20.07.2016

Transkript

20.07.2016
1
Cevat Öneş
SÖYLEŞİ
Kürdlerin
duruşu
alkışlanmalıdır
Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL
Sayı:110
19 - 24 Temmuz 2016
bas-haber.com
S:08 - 09
Türkiye’nin en uzun gecesi
Askeri
darbeye
sivil darp!
Türkiye, 15 Temmuz 2016’da en uzun darbe gecesini yaşadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Yıldırım ve hükümet ilgilileri
ile muhalefet partilerinin darbecilere karşı kararlı davranması ardından sokaklara
çıkan halk, tankların üzerine çıkıp, yollara
barikatlar kurarak darbe girişimini engelledi. Şiddet olaylarında 232 kişi öldü,
1500’den fazla kişi yaralandı.
Paralel cuntanın sonu
BİLAL SAMBUR
Diyarbakır, Elazığ, Muş, Urfa, Siirt, Bingöl, Ağrı,
Kars, Erzurum, Iğdır, Malatya, Mardin, Şırnak,
Van, Hakkari, Bitlis, Antep ve Kilis’te yüz binlerce insan meydanlara çıkarak “Darbeye
dur” sloganları attı. HDP seçmenlerinin kitlesel olarak katılmadığı gösterilere daha çok
dindar kesimler, HDP dışında kalan Kürd siyaseti ve AKP tabanı katıldı. PKK, gelişmelere
sessiz kaldı.
HAKAN TAHMAZ
S:02 - 03 -04 - 05 - 06
Bıçak sırtı
Darbe, fırsatlar ve riskler
s03
Türkiye’de şimdiye dek askere direnmeyi aklından
geçirmeyi dahi ‘günah‘ sayan kamuoyu, darbeci askerlere sert tepki verdi. Çok sayıda asker halk tarafından linç ve toplu darp edildi, gözaltına alınan
generallerin kameralar önünde dövüldüğü görüntüler kamuoyuna yansıdı. Darbeci askerler soyularak,
üniformaları çıkarılarak topluca gözaltına alındı.
Askeri birlikler halk ve polis tarafından işgal edildi.
s08
FERHAT KENTEL
Bir darbe girişimi üzerine
s09
ABDULLUH KARABAY
s05
02
MANŞET
BasHaber
SÖYLEŞİ
19 - 24 Temmuz 22016
Askeri darbeye sivil barikat
Dilan Almaz- Ahmet Özyeter - M.
Emin Kan- Kerem Ari – Yeter Polat
S
iyasi tarihinde onlarca kalkışma ve sonuçları uzun yıllar devam eden 4 büyük darbe
olan Türkiye, 15 Temmuz 2016’da en uzun
darbe gecesini yaşadı. 15 Temmuz akşamı 22.00
sularında Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet
Köprüsü’nün askeri tanklarla kapatılması
sonrasında başlayan darbe girişimi ardından
hareketli zamanlar yaşandı. Emniyet Müdürlüğü,
MİT, Özel Harekat Dairesi, Meclis ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı hedef alan savaş uçakları ve
helikopterlerin bombalaması ile saatlerce süren
çatışmalar yaşandı. İstanbul Atatürk Havalimanı
tanklarla gelen askerler tarafından ele geçirildi.
Darbe girişimi sırasında Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan’ın tatilini geçirdiği Marmaris’teki otele 4 helikoper dolusu MAK timi ile
baskın yapan darbeciler, Genelkurmay Karargahını da ele geçirerek, Genelkurmay Başkanı ve
yardımcısı dahil tüm kuvvet komutanlarını da
rehin alarak, yanlarına çekmek için baskı yaptı.
TRT’yi ele geçirerek darbe bildirisi okutan, Hürriyet gazetesi ve CNN Türk binası ile Türk Telekom,
AKP binaları ve diğer kimi stratejik kurumlara
da giren darbeci askerlerin neden olduğu şiddet
olaylarında 232 kişi öldü, 1500’den fazla kişi yaralandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Yıldırım ve hükümet ilgilileri ile muhalefet partileri
ve AKP yöneticilerinin darbecilere karşı kararlı
dav-ranması ardından sokaklara çıkan halk,
tankların üzerine çıkıp, yollara barikatlar kurarak
darbe girişimini engelledi. Cumhurbaşkanı’nın
halkı direnmeye çağırması ardından camilerde
sabaha dek salalar okundu ve Türkiye’nin tüm
yerleşimlerinde çoğunluğu AKP seçmeni milyonlarca insan sokaklarda darbecilere karşı gösteriler
düzenledi. Darbe girişiminin ardından bir süre
durumu gözleyip bekleyen diğer ordu birliklerinin destek vermemesi sonucunda girişim
başarısızlığa uğradı ve darbeciler ya teslim oldu ya
da yapılan operasyonlarda tutuklandı.
Darbe bilançosu: 232 ölü, 1541 yaralı, 7543
gözaltı
Darbe girişimi süresince çıkan çatışmalarda
24’ü darbeci asker olmak üzere 232 kişi öldü, bin
541 kişi yaralandı, 2 bin 137’si asker 7 bin 543 kişi
gözaltına alındı. Devam eden operasyonlarda
gözlatı ve tutuklamalar da devam ediyor. Tutuklananlar arasında, Diyarbakır, Şırnak, Bingöl ve
Malatya gibi illerde PKK’ye karşı operasyonları
yürüten generaller de bulunuyor. 19 Temmuz
2016 saat 18.00 itibariyle düzenlenen operasyonlarda açığa alınan, uzaklaştırılan ve tutuklananların sayıları yaklaşık 30 bin kişiyi buldu.
Darbe teşebbüsüne karıştığı tespit edilen
Orgeneral Adem Huduti ve Yüksek Askeri Şura
Üyesi Orgeneral Akın Öztürk başta olmak üzere
118 general ve amiral ile çok sayıda albay binbaşı
ve farklı rütbelerden toplam 2 bin 137 asker
tutuklandı. 29 albay ve 5 general görevden alındı.
Öte yandan farklı kamu kurumlarında, 30’u vali,
onlarca kaymakan, 15 bin 200 kamu görevlisine
görevden el çektirildi. YÖK tarafından da 1577
dekanın da istifası istendi. Milli Eğitim Bakanlığı
da özel okullarındaki 21 öğretmenin lisansını
iptal etti.
Darbe girişimi sonrasında Türkiye genelinde
gözaltına alma ve açığa alınmalar devam ediyor.
Kısa bir süre önce HSYK Genel Kurulu tarafından yapılan açıklama ile Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığı’nın gözaltı kararı doğrultusunda 5
HSYK üyesinin üyeliğinin düşürülmesine karar
verdiği açıklandı. HSYK 2. Dairesi’nin verdiği
karar ile de 541’i ilk derece idari yargıda, 2 bin
204’ü ilk d erece adli yargıda olmak üzere toplam
2 bin 745 hakim ve savcının açığa aldığı bildirildi.
Danıştay’da ise 48 hakim ve savcı görevden alındı.
Ekranlarda darbe ve karşı darbe
Ordu içinde bir grubun 15 Temmuz gecesi yaptığı darbe girişimi, sadece Türkiye değil, dünya
tarihine de unutulmayacak görüntülerle geçti.
Emir-komuta zinciri dışında planlandığı ortaya
çıkan ve saatlerce canlı yayında izlenen darbe
girişimi, eş zamanlı olarak bir medya savaşına da
sahne oldu. Darbe girişimi sürerken ilk açıklama,
CNN Türk ve NTV’nin de aralarında bulunduğu kanallara canlı yayında telefonla bağlanan
Başbakan Binali Yıldırım’dan geldi. Yıldırım, “Bu
bir kalkışmadır, darbe değildir. Bunu yapanlar en
ağır bedeli ödeyeceklerdir” dedi. Yıldırım’ı televizyon kanal-larına peş peşe bağlanan bakanlar
izledi. Hükümet yetkilileri vatandaşları demokra-
Barzani: Türkiye vatandaşlarının tavrı sevindirici
Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) Başkanlığı, Türkiye’de başarısızlıkla sonuçlanan darbe
girişimiyle ilgili yayınladığı yazılı açıklamada
darbe girişimini eleştirerek Türkiye vatandaşlarının, seçilmiş ve meşru hükümeti destekleyerek, darbeyi engellemesinin sevindirici
bir gelişme olduğunu belirtti. “Bölgede ve
Türkiye’de istikrar ve barışın sağlanması umut
ediyoruz” ifadesinin yer aldığı açıklamada,
halk iradesinin ve demokrasinin göz ardı
edilemeyeceği vurgusu yapıldı.
siye sahip çıkmak için sokağa çıkmaya çağırdı.
Cep telefonunu ile görüntülü olarak CNN
Türk’e bağlanan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan
da halkı meydanlara çağırdı. Darbe girişiminin,
ordu içinde paralel yapılanmaya bağlantılı küçük
bir cunta tarafından organize edildiğini belirten
Erdoğan kendisinin de meydanlara çıkacağını
vurguladı ve İstanbul’a geldi. Cumhurbaşkanı’nın
çağrısı ve muhalefetin de demokrasi vurgusunun
ardından İstanbul, Ankara, İzmir, Samsun ve
diğer kentlerde cadde ve meydanlar hareketlenmeye başladı. Türkiye’de yaşanan ilklerden biri
olarak hiçkimse darbecilerden yana tavır almadı
ve meşru hükümeti savundu.
Kürdler Hükümete destek verdi
Diyarbakır, Elazığ, Muş, Urfa, Siirt, Bingöl,
Ağrı, Kars, Erzurum, Iğdır, Malatya, Mardin,
Şırnak, Van, Hakkari, Bitlis, Antep ve Kilis’te
yüz binlerce insan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın
yaptığı çağrıya yanıt olarak meydanlara çıkarak
“Darbeye dur” sloganları attı. HDP seçmenlerinin
kitlesel olarak katılmadığı gösterilere daha çok
dindar kesimler, HDP dışında kalan Kürd siyaseti
ve AKP seçmeni taban katıldı. Darbecilere karşı
sokağa çıkılan kimi yerlerde göstericiler Kürdistan bayrağı da taşıdı. PKK’nin olaylara ilişkin sessiz kaldığı, durumdan faydalanmaya çalışmadığı
ve olayları izlemekle yetindiği ve darbe sonrası
zamanlarda eylemlerini durdurduğu gözlendi.
Hükümetin olayların hemen ardından Öcalan’ın
durumu ile ilgili olarak HDP’ye bilgi verdiği de
açıklandı.
Darbecilere linç
Türkiye’de “kutsal ocak“ diye bilinen ordu ve
herbiri kendi egemenlik sahasında “imparator“
olarak kabul edilen, yasalar tarafından korunma
altına alınan, halkın dışında, elit mekanlarda
yaşayan ve dokunulmaz olan askeri komutanlar
geçmişte çok sayıda darbe yaptı veya darbe girişiminde bulundu. Onlar istediklerinde siyasetçiler şapkalarını alıp evlerine gitti. Sıkıyönetim
dönemlerinde sayılamayacak kadar suça, insan
hakkı ihlalelerine ve yasadışı uygulamalara bulaşmalarına rağmen yasalar onları korudu. Özel
yargıları ve mahkemeleri oldu. Cumhuriyetin
kuruluşundan 1988 yılında dek Cumhurbaşkanı
makamı emekli askerlere ayrıldı. Fiilen iktidarda
olmadıkları zaman da gölgeleri ve vesayetleri ile
ülkeyi yöneten, uyarıları ile iktidarları deviren,
başbakan ve bakanları atayan, yayın yönetmenlerine manşet attıran, kararları sorgulanamaz olan
askerler 15 Temmuz darbesi girişimi ile tüm bu
ayrıcalıklarını kaybettikleri gibi tüm imajlarını da
yitirdiler.
15 Temmuz’u 16 Temmuz’a bağlayan sabah
Türkiye’nin ilk kez tanık olduğu sahnelerden biri
de, darbeci askerlerin ellerini başlarının üzerine
koyarak teslim olmalarıydı.
Olaylar sırasında çok sayıda asker, halk
tarafından linç edildi, askerler toplu darp edildi,
gözaltına alınan generaller kameralar önünde dö-
vüldü, yara bere içindeki görüntüleri kamuoyuna
yansıdı. Darbeci askerler soyularak, üniformaları
çıkarılıp dövülerek topluca gözaltına alındı.
Gözaltı merkezlerinde kameralar önünde hakaretlere uğrayan darbeci subaylara utanç verici
muamelelerde bulunuldu. Çok sayıda askeri
birlik halk ve polis tarafından işgal edildi veya
giriş çıkışları tutuldu.
Bir grup darbeci subay helikopter ile
Yunanistan’a sığındı. Çok sayıda darbeci askerin
dağa veya ormana kaçtığı, kimilerinin firar ettiği
bildirildi. Olup biteni değerlendiren uzmanlar
Türkiye’de “militarizme karşı fazla gerçek olan bir
devrimin yaşandığını“ ifade ediyor.
Meclis’ten ortak tavır
Yaklaşık bir yıldır hiçbir konuda uzlaşamayan,
sık sık yumruklu kavgaların yaşandığı meclis
de darbeye karşı ortak tavır aldı. Darbe gecesi
uçaklardan atılan 4 bomba ile hasar gören
TBMM’de toplanan Genel Kurul, tüm siyasi parti
liderlerinin katılımıyla Meclis Başkanı İsmail
Kahraman’ın başkanlığında olağanüstü toplandı.
AKP, CHP, MHP ve HDP’nin darbe girişimine
karşı anlaştığı ortak deklarasyon metni okundu.
Partilerin genel başkanları birer konuşma yaptı.
Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, yüksek yargı
mensupları ve Diyanet İşleri Başkanı Mehmet
Görmez de Meclis’teki olağanüstü toplantıya
katıldı.
Bu kez TRT yetmedi
Askerin CNN Türk’ü basarak yayını durdurma
girişimi de TRT’den duyurduğu darbe bildirisi ve
“emirler”in yeterli olmadığının göstergesi olarak
değerlendirildi. Türk Sat’ın tüm uydu yayınlarını
sabote etmeyi de deneyip başarılı olamayan dar-
MANŞET
BasHaber
19 - 24 Temmuz 2016
3
SÖYLEŞİ
beciler televizyonlar ve internet sitelerine
hakim olamayınca, dünya canlı yayınlarda
en uzun darbe girişimi ve karşısındaki
“demokrasi dayanışmasına” tanıklık etti.
Geçmiş deneyimlerde siyaset Türkiye’deki hiçbir darbeye direnmemiş,
kamuoyu önemli ölçüde 1960 ve 1980
darbelerine destek vermişti. 15 Temmuz
darbe girişiminde ise siyaset, darbe
girişimine karşı çıkarak tarihinde ilk kez
demokrasi paydasında buluştu. Demokrasi dayanışması darbe girişiminin en
büyük kazancı olarak görülürken, aynı
şekilde, muhalefetle sert bir kavga yürüten Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan
Yıldırım’ın muhalefete teşekkür vurguları
büyük tehdidi savuşturmak gereksinimi
olarak yorumlandı.
Camilerden tankların üzerine
Türkiye açısından belki de en önemli
sonuç şimdiye dek askere karşı direnme
diye bir kavram üzerinde konuşmayı dahi
‘günah‘ sayan kamuoyunun darbe girişimine verdiği sert tepki oldu. Sovyetler
Birliği’nd Gorbaçov’a karşı düzenlenen
darbeye karşı halkı direnmeye çağıran Boris Yeltsin’le hafızalara kazınan tankların
üzerine çıkma görüntüleri o gece bolca
fotoğraflandı.
Türkiye camilerinden yapılan anonslarla ilk kez, halka meydanlara çıkılarak
cuntacılara direnilmesi yolunda çağrı
yapıldı. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet
Görmez, imam ve müezzinlere verdiği
talimat üzerine imam ve müezzinler sabaha dek cami hoperlörlerinde sala okudu
ve halkı darbecilere karşı sokağa çıkmaya
davet etti.
Türkiye’de asker ve polis, bir darbe
girişiminde ilk kez karşı karşıya gelerek
çatıştı. Olaylarda 2004 yılında 13 yaşındaki
Uğur Kaymaz ve babasını Kızıltepe’de
katleden polis memurunun aralarında ol-
duğu onlarca polis öldürüldü. Hükümetin
talimatının ardından göreve çağrılan polis
teşkilatı, cunta emrindeki askerlerin bulunduğu yerlerde konuşlandı ve çatışmaya
girdi. Olaylarda 15 Temmuz darbesinin
Türkiye açısından ilginç bir ilki de, darbe
girişiminin zamanlamasıydı.
Genellikle sabaha doğru başlatılan
önceki darbelerin aksine, 15 Temmuz
darbesi, daha gün tam batmadan Boğaziçi Köprüsü’nü Avrupa’dan Anado-lu
yönüne geçişlere kapattı ve jetlerle Ankara
semalarında, özellikle TBMM, Cumhurbaşkanlığı üzerinde alçak irtifada uçuşlara
başladı. Uzmanlar emir komuta kademesi
dışında davranan darbecilerin erken başlamasının nedeni olarak AKP’den rahatsız
kesimlerin kendilerini destekleyeceğini
ve darbenin dalgalar halinde yayılmasını
sağlamak için alışılagelmiş zamanlanın
dışına çıktıklarını belirtti.
Halkın sokaklara çıkmasıyla alışılagelmiş darbe ritüellerinin dışına çıkan
15 Temmuz girişimi tüm dünyada yankı
buldu. Darbe girişimi sonrasında hızla
başlayan gözaltı ve tutuklamalar, çoğunluğu AKP’li seçmenlerin günlerdir sabahlara
dek süren kutlamaları ve güç gösterileri
farklı soru işaretlerinin doğmasına da
neden olurken, cadı avından uzak durulması gerektiğini savunan uzmanlar “rejim
değişikliği” tartışmalarının gündeme
geleceğine inanıyor.
Ağır sonuçları olan darbe girişiminin
hedeflerini, askeri ve siyasi sonuçlarını
gazeteciler, akademisyenler, STK’lar, politikacılar BasHaber’e değerlendirdi.
Kürdler alanlarda darbeye karşı çıktı
İnsan Hakları Savunucusu Eren Keskin:
DİTAM Başkanı Mehmet Kaya:
Askeri darbeye de sivil faşistlere de karşıyız
Kürd siyaseti de darbeyi net bir şekilde okudu
Bu coğrafyada her zaman gerçekten yöneticilerin
Deneyimler göstermiştir ki tüm darbelerde en
militaristler olduğuna inanıyorum. Hükümet olan her
fazla mağdur edilenler Kürdler oluyor. Darbecilerin
parti ancak onlar ile uzlaştığı oranda yönetebilir bu
darbeyi meşrulaştırma faaliyetleri de Kürd halkına,
coğrafyayı. Yani AKP’nin son dönemler bir uzlaşma
Kürd siyasetine yaptıkları saldırılardır. Geçmiş tüm
içinde olduğu, açık bir uzlaşma içine girdiğini gördük
darbelerde biz bunu net görebildik. Gerek 80 darbesi,
ve bu yapı giderek güçlendi. Yani ben bunun Fetulgerek 60 darbesi olsun. Biri sağ, diğeri tanesi sol
lah Gülen ile sınırlanabileceğini asla inanamıyorum.
eksende olmasına rağmen yine de en fazla mağdur
Eren Keskin
Cemaat örgütlenmesinin militarizmden bağımsız
olanlar Kürdlerdi.
olduğunu düşünmüyorum. Türk militarizmi ile iş birliği
Böyle çatışmalı bir ortamda Cemaat denilen bir
içinde, hatta emperyalist güçler ile işbirliği içinde olan bir yapıdan yapının yapacağı darbenin başarıya ulaşması demek, Kürdler
söz ediyoruz. Kendi iç kavgalarının da rahat temizlemenin bir
için bu ülke ile beraber yaşamanın olanaksız olacağı demektir.
aracı olarak şuan da kullanıyorlar. Ama ben bu darbenin gerçek
Sürekli bir çatışma, hali sürekli bir baskı olacaktı. Eğer bu darbe
anlamda bir askeri darbe girişimi olduğunu düşünüyorum.
gerçekleşmiş olsaydı, darbenin birinci ya da ikinci haftasında
Sadece bir yapının değil, ordudaki birçok unsurunda bunun içinde sırf Batı’da darbeye toplumsal destek oluşturmak için, Kürdlere
olduğuna inanıyorum. Yarın ne olacağını bilmiyoruz. Ama bence
yönelik topyekün bir savaş başlatacaklardı.
artık AKP’nin tek bir çıkış noktası var: Demokratik bir
Kürdler oldukça geniş bir skalaya sahipler. Kürdleçözümü amaçlaması. Yani Kürt sorununda bir yumuşarin siyasi temsilcileri de, muhafazakârları da, HDP’li
ma politikasına gitmesi. Onun dışında Türkiye bence bir
siyasetçiler de, HDP’nin dışındaki siyasetçiler de bunu
iç savaşa doğru gidiyor. Bugün “demokrasi istiyoruz”
net okuyorlardı. Halk tarafından seçilen bir partinin
diye sokağa çıkan insanlar, IŞİD mantığı ile davranıyordevrilmemesi önemlidir. Bence Kürdlerin sevinci ve
lar. Yani şimdi biz askeri darbeye karşıyız ama bu sivil
tepkisinin asıl nedeni bölgenin yaşanılmaz bir durum
faşistlere de karşıyız. Bu olayın mağdurları zavallı erler
olmasına karşı çıkıldığı içindir.
Mehmet Kaya
oldu. AKP’nin tek şansı Kürd meselesinin çözümüdür.
Dikkat ederseniz siyasi partilerin önünde yapılan
Çünkü bütün dünya ile arasını bozmuş durumda. Tek
tepkiler yok, kent meydanlarında tepkiler var bunu
çıkış noktası yeni bir yumuşama politikası olacaktır bence.
böyle okumak lazım.
03
Gülenizm ve paralel
cuntanın sonu
BİLAL SAMBUR
Gülen hareketi, kırk yıldan fazla
bir süredir sahip olduğu yönetim
perspektifi çerçevesinde sistematik
olarak devlete yerleşmeye çalışan bir
yapıdır. Bu perspektifin bir sonucu
olarak Gülen örgütü, emniyet, istihbarat, ordu, adalet ve üniversitelerde
ciddi olarak yerleşmiş bulunmaktadır.
Paralel Yapı veya devlet içinde devlet
denilen durum, Gülen örgütünün
sistematik, sürekli ve stratejik olarak devlete yerleşmesinin
sonucu olarak oluşmuştur. Gülen örgütü, iddia ettiğinin
aksine hizmet etmeyi değil, yönetmeyi isteyen bir yapıdır.
Ak Parti ve paralel yapı arasında sert bir mücadele
yaşanmaktadır. Ak Parti, paralel yapıyı devletten tasfiyeye
çalışırken, paralel yapıda AK Parti’nin sosyal ve siyasal iktidarını kırarak iktidardan uzaklaştırma gayretindedir. MİT
Müsteşarı Hakan Fidan’ın tutuklanmaya kalkışılmasıyla
başlayan 7 Şubat darbesi, hükümet ve paralel yapı arasındaki mücadelede bir kırılma noktası oluşturmaktadır. 17-25
Aralık olayında paralel yapının yolsuzluk operasyonu adı
altında stratejik bir zamanlamayla hükümeti ve Erdoğan’ı
tasfiyeye teşebbüs etmesi, keskin bir iktidar mücadelesinin
oluşmasına neden olmuştur. Ak Parti hükümeti, paralel
yapıyı yargı, eğitim, medya, lobicilik, istihbarat, ekonomi
alanlarından silmek için radikal adımlar atmış ve politikalar
geliştirmiştir. Ak Parti hükümeti, paralel yapının terörist
örgüt ve ulusal güvenliğe birincil tehdit oluşturan bir yapı
olarak Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde konulmasını
sağlamıştır. Erdoğan ve devlet, paralel yapının özellikle ordu
içindeki büyük gücünden ve varlığından çok rahatsızdır. Bu
seneki Askeri Yüksek Şura’da paralel yapının ordu içindeki
varlığı tamamen tasfiye edileceği planlanmıştır. Başka bir
ifade ile TSK, kendi içindeki paralel orduyu tasfiye edecekti.
Tasfiye edileceklerinin farkında olan ordu içindeki cemaatçi
cunta, 15 Temmuz’da eşi benzeri görülmeyen bir darbe
teşebbüsüne girişti.
Paralel cunta, Genel Kurmay başta olmak üzere üst düzey komutanları alıkoydular, İstanbul’da köprü giriş çıkışlarına engel oldular, Ankara ve İstanbul’daki kamu binalarını
işgale kalktılar, havaalanlarını kapattılar, TRT’yi basarak
darbe ve sıkıyönetim rejimi ilan ettiler, MİT’i, TBMM’yi,
Genel Kurmay’ı bombaladılar, başkentin üzerinden savaş
uçakları ve helikopterleri uçurdular. Paralel darbe girişiminin bir benzerini Türkiye daha önce yaşamamıştır. İlk defa
dini ve sosyal amaçlar taşıdığını ve cemaat olduğunu iddia
eden bir yapı, ordu içindeki bir grup cuntacıya kanlı bir
darbe yaptırmaya kalkmıştır.
Paralel Yapı, sosyal açıdan hiçbir etkisi kalmayan bir
harekettir. Fethullah Gülen’in Hoca efendi’den FETÖ’ya
düştüğü, hizmetin teröre dönüştüğü bir dönemdeyiz. Paralel
cuntanın darbe girişimine toplum, siyaset, medya, ekonomi
ve dış dünya hiçbir şekilde destek vermemiştir. Paralel cuntacıların sosyal, siyasal ve uluslararası desteğinin olmaması,
darbe girişiminin başından beri ölü doğmasını sağlamıştır.
Toplum, iktidarın zor ve silah yoluyla değiştirilmesine
şiddetle karşı koymuştur. 15 Temmuz, Türkiye’de darbecilik
ve cuntacılığın hala ölmediğini göstermektedir. 15 Temmuz,
demokrasinin, bireysel ve hak özgürlüklerin asli değerler
olarak anlaşılmasının önemini ortaya koymaktadır. 15
Temmuz sonrası süreçte, yargı, ordu, eğitim, siyaset ve
bürokrasi başta olmak üzere bütün alanlarda paralel yapıya
karşı köklü bir temizlik operasyonu yapılacaktır. Bunun
sonucunda devletin ordu, yargı ve emniyet başta olmak
üzere ana kurumlarının güncelleneceğini söyleyebiliriz.
15 Temmuz’un iki temel sonucu vardır. Paralel cuntanın
darbe girişimi başarısız kılınmış ve Gülenizm çökmüştür.
İkinci olarak Tayyip Erdoğan, mutlak güç merkezi haline
gelmiş ve devletin ana kurumlarında büyük bir yeniden
yapılanma yapılacaktır. Türkiye, 15 Temmuz sonrası süreçte
demokrasisini derinleştirmenin, bireysel hak ve özgürlükleri
korumanın hukukun, çoğulculuğun ve barışın temeli olduğunu unutmamalıdır.
04
MANŞET
BasHaber
Milletvekilleri ne diyor?
AKP Milletvekili Orhan Miroğlu:
Türkiye demokrasisi açısından milat
Bu darbe girişimi halktan çok büyük bir
cevap aldı, siyasi iktidar çok sağlam durdu,
Cumhurbaşkanımız darbenin duyulduğu
ilk andan itibaren halkı sokağa çağırmakla
bence sürecin kontrol altına alınmasını
sağlayan önemli bir adım attı ve medya darbe
döneminde olmadığı gibi çok demokrat bir
tavır ortaya koydu. 15 Temmuz bence sadece
Türkiye demokrasisi açısından değil, dünya
demokrasi tarihi açısından da milattır diye
düşünüyorum. Meclisin korunacağını beklemiyorlardı. O gece biz dokuz defa saldırıya
uğradık. İlk bomba Genel Kurul salonunun üstüne isabet etseydi, büyük bir facia
yaşanacaktı. Meclise gelen arkadaşlarımız
“ya dem-okrasi ya ölüm” diyerek geldiler. Ve
hiçbir problem yaşanmayacak yani bu darbeci
zihniyet ve gelenek tabii ki hukuku bakımından siyasi bakımdan ve müfredat bakımdan
tasfiye edildikten sonra ki tasfiyesi için zaten
adım atılıyor biliyorsunuz. Sivil siyaset ile
ordu arasındaki ilişkilerinin vatandaşın lehinde olacağı yeni bir Türkiye ile karşı karşıya
olacağız. Bu bakımdan bence demokrasi ve
sivil siyasetin kazandığı bir gün oldu.
AKP Milletvekili Yasin Aktay:
Pensilvanya bu işin içinde
Ülkeyi teslim alıp, Recep Tayyip Erdoğan’ı
indirmeyi amaçladılar. Pensilvanya’daki
adamın arkasında kimler var ise, onu kimler
destekliyor ise, ona kimler bu destekleri ile
karşılık veriyor ise, tabi onlarda bu planların işinde. Böyle bir Mecliste milletvekilleri
toplanıp, darbeye karşı durdukları andan
itibaren, çılgınca bir öfkeye kapıldıklarını,
bu öfkenin onların elinin ayağını birbirine
dolandırmış olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Yani normal şartlarda bir parlamento
bombalamak, değil darbecilerin, savaşta bile
düşmanların aklına gelmez. Orada bir hesap
plan yok, gerçek bir öfke ile yapılmış olduğu
açıkça görünüyor. Türkiye’nin birbirine daha
çok kenetlenmiş, millet olma vasfına daha
çok yaklaşmıştır. Bu darbeye karışmış olan
herkesin tasfiye edilmesine dönük, hukuki
çerçevede gerçek bir resmiyet kazanmıştır.
HDP Milletvekili Adem Geveri: Hükümet
HDP’ye yarım ağızla teşekkür etti
Darbe mi, kişiye özel saldırı mı, düzmece
mi onu şimdilik söylemek pek mümkün
değil. Yalnızca şunu söyleyebilirim, bu kaotik
ve tam olarak ne olduğu belli olmayan girişim
Ortadoğu’da yaşananlardan bağımsız değil.
Bu iş Ortadoğu’daki yeniden dizayn sürecinin
bir parçası veya yansımasıdır. Ortadoğu’da
örgütler, çeteler ve devlet güçleri arasında
yaşanan çatışmalar gibi, 15 Temmuzda da
TSK içindeki bir grup ile polis, MİT, halk
hatta TSK’nın kendisi bile çatıştı. Başka darbe
girişimleri, hem Türkiye, hem Kürd hareketi
açısından son derece önemli ve bir o kadar
da zarar veren bir durumdur. Biz parti olarak
sivil siyaset ve çoğulcu demokrasiden yanayız
bu tarz girişimleri, demokrasi açısından kaygı
ve endişe içerisinde izliyoruz. Hükümet,
darbeyi kınayan tüm partilere teşekkür etti
ama bizim partimize herkesten ayrı ve yarım
ağızla teşekkür etti. Buradan hükümet ve
HDP arasında bir yumuşama olur demek
eksik kalır ama eğer hükümet, bundan ders
çıkarır ve demokrasiyi işletirse biz de ona göre
davranırız.
HDP Milletvekili İmam Taşçıer:
Emir-komuta darbeden haberdardı
Darbe girişiminden, emir komuta zincirinin haberi vardı fakat bir takım güçlerin
müdahalesi ile darbeye dâhil olmaktan son
anda vazgeçtiler o yüzden başarılı olamadı bu
girişim. Eğer başarılı olsalardı, Erdoğan’dan
sonra direkt Kürdler’e yönelirlerdi. Listedeki komutanlara bakın, neredeyse hepsi
Kürdistan’da katliamlara imza atan kişiler,
zaten şimdi ciddi bir saldırı var, darbenin
gerçekleşmesi halinde bu saldırılar daha çok
artacaktı. Erdoğan’ın eline ciddi bir güç geçti
hem de bu güç halkın önemli bir kısmının
onayıyla geçti. Bu gücü demokrasi ve Kürd
meselesinin çözümü için kullanmazsa,
ilerleyen süreçte bizi, faşist bir diktatör rejim
bekliyor olacak, ama bu gücü demokrasi için
kullanırsa, hem Türkiye’de hem Kürdistan’da
halkın desteği iki kat artacaktır.
HDP Milletvekili Ayhan Bilgen:
Darbecilere vaadedilen destek gelmedi
Sanırım şöyle bir tablo var ortada. Bir
müdahaleyi önceden hisseden, fark eden yani
bir biçimde bu müdahaleyi boşa düşürecek
girişimleri sergileyen bir tablo var. Kör komplo teorisi olarak söylemiyorum ama önceden
alınan duyumlar, hazırlıklar bu girişimde
etkili olmuş gibi gözüküyor. Ciddi bir hazırlığın olduğu görülüyor ve darbe girişiminde
bulunanlara da sanırım vaat edilen destek
gerçekleşmemiş gözüküyor. Bu anlamda bir
hayal kırıklığı olmuş, onları cesaretlendiren
bir takım çevreler de hükümetin yanında
pozisyon almışlar. Kendi güvenlik birimlerinden, askeri yapılanmaları içerisinden
bahsediyorum.
CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu:
Herkesin kendisini sorgulaması lazım
15 Temmuz’da yaşananları cemaat ya da
başka bir güç yaptı demek bize düşmez, bu
yargının ve hükümetin işidir. Asıl önemli olan
konu: Bu darbe girişimini yapanlar TSK personelidir, bunlara emri veren ya da TSK içerisinde örgütlenen bu grup, nasıl oraya yerleşti,
nasıl bu kadar örgütlendi. TSK ve hükümetin
bundan gerçekten haberi yok muydu bunları
sormak lazım. Erdoğan’ın, kendisinden
olmayan parti, grup ve medya ku-ruluşlarının
darbeye nasıl karşı çıktığını görmesi ve ona
göre bir tutum takınması lazım. “Darbeyi
ABD yaptı, dış güçler yaptı” demek çok doğru
değil. Bu darbeyi 30 yıldır TSK içinde görev
yapanlar gerçekleştirdi. Hatta o personelden
bazıları 17-25 Aralık Operasyonu’ndan sonra
terfi aldı. Suçu hep başkasına atmak yanlış,
oturup herkesin kendisini sorgulaması lazım.
CHP Milletvekili Levent Gök:
AKP daha demokrat davranacaktır
Ben yapılan bu darbe girişiminde
Cemaat’in parmağı olduğunu düşünüyorum.
Böyle bir kalkışmaya başladılar ama başarılı
olamadılar. 15 Temmuz’dan sonra hiçbir şey
eskisi gibi olmayacak. 15 Temmuz darbe girişimi karşısında muhalefet, tarihi bir destek
verdi. Bu destekten sonra Erdoğan ve AKP
eskisi gibi olmayacaktır, daha demokrat ve
daha çoğulcu davranacaktır. Tabi burada tam
tersi bir ihtimal de var yani daha sert ve daha
anti demokratik olma ihtimalide var bunu
zaman gösterecek ama ben öyle olacağını
düşünmüyorum. Herkes oturup düşünmeli:
Bu kalkışma neden oldu?
SÖYLEŞİ
19 - 24 Temmuz 42016
Bu kalabalıklar
Türkiye’nin geleceğine
zarar verir
Darbe girişiminin
arkasında ABD’nin olduğu
kanısında değilim. ABD,
Genelkurmay’ı yönlendirerek darbeye destek
İsmail Beşikçi
verir. Bu darbe girişimi
emir komuta zinciri içinde
gerçekleşmemiştir. Darbe girişiminde ulusalcıların,
Kemalistlerin daha ön planda olduğunu düşünüyorum. Ulusalcıların Cemaatle işbirliği yaptığı
söylenebilir. Ama darbe girişimi, çok hazırlıksız bir
görüntü veriyor. Darbe girişiminin akşam başlaması, Cumhurbaşkanlığı’na, Başbakanlığa, Bakanlar
Kurulu’na yöneleceklerine kö-prülerin tutulması,
darbe pratiğine aykırıdır. 2015 yılında, Hürriyet
Gazetesi’ne saldırıda, hükümeti eleştiren bazı
gazetecilere saldırıda karanlık yüzlü kalabalıklar
görmüştük. O kalabalıklar bu sefer de meydanlardaydı. Darbecileri linç etmeye çalışan kalabalıklar.
Hiçbir insani değere sahip olmayan bu kalabalıklar
Türkiye’nin gelecekte ciddi bir kaos yaşayacağını
gösterir. Darbecilerin bu kalabalıkları hesaplamamış olması şaşırtıcıdır.
Başkanlık sisteminin
önü açıldı
Darbeler tarihine
baktığımızda birkaç özellik
görüyoruz. Bunlardan biri,
silahlı kuvvetlerin önemli
bir kısmının müdahil
Doğu Ergil
olması geri kalanının tersine hareket etmemesi
için bağlanması. İki, eğer burada hedef doğrudan
doğruya Cumhurbaşkanı ise ki Cumhurbaşkanına ulaşmak darbecilerin başarısı açısından çok
önemli bir faktördü. Sayın Erdoğan Marmaris’te bir
otelden ayrıldıktan bir buçuk saat sonra gelmişler.
Başarısız olduktan sonra helikopterle dönemiyorlar ve ormanlık alana kaçıyorlar. Yani orada bile
lojistik hazırsızlık var. Bu bir azınlık hareketidir. Geri
kalanlarının en azından direnmemesini sağlayacak
bir hazırlıkları dahi yoktur. Bütün bunlar gösteriyor ki darbeciler iyi bir planlama yapamamışlar,
strateji geliştirememişler ve hedeflerini şaşmışlar.
Eskiden giderlerdi hükümetin başını alırlardı olay
biterdi. Şimdi hükümet olduğu yerde duruyor, Cumhurbaşkanı halka beyanat veriyor. Toplumun önemli
bir kısmı partili ve Cumhurbaşkanını destekliyor, haliyle böyle bir kalkışmaya karşı tavır alacağı kesin.
Olan maalesef erlere oldu. Bugün tasfiye edilmek
için harekete geçirmiş olan kadrolar bu tasfiyenin
haberini aldıktan sonra işi aceleye getirdiler.
Başkanlık sistemini hayata geçirmek gibi bir
proje vardı ve bu proje bildiğimiz herhangi bir Başkanlık sistemi gibi de olmayacak. Kuvvetler ayrılığı
ve Cumhurbaşkanının bütün yetkileri haiz olması
ve hesap vermemesi gibi bir yönteme bağlanacaktı
şimdi bunun önü açılmış bulunuyor.
MANŞET
BasHaber
19 - 24 Temmuz 2016
5
SÖYLEŞİ
Kürd siyaseti ne diyor?
PAK Genel Başkanı Mustafa Özçelik:
Tepkiler demokrasinin
kurumsallaşması adına olumludur
Bu darbe girişimi başarılı olsaydı
eğer, daha önceki darbelerden farklı bir
yönetim getirmeyeceti. Ordu içindeki bir
grubun girişimi olduğu görülmektedir.
Mevcut iktidarın uygulamaları Kürdleri
ve Kürdistan gerçekliğini yok sayan ve
gittikçe daha da saldırganlaşan bir zemindedir. Askeri darbe girişiminin bunu da
aratacak bir anlayışa sahip olduğunu
söyleyebiliriz. Geçmişteki askeri darbelerin halkımıza yaşattığı acı tecrübeler
hala beleklerdedir. Elbette askeri darbeye
‘hayır‘ derken, kapsamlı bir sivil darbe ye
de ’hayır’ diyoruz. Kürdistan halkı ve Türkiye’deki özgürlük ve demokrasi güçleri
olarak yeni bir saldırı planına ve özgürlük
mücadelemizi tasfiyeye yönelik her türlü
senaryo ve girişime karşı uyanık olmalıdır. Bugün askeri ya da sivil darbelere
karşı halkımızın en geniş siyasal ve sivil
güçlerinin ulusal demokratik bir program
etrafında birlik ve omuz omuza verme
günü olduğunu söylemek gerekir.
HAK-PAR Genel Başkanı Refik
Karakoç: Halkın demokrasiyi
sahiplenmesi önemlidir
Darbelerin her türlüsü sıkıntılı, zararlı
ve tasvip edilecek bir olay değil. Onun
için herkesin görevi darbeye karşı çıkmaktır. Darbeler Türkiyede her 10 yılda
bir yapılıyordu bir süre sessiz kalmışlardı
ama yine teşebbüste bulundular dolayısıyla başarılı olma şansları yoktu ve olmadılar da. Çünkü bu emir komuta zinciri
çerçevesinde gerçekleşen bir şey değildi.
Neticede bu teşebbüs dahi bir darbedir.
Bu darbeye karşı çıkmak, eleştirmek,
kınamak her demokrat yurtsever insanın
görevidir. Bu teşebbüs sürecinde ilkler
vardı. Bu ilklerden biri, Hükümet sahayı
terk etmedi bu önemliydi. Önceki darbelerden farklı olan yanı buydu. Doğru ve
cesaretli bir tavırdı. Diğer önemli yanı da
halk darbeye karşı sokağa çıktı. Demokrasi çerçevesinde seçilen kurumlara
yapılan silahlı müdahaleye halkın tepki
göstermesi güzel bir olaydı ve olması
gereken de buydu. Bu anlamıyla halkın
demokrasiye ve demokratik işleyişe sahip
çıkması önemliydi.
T-KDP Genel Başkanı M. Emin
Kardaş: Darbe olsaydı durum kötü
olurdu
Bir siyasetçi olarak bunun onaylanamaz bir durum olduğudur. Neticede
darbe nerden kimden ve nasıl gelirse
gelsin seçilmiş bir yönetime karşı başkaldırıdır. Bu kabul edilemez. 27 Mayıs,
12 Eylül darbeleri ve 12 Mart muhtıraları
gibi ve belki onlardan daha nitelikli bir
darbeydi ve başarılı olamadı. Her darbe
kötüdür, bu darbenin de bir amacı yoktu.
Ne ulusal ne de sınıfsaldı. Sadece bu
teokratik faşizan bir darbeydi. Darbe
başarılı olsaydı bu gün durum çok daha
kötü olurdu. Kürdistan bu konuya biraz
daha temkinli davrandı.
ÖSP Genel Başkanı Sinan Çiftyürek:
Kürdistan’da halkın sokağa çıkması
olumludur
ÖSP olarak biz darbenin karşısındayız. Darbeyi kim yapmış ne için
yapmış, önemli değil, biz askeri darbenin
karşısındayız. Bu darbelerin hedefinde
iktidar içi hesaplar olsa bile illaki bu
iktidar içi hesaplarında bir yanıyla Kürd
meselesi ve emekçilerin meselesi vardır.
Parti olarak bu gün bu darbenin başarısız
olmasından seviniyoruz. Fakat bundan
hareketle AKP hükümeti bir süreden beri
özellikle Kürdistan merkezli geliştirdiği
polis devleti eğilimini güçlendirirse bu
kaygı vericidir, bunun karşısında durmak
lazım. Kürdistan’ın birçok yerinde
Batıdaki kadar olmasa da sokaklara çıktı
bu olumlu bir gelişmedir. Halkın darbeye
karşı tutum alması doğrudur. Biz darbeye
hayır derken Cumhurbaşkanı Erdoğan
ile ya da iktidar partisi AKP ile darbeye
farklı bakıyoruz. Askeri darbenin emir ve
komuta zinciri içinde yapılmadığı açıktır.
AZADİ Genel Sekreteri Sıtkı Zilan:
Kürdistan’da tüm kesimler
sokaktaydı
Darbeye karşı Türkiye halkının bu
özgüveni iyidir. Söylendiği gibi ise bu
darbeye yeltenenler Gülen Cemaati’ne
yakın kişilerdir. Gülen Cemaati’nin de
ABD’nin denetiminde olduğuna dair hem
emareler hem de iddialar var. Ulusalcılar,
MHP faktörü, Fetullahçılar harici tüm İslamcılar, buna Kuzey Kürdistan’da HüdaPar da dahil bunların hepsi darbeye karşı
sokaktaydı. MHP’nin de azımsanmayacak bir desteği vardı. ABD’nin daha önce
Feth-ullahçılar aracılığıyla içeri attığı,
tasfiye etmek istediği, Kürdistan meselesiyle de ilgili ve Ortadoğu’daki dizayn ile
de ilgili bunlar karşı çıkıyorlardı. Bunları
Mustafa Özçelik Refik Karakoç M. Emin Kardaş Sinan Çiftyürek
tasfiye etmek istedi. Bu darbeye yeltenenler ahmakça bir plan yaptılar. Emniyet
ve MİT’e insanların destek vermesiyle
başarısız oldular. Cemaatin elindeki argümanlar da boşa çıktı. Türkiye açısından
bir trajediydi bu durum.
PDK Bakur Başkanı Sertaç Bucak:
Halkın direnmesi doğruydu
Bu darbenin merkezi İstanbul ve
Ankara’ydı. Ankara ağırlıklı olarak Batı
kentlerinde gelişti. Kürdistan’da herhangi bir askeri hareketlilik yani bizim
darbelerde alıştığımız biçimde bir şey
yoktu. Özellikle altını çizmek istiyorum. Önceki darbelerde her zaman asıl
hedeflerden biri Kürd halkı olmuştur.
Tüm darbelerde Kürd halkı çok kuvvetli
bir şekilde ezilmişlerdir. 12 Eylül’de yine
öyle, Diyarbakır’da yüzlerce insan hapis
yatmıştır. 12 Eylül’de Kürdlerin başına
gelenler hiçbir yerde olmamıştır. Sivil
halkın bu gün tankların karşısına geçip
direnmesini çok doğru bir eylem olarak
görüyorum. Ama tehlike şurada ki eğer
bu darbeden de ders çıkarılmaz ve Türkiye’deki demokratikleşme, özgürlükler
ve Kürd meselesinin çözümü konusunda
adım atılmaz ise ve ülkedeki hak ve özgürlükler dünya standartlarına ulaşmazsa
asker ve diğer güçler her zaman darbe
yapabilir.
PSK Genel Başkan Yardımcısı Bayram
Bozyel: Askeri darbe miadını
doldurmuştur
Türkiye geçmişte 12 Eylül’ü, 12 Mart’ı,
1960’ı yapanlarla hesaplaşsa, darbecileri
gerektiği gibi yargılasaydı, bu girişim ile
karşı karşıya kalmazdı. Türk ordusunun
genetiğinde darbe kültürü var. Bu ordu
sürekli iç düşman paradigması üzerinde
inşa edilmiştir. Bu iç düşman daha çok
Kürdler olmuştur. Kürdlerin yerini zaman zaman solcular, solcuların olmadığı
dönemlerde muhafazakar İslami kesimler ordunun hedefi haline gelmişlerdir.
Düşünün ki Türkiye hava kuvvetleri 80
yıllık tarihinde bir tek Kıbrıs’ta operasyon
yapmıştır. Onun dışında bütün gücünü,
enerjisini Kürdlere karşı kullanmıştır.
Yani bu ordunun var oluşunda Kürdleri
ezmek, muhalifleri yok etmek ve darbe
yapmak vardır. Mesele dar anlamda Fettullah Gülen Cemaati meselesi değildir.
Mesele Türk Ordusu’nun üzerinde yeşerdiği Türkiye devletinin yapısıyla karakteri
ile ilgilidir.
Sıtkı Zilan
Sertaç Bucak
Bayram Bozyel
05
Sonuçlarından hareketle
bir darbe girişimi üzerine
ABDULLAH KARABAY
Düşman üretme kapasitesi yüksek
bir siyasi hareket, bir iktidarla karşı
karşıyayız. Bu sefer ordu içinden darbe
girişimi ile ortaya çıktı. Ama bu sefer
ki biraz karanlık bir grup. Bir örgütlenme var karşımızda; devleti ele geçirmeye ramak kalmış ama kim olduklarını;
isimlerini, ideolojilerini veya yüzlerinin
kamuoyunda bir türlü göremedik. 15
Temmuz 2016 gecesi bütün medyada
bir tek darbeci yüz görmedik; hayatları tehlikede olan bütün
figürler ise sürekli medyada. Bir tuhaflık vardı; ama post
modern zamanların karakterinden kaynaklanan bir sonuç
mu; yoksa gerçekten tiyatro diyenlerin argümanlarının da
üzerinde düşünmek gerekiyor mu?
“Yüzde ellinin” bir kısmının insanlık dışı sokak pratikleri
vardı sonrasında. Ama daha ironik olarak hala %92’nin oyuyla yani nerdeyse tam bir ‘halk iradesi’ ile kabul edilen bir anayasanın yönetimi altında siyaset yapıldığının unutulmasıdır.
Yüzde elli fetişizmi ile çelişik bir durum var gibi. Seçimlerle
iktidar olmanın fetişleştirilmesi bize hep Alman Nazizminin
çapraşık seçim oyunlarıyla örülen iktidara gelme sürecini
hatırlatıyor. Tarihten biliyoruz ki çoğunluk kitlenin demokratlığı garanti değil, yani demokrasi salt seçimden oluşan bir
süreç değildir. Katılımı esas alan kurumsallaşma kültürü ve
azınlığın korunmasını garanti eden kurallar modern demokrasisinin temelidir ki bu temel çoğu kez unutuluyor.
15 Temmuz gecesinin en tuhaf müdahalelerinden birisi
darbecilerin hükümet yanlısı havuz medyası yerine, hükümetle sorunlu olduğu bilinen bir gruba yönelmesi oldu. Bu durum
hayalet darbeci örgütün felsefeden yoksunluğunun bir diğer
işareti olarak tarihe kaydedilmelidir. Bu hayalet örgüte karşı
hızla bir mücadeleye girilmesi adına; fırsat bilinerek ordu ve
adli sistemden büyük bir tasfiye yapıldı. AKP hareketi yapmak isteyip normal prosedürle yapmakta zorlandığı adımları
hızlı bir şekilde attı. Ancak atılan adımların darbecilerle ilgili
olan ile fırsatçılık yapılarak yapılanlar arasındaki sınır çok
belirsiz. Oysa iktidar daha önce yapmak isteyip yapamadığı
adımlar için ciddi bir atmosferi kendi yaratmıştır; yaranın
tazeliği sürekli kaşınmış, kontrolsüz kitleler sokaklara çağrılmış, kitlelerin vahşice eylemlerinin zemini hazırlanmıştır.
Darbe hiçbir şekilde demokrasilerde olmamalı; ama
oluyorsa demokrasi de sorgulanmalıdır. Bu darbe zaten
demokrasi olmayan bir sistemi sanki demokrasi imiş gibi
korunmasının imkânını yarattı. Uzun bir süre AKP’nin ülkeyi
tekleştirme politikasına ivme sağlayacaktır. Mağduriyete
oynamanın dokusunda yer aldığı bu harekete bugüne kadarki
en iyi mağduriyet imkânı verilmiştir. Başka da hiçbir işe yaramamıştır bu darbe girişimi.
Demokrasiden maalesef ne kadar uzak olduğumuzu
da göstermiştir bu darbe teşebbüsü. Görünen o ki bir
antidemokratik yapı olarak bu iktidarın en güçlü muhalifi
yine başka antidemokratik güçlerdir. Kimin kime niçin karşı
olduğu, kimin kime karşı hangi farklı projeyi savunduğunun
anlaşılmadığı, ne için darbe yapmak istedikleri anlaşılmayan
bir siyasal kültürle karşı karşıyayız. Bu darbe girişiminin
demokrasi açısından tek dersi belki demokrasi düşmanlarının
demokrasi olmadan birbirine olan düşmanlıklarının da ilelebet süreceğini göstermektedir. Darbecilerin yekpare bir görüntü ortaya koyamamalarından anlaşılıyor ki yaklaşan askeri
şura ile ‘beka kaygısı’ yaşayan çok yamalı bir grubun, son çare
olarak ve adeta intiharvari kalkışmasıdır. Evet, bu hareket
ordunun emir komuta zinciri içinde olmadı belki; ama başka
herhangi bir örgütün de ‘emir komuta zinciri’ içinde gerçekleştiği şüpheli görünüyor. Kitlesi olmayan, kendilerini hiçbir
sivil gücün desteklememesi kimseyi değil sadece kendilerini
kurtarmaya çalıştıklarını gösteriyor. Sahipsiz ve pervasız bir
girişim olarak tarihe geçti bu darbe girişimi. İşlemeyen ‘çoğunlukçu’ demokrasilerde sürekli çözümü savaşta, darbede
arayan güçler olacaktır. Evet, darbeye karşı olmak lazım
ama sorunlarının çözüm yollarını ve imkânlarını kendi içinde
barındırmayan bir ‘çoğunlukçu otoriter demokrasiye’ de karşı
olmak gerekiyor.
06
MANŞET
BasHaber
19 - 24 Temmuz 2016
Prof. Abdullah Kıran: Demokrasi tehlikesi
devam ediyor
Halkın darbe karşısında kararlı tavır alması, demokrasi açısından büyük bir kazanım.
Halkın demokrasiye sahip çıkması gerekir,
hala bir tehlike var. Sistem tartışmaları
var. Ben Başkanlık sisteminin Türkiye için
iyi olacağını, Kürd Meselesi’nin çözümünü
kolaylaştıracağını düşünüyorum. HDP darbe
konusunda, demokratik güçleri meydanlara
davet etmeliydi. Diyarbakır’da milyonlar
hemen sokağa dökülmeliydi. HDP’nin mesajı
bana göre biraz zayıf kaldı. Bundan sonraki
süreçte HDP bağımsız bir politi-ka yürütebilirse, bir şeyler konuşulabilir. HDP’nin
biraz da pragmatist davranması lazım. Bu
anlamıyla sürece dönülmesi açısından bir
umut var.
Doç. Osman Aytar: ‘Online darbe’ girişimi
Darbe girişimin tüm detayları ortaya çıkmadı, hala farklı senaryolar dile getirilmekte.
Darbeyi 15 Temmuz akşamından itibaren bir
film veya ‘reality show’ izler gibi izledik ve
‘online darbe’ terimi buna çok uymaktadır,
diye düşünüyorum.
Ortada, iktidar tarafından tezgahlanmış bir ‘oyun’ veya danışıklı döğüşten öte,
demokrasi ile ilişkisi olmayan, güç, koltuk,
para ve pul için birbirlerine her saldırıyı
gerçekleştirebilecek hem bir ‘darbe’, hem de
bir ‘karşı darbe’ girişimi söz konusu. Kürdler
ve demokrasi güçleri, mevcut iktidarın veya
darbecilerin gündemlerine yoğunlaşmak
yerine, başta kendi sorunları olmak üzere,
özgür ve demokratik yollarla çözüm yol ve
yöntemlerinde yoğunlaşmalıdırlar.
Darbecisi, karşı darbecisi, farketmez, bu
anti-Kürd ve anti-demokrasi güçlerinden
çok çekmiş olan Kürdler ve dostları, devlet
ve ordu kaynaklı tepişmelerin bitmediğini,
yaşanan süreçlerin halen çok önemli riskler
taşıdıklarını da hesaba katarak hazırlıklı
olmalıdırlar.
ROJAVA
19 - 24 Temmuz 2016
07
Minbic’de savaş, Kamişlo’da anayasa hazırlıkları
Akademisyenler
ne düşünüyor?
Dr. N. Ali Özcan: Darbenin önlenmmesi
demokrasiyi garantilemez
Cemaatin hükümete karşı harekete geçtiği
bir eylemdir bu. Darbenin önlendiği doğrudur, ama önlenmiş olması demokrasinin
geleceğini gar-antilemez. Darbelerden de,
darbelerin önlenmesinden de faydalanmak
isteyenler oluyor. Kitleleri harekete geçirmek
için bir hikayenizin olması lazım. Burada bu
hikaye demokrasi. Gerçeğin ne olduğunu
görmek için zamana ihtiyaç var. Bu krizden
sonra bir restorasyon süreci yaşayacak
Türkiye. Kriz olağanüstü olduğu için, olağanüstü yöntemler belki işin içeris-ine girecek.
Olağanüstü yöntemler derken, kitlesel
tutuklamaları falan kast ediyorum. O zaman
da Türkiye’de yeni tartışmalar başlayacak.
Durum acil olduğu için yargıya da müdahaleyi hızlandırdı.
BasHaber
R
Gazeteci ve yazarlar ne diyor?
Şahidin Şimşek: Kürdler, Türk bayrakları
ile sokağa çıktılar
Bilişim çağında yaşıyoruz ve toplum hemen
taraf pozisyonunu alıyor. Kürdler darbenin
kendi lehine olup olmadığını bilmeden hemen
taraf pozisyonu aldı. Kürdlerin her türlü darbeye karşı çıkması olması gereken bir şey. Bu
kendilerinden ziyade başkasının isteğine göre
bir pozisyon almadır. Kürdler bu tür durumlarda kendi ulusal ve milli sorunlarını un-utup
başka kervanlara katılıyorlar. Mesela Kürdler,
Türk bayrakları ve Hüda-Par flamaları ile sokağa çıktılar. Kürdlerin kendi sorun ve isteklerini
merkeze alarak sokağa çıkması daha doğru bir
tepki olurdu. Türkiye’deki slogan ve ideolojilerle sokağa çıktılar. Bu Kürdler arasında milli bir
siyasetin oluşmadığının kanıtıdır.
Fuad Önen: Bu darbeci gelenekler arasında
bir çatışmadır
Türk devleti bir kriz içindedir. Turgut Özal
ile başlayan devleti restore et-me girişimi başarılı olamamıştır. Her devletin arkasında onu
yöneten bir iktidar bloku var. AKP ve Cemaat
arasında oluşan iktidar bloğu 2013’te çatlamıştır.
Bu son darbe denemesi o çatlağın orduyu da
içine alarak de-vam ettiğini göstermektedir.
Bu iktidar bloğu içinde bir çatışmadır. Cemaat
- AKP kavgasından sonra AKP klasik devlet
ile uzlaşarak ayakta durmaya çalıştı. Öyle gözüküyor ki klasik devlete yaklaşması bile AKP’yi
bu darbe teşebbüsünden kurtaramamıştır.
Yığınların meydana inmesi özel-likle iktidarın manipülasyonu sonucudur. Yığınlar 100
yıllık iki sembol üzerinden sokaklara indiler:
biri Türk Bayrağı diğeri ise ezandır. Bu darbe
girişimine karşı durmasını olumlu görmekle beraber yığınların ırkçı, şoven ideolojiler
eşliğinde meydanlara inmesini gelecek için
tehlikeli buluyorum. Çatışan her iki tarafın da
demokratiklik kriterlerin siyasete katılımı ile
bir ilgisi yoktu. Aslında daha genel bir çerçeveden bakılırsa iki tarafın da darbeci olduğunu
söylemek mümkündür. Çünkü AKP darbeci
kanat ile uzlaşarak ayakta durmaya çalışmaktadır. Bu son tepki darbeci ve demo-kratların
savaşı değildir. Darbeci gelenekler arasında
bir çatışmadır. Bu tepkinin içeriği demokratik
olmaktan son derece uzaktır.
Etyen Mahçupyan: Son birkaç gün Kürd
dünyasının sessiz kalması önemli
Bu darbe ile hükümetin eline Gülen Cemaatini tamamen tasfiye etmenin araçları verilmiş
oldu. Bu iki grubun son iki üç yıl içersinde giderek tırmanan ölüm kalım meselesi haline gelen
bir gerilimini, kavgasını izledik. Görünen o ki
bu darbenin başarılı olmamasıyla da hükümet
burada galip çıkmış oluyor, bu da karşı tarafın
tasfiyesi demek. Buradan giderek demokrasiye
doğru da götürebilirsiziniz ülkeyi, aksi yöne
de götürebilirsiniz. Ama şuan da demokrasiye
gitme ihtimalinin daha güçlü olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu darbeyle başa çıkma usulü
çok demokratik unsurlarla oldu. Halkın sokağa
çıkması, medyanın kimlikten bağımsız olarak
demokrasiye sahip çıkması oldukça önemlidir.
Son birkaç gün içerisinde Kürd dünyasının,
PKK’ nin sessiz kalması önemlidir. Bu bir tür
yeni bir eşiğe geçilmesi ve birlikte Türkiye üzerine düşünme şansı demek. Adı Çözüm Süreci
olmasa bile bir şeyler konuşulmaya başlanabilir.
Ama taraflar Suriye’ yi temel alacaklardır. PKK
içinde bu geçerli. Şubat ayına kadar beklenileceğini düşünüyorum. Bu süreçte bir tür ateşkesin tomur-cukları ortaya çıkabilir. De facto bir
ateşkes yaşanabilir.
Recep Maraşlı: Böyle darbe mi olur?
Evet! Tam da böyle olur... Osmanlı Saray
entrikalarından, Yeniçeri Ayak-lanmalarına,
İttihatçıların Bab-ı Ali baskınından 27 Mayıs’a,
22 Şubat’tan 12 Mart’a, 12 Eylül’den 28 Şubat’a
ve Ergenekonculardan nihayet 15 Temmuz’a
nice açık, gizli, başarılı, başarısız, sonucu böyle
veya şöyle olmuş cunta girişimleri ve darbeler
tarihidir Osmanlı-Türk tarihi. Herkesin rol
yaptığını, tiyatro yaptığını, önceden yazılmış bir
senaryoda oynadığını söyleyerek izah etmeye
çalışmak çok saçmadır. Bu kadar Generalin
“hadi oyun oynayalım, biz sizin binalarınızı
bombalayalım, ölen ölsün, kalan kalsın, siz de
bizi döverek donlarımızı indirerek tutuklayın!”
diye danışıklı bir oyun oynadıklarını söylemek
ne siyasetten ne tarihten ne toplum-bilimden
hiçbir şey bilmemek demektir. Ortada dolaşan
haklı soru işaretlerinin hepsinin makul ve
mantıklı cevapları vardı. İşin arka yüzü öğrenildikçe cevaplar yerli yerine oturacaktır. Ancak
bunlar şimdiden de görülüp tahmin edilebilir.
Darbe girişimi sahiciydi. Göstermelik veya kurgulanmış bir oyun değildi. Fakat 15 Temmuz
cuntacılarının ordunun büyük kısmını denetleyemediği açık. Bu nedenle zaten ilk iş komuta
kademesini tutuklayarak birliklerin manipüle
edilmesini sağlamaya çalışmışlar. Cunta ve güç
kapışmalarının noktalanmadığını, daha da
kızıştığını belirtmek de yerinde olur.
Yazar Ümit Fırat: Cadı avı başladı
Bir insan hakları savunucusu olarak hiçbir
zaman askeri bir darbe ile geleceğimizin daha
iyi ve aydınlık olacağına inanmadım ve böylesi
bir umuda kapılmadım. Hala aynı inancımı
muhafaza ediyorum. Darbe gecesi, İslamcılar
veya Tayyip Erdoğan taraftarları ‘Allahuekber’ nidalarıyla darbeyi bertaraf etmek için
sokaklara/meydanlara çıktılar. Tankların, silahlı
askerlerin üzerine yürüdüler. Önemli sayıda
can kayıpları ve yaralanmalar yaşandı. Onlar bu
eylemlerini demokrasi için değil, iktidarlarını
korumak için de yapmış olabilirler. Tabii ortaya
çıkan sonuca şüpheyle yaklaşanlar ve bazı sorular sorarak olayın arka planında bir komplo arayanlar da var. Öyle de olsa, kısa vadede demokrasi kazanmamış gibi de olsa, her hâlükârda
darbecilere unutamayacakları bir ders verildi ve
hezimete uğratıldılar. Evet, Tayyip Erdoğan çok
büyük bir güç ve itibar kazandı; eline büyük
fırsatlar geçti ve bu gücünü; haklar, özgürlükler
ve demokrasi için iyi yönde kullanmayacağı da
pekâlâ öngörülebilir. Nitekim hiç zaman kaybetmeden elde ettiği fırsatları değerlendirmeye
başladı bile. O günün ertesinde herkes elinde
listeler, cadı avı başlatıldı. Tehlikeli manipülatif
şeyler yaşanıyor. Sağduyuyu elden bırakmamak
lazım.
Murat Özdemir
ojava’da 17 Martta Kanton yönetimlerinin ortak kararıyla ilan edilen
Rojava-Kuzey Suriye Demokratik
Federasyonu’nun anayasa taslağı çalışmaları
sürerken, Minbic’in kurtarılması amacıyla
başlayan operasyonlar devam ediyor.
PYD’nin ana bileşeni olduğu Demokratik
Toplum Hareketi’nin (TEV-DEM) RojavaKuzey Suriye Demokratik Federasyonu için
hazırladığı ve 85 maddeden oluşan Anayasa
taslağına göre bölgede kanuşulan tüm dil
ve etnik gruplar eşit haklara sahip olacak.
Eşbaşkanlık sisteminin savunulduğu anayasa
taslağına göre Qamişlo kenti Rojava-Kuzey
Suriye Federasyon’nun başkenti oluyor ve Federasyona özgü bir bayrak ve logo belirleniyor.
Suriye Kürd Ulusal Kongresi (ENKS) de
Avrupalı ve ABD’li hukukçuların yardımı ile
132 maddelik bir Anayasa taslağı hazırlıyor.
ENKS’nin anayasa taslağının bu hafta tartışmaya açılması ve Suriye krizinin çözümünün
görüşüldüğü uluslararası toplantılarda gündeme getirilmesi öngörülüyor. Suriye Muhalif
ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu’nda
(SMDK) yer alan ENKS, Suriye muhalefetinin oluşturduğu geçici hükümetten ayrıldı.
Bakanlıkların adil dağıtılmadığı ve Kürd
temsiliyetinin az olduğu gerekçesiyle muhalefetin kurduğu hükümetten çekilme kararı
alan ENKS Suriye Koalisyonu’nda yer almaya
devam edecek.
Minbic’in yarısından fazlası kurtarıldı
1 Haziran’da başlayan Minbic Operasyonu
ise devam ediyor. Operasyonun 45. gününde
HSD-YPG güçlerinin öncülük ettiği Minbic
Askeri Meclisi savaşçılarının kentin yüzde
60’nı kontrol altına aldığı bildiriliyor. Bölgedeki kaynakların BasHaber’e verdiği bilgilere
göre yakın zamanda kentin düşmesi bekleniyor. Operasyonun, IŞİD’in elindeki bölgelerde
sivillerin varlığı ve tarihi öneme sahip olan
kentin tahrip olmasını engellemek amacı ile
ağır yürüdüğü bildiriliyor.
Bölgede sıkışan
ve sivilleri canlı
kalkan olarak
kul-
lanan IŞID militanlarının kendilerine bir
koridor açılmasını talep ettikleri, buradan
Rakka’ya geçmek istedikleri ve bu taleplerinin de Minbic Askeri Meclisi ve Uluslararası
Koalisyon tarafından olumlu karşılandığı
ve grupların kent merkezinde çıkışına izin
verilebileceği söyleniyor. Bölgede çatışmalar
devam ederken, savaştan kaçan sivillerin
güvenli alanlara göçleri de sürüyor. Şehba
bölgesinden kaçan göçmenler Efrin Kantonu Toplumsal İşler Konseyi tarafından yeni
açılan Şehba Kampına yerleştiriliyor. Kampta
şimdilik 225 çadırın bulunduğunu ifade eden
ilgililer bu sayının 500’e kadar çıkabileceğini
belirterek, uluslararası kuruluşlara destek
çağrısında bulunuyor. Bölgede daha önce
açılan Rubar kampı ise dolmuş durumda.
Rojava’da askeri ve siyasi alanda bu gelişmeler yaşanırken, Suriye krizinin başlaması ardından bölgede rejim karşıtı radikal gruplara
destek veren ve Rus uçağının düşürülmesinden sonra Suriye’deki etkinliği kırılan Türkiye,
sahada yeniden yer almak için politikasında
değişikliğe gidiyor. Rusya, İsrail ve Mısır’dan
sonra Suriye rejimi ile de ilişkilerini normalleştirmek isteyen Türkiye’nin bu çerçeve de rejim ile görüşmeler gerçekleştirdiği vurgulanıyor. Rusya’dan özür dileyip, İsrail ile tazminat
karşılığında anlaşan Türkiye’nin Esad rejimi
ile de görüşmelere başladığı ve bu politika değişikliğinin Rojava’da güçlenen ve NATO’nun
da aktif desteğini alan Kürdlere karşı yeni bir
cephe amaçlı geliştiği iddia ediliyor.
Kobanê Savuna Bakanı Şêx Hesen: Kürdler
ve Arapları düşmanlaştırmak istiyorlar
Bölgedeki gelişmeleri BasHaber’e değerlendiren Kobanê Savunma Bakanı İsmet
Şêx Hesen Minbic Operasyonu’nun başarılı
bir şekilde devam ettiğini belirterek Minbic
Askeri Meclisi’nin HSD güçlerinin desteğiyle
ilerleyişini sürdürdüğünü söyledi. Bölgedeki
tüm kesimlerin işbirliği ve desteğiyle IŞİD’i
bölgeden temizleyeceklerini ifade eden Şêx
Hesen Ankara ile Şam’ın yakınlaşması ile
ilgili olarak da bu görüşmelerin kandırma
amaçlı ve kendi çıkarları için gerçekleştiğini
söyledi: “Türkiye hükümeti ve Esad Rejimi
yakınlaşabilir. Suriye’deki savaş ve yıkımın
sorumlularından biri de Türkiye’dir. Onlar
Kürdler ile Suriye’deki diğer halkların karşı
karşıya gelmesini istiyordu. Ancak bu istekleri
gerçekleşmedi. HSD güçleri gün be gün Kuzey Suriye’yi çetelerden temizledi. Bölgede ne
IŞİD ne de rejim kendine yer bulamaz.”
’Kimse bize saldıramaz’
“Ne Esad ne de başka bir güç bize saldıramaz’ diyen Şêx Hesen, “Burada oluşturulan
güç sadece Kürdlerin değil. Arap, Süryani,
Türkmen, Ermeni ve diğer oluşumlar birlikte
hareket ediyor. Demokrat, eşitlikçi ve tüm
halkaların birlikte yaşam sürebileceği bir Suriye için mücadelemiz devam edecek. Askeri
alandaki başarı ve ilerleme diplomasiye de
etki edecektir. Şuan savaş halindeyiz. Aynı
zaman da federasyonun anayasası hazırlanıyor. Askeri alanda yaşananlar siyasi olarak da
karşılığını görecektir” dedi.
ENKS Temsilcisi Remî: Rejim Rojava’ya
yönelebilir
ENKS Temsilcisi Elî Remî de Türkiye ile
Suriye rejimi arasında yaşanan yakınlaşma ile
ilgili olarak BasHaber’e yaptığı açıklamada
Türkiye’nin Suriye muhalefetine desteğini her
zaman dile getirdiğini söyleyerek, “Türkiye
her zaman Suriye muhalefeti ve devrimine
bağlılık ve desteğini bildirmiştir. Türkiye’nin
Esad rejimi ile birlikte Kürdlere karşı bir cephe kurduğuna şahit olmadık. Ancak birbirinden farklı düşünen tarafların Kürd meselesi
söz konusu olduğunda bir araya geldiğini
biliyoruz. Suriye muhalefetine şuana kadar
söylenen, rejim yıkılına kadar destek ve dayanışmanın devam edeceği yönündedir” dedi.
Remî rejimin Rojava’ya yönelebileceğini
de vurgulayarak, “Umudumuz Kürd güçlerinin birlik oluşturmalarıydı ki, uluslararası
güçlerden destek görelim ve daha güçlenelim.
Ne yazık ki bu daha birlik henüz gerçekleşmiş değil. Rojava üzerindeki tehlike devam
ediyor.”
‘ENKS’nin muhalefetteki varlığı stratejiktir’
Eli Remi ENKS’nin geçici hükümetten
çekilme kararı ile ilgili olarak da, SMDK’de
yer almaya devam edeceklerini ancak,
oluşturulan hükümette dağılımın adil olmadığından dolayı geçici hükümetten çekilme
kararı aldıklarını söyledi: “SMDK ile hükümet
birbirinden ayrıdır. SMDK’daki varlığımız
stratejiktir. Geçici hükümette bakanlıklar adil
dağıtılmadı ve Kürdlerin temsiliyeti yönünde
eksiklik vardı. Bizim hükümette yer almamızı istiyorlar. Görüşmelere açık olduklarını
belirtiyorlar.”
Gazeteci Mesto: Minbic kontrol altında
Rojava’da bulunan ve bölgedeki askeri ve
siyasi gelişmeleri izleyen gazeteci Amina Mesto, Minbic’in artık kontrol altına alındığını,
IŞİD militanlarının sivillerin içinde mevzilendiğini söyleyerek, IŞİD militanlarının kentten
çıkıp Rakka’ya geçmek için bir koridor talep
ettiklerini söykledi. DSG’nin sivillerin zarar
görmemesi ve kentin tahrip olmaması için
bu talebe olumlu baktığını ifade etti. Sivilleri
canlı kalkan olarak kullanan IŞİD’in tarihi
dokusu olan Minbic’i tahrip etmesinin istenmediğini söyleyerek, bir koridorun açılabileceğini ve sivillerin bölgeden kaçışının devam
ettiğini bildirdi.
Bölgede sivillerin geçişi için bir koridor
açıldığını ifade eden Mesto, Bab’da da katliam
ve baskıların devam ettiğini, IŞİD’in özellikle
Kürdleri rehin aldığını söyleyerek şuana kadar
çoğunluğu küçük yaşta, 2 bin kişinin kaçırıldığını ve bunların akıbetinin bilinmediğine
dikkat çekti.
Gazeteci Bilo: IŞİD gruplarının bağlantıları
koptu
Minbic Operasyonu ile ilgili BasHaber’e
bilgi veren gazeteci Mihemed Bilo da kentte
stratejik noktaların kontrol edildiğini söyleyerek, “Büyük bir ilerleme var. IŞİD için manevi
etkisi olan yerler de ellerinden alındı. Bu da
Minbic Askeri Meclisi savaşçılarının moralleri
üzerinde çok olumlu bir etki yarattı. Kentin
en büyük hastanesi ve çevresi alındı. Kentin
ikiye ayrıldığını söyleyebiliriz. IŞİD militanlarının birbiriyle bağlantıları kopmuş durumda.
Bir bölümü kentin batı, diğer bölümü de
doğu kısmında sıkıştırıldı. Net bir bilgiye
sahip olmamakla beraber, IŞİD’in ağır kayıp
verdiği ve kentin yüzde 60’ının temizlendiğini
söyleyebilirim”
dedi.
08
SÖYLEŞİ
Darbe, fırsatlar ve riskler
HAKAN TAHMAZ
15 Temmuz darbe girişiminin, kaybedeni sadece darbeciler değil. İlk aşamada
darbeciler kaybetti, sivil siyaset kazandı.
Tersi olsaydı herkes için çok daha büyük
felaket olurdu. Ancak darbe engellenmiş
olsa da, bu girişimle bütün Türkiye zarar
gördü. Bu, zamanla daha iyi anlaşılacak.
İç ve dış siyasette ciddi bir kırılma ve fay
hattı belirdi. 15 Temmuz birçok bakımdan Türkiye için milat olacak. Teorik
olarak darbe tehdidinin varlığını sürdürüyor olsa da fiilen darbeler
dönemi kapandı. Asker- siyaset, toplum-asker ilişkisinde yeni bir
döneme başlıyor. Darbecilerin giriştikleri eylemler, darbe girişimine halkın gösterdiği büyük tepki ve bu sırada yaşanan olaylar yeni
dönemin ipuçlarını sunuyor.
Ak Parti, devleti yeniden reorganize edecek. Bütün devlet
kurumlarından yapılmaya başlanan temizlik hareketi, büyük bir
tasfiyeye, ele geçirme operasyonu biçiminde gelişeceğe benziyor.
Ancak, kutsal ordu ve kutsal meslek askerlik ciddi sarsıldı. Gözaltına alınanların rütbeleri, görevleri ve sayıları birçok şeyi özetliyor.
Askerin, artık toplum gözünde eski kudretli, dokunulmazlık zırhı
kaplı yerini koruması oldukça zor. Ya da bunun yeniden inşa
edilmesinde çok zorluk çıkacak.
Cumhuriyetin kurucu kadrolarının asker kökenli olması,
Cumhuriyetin ordu öncülüğünde kurulması, askerin ve ordunun
siyaset içinde/merkezinde yer almasına yol açtı. 1961 darbesiyle
bu durum, Milli Güvenlik Kurulu oluşturularak kurumsallaştırıldı;
Askeri vesayet rejimini resmileştirildi. Bu süreçten sonra, siyaseti
vesayet altında tutma adeta askerin resmi ideolojisi oldu. Anayasada, yasalarda askerin siyasi partilerle ilişkisi olamayacağına dair
hükümler kâğıt üzerinde kaldı. Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet
Kanunu Umumi Vazifeler başlıklı C bendinin, 35. Maddesi, askeri
vesayeti tanımlayan niteliğini korumayı hep sürdürdü. Askeri
vesayeti geriletme iddiasına taşıyanlar, bu maddeye dokunmaya
yanaşmadılar. Aksine sivil siyaseti zayıflatacak, etkisiz kılacak
ve parlamentonun etkisini zayıflatacak önlemler aldılar, askerin
yetkilerini güçlendirdiler. Her daim demokratik sokak gösterilerini karalayanlar, darbe girişimiyle sokak gösterilerinin gücü gördükleri gibi bu siyasetin yarattığı tehlikeyi ne yazık ki görebilmiş
değiller.
Sözünü ettiğimiz 35. Madde’de askerin görevinin “Türk
yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni
kollamak ve korumak” biçiminde tarif edilmiş olması, darbelerin
ideolojisini oluşturuyor. Cumhuriyeti iç tehditten/düşmandan kollama ve korumak, darbeciliğin gücünü oluşturdu. Ordunun direnç
kaynağı, kültür oldu. Bu, başka hiçbir devlet kurumunda olmayan
bir gelenek ve bağlılık yarattığı için de orduda değişim/dönüşüm
kolay yapılamıyor. YÖK’te, poliste, yargıda, olduğu gibi üst
komuta kademesini değiştirerek, orduyu dönüştürmek mümkün
değil. Kendi iç dinamikleri her daim yön belirleyebiliyor. Bunun
üstesinden gelemeyen siyasi iradeyi ise, son Kürd savaşından da
görüldüğü gibi asker teslim alabiliyor. Darbe girişimi nedeniyle
gözaltına alınanların içinde son bir yıldır sürdürülen şehir savaşının komutanlarının da olması tam da bunun kanıtı olsa gerek.
Darbecilere karşı operasyon, Kemalist cumhuriyetçi devlet
kurumları yerine başta ordu olmak üzere tüm devlet kurumlarını
Kemalizm soslu Ak Parti kurumları yaratmaya dönüştürülmesi,
darbe girişimini engelleyen gücün ve güdünün doğru tahlil
edilmemesi olacaktır. Bu tehlike, bugün ciddi bir biçimde var. Ak
Parti’nin, 28 Nisan 2007 e-muhtırasına karşı ortaya çıkan toplumsal tepki yanlış okuyup güç zehirlenmesi yaşamasına benzer bir
süreç yaşana bilinilir. Örneği katı Kemalist laik ordu yerine, dine
bağlı ordu ve anti-batıcı ordu ve devlet kurumları yaratma iddiası,
devlet kurumlarında Ak Parti karşıtı, bütün muhaliflerin tasfiyesine yol açabilir. Kriz ve kaotik durum derinleşip kronikleşebilir.
Diğer taraftan darbe girişimin engellenmesi süreci Türkiye’nin ve
Ak Parti’nin önüne büyük fırsatı çıkarmıştır. Özellikle, AB ile müzakere sürecinde başlatılan reformlar yeniden ele alınabilir, başta
ordu olmak üzere devletin yeniden yapılandırılması demokratik
bir muhtevada geliştirilebilir. Darbe tehlikesini kalıcı bir biçimde
savuşturmanın yolu burada geçiyor. Bu yol, orduyu iç düşman
tehdidine göre konumlandırmakta ısrar etmemektir. Bu yaklaşım
Kürd savaşını barışa doğru itecek önemli bir açılım olabilir.
Bütün veriler gidişatın bu yönde olma ihtimalin düşük olduğunu
gösteriyor.
BasHaber
SÖYLEŞİ
19 - 24 Temmuz 82016
Eski MİT Müsteşarı Cevat Öneş:
Kürdlerin duruşu alkışlanmalıdır
Darbe girişimi sırasında Kürdlerin demokrasi ekseninde
durmalarının alkışlanacak bir
durum olduğunu kaydeden MİT
Eski Müsteşar Yardımcısı Cevat
Öneş, Kürdlerin Türkiye demokrasisinin en önemli motoru olduğunu ifade etti.
Darbecilerin,
Cumhurbaşkanı’nı ölü
ya da diri ele geçirerek
üst komutayı hedeflediğini söyleyen Eski
MİT Müsteşarı Cevat Öneş, “Silahlı
kuvvetlerin büyük
çoğunluğunun
özellikle komuta
Yeter Polat
Türkiye sokakları garip olaylara
sahne oldu, darbeci askerlere karşı
halk sokaklara çıktı ve onları rehin aldı neredeyse. Burası Türkiye
olabilir mi?
15 Temmuz akşamı yaşanan olaylar
gerçekten Türkiye’ye yakışmayan bir
manzaraydı. Türkiye toplumu bu manzarayı hak etmedi. Biz de tüm gelişmeleri çağımızın iletişim imkanları içerisinde
televizyon ve diğer iletişim araçlarından
canlı takip ettik. Özellikle TBMM’nin
bombalanması, insanların tank paletleri
altında ezilmesi, MİT Müsteşarlığı’nın ve
emniyetin bombalanması, silahlı kişilerce basılması günümüzde düşünülmeyecek bir olaydı.
Linç edilen, soyulan, dövülen
hatta kesilen kanlar içinde “kutsal
ocak ordunun” askerlerinin görüntüleri her yeri sardı. Eskiden asker
homurdanır, hükümet devrilirdi.
Türkiye’de bir sarı devrim mi yaşanan şey?
Hayır ben öyle düşünmüyorum.
Yapılan eylem TSK içerisindeki bir çete
ve isyan hareketidir. TBMM’nin bombalanması ve halka yönelik gaddarca ve
insanlık dışı eylemlerin bu harekatın
amacını bize gösterdi. Bu özgürlüklere
karşı ve demokratik sisteme karşı bir harekattı. Bu darbe girişiminin toplumsal
zemini, halk desteği yoktu ve nitekim
başarısız oldu.
Darbecilerin bildirilerinde
Kemalizm’e, Atatürk’e güçlü vurgular vardı. Ancak CHP ve MHP
çok erken karşı tavır gösterdi sizce
bu nasıl oldu?
Bu darbeciler ve cuntacılar, harekatta
kademesinin karşı duruşu bu noktada çok
önemli idi. Genelkurmay Başkanı’nın direnmesi,
bildiriyi imzalamaması oldukça önemliydi. Tabi
buna paralel olarak Cumhurbaşkanımızın, Başbakanımızın, hükümetimizin duruşu ve Türkiye
toplumunun meydanlara demokrasiyi koruma
amacıyla inişi karşısında” bu kalkışmanın başarısız kaldığını belirtti.
BasHaber’in sorularını yanıtlayan Eski MİT Müsteşarı Cevat Öneş, “Özellikle Cumhurbaşkanı’na
ve hükümete düşen görev, geçmişin hatalarından arınarak, temel meseleleri özellikle
demokrasi ve insan hakları konusunu iç politika
malzemesi yapmadan ve siyasal İslam’ı kullanmanın bu ülkeye getirdiği zararları görerek;
demokratik laiklik zihniyet ve pratiği içerisinde
yeni bir süreci başlatmalarıdır” dedi.
başarı sağlayabilirse ittifakı genişletmek
ve aynı niyette olmasalar bile belirli
kesimlerden destek alabilmek adına taktiksel ve maskeli bir bildiri tarzıdır. Bu
ifade tarzına rağmen arkasından giden
hiçbir siyasi parti olmadı CHP, MHP,
HDP ve sivil toplum kuruluşları destek
vermedi. Bu, demokrasimiz açısından
sevinebileceğimiz bir olaydır.
Halkın darbe tepkisi, Türkiye’nin
darbeler geçmişi ile ilişkilendirilebilir mi?
Şüphesiz, Türkiye demokrasisinin eksik olduğunu söylemek ve kabul etmek
lazım. Çünkü yalnızca eksik demokrasilerde darbeler ve darbe girişimleri
yaşanabilir. Demek ki Türkiye’nin
demokratik yapısında ve kurumsal yapılarında önemli eksiklikler var. Bu konu
üzerinde tartışmalar yapmamız lazım,
Türkiye’nin darbeler tarihinden sizin de
ifade ettiğiniz gibi alınmış dersler var.
Toplum bu dersler sayesinde demokrasiye sahip çıkma iradesini ortaya koydu ve
kazandı. Fakat darbe karşıtı gösterilerin
içerisinde bazı manzaralar çok çirkindi.
Bazı eylemler askerlere yönelik darp
edici davranışta veya radikal İslamcı
modele yönelik sloganlar ve davranışlar
var, bunlar az miktarda olsa bile tespit
edilmesi ve kontrol altına alınması
gereken durumlardı.
Darbecilere karşı direnen AKP,
bundan sonraki süreçte demokrasinin kurumsallaşması konusunda
da daha ilkeli davranır mı?
Şunu ifade etmek isterim. Darbecilerin öyle çok dar, basit çerçeveli
bir yapılanma içerisinde olmadığını
gördüm. Silahlı kuvvetler bünyesinde
orgeneral, korgeneral, tuğgeneral seviyesinde önemli bir kadronun İzmir’den
Diyarbakır’a, İncirlik Üssü’ne kadar
uzandığını ve önemli birliklerde, önemli
kurumların yönetimlerinde bulunduklarını gördük. Bu ciddi bir durumdur.
Sanıyorum ki, Cumhurbaşkanı’nı ele
geçirerek veya öldürerek üst komutayı
ele geçirerek, esir alarak silahlı kuvvetlerin tamamı üzerinde hakimiyet
kurabileceklerini düşündüler. Tabi ki
silahlı kuvvetlerin büyük çoğunluğunun
özellikle komuta kademesinin karşı
duruşu çok önemli idi. Genelkurmay
Başkanı’nın direnmesi, bildiriyi imzalamaması çok önemliydi. Tabi buna
paralel olarak Cumhurbaşkanımızın,
Başbakanımızın, hükümetimizin duruşu ve Türkiye toplumunun meydanlara
demokrasiyi koruma amacıyla inişi
karşısında başarısız kaldılar. Ancak, bu
başarısız kalmaları durumunu rehavet
içerisinde karşılamamamız gerekiyor.
Çünkü yargı sistemi, emniyet ve silahlı
kuvvetler içerisinde bürokrasinin diğer
SÖYLEŞİ
BasHaber
19 - 24 Temmuz 2016
9
SÖYLEŞİ
kademelerinde ki bu yapılanmanın
hassas bir şekilde, hukukun emirlerine
uyarak temizlenmesi zaman alacaktır ve
önemini korumaya devam edecektir.
Kimi yorumcular Erdoğan’ın mutlak iktidarına giden bir sonuçtan
söz ediyor. Erdoğan bundan böyle
mutlak iktidarını mı hedefleyecek,
yoksa bu girişimi bir uyarı olarak
algılayıp, daha dengeli bir siyaset
mi izleyecek?
Bugün Türkiye’nin en önemli tartışma
konusu bu. Türkiye siyasi platformunda,
sivil toplum vasatlarında, demokratik
ülkeler vasatlarında tartışılan, izlenen
bir konu. Türkiye eksik bir demokrasiye
sahip ve bu eksik demokrasi sebebiyle,
demokrasinin kurumsallaşamaması
sebebiyle Türkiye’de siyaset iç politika
merkezli, sandık merkezli ve parti
çıkarları, grup çıkarları veya kişi çıkarları
istikametinde özellikle son yıllarda gelişme göstermesi sebebiyle böylesine bir
darbe olayı gündeme gelebilmiş, girişim
yapılabilmiştir. O nedenle Türkiye bugün bu darbelerden kurtulmak istiyorsa
Kürd meselesi, Alevi meselesi gibi temel
sorunlarını, diğer ekonomik sorunlarını,
sosyo-politik sorunlarını, psikolojik
sorunlarını temelden çözebilmek için
gerçekten nitelikli bir demokratikleşme
sürecine girmesi gerekir. Bu sürecin
de sadece iktidarla olamayacağını
görmemiz gerekir ve iktidarın son 3-4
senedir içerisine girdiği mutlak iktidar
olma arayışından uzaklaşması gerekir
ve muhalefetle birlikte, Türkiye’nin
demokratik güçleriyle birlikte asgari
müştereklerde demokratik ittifaklar
kurarak, Türkiye siyasetini şekillendirmesi gerekir. Ve tüm bu gelişmeler bize
gösteriyor ki yeni bir toplumsal kon-
sensüse girilmesi gerekir. Bu toplumsal
konsensüs de ancak çok farklı kimlikleri,
çok farklı siyasetlerin demokrasi ekseninde birleşmesiyle mümkün olabilir.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın ve AK Parti
yönetiminin ancak bu istikamette hareket ettiği takdirde Türkiye’nin bir demokrasi sıçraması yapmasında öncülük
yapacağını düşünüyorum. Aksi takdirde
bu karşılaştığımız sorunlar ağırlaşarak
devam edecektir.
Darbenin arkasında Cemaatin
olduğu yönünde bir propaganda
ve izlenim var, Cemaatin orduda
darbe yapabilecek kadar yayıldığı
veya bir kısım Kemalist askerle
işbirliği yaptığı iddiası reel mi?
Maalesef üzülerek görüyoruz Cemaat
bir inanç, eğitim boyutu çerçevesinde
geçmişte kazandığı sempatiyi gelişmeler içerisinde tamamen kaybetmiştir.
Çünkü Cemaat olması gereken inanç
boyutlu, yardımlaşma boyutlu bir süreçten devlet içinde kadrolaşma ve iktidar
mücadelesi içine gelme, taraftarlarından müteşekkir bir iktidar oluşturma
yarışı içerisine girmiş bulunduğunu
görüyoruz. Emniyet teşkilatı içerisinde
gördüğümüz Cemaat yapılanmasının
çok yaygın yargı sisteminde olduğu
gibi, Silahlı Kuvvetler bünyesinde de
gerçekleştiğini görmüş olduk. Bu darbe
de, darbe arayışında Cemaat ağırlıklı bir
mekanizmanın bir karar merkezinin
oluştuğunu ben şahsen görebiliyorum.
İfade edilen bazı bağlantılar sanırım
bir örgütlü bağlantıdan ziyade bireysel
bağlantı olur o da AK Parti karşıtlığını nefret düzeyine sıçratmış, cinnet
getirme düzeyine sıçratmış bazı bireysel
cunta taraftarı arayıcılar olarak görebilirim. Örgütsel bir bağlantı yok. Tabi ki
burada vurgu yapmamız lazım, CHP,
MHP ve HDP’nin demokrasi safında çok
zaman geçirmeden duruşları darbenin
önlenmesin de önemli öncelikli etmenlerindendir.
Kürdlerin tavrını nasıl değerlendirdiniz?
Kürdler konusu çok önemli. Türkiye,
Kürdü ile Türkü ile farklı kimliklerin
zenginlik bahçesi. Bu farklı kimlikler
ayrılmaz bir parça, siyaseten tartışmalar
olmasına rağmen, bölünme iddialarına,
ayrılık iddialarına rağmen Türkiye kültürüyle tarihsel birliğiyle, yaşam tarzıyla,
aile birlikteliğinin oluşmasıyla, ekonomik hayatımızdaki işbirliği şartlarıyla,
tarihten gelen bir birliktelik içerisinde,
öncelikle Kürdler bakımından ifade ediyorum, bir sosyal yapı ve kültürel yapı
oluşturmuştur. Bu silahlı mücadelenin
çok ağır sonuçlarına rağmen Türkiye
Kürdleri içerisinde demokratikleşme
adımları arayışları, talepleri sürekli
gelişme kaydetmiştir. Bugün Türkiye
demokrasisi Kürdler olmadan gelişme
kaydedemez. Kürdlerle sorunlarımız
çözülmeden demokratikleşme ekseninde insan hakları ekseninde, evrensel
değerler ekseninde çözülmeden, Türkiye
demokrasisine gelişme kaydettirmek
mümkün değildir. O bakımdan Kürdler
demokrasimizin en önemli motorudur.
Bu son gelişmeler karşısında demokrasi
ekseninde durmaları da alkışlanacak bir
durumdur.
Türkiye büyük bir badire atlattı
diyenler var, hayır bitmedi devam
edecek diyenler var. Siz nasıl bakıyorsunuz? Bundan sonra ne olur?
Türkiye gerçekten bir bıçak sırtından
dönmüştür 15 Temmuz gecesi. Çünkü yapılan harekatı küçümsememek
gerekir. Sadece silahlı kuvvetler de değil,
devletin en önemli kurumundaki yapısı
ile bir ahtapot, bir karabasan gibi bu ülkenin üstüne çömüştür. Önemlidir. Ancak bunun ile mücadele etkin bir şekilde
yapılmalıdır. Balyoz, Ergenekon türevli
davalarda gördüğümüz şekli ile değil,
gerçekten hukuk ilkeleri çerçevesinde
yapılması ve Türkiye demokrasisine
zarar vermeden, Türkiye demokrasisini
geliştirerek yapılması ve bu mücadelenin süreklilik kazandırılması gerekir.
Tekrar vurgulanması gerekir. Muhalefeti
ile iktidarı ile ittifak ve işbirliği içinde ve
sivil toplumu ile birlikte hareket edilerek, toplumsal idareyi ortaya çıkararak,
geçmişte yakın dönemde gördüğümüz o
iç politikanın, söyleminin icraat tarzının,
çıkar hesaplı yapılışını, ortadan kaldırarak yapılmalıdır.
Türkiye basını, hükümet kanadı, kanaat liderleri hatta AKP
karşıtlarının bir kısmı ciddi bir
karşı koyuş sergiledi darbecilere
karşı. Bu yeni bir tolerans dalgası
yaratabilir mi Türkiye’de?
Yaratması lazım. Darbe girişimi
karşısında TBMM içerisinde AKP, CHP,
MHP, HDP birliği ortak hareket tarzı
ve duruşu çok önemliydi, onu özellikle
vurgulamam gerekir. Medyanın tümü
hatta hükümet çevrelerinin sürekli eleştirdiği medyanın çok güçlü bir şekilde
darbe girişiminin karşısında yer alması
ve toplumun yer alışı Türkiye demokrasisinin birlikte korunabileceği, Türkiye
gelişiminin birlikte hareket ederek
gerçekleştirebileceği doğrultusunu bize
gösterdi. Şimdi siyasetçiye düşen görev,
özellikle Cumhurbaşkanı’na ve hükümete düşen görev, geçmişin hatalarından
arınarak, temel meseleleri özellikle
demokrasi ve insan hakları konusunu iç
politika malzemesi yapmadan ve siyasal
İslam’ı kullanmanın bu ülkeye getirdiği
zararları görerek demokratik laiklik zihniyet ve pratiği içerisinde yeni bir süreci
başlatmalarıdır. Bu önemli ve temel bir
sorundur.
Söyleşinin tamamı bas-haber.com’da
09
Bıçak sırtı
FERHAT KENTEL
Korkunç günler geçirdik. Benim
gibi Türkiye’nin bütün darbelerine
şahit olmuş insanlar için bile korkunç
günlerdi.
27 Mayıs’tan bu yana, 12 Mart, 12
Eylül, 28 Şubat darbelerinin açık zulmünü ya da 27 Nisan ve Ergenekon’un
yarattığı korkuları benim gibi insanların
unutması mümkün değil.
Ama 2008’de, 7’den 70’e, aksakallısından piercing’lisine 70 milyon adım darbelere karşı yürüdüğümüz zaman, darbeler bitti diye düşünmüştük.
Ve işte bugün, her şeyden önce en büyük şoklardan birini,
“Türkiye’de darbe olmaz” diye düşünürken yaşadık. Ama
yarım haklı çıktık; gördük ki “darbe olmaz” değil, “darbe
olamaz”mış...
Diğer şoku, bu ülkenin köylerinden, kasabalarından, şehirlerinden çıkmış insanların omuzlarındaki rütbeler yükseldikten
sonra, bu kadar kolaylıkla kendilerini bu memleketin gerçek
sahibi hissedip, çatır çatır insan öldürebilmelerinde yaşadık.
Bugün Fethullah Gülen cemaatiyle özdeşleşen darbecilerin, geçmişteki ağabeylerinin Fethullahçılıkla alâkası yoktu.
Ama geçmiş ve şimdiki performanslara baktığımızda ordunun
damarlarına sinmiş korkunç bir “kibirli” eğilimin aynen devam
ettiğini görmemek mümkün değil...
İşin kötü tarafı şu ki, toplumumuzun da damarlarında,
alttan alta darbeci zihniyeti besleyen ciddi bir “güce tapma” eğilimi var. Çünkü bu toplum başarıların veya başarısızlıkların hep
güce bağlı olduğuna dair bir gelenek altında eğitildi, sosyalleşti.
Yani, sürekli olarak hevesleri kırılmış, aşağılanmış, seslerini
duyuramayan, bu nedenle kendi güçlerine güvenemeyen insanların daha güçlü olma arzularına tekabül eden bir “güç” arayışı
hep sürdü. Bu yüzden, bugünün darbecileri Güneydoğu’da
bütün hışımlarıyla güç sergilerken, bu biz Batı’dakilere de pek
dokunmadı.
Ama darbeciliğe zemin hazırlayan zihniyeti konuşmanın
şimdilik çok bir faydası yok. Bugünkü bıçak sırtı gibi durumu
gerçekten iyi düşünmemiz lazım.
Bir taraftan durum şu: bugün alenen bir savaş ülkesine
döndük. 15 Temmuz’da bu memlekete iflah olmaz yaralar açan
katiller belki de umduklarından bile fazlasını yaptılar... Zaten
kutuplaşmış olan bir ülkede insan öldürmenin ne kadar sıradanlaşabileceğini örnekleriyle hayata geçirdiler.
Darbecilerin bu kadar kolay, gözlerini kırpmadan insan
öldürtebilmeleri; galeyana gelmiş bazı kesimler tarafından dile
getirilen idam çağrıları, linçler ve bunların yanı sıra en resmi
ağızlardan bireysel silahlanmanın kolaylaştırılması yönündeki
çağrılar memleketin geleceğinin nasıl öngörülebileceğine dair
çok önemli ipuçları veriyor.
Bu arada binlerce yargı elemanının gözaltına alınmasıyla,
herkesin “fahri polis” olabilmesiyle, bildiğimiz anlamda bir
“Devlet”ten bahsetmek pek mümkün olmayacak. Ya da devletin yargısı çökerken, sokakta şekillenecek bir yargıyla karşı
karşıya kalacağız demektir.
Darbenin getirdiği belâları düşünmekteyken, Cumhurbaşkanı, “Taksim’e kışlayı isteseler de istemeseler de yapacağız”
diyerek, kısa vadede toplumda bir uzlaşmanın pek ufukta
görünmediğini, belki de pek istenmediğini de göstermiş oldu.
Ancak, gene de 15 Temmuz darbe girişimi musibetinden
hareketle, toplum olarak başka bir fırsatı yaratabilmeyi düşünebiliriz.
Tayyip Erdoğan’ın mesajındaki mantığa rağmen, gayet
sağduyulu bir şekilde birliktelik mesajı veren Binali Yıldırım’a
benzer bir biçimde düşünmenin pratiğini yapabiliriz mesela...
Bugün o kadar belirsiz bir durumdayız ki... Mesela 15 Temmuz darbesi, sadece 15 Temmuz’da denenen bir darbe girişimi
miydi? Yoksa başka darbelerin hazırlayıcısı, denemesi ve hatta
iç savaş gibi daha da kâbus senaryolarının fişekleyicisi miydi?
Belki...
Ama bu memleket hakkında korkunç planlar üretenlere
rağmen, bu toplumun adaletli insanları, tankların üzerine çıkıp
darbeyi durduran insanları, hep birlikte bu memlekette gerçekten demokrasiyi tesis etmek için, tam da darbecilerin yapmak
istediğine direnerek, içimizdeki gücün ve ölümün diline karşı
barışın dilini tesis etmek zorundayız.
10
HABER
BasHaber
19 - 24 Temmuz 2016
BasHaber
Washington-Erbil Protokolü
ABD’den referanduma yeşil ışık
G
Siwar Bedirxan
eçtiğimiz hafta Kürdistan Bölge Yönetimi (KBY) ile ABD arasında Erbil’de
tarihi önemde sayılan ilk resmi askeri
ve siyasi protokol imzalandı. IŞİD’in Musul’dan
çıkarılmasına yönelik protokol kapsamında
ABD’nin KBY’ne doğrudan lojistik ve ekonomik yardımlarda bulunması öngörülüyor.
ABD-KBY yetkilileri arasında Erbil’de yapılan
protokolün imza töreninde KBY Başkanı
Mesud Barzani de hazır bulundu. Törende
Protokolü ABD adına Savunma Bakanlığı Uluslararası Güvenlik İşlerinden Sorumlu Ellisa
Slotkin, KBY adına ise Peşmerge Bakanı Kerim
Sincari imzaladı. Protokole göre Musul’u
IŞİD’ten kurtarma operasyonuna katılacak Peşmerge güçlerinin maaşları ABD’nin göndereceği bütçeden karşılanacak ve ABD tarafından
ilk etapta maaşların ve diğer savaş masraflarının ödenmesi için 415 milyon dolarlık bütçe
gönderilecek. Bu sistem üzerinden Peşmerge
maaşlarının ödenmesine devam edilecek. IŞİD
ile mücadele sona erene kadar ABD’nin yardıma devam edeceği de protokolde bağıtlanıyor.
Protokolün detaylarının açıklanmamasına
rağmen, içeriğinde siyasi bir takım angajmanların da olduğu iddia ediliyor. BasHaber’in KBY
Başkanlık Divanı’na yakın kaynaklardan aldığı
bilgilere göre askeri protokol siyasi anlaşmayı
da kapsıyor. ABD-KBY arasında bir ilk olan
protokole ilişkin değerlendirmelerde bulunan
uzmanlar ABD’nin bu protokol ile KBY’nin
sonbaharda yapacağı bağımsızlık referandumu
için de yeşil ışık yaktığını belirtiyor. Uzmanlar
ABD Başkanlık Seçimleri’nin hemen öncesinde bu protokolün imzalanmasını Demokrat
Parti’nin bir zafere ihtiyaç duyması ile açıklıyor.
Obama’nın IŞİD’in başkentini ele geçirerek
partisinin oylarını arttırmayı amaçladığı, bu
nedenle de Kürdlere muhtaç olduğu savunuluyor. Kürdlerin de Başkanlık seçimleri öncesinde bağımsızlık referandumu yapmaya kararlı
oldukları ve yeni seçilecek ABD yönetimine
karşı ellerini güçlendirmek amacında oldukları
belirtiliyor.
Bu arada hafta içinde KBY’nin başkenti
Erbil’e gelen ABD’li üst düzey askeri yetkililer
de, KBY Başkanı Mesud Barzani ile Musul
Operasyonu’nun detaylarını konuştukları ve
KBY’ne açık destek vermeye hazır olduklarını dile getirdikleri öğrenildi. KBY Başkanlık
Sözcüsü Ümit Sabah, toplantı sonrası yaptığı
değerlendirmede “Çok önemli bir toplantı
yapıldı. Toplantının ana gündem maddesi,
özellikle terörle mücadele konusunda uluslararası koalisyon güçleri ve KBY arasındaki ortak
strateji ve iş birliğiydi” ifadelerini kullandı.
‘Protokol Musul Operasyonu’nu da
kapsıyor’
ABD ve KBY yetkilileri arasında imzalanan
protokolün yaklaşık iki yıldır Peşmerge ve koalisyon güçleri arasındaki dayanışmanın ürünü
olduğunu söyleyen KBY Başkanlık Sözcüsü
Sabah, “KBY Başkanı Barzani ve ABD Savunma
Bakanı Ashton Carter arasında Aralık 2015’te
önemli bir toplantı gerçekleşmişti. Bu toplantıda ikili iş birliğinin gelecekte daha da güçlendirilmesi için protokol sürecinin hazırlanmasına
karar verilmişti. Bu anlaşma IŞİD ile mücadele
eden tarafların özellikle Musul’u Kurtarma
Operasyonu’nda nasıl daha kapsamlı ortak
hareket edeceklerine dair maddeler içeriyor”
şeklinde konuştu.
Peşmerge Sözcüsü Yawer:
Askeri ve iktisadi yardımlar yapılacak
Peşmerge Bakanlığı Sözcüsü Cabbar Yawer
de ABD-KBY arasında imzalanan askeri
protokolü BasHaber’e değerlendirdi. Yawer,
Peşmerge’nin IŞİD ile mücadele eden Uluslararası Koalisyon uyumlu bir şekilde hareket
ettiğini ve protokolün bu uyumlu ve beraber
hareket etmenin yeni bir adımı olduğunu açık-
ABD ile yoğun diplomasi trafiği
KBY Başkanı Mesud Barzani’nin, Selahaddin
kentindeki yoğun diplomasi trafiği bu hafta da
devam etti. Barzani, ABD Merkez Kuvvetler
Komutanı (CENTCOM) Komutanı General Joseph
Votel ve beraberindeki askeri heyeti kabul etti.
KBY Başkanlık Divanı’dan yapılan açıklamaya
göre, taraflar görüşmede, Erbil-Washington
arasında imzalanan askeri protokolü, IŞİD ile
mücadele ve Musul’un kurtarılması operasyonunu ele aldı. ABD’li heyete askeri protokolün
imzalanmasından dolayı teşekkürlerini dile
getiren Barzani, bu gelişmenin bölge halkı ve
Peşmerge’yi mutlu ettiğini söyledi. Barzani,
KBY’nin önceliğinin IŞİD’i yenilgiye uğratmak
olduğunu ve bu vesileyle Peşmerge Güçleri’nin,
Irak Ordusu ve Uluslararası Koalisyon güçleriyle
ortak hareket edebileceğini ifade etti.
ABD’li General Votel’in ise IŞİD ile mücadele konusunda ülkesinin Peşmerge güçlerine
desteklerinin devam edeceğine vurgu yaparak,
her iki taraf arasında protokolün imzalanmasından dolayı Barzani’ye teşekkür etti. Votel
ayrıca, Barzani’nin Ninova ilindeki etnik ve dini
unsurların haklarının garanti altına alınması
konusunda gösterdiği çaba ve yak-laşımdan
dolayı takdirlerini ifade etti.
Barzani, Ashton Carter ile görüştü
Ayrıca Mesud Barzani’nin hafta içinde ABD
Savunma Bakanı Ashton Carter ile IŞİD ile
mücadeleyi ele almak için telefon görüşmesi
gerçekleştirdikleri belirtildi. KBY Başkanlık
Divanı’dan yapılan yazılı açıklamada, tarafların
görüşme sırasında IŞİD ile mücadele, cep-
ladı. Protokolün içeriğine de ilişkin konuşma
yapan Yawer, “ABD Hükümeti ile Kürdistan
Hükümeti arasında imzalanan bir protokoldür.
Bu protokole göre ABD Peşmerge’ye askeri ve
iktisadi yadımlardan bulunacak ve IŞİD ile mücadele de yeni adımlar atılacak. Peşmerge’nin
maaşlarının ödenmesi konusunda askeri
yardımlar yapılacak. IŞİD ile mücadelede hava
operasyonlarına ve lojistik yardımlara devam
edilecek. Protokole göre Peşmerge’ye askeri
yardımlar yapılacak. Ancak verilecek silahların
niteliğine ilişkin net bir durum yok” şeklinde
konuştu.
“Musul Operasyonu yakında yapılacak”
Peşmerge’nin IŞİD ile mücadele daha aktif
bir konuma geleceğini de ifade eden Sözcü
Yawer, Musul’un IŞİD’in elinden kurtarılmasına yönelik yapılan operasyon hazırlıklarına dair
de bilgi verdi: “Musul Operasyonu 2015 yılında
Kürdistan’da başladı. Musul’a bağlı Kürd yerleşim yerlerin çoğunu IŞİD’den aldık. Şengal,
Başik, Zumar, Xazir, Mahmur, Rabia ve Ninova
Ovası’daki Kürd yerleşimlerini özgürleştirdik.
Irak Ordusu’nun Rumadi’de sonuç alamaması
kent merkezine yapılan operasyonu erteletiyor. Irak Ordusu son dönem de Geyara ve
Mahmur’a birlikler gönderdi. Musul kentinin
dört bir tarafı şimdi kontrol altına alınmaya
çalışılıyor. Irak Ordusu’nun Musul’un güneyine
inmesi için operasyonlar yapılıyor. Kentin
doğusunda, batısında ve kuzeyinde varlar.
İlerleyen günlerde ortak bir operasyonun yapılmasını bekliyoruz. Uluslararası Koalisyon Irak
Ordusu ve Peşmergeler kenti IŞİD’in elinden
almak için operasyon yapacak-lar” açıklamasını yaptı. Yawer, ayrıca IŞİD’in elinden alındıktan sonra kenti yönetecek bir idari yapının da
kurulacağını söyledi.
PDK’li Merxeli: Protokol halkımızın
geleceğini garanti altına alıyor
helerdeki son durum, Peşmerge Güçleri’nin
Uluslararası Koalisyon güçleri ve Irak ordusu ile
dayanışmasıyla, ABD’nin Peşmerge güçlerine
yapacağı yardımları ele aldıkları ifade edildi.
Açıklamada, ülkesinin Kürdistan’a ve Peşmerge güçlerine yardımlarının devam edeceğini
vurgulayan Carter’in, Peşmerge Güçleri ve Irak
Ordusu arasındaki dayanışmadan ise memnuniyet duyduğu kaydedildi. KBY Başkanı Barzani’nin
ise terörle mücadele konusunda yardım ve desteklerinden dolayı ABD’ye teşekkür ettiği ve söz
konusu yardımların devamından memnuniyetini
dile getirdiği aktarıldı.
Kanada Savunma Bakanı’ndan Erbil’e ziyaret
Kanada Savunma Bakanı Harjif Sajan da
hafta içinde KBY Başkanı Mesud Barzani ile
görüştü. Görüşmede IŞİD ile mücadele gündeme geldi. Barzani’nin radikal grupları farklı
Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) Parlementeri Aras Hiso Merxeli de protokole ilişkin
BasHaber’e bilgi vererek, askeri protokolün
siyasi bir boyut kazanacağını savundu. Merxeli protokolün KBY-ABD arasında yeni bir
ittifak adımı olduğunu belirterek, protokolün
KBY’nin bölgedeki güvenliğini garanti altına
aldığını ve KBY Peşmerge Güçleri’nin ağır silahlar ile Kürdistan halkını koruyacağını söyledi.
Merxeli, “anlaşmanın askeri yönü ağır basıyor.
Tabiki siyasi yönü de var, anlaşmadan sonra
KBY’deki kriz yumuşayabilir. Peşmerge’nin
maaşı ödenir. KBY’nin içişler-ine müdahalenin
önü kesilir” şeklinde konuştu.
Askeri protokolün bağımsızlık referandumuna etkilerine de değinen Merxeli, “bölgedeki kimi devletler, Kürdistan’ın bağımsızlığına
halkımızın kendi kaderini tayin etmesine karşı
çıkabilirler. Türkiye, İran, Suriye, Irak bağımsızlığa karşı çıkabilir. Bu anlaşma halkımızın
kültürler, dinler ve düşüncelerin sığınağı olan
Kürdistan’da barındırmayacağını ifade ettiği belirtildi. IŞİD’e karşı savaşın öncelikleri olduğunu
dile getiren Barzani’nin “Kürdistan Bölgesi’nde
hiçbir zaman farklı din ve etkinler arasında
hassasiyet oluşmamıştır. Radikal terörist düşüncelerin burada yayılmasına izin ver-meyeceğiz”
şeklinde konuştuğu ifade edildi.
Harjit Sajan ise, Kürdistan’da istikrar, birlikte
yaşama ve kabullenme kültürünün muhafaza
edilmesinden dolayı Barzani’ye teşekkürlerini iletti. Ülkesinin Kürdistan’a ve Peşmerge
Güçleri’ne destek olmaya devam ede-ceğini dile
getiren Kanadalı Bakan, “Başkan Barzani liderliğinde Peşmergelerin fedakârlığı ve koalisyon
güçlerinin çabaları sonucu IŞİD’e karşı savaşta
ilerleme kaydedildi” ifadelerini kullandı.
HABER
19 - 24 Temmuz 2016
geleceğini de garanti altına alacaktır.
Bu devletler bize müdahale edemezler”
şeklinde konuştu. Bağdat ile KBY ilişkilerine de değinen Merxeli, Bağdat’ta
hükümet ve iktidarın kalmadığını
Bağdat’ın kendi sorunlarını çözdükten
sonra, onlarla görüşeceklerini belirtti.
Dr. Mahmud Osman:
ABD bağımsızlığa karşı değil
Kürd siyasetçi Dr. Mahmud Osman
da KBY-ABD arasında imzalanan askeri
protokolün KBY’ye etkilerine yönelik
BasHaber’e konuştu. Dr. Osman anlaşmayı çok önemli bulduğunu, KBY’nin
bu anlaşma ile bölgedeki etkinliğini bir
kez daha gösterdiğini savundu. Osman,
anlaşma ile KBY Peşmerge Güçleri’nin
ağır silahlara sahip olacağını ve sal-
dırılara karşı koyabileceğini belirtti.
Anlaşmanın hazırlıkları yapılan bağımsızlık referandumuna etkilerine ilişkin
de konuşan Osman, “ABD’nin KBY’nin
bağımsızlığı için bir tavır ortaya koyduğunu düşünüyorum. ABD bağımsızlığa
hayır dememiştir. Bu anlaşma ABD’nin
siyasi anlamda da Kürdistan ile siyasi
bir müttefik olabileceğini gösteriyor.
Bağımsızlık referandumu ertelenmeden
yapılmalıdır” şeklinde konuştu.
Siyasi partiler arasında yaşanan siyasi
krize de atıfta bulunan Osman, siya-si
partilerin, diyalog içerisinde olması ver
KBY’ndeki krizleri sona erdirmek için
toplanmaları gerektiğini belirtti. Siyasi
partilerin Kürdlerin çıkarı için bir araya
gelmeleri gerektiğini ifade eden Dr.
Osman partilerin sorunları derinleştirmekten uzak durmaları gerektiği
ifadesini kullandı.
Prof. Nakşibendi:
Anlaşma bağımsızlığa götürür
Selahaddin Üniversitesi, Uluslararası
İlişkiler Bölümü akademisyenlerinden
Prof. Dr. Mahmud Azad Nakşibendi’de
BasHaber’e ABD-KBY arasında imzalanan askeri protokolü değerlendirdi.
Nakşibendi, ABD’nin KBY’yi bağımsız
bir devlet gibi gördüğünü ve KBY ile
bu protokolde diplomatik faaliyetler
yürüttüğünü savundu. Anlaşmanın
sadece askeri bir boyutunun olmadığını
savunan Nakşibendi, “ABD Hükümeti,
Irak Kürdistan Federal Bölgesi olarak
tanınan bir idare ile sadece askeri anlaşmalar yapmaz. Bu anlaşmanın askeri
boyutundan daha çok siyasi boyutu olduğunu düşünüyorum. ABD-Kürdistan
ile ayrı ve özel bir diplomasi yürütüyor.
ABD Kürdistan’ı ayrı bir devlet olarak
görüyor. Baktığımız zaman ABD’nin
KBY ile kurduğu ilişkiler ve diplomatik
faaliyetlerde bunu göreceksiniz. ABD,
askeri, siyasi ve diplomatik faaliyetlerde
Kürdistan’a ayrı bir önem veriyor. Bu
anlaşma çok önemlidir. Bu anlaşma
Kürdistan’ı bölgede daha çok ön plana
çıkaracak ve Kürdistan’ı bağımsızlığa
götürecektir” şeklinde konuştu.
KBY’deki siyasi partilerin de iç barışın
sağlanması ve sorunların giderilme-si
konusunda anlaşmaları gerektiğini
belirten, Nakşibendi, protokolün Kürd
siyasetinin önemli bir diplomatik başarısı olduğunu belirtti. Siyasi partilerin
Kürd kazanımlarının korunması için
biran önce bir araya gelmeli ve protokole
sahip çıkmaları gerektiğini söyledi.
Gazeteci Etroşi: ABD-KBY ilişkileri
yeni bir boyut kazanıyor
Gazeteci Emir Etroşi’de ABD-KBY
arasında imzalanan askeri protokolü ve
ABD-KBY ilişkilerini BasHaber’e değerlendirdi. Emir Etroşi, Saddam rejiminin
yıkılmasından sonra KBY ve ABD’nin
siyasi ve askeri müttefik olduğunu
IŞİD’in Irak ve Kürdistan’a saldırılarından sonra ilişkilerin daha kapsayıcı bir
boyut kazandığını belirtti. KBY Başkanı
Barzani’nin IŞİD ile mücadelede önemli
bir rol aldığını ve ABD’nin yanı sıra diğer
ülkelerin de KBY ile iyi ilişkiler kurduğunu açıklayarak, protokolün Kürd
tarihinde önemli bir belge olacağını
belirtti. Peşmerge ve ABD’nin IŞİD ile
mücadelede önemli bir sınav verdiğini ifade eden Etroşi, “ABD yardımlar
yaparak Peşmerge’nin IŞİD karşısında
zaferler elde etmesinin önünü açtı. IŞİD
Kürdistan’dan çıkarıldı. Bu anlaşmada
Mesud Barzani’nin rolü büyük. Barzani
iyi bir diplomasi ile Kürdistan’daki
Kürd kazanımlarını garanti altına aldı”
şeklinde konuştu.
Musul Operasyonu hazırlıklarına
ilişkin de açıklamalarda bulunan
Emir Etroşi, Obama’nın Musul
Operasyonu’nun gerçekleşmesini
istediğini ve ABD Başkanlık seçimleri
öncesinde perasyonun yapılacağını
açıkladı: “ ABD Başkanlık Seçimleri 2015
yılının Sonbahar aylarında yapılacak.
Başkanlık seçimleri öncesinde Musul’un
IŞİD’in elinden alınmasını istiyor. Bu
konuda hazırlıklar da yapılıyor. Operasyonun kısa bir zamanda başlayacağını
düşünüyorum.”
Mesrur Barzani: Fransa’nın yanındayız
Kürdistan Güvenlik Ajansı Müsteşarı
Mesrur Barzani, Geçtiğimiz hafta Fransa’nın
Nice kentinde IŞİD militanlarının sivil bir
topluluğu hedefleyerek çok sayıda insanı
katletmesini kınayarak, Kürdistan halkının
terörle mücadelede Fransa halkının yanında olduğu mesajını verdi. Barzani Twitter’de
yaptığı açıklamada, Fransa’nın Nice kentinde 84 kişinin ölümüne yol açan saldırıyı kınayarak, Fransa halkına desteklerini belirtti
ve ‘‘Terörle mücadelede her zaman Fransa
halkının yanındayız’’ ifadelerini kullandı.
‘Hedef Fransız Devrimi’
KBY Başkanı Barzani de Fransa Devlet
Başkanı François Hollande’ye yolladığı bir
mektupla Nice kentinde yapılan saldırıyı
kınadı. Barzani, saldırıda hayatını kaybe-
denler için üzüntüsünü dile getirerek, şöyle
dedi: “Teröristlerin yaptığı bu barbarca
saldırıyı kınıyorum. Şahsım ve Kürdistan
halkı adına Fransa halkı ile hayatını kaybedenlere başsağlığı, yaralılara da acil şifalar
diliyorum.”
“Teröristlerin insanlık ve özgürlük
düşmanı olduğunu“ dile getiren Barzani,
“Fransa’nın milli gününde yapılan bu saldırı,
Fransız Devrimi’nin özgürlük, eşitlik ve
adalet prensiplerine yapılmış bir saldırıdır”
dedi.
Fransa’nın Nice kentinde 14 Temmuz
günü yapılan Bastil Yürüyüşüne kamyonla
dalan bir IŞİD militanı 84 kişinin ölümüne ve
204 kişinin yaralanmasına neden olmuştu.
Saldırıda Şilan A. isimli bir Kürd kızı da
yaşamını yitirmişti.
11
“Generallerin gecesi”
darp ve darbe
ÖZTEKİN ÇAÇAN
“Generallerin gecesi” filmi bir
şekliyle gerçek oldu. Helmut Kirst’in
romanından uyarlanan Anatole
Nitvak’ın yönettiği; Peter O’Toole,
Omar Sharif gibi oldukça büyük bir
oyuncu kadrosunun yer aldığı film
bir yönüyle gerçek oldu. Filmde popüler bir general olan Tanz’ın (Peter
O’Toloe) hayatı anlatılır. Aslında
general iktidarsızlık problemleri yaşayan, birlikte “olamadığı” fahişeleri canice öldüren bireysel
ve kitlesel “şiddet” meraklısı, psikopat bir seri katildir.
Kişisel durumu böyle olmakla birlikte Tanz mesleğini
kullanarak bu sorununu gizleyip, bir erkek gibi davranabilmekte, komuta ettiği birliklerin idolü olabilmektedir.
Filmin arka planında ise iki olay işlenir. Birinci olay bir
SS olan Binbaşı Grau (Omar Sherif) cinayeti aydınlatmak
amacıyla harekete geçip mutlak adaleti aramasıdır. Diğer
olay ise Tanz’ın karşı çıktığı Hitlere düzenlenen 20 Temmuz suikastı ile ilgili olan kısımdır.
Filmde Freud’dan esinlenen bakış açılarıyla askerlik,
güç, iktidar ve iktidarsızlık kavramları sinema diliyle ve
oldukça iyi anlatılmış. Canice işlenmiş seri cinayetlerin
soruşturması, savaşın sonrasına kadar sarkmış ve General
Tanz suçlarının açığa çıkması sebebiyle (1965) intihar
etmiştir. Yani mutlak adalet yerini bulmuş “iktidarsızlığın”
iktidarı sona ermiştir. Gerçek hayatta Hitler’in başına gelenler ise ortada. Ona karşı yapılan 20 Temmuz 1944 darbe
ve suikast girişiminden 9 ay sonra intihar etmek zorunda
kalmıştır.
Yukarıda anlattığım filmle, bizim neredeyse bir film
gibi izlediğimiz darbe süreçlerinde birbirine uyan ve
uymayan birçok şey var. Ama temelde anlatmak istediğim
şey her şiddet kullanma biçimidir. Şiddet filmdeki gibi
bir “fahişe” ye ya da bir topluma yöneltilse de temelde
iktidar olma ya da iktidarsız olma tezahürüdür. Psikanaliz
ve Freud’un görüşleri ile yaşadıklarımızın bir ilişkisi var.
Davranış bozuklukları tek başına “hayatın gerçekleriyle”
açıklanabilecek basitlikte şeyler değil çünkü. Bireysel
algımız, kişiliğimiz bulunduğumuz mesleki ya da sosyal
konumdaki kararlarımızı çok etkiliyor. Yıllardır bitirilemeyen iç savaşımızın mutlaka ego, süper ego, libido gibi
kavramlarla ilişkisi var. Yoksa bize yaşatılan aptalca şiddet
ortamlarını hangi gerçekçi teori, hangi sosyal bilim kavramı
tutarlı olarak açıklayabilir.
Düşünün bir kere darbe/darp gecesi ortaya birden
çıkan cihatçı guruplar, camilerden çıkan sala ve ezan sesleri
ve kafa kesilerek yapılan infazların ne anlamı olabilir. Ve
nasıl yorumlanabilir. Helikopterlerden halka açılan ateşin
tetiğine basan el ne kadar sağlıklı. Meclise bomba sallamak
neyin nesidir. Ya ortam durulmasına rağmen Malatya’dan
gelen Alevi mahallelerine yönelmiş saldırılar ne? Hepsi
ruh sağlığını yitirmiş bir toplumun davranış bozuklukları
değil mi? Oidipus karmaşalarını, Fallus komplekslerini aşamamış birçok general ve cihatçı bize 16 Temmuz gecesini
ve bu günleri yaşattılar. Darp aşamasında kalmış “darbe”
aşamasına geçememiş girişiminin artık son bulması gerekiyor. Darp/ darbeyi gerekçe yapıp topluma darbe yapmaya
kalkışanlar da en az darbeciler kadar tehlikelidir. Darbenin
askere bile fayda sağlamadığını bu toplum öğrenemedi mi?
Türkiye generallerin gecesini yaşadı. Kişisel görüşüm
darp aşamasında kalan olayın sadece paralel kaynaklı olmadığı yönünde. Olay darbe konusunda ikna edilen generallerle, ikna edilemeyen her görüşten generaller arasında
geçiyor. Ve tamamının paralelci olduğunu düşünmüyorum.
Ve yine maalesef darbe süreci devam ediyor. Bari sivil siyaset ya da kendilerine “sivil toplum” süsü veren hilafet/cihat
meraklıları ortadan çekilselerdi. Ülkede kendilerinden
kaynaklı yeni darplar, Malatya’lar yaşanmasa. Hangi kesimden olursa olsun ister Müslüman, ister solcu gerçek darbe
karşıtları, gerçek demokratlar ortaya çıksa meydanları,
TV’leri onlar doldursa. Benimde çağrım budur.
12
MÜLTECİLER
BasHaber
SÖYLEŞİ
19 - 24 Temmuz12
2016
Suriyeli mültecilere vatandaşlık mezattı
Vatandaşlık kime yarayacak?
Ü
Dilan Almaz
lkelerindeki savaştan kaçarak
Türkiye’ye sığınan Suriyeli mültecilere
vatandaşlık verileceğinin duyurulmasıyla Türkiye’nin ana gündem maddelerinden
biri bu konu oldu. Savaş mağduru Suriyelilere
yönelik ırkçı saldırıların arttığı bu dönemde
gündeme oturan vatandaşlık konusu zihinleri
kurcalıyor. HDP ve CHP Suriyelilere vatandaşlık verilmesi noktasında referandum önerisinde bulunurken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın
Suriyeli mültecilerin TOKİ evlerine yerleştirilebileceği yönündeki açıklaması ise birçok kesimin tepkisine neden oldu. Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın eğitim, barınma, sağlık, istihdam
alanlarında oldukça sıkıntı yaşayan mülteciler
arasında “kalifiyeli elemanlara” vatandaşlık
verilmesi gerektiği yönündeki açıklamaları “ayrımcılık” olarak yorumlanıyor. İç İşleri Bakanı
Efkan Ala, Suriyelilerin yanı sıra Ahıska Türklerine de vatandaşlık verileceğini açıklamıştı.
Kısa bir süre önce de Suriyeli mültecilerin ve
Ahıska Türklerinin Kürd illerine yerleştirileceği yönünde duyumlar gündemde idi. Nüfusu 3
milyonu bulan Suriyelilere ve Ahıska Türklerine vatandaşlık verilmesinin siyasi gidişatı
etkileyeceğine ve demografik yapıyı değiştirme
amaçlı olduğuna inanılıyor.
Son dönemlerde Suriyeli mültecilere yönelik
dışlayıcı tavırların yoğunlaşmasıyla birlikte
sosyal medyada sık sık “Suriyelileri istemiyoruz” başlıklı gruplar kurulup, imza kampanyaları başlatılıyor. Suriyeli mültecilere ve Ahıska
Türklerine vatandaşlık verilmesi bir kısım uzman tarafından olumlu karşılanırken, kimileri
tarafından da olumsuz karşılanıyor. Türkiye
Mülteci Sözleşmesini imzalamadığı için Suriyeliler, ilticacı olma hakkından faydalanamıyor
ve devletin istediği biçimde yaşamak zorunda
kalıyorlar. Uzmanların büyük bir kısmı Suriyelilere her şeyden önce mülteci hakkı tanınması
gerektiği görüşünde.
Erdem: Vatandaşlığa kabul halka suikasttir
Suriyeli mültecilere vatandaşlık verilmesinin sonuçlarını
uzman isimler
BasHaber’e de-
ğerlendirdi. KONDA Yönetim Kurulu Başkanı
Tarhan Erdem, konuya ilişkin ciddi çalışmalar
yapılması gerektiğini vurgulayarak “iltica”,
“yurttaşlığa kabul”, “göçmen”, “mülteci” gibi
tanımlamaların doğru yapılması gerektiğini
belirtti. Erdem, Suriyeli mültecilere vatandaşlık verilmesine ilişkin gösterilen tepkilerin
nedenini şöyle açıklıyor: “Konunun bu kadar
tepki ve ilgi toplamasının nedeni, söz konusu
‘işleme tabi nüfusun’, kabul eden devlet
nüfusunun yüzde 3’ünün üstünde olmasıdır.”
Erdem, aynı etnik kökenli göç ve mübadele
olaylarında da bu kadar büyük nüfus hareketliliğinin olmadığını hatırlatarak, ciddi
çalışmalar yapılmadığı için bu hareketliliğin
partiler arası oy dağılımına etkisinin hesaplanamayacağını vurguluyor. Cumhurbaşkanının
söylediği vatandaşlığa kabulün anlamının;
“Her otuz kişiden birinin, dilini bilmediği, ne
iş yaptığı bilinmeyen, çoğunlukla çocuk ve
mesleksizi yatak odasına almak” olduğunu ileri süren Erdem, “Bu halkın tümüne suikasttır”
yorumunda bulunuyor.
‘Vatandaşlığın ciddi siyasi sonuçları var’
Vatandaşlık konusunun her ülkede abartılacak, kutsal bir konu olmadığını ancak siyasi
sonuçları olduğu için önemsendiğini söyleyen
Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi Müdürü Doç. Dr. Murat Erdoğan ise Suriyelilerin mülteci olarak Türkiye’de
bulunmaları ile vatandaşlığa kabul edilmeleri
arasında ciddi farklılıklar olduğunu belirtiyor:
“Vatandaş olduğu andan itibaren gelecekteki
kaderinizde söz sahibi olacak insanlardan
bahsediyorsunuz. Eğer mülteci statüsünde ise
ya da geçici koruma altında ise ya da başka bir
statüde ise onlar bir biçimde sizin ilgi gösterdiğiniz ve zor durumdan kurtardığınız insanlar.
Ama vatandaş olması ile birlikte toplumdaki
bütün karar mekanizmaları içinde haklı olarak
yerini alması gereken kitlelerden söz ediyoruz.
Ve bunun ciddi siyasi sonuçları var.”
Mültecilik konusunun birden bire bir
siyasi projenin bir parçası haline gelmesi ve
siyasileştirilmek istenmesinin büyük bir sıkıntı
olduğunu ileri süren Erdoğan, “Son dönemde
Türkiye’de mülteciler karşıtı nefret söylemleri
ırkçı söylemler bununla ilgili. Bu sürecin iyi
yönetilmesi gerekiyor” diyor. Vatandaşlık
verilmeden önce diğer ülkelerde ki uyum sürecinin işlemesi gerektiğini aktaran Erdoğan,
vatandaşlık konusunun masaya yatırılması
gerektiğine dikkat çekerek, “Mültecilere vatandaşlık verilmesi konusunun bu şekilde konuşulması, çok politize olması hem mülteciye
yazık hem de bugüne kadar onlara ev sahipliği
yapan topluma yazık” diyor. Suriyelilerin şu
anki Türkiye’deki nüfusunun, ülke nüfusunun yaklaşık yüzde dördüne denk geldiğini
hatırlatan Erdoğan şunları söylüyor: “Diyelim
ki; Suriyeliler ilerde bir parti kurdular. Yüzde 4
civarında bir oy potansiyeli var. Şimdi bu çok
ciddi bir siyasi güçtür. Bu siyasi güç hızlı bir
biçimde verilirse, buna verilecek tepkilerin de
sert olması gayet doğaldır.”
‘Demografyanın değiştirileceği iddiaları
abartı’
Yasalara göre Suriyelilerin vatandaş
olabilmesi için bazı koşulların sağlanması
gerektiğine vurgu yapan Yrd. Doç. Dr. Vahap
Coşkun ise, mültecilerin TC vatandaşlığına
kabul edilmeleri için gerekli yasal koşulları
şöyle sıralıyor: “Türkiye’de asgari 5 yıl oturmak,
Türkçe’yi konuşmak, hayatını idame ettirebilecek kadar bir gelire sahip olmak ve benzeri bir
takım şartlara sahip olmak gerekiyor. Suriyelilere toplu bir vatandaşlık verme söz konusu
olacaksa, yasanın değiştirilmesi ve şartlarının
bunlara göre yeniden düzenlenmesi gerekiyor.”
Konu üzerinde çok ayrıntılı düşünülmüş
bir hazırlığın söz konusu olmadığını belirten
Coşkun, Suriyeli mültecilere vatandaşlık verilmesine ilişkin gösterilen tepkileri ve ülkenin
demografisini değişeceği yönündeki iddiaları
“gerçeklikten yoksun, milliyetçi
ve ırkçı” olarak yorumluyor.
Türkiye’de 50 milyon seçmen
olduğunu ve vatandaşlık verilmesi muhtemel olan Suriyeli
mültecilerin seçim sonuçlarını
etkileyecek sayıda olmadığına
dikkat çeken Coşkun,
“Gelen seçmenlerin
mutlaka bir
partiye oy vereceğinin bir garantisi
yok. Çünkü gelenler hem etnik, hem mezhebi
olarak farklı özellikler taşıyor. Kürdler, Aleviler,
Türkmenler var. Dolayısıyla bunlar seçme
hakkını kullansalar bile hepsinin topyekûn
bir siyasal partiye oy vermesi mümkün değil.
O yüzden bu konudaki iddiaları son derece
abartılı buluyorum” diyor. Coşkun, Ahıska
Türklerine vatandaşlık verilip, Kürd illerine
yerleştirilmesi konusundaki iddiaların da
abartıldığına inanıyor: “Vatandaşlık hakkını
kazandıktan sonra o insanların ülke içindeki
hareketliliğini önlemeniz söz konusu değil. O
nedenle burada nüfusla oynanacak, demografi
bozulacak şeklindeki yaklaşımların doğru
olmadığını düşünüyorum. Benzer şekilde
muhalefette suç oranının artacağı şeklindeki
argümanlarla konuşuyor. Bunların da çok
gerçekliği yok.”
Siyasi sonuçları kime yarayacak?
Türkiye’de uzun süreli kalacak olan Suriyelilere yegane çare vatandaşlık verilmesi
olduğunu belirten Yazar Ahmet İnsel de,
Cumhurbaşkanı’nın önerisinin hazırlıksız
olduğuna dikkat çekiyor. Üzerine düşünülmediği ve çalışma yapıldığı için halk arasında
endişe ve tepkiye neden olan vatandaşlığa
kabul çıkışını “bir çuval inciri berbat etmek”
olarak yorumlayan İnsel, vatandaşlıktan önce
iltica hakkının tanınması gerektiğini vurguluyor. Vatandaşlık konusuna eğilmeden önce
devletin yaklaşık 40 yıldır Doğu sınırlarından
gelenleri mülteci kabul etmeme kuralını revize
etmesi gerektiğini ifade eden İnsel, mülteci
olarak kabul edilmeyen insanların bir kısmına
vatandaşlık vermenin sıkıntılı olduğunu ifade
ediyor. Vatandaşlığa kabulün siyasi sonuçlarını da değerlendiren İnsel şöyle diyor: “AKP’nin
aleyhine olur, çünkü AKP seçmeninin yüzde
80’i vatandaşlık verilmesini istemiyor. CHPMHP seçmeni istemiyor. Yine en fazla isteyen
HDP seçmeni. O da yüzde 30’luk bir kısım
istiyor. Dolayısıyla Erdoğan
buradan ‘rant
elde edecek’
demek bana
doğru gelmiyor, aksine
çok ciddi bir
seçmen kaybı
yaşayacak.”
ÇOCUK
BasHaber
19 - 24 Temmuz 2016
13
SÖYLEŞİ
Şiddet artık çocuk oyuncağı!
İ
Diler Badîkan
ç savaşların, politik kavgaların,
mezhepsel, etnik çatışmaların,
patlamaların kısacası şiddetin hem
olgu olarak hem de pratik olarak dünyanın dört bir yanında egemen olduğu şu
zamanlarda toplumların ana sermayesi
olan çocuklar büyük risk altında. Büyüklerinden gördükleriyle kendilerine
has minik dünyalarında oyunlarıyla
hayatlar kuran çocukların şimdiler
de vazgeçilmez oyuncakları; Silahlar,
maytaplar, kılıçlar, tahtadan, çamurdan
yapmaya çalıştıkları el bombaları ve
bunlara benzer öldürücü aletler. Oyuncak silah, hemen hemen her çocuğun
özellikle erkek çocuklarının favorisi iken
maytap, kız kaçıran gibi patlayıcılar da
özellikle bayram dönemlerinde yine
çocuklar tarafından oldukça ilgi görüyor. Oyuncakları silah olan çocukların
oyunları da elbette savaş! Oyuncakların
yanısıra özellikle kentlerin kontrolsüz
sokak aralarına kümelenmiş internet
kafelerde oynanan savaş ve yoketme
içerikli sanal oyunlar da son yılların
trendlerinden. Bunlara şiddet içerikli
dizi ve filmlerin de çocuklar tarafından
rahatça izlendiği düşünülünce nasıl bir
tehlike ile karşı karşıya bulunduğumuz
daha net anlaşılıyor.
Silahın bir oyuncak olarak kullanılması çocuklara yaşamın tüm aşamalarında zarar veriyor. Oyuncak üreten
firmalar aksini iddia etse de, araştırmalarda elde edilen veriler oyuncak
silahların saldırganlıkla doğrudan
ilişkili olduğunu, oyuncak silahın
daha sonra gerçek silaha sahip olma
isteğine dönüştüğü, çocukların oyuncak
silahları gerçeğinden ayırt edemedikleri yönünde. “Oyuncak” denilerek
“masum” kılınmak istenen bu silahlarla
oynayan çocukların psikolojik ve sosyal
yönden olumsuz etkilendiğine dikkat
çeken uzmanlar özellikle maytap, kız
kaçıran gibi patlayıcıların ölümlere bile
sebebiyet verebildiğine vurgu yapıyor.
Elinde kız kaçıran veya maytap patladığı
için ölen, yaralanan çocuk haberlerine
sıkça rastlanırken, son trajik örnek ise
Diyarbakır’ın Çermik ilçesinde bayram
günü maytaplarla oynayan çocukların
attığı bir maytabın bir evin balkonuna
sıçraması üzerine çıkan yangında 2’si
çocuk 3 kişinin ölümüne sebebiyet
verdiği olay. Piyasada bolca bulunan
ve maliyeti düşük olduğu için temini
oldukça kolay olan bu patlayıcılar ve
oyuncaklara bu denli talep olmasının
arkasında aslında özellikle son 1 yıldır
yaşanan şiddet girdabı.
Özellikle Kürdistan’da savaşın sürdüğü yerleşimlerde yaşayan çocukların
duygu dünyaları ve oyun alanları çatış-
13
Ne öğretildiyse odur
sokakta yaşanan
SENNUR BAYBUĞA
malardan kaynaklı şiddet oyunlarına
hapsolmuş durumda. Nitekim Nusaybin’deki çocukların briketler ve taşlarla
barikatlar kurarak, Cizre’deki çocukların çatışmalardan arda kalan mermi
kovanlarıyla oynadıkları oyunlarının
fotoğrafları kamuoyunca uzun süre
tartışılmıştı. Savaşın mağduru olan ve
şiddetin kimi zaman direkt kimi zaman
dolaylı olarak hedefinde olan çocukların yaşamına etki eden şiddet içerikli
oyunları Eğitim-Sen Diyarbakır Şubesi
Sekreteri Abbas Şahin ve Psikolog Eda
Erdener ile konuştuk.
‘5 yaşındaki çocuğun savaş oyunları
oynaması kahredici’
Psikolog Yrd. Doç. Dr. Eda Erdener,
politik şiddet kültüründe büyüyen
çocukların ‘başkalarına zarar verme,
zararı inkar etme, zararı provoke etme
ve cezalandırma’ gibi edimleri diğer çocuklara kıyasla daha fazla kabul edebileceğini belirterek, “Çocuklar, durumları
tam değerlendirememeleri nedeniyle
olguların sebeplerinden ziyade sadece
sonuçlarına bakarlar. Şu anda bölgede
en korkutucu yüzüyle tartışmasız bir
savaş var. Kendilerinin açlıkla, susuzlukla, sokağa çıkma yasaklarıyla sınanması,
ölümün gündelik hayatın bir parçası
haline gelmesi, evlerin kurşunlanması,
okulların mühimmat deposu yapılması,
bunlar somut sonuçlardır. Sebebi ise
onlar için tek ve basittir: Kürd olmak”
diyor. Çocukların savaşmaktan başka
oyununun olmamasını “kahredici”
olarak yorumlayan Erdener, Kürd çocuklarının oyunlarındaki savaş temasını
şöyle değerlendiriyor: “Çocuklar için şu
anda keskin anlamda ‘kötüler’ ve ‘iyiler’
vardır. İyiler evlerini, topraklarını savunan Kürdlerdir, kötüler ise işgal eden
devlet güçleridir, devletin temsil ettiği
Türklük ve onların acısına kayıtsız kalan
Türklerdir. Çocuklar da oyun oynarken kendilerince pasifize olmak yerine
direnmeye çalışmaktadır. 5 yaşında bir
çocuğun savaşmaktan başka oyununun
olamaması, bizi insanlığımızdan utandırıcı ve kahredici bir durum olmalıdır.”
Ciddi toplumsal ve politik şiddet
ortasında büyümüş olan çocukların, en
basit haksızlıklarda dahi ‘intikam alma’
ve ‘intikamı onaylama’ eğilimlerinin
arttığına dikkat çeken Psikolog Erdener,
“Yani politik şiddetin kurbanı olma,
politik olmayan şiddeti de meşrulaştırmayı beraberinde getirmektedir. Bu
durum çocuklarında oyunlarında yer
bulmaktadır” diye konuşuyor.
‘Çocukların sağlıklı yaşaması için
şiddet ortadan kalkmalı’
Bölgedeki savaşın çocukların hayal
dünyalarını, davranışlarını, oyun
alanlarını ve kahramanlarını değiştirdiğini belirten Eğitim-Sen Diyarbakır
Şube Sekreteri Abbas Şahin ise, savaş
argümanları olan silah ve patlayıcıların
çocukların oyun dünyasında fazlasıyla
yer edindiğine dikkat çekiyor. Özellikle
bayram döneminde çocukların patlayıcı maytaplarla oynadığını hatırlatan
Şahin, “Şehir merkezindeki patlamalar,
çatışmalar, anlatılan hikayeler, çocukları
çok olumsuz etkiledi. Sürekli silahların
patladığı, savaş uçaklarının uçtuğu
yerlerde bu tür davranışlar normalleşmeye başladı. Çocuklar, artık yetişkin
bireyler gibi düşünmeye başlıyor”
şeklinde konuşuyor. Çocukların sağlıklı
ve çocuk gibi yaşamaları için savaş ve
şiddetin ortadan kaldırılması gerektiğine vurgu yapan Şahin, “Sivil siyasetin,
demokrasinin olduğu yerde sosyal yapı
zenginleşecektir. Ve çocukların oyun
alanları da, davranışları da normalleşecektir” diyor. Eğitim-Sen olarak savaş
mağduru çocuklara psikolojik destek
verdiklerini ifade eden Şahin; çocukların savaş travmasını atlatamadığını
ve direnç geliştirebilmeleri için onlarla
kimi destekleyici çalışmalar yaptıklarını
vurguluyor.
15 Temmuz’da gündüz saatlerinde
ayrıldım oradan. Akşam, uzak bir
ülkede, Beylerbeyi Sarayı’nın önündeki
görüntüler düştü sayfalarıma ve takip
eden saatler, kopan kıyametin, sosyal
medyadan seyircisi olarak sabahladık.
Tanklardan halkın üzerine ateş açan
zavallı askerler, bombalanan meclis,
spekülatif ölüm haberleri, gözaltına alınan
genelkurmay başkanı, ezilip ölenler. Ve memlekete bir daha hiç
mi dönemeyeceğim diye sabahı sabah etmemiz. Aklım fikrim
geride kalanlardaydı.
Birkaç saat içinde tersine dönen bir senaryo, sokaklara, tankların önüne kendini atan halk ve elbette içlerinde durumu fırsata
çevirmeye çalışanlar, bir yandan darbeye ve darbecilere karşı
direnen bir yandan da kaosu olanağa çevirmeye çalışan suratlarına
alışık olduğumuz sivil faşistler ve halk düşmanları. En çok da 1996
doğumlu mecburi görevini yapan asker çocuklara acıdı içim. Hep
derim siyasette önemi olmayan tek şey insandır.
Ordunun yönetim kademesinde görevli, epeycesi bir yıldır
Kürd kesen ‘cemaatçi’ komutanlardan oluşan bir grup, okuduklarıma göre, tasfiye edileceklerini haber almış ve son altın vuruşlarını
yapmışlar gibi duruyor. Ama tümü yaşıyor, yüzlerce insan öldü,
öldürüldü. Memlekette an itibarı ile kaos devam ediyor gibi
görünüyor buradan, endişe ile izlemeye devam ediyorum. Sosyal
medyada ve yorumlarda en çok siviller üzerine pervasızca ateş
açılan askeri araçlardaki vicdanın şaşkınlık yarattığını görüyorum,
o eller bir yıldan fazladır binlerce sivil Kürdün üzerine böyle ateş
açtı diye itiraz ediyorum, terörist adını verip binlercesini kıtır kıtır
doğradılar, aynı sorusuz vicdanlar.
Meclis’te bulunan tüm siyasi partiler net olarak darbenin
karşısında durdular, tarihin bir ironisidir bu meclisten bir ay önce
atılmasına karar verilen HDP’de bunların arasındaydı. Belki de
en erken ve net açıklamayı, ülkedeki tüm askeri darbelerin gerçek
mağduru olan Kürdlerin ve solcuların oluşturduğu HDP’nin
yapmasında anlaşılamayacak bir şey yok. ‘Sivil darbe’ ve ‘askeri
darbe’yi aynı kefeye koymak meselesine gelince, burada susacağım, yazıktır diyeceğim o kadar. Bizim ülkemizde problemlerimiz
var, kadük bir demokrasi, güvencesiz ve hakim teminatının
olmadığı siyasalaşmış yargı, bugünkü darbecileri iktidarın ortağı
yaparak ittifak tercihini bunlardan yana koyup sonra anlaşmayı
bozan ve darbe ile karşılaşan otoriter bir iktidar, sivil özelliğini
kaybeden alanlar, en önemlisi Kürd meselesi. Aylardır ağır şiddet
ve Doğudaki katliamlar nedeni ile yata kalka tüm potansiyeli katile
dönüşmeye hazır bir halk. Ve darbe girişimi ile herkes içinde biriken zehri döktü ortaya, şaşırdık mı bu kadar ağır şiddete. Ülkede,
şu anda tehlikeyi tam savmamış bir iktidar, darbecilerle nasıl baş
edeceği ile ilgili en ufak bir tecrübesi olmayan seçmenleri ve bizler.
Kaos, şiddet, birikmiş kinlerin dışa vurumu ve kültürümüzün
sokakta kendine yer açması, tüm bunlar yıllardır tahayyül ettiğimiz
her şeyin doğrulanmasından başka bir şey değil, ne olacaktı yani.
Demokrasi kültürü, ülke yönetimimin silahla değil inanın ya
da inanmayın seçimle değişmesini kabul eder. Eğer halkın çoğunluğunun ya da azınlığının tercihlerini saygı değer bulmuyorsan,
bildiğini anlatmakla işe başlarsın, ikna etmeye çalışırsın, ama mutlaka şiddetsiz bir arada yaşamayı savunursun har daim. Kürdünle,
Alevinle, Ermeninle ve o ülkeyi kiminle paylaşıyorsan tümüyle adil
bir biçimde paylaşmayı öğrenirsin, çoğunluk iktidarı değil çoğulcu
iktidarı savunursun, kimse cesaret edip de tankların üzerinden
ateş açamaz sana o zaman. Ve şunu da bilmen gerekir, Kürdüne
acımayan, kimi Alevisine kimi Ermenisine ve kimi ‘sakallısına’
acımayan üniforma, bir gün sana da acımaz. O üniformaya sadece
kendin için iyilik değil herkes için iyilik isteyerek dur demeyi
öğrenmen gerekir. Sokakların gürültüsünün içinden iyi şeyler de
çıkabilir, biraz sakin olalım yeter ki. Memleketim buradan yine de
çok güzel görünüyorsun.
14
PORTRE
BasHaber
Gururlu dizelerin şairi
Orhan Kotan
göçeli 18 yıl oldu
O
Besê Çelik
rhan Kotan 54 yıllık yaşamında teorisyenliği, şairliği, gazeteciliği ve yayıncılığı bir arada yürütürken militan ruhunu
hiç elden bırakmadı. Kürd siyasetinin en renkli
simalarından biri olan Kotan, birden fazla hastalığına rağmen mücadeleden geri durmadı ve
son günlerine kadar da yazmaya devam etti.
“25 yıllık evliliğimiz sürecince çok az havadan,
sudan ya da yemekten konuştuk; 25 yıl boyunca
her gün Kürdlerden ve diğer ezilen halklardan
konuştuk, bizim günlük yaşamımızın odağında
hep onlar oldu” diyor eşi Mehtap Bora. Kişiliği
için kısa ve samimi cümleler kuruyor: “Dürüst
ve cesur bir insandı, keşke onun gibi insanların
sayısı biraz daha fazla olsaydı.”
Fırtınalı bir tanışmanın ardından evleniyor
Orhan ve Mehtap sonra Ankara’ya yerleşiyorlar.
“Daha ne olduğunu anlayamadan ikizlerimiz
oldu” diyor Mehtap Bora ve devamında şunları
söylüyor: “Şartlar gerçekten çok zordu, yıl 1974,
Orhan aranıyor. Geçim zorluğu dayatmıştı ama
öylesine Kürd meselesiyle doluydu ki çevresinde
olup bitenler umurunda bile değildi. Onun
kadına olan güveni ve saygısı anlatılamazdı, bu
bana ve 3 kızımıza yaşamın tüm zorluklarında
rehber oldu. Tanıdığım ilk gerçek feminist idi
Orhan, çok güzel bir eş ve babaydı. Ama Kürdistan meselesi onun için her zaman ailesinden
ve çocuklarından önce gelmiştir. O kendini de
ailesini de bu davaya adamıştı. 18 yıl hastalıkla
mücadele etti ama her anı, her saniyesi tüm
düşünceleri Kürdistan davasının çözümüne
odaklanmıştı. Bizim diğer insanlar gibi öyle
klasik anne-baba-çocuk, aile yaşantımız olmadı.
O hep meşguldü; yazardı, okurdu, düşünürdü
ve gene okur gene yazar gene düşünürdü…”
İlk ve orta öğrenimini Kürdistan’da tamamlayan
Orhan Kotan, üniversite eğitimine Ankara Dil
ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde başlar. Arap ve
Fars dilleri bölümünün “profesyonel devrimcilik
yapan amatör ruhlu kıdemli öğrencilerinden”
birisi olarak tarif edilen Kotan, TİP ve Fikir
Kulüpleri Federasyonu’nda çalışır. 68 gençlik
hareketinin içinde aktif olması üniversite yaşamında boşluklara neden olmuştur.
üretkenliğinin sınırlandığını ve enerjisini yanlış
yerde tükettiğini” savunuyor. Örgütsel çalışmaların Kotan’ı çerçevelediğini ileri süren Maraşlı,
“Halbuki çok daha fazla bağımsız ürünler verebilecek çalışmalar yapabilirdi. Tabi çok erken
yitirmiş olmamız da ayrı bir vaka. Dogmatik
düşünmemesi, yeni fikirlere ve yaklaşımlara
açık, modern bir kafa yapısına sahip olduğunu”
da ekliyor.
Herkesin Orhan Kotan’ı farklı
Ailesi, arkadaşları ve yoldaşları herkesin Orhan Kotan tarifi farklı. Mesela eski yol arkadaşları, sevenleri Orhan Kotan’ı daha çok, “Ubeydullah Nehri Destanı”yla, “dört bir yanından
hançerlenmiş Kürd halkı sömürgeciliğe karşı
döne döne mücadele ederken, düşene yürüyene
bin selam olsun!” diyen militan dizleriyle anmayı yeğliyor. PRK/Rizgarî Eski Genel Sekreteri
Mümtaz Kotan, Yenilginin İzdüşümleri adlı kitabında, Orhan Kotan’ı İsmail Beşikçi ile birlikte
“Kürd cephesindeki yenilginin teorisyenleri”
olarak nitelendirmektedir. Eski yol arkadaşlarından İbrahim Güçlü onu, “Seçkin, şaşırtan ve şok
eden Kürd aydını ve siyasetçilerinden, yenilikçi,
yenilikleri önceden yakalayan bir aydın, soğuk
savaş sonrası Kürd Rönesansı’nın öncülerinden
biri” olarak tanımlıyor. “... O bir teorisyendi” diyen gazeteci Yaşar Karadoğan, “Şimdi içinde olduğumuz düşünsel çoraklığı ve ‘Kürdün Kürde
propagandası’nın sıkıcılığını düşününce Orhan
Kotan’ın kaybının ne kadar büyük olduğu daha
çok anlaşılıyor” diye yazmakta. Yazar Recep
Maraşlı’nın Orhan Kotan değerlendirmesi ise
bambaşka, “Gerçekten hem çok iyi bir şair, hem
tarihçi, hem de siyaset teorisyeniydi. Başarılı bir
gazeteci ve yayıncıydı aynı zamanda. Çok yönlü
ve üretken bir kişinin örgütsel çalışmalar içinde
Ümit Fırat’ın anlatımından
Kotan ile arkadaşlıklarının 1964-65 yıllarına,
Ankara’ya üniversite dönemine dayandığını
söyleyen Yazar Ümit Fırat, Orhan Kotan’ı
BasHaber’e şöyle anlattıyor: “Çoğu kez Ankara
merkeze bağlı bir köyde öğretmen olan eşi Mehtap ile ikiz kızları Helin ve Sinem’le hafta sonları
misafirim olurlardı. 1979’da Rızgari operasyonu
ile aranmaya başlamıştı.1980 Haziran ayında
İstanbul’da bir veda buluşmasında bir araya
geldik ve kısa bir süre sonra da Türkiye’den çıktığını öğrendim. 1986’da cezaevinden çıktığımda
zaman zaman İsveç’ten telefon açıp Türkiye’de
olan bitenler üzerine konuşurduk. Orada da boş
durmamış ve Kürdistan Press gazetesini yayınlamaya başlamıştı. Bu gazete, Kürd gazeteciliği
açısından çok değerli deney ve birikimler bırakmıştır.” 1992 yılında Mahmut Baksi ile Orhan
Kotan’ın Türkiye’de legal bir gazete çıkarmaya
karar verdiklerini anlatan Fırat, spekülasyonlara
neden olan Taha Akyol meselesini de anlattı:
“Yayında benim de aktif olarak yer almamı ve
bir isim bulmamı istemişlerdi. Realite, Mahmut
Baksi’nin ayrılması sonrası ancak 1995 yılında
bizzat kendisinin Türkiye’ye gelmesiyle bir süre
daha yayınlanabildi. Yeşilköy Havaalanı’nda
polislerce gözaltına alınmıştı Orhan. Polis
arşivindeki kayıtlar silinmemişti ve boşuna
gözaltında tutuluyordu. Muamele uzayacaktı
ve Orhan’ın böbrek nakli nedeniyle steril bir ortamda yaşaması gerekliydi. Konunun insani bir
mesele olduğunu, zaten siyasi bir problem olsa
Orhan’ın bir yardım talebi olmayacağını, ağır
yürüyen işlemlerin hızlandırılması için Taha
Akyol’u aradım ve dönemin İstanbul Valisi Hayri
Kozakçıoğlu ile görüşebilmesinin mümkün olup
olmadığını sordum. Memnuniyetle yardımcı
olacağını söyledi ve kısa bir süre sonra da Orhan
serbest kaldı. Spekülasyonlara konu olan Taha
Akyol tanışıklığı işte böyle başlamıştı.”
Seçkin Kürd entelektüellerinden biri olarak
tanınan Orhan Kotan’ın hayat öyküsüne
Yaşadığı dönemlere iz bırakanlardan
70 sonrası kuşaklar üzerinde derin izler
bırakan Kotan, 1944 yılında Ankara’da dünyaya gelir. Aslen Muş Malazgirtli olan Kotan’ın
babası Celal Kotan Malazgirt Kaymakamlığı’nda
katiplik yapmış bir memurdur. 49’lar davasında yargılanarak hüküm giyen Emin Kotan ile
de akraba olan Orhan Kotan’ın annesi Fatma
Huriye Hanım İskilipli göçmen bir Türk’tür. 70’li
yıllardan itibaren de Kotan kardeşlerin hemen
hepsi istinasız aileleriyle birlikte politik fırtınaların ortasında “Kürdçü-komünist!” damgası
yemiş, yargılanmış, işkence ve cezaevi görmüş
sonrasında ise mülteci bir yaşam sürmüşlerdir.
Yayın Yönetmeni - Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
Faysal Dağlı
Haber Merkezi: Yeter Polat, Öztekin Çaçan,
M. Salih Batırhan, M. Emin Kan, Çimen Gümüş
Dilan Almaz, Murat Özdemir,
Eren Dinç, Mustafa Erğün
İmtiyaz Sahibi: Basnews Medya Ltd. Şti. adına
Faysal Dağlı
Sahibi: Botan Tahsin
Hukuk Danışmanı: Av. Sennur Baybuğa
Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç,
Hüseyin Ünal
Tel: +90 212 243 27 60
E-mail: [email protected]
www.bas-haber.com
Kuloğlu Mh. Turnacıbaşı Sk. Tuner İş Hanı, No:
39 Kat:5 Beyoğlu / İST
Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST
BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir.
SÖYLEŞİ
19 - 24 Temmuz14
2016
bakınca siyasal iklimimizdeki sert fırtınaların,
entelektüel yaşamı ne denli zorlaştırdığına
tanıklık etmek bugünü anlamayı da kolaylaştırmaktadır. Bu konuda Recep Maraşlı’nın 2009’da
İletişim Yayınlarından çıkan “Modern Türkiye’de
Siyasi Düşünce Cilt 9, Dönemler ve Zihniyetler
kitabının Orhan Kotan ile ilgili bölümü güncel
siyaseti yorumlamak açısından referans niteliğindedir.
İdeolojik tartışmalar
T-KDP yöneticiliğinden, PRK- Rizgarî (Kürdistan Kurtuluş Partisi) üyeliği dönemine kadar
ideolojik olarak sürekli revizyonu esas alan
Kotan, bu alanda “Bağımsız birleşik bağımsız
Kürdistan” fikrinden kopuşuyla ciddi tartışmalara yol açmıştır. Orhan Kotan’ın düşünce dünyasındaki yerini Rizgarî hareketi ve devamında
PRK- Rizgarî’ye eleştirileriyle birlikte ele almak
gerekmektedir. Başka bir yazının konusu olabilecek konunun derinlikli tartışılması, bugünün
“ulus devlet dönemi bitmiştir ” tartışmalarıyla
ilişkisi bakımından değerlendirmeye değer
görünmektedir.
Orhan Kotan 1974 yılında T-KDP Geçici
Merkez Komite üyesi olarak kaleme aldığı parti
bildirisinde, Türk sosyalist hareketi ile Kürd
ulusal demokratik hareketi arasındaki sancılı/
çatışmalı ilişkiye işaret eder ve sonraki yıllarda
daha da derinleşecek olan “Türk solu eleştirisinin“ ideolojik satırbaşlarını verir. Türk solunun
Kürdistan için önerdiği Marksist - Leninist
hedefleri “Kürdistan halkının içinde bulunduğu
üretim biçimine, sosyal ve idari ilişkilerine,
politik bilinç seviyesine uygun olmayan mücadele biçimleri” olarak değerlendiren Kotan,
özel olarak T-KDP’nin, genel anlamda ise Kürd
halkı için nesnel mücadele zemininin “ulusal
demokratik direnme” çizgisi olduğunu savunmaktadır. Orhan Kotan’ın ideolojik çizgisi Kürd
yurtseverliğinin sosyalizmle ilişkisinin tanımı ve
buluşma noktaları ile Türk sosyalistlerinin kendi
milliyetçilikleriyle ilişkilenme biçimleri; Türk
ve Kürd sollarının çatışma ilişkileri için halen
sorunlu bir alan olma özelliğini korumaktadır.
Hastalığı ve son günleri
1970’li yılların mitinglerinde, gecelerinde,
1980’li yıllarda ise cezaevlerinde, hücrelerde
dilden dile söylenen, çoğu kişinin ezberinde ya
da defterinin bir köşesinde bulunan şairlerden
biriydi Orhan Kotan. Ahmet Kaya, onun birçok
şiirini bestelemiş, albümlerinde yer vermiştir.
Bu arada geçirdiği ameliyatlar sağlığını daha da
bozmuştur. Doktorların kesin istirahat önermelerine rağmen son bir hamleyle Türkiye’de
bir yayın projesi hayata geçirmeye çalışan
Kotan, yıllar süren sürgünün ertesinde, 1995
yılında İstanbul’a döner. İsveç SİDA Vakfı’nın
desteklediği Realite Press gazetesi ancak 7
sayı yayınlayabilir. 1997’de açık kalp ameliyatı
ve 1998’in başlarında ikinci bir kalp ameliyatı
daha geçirir Orhan Kotan. 9 Temmuz 1998’de,
aylarca tedavi gördüğü Stockholm’ün Karolinska
Hastanesi’nin ıssız odalarının birinde, yalnız ve
sessizce aramızdan ayrılır, geride gurulu dizeler
ve çocuklar bırakarak.
“Gece seninle ışıyacak
Seninle karılacak sabahın harcı
Sevdalıyım sana
Irgatın bağrından sökülen şafak“
PORTRE
BasHaber
19 - 24 Temmuz 2016
15
SÖYLEŞİ
Rüzgarın sürüklediği sanatçı: Keyarüstemi
G
Avaşin Yorulmaz
eçtiğimiz Mart ayında kanser
teşhisi konulan Keyarüstemi
Paris’te 4 Temmuz’da tedavi
gördüğü hastanede hayatını kaybetti.
Kirazın Tadı ve Rüzgâr Bizi Götürecek filmleri ile bilinen Keyarüstemi
sinemada İran yeni dalga akımının
önemli yönetmenleri arasında yer
alıyordu.22 Haziran 1940’ta Tahran’da
doğan Keyarüstemi, dönemin birçok
aydının aksine 1979 İslam Devrimi sonrası ülkesini terk etmeyip 40’tan fazla
film çekti. Kiraz’ın Tadı filmiyle 1997
yılında Cannes’da Altın Palmiye, yazıya
konu alan film Rüzgâr Bizi Sürükleyecek filmi ile 1999 yılında Venedik
Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü
kazandı.
Şiirsel anlatımın ustası
Kirazın Tadı ve Rüzgâr Bizi Sürükleyecek filmlerinde bireyin hayat karşısındaki “anlam” sorgulamasıdır. ‘Hayat
nedir, niçin yaşarız, neden yas tutarız,
neden severiz, arkadaşlık nedir’ gibi
birçok konu sessiz sakin bir şekilde Abbas Keyarüstemi’nin filmlerinde akar.
Bazen bu soruların altı çizilir bazen de
izleyici kendi sorgu pencerelerini açar.
Rüzgar Bizi Sürükleyecek filmi, ismini
ünlü kadın şair Furuğ’un şiirinden
almıştır. Bir grup gazeteci ve mühendis
Kürdistan bölgesindeki bir köye matem
geleneğini gözlemeyip bel-gelemek için
gider. Gazeteciler ölümünü bekledikleri
kişinin ölmemesi üzerine arkadaşları
Behzad’a haber vermeden köyü terk
eder. Behzad son ana kadar kalır ve
amacına ulaşır.
Doğu’nun anlatı sanatı: Anlam ve
hikaye
En az şiirsellik kadar Doğu’nun en
büyük sanatı olan anlatım geleneğinin
izlerini görürüz filmde. Film boyunca
Behzad dışında diğer arkadaşlarının
yüzünü, gazetecilerin ve ölmesini
bekledikleri anneannenin yüzünü görmeyiz. Gazetecilerin ve Yusuf’un sesini
seslerini duyarız sadece. Bir kere bile
olsun yüzünü görmediğimiz ve nasıl
birisi olduğunu bilmediğimiz yaşlı kadının hikâyesini 11 yaşındaki Ferzad’ın
anlatımlarından izleriz. Film boyunca
yüzünü görmediğimiz ama hikayesinin
sıcaklığına sarıldığımız Yusuf eski mezarların olduğu tepede telefon direkleri
için çukur kazar, ama Yusuf’un yüzünü
bir kere bile olsa göremeyiz. Anlatımlarından ve simgelerden Yusuf’un
hikayesini parça parça öğreniriz. Yusuf
16 yaşındaki Zeynep’e âşıktır. Burada iki
temel gönderme vardır. Birincisi kuyudaki Yusuf peygamber diğeri de Şirin
için dağları delen Ferhat’tır. Yusuf’un
15
Bir darbenin anatomisi
AHMET ÖZER
hikâyesi bu iki mitolojiyle özdeşleştirmiştir Keyarüstemi.
Mühendis: Dağları Ferhat mı deldi?
Yusuf: Ferhat delmedi.
Mühendis: Kim deldi?
Yusuf: Aşk deldi.
Yusuf göçük altında kaldığında
yine onu görmeyiz. Amerika sineması
olsaydı göçüğü her açıdan gösterirdi.
Görüntü hikâyenin önüne geçerdi.
Keyarüstemi ile Amerikan sineması
arasındaki en temel farklardan biridir
bu özellik. Keyarüstemi doğunun anlatım sanatına Amerikan sineması görsel
teknolojiye odaklanır.
Kürd köyünün kadınları
Bütün film Kürd köyünde geçer.
Kürdlerin misafirleri ağırlama, güçlü
kadınların oluşu bu filmde görülüyor.
George Sand, Şeytanlı Göl romanında
köy hayatının renklerini ayrıntılı bir
şekilde anlatır. Köy hayatının uzaktan
bakıldığının aksine “eğlenceli” ve “derin” olduğunu över Sand. Romanın her
sayfasında bunu ayrıntılarıyla görmek
mümkündür. Romanda köydeki düğün
geleneği ve düğün oyunları betimlemeleriyle verilir. Keyarüstemi Rüzgâr
Bizi Sürükleyecek filminde benzer bir
tat var. Filmin konusu genel olarak
matem geleneğini araştırmaya gelen
bir grubun hikâyesidir. Bu genel hikaye
içinde nice hikaye görürüz. Köyde-ki
şiirselliği aktaran öykücüklerden biri de
işletmecisi bir kadın olan köy kahvesidir. Köy kahvesini işleten Taçdevlet
Hanım karşısında Behzad şaşkınlığını
gizleyemez. Taçdevlet’in soru ve cevapları karşısında Behzad daha da şaşkına
uğrar ve kadının haklılığını teslim eder.
Behzad: Daha önce kahveci kadın
görmemiştim.
Taçdevlet: Nerden çıktın? Anne ve
baban var değil mi?
Behzad: Evet.
Taçdevlet: Babana kim çay götürürdü?
Behzad: Annem.
Taçdevlet: Neden daha önce öyle bir
şey görmedim diyorsun! Bütün kadınlar hizmet eder. Bütün kadınlar işçidir,
akşam da servis yapar.
Derin matem izleri
Köydeki matem geleneğini belgelemek isteyen Behzad, köy öğretmenini
yoldan alır, okula bırakır. Öğretmene
matem hakkındaki fikirlerini sorar.
Öğretmenin anlattığı yine Doğu’nun
anlatım sanatının izidir. İzleyicinin
hafızasında öğretmenin anlattıkları
canlanır:
“Matemde kadınlar matemlerinin
ne kadar büyük olduğunu göstermek
için yüzlerini tırmalarlar. Annemin
yüzündeki izlerden biri babamın mateminden diğeri ise fabrika müdürünün
yakını içindir. Annem, babam fabrikadaki işini kaybetmemek için fabrika
müdürünün yakınının mateminde
yüzünü derin yarmıştı.”
Rüzgar bizi sürükleyecek
Yusuf ile Zeynep’in aşkı, 40 yaşın
üstündeki Behzad ile 11 yaşındaki
Ferzad’ın arkadaşlığı, başak tarlaları,
toprak evler, ölüm döşeğindeki yaşlı
kadının mavi pencereli evi, köy kahvesi
ve kahvenin işletmecisi Taçdevlet ile
eşinin kadın-erkek hukuku üzerine
atışmalarındaki teatrallik, iletişim
çağının sembollerinden olan telefon
direkleri için çukurun eski bir mezarlıkta kazılması, çukurda insan bacağına
ait bir kemiğin bulunması, sinirlenen
Behzad’ın kaplumbağayı ters çevirmesi, kaplumbağanın kendi çabasıyla
kendini düzeltip yoluna devam etmesi,
kaplumbağanın ardında bıraktığı
pisliği bir böceğe hayat olması filmdeki
şiirsel imgelerdendir. En etkileyici
şiirsel imge ise karanlık bir bodrum
katında sadece ayağını ve ellerini bir
rüzgâr feneri sayesinde gördüğümüz
Zeynep’in suskunluğunun altındaki
derin hislerdir. Zeynep süt sağarken
Behzad’ın Furuğ’tan şiir okuması ayrı
bir imgeselliktir.
Acıya ve ölüme tanıklık
Motosikletle Yusuf’a ilk müdahaleyi yapmaya gelen doktorun hayat
karşısındaki duruşu Keyarüstemi’nin
filmini özetler gibidir. Doktor birçok
acıya ve ölüme tanık olmuştur. Yaşamın
kıymetini en iyi bilenlerdendir.
Benim kuşağımdan olanlar, (hele
hele solcu ve devrimciler) darbelerden
çok çekti. Vuruldular, asıldılar, sürüldüler, hapislere atıldılar, kimi yurt dışına
kaçmak zorunda kaldı, vatandaşlıktan
çıkarıldı, kimi işinden gücünden oldu,
aileleri dağıldı, büyük acılar çektiler.
Bir bütün olarak ülke kaybetti, her
seferinde Türkiye darbe mekaniğinde
geriye gitti, kaybedilen insani ve demokratik değerlerin telafisi
ya mümkün olmadı ya çok zaman aldı. Bugün bile sağlıklı
bir demokrasiye sahip olamamamızın nedenlerinden biri ve
belki en büyüğü bu darbelerdir. Tipi, biçimi, amacı meşrebi ne
olursa olsun, nerden gelirse gelsin topyekün darbeleri redettik
ve lanetledik, bu darbeyi de reddediyor ve lanetliyoruz. Her
zaman en kötü demokrasinin darbelerden bin kat daha iyi
olduğunu söyledik söylemeye devam ediyoruz.
Ordudaki darbe psikolojisinin tarihsel arka planı İttihat
Terakki’ye kadar gider. Gerek Harp Okulları’nda verilen eğitim, tarihsel kurucu olmanın verdiği psikoloji, yetiştirilme biçimi askeri bu ülkenin sınırlarının koruyucusu olmanın ötesinde
asıl sahibi şeklinde biçimlendiriyor. Kendine göre yapılanları
beğenmediği zaman, yönetime el koyma hakkını kendinde görerek, savaşta kullanılmak üzere kendisine verilen zor kullanma gücünü kullanarak darbe yapıyor. Başardığı anda, haklının
kuvvetli olması evrensel ilkesini tersine çevirerek kuvvetlinin
haklı olduğu bir mekanizmayı devreye sokarak işletiyor. 15
Temmuz’u değerlendirirken, Gülen’e, cemaate vurgu yaparken
işin bu tarafını da gözden ırak tutmamak lazım.
Bir de şimdilerde radyolarda ve televizyonlarda şöyle bir
retorik işletiliyor: Bunlar asker değil, bunlar Türk ordusu değil
diye. Onca darbeyi bugüne kadar uzaylılar mı yaptı? Evren
asker değil miydi? Bugün bu darbeyi yapanlar düne kadar bu
orduda üst rütbelere nasıl geldiler? Roboski’nin emrini nasıl
verdiler, katliamlara imza atanlar bunlar değil miydi? Bunlar
bir günde mi orgeneral, korgeneral, tümgeneral, tuğgeneral
oldu? Üstelik de bir kaç kişiden bahsedilmiyor, yüzlerce generalden bahsediliyor ve daha şimdiden 70 general gözaltında. O
halde
Bu darbe girişimi, yapılışı, başlaması ve bitişi ile diğerlerine benzemeyen bazı özellikler gösteriyor. Akşam yemeği
sonrası başlayan bir darbe girişimi; televizyonlar, radyolar ele
geçirilmeden köprüler tutularak sağa sola saldırılarla duyurulan bir kalkışma. Saldırılara rağmen siyasi liderlere yönelik bir
girişim yok; bir tarafta darbecilerin yaptıkları yayınlar sürerken
öte yandan karşı yayınlar tüm hızıyla devam ediyor. Bütün bu
işler, peşpeşe gelen açıklamalar kafaları karıştırdı, ya bunun
gerçek bir darbe olmadığı, ya da bunu yapanların bir zamanlama meselesi yüzünden (YAŞ öncesi ve görevden alınan ya da
alınması beklenen üst düzey cemaatçi komutanlar nedeniyle)
“ya herro ya merro” deyip başlamış bir girişim...
Ayrıca darbenin bilinmemesi hem MİT’ten hem de askeri
istihbaratın bu kadar büyük organizeyi önceden haber almaması bir istihbarat zaafiyetininin ötesinde manidar bir duruma
işaret etmiyor mu? Darbeye polis gücüyle anında karşılık
verilmesi sanki zamanı tam bilinmese bile iktidar kanadından
böyle bir beklenti ve hazırlık olduğu imajını veriyor.
Bilinmesi gereken husus şudur ki; hiç bir askeri darbe sivil
darbenin aracı yapılamaz ve hiç bir darbe sivil darbeyi meşru
kılmaz. Bu darbe vesilesiyle iki yol var AKP hükümetinin
önünde; darbeyi sadece kendine yapılmış bir tehdit gibi görüp
zaten var olan baskıları ve anti demokratik uygulamaları daha
da arttıracak mı? Yoksa darbenin demokrasi için asıl tehdit
olduğu gerçeğini görüp demokratik değerleri ve demokratik
standartları arttırmak yoluna mı gidecek? Önemli olan burada
sadece darbecileri derdest etmek değil, darbe mekaniği ve
darbe potansiyelini bir daha olmayacak şekilde ortadan kaldırmaktır.
16
MÜZİK
BasHaber
SÖYLEŞİ
19 - 24 Temmuz16
2016
Eren Aydın
Acıyla beslenen şarkıların sesi
S
Çimen Gümüş
esi ve soluğuyla şarkıların yeni adı olma
konusunda iddialı sanatçı Eren Aydın,
genç yaşına rağmen çıkardığı “Şîr” albümüyle adından sıkça söz ettiriyor.
Kendi deyimiyle yürümeye başladığı yaşlardan itibaren oyuncak sazlarla müziğe başlayan
ve o günlerden bu yana hayatı müzikle geçen
Eren Aydın sesi ve soluğuyla şarkıların yeni
adı olma yolunda iddialı. Yeteneğinin yanı sıra
Kürd ve Alevi olmasının şarkılarle büyük bir
bağ kurmasını sağladığı sanatçı, yaptığı müzik
ile yaşamın çıkmazlarını, yaşanan toplumsal
sorunları, iç çatışmaları ve kardeşlik mesajını
her fırsatta dile getirmekten geri durmuyor.
Çocukken başlayan müzik serüvenine babasının işinden kaynaklı Çankırı, Ankara ve İstanbul olmak üzere üç ilin güzel sanatlar lisesinde
devam eden sanatçıya ninesinden kalan yanık
sesi ve annesinin desteği de eklenince, sazıyla
sözüyle aranan isimler arasındaki yerini şimdiden almış.
Üç yaşında iken plastik bağlamalarla başlayan müzik yolculuğu, taşındıkları İzmir’de 7
yaşında bağlama kursuna başlamasıyla devam
eder. İzmir’de başlayan müzik yolculuğunu
lise çağında Ankara’da sürdürür. Girdiği sınav
sonucunda Çankırı Güzel Sanatlar Lisesi’ne
giren Aydın, ardından Ankara Güzel Sanatlar
Lisesi’ne geçiş yaparak 1 yıl da burada eğitim
alır. Henüz 15 yaşında iken gençlik merkezlerinin düzenlediği bir halk müziği yarışmasında
İç Anadolu birincisi olur. Ardından ailesinin İstanbul’a taşınmasıyla burada Kadıköy
Göztepe Güzel Sanatlar Lisesi’nde okuluna
devam eder. Yanı sıra babasının işlettiği barda
çalıp söylemeye başlayarak sahnelere adım
atar. 2006 yılında İstanbul’daki küçük bir
barda başlayan sahne yaşamı Aydın’ın müzik
hayatına başka bir boyut katar ve Aydın söz ve
müziği kendisine ait olan eserlerinde olduğu
bir albüm yapmaya karar verir. Şu an hala Kocaeli Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda
öğrenci olan Aydın, geçtiğimiz aylarda bir
albüm çıkarır.
çalışmasına başlayacak. Albümü için çalışmalarına başladığını ifade eden Aydın, ilk albüm
çalışmasında genele hitap etmek için sadece
Türkçe şarkılara yer verdiğini ancak ikinci
albümünde Zazaca eserlere de yer vereceğini
kaydetti. Aydın, “Kendi dilim olan Zazacayı
çok sevsem de bilmiyorum. Kurmanciyi de
bilmiyorum. Ezberleyerek söylüyorum. Yanlış
yapmamak için oturup saatlerce hece hece
yazıp ezberliyorum. Yanlış aktarmayayım diye
çok çalışıyorum” dedi. İlk albüm için yazdığı
ancak “Para kazanmak için Berkin Elvan’ın
adını kullanıyor” denilmesi kaygısıyla albümünde yer vermediği eserine ikinci albümünde yer vereceğini belirten Aydın, aynı zamanda
ailelerinin onayıyla yer vereceğini söyledi.
Kendi emeğimle yaptığım için Babuko gibi
el emeğiyle yapılan ve yokluktan yaratılan bir
isim olsun istedim. Bu nedenle albümümün
ismini ‘Şîr’ koydum. Albümümü yaparken
yaşadığım en büyük zorluk yokluk idi. Üç
senenin tüm emeğini albümüme yatırdım.”
Hayat tecrübelerinin ürünleri
en sevilen eserler
Albüm çalışmasının başında iken yine
maddi sıkıntılardan 6 şarkılük bir albüm
çıkarmak istediğini ancak daha sonra kararını
değiştirip 10 parçalık bir albüme karar veren
ancak yaşadığı maddi sıkıntılardan dolayı bir
eseri çıkarmak zorunda kalan Aydın, albüm
çıkarma işinin de bu nedenle çok uzadığını
kaydetti. Albümünde kendisine ait Dîlan ve
El emeğinin ürünü bir albüm: Şîr
Gulê isimli iki eseri bulunan Aydın, özellikÇıkardığı “Şîr” isimli albümünde kendisine le en çok tutulan şarkısı olan Gulê’yi kendi
ait Dîlan ve Gulê isimli iki şarkısı bulunan genç yaşam deneyimlerinden yola çıkarak yazdığını
sanatçı Aydın, büyük ekonomik sıkıntılar ve
belirtti. Gulê parçası sayesinde eskiden çok
üç yıllık bir emek sonucu çıkardığı albümüne bilinmezken epey tanındım” diyen Aydın,
“Şîr” adını vermesini ise şöyle anlatıyor; “Der- albümündeki tüm şarkılarle ilgili çok olumlu
sim yöresinin gelenekselleşmiş Babûka adında tepkiler aldığını dile getirdi.
bir yemeği var, Şîr de deniliyor. Yoklukta kete
ile yapılan bir yemek. Bu yemek aileler toplan- Şarkılar acılarımızı ifade etme biçimimiz
dığında yenilir. Benim ailemin maddi durumu
Şarkılarla arasında farklı bir bağ olduğunu
iyi değildi. O yüzden albümümü büyük zorsözlerine ekleyen Aydın, şöyle devam ediyor;
luklarla çıkardım. Albümümü üç yılda yapa“Bu benim sloganımdır. Acıyla beslenmeyi
bildim. Üç yıllık bir emeğin ürünüdür. Birçok
severim. Keyifli ve insanları eğlendiren müzikyere gidip çalışarak, sezonluk işler yaparak, üç ler de var. Ama şarkılar benim için bizim için
yıllık birikimimle çıkarabildim. Sponsorum
dert. Derdimizi anlatabildiğimiz bir müziktir.
yoktu. Albümün her şeyini kendim yaptım.
Toplum olarak acıyla besleniyoruz. Şarkılarda
Sanatçıların toplumsal sorumlulukları var
Konser ve barlarda sahne alarak ve yaşamını
sadece müzikle idame ettiren bir müzisyen
olan Aydın, müziğin geldiği noktanın üzücü
olduğuna işaret ederek, müziğin insanlar
arası iletişimin bir yolu olmaktan daha ziyade
bir eğlence aracı olarak ele alındığını belirtti.
Herkesin şarkılarle birbiriyle bağ kurabileceğini ifade eden Aydın, “Bu ülkede bazı şeyleri
dile getirmek çok zor. Bu nedenle sanatçıların
görevi ağırlaşıyor. Gazetecilerin, hukukçuların,
siyasetçilerin dile getiremediğini, sanatçılar
dile getirebilmeliler. Bizlere böyle bir görev
bizim özümüzde, kültürümüzde, toprağımız- düştüğünü düşünüyorum. Ve kendimce
da var. Kendimi şarkılara böyle bağlamışım. İs- sahnede sosyal mesajlarda vermeye çalışıyotediği kadar her şey yolunda gitsin, çok mutlu rum. Müziğimle insanların kendi dillerini asla
olayım, bir şarkı dinlemek beni çok uzaklara,
evlerinden çıkarmamaları gerektiği mesajını
geçmişime, tarihe ve tüm yaşanmışlıklara
veriyorum. Zaza bir ailenin çocuğuyum. Ama
götürür ve ben yine ağlarım. Bu tarzın ağır ol- bilmiyorum. Ve çok üzülüyorum. Kimse
duğunu düşünenler de var. Kendimi rock veya Zazaca konuşamıyor. Kurs yok. Olsa ve ben
pop müzikle ifade edebileceğimi düşünmüyo- gitsem kiminle konuşacağımı bilmiyorum.
rum. İçine giremiyorum. Beni yansıtmıyor.”
Kimse bilmiyor. Bence bu çok önemli ve
bende müziğimle ağırlıklı olarak anadil ve
Müziğimin geleceğe taşınmasını istiyorum yanında bu ülkede zulmün bizim insanlarımız
Müzikle geçen bir hayat ve 10 yıllık sahne
üzerinde son bulması, herkesin kardeş olduğu
deneyiminin ardından ilk albümü olan “Şîr”i
mesajını şarkılarimde veriyorum. Ve vermeye
çıkaran genç sanatçı Aydın, en büyük hayali
de devam edeceğim. Maalesef böyle bir ülkede
şarkıların geleceğe taşınmasında katkı sahibi
yaşıyoruz ve bizim üzerimize büyük bir görev
olmak. Sonraki kuşaklara emeğiyle yaptığı bir düşüyor. Elimden geldiği kadar bunu yapmaya
şarkı aktarmak ve bu yolda gösterdiği çaba ile çalışıyorum” şeklinde konuştu.
dinleyicilerine örnek olmak istediğini belirten
Aydın, “Benden sonraki nesillere bu kalsın.
En büyük hedefim Kürdçe bir albüm
Başka bir şey istemem. Çünkü gerçekten
yapmak
insanlara şarkı beğendirtmek ve dinletmek
Kendi anadilini bilmemenin sıkıntısını
artık çok zor. Teknoloji geliştikçe istekler ve
her fırsatta dile getiren Aydın, gelecekteki en
tercihler değişiyor. Buna cevap olmak için
büyük hedeflerinden birinin sadece Kürdçe
bir albüm yapmak olduğunu söyledi. Parçalade çok fazla çalışmak gerekiyor. Ben de öyle
yapıyorum. Bu albümü yaptım. Eserlerim var. rının her yaşa hitap ettiğini ve oldukça olumlu
Artık oturayım, para kazanayım kafasında
tepkiler aldığını aktaran Aydın, hedefleri için
değilim. Sürekli yeni şarkılar yapma arayışınise şunları söyledi: “Kendime bir yaş sınırı koydayım” diye konuştu.
dum. Barda çıkma taraftarı değilim. Ama şu an
şartlar onu gerektiriyor. 35’ime kadar yani 8-9
Yeni albümde Zazaca eserler de olacak
yıl daha böyle barlarda söyledikten sonra sadeYeni bir şarkı yazdığını ve önümüzdeki
ce konserlerde sahne almak istiyorum. Daha
aylarda ona bir klip çekeceğini sözlerine ekdonanımlı işler yapmak ve gelecek nesillere
leyen Aydın, önümüzdeki yıl ise ikinci albüm
yeni şarkılar yazıp bırakmak istiyorum.“

Benzer belgeler