ilk bileşik kas aksiyon
potansiyelinin amplitüdü (BKAP) düşüktür ve düşük frekanslı stimülasyonlarda (2-5 Hz) daha da azalır (decrement). Yüksek frekanslı
stimulasyon (50 Hz) ve ya tercihen postegzersiz stimülasyonda BKAP amplitüdünde artış olması (increment) LEMS için spesifiktir.
LEMS en sık küçük hücreli akciğer karsinomu (KHAK) ile birlikte görülmekle birlikte (%60), prostat karsinomu, timoma gibi diğer
malignitelerle de görülebilir. Lambert Eaton Myastenik Sendrom tanısı konan hastada maligniteye yönelik bakılan Ca markerlarında,
abdomen-Tiroid usg de, kontrastlı abdomen ve toraks BT de, alt-üst gis endoskopide patoloji rastlanmadı. Hastanın yapılan PET-CT
de bilateral akciğer hiler bölgede malignite ile uyumlu alanlar olup hasta göğüs hastalıklarına konsulte edildi. 3,4 DAP (diaminopiridin)
başlanan hastanın bronkoskopisi yapılıp, VGCC antikorları gönderildi. LEMS tedavisinde 3,4 DAP, antikolinesterazlar, prednizolon,
immünsüpresif tedavi, İVİG ve plazmaferez gibi tedavi seçenekleri mevcuttur. Olgumuz LEMS in nadir görülmesi ve büyük ölçüde
malignitenin eşlik etmesi nedeniyle ayırıcı tanıda mutlaka düşünülmesi amacıyla sunulmuştur.
77
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
P-48
Ekstremite-Kavşak (Limb-Girdle) Tipi Miyasteni Gravis: İki Olgu
Leyla Baysal Kıraç, Elif Kocasoy Orhan, Nermin Görkem Şirin, Murat Mert Atmaca, Halil Atilla İdrisoğlu,Mehmet Barış Baslo
İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji-Klinik Nörofizyoloji Anabilim Dalı, İstanbul
AMAÇ: Ekstremite-kavşak (limb-girdle) tipi Miyasteni Gravis (MG) klinik olarak proksimal ekstremite kaslarında güçsüzlüğün ön
planda olması ve fasyal, oküler ya da bulber güçsüzlüğün olmaması ya da çok hafif düzeyde olması ile karakterizedir. Bu bildiride
miyopati ön tanısıyla EMG laboratuvarına yönlendirilen ancak incelemelerinde ekstremite-kavşak tipi MG tanısı alan iki olgunun klinik
ve elektrofizyolojik özellikleri tartışılacaktır.
OLGU 1: Otuz altı yaşında kadın hasta 3 yıl önce gribal enfeksiyon sonrasında başlayan merdiven çıkma güçlüğü, zaman zaman
düşme yakınmasıyla başvurdu. Ailesinde benzer öykü yoktu. Nörolojik muayenede m. iliopsoas ve m. triceps kas gücü iki yanlı 4/5
olarak değerlendirildi. Kranyal sinir muayenesi ve derin tendon refleksleri normaldi. EMG’de sinir iletim çalışmaları normal bulundu.
Ardışık sinir uyarımı testinde 3 Hz. frekansla ulnar ve tibial sinirlerde % 40’lara ulaşan dekrement izlendi. Post-egzersiz olarak
dekrementin düzeldiği ve egzersiz sonrası 1. ve 2. dakikalarda tekrar belirgin derecede dekrement geliştiği izlendi. İğne EMG’de
incelenen kaslarda patolojik spontan faaliyetin eşlik etmediği kısa süreli ve polifazik motor ünite potansiyelleri dikkati çekti. Sağ
m. ekstensör digitorum komunisin istemli kasısı sırasında kaydedilen 5 tek-lif potansiyel çiftinin 3’ünün bireysel ve ortalama jitter
değerleri yüksekti. Hastanın asetil-kolin reseptör antikor düzeyi yüksek olarak saptandı.
OLGU 2: Yirmi altı yaşında kadın hasta, 4 aydır bacaklarda belirgin güçsüzlük ve çiğnerken yorulma yakınmasıyla başvurdu.
Yakınmalarında fluktuasyon tarif etmiyordu. Ailesinde benzer öykü yoktu. Nörolojik muayenesinde kas gücü omuz ve kalça kavşak
grubu kaslarda 4/5 olarak değerlendirildi, yormakla güçsüzlüğü artıyordu. Kranyal sinir muayenesi ve derin tendon refleksleri normaldi.
Serum kreatinin kinaz değeri normaldi. EMG’de sinir iletim çalışmaları normaldi. Ardışık sinir uyarımı testinde 3 Hz. frekansla sağ
ulnar, aksesuar ve fasyal sinirlerden sırasıyla % 16, % 25 ve % 34 oranında dekrement izlendi. Bu hastanın da asetil kolin reseptör
antikor düzeyi yüksekti.
SONUÇ: Ekstremite-kavşak tipi güçsüzlük nadiren miyastenik sendromlara eşlik edebilir. Miyopati ön tanılı hastalarda özellikle iğne
EMG’de patolojik spontan faaliyetin eşlik etmediği miyojen tutulum bulguları saptanması durumunda ayırıcı tanıda nöromüsküler
kavşak hastalıkları da akla gelmeli ve bu hastalıkların tanısına yönelik ileri incelemeler yapılmalıdır.
P-49
Nonambulatuvar Bir Olguda Ortaya Çıkan Polimiyozit
Dilcan Kotan1, Murat Alemdar2, Yeşim Güzey Aras2, Semra Alaçam Köksal1
1
2
Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Sakarya
Sb Sakarya Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, Sakarya
GİRİŞ: Polimiyozit, subakut gelişen sistemik inflamatuar bir kas hastalığıdır. Kadınlarda ve yaşamın dördüncü, beşinci dekadında
daha sık görülür. Tedavi edilmediğinde kaslarda atrofi gelişip hasta yatağa bağımlı hale gelebileceğinden bu hastalığın tanınması çok
önemlidir. Tanıda ve klinik takipte serum CK değeri anlamlıdır.
OLGU: 58 yaşındaki kadın hasta, sağ bacakta güç kaybı ve yürüyememe şikayetleri ile başvurdu. Özgeçmişinde on yıl önce mide
kanaması, üç yıl önce sol tarafından felç geçirdiği ve ev içinde tilt table desteğiyle yürüdüğü, birkaç gündür yürümede zorlandığı, bu
sabah birkaç adım attıktan sonra hiç yürüyemediği öğrenildi. Nörolojik muayenede sol hemiparezi sekel bulgularına ek olarak sağ
hemiparezi bulguları olması üzerine tekrarlayan inme olarak kliniğimize kabul edildi. Rutin tetkiklerinde CK değerinin çok yüksek olması
üzerine (14937; N: 30-200) muayenesi tekrarlanınca disfaji, boyun fleksiyonu 4/5, sağ üst ekstremite proksimalde 3/5, distalinde 5/5,
alt ekstremite proksimalinde 0-2/5, distalinde 5/5 kas gücü olduğu görüldü. EMG incelemesi miyojen tutuluş ile uyumlu idi. Sağ biseps
kasından elde edilen biyopsi materyalinin parafin kesit değerlendirilmesinde, endomizyal inflamatuar bulgular dikkati çekti. Polimiyozit
tanısı alan olgumuza, oral kortikosteroid 1 mg/kg/gün, metotreksat 15 mg/hafta başlandı. Kortikosteroidi GIS problemleri nedeniyle
tolere edemedi ve beş günlük 0.4 gr/gün IVIg tedavisi başlandı. IVIg tedavisinin son günüde dramatik bir düzelme dikkat çekiyordu.
Tedavinin onbeşinci günü CK değeri ve yutması normale döndü ve sağ kol ve bacak proksimal kas gücü 5/5 idi, tekrar tilt table ile
ambulasyona başlandı.
TARTIŞMA: Polimiyozit başlangıcı sinsidir, haftalar aylar içinde gelişir ve kliniği ilerleyicidir. Hastalar genellikle güçsüzlüğün başladığı
zamanı tam olarak tanımlayamaz. Bizim olgumuzda geçirilmiş felce bağlı ambulasyonu sınırlı olduğundan olayın oluşu ve gelişimini
tam ifade edememiş ve öncelikle inme rekürrensi düşünülmüş, CK yüksekliğinin farkedilmesi üzerine tanıya varılmıştır. Bu sunumda,
polimiyozit tanısında klinik bulgular yanısıra, labaratuvar ve elektrofizyolojik bulguların yol göstericiliğine dikkat çekilmek istenmiştir.
78
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
P-50
Fasikülasyonları Olan Okulofaringeal Distrofi Olgusu
Ahmet Demir, Ayşe Destina Yalçın, Makbule Deniz Borucu, Mustafa Men, Tuğrul Doğan
Ümraniye Eğitim Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, İstanbul
GİRİŞ: Okülofaringeal müsküler distrofi (OFMD) seyrek görülen bir miyopatidir ve ileri erişkin yaş hastalığıdır. Başlangıc yaşı 40 yaş
üzeri olarak bilinmektedir, ancak hastaların bir çoğunda belirtiler genellikle altıncı dekadda ortaya çıkar. Otozomal dominant (bazen
resesif) olarak kalıtılır. Hastalığa neden olan genetik defekt 14q11.2-q13 bölgesindeki nükleer poly (A) binding protein-1 (PABN-1;
PABP2) genindeki GCG tekrar artışıdır. En belirgin klinik özelliği iki yanlı ptoz ve disfajidir. Başlangıç belirtisi her ikisinden biri olabilir.
Ptoz başlangıçta asimetriktir ancak hastalık ilerledikçe simetrik hale gelirek gözlerinin tamamen kapanmasına yol açabilir. Göz
hareketleri genellikle kısıtlanmaz, kısıtlandığında da hafiftir ve genellikle yukarı bakışta ortaya çıkar. Göz hareketlerinin iyi korunmuş
olması OFMD’nin, ptozla giden bir başka hastalık grubu olan mitokondriyal hastalıklardan ayrılmasında en önemli özelliktir. Diplopi
genellikle gelişmez. Disfaji ilerleyicidir. Klinik tabloya özellikle alt ekstremitelerde proksimal kaslarda zaaf eklenir. CK hafif yüksektir.
EMG’de miyojen tutulum bulguları saptanır. Kas biyopsisinde kırmızı çerçeveli vakuoller görülür. Elektron mikroskop incelemesinde
kas lifleri içinde ve çekirdeklerinde çok ince filamentler gösterilir ve bu bulgu tanı koydurucudur. Kesin tanı genetik incelemede
mutasyonun gösterilmesi ile konur.
OLGU: 41 yaşında erkek hasta, on yıl önce aniden gelişen kilo kaybı, bacaklarda ve kollarda yavaş gelişen gelişen güçsüzlük şikayeti
ile baş vurdu. O zamandan beri sol gözde dışa kayma ve yavaş ilerleyen yutma güçlüğünden de yakınmakta idi. Hastanın 20‘li yaşlara
ait fotoğraflarında kilosunun normal olduğu, gözlerindeki ptoz ve sol gözdeki dışa deviasyonun olmadığı saptandı. Özgeçmişinde
özellik olmayan hastanın soygeçmişinde babasında, amcasında, kızkardeşinde, baba tarafından dedesinde aynı tablonun olduğu
öğrenildi. Hastanın nörolojik muayenesinde; konuşması dizartrikti. Kraniyal alan muayenesinde sol göz nötral pozisyonda dışa deviye
idi, bilateral içe bakış kısıtlılığı ve ileri derecede ptoz saptandı. Fonasyonla yumuşak damak bilateral zayıf kalkıyordu, öğürme refleksi
ileri ölçüde azalmıştı. Dil kaslarında atrofi, fibrilasyon ve zaaf mevcuttu. Alt ve üst ekstremite proksimal kaslarında özellikle deltoid,
biceps ve kuvadricepsta atrofi ve yaygın fasikülasyonlar gözlendi. Motor muayenesinde; kas gücü boyun fleksörleri ve ekstansörleri
dahil tüm üst ve alt ekstremite kaslarında proksimalde belirgin 4/5 olarak belirlendi. Gowers delili pozitif idi. Serebellar testleri
becerikliydi. Değerlendirilen iğne EMG sinde; tibialis anterior, gastrocnemius ve 1.dorsal interosseöz kaslarında fibrilasyon ve pozitif
diken dalga potansiyelleri izlendi. İstemli kasıda tüm kaslarda erken katılım gösteren kısa süreli, polifazik motor ünite potansiyelleri
izlendi. Hasta bu klinik,elektrofizyolojik bulgular ve aile öyküsü ile birlikte değerlendirildiğinde tarafımızca okülofaringeal müsküler
distrofi tanısı aldı. OFMD tanısı olan hastalarda fasikülasyonlar çok sık görülen bir muayene bulgusu olmaması nedeniyle olgumuz
sunuma değer bulunmuştur.
P-51
Yenidoğan Hastada Korpus Kallozum Agenezisi ve Nemalin Rod Myopatisi Birlikteliği
Sinem Akbay1, Esra Arun Özer 1, Özkan İlhan1, Berat Kanar1, Nihal Olgaç Dündar2, Figen Baydan3, A. Gülden Diniz 4, Mansur Tatlı1
İzmir Tepecik Eğitim Hastanesi, Neonatoloji, İzmir
İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Çocuk Nöroloji, İzmir
3
İzmir Tepecik Eğitim Hastanesi, Çocuk Nöroloji, İzmir
4
İzmir Tepecik Eğitim Hastanesi, Patoloji, İzmir
1
2
GİRİŞ: Nemalin myopatisi yüz, boyun ve proksimal kaslarda daha şiddetli seyreden kas güçsüzlüğü, hipotonisite, azalmış derin
tendon refleksleri ile karakterize nadir bir konjenital kas hastalığıdır. Otozomal resesif ya da dominant geçiş gösterir. Kas biyopsisinde
nemalin cisimciklerinin görülmesiyle tanı konulur. Hastalığın başlangıç yaşına ve şiddetine göre 6 fenotipi olup, neonatal formu
genellikle fatal seyreder. Yutma güçlüğü, konuşma bozukluğu, beslenme zorluğu eşlik eder. Spesifik bir tedavisi yoktur. Ölüm nedeni
daha çok solunum yetmezliğine bağlı gelişmektedir. Kliniğimizde hipotonisite nedeniyle tetkik edilen, kas biyopsisi ile nemalin
miyopatisi tanısı konulan yenidoğan bebekte eşlik eden korpus kallosum agenezisi de saptanmış ve nadir görülen bir antite olması
nedeniyle sunulmuştur.
OLGU: Gebeliğinde sorun tanımlanmayan, 22 yaşındaki sağlıklı annenin 2. gebeliğinden,34. gebelik haftasında, 2100 gr, normal
spontan doğum ile doğan erkek olgu postnatal 5. günde hipotonisite ve sepsis ön tanıları ile sevkle yatırldı. Doğum sonrası başka bir
merkezde hipotonik olması nedeniyle erken neonatal sepsis tanısıyla izlendiği, klinik ve laboratuvar bulgularında düzelme olmaması
nedeniyle ileri tetkik ve tedavi amacıyla kliniğimize gönderildiği belirtildi. Anne ve babası arasında kuzen akrabalığı mevcuttu, kardeşi
sağlıklıydı. Fizik bakıda hipotonik, yenidoğan refleksleri hipoaktif olarak değerlendirildi. Sepsis taramasında CRP yüksekliği mevcuttu,
BOS mikroskopisi ve biyokimyası normal olarak bulundu. Hastaya ikili antibiyoterapi başlandı. Oral beslenememesi nedeniyle
orogastrik sonda ile enteral beslenme sağlandı. Kan gazı, kan amonyak düzeyi ve metabolik taramaları normaldi. Ekokardiyografi
ve batın ultrasonu normal saptanan olgunun hipotonisitesinin devam etmesi nedeniyle Kranial Manyetik Rezonans Grafisi çekildi;
korpus kallosum agenezisi saptandı. Kas enzimleri ve Elektromyelografi tetkiki normal bulundu, Elektroensesefalografide multifokal
epilepsi ile uyumlu saptandı. Göz bakısında bilateral yaygın koryoretinal atrofi gözlendi. İzleminde yeterli kalori desteğine rağmen kilo
alamayan ve hepatomegalisi gelişen olguya depo hastalığı açısından postnatal 142.günde karaciğer biyopsisi yapıldı; normal olarak
raporlandı. Hipotonisitesi devam eden ve servikal hiperekstansiyonu gözlenen, Vertebral Manyetik Rezonans Görüntülemesi normal
olan olguya konjenital kas hastalığı açısından kas biyopsisi yapıldı; nemalin miyopatisi ile uyumlu saptandı. Yutma disfonksiyonu
olan olgunun orogastrik sonda ile beslenmesine devam edildi. Fizik tedavi programına alındı. İzleminde alt solunum yolu enfeksiyonu
gelişen hasta, postnatal 334. günde kaybedildi.
79
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
SONUÇ: Yenidoğan döneminde hipotonisitenin ayırıcı tanısı zordur. Korpus kallosum agenezisi ile açıklanamayan hipotonisite
varlığında nemalin rod myopatisi gibi kas hastalıklarının eşlik edebileceği hatırlanmalı, serum kreatinin düzeyi ve EMG normal olsa
bile kas biopsisi yapılmalıdır.
P-52
Miyotonik Distrofi Tip 1 Hastaların Elektrofizyolojik, Nörogörüntüleme ve Kognitif
Özelliklerinin Değerlendirilmesi
Arsida Bajrami, Filiz Azman, Vildan Yayla, Sultan Çağırıcı, Beyza Arslan, Nejla Sözer Topçular
Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, Istanbul
GİRİŞ: Miyotonik distrofi tip 1 (DM1), kardinal kas semptomlarının yanında kognitif bozukluk ve olası beyin tutulumunun eşlik
edebildiği, ilerleyici multisistemik bir hastalıktır. Bu çalışmada, fenotipik ve elektrofizyolojik olarak klasik DM1 tanısı almış hastalarda
kognitif ve bilişsel etkilenme varlığı ve kraniyal MR bulguları ile ilişkisi değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM: DM1 tanılı 16 hastanın klinik, elektrofizyolojik ve radyolojik verileri incelendi. Üç tesla beyin MR (T1/T2 / difüzyon
- ağırlıklı) ile ak madde tutulumu ve beyin atrofisi değerlendirildi. Kognitif ve duygu durum etkilenmesi açısından nöropsikiyatrik testler
kullanıldı.
BULGULAR: DM1 tanılı 16 (11 E/5 K) hastanın yaş aralığı 19-55 yıl idi. Hastaların EMG incelemelerinde istirahatte miyotonik
boşalımlar saptandı, istemli kası sırasında ise miyopatik değişiklikler gözleniyordu. Hastaların %72’sinde bilişsel disfonksyon
saptandı, %55’inde ise MR incelemelerinde ak madde hiperintens lezyonları (AMHL) gözlendi, özellikle temporal loblarda lokalize
hiperintens lezyonları saptanan hastalarda kognitif yıkım olmaksızın bilişsel disfonksiyon gösterildi. Kognitif disfonksiyonun derecesi
klinik bulgular ve cinsiyetle ilişkilendirilemedi ancak erken başlangıçlı miyotoniler ile ilişkili bulundu.
SONUÇ: Bu çalışmamız, erişkin DM1’de AMHL’nin sık görülen nörogörüntüleme bulgusu olduğu görüşünü desteklemektedir. DM1
hastalarının kraniyal MR’larında saptanan santral sinir sistemi bozukluklarının natürü tam belirlenememiş olmakla birlikte temporal lob
yerleşimli lezyonlar bu hastalığın karakteristiği olarak bildirilmektedir. Benzer şekilde, bu hastalarda saptanan kognitif etkilenmenin de
bu lokalizasyon ile ilişkilendirilebileceği düşünüldü.
P-53
Dirençli Esansiyel Tremor Olgularında Botulinum Nörotoksini Uygulaması
Şevki Şahin, Miraç Ayşen Çakmak, Nilgün Çınar, Sibel Karşıdsağ
Maltepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
GİRİŞ: Esansiyel tremor (ET) olgularında botulinum nörotoksini (BoNT) tedavisinin etkinliği bilinmesine rağmen, enjeksiyon
noktalarının seçimine ve ilaç dozlarına dair net veriler bulunmamaktadır.
METOD: Polikliniğimizce takip edilen primidon veya propranolol tedavisine dirençli 18 olgu randomize olarak iki gruba ayrıldı. Grup-1
(n=1)’ e sadece ekstansör digitorum communis (EDC) kasına 15 IU; Grup-2 (n=7)’ye ise EDC (20 IU), fleksor carpi radialis (15 IU)
ve fleksor carpi ulnaris (15 IU) kaslarına BoNT Tip A (Botox®) iki yanlı olarak uygulandı. Tüm olgulara tedavinin hemen öncesinde ve
uygulamadan ortalama üç hafta sonra, Fahn-Tolosa-Marin Tremor Degerlendirme Ölçegi (FTM-TDÖ ) uygulandı.
SONUÇLAR: Yaş ortalaması 72±6 yıl, K/E oranı 13/5 olarak saptandı. Tedavi öncesi ve sonrası FTM-TDÖ toplam puanları sırasıyla;
Grup-1’de 23±3 ve 19±2, Grup-2’de 22±4 ve 18±3 olarak bulundu. Tedavi öncesi ve sonrası FTM-TDÖ puanları açısından her iki
grupta da anlamlı düzelme saptandı. Ancak iki grup arasında tedavi sonrası FTM-TDÖ puanları açısından istatistiksel olarak anlamlı
fark saptanmadı. Grup 2’de iki hastada, 3. parmakta güçsüzlük gelişti.
TARTIŞMA: Dirençli esansiyel tremor olgularında sadece ekstansör kaslara düşük dozlarda veya hem ekstansör hem de fleksör
kaslara yüksek dozlarda BoNT uygulanarak başarılı sonuçlar elde edilebilir. Uygulama noktalarının azlığı yan etki insidansını
azaltabilir. Daha fazla hasta içeren ileri çalışmalar gereklidir.
80
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
P-54
Nadir Görülen Bir Palatal Myoklonus Olgusu
Şadiye Gümüşyayla1, Hesna Bektaş2, Gönül Vural1, Orhan Deniz1
1
2
Yıldırm Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara
Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, Ankara
Palatal myoklonus (PM) segmental myoklonusların bir türüdür. Yumuşak damak, daha az sıklıkla da fasyal kaslar, farinks, larinks
ve diafragmada ritmik istemsiz kas hareketleri ile karakterize olan nadir bir hastalıktır. Bazıları bu durumu palatal tremor olarak da
adlandırır. Bu istemsiz hareketler sıklıkla bilateral, persistan ve bening’dir. Bu jerkler uyku, fonasyon, intravenöz barbitürat uygulaması,
karotis sinir stimülasyonu ve komadan etkilenmez. Yutma, esneme gibi durumlarda ise azalır. Beyinsapı veya serebellumu tutan
vasküler olay, multiple skleroz, neoplasma, ensefalit, sfiliz ve malarya gibi hastalıklara ikincil gelişebilirken, beyinsapı ve serebellumda
hiçbir lezyon olmadan esansiyel olarak da ortaya çıkabilir. Hastalar genellikle kulağından ses geldiğinden şikayetçidir. Tinnitusların
çok büyük bir kısmı sübjektifken, bu hasta grubunda muayene sırasında duyulabilen objektif tinnitus vardır.
OLGU: 7 yaşında kadın hasta 3 aydır olan kulağından ses gelmesi şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Şikayetleri giderek artan özellik
gösteriyordu. Nörolojik muayenesinde bilateral objektif tinnitus vardı. Bilateral yumuşak damakta ritmik myoklonik jerkler izlendi.
Kranial manyetik rezonans görüntülemesi normaldi. Elektronöromyografide bilateral orbikularis oris, orbikularis oculi, krikotroid kasta
saniyede 1-2 Hz. myoklonik jerkler gözlendi. Hastaya 200 mg/gün valproik asit tedavi başlandı ve takibe alındı. Biz nadir görülen
esansiyel PM’ li bu vakayı sunarak bu hastalığa dikkat çekmeyi amaçladık.
P-55
Hemifasiyal Spazmın Periferik Fasiyal Parezi ile Geçici Tedavisi
Merih Karbay, Elif Kocasoy Orhan, Ali Emre Öge
İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
GİRİŞ: Hemifasyal spazm (HFS), yüzün bir yarısında görülen, yarı ritmik veya sürekli olabilen kasılmalardır. Kasılmalar genellikle göz
etrafından başlayarak, yanak, ağız ve boyuna doğru yayılım gösterir. Prevalansı 10.000’de 10 olup ortalama başlangıç yaşı 44 olarak
bildirilmektedir. Patolojinin fasyal sinir proksimalinde miyelinin etkilenmesi sonucunda (bası, demiyelinizasyon, idiyopatik) efaptik
geçişin meydana gelmesi ile ilişkili olduğu kabul edilmektedir. Bu hastaların elektrofizyolojik (EF) incelemelerinde üst ve alt yüz yarısı
kaslarında spontan, senkron, yüksek frekanslı ateşlenen motor ünite potansiyelleri görülür. HFS’nin medikal tedavisinde Botilinum
toksini kullanılmakla birlikte etkisi geçicidir. İdiyopatik periferik fasyal paralizi (Bell’s palys), 7. kranyal sinirin sık görülen ve genellikle
tam düzelen felcidir. Bu sunumda HFS tanısı almış olan bir hastanın aynı taraftan periferik fasyal parezi geçirdiğinde ortaya çıkan
klinik ve EF bulguları tartışılacaktır.
OLGU: Kırk üç yaşında erkek hasta, 2012 yılında sağ göz altında düzensiz kasılma şikayetiyle değerlendirilerek klinik ve EF olarak
hemifasyal spazm tanısı aldı. Kranyal MR ve MR anjiografisinde özellik saptanmayan hastaya Karbamazepin tedavisi başlandı
ancak fayda görmediği için 3 ay sonrasında tedavi kesildi. Şubat 2014’te sağ yüz yarısının iyi hareket etmediğini fark eden hasta bu
dönemde muayene edildiğinde sağda House-Brackmann grade 4 fasyal parezi saptandı. Periferik fasyal parezi tedavisi (steroid ve
antiviral) ile izlenen hasta 8 hafta içinde tam düzeldi. Daha önce yakındığı sağ göz altındaki kasılmaları da olmayan hastanın fasyal
pareziden yaklaşık 5 ay sonra eski şikayetlerinin ortaya çıkması üzerine değerlendirildiğinde tekrar HFS düşündüren EF bulgular
saptandı. Yenilenen Kranyal MR ve MR-A incelemeleri de normaldi.
SONUÇ: Fasyal sinirin irritasyonu nedeniyle geliştiği düşünülen hemifasyal spazm tanısı ile tedavisiz izlediğimiz olgumuzda;
periferik fasyal parezi gelişmesi sonucunda HFS düşündüren bulguları belli bir süre için kaybolmuştur. Bu hasta HFS tedavisinde
kullanılan fasyal sinire yönelik paralitik tedavilerin doğru tedavi seçeneği olabileceğine dair doğal bir kanıt olarak değerlendirilebilir.
P-56
Esansiyel Tremor Hastalarında Primidon Tedavisinin Kutansöz Sessiz Periyod Ölçümü ile
Değerlendirilmesi
Ali Rıza Sonkaya1, Mehmet Güney Şenol2, Hacı Yıldırım1, Mustafa Ceylan3, Ömer Faruk Bayraktutan3
Mareşal Çakmak Asker Hastanesi, Nöroloji Servisi, Erzurum
GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, Nöroloji Servisi, İstanbul
3
Bölge Eğitim Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, Erzurum
1
2
AMAÇ: Esansiyel tremor (ET) nöroloji pratiğinde en yaygın görülen hareket bozukluklarından birisidir. Kutanöz sessiz periyod
(KSP), kutanöz sinire uygulanan şiddetli bir stimülasyonun ardından istemli kasıda meydana gelen kısa süreli duraksamadır. Biz bu
çalışmada propranolol tedavisi öncesi ve tedavi sonrası KSP değişiklerini inceleyerek ET’de ilaç etkinliğini elektrofizyolojik olarak
değerlendirmek istedik.
81
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
YÖNTEM: Önverilerini sunduğumuz bu araştırmamızda ET tanısı konmuş ve primidon tedavisi başlanmış 6 hastaya tedavi öncesinde
ve tedavi sonrasında KSP incelemesi yapılmıştır.
BULGULAR: Tedavi sonrası yapılan KSP incelemesinde hastaların ortalama KSP süresinde tedavi öncesine göre anlamlı bir kısalma
olduğu görülmüştür.
SONUÇ: Son yıllarda elektrofizyoloji alanında ilgi çeken bir teknik olan KSP incelemesi, ET’de verilen farmakolojik tedavilerin etkisini
göstermek ve bunların karşılaştırılmasında kullanılabilecek kantitatif bir ölçüm olarak düşünülebilir.
P-57
Aurasız Migren Hastalarında Trigeminal Somatosensoriyel Uyarılmış Potansiyellerin
Değerlendirilmesi
Yeşim Abanoz, Yasin Abanoz, Ayşegül Gündüz, Feray Karaali Savrun
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
AMAÇ: Migren patogenezinde serebral korteks, beyin sapı (periaquaductal gri madde, aminerjik çekirdekler), trigeminovasküler
sistemin periferik ve santral komponentleri gibi birçok yapı rol oynamaktadır. Bugüne dek migren patofizyolojisini aydınlatmaya
yönelik yapılan elektrofizyolojik çalışmalar habitüasyon kaybı, düşük kortikal preaktivasyon, segmental hipersensitivite ve inen
inhibitör yolakların kontrolünde azalma gibi bulgular göstermiştir. Bu bilgilere dayanarak çalışmamızda; migren hastalarında trigeminal
sinir somatosensoryel uyarılmış potansiyel (TSUP) incelemesi ile korteks, beyin sapı ve trigeminal sinir gibi yapıların eksitabilite
değişimlerinin değerlendirilmesi planlanmıştır.
HASTALAR VE YÖNTEM: Çalışmamıza aurasız migren tanısı almış 51 kadın hasta (yaş aralığı: 15-65 yıl), yaş ve cinsiyet açısından
uyumlu, daha önce migrenöz özellikte başağrısı yaşamamış 32 sağlıklı birey dahil edilmiştir. TSUP tetkiki, migren hastalarında
interiktal dönemde incelendi. N1, P1, N2 ve P2 dalgalarının latansları, N1-P1 ve N2-P1 amplitüdleri ölçüldü, uyarı şiddetleri kaydedildi.
Ağrı ile aynı taraf TSUP değerleri ipsilateral, karşı TSUP değerleri ise kontralateral olarak isimlendirildi. İstatistiksel analizde hasta ve
kontrol gruplarının verileri karşılaştırıldı.
SONUÇLAR: Çalışmamızda; migren hastalarının iki yanlı P1 latansları kontrol grubuna göre kısa, P2 latansları ise uzun bulundu fakat
istatistiksel olarak anlamlı değildi. İpsilateral ve kontralateral değerler karşılaştırıldığında da anlamlı farklılık gözlenmemesine rağmen
ipsilateral tüm dalgaların latansları kısa olma eğilimindeydi. Atak sıklığı arttıkça ipsilateral uyarılma eşiği düşmekteydi. Hastalık süresi
arttıkça da ipsilateral P1 latansında kısalma ve P2 latansında uzama gözlendi fakat istatistiksel olarak anlamlı değildi. Ayrıca hastalık
süresi arttıkça ipsilateral N1-P1 amplitüdü kontralaterale göre anlamlı olarak yüksek saptandı.
YORUM: TSUP tetkikinde saptanan N1 ve P1 dalgalarının beyin sapı yapılarından kaynaklandığı, N2 ve P2 dalgalarının ise
beyin sapından kortekse uzanan trigeminal duysal yolağı yansıtabilecekleri ileri sürülmektedir. Çalışmamızda migren hastalarında
ipsilateral N1 ve P1 latanslarının görece kısa bulunması periferik ve santral sensitizasyon mekanizmalarına bağlı trigeminal
nukleus caudalisteki uyarılabilirlik artışı ile uyumlu bulundu. Hastalık süresi arttıkça ipsilateral P1 latansının kısalma eğiliminde
olması, ipsilateral N1-P1 amplitüdünün kontralaterale göre yüksek saptanması ve atak sıklığı arttıkça uyarılma eşiğinin düşmesi de
benzer şekilde trigeminal duysal yolaktaki artmış sensitizasyonu desteklemekteydi. Migren hastalarında iki yanlı P2 latanslarındaki
uzama eğiliminin talamokortikal kolinerjik liflerin aktivasyonundaki azalmayı ve kortikal inhibitör ara nöronların disfonksiyonunu
yansıtabileceği düşünüldü. Hastalık süresi ile paralel ipsilateral P2 latansının uzaması da bu hipotezi kanıtlar nitelikteydi. TSUP
tetkikinin uygulanabilirliğinin zor olması, hastaların sadece interiktal dönemde incelenebilmesi, hasta alt gruplarındaki kişi sayılarının
yetersiz kalması gibi sebeplerle incelenen birçok parametrede istatistiksel olarak anlamlılık saptanmadığı düşünüldü. Buna rağmen
çalışmamız migrenin santral sinir sisteminin kronik ve progresif bir hastalığı olduğu yönündeki verilere katkı sağlamaktadır.
P-58
Servikal Spinal Tümör Cerrahisinde Intraoperatif Monitorizasyonun Kritik Önemi: Bir Vaka
Sunumu
Emine Taskiran1, Gokalp Silav2, Emre Durdag2, Erdinc Ozek2, Ilhan Elmaci2
1
2
İstanbul Medipol Universitesi, Nöroloji Servisi, Istanbul
Memorial Sağlık Grubu, Nöroşirurji, Istanbul
Santral sinir sistemi tümörlerinin yaklaşık % 10 ile % 25’i spinal bölge yerleşimlidir. Tedavide tümörün tipine göre tam olarak
çıkartılması amaçlanmakta ancak nöral dokuya zarar vermeden özellikle tamamının çıkarılması güç görünmektedir. İntrameduller
spinal kord tümör cerrahisi intraoperatif nöromonitorizasyonun (IONM) yararlı olduğu ve nörocerrahiye katkı sağlayabildiği en önemli
kritik alanlardan biridir. 42 yaşinda erkek hasta C3-C6 spinal intrameduller kitle nedeniyle opere edildi. Preoperatif dönemde sol üst
ekstremitede parestezik yakınmaları vardı. Operasyon odasında cerrahi öncesi yapılan üst somatosensoryal uyandırılmış potansiyel
(SSEP) kayıtlarında değerler normalken, alt ekstremitelerde iletimde aksama saptandı. Yine motor uyandırılmış potansiyel (MEP)
incelemesinde sağ alt MEP yanıtı elde edilmedi. Posterior median yaklaşım ile yapılan cerrahi girişimle tümör rezeksiyonu yapıldı.
Cerrahi işlem sırasında seri ölçümlerde sağ üst SEP’te latans uzaması ve amplitüd düşmesinin dikkat çekmesi üzerine cerrahın
82
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
uyarılması sonrası yapılan bir dizi manuplasyonlar ile kısmi düzelme sağlandı. Alt ekstremitelerde ise cerrahi öncesinde de mevcut
olan SEP bozukluğu devam etti. Buna karşın rezeksiyonun tamamlanması sonrası, operasyon öncesi elde edilmeyen sağ alt MEP
yanıtı elde edildi. Postoperatif dönemde hastada motor defisit saptanmadı. Duyu muayenesinde preoperative dönemdeki parestezik
yakınma kaybolurken, sağ alt ve üst ekstremite medial yüzeyde belirgin hipoestezi ve vibrasyon duyu bozukluğu izlendi, takiplerde bu
yakınmanında azaldığı izlendi. Özellikle cerrah için oldukça zorlayıcı olan, cerrahiye ait hasar ve nörolojik disfonksiyon riski yüksek
olan intrameduller spinal kord tümör cerrahisinde IONM oldukça önemli ve cerraha yol göstericidir.
P-59
Migrasyon Anomalisi Tanılı 17 Olgunun EEG ve Kranial MR Bulgularının Değerlendirilmesi
Miruna Florentina Ateş1, İpek Midi2, Kadriye Ağan2, Gazanfer Ekinci3
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Istanbul
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı ve Klinik Nörofizyoloji Bilim Dalı, Istanbul
3
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Istanbul
1
2
AMAÇ: Nöron ya da glial proliferasyonu, nöronal migrasyonu ve kortikal organizasyonu herhangi bir evrede inhibe eden bir
olay, serebral kortikal gelişimsel anomalilere ve buna bağlı olarak epileptik nöbetlere neden olmaktadır. Serebral kortikal gelişim
malformasyonları görüntüleme, genetik, histopatolojik özelliklerine göre sınıflandırılmaktadır. Bu çalışmada nöbet ile takip ettiğimiz
ve görüntülemelerinde migrasyon anomalisi saptadığımız hastalarda bu MR bulgularının hangi hemisfer ve hangi lobda daha baskın
olduğunu ortaya koymak ve EEG bulguları ile Kranial MR ilişkisini göstermekti.
YÖNTEM-BULGULAR: 2012 Ocak- 2014 Aralık tarihleri arasında hastanemiz epilepsi polikliniğinde takipli 15-68 yaş arası, yaş
ortalaması 28,7 olan 17 migrasyon anomalili hasta (8 E, 9 K) analize dahil edildi. Hastalarda izlenen nöbet tipleri jeneralize tonikoklonik
nöbet (JTKN), kompleks parsiyel nöbet (KPN), basit parsiyel nöbet (BPN), atonik nöbet veya bunların birlikteliği şeklindeydi. Kranial
MR görüntülemede : 2 hastada heterotopi, 2 hastada bilateral perisilvian kortikal displazi (KD), 3 hastada bilateral KD, 10 hastada
fokal KD mevcut olup bunlardan 7’sinde frontal, 2’sinde temporal, 1’inde parietal bölge lokalizasyonluydu. Özellikle frontal bölgede
belirgin baskınlık söz konusu idi. Hastaların EEG’leri değerlendirildiğinde: 8 hastada lezyon lokalizasyonu ile uyumlu epileptiform
anomali, 2 hastada zemin aktivite bozukluğu, 4 hastanın EEG incelemeleri normal sınırlarda olup, 3 hastanın EEG bulguların lezyon
lokalizasyonundan farklı olarak saptanmıştır.
SONUÇ: Kranial MR görüntüleme yöntemlerindeki ilerlemeler epileptik nöbetlerin altında yatan yapısal lezyonlardan olan migrasyon
anomalilerini ortaya çıkarmakta belirgin yarar sağlamaktadır. Çalışmamızda en sık olarak frontal lobta migrasyon anomalisine
rastlanırken, bu hastalarda EEG bulgularının her zaman lezyonla uyumlu olamayacağı, asemptomatik hastaların da olabileceği
sonucuna varılmıştır.
P-60
Semptomatik Epilepsisi Olan Hastaların Klinik ve Elektroensefalografik Özellikleri
Hülya Ertaşoğlu Toydemir, Dilek Bozkurt, Filiz Azman, Büşra Yurtsever, Hayriye Örnek, Vildan Ayşe Yayla
Bakırköy Dr.Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, İstanbul
AMAÇ: Çalışmamızda, semptomatik epilepsisi olan hastaların klinik ve elektroensefalografik bulgularını değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntem: Bakırköy Dr.Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Epilepsi polikliniğinde 2011-2014 tarihleri arasında semptomatik
epilepsi tanısı ile takip edilmiş olan 143 hastanın klinik ve elektroensefalografik özellikleri retrospektif olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Hastalarımızın, 60’ı kadın, 83’ü erkekti, yaş ortalaması 32,2±14,2 (12-81) yıl idi. Nöbet başlangıç yaşı, yaşamın ilk yılı
ve 80 yaş arası değişmekteydi. Hastalarımızın %57’sinin (82 hasta) nörolojik muayenelerinde özellik yoktu: Motor mental retardasyon
%11,9, mental retardasyon %9,1, hemiparezi %9,1 ve diğer bulgular %12,9 oranında görülmekteydi. Etyolojik nedenler, travma (%41),
perinatal olaylar (%21,7), meziyal temporal skleroz (%30), merkezi sinir sistemi enfeksiyonları (%11,9), beyin operasyonları (%8,4),
konjenital malformasyonlar (%7), inme (%5), anevrizma/AVM (%4,2) ve beyin tümörleri (%3,5) şeklinde sıralanmaktaydı. Nöbet
tipleri, sıklık sırasına göre, jeneralize tonik klonik nöbetler (%52,4), kompleks parsiyel nöbetler (%47,6), sekonder jeneralize nöbetler
(%26,6) ve basit parsiyel nöbetler (%23,8) şeklinde tanımlandı, status epileptikus 9 hastada (%6,3) saptandı. Hastaların %46’sında
birden fazla nöbet tipi görülmekteydi. EEG bulguları, 88 hastada (%61,5) patolojik olup, sıklık sırasına göre %56 (fokal) epileptojenik
odak, %41 fokal yavaşlama, %23 yaygın yavaşlama, %15 jeneralize epileptiform anomali ve %10 nonspesifik paroksismal anomali
şeklindeydi. Hastaların değişik zamanlarda tekrarlanan EEG’lerinde %19 oranında farklı patolojiler görülebilmekteydi. Nöroradyolojik
incelemelerde ise %74,8 oranında patolojik bulgu dikkati çekmekteydi. Politerapi %51, monoterapi %46,9 hastaya uygulanmakta olup
diğer hastalar tedaviyi bırakmıştı.
SONUÇLAR: Semptomatik epilepside klinik ve laboratuar bulguları altta yatan nedene bağlı olarak değişse de, aynı hastada birden fazla
nöbet tipi ve birbirinden farklı EEG bulguları saptanabilmektedir. Bazen altta yatan neden kolaylıkla tespit edilememekte, sınıflamada
ve tanıda zorluklar yaşanabilmektedir. Bu çalışma ile semptomatik epilepsisi olan hastalarımızın klinik ve elektroensefalografik
verilerini sunarak klinik ve EEG bulgularındaki çeşitliliğe dikkat çekmek istedik.
83
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
P-61
Uyku ve Uyanıklık EEG’sinin Epileptik Aktivitelere Olan Etkisi
Yasin Abanoz, Aygül Mahmudova, Özdem Ertürk, Veysi Demirbilek, Cengiz Yalçınkaya, Ayşın Dervent
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
GİRİŞ: Parsiyel ve jeneralize epileptiform aktivitelerin NREM uyku sırasında arttığı uzun zamandır bilinmektedir. Nöronların
NREM uyku sırasında senkron osilasyonları epileptik aktivitelerin ortaya çıkmasını kolaylaştırmaktadır. Epilepsi hastalarında uyku
bozukluklarının tedavisi ile izlenen epileptik aktivitelerdeki azalma, uyku ile epilepsi arasındaki ilişkinin karşılıklı olduğunu gösteren
diğer bir kanıttır. Literatürde uyku ile deşarjlarda artışın olduğuna dair bir çok yayın bulunmasına rağmen kliniğimzdeki hastaların bir
kısmında EEG kaydı sırasında uykuda epileptik aktivitelerin azaldığı, hatta kaybolduğu dikkati çekmiştir. Çalışmamızda da, bu grup
hastaların özellikleri araştırılmıştır.
METOD: 2009 ile 2015 yılları arasında CTF Nöroloji Anabilim Dalı Çocuk Nörolojisi EEG laboratuarında uyanıklık ve uyku EEG
tetkiki yapılmış hastaların dosyaları taranarak uyanıklık EEG’ sinde epileptik aktivitesi olan ve uyku EEG sırasında tanımlanan
aktivitede azalma olan veya bu aktivitenin görülmediği hastalar çalışmaya alındı. Hastaların klinik ve EEG özellikleri değerlendirilerek
sınıflandırıldı. Toplam 57 hastadan 3 tanesinin bilgilerine ulaşılamaması nedeniyle çalışmadan çıkarıldı.
BULGULAR: 36 kadın, 21 erkek olmak üzere toplam 54 hasta çalışmaya alındı. Bu grubun %70,4’ ü idyopatik (parsiyel %27,8;
jeneralize %42,6); %7,4’ü semptomatik; %1,8’i kriptojenik olarak sınıflandırıldı. 3 hastanın (%5,5) kliniğinde sadece febril konvülziyon
olduğu, 8 tanesinin ise (%14,8) nöbet dışı endikasyon ile başvurduğu görüldü. Semptomatik olan hastalar parsiyel epilepsi grubundaydı.
SONUÇ: Hastaların büyük bir çoğunluğunun idyopatik jeneralize epilepsi grubunda olduğu görülmüştür. İdyopatik jeneralize
epilepsilerde spontan uyku ve uyku deprivasyonunun parsiyel epilepsilere göre epileptik nöbeti daha çok tetiklediğine dair bilgilerin
yanı sıra IGE de uykunun daha az aktivikatör olduğunu söyleyen görüşler de mevcuttur. Uyku ile birlikte epileptik aktivitelerin artması
patofizyolojik olarak açıklanabilse de, bir grup hastada uykuda neden azaldığı veya kaybolduğu halen belirsizdir.
P-62
Asimetrik Fotik Sürüklenme Yanıtının Klinik Önemi Var mı?
Mustafa Tansel Kendirli, Hakan Tekeli, Mehmet Güney Şenol, Erdem Toğrol, Fatih Özdağ
GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, Nöroloji Servisi, İstanbul
AMAÇ: Fotik sürüklenme yanıtı EEG çekimi sırasında fotik uyaran ile tetiklenen ritmik, fizyolojik bir cevaptır. Pariyeto-oksipital bölgede
gözlenir ve fotik uyaran ile zamansal uyumluluk gösterir. Simetrik olarak görülmesi veya hiç olmamasının belirgin bir klinik önemi
olmamasına karşı asimetrik cevap alınmasının altta yatan destrüktif veya irritatif bir lezyonun işaretcisi olabileceği belirtilmektedir. Biz
kendi hasta grubumuzda karşılaştığımız asimetrik fotik sürüklenme yanıtlarının, hastanın kliniği ile birlikte değerlendirdiğimizde ne
oranda altta yatan patolojiyi yansıttığını araştırdık.
METOD: Bu çalışma rutin EEG çekimlerinin retrospektif görsel değerlendirilmesi ve hasta dosyalarından elde edilen klinik veriler
ile karşılaştırılması ile gerçekleştirilmiştir. EEG çekimleri uluslararası 10-20 sistemine göre minimum 20 dakika standardına göre
yapılmıştır. Fotik uayaran 1-2-5-8-10-15-18-20-25-30-40-50-60 Hz frekanslarda 10 saniye süreyle gözler kapalı olarak uygulanmış
ve asimetri, bir tarafta %50 veya üzeri genlik farklılığı ya da unilateral yokluğu olarak tanımlanmıştır.
SONUÇLAR: Ocak – Nisan 2014 tarihleri arasında çekilmiş 381 EEG değerlendirilmiş ve hastaların 133’ünde fotik sürüklenme
yanıtının var olduğu gözlenmiştir. Mevcut sürüklenme yanıtları, hastaların 116’sında (%87) simetrik, 17’sinde (%13) asimetrik
özellikteydi. Asimetri saptanan hastalar, EEG’lerin bütünü göz önüne alınarak değerlendirildiğinde, 9 hastada genliğin düşük veya
yanıtın tamamen yok olduğu tarafa göre ipsilateral, 4’ünde ise kontralateral EEG anormalliğinin olduğu görüldü. İki hastada EEG
normal değerlendirilmiş, diğer iki hastada ise jeneralize EEG anormalliği mevcuttu.
YORUM: Asimetrik fotik sürüklenme yanıtının varlığı, klinik veri ve EEG’nin bütünü ile birlikte alındığında altta yatan patolojinin doğru
lokalize edilmesine belirgin katkı sağlayabilmektedir.
P-63
Fingolimod’ un Pentilentetrazol ile İnduklenmiş Konvulziyonu Azaltıcı Etkisi
Oytun Erbas1, Volkan Solmaz2, Bilge Piri3
Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoloji, İstanbul
Turhal, Devlet Hastanesi, Tokat
3
Giresun, Devlet Hastanesi, Giresun
1
2
GİRİŞ: Fingolimod multipl skleroz tedavisinde kullanılan T hücre modulatörü ve seramid sentaz inhibitörüdür. Bu çalışmanın amacı
fingolimodun pentilenterazol (PTZ) ile induklenmiş konvulziyon üzerine etkisini göstermektir.
84
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
MATERYAL-METOD: Çalışmaya 30 adet erişkin Sprague-Dawley tipi erişkin erkek sıçan alındı. Sıçanlar 5 gruba ayrıldı. 1. grup
sıçanlara 1mg/kg, 2. grup sıçanlara 2 mg/kg dozunda fingolimod , 3.grup sıçanlara 1ml/kg salin i.p verildi. 1 saat sonra 3 grup sıçana
70 mg/kg dozunda PTZ i.p uygulandı. Konvulziyon şiddeti (Racine skalası) ve ilk jerk zamanı kaydedildi. 4.grup ve 5. grup sıçanlra
anestezi altında (80 mg/kg ketamin ve 10 mg/kg xylazin) sağ parietal kortekse dril yardımıyla kranium delinerek elektrod yerleştirildi.
Soğuk akril malzemesi ile sabitlenen elektrod sistemi ile 1 hafta sonra MP150 Biopac sistemi kullanılarak bipolar kayıt alındı. Kayıt
öncesinde 4. grup sıçanlara 2 mg/kg dozunda fingolimod, 5.grup sıçanlara salin i.p verildi. 1 saat sonra 4. ve 5. grup sıçana 35 mg/
kg PTZ i.p verildi. 5 dakika sonra 1 saat süreli EEG kaydı alındı. Spike yüzde analizi yapıldı.
BULGULAR: İlk jerk zamanı değerlendirildiğinde salin ve fingolimod alan gruplar arasında anlamlı fark görülmedi. Racine skalasında
fingolimod alan gruplarda konvulziyon şiddeti ve Spike yüzdesi salin grubuna göre anlamlı azaldı.
SONUÇ: Fingolimod yüksek dozda sınırlı da olsa antikonvulzan özellik göstermektedir. Bu çalışmda fingolimodun akut etkisi
değerlendirilmiştir. Uzun dönemli kullanımın konvulziyon üzerine etkisi değerlendirilecektir.
P-64
Epilepsi Hastalarında Anket Kullanarak Refleks Nöbet Uyaran Taraması
Eser Buluş, Gülçin Benbir, Naz Yeni
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
AMAÇ: Çalışmamız ile bir üniversite hastanesi epilepsi polikliniğinde epilepsi tanısı ile takip edilen hastalarda refleks nöbet
uyaranlarının sıklığının belirlenmesini amaçladık.
YÖNTEM: Çalışmamıza Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim dalı epilepsi polikliniğince değerlendirilen 299 epilepsi hastası
dahil edildi. En sık karşılaşılan refleks epilepsi tipleri göz önünde bulundurularak 12 sorudan oluşan bir anket formu oluşturuldu ve
hastalar tarafından dolduruldu. Bunun yanısıra anket formunda katılımcıların sosyodemografik verilerine de yer verildi. Ayrıca hastalık
süresi, nöbet tipi, epilepsi sendromu ve biliniyorsa fokal epilepsilerde sorumlu anatomik bölgesi, varsa görüntüleme bulguları ve
kullanmış olduğu ilaçlara ilişkin parametreler hasta dosyalarından temin edilerek değerlendirilmeye alındı.
BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen 299 hastanın, %73,9’u en az bir refleks nöbet uyaranı bildirmiş, %26,1’i sorgulanan refleks nöbet
uyaranlarından hiçbirini belirtmemiştir. Hastaların %24,1’i tek nöbet uyaranı bildirirken, %49,8’i birden fazla nöbet uyaranı bildirmiştir.
En sık bildirilen nöbet uyaranı ‘önemli ve sıkıntılı bir konuyu düşünmek’ (stres) (%59,2) olmuştur. İkinci en sık bildirilen uyaran ‘yanıp
sönen ışıklara, parlak ve göz alıcı renklere bakmak’ (%30,1) ve üçüncü en sık bildirilen nöbet uyaranı ise ‘ani beklenmedik ses’
(%26,4) olmuştur. ‘Zihinden hesap yapma’ (p=0,028), ‘satranç, okey, kağıt oyunları oynama’ (p=0,001) ve ‘yemek yeme’ (p=0,016)
faktörlerini erkeklerin anlamlı düzeyde daha sık nöbet tetikleyicisi olarak tanımladıkları tespit edilmiştir. İdiyopatik epilepsi grubunun
‘bilgisayar, video, atari oyunları oynamayı’ (p=0,011), idiyopatik olmayan grubun ise ‘yemek yemeyi’ anlamlı oranda (p=0,046) daha
sık nöbet tetikleyicisi olarak belirttikleri saptanmıştır.
SONUÇ: Pratik hayatta birçok klinisyen tarafından sorgulanmayan, çoğu hasta tarafından sorgulanmadığı sürece belirtilmeyen refleks
nöbet uyaranları çalışmamızla da gösterildiği gibi detaylı bir şekilde sorgulandığında, en sık ‘stres’ olmak üzere, hastaların %73,9’u
tarafından bildirilmektedir. Bu uyaranların bilinmesi epilepsi hastalarının yönetiminde, tanının doğru konmasında ve nöbetlerin kontrol
altına alınmasında önemli rol oynadığından hastaların değerlendirilme sürecinde refleks nöbet uyaranları unutulmamalı ve zaman
ayrılıp detaylı bir şekilde sorgulanmalıdır.
P-65
İnme Sonrası Status Epileptikus Tablosuyla İlişkili Pled Aktivitesi
Hava Özlem Dede, Nerses Bebek, Özlem Gelişin, Murat Mert Atmaca, Nilüfer Yeşilot Barlas, Candan Gürses, Betül Baykan
Ayşen Gökyiğit
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
GİRİŞ: PLED (periyodik lateralizan epileptiform deşarj) görece nadir görülen iktal ya da interiktal olarak saptanabilen bir EEG
bulgusudur. Çalışmamızda iskemik tipte inme sonrası birinci yılda status epileptikus tablosuyla presente olan EEG incelemelerinde
iktal/interiktal PLED saptanan 5 olgu sunuldu.
OLGULARIMIZ: 68-92 yaş aralığında, 3 kadın -2 erkek, son 1 yılda iskemik tipte inme geçirmiş hastalardı. Beş olgumuzun dördünde
nonkonvulzif status epileptikus (NCSE) ve iktal olarak PLED saptandı. Acil polikliniğine başvuru şikayetleri 1.vakamızda sadece şuur
bulanıklığı iken 2. vakamızda şuur bulanıklığı yanında halusinasyon görme, 3. vakamızda halusinasyon görme ve afazi, 4. vakamızda
ise tekrarlayan görme kaybı atakları ve eş zamanlı gelişen afazilerdi. Bu dört vakamızın tümünde iktal olarak saptanan PLED aktivitesi
10 mg i.v. benzodiazepam uygulaması ile baskılandı. Eş zamanlı, klinik olarak da nöbetlerin sonlandığı gözlendi. Sekonder jeneralize
olan fokal motor nöbet ile status epileptikus tablosu gelişen diğer olgumuzda ise interiktal olarak PLED saptandı. Antiepileptik tedavi
ile hastanın nöbetleri durduğu ve klinik olarak tam iyileşme olduğu dönemde dahi PLED aktivitesinin devam ettiği gözlendi.
SONUÇ: Çalışmamızda inme hastalarında tekrarlayan inme benzeri ataklarla presente olabilen status epileptikus tablosuna dikkat
85
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
çekilmektedir. Bu amaçla incelenecek EEG tetkikinde saptanan PLED bulgusunun iktal ya da interiktal paternde olabileceğine vurgu
yapmak hedeflenmiştir.
P-66
Parsiyel Epilepsiyi Taklit Eden Hemifasial Spazm Olgusu
Refah Sayın1, Seyhan Dumanlıdağ2, Nuray Cingöz Atilla2, Temel Tombul2
1
2
Ufuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Van
Hemifasyal spazm, yüz kaslarının istemsiz, anormal kasılmasıdır. Genellikle 50 yaşlarda ortaya çıkar ve kadınlarda daha sıktır.
Şikayetin sebebi fasyal sinirin yüz kaslarını istemsiz olarak kasmasından kaynaklanır. Bu sinir beyinden çıktıktan sonra vertebral
arter ve dallarının basısı altında kalır. Hemifasyal spazm ya idyopatik ya da semptomatik olabilir. Tik, blefarospazm, yüz felci sonrası
istemsiz yüz kasılmaları, distoni ve basit parsiyel epileptik nöbetler ile karışabilir. Anamnez, muayene ile tanı konurken; kasılma
özellikleri için elektromiyografi ve altta yatan nedeni saptamak için ise de magnetik rezonans görüntüleme istenmelidir. Biz acil servise
4 aydır sol göz kapağında ve ağız köşesinde çekilmelerle başvuran, dış merkezde uzun zamandır basit parsiyel epilepsi olarak takip
edilen 49 yaşındaki hemifasyal spazm tanısı koyduğumuz bayan hastayı sunmak istiyoruz.
P-67
Apomorfin Kullanımı ile Tetiklenen Miyoklonik Nöbet
Fatma Genç, Abidin Erdal, Nesrin Erkek, Yasemin Biçer Gömceli
Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, Antalya
GİRİŞ: Apomorfin özellikle yüksek D1 dopamin reseptör afinitesi olan güçlü bir D1, D2, D3 ve D4 dopamin reseptör agonistidir.
Parkinson hastalığında refrakter ‘off’ periyotlarının sıklığını ve şiddetini azaltmada kullanılan başarılı bir ajandır.
OLGU: Juvenil miyoklonik epilepsi tanısı yirmibeş yıldır olan 49 yaşında kadın hasta, 5 yıldır Parkinson hastalığı nedeniye takip
edilmekteydi. Levetirasetam 2000 mg/gün kullanan hastanın son bir yıldır miyoklonik sıçrama veya jeneralize tonik klonik nöbeti
yoktu. Hasta son zamanlarda artan off periyotları ve sık donmalar nedeni ile apomorfin tedavisine uygunluğu açısından hospitalize
edildi. L-Dopa 650 mg/gün, pramipeksol 4,5 mg/gün ve amantadin 300 mg/gün kullanan hastanın nörolojik muayenesinde bradimimi,
bradikinezi, bilateral asimetrik istirahat tremoru ve rijiditesi vardı. Hastaya apomorfin tedavisi başlandı ve 5 mg ile rijidite, bradikinezi
ve yürümesinde anlamlı düzelme görüldü. Ancak intermittant apomorfin uygulamasından yaklaşık 5 saat sonra hastanın her iki
üst ekstremitesinde sık miyoklonik nöbetleri izlendi. Myoklonik nöbetleri kolaylaştıracak ilaç dozu atlama, uykusuzluk, açlık veya
mensturasyon gibi bir tetikleyici yoktu. Tam kan ve biyokimyasal parametreleri normal idi. EEG’de jeneralize senkron keskin ve diken
dalgalar izlendi. Klinik bulgular ışığında hastanın miyoklonik nöbetleri apomorfin isle ilişkilendirildi ve tedavi sonlandırıldı. Apomorfin
tedavisi sonlandırıldıktan sonra hastada herhangi bir epileptik nöbet izlenmedi.
SONUÇ: Apomorfine bağlı en sık görülen yan etkiler, enjeksiyon bölgesinde kutanöz nodüller, bulantı, baş ağrısı, ishal, halsizlik ve
ortostatik hipotansiyondur. Literatürde progresif myoklonik epilepsiler ile yapılan bir çalışmada apomorfinin epileptik fotosensitiviteyi
bloke edici etkisi ve Unverricht-Lundborg tanısı olan bir hastada da myoklonileri azaltıcı etkisi saptanmıştır. Yine farklı bir çalışmada
fotosensitif epilepsilerde dopamin agonistlerin kabul edilir bir ek tedavi yönetmi olabileceği bildirilmiştir. İngilizce literatürde apomorfinin
myoklonik epilepsilerde myoklonileri tetiklediğine dair bir yayına rastlayamadık. Bu nedenle paylaşmayı uygun bulduğumuz bu
olgudan çıkardığımız sonuç apomorfin uygulamaları öncesi hastada epilepsi öyküsü, özellikle de myoklonik epilepsilerin dikkatle
sorgulanması gerektiğidir.
P-68
NOKTURNAL PAROKSİSMAL DİSTONİ / DİSKİNEZİ
Dilek Öztürk İnan1, Gevher Nesibe Tilek2, Utku Oğan Akyıldız1
1
2
Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Aydın
Kilis Devlet Hastanesi, Nöroloji Servisi, Kilis
Elli dokuz yaşındaki sağ el dominant erken hastanın, iki yaşından beri uykuda ve uyandığı anda, sol tarafında yaklaşık 30 saniye
süre anormal hareketleri varmış Bu anormal hareketler yıllar içinde sağ tarafa da geçip gece boyunca 10-15 kez olmaya başlamış. Bu
anormal hareketler sırasında bilinci açıkmış. Hastanın öz ve soy geçmişinde herhangi bir özellik yoktu. Herhangi bir ilaç kullanmıyordu.
Hasta bu şikayetler ile video EEG-PSG incelemesine alındı. Çekim boyunca 11 iktal olay kayıtlandı. İktal olay, ilk önce yaklaşık 5-10
saniye süren bir arousal ile birlikte sol üst ekstremiteden başlayıp sol taraf hakimiyetinde olan sağda da görülen yaklaşık 1-1,5 dakika
süren distonik ve diskinetik hareketlerden oluşmaktaydı. Bu aktivite sırasında herhangi bir epileptik deşarj saçlı deri kayıtlamasında
izlenmemekteydi. Olay sırasında hastanın bilinci açıktı, postiktal amnezi ya da konfüzyon izlenmedi. İktal olay sonrasında EEG
kayıtlamasında herhangi bir asimetri izlenmedi. PSG kayıtlamasında arousal yanıtı yaratabilecek herhangi bir patoloji izlenmedi.
Klinik ve elektrofizyolojik özellikler ile hastada “nokturnal paroksismal distoni/diskinezi” düşünüldü. Kranyal MRG incelemesinde
herhangi bir özellik yoktu. Hastaya karbamazepin başlandı. Klinik takipte atakların kaybolduğu izlendi. Nokturnal paroksismal distoni/
86
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
diskinezi, ilk kez 1981 yılında Lugaresi ve Cirignotta tarafından tanımlanmıştır (1). Beş olgunun PSG-EEG incelemesinde herhangi
bir epileptik olayın eşlik etmediği, hemen her gece çok sayıda olan, bilincin korunduğu ve karbamazepine iyi yanıt veren yeni bir
fenomen olarak tanımlamışlardır. İlk kez “hipnogojik paroksismal distoni” olarak isimlendirmişlerdir. Tinuper, 1990 yılında, üç olguda
sfenoid ve zigomatik elektrod kullanılan EEG kayıtlarında frontal kaynaklı epileptik deşarjları göstermiştir (2). Demirkıran ve Jankovic,
1995 yılında, paroksismal diskinezi grubu altında bir hareket bozukluğu olarak sınıflandırmışlardır (3). Provini, 1999 yılında, video
EEG-PSG incelemesinde nokturnal paroksismal distoni ile nokturnal frontal lop epilepsinin aynı hastalık olduğunu ortaya koymuştur
(4). Nokturnal frontal lop epilepsinin üç basamağı olduğu bildirilmektedir. İlk basamak paroksismal arousal, genellikle 20 saniyeden
kısa süren, basit motor fenomenlerin eşlik ettiği (yataktan başını kaldırma, oturma, bağırma, korku dolu bakış, ekstremitelerde
distonik/diskinetik postür) bir durumdur. Bazen tek başına görülebilmektedir. İkinci basamak nokturnal paroksismal distoni, genellikle
2 dakikadan kısa süren, kompleks sterotipik hareketler (asimetrik tonik ya da distonik postür, baş ve boyunda dönme, ekstremitelerde
çarpma tekmeleme, bedende sallanma) ile birliktedir. Son olarak üçüncü basamak ise epizodik nokturnal “wandering”, genellikle 3
dakikadan kısa süren, yataktan kalkma, etrafta dolaşma, ani hareketler, konuşma, bağırma gibi somnambulizme benzer bir durumdur.
Bu basamakların her biri sırası ile olmakla birlikte tüm sıranın tamamlanmasına da gerek yoktur (4). Tedavide, karbamazepin ilk
seçenektir. Genellikle çok iyi yanıt alınmaktadır. Eğer nöbetler devam ederse eklenen klonazepam ile tedavi sürdürülebilir.
EEG
Video EEG-PSG
P-69
Katamenial Epilepsi: Olgu Sunumu
Çetin Kürşad Akpınar
Vezirköprü Devlet Hastanesi, Nöroloji Servisi, Samsun
GİRİŞ: Katamenial epilepsi menstrüel siklusla ilişkili (menstrüasyon öncesi birkaç günde, menstrüasyonun ilk gününde, ovülasyon
öncesi ve siklus ortası dönemde ortaya çıkan) epileptik nöbet aktivitesini anlatan bir terimdir. Epilepsili kadınların yaklaşık %12’sinde
katamenial nöbetlerin görüldüğü bildirilmektedir. Bu yazıda, sadece perimenstüral dönemde nöbetleri gözlenen nadir görülen bir olgu
sunuldu.
OLGU: Otuz iki yaşında evli kadın hasta nöbet geçirme yakınmasıyla başvurdu. İlk kez 5 yıl önce jeneralize tonik klonik nöbet
geçirdiği, nöbetlerin her menstrüasyon döneminde, mensten önceki 2-3 gün ve sonraki 1-2 gün içinde, başladığı öğrenildi. Hastanın
bu dönemde topiromat 200 mg/gün, valproik asit 1000 mg/gün, karbamazepin 800 mg/gün tedavisi gördüğü ama nöbet kontrolünün
sağlanamadığı öğrenildi. Hastanın öz ve soygeçmişinde bir özellik bulunamadı. Nörolojik bakısı normaldi. Beyin görüntüleme ve
87
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
çekilen interiktal EEG’leri normaldi. Laboratuvar bulgularında (FSH, LH, estradiol, progesteron) bir anormallik yoktu. Kadın doğum
polikliniğince başlanan progestorunlu doğum kontrol tedavisinden sonra nöbet gözlenmedi.
TARTIŞMA: Katamenial epilepsinin üç tipi tanımlanmıştır. Nadir gözlenen tip 1’de perimenstrüal (menstürasyondan önceki ve sonraki
3 gün) dönemde nöbetlerde artış görülür; bu artışın premenstüral progesteron düşmesiyle ilişkili olduğu bildirilmiştir. Katamenial
nöbetlerin tedavisinde progesteron, gonadotropin-releazing hormon analogları, asetazolamid gibi tedaviler önerilirken konvansiyonel
antiepileptik ilaçların etkilerinin sınırlı olduğu bildirilmiştir.
P-70
Erişkinlerde Nadir Bir Epilepsi Nedeni: Fokal Kortikal Displazi
Mehmet Ufuk Aluçlu, Sefer Varol
Dicle Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Diyarbakır
GİRİŞ: Fokal kortikal displazi, genellikle çocukluk ve adolesan dönemde sık görülmesine karşın erişkinlerde nadir epilepsi nedenleri
arasındadır. Nöronal migrasyon sırasında oluşan bir lezyon olup, histolojik olarak korteksin dislaminasyonu zemininde gelişen atipik,
dev nöronlar ve heterotopia ile karekterizedir. Daha önce epilepsi tanısı almayan erişkin hastada saptanan kortikal displazi olgusu
sunulacaktır.
OLGU: Anamnezinde daha önce herhangi bir şikâyeti olmayan 34 yaşındaki kadın hasta son bir ayda üç defa olan bayılma şikâyeti ile
hastanemize başvurdu. Klinik olarak Jeneralize tonik klonik nöbet geçirdiği saptanan hastanın EEG’sinde jeneralize epilepsi ile uyumlu
bulgular saptandı. Rutin tetkikleri normal bulunan hastanın etyolojiye yönelik yapılan beyin manyetik rezonans görüntülemesinde sağ
temporoparyetooksipital bölgede fokal kortikal displazi saptandı. Medikal tedavi ile nöbetleri kontrol altına alınan hasta halen takip
edilmektedir.
SONUÇ: İlk defa nöbet geçiren erişkin hastalarda etyolojide görüntülemenin önemini ve nadir de olsa fokal kortikal displazi olgularının
çocukluk çağı dışında da görülebilineceğini vurgulamak amacı ile olgu görüntüleme yöntemleri ile sunuma değer görüldü.
P-71
Epilepsi Ayırıcı Tanısında Asistol Saptanan Olgu Sunumu
Demet İlhan Algın1, Gönül Akdağ2, Yasemin Dinç2, Oğuz Osman Erdinç2
1
2
Yunus Emre Devlet Hastanesi, Nöroloji Kliniği, Eskişehir
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Eskişehir
GİRİŞ: Epilepsi hastalarında kardiak aritmiler görülebilmektedir. Epilepsi olgularının, video elektroensefalografi (EEG) ile kayıtlamaları
sırasında epilepsiden farklı nedenler ile karşılaşılmaktadır. Biz, epilepsi tanısı ile takip edilen video elektroensefalografi (EEG) ile
kayıtlamaları sırasında asistol saptanan olgumuzu sunduk.
OLGU SUNUMU: Altmış iki yaşında erkek hasta halsizlik, bulantı, fenalaşma hissi, bilinç kaybı, kollarda ve bacaklarda kasılma
şikayetleriyle başvurdu. İki yıl önce ilk atağını geçirdiği, atak sırasında dalma, boş bakma, kısa süreli klonik kasılma sonrası bilinç
kaybı olduğu öğrenildi.Dış merkezde çekilen EEG’sinde sol nöronal hipereksitabilite saptanan hastaya levetricetam başlanmış.
Hasta yan etki nedeni ile ilacı kullanamamış. Şikayetlerinin devam etmesi nedeni ile epilepsi polikliniğine başvuran hastanın
özgeçmişinde ailede epilepsi öyküsü olmadığı öğrenildi. Sistemik muayenede kan basıncı 100/70 mm Hg ölçüldü, kalp ritmik ve
nörolojik muayenesi normaldi. Yapılan rutin laboratuvar tetkik değerleri normaldi. Kraniyal manyetik rezonans görüntülemesinde
periventriküler ve subkortikal hiperintens T2 ve Flaır sekanslarında hiperintens izlenen iskemik-gliotik adaklar mevcuttu. Hastanın
yapılan rutin EEG’sinde sol temporal bölgede zaman zaman ortaya çıkan teta yavaş dalga aktivitesi gözlendi. 24 saatlik videomonitorizasyon sırasında uyku sırasında bacak hareketleri ile birlikte izlenen ritmik senkron sağ temporalden başlayan daha sonra
karşı hemisfere yayılım gösteren keskin karekterde deşarjlar, bu esnada EKG’de aritmi ve 18 saniye süren asistol geliştiği gözlendi.
Asistol başlangıcından itibaren temel aktivitenin yavaşladığı , 5-6 Hz frekansında yavaş dalgalardan oluştuğu izlendi. Hasta kardioloji
polikliniğine yönlendirildi.
TARTIŞMA: Asistol veya ciddi derecede bradikardi, serebral perfüzyonu bozar, önce bilinç bozukluğuna, uzun sürdüğünde epileptik
nöbetlere sebep verebilir. Video EEG kayıtlamaları epileptik nöbet benzeri kliniğe neden olan durumların erken tanınmasında yararlı
olabileceği gibi epilepsi tanısı ile izlenen hastalarda tedavi planı değişikliklerine karar vermede yol gösterici olacaktır. Olgumuzu
epilepsi ayırıcı tanısı ve uzun süreli video EEG kayıtlamanın önemini vurgulamak amacıyla bildirmeye değer bulduk.
88
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
P-72
Elektroensefalografik Nöbet Bulgularının Eşlik Ettiği Epileptik Prodrom: Olgu Sunumu
Abidin Erdal, Fatma Genç, Gizem Özdemir, Elif Uygur, Yasemin Biçer Gömceli
Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, Antalya
GİRİŞ: Epileptik prodrom; nöbetlerden saatler öncesinde hasta veya yakınları tarafından algılanan, nöbet olacağını düşündüren
belirti ve semptomlar olarak tanımlanabilir.Bu olgu sunumunda uzun süreli Video-EEG monitorizasyon (VEM) sırasında prodromal
semptomlara eşlik eden iktal EEG bulgularının izlendiği bir olgu tartışılacaktır.
OLGU SUNUMU: Anoksik doğum öyküsü olan 25 yaşındaki kadın hastanın, doğduğu günden beri nöbet geçirme yakınması
mevcuttu. Kraniyal MRG bulguları normal olan hastanın nörolojik muayenesinde hafif mental retardasyonu dışında bulgu yoktu.
Üçlü antiepileptik ilaç tedavisi almakta olan hastanın sık kompleks parsiyel nöbetleri (KPN) ve sekonder jeneralize tonik klonik (JTK)
nöbetleri vardı. JTK nöbetleri öncesi birkaç saat süren huzursuzluk, ajitasyon şeklinde prodromal yakınmaları mevcuttu. Vagal
sinir stimulasyonu açısından değerlendirmek amaçlı VEM ünitesine yatırılan hastanın, 8 saat süren prodromal belirtilerine eşlik
eden; her iki parasagittal bölgede daha yüksek amplitüdlü olmak üzere ritmik nöbet aktivitesi izlendi.Klinik ve EEG bulguları birlikte
değerlendirildiğinde tablo nonkonvulzif status epileptikus olarak değerlendirildi. Bu periyodu takip eden klinik nöbet esnasında, EEG
bulgularının ani bir desenkronizasyonla kesildiği ve her iki kafa ön bölgesinde, belirgin lateralizasyon göstermeyen , hızla jeneralize
olan büyük amplitüdlü ritmik teta şeklinde nöbet aktivitesi izlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Epileptik prodromlar, hem jeneralize hem parsiyel başlangıçlı epilepsilerde tanımlanmış olup, patofizyolojisine
ilişkin yeterli bilgi ve araştırma yoktur. Literatürde bizim olgumuz gibi prodromal belirtilerin nonkonvulsif status epileptikus ile ilişkisini
ortaya koyan sadece birkaç olgu tanımlanmıştır. Epileptik prodromların tanınması, bu periyotta alınacak önlemler ile hastaların nöbet
kontrolünü sağlamaya yardımcı olabilir.
P-73
Erken Dönem Seronegatif Limbik Ensefalitte Elektrofizyolojik Bulgular Yol Gösterici
Olabilir mi?
Sibel Canbaz Kabay, Mustafa Çetiner, Emine Mestan, Selahattin Ayas
Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Kütahya
Limbik ensefalit, haftalar içinde subakut başlangıç gösteren, klinik prezentasyonu yakın bellek kaybı, epileptik nöbetler, psikiyatrik
ve davranışsal semptomlar, konfüzyonel durum, irritabilite, depresyon, uyku problemleri, halüsinasyon ile karakterize bir hastalıktır.
Paraneoplastik veya otoimmün olabilir. Limbik ensefalitte tanı klinik özellikler , beyin MRG\’de T2 , flair ve difüzyon sekanslarında
limbik yapılarda hiperintensite veya antinöronal antikorların saptanması; EEG’de MRG ile sıklıkla eşleşen temporal lob alanlarında
aspesifik değişiklikler, BOS ve laboratuar bulguları ile konur. PET incelemesi, MRG incelemesinin normal olduğu durumlarda temporal
loblarda hipermetabolizmayı gösterebilir. Limbik ensefalitte sıklıkla karşılaşılan antikorlar hücre içi antijenleri (anti-Hu, anti-CV2, antiMa2, anti-Ri), veya iyon kanallarını (anti-VGKC ve anti-N-metil-D-aspartat reseptörü) hedef seçerler. Limbik ensefalit olgularının
%30-40’ında anti-nöronal antikor saptanamamıştır. Bilinen diabetes mellitus, hipertansiyon tanıları olan 72 yaşında erkek hasta ani
gelişen konfüzyonel tablo, ajitasyon, deliryum tablosu nedeni ile servisimize interne edildi. Hasta 7 yıl önce akciğer kanseri nedeni
ile opere olmuş, kemoterapi almış olup 7 yıldır tedavisiz izlenmekte idi. Hastanın yapılan nörolojik muayenesinde bilinç konfüze ,
kooperasyon ve oryantasyon kurulamıyor, ajitasyon mevcuttu. Tam kan ve biyokimyasal tetkiklerinde belirgin patoloji saptanmayan
hastanın bakılan difüzyon MRG, kontrastlı beyin MRG ve beyin BT\’de yaygın serebral atrofi, periventriküler kronik iskemik gliotik
lezyonlar dışında patoloji saptanmadı. Bos biyokimyasında hafif protein artışı (55 mg/dl) , direkt mikroskopisinde 2-3 adet/ mm3
lenfosit saptanan hastanın Bos kültüründe üreme olmadı. EEG’de çekim boyu süreklilik gösteren solda temporooksipital bölgeden
kaynaklanan izole diken yavaş dalga paterni izlendi.Hastaya IV levetirasetam başlandı. Herpes ensefaliti, paraneoplastik ensefalit,
limbik ensefalit, beyin tm ön tanıları çerçevesinde asiklovir,seftriakson, IVIG başlandı. Bos dan gönderilen paraneoplastik panel
(anti-hu/anna1, anti-ri/anna2, anti-ma2/ta, anti-amfifizin, anti-yo/pca1, anti-cv2, sox1 antikor), limbik ensefalit paneli (anti-nmda, antiglutamat tip ampa1, anti-glutamat tip ampa2, anti-lgı1, anti-caspr, anti-gaba b), herpes tip1 ve tip2 pcr, bos sitolojisinde patoloji
saptanmadı. Diğer tedavileri kesilen genel durumu düzelen, oryantasyon ve kooperasyon kurulan hasta antiepileptik tedavisi ile MRG
kontrolüne alınarak taburcu edildi. EEG ve klinik düzelmede IVIG tedavisinin rolü olduğu düşünülmüştür. Literatürde epigastrik aura,
jeneralize tonik klonik nöbetler, yakın bellek kaybı ile gelen, beyin MRG, Bos incelemeleri normal , onkonöronal antikorları negatif olup
EEG’de temporal bölgede epileptik aktivitesi olan ancak 2 ay sonra semptomlarının artması üzerine çekilen kontrol MRG\’de temporal
alanlarda sinyal değişiklikleri olan olgular mevcuttur. Olgumuz literatürde olduğu gibi erken dönemde EEG ile tanı konulan seronegatif
limbik ensefalitlerden biri olabileceği düşünülerek sunulmuştur.
89
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
P-74
Oral Lacosamide Tedavisine Yanıtlı Perioral Miyoklonik Absans Status Epileptikus
Kadriye Ağan1, Miruna Ateş2, İpek Midi1, Berrin Aktekin3, Canan Aykut-Bingöl3
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı & Klinik Nörofizyoloji Bilim Dalı, Istanbul
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Istanbul
3
Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı & Klinik Nörofizyoloji Bilim Dalı, Istanbul
1
2
AMAÇ: Perioral miyoklonili absans, gelişmekte olan idyopatik jeneralize epilepsiler içinde değerlendirilen ve henüz ILAE sınıflamasında
yer almayan bir sendromdur. Bu epilepsi sendromu spesifik bir nöbet tipine sahiptir. Sadece öykü ile takip edilen hastalarda fokal
epilepsi ile karıştırılması oldukça sıktır.
MATERYAL-METOD: Yirmi yaşında kadın hasta, 8 yaşından itibaren absans nöbetleri başlayan hastanın,12 yaşında nöbetlerine
atonik ve jeneralize tonik klonik nöbetleri eklenmiş. Bu olguda nadir sendroma sahip olduğu düşünülen yirmi yaşında kadın hastanın
status epileptikus (SE) dönemini ve oral lakosamide tedavisi ile sağaltımı video ve EEG’leri eşliğinde sunulacaktır.
SONUÇ: Perioral Miyoklonili Absans Epilepsi sendromunda Status Epileptikus sık rastlanan bir klinik durumdur. Zaman zamanda
tedaviye direnç görülebilir. Dirençli Absans Status Epileptikustaki tedavi seçenekleri tartışılacaktır.
P-75
Epileptik Nöbetle Karışan Bir Status Kataplektikus Olgusu
Nalan Öztürk Küçükşahin, Esra Özkan, Olcay Tosun Meriç, F.İrsel Tezer, Serap Saygı
Hacettepe Üniversitesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara
ÖZET: Narkolepsi tip I esas olarak gündüz aşırı uykululuğun yanısıra, REM-uykusunun disosiasyonunun bir bulgusu olan katapleksi
ile karakterize uyku bozukluğudur. İki dakikadan kısa süreli, bilincin korunduğu, genellikle emosyonel tetikleyicilerle ortaya çıkan
atoniler, katapleksi atakları, ayda bir gibi nadir olabilir. Ancak bazen günde 20 kezden fazla olabilir. Hastaların %1’inden az bir
kısmında 5 dakikadan daha uzun sürdüğü bildirilmiştir. Arka arkaya, devamlı olan “status kataplektikus” olarak adlandırılan, az
bilinen, bu ataklar epileptik nöbetler şeklinde yanlış değerlendirilebilir. Biz bu vaka raporu ile epilepsi ön tanısı ile yönlendirilen, klinik
ve laboratuar bulgularıyla status kataplektikus tanısı düşünülen hastamızı tartışmak istedik.
OLGU: 21 yaşında erkek hastanın, başta düşme atakları ve uykululuk şikayetleri nedeni ile bir sağlık merkezine başvurduğu öğrenildi.
EEG’deki bulguları nedeniyle, epilepsi tanısı düşünülerek tedavi planlanan hasta merkezimize yönlendirildi. Bu aşamada kliniğimize
başvuran hastanın, uyku ataklarının kısa süreli, dinlendirici olduğu; başında düşme şeklindeki ataklarının sıklıkla gülme sonrası
ortaya çıktığı, dakikalarca arka arkaya geliştiği öğrenildi. Babasında da benzer şikayetler bildirildi. Ayrıca hastanın güldüğü sırada
dakikalarca süren kontrol edilemeyen başında düşme atakları kaydedildi. Klinik olarak narkolepsi tip I olarak düşünülen hastanın PSG
ve video_EEG kayıtları bu tanıyı doğruladı. Venlafaksin ve modafinili içeren tedavi ile 2 haftada şikayetlerin tamamen yatıştığı izlendi.
TARTIŞMA: Klinik olarak iyi bilinmeyen status kataplektikusun, doktora başvurulduğunda epileptik nöbet gibi paroksismal olaylarla
karışabilmesi beklenebilir. Atakların video-EEG ve PSG ile kaydedilmesi tanıyı kesinleştirmektedir. Ancak öyküde gündüz aşırı
uykululuğun olması ve bundan şüphelenilip sorgulanması yanlış tanı ve tedaviyi engelleyecektir.
P-76
Nonkonvulzif Status Epileptikus: Olgu Sunumu
Fulya Eren1, Günay Gül1, Batuhan Kara2, Aysun Soysal1
1
2
Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, İstanbul
Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitimve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Servisi, İstanbul
GİRİŞ: Nonkonvulzif status epileptikus(NKSE) tüm status tablolarının %25’ini oluşturmaktadır. Epilepsi hastalarında sık görülmesine
rağmen, metabolik nedenler ya da santral sinir sistemini etkileyen diğer patolojiler de NKSE’a yol açabilir.
OLGU: Kırk yaşında kadın hasta 15 yaşından beri mevcut olduğu bilinen kompleks parsiyel nöbetleri nedeniyle epilepsi polikliniğimizden
takip edilmektedir. Levatirasetam monoterapisi altında çok dalgın ve anlamasının bozuk olduğunu tarifleyen hastanın yapılan
video-EEG monitorizasyon tetkikinde, her iki hemisfer frontotemporal alanlarında birbirinden bağımsız olarak gözlenen nöronal
hipereksitabilite saptandı. Ayrıca çekim sırasında sol frontotemporal bölgeden başlayıp jeneralize olan keskin yavaş dalga aktivitesinin
bir süre sonra ritmisite kazandığı, bu sırada hastanın hareketsiz yattığı ve sorulan sorulara kısmen cevap verdiği, reaksiyon zamanın
ise uzadığı gözlendi. Diazepam infüzyonu sonrası bu elektroklinik nöbet tablosu 40 dakika sonra sonlandı. Bu bulgularla temporal lob
kaynaklı nöbetleri olan hasta NKSE tablosunda olarak değerlendirildi. Poliklinik takiplerinde hastanın kullandığı antiepileptik ilaç dozu
arttırılarak nöbetleri kontrol altına alındı.
90
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
TARTIŞMA: NKSE sık görülen, tanınması zor, yüksek mortalite ve morbiditeye sahip bir tablodur. Tedavi edilebilir olması nedeniyle
tanınması önemlidir. Bu tablo, epilepsi hastalarında yetersiz antiepileptik kullanımına bağlı olarak görülebilmektedir. Hastaların sık
dalgınlık, algılama güçlüğü şeklinde şikayetlerinin elektroklinik bir nöbet olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır.
P-77
5 Olgu Eşliğinde Lingual Epilepsiya Parsiyalis Kontinua
Ayşen Süzen Ekinci, Ayçin Yıldız Tabakoğlu, Ayşe Güler, İlay Hilal Kılıç, Gülsüm Saruhan, Emrah Emre Deveci, İbrahim Aydoğdu,
Burhanettin Uludağ, Nilgün Araç
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Klinik Nörofizyoloji, İzmir
GİRİŞ: Epilepsi Parsialis Kontinua (EPK) fokal status epileptikusun nadir görülen tipidir. En sık neden, çocuklarda Rasmussen
Ensefaliti iken, yetişkinlerde serebrovasküler hastalıklar ya da neoplazi suçlanmaktadır. Olguların yaklaşık %19 unda etiyolojik bir
neden saptanamamaktadır. EPK nın alt tipi olan Lingual EPK olguları literatürde olgu bazında bildirilmektedir. Bu çalışmada, klinik,
elektrofizyolojik ve görüntüleme teknikleri eşliğinde 5 lingual EPK olgusunun tartışılması amaçlanmıştır.
OLGU 1: Epilepsi öyküsü bununan 53 yaşında (Y), erkek (E) hasta, yaklaşık 20 gündür , bilincin korunduğu sol tarafta dil, ağız kenarı
ve göz çevresinde fokal motor nöbetleri (FMN) ortaya çıkmış. Çekilen yüzeyel elektod eşliğinde yapılan video EEG’sinde iktal aktivite
ayırt edilemedi, kraniyal MRG sinde açıklayacak patoloji saptanmadı.
OLGU 2: 66 Y, kadın (K) hasta 1 gündür, bilincin korunduğu, sağ tarafta dilin ve ağız kenarında FMN’leri ortaya çıkmış. Çekilen video
EEG sinde iktal aktivite ayırt edilemedi, kraniyal MRG sinde sol parietal gölgede glial tümör tespit edildi.
OLGU 3: Epilepsi öyküsü bulunan 31 Y,K hasta 1 gündür, bilincin korunduğu sol tarafta dil ve ağız kenarında FMN’leri ortaya çıkmış.
Çekilen yüzeyel elektod eşliğinde yapılan video EEG’sinde iktal aktivite ayırt edilemedi, kraniyal MRG ve PET incelemesinde sağda
frontoparietal bölgede fokal gliotik alan saptandı.
OLGU 4: 64 Y,E hasta 1 gündür, bilincin korunduğu sol tarafta dil, ağız kenarı, çene ve yüzde FMN’leri izlendi. Çekilen video EEG
sinde İktal aktivite ayırt edilemedi, Kraniyal MRG sinde sağda parietotemporal bölgede ensefalitle uyumlu lezyon izlendi.
OLGU 5: 44 Y,E hasta solunum arresti sonrası 1 gündür, bilincin korunduğu sol tarafta dil, ağız kenarı ve elde FMN’leri izlendi. Video
EEG de iktal aktivite ayırt edilemedi. Kraniyal BT’sinde anlamlı patoloji saptanmadı.
SONUÇ: Oldukça nadir olarak izlenen Lingual EPK’nın kortikal dil alanlarının aktivasyonundan kaynaklandığı düşünülmektedir.
Literatürde değişik nedenlerle operküler bölge tutuluşuna ait vakalar bildirilmiştir. İzole olarak ortaya çıkabileceği gibi kortikal temsiline
uygun olarak ,yumuşak damak, ağız çevresi, çene, yüz, el tutuluşu da eşlik edebilir. Hastalarımızın hepsinde dil tutuluşuna ağız
kenarında olan fokal motor nöbetler eşlik etmiş, çekilen kraniyal görüntüleme yöntemlerinde (n:3) operküler bölge ve civarında lezyon
tespit edilmiştir. Bu bölgedeki iktal aktivitenin derin yerleşimi ve hareket artefaktlarına neden olması nedeniyle rutin skalp EEG de
karşılığını bulmak güçtür ,hastalarımızda iktal aktivite ayırt edilememiştir.
91
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
92
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
İNDEKS
93
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
94
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
Abidin Erdal 86, 89
A. Emre Öge 3, 16, 17, 21, 35, 39, 42, 49, 50, 81
A. Gülden Diniz 79
Ahmet Altunhalka 39
Ahmet Demir 74, 79
Ahmet Onur Keskin 61
Ahmet Yeşilyurt 69
Ahmet Yıldırım 59
Ali Rıza Sonkaya 60, 62, 81
Alper Can 72
Arsida Bajrami 80
Arzu Akgül 32
Arzu Yılmaz 69
Asım Kayta 37
Aslı Demirtaş Tatlıdede 39
Atahan Çağatay 70
Aycan Oto 37
Ayçin Yıldız Tabakoğlu 22, 36, 37, 53, 75, 91
Ayfer Meral 34
Aygül Mahmudova 84
Ayhan Köksal 32, 63
Aylin Bican 19, 23, 25, 26
Aylin Reyhani 49
Ayşe Deniz Elmalı 51
Ayşe Destina Yalçın 74, 79
Ayşe Güler 53, 91
Ayşegül Gündüz 21,37, 44, 77, 82
Ayşen Gökyiğit 52, 85
Ayşen Süzen Ekinci 16, 36, 37, 53, 75, 91
Ayşe Seda Eren 69
Ayşın Dervent 13, 14, 51, 84
Aysun Gönderen 68
Aysun Soysal 16, 17, 26, 27, 32, 63, 74, 90
Aytekin Ceviz 47
Azer Mammadov 66
Baki Göksan 63
Barış Baklan 12, 18
Barış Baslo 16, 18, 19, 33, 34, 35, 36, 70, 78
Başar Bilgiç 39, 49
Batuhan Kara 90
Bektaş Korkmaz 22
Belgin Mutluay 32, 63
Belin Kamiloğlu 62
Bengi Gül Alpaslan 66
Berat Kanar 79
Berkan Kaplan 71, 75
Berrin Aktekin 22, 23, 90
Betül Baykan 3, 14, 17, 20, 49, 50, 52, 85
Betül Çevik 34
Betül Tekin Güveli 74
Beyza Arslan 80
Bilge Piri Çınar 34, 47, 84
Birsen İnce 63
Buket Tuğan Yıldız 31
Bülent Cengiz 20, 39, 40, 41, 43, 45
Bülent Elibol 42
Bülent İrfanoğlu 39
Burcu Gökçe Çokal 68
Burcu Örmeci 16, 21, 35
Burcu Polat 72
Burhanettin Uludağ 17, 91
Büşra Yurtsever 83
Çağdaş Topçu 32
Çağrı Mesut Temuçin 16, 18, 19 , 42, 75
Cahit Gürel 39
Can Ahmet Kulan 73
Canan Aykut-Bingöl 90
Canan Emir 57
Canan Ulusoy 52
Candan Gürses 20, 24, 51, 52, 85
Cem Erdoğan 72
Cengiz Dayan 74
Cengiz Tataroğlu 11
Cengiz Yalçınkaya 84
Çetin Kürşad Akpınar 87
Ceyla Ataç Uçar 69
Çiğdem Coşkun 61
Çiğdem Kaspar 35
Cumhur Ertekin 3, 14, 37, 38
David MacDonald 14
Demet İlhan Algın 61, 88
Demet Kınay 12, 15
Deniz Kızılaslan 72
Deniz Polisci 74
Deniz Tuncel 13, 26, 27
Derya Karadeniz 3, 11, 12, 18, 48, 49
Didem Taşkın 72
Dilcan Kotan 71, 76, 78
Dilek Ataklı 74
Dilek Bozkurt 83
Dilek Öztürk İnan 86
Ebru Altındağ 20, 23
Ebru Barçın 32
Ebru Erbayat Altay 68, 72
Ebru Nur Vanlı Yavuz 39, 52
Ebru Yaşar 67
Egemen Avcı 35
Ela Naz Döğer 32
Elif Kocasoy Orhan 19, 26, 33, 34, 35, 36, 70, 78, 81
Elif Uygur 89
Emine Deniz Gözen 44
Emine Mestan 77, 89
Emine Taşkıran 38, 48, 82
Emrah Emre Deveci 91
Emrah Yücesan 42
Emre Durdağ 38, 48, 82
Erdem Durmaz 46
Erdem Toğrol 84
Erdem Tüzün 52
Erdinç Özek 38, 82
Eren Gözke 66
Eren Yıldız 69
Ergin Karakaya 72
Erhan Bilir 23, 24, 53
Erkan Doğan 72
Erkan Kaya 62
Ersin Tan 75
Esen Saka Topçuoğlu 42
Eser Buluş 51, 85
Esme Ekizoğlu Turgut 52
Esra Arun Özer 79
Esra Erkoç Ataoğlu 40
Esra Günay 66
Esra Özkan 90
Evren Boran 39, 41
Fatihhan Bölükbasi 48
Fatih Önder Baysal 61
Fatih Özdağ 84
Fatma Genç 86, 89
Feray Karaali Savrun 11, 15, 37, 77, 82
Ferda Selçuk 62
Fergane Memmedova 61
Ferrube Şimşek 25, 27
Feza Deymeer 3, 17, 33, 70
F. Gonca Eldem 54
Figen Baydan 79
Figen Yavlal 48
Fikret Aysal 16, 32, 68, 72
Fikret Bademkıran 12, 25, 37
Filiz Azman 80, 83
Fulya Eren 90
Funda Alparslan 66
Gamze Çelmeli 46
Gazanfer Ekinci 83
Gençer Genç 24
Gevher Nesibe Tilek 86
Gizem Özdemir 89
Gökalp Silav 38, 82
Gökçem Yıldız 42, 43, 58, 75
Gökçe Şentürk 42
Gökhan Erkol 66
Gönül Akdağ 61, 88
Gönül Peker 47
Gönül Vural 75, 81
Görkem Şirin 33, 35, 36, 78
Görsev Yener 17
Gülay Nurlu 17, 25, 58
Gülçin Benbir 13, 22, 26, 48, 49, 51, 85
Gülgün Uncu 61
Gülnihal Kutlu 11, 19, 23
Gülsüm Saruhan 91
Günay Gül 90
Güzide Turanlı 14
Hacer Bozdemir 12
Hacer Durmuş 33, 70
Hacı Yıldırım 62, 81
95
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
Hafize Nalan Güneş 68
Hakan Tekeli 84
Hakan Yener 26, 52
Hale Zeynep Batur Çağlayan 40
Halil Atilla İdrisoğlu 35, 36, 78
Halil Güllüoğlu 53
Halil Önder 58
Handan Özışık Karaman 25
Hatice Kübra Avcı Gülen 59
Hatice Kurucu 51, 77
Hatice Tankişi 20
Hava Özlem Dede 22, 35, 36, 85
Hayriye Örnek 83
Hayyam Eyvazov 73
Hesna Bektaş 75, 81
H. Hayat Güven 69, 72
Hikmet Yılmaz 13, 21
Hilmi Uysal 3, 20, 23, 32, 46
Hülya Ertaşoğlu Toydemir 83
Hüseyin Özden Şener 31, 59
Hüseyin Saffet Beköz 68
İbrahim Aydoğdu 3, 15, 23, 26, 53, 91
İbrahim Öztura 11, 13, 21, 22, 64
İffet Bircan 46
İlay Hilal Kılıç 91
İlhan Elmacı 38, 48, 82
İpek Midi 20, 83, 90
İrem Çapraz 18, 19, 23, 25
İrem Pınar 61
İrem Uludağ 38
İrem Yıldırım Çapraz 53
Irena Rektorova 17
İrsel Tezer 3, 12, 18, 25, 54, 90
Ivan Rektor 14, 17
Jale Yazıcı 3, 14, 17
John Stewart 14, 17, 20
Kader Karlı Oğuz 54
Kadriye Ağan 12, 22, 83, 90
Kadriye Alpay 70
Kayıhan Uluç 13
Kemal Türker 14
Kezban Aslan 13, 21, 26
Kubilay Varlı 14, 43, 58, 71
Kutluk Bilge Arıkan 39
Leyla Baysal 19, 34, 52, 78
Leyla Daş 58
Leyla Şeker 26
Makbule Deniz Borucu 74, 79
Mansur Tatlı 79
Mehlika Panpallı Ateş 58, 69, 72
Mehmet Demirci 16
Mehmet Güney Şenol 81, 84
Mehmet İlker Yön 68
Mehmet Nuri Aydın 67
Mehmet Ufuk Aluçlu 88
Mehmet Yürüyen 66
Melda Bozluolçay 66
Melek Özarslan 57
Melih Tütüncü 77
Melis Sohtaoğlu 44, 63, 66, 77
Meral Kızıltan 3, 21, 37, 44, 48, 64, 65
Merih Karbay 81
Merve Bahar Ercan 45
Merve Bedeloğlu 32
Mesude Özerden 32
Metin Dedeidaryan 74
Metin Mercan 43, 53
Mine Hayriye Sorgun 31, 59
Miraç Ayşen Çakmak 80
Miruna Florentina Ateş 83, 90
M. Tuba Göksungur 70
Muhteşem Gedizlioğlu 73
Münevver Gökyiğit 3, 11, 15, 26
Murat Aksu 13, 22
Murat Alemdar 60, 64, 71, 76, 78
Murat Gültekin 76
Murat Mert Atmaca 70, 78, 85
Murat Zinnuroğlu 39
Mustafa Çetiner 77, 89
Mustafa Ceylan 60, 62, 81
Mustafa Ertaş 23
Mustafa İskender 45
Mustafa Kiraz 67
Mustafa Men 79
Mustafa Tansel Kendirli 84
Nalan Öztürk Küçükşahin 90
Nazlı Gamze Bülbül 38
Naz Yeni 3, 12, 51, 85
Necdet Karlı 23
Nejla Sözer Topçular 80
Nergiz Agayeva 73
Nermin Görkem Şirin 33, 78
Nerses Bebek 17, 25, 42, 52, 85
Neşe Dericioğlu 18, 20, 71, 75
Nesrin Ahu Aslan 72
Nesrin Erkek 86
Nesrin Helvacı Yılmaz 68, 72
Nevin Gürgör 38
Nevzat Alkan 21
Nida Taşçılar 11, 26
Nihal Olgaç Dündar 79
Nilgün Araç 21, 36, 53, 91
Nilgün Çınar 80
Nilgün Erten 47
Nilüfer Erdoğmuş İnce 73
Nilüfer Yeşilot Barlas 85
Nimet Dörtcan 66
Nuray Cingöz Atilla 86
Nurhak Demir 64
Nurten Uzun Adatepe 3, 19, 37, 44, 63, 77
Oğuz Osman Erdinç 61, 88
Oktay Olmuşçelik 68
Olcay Tosun Meriç 16, 22, 54, 90
Ömer Faruk Bayraktutan 60, 62, 81
Ömer Halil Çolak 32
Ömer Özkan 32
Orhan Deniz 75, 81
Orhan Sümbül 47
Orhan Yağız 61
Osman Özgür 59
Övünç Polat 32
Oytun Erbaş 34, 47, 84
Özcan Öztürk 44
Özdem Ertürk 44, 51, 84
Özden Kamışlı 12
Özden Şener 23, 31, 59
Özgür Akdemir 53
Özgür Duman 46
Özkan İlhan 79
Özkan Özdemir 42
Özlem Çokar 11, 16, 51
Özlem Eranıl Terim 35
Özlem Gelişin 85
Özlenen Özkan 32
Pelin Doğan Ak 66
Pinar Gencpinar 46
Piraye Oflazer 14
Pınar Bekdik Şirinocak 67
Rabia Terzi 67
Rahşan İnan 48
Ramazan Erdoğan 26
Ramazan Sari 48
Recep Baydemir 76
Refah Sayın 67, 69, 72, 86
Refik Sever 32
Reha Kuruoğlu 16, 20, 21, 43, 45
Rıdvan Mercan 69
Şadiye Gümüşyayla 75, 81
Şakir Delil 19
Sandjeev Nandedkar 20, 24
Sarenur Gökben 14
Sefer Varol 88
Şehnaz Arıcı 38
Selahattin Ayas 77, 89
Selda Keskin Güler 68
Selim Selçuk Çomoğlu 58, 69, 72
Sema Demirci 38, 48
Semai Bek 17
Semra Alaçam Köksal 78
Şenay Aydın 64, 65
Şenay Haspolat 46
Seniha Başaran 70
Serap Saygı 20, 23, 54, 90
Serap Üçler 57
Serkan Gürgül 34
Serkan Uslu 46
96
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ
Sevgi Ferik 58, 69
Sevim Baybaş 11, 63
Şevki Şahin 80
Seyhan Dumanlıdağ 86
Şeyma Çiftçi 36, 53, 75
Sibel Canbaz Kabay 77, 89
Sibel Karşıdsağ 80
Sibel Uğur İşeri 42
Sibel Üstün Özek 57
Sinem Akbay 79
Sıla Usar İncirli 62
Songül Şenadım 74
Şule Deveci 42
Sultan Çağırıcı 49, 80
Tahir Kurtuluş Yoldaş 16, 68
Tahir Yoldaş 69
Temel Tombul 86
Tibet Erdoğru 35
Tougrul Mestanzade 16, 37
Tuğrul Doğan 74, 79
Tülin Aktürk 72
Tülin Tanrıdağ 11
Tunca Nüzket 46
Türker Çavuşoğlu 34
Ufuk Emre 59, 61
Uğur Uygunoğlu 44
Ülgen Kökeş 16
Ülkü Dübüş Hoş 49
Ümmühan Altın 39
Utku Oğan Akyıldız 86
Veysi Demirbilek 12, 16, 51, 84
Vildan Yayla 3, 12, 25, 80, 83
Volkan Solmaz 47, 84
Yalın Turgut Adatepe 59
Yaprak Seçil 23
Yaşar Zorlu 21
Yasemin Biçer Gömceli 86, 89
Yasemin Dinç 88
Yasemin Gömceli 25, 27
Yasin Abanoz 44, 82, 84
Yavuz Altunkaynak 63
Yeliz Bakuy 64, 65
Yeşim Abanoz 44, 82
Yeşim Güzey Aras 78
Yeşim Kesim 42
Yeşim Parman 70
Yiğit Uyanıkgil 34
Yıldız Arsla 67
Zafer Çolakoğlu 21, 75
Zafer Ekinci 73
Zamir Kemal Ertürk 69
Zaur Mehdiyev 64
Zeki Odabaşı 11
Zeliha Matur 13, 16, 26, 27, 39, 42, 49, 50, 51, 71, 76
Zerrin Karaaslan 70
Zeynep Aydın Özemir 49, 50
Zeynep Kurt 57
Zeynep Kuzu 59
Zeynep Ünlüsoy-Acar 42
97

Benzer belgeler