Sayı 44 PDF İçin Tıklayınız

Transkript

Sayı 44 PDF İçin Tıklayınız
MERHABA,
Oligarþi halkýn yoðun tepkisine karþýn yeni Lübnan'da bir Kore macerasýna gözü kapalý dalarken dergimizin 44.
sayýsý çýkýyor. Doðal olarak bu sayýmýzýn içeriðinde de Lübnan ve Filistin aðýrlýklý bir yer tuttu. Hem Halk Bülteni'nde
hem de dergide Lübnan ve Barýþ Gücü ile ilgili yazýlar bulunuyor. Bu arada, hatýrlanacaðý gibi geçen sayýmýzda
Betül yoldaþýn bir seminer sunumunu vermiþtik. Bu sayýmýzda
ÝÇÝNDEKÝLER
da ayný sunum sonrasýnda geliþen tartýþmalý bölümü yayýnlýyoruz.
Devrimci Yenilenme ve
Yine geçtiðimiz ay, emekçilerin gündeminin ön cephesine
Yeniden Ýnþa Mücadele Ýçinde Büyüyecek ..1
çýkan Fýndýk oyunlarý, Maden kazalarý, enerji sektöründeki
Ortadoðu’nun Kaderi Halklar
þantaj, bu sayýmýzda yer aldýlar.
Tarafýndan Çizilecek..........................................5
Küba da bu sayýmýzda belli bir yer tutuyor. Yeni bir sosyalEmperyalizmin Taþeron Savaþ Mekanizmasý:
izm anlayýþý üzerine yoðunlaþan bütün devrimci sosyalistlerin
Birleþmiþ Milletler “Barýþ” Gücü ........................9
Küba'yla ilgili metinleri dikkatle okumasýnda yarar var. ÖzellikBütünüklü Ýnsan, Yeni Ýnsan
le týp, Küba'da yalnýzca halkýn durumunun iyileþtirilmesi
Baðlamýnda Kadro II ........................................12
anlamýný taþýmýyor; bunun da ötesinde kitlelere ve enternasyNeoliberalizm Karanlýk Üretiyor ........................21
onalizme nasýl bakýldýðýyla ilgili dersler içeren bir konu.
HABER..................................................................24
Halk Bülteni'miz bu sayýda yine haberler ve küçük gündem
Tarýmda IMF Programlarý
yazýlarýyla
dolu dolu çýkýyor.
Küçük Üretimi Felç Ediyor ................................41
Eylül
sonrasý
devrimci sosyalist hareket açýsýndan önemli.
Çernobil, Kanser ve “Gereksiz Tetkikler”
Yeni
bir
süreç
baþlýyor
ve dergimiz de bu sürecin bir parçasý.
Konusunda Dostça Bir Uyarý ............................47
Bütün
görevlerimize
daha
güçlü biçimde yönelmek bu süreçte
Özelleþtirme, En Ciddi Maden Kazasýdýr ........49
çok ciddi önem taþýyor.
Yeni Bir Sosyalizm Anlayýþý ve
Bu arada, son günlerde Atýlým çevresine yönelik polis
Enternasyonilzm Baðlamýnda:
Küba Saðlýk Sistemi ............................................52 saldýrýsý oligarþinin devrimci güçlere karþý baþlattýðý kampaSosyalizm ve Týp Hakkýnda................................56 nyanýn bir parçasý. Sosyalist Barikat, bütün bu saldýrýlarý kýnýyKavram: Medeniyetler Çatýþmasý ....................61 or ve Atýlým çevresiyle olan dayanýþmasýný bir kez daha vurTarih Sayfalarýndan: Guernica Katliamý ..........63 guluyor.
45. sayýmýzda buluþma kararlýlýðýyla…
Portre: Yýlmaz Güney ........................................64
CIA’nýn Küba Karþýtý “Gazeteci”lere Akýttýðý Dolarlar Açýklandý
DARISI ÖZKÖKLERÝN BAÞINA!
Bush yönetiminin 2001'den beri çoðu Küba asýllý 10 gazeteciye, Küba karþýtý propaganda için “maaþ baðladýðý” açýklandý.
The Miami Herald Gazetesi’nin hükümet belgelerine
dayandýrdýðý haberine göre, Amerikan Küba Yayýncýlýk Ofisi,
Fidel’i küçük düþüren haberler yapmalarý amacýyla gazetecilere yüz binlerce dolar ödedi. Ayný gazetenin makale yazarý
Pablo Alfonso (175 bin dolar), serbest muhabir Olga Connor
(71 bin dolar), alýrken, Wilfredo Cancio Isla (15 bin dolar), ve
liste böyle uzuyor. Amerikan Küba Yayýncýlýk Ofisi ise gazetecilere para ödendiðini doðruluyor, ancak ayrýntý vermiyor.
Listedeki en ilginç isim ise Temmuz’daki Mercosur Zirvesi’nde
sorduðu soru yüzünden Fidel’den azar iþiten ve sadece bu yýl
11 bin 500 dolar alan WJAN-TV muhabiri Manuel Cao. Fidel,
“siyasi bir muhalifin ülkeyi terk etmesine neden izin vermediðini” soran Cao'ya, "Sana kim para ödüyor, paralý asker" diye
çýkýþmýþtý.
Böylece ilk kez resmi aðýzlardan þu insan haklarý þampiyonlarýnýn maaþlarý açýklanmýþ oldu. Ne diyelim, darýsý bizim iþbirlikçi gazetecilerimizin baþýna!
PARTÝYLE, HEP BÝRLÝKTE DEVRÝME!
Mustafa ÞENPINAR
Yaþar BÝLGÝN
Mustafa ÞAHÝN
Osman HAZNEDAR
8 EYLÜL 1979
Turgutlu’da çalýþtýklarý fýrýnda
faþist katiller tarafýndan
katledildiler
Anýlarý yolumuzu aydýnlatýyor
Sosyalist BARÝKAT/Aylýk Sosyalist Dergi Sayý:44 /EYLÜL 2006 Fiyatý: 2 YTL (KDV Dahil) Anka Yayýncýlýk Adýna Sahibi ve Sorumlu Yazýiþleri
Müdürü: Gönül Sonbahar Yönetim Yeri: Çakýraða Mah. Abdüllatif Paþa Sk. No: 4/5 Aksaray/Ýstanbul Tel/Fax: 0212 632 23 19 Abonelik için: Gönül
Sonbahar, Ýþ Bankasý hesap No: 1122 0297172 Web: www.barikat-lar.de e-mail: [email protected] Avrupa e-mail: [email protected]
Baský: Ser Matbaacýlýk Fazýlpaþa cad. 4.Zer sanayi sitesi 16/26 Topkapý/ÝST. Tel:565 17 74 /Daðýtým: YAY-SAT
M. SEYHAN
Eylül düzen açýsýndan toparlanma ve baþlangýç ayý. Adli tatil bitti, okullar açýlýyor, tüm halk
yeniden yerleþik konuma geçiyor, meclis açýlýyor... Haziran ortalarýna deðin, toplumsal yaþamýn yeni bir rutin dönemi daha baþlýyor.
2006’dan 2007’e uzanacak bu dönemin baþýnda, karþý karþýya olduðumuz tablo her açýdan büyük ve keskin çeliþkilerle, çatýþmalarla ve görevlerle yüz yüze olduðumuzu gösteriyor.
Ortadoðu’da çatýþmalý süreç Lübnan’da dinmiþ gibi görünüyor olsa da, Afganistan’da, Irak ve
Filistin’de þiddetleniyor, Ýran baðlamýnda ise mayalanýyor. Afganistan’da iþgal güçleri giderek büyüyen darbeler alýyorlar. TC, iþgal güçlerinin bir
parçasý, þu anda sýnýrlý görevler üstlenmiþ olmasýna karþýn, onu çatýþmalarýn merkezine çekecek
senaryolar giderek daha fazla gündemleþiyor. TC,
bundan fazlaca kaçamaz. Afganistan’da direniþin
büyümesi ve TC’nin çatýþmalarýn bir parçasý haline gelmesi önümüzdeki sürecin kaçýnýlmaz olgularýndan biri olacaktýr. Irak’taki süreç 2007’de
Kerkük’ün statüsünün belirlenmesine dönük çalýþmalar nedeniyle daha da kýzýþacaktýr. Güney
Kürdistan’ýn bir parçasý olan Kerkük’ün, Kürdistan’a baðlanmasý TC’nin geliþtireceði yeni hamlelerle karþýlanacaktýr. TC, ABD’yi karþýsýna almamak için bu hamlelerini oldukça sinik biçimlerde
geliþtirecektir, ama tablonun bugünkü gibi kalmayacaðý, çeliþki ve çatýþma unsurlarýnýn büyüyeceði açýktýr. Siyonist Ýsrail’i korumak için Lübnan’a asker gönderme kararýyla birlikte Ortadoðu’daki bütün çatýþmalarýn içinde emperyalizmin
yanýnda doðrudan saf tutulmuþ durumdadýr.
Lübnan’daki BM güçlerinin konumu muðlaktýr ve
her an Lübnan direniþ güçleriyle çatýþmaya açýk
bir pozisyonda bulunmaktadýrlar. Ýran’a karþý
ABD emperyalizminin hazýrladýðý komplo ve saldýrý planlarý da giderek daha fazla gündemleþecek-
tir. Afganistan, Ýran, Irak, Suriye, Lübnan; TC’nin
tüm sýnýr komþularý yangýn yerine dönmüþtür,
dönmek üzeredir ve TC bu yangýnýn parçasý olmaya doðru hýzla sürüklenmektedir. Bu da kaçmasý
çok güçtür. ABD Dýþiþleri Bakaný Rice geçtiðimiz
aylarda yaptýðý ziyarete A. Gül’ü açýk biçimde tehdit etmiþ; uluslararasý tekellerin TC’ye karþý tutumunun deðiþebileceðini söylemiþtir. Kýrýlgan TC
ekonomisi bir emperyalist tekellerin bir fiske darbesi ile çökebilecek konumdadýr. Oligarþi bunun
farkýndadýr ve ABD emperyalizmine tamamen teslim olmuþ durumdadýr. Bunun anlamý, TC’nin
Ortadoðu’daki yangýndan kaçamayacaðýdýr. Bu önümüzdeki sürecin önemli bir çeliþki ve çatýþma
alanýdýr.
Emperyalizm ve oligarþinin iradesi ile halkýn
talepleri bu alanda tümüyle ve keskin biçimde
karþý karþýyadýr.
Kürt ulusal hareketi gerilla savaþýný yeniden
büyütmesine karþýn ulusal mücadele, Öcalan’ýn
yakalanmasýndan önceki süreçle kýyaslanamayacak ölçüde geride konumdadýr. Buna raðmen,
TC’yi ciddi biçimde zorlamaya baþlamýþtýr. Ulusal
hareketin geriye düþüþü gerillayla ilgili bir mesele
deðildir. Tersine, gerillanýn Öcalan’ýn müdahalelerinden kurtulmasý, bizzat savaþan unsurlarýn
kendi inisiyatiflerinin öne çýkmasý, daha yetkin
bir gerilla tarzýný ortaya çýkarmýþtýr. Gerilla kayýplarý daha da azalmýþ, vuruþ tarzý daha etkili hale
gelmiþtir. Oligarþinin Kürt hareketi karþýsýndaki
tutumu klasik inkar ve imha boyutunu aþmaktan
çok uzaktýr. Özellikle oligarþinin çekirdek yönetici gücü olan Genelkurmay’da hem Kürt ulusal
hareketinindeki büyümeye, hem de kýzýþan Ortadoðu tablosuna karþýsýnda, NATO ve ABD patentli bir özel savaþçýlar ekibi egemen hale gelmiþtir.
Savaþýn týrmanmasý ve sivil faþist güçler eliyle
Kürt-Türk çatýþmasý zeminlerinin çoðaltýlmasý ö-
sosyalist barikat
devrimci yenilenme ve
yeniden inþa mücadele
içinde büyüyecek
1
cektir.
***
Devrimci sosyalist partimiz güncel konjonktürün ilk elde sayýlabilecek ve önümüzdeki kýsa dönemin baþlýca unsurlarý olacak bu öðeleri, tarihsel akýþ içinde birbirine eklenen olaylar dizisi olarak
kavramýyor. M. Çayan yoldaþýn Marksizme en büyük katkýlarýndan biri olan emperyalist-kapitalist
sistemi tarihsel dönemleme sistematiði içinde kavrama anlayýþýna, bunalým dönemleri kavrayýþýna
baðlý olarak ele alýyoruz bütün bu geliþmeleri ve bu
geliþmeler karþýsýndaki görevlerimizi... Bu baðlamda, bütün bu güncel geliþmeler, 1990 sonrasý baþlayan yeni tarihsel sürecin temel dinamiklerinin
güncel görünümleridir. Bu güncel geliþmeleri, 1990
sonrasýný biçimlendiren temel geliþmelerden, dinamiklerden baðýmsýz olarak ele alma, bu geliþmeler
karþýsýnda yürütülecek devrimci mücadelenin de
sýðlaþmasýný, dönemsel bir perspektiften yoksunluðu, günlük politikaya saplanýp kalmayý beraberinde
getirir.
Devrimci sosyalizm, bütün pratiðini bu tarih ve
süreç kavrayýþýna baðlý olarak biçimlendirmektedir.
Devrimci sosyalizm, 1990 sonrasý yeni tarihsel süreçte yeniden büyük bir devrimci dalga yaratabilmenin, ancak hem yeni tarihsel sürece yanýt olabilecek, hem de devrimci hareketin geride býrakýlan
dönemlerinden birikip gelen sorunlarýna yanýt olacak ve ideolojik, politik, örgütsel vb. her alaný kapsayan büyük bir devrimci yenilenme ve atýlým süreci geliþtirmekle mümkün olduðunu tespit etmiþtir.
Devrimci sosyalizm, pratik olarak 2002 ortalarýndan itibaren tüm çalýþmalarýný, pratiðini, sürecini, devrimci yenilenme eksenine çekmiþ, kendini
bu temelde yeniden inþa etme yoluna girmiþtir.
Bu, genel geçer çalýþmalara eklenmiþ bir devrimci yenilenme, yeniden inþa söylemi deðildir.
Planlý, somut hedefleri ve zamanlamasý olan süreçtir. Devrimci yenileme ve yeniden inþa bir temenni
deðil, somut çalýþmalarla yürüyen ve yaþanan, gerçekleþen bir süreç olarak ele alýnmýþtýr.
Bu baðlamda, bugün sadece Eylül’le baþlayan
yeni bir mücadele dönemini-yýlýný karþýlamýyoruz.
Bunun yaný sýra, 4 yýllýk yeniden inþa sürecimizin
kazanýmlarýný, eksiklik ve zaaflý yanlarýný da demokratik katýlýmcýlýðýn ileri bir örneðini sergileyerek kapsamlý biçimde deðerlendiriyoruz. Kolektif iradeyi üretme, Hareketin tüm sorunlarýna iliþkin
düþünme, çözüm üretme noktasýnda önemli adýmlar atýlmýþtýr. Bu deðerlendirmelerin ýþýðýnda, güncel pratiðe, yeniden inþa sürecimizi daha ileriye
nasýl taþýyabiliriz sorusu ekseninde de bakýyoruz.
Bu baðlamda; kazanýmlarýmýz, yarattýðýmýz ileri deðerler, hatalarýmýz ve zaaflarýmýz, onarmamýz gereken yanlar artýk daha berrak.
Devrimci yenilenmenin, devrimci sosyalist hareketimiz açýsýndan bugünkü somut ifadesi proletarya partisinin ve öncü devrimci müdahalesinin yani
devrimci atýlýmýn yeniden inþasýdýr. Yeniden inþanýn stratejik görevlerini üç ana baþlýk altýnda topla-
sosyalist barikat
nümüzdeki sürecin belirleyici geliþmelerinden biri
olacaktýr. Güney Kürdistan’daki geliþmeler, özellikle Kerkük’ün statüsü konusundaki çatýþmalý süreçlerde bu tabloda katalizör rolü oynayacaktýr. TC,
Kürt sorununda çýkýþsýz durumdadýr, demokratik
seçenekleri üretecek konumdan uzaktýr. Bu tablo içinde þiddetle bastýrmanýn etkili olamayacaðýný bilmekle birlikte baþka seçenek de üretememektedir.
Bu çýkýþsýz sarmalýn toplumsal atmosferi özellikle
þovenizmle ciddi biçimde kirleteceði açýktýr. Bunun
yaratacaðý çeliþki ve çatýþmalar önümüzdeki süreci
belirleyecek bir diðer önemli çeliþki alaný olacaktýr.
Anadolu kentlerinde ve üniversitlerde devrimci,
demokrat güçlere, Kürt yurtseverlerine karþý artan
faþist saldýrýlar önümüzdeki sürecin önemli çatýþma alanlarýndan biri olacaktýr. Bu saldýrýlar linç vb.
kavramlarla bir tür anlýk toplumsal histeriler olarak nitelendirilmesine karþýn, gerçeklikte planlý ve
örgütlü faþist çalýþmalarýn ürünü olarak ortaya çýkmaktadýrlar. Bu saldýrýlar karþýsýnda bugün yaygýn
bir tutum haline gelen maðdur pozisyonu terk edilerek, direniþle ve direniþçi duruþla gereken yanýtlar verilmelidir. Haklý ama güçsüz ve maðdur duruþuyla varýlacak, kazanýlacak hiçbir þey yoktur. Faþist saldýrýlar ve direniþ önümüzdeki sürecin önemli bir mücadele alaný ve dinamiði olarak önümüzde
durmaktadýr.
Baþta iþçi sýnýfý ve yoksul köylülük olmak üzere
emekçi sýnýf ve tabakalarýn yaþadýðý ekonomik, sosyal ve kültürel yýkým derin çeliþkiler, çatýþma alanlarý yaratýyor. Ýþsizlik, güvencesiz çalýþma, yaþam
alanlarý olan semtlerde uyuþturcu, çeteleþme, fuhuþ, alkolizm vb. unsurlarla büyüyen çürüme ve
yozlaþma giderek büyüyen çaresizlik-öfke-çýkýþ arayýþý sarmalý üretiyor. Yoksul, küçük ve orta köylülük yoksulluk ve iflaslar sarmalý içinde un ufak oluyor. Fýndýk üreticilerinin, tütün üreticilerinin büyük gösterileri ve kimi patlamalar önümüzdeki süreçte köylülüðün refleksleri açýdan oldukça önemli
ve uyarýcý bir nitelik taþýmaktadýr. Giderek daha da
kýrýlganlaþan ve kriz öðeleri artan ekonomideki herhangi bir geriye düþüþün emekçi sýnýf ve tabakalardaki derin çeliþki ve öfke dalgalarýný olaðanüstü
büyüteceði açýktýr. Görünen apaçýk þudur: Büyük
patlamalar kendine yol ve öncü arýyor.
Önümüzdeki sürecin bir diðer önemli çeliþki ve
çatýþma alaný oligarþi içinde önümüzdeki bir yýlda
olaðanüstü bir yoðunluk kazanacak olan iç çatýþmalardýr. 2007, önce cumhurbaþkanlýðý seçimi, ardýndan genel seçim yýlýdýr. AKP ve arkasýndaki sermaye gruplarý ile Oligarþi içinde egemen olan ve
mevcut statükoyu AKP’siz devam ettirmek isteyen
sermaye gruplarý ve genelkurmay arasýndaki çeliþki ve çatýþmalarýn cumhurbaþkanlýðý ve genel seçim
üzerinden büyük bir hýz kazanacaðý, taraflarýn her
araç ve yoldan çatýþacaðý açýktýr. Bu durumun kaçýnýlmaz sonucu daha büyük çatýþma öðeleri için
kapýnýn aralanmasýdýr.
Yukarýdaki öðelerin bir ya da birkaçýnýn þiddetlenmesi önümüzdeki süreçte büyük çatýþma ve kriz
süreçlerini beraberinde kaçýnýlmaz olarak getire-
2
maz koþullarýndan biridir. Her adýmda daha saðlamlaþmanýn ve daha hýzlý yürümenin, daha çok
yol almanýn zeminlerini yaratan bir hareketiz. Bu
zeminleri, potansiyelleri kullanmak konusunda,
kendimizi doðru örgütlemek, çalýþmalarýmýzý daha etkin ve sonuç alýcý kýlmak noktasýnda, ideolojik çalýþmalarýmýzý devrimci yenilenme perspektifimizin gereklerine uygun hale getirmek noktasýnda, kadrolaþma süreçlerimizi daha etkin biçimde
iþletmek noktasýnda, daha da ötesi bütün çalýþmalarýmýzda saðlam bir düzeltme faaliyeti ile saðlaþtýrmak noktasýnda hýz kazanmamýz, hedeflerimize doðru, daha tempolu bir yürüyüþ geliþtirmemiz mümkündür ve zorunludur. Saðlamlaþmalýyýz; Hareketimizin birikimlerini amaca uygun
güçlü ve üretken mevzilere dönüþtürmeliyiz. Bu
çalýþmalar temelinde yaratacaðýmýz yeni imkanlar
üzerinden nitelik ve nicelik olarak büyümeliyiz.
Önümüzdeki görev budur.
***
Daha somut baþlýklar halinde açacak olursak:
Devrimci sosyalist hareketimiz, ideolojik-teorik alanda yeniden inþa sürecimizin baþlangýcýnda tutturduðumuz düzey ve temponun nispeten
zayýfladýðýný görmektedir. Bu öze ve baþlangýçta
ortaya koyduðumuz devrimci yenilenme iradesine
iliþkin bir zayýflama deðildir. Esasen bu çalýþmalarýn pratik örgütlenmesine iliþkin zayýflýklarla ilgilidir. Önümüzdeki dönem bunu aþtýðýmýz bir
süreç olarak biçimlenecektir. Ýdeolojik-teorik-politik çalýþmamýz kesin biçimde manifesto-program
eksenine oturacaktýr. Manifesto-program ideolojik çalýþmanýn ilk ve temel halkasýdýr. Bunu ikinci halka olarak ifadesini yayýnlarýmýzda bulacak
güncel ve genel teorik-politik çalýþmalar izlemelidir.. Üçüncü halka ise kadrolara, parti kitlesine
ve daha geniþ çevre çeper iliþkilerine ve tüm emekçilere dönük çok katmanlý ve çok yönlü sistematik ideolojik eðitim çalýþmalarýyla biçimlenmelidir. Bu çalýþmalar birbirinin önünü kesen deðil,
birbirini tamamlayan, organik bütünlük oluþturan çalýþmalardýr. Devrimci saflarda ideolojik düzeyin düþüklüðü her dönem en sýk dillendirilen
sorunlardan biridir. Devrimci sosyalizm bu sorunun saflarýný sarmasýna izin vermemeye kararlýdýr. Ve bu genel bilgilendirmeler düzeyini aþan,
manifesto ve program çalýþmasýyla birleþen eðitim
ve üretim süreçleriyle geliþtirilmelidir.
Yukarýda belirtildiði üzere, politik çalýþmalarýmýz stratejik çizgimize uygun bir tarz ve içerikte
geliþmiyor. Yeniden inþa sürecimiz açýsýndan bu
bilinçli bir tercihtir. Stratejik çizginin uygulanabilmesi esas olarak yeniden inþa sürecinin baþarýyla tamamlanmasýna baðlýdýr. Hiç kuþkusuz,
stratejik çizgimizi uygulamadan ülke gündemine
güçlü biçimde müdahale etme, emekçilerin öfkesinin devrimci sözcüsü-öncüsü olma gibi hayali
beklentilerin içinde deðiliz, olmadýk, olmayacaðýz.
Yeniden inþa sürecimizin politik pratiði bu bakýþ
açýsýna uygun özel bir yol izliyor. Bu yol, stratejik
sosyalist barikat
yabiliriz; birincisi, ideolojik-teorik alanda ML’in
yeniden daha ileri bir tarzda üretiminin ilk somut
ifadesi olacak Manifesto ve program çalýþmasýdýr.
Günümüzde devrimci sosyalist bilincin somut ve
bütünlüklü ifadesi olacak bu çalýþmalar yeniden
inþanýn temel görevlerinden biridir. Ýkincisi, devrimci savaþçý proletarya partisinin politik, örgütsel, kültürel, kadrosal düzeyde devrimci yenilenme perspektifine uygun olarak yeniden inþasýdýr.
Üçüncüsü, bu çalýþmalarýn bir ürünü olarak ortaya çýkacak, toplumsal yaþama bütünlüklü tarzda
devrimci merkezi müdahale olarak geliþecek devrimci atýlýmdýr.
Yukarýda sýraladýðýmýz güncel sürecin belli
baþlý noktalarýnýn her biri ayný zamanda devrimci
müdahalenin birer alanýdýr. Ancak bu güncel görevlere yaklaþýmýmýz kesin biçimde yukarýda sýraladýðýmýz yeniden inþanýn stratejik görevleriyle
baðlantýlýdýr. Güncel görevlere yönelik pratiðimiz
ancak yeniden inþanýn stratejik görevlerine hizmet ettiði ölçüde orta ve uzun vadede kazaným
haline gelebilir. Bunun yerine, güncel görevlere adeta yeniden inþanýn stratejik görevlerini yerine
getirmiþ, manifesto-program çalýþmasýný tamamlamýþ, öncü bilinci bütünüyle berraklaþtýrmýþ,
devrimci savaþçý partiyi asgari ölçülerde bütünlüklü olarak yaratmýþ gibi yönelirsek bunun sonucunun hezimet olacaðý açýktýr. Ve partimizin,
daha da ötesinde tüm devrimci hareketin bu tür
hezimetlere artýk tahammülü yoktur. Yeniden inþa sürecimize, onun stratejik görevlerinin yerine
getirilmesine, zarar verecek, onu geriletebilecek
hiçbir çalýþma biçimine izin vermemiz söz konusu
olamaz.
Bu bakýþ açýsýnýn ýþýðýnda baktýðýmýzda, geliþme seyrimiz açýk biçimde göstermektedir ki, devrimci sosyalist hareket yeniden inþa sürecimizin
geride býraktýðýmýz dört yýlý içinde, yaþadýðý doðal
tasfiye durumunu kesin biçimde aþarak, kendini
devrimci bir politik hareket olarak yeniden kurmuþ, devrimci yenilenme yolunda önemli mevziler
yaratmýþtýr. Devrimci sosyalizm artýk her alan ve
her cephede irili-ufaklý da olsa birikimlere ve birbiriyle organik olarak entegre olmuþ bir yapýya
sahip hale gelmiþtir.
Ancak dört yýl sonunda ulaþýlmak istenen hedeflere de ulaþýlmýþ deðildir. Bu tablonun güçlü,
saðlam bir analizi, eleþtiri-özeleþtiri tutumunu gerektirdiði açýktýr. Devrimci sosyalist hareket bundan kaçmamýþtýr. Ve yukarýda belirtildiði gibi bu
göreve demokratik katýlýmcýlýk temelinde yürüttüðü çalýþmalarla karþýlýk oluþturmaktadýr.
Durduðumuz noktada; önemli yollar katedilmiþ, pek çok eþik aþýlmýþ, saðlam ve geriye dönüþsüz mevziler yaratýlmýþtýr. Ancak henüz hedeflere
ulaþýlmamýþtýr. Tüm devrimci sosyalist hareketin
bu tablo karþýsýnda iradesi de açýktýr. Durmak
yok, tersine yarattýðýmýz her mevziyi, her zemini
saðlamlaþtýracaðýz ve bunu yaptýðýmýz ölçüde daha hýzlý yürüyeceðiz. Yeniden sürecini tamamlamak kolektif devrimci duruþumuzun olmazsa ol-
3
þirken diðer kesimler içinde de diðer kesimler içinde asgari iliþki temelleri oluþturmak, bu noktada emekçi kitlelerin temas kurduðumuz öncü
unsurlarýný kazanmanýn yol ve araçlarýný öðrenmek, kök salma noktasýnda küçük küçük de olsa
deneyimler kazanmak için yeni taktik açýlýmlar ve
pratikler geliþtirmek gerekiyor.
Liseli ve üniversiteli devrimci sosyalistlerin
mücadelesini baðýmsýz, militan ve dinamik bir yapýya kavuþturmak önümüzdeki sürecimizin baþlýca çalýþmalarýndan bir olacaktýr. Geniþ öðrenci
kesimlerinin yaþamýndan kopmuþ bir gençlik çalýþmasýnýn baþarý þansý olmadýðý görülmüþtür.
Öncelikli sorunumuz kendisini geniþ öðrenci kesimlerinin yaþamýyla iç içe geçmiþ bir devrimci
gençlik çalýþma örmektir. Bununla baðlantýlý olarak artan faþist teröre karþý militan tutum geliþtirmek, ancak bunu, pratiðimizi aðýrlýklý olarak
faþistlerle çatýþma üzerinden kurmadan yapmak
gerekiyor.
Yeniden inþa önümüzdeki süreçte bu ve daha
baþka alanlardaki (kadrolaþma, örgütlenme çalýþmalarýnýn deðiþik boyutlarý vb.) çalýþmalarýmýzýn
güncel süreçlerle baðlantýlý olarak geliþtirilmesiyle hedeflerine ulaþacaktýr. Devrimci sosyalizm
devrimci politik mücadele görevlerinden baðýmsýz
bir yeniden inþa vb. asla kurgulamadý. Devrimci
öncü sürece ve hedeflerimize uygun devrimci mücadele süreçleri içinde örgütlenecektir. Önümüzdeki mücadele döneminin yukarýda ortaya koyuduðumuz baþlýca unsurlarý açýk biçimde göstermektedir ki, kat be kat daha örgütlü, daha enerjik, daha militan çalýþmalara ihtiyaç bulunuyor.
Ortadoðu halklarýyla, Latin Amerika’da yükselen sol dalgayla, dünya proletaryasýnýn eylemleriyle enternasyonalist dayanýþmayý daha etkili biçimler altýnda geliþtirmek, oligarþinin emperyalizmin ve siyonizmin isteklerini yerine getiremesinin
önünde militan duruþla karþý durmak, Kürt ulusuna dönük þovenist saldýrganlýða karþý devrimci
militan tutumla karþý koymak, emekçi semtlerinde yozlaþmaya ve çürümeye karþý militan ve kurumsallaþmýþ pratikler geliþtirmek, proletaryanýn
öncü unsurlarýyla temaslarý geliþtirmek ve mücadelelerine aktif katýlým göstermek, köylülüðün direniþleriyle dayanýþma içinde olmak, giderek içlerinde yer almak, faþist saldýrýlara karþý militan
karþýlýklar vermek... ve bütün bunlarý yeniden inþayý büyütmek ve hedefine ulaþtýrmak perspektifiyle yapmak; iþte önümüzdeki sürecin politik
pratik yol haritasý en kaba biçimiyle budur.
Devrimci sosyalizm devrimci yenilenmeye ve onun günümüzdeki somut ifadesi olan yeniden inþa sürecine kilitlenmiþtir. Hiçbir güç hedeflerimize ulaþmamýzý engelleyemez. Bu hedefler devrimci sosyalist saflarda artýk içselleþmiþtir, bilinç ve
irade baðlamýnda geriye dönüþsüz süreçlerdir. Önümüzdeki mücadele dönemini bu doðrultuda attýðýmýz adýmlarý saðlamlaþtýrarak ve büyüterek
kazanacaðýz.
sosyalist barikat
çizgimizin ana unsurlarýný içermiyor ve dolayýsýyla sýnýrlý bir etki gücüne sahiptir. Ancak bu yoltaktik, yeniden inþa sürecimizin mantýðýna uygundur ve stratejik mücadele çizgisine giden yolda ara bir çalýþma tarzýný ifade etmektedir. Bu
noktada, aceleci beklentiler yersizdir, umutsuzluða kapý aralar ve bu anlamda tehlikelidir. Bugünkü mücadele taktiklerini doðru-düzgün biçimde
uygulayamayanlarýn daha ileri mücadele biçimlerini uygulamalarý mümkün deðildir. Yapýlmasý gereken mevcut mücadele taktiklerini yetkin biçimde uygulama yeteneðini kazanmaktýr. Devrimci
sosyalizm militan bir sokak hareketi olma yolunda saðlam adýmlar atmýþtýr. Bunu iki yönden geliþtirmek zorunludur. Birincisi, pratiðimizi daha
militan hale getirmek zorunludur. Bu baðlamda
çalýþma alanlarýnda alan hakimiyeti kazanmaya
dönük çalýþmalar yürütmek, kampanya tarzý çalýþmayý, daha esnek, daha hýzlý ve deðiþen toplumsal gündemlere uyum saðlayacak tarzda örgütlemek, faþist teröre militan direniþçi karþýlýklar vermek, bütün bunlarý açýk ve kapalý alanýn
ortak çalýþmalarý biçiminde daha güçlü biçimde
gerçekleþtirmek pratiðimizi saðlamlaþtýrmak ve
hýzlandýrmak için ilk elde yapýlmasý gerekenleri oluþturuyor. Ýkincisi, politik pratiðimizi emekçilere
yaklaþtýrmak, onlarý örgütleyecek biçimlere kavuþturmak gerekiyor. Devrimci güçlere sempati
duyan duyarlý demokrat gençliði, kadýnlarý devrimci pratiðimizin içine katacak, doðrudan temas
edebilecek hale getirecek eylem biçimleri geliþtirmeli, yerellerdeki eylem pratiðimize bu yönlü bir
derinlik kazandýrmalýyýz.
Parti ve cephemizin yapýsýnýn büyütülmesi ve
saðlamlaþtýrýlmasý yolunda daha güçlü adýmlar önümüzdeki dönemin baþlýca görevleri arasýndadýr. Hem açýk, hem kapalý alanda nicelik, örgütsel
yetenekler ve kurumlaþmalar baðlamýnda büyümek ve daha yetkin hale gelmek olmazsa olmazdýr.
Devrimci sosyalizm kitle mücadelesinde önemli deneyimler yaratmýþtýr. Bu çalýþmalarýmýz tekil,
parça baþý çalýþmalar olmaktan çýkmýþ, pratiðimizin en temel unsurlarýndan biri haline gelmiþtir.
Kitle çalýþmasý ve mücadelesi konusunda faaliyetlerimiz henüz yeterince verimli olmamakla birlikte, buna iliþkin bilinçte tüm geri yaklaþýmlar aþýlmýþtýr. Bugün hiç tartýþmasýz biçimde her devrimci sosyalist emekçi kitlelerin kazanýlmasý ve mücadelenin öznesi haline getirilmesinin yaþamsal
bir sorun olduðu konusunda nettir. Ancak bugün
bu noktada yürüttüðümüz çalýþmalara iliþkin
beklentilerin yüksek tutulmamasý gerektiði açýktýr. Geniþ emekçi yýðýnlarýnýn yüzünü devrimci çalýþmaya çevirecek yegana pratik PASS temelinde
geliþtirilebilir. Bugünkü pratiðimiz çýtalarý bellidir: politik, kültürel ve örgütsel çalýþmalar yoluyla kitle mücadelesinin temel özelliklerini öðrenmek, bu konuda deneyim, iliþki biriktirmek, derinlikli nüfuz yaratabildiðimiz (küçük ölçekli de
olsa) alanlar yaratmak, proletarya içinde derinle-
4
D. SENA
Ýþbirlikçiler Cephesinde
Bayram Havasý
Emperyalizmin ve Siyonizmin uþaklarý nihayet muratlarýna erdiler. Halkýn yüzde sekseninin muhalefetine ve sokaklardan gelen haykýrýþlara raðmen Lübnan’a asker gönderme tezkeresini meclisten geçirdiler ve bir kez daha efendilerinin gözüne girmeyi becerdiler. Þimdi
gurur zamaný! Þimdi televizyonlara çýkýp bir
yandan halka raðmen karar alabilmenin keyfini çýkarma, bir yandan da emperyalistlere mesaj gönderme günlerindeyiz.
Filistin ve Lübnan’da Neler Oldu?
Dönüp bir daha hatýrlamakta yarar var: Filistin ve Lübnan’da neler oldu da birdenbire
Birleþmiþ Milletler denilen emperyalist kukla tiyatrosu, “barýþ saðlama” görevini anýmsadý?
Daha doðrusu þöyle sormak gerekiyor: Lübnan’da zaten bir “Barýþ Gücü” yok muydu?
Tabii ki vardý; hem de yýllardýr vardý. Peki o
zaman niçin BM, mevcut gücün sayýsýný þu kadar ya da bu kadar artýrmak yerine yeni bir kararla yeni bir güç gönderme gereði duydu? Ve
daha önemlisi, bu kararý ne zaman aldý?
Bütün bu sorularý anlamak için çok uzaða
da deðil, yakýn geçmiþe bakmak yeterli. Bu yakýn geçmiþte gerçekleþen en önemli olay ise
kuþkusuz Filistin seçimleriydi. Afganistan ve I-
rak iþgallerinin ardýndan direniþlerle bunalan
ABD emperyalistlerinin Büyük Ortadoðu Projesi’ni ilan ettiði günler henüz çok geride kalmamýþtý. Bu projenin de esas hedefinin bölgede
henüz uysallaþtýrýlamamýþ ya da ezilememiþ olan güçlerin tasfiyesi olduðu biliniyordu. Irak
direniþinin mezhep kaoslarý içinde kýrýlmasý, Ýran ve Suriye gibi sorun yaratan odaklarýn sýkýca baský altýna alýnmasý ve en ciddi sorun olarak gözüken Filistin direniþinin ise rüþvet, baský, kýyým, vs. bütün yollar denenerek, kimi zaman yol haritalarýyla, kimi zaman direniþ önderlerini hedef alan Siyonist füzelerle ezilerek
teslimiyete zorlanmasý… Tümüyle felçli Hamas
liderinin katledilmesinden FHKC liderinin korsanlýkla kaçýrýlmasýna dek her yol kullanýlýyordu bunun için.
Öte yandan bu proje, kademe kademe sýralanan bir iþbirlikçiler hiyerarþisini de öngörüyordu, ki kuþkusuz bu bölgesel piramidin tepesinde Siyonist Ýsrail vardý. Daha sonra ise Türkiye gibi her iþe sürülmeye gönüllü iþbirlikçiler,
gerici Arap rejimleri, Ürdün ve Lübnan gibi uydurma devletçikler ve Pakistan gibi bölgenin en
kötü þöhretli diktatörlükleri geliyordu.
Ýran’a nükleer dayatma, Suriye’ye yüklenen
provokatif suikastler, Filistin’e hem “yol haritasý”, hem de tanklar… Liste böylece uzuyordu.
Tam da bu noktada, Irak direniþi henüz bi-
sosyalist barikat
ortadoðu’nun kaderi
halklar tarafýndan çizilecek
5
Ateþkes ve “Barýþ Gücü” Planý
O güne dek bine yakýn çocuk ve kadýnýn vahþice katledilmesine karþý parmaðýný oynatmayan
BM, tam da iþlerin Ýsrail açýsýndan sarpa sarmaya baþladýðý bu aþamada ortaya çýktý. O güne
dek bütün ateþkes önerilerini Hizbullah’ýn iyice
ezileceði umuduyla veto eden ABD, sadýk müttefikinin imdadýna yetiþti ve BM bir gün içersinde
inanýlmaz bir hýzla kararlar almaya baþladý.
Ýsrail’in beceremediðini bir baþka yoldan becermek! Hiç lafý uzatmadan açýkça söylenebilir:
Bugünkü planýn özü budur. Daha da açýk ve net
söylemek, iyice altýný çizmek gerekiyor: Bu, bir
iþgal planýdýr! Kararýn içeriði, gizli maddeleri, açýk maddeleri, Türkiye’nin ne yaptýðý, vs. tartýþmalarýnýn da bu bakýmdan hiçbir anlamý yoktur. Lübnan halkýný korumak, barýþý saðlamak
gibi demagojilerin de bir hükmü bulunmamaktadýr; savaþýn tek bir nedeni vardýr ve onu da
bütün dünya bilmektedir: Ýsrail. Barýþý korumanýn yolu da gayet basittir: Ýsrail’i silahsýzlandýrmak! Oysa, Barýþ Gücü, saldýrgan güç olan Ýsrail topraklarýna deðil Lübnan’a konuþlandýrýlmaktadýr. Güney Lübnan’da sýnýr boyunca bir
bölge belirlenecek, burasý fiilen iþgal edilerek Ýsrail için “tehlikesiz” hale getirilecek ve sonra bu
bölgede resmi Lübnan devletinin, yani aslýnda
sosyalist barikat
tirilememiþken, Filistin seçimleri emperyalist
politikalara ciddi bir darbe oldu. Filistin halký
ortaya konulan sandýða gitmiþ ve kendisini yönetecek güç olarak Hamas’ý seçmiþti. Bu, Hamas’ýn kirli geçmiþi ve gerici niteliðinden baðýmsýz olarak halkýn açýk bir tercihini yansýtýyordu.
Filistin halký, uzun yýllar boyu uzlaþma yollarýnda gitgide bataklýða saplanan ve bu arada yüzlerce yolsuzluk ve skandalla kirlenen El-Fetih ekibini reddediyor ve direniþ vaat eden bir gücü
iktidara getiriyordu. Bu tercih, özel olarak Hamas’la ilgili deðildi; emperyalistler ve siyonistler
açýsýndan potansiyel tehlike de buydu zaten. Filistin halký, 70’lerin deyimiyle söylersek, yeniden bir “red cephesi”ni tercih ediyordu.
Provokasyonlar ve saldýrýlar gelmekte gecikmedi. Bir yandan Ýsrail Hamas’a karþý resmen
savaþ ilan ederken, diðer yandan ise suikast ve
iþgal politikalarýný sürdürüyordu. Tam da bu
noktada Ýsrailli bir askerin Filistin direniþ güçleri tarafýndan esir alýnmasý gündeme geldi. Çocuklar ve kadýnlar dahil olmak üzere binlerce
Filistinli, Ýsrail zindanlarýnda çürütülürken bir
Ýsrail askerinin esir alýnmasý aslýnda bir açýdan
hiç de vahim deðildi, üstelik hiç olmamýþ bir þey
de deðildi. Ama artýk Ýsrail’in ipleri çözülmüþtü
ve azgýn bir saldýrý dalgasý baþladý. Daha birkaç
ay önce sözde boþalttýðý Gazze’ye yeniden giren
Ýsrail ordusu, bakanlarý, milletvekillerini tutukluyor, ölüm fermanlarý yayýnlýyordu.
Ýþler bu aþamaya geldiðinde, süreçte yeni bir
perde açýldý ve Lübnan, neredeyse zaman zaman
Filistin cephesini unutturacak kadar çok öne
çýktý. Lübnan topraklarýna ayaklarýný basan ama Ýran’la da sýký baðlar içinde olan Hizbullah,
bir adým öne çýkýnca bu kez Ýsrail savaþ makinesi Lübnan’a yönelmekte gecikmedi. Bir yandan
bir baþka hesaplaþmanýn, Ýran-ABD çatýþmasýnýn sanki provasý yapýlýyordu ama bir yandan
da bu, Lübnan-Filistin topraklarýnda gerçekleþen, o topraklara özgü bir savaþtý.
Ýsrail’in planý basit görünüyordu aslýnda.
Hitler tipi bir “yýldýrým savaþý” ile Hizbullah’ýn
kolu kanadý iyice kýrýldýðýnda ve direniþ kapasitesi iyice düþürüldüðünde biraz yabancý gözlemcilere razý olmak ve böylece Filistin’e ciddi moral
etki yapan bu odaðýn zayýfladýðý koþullarda yeniden “yol haritalarý”na geri dönmek…
Ama, Ýsrail Genelkurmayý dahil olmak üzere
herkesin üzerinde hemfikir olduðu gibi, bu plan
tutmadý. “Yýldýrým Savaþý” fiyaskoyla sonuçlandý
ve Hizbullah bu savaþtan bütün sivil kayýplara
karþýn moral açýdan bir tür zaferle çýktý. Hesaplanmayan olgu, yapay bir devlet olan Lübnan’da
Hizbullah’ýn yýllardýr kazandýðý konum ve büyük
askeri-moral gücüydü. Hizbullah üzerinden Ýran’a mesaj verme projesi, Ýran’ýn ABD ve Ýsrail’e tersten bir mesaj göndermesiyle bozuldu:
Bana dokunamazsýnýz!
6
mayan güçler bu konuda görev almaktadýr ki, açýkça söylemek gerekirse hiç þanslarý yoktur.
Kazanacak olan þimdiden bellidir: Filistin ve
Lübnan halklarý! Ne kadar güç yýðýlýrsa yýðýlsýn,
ne kadar uzun süre kalýrsa kalsýn, toprak bu yabancý maddeyi geri kusacak ve ABD’nin Beyrut’ta 80’li yýllarda yaþadýðý yenilginin utancý bir
kez daha tekrarlanacaktýr. Üstelik bu defa, Filistin ve çevresindeki diðer Arap güçlerini birleþtiren, kýsa vadede yeni ulusal ittifaklarýn zeminini
hazýrlayan ve en önemlisi gerici Arap rejimlerinin
halklarýný da harekete geçirebilecek bir moral ortam vardýr. George Habbaþ’ýn “Arap ulusal birliði” çaðrýsý bu bakýmdan önemlidir; çünkü özellikle Hizbullah’ýn baþarýsý bütün Arap coðrafyasýnda etki yaratmýþ ve gerici rejimlerin Filistin ve
Lübnan halkýna yönelik sahtekar tutumunu açýða çýkarmýþtýr.
Türkiye: Kölece Ýtaat
ve Ýþbirlikçilik Ruhu
Ýþte Türkiye’nin almak istediði sefil figüranlýk
rolü, böyle bir iþgal senaryosunun parçasýdýr.
Bir yandan, aslýnda bu tezkere zaferi (!), hiç
tartýþmasýz biçimde iþbirlikçilerin 1 Mart tezkeresindeki zayýflýklarýnýn özürüdür. Türkiye oligarþisi ve özel olarak AKP hükümeti, böylece efendilerine “güvenilir uþak” olduklarýný göstermiþ ve geçmiþte olan þeyin sadece bir anlýk zaaf
olduðunu kanýtlamýþlardýr. Bize güvenebilirsiniz, bizi her yere çekinmeden çaðýrabilirsiniz, koþa koþa geliriz ve hizmet ederiz… Halkýn
%90’ýnýn sizden nefret etmesini dert etmeyin, biz
onlara raðmen sizin sadýk uþaklýðýnýzý yapmaya
devam edeceðiz… Meclis’teki 340 oyun söylediði
þey budur!
Ama bundan daha önemlisi, ordusuyla siviliyle Türkiye oligarþisinin bu davranýþý artýk ka-
Unutturulan Gazze’de Soykýrým Yaþanýyor
Lübnan ateþkesinin kirli pembe havasýnda Ýsrail'in Gazze'deki soykýrýmý gizlenmeye, unutturulmaya çalýþýlý
yor.
Bugün 1,3 milyon Filistinli, Ýsrail'in kuþatmasýyla hapis. Birçok Filistinli Ýsrail'in günübirlik hava va kara
saldýrýlarýnda öldürülüyor. Doktorlar, 25 Haziran'dan bu yana toplam 262 sivilin öldüðünü, bin 200 sivilin de
yaralandýðýný belirtiyor. Ýsrail uçaklarý, Gazze'ye 250'den fazla operasyon düzenledi. Ýki enerji santralý, üç
bakanlýk yýkýldý. Filistinlilere ait 120'den fazla bina yok edildi. Elektrik þebekesinde 1,8 milyar dolarlýk maddi
zarar meydana geldi ve 1 milyondan fazla insan içme suyundan yoksun kaldý. Batý Þeria ve Gazze, ekonomik
olarak çökmüþ durumda. Reel gelirler 2006'da en az üçte bir oranýnda azaldý ve nüfusun üçte ikisi yoksul.
Eski göz doktoru ve Gazze'nin belediye baþkaný Ebu Ramadan, "Gazze bir hapishane. Ne insanlarýn ne de
mallarýn Gazze'yi terk etmesine izin verilmiyor. Ýnsanlar açlýktan ölmeye baþladý bile." Dr. Ebu Ramadan,
Ýsraillilerin turunçgil bahçelerinin yüzde 70'ini güvenlik bölgeleri oluþturma bahanesiyle yok ettiðini söylüyor.
Ýsrail tarafýndan düzenlenen bir hava saldýrýsý sonucunda bir elektrik enerjisi istasyonunun yok edildiðin ve
böylelikle enerji kaynaðýnýn yüzde 55'inin kaybedildiðini belirtiyor. Ýsrail, vergi gelirlerini dondurduðu gibi, mallarýn Gazze'ye giþini de engelliyor. Gazze halkýnýn üçte ikisi iþsiz ve üçte biri kamu kesiminde çalýþýyor.
Sonuçta, Ýsrail iþgali ve Batý ambargosu, Gazze'deki herkese kesilen ortak ceza. Üstelik Lübnan’daki
“ateþkes” ortamýnýn bulanýklýðýnda Gazze felaketi görmezden geliniyor, Gazze unutturuluyor.
sosyalist barikat
hiçbir zaman var olmayan þu hayalet devletin egemenliði “tesis edilecek!”
Bütün bunlarýn bir iþgal baþlangýcý olduðunu
görmemek için kör olmak gerekir. Bütün bunlarýn Hizbullah’a saldýrý amacýný taþýdýðýný görmemek için kör olmak gerekir. Ayrýca zaten
ABD’nin BM temsilcisi de ikinci bir planlarýnýn
olduðunu gizlemiyor. Öte yandan, halkýn neredeyse yüzde yüzünün Hizbullah’ý desteklediði bir
bölgeyi “güvenli” hale getirmenin tek yolu, oradaki yerleþim alanlarýnýn ortadan kaldýrýlmasý,
bizdeki orman yakma-köy boþaltma taktiðine
benzer biçimde bölgenin insansýzlaþtýrýlmasýdýr.
Bugün söylenen bütün yumuþak sözlerin,
yemin billah edilerek altý çizilen “Hizbullah’la çatýþýlmayacak” garantilerinin tümü de anlamsýzdýr, gerçeðin karþýsýnda parçalanýp gidecektir.
Lübnan’ýn bu bölgesi Hizbullah’a aittir ve Filistin
direniþiyle yakýn temasta olan bu bölgenin Ýsrail
için “güvenli” hale getirilmesinin tek yolu, Hizbullah’ý vurmaktýr. Bu, tek yoldur; çünkü Ortadoðu topraklarýnýn bu parçasýnda Hizbullah dahil hiçbir direniþçi gücün ehlileþme, uysallaþarak Ýsrail katillerine karþý mücadele etmekten
vazgeçme ihtimali yoktur. Ne Hizbullah, ne Hamas, ne de bölgenin diðer güçleri Siyonizmle savaþmaktan geri durma lüksüne sahip deðillerdir.
Sonuç olarak, adý ne olursa olsun bu emperyalist askeri güç, eninde sonunda kalýcý bir iþgal
gücüne dönüþmek, bölgenin direniþçi güçlerine
saldýrmak zorundadýr. Bu da aslýnda genel ABD
planýna uygundur. Çünkü bu planýn bütün ekseni, bölgenin direniþ güçlerinin ezilmesi ya da
satýn alýnarak ehlileþtirilmesi üzerine kuruludur. Yani neresinden bakýlýrsa bakýlsýn bu giriþim, Ýsrail’in yapamadýðýnýn uluslararasý emperyalist güçler tarafýndan yapýlmasý amacýna yöneliktir. Üstelik bu kez, Ýsrail kadar bölgeyi taný-
7
“Beyrut’a deðil Kandil’e” gönderme hevesini güdenler de, halkla savaþýlarak bir yere varýlamayacaðýný eninde sonunda öðrenirler.
“Maç seyretme” konusunda ise söylenebilecek tek þey, sefil bir sahtekarlýk içinde olduklarýdýr. Katliam bütün hýzýyla sürerken parmaðýný
bile oynatmayanlarýn böyle sözler söylemeleri utanç vericidir.
Sonuç olarak Türkiye’nin de heveslendiði uluslar arasý güç projesi, eninde sonunda hüsrana uðrayacak bir iþgal projesinden baþka bir þey
deðildir ve kim bu projenin içinde yer alýrsa o,
mutlaka hezimete uðrayanlarýn arasýnda olacaktýr.
Sürekli Dayanýþma
Sürekli Enternasyonalizm
Bugün, tezkerenin çýkmasýyla birlikte her þey
bitmiþ deðildir. Türkiye devrimci hareketi ve emekten yana anti-emperyalist güçlerin yapabilecekleri çok þey vardýr. Her þeyden önce direnen
Filistin ve Lübnan halklarýna olan desteðin devamlýlýðý son derece önemlidir. Lübnan ateþkesinin gölgesi altýnda kalan Gazze faciasýný unutturmamak, kesintisiz bir biçimde Filistin davasýný desteklemek ve anti-emperyalist anti-siyonist
kampanyayý sürdürmek bugün artýk daha fazla
acildir.
Bütün bunlar için Hizbullah’a sempati duymak gibi saçmalýklara da gerek yoktur. Çok kirli bir geçmiþe sahip olan Saddam’ýn bile Türkiye
solunun sýnýrlý bazý kesimlerinde hafif bir sempati görmesi düþünülürse, Hizbullah için bu uyarý daha anlamlýdýr. Ayrýca, Hizbullah’ýn antisiyonist savaþýna destek vermenin Türkiye’deki
dinci gruplarla özel bir yakýnlýk geliþtirmeyi gerektirmediði de ortadadýr. Esasen doðru olan tutum, emperyalizme ve siyonizme tepki duyan emekçilerin tümüne -hangi dini inanýþa sahip olurlarsa olsunlar- doðrudan, onlarýn dini-siyasi
temsiliyetlerini dikkate almadan gitmek ve bu
duygularý devrimci duygulara çevirmektir. 2006
Türkiye’sinde bunu yapmak mümkündür, hem
de çok mümkündür.
Özel olarak devrimci sosyalist hareket, Ortadoðu halklarýnýn devrimci dayanýþmasýný her þeyin üstünde tutmakta ve bunu stratejik bir görev
olarak görmektedir. Türkiye devrimi, Ortadoðu
devriminin ayrýlmaz bir parçasýdýr. Bunu hiç unutmuyoruz ve enternasyonalizmin ýþýklý yolunda yürüyoruz.
sosyalist barikat
lýcý ve meþru kýlma amacýdýr. Türkiye, açýkça bu
coðrafyada ABD askeri olarak hizmet vermeyi
“normal” bir devlet politikasý haline getirmek ve
halký buna ikna etmek istemektedir. Hizbullah’la
çatýþýlýp çatýþýlmamasýnýn, bütün o kabadayý laflarýn ötesinde asýl önemli olan gerçek budur. Oligarþi, böylece Rice’nin kurulacaðýný hayal ettiði
“yeni Ortadoðu”da tuttuðu safý görünür biçimde
iþaretlemiþtir. Öyle ki, askerin gerçekten gönderilip gönderilmemesi, sayýsý, görevi, vs. de artýk
önemli deðildir. Türkiye, niyetini ve tutumunu
ortaya koymuþ; bu coðrafyadaki bütün çatýþmalarda ABD ve Ýsrail saflarýnda yer alacaðýný ilan
etmiþtir. Dolayýsýyla bu, baþka lejyonerliklerin
de kapýsýnýn açýlmasýdýr. Örneðin bu noktadan
sonra Ýran’a karþý yapýlacak bir harekatta da
Türkiye’nin yer almasý mümkündür. Kaldý ki zaten þu anda da Hizbullah’ý ve Filistin i vuran Ýsrail hava kuvvetlerinin pilotlarý Konya’da eðitim
görmekte, Ýncirlik’ten Ýsrail’e lojistik destek verilmekte ve bir dizi anlaþma ile sýký fýký iliþkiler kurulmaktadýr. Yani bu esasen baþlamýþ bir süreçtir.
Ýþin asýl önemli olan noktasý burasýdýr. Yoksa
“Hizbullah’la çatýþýlýrsa geri çekiliriz” gibi ucuz
kabadayýlýklarýn ciddiye alýnýr bir tarafý zaten
yoktur. BM kararlarýnýn baðlayýcýlýðý bir tarafa,
zaten Hizbullah’la çatýþmak da öyle pek akýllýca
bir iþ deðildir. Uluslararasý güç daha Hizbullah’a
karþý ilk silahý patlattýðý anda kendisini büyük
bir kaosun içinde bulacaktýr. Hiç tanýmadýðý bir
bölgede, hangi evden ne zaman ateþ açýlacaðýný
bilmeyen bir durumda bu birlik bir süre sonra
halkla savaþýr hale gelecektir. Türk ordusunun
halkla savaþma gelenek ve deneyimi bilinmektedir gerçi ama bu iþin Lübnan’da yapýlmasý o kadar kolay deðildir.
Ayrýca, “büyük devlet” olma, “maçý kale arkasýndan izlememe” gibi ucuz edebiyatlarýn da bir
hükmü yoktur. Türkiye, Ortadoðu bölgesinde orta boy bir yeni-sömürge ülkedir ve anti-emperyalist anti-oligarþik bir devrimle emperyalistler ve
iþbirlikçileri kovulmadan da bundan büyük,
bundan fazla bir þey olmayacaktýr. Uþaklýk yoluyla “büyüme”nin mümkün olmadýðý þimdiye
dek binlerce kez kanýtlanmýþtýr. Bugün Washington’un övgüsünü alanlarýn da yarýn için garantileri yoktur. Daha þimdiden yedek kulübesinde hazýrlamaya baþladýklarý yeni aktörleri yarýn ortaya sürerler ve bugün sarhoþluðun zirvesinde olanlar daha birkaç yýl önce siyaseten ceset haline getirilmiþ olan meslektaþlarýnýn yanýný boylarlar. Yeni-sömürge siyasetinde iþler böyle yürür. Yani büyük siyasetçi, büyük devlet
kavramlarý oynaktýr, geçici mutluluklardýr. Öte
yandan “büyük” olmanýn formülünü Lübnan’da
deðil de Kürtlerin ezilmesinde bularak orduyu
8
S. YILMAZ
Emperyalizmin Taþeron Savaþ Mekanizmasý:
birleþmiþ milletler “barýþ” gücü
Barýþ Gücü’nün Ortaya Çýkýþý
Barýþ Gücü’nü öncelikle kendini nasýl tanýmladýðýna bakalým. Dünyanýn herhangi bir
bölgesinde çatýþma ertesinde varýlan ateþkes
antlaþmasýnýn uygulanmasýný saðlamak ve denetlemek amacýyla oluþturulan BM barýþ güçleri, ilerleyen yýllarda deðiþen koþullara paralel olarak çok çeþitli görevler üstlenmiþlerdir. Ayrýca
bugün tipik bir barýþ gücü, pek çok ülkeden gelen asker ve polisin yaný sýra, seçim denetleme
uzmanlarý, mayýn temizleme uzmanlarý, insan
haklarý gözlemcileri, iletiþim uzmanlarý gibi
farklý kategorilerden oluþmaktadýr. Barýþ Gücü,
Birleþmiþ Milletler Güvenlik Konseyi tarafýndan
oluþturulur. Barýþ Gücü’nün görevleri, gücü,
süresi bu konsey tarafýndan belirlenir. Operasyonun bütçesini ise Genel Kurul oylar.
Resmi olarak Birleþmiþ Milletler’in kendi
söylemiyle genel iþleyiþi böyledir. Yani, çýplak
gözle bakýldýðýnda masum, tek derdi “barýþ” gibi gözüken bir yapý ortaya çýkmaktadýr.
Oysa madalyonun öbür yüzü hiç de böyle
deðildir. Öncelikle Barýþ Gücü denilen yapý, kuruluþundan bu yana belli amaca hizmet etmektedir. Barýþ Gücü, II. Emperyalist paylaþým savaþýndan sonra 51 ülkenin katýlýmý ile kurulan
ve sosyalist blok ile kapitalist blok arasýnda
dünya çapýnda bir uzlaþma zemini iþlevini yüklenmesi umulan Birleþmiþ Milletler þemsiyesi
altýnda çalýþmaktadýr. Ancak BM’nin bir uzlaþma zemini olma iþlevi daha ilk andan itibaren
sosyalist barikat
Son haftalarda Türkiye ve dünyada gündem
çok hýzlý yaþanýyor. Son bir aydýr sokaklar canlanýrken, sistem cephesinde iþbirlikçiliðin en
iðrenç örneklerini birlikte gözlemliyoruz. ABD
emperyalizmi Büyük Ortadoðu Projesi-BOP temelinde Ortadoðu’yu çýkarlarý doðrultusunda
yeniden biçimlendirmek için saldýrýlarýný olaðanüstü ölçüde yoðunlaþtýrmýþ durumda. Ýsrail
bu sürecin en vahþi ve saldýrgan iþbirlikçi-kukla devleti olarak öne çýkýyor. Ýsrail’in en son
Lübnan’daki direniþ dinamiklerini ortadan kaldýrmak için giriþtiði saldýrý baþarýya ulaþamayýnca, bir yandan tepkileri dindirmek bir yandan da Ýsrail’in yarým kalan iþlerini tamamlamak için BM Barýþ Gücü devreye sokulmaktadýr.
Lübnan’a gidecek olan “Barýþ Gücü”nün
taþlarý þekillenirken tartýþmalar da hýzlý bir þekilde devam etmektedir. Avrupa’da Ýtalya ve
Fransa bu göreve talip olurken, baþta Türkiye
olmak üzere diðer ülkeler de onlardan geri kalmýyor. Barýþ Gücü’nün Lübnan’a barýþý saðlamak için gittiði söylense de, emperyalist efendiler her aðýzlarýný açtýðýnda açýk ya da örtük biçimde Hizbullah’ýn silahsýzlandýrýlmasýndan
dem vuruyor.
Tam da bu noktada, Lübnan’a barýþ götürme iddiasýnda olan BM’nin Barýþ Gücü’nün
gerçekten bu misyona sahip olup olmadýðýna,
geçmiþteki deniyimlerin de ýþýðýnda bakmak gerekiyor.
9
100 binden fazla insanýn sakat kalmasýna seyirci kaldý. Ayrýca bunlarýn masrafý da milyarlarca dolarý buldu.
1994 yýlýnda Barýþ Gücü askerleri, Orta Afrika ülkesi olan Raunda’da Hutular tarafýndan,
Tutsi nüfusuna karþý iþlenen katliamda bir þey
yapmamýþ, 100 gün içinde 1 milyon kiþi öldürülmesinde kýlýný bile kýpýrdatmamýþtýr. Önce
Almanya, sonra Belçika iþgalinden sonra 1962
yýlýnda baðýmsýzlýðýný ilan eden Ruanda’da üç
kabile vardýr; Hutular, Tutsiler ve Pigmeler.
1994 yýlýnda yaþanan olay, Hutularýn Tutsileri
katletmesiyle baþlýyor. O yýllarda ülkede bulunan Birleþmiþ Milletler askeri gücünün komutaný, Kofi Annan’a durum bildiriliyor. Amerikan
emperyalizminin de baskýsýyla, Birleþmiþ Milletler askeri gücüne “size saldýrýlmadýkça hareket etmeyin” emri veriliyor. Daha sonra 10 tane
Birleþmiþ Milletler askeri öldürülüyor ve Birleþmiþ Milletler ülkeden çekilmeye karar veriyor.
Hutularýn Tutsilere yönelik yaptýðý katliam 100
günde 1 milyon kiþiye varýyor. Birleþmiþ Milletler’in “barýþ” misyonu bir kez daha boþa çýkmýþ
oluyor.
Birleþ Milletler, 1995 yýlýnda Bosna Hersek’te Srebrenitsa’da Sýrplar tarafýndan yapýlan
katliama müdahale etmemiþ yüzlerce insan can
vermiþtir. Tarih: 11- 17 Temmuz 1995, Yer: Doðu Bosna’da Sýrbistan sýnýrýna yakýn Srebrenitsa kenti. Bölge BM askerlerinden Hollanda askerinin kontrolü altýndadýr. 50 bin Boþnak bu
birliðe sýðýnmýþtýr. Sýrplarýn esir aldýðý 30 Hollandalýya karþý 50 bin Bosnalý Sýrplara teslim edilmiþtir. Sonuç ise tecavüz, katliamdýr… Kaçamayan 7 bin kiþi birkaç gün içinde katledilmiþtir. Binlerce çocuk, kadýn, erkeðin oluþturduðu
toplu mezarlar.
Birleþmiþ Milletler Barýþ Gücü, Sudan’da 21
yýldýr süren iç savaþý izlemiþ, buraya müdahale
sosyalist barikat
oldukça zayýf olmuþ, daha çok baþta ABD olmak üzere emperyalist güçlerin saldýrganlýklarýný örtülemek için kullandýklarý bir araç iþlevi
görmüþtür. 1945 yýlýnda kurulan Birleþmiþ Milletler’de 5 ülkenin (Çin, ABD, Ýngiltere, Fransa
ve SSCB - þimdi Rusya-) veto hakký bulunmaktadýr. Üye sayýsý 192 olan Birleþmiþ Milletler,
barýþý korumak adýna ulusal kurtuluþ savaþlarý baþta olmak üzere emperyalistlerin çýkarlarýna ters düþecek her türlü durumda saldýrgan
roller üstlenebilmiþtir. Özellikle reel sosyalizmin 1990 baþlarýndaki çöküþüyle birlikte
BM’nin bu niteliði belirgin biçimde ortaya çýkmýþtýr. BM bünyesinde çalýþan birçok emperyalist kurum ve kuruluþlar bulunmaktadýr. IMF,
Dünya Bankasý, WTO gibi kurumlar emperyalizmin ekonomik baský aygýtýný oluþtururken,
Barýþ Gücü de bu sistemin askeri ayaklarýndan
birisidir. Böyle kurumlarla kendini gizleyen emperyalizm, son yýllarda dünya halklarý tarafýndan daha iyi tanýnmaktadýr. Emperyalist sömürüyü, katliamý, zulmü gizlemeye artýk bu kurumlarýn da gücü yetmemektedir.
Konumuza dönersek, BM Barýþ Gücü çok istisnai durumlar dýþýnda emperyalist sömürgeciliðin, iþgal ve denetim altýna alma amacýnýn araçlarýndan biri olmuþtur. Dünya barýþýný korumak yalaný ile her defasýnda insanlarýn karþýsýna çýkan Barýþ Gücü, ilk ‘görev’ini Kore’de
gerçekleþtirmiþtir.
ABD, Ýngiltere, Fransa ve Türkiye askerlerinin de yer aldýðý Birleþmiþ Milletler Barýþ Gücü,
Kore’yi iþgal etmiþ ve ülkeyi ikiye bölmüþtür.
Kore ne barýþa kavuþmuþ, ne özgür olmuþtur.
1967 ve 1974 yýlýnda Birleþmiþ Milletler Barýþ Gücü, Ýsrail’i korumak için Ortadoðu’dadýr.
Özellikle Mýsýr-Ýsrail, Suriye-Ýsrail savaþlarýnda
Ýsrail’i korumak için görev üstlenmiþlerdir.
Barýþ Gücü askerleri Kongo’da barýþý korumaktan öte, oradaki yerli kýzlara tecavüzlerle anýlmaktadýr. Kongo’da yapýlan araþtýrmaya göre
aralarýnda küçük yaþta çocuklarýn da bulunduðu 59 Kongolu kadýnýn fuhuþ ve tecavüz sonucu Uruguay ve Fas ordularýnýn mensuplarý
tarafýndan hamile býrakýldýðý belirtilmiþtir. Ayrýca çaresiz ve aç olan 14 yaþýndaki bir kýz çocuðunun 1 ya da 2 dolar veya 2 yumurta karþýlýðýnda bir barýþ gücü askeri tarafýndan cinsel tacize uðradýðý, maðdur kýzýn askeri daha sonra
teþhis ettiði belirtilirken, ayný kýzýn 3 dolar ve
bir paket süt karþýlýðýnda bir baþka asker tarafýndan bir kez daha tacize uðradýðý belirtilmiþtir.
BM barýþ güçlerinin ismi daha önce de Kamboçya, Somali, Bosna ve Etyopya’da cinsel taciz
ve istismar olaylarýna karýþmýþtý.
Barýþ Gücü, Angola’da iç savaþý izlemekle
yetinerek, 500 binden fazla kiþinin ölmesine,
10
etmeyerek 2 milyon kiþinin ölmesine seyirci
kalmýþtýr.
Yukarýda sayamadýðýmýz birçok ülkede görev alan Barýþ Gücü’nün derdi hiçbir zaman
barýþ olmamýþtýr. Aksine, emperyalist sömürünün rahat hayata geçirilmesi için, emperyalizmin önündeki engelleri düzleyen bir araç olduðudur.Birleþmiþ Milletlerin yetkililerinin söylediklerine göre, 2005’te 124 barýþ gücü askerinin çatýþma, kaza ve salgýn hastalýklardan ölmüþtür. 2006’da ise ölen Barýþ Gücü askerinin
en az 32 olduðu belirtilmektedir.
Barýþ Gücü’ne baðlý olarak, þu anda dünyada 72 bin asker ve 15 bin sivilin görev yaptýðý
belirtilmektedir. Diðer taraftan Barýþ Gücü birliklerine asker gönderen ülke sayýsý 108’dir. Önemli bir ayrýntý olarak ise Barýþ Gücü askerlerinin 1978 yýlýndan bu yana Lübnan’da görev
yaptýðý belirtilmektedir.
Barýþ Emperyalizmle Gelmeyecek
Emperyalist hegemonyanýn olduðu dünyada
kan hiçbir zaman durmamýþtýr, durmayacaktýr.
Çünkü, emperyalizmin derdi kaný durdurmak
deðildir. Tam tersi dökülen kanlar, ortalýða yayýlan cesetler üzerinden kârýna kâr katmaktýr.
Hal böyle olunca, baþta Barýþ Gücü olmak üzere emperyalist kurumlarýn bütün söylemleri
koskocaman bir yalan duvarýndan ibarettir. Bu
kurumlarýn iþleyiþi sürdüðü sürece dünya
halklarý tehlike altýndadýr. Bu tehlikenin yok edilmesinin tek yolu da, emperyalizmin iþgal altýnda tuttuðu bölgelerden defedilmesi, emperyalist-kapitalist sistemin dünya proletaryasý ve
ezilen halklarýn enternasyonal mücadelesiyle
yok edilmesidir.
Dünyanýn çeþitli yerlerinde emperyalizmin askeri saldýrýlarýnda görev almaya soyunan TC bugüne
kadar 63 bin 686 Türk askerini 13 kez yurt dýþýna
görev yapmaya göndermiþtir.
Kore ile baþlayan macera, Somali, Bosna Hersek, Adriyatik Denizi, Arnavutluk, Iran-Irak, Kuveyt,
Doðu Timor, Gürcistan ve Afganistan’da devam etmiþtir.
- Tugay seviyesindeki bir birlikle Kore Savaþý’na
katýlan Türk askerleri, 1950 yýlýnda baþladýðý emperyalistlere hizmetini 1953’de tamamlamýþtýr. Kore’de,
toplam 52 bin Türk askeri görev almýþtýr.
- Somali’de, 1993-1994 yýllarýnda Ümit Operasyonu adý altýnda 1 mekanize bölük (300 asker) görev almýþtýr. Daha sonra, 28 Þubat Postmodern darbesinin baþ aktörü Çevik Bir buradaki BM Barýþ Gücü’nün komutanlýðýný yapmýþtýr. Emperyalizme yaptýðý bu hizmetler içinde yükselmiþtir.
- Bosna-Hersek’te, Birleþmiþ Milletler Barýþ Gücü (UNPROFOR) Harekatýnda görev kuvveti olarak
1464 kiþi, 18 uçak, Aðustos 1993’ten Aralýk 1995’e
kadar görev yapmýþtýr. Daha sonra NATO harekatý
olarak 1995’ten Aralýk 2004’e kadar bir tugay görev
yapmýþtýr.
- Türk askerleri eski Yugoslavya hava sahasýnýn kontrolü için tesis edilen ‘’Deny Flight’’ harekatýna ise Ýtalya’da konuþlandýrdýðý bir F-16 filosuyla katýldý.
- Adriyatik Denizi’nde düzenlenen SHARPGUAR harekatýna (NATO harekatý) Temmuz
1992’den Ekim 1996’ya kadar
Türkiye’den 18 firkateyn, muharip
gemi, 2 denizaltý, 4 akaryakýt gemisi
ve yaklaþýk 5 bin personel katýldý.
- Arnavutluk’ta yaþanan olaylar üzerine, bu ülkeye yapýlacak insani yardýmlarýn daðýtýlmasý amacýyla baþlatýlan ALBA Harekatý, Nisan 1997’den Aðustos 1997’ye kadar devam etmiþtir. Harekata, Türkiye’den, 779 kiþiden oluþan 1 deniz piyade tabur
kuvveti katýlmýþtýr.
-Ýran-Irak Harekatýnda, dönemler halinde 10’ar
asker personel, BM harekatýna katýlmýþtýr.
-Kuveyt’te Irak’ýn saldýrýsýndan sonra, BM Harekatý olarak, dönemler halinde 75 Türk askeri görev
yapmýþtýr.
-Doðu Timor’da, Þubat 2000’den Mayýs 2004’e
kadar dönemler halinde 8 subay görev yapmýþtýr.
-Gürcistan’da, AGÝT Harekatý olarak, Þubat
2000’den Aralýk 2004’e kadar 10 subay görev almýþtýr.
-Afganistan’da, Uluslararasý Güvenlik ve Yardým
Harekatý olarak 2002’den 2005’e kadar 3 bin 350
asker görev yapmýþtýr.
-Son olarak AB tarafýndan Kongo Demokratik
Cumhuriyetinde 30 Temmuz 2006’da yapýlan seçimlerde, bölgedeki BM Çokuluslu Barýþ Gücü’ne
destek vermek amacýyla 15 askeri
personel görev aldý.
-Makedonya’daki silahlý militanlarý silahsýzlandýrmak için
NATO’nun Aðustos 2001’de
baþlattýðý Essential Harvest harekatý için oluþturulan çokuluslu
tugaya, Türkiye, bir bölük timi ile Aðustos ve Ekim 2001 tarihleri arasýnda katýlmýþtýr.
sosyalist barikat
Birleþmiþ Milletler'de Türkiye'nin Macerasý
11
BETÜL ALTINDAL
bütünlüklü insan,
yeni insan
baðlamýnda kadro- II
1. Katýlýmcý: Belki Betül yoldaþýn söylediklerini biraz þöyle toparlayabiliriz. Aslýnda kadro
sorunu dediðimiz þey, insan sorunu, insana
yaklaþým sorunu… Ýnsanýn doðadaki anlamý, yeri, bugünü, geleceði ve tabii geçmiþiyle baðlantýlý olarak, ona nasýl bakýyoruz? Aslýnda Marksizm
bir insan hareketi. Ýnsanlýðýn bütününün hareketi. Evet proletarya hareketi deriz ama proletarya ile baðý yalnýzca onun içinden çýktýðý için deðildir; ancak proletarya, bütün insanlýðý kurtarabilecek dinamiðe sahip olduðu için Marksizm
onun hareketidir. Bu anlamda Marksizm bir insanlýk hareketi. Ýnsanýn bütün varoluþ dinamiklerinin açýða çýkarýlmasý hareketi. Bunu sadece
bir sýnýfý kurtararak da yapamazsýnýz. Ýnsanlýðýn
tümünü kurtarabildiðiniz ölçüde, gerçekten, insanýn bütün varoluþ dinamiklerini, sahip olduðu
dinamikleri açýða çýkarabilirsiniz. Bu anlamda
proletarya, sadece kendisini kurtarmayacak, ayný zamanda burjuvaziyi de kurtaracak kendi zincirlerinden. Onlar için de insan olma zeminlerini yaratacak.
Doðal olarak bugün baktýðýmýzda, özellikle
henüz iktidarýn alýnmadýðý ülkelerde, insan sorunu esas olarak bir kadro sorunu olarak karþýmýza çýkýyor. Özellikle devrimcileþme, devrim sorunu olarak ortaya çýkýyor. Aslýnda þöyle bir çeliþki var, bir paradoks var. Biz savaþa karþý çýka-
rýz ama savaþmak zorundayýzdýr. Ýnsanlýðýn savaþmadýðý bir dünya yaratmak istiyoruz ama ayný zamanda bunu savaþarak yaratmak istiyoruz.
Bütünlüklü bir insan yaratmak istiyoruz ama
bugün bunun zeminlerinin olmadýðý bir yerde iþe baþlýyoruz. Yani kapitalist toplumda ne kadar
çabalarsanýz çabalayýn, bir insanýn kendisinin
sahip olduðu bütün olanaklarýn, bütün dinamiklerinin özgürce açýða çýkarýlmasý mümkün
deðildir. Bütünlüklü insan dediðimiz þey ne? Sahip olduðunu düþündüðünüz, bütün insani özellikleri olumlu tarzda açýða çýkarabilecek zeminlere sahip olmak ve bunu yapabilmektir. Bütünlüklü insan budur aslýnda, baþka bir þey deðil. Yani, komünizm bu anlamda tam bir özgürlüktür. Müzisyen ya da baþka bir þey mi olmak
istiyorsunuz, toplumla hangi üretim içinde bað
kurmak istiyorsanýz öyle bað kurabileceksiniz.
Bu sadece eðitimle, üretimle ilgili bir þey deðil.
Ýstisnasýz doða ve insanla kurduðunuz bütün iliþkiler tümüyle özgürlükçü bir temelde olacaktýr. Ama bugün kapitalist toplumda yaþýyoruz ve
bütün bunlarýn mümkün olmadýðýný biliyoruz.
Devrimci kadro burada geleceðin insanýnýn bir
prototipini temsil ediyor.
Örneðin direniþçi kiþilik dedik, komünizmde
bu anlamda bir direniþçi kiþiliðe gerek yok. Çünkü, orada özel olarak didiþeceðiniz, vuruþacaðý-
sosyalist barikat
Hatýrlanacaðý gibi 43. sayýmýzda Betül Altýndal yoldaþýn geçen yýl düzenlenen bir seminerdeki sunumunu vermiþtik. Bu
sayýmýzda da ayný sunumun devamý olarak geliþen seminer tartýþmalarýný ve diðer konuþmalarý veriyoruz. Bu bölümde
de Betül yoldaþýn katkýlarý bulunmaktadýr ve tabii yine cümle düþüklükleri konuþma dilinden kaynaklanmaktadýr.
12
sine saldýrýr, “bu ne-þu ne” diye sormaya baþlar.
“Bu ne” diye sormasýný kimse öðretmez ona. Ýnsan olmanýn doðasýnda zaten merak etme ve öðrenme var. Eðer biz öðrenme konusunda isteksizsek, bu tümüyle içinde yaþadýðýmýz toplumsal
koþullardan kaynaklanýyor. Düzen bizi köreltiyor. Ufacýk bir bebek bile o isteði taþýrken, yirmi
yaþýna gelmiþ hayatta daha çok sorumluluklar
yüklenmiþ insan hiçbir þey öðrenmek istemiyor,
okumuyor, hayata ilgisiz, otobüse binip iþe gidip
bilmem ne kadar çalýþýp geri dönmek dýþýnda
hiçbir þey bilmiyor. Bu düzenin verdiði bir þey.
Oysa devrimci olma iradesi baþka bir þeydir.
Burada aslýnda sorun þu, devrimci olacaðým diyorsun, devrimciliðin iyi bir þey olduðunu biliyorsun ama bunun gereklerini yerine getirmiyorsun. Ýnsan neden böyle davranýr? Çoðunlukla süreç þöyledir: Kapitalist toplum iliþkileri sürekli bize bir þey dayatýr ve biz bir çok þeyi isteksizce yaparýz. Yani çok sýký sýkýya sahip çýkmayýz. Devrimcilik ise tümüyle gönüllü yapýlan bir
þey. O zaman senin devrimcilik karþýsýndaki tutum düzen içinde yaptýðýn þeylerden farklý olmak
zorundadýr. Kimse seni zorlamýyor. Seni sendeki
insani özellikler zorluyor, yönlendiriyor. Halbuki
düzenin sana dýþsal bir sopasý var, üç defa iþe
geç gidersen seni iþten atarlar. Ama ayný insan
devrimci çalýþmada bir yere gitmemeyi hiç kötü
bir þeymiþ gibi algýlamýyor. Biraz üzüntü duyuyor, o kadar. Niye? Gönüllü. Oysa sen, özgürce,
gönüllüce yaptýðýn bir iþe çok daha fazla sahip
çýkmalýsýn. Biz her þeyden önce bunu yerleþtirmek zorundayýz.
Devrimci Kadro: Eylem Adamý
Öte yandan devrimcilik, her þeyden önce
Marx’ýn da söylediði gibi, bir düþünme iþidir ama
ayný zamanda ve esas olarak da yapma iþidir.
Devrimci insan sadece sokaktaki pratik anlamda deðil, söylediði her þeyi yapmak zorunda olan
bir insandýr. Politikadaki, felsefedeki tam karþýlýðý eylemle teorinin birleþtiði noktadýr ve bu tam
da devrimci kadrodur. Bunun somut, cisimleþmiþ halidir. Ýnsanlar onunla yürürler, örgütü de
onunla tanýrlar, sosyalizmi de onda görürler, istisnasýz her þeyde bu vardýr.
Öncü kiþilik, aslýnda kurtuluþçu olmanýn çok
böyle öteki yüzüdür. Onun dolaysýz sonucudur.
Eðer kurtuluþçuyum diyorsan, ben bu ülkenin
kaderine el koydum, bu ülkede söz sahibiyim,
benim iradem var ve yoldaþlarýmla, hareketimle
birlikte, bu ülkenin kaderini deðiþtireceðim diyorsan öncü olacaksýn. Yoksa, kýyýsýnda durayým, köþesinde durayým diyemezsin. Tabii ki, kýyýsýndan, köþesinden katký sunan insanlar olacak ama biz kadrodan söz ediyoruz. Kadro ise
öncü tutum demektir. Aldýðýn görev ne olursa olsun, bir taþýn bir yere kaldýrýlmasý kadar basit
olsa bile önce sen elini atabilmelisin. Onun için
sosyalist barikat
nýz insanlar yoktur. Önder kiþilik, öncü kiþiliklere gerek yok. Aslýnda komünist toplum bütün
bu kavramlarý aþmýþtýr. Herkes kendi çapýnda
öncüdür orada. Katacaðý bir þey varsa katar, yapar. Oysa bugün o toplumda herkeste varolan
nitelikler özel olarak devrimcilerde cisimleþiyor.
Hani halkýn bizden beklentileri vardýr, “devrimciydi ama þunu yaptý, yapmamalýydý” derler. Aslýnda haklýdýr adam, çünkü devrimcinin özel bir
misyonu var. Sen, geleceði bugünden temsil ediyorsun. O, iç güdüsel olarak bunu anlar, senin
ifade ettiðin þeyleri teorik olarak ne kadar ifade
edemez belki, yaþlý bir kadýn, bir iþçi vs. sana
bunu doðrudan ifade edemez ama bunlarý söylediðinde sana dönük ciddi beklentileri oluþur.
Örneðin baþkasýnýn hakkýný yememekten söz edersin, ama sen bunu yaparsan bu onun için
çok büyük bir felakettir. Baþkasý birinin hakkýný
yediðinde o kadar ses çýkarmaz belki ama sen
bunlarýn olmadýðý bir dünya yaratmaktan söz etmiþsen ve ayný hatayý yapmýþsan bunu çok kolay affetmez, unutmaz. Ýþte az önce ifade ettiðimiz, ideolojik yetkinleþme, sürekli geliþme çabasý, örgütlü olma iradesi vb. bu anlamda gelecek
toplumda yaþayacaðýmýz kimi özellikleri baðrýnda taþýyan, hatta hemen hemen tümünün temel
özelliklerini baðrýnda taþýyan ama bugüne özgü
yanlar içeren tanýmlamalar, özelliklerdir.
Aslýnda bir devrimciyi en iyi tanýmlayan kavram kurtuluþçuluktur. Bugünkü devrimcinin en
temel özelliði budur. Devrimci, kurtuluþçu kiþiliktir. Kendisini ne kadar kurtarmýþ olmasýndan
baðýmsýz olarak, kurtuluþ için yola çýkmýþ insan
tipidir. Yani bütün bu düzenin özelliklerinden,
kirinden, pasýndan, olumsuzluklarýndan kendini kurtarma iradesini koymuþ insandýr. Ben
devrimci olacaðým dediðinde bunlarýn hepsinden
kurtulmuyorsun belki ama bu irade var demektir. Bütün bunlarý da “kurtuluþçu kiþilik” baþlýðý altýnda toplayabiliriz. O yüzden herkes aðlayýp
sýzlayabilir ama bir devrimcinin sýzlanmasýnýn
temeli yoktur.
Kimi zaman iþte “þu olmadý”, “bu olmadý” gerekçelerini duyarýz. Yani kendi hatalarýný, kurtuluþçu kiþilikten uzaklaþarak gerekçelendirme
halidir bu. Oysa ideolojik yetkinleþme ve sürekli
geliþme çabasý, örgütlü devrimci olma, eylem insaný olma, kararlýlýk, disiplin, önder kiþilik, öncü kiþilik, direniþçilik, emekçilerle birlikte olma,
vb. konularýnda devrimcinin bir bahanesi olamaz. Bunlarý yapmamanýn bahanesi yoktur. Hayýr, sen artýk “kurtarýlmasý gereken” bir insan
deðilsin, öyle olmadýðýný iddia ediyorsun. Bu ülkenin kaderinde benim sözüm var diyorsun. Öyleyse þikayet etme hakkýn yok, sadece yapma
hakkýn var, yap. Ve bunlar yapýlabilir þeylerdir.
Gerçekten biraz baktýðýmýzda, henüz ne sosyalist, ne komünist olan küçücük bir bebekte bile tipik bir geliþme görürsünüz. Doðar ve çevre-
13
Yeniden Direniþçi Kiþilik Üzerine
Direniþçi kiþilik… Aslýnda arkadaþlar, sokakta, kavgada, direniþçilik daha kolay. Hatta þubede, cezaevinde bile daha kolay. Kanýmca önemli
olan ailenle iliþkilerinde devrimci olabilmek, direniþçi olabilmek, onlar karþýsýnda uzlaþmaz olabilmek, iþ karþýsýnda uzlaþmaz olabilmek,
kendinle olan mücadelende uzlaþmaz ve direniþçi olabilmek, bu çok daha önemli bir þey. Asýl
kritik düðümler burada atýlýyor. Sokak ise zaten
bir çarpmadýr. Adamla karþý karþýyasýn, kavgaya giriyorsun, o sana yumruk atýyor, sen ona
yumruk atýyorsun, orada zaten ya kaçacaksýn
ya kavga edeceksin, bir çarpýþma noktasý var. Ama onun öncesi çok daha önemli. Sen hayatýn
düðüm noktalarýnda direniþçi bir tutum geliþtirebiliyor musun, önemli olan o. Bu iþte seni iten
ve çeken kuvvetler var. Ýten kuvvet daima zayýf
bir kuvvettir. Devrimci hareket, iktidarý alýncaya
kadar en güçlü olduðu düzeyde bile düzen karþýsýnda aslýnda maddi açýdan, kapsayýcýlýk açýsýndan daha zayýftýr. Düzen dediðin þey, içinde
hareket ettiðin þeydir. Yani sen, denizin, deryanýn içinde bir gemide gidiyorsun. O zaman asýl
sorun sende bitiyor. Bütün seni kuþatan þeyler
karþýsýnda “gerçekten ben doðru bir yerde duruyorum ve mutlaka bunu daha ileriye taþýmalýyým” diyebiliyor musun, diyemiyor musun? Sorun burada. Direniþçi kiþiliðin bu anlamda en
sorunlu yaný da budur. Biz düþmanla, sokak çatýþmalarýnda, þurada burada hiç yenilmedik, yenilsek bile aslýnda orada yenilmiþ sayýlmayýz,
öncesinde bir yenilgi zaten var; öncesinde kendi
içerisinde kararlaþamama, iradeni netleþtirememe sorunu var. Güçlü bir direniþçilik ortaya koyamama var.
2. Katýlýmcý: Tamamlamak için þu söylenebilir: Bilmediðimiz ve yaþamadýðýmýz ama hazýr olmamýz gereken dönemler de var. Yani, herkesin
yýlgýnlýða düþtüðü, teslim olduðu, mevzileri býrakýp kaçtýðý, okuldaysak, fabrikadaysak grevi kýrdýðý, yapayalnýz kaldýðýmýz anlar var. Direniþçi
kiþiliðin asýl böyle bir istikrara sahip olmasý gerekiyor. Yani herkesle birlikte ve her zaman di-
renirken zafer dönemlerinde deðil, her dönemde,
her yerde ve her zaman bütünlüklü bir istikrara
sahip kiþiliðin ifade edilmesi gerek diye düþünüyorum.
1. Katýlýmcý: Ayrýca, son bir nokta olarak da
kitlelerden öðrenmek ve öðretmek dedik. Bu hayati bir þey aslýnda. Ýnsan sosyal bir varlýk ve
bütün davranýþlarýnýn bütün sonuçlarý kurduðu
sosyal iliþkilerde ortada çýkýyor. Saðýndaki solundaki insanlarla ve esas olarak da o steril devrimci ortamda deðil, sokaktaki vatandaþla, yurttaþla kurduðu iliþkide aslýnda devrimciliðin anlamý ortaya çýkýyor. Sen devrimci bir kurumda
düzgün davranabilirsin de, sokakta baþka bir adam olursan, bir anlamý yok. Ya da kendin düzgün cümleler kurup da sokaktaki adamýn daha
geri tutumu karþýsýnda böbürleniyorsan, “bunlar ne kadar cahil adamlar” diyorsan, orada iþ
bitiyor. Cehaleti nesnel bir durum olarak tanýmlamak ayrý bir þey ama bundan kendine paye çýkarmak noktasýnda bir tavýr alýyorsan, aslýnda
çok az þey öðrenmiþsin demektir. En azýndan insanlarla iliþki noktasýnda, devrimcilik noktasýnda çok az þey öðrenmiþsin demektir. Herkesten
öðrenebiliriz arkadaþlar. Kitlelerden öðrenmek
dediðimiz þey, öyle laf olsun diye söylenmiþ bir
þey deðil. Hepimiz bir hayat yaþýyoruz ve bu hayattan çeþitli deneyimlerle geliyoruz. Hayatýn
toplamý da bu deneyimlerin toplamý aslýnda. 6070 yaþýndaki insandan dahi öðreneceðimiz çok
þey var. Köyde yaþamýþ, büyümüþ insandan öðreneceðimiz çok þey var. Yeter ki, iyi bir gözlemci olalým ve doðru sorular soralým. Onun hayat
deneyiminden çok þey öðrenebiliriz. En azýndan
bulunduðu yörenin geliþim seyrini öðrenebiliriz.
Bizim hareketimizde böyle bir risk de vardýr daima, þöyle iþ yapacaksýn, þöyle vuracaksýn, þöyle kýracaksýn ama ne için? Yani bütün bu yaptýklarýnýn sonuçta hepsinin tek bir amacý var, o
da emekçileri kazanmak! Yani biz bütün bunlarý emekçilerle daha iyi bir iletiþim kurmak için,
emekçilere kendi fikirlerimizi, örgütlülüðümüzü
daha güçlü aktarabilmek için yapýyoruz. O yüzden emekçilerden kopan, bütün çalýþmasýnýn odak noktasýna emekçileri örgütlemeyi, emekçilere devrimci düþünceleri taþýmayý ve onlarý devrimci eylemin içine çekmeyi koymayan bir devrimci, devrim yapamaz. Bir devrim hareketi örgütleyemez. Bu türden devrimcilerin olduðu yapý, bir protesto hareketi olur. Emekçileri özne
yapan bir devrim hareketi olamaz. MRTA’nýn çok
güzel bir sloganý vardý: “silahlarla ve kitlelerle…”
Silahla kitleyi birbirine baðlayan, tek bir cümle
içerisinde yapmak istedikleri þeyin bütün özetini veren bir slogan bu. Demek ki, öncelikli sorunumuz daima emekçilerin örgütlenmesidir, onlarýn mücadeleye kazanýlmasýdýr.
Aradýðýmýz bütünlük bunlarýn bütünlüðü as-
sosyalist barikat
yaratýcý bir çaba geliþtirebilmelisin, daha iyi yapýlmasýnýn araçlarýný, yollarýný bulabilmelisin.
Yapýyorum olmuyor, gidiyorum olmuyor, neden?
Çünkü, sen bir devlet memuru gibi çalýþýyorsun,
o yüzden olmuyor.
Böylece yine devrimci olmanýn anlamýný kavramýyoruz. Sen gönüllü yapýyorsun, iradeni koyuyorsun, diyorsun ki, tamamen kendi içsel isteklerimle bu iþi yapýyorum diyorsun ama çaba
harcamýyorsun. Normal bir iþ yerinde çalýþýr gibi, 8 saat gözlerimi kaparým vazifemi yaparým,
sonucu ne olursa olsun diye düþünürsen, elbette sonuç çýkmaz.
14
ri dönen bir mücadeledir o. Bu anlamda çok büyük deneyimler de biriktirmiþtir.
Che bu konuyu özel olarak ele aldýðý için daha fazla bilinir, daha fazla kafa yormuþtur, ekonomizme ve kendiliðindenciliðe karþý mücadele
vermiþtir. Yani, sosyalizmin ekonomik koþullarýný yaratmak yetmez. Sosyalizm, irade ile yapýlan
birþeydir. O yüzden irade vurgusu güçlüdür sosyalizmde. Sovyet ekonomizmine karþý özel bir
vurguyu ifade eder ama biz bu ifadeyi günlük yaþamýmýzdan da çýkarabiliriz. Che “siz sosyalist ekonomik bir alt yapý yaratabilirsiniz ama bu sosyalist insaný yaratabildiðiniz, yaratabileceðiniz
anlamýna gelmez. Bunun için özel bir çaba, bilinç, örgütlülük ve mücadele gerekir” diyor; “insandaki o geri yanlarý aþabilmek, insanýn daha
rafine, daha nitelikli, daha paylaþýmcý, dayanýþmacý bir karakter kazanmasý için özel çaba harcamak gerekir” diyor.
Bunu kendi pratiðimizde de görebiliriz. Bir insan bizim herhangi bir çalýþmamýzda yer alýyor
diye, herhangi bir kurumumuza geliyor diye, iyi
insan olmaz. Sizin karþý karþýya olduðunuz insanla özel bir faaliyet yürütmeniz gerekir. Bu sadece bir eðitim çalýþmasý ile olmaz. Bütün tutumlarýmýzda o öncü kiþilik orada gereklidir. Bütün tutumlarýmýzla onu deðiþime zorlamak, onu
deðiþmeye zorlayacak bir atmosfer yaratmak zorundayýz. Yoksa siz, Sovyet revizyonizminin düþtüðü hataya düþersiniz. “Biz herkese ekmek veriyoruz, güzel de yaþýyorlar, daha ne olabilir, karný tok, sýrtý pek, otursun sosyalist olsun, yaþadýðý koþullarýn deðerini bilsin”, hayýr, öyle olmuyor... Pekala üç gün sonra o koþullar bir biçimde, manipülasyonla vs. gidiyor.
Yani bir insan kurumlarýmýza geliyor, biz ona
daha eþitlikçi davranýyoruz, daha iyi davranýyoruz demekle olmaz. Sizin kurumlarýnýzdaki iç iþleyiþinizden, onun demokratik, kapsayýcý niteliðinden tutalým, eðitim çalýþmalarýnýza, kullandýðýnýz hitap biçimlerine kadar her þey, insanlarýn
deðiþmesi için, farklýlaþmasý için önemlidir; siz
ancak böyle bir çabayla, özel bir emek harcayarak bir insaný deðiþtirebilirsiniz. Ancak, o zaman
örgütlülükten söz edilebilir, yoksa bir kurumda,
dört duvarýn arasýnda bir arada durarak, kimi
genel geçer çalýþmalarý yaparak ne kurum olursunuz, ne de örgütlü çalýþmadan söz edebilirsiniz. Che’nin bugünkü karþýlýðý, Che’nin Sovyet
revizyonizmine yönelttiði itirazýn karþýlýðý budur.
Yani çalýþmalarýnýzýn her bir anýný, yan yana geldiðiniz yoldaþlarýnýzýn her anýný, gerçekten mücadelenin sorunlarýyla, doðru ve düzgün bir insan olmanýn görevleriyle birlikte yoðurabilmektir. Che, bunu söylüyor aslýnda. Bu anlamda
Che’nin itirazlarý sadece Sovyet revizyonizmine
yöneltilmiþ itirazlar deðildir. Sovyet revizyonizminin bir biçimde benzerini uygulayan herkes için
geçerlidir ya da o hatalara þu ya da bu düzeyde
sosyalist barikat
lýnda. Bu olabilir mi? Evet olabilir arkadaþlar.
Yeni hayatýný kaybetmiþ bir yoldaþýmýzdan söz
ettik: Erdal Altýnöz. Erdal Altýnöz, 19 yaþýnda ve
yoksul bir köylü çocuðu. Köyleri de kent merkezine yakýn. Üniversiteyi kazanýyor. Yaklaþýk 1 yýldýr, Giresun’da okuyor. Kýsa sürede oranýn yerli
insanlarýyla iliþki kuruyor. Onlardan kimileri ile
çalýþmalarý baþlatýyor. Onun dýþýnda, derginin
daðýtýmýný saðlýyor, tüm kurumlara götürüyor,
býrakýyor. Bu arada günde 12 saat de kitap okuyabiliyor. Bunlarýn hepsini birlikte yapýyor, çok
istekli, çok canlý, bir yandan teorik çalýþma da
yapýyor. Gençlik dergisine yazý yazma sorumluluðunu alýyor, sonuçta devrimci iradeyi koyuyor,
kendisini her cephede var etmeye, her cephede
güçlendirmeye çalýþýyor. Aslýnda böyle birçok örnek gösterebiliriz. Bunu böyle anlamak lazým.
Sonuç itibariyle sadece þu ya da bu konuda yetkin insanlar deðil istediðimiz. Yani çok kitap okursun, çok þey bilirsin ama devrimci çalýþmada,
emekçilere bunu taþýmada hiçbir aktiviten yoktur. O zaman çok anlamlý deðil. Tamam bir insanýn kendisini geliþtirmesi önemli. Bunu mücadelenin içine taþýmýyorsan, pratiðe uygulamýyorsan, hepsi yetersizdir, tek yönlü geliþmeye neden
olur. Ya da eylem adamý olursun ama emekçilerle karþý karþýya geldiðinde iki kelime söyleyemezsin, sana yiðit, cesur, mert derler ama bir yandan da sadece kýrmayý dökmeyi biliyordu, ne
derdini anlatabiliyordu, ne baþka bir þey yapabiliyordu da derler.
Çok yönlü bir geliþmede genç arkadaþlar bunu çok yoðun hissedeceklerdir, evde size karþý
tutum da deðiþecektir. Sen evinde saat 10.00’a
kadar yatarsan, çalýþmadýðýn halde, diyecek ki,
“devrimcilikten bahsediyor ama akþama kadar
yatýyor.” Ama sen sabah kalkýp önüne kitabý
koyduðunda, tabii yine çarpýþma olacaktýr ama
içten içe sana karþý tutum deðiþmeye baþlayacaktýr: “Çalýþmýyor, iþ bulamýyor ama çocuk oturup okuyor!”
Ana romaný aslýnda bu konuda çok çarpýcý bir
örnektir. Pavel’in önceleri annesi ile olan iliþkisi
çok kötüdür ama içkiyi býrakýr, annesiyle iliþkilerini düzeltir, ona karþý saygýlý davranmaya baþlar, sonra baþka þeyler arka arkaya gelir ve ana
onun destekçisi olur. Biz bunu, kýsacasý her yerde ve her cephede bütünlüklü uygulayabilirsek,
bütünlüklü insan olma çabasýnýn sýký bir takipçisi olursak sonuçlarýný kesin bir biçimde görürüz.
Che ve Mao’ya deðinilmiþti. Mao’nun kadro
sorununda söyledikleri, yazdýklarý oldukça önemlidir, deðerli deneyimlere dayanýr. Uzun yýllarý savaþ içerisinde geçmiþ bir insandýr. Her þeyden önce bir “uzun yürüyüþ” vardýr ki, muhteþem bir olaydýr. 12 bin kilometrelik bir yürüyüþtür bu. Yüzbin - ikiyüzbin kiþi ile baþlayýp, on
bin kiþi ile biten ve ardýndan 6 milyon kiþi ile ge-
15
3. Katýlýmcý: Arkadaþlarýmýz, kadro olmanýn
temel niteliklerini koydular ortaya. Bunlar, olmazsa olmaz koþullar. Ama galiba kadronun asýl
özelliklerini, hangi alanda çalýþýrsa çalýþsýn kadronun nitelikleri üzerinde durmak, bunu açmak
gerekiyor. Bugün Türkiye devrimci hareketlerinin geldiði duruma da bakarsak, bundan payýmýzý ve etkilenmelerimizi hepimiz alýyoruz. Ama
biz bir iddiada bulunuyoruz, bir irade gösteriyoruz. Kitlelerin nezdinde devrimcilere karþý sarsýlan güveni yeniden ve yeniden oluþturacak örgütlülüðe ihtiyacýmýz var. Ben bunu sürekli devrim gibi bir þey olarak görüyorum. Bu niteliklerin baþýnda da Mahir’in etik tutumu vardýr. Etik
davranabilme, ikincisi bilimsel düþünebilme, üçüncüsü ihtilalci olma.... ihtilalci ruha sahip olma, zaten gerek direniþçi, gerek kurtuluþçu, her
yönüyle niteliði kapsýyor da gibi geliyor bana.
Dördüncüsü ideolojik formasyona sahip olma, onun üzerinden yükselebilme, onu zenginleþtirebilme, hayata diyalektik bakabilme. Bütün iliþkilere, bütün yaþama, örgütlülüðe ve mücadeleye, diyalektik bakabilme, ona göre yaþamayý öðrenme ve öðretme. Bütün bunlarý da kapsayan
bir noktada örgütlü davranabilme. Ýnsanlýðýn getirdiði bir birikim var. Bunu devrimciler inkar etmez. Önemli olan, dürüst nitelikleri, doðru nitelikleri, devrimci mücadeleyle, Marksizm-Leninizmle buluþturabilmektir.
Tabii ki toplumun bütününü düþündüðümüzde kiþiliði geliþmemiþ demek daha doðru. Ama birikim de var bu arada. Yoksa tarih boyunca ne mücadele süreçleri, ne de devrimciler olurdu. Ýþte bu olumlu niteliklerle buluþabilmek, o
güveni karþýlýklý kazanabilmek son derece önemli. Devrimciler üstün insanlar deðil. Devrimciler
farklýlýklar taþýyan insanlar. Devrimci sosyalist
hareket de diðer pek çok yapýnýn kültüründen,
bugün emekçilerin güvenini kýran davranýþlardan kopuyor. Yeniden yapýlanma sürecimizde bu
güveni yeniden saðlayabilmek önemli. Yoksa emekçilerden soyutlanmýþ, marjinalleþmiþ, kendi
kendine yeten bir cemaat olmaktan öteye gidilemiyor bir türlü.
Ayrýca, kadronun dili de çok önemlidir. Kaba,
uzak, hayatýn gerçeklerinden kopuk olmamalýdýr
ve deðildir de. Tam tersi hayatýn içindedir, hayatýn içinde üretir ve dilini kendi deðerlerini oluþturarak kullanýr. Nasýl davranýþlarýmýza son derece önem veriyorsak kullandýðýmýz dil de bununla bütünlüklü bir þeydir. Kadro adaylarý az
önce belirli ölçülerde saymaya çalýþtýðým kriterleri yakalamaya çalýþan bir yerden geliþtirmeye
çalýþmalý. O yüzden hiçbir biçimde bugüne kadar getirilen birikimi yabana atmamalýyýz, küçümsememeliyiz, biz onunla bütünleþen, onu
yükselten bir yerden gitmeliyiz. Savaþçý bir süreç
bizi bekliyor. Komünizm baþka bir þey, zaten komünist insan, sosyalist insan bugünden yaratýlan insan dedik. Sovyetler Birliði’nin çöküþü, orada kültürel devrimin yaratýlamamýþ olmasý,
bürokrasinin ya da statükoculuðun aðýrlýk kazanmasý, vs. insanlýða bir deneyim, bir birikimdir. Dolayýsýyla bunu on kiþilik iliþkilerle de, emekçilerle giderek büyüyen tüm iliþkilerimizde
de görmeli ve yaratmalýyýz. Bizi böyle bir gelecek
bekliyor, buna zorunluyuz yoksa gecikiriz diye
düþünüyorum.
Yabancýlaþmayý Kýrmýþ Ýnsan…
4. Katýlýmcý: Ýnsan diðer canlýlardan farklý olarak üretimiyle birlikte ortaya çýkýyor. Yani insan, bilinçli üretimiyle, doðaya müdahalesiyle
kendi varoluþunu inþa ediyor. Bu yaratma süreci içerisinde farklý aþamalardan geçerek kapitalizme kadar geliyor. Þimdi, kapitalizme kadar geliþ süreci içerisinde insanýn þöyle bir gerçekliði
var. Ýnsan doða denen ortamda yaþýyor ve ona
çeþitli þekilde müdahale ederek, ekip biçerek,
hayvan yetiþtirerek bir þekilde yaþamýný sürdürebiliyor. Kapitalizmle birlikte insanýn doðaya olan müdahalesi en üst boyuta ulaþýyor. Doðayý
istediði gibi þekle sokabilir, ona tam anlamýyla
hakim olabilir ve o anlamýyla insan iradesi cüretiyle, bilimiyle, toplumsal geliþimi ile dünya üzerinde birçok þeyi deðiþtirebilir hale gelebiliyor.
Þimdi artýk bu noktada insanýn kendi iradesiyle,
kendi üretimiyle, kendi bilinciyle birçok þeyi yapabileceðine dair bir gerçeklik var. Ve bu gerçeklik üzerinden insan kendi gücünü görmüþ durumda. Kapitalizmle birlikte baþlayan bir aydýnlanma süreci var. Kapitalizmin ortaya çýkýþý devrimci, olumlu bir karakter taþýyor ve bu ortaya
çýkan aydýnlanma insana bir rol veriyor. Toplumsal yaþamýný, tanrýsal buyruklarýn hücresine
hapsederek deðil, kendi bilimiyle, kültürüyle, sanatýyla inþa ederek bir toplumu oluþturabilir gibisinden bir atmosfer yaratýyor. Sosyalizm, aydýnlanma geleneðinin zincirine eklenen bir halka
olarak buna son noktayý koyacak. Ýnsan, kendi
emeðiyle, kendi bilinciyle, kendi üretimiyle, sýnýfsýz bir toplumu, sömürüsüz bir toplumu yaratabileceði anlamýyla aydýnlanmanýn en üst noktasýný meydana getiriyor.
Buna karþýn kapitalizm ise yabancýlaþmayý
üretmeye baþlýyor. Çünkü, varolan insan iradesine karþý, insanýn bu duruþu, sömürü sistemini sürdürebilmesi için yabancýlaþma, insanýn
kendi üretimine yabancýlaþtýrýlmasý, kendi ürettiðinden uzaklaþtýrýlmasý, kendi ürettiðinin düþmaný haline getirilmesi sistemi iþliyor.
Günümüzde gelinen bu noktada postmoder-
sosyalist barikat
düþen herkes için geçerlidir. Che’nin yoldaþlarý
olmak istiyorsak o zaman, demek ki, çok örgütlü bir çaba, çok özel emek harcayan, özel olarak
yoðunlaþan bir kadrolaþma faaliyeti söz konusu
olmak zorundadýr.
16
nedir? Toplumda sýradan bir insan gibi yaþayýp
giderek sürüleþiyorlar. Kapitalizm ne emrederse
onu yapmaya baþlýyor. Onun gibi üretiyor, onun
gibi yaþýyor, onun gibi tepkiler veriyor. Oysa bizim kadrolaþma dediðimiz þey, ayný zamanda bizim doða karþýsýnda insan olarak düþünsel niteliðimiz karþýsýnda yeniden öðrenmemizi, saðlýklý
tarzda insan olmanýn gerekliliðini yerine getirecek tarzda üretmemizi gerektiriyor.
Bu bir sorundur aslýnda. Biz her þeye farklý
bir pencereden bakýyoruz. Bu durum bazen toplumla iliþkiler kurmamýzý zorlaþtýrabiliyor. Ýnsana anlatmaya nereden baþlasam diyorsun, yani
adam baþka bir dil konuþuyor, sen baþka bir dil
konuþuyorsun, farklý iki dünyanýn insaný olarak
karþý karþýya geliyorsunuz. Oysa bizim dilimizi
de ortaklaþtýrabileceðimiz, temas kurabileceðimiz en temel nokta, pratik. Yani, o insanýn üretim pratiði üzerinden, o insanýn yaþam pratiði üzerinden ortak dili de tutturabiliriz, ortak düþünceyi de tutturabiliriz. Ortak bir yerlere gitmek, ortak bir yürüyüþü örgütlemenin, örmenin
kanallarýný açabiliriz. Bu bizim için, insanlarý insanlaþma mücadelemize katabilmek, o noktada
temas kurabilmek için en temel geçerli halkadýr
diye düþünüyorum.
5. Katýlýmcý: Sunumu yapan arkadaþ baþka
siyasi yapýlarýn ne yaptýðýnýn bizi ilgilendirmemesi lazým dedi. Fakat, yaþadýðýmýz koþullarda
diðer siyasetlerdeki arkadaþlarýn yaptýðý yanlýþlýklar þöyle ya da böyle, halk tarafýndan genel olarak devrimcilere mal ediliyor. Böyle bir yerden
baktýðýmýzda bu söylem ne kadar doðru olur?
Betül Yoldaþ: Bunu genel olarak aslýnda ideolojinin insaný belirlediði, ideolojinin yansýmasýnýn, insanýn hayattaki pratiðini açýklarken alt
baþlýklardan biri olarak söyledik. Aslýnda evet,
genel olarak A bölgesinde çalýþma yaptýðýnýzda, o
bölgede bizden önce çalýþma yapan siyasetlerin
eksikleri ve hatalarý genel olarak gündeme gelir.
Ancak, burada asýl vurgu, baþta bahsettiðimiz
bizi diðerlerinden ayýranýn ne olduðu noktasýndadýr. Biz savaþ örgütüyüz, savaþçý kadrolarýz,
kurucu kadrolarýz; bu anlamda A siyasetinin insanýnýn herhangi bir kahveye girdiðindeki konuþma tarzýyla benimki ayný olmaz. Benim yayýný daðýtma tarzým, B siyasetinin insaný ile ayný
olmaz. Benim emekçilerle kuracaðým bað, C siyasetiyle ayný olmaz. O yüzden onun bu iþleri yaparken pratik hayattaki ördükleri de beni baðlamaz. Asýl vurgu buna idi. Ama gerçekten devrimcilerin yaptýðý hatalar genel olarak herkesi
baðlar, hepimizi geri düþürür. Bunu aþacak yöntem, beni diðerlerinden ayýran, devrimci sosyalistleri diðer siyasetlerden ayýran bir tarzýn pratikte kendini ifade etmesidir. Bunu ifade ettikçe
durum deðiþecektir.
sosyalist barikat
nizm dediðimiz durum ile birlikte artýk kapitalizm, bu yabancýlaþmayý en üst noktasýna götürüyor. Ýnsanýn hiçbir þey yapamayacaðýný, ister
örgütlü olsun, ister örgütsüz olsun, istek tek baþýna olsun, ister dünyanýn tüm bilincine sahip
olsun hiçbir þey yapamayacaðýný, yani varolan akýþa hiçbir müdahalede bulunamayacaðýný konusunda bir kaderciliði getiriyor. Ortaçað skolastiðine benziyor. Ortaçað döneminde (ki postmodern süreç, Marksistler tarafýndan ikinci ortaçað süreci diye tanýmlanmaktadýr) din her þeyi
belirlemektedir, biz bunun dýþýna hiçbir þekilde
çýkamayýz, hiçbir þekilde müdahale edemeyiz,
sadece tapýnmakla yetinmek zorundayýz denilir.
Postmodernizm, ayný þeyi farklý bir tarzda söylüyor: kapitalizm mutlaktýr, egemendir, tanrýnýn
yerine kapitalizm geçmiþtir, onun gidiþatý karþýsýnda bizim yapabileceðimiz hiçbir þey yoktur,
varolan bütün denemeler, sosyalizm vb. hepsi
insanlýða hüsran getirmiþtir…
Devrimcilik ise, bunun tam tersidir. Devrimci
insan, kapitalizm koþullarýnda yaþar, ancak bu
koþullar içerisinde kendisine dayatýlan, kendisine empoze edilen, çocukluðundan beri kafasýna
sýkýþtýrýlan bütün, bilgi, bilinç, davranýþ özellikleri, kalýplar, kültür, hepsini karþýsýna alýr, cephe alýr ve bunlarýn hepsini kendi iradesi ile yapar. Bu elbette tekil kiþilerin iradesi deðildir,
hem o vardýr ayný zamanda örgütlü irade de vardýr. Diyalektik bir bütündür, karþýlýklý birbirini
etkileyen bir bütün, iþte bu noktada bizim kadrolaþma dediðimiz, yeni insan dediðimiz sorunun asýl özüne geliyoruz. Bizim aslýnda yaptýðýmýz þey, kadrolaþma, sosyalist insan olma dediðimiz þey, Ernesto Che Guevara gibi olmak dediðimiz þey ayný zamanda savaþma aygýtýdýr. Çünkü, kapitalizm bizi insan yapan, bizim en temel
insani özelliðimizi, bilincimizi hayata geçirme dediðimiz þeye, bizi insan yapan niteliðe yabancýlaþtýrmayý dayatýyor. Onun propagandasýný yaparak, toplumu, insanlýðý köleleþtirmeye çalýþýyor. Biz ise, insanýn ürettiði deðerler üzerinden,
birikim üzerinden, kültürel, sanatsal, sosyal, siyasal birikimin üzerinden yeni bir dünyanýn yaratýlabileceðini, sömürüsüz bir dünyanýn yaratýlabileceðini, bunun insanýn kendi emeðiyle yaratýlacaðýný söylüyoruz; bilgimizle, bilincimizle doðaya, topluma, her þeye müdahale ediyoruz, müdahale etmenin tarzýný ve örgütünü geliþtiriyoruz, bilincini yaratýyoruz.
Bu bilinç ayný zamanda insani varlýk oluþumuzun bir gereðidir. Çünkü, biz insan olarak,
doðayý, toplumu, endüstriyi, vs. deðiþtirecek güce, bilince, yeteneðe sahibiz. Bu yeteneklere sahip olduðumuz ve uyguladýðýmýz zaman biz insan oluyoruz. Ýnsan dediðimiz bütünlüklü þeye
yaklaþýyoruz. Bunu baþaramadýðýmýz oranda, uzaklaþtýðýmýz oranda insanlýðýmýzdan uzaklaþýyoruz. Solculuðu býrakan insanlarý görüyoruz,
17
Betül Yoldaþ: Aslýnda bu konuya baþka bir
noktadan baþlamalýyým. Geçmiþ süreçlerde de
hâlâ da devrimci hareketlerde becerikli insanlarýmýz vardýr. Bu insanlar ideolojik formasyon ya da
yarýný örecek kadroyu bugünden oluþturan insanlar olarak geliþmeyen insanlardýr. Bu noktada
asýl iþ, örgütlenmeyle, örgütün o kadrolarýn geliþmesini saðlayacak mekanizmalarý yaratýp yaratamamasýyla ilgili bir durumdur. Niye bu kadar çok
darlar? Niye bu kadar çok bu eksikliklerle devrimci hareketlerin içinde bu kadar çok yer alabilmiþler? Arkadaþlar, hepimiz eþit düzeyde yetiþmiyoruz, eþit düzeyde geliþmiyoruz. Devrimci hareketlere çok farklý kanallardan, çok farklý yollardan, çok farklý hayatlardan geliyoruz. Ama bizi
birleþtiren ve sonuçta bu pratik içinde yetkinleþtiren bir yol var. Bu yola girdiðimizde aslýnda sunumun en baþýnda belirttiðimiz “örgüt insaný yaratýr-insan örgütü yaratýr”dan bir baþka kademeye atlýyoruz. Ýliþkilenmeye baþladýðýmýz insanlarý
A bölgesinde iþ yaparken, kendi örgütlülük düzeyinde belirli kademelere çektiðimiz insanlarý geliþme düzeylerini takip edebilmek, bunlarý geliþtirebilmek, bunlarý örgütlü hale getirebilmek ve
onlarý bugünün kurucu kadrolarý haline getirebilmek, sorunumuz bu. Eðer buna uygun mekanizmalarý oluþturamýyorsak, karþýmýza bu tür sýkýntýlarýn çýkmasý çok doðal. Adam bir kahveye
gidiyor, arkasýnda yüz kiþi ile çýkýyor ama o iliþki
deðil. Aslýnda örgütlü bir form kazanamýyor. Aslýnda devrimci harekete yararý yok zararý var bu
kafa kol iliþkilerinin. Bir yere gitmek gerekiyor, acil otobüse ihtiyacýmýz var, adam benim iliþkim
var diyor, alýp gidiyoruz ama bunun bize artýsý
yok, kendi devrimciliðimiz noktasýnda, hayat pratiðimiz noktasýnda eksileri var. Bunun devrime,
örgütlülüðe bir faydasý yok. Sonuçta, aslýnda bütün iþ, kadroyla örgüt, örgütle kadro arasýndaki
mekanizmalarýn, denetleyici mekanizmalarýn kurumsallaþmasý ile ilgili.
1. Katýlýmcý: Aslýnda sorun bir sýkýþmadan
kaynaklanýyor iþ bitirici alanlar noktasýnda. Sýkýþmanýn kaynaðýnda da devrimcilerin, devrimci
hareketin insan zemini yatýyor. Emekçi semtle-
rinden insanlar geliyor ve çoðunlukla oldukça zayýf yetenek ve dinamiklere sahip. Kendilerini geliþtirme konusunda özel bir motivasyonlarý yok,
imkanlarý da yok. Örneðin orta sýnýflar için araba
kullanmak nedir ki! Hemen hemen hepsinin ehliyeti vardýr. Ama bu bir “yetenek” deðil. Sonuç olarak orta zekalý herkesin yapabileceði bir yetenek. Mesela adamýn iki insanla diplomatik iliþki
kurma yeteneði var, iki tane laf ediyor, çok büyük
bir olay oluyor. Adam aslýnda birçok geri özelliklere sahip ama salt bu nedenle “yetenekli” deniliyor. Oysa aslýnda sorun gayet basit: Biz yeteneksiziz!
Demek ki sorun þurada düðümleniyor: Bütünlüklü insan. Yani, her yönde, her cephede
kendisini geliþtiren, bu konuda özel bir motivasyona sahip insanlar olsak, özel bir çaba harcasak
hiç de böyle tiplere ihtiyacýmýz olmaz. Biz kendi
cephemizden sorunu çözebilsek, bu sorun aþýlýr.
Yeteneklerimizi sürekli geliþtirebilsek, en temel
noktalarda formasyonlara sahip olsak bunlarý
kolayca aþarýz. Aslýnda, Betül yoldaþ insan kriterleri diye 4 ana baþlýk altýnda kriterler söyledi.
Bunlar, bütünlüklü insanýn sahip olmasý gereken yanlara dair de bir fikir veriyor. Sizin bir takým yetenekleriniz olacak, yeteneklerinizi geliþtireceksiniz, ailenizle doðru iliþki kuracaksýnýz,
çevrenizle kuracaksýnýz, kitap okuyacaksýnýz vs.
Bunlarý yaparsanýz, aslýnda iþ bitirici görünen ama yine Betül yoldaþýn dediði gibi uzun vadede
zarar veren durumlardan kurtuluruz. Bu “iþ bitirici” adamlar karþýsýnda devrimci hareket çoðu
zaman çocuk gibi davranýr. Özellikle onlarýn o tutumlarýna kanýyorsak. O bize bir-iki þey gösterir.
Bir statü kazanýr, “iyi adam, büyük adam” pozisyonu kazanýr. Bu bizim sýkýþmamýz ile ilgili ve biz
kendimizi geliþtirdiðimiz ölçüde aþýlýr.
Ýrade ve Ýradecilik
7. Katýlýmcý: Baþka bir sorun da þu: Sosyalizmde inþa söz konusu iken insan ve bilinç faktörü çok daha etkin bir noktada. Bundan sonra
komünizme giden bir süreç var. Biz bugün emperyalizm koþullarýnda iradeci yan, volantirist
yan vurgusunu çok fazla ön plana koyarýz ve kadrodan bahsederken hep bu iradeci yana, bu bilinç faktörüne aðýrlýk veririz. Ama öte yandan bizim Marksizm’den öðrendiðimiz bir þey var: üretim iliþkileri bilinci belirler. Yani bilincin ve iradenin ön planda olduðu sürecin bir sýnýrý yok mu?
Komünizmin þu aþamasýnda ya da bu aþamasýnda bu nasýl bir biçim kazanacak? Bu sonsuza kadar gidecek bir þey mi?
1. Katýlýmcý: Þimdi bu kendiliðinden geliþme,
determinizm tartýþmalarý, Leninizm ile birlikte
baþlayan tartýþmalardýr. Lenin volantiristtir, çok
kesindir. Lenin, volantiristtir, iradecidir ama öyle
keyfi veriler üzerinden deðil. Nesnel durum tahlil-
sosyalist barikat
Beceriklilik ve Siyasi Kadro
6. Katýlýmcý: Bir de kadro sorununda “iþ bitiricilik” diye bir kavram var. “Beceriklilik” deniyor
bazen. Bunun kadro kavramýyla karýþtýðý durumlara çok rastladýk. Yani adam çok becerikli, bazý
iþleri çok hýzla yapýyor ama devrimci kadro deðil.
Ýyi araba kullanýyor ama sosyalist deðil, vs… Ama
bu arada konum kazanýyor.
Baþka örnekleri de var. Bir baþka arkadaþýmýzýn bastýðý yerde ot bitmiyor. Ýþe baþladýktan bir
yýl sonra üç kiþi olmuyor. Hatta üç kiþi ise bire iniyor. O da bir kadro tipi. Bu konuda biraz konuþmalýyýz.
18
Komünizm, zaten bu kavramlarý geçersizleþtirecek. Ne partiye, ne kavgaya, ne de devrimcilik kavramýna gerek olacak. O zaman yeni bir literatür yaratacaðýz, yeni bir kavram düzeyine ulaþacaðýz. Ama dünyanýn en ufak yerinde bile
kapitalizm varsa, bizim literatürümüzde devrimcilik olmak zorunda ve savaþkanlýk olmak zorunda.
Ayrýntýlarda Gizli Olan…
8. Katýlýmcý: Kadro deðerlendirmesi yaparken
bazý özellikler saydýk. Öðrenme karþýsýndaki tutum, hayat karþýsýndaki tutum, devrimci çalýþmadaki tutum, iliþkiler ve özel iliþkiler diye. Bu
benim son zamanlarda sorguladýðým bir þeydi,
konuþulmasý iyi oldu. Birkaç örnekle karþýlaþtým. Eminim ki, birçok insan da karþýlaþmýþtýr.
Bir arkadaþ var, öðrenmeye çok meraklý, sorumluluk sahibi bir insan ama özel iliþkilerinde bir
problem var. Örnek vereyim, daha açýklayýcý olacak, bir arkadaþ diyor ki, yemek yediðimizde annemin sofrayý kaldýrmasýna yardýmcý olmuyorum. Ama bir iþçi ailesine gittiðimde ona yardým
ediyorum. Veya bir baþkasý birisini örgütlemek için bir çok zaman harcýyor ama eþine, çocuðuna
ayný zamaný harcamýyor. Ailesi ile iliþkilerinde
sorunlarý var, vb… Bu konuda arkadaþlarýmýz
da ne düþündüðünü söyleyebilir. Bu konuda bir
deðerlendirme yapmak gerektiðini düþünüyorum. Birebir iliþkilerde bunlar önemli diye düþünüyorum. Bunun bir öncelik sýrasý var mý? Nasýl
yapmak lazým?
9. Katýlýmcý: Aslýnda sorunun içinde yanýt da
var. Öncelik sýralamasýyla deðil, bütünlüklü
bakmak… O bütünlükten bir parçayý ayýramazsýn. Bunlar zaaflardýr. Çaba gösterirsek aþarýz.
6. Katýlýmcý: Ama gölge alanlar da var. Adamýn bir þey öðrenip öðrenmediðini oralardan anlayabilirsin. Gölge alanlar nedir? Ýþlerini yapýyordur ama evde çoraplar yýðýlmýþtýr mesela. O
bakýmdan kriterlerin gözlemlenmesi, derinlikli
bakabilmek ile ilgili bir þey.
10. Katýlýmcý: Bazen saydýðýmýz özelliklerin
yansýmalarýný kurumlarda da görüyoruz. Yani
bütünlük meselesini. Arkadaþ iyi, okuyor okumasýna ama kül tablasýný boþaltmýyor ya da kurumun camlarýný düþünemeyebiliyor. Sonuçta,
evlerde de ayný þeyler yaþanýyor.
Betül Yoldaþ: Þimdi aslýnda bu bizim hayatýmýzda direk karþýlaþtýðýmýz bir sorun. Evet, þimdi ben burada bulaþýk yýkýyorum ama evde yemek yedikten sonra o bulaþýk kalýyor. Yýkamýyorum, okumam gereken kitap oluyor, yapmam
gereken iþ oluyor. Ortak bir komün hayatýndaysak, bu iþi çözebiliriz. Ama aile iliþkilerimde ve-
sosyalist barikat
leri yapmýþtýr. Her þeyden önce yaþadýðý ülkeyi,
Rusya’yý iyi anlamýþtýr. Rusya’da kapitalizmin
geliþme özellikleri üzerine kocaman bir kitabý
var biliyorsunuz. Yani önce nesnelliði iyi tahlil
etmeye çalýþmýþtýr, iþçi sýnýfýnýn yaþadýðý koþullarý tahlil etmeye çalýþmýþtýr. Bugün burjuva ideologlarýnýn bize olan saldýrýsý hep þöyledir: “Bunlar nesnel koþullarý göz ardý ediyorlar. Sürekli irade irade diyorlar ama koþullar yoksa irade ne
yapar?” Hayýr, aslýnda öyle deðil, sosyalizm çok
kesin bir biçimde irade ile kurulur ama bu irade
nedir? Sosyalizm, tüm dünyada sosyalizme geçiþin nesnel koþullarý vardýr tahlilinden hareket ediyor. Sýnýrsýz bir üretimin, doðayla barýþýk yaþamanýn ve onu insanca yaþama noktasýna dönüþtürmenin koþullarý vardýr diyor ve gerçekten
herkes bunu çýplak gözle görebiliyor.
Dünyadaki kaynaklar herkese yeter ama bunu yapmak için irade gerekiyor. Her þeyden önce kapitalizm kendi içinde sosyalizmi yaratamýyor, onu emekçilerin iradesi kuruyor. Bu anlamda devrim vurgusu sosyalizmden sonra da devam edecektir. Neden? Bakýn Küba’da yaklaþýk
45 yýldýr, devrimi korumaktan, geliþtirmekten
söz ediyorlar. Bu çok önemli bir þey. Çünkü,
devrimden söz etmek, ayný zamanda siyasetten
söz etmektir. Sosyalist insan, ayný zamanda siyasi insandýr. Sosyalizmin ekonomik uygulamalarý politizasyon yaratýr mý? Elbette yaratýr. Örneðin Sovyetler Birliði’ne çöküþten sonra giden
insanlarýn çok temel gözlemlerinden biri þudur:
Melek gibi insanlar! Misafirperver, candan, paylaþýmcý… Yani o nesnel koþullar, kapitalizme özgü birçok olumsuzluðu ortadan kaldýrmýþ, insanlarýn huyunu suyunu düzeltmiþ. Ancak, sorun o nesnel koþullarýn yarattýðý melek gibi insanlar sorunu deðil, bu dünyada kapitalizm diye bir þey varsa, insanlarýn bir bölümü hâlâ acý
içinde kývranýyorsa, senin Moskova’da ya da Sibirya’da melek gibi yaþaman hiçbir anlam ifade
etmiyor. Sen enternasyonal kurtuluþun savaþçýsý olmak zorundasýn, melek deðil!
Ýþte Che’nin farký orada. Che’nin söylediði bir
þey var, sen dünyanýn herhangi bir yerinde acý
çeken bir insanýn acýsýný yüreðinde hissetmiyorsan sosyalist olduðundan bahsedilemez, devrimci olduðundan bahsedemezsin, diyor. Moskova’da iþler iyi, iyi ama Afrika’da da çok kötü! Ne
yapacaðýz peki? Moskova’daki adam yüreðinde
onu hissediyorsa, bunun mücadelesini veriyorsa, Kübalý devrimciler gibi, 50-100 kiþi Kongo’ya
gidiyorsa, Bolivya’ya gidiyorsa ya da Angola’da
destek çaðrýsý yapýldýðýnda 20-30 bin gönüllü insan savaþa gidiyorsa, o da sosyalizmin kendisidir. Bu insanlar da melek gibidirler. Küba’ya gidenler de söylüyor, insanlar melek gibi olmuþ, ama savaþan melekler. Uykuya yatmýþ, cenneti
yaratmýþ melekler deðil. Sonuçta irade, iradecilik, evet komünizme kadar vardýr.
19
11. Katýlýmcý: Özellikle aile konusunda, aileye yardým ediyorsun ama bir noktadan sonra þu
yüzden týkanýyor, çok diyalog kurduðunda engellemeye çalýþýyor, fýrsat, bu fýrsat diyerek, o
yüzden biraz iliþkiler kopuyor. Mesafe koyuyorsun, çok üzerine gelmesin diye.
Netlik önemli tabii. Net duruþun bir yerden
sonra onlarý duraklatýr ama sürekli koruma iç
güdüsü var; oraya gitme böyle olur, bak eylem olur dayak yiyorlar, þöyle yapma böyle olur. Bir
de yaþýnýn küçük olmasýnýn verdiði problemler
var. Söylemek istediðim bu noktada bir kopukluk var. Netlik veya baþka bir þeyden dolayý geliþen kopukluk deðil, bundan dolayý bir kopukluk
var.
Bütünlük mü? Tamamlanmýþlýk mý?
12. Katýlýmcý: Kafama takýlan bir cümle var,
belki yanlýþ da anlamýþ olabilirim. Arkadaþ, tamamlanmýþ devrimci, bütünlüklü insan Che diyor. Ben Che’nin bütünlüklü bir insan olduðuna
inanýyorum, ki öyledir zaten. Ama “tamamlanmýþ devrimci” noktasýna ben katýlmýyorum.
Çünkü, bir devrimci hayatý bütünlüklü olarak
kavrar. Hayat sürekli ilerler, devrimcinin önüne
yeni yeni olgular, yeni sorunlar çýkartýr, devrimci bunlara karþý kendi penceresinden bütünlüklü bakýþ açýsý geliþtirir. O yüzden tamamlanmýþ
devrimci diye bir þey olmaz, hayatýn sürekli deðiþtiðini, geliþtiðini, devrimci deðerler çerçevesinde ona farklý deðerler yüklemek gerektiðini
bilir ve kendisini de geliþtirmesi gerektiðini bilir.
Che, belki Bolivya’da ölmemiþ olsaydý, kendini
yine geliþtirecekti. Tamamlanmasýnýn sýnýrý yoktur diye düþünüyorum.
Betül Yoldaþ: Aslýnda, arkadaþýmýz çok doðru
noktaya vurgu yapýyor. Orada bahsettiðim iki
söylem var, birincisi bütünlüklü insan, ikincisi
tamamlanmýþ insan… Evet, hiçbir zaman tamam deðil, hiçbir zaman, komünist dediðimiz
insanlarýn da söylediðimiz anlamda tamam olduðu þüphe götürür bir þey. Her zaman yeni bir
þey öðrenmeli, kendini ilerletmeli, toplumu ilerletmeli, sanatýný, kültürünü ilerletmeli. Kapitalizm ise insaný parçalýyor ki, kendi örgütlülüðünü engellesin. Oysa, Che gibi devrimcilerde bu
parçalanmýþlýk yok. Bu, siyaset anlamýnda, devrimci kadro anlamýnda, yapmamýz gerekenler
anlamýnda, bir tamamlanmýþlýk getirir. O yüz-
den Che, böyle özel bir simge.
6. Katýlýmcý: Parçalanmýþlýðýn karþýtý bütünlüktür. Tamamlanmýþlýk baþka bir þey.
Betül Yoldaþ: Tam insan, komünizmin insanýdýr.
3. Katýlýmcý: Sonuçta tamamlanmýþ sözü doðru deðil, bütünlüklü demek daha doðru. “Tamamlanma” mistik noktalarda olur.
1. Katýlýmcý: Arkadaþlar, sonuçta “tamamlanmýþ insan” sözü tek bir anlam ifade eder. Tamamlanmýþ insan sýnýrýna varmýþ insandýr. O
yüzden hayatta böyle bir þey yok. Hayatta tamamlanma diye bir þey yok ama hayatta bütünlüklü olunur. Bütünlüklü olursun, çok yönlü
bakarsýn, hayatý tüm yönleriyle anlamaya ve
kavramaya çalýþýrsýn. Ama tam kavrayabilir misin? Mümkün deðil. O yüzden, insanlýðýn arayýþýnda da bu vardýr. Ama bu deyim yerindeyse
güneþe doðru yürümek gibi bir þeydir. Hiçbir zaman varamazsýn ama hiçbir zaman da vazgeçmezsin. Hayat komünizmde de, daha öncesinde
de sürekli önümüze bir sürü yeni þey çýkarýr. O
yüzden kavramýn o anlamý, bu anlamý yok, bir
tane anlamý var.
7. Katýlýmcý: Baþka tartýþmalarýmýzda da konuþmuþtuk, Marksizm’de kesin tanýmlamalar
yok, önü açýktýr, geliþime açýktýr. Örneðin yüz elli yýl önceki proletarya tanýmý doðrudur ama bugün farklý bir proletaryanýn deðiþimini, koþullarýný dikkate almalýyýz.
1. Katýlýmcý: Marksizm’in kendisi hiçbir zaman tamamlanmayacak bir þey. Yeni gerçeklerle, yeni iliþkilerle bütünlenecek bir þey. Bu anlamda kavram karýþýklýðý var ama arkadaþýn sunumunda da baþtan itibaren vurgulanan þey
bütünlüklü insandý aslýnda. O da onun bir parçasý olarak ifade edildi. Ayrýca “devrimci olmayanýn karakteri yoktur” sözü de çok abartýlý bir
söylemdi. Kuþkusuz vardýr ama þu da çok kesindir, çarpýktýr. Kapitalizmin insaný çarpýlmýþ bir
insandýr. Bu bazen fena halde çarpýlmýþ bir insandýr, bazen daha azdýr, kimi insani özellikleri
taþýr. Bir arkadaþýn dediði gibi, insanlýk on bin
yýldýr bugüne kadar bir þey getirmedi deðil. Bir
sürü deðer yarattý, bir sürü güzel þey yarattý.
Bunu kýsmen insanlar kendilerinde cisimleþtiriyorlar. Bunlardan çoðunluk ise habersiz olarak
onu taþýyor. Asýl sorun, yeniden vurgulamak gerekirse eðer, geleceðin, komünizmin referanslarýyla yeni insaný, bütünlüklü insaný yaratmak ve
her gün daha da yetkinleþtirmektir.
sosyalist barikat
ya gittiðim herhangi bir evde bunlarý yapamam.
Bunlarý yapmamam gerekir ama söylediðin nokta ile ilgili, sürekli bütünlüklü bakýþ, tamamlanmýþ insan olmak dedik ya, sosyalist insan da
böyle bir þeydir. Ama ailelerle iliþkiler hep sorunludur. Ailelerle sorunlarý en aza indirmenin
yolu çok net olabilmektir, her gün kavga olabilir
ama siz kendinizi ifade edersiniz. Onlarýn sizi geri çekmesine izin vermezsiniz.
20
E. YAVAÞ
elektrik enerjisi alanýnda
özelleþtirme ilk sinyallerini verdi
Neoliberalizm
karanlýk üretiyor
Enerjinin Yaðmaya Açýlmasý
Teknolojinin ilerlemesi ve artan oranda makineleþme, otomasyon, günlük yaþamýn da karmaþýklaþmasý, enerjiye olan talebi sürekli olarak arttýrmaktadýr. Enerji, ekonomik ve sosyal
geliþim için temel girdilerden birisi durumundadýr. Artan nüfus, þehirleþme, sanayileþme,
teknolojinin yaygýnlaþmasýna paralel olarak enerji tüketimi kaçýnýlmaz bir þekilde büyümektedir. Öte yandan da þu anda kullanýlan temel
enerji kaynaklarýndan olan fosil yakýt yataklarýnýn ömrünün tükenmekte olduðu da söylenmektedir. Yapýlan araþtýrmalara göre kömürün
250, petrolün ise 50 yýllýk bir ömrünün kaldýðý
saptanmýþ durumda. Bu gerçeklik dahi kapitalist sermayedarlarýn enerjiyi daha çok kâr hýrsýyla hoyratça kullanmaktan vazgeçirememiþtir. Aksine azalan enerjinin deðeri daha da çok
arttýðýndan kanlý savaþlar emekçi halka giydirilen bir kefen olmuþtur.
Türkiye’deki enerji politikalarý da uzun süredir emperyalistlerin, onlarýn sözcüleri olan IMF,
Dünya Bankasý, WTO (Dünya Ticaret Örgütü)
gibi kuruluþlarca þekillendirilmekte, neoliberal
politikalar doðrultusunda özelleþtirmeler dayatýlmaktadýr.
Diðer bütün kamusal alanlarda olduðu gibi
enerji sektöründe de kurulu düzen 1980’lerden
sosyalist barikat
Hatýrlanacaðý gibi, 1 Temmuz 2006 günü 13
ilin birden elektrikleri kesilerek karanlýða mahkum edildi. Üstelik bu 13 ilin Bursa, Ýzmir, Antalya, Muðla, Denizli, Aydýn, Uþak, Kütahya
Manisa, Balýkesir, Çanakkale, Eskiþehir ile Ýstanbul gibi yaþamýn en yoðun olduðu iller olmasý da ayrýca üzerinde düþünülmesini gerektiriyordu. Sonrasýnda her zaman olduðu gibi bu
konuda da burjuva medyadan yalan yanlýþ haberler akmakta gecikmedi. Olay, sanki sermayedarlarýn daha çok para/kâr hýrsýndan deðil
de, herkesin futbol izlemek isteyerek elektriðe
aþýrý yüklenmesinden kaynaklanýyormuþ gibi
gösterilmeye çalýþýldý. Ancak bu yalan yenilir
yutulur cinsten deðildi; yani yama tutmayacak
bir delik vardý ortada. Durumu kendileri de anlamýþ olsa gerek ki bir süre sonra olayýn iç yüzüne yönelik birkaç açýklama yapma gereði
duydular.
Asýl mesele elektrik üreten özel firmalarýn
daha fazla kâr hýrsýndan baþka bir þey deðildi.
Ama bu aslýnda çok basit bir durum da deðildi.
Sonuçta olan þey, Türkiye halklarýnýn en doðal
hakký olan ücretsiz ya da çok düþük bir ücretle elektrik enerjisinden yararlanma hakkýnýn elinden alýnmasý anlamýna geliyordu.
Durumu anlayabilmek için biraz geriye dönüp bakmakta fayda var.
21
beri emperyalistler ve onlarýn yerli iþbirlikçilerine peþkeþ çekilmek üzere yeniden biçimlendirilmektedir.
Enerjideki talan 1984 yýlýnda çýkarýlan 3096
sayýlý yasa ile baþladý. Ýþletme hakký devirleri ile baþlayan bu süreçte enerji üretim santralleri
ve daðýtým þirketleri tekellere peþkeþ çekildi. O
günden beri yapýlanlarý kamuoyuna haklý göstermek için çeþitli propagandalar yapýlýyor;
“hýzla artan enerji ihtiyacýný karþýlayacak yeterli kamu kaynaðý olmamasý nedeniyle özel sermayenin sektöre kaynak getireceði” yalanlarý
durmadan pompalanýyor. Oysa zaman içersinde kanýtlanan þey, “kaynak getirmek” bir yana,
özel sektörün devlet kaynaklarý üzerine oturduðu oldu.
Elektrik sektörünün özelleþtirilmesinin yolu
tabii ki öncelikle sektörün idari olarak yeniden
yapýlandýrýlmasýndan yani TEK’in bölünüp, küçültülerek iþlevsizleþtirilmesinden geçmekteydi,
ki bu operasyon 1993 yýlýnda TEK’in TEAÞ ve
TEDAÞ olarak ikiye bölünmesiyle baþladý. Ancak efendiler bununla da yetinmediler ve daha
fazlasýný istediler. Bu doðrultuda TEAÞ, 2001
yýlýnda Dünya Bankasý’nýn verdiði kredilerin ön
þartý olarak Bakanlar Kurulu kararýyla TEÝAÞ,
EÜAÞ, TETAÞ olarak üçe bölündü. Böylelikle
sektörün merkezi planlamayý gerektiren bütünlüklü yapýsý bozularak bir kaos ve yolsuzluk bataklýðý haline getirildi. Uzan ailesini tasfiye etmek için giriþilen operasyonda ortaya çýkarýlan
ÇEAÞ ve KEPEZ yolsuzluklarý hala çok canlý örnekler olarak karþýmýzda durmaktalar. Ki, bütün bunlar sadece bir iç hesaplaþmada ortaya
çýkanlardýr ve diðer þirketlere kimse elini bile
sürmemiþtir.
Yap-ÝÝþlet-K
Kazýkla!
Sonuçta, neoliberal enerji politikalarýndan
türeyen YÝ (Yap Ýþlet) ve YÝD (Yap Ýþlet Devret)
yasalarý çerçevesinde tam bir soygun furyasý elektrik enerjisi sektörünü teslim almýþtýr.
Bu þirketlerin esas iþlevi ise genelde þiþirilmiþ yatýrým maliyetleri ile yüksek tarifeden ürettikleri elektriðin yüzde 85’ini devlete satmaktýr. Sözleþme gereði, devlet bu elektriði fiyatý
yüksek de olsa almakla yükümlü bulunuyor.
Hatta devlet, elektriði almasa da fiyatýný ödemek zorunda. En büyükleri dahil olmak üzere
çoðu doðalgazla elektrik üreten bu santraller,
doðalgaz fiyatýna yapýlan zamlarý da fiyatlarýna
doðrudan yansýtýyorlar.
Bir de 1 Temmuz’daki kesintiden asýl sorumlu görülen otoprodüktör sistemleri var. Otoprodüktörler normal koþullarda kendi sanayi tesislerinde kullanmak üzere elektrik enerjisi üreten
sermaye sahipleri olup, devletle yaptýklarý anlaþmalar gereði ihtiyaç fazlasý üretimlerini devlete satýyorlar. Tabii ayný zamanda bu þirketler
yakýnýndaki fabrikalara da satýþ yapmaktadýrlar. Önemli bir konu, devletin bunlarýn ürettiði
tüm elektriði ihtiyacý olmasa da satýn almayý
garanti etmiþ olmasýdýr. Bu anlaþma, uzun süre bu üreticilere karlý kazançlar saðlamýþtýr.
Ancak son dönemde doðalgaz fiyatýndaki artýþýn
elektrik fiyatlarýna yansýtýlmamasý nedeniyle
“zarar” (aslýnda kardan zarar) ettiklerini iddia eden bu üreticiler, bir süredir elektrikte indirimli tarifenin uygulanmaya baþladýðý saat 22.00 ile 06.00 arasý üretimlerini merkezi devlet kurumlarýna haber bile vermeden durdurmaktadýrlar. Tam bir kapitalist mantýkla daha ucuzunu kullanýp “kendini yormak” istemeyen bu elektrik þirketlerinin derdi fabrikalar durmamasý
ya da sokaklarýn aydýnlýk kalmasý deðil; yalnýzca daha fazla kâr elde etmektir.
Daha da açýkçasý, aslýnda þirketler, daha
kârlý anlaþmalar ve daha iyi satýþ koþullarý için
þantaj yapmaktadýrlar.
Ýþin diðer bir boyutu ise bütün dünyada elektrik üretiminde kullanýlan doðalgaz enerjisi
% 20 iken Türkiye’de kullanýlan ithal doðalgazýn üretimde kullanýlma oranýnýn % 44,8’lerde
olmasýdýr. Tabii ki doðalgaz ile elektrik üretimi
esas olarak özel þirketler tarafýndan yapýlmaktadýr.
Türkiye’de þu andaki elektrik üretiminin %
60’ýný özel sektörün, % 40’ýný ise devletin yaptýðý düþünülürse asýl gerçeklik ortaya çýkýyor. Özel þirketler, devletin altyapýsýný kullanarak son
derece pahalý ürettikleri elektriði yeniden devlete ve oradan da bize satýyorlar; bunun anlamý i-
sosyalist barikat
AB
AB
E PAA R
AN GELECEK
T IL
AR
PV
AK
TARIFIN DAN
RI
KA
A
R
AL
22
Her Krizin Ardýndan
Ayný Proje: Nükleer Santral!
Öte yandan elektrik alanýnda yaþanan her
sorunun ardýndan ortaya Nükleer Santral projelerinin atýlmasý da rastlantý deðildir. Ýþin doðrusu uluslar arasý tekellerin Türkiye’ye nükleer
santral pazarlamak istediði zamanlarda bu tür
enerji krizlerinin yaþanmasý da pek rastlantý gibi görünmüyor.
Son zamanlardaki Sinop heyecaný da böyle
yorumlanabilir. Elindeki enerji kaynaklarýný
kendi kendini ve tüketicileri kazýklamak için
kullanan hükümet, þimdi de hem parasal açýdan hem de çevre açýsýndan yeni bir faciayý
baþlatmaya hazýrlanýyor.
Ýþin ilginç yaný ise bu enerji üretme yönteminin dünya tarafýndan yavaþ yavaþ terk edilmeye baþlanmasýdýr. Örneðin, Fransa, Almanya,
Amerika’da nükleer santraller yerini rüzgar enerjisine veya yenilenebilir enerjilere býrakmaktadýr. Fransa 5000 MW’lýk rüzgar çiftliði kurmuþ, Almanya elektriðinin % 25’ni rüzgar enerjisinden elde etmeye baþlamýþ, Amerika ise bir
milyon çatýyý güneþ panelleriyle kaplamýþtýr.
ABD, 1978’de günümüze bir tek nükleer santral kurmamýþ, daha önce sipariþ edilen 100 tanesinin kurulmasýný engellemiþ ve iþletmedeki
11 santralini de kapatmýþtýr. Ki, kapatmanýn
kurmaktan 8 kat daha pahalý olduðu söylenmektedir.
Kýsacasý, emperyalistler bizim gibi ülkelere
bu tür yýkým teknolojilerini satýp daha sonra da
yine ayný ülkelere “çözüm önerileri” satmanýn
planlarý içerisindedirler. Yeni-sömürgeleri nükleer çöplük haline getirmek uzun yýllardýr uygulanan bir stratejidir; böylece emperyalistler
kendi ülkelerindeki tepkilerden de kurtulmak
istemektedirler.
Örneðin Tayyip Erdoðan’nýn dilinden düþürmediði Akkuyu’da nükleer santral projesine
Fransýz Framatom ile Alman Siemens ortaklýðý
olan NPI þirketinin talip olmasýnýn sebeplerinden biri de Avrupa’nýn nükleer atýklarýný Akkuyu atýklarý ile birlikte Toroslara gömme isteðidir. Bu þirketin geçmiþ yýllarda “Toroslarýn
nükleer atýklarýn gömülmesi için uygun olduðu” açýklamasý yaptýðý bilinmektedir. Yani emperyalist þirketler, hem kendi pisliklerini göm-
mek, hem de vergiden muaf bir þekilde ucuz üretim yaparak kârlarýna kâr katmak istemektedirler.
Sonuç Olarak
Yeniden en baþa dönersek, aslýnda söz konusu olan þey, elektrik yokluðu ya da kriz deðil, þalterleri eline geçirmiþ olan haramilerin
memnun olmadýðý durumlarda ortalýðý karanlýða boðmasýdýr. Karþýlýklý restleþmelerden anlaþýlmaktadýr ki özel sektör istediðini ya da istediðine yakýnýný alacaktýr, almýþtýr. Enerji bakanlýðý, bir taraftan ülkeyi “karanlýkta býrakanlara” taviz verilmeyeceðini açýklarken diðer taraftan da Özelleþtirme Ýdaresi Baþkaný Metin
Kilci, yaþanan olumsuz geliþmelerin þebeke özelleþtirmelerini etkilemeyeceðini düþündüðünü belirtirken ihalenin yerli ve yabancý þirketlerin kýyasýya rekabetine sahne olmasýný beklediklerini açýklamaktadýr. Yine Kilci tarafýndan
“tarifelerde enerji maliyetlerindeki artýþýn tüketiciye yansýtýlmasý öngörüldü” açýklamasý yapýlmýþtýr. Yani, alan memnun satan memnun,
zam kefeni ise yine halka giydirilecek!
Efendilerine baðlýlýðýný her seferinde dile getiren AKP hükümeti, elektriðin tümünü halletmek için kollarý sývadý ve 30 Aðustos 2006’da
yapýlan açýklama ile yeni bir talan ihalesi süreci baþlatýldý. Üstelik bu kez koþullar öyledir ki,
tekellerin aðýzlarýnýn suyu akmaktadýr. Çünkü
zaten daðýtým þebekelerinin yýllýk geliri 2,3 milyar YTL’yi geçmektedir. Üstelik bu kez daðýtým
ihalesine girecek firmalarýn 5 yýllýk elektrik tedariki devlet tarafýndan garanti altýna alýnmaktadýr. Özel sektörün sistemden çýkmasý halinde
bile devlet, alternatif kaynaklara ve ithalata yönelerek daðýtýcý þirkete taahhüt edilen elektriðin temin edilmesini saðlayacaktýr. Bu yüzden
olsa gerek, Koç’tan Sabancý’ya, Çalýk’tan Zorlu’ya kadar Türkiye’nin önde gelen holdinglerinin yaný sýra dünya enerji devleri Alman E.ON,
RWE ve Siemens, Ýspanyol Ýberdrola ve Endesa,
Ýtalyan Enel ve Amerikalý AES gibi büyük þirketler ihaleye katýlýyorlar.
Bütün bunlarýn sonucu ise kesinlikle daha
karanlýk bir Türkiye’dir. Bugünlerde memurlarla pazarlýkta binbir türlü hile ile IMF sýnýrlarýný aþmamaya çalýþan hükümet, zengin para
babalarýný göbeklerinin daha da büyümesi için
elinden geleni yapmaktadýr.
Kesin olan bir þey varsa, o da bu coðrafyanýn elektrik enerjisi bakýmýndan hiçbir sýkýntýsýnýn olmadýðý, iklim koþullarý ve kaynaklar açýsýndan olmasýnýn da mümkün olmayacaðýdýr.
Türkiye’nin tek gerçek sýkýntýsý, kene gibi kanýmýzý emen tekeller ve emperyalistlerden baþkasý deðildir.
sosyalist barikat
se doðal olarak faturalarýn kabarmasýdýr. Bunun sonucu olarak OECD ülkelerindeki bir ailenin gelirinin en fazla % 1’i elektriðe giderken
Türkiye’de bu oran % 10’larda gezmektedir.
Bütün bu avantalarýn az geldiði durumlarda ise þalterin bir ucunu elinde tutmak, þirketler için bir tür þantaj yapabilme olanaðý olmaktadýr.
23
Adana ÝHD Cezaevi
Komisyonu'nun
belirlediði eylem takvimi
uyarýnca 12 Aðustos
2006 Cumartesi günü bir basýn açýklamasý ve oturma eylemi gerçekleþtirildi. Saat 12.30'da
Adana ÝHD önünde bir araya gelen ve ÝHD, ÇHKM, ESP, SDP, BDSP, Alýnteri, Partizan, THAYDER ve DMP'lilerden oluþan kitleye Eðitim-Sen'den de destek verenler vardý. Oturma eylemi
öncesinde gerçekleþtirilen basýn açýklamasýnda genelde tüm cezaevlerinde, özelde ise Adana'da
bulunan cezaevlerinde yaþanan hak ihlalleri ve insanlýk dýþý uygulamalara yer verildi. Örneklerle
somut olarak kamuoyuna açýklanan bu saldýrýlara karþý direniþlerin de hiçbir zaman bitmeyeceðinin vurgulandýðý basýn açýklamasýnýn ardýndan oturma eylemi baþladý. "Ýnsanlýk Onuru
Ýþkenceyi Yenecek", "Ýçerde Dýþarda Hücreleri Parçala", "Devrimci Tutsaklar Yalnýz Deðildir" sloganlarýnýn da atýldýðý gösteri, oturma eyleminin ardýndan sona erdi.
ADANA’DA F TÝPÝ PROTESTOSU
ADANA ÝHD EYLEMLERÝNE DEVAM EDÝYOR
Adana ÝHD
Cezaevi
Komisyonu,
önceden belirlemiþ olduðu
Dersim özellikle sonbahar
eylem takvimi
aylarýnda operasyondan dönen
uyarýnca 10
askerlerin güvenlik gerekçesiyle
Aðustos 2006
ormanlarý yakmasý ve çevredeki
günü bir basýn
açýklamasý ve
yerleþim yerleri baþta olmak
faks çekme
üzere doðal hayatý tehdit
eylemi gerçeketmeleri ve yangýna müdahaleye
leþtirdi.
Halen
sürmekte
bile izin vermemeleri her sene söz konusu olmaktadýr.
Bu yýl da Kürdistan'nýn birçok yerinde olduðu gibi Dersim de gün- olan tecrit iþkencesine
dikkat çekilen basýn açýklalerdir yanýyor. Hozat'ýn Karaoðlan, Torut ve Sin bölgelerinin uçakmasý sýrasýnda "Ýnsanlýk
la bombalanmasýnýn ardýndan bu bölgelerdeki ormanlar yanmaya Onuru Ýþkenceyi Yenecek"
baþladý. Ayrýca Kýrmýzý Dað, Kutu Deresi, Zergovit, Güleç, Geyik
ve "Ýçerde Dýþarda Hücreleri
suyu günlerdir yanmaya devam ediyor.
Parçala" sloganlarý atýldý.
Bölgedeki orman yangýnlarýný protesto etmek için bir araya gelen
Saat 12.30'da merkez PTT
K(D)HKM, ESP, HÖC ve DHP yeraltý çarþýsý üzerinde "Dersim'de
önünde toplanan ÇHKM,
Orman Yakmalara, Köy Boþaltmalara Barajlara Hayýr" pankartý
SDP, ESP, DHP, Partizan,
Alýnteri, BDSP bileþenaçarak bir basýn açýklamasý gerçekleþtirdi. Bileþenler adýna basýn
açýklamasýný okuyan K(D)HKM çalýþaný "Bu yangýn; ne faili meçhul lerinden oluþan kitle, basýn
açýklamasýnýn ardýndan
ne de havalarýn sýcaklýðýndan dolayý çýkan bir yangýn deðil.
postaneden fakslarýný çekti.
Sadece Dersim de deðil. Güvenlik gerekçesiyle Þýrnak, Cudi bölFakslarýn gönderilmesinin
gesinde ormanlar 20 gün boyunca yakýldý, Bingöl'de ormanlarýn
ardýndan eylem sona erdi.
kesilmesi emri verildi. Uçaklardan ormanlar üzerine atýlan yanýcý
maddelerle bu
yangýn çýkartýldý. Yani bu yangýnlar doðal
nedenlerle çýkmadý.
Orman yangýnlarýnýn birçok yerde ayný anda
baþlamasý tesadüfle açýklanamaz. Daðlarýn
bombalanmasý, köylerin boþaltýlmasý, barajlarýn yapýlmasý için imkân ve olanak bulanlar,
dersimdeki orman yangýnlarýna müdahale
etmemelerini açýklayabilecekler mi?" þeklinde
devam eden açýklamada "Dersim Onurdur,
“Onuruna Sahip Çýk”, “Köy Boþalmalar,
Orman Yakmalar, Baskýlar Bizi Yýldýramaz”,
“Yaþasýn Devrimci Dayanýþma" sloganlarý
atýldý.
sosyalist barikat
DERSÝM’DE
ORMAN YAKMALARA
KÖY BOSALTMALARA
HAYIR
H
A
B
E
R
L
E
R
.
.
.
24
M. GÜLLÜ
fýndýk, üzüm, tütün, pancar ve diðerleri
Geçtiðimiz ay Lübnan ve Filistin Siyonist
Ýsrail saldýrýsýný yaþarken Türkiye aslýnda dipten gelen bir baþka dalganýn ilk iþaretlerine tanýk oldu. On binlerce fýndýk üreticisinin Ordu’daki yol kesme ve polisle çatýþma eylemi,
hem ortaya koyduðu þiddetli öfke, hem de kendi iç çeliþkileri ve karmaþasý bakýmýndan tipik
bir halk hareketiydi. Uzun süredir kendi iç yaþantýlarýna kapanmýþ olan solun çok fazla öngöremediði bir öfke derinlerde bir yerde öylesine birikmiþ olmalý ki, “durumun hassasiyeti”nden ötürü yerel polis güçleri bile baþka yerlerde olduðu gibi pervasýzca saldýrmayý göze alamýyorlar ve fiili bir durumun saatlerce yaþanmasýna seyirci kalýyorlardý. Sorunun bütün üretici kitleyi kapsayan yakýcýlýðý gerçekten de
çok renkli ve çok öfkeli bir kitleyi bir araya getirmiþti ve aslýnda bu öfke zaman zaman kontrolden çýksa da kendi hedefini biliyordu: AKP ve
IMF! Fýndýk ve siyaset tüccarý Zapsu’nun elektrik direðinde sallanan maketi ve atýlan sloganlar bunun en açýk kanýtýydý.
Þimdilik her þey biraz durulmuþ gibi görünüyor; belki Karadeniz’i tümden yitirme tehlikesini fark eden AKP birkaç küçük hamle yapýp
durumu biraz kurtarmaya çalýþacak, IMF kurallarýný zorlayarak Toprak Mahsulleri Ofisi’ni
alýmlar için devreye sokmasý bunun bir örneði
ama sorunun kendisi yalnýzca fýndýkta deðil
bütün tarým alanýnda giderek büyüyor ve derinleþiyor. Bu sonbahardaki sýkýntý atlatýlsa bile, IMF-Dünya Bankasý saldýrýsýnýn somut sonuçlarý kýrda giderek daha fazla öfke biriktirmeye devam edecektir.
Fýndýk: Bolluðun Yokluðu…
Bu kadar öfkeye yol açan neydi peki? IMF ve
hükümetin yaptýklarý nasýl olmuþtu da bu kadar kiþiyi sokaða dökmüþtü?
Her þeyden önce fýndýk, özellikle Karadeniz
için hayati bir ürün ve adeta bölge ile bütünleþmiþ halde. Karadeniz’de fýndýðýn en az 25 yüzyýllýk bir yaþantýsý olduðu iddia ediliyor ve yüzyýllardýr bu bölgede dünyanýn en kaliteli ürünü
sosyalist barikat
tarýmda IMF programlarý
küçük üretimi felç ediyor
41
ler ürüne destek vermemektedirler. 1960’larýn
baþlarýnda 200 bin hektar dolayýnda olan üretim alanlarý, 2005 yýlýnda ise 580 bin hektara
ulaþmýþtýr.
Bugün Karadeniz’de yaklaþýk 400 bin aile
fýndýk tarýmý ile uðraþýyor ve Türkiye genelinde
7-8 milyon kiþi doðrudan ya da dolaylý olarak
Fýndýk üretimiyle ilgili. 2005 yýlý itibariyle Türkiye’nin fýndýk ihracatý 2 milyar dolar ve tarýmsal ihracattaki payý yüzde 23.
Fýndýkçý Yoksulluk Sýnýrýnda
yetiþtiriliyor. Bu sayede yýllýk 550-600 bin tonluk üretimiyle Karadeniz, dünya üretim ve ticaretinin yüzde 70-75’ini elinde tutuyor. Bir üründe bu kadar büyük bir üretime sahip olmak
aslýnda tekel olmakla eþdeðer bir durum. Üstelik bu, son derece kötü verim düzeyi ve plansýz
üretime karþýn böyle. Örneðin 1998-2002 dönemi ortalamasýna göre Türkiye’de dekardan 100
kg fýndýk alýnmýþken, ABD’de 249 kg, Fransa’da
194 kg, Ýtalya’da 163 kg, Yunanistan’da 159 kg
ve Gürcistan’da 143 kg fýndýk alýnmýþtýr. Yani
aslýnda Karadeniz fýndýðý üzerinde çalýþýlýp verimi artýrýlmýþ bir ürün deðil. Buna karþýn son
derece plansýz bir biçimde fýndýk dikim alanlarý
her yýl artmakta ama IMF iþbirlikçisi hükümet-
Bu kadar göz kamaþtýran rakamlara karþýn
fýndýk üreticisi küçük köylülerin tuzu kuru deðil. Tam tersine gitgide yoksullaþýyorlar, dünyada az bulunur bir doða harikasýna karþýn bir
türlü ayaða kalkamýyorlar.
Her þeyden önce üretim küçük çapta yetersiz arazilerden oluþuyor ve fýndýðýn yetiþtiði coðrafya çok zor bir coðrafya. Araþtýrmalara göre
fýndýk tarýmýnda bir çiftçi ailesinin yýllýk yeterli
geliri saðlayabilmesi için en küçük arazi büyüklüðü, coðrafi yapýya göre 22 ile 45 dekar arasýnda olmak zorunda. Oysa Karadeniz’de ortalama
fýndýk alaný büyüklüðü 14 dekardýr. Üstelik,
çiftçilerin %48’inin bahçe büyüklüðü 6.2 dekar,
%18’inin ise 3.5 dekardýr.
Bütün bunlarýn üzerine IMF baskýsý ve fiyatlarýn düþüklüðü eklendiðinde ise fýndýk üreticilerinin yarýsý yoksulluk sýnýrýný yaþamaktadýr.
Üreticiyi tarýmdan vazgeçirmek için verilen
Doðrudan Gelir Desteði ile birlikte düþünüldüðünde bile þu anda çitçilerin %50’sinin fýndýk-
Türkiye'deki neoliberal hükümetlerin en büyük özelliði bünyelerinde her
zaman sivri zekalý bir hýrsýz-prens bulundurmalarý. Çoðu kez ayný
zamanda ABD ajaný olan bu danýþman-uzman sürüsünün politikalarýn
oluþumundaki rolü küçümsenemeyecek orandadýr. Sonuçta partilerin
yüzlerce milletvekili vardýr ama asýl iþler Lenin'in de dediði gibi her
zaman "koridorlarda" biter.
AKP'nin karanlýk prensi ise Cüneyd Zapsu… Hem asýl efendileri olan
ABD emperyalistlerini, hem hükümeti idare eden, hem de kendi cebini düþünen bu "baþbakanlýk danýþmaný" ihalelerde yabancý tekellerin takipçiliðini yapmaktan elçilerle toplantýlar düzenlemeye kadar her iþe
burnunu sokmakla görevli.
1956 doðumlu olan Cüneyd Zapsu, ilk ve orta öðrenimini Almanya'da ve Türkiye'deki Alman okullarýnda
tamamladý. Ýstanbul Üniversitesi ve Münih Ludwig Maximillian Üniversitesi'nde iþletme eðitimi aldý.
Almanya'da okurken babasýnýn orada kurduðu tekstil þirketiyle iþe baþladý. Sonra ise fýndýk ihracatýna giriþti. 1985 yýlýnda Balsu Gýda'yý, ardýndan Teksu'yu ve 1995 yýlýnda da ucuzluk marketleri zinciri BÝM'i
kurdu.
AZÝZLER Holding Ýcra Kurulu Baþkaný Cüneyd Zapsu, AK Parti'nin kurucularýndan, AKP Merkez Karar ve
Yürütme Kurulu (MKYK) Üyesi. Türk-Amerikan Ýþ Konseyi Yönetim Kurulu üyesi ve TÜSÝAD üyesi.
Zapsu, Ýstanbul Ýhracatçýlar Birliði Baþkanlýðý ile ABD fýndýk þikreti Hazelnut Council'in eþ-baþkanlýðýný
yapýyor. AKP'deki iþi ise belirsiz. Amerikalýlarla görüþüyor, iþler baðlýyor, Fiskobirlik'in çökertilmesi için
canla baþla çalýþýyor. Kýsacasý parti içinde tam bir siyaset tüccarý olarak iþ görüyor.
sosyalist barikat
3Fýndýk Tüccarý Karanlýk Bir Prens: Zapsu
42
IMF-D
Dünya Bankasý:
Tarýmýn Can Düþmanlarý
Peki %75’lik dünya pazarý gibi tekel sayýlabilecek muazzam bir zenginliðe karþýn fýndýk üreticisi neden bu durumda?
Bu sorunun yanýtý, yalnýzca fýndýkta deðil
bütün tarým alanlarýnda uygulanan emperyalist
politikalara sýký sýkýya baðlý. S. Barikat’ýn daha
önceki sayýlarýnda da ayrýntýlý olarak incelediðimiz gibi IMF-Dünya Bankasý ikilisi, uzun süredir tarýma el atmýþ haldedir.
Türkiye, 24 Ocak 1980 kararlarýndan bu yana tarýmda ve her alanda emperyalistler tarafýndan emredilen politikalarý uyguluyor. Bu kararlar, 1970’li yýllarda belirginleþen neo-liberal politikalarýn IMF ve Dünya Bankasý aracýlýðýyla
azgeliþmiþ ülkelere dayattýðý mali ve yapýsal uyum programlarýnýn bir ürünüdür.
1980’den beri geliþen bu süreç özellikle 9 Aralýk 1999’da IMF’ye verilen niyet mektubuyla
birlikte somut uygulamalara dönüþmüþtür.
1997 yýlýnýn sonlarýna Türkiye’ye gelen Dünya
Bankasý heyeti baþkaný John Nash’ýn raporu bu
3Tarýmda Çöküþün
Sonucu: Yeni Göç Dalgalarý
Fýndýktan üzüme, tütüne ve pancara kadar bütün
tarým alanlarýndaki emperyalist tahribatýn doðrudan
sonuçlarýndan biri, yüz binlerce insanýn tarýmdan
koparak kentlere savrulmasýdýr. Yalnýzca 2000-2005
yýllarý arasýnda tarýmdan kopanlarýn sayýsý resmi
rakamlara göre 1,3 milyona ulaþmýþtýr. Üstelik bu
durum, klasik bir geliþme temposunun eseri de
deðildir. Yani ayný sürede kentlerde bu nüfusu istihdam edebilecek iþ kapasitesi oluþmamýþtýr. Bu,
kentlerin çekimi deðil, kýrlarýn itmesidir. Tarým sektöründe çözülme ve kentlere göç yakýn gelecekte
de devam edecek gibi görünüyor; çünkü geçmiþ
dönemde uygulanan ve küçük aile iþletmelerinin
ayakta kalmasýna yardýmcý olan tarýmsal desteklemeler sona ermekte ve çözülme giderek artmaktadýr.
2000'li yýllarýn baþýndan beri uygulanan tarým politikalarýnýn sonucunda tarýma yönelik destekler milli
gelirin yüzde 3'ünden yüzde 0,7'sine geriletilmiþ,
tarýmsal örgütlenmeler, Tarým Satýþ Kooperatifleri
Birlikleri zayýflatýlmýþ, tarým özellikle son üç yýlda
net ithalatçý konumuna getirilmiþtir. Böylece, milli
gelirdeki payýný son derece hýzlý bir þekilde yitiren
tarým sektörü daha da hýzlý bir þekilde istihdam
kayýplarý yaþamakta, ayný zamanda da kýrsal göç
ve kentsel/kýrsal iþsizlik oranlarý yükselmektedir.
konuda belirleyicidir. Rapora göre, “Türkiye’de
uygulanan tarýmsal destekleme politikalarý mali açýdan pahalý ve ekonomik olarak verimsizdir.
Sistem vergi yükümlüleri ve tüketicilere önemli
yükler getirmektedir.” Bu rapora uygun olarak
hazýrlanan sözde “reform” programý, neredeyse
Nash’ýn sözlerinin birebir tekrarý gibidir: “Tarým
ürünleri fiyatlarý, dünya fiyatlarý düzeyine çekilecek, fiyat destekleri ya da sübvansiyonlar kaldýrýlarak Doðrudan Gelir Desteði (DGD) sistemine geçilecek, gübre ve kredi sübvansiyonlarýna
son verilecek, tarým satýþ ve kredi kooperatiflerinin avantajlarý kaldýrýlacak, bütün tarýmsal
KÝT’ler özelleþtirilecek.” 9 Aralýk 1999’da IMF’ye
verilen niyet mektubu ve 10 Mart 2000’de Dünya Bankasý’na verilen kalkýnma politikasý mektuplarý aynen bunlarý içermektedir. Daha sonra
paraþütle gelen Kemal Derviþ’in ünlü tütün, þeker, vb. yasalarý ise biliniyor. Böylelikle Türkiye’de tarým ve hayvancýlýðý çökerterek, ülkeyi
küresel gýda þirketlerinin pazarý haline getirmek
için IMF ve Dünya Bankasý’nca dayatýlan program adým adým uygulamaya konulmuþtur.
Bu programa teslim olunduktan sonra 20012004’te, bütçeden tarýma ayrýldýðý belirtilen tüm
ödemeler, artýk milli gelirin yüzde 1’inin altýndadýr ve bu miktarýn da %70’i de zaten çiftçiyi tarýmdan vazgeçirmek için verilen DGD’dir.
Sonuç, tarým üretimi bakýmýndan tam bir felakettir. Bizzat Dünya Bankasý bile 9 Mart 2004
tarihli raporunda bunu kabul etmektedir. Rapora göre, 1999-2002 döneminde, tarýma verilen desteðin GSMH’ye oraný yüzde 3,2’den yüzde 0,5’e düþmüþtür.
Ayný dönemde tarýmsal gelir 27 milyar dolardan 22 milyar dolara gerilemiþ, böylece çiftçiler
yaklaþýk 4 milyar dolar zarara uðramýþlardýr.
2002-2003 arasýnda gübre ve ilaç kullanýmý
yüzde 25-30 azalmýþ, kredi alan çiftçiler, borçlarýný, tarýmsal gelirdeki azalmalar ve yüksek
reel faiz oranlarý nedeniyle ödeyememiþler ve
sonuçta 1999-2001 arasýnda, Türkiye’de üretilen baþlýca tarým ürünlerinin brüt deðeri, reel olarak yüzde 16 oranýnda azalmýþtýr.
1997-2002 döneminde, ihracat ve ithalat
tüm ürün çeþitlerinde artýþ gösterirken, tarým
ve gýda ürünlerinin toplam ihracat ve ithalattaki payý düþmüþtür. Hektar baþýna meyve deðeri
yüzde 29 azalýrken, hububat ve sebze deðeri sýrasý ile yüzde 22 ve yüzde 23 düþmüþtür. Bunun sonucu olarak ayný süreçte çiftçi, 450 bin
hektar alaný ekmekten vazgeçmiþtir.
Yine 1999-2001 arasýnda tarým ürünleri fiyatlarý yüzde 40 oranýnda gerilemiþ, DGD programý ise çiftçilerin uðradýðý net gelir kaybýnýn
ancak yüzde 35-45’ini karþýlayabilmiþtir. DGD
programýndan fiilen yararlanamayanlar için, bu
sosyalist barikat
tan saðladýðý gelir günlük 2 dolarýn altýndadýr.
Üstelik bütün bunlar girdilerin gitgide daha pahalý olduðu bir ortamda gerçekleþmektedir.
43
durum dahi söz konusu deðildir.
Dünya Bankasý programý sürecinde hayvan
varlýðýndaki erime de devam etmiþ; 1990-2005
yýllarý arasýnda koyun sayýsý 40,6 milyon baþtan 25,3 milyon baþa, sýðýr sayýsý 11,4 milyon
baþtan 10,5 milyon baþa gerilemiþtir. Süt üretimi yalnýzca yüzde 13 dolayýnda artmýþtýr. Denetim altýndaki mezbaha ve kombinalarda kesilen
toplam sýðýr, koyun ve keçi sayýsý 9 milyondan
6,5 milyon baþa gerilemiþtir. Böylelikle kýrmýzý
et üretimi ise yüzde 19’luk bir gerilemeyle 507
bin tondan 409 bin tona düþmüþtür.
Bütün bunlar, yüz binlerce insanýn tarýmdan kopmasý ve kentlere yýðýlmasý
anlamýna gelmektedir.
Fýndýkta Neler Oluyor?
Özel olarak fýndýk tarýmýnda
olanlar ise birkaç madde halinde sýralanabilir:
1) Tekeller Piyasayý Belirliyor
Birincisi, Türkiye dünya üretim ve ticaretinin yüzde 7075’ini elinde tutsa da asýl belirleyici olan alýcý tekellerdir.
Yýlda yapýlan yaklaþýk 210 bin
ton iç fýndýk (420 bin kabuklu
fýndýða eþdeðer) düzeyindeki ihracatýn yüzde 80-85’i AB ülkelerine
yapýlmaktadýr ve bu ülkelerin baþýnda da 65-70 bin ton ile Almanya gelmektedir. Alman gýda tekelleri bu alanda
egemen durumdadýr ve çoðu kez fiyatlarý da onlar yönlendirmektedir. Yani iþbirlikçi yönetimlerin elinde Türkiye tarýmýnýn ve özel olarak fýndýðýnýn bir þansý bulunmamaktadýr; çünkü emperyalizmin uþaklýðýný yapan hükümetler ülkenin tarým üretiminin geliþmesini ve insanlarýn
gelir seviyesinin yükselmesini deðil, emperyalist
gýda tekellerinin çýkarlarýný kollamaktadýrlar.
Fiskobirlik’e desteði kaldýrarak fiyatlarý aþaðý
çekmek, hatta yok pahasýna kaldýrmak hükümetlerin baþta gelen görevidir.
2) Hükümetler Niyet Mektubu Uygu luyor
Bu doðrultuda bütün IMFDünya Bankasý programlarýný
gözü kapalý kabul eden oligarþi, kendi eliyle hazýrladýðý niyet mektuplarýyla
emperyalistlere tarýmý ve
özel olarak fýndýðý çökertme sözü vermiþ ve
bunu uygulamaktadýr.
Bu amaçla aþama aþama tarýmsal kredilere
uygulanan destekler
kaldýrýlmýþ, gübre ve diðer girdilere iliþkin desteklemeler 2002 baþýnda
tümüyle yok edilmiþ ve
2002 yýlýndan itibaren fýndýkta destekleme alým fiyatý
açýklanmayacaðý ilan edilmiþtir.
Ayný süreçte, IMF emriyle çýka-
IMF-DB politikalarýnýn en sert darbe vurduðu alanlardan biri de, tütündür. Büyük uluslar arasý tekellerin
tütünden elde ettikleri kâr baþka hiçbir ürünle kýyaslanamaz. Bu yüzden tütündeki saldýrý çok kapsamlý
olmuþtur. Bir yandan üretim ciddi biçimde azaltýlmýþ, diðer yandan ise bu alanda çalýþan kârlý devlet iþletmeleri yok pahasýna satýlarak tekellere hazýr zemin saðlanmýþtýr. Sonuç, tam bir felakettir.
9 Ocak 2002 tarihinde yürürlüðe giren 4733 sayýlý Tütün Kanunu ile tütünde destekleme alýmlarý
kaldýrýlarak sözleþmeli üretim sistemine geçilmiþtir. Tütün üreticisinin örgütsüz olmasý nedeniyle bu sistemde fiyatlar alýcý firmalar tarafýndan belirlenmekte; üretici bu durumda sektörden kopmak zorunda
kalmaktadýr. Öyle ki, 1999 yýlýnda 251 bin ton olan tütün üretimi 2004 yýlýnda 129 bin tona; 578 bin olan
ekici sayýsý ise 274 bin kiþiye düþmüþtür. Ayný þekilde TEKEL'in destekleme alýmlarýnýn toplam üretimdeki
payý 1999'da yüzde 72 iken, 2004'te sözleþmeli alýmdaki payý yüzde 28'e inmiþtir.
Þu anda bile Oriental (þark) tipi tütün üretiminde 2003 yýlý itibariyle 148 bin 207 ton ile Türkiye dünyanýn
birinci sýrasýndadýr. Genel tütün üretiminde de Türkiye, 2004 yýlýnda 152 bin ton üretimiyle dünyada 6.
sýradadýr. Ancak uygulanan politikalar sonucunda, 1960 yýlý öncesinde Türkiye'nin ihracat gelirinin yaklaþýk %25-40'ný karþýlayan tütünün son yýllarda genel ihracat içindeki payý % 2'ye kadar gerilemiþtir.
2000 yýlýnda, -yani "Tütün Yasasý" çýkmadan önce- bu alanda 583 bin 474 üretici bulunuyordu. Aileleriyle
birlikte hesaplandýðýnda neredeyse 3 milyona yakýn insan bu ürünle geçiniyordu. Oysa IMF politikalarýyla
üretici sayýsý 2004 yýlýnda 285 bine, aileleriyle birlikte 1,5 milyon kiþiye gerilemiþtir Yani, yaklaþýk üç-dört
yýlda, tütün üretimiyle uðraþan 1,5 milyon kiþi kentlerin varoþlarýna yeni iþsizler ve yoksullar olarak
katýlmýþtýr. Bütün bu açýlardan bakýldýðýnda tütünün öyküsü, aslýnda tam da yeni sürecin neoliberal soygununun öyküsüdür.
sosyalist barikat
3 Tütün’de Zirveden Dip Noktaya...
44
3) Neoliberalizmin Önündeki
Pürüzler Temizleniyor
Ayný operasyonun bir baþka ayaðý da, tarýmsal alanda tekellerin önünü kýsmen týkayan
birkaç büyük kurumdan biri olan Fiskobirlik’in
etkisizleþtirilmesi, giderek yok edilmesi planý
devreye sokulmuþtur. Önce IMF emri uyarýnca
Fiskobirlik’in fýndýk alým miktarý sýnýrlanmýþ ve
Birlik tamamen devlet desteðinden yoksun bir
ticari iþletme haline getirilmiþtir.
Ýkinci aþama ise Birlik’in yönetim kademelerinin tümüyle deðiþtirilerek genel politikalara
uyumlu hale getirilmesi için baský olmuþtur.
Bütün bunlar tekeller için önemlidir. Çünkü, bütün yolsuzluklarýna, skandallarýna raðmen Fiskobirlik onlar için zararlý bir iþ yapmakta ve piyasadan çok miktarda fýndýðý az çok
belirli fiyatlarla çekmektedir. Depolama ola-
3Þeker Yerine Tatlandýrýcý,
Þeker Pancarý Yerine Mýsýr!
IMF-DB programlarýndan en büyük darbeyi alan
ürün þeker pancarý oldu. Cargill gibi büyük tatlandýrýcý tekellerinin hazýrlayýp IMF aracýlýðýyla
dayattýðý Þeker Yasasý nedeniyle 125 bir þeker
pancarý üreticisi tarýmdan koparýlarak yoksulluða
itildi. 2000 yýlýnda 18,8 milyon ton olan þekerpancarý üretimi, IMF'ye verilen ekim alanlarýnýn daraltýlmasý taahhüdü ve 4 Nisan 2001'de "Derviþ
Yasasý" olarak çýkarýlan 4364 sayýlý Þeker Kanunu
hükümleri doðrultusunda 2004 yýlýnda 13,5 milyon
tona gerilemiþtir.
Tatlandýrýcýlarýn hammaddesi olan mýsýrýn
%73'ünü ise Türkiye dýþardan ithal ediyor. Yani
tatlandýrýcýlarda hammadde olarak da dýþa baðýmlýlýk var. Oysa þekerpancarý Türkiye'de üretiliyor
ve üstelik üretim yeterliydi. Þimdi yine bu tatlandýrýcý firmalarýnýn hükümete baský yapmasýyla
halen %10 olan tatlandýrýcý izni yüzde 15'e çýkarýlmak isteniyor. Bu da 50 bin þekerpancarý üreticisinin daha üretimden koparýlmasý anlamýna
geliyor.
Bu arada, tatlandýrýcýlardan üretilen þekerin ne
kadar saðlýklý olduðu, kanserojen özellikleri ise
hala tartýþýlýyor.
naklarý olmayan ve iklimden ötürü elindeki ürünü koruyamayan Fýndýk üreticisinin tamamen çaresiz kalarak her türlü fiyata razý olmasýný isteyen tekeller bu alanda bu büyüklükte
bir alým garantisinin bulunmasýndan hiç hoþlanmamaktadýrlar. Böylece biraz soluk alabilen
üretici, elindeki fýndýðý kýsa süre de olsa elinde
tutabilmektedir. Örneðin bu yýl Fiskobirlik’in
açýkladýðý 7 YTL’lik fiyat, tekeller için tam bir
felakettir ve bu yüzden Birlik’i zor duruma düþürmek için elden gelen her þey yapýlmýþtýr. Ve
tabii bunun da ötesinde asýl sorun, neoliberalizmin mantýðý gereði herhangi bir piyasada
sermaye hareketinin tümüyle özgür olmasý arzusudur. Tekeller, fiyatlarý istedikleri gibi oluþturma konusunda hiçbir engel istememektedirler. Bu yüzden de bir yandan hükümet üzerinden borç baskýsý yaparak, diðer yandan alým
miktarýna sýnýrlamalar koyarak Fiskobirlik’i tamamen bitirmek en önemli hedefleridir.
4) Ürün Ucuza Kapatýlmak Ýsteniyor
Böylece, bölgede “alivreci” denilen tüccarlarýn önü açýlmaktadýr. Ürün daha tarladayken
üreticiye kapora vererek fýndýðýn kendisine teslim edilmesi için anlaþma yapan alivreci, fýndýk
piyasasýnýn ucuz oluþmasý için tüm politik gücünü kullanmaktadýr; çünkü, ayný tüccar
mahsul piyasaya çýkmadan 8 ay önce, daha ocak ayýnda, Avrupalý alýcýya Eylülde hangi fiyattan satacaðýný bildirmektedir. Bu, þüphesiz
mümkün olan en ucuz fiyattan fýndýðý almak
isteyen tekellerin en sevdiði yöntemdir. Fýndýk
tüccarý Baþbakan danýþmaný Cüneyt Zapsu’nun da bütün derdi budur. Piyasadaki denge saðlayýcý kurumlarý çökerterek hem IMF emirlerini uygulamak, hem de kendi temsilcisi
olduðu Amerikan fýndýk tekelinin çýkarlarýný
korumak ve tabii bu arada kesesini doldurmak…
5) Ve Dünya Bankasý Buyuruyor: Fýndýk A ðaçlarýný Sökün! Sökmüyorsanýz Canýnýzdan
Bezdiririz!
Ve nihayet, bütün bunlarýn da ötesinde asýl
sorun, bizzat fýndýk üretiminin kendisini sýnýrlamak, bu kadar verimli bir alaný daraltarak
buðdaydan tütüne dek her üründe olduðu gibi
Türkiye’nin tarým ve gýda sektörünü tümüyle
emperyalist tekellerin denetimine baðlamaktýr.
Örneðin Dünya Bankasý, 12 Temmuz 2001’de
yapýlan bir anlaþma ile 100 bin hektar fýndýk
bahçesinin 5 yýl içinde sökülmesi koþuluyla
600 bin dolarlýk kredi vermektedir. Ýþbirlikçi
yöneticiler tarafýndan memnuniyetle kabul edilen bu görev henüz yerine getirilebilmiþ deðildir, çünkü alternatif ürünler konusundaki bü-
sosyalist barikat
rýlan tarým satýþ kooperatif ve birlikleri (TSKB)
yasasý ile Fiskobirlik’e (ve diðer Tarým-Satýþ birliklerine) devlet ya da diðer kamu tüzel kiþilerinden mali destek saðlanmasý yasaklanmýþ,
Fiskobirlik’in fýndýk alýmlarýna sýnýrlama getirilmiþtir (Dünya Bankasý’nca hazýrlanan raporda Fiskobirlik’in 50 bin tondan fazla fýndýk alamayacaðý belirtildi).
45
3Pamukta Ýhracattan Ýthalata
tün teþviklere raðmen fýndýk üreticisi
topraðýndan ve ürününden vazgeçmemektedir.
Ýþte tam bu noktada Fiskobirlik çöEskiden pamuk üretimi kendine yeterli olan, hatta ihraç bile kertilerek, fiyatlar düþürülerek yapýlmak
eden Türkiye, on yýlda 1 milyon 300 bin tondan 850 bin ton istenen þey, çiftçiyi canýndan bezdirmek,
üretmemeyi üretimden daha kârlý duruüretime düþtü. Bunun sonucu olarak her yýl 500 bin ton
ma getirmektir. Maliyeti bile karþýlamapamuk 600 milyon dolar ödenerek ithal ediliyor. Elbette bu
yan komik fiyatlarýn öne sürülmesinin
da yabancý tekellerin pamuk üretimini baltalayan politikalarýna ve hükümetlerin düþük fiyatlarla üreticiyi tarýmdan ardýndan yatan gerçeklerden biri de budur.
uzaklaþtýrmasýna baðlý olarak gerçekleþti. Desteklerin
Özetle, “madem ki fýndýktan vazgeçkesilmesi, maliyeti bile karþýlamayan fiyatlarla üreticinin
canýndan bezdirilmesi, bu alanda da en çok kullanýlan yön- miyorlar, öyleyse aç kalarak emerlerimizi uygulasýnlar” denilmektedir.
temlerdi.
Sonuç olarak denilebilir ki, Fýndýkta
***
olup bitenler, genel olarak son süreçte
uygulanan emperyalist politikalarýn bir
tablosudur. Bütün bu açýlardan bakýldýðýnda fýndýðýn hikayesi, emperyalist tekellerin dayatmasýnýn ne kadar akýldýþý
bir noktaya kadar ulaþtýðýný gösteriyor.
Zapsu’nun kendi þirketleri için çevirdiði
dalavereler bir yana, bir ülkenin dünya
Yerli üretimi caydýrýp ithalatý artýrmak en klasik tarým ürünü çapýnda tekel oluþturan ürününün böyolan buðdayda da geçerlidir. Örneðin 1994'te 9,8 milyon
lece yok edilmek istenmesini “ihanet” dýhektar olan buðday ekim alaný 2003 yýlýnda 9,3 milyon hek- þýnda bir sözcükle açýklamak mümkün
tara gerilemiþtir. Üretim ise son (nüfus artýþýna karþýn) 10
deðildir. Bunun için gerekçe olarak öne
yýllýk dönemde 19 milyon tonda sabitlenmiþ gözükmektedir. sürülen “ürünün çokluðu” ise ancak neBunun sonucu olarak tipik bir buðday ülkesi olan Türkiye,
oliberal vahþilerin anlayabileceði bir ge2004 yýlýnda 1 milyon 500 bin ton buðday ithal ederken bu rekçedir. Fýndýk gibi yararlý bir ürünün
ithal buðdayýn kilosuna 375 bin TL ödemiþtir. Oysa ayný yýl, bolluðu, hem üreticiler hem de bütün
Tarým Bakaný buðday fiyatýný 315-325 bin TL olarak açýkinsanlar için bir mutluluk kaynaðý olmalamýþtý. Yani bakanlýðýn fiyatý, ithal edilen buðdayýn fiyatýn- sý gerekirken, tekeller tam tersini düþüdan bile daha düþüktü.
nüyor ve ürünün azaltýlmasýný istiyor.
Üstelik bu, milyonlarca insanýn yetersiz
beslendiði bir ülkede söylenebiliyor.
***
Bütün diðer tarým alanlarýnda olduðu
gibi asýl amaç, uluslararasý tarým ve gýda
tekellerinin önünü açmak, milyonlarca
insanýn yoksulluðu pahasýna kendi kasalarýný doldurmaktýr. Ordu’da olanlar
da tam bu vahþi politikalarýn yarattýðý
Yoksulluk, ülke kýrsal yaþamýnýn kendini yeniden üretme
bir sonuçtur; Karadeniz’in can damarýný
kapasitesini tehdit eder bir boyuta ulaþmýþtýr. Türkiye Ýstakesmek yolundaki giriþim büyük bir teptistik Kurumu'nun (TÜÝK) yaptýðý Yoksulluk Çalýþmasý'na
kinin önünü açmýþtýr.
göre; Türkiye'de en yüksek yoksulluk kýrsal kesimde
Belki bugünkü patlamalar gelip geçiyaþayanlar arasýnda gözleniyor. 2002 yýlýnda yüzde 35,5
cidir
ama genel olarak tarýmdaki sarsýnolarak hesaplanan kýrsal kesimde yaþayanlar arasýndaki
yoksulluk oraný 2003 yýlýnda yüzde 37,1'e, 2004 yýlýnda ise tý, önümüzdeki yýllarda çok daha geniþ
kesimlerin canýný yakacak ve daha büyüzde 40'a ulaþtý.
yük eylemlerin önünü açacaktýr. Bu
Ýktisadi faaliyet koluna göre en yüksek yoksulluðun
yüzdendir ki, devrimci hareket, gözünü
yaþandýðý tarým sektöründe 2002 yýlýnda yüzde 36,4
bu alana daha dikkatle çevirmeli, mevdüzeyinde bulunan yoksulluk oraný 2003 yýlýnda yüzde
cut örgütlenme deneyimlerini incelemeli
39,9'a, 2004 yýlýnda ise yüzde 40,9'a çýktý.
Öte yandan, kýrsal kesimde tarýmla uðraþanlarýn 2002 yýlýn- ve yeni biçimlerle sürece katýlmalýdýr.
da yüzde 36,8'i yoksul iken, bu sayý 2003 yýlýnda yüzde
40,9'a, 2004 yýlýnda ise yüzde 42,3'e yükseldi.
3Buðdayda Ýthalat:
Akýldýþý Bir Durum
Þekilde Yoksullaþýyor
sosyalist barikat
3Çiftçi Hýzlý Bir
46
N. TAYLAN
çernobil, kanser ve
“gereksiz tetkikler”
konusunda “dostça” bir uyarý
“tasarruf önlemlerini”(!) anýmsatýyor: Gereksiz
tetkiklerden kaçýnýnýz!
Çernobil’de Bir Þey mi Olmuþ?
Ne olmuþtu peki Çernobil’de? Daha doðrusu
þöyle sormak gerekiyor artýk belki: Çernobil diye bir yer var mýydý gerçekten? Orada bir kaza
olmuþ muydu?
Belki de kaza olmuþtu da radyasyon yayýlmamýþtý ortalýða! Ya da belki þöyle olmuþtu:
Kazanýn ardýndan yayýlan radyasyon bulutlarý,
TC sýnýrýna geldiðinde büyük bir korku ve hürmet duygusuyla geriye dönmüþ, asla içeriye girmeye heves etmemiþti!
Ya da, en gerçekçi varsayým, radyasyonun
TC sýnýrlarýndan içeriye girmiþ ama Türk milletinin bünyesine etki etmemiþ olmasýydý.
Öyle görünüyor ki, Saðlýk Bakaný, bu sonuncu ihtimalin daha akla yakýn olduðunu düþünüyor. Böylece o, “devletin devamlýlýðý” kuralý çerçevesinde aslýnda cunta þefi Evren ve Çernobil günlerindeki çanak yalayýcýlarýnýn yolundan gidiyor.
Peki ama gerçekten ne olmuþtu Çernobil’de?
26 Nisan 1986 tarihinde Ukrayna’nýn Çernobil nükleer santralinde gerçekleþen patlama
artýk yakýn dünya tarihinin bir parçasý. Ortaya
çýkan facianýn boyutlarý da biliniyor artýk. Patlamayla açýða çýkan radyasyon miktarýnýn toplamda Hiroþima ve Nagazaki’den daha fazla olduðu uzmanlar tarafýndan belirlenmiþ durumda. Tehlikenin çevre ülkeler için boyutlarý ise
tartýþmasýz biçimde ortada. Daha patlamadan
birkaç gün sonra Ýsveç’te bile radyoaktif kirlilik
sosyalist barikat
Geçtiðimiz günlerde Saðlýk Bakaný Recep
Akdað, “büyük” ve “önemli” ama kime nasýl
yaptýrýldýðý belli olmayan Kanser Raporu’nu açýkladý ve böylece hepimiz Çernobil kazasýnýn,
herhangi bir egzoz patlamasýndan daha önemli
olmadýðýný öðrendik ve özellikle sigaranýn zararlarý konusunda çok deðerli öðütler aldýk.
Ama bu arada Akdað’ýn cümlelerinin son bölümü, çok önemsenmedi ya da arada kaynayýp
gitti. Þöyle diyordu Bakan son cümlelerinde:
“Bu konuda vatandaþlarýmýzý, hastalarýmýzý ve
özellikle gereksiz tetkikler konusunda hekim
meslektaþlarýmýzý uyarmayý görev addediyorum.”
Ne anlamalýyýz þimdi sözlerden? Yani þimdi
siz bir hekim olsanýz ve önünüze aþýrý kilo kaybý olan ve aðrýlar çeken bir hasta gelse, ne yapmanýz gerekir? Makul bir düþünme tarzýna göre, örneðin akciðer kanseri kuþkunuz olabilir
ya da en azýndan ortada ciddi bir sorun olabileceðini varsayarsýnýz. Bütün bunlarý anlamak için yapabileceðiniz en iyi þey, (kiþinin yüzüne
bakarak teþhis koyma marifetine sahip deðilseniz eðer!) hastayý radyoloji ve mikrobiyoloji servislerine sevk etmek ve sonuçlarý aldýktan sonra da bir karar vermektir. Kasaplýk deðil de hekimlik yapýyorsanýz eðer, hangi tetkikin gerekli
olup hangisinin gereksiz olduðuna karar verebilmek için kuþku bile yeterlidir; çünkü sonuçta bu hastanýn hayatý ile ilgili bir sorundur.
Ama iþte tam burada devreye Bakan Akdað
giriyor! Caný istediði ilacý caný istediðinde sigorta listelerinden çýkararak “tasarruf önlemleri”(!)
almakla ün yapmýþ Bakan, size yine IMF’nin
47
Bize Bir Þey Olmaz mý?
Kýsacasý Manzara Böyle… Durumun ciddi
olduðu konusunda bütün uzmanlar hemfikir.
Bu tehlikeli sürecin daha yýllarca devam edeceði konusunda da kimsenin kuþkusu yok. Saðlýk
Bakaný Recep Akdað hariç!
O, sorunun bizi etkilemediðinden ve etkilemeyeceðinden çok emin. Gayet net bir ifadeyle
“Çernobil, Türkiye’de riskli olduðu düþünülen
bölgelerde kanser sayýsýnda artýþa neden olmamýþtýr” diyor. O, toplumda “Çernobil kazasýnýn
Türkiye üzerinde çok önemli etkileri olduðu,
devletin buna seyirci kaldýðý ve hatta gerçekleri
görmezden geldiði’’ þeklinde bir inanýþ olduðunu, ancak bunun yanlýþ olduðunu söylüyor.
Böylece Karadeniz’de radyoaktivite ile kanser arasýnda bir iliþkinin olmadýðý sonucuna varýldý-
ðýný belirten Akdað, “Ancak özellikle biyolojik
doz tayini verileri bizlere hazýr gýda, sigara kullanýmý, medikal uygulamalar, ilaç kullanýmý,
suni gübreler, tarým ilaçlarý, evsel atýklarla gelen deterjan kalýntýlarý, petrol ve türevleri gibi
çevresel etkilere yönelik çok daha dikkatli olunmasý gereðini ortaya koymaktadýr” diye ekliyor.
Bütün bu sayýlan kirlilik biçimlerinin, örneðin tarým ilaçlarý, suni gübreler, petrol ve türevleri, vb. kim tarafýndan denetlenmesi gerektiði
ayrý bir soru. Bir hükümet üyesinin halký zararlý maddelere karþý uyarmasý komik elbette ama
bütün bunlar yine de Çernobil’in üzerini örtmüyor. Bütün bölgenin risk altýnda olduðunu söyleyen uluslararasý raporlara karþýn nasýl olup
da ayný tehlikenin Türkiye sýnýrlarý içinde etkisiz kaldýðý bir türlü anlaþýlamýyor. Örneðin
Türk Tabipleri Birliði’nin (TTB) Çernobil araþtýrmasýnda “Artvin Hopa’da son 3 yýlda meydana
gelen ölümlerin yüzde 47.9’unun nedeninin
kanser olduðunun belirlendiði” açýklansa da
bu, bakanlýðý hiç etkilemiyor.
Nükleer Santral Ýçin Lobi Çalýþmasý
Aslýnda bunun anlaþýlabilir bir tarafý var!
Onu da Saðlýk ve Sosyal Hizmet Emekçileri
Sendikasý (SES) Baþkaný Köksal Aydýn ve TTB
üyesi Orhan Odabaþý, geçtiðimiz günlerde açýkladýlar. Aydýn ve Odabaþý, Karadeniz ve Trakya’da Çernobil’in hiç etkisi bulunmadýðýna dair
Saðlýk Bakanlýðý’nýn yaptýðý çalýþmanýn, Nükleer santral kurulmasýna zemin hazýrlamayý amaçladýðýný ortaya koydular. Akkuyu ve Sinop’ta nükleer santral kurulma hazýrlýklarý bulunduðunu anýmsatan Aydýn ve Odabaþý, “Saðlýk Bakanlýðý Çernobil’in etkileri konusunda vatandaþlarý kandýrarak, nükleer santrale bölgeden gelecek tepkileri azaltmaya ve bu santrallerin kurulmasýna zemin hazýrlamaya çalýþýyor”
diyorlardý.
Kýsacasý yeni bir Kenan Evren-Cahit Aral olayýyla karþý karþýyayýz. Yine birileri karþýmýza
geçip gösteriler yaparak bizi kandýrmaya çalýþýyor, yine birileri buna itiraz eden bilim adamlarýný “hainlikle” suçluyor. Öyle ki, felaketten
sonra Ýngiltere’de bile bebek ölümlerinin olaðanüstü düzeyde arttýðý açýklanýrken Türkiye’nin
yöneticileri “bize bir þey olmaz” demeyi sürdürüyorlar.
Bütün bunlarýn çok aðýr bir insanlýk suçu oluþturduðu kesindir. Ama herhalde bu suçlar içinde en aðýrý, bir saðlýk bakanýnýn hekimleri
“gereksiz tetkik yaptýrmamalarý” için tehdit etmesidir. Türkiye halklarý bu isimleri asla unutmamalý, hesap defterine bir bir kaydetmelidir.
Halkýn belleði ise kuþkusuz devrimci harekettir.
sosyalist barikat
15 kat artmýþtý.
Sonuç olarak uzmanlara göre, süreç içinde 5
milyonu aþkýn insan yüksek düzeyde radyasyona maruz kalmýþ durumda. Radyasyonun yüzde 40’lýk bölümü Ukrayna, Sovyetler Birliði ülkeleri ve Batý Avrupa’yý etkisi altýna aldý. Temizleme çalýþmalarýna katýlan gönüllüleri temsil eden Çernobil Sendikasý, kaza sonucu ölenlerin
sayýsýnýn 15.000’i bulduðunu ve yaklaþýk
50.000 kiþinin de sakat kaldýðýný belirtiyor.
Dahasý bu rakam katlanarak artmaya da devam ediyor. Ukrayna Saðlýk Bakanlýðý, üçte birini çocuklarýn oluþturduðu 3,5 milyon kiþinin
ciddi rahatsýzlýklarla pençeleþtiðini açýklýyor.
Çernobil’in çevre yerleþimlerindeki kanser hastalarýnýn oraný, ulusal ortalamanýn on kat üzerinde.
Kazadan bu yana, Ukrayna’da tiroit kanserine yakalananlarýn sayýsý yine on kat artmýþ.
Üstelik, radyasyon sinsice zarar veriyor ve olaydan 10 yýl sonra tanýmlanamayacak hastalýklarla ortaya çýkýyor. 20 yýl sonra bile kötü huylu tümöre ya da tiroit kanserine yol açabiliyor.
Dünya Saðlýk Örgütü bilim adamlarý, Beyaz
Rusya’daki Gomel’de, kaza günü dört yaþýn altýnda olan çocuklarýn yüzde 36,4’ünün tiroit
kanserine yakalandýðýný açýklýyorlar.
Beyaz Rusya’da yaþayan kadýnlarýn yaþam
süreleri 74 yýldan 58’e inmiþ durumda. 9 yýl içinde sakat doðan çocuk sayýsý yüzde 20’lere ulaþtý. Beyaz Rusya Saðlýk Bakanlýðý’nýn verdiði
bilgilere göre, ülkedeki çocuklarýn yüzde 29’u
kronik hasta.
BM Genel Sekreteri Kofi Annan, 2000 yýlýnda yayýmlanan BM Çernobil Raporu’nda, 7,1
milyon insanýn gelecekte ciddi saðlýk sorunlarý
yaþayacaðýný belirterek korkunç patlamayla yayýlan radyoaktivitenin etkilerinin tamamýný
2016 yýlýna kadar anlamanýn zor olduðunu ifade ediyor.
48
T. IRMAK
özelleþtirme, en ciddi
maden kazasýdýr
Öte yandan “iþletmede son derece zorlu üretim
koþullarý ve yüksek grizu riski bulunmaktayken,
deneyimsiz ve eðitimsiz personelin istihdam edildiði” hatta ölenlerden iki iþçinin o gün iþe baþladýðý” da ayný raporda yer alýyor. Ve tabii, vahþi
kapitalist koþullar gereði iþçilerin örgütsüz, sendikasýz olduklarýný ve düþük ücretlerle çalýþtýrýldýklarýný bilmek için kahin olmaya gerek yok.
Özelleþtirmenin Vahþete
Dönüþtüðü Alan: Madencilik…
Peki bunlar rastlantý mý? Dursunbey’de öyle
diyelim, ya diðerleri? Hepsi “madenciliðin tabiatý
icabý” mý?
Türkiye’de maden iþçileri için göçük ve grizu
gibi sözcüklerin adeta bir kader gibi olduðu biliniyor. Bu, uzun yýllardýr böyle gidiyor, özelleþtirme öncesinde de, sonrasýnda da. Örneðin Zonguldak, bir maden þehridir evet, ama ayný zamanda
büyük bir iþçi mezarlýðýdýr da her zaman. “Takdir-i ilahi” deðil elbette, Türkiye Cumhuriyeti devleti herhangi bir iþçinin hayatýna ne kadar önem
veriyorsa, bir madencinin deðeri de o kadardýr. Ýþe maden köleliði ile baþlayan Zonguldak þehri,
aslýnda daha sonrasýnda da bir tür kölelikle ocaklara baðlanmýþtýr ve insanlarýn yaþamý da ölümü
de bir þekilde kömürle ilgilidir.
Ama öte yandan, Zonguldak tipi madencilikte,
þöyle ya da böyle uç uca eklenen bir deneyim birikimi, az çok oturmuþ eski kadrolarýn pratik tecrübe ile yarattýklarý bir ortam vardýr. Yani aslýnda
yýllar yýlý onca “maden katliamý” yaþansa da, durumun tümden bir kýyýma dönüþmemesinin tek
nedeni, ustalýkla, acý deneyimlerle elde edilen bu
birikimdir.
sosyalist barikat
“Bunlar maalesef madencilikte olagelen kazalar. Maalesef, bu madenciliðin tabiatý icabý olabiliyor.”
Bu sözleri, Balýkesir’in Dursunbey ilçesinde 1
Haziran’da gerçekleþen 17 ölümlü maden kazasýndan sonra Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakaný
Hilmi Güler söylüyordu. Ve tabii hiç duraksamadan ekliyordu Bakan Güler, “denetimlerde bir eksiklik yoktur.”
Artýk buna alýþkýnýz. Çernobil’de de böyle, Þarbon’da, Deli Dana’da da, Kolera’da da… Her Türk
bakanýnýn birinci vazifesi, hata kabul etmemek,
son Türk devletini sonuna kadar savunmaktýr.
Biraz daha ileri giderseniz de, her an “Türk madenciliðini çökertmek isteyen vatan hainleri” kategorisine girebilirsiniz.
Peki ama gerçekten durum böyle mi? Gerçekten ortada bir hata yok da, bütün bunlar aslýnda
madenciliðin cilveleri mi?
Sadece Dursunbey olayýnda bile durum böyle
deðil aslýnda. Olaydan hemen sonra ocakta inceleme yapan Maden Mühendisleri Odasý’nýn raporu, bunu açýk bir biçimde ortaya koyuyor. “Kaza”nýn metan gazýnýn oksijenle birleþmesi sonucu
oluþan grizu patlamasýyla gerçekleþtiði kesin ve
bu kadarý bile ocakta havalandýrmanýn yetersiz
olduðunu en baþtan gösteriyor. Ayrýca, ocakta 5
ay önce yapýlan incelemelerde, kullanýlan makina
ve teçhizat ile elektrik donanýmýnýn, yeraltý kömür ocaklarý için mevzuat ile belirlenen niteliklere uygun olmadýðý tespit edildiði ve buna raðmen
hiçbir þey yapýlmadýðý da çok açýkça ortada. Zaten yapýlsa da önemli deðil, çünkü bütün yapýlabilecek olan þey, bir miktar para cezasý kesmekten ibaret.
49
sosyalist barikat
Neoliberal sürecin en aðýr darbeyi vurduðu alan da tam burasýdýr zaten. 1980’ler sonrasý baþlayan özelleþtirme furyasý, “devlet madeni býrakmayacaðýz” diye ant içen özelleþtirme þampiyonlarý, her þeyden önce, kurulu düzeni alt üst etmiþlerdir.
Maden Mühendisleri Odasý’nýn belirlemelerine
göre; “Madencilik, doðasý gereði içerdiði riskler
nedeni ile özellik arz eden, bilgi, deneyim, uzmanlýk ve sürekli denetimi gerektiren dünyanýn en aðýr iþ kollarýndan birisidir. Söz konusu deneyim
ve uzmanlýk, uzun yýllar hatta nesiller gerektirmektedir. Son 25 yýldýr devletin küçültülmesi, kamunun faaliyet alanýnýn daraltýlmasý ile iktisadi
etkinlik ve verimliliðin saðlanacaðý savý ile uygulanýlmaya çalýþýlan giriþimler sonucu, ülkemiz
madencilik sektörü yarý yarýya küçültüldüðü gibi,
nesillerin bilgi ve deneyim birikimi de darmadaðýn
edilmiþ, edilmektedir.
Bir yandan ülkemiz madencilik kuruluþlarýn- redilmiþtir. Büyük kazalarýn yaþandýðý diðer odaki mevcut birikimin yok edilerek, madencilik ü- caklar da ayný durumdadýr.
retimlerinin yetersiz, donanýmsýz ve deneyimsiz
kiþi ve kuruluþlara býrakýlmasý, bu yapýlýrken bir
Bir tür taþeronluk Biçimi: Rödovans…
yandan yetersiz, liyakatsiz kiþilerin siyasal ataRödovans diye anýlan uygulama ile, kamu kumalarý ve diðer yandan kamusal denetimin iyice ruluþlarýnýn kuruluþ amaçlarý gereði kendi yapgevþetilmesi böylesi kazalarýn kaçýnýlmaz olmasý- malarý gereken hizmetleri deneyim ve uzmanlýk
na neden olmaktadýr.”
bakýmýndan yetersiz firmalara yaptýrmakta, böyÖte yandan, yine odanýn raporunda belirtildi- lelikle hem çok sayýda ölümlü iþ kazasýna, hem de
ði gibi, bu alan sürekli yatýrým yapýlarak koþulla- maden kaynaklarýnýn uygun olmayan üretim
rýn geliþtirilmesi gereken bir alandýr.
yöntemleriyle heba edilmesine yol açýlmaktadýr.
“Böylesine zor ve riskli bir iþkolunda” diyor Bu alanda bir denetim ve iþ güvenliði kontrolü de
MMO, “çalýþanlarýn saðlýðý ve güvenliði, alýnacak aslýnda yok gibidir. Son derece düþük ücretlerle
önlemler ve yapýlacak yatýrýmlar son derece ö- eðitimsiz, deneyimsiz ve sendikasýz iþçi çalýþtýrnemlidir. Ülkemiz madencilik sektöründe meyda- maya müsait olan rödovans sistemi, yasadýþý uyna gelen iþ kazalarýnýn ana nedenlerinden biri, iþ gulamalara ve cevher kaçakçýlýðýna da yol açabilgüvenliðiyle ilgili gerekli yatýrýmlarýn yeterince ya- mektedir. Yani sonuçta, bütün diðer alanlardaki
pýlmamasýdýr. Kýsa sürede yüksek kar saðlamak taþeron uygulamalarý gibi üretimi yürüten ve kârý
amacýyla yapýlan üretim projeleri, hýzlý ve yüksek cebe indiren ama üretimin kendisinden sorumlu
kazanç için üretim zorlamalarý, böylesi kazalara olmayan bir hýrsýz tipi yaratýlmakta ve devlet eliydavetiye çýkarmaktadýr.”
le güçlendirilmektedir.
Bütün bunlarý okudukça doðal olarak aklýmýza ilk gelen “özelleþtirme” oluyor. Örneðin DurÝþ Güvenliði: O da neymiþ ki?
sunbey’deki ocak, Þentaþ Madencilik diye bir özel
Aslýnda Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlýþirkete aittir. Daha doðrusu 1978’de devletleþtiriðý’nýn madencilikten sorumlu birimi olan Maden
len maden, 1980’li yýllarda yeniden özel sektöre
Ýþleri Genel Müdürlüðü, yasal olarak “madencilik
devredilmiþ ve daha sonra da bu biçimde devam
faaliyetlerinin iþ güvenliði ve iþçi saðlýðý ilkelerine
etmiþtir. Ayný þekilde 7 Temmuz’da iþletmeci ve
uygun yürütülmesini takip etmek”le görevli. Anbir mühendisin öldüðü Kastamonu-Azdavay macak, söz konusu Genel Müdürlüðün 230 civarýnden ocaðý, önce
da personeli var
Türkiye Taþkömürü
ve Türkiye’deki
Kurumu (TTK) taraYýl
Yer
Ölü Sayýsý
ruhsatlý maden
fýndan maliyetlerin
1990
Yeni-Çeltek
66
sahasý 24 bin! Bu
yüksekliði ve verim1992
Kozlu
263
arada, her yýl üsizlik gerekçeleriyle
2003
Ermenek
10
niversitelerin Makapatýlmýþ, daha
2003
Aþkale
9
den Mühendisliði
sonra rödovans (ki2004
Kastamonu-Küre
19
bölümlerinden
ralama) ihalesine
2004
Karadon
8
mezun olanlarýn
çýkýlarak
ruhsatý
2005
Gediz
18
nereye kaybolup
TTK’da kalmak üze2006
Dursunbey
17 ve diðerleri….
gittiði de meçhul!
re özel sektöre devMMO’ya göre ma-
50
Kesintisiz Cinayet: Maden Kazalarý
Zonguldak’taki taþ kömürü ocaklarýnýn faaliyete geçtiði 1848 yýlýndan bu yana madenlerde
yaklaþýk 4 bin 500 kiþi hayatýný kaybetmiþ.
TTK verilerine göre 1955-2006 yýllarýndaki iþ
kazalarýnda ise 2 bin 668 iþçi ölmüþ, 318 bin 654
iþçi de yaralanmýþtýr. Bütün bu rakamlar üzerine
çok þey söylenebilir; çok bilmiþ uzmanlar madencilikte bu kadar insan kaybýnýn doðal olduðunu
da söyleyebilirler; ama bugün 1848’lerde yaþanmadýðý kesindir. Daha 1992’lerde Kozlu’da bir tek
göçükte 263 kiþi birden ölüyorsa, bunun “madenciliðin tabiatý” ile açýklanabilir bir tarafý yoktur.
Grizu diye anýlan en yaygýn patlama biçimi de
dünyanýn birçok yerinde artýk nadiren yaþanmaktadýr. Kömürden metan gazýnýn çýktýðý ve bu
gazýn oranýnýn havalandýrma yoluyla düþürüldüðü bilinmeyen þey deðildir. Üstelik artýk el fenerlerinin yerine bütün sahada ölçüm yapabilen sistemlerin kurulduðu ve böylece patlama riskinin
çok azaltýldýðý da biliniyor. Bütün bunlara karþýn
grizunun hala onlarca can almasý, gözünü kâr
hýrsý bürümüþ iþletmecilerin gereken yatýrýmlarý
yapmamasýndan kaynaklanmaktadýr.
Maden Ýþçisi: Sigortasýz, Sendikasýz ve
Düþük Ücretli…
Özelleþtirme sonrasý dönemin en önemli özelliklerinden biri de sigortasýz-sendikasýz iþçilerin
düþük ücretlerle çalýþtýrýlmasýdýr. Genelde kýrsal
yörelerde kurulu olan maden ocaklarýnda sendika en büyük tehlike olarak görülüyor. Bir yandan
bölgenin insaný düþük ücretlere mecburen razý olurken, diðer yandan da yerel yetkililer, sendikalarý, yöreye gelen yatýrýmlara engel olarak görüyor. Böylece çalýþma saatleri artýyor, güvenlik sýfýra iniyor ve ücretler düþtükçe düþüyor.
Oysa özellikle maden alanýnda sendikanýn en
önemli iþlevlerinden biri de bir tür “iþ okulu” olarak deneyim aktaran kurumlar olmasýdýr. Türkiye Devrimci Maden Arama ve Ýþletme Ýþçileri Sendikasý Genel Baþkaný Çetin Uygur’un dediði gibi,
“Sendikanýn temel görevi, iþçilerin ücretlerinden
de önce, iþyerindeki güvenli çalýþma ortamýnýn
yaratýlmasýdýr. Ayrýca iþçilerin okulu olmak ve
kendi meslekleriyle ilgili tüm bilgileri vermek gibi
bir görevi de vardýr. Güvenlikle, saðlýkla ilgili yönetmelikleri iþçilere aktarýr, iþverenden bunlara
uymasýný ister.”
Ama sendikalar, iþ güvenliðini saðlasalar da,
“kâr güvenliði” konusunda bir tehdit oluþtururlar
ve bu yüzden maden ocaklarýna sendika ya hiç
giremez ya da mümkün olan en “sarý” renkte olanlarý tercih edilir!
Bunu kolaylaþtýran en önemli neden kuþkusuz iþsizliktir. En son kazalardan sonra bile, geçtiðimiz aylarda yeraltý iþçisi olarak çalýþacak
1.120 iþçinin alýnacaðý haberi Zonguldak’ta bir
heyecan yaratmýþ, haberi alan yaklaþýk 40 bin kiþi, gecenin 03’ünden itibaren Karadon, Üzülmez,
Kozlu ve Armutçuk’taki maden ocaklarýnýn önünde sýraya girmiþtir. Yeraltý maden iþçiliðinde aranan eðitim þartýnýn sadece ilkokul olmasýna raðmen, iþ için baþvuran gençler arasýnda yaklaþýk
700 üniversite mezunu da vardýr.
Sonuç olarak böylece sigortasýz, örgütsüz bir
iþçi kitlesini çalýþtýran maden patronlarý, her an
gerçekleþebilecek yeni Kozlu katliamlarýna davetiye çýkarmaya devam ediyorlar. Onlarýn iþi kan
üzerinden para kazanmak, bakanlarýn iþi ise bütün bu cinayetleri “madenciliðin tabiatý” diyerek
aklamak… Bu iþbölümünde biz emekçilere düþen
ise, gayet basit: Hayatta kalmaya çalýþmak!
Bu yüz kýzartýcý denklemin kýrýlmasýnýn tek
yolu, örgütlenmekten geçiyor. Öyle ki, maden iþçisi açýsýndan örgütlenmek, ücretlerin ve diðer
haklarýn dýþýnda sað kalmak açýsýndan da büyük
önem taþýyor.
Ölmek ya da ölmemek için örgütlenmek! Bütün mesele bu!
Yalnýzca maden ocaklarýnda deðil, hayatýn bütün diðer alanlarýnda da…
sosyalist barikat
dencilikteki en önemli sorun nitelikli mühendislik hizmetinin yokluðu ve bunun yerine en ucuz
yollarýn tercih edilmesi; ama maden mühendisleri yine de iþsiz. Çünkü, madencilik alanýndaki
kurulu ve çalýþan kamu kurum ve kuruluþlarý
1980 den sonra uygulanan politikalar nedeniyle
giderek küçültülüyor ve iþlevsiz býrakýlýyor…
Öte yandan denetim de pek anlam ifade etmiyor. 2005 yýlýnda Çalýþma ve Sosyal Güvenlik Bakanlýðý (teknik) iþ müfettiþlerinin 44 ildeki yeraltý
ve yerüstü madeninde yaptýðý denetimlere göre,
772 iþletmeden yalnýzca 47’si kurma iznine, 87’si
de iþletme belgesine sahip… Diðerleri ise düpedüz kaçak!
Müfettiþ raporlarý, olasý bir patlama ve yangýndan sonra iþçilerin kurtarma ve tahliye konusunda karþý karþýya bulunduklarý tehlikeyi de
gözler önüne seriyor. Yapýlan açýklamaya göre, iþyerlerinden 116’sýnda havalandýrma yetersiz, 78
iþyerinde iþçilerin tehlike anýnda kaçabileceði alternatif yol yok, 145 iþyerinde ilkyardým ekibi,
105’inde kurtarma istasyonu, 66 iþyerinde ise
ilkyardým malzemesi bile yok! Tahkimata özen
gösterilmiyor, karbonmonoksit maskesi takmadan ocaða giriliyor, yangýn ve patlama tehlikesi
bulunan ortamlarda sigara içiliyor, muhtemel kazalara karþý ilkyardým ekibi ve kurtarma planý filan da yok.
469 iþyerinde iþçilerin saðlýk raporlarý tutulmuyor ve “Aðýr ve Tehlikeli Ýþler Yönetmeliði”ndeki unsurlar kulak ardý edilerek 428 iþyerinde periyodik saðlýk gözetimleri yapýlmýyor. Ýþçilere genel çalýþma þartlarýyla ilgili eðitim verilmeyen iþyeri sayýsý ise 222’yi buluyor.
Peki sonuç ne? Denetimler sonucu 5 iþyeri kapatýlýyor ve 31 iþyerine de para cezasý veriliyor!
51
A. YILDIZLI
yeni bir sosyalizm anlayýþý ve
enternasyonalizm baðlamýnda
küba saðlýk sistemi
***
Küba’dan söz ediyoruz. Küçük bir ülkeden.
Bu küçük ülke, 1959’dan bu yana sosyalizm
adýna pek çok þey yaptý belki; yoðun bir ablukaya karþý direndi, baþka yerlerde bayraklar indirilirken tersine sosyalizmin bayraðýný yükseklere
çekti, katýlýmcý-enternasyonalist bir yönetim tarzýndan çok somut örnekler verdi… Ama belki de
en önemlisi, Küba’nýn týp alanýnda yaptýklarýydý.
Belki yüzeysel bir bakýþla bunun önemi anlaþýlmayabilir ve sosyalist ülkelerin zaten saðlýk alanýnda yetkin olduklarý söylenerek bu tablo sýradan bir þeymiþ gibi algýlanabilir.
Ama daha derinlikli bir yerden, bugün artýk
çökmüþ bulunan reel sosyalist deneyimin deðerlendirilmesi üzerinden bakýldýðýnda, Küba’nýn
yaptýðý þeyin olaðanüstü niteliði ve yeni bir sosyalizm anlayýþýna nasýl ýþýk tuttuðu anlaþýlabilir.
Çünkü bu, yalnýzca bir sosyalist ülkenin kendi
yurttaþlarýna daha iyi saðlýk hizmeti saðlamasý,
daha büyük hastaneler kurmasý, vb. deðildir.
Sosyalizm de zaten yalnýzca yurttaþlarýn yaþam
standardýnýn yükseltilmesi, ya da yalnýzca süper
üretim teknikleri, yukarýya doðru týrmanan istatistik çizgileri deðildir. Ama eðer binlerce doktor,
(öðretmenleri, diðer uzmanlarý saymýyoruz) eline
çantasýný alýp Venezüella’nýn ya da Bolivya’nýn,
Pakistan’ýn en yoksul mahalle ve köylerine doðru tereddütsüz biçimde yola çýkabiliyorsa, bu,
kuþkusuz yeni bir tutumun ve aktif bir devrimci
enternasyonalizmin ciddi iþaretleridir.
Küba Ne Yaptý?
Aslýnda, çok yalýn bir þeydi Küba’nýn yaptýðý… Türkiye’den, yoksul insanlarýn hastanelerde
rehin kaldýðý bir neoliberal cehennemden bakýnca anlamak zor görünüyor ama bir yandan da
çok kolay. Kapitalizm ne yapýyorsa onun tersini
yaptý Küba. Bütün saðlýk sisteminin eksenine
kâr hýrsýný deðil, olmasý gereken þeyi, insan saðlýðýný koydu. Bu belki de aslýnda þu içi boþaltýlmýþ ünlü Hipokrat tutumunun yeniden ayaklarý
üzerine dikilmesidir.
Sonuç, bugünden bakýnca mucize gibi geliyor. Örneðin, devrim öncesinde 58 olan ortalama yaþam beklentisinin 2000’ler yýlýnda 78’e
yükselmesi böyle bir þey. Uluslararasý örgütlerin
bu konularda çok açýk ölçütleri var ve bunlar-
sosyalist barikat
Diyelim ki, kapitalist bir ülkedesiniz; ya da
hayali bir yer olmasýn, Türkiye’desiniz diyelim ve
saðlýk bakaný olmuþsunuz. Ýsterseniz yalnýzca
bakan olmayýn, baþbakan olun, böylesi daha iyi.
Baþbakan olun ve bu ülkedeki doktorlardan 25
binini, dünyanýn baþka köþelerine, ciddi parasal
özendiriciler olmaksýzýn sadece oradaki insanlara yardým için göndermeyi bir deneyin. Hadi 25
binden vazgeçtik, 10 bin olsun; bir deneyin bakalým! Hatta baþka ülkeleri býrakýn, ayný doktorlarý kendi coðrafyanýzýn uzak köþelerine göndermeyi bir deneyin!
Sonra bir de, 11 milyon nüfusu olan (yani aþaðý yukarý Ýstanbul kadar) bir ülke düþünün.
80 bin civarýnda doktoru olsun bu ülkenin ve
bunlarýn 25 binine yakýnýný 63 ayrý ülkeye göndermiþ olsun...
Hiç akýllýca deðil, öyle mi?
Hiç “verimli” ve “kârlý” deðil!
Hatta akýl alýr gibi deðil!
52
Sosyalist ve Ýnsancýl Bir
Saðlýk Sistemi Ýçin Eðitim
Bütün bunlar kuþkusuz, devrimin saðlýk alanýna verdiði önemin göstergeleridir ve son derece sýnýrlý olan kaynaklarýn nereye akýtýldýðý ile ilgilidir.
1959’da Küba’da topu topu bir tane týp fakültesi, çoðu özel çalýþan 6 bin doktor ve tamamen
yetersiz 20 hastane vardýr.
Bugün ise Küba’da 22 Týp Fakültesi ve bunun yanýnda halk saðlýðý okullarý vardýr ve doktor sayýsý 80 bini aþmýþ durumdadýr. 11 milyon
nüfusu olan bir ülkede toplam 450 bine yakýn olan saðlýk görevlilerinin yarýya yakýný aile hekimi, 90 bine yakýný hemþire, 50 bini saðlýk teknisyenidir. Yüzlerce hastane, doðumevi, huzurevi
ve bakým evlerinin yanýnda ülkede yaklaþýk 15
bin aile hekimliði ofisi bulunmaktadýr.
Yani yükselen saðlýk göstergelerinin arkasýnda tümüyle devrim ve onun somut tercihleri vardýr. Üstelik bu saðlýk eðitimi, artýk bütün uluslararasý kuruluþlarýn kabul ettiði gibi dünyadaki
en iyi eðitimlerinden biridir ve her yýl binlerce öðrenci Küba’da týp eðitimi almak için Havana’ya
gelmektedir.
Halk Ýçin Saðlýk ve Aile Hekimliði
Ama bütün bunlarýn ötesinde asýl önemli olan, Küba’daki saðlýk sisteminin iþleyiþ biçimidir. Bu sistem esas olarak 40 bine yakýn aile hekimi ve binlerce yerel poliklinik üzerine kuruludur.
Bugün Küba’da kiþiler saðlýk hizmetinden yararlanmak için araþtýrma enstitüleri dýþýnda aile
doktorlarýna, polikliniklere, hastanelere doðrudan baþvurabilirler. Her polikliniðin bir bölgesi
vardýr. Bölge içinde aile hekimleri toplum ile iç içe ve sýcak bir iliþki içinde beraber çalýþtýklarýndan, doðrudan diðer kurumlara baþvurma yolunun açýk olmasýna raðmen baþvurular daha çok
aile hekimlerine yapýlmaktadýr.
Aile hekimliði uygulamasýnda rekabet veya ödüllendirme yoktur. Kiþinin aile hekimini seçme
hakký vardýr. Ancak bölgelere atanan hekimler
devamlý olarak halkla beraber olduðundan, bir
bað oluþmaktadýr.
Yerel polikliniðin 2,5 km çapýnda bir sorumluluk alaný vardýr. Bu sorumluluk alanýnda
60’dan fazla aile doktoru hizmet vermektedir.
Yakýn olmasý nedeniyle aile doktorlarý tercih edilmektedir. Poliklinikte aile doktorlarý tarafýndan istenilen tetkikleri yapýlmakta, uzman konsültasyonlarý ve çeþitli tedaviler yapýlmaktadýr.
Ayný zamanda hemþire ve saðlýk teknisyeni eðitimleri de buralarda yapýlmakta, uzman hekimler poliklinikte hizmet vermenin yanýnda aile
doktorlarýnýn ofislerine giderek ihtiyaca göre
hasta muayene etmekte ve böylece aile doktorlarýnýn eðitiminin devamlýlýðý da saðlanmaktadýr.
Aile hekiminin yaklaþýk 500 kiþilik listesi vardýr.
Gebelerin ve bebeklerin takibine özel önem verilmekte ve sýk sýk ev ziyaretleri yapýlmaktadýr.
Hastaneye sevklerde hastalar ile beraber gerekirse hastaneye gidilmektedir. Hastaneden geri
bildirimler ise düzenli þekilde yapýlmaktadýr.
Kýsacasý Küba, saðlýk hizmetinin ilk aþamasýný tümüyle yerelleþtirerek büyük araþtýrma hastanelerini daha çok büyük operasyonlar için kullanabilir hale getirmiþtir.
Hasta Olmama Hakký ve
Ýnsani Geliþme Düzeyi
Ayrýca Küba, saðlýðý ilgilendiren bazý alanlara
önceden müdahale etmekte ve böylece hastalýklarýn artýþýný kontrol altýna almaktadýr. Örneðin,
bugün kentlerde nüfusun tamamýna yakýný, kýrlarda ise % 85’i temiz içme suyuna ulaþabilmektedir. Bu oran 1953’ de sadece % 35’ti. Bugün
Küba, verem aþýsýnda % 99, DBT’de %100, Polio’da %93, Kýzamýk’ta %94’lük aþýlama oranlarýna sahiptir. Küba’nýn saðlýk baþarýsýnýn arkasýndaki bir baþka etmen de, beslenmeye, özellikle
de çocuk ve anne beslenmesine önem vermesidir. Ayrýca Küba, özellikle kadýnlarýn eðitimine aðýrlýk vererek, saðlýk da dahil, bir çok konuda a-
sosyalist barikat
dan en önemlisi de canlý doðumda bebek ölüm
oranýdýr. Ve Küba’da bu oran 1959’da binde 60
iken 2003 yýlýnýn sonunda binde 6,3 düzeyine
inmiþ durumda.
Küba’nýn kiþi baþýna yýllýk milli geliri 1700
dolar; ABD’ninki ise 39 bin dolar… Ve buna karþýn Küba, bebek ölümlerinin azaltýlmasýnda
ABD’den çok daha iyi durumda. Dünya Saðlýk
Örgütü’nün program üstüne program yaptýðý konularýn çoðu Küba’da tarihe karýþmýþ halde. Basit görünebilir belki ama örneðin 13 hastalýðýn
tümüyle aþýlama sistemi altýna alýnmasý Küba’nýn çoktan baþardýðý bir iþ. 184 kiþiye bir
doktorun düþtüðü bu ülke, kiþi baþýna doktor
sayýsý bakýmýndan da bugün dünyada ilk sýrayý
alýyor.
Anne ölümleri ise 1960’da on binde 118.2 iken, 1989’da 29.2’dir. Akut ishale baðlý ölümler
ayný sürede 57.3’ den 2.7’ ye, bulaþýcý ve paraziter hastalýklara baðlý ölümler 94.4’den 8.6’ya düþürülmüþtür. Kronik hastalýklara baðlý ölümlerden 1972-88 arasýnda kalp hastalýklarý (196.2’
den 176.4’e), kanserler (122.6’ dan 114’ e), damar hastalýklarý (71.1’ den 59.7’ye), pnömoni ve
enfluenza (45.2’den 33.8’e), böbrek hastalýklarý
(10.8’ den 7.2’ye) kadar geriletilmiþtir.
Henüz elli yýl bile deðil! Ama devrimden bu
yana saðlanan geliþme olaðanüstüdür. Bu haliyle Küba, Güney ve Orta Amerika’nýn saðlýk ölçütleri bakýmýndan en iyi durumda olan ülkesidir.
53
Ýlaç Tekellerine Kesin Tavýr
Diðer yandan Küba, bütün dünyanýn baþ belasý olan ilaç tekellerinin soygununa karþý da en
ciddi adýmlarý atan ülkedir.
Örneðin Týp Kurumu Baþkaný Mehmet Altýnok’un verdiði bilgiye göre, 2004 yýlýnda Türkiye’nin ilaç ve diðer eczacýlýk ürünleri ithalatý 2.5
milyar dolara ulaþmýþtýr. Ýlaç alanýndaki ticaret
açýðý ise 2 milyar dolardýr ve uluslararasý ilaç þirketleri Türkiye’deki ilaç pazarýnýn yüzde
60’ýndan fazlasýný elinde tutmaktadýr. Uluslararasý þirketlerin “patent”, “veri korumasý” ve “veri
imtiyazý” gibi dayatmalarý nedeniyle Türkiye, ilaç
sektöründe büyük zarara uðramakta, bu þirketlerin pazarladýðý ilaçlar “fikri mülkiyet haklarýyla
korunan ithal ürün” olmalarýnýn etkisiyle çok
pahalýya satýlmaktadýr.
Oysa Küba ve baþka bazý ülkeler, uzun süredir bu son derece pahalý ilaçlarý artýk kendi ülkelerinde üretmekte ve tekellerin baðýmlýlýðýný kýrmaktadýrlar. Öyle ki, böylece ayný ilaçlar tekel fiyatlarýnýn onda biri gibi maliyetlere üretilebilmektedir. Örneðin Hepatit B aþýsýnýn serbest piyasa fiyatý 17 dolar iken, Küba gibi ülkelerde ayný aþýnýn maliyeti 70 sente dek düþmektedir.
Bütün bu örnekler, bir yandan ilaç tekellerinin
olaðanüstü kâr oranlarýný gözler önüne sererken, diðer yandan Küba’nýn seçtiði yolun ne kadar doðru olduðunu göstermektedir.
Küba: Kocaman Bir Týp Fakültesi…
Týp eðitimi, bugün Küba’nýn ciddi biçimde
þöhret sahibi olduðu bir alandýr. 2005’te toplam
83 ülkeden 12 bini aþkýn öðrenci Küba’da týp eðitimi görmektedir. Bunlarýn 5.500’ü Güney Amerika’dan, 3.244’ü Orta Amerika ülkelerinden,
489’u ABD, Porto Riko ve Meksika’dan, 1.039’u
Karayip Adalarý’ndan, 777’si Afrika’dan ve kalaný Asya ve Avrupa’dandýr. Venezüella ve Bolivya
gibi özel durumlarý dýþta tutarsak sadece bilinen
týp eðitimi anlamýnda her yýl Küba týp fakülteleri
2 bin mezun vererek ülkelerine yollamaktadýr.
Ama yalnýzca eðitim de deðil, gönüllü Kübalý
doktorlar bugün dünyada bir efsane gibidir.
1963-2004 arasýnda 70 binden fazla Küba saðlýk
görevlisi 70 ülkede çalýþmýþtýr.
Buna karþýn, Fidel’in bir konuþmasýnda deðindiði gibi, kapitalist ülkeler de “Küba’nýn yaptýðýnýn aynýsýný yapmaktadýr ama tam tersini. Üçüncü Dünya ülkeleri için doktor yetiþtirmemekte, bu ülkelerin yetiþtirdiði kiþileri ellerinden almaktadýrlar.”
Örneðin Harvard Üniversitesi ve Dünya Saðlýk Örgütü’nün bir raporu, fakir ülkelerdeki doktorlarýn zengin ülkelerce nasýl kaçýrýldýðýný gözler
önüne sermektedir. Rapora göre Avusturya’daki
doktorlarýn yüzde % 5’i göçmen nüfustandýr. Bu
oran, Fransa’da % 6, Almanya ve Danimarka’da
% 7, Norveç’te %15, Avustralya’da %22, Amerika
Birleþik Devletleri’nde %24, Kanada’da % 26 ve
Ýngiltere’de %32’dir. Yani emperyalist ülkeler,
yoksul ülkelerdeki binlerce doktoru kendi ülkelerine çekerek aslýnda böylece milyarlarca dolarlýk bir transfer saðlamaktadýrlar.
Venezüela: Yoksullara
Saðlýk Hizmeti ve Küba
Türkiye’den bakýnca rakamlar inanýlmaz geliyor…
2000 yýlýnda Venezüela ile imzaladýðý anlaþmaya göre Küba, 17 milyon yoksul Venezüelalýya bedava saðlýk hizmeti götürmeyi amaçlayan
Barrio Adentro (yoksul mahalleler için) programlarýnda çalýþmak üzere 20 bin doktor ve saðlýk
görevlisini Venezüela’ya gönderdi. Bugün Küba
Venezüella’nýn 600 saðlýk kliniði, 600 rehabilitasyon ve fiziksel terapi merkezi ve 35 tane en
son týbbi teknoloji ile tam donatýmlý hastane kurulmasýna yardýmcý oluyor. Üstelik Kübalýlar 40
bin yeni kadro doktor ve 5 bin hemþireyi de eðitiyorlar. Ayný zamanda, 10 bin Venezüellalý doktor ve hemþire adayý Küba’da eðitilecek ve tahminen 100 bin Venezüellalý göz hastalýklarý tedavisi görecek. Þu anda bile binlerce Venezüellalý
Küba’da tedavi görüyor ve ücretsiz ameliyat olabiliyor.
Ayrýca yine Küba Bolivarcý devrimin en temel
dayanaklarýndan olan Mission Robinson eðitim
programlarý ile yoksul mahallelerde 1.4 milyon
kiþinin okuma yazma öðrenmesine yardýmcý oluyor. Bütün bunlar sadece yardýmseverlik gösteri-
sosyalist barikat
þamalar kaydetmiþtir. Okuryazarlýk oraný Küba’
da, erkekler için %96 ve kadýnlar için % 95’tir. Ýlkokula kayýt oraný % 99, beþinci sýnýfa kadar okuma oraný % 94, orta öðretime kaydolma oraný
ise % 79’dur.
Birleþmiþ Milletler’in, 2005 Ýnsani Geliþme
Raporu’na göre Küba bugün “insani geliþme düzeyi bakýmýndan” en üst noktalardadýr.
Ancak, ülkelerin mutlak insani geliþme puanlarýndan daha önemlisi, ülkenin bu puana göre
dünya ülkeleri arasýndaki sýrasý ile kiþi baþý ulusal gelire göre sýrasý arasýndaki farktýr. Örneðin,
ABD’nin insani geliþmedeki konumu, 177 dünya
ülkesi arasýnda, ulusal gelirdeki konumundan
altý basamak (fark -6) daha geridedir. Bu,
ABD’nin ulusal gelirini insani geliþme, refah için
kullanmadýðýný gösteren bir ölçüttür. Küba’da ise gelirine göre insani geliþme puaný en yüksek
olan ülkedir. Küba insani geliþmede, gelirdeki sýralamasýnýn tam 40 basamak üstünde (+ 40 puan) yer alýr. Bu konumuyla dünyada 177 ülke arasýnda birincidir.
Yani Küba, yalnýzca hastalýklara müdahale alanýnda deðil, hastalýklarý önleme ve toplum saðlýðýný koruma alanýnda da büyük devrimci baþarýlara imza atmýþ durumdadýr.
54
Bolivya: Yerlilerin Kaderi Deðiþiyor
Kübalý doktorlar ordusu Bolivya’da henüz iþe
yeni baþlamýþ sayýlýr. Ama daha þimdiden 700
gönüllü Kübalý doktor Bolivya’da ücretsiz muayene ve tedavilere baþlamýþ durumda. Bu çaba,
20 kýrsal kliniði de içeriyor. Kübalý doktorlar þu
anda Bolivya’nýn 9 idari bölgesinde, 180 belediyede ücretsiz saðlýk hizmeti veriyor. Mucize Operasyonu (Operation Miracle), programýnýn yürürlüðe girdiði Þubat 2006’dan beri özellikle Küba
Týbbýnýn uzmaný olduðu göz hastalýklarý alanýnda
375 bin hasta tedavi edildi, 7 bin 613 kiþinin yeniden görmesi saðlandý.
Morales hükümeti Küba’nýn yardýmlarý ile
baþkent La Paz, ve Cochabamba, Santa Cruz,
Sucre, Potosí, Copacabana þehirlerinde göz klinikleri açmayý hedefliyor. Bu klinikler 100 bin kiþiye operasyon yapabilme kapasitesine sahip olacak. Ayrýca, 5 bin Bolivyalýya Küba’da ücretsiz olarak týp eðitimi görmeleri için burs veriliyor.
Pakistan: Depremin Acýlarý…
Bütün bunlardan daha çarpýcý olaný ise Küba’nýn Pakistan depremi sonrasýnda yaptýklarýdýr. O süreçte emperyalist ülkeler yardým iþlerini
uluslararasý kurumlarýn sýrtýna yýkarak sadaka
düzeyinde yardýmlardan söz ederken, depremin
ardýndan ilk 48 saat içerisinde Pakistan’a giden
Kübalý doktorlarýn sayýsý kýsa sürede bini bulmuþtur. Ve þu ana kadar, cerrahi, ultrason, elektro kardiyografi, röntgen ve klinik laboratuar
hizmetlerini vermek üzere en modern teknolojiyle donatýlmýþ toplam 17 çadýr hastane kurulmuþtur ve 13 tanesi daha kurulma aþamasýndadýr.
Ayrýca Kübalý doktorlarýn kendi müdahalelerinde kullanmalarý için 100 ton ilaç, cihaz ve cerrahi materyalin yaný sýra 150 tonluk týbbi ve hastane ekipmaný da gönderilmiþtir. Sonuçta bugüne kadar Kübalý Doktor ordusu Pakistan’da 60
bin hastaya bakmýþ, 2 bin ameliyat gerçekleþtirmiþtir. Ve yine Küba, Pakistanlý gençler için týp
bursu vermeyi planlamaktadýr.
Sonuç: Emperyalist Sistemle
Savaþmanýn Bir Cephesi Olarak Týp
Kübalý doktorlarýn adeta bir ordu gibi dünyanýn yoksul ülkelerinde yürüttükleri faaliyet tabii
ki bu örneklerle sýnýrlý deðil. Daha binlerce Kübalý doktor ve Küba eðitimli baþka uluslardan
doktorlar, Afrika, Asya ve Güney-Orta Amerika’da görev yapýyor.
Bütün bu olup bitenlerin anlamý çok açýk.
Bütün bunlar her þeyden önce Küba’nýn sosyalist bir ülke olarak ayakta kalmasýnýn bir rastlantý olmadýðýný gösteriyor. Çünkü Küba, sosyalizmin öncelikle insaný merkeze koymasý gerektiðini, insan saðlýðýnýn da tam bu noktada olaðanüstü bir öneme sahip olduðunu bize anlatýyor.
Þüphesiz bütün bunlarýn aksamasýz yürüdüðünü kimse söylemiyor; ama bu kadar kýsýtlý olanaklarý olan bir adada gerçekleþtirilen olaðanüstü saðlýk koþullarý, basit ve sýradan bir iþ deðildir. “Ýþin sýrrý nedir?” diye soruyordu Fidel bir konuþmasýnda ve yanýtlýyordu: “Gerçek olan þu ki;
insan sermayesi, maddi sermayeden çok daha önemlidir. Ýnsan sermayesi, sadece bilgi deðil ayný
zamanda -özellikle- bilinç, ahlak, dayanýþma,
gerçek insani duygular, özveri, kahramanlýk ve
çok azla çok þey yapabilme kapasitesi saðlar.”
Ýþte meselenin özü budur. Küba’nýn yaptýðý
þey, yalnýzca týp alanýnda daha iyi teknolojiler
keþfetmek, iyi týp eðitimi vermek deðil; asýl önemli olan Kübalýlarýn düþünme ve davranýþ biçiminin enternasyonalizm tarafýndan þekillendiriliyor
olmasý. Sosyalist ülkeleri her zaman kendi yurttaþlarýn esaret altýnda tutmakla suçlayan ve bunu kanýtlamak için 1950’ler sonrasýnda sosyalist
ülkelerdeki sanatçý ve bilim adamlarýný devþirmeye çalýþan CIA, bu kez eli kolu baðlý durumdadýr. Binlerce doktorun herhangi bir maddi çýkar
gözetmeksizin, evlerinden, memleketlerinden on
binlerce kilometre uzaða böyle büyük bir gönüllülükle gitmesi, dünya tarihinde bir ilktir ve bu
kararlýlýk, özveri karþýsýnda neoliberalizmin saðlýðý bir ticari alan olarak gören yaklaþýmý ciddi
yara almaktadýr.
Dolayýsýyla, Küba týbbýnýn bugün üstlendiði
rol, yalnýzca saðlýkla ilgili deðildir. Bu olgu bize
bir yandan sosyalizmin ancak insanlarýn katýlýmý
ve sahiplenmesiyle yaþayabileceðini göstermekte,
diðer yandan ise enternasyonalizmin yeni bir tarifini yapmaktadýr. Yalnýzca devlet politikasý ya
da diplomatik adýmlar deðil, kitlelerin bizzat içinde aktif olarak rol aldýðý devrimci bir eylem olarak enternasyonalizm…
Latin Amerika Týp Okulu’nun geçen yýlki mezuniyet töreninde þöyle diyordu Fidel: “Bu asil
mesleðin yýlmaz süvari sancaktarlarý, dünyanýn
tüm altýnlarýnýn, saðlýðýn ve hayatýn gerçek bekçilerinin bilincini bükemeyeceðini göstererek, ihtiyaç duyulan her ülkeye gitmeye hazýr ve daha iyi bir dünyanýn mümkün olduðu inancýyla ileri!”
Küba ve Týp… Fidel’in söyledikleri yeterince açýk deðil mi?
sosyalist barikat
si deðil, Bolivarcý devrimle enternasyonalist dayanýþmadýr. Burada söz konusu olan þey, milyarlarca dolardan oluþan servetinin birkaç kýrýntýsýný yoksullarýn önüne atan patron tavrý deðil, yokluðu paylaþan bir halkýn soylu tutumudur.
Fidel’in sýk sýk söylediði gibi ABD her yana ordu
gönderirken Küba doktor göndermektedir. Ordu
ölüm saçarken týp saðlýk yaymaktadýr.
55
CHE GUEVARA
sosyalizm ve týp
hakkýnda...
Yoldaþlar,
Küba halkýnýn, özgürlüðünü, tam bir sanayileþme yolunda gerçekleþtirilen ilerlemeleri ve
tüm devrimci yasalarýn yarattýðý geliþmeleri
günden güne kutlamak için düzenlediði yüzlerce toplantýdan biri olan bu sade toplantýnýn benim için özel bir önemi vardýr.
Yýllarca önce doktor olarak hayata atýldýðýmý
hemen hemen herkes bilir. Týbba baþladýðýmda,
öðrenimime baþlarken, bugün sahip olduðum
devrimci düþüncelerin çoðu ideallerim arasýnda
yoktu. Herkes gibi ben de baþarýlý olmak istiyor,
tanýnmýþ bir araþtýrmacý olmayý, sonunda tüm
insanlýða hizmet edecek, fakat o an için bana
kiþisel bir baþarý kazandýracak bazý þeyler bulmak için yorulmaksýzýn çalýþmayý düþlüyordum. Ben de hepimiz gibi çevremin ürünüydüm.
Öðrenimimi bitirdikten sonra bazý özel ve
karakterime baðlý nedenlerle tüm Amerika’da
bir yolculuða giriþtim ve kýtayý tümüyle gezdim.
Haiti ve Sen Domingo dýþýnda bütün diðer Amerika ülkelerini bir bakýma ziyaret etmiþ oldum.
Yolculuðumun koþullarý nedeniyle, önce öðrenci, sonra da doktor olarak, yoksulluðu, açlýðý,
hastalýklarý, çaresizlikten hasta bir çocuðu tedavi etmenin olanaksýzlýðýný, açlýðýn sebep olduðu geri zekalýlýðý ve bir insan için, vatanýmýz
Amerika’nýn yoksul sýnýflarýnda sýk sýk görüldüðü þekilde önemsiz bir kaza sonucunda oðlunu kaybetmek gibi sonu gelmez cezalarý yakýndan gördüm. O anlarda benim için ünlü bir araþtýrmacý olmak ya da týp bilimine önemli bir
katký getirmekten daha büyük bazý þeylerin varolduðunu farkettim, amacým herþeyden önce
insanlara yardým etmekti.
Fakat yine de hepimiz gibi çevremin bir ürünü olmaya devam ediyor ve bu insanlara kendi
kiþisel gayretimle yardým etmek istiyordum.
Çok yolculuk yapmýþtým, o sýralarda Arbenz’in
Guatemala’sýnda bulunuyordum, devrimci týbbýn koþullarýna düzen vermek için bazý notlar
yazmaya baþlamýþtým. Devrimci bir doktor olmak için gerekli olanlarý araþtýrmaya baþlýyordum. Fakat, United Fruit, Devlet Bakanlýðý ve
Fosher Dulles -zaten bunlarýn hepsi gerçekte
ayný þeydir- tarafýndan baþlatýlan saldýrý patlak
verdi, bunlarýn iþbaþýna getirdiði kuklanýn adý
Castillo Armas idi.
Halk, Küba halkýnýn bugünkü olgunluk de-
sosyalist barikat
Aþaðýda, Ernesto Che Guevara’nýn 19 Aðustos 1960’ta Havana’da Halk Saðlýðý Bakarlýðý’na baðlý bir kuruluþun açýlýþýnda
yaptýðý bir konuþmayý veriyoruz. Konuþma 1960 yýlýnda Küba’nýn sürecini anlamak açýsýndan önemli. Bir baþka açýdan
bakýldýðýnda ise konuþma týp üzerinden aslýnda bir sosyalizm anlayýþý konusunda da önemli pasajlar içeriyor.
56
dýzlarýn çok alçak Olduðunu söylediler. Aranýzdan bazýlarýnýn kuþkusuz görmüþ olduðu bu
çocuklar þimdi kollektif okullarda yalnýzca alfabenin ilk harflerini öðrenmekle kalmýyor, bir
meslek de kazanýyor ve hatta devrimci olmanýn
zor bilimini de kavrýyorlar.
Küba’da doðmakta olan yeni insan tipleri iþte bunlardýr. Bunlar ücra yerlerde, Sierra Maestra’nýn uzak köþelerinde, kooperatiflerde ve
çalýþma merkezlerinde doðuyorlar. Bütün bunlar bugünkü tartýþmamýzýn konusuna yakýndan
baðlýdýr. Doktorun, týp alanýnda çalýþan herhangi baþka bir emekçi gibi devrimci harekete
katýlmasýyla yakýndan ilgilidir; çünkü bu çaba,
yani orduyu eðitmek, kaçmýþ olan mülk sahiplerinin topraklarýný, meyvasýný asla toplamaksýzýn alnýnýn teriyle hergün bu topraðý iþlemiþ olanlar arasýnda paylaþtýrma çabasý, toplumsal
týbbýn Küba’da þimdiye kadar yapmýþ olduklarý
arasýnda en büyük eserdir.
Hastalýklarý tedavi etmenin dayanmasý gerektiði ilke, saðlam bir vücut yaratmaktýr. Fakat bu saðlam vücudu, bir doktorun zayýf bir
organizma üzerinde yaptýðý sanatkârane bir çalýþmayla deðil, toplumsal ortaklaþacýlýk temeli
üzerinde tüm kollektivitenin çalýþmasýyla yaratmaktýr. Týp günün birinde hastalýklarý önleyen,
kamuya kýlavuzluk eden ve kamuyu týbbi görevlerini yerine getirmeye zorlayan, yaratmakta olduðumuz bu yeni toplumun karakteristikleri arasýnda eksik olan bir takým þeyleri tamamlamak yada cerrahi bir müdahalede bulunmak için ancak son derece acil hallerde müdahale eden bir bilim halini alacaktýr.
Bu gün týp.... (Durun bakalým! Ne oluyor orada? Bu salonda bulunmayan biri de birisinin
bayýldýðýný sanýr.) Devam edelim! Bugün Halk
Saðlýðý Bakanlýðýndan ve tüm bu tür örgütlerden istenen çalýþma, halk saðlýðýný, hastalýk o-
sosyalist barikat
recesine henüz ulaþmamýþ olduðundan saldýrý
baþarýlý oldu ve ben günün birinde diðer birçoklarý gibi sürgün yolunu tuttum yada daha doðrusu Guatemala’dan kaçtým, çünkü bu ülke benim vataným deðildir.
Bunun üzerine çok önemli bazý þeylerin farkýna vardým: devrimci bir doktor olmak için,
herþeyden önce devrim yapmak gereklidir. Ayrý
ayrý, bireysel çabalar, saf idealler, soylu erekler
uðruna tüm bir hayatý feda etme arzusu, bütün
bunlar tek baþýna harekete geçilirse ve Amerika’nýn bir köþesinde, bir baþýna düþman hükümetlere ve ilerlemeye olanak vermeyen toplumsal koþullara karþý mücadeleye giriþilirse hiçbir
þeye yaramaz. Devrim yapmak için, Küba’da olduðu gibi tüm bir halkýn seferber olmasý, silah
kullanarak silahýn deðerini öðrenmesi, savaþçý
birliði uygulayarak halkýn birliðinin deðerini
anlamasý gerekir.
Daha önceki sorunlar yeniden karþýmýza çýkýyor. Bir toplumsal refah çalýþmasý etkili biçimde nasýl yapýlmalýdýr? Kiþisel çabayý toplumun ihtiyaçlarýna uydurmak için ne yapmalýdýr?
Hepimiz geçmiþimizi düþünelim, doktor olarak ya da devrimden önce herhangi bir halk
saðlýðý hizmetindeki çalýþmamýzda yaptýklarýmýzý ve düþündüklerimizi hatýrlayalým. Bunu derin bir eleþtiri ruhu içinde yapalým, bu geçmiþ
dönemde bütün duyduklarýmýzýn ve düþündüklerimizin artýk bitmiþ sayýlmasý lâzým geldiði ve
yeni tip bir insan yaratmak gerektiði sonucuna
varýrýz. Ýçimizden herbiri, kendisiyle ilgili alanda, bu yeni insan tipinin mimarý olursa, herkes
için bu insaný yaratmak daha kolaylaþacak ve
bu insan yeni Küba’yý temsil edecektir. Bu toplantýda hazýr bulunan sizlerin, Küba’da yeni tip
insanýn doðmakta olduðu düþüncesine sahip
olmanýz yerinde olur; baþkentte bunun iyice
farkýna varmak kolay olmuyor, fakat bu yeni insana ülkenin her köþesinde rastlanýlýyor. Aranýzdan 26 Temmuz’da Sierra Maestra’da bulunanlar daha önce hiç bilmedikleri bir þeyle karþýlaþtýlar: kazma-kürekli bir ordu. Bu ordu, Oriente eyaletinde, milis askeri yoldaþlarý ulusal
bayramlarda tüfekle resmi geçit yaparken, omuzlarýnda kazma-kürekle geçit resmine
merasimine Fakat yine sizler, kuþkusuz, hemen
hemen onüç-ondört yaþlarýnda olduðu halde
sekiz-dokuz yaþlarýnda görünen, vücut yapýsý
zayýf çocuklarý da gördünüz. Bunlar Sierra Maestra’nýn gerçek oðullarý, her türlü yoksulluk ve
açlýðýn çocuklarý, kötü beslenmenin evlâtlarýdýr.
Bu küçük Küba’da, dört ya da beþ televizyon
kanalý, yüzlerce radyo istasyonu bulunduðu
halde, modern bilimin tüm ilerlemelerine raðmen, bu çocuklar ilk kez olarak gece okula gelip elektrik ýþýðýný gördüklerinde, o akþam yýl-
57
ya çok yakýndýr, yapýsýný bütün derinliðiyle çok
iyi bilir, acýya yaklaþan ve onu yatýþtýran kiþiyi
temsil eder.
Birkaç ay önce, Havana’da öðrenimini bitirmiþ ve diplomalarýný almýþ olan bir grup öðrenci, doktor olarak kýrsal bölgelere çalýþmaya gitmeyi reddettiler. Oraya gitmek için bazý avantajlar istiyorlardý. Geçmiþin görüþ açýsýndan bakarsak, bunun böyle olmasý akla uygundur, bunu çok iyi anladýðýmý sanýyorum. Birkaç yýl önce benim ne olduðumu ve ne düþündüðümü hatýrlamam yeter. Bu baþkaldýran gladyatörün,
kendine daha iyi bir gelecek, daha iyi iþ koþullarý saðlamak ve kendisine ihtiyaç duyulduðu
gerçeðini deðerlendirmek isteyen yalnýz bir savaþçýnýn durumudur.
Peki, bunlar aileleri öðrenim yýllarýnýn çoðunun giderlerini karþýlayabilmiþ dokuz genç olmayýp da, mucize eseri olarak yüksek öðrenimini bitirebilmiþ, anfilerde ders görebilmiþ 200300 köylü olsaydý durum ne olacaktý? Ýþte bu
köylüler, bütün heyecanlarýyla kardeþlerine
yardým etmeye koþacaklar, onlara saðlanan öðrenim yýllarýnýn boþa gitmediðini kanýtlamak için en çok çalýþma ve sorumluluk isteyen görevlere talip olacaklardý. Böylelikle, altý - yedi yýl
sonra, iþçi ve köylü sýnýfýnýn oðullarý olan yeni
öðrenciler hangi tür meslekte olursa olsun unvanlarýný kazandýklarýnda meydana gelecek olan durumu þimdiden görecektik. Fakat geleceðe kaderci bir gözle bakmamalý, insanlarý iþçi
ya da köylü sýnýfýnýn çocuklarý ve karþý - devrimciler olarak bölmemelidir; bu basitliktir ve
gerçek bu deðildir. Çünkü bir insaný devrimin içinde yaþamak kadar hiçbir þey eðitmez. Çünkü
içimizden hiçbirinin, Granma grubuyla ilk gelenlerden ve Sierra Maestra’da yerleþip iþçiler ve
köylülerle yaþayarak onlara saygý duymayý öðrenenlerden hiçbirinin iþçi ya da köylü geçmiþi
yoktu. Tabii ki, aramýzda çalýþmak zorunda kalmýþ olan ve çocukluðunda bazý güçlükler çekmiþ olanlar eksik deðildi. Fakat hiçbirimiz açlýðý, gerçekten açlýk denilebilecek þeyi görmemiþtik, bunu Sierra Maestra’da geçirdiðimiz uzun
yýllar sýrasýnda geçici olarak öðrendik. Bundan
sonra, birçok þey apaçýk olarak gözlerimizin önüne serildi. Baþlangýçta zengin bir köylüye yada hatta bir büyük toprak sahibine ait herhangi birþeye dokunanlarý þiddetle cezalandýran
bizler, günün birinde 10.000 kesimlik hayvan ele geçirip köylülere teslim ettik ve bunlarý yemelerini söyledik. Köylüler, yýllardan ve yýllardan
beri ilk defa, bazýlarý ise hayatlarýnda ilk defa öküz eti yemiþ oldular.
10.000 öküzün pek kutsal mülkiyetine karþý
duyduðumuz saygý silahlý savaþ sýrasýnda kayboldu, tek bir insan hayatýnýn dünyanýn en zengin adamýnýn tüm mülklerinden binlerce kez
sosyalist barikat
larak beliren herþeyi önlemek ve halka kýlavuzluk etmek için elverdiðince büyük sayýda insana yardým götürebilecek biçimde örgütlemektir.
Fakat bu örgütleme çalýþmasý için bütün
devrimci çabalarda olduðu gibi, özünde bireye
ihtiyaç vardýr. Devrim, bazýlarýnýn ileri sürdüðü
gibi kollektif iradeyi, kollektif inisiyatifi standartlaþtýrmak eðiliminde deðildir, tam tersine
insanýn bireysel olanaklarýný özgürlüðe kavuþturmaya yöneliktir.
Devrim, ayný zamanda bu olanaklara yön verir. Bugünkü görevimiz tüm doktorlarýn yaratýcý olanaklarýný toplumsal týp çalýþmalarýna yöneltmektir. Bir çaðýn sonuna gelmiþ bulunuyoruz, hem de yalnýz burada Küba’da deðil. Bunun tersi söylense ve bazýlarý buna inansa da,
tanýmýþ olduðumuz kapitalizm ve içinde büyüdüðümüz, acý çektiðimiz çevreye benzer hayat
biçimleri tüm dünyada yýkýlýp gitmektedir.
Tekeller periþanlýk içinde, kollektif bilim
günden güne yeni ve önemli zaferler kazanýyor.
Amerika’da, Afrika ve Asya gibi boyunduruk altýndaki baþka kýtalarda uzun zaman önce baþlamýþ olan bir kurtuluþ hareketinin öncüsü olmak onuru ve görevi bize düþtü. Bu derin toplumsal deðiþme insanlarýn zihin yapýsýnda da
köklü dönüþümler gerektiriyor.
Bir toplumsal çevre içinde bulunan bir kimsenin tek baþýna eylemi anlamýndaki bireycilik
ortadan kaybolmalýdýr. Yarýn, bireycilik, bireyin
ortaklaþacýlýðýn mutlak çýkarma tam anlamýyla
kullanýlmasý olacaktýr. Fakat, bu bugünden anlaþýlabilse de, söylediklerim anlaþýlsa da, herkes
biraz bugünü, geçmiþi ve geleceðin nasýl olmasý
gerektiðini düþünmeye hazýr olsa da, düþünme
tarzýný deðiþtirmek için büyük iç dönüþümler
geçirmesi ve özellikle toplumsal alanda köklü
dýþ dönüþümlere tanýk olmasý gerekecektir.
Küba’da bu dönüþümler oluþmaktadýr. Bu
devrimi tanýmanýn, halkýn içinde ta derinlerde
bulunan ve o denli uzun zamandýr uyutulmuþ
olan güçleri keþfetmeyi öðrenmenin bir yolu da,
Küba’yý, kooperatifleri ve yaratýlmakta olan çalýþma merkezlerini ziyaret etmektir. Týp sorununun can damarýna ulaþmanýn yollarýndan biri ise, yalnýzca kooperatifleri ve çalýþma merkezlerini oluþturan insanlarý ziyaret etmek deðil, onlarýn çektikleri hastalýklarý da araþtýrmak, neden acý çektiklerini öðrenmek, yýllar boyunca ve
kalýtsal olarak yüzyýllardýr süren tam bir baský
ve boyunduruk döneminden kalan yoksunluklarýnýn neler olduðunu görmektir.
Doktor ve týp emekçisi, kitle içinde, kollektivite içindeki insanýn oluþturduðu yeni çalýþmasýnýn can damarýna gitmelidir.
Doktor daima, dünyada ne olursa olsun, çok
önemli ve toplumsal iliþkiler içinde sorumluluðu çok büyük bir görev sahibidir, çünkü hasta-
58
dan beri, halkýn çoðunluðu, sadece bir diktatörün deðil, tümüyle bir sistemin yýkýldýðýný kabul
ediyor. Þimdi, zaten çözülmekte olan bir sistemin geride kalan yýkýntýlarý üzerinde, halkýn
mutlak mutluluðunu yaratacak olan yeni bir
sistemin kurulmasýnýn zorunlu olduðunu halk
artýk anlamalýdýr.
Geçen yýlýn ilk aylarýnda, yoldaþ Guillen’in,
Arjantin’e gittiði zamanlarý hatýrlýyorum. Bugün
olduðu gibi, o sýrada da büyük bir þairdi. Þiirleri yeni bir yabancý dile çevrilecekti, çünkü her
gün, þimdi olduðu gibi, o vakitlerde de dünyanýn bütün dillerini konuþan yeni okuyucular
kazanmaktaydý, fakat Guillen için halkýn destaný olan þiirlerini okumak güçtü, çünkü devrimin ilk yýlý, yeni bir dönemin baþladýðý ve ön
yargýlarýn egemen olduðu bir zamandý. O sýralarda, hiç kimse þair Guillen’in olaðanüstü sanatçý yeteneðini tümüyle halkýn ve halkýn davasýnýn hizmetine adadýðýný farkedemiyordu. Ýnsanlar, onun Küba’nýn þaný, þerefi olduðunu
anlayamýyorlar, yalnýzca onun tabu olan bir
partinin temsilcisi olduðunu biliyorlardý. Þimdi
bütün bunlar uzakta kalmýþtýr, ülkemizin bazý
iç yapýlarý konusunda düþünce tarzlarý arasýnda bölünme olamayacaðýný, üzerinde anlaþmamýz gereken þeyin ortak bir düþmanýmýz olup
olmadýðý ve ortak bir amaca ulaþmayý deneyip
denemediðimiz olduðunu anlamamýz gereklidir.
Ortak bir düþmanýmýz olduðunu hepimiz biliyoruz ve hepimiz kesinlikle bu kanýdayýz. Artýk hiç
kimse apaçýk biçimde: “Bizim ve bütün Amerika’nýn en büyük düþmaný Amerika Birleþik
Devletlerinin tekelci hükümetidir.,, derken kendisini birinin, bir yabancýnýn dinleyip dinlemediðini, civarda elçiliðin ajaný bulunup bulunmadýðýný kontrol etmek için etrafýna bakýnmýyor.
Herkes düþmanýn bu olduðunu bildiðine ve bu
düþmana karþý mücadele eden herhangi bir
kimsenin bizimle ortak bir yönü bulunduðunu
sosyalist barikat
daha deðerli olduðunu gayet iyi anlamýþtýk. Ýþçi ya da köylü sýnýfýnýn çocuklarý olmayan bizler bunu iþte orada öðrendik. Niçin yok yere
ayrýcalýklý olduðumuzu ve Küba’da geri kalan
insanlarýn ayný þeyi öðrenemeyeceðini söyleyelim? Elbette ki bunu öðrenebilirler ve üstelik de bugün, devrim, insanýn, yakýnýnda bulunanlara yardým etmekten duyduðu gururun
yüksek bir ücretten çok daha önemli olduðunu, halkýn minnet ve þükranýnýn biriktirilebilecek bütün paralardan çok daha tayin edici
ve uzun süreli olduðunu, her doktorun eylemi
yarýçapý içinde bu deðerli hazineyi, yani halkýn
þükranýný elde etmesi gerektiðini anlamasýný
zorunlu kýlýyor.
Öyleyse, önce eski görüþlerimizi silmeli ve
giderek daha büyük bir eleþtiri ruhuyla halka
daha çok yaklaþmalýyýz. Eskiden yaklaþtýðýmýz
gibi deðil, çünkü hepiniz þöyle diyebilirsiniz:
“Yoo, ben de halkýn dostuyum. Ýþçilerle, köylülerle konuþmayý çok severim, her pazar falan
yere, filan þeyi görmeye giderim.,, Bunu herkes
yapar, fakat bugün yapmak zorunda olduðumuz yardýmseverlik dayanýþma þeklinde olmalýdýr. Halka þunu demek için yaklaþmamalýyýz:
“Ýþte geldik, sana yardýmcý olacaðýz, bilimimiz
sayesinde seni eðiteceðiz, sana yanlýþlarýný, kültürsüzlüðünü, bilgisizliðini göstereceðiz.” Biz
halka bir araþtýrýcý ruhuyla, alçak gönüllülükle
gitmeli halkýn büyük bilgelik kaynaðýndan feyz
almalýyýz.
Çoðu kez, ne derece yanýlmýþ olduðumuzu,
basma kalýp düþüncelerimizin sonunda kendimizden birer parça ve refleksler halini almýþ olduðunun farkýna varacaðýz. Çoðu kez, yalnýz genel, toplumsal ve felsefi görüþlerimizi deðil, týp
konusundaki görüþlerimizi bile baþtan aþaðý deðiþtirmemiz gerekecektir. Hastalarýn her zaman
büyük þehirlerdeki hastahanelerde herhangi bir
hastalýðýn tedavi edildiði gibi tedavi edilemiyeceðini anlayacaðýz; doktorun ayný zamanda nasýl
bir tarýmcý olmasý da gerektiðini, nasýl yeni besin bitkileri ekmeyi öðrenmesi, kýrsal bölgelerdeki çok sýnýrlý olan, potansiyel bakýmýndan
dünyanýn en zengin tarým bölgelerinden biri olduðu halde bu ülkede öylesine fakir olan besinleri çeþitlendirmeyi öðrenmesi gerektiðini göreceðiz. O zaman, bu koþullarda, biraz eðitimci ve
hatta büyük ölçüde eðitimci ve politikacý da olmamýz lazým geldiðini, en baþta yapmamýz gereken þeyin, baðýra çaðýra bilimimizi ilan etmek
deðil, halkýn Ýçinde eðitileceðimizi, yeni bir Küba inþa etmek gibi büyük ve güzel bir deneyi
gerçekleþtireceðimizi kanýtlamak olduðunu göreceðiz.
Þimdiden çok ilerlemiþ durumdayýz. 1 Ocak
1959 la bugün arasýndaki uzaklýðý basit bir biçimde ölçmemize olanak yoktur. Uzun zaman-
59
için oluþan yeni ordular farklý bir tekniðe sahip
olmak zorundadýrlar; yeni ordu tekniðinde hekimin yeri çok önemli olacaktýr, hekim olarak
kalmaya devam edecektir çünkü bu en güzel
görevlerden biridir, savaþta daha da büyük bir
önem kazanmaktadýr. Bu yalnýz hekimler için
deðil, hasta bakýcýlar, laborantlar ve kendini bu
derece insanca bir çalýþmaya adamýþ olan herkes için böyledir. Fakat tehlikenin geçmeyip gizliden gizliye devam ettiðini bilmekle ve atmosferde hâlâ varlýðý sezilen saldýrýyý püskürtmeye
hazýrlanmakla birlikte, bunu düþünmeyi de bir
yana býrakmalýyýz çünkü, savaþ hazýrlýðýný uðraþýlarýmýzýn merkezi yaparsak istediklerimizi
kuramayýz ve kendimizi yaratýcý bir çalýþmaya
adayamayýz.
Bir savaþ eylemine hazýrlanmak için harcanan bütün emekler, yatýrýlan bütün sermayeler,
yitirilmiþ emek ve paralardýr. Ne yazýk ki, bunu
yapmak gereklidir çünkü, hazýrlanan baþkalarý
vardýr, fakat, þerefli bir asker olarak bütün namusumla sizi temin ederim ki Ulusal Banka’nýn
kasalarýndan çýktýðýný görmekle en büyük üzüntü duyduðum para, yýkýcý bir ordunun kuruluþuna harcanacak olan paradýr. Bununla
birlikte, milislerin barýþçý bir rolü vardýr, milisler, meskûn merkezlerde halký birleþtiren ve tanýnmasýný saðlayan bir silah olmalýdýrlar. Burada, yoldaþlarýmýn bana anlattýðýna göre hekim
milisleri arasýnda olduðu gibi, son derece büyük bir dayanýþma olmalýdýr. Tüm Küba’da, bütün tehlike anlarýnda, ihtiyacý olan herkesin sorunlarýný çözmeye derhal gidilmelidir.
Bu, ayný zamanda, birbirini tanýmanýn, kardeþçe ve üniforma altýnda tam bir eþitlik içinde,
Küba’nýn tüm toplumsal sýnýflarýna ait insanlarla birlik olarak, beraber yaþamanýn yoludur.
Biz týp emekçileri -uzun zamandýr unuttuðum
bu unvaný kullanmama izin veriniz-, eðer bu yeni dayanýþma silahýný kullanýrsak amaçlarýmýzý
bilirsek, düþmanlarýmýzý tanýr ve hangi yöne gideceðimizi saptarsak, geriye aþýlacak yolun
günlük bölümlerini bilmekten baþka birþey kalmaz. Bu bölümleri ise bize kimse öðretemez, bu
bölümler her bireyin aþacaðý kendi yoludur, onun her gün yapacaðý iþtir, bireysel deneyiyle
elde edeceði üründür, halkýn refahýna kendini
adarken mesleki çalýþmalarýnda kendinden verebilecekleridir. Adalete doðru yol almak için
tüm elemanlara sahip olduðumuza göre, bugün
pratik çalýþmalarýmda yararlanmadýðým, fakat
daima uygulanmasý gereken, Marti’nin “Söylemenin en iyi biçimi, yapmaktýr.” þeklindeki sözünü hatýrlayalým ve Küba’nýn geleceðine doðru
ilerleyelim.
sosyalist barikat
anlamaya baþladýðýna göre, ortaya yeni bir sorun çýkmaktadýr. Burasý, yani Küba için amaçlar nelerdir? Biz ne istiyoruz? Halkýn mutluluðunu istiyor muyuz, istemiyor muyuz? Burada
herhangi bir iç yada dýþ tedbir almak sözkonusu olduðunda dünyanýn büyük devletlerinden
hiçbirinin elçiliðine baþvurmak zorunda kalmaksýzýn, hiçbir savaþçý bloka ait olmaksýzýn,
özgür ülkeler arasýnda özgür bir ülke olmak için
mücadele ediyor muyuz, etmiyor muyuz? Hiçbirþeyi olmayanlara birþeyler vermek için fazlasýna sahip olanlarýn elinden zenginlikleri alýp
yeniden daðýtmayý düþünüyorsak, yaratma çabasýný, bütün sevinçlerimizin günlük dinamizm
kaynaðý haline getirmeyi düþünüyorsak dayandýðýmýz bir neden vardýr. Ayný amaçlara sahip
olanlar bizim dostumuzdur. Bütün bunlar arasýnda, dostumuz olan kimse baþka düþüncelere
sahipse, þu ya da bu örgüte aitse, bunlar önemsiz tartýþma konularýdýr. Büyük tehlike, büyük
gerginlik ve yaratýcýlýk anlarýnda, ancak büyük
düþmanlarýn ve büyük amaçlarýn önemi vardýr.
Amaçlar konusunda anlaþmýþsak, nereye gittiðimizi þimdiden kesinlikle biliyorsak, caný isteyen beðenmesin, biz yine de iþe koyulmak zorundayýz.
Devrimin olabilmesi için önce devrimci olmakla baþlamak gerektiðini daha önce söylemiþtim. Devrimse vardýr. Uðrunda çalýþmayý amaç edineceðimiz halký da tanýmak gerekir, onu
henüz yeterince iyi tanýmadýðýmýzý sanýyorum,
bu yolda henüz aþmamýz gereken oldukça büyük bir uzaklýk bulunduðunu düþünüyorum.
Halkýn tanýnmasýnda ilerlememizi saðlayan yollarýn neler olduðu bana sorulursa, yalnýz ülkenin içlerine deðil kooperatiflere de gitmek ve orada çalýþmak gerekir derim -bunu herkes yapabilir, bir týp emekçisinin çok önemli olduðu
pekçok yerler vardýr-, bu durumda Küba halkýnýn dayanýþmasýnýn en belli baþlý alametlerinden birinin devrimci milisler olduðunu, milislerin bugün hekime yeni bir iþlev kazandýrdýðýný
ve daha yakýn bir geçmiþte acý, hattâ feci bir
gerçek olan þeye, yani kýsa bir süre önce az daha büyük çapta bir silahlý saldýrýnýn avý, ya da
en azýndan kurbanlarý olabileceðimiz gerçeðini
kabule hazýrlar.
Böyle bir devrimci milis askeri görevini üslenen hekimin, yine hekim olarak kalmasý gerektiðini de ýsrarla belirtelim. Bizim Sierra’da iþlediðimiz hataya -eðer buna hata denilebilirsedüþülmemelidir. Tüm hekim yoldaþlar bu yanlýþýn ne olduðunu bilirler, her halükârda bir yaralý ya da hastanýn baþucun-da beklemek bize
þerefsizlik gibi görünüyor ve ne pahasýna olursa
olsun tüfeðe sarýlmaya ve ne yapmak gerektiðini savaþ alanýnda göstermeye çalýþýyorduk.
Þimdi koþullar farklýdýr ve ülkeyi savunmak
60
Yeni Saðýn En Gerici ve Irkçý Teorisi:
Filizleri 1980’lerde geliþen, ancak asýl olarak
1990 sonrasýnda biçimlenen yeni tarihsel sürecin
en önemli öðelerinden biri, emperyalist kampýn yönetim kademelerini bir að gibi saran yeni-sað, saldýrgan eðilimdir.
Emperyalist süreç kuþkusuz baþtan sona gericilik demektir ama öte yandan zaman zaman bu gericiliðin boyutlarýnýn zirvelere týrmandýðý görülür. Örneðin tekelci burjuvazinin en gerici en þoven yönetimi olarak faþizm tanýmlamasý, böyle az çok kalýcý
bir süreci bize anlatýr. 90’lardaki yeni-sað hegemonya da böyle az çok oturmuþ, oturmakta olan bir durum olarak karþýmýzdadýr. Sýnýrsýz emperyalist saldýrganlýk ile yükselen ve aslýnda o saldýrganlýða da
zemin teþkil eden bu eðilim, liberal bir görüntü altýnda faþizmin bir çok öðesini içinde barýndýrýr. Reagan-Thatcher döneminden bu yana kadrolarýyla gitgide sistemin merkezine yerleþen bu güç, bütün diðer gerici yanlarý bir yana kendisine asýl düþman olarak emekçileri seçmiþ, postmodern gericiliðin yardýmýyla esas olarak dayanýþma ve kolektiviteye saldýrarak yolunu açmýþtýr. Öte yandan ayný güç, Hitler’in kaba saba ýrkçýlýðýndan daha öteye geçerek
yoksul halklarýn tümünü “aþaðý türden insanlar” kategorisine yerleþtirmekte, salt belli etnik gruplarý deðil, bütün emekçileri hedef tahtasýna koymaktadýr.
Bugünkü konjonktürde Ortadoðu halklarýnýn aþaðýlanýp direniþçi güçlerinin ezilmesi gündemde olsa
da aslýnda yeni-sað saldýrganlýk, bir bütün olarak
yoksul halklarýn ve ezilenlerin (emperyalist ülkelerde yaþayan alt sýnýftan insanlar, iþsizler, vs. dahil)
dýþlanýp aþaðýlanmasý üzerine kuruludur. 19. yüzyýlda nüfus fazlasý olan emekçilerin çocuklarýnýn ortadan kaldýrýlmasýný bile öneren aþýrý Malthusçulukla
“altta kalanýn caný çýksýn” ilkesine dayanan sosyalDarwinizm, yeni-sað ideolojide birleþip kaynaþmýþtýr. Üstelik bu kez her þey daha fazla dünya planýndadýr ve bu kez “caný çýkmasý” gerekenler, ABD ile
müttefikleri dýþýndaki Asya-Afrika-Ortadoðu halklarýdýr.
Ekonomik alanda 1980’lerde Milton Friedman’ýn
neoliberal düþünceleriyle iþe baþlayan yeni-sað,
daha sonra ekonomide olduðu kadar siyasette de
kendi kadrolarýný merkeze taþýmýþ, yeni-muhafazakârlar adýyla bilinen grup özellikle ABD siyasetinde köþe baþlarýný tutmuþlardýr. George Bush’un þu
andaki ekibi, bu bileþimin tipik örneðidir. En son
Dünya Bankasý’nýn baþkanlýðýna getirilen Paul Wol-
fowitz’den Zbigniew Brzezinski’ye dek bu grup açýkça bir imparatorluk söylemini savunmaya devam ediyorlar.
Öte yandan, siyaset ve sosyoloji alanýnda da yeni-sað meydaný boþ býrakmamýþtýr. Yoksullarýn ve
siyahlarýn zeka düzeylerinin düþüklüðünü (ve dolayýsýyla bu kesimlere eðitim fonu ayýrmanýn gereksizliðini) ince ince savunan profesörlerden sosyal
yardým fonlarýnýn insanýn geliþimine zararlarýný “kanýtlayan”(!) uzmanlara dek bir dizi gerici ideolog, yýllardýr neoliberal saldýrýnýn aktif unsurlarý olarak çalýþmaktadýrlar.
Samuel Huntington da bunlardan biridir. Harvard
Üniversitesi Stratejik Araþtýrmalar Enstitüsü Baþkaný, Amerikan Milli Güvenlik Kurulu Strateji Direktörü, Amerikan Siyasal Bilimler Derneði Baþkaný ve
ünlü ABD dýþ politika dergisi Foreign Affairs’ýn kurucusu ve editörü olan Huntington, aslýnda uzun yýllardýr Amerikan yönetimlerinin akýl hocasý olarak
görev yapýyor. Daha 1957’de yazdýðý “Asker ve
Devlet” isimli kitabýnda “zeka geçici ve tehlikeli bir
þeydir -gereken organize vasatlýktýr. Büyük planlar
ve silkeleyici amaçlar olmamalýdýr” diye söze baþlayan ve tipik bir askeri toplum tasarýmý yapan Huntington, “tek amacý öldürmek olan asker”i övgülere
boðar. Üstelik o, bu düþüncelerini demokrasi tanýmýnda da geliþtirir ve “iyi bir demokrasinin bazý
gruplarý dýþlamasý gerektiðini”, her ýrkýn ve her kesimin politik sürece katýlmasýnýn rejimi zorlayacaðýný
belirtir. Sonuçta, normal toplum yaþamýný aþaðýlayan ve askeri birliðin hiyerarþik düzenini kutsayan
saçmalýklarýný öyle bir düzeye kadar ilerletir ki, Huntington ve yakýn dostu Brzezinski’ye, kitabýn bayaðý
entelektüel düzeyi, ve faþist eðilimleri nedeniyle bir
müddet Harvard’da görev verilmez. Her ikisi de ancak 1962’den sonra Harvard’a profesörlük verilmek
üzere davet edilirler. Ama yine de Huntington’un iki
tezi, Amerika’nýn bir imparatorluk gibi davranmasý
gerektiði ve zorunlu askerlikten özel vurucu güçlere
geçilmesi, ABD yönetimlerine yol göstermiþtir.
Medeniyetler mi Çatýþýyor?
Ancak Huntington’un asýl þöhreti, 1993’te yenisað’ýn himayesinde ürettiði “medeniyetler çatýþmasý” teziyle ortaya çýkar. Ýlk olarak Bernard Lewis’ce
1990’da ileri sürülen tezi sahiplenen Huntington,
daha sonra bu düþüncelerini çeþitli ülkelerdeki konferanslarýnda iþlemiþtir.
sosyalist barikat
MEDENÝYETLER ÇATIÞMASI
61
caðý düþüncesi ise, hiçbir bilimsel kanýta dayanmayan yüzeysel bir gözlemin ifadesidir. Bugün, dünyanýn bir çok köþesinde ve özellikle Ortadoðu coðrafyasýnda dini akýmlarýn güç kazandýðý bir gerçek olmakla birlikte bu durum, solun yarattýðý boþluðun eseridir ve kalýcý bir olgu deðildir. Þüphesiz bu olgu,
kendiliðinden ve “kaçýnýlmaz olarak” ortadan kalkmayacak, bunun için devrimci güçlerin iradi atýlýmý
gerekecektir.
Üstelik bu aþamada bile dini etkiler tümüyle ortadan kalkmayacaktýr. Ama bütün bunlardan hareketle bilimi alt üst etmek, belirli bir anda çekilmiþ olan fotoðraf karesini filmin bütününe eþdeðer saymak mümkün deðildir. Tarih, bir belirli andaki mevcut olgu ile deðil, kendi diyalektik akýþý içinde deðerlendirilebilir.
Kaldý ki, bugün Ortadoðu’da yükselmiþ olan dinsel dalganýn bir sýnýfsal arka plandan yoksun olduðunu söylemek de doðru deðildir. ABD’nin önderliðindeki emperyalist cephe ile çatýþma halinde olan
güçler, Arap emirleri ya da kukla hükümetleri deðil,
Ortadoðu dünyasýnýn yoksul emekçileridir. Bu kitleler, yoksulluklarýnýn ve uðradýklarý zulmün sorumlusu olarak ABD emperyalizmini görmekte ve bu güce karþý mücadele etme arayýþýna girdiklerinde de
politik boþluk ortamýnda Ýslami akýmý kendisine yakýn bulmaktadýr. Sözgelimi son Filistin seçimlerinde
HAMAS’ýn kazanmasý, aslýnda Siyonist zulme karþý
direnme arzusunun bir ifadesidir; ayný biçimde Lübnan’daki Hizbullah direniþinin yarattýðý sempatinin
arkasýnda anti-emperyalist anti-Siyonist bir arka
plan vardýr ve bu duygular özünde sýnýfsal ve ulusaldýr, Ortadoðu’nun yoksul emekçilerinin duygularýdýr.
Kýsacasý yeni-sað’ýn ideolojik zeminlerinden biri
olarak Huntington’un tezi, bütün diðer gerici ve ýrkçý
emperyalist fikirler gibi, bilimsellikten uzaktýr ve yöntemsel açýdan da bilim ahlakýnýn en temel kurallarýna aykýrý olarak kitlelerin kandýrýlmasý amacýna hizmet eden bir þarlatanlýktýr. Emperyalist hegemonyanýn meþrulaþtýrýlmasý için hizmet veren ideologlar
sürüsü içinde Huntington’un diðerlerinden ayýrt edilmesini gerektirecek bir özel önemi de yoktur.
Sonuçta, bu tezlerle yapýlan þey, Gazze’den Kabil’e ve Baðdat’a dek binlerce çocuðun katledilmesinin haklý çýkarýlmasýdýr ve sadece bu kadarý bile tiksinti vericidir.
Ortadoðu’da ve bütün dünyada daha þimdiden
belirtileri görülmeye baþlayan yeni devrimci dalga ise bütün bu saçmalýklarý süpürüp atacaktýr. 21. yüzyýlýn ne kadar ideolojik ve sýnýfsal bir yüzyýl olacaðýný ise hep birlikte göreceðiz.
sosyalist barikat
Kýsaca özetlenirse, “medeniyetler çatýþmasý” tezinin özü þudur: “19. yüzyýl, ulus-devletlerin birbiriyle yaptýðý savaþlara sahne oldu, bu da imparatorluklarýn yýkýlmasýyla sonuçlandý. 20. yüzyýl ise ideolojiler çaðýydý. 20. yüzyýl boyunca, SSCB ve Çin’in
temsil ettiði komünizm ile ABD ve Batýlý ülkelerin
temsil ettiði kapitalizmin ‘’soðuk savaþý’’na tanýk olundu. 21. yüzyýl ise artýk ulus-devletlerin veya ideolojilerin deðil, bunlardan daha kapsamlý bir þemsiye oluþturan medeniyetlerin çatýþmasýna sahne olacak.” Dünyanýn küreselleþmediðini, tam tersine bölgeselleþtiðini iddia eden Huntington, bütün bu tezlerinin bir sonucu olarak özellikle Müslüman doðu ile
ABD’nin temsil ettiði Hýristiyan Batý’nýn kapsamlý bir
hesaplaþmasýnýn kaçýnýlmaz olduðunu öne sürer ve
eðer durum böyleyse ABD’nin kendi varlýðýna kast
eden bu dünyayý ezmesi gerektiði sonucuna varýr.
Bu, bir anlamda Bush’un aðzýndan kaçýrdýðý
“Haçlý Seferi” mantýðýnýn baþka bir dille ifadesidir.
Hatta öyle ki, Huntington, Türkiye’nin de AB ve NATO’da yerinin olmadýðýný, ayný biçimde Yunanistan’ýn da NATO’dan atýlmasý gerektiðini savunmaktadýr. Görüldüðü gibi Huntington düþüncesi, tam bir
beyaz-protestan ýrkçýlýðýna denk düþmekte, Doðu’ya ait her þeyi dýþlamaktadýr.
Özellikle 11 Eylül eyleminin ardýndan geliþen atmosfer ve Ortadoðu’ya yönelik baþlatýlan savaþ,
Huntington’un yýldýzýnýn yeniden parlamasý anlamýna gelmiþtir. Daha doðrusu, dünya çapýnda sýnýfsal
niteliðe sahip olan bu çatýþma ve Ortadoðu’daki çýkarlar için yürütülen katliamlar, böylece gerçek içeriðinden kaydýrýlarak yanlýþ bir zemine oturtulmuþ oluyordu.
Kuþkusuz Huntington’un bu tezleri tarihin en büyük çarpýtmalarýndan biridir. Bu ýrkçý ve yüzeysel
düþüncenin yeni-muhafazakârlar arasýnda coþkuyla
karþýlanmasý da tipik bir cahillik ya da riyakârlýðýn
belirtisidir.
Her þeyden önce, yalnýzca 19. ya da 20. yüzyýlýn deðil, bütün tarihin sýnýf mücadeleleriyle karakterize olduðu Marks’tan bu yana kanýtlanmýþtýr. Yüzyýllarý böyle keyfi bir ayrýma tabi tutmak, tam bir
Harvard ukalalýðýndan baþka bir þey deðildir. 20.
yüzyýl, evet devrimler yüzyýlýdýr ve tarihin kaydettiði
en “ideolojik” yüzyýldýr. Gerçekten de bu yüzyýl boyunca kapitalizm ve sosyalizm dünya ölçeðinde karþý karþýya gelmiþ ve sonuçta reel sosyalist dünya,
kendi iç zaaflarý nedeniyle çöküntüye uðramýþtýr.
Ancak buradan yola çýkarak artýk ideolojilerin bittiðini öne sürmek, son on beþ yýlda dinlediðimiz en sýkýcý ve en bayat hikayedir. O kadar ki, daha bu sözlerin söylenmesinin üzerinden on yýl bile geçmeden
o “ideoloji”ler, dünyayý deðiþtirme kavgasý yeniden
yükselmeye baþlamýþtýr bile. Sýnýf mücadelesinin
yerini dinlerin ve medeniyetlerin çatýþmasýnýn ala-
62
devrim emekçileri...
“Bir sanatçý olarak ‘Yýlmaz Güney’ diye bilinirim. Asýl adým Yýlmaz Pütün’dür. Adým,
zorluklar karþýsýnda eðilmez, umutsuzluða kapýlmaz, yýlgýnlýða düþmez ve baþeðmez anlamýna gelir; soyadým Pütün ise bir dað meyvesinin kýrýlmaz çekirdeði demektir. 1937
yýlýnda Türkiye’de, bir güney þehri olan Adana’nýn Yenice köyünde doðdum. Kürt asýllý,
topraksýz bir köylü ailenin iki çocuðundan biriyim. Annem dindardý ve okuma yazma
bilmezdi... Babam ise okuma yazmayý askerde öðrenmiþti. Annem gibi o da hiç okula
gitmemiþti. 1976’da ben Kayseri Cezaevi’ndeyken öldü. Mezarýný göremedim...”
Kendi aðzýndan basit ve sade olarak yaþam öyküsünü böyle anlatýyor Yýlmaz Güney.
Sinemacý, sanatçý, roman yazarý, vb. gibi bir çok þey söylenebilir onun için. Ama bütün
bunlarýn arasýnda en ayýrt edici olan ve ona gerçek kimliðini veren þey, kuþkusuz devrimci oluþudur. Bu topraklar þimdiye dek bir çok emekten yana sanatçý yetiþtirmiþtir,
tümü de saygýndýr; ama herhalde Yýlmaz Güney kadar açýkça kendini riske atarak devrimci bir yaþam süren ve onun kadar emekçilerin zihninde, kalbinde yer kazanan sanatçý pek azdýr. Doðrudan yoksulluk içinden gelmiþtir o. Dokuz yaþýndan beri, çobanlýktan pamuk iþçiliðine, gazoz-simit satýcýlýðýndan film bobinlerini taþýmaya dek her iþi
yapmýþ, sinema hayatýnda da geldiði yere týrnaklarýyla tutunarak gelmiþtir.
1955’te AÜ. Hukuk Fakültesi’ne ve sonra Ýktisat Fakültesi öðrenciliði hayatýnda kýsa bir yer tutar, Asýl derdi her zaman sinemadýr. Bu arada devrimci hareketle tanýþmakta ve dergilerde öyküler, yazýlar yayýnlamaktadýr. O günlerde On Üç adlý dergide yayýnlanan “Üç Bilinmeyenli Eþitsizlik Sistemleri” adlý öyküsü yüzünden “komünizm propagandasý” iddiasýyla bir buçuk yýl hapiste yatar. Çýktýktan sonra artýk sinemanýn içindedir ve birkaç yýlda bütün eski oyuncu kalýplarýný yýkan ve yoksullarýn, emekçilerin duygu dünyasýný yansýtan yeni bir oyunculuk biçimini ortaya koyar. Yönetmenliðe geçtiðinde ise tam bir gerçekçilik baþyapýtý olan Umut’u çekti.. Daha sonra ise Acý, Aðýt, Baba,
Arkadaþ ve Endiþe arkasý arkasýna geldi. Emekçiler, haksýzlýða uðrayanlar ve ezilenler
onun filmlerinin baþlýca unsurlarýdýr.
Tam bu süreçte Yýlmaz Güney, Türkiye Halk Kurtuluþ Partisi-Cephesi (THKP-C) ile
iliþki kurar. Silah saðlamaktan devrimci kadrolarý saklamaya dek partiye katkýlarda bulunur. Bu yüzden yeniden tutuklanýr ve THKP-C davasýndan yargýlanýr. Çýktýktan sonra inançlarýndan hiç taviz vermeden kaldýðý yerden devam eder. O günlerde “atacaðým
her adým emeðin nihai kurtuluþu fikrine, yani sýnýflarýn kendini ortadan kaldýracaðý,
devletin kendisini tüketeceði, söndüreceði bir dünya fikrine hizmet etmeliydi. Kurtuluþun önümüzdeki aþamasý olarak da Demokratik Halk Devrimi fikrine ve mücadelelerine hizmet etmeliydi” diye tanýmlar kendisini. Bir süre yeniden cezaevine girdiðinde kesintiye uðrasa da oradan yaptýðý katkýlarla Sürü, Yol gibi baþyapýtlara imza atar. Cezaevinden kaçtýktan sonra da Avrupa’da Duvar’ý çeker.
Yýlmaz Güney’in kuþkusuz en ayýrt edici niteliði, kendisini günümüzde alýþtýðýmýz þu
“aydýn” tipinden kalýn çizgilerle ayýrmasý ve hiçbir tereddüt göstermeksizin devrimci mücadelenin içinde yer almasýdýr. Sanatçýnýn politikadan, örgütlü yaþamdan uzak durmasý biçimindeki tüm yargýlarý kýrmýþ ve kendini riske atarak devrim savaþýnýn bir parçasý olmayý önüne somut hedef olarak koymuþtur. 9 Eylül 1984’te Paris’te yaratýcýlýðýnýn
zirvesindeyken ölümsüzlüðe kavuþtuðunda, coðrafyamýzýn devrimci hareketi yalnýzca
bir devrimci sanatçýyý deðil, ayný zamanda yorulmaz bir militaný yitirmiþti. Bütün emekçilerin ve devrimcilerin kalbinde eþsiz bir yer tutan Güney, bugün tam da kendisine yakýþan bir mezarlýkta, 1871 Komüncülerinin yaný baþýnda, Pere Lachaise’de yatmaktadýr.
Emekçilerin Sevgilisi, Devrimci Militan:
YILMAZ
YILMAZ GÜNEY
GÜNEY
sosyalist
barikat
63
sosyalist
barikat
tarih sayfalarýndan
Ýspanya Ýç Savaþýnýn En Karanlýk Günü:
Tarih sayfalarýmýzý hazýrlarken bir yandan
halklarýn mücadele tarihine dair bir þeyler öðrenme þansýný yakalýyoruz. Diðer yandan ise
her seferinde insanlýðýn geçtiði kritik dönemeç
noktalarý bizi þaþýrtýyor. Belki o yaþananlar birebir þu ana etki etmiyor fakat bize katliamlardan kahramanlýklara kadar gerçek tarihin tablolarýný sunuyor. Bunlar çoðu defa karþýmýza
farklý farklý çýkýyor. Ama temelde bir noktada
birleþiyor; katliam ve direniþ. Katliamlarý yapanlara baktýðýmýzda karþýmýza her zaman sömürücü sýnýflar, emperyalistler ve sömürgeciler
çýkýyor; direnenlere baktýðýmýzda ise, emekçi
halklar ve iþçi sýnýfýnýn gücüyle karþýlaþýyoruz.
Amerikan emperyalizmi ve Siyonizmin halklara karþý uyguladýðý faþist saldýrganlýðýn nefret
topladýðý bu günlerde, tarihe dönüp baktýðýmýzda ayný saldýrganlýðýn deðiþik versiyonlarýyla
karþýlaþýyoruz.
Bu sefer anlatacaðýmýz katliam, ünlü Ýspanyol ressam Pablo Picasso’nun çok bilinen bir
resmine konu olmuþtur. Öyle ki, sonradan bu
resim sayesinde milyonlarca insan bu küçük
Bask kasabasýný ve katliamý öðrenebilmiþlerdir.
Hatta bu konuyla ilgili yaþanmýþ bir öykü de
vardýr. Guernica katliamýný anlattýðý bu tablosu
bittiðinde Pablo Picasso’nun atölyesinde bir
Nazi Subayý vardýr ve Nazi Subayý Picasso’ya
sorar; “Bunlarý siz mi yaptýnýz?”
Picasso’nun cevabý þöyledir: “Hayýr, siz yaptýnýz!”
Picasso haklýdýr, gerçekten de Guernica tablosunun yaratýcýlarý Nazilerdir.
Dönem Ýspanya Ýç Savaþý dönemidir. Cumhuriyete karþý ayaklanan Faþist Franko ve milisleri, Hitler ve Mussolini tarafýndan desteklenmektedir. Naziler Ýspanya’ya uçaklar, silahlar, denizaltýlar, top ve zýrhlý araçlar göndermekte, sol güçlerin ezilmesi için hiçbir katkýyý
esirgememektedirler. Ancak buna raðmen
Franko çetesi, özellikle solun çok güçlü olduðu
kentlerde ve Katalan-Bask bölgelerinde ciddi
bir ilerleme saðlayamamaktadýr. Direniþ güçlü
ve çok serttir. Sonunda, faþistler Bask bölge-
sinde yedikleri aðýr darbelerin intikamýný Guernica kasabasýndan alýrlar. 26 Nisan 1937’de
Alman ve Ýtalyan uçaklarý Guernica kasabasýna
bomba yaðdýrýrlar. Bu bombalama yönteminin
adýný bile koymuþlardýr: “halý dokur gibi bombalamak!” Faþistlerin tek hedefi insanlardýr. O
gün Basklýlar için kutsal olan Guernica’da gerçekten de taþ üstünde taþ kalmaz. Bombalamadan sonra yapýlan gözlemlere göre birkaç
saat içinde 1650 kiþi katledilmiþtir. Evlerin onda dokuzu kullanýlmaz hale gelmiþ, aralýklarla
akþama kadar süren bombalamalarda, Guernica halkýnýn bir bölümü dað yamaçlarýna sýðýnarak canlarýný kurtarmýþtýr.
Katliamýn tanýðý olan George Steer’in aðzýndan dinlersek: “Guernica’da sýradan bir pazartesiydi. Saat 16.30 sularý. Köylüler pazar yerine geliyorlar ve alanýn en kalabalýk olduðu anlarda kalabalýðýn sesine karýþan çan sesleri ve
halkýn sýðýnaklara girmesini isteyen anonslar…
Kýsa bir süre sonra Alman bombardýman uçaklarý belirdi.
Kentin üzerinde yarým daire çizdikten sonra
ilk kez altý büyük bomba tren istasyonunun üzerine atýldý. Sonra benzer bombalar pazar yerinin üzerine atýldý. Ayrýca uçaklardan, el bombalarý ve benzeri bombalar atýlýyordu. Bir süre
sonra üç Junkers uçaðý geldi, yine kenti bombaladý. Kentin on bin kadar olan nüfusu panik
halinde kaçýþmaya baþladý. Uçaklar, kaçýþan
halkýn üzerine de makineli tüfekleriyle ateþ açýyorlardý. Tek tek tüm evler, uzaktaki çiftlikler
bombalandý, yakýldý. Kuþkusuz yeni bir savaþ
tekniði ile saldýrýyorlardý. Þu anda ölenleri saymak olasý deðil. Ancak sayýsýnýn yüksek olduðu
ve çoðunluðunun kadýn ve çocuk olduðu söylenmektedir.”
Steer’in anlattýklarý bugün bize ne kadar da
tanýdýk geliyor!
Nazi uçaklarý ile Ýsrail uçaklarýnýn insanlarýn üzerine attýðý bombalar ne kadar birbirine
benziyor!
Ortak noktalarý çok kesin, etrafa ölüm saçýyorlar. Ýnsanlýðýn karþýsýna dikilmiþler, kafa tutuyorlar. Fakat burada çok önemli bir þeyi kaçýrýyorlar. Er geç bu zulüm düzeninin sona ereceðini akýllarýna bile getirmiyorlar. Týpký Hitler
ve faþist sürülerinin yaptýðý gibi….
sosyalist barikat
Guernica Katliamý
64
Durun!
Bekleyin Biraz!
Didar Þensoy geçiyor sokaðýnýzdan bakýn!
Pencerenizin tam altýndan
Sarmaþýklara sürünerek,
Tarayýn saçlarýnýzý,
Gömleðinizin yakasýný düzeltin
Ve dik durun.
Maltanýzdan, avlunuzdan geçiyor Didar Þensoy
Parmaklýklarý kanýyla eriterek…
Ö
lümünün 18. Yýldönümünde, yýlmaz savaþçý
Didar Þensoy Yoldaþ mezarý baþýnda anýldý.
Halk Kültür Merkezleri tarafýndan gerçekleþtirilen
anma, 1 Eylül 2006 Cuma günü saat 11:30'de, "Didar
Þensoy Devrimci Kurtuluþ Mücadelemizde Yaþýyor/Halk
Kültür Merkezleri" pankartýnýn açýlmasýyla baþladý.
Anmada, Devrim ve Sosyalizm yolunda düþen þehitler için,
Didar Þensoy Yoldaþ þahsýnda bir dakikalýk saygý duruþu
gerçekleþtirildi. Anma süresince "Devrim Þehitleri ölümsüzdür",
"Didar Abla Yaþýyor Yaþanacak", "Yaþasýn Devrimci Kurtuluþ
Mücadelemiz", "Didar Abla Yaþýyor Yaþanacak" sloganlarý atýldý.
Halk Kültür Merkezleri sözcüsü tarafýndan yapýlan basýn açýklamasýnda; Didar Þensoy Yoldaþ'ýn öðretmenlik yapan sakin bir
ev hanýmý olduðuna, kardeþinin tutuklanmasýyla birlikte
mücadelenin içine girdiðine ve tutsak aileleri mücadelesinin
doðal kadýn önderlerinden biri olduðuna deðinildi. Didar
Þensoy'un ölümünün ardýndan Devrimci Sosyalist Hareket'in
bayraðý yere düþürmediðine, genç
yoldaþlarýn ve kadýnlarýn Didar Þensoy'dan
aldýklarý bayraðý oligarþinin burçlarýna dikinceye kadar savaþý
sürdüreceðine yer
verildi.
ABONE FORMU
Adý-Soyadý: .......................................................................................
Adres: ......................................................................................................................
6 Aylýk: 12 YTL.
12 Aylýk: 24 YTL.
Not: Abone olmak isteyen okurlarýmýz bu formu doldurduktan sonra, abonelik bedelini Gönül Sonbahar adýna Ýþ Bankasý 1122
0297172 no’lu hesaba yatýrýp banka dekontu ile birlikte adresimize gönderebilirler.

Benzer belgeler