KENT - YAPISAL ÇEVRE

Transkript

KENT - YAPISAL ÇEVRE
...“Mimar” kelimesi
yaptığı iş olarak tanımı
dışında içinde derin
anlamlar taşıyan
temsiliyete
sahiptir. Mimar aslında
geçmişini -kültürünü,
şimdiyi -demokrasiyi,
geleceği….........-> S 3
Değişim İçinde Yaşam
Naciye Doratlı
Hera-C
...Dünya değişiyor,
değer yargılarımız,
hayattan beklentilerimiz
değişiyor. Yaşımız ne
olursa olsun hepimizin
bir geçmişi, iyi ya da
kötü anılarımız var. Bir
an için tüm belleğinizi
kaybettiğinizi.......-> S 4
...Konutun değişimi
insanın,dolayısıyla
toplumun evrimine
koşut. Toplumların
özellik ve deneyimlerini
yansıtan sözcükler de,
insan yaşamındaki bu
sürekli devingenliğe
uyum sağlıyarak..-> S 9
GELENEKTEN EVRENSELE MİMARİ
BİR MİMAR - BİR BİNA
Uğur Dağlı
Kültür Varlıklarımız Ülkemizin
Markası Olabilir Mi? Ama nasıl?
KONUT VE YAŞAM
Yaşamsal Derinliklerin Serüveni
Olan Sayfanın Başlangıç Noktası:
Atun Kardeşler
GEÇMİŞİN SESSİZ TANIKLARI
KENT
MİMARLIK
ve TASARIM
GAZETESİ
15 GÜNDE BİR YAYINLANIR
21 ŞUBAT 2010/ SAYI 1
Kağan Günçe
...İnsanoğlunun dört
duvar arasındaki
yaşantısının ilk kez
ne zaman, nerede
başladığı bugün
için tam olarak
saptanabilmiş değildir.
Ancak bilinen,
insanoğlunun....-> S 10
Kıbrıs’ın ‘alaflı’ sıcağından ‘Prag
Baharı’na
KENT - YAPISAL ÇEVRE - MİMARİ ÜRÜN:
Uğur Dağlı - Ercan Hoşkara - Şebnem Hoşkara
Türkan Ulusu Uraz
AL GÖZÜM SEYREYLE
KAVRAMLAR DÜNYASINA YOLCULUK
Geleneksel Mimari, İç İçe Geçmiş
Paradokslar Yumağı
...‘Var Olmanın
Dayanılmaz
Hafifliği’ndeki tutkulu
-bir o kadar da özgürkomünist aşklara ve
toplumun içinden geçtiği
sosyo-politik değişime
ev sahipliği yapan
kent....................-> S 11
‘Masumiyet Müzesi’ ve İstanbul’da
Aşk
PROVO-K-İTAP
... bütün romantikleri,
hayalperestleri ve
kentseverleri sarsacak,
naif bir aşk hikayesi
üzerinden İstanbul
kentinin kısmi tarihçesi
ve yaşamını sunar
bizlere. Masumiyet
Müzesi.............-> S 12
Kentte Mekan- Kentsel Mekan
Şebnem Hoşkara
KENTİN TADI TUZU
DOSYA 1: KENT- YAPISAL ÇEVRE- MİMARİ ÜRÜN: KAVRAMLAR DÜNYASINA YOLCULUK
Beril Özmen Mayer
...Bütün yerleşmeler,
dolayısıyla da kentler,
binalar ve binalar
arasındaki sokaklar,
meydanlar, yeşil alanlar,
parkları ve diğer açık
alanları kapsayan
“kentsel mekanlar”dan
oluşmaktadır......-> S 14
Kapak resmi: Ceren Boğaç
...GÜNE BAŞLADIĞIMIZ ANDAN TÜM GÜN BOYUNCA İÇİÇE OLDUĞUMUZ, TASARIM
DÜNYASI İÇİNDE BİRÇOK FARKLI TASARIM BOYUTU - DİSİPLİNİ SÖZ KONUSUDUR.
İNSAN – ÇEVRE – MEKAN İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA BAKILDIĞINDA BÜYÜK ÖLÇEKTEN
KÜÇÜK ÖLÇEĞE DOĞRU GİDİLECEK OLURSA, BU BOYUTLAR KENTSEL TASARIM,
MİMARİ TASARIM, İÇ MEKAN TASARIMI VE ENDÜSTRİYEL TASARIM OLARAK
GRUPLANMAKTADIR.........................................................................................................-> S 5-6-7-8
SORULAR- CEVAPLAR
YANLIŞLAR- DOĞRULAR........-> S 13
Ercan Hoşkara
GÜNCEL HABERLER
YORUMSUZ FOTOĞRAFLAR
KARİKATÜRLER.........................-> S 15
Kutsal Öztürk
Begüm Mozaikçi
SAYFA
2 EDİTÖR
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 ŞUBAT. SAYI 1.
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
Naciye Doratlı
[email protected]
Mekanperest Gazete Ekibi / Soldan sağa (üst): Begüm Mozaikci, Şebnem Hoşkara, Beril Özmen Mayer, Ceren Boğaç, Naciye Doratlı, Türkan Ulusu Uraz,
Ercan Hoşkara, Kağan Günçe.
Soldan sağa (alt):Kutsal Öztürk, Hıfsiye Pulhan, Uğur Dağlı, Nesil Baytin ve Mimarlık Fakültesi Dekanı İbrahim Numan.
Başlarken
Herkese merhaba...
Akademisyenlerin önemli görevlerinden
biri toplumsal gelişime katkı koymaktır.
Tüm disiplinler için geçerli olan bu
görevin, özellikle bizlerin de mensubu
olduğumuz mimarlık alanında daha da
önemli olduğunu düşünmekteyiz. Çünkü
ülkede yapılaşmayı düzenleyen kurallar
ne olursa olsun, ne kadar yeterli ve
etkili olursa olsun, yaşanabilir çevreler
oluşturulmasında bu kurallar kadar belki
de daha çok toplumun bilinç düzeyi önemli
rol oynar. Yapılaşma ile ilgili kararlar
ve bunların uygulanmasında bireysel
çıkarlar bağlamında maksimum fayda
sağlama kaygısı kadar kamu yararı ya da
zararının da önemsenmesi toplumsal bilinç
düzeyine bağlıdır. Hiç şüphe yok ki her
konuda bilinçli bir toplum olunabilmesi için
bireylerin küçük yaşlardan bu doğrultuda
eğitim almaları gerekir. Konumuz olan
yapılaşmış çevre açısından konuya
bakacak olursak durumumuz hiç de
iç açıcı değil. İşte bu durumun bilinci
ile karınca kararınca yapılaşmış çevre
konusunda toplum bilincini artırmak
amacı ile sorunlara dikkat çekmek, güzele
doğruya değinmek üzere bir gazete
aracılığı ile sizlere ulaşmak istedik.
Peki, biz kimiz? Bizler, Doğu Akdeniz
Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden
yoğun çalışma temposu ve ağır iş yüküne
rağmen zaman ayırıp mimarlık ve çevre
konularında gerek kronik, gerekse akut bir
takım sorunlara dikkat çekmek ve bunların
çözümü için öneriler sunmak için uğraş
vermeyi göze alan gönüllü bir grup öğretim
üyesiyiz. Bu gönüllü grup, bu işin fikir
annesi olan ben Doç. Dr. Naciye Doratlı,
Doç. Dr. Nesil Baytin, Dr. Ceren Boğaç,
Doç. Dr. Uğur Dağlı, Yrd. Doç. Dr. Kağan
Günçe, Yrd. Doç. Dr. Ercan Hoşkara,
Prof. Dr. Şebnem Hoşkara, Yrd. Doç.
Dr. Beril Özmen Mayer, Prof. Dr. Kutsal
Öztürk, Doç. Dr. Hıfsiye Pulhan, Doç. Dr.
Türkan Uraz ve araştırma görevlisi Begüm
Mozaikci’den oluşuyor.
Bu işin aklımıza düştüğü günden itibaren
‘En iyi nasıl yapabiliriz?’ sorusu üzerinde
kafa yorarak, basın aracılığı ile baskı
sayısı yüksek bir gazete ile sizlere ayda
bir ulaşabilecek bir gazete eki oluşturmayı
öngördük. Üniversitemiz Rektörlüğü’nün
girişimleri sonucunda bu projemizin
Havadis Gazetesi’nde hayat bulmasına
karar verildi. Sonuç olarak MekanPerest,
bizim ilk başta öngördüğümüz gibi ayda bir
değil, onbeş günde bir Havadis gazetesinin
eki olarak sizlerle buluşacak.
MekanPerest’te Neler Var?
Mimarlık, tasarım, çevre ve kentlerimizle
ilgili olarak nelere dikkat çekmek
istediğimizi kâğıda döktüğümüzde ortaya
çıkan uzun listeyi toparladığımızda
ise, ağırlıklı olarak ülkemizin
yetiştirdiği mimarlar ve tasarladıkları
binaların tanıtılacağı, Uğur Dağlı’nın
sorumluluğundaki Bir Mimar, Bir Bina;
benim sorumluluğumdaki Geçmişin
Sessiz Tanıkları; DAÜ Mimarlık Fakültesi
bünyesinde konut alanında faaliyet
gösteren bir merkez olan
HERA-C’nin üyeleri Nesil Baytin, Beril
Özmen Mayer, Hıfsiye Pulhan ve Turkan
Uraz’ın sorumluluğundaki Konut ve
Yaşam; Kağan Günçe’nin sorumluluğunda
Gelenekten Evrensele Mimari; gezilen
kentlerle ilgili izlenimlerin paylaşılacağı,
Turkan Uraz’ın sorumluluğundaki Al
Gözüm Seyreyle; yapım süreci ile ilgili
akla gelen sorulara cevap verecek, Ercan
Hoşkara’nın sorumluluğunda SorularCevaplar, Yanlışlar- Doğrular; kitap
tanıtımının yapılacağı, Beril Özmen
Mayer’in sorumluluğundaki
ProVo-K-itaP; kentlerdeki ortak yaşam
alanlarının irdeleneceği, Şebnem
Hoşkara’nın sorumluluğundaki Kentin
Tadı- Tuzu; mimarlık alanına ilişkin
haberlerin yer alacağı Kutsal Öztürk ve
Begüm Mozaikci’’nin sorumluluğundaki
Haberler’den oluşan bir kurgu üzerinde
görüş birliğine vardık. Buna ek olarak
ayda bir, daha kapsamlı bir içerikle sizlere
ulaşacak olan Dosya’mız olacak. Dosya
konularımızı belirlerken genelden özele
giden bir çizgi izleyerek ilk sayımızda
Uğur Dağlı, Ercan Hoşkara ve Şebnem
Hoşkara’nın hazırladıkları Kent – Yapısal
Çevre – Mimari Ürün: Kavramlar
Dünyasına Yolculuk dosyamız ile sizlere
merhaba diyoruz. Dosya’yı içermeyen
sayıda yine ayda bir olmak üzere, İç
Mimarlık ve Endüstri Ürünleri Tasarımı
alanında bilgiler sizlerle paylaşılacak.
MekanPerest’in ilk sayısında sayfa
ve dosya içeriklerine baktığınızda, ilk
bakışta sanki çevremizdeki akut ve
çok ciddi bir takım sorunların göz ardı
edildiği izlenimine kapılabilirsiniz. Ancak
unutmayınız ki bu bir başlangıç ve küçük
ülkemizde yapılaşmış çevre ile ilgili
sorunlarımız diz boyu. Takdir edersiniz ki
tümüne ilk sayımızda değinmek mümkün
değil. Hangisine değinseydik, hangisini
geriye bıraksaydık? Annan Planı ile
yaşanan inşaat patlamasının yarattığı
doğa katliamı ve beraberinde getirdiği
veya ardından gelen çok boyutlu sorunları
mı? Köylerde tehlike arz ettikleri gerekçesi
ile devlet otoritesi tarafından yıkım emri
verilen eski geleneksel köy evlerimizi
mi? Lefkoşa Sur-içi’nin göbeğinde bir
mücevher gibi baş tacı etmemiz gereken
ama maalesef bir utanç abidesi olarak
kültür varlıklarının korunmasındaki
beceriksizliğimizi sergileyen Kumarcılar
Hanı’nı mı? İmar Yasamız uyarınca
bir Ara-dönem planlama aracı olan
emirnamelerde, “müş­te­ri va­tan­daş - tüc­car
si­ya­set­çi” an­la­yı­şı so­nu­cu; do­ğal ve tarihi
sit­ler, or­man alan­la­rı, kı­yı­lar, kent­le­ri­miz,
köylerimiz, tüm ulu­sal kay­nak ve var­lık­la­
rı­mızın yeni bir “Yağmalanma Süreci”nin
bir nevi müjdesi olarak algılanabilecek
bir söylemle değişikliklerin yapılmasını
mı? Bunlar sadece hemen akla gelenler.
Bunların yanında daha birçoğu var. Tüm
bunlara ileriki sayılarımızda yer vermeye,
bilim penceresinden bakmaya çalışacağız.
Sizlerle buluşmamıza olanak sağlayan
Doğu Akdeniz Üniversitesi’nin vizyon
sahibi yöneticilerine, ‘Zararına da olsa
biz bu eki basarız’ diyen Genel Yayın
Yönetmeni Başaran Düzgün şahsında tüm
Havadis Gazetesi çalışanlarına teşekkür
ederiz.
Bina, iç mekan, ya da kentsel mekan
olsun mekan sevdalısı olan bizleri sizinle
buluşturacak olan MekanPerest’le
tasarım, mimarlık, çevre ve kent
bağlamında bilimsel doğrulara, güzele
açılan kapıyı aralamayı başarabilirsek ne
mutlu bize...
İyi okumalar ve seyirler dileklerimizle...
Naciye Doratlı
MEKANPEREST- HAVADİS GAZETESİ EKİ
Proje Koordinatörü / Editör Naciye Doratlı. Proje Koordinatör Yardımcıları Ceren Boğaç, Uğur Dağlı, Şebnem Hoşkara. Grafik Tasarım Ceren Boğaç. Yazı İşleri Ekibi (Alfabetik) Nesil Baytin, Uğur Dağlı,
Kağan Günçe, Ercan Hoşkara, Şebnem Hoşkara, Beril Özmen Mayer, Begüm Mozaikci, Kutsal Öztürk, Hıfsiye Pulhan, Türkan Ulusu Uraz. Proje Resmi Sahibi Doğu Akdeniz Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Gazimağusa.
Tel: 630 1346, [email protected] Yayıncı Kuruluş Havadis Gazetesi, Lefkoşa.
BİR BİNA- BİR MİMAR
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 ŞUBAT. SAYI 1.
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
SAYFA
3
Uğur Dağlı
[email protected]
Hakkı Atun ve Burhan Atun Kardeşler… Yollarının kesiştiği bina: Avukat Osman Dağlı Evi
Bir sayfa, bir başlangıç. İçinde
yüzlerce heyecan - tedirginlik taşımaktadır.
Öyle bir başlangıç olmalı ki okuyucu
onurlandırılacak, heyecanlandırılacak,
geçmişiyle geleceği arasında bir köprü
kuracak aynı zamanda yazar da bu
köprüyü hissedecek. Yaşamsal derinliklerin
serüveni olan sayfanın başlangıç noktasını
belirlemek zor - kolay çelişkisi içinde
oluşmuştu. Seçimimde binanın - mimarın
benim açımdan derin anlamlar içermesi
önemliydi. Böylece hergün evimden tablo
gibi seyrettiğim, eşimin çocukluğundan
gençliğine kadar tüm heyecanlarını
yaşadığı ev, bu serüven için bir başlangıç
olacağına inandım.
Hakkı Atun ve Burhan Atun
Kardeşler…
Yollarının kesiştiği bina. Avukat Osman
Dağlı Evi “Mimar” kelimesi yaptığı iş
olarak tanımı dışında içinde derin anlamlar
taşıyan temsiliyete sahiptir. Mimar aslında
geçmişini - kültürünü, şimdiyi –
demokrasiyi, geleceği – umudu seven
kişidir. İşte böyle geçmiş - gelecek
arasında toplumsal duruşlarıyla saygınlık
kazanmış iki mimar kardeş… Hakkı Atun,
Burhan Atun… Osman Dağlı Evi. Onların
herzaman kesişen yaşamlarının mimar
olarak ilk kesişmesiydi. İkisinin de
profesyonel yaşamdaki ilk uygulamalarıydı.
Yıl 1960. Mimar Hakkı Atun –
Evin zemin katı İnşa ediliyor…
Öğretmen kolejinde başladığı eğitimini 2 yıl
sonunda Ayer Kaşifi’n zoruyla 200 lira ceza
vererek yarıda kesip İTÜ Mimarlık’ta okumaya başlayan, ilk ders Temel Tasarımda
3 kutu üstüste konulup “görünüşünü çizin”
denilince bocalayan fakat ilk sınavı Yapı1
dersinden “A” alınca heyecanlanan ve o
gün bu mesleği seveceğine inanan Hakkı
Atun, 1959’da mezun olduğunda mimarlık
yaşamına, birkaç ay önce mezun olan
Ayer Kaşif’in Lefkoşa Mahkemeler Binası
önündeki, (önde bekleme arkada çizim
odasından ve ozalit makinesinin durduğu
bahçedeki odadan oluşan) büroda başlar.
Baykal, Mağusa’nın tek katlı bahçeli
evlerde oluşan avukat, bankacı, tüccar
gibi elit kişilerin oturduğu sakin nezih
bir mahalleydi. O dönemde Mağusa’nın
önde gelen avukatlarından Osman Dağlı
kendine arsa seçimi olarak önceleri
İngiliz kampı olan sonra ise parsellenerek
arsalara dönüşen bu bölgeden bir yer alır.
Mimar seçiminde ise arkadaşı Dr.Ali Atun
aracılığıyle genç yeni mimar Hakkı Atun’a
ulaşır.
Heyecanla başladığı bu ilk projesinin
tasarım aşamasında Dağlı ile hiç bir
problem yaşamayan Atun üniversitede almış olduğu tüm mimari birikimini
özgürce tasarımına aktarır. Tasarım kadar
uygulamanın da önemine inan Atun
binanın mütehaddi Mehmet Usta’ya şüphe
ile yaklaşsa da “ben üstesinden gelirim”
diyen Osman Dağlı’nın kendisini ikna
etmesiyle sorunsuz uygulama süreciyle
binayı ortaya çıkarmayı başarır.
Davetkar giriş detayıyla bütünleşen cephe
malzemeleri, (özellikle Atun’un daha sonra
tasarladığı Lefkoşa. Kooperatif Merkez
Bankası’nda da gözlemelenen ve cephede
dominant etki yaratan teras üzerindeki
petek elemanları) doluluk boşluğun ritmik
kurgusu, cephedeki elemanların oransal
ilişkisi binanın cephesini, görsel dengesi
güclü, yalın ama zengin bir oluşum içine
sokmuştur.
Atun, o dönemde malzeme işcilik olarak
Türk mimarisi Rum toplumunun çok
gerisinde olduğunu ve Behaeddin’le sürekli
Mihalisin binalarına inceleme gezileri
yaptıklarını vurgulardı. İşte bu geziler ve
titizlik ortaya başarılı bir sonuç çıkarmıştı.
Osman Dağlı’nın o yıllarda Maraş
Belediye Başkanı avukat Andrias
Puyuros’la arkadaşlığı da eve katkılar
sağlamıştı. Ağaç sevgisine sahip Başkan
Maraşı süslemek üzere Kuzey
ülkelerinden birçok ağaç getirmişti.
Bunlardan evin önünde yeralan iki
arokarya ağacıyla, manolya ağacı (ikinci
kat yapılırken kesildi).ve arka avludaki
çekirdeksiz limon ağaçı Başkan’ın eve
hediyesiydi.
Evin ilk bölümünün tamamlanmış hali (fotoğraf - Hakkı Atun, 1960)
Evin bugünkü durumu
Mimar Bir Aile
Bu arada Baykal mahallesi, mahalleye
anlam kazandıran bu ev ile gelişmeye
başlar. 1966-1967 yıllarında Kooperatifler
Müdürü İsmet Kotak, eşinin mahallesi olan
mahalleye Kooperatif evlerini yaptırır.
Böylece mahalledeki yapılaşma ivme
kazanmış olur.
Yıl 1984. Mimar Burhan Atun –
Evin ikinci katı İnşa ediliyor…
ODTÜ Şehirciliği kazanan, bir yıl sonunda
ağabeyisi Hakkı Atun’un zoruyla mimarlığa
geçiş yapan ODTÜ’den mezun olmasına
rağmen ağabeyisi sayesinde İTÜ ekolunu
de öğrenen ve iki ekolu birbirine entegre
etmeyi başarmış yegane mimarlardan
biri olan Burhan Atun, uzun süre devlet
dairesinde çalışması sonucunda piyasaya
çıktığında, ağabeyisinin politikadan dolayı
mimarlık alanından uzaklaşmasıyla ilk iş
olarak Osman Dağlı evinin üst katına ikinci
bir dairenin yapılması önüne gelmişti.
Mimarlık motivasyonunu herzaman Hakkı
Atun’dan aldığını vurgulayan Burhan
Atun’un aslında yüklendiği kolay gibi
görünüp zor bir işti. Alt kat tamamlanmış
kendi içinde bitmiş evin ikinci katı
yapılacaktı. Farklılık içinde bütünlüğü
sağlamak zorundaydı. Öyle bir ilave
yapmıştı ki Atun, evin iki katı dikey ve
yatay düzlemde tamamlanmıştı. Alt katta
giriş alanında yaratılan derin boşluk üst
katta sağ köşe noktada yaratılan balkon
derinliğiyle dengelenmişti. Alt katın
detayları sıkıcı olmadan tekrarlanmıştı.
Atun evin tasarım aşamasının
problemsiz geçtiğini, uygulamanın
sonundaki bir olayın acı ama
kendisi açısından bir tecrübe olduğunu
vurgulamaktaydı. İnşaatın bitmesine birkaç
dokunuş kaldığı noktada inşaatı görmeden
tamamlandığını ve mütahidde ödemenin
yapılabileceği yazısını yazmıştı. Bu konu
Dağlı, Mütehahid ve Atun arasında ciddi
bir probleme neden olmuştı. Bu olaydan
sonra ise Atun, hiçbir zaman binalarının
bitişini gözüyle görmeden “tamamlandı”
yazısını yazmadığını vurguladı.
Hakkı Atun ailenin birçok kesimine
Mimarlık alanında öncülük yapmıştı ve
mimarlık aileye öyle bir yayılmış ki, bir
dönem Mağusa Belediye başkanlığı
yapan Bora Atun’dan, Burhan Atun’a, oğlu
Mustafa Atun, Burhan Atun’un oğlu Cenk
Atun, eşinin kardeşi Tuna Veysi, yeğenleri
DAÜ Mimarlık Fakültesi Dekanı İbrahim
Numan’a... kadar. Atun Kardeşleri
ençok Etkileyen Yapıları Dr. Orhan
Oktay’ın evi ile Hüseyin Öztoprak’ın evi…
Daha bilinçli daha detaylı daha estetik
anlayışı olduğu ve en olgunlaştığı dönem
olduğu için bu evlere sevgisi farklı Hakkı
Atun’un, Burhan Atun’un ise AKM binası.
Onun için ikinci bir okul gibiydi. Üst
rütbelilerin kendisine sonsuz imkan
tanımaları ile 3.5 yıl süren bir tecrübe...
Çimenini bile ekerek teslim etmesi kendi
açısından binaya duyduğu değeri ifade
ediyor...
Şu andaki ortak Çalışmaları Atun kardeşler
Şimdide Hakkı Atunun kızı Nevhiz’a birlikte
Boğaz’da bir ev tasarlıyorlar. Aynı
heyecan ve mutlulukla. Bu defa devreye
Cenk Atun’u da koyarak. Mimarlık tasarım
yoluyla topluma yayılmakta ve toplumla
iletişime geçmektedir. Bu bağlamda
tasarlamakta oldukları yeni binaları
ile topluma bir ileti sağlayacaklarına
inanmaktaydı.
Uğur Dağlı
Not: Metin 28 Ekim 2009 tarihinde Hakkı Atun
ve Burhan Atun’la yapılan sohbet sonunda Atun
kardeşlerin anlatımı ile kaleme alınmıştır.
SAYFA
4 GEÇMİŞİN SESSİZ TANIKLARI
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 ŞUBAT. SAYI 1.
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
Naciye Doratlı
[email protected]
Kültür Varlıklarımız
Üzerinde yaşadığımız topraklar, çağlar
boyunca birçok uygarlığa ev sahipliği
yapmış olması nedeni ile farklı kültürlerin
iç içe geçtiği bir birikime sahiptir. Bu
birikimi kimileri kültürel miras, kimileri de
kültür varlıkları olarak isimlendirir. Halkın
sessiz çoğunluğu için ise geçmişin sessiz
tanıkları olan tarihi yapılar ya da yapı
kalıntıları harabe ya da viraneden başka
bir şey değildir. Çünkü çevre ve kültür gibi
dünyanın tümünü ilgilendiren ve insanın
süreç içinde kimliğini bulmasını sağlayan
değerler, mal, can gibi doğrudan yaşanan,
anlık değerlere göre arka planda kalmakta,
önemsenmemektedir.
Kültür Mirası değil Kültür
Varlıkları
Köşemin adından da anlaşılacağı gibi ben
geçmişten günümüze kadar gelebilmiş,
taşınmaz eski eserlerin - ki bunlar evler,
kamusal yapılar ya da yapı kalıntılar
olabilir- kültür varlıkları, kültürel zenginlikler
olarak tanımlanmasını daha doğru
buluyorum. Çünkü miras genellikle fazla
zahmete girmeden edinilir ve bu yüzden
elden çıkarılması da kolaydır. Hâlbuki
tarihi eski yapılar, sadece bizim için değil
aynı zamanda evrensel bir değere de
sahiptirler.
Dünya değişiyor, değer yargılarımız,
hayattan beklentilerimiz değişiyor. Yaşımız
ne olursa olsun hepimizin bir geçmişi,
iyi ya da kötü anılarımız var. Bir an için
tüm belleğinizi kaybettiğinizi düşünün.
Ne büyük bir boşluk olurdu değil mi? Bir
an için aynı şekilde Lefkoşa Sur-içini ya
da Gazimağusa Sur-içini veya ülkemizin
diğer tarihi alanlarını düşünün. Buralardaki
tarihi yapıların, surların bir an için yerinde
olmadığını düşleyin. Kültür varlıklarının
yok olması, tıpkı insanın belleğini
yitirmesi gibi kentin de belleğini yitirmesi
demektir. Kültür varlıklarının yok olması
demek aslında geçmişimiz, tarihimiz ve
kültürümüzün de yok olması demektir.
Bu noktada tarihi eski eserlere sessiz
çoğunluğun bakış açısının ne olduğuna
bakmakta yarar görüyorum. Halkımızın
önemli bir bölümü için, surlar, kaleler,
anıtsal yapılar dışındaki evler ve diğer
gösterişsiz binaların tümüne yakını
‘virane’, ‘harabe’ olmaktan öte çok da bir
anlam ifade etmezler. Bu yapılar daha çok
maddi boyutu ile dikkate alınır. Örneğin
tarihi eski bir ev kiraya verilse kirası çok
düşüktür, satılmaya kalkılsa elde edilecek
meblağ bir işe yaramayacaktır.
Bunları yıkıp yerine yeni, alışılmış binalar
yapılması birçoğumuz için mezbeleliklerin
temizlenmesi demek olabilir. Çoğumuz bu
kanıda olsak bile, geçmişin sessiz tanıkları
olan tarihi eserlere taş yığınları olarak
baksak bile, bu onların geçmişten süzülen
bir yığın anlam yüklü kaynaklar olduğu
gerçeğini örtmez.
Kültür Varlıklarının Ekonomik
Yüzü
Kültür varlıklarının manevi değerini,
evrensel değerini bir tarafa bırakarak,
anıtsal olsun veya daha gösterişsiz olsun
tarihi yapıların - eğer doğru kararlar
verilirse - ekonomik açıdan ülkemiz
açısından ne büyük bir potansiyele sahip
olduklarına değinmekte yarar görüyorum.
Ülkemiz ekonomisinin lokomotif sektörü,
ambargolar nedeni ile arzu edilen düzeye
gelemese bile turizm olduğu ve dünya
üzerindeki turizm hareketinde kültür
varlıkları açısından zengin olan ülkelerin
diğerlerine göre daha avantajlı olduğu
gerçeğinden hareketle, sahip olduğumuz
kültür varlıklarının önemli bir ekonomik
kaynak olduklarını dikkate almak
zorundayız.
Bunun yanı sıra bugün dünyada artık
ülkelerin değil kentlerin markalaşma yolu
ile kendilerini vahşi rekabet ortamında öne
çıkarmak için yarıştıklarını görmekteyiz.
Kentlerin markalaşması için sahip oldukları
değerler içinde kültür varlıkları hiç şüphe
yok ki en önemli yeri tutuyor.
Ravelin (Akkule) Burcu- Gazimağusa
Arabahmet Mahallesi- Lefkoşa Suriçi
Kemerli Ev- Gazimağusa Suriçi
Kültür Varlıkları ve Markalaşma
Gerek kent düzeyinde gerekse ülke
düzeyinde bizim markalaşmak için o
kadar büyük değerlerimiz, zenginliklerimiz
var ki... Sadece bir kaç örnek: Roma
döneminden günümüze harabe olarak
gelebilmiş antik Salamis kenti; Walt
Disney’in Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler
masalındaki kalesine esin kaynağı olduğu
söylenen, geçmişi ortaçağa kadar uzanan
St. Hilarion Kalesi; gotik mimarisinin
en güzel örneklerinden olan Lüzinyan
döneminde St. Nicholas Katedrali olarak
inşa edilmiş, Kudüs kralının taç giydiği,
daha sonra Osmanlı döneminde özgün
mimarisine son derecede saygılı bir
tavırla çok zarif minare eklenerek camiye
dönüştürülmüş Lala Mustafa Paşa Camii,
Venedik döneminde inşa edilmiş her biri,
eşsiz bir askeri mimari örneği olan
Lefkoşa ve Gazimağusa Surları, ismini
Shakespeare’in ölümsüz eseri Othello’dan
alan Othello Kalesi, Osmanlı döneminde
inşa edilen Büyük Han, Derviş Paşa
Konağı ve daha birçoğu...
Değişen dünya koşullarına ayak uydurmak
için yenilikleri takip etme, değişime ayak
Biddulp Kapısı- Gazimağusa Suriçi
uydurma telaşı içinde asıl gücümüzün
nerede olduğunun pek de farkında değiliz
aslında. En büyük zenginliğimiz son
dönemlerde çağdaş gereksinimlere cevap
vermek adına hoyratça zarar vermekte
olduğumuz doğal güzelliklerimiz, dünyanın
başka bir yerinde olsalar üzerine titrenecek
olan kültür varlıklarımız değil midir? Bir de
unutmamamız gerekir ki kültür varlıklarımız
bizim zenginliğimiz olduğu kadar, aynı
zamanda dünyaya karşı korumakla
yükümlü olduğumuzdan ötürü önemli bir
sorumluluğumuzdur.
Naciye Doratlı
DOSYA
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 ŞUBAT. SAYI 1.
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
SAYFA
5
Uğur Dağlı- Ercan Hoşkara- Şebnem Hoşkara
[email protected] [email protected] [email protected]
Başlarken
Bizim toplumumuzda ise en yaygın
olarak bilinen, kentlerin fiziksel yapısının
oluşturduğu tanım – anlamdır; bu da kent
dokusunun oluşturduğu yapısal çevredir.
Bu çevre, binalar ve binalar arasında
kalan tanımlı ya da tanımsız boşlukların
bir araya gelmesiyle oluşan üç boyutlu
bir fiziksel biçimleniştir. Bu biçimleniş
içinde, yapısal (ya da yapılaşmış) çevrenin
en önemli iki bileşeni, “binalar – mimari
ürün” ve arasındaki “boşluklar - kentsel
mekanlar”dır.
Herhangi birşeye “başlamak” zordur;
birşeyin “ilk”i olmak da, ayrı bir sorumluluk
yükler insana. İşte biz de, yayınına yeni
başlayan gazete-eki’mizin ilk Dosya’sını
hazırlarken bu duygular içindeyiz. Bu
ilk Dosya’mız, bundan sonraki dosya
konularımızın genel kapsamına değinmek,
siz okuyucularımızı belirli kavramlarla
tanıştırmak, sizleri “bizim konularımız”ın
içine çekmeye çalışmak, biraz merak
biraz ilgi uyandırmak, ve sonrasında
tüm bu konuları “sizin ilgi alanınıza dahil
etmek” üzere kurgulandı. Amacımız, içinde
yaşadığımız ve çoğu kez sorunlarıyla
boğuştuğumuz “kentlerimiz” ve hergün
gördüğümüz ama üzerinde pek de çok
düşünmediğimiz “mimarimiz” ve diğer
tasarım ölçekleri üzerine farkındalık
yaratmak; bazı önemli olduğunu
düşündüğümüz konulara dikkatlerinizi
çekmek. Umarız başarırız...
Mimari Ürün – Bina ve Mekan
Prag’dan görünüş, Çek Cumhuriyeti (fotoğraf- Ceren Boğaç, 2007)
anlamların neler olduğunu? Kent ve biz
kavramlarının, gerek bireysel gerekse
toplumsal olarak birbirine ne kattığının,
biri-birini nasıl etkilediğinin farkında mıyız?
Mutluluklarımızdan mutsuzluklarımıza,
gelişmişlikten gericiliğe, kültürlülükten
yozlaşmaya bütün bu gel-git kavramlar
aslında kent ve biz arasında bir diyalog
olduğunu görebiliyor muyuz?
Brüksel’den Bina ve Sokak manzaraları, Belçika (fotoğraf- Ceren Boğaç, 2009)
Kent ve Kenti Oluşturan Parçalar
Kent, bir mekan içindeki üründen, mekanın
kendisine, binaya, binaların oluşturduğu
çevre ve binaların dışında kalan sokak,
meydan gibi alanlara kadar geniş bir
perspektifi içine almaktadır. Bu bağlamda
bakıldığında yaşamımızı hergün etkileyen
kentlermizin yorumu, kent, yapısal
çevre, kentsel mekan, bina, iç mekan ve
ürün kavramlarının tanımını, içlerinde
taşıdıkları derin anlamları ve onların
oluşumuna katkı koyan meslek dallarının
görev ve sorumluluklarını benimseyerek
yapılabilmektedir.
“Kent”, kentin oluşumunu etkileyen
“disiplinler” ve “tasarım”, birbirinden
ayrılmayan, birbirini bütünleyen
kavramlardır. Hepimizin sözcük dağarcığı
içinde yer almakla birlikte, aslında
kavramsal içerik ve ilişkiler anlamında tam
olarak da yerli yerine oturmamıştırlar
zihnimizde. Zaten, bu kavramaların,
bilimsel olarak da pek çok farklı
tanımlamaları vardır. Çünkü herbirinin
kendi başına sahip olduğu derin anlamların
birbirleriyle ilişkilendirildiklerinde daha da
derinleşmesi, olayı karmaşıklaştırmaktadır.
Kavramlarla Tanışma 1: Kent ve
yapısal çevre, mimari ürün – bina
ve mekan
Kent kavramı, Latince’deki “yurttaşlık”
(civitas) kavramından türediği; Yunan
ve Roma dönemlerindeki “kent (polis)”
kavramının ardında gizli olan “özgürlük”,
“demokrasi”, “hemşehrilik” ve “siyasal
yaşam” gibi kavramlarla doğrudan ilişkilidir.
Aynı zamanda kent, yenilik, toplumsal
değişme ve çağdaşlık kavramlarıyla da
ilişkilendirilebilir hem “kurumsal” ilişkileri
içinde barındırır, hem de toplum imgelemi
içinde, “uygarlık”la, “aydınlanma”yla
özdeşleşmiştir.
Siyasi anlam yükü yanında kentlerin
felsefi ve sosyal anlamları da vardır.
Kent yönetimlerinde “kamusal yurttaşlık
ve kentlilik hakları”. Bu da gösteriyor ki
kentlerin yönetimlerinde halkın söz
sahibi olması, ve karar verme süreçlerine
katılması eyleminin, kent kavramı içinde
olmazsa olmasıdır.
Yaşadığımız kentler. Özlemler çektiğimiz,
uzaklaşmak zorunda kaldığımız veya
yaşarken değerini bilmediğimiz veya bizi
nasıl etkilediğini, bizim ona nasıl etken
olduğumuzu kavrayamadan yaşadığımız
yerler. Fiziksel bir yaşam ve yerleşme
Yaşayan bir varlık olan kenti, durağan bir
olgu olarak kabul etmek, sürekli değişen
bir yapı içinde olacağını gözardı etmek
büyük bir yanılgıdır. Kentlerimiz, değişen
ekonomik ve sosyal gereksinimler, kültürel
beklentiler, teknolojik gelişmeler, iletişim
çağının getirdikleri, küreselleşme gibi
çeşitli etkenler doğrultusunda sürekli bir
“değişim ve dönüşüm” içerisindedirler. Bu
bağlamda her zaman hatırlanması gereken
bir diğer anlam da kentin, toplumsal ve
ekonomik değişimin / dönüşümün mekanı
olduğudur.
birimi olmanın yanında, aynı zamanda
sosyal, kültürel, felsefi, siyasi ve ekonomik
anlamlar da taşıdığını unuttuğumuz yerler.
Hiç düşündünüz mü, “kent” ve onun
karşıt anlamı olan “kır” sözcüklerinin
nereden ortaya çıktığını ve bizim önemini
unuttuğumuz kentlerimizin içindeki derin
Kuşkusuz bu değişim sürecinde kentler,
çeşitli betimlemeleri ve karşıtlıkları da
yapısında barındırır: Geleneksel kentçağdaş kent, kırsal-kent, dünya kenti,
küresel kent, sürdürülebilir kent, ideal kent,
düzenli kent-düzensiz kent, ütopik kent,
planlı kent-plansız kent...
Kavramlarla tanışmanın ilk adımı, kenti alt
bileşenlerine ayırarak ayrı ayrı irdelemektir.
Kent ve Yapısal Çevre
Zamanımızın büyük bir çoğunluğunu
geçirdiğimiz ve çoğu kez mimari
ürün olarak karşımıza çıkan binalar
da kent tanımı kadar birçok farklı,
derin ve karmaşık anlam ve tanımı
içinde taşımaktadır; kullanıcılarının
yaşam aktivitelerini kaliteli ve konforlu
sürdürebilmesi için yaratılan üç boyutlu
formlara sahip mekanlardır aslında.
Bu ürünler, yani binalar havada uçuşan
nesneler olmadıklarına göre, bastıkları
toprakla, bir başka deyişle yatay anlamda
temas halinde bulundukları çevreyle
bütünleşerek kente fiziksel, ekonomik ve
sosyal bir girdi de oluşturmaktadırlar.
Böyle karmaşık bir oluşum içinde olan
mimari ürünleri birçok ünlü mimar
değişik bakış açılarıyla yorumlamıştır. Bu
bağlamda mimari ürün:
“... ışık altında biraraya getirilmiş kütlelerin
dahiyane, doğru ve harika oyunudur..”
(Le Corbusier)
“...yaşamdır; ya da en azından biçim
haline gelmiş yaşamdır ve bu yüzden, dün
yaşandığı, bugün yaşanıyor olduğu, yarın
ve daima yaşanacağı için, yaşamın en
gerçek tanığıdır / belgesidir.”
(Frank Lloyd Wright)
“... içinde yaşanılan heykeldir.”
(Constantin Brancusi)
“... bitişi olmayan sürekli değişen bir
olgudur.”
(Walter Gropius)
Bu tanımların yanında unutulmaması
gereken mimari ürünün hiçbir zaman tek
başına algılanan bir eleman olmadığıdır;
daima içinde bulunduğu mevcut durum,
bağlam ve koşullara bağlı olarak
algılandığı ve fark edildiğidir. Burada söz
edilen mevcut durum, bağlam ve koşullar,
hem fiziksel çevrenin (sokak – mahalle
– kent – ülke – coğrafya) binaya olan
etkileri ve yansımalarıdır, hem de, toplum
tarafından kendisine verilmiş, sosyal,
ekonomik ve/veya sembolik anlamlardır.
Bunlara ek olarak mimari ürünün
tanımlanmasına ve algılanmasına katkı
koyan bir diğer etken de, mekanı oluşturan
elemanların ve mekan içindeki ürünlerin bir
bütün olarak kendilerine özgü duruşlarıdır.
Bütün içindedirler ama farklıdırlar.
DEVAMI SAYFA 6’DA ->>
SAYFA
6 DOSYA
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 ŞUBAT. SAYI 1.
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
Uğur Dağlı- Ercan Hoşkara- Şebnem Hoşkara
[email protected] [email protected] [email protected]
>>SAYFA 5’DEN DEVAM
gruplanmaktadır.
Kavramlarla Tanışma 2: Tasarım
Tasarım... uykusuz geceler, bitmeyen
çizimler ve sabır taşı olmuş vücut kütlesi!
sağlamaktadır. Tüm bu farklı ölçekteki
tasarım eylemleri, kendi aralarında yoğun
etkileşim içindedirler; çözülmesi gereken
probleme bağlı olarak birbirleriyle ardışık,
bazan eş zamanlı, ancak her zaman bir
kavramsal ana fikir - konsept çerçevesinde
ele alınırlar.
Kent ve çevre ve bunlarla bağlantılı
disiplinleri tanımadan önce bu
disiplinlerin can damarını oluşturan
“tasarım” kavramının derinliklerine inmekte
yarar vardır.
Disiplinlerle Tanışma: Kentsel Planlama, Kentsel
Tasarım, Mimarlık, İç Mimarlık,
EndüstriyelTasarım
Tasarım... Yaşamımız boyunca sürekli
birşeyler tasarlarız. Aslında sürekli yaşamı
tasarlarız. Günümüzü ve de geleceğimizi
tasarlarız. Bu tasarlama olgusu içinde
hedefler koyarız. Çözümler üretmeye
çalışırız. İşte böyle soyut kavramlar içinde
dolaşan yaşamımızı tasarlarız.
Bir de hergün yaşamızı etkileyen ve
farkına varmadığımız birçok somut
tasarımlar vardır. Belki de birçok insan
yoğun yaşam temposu içerisinde
bunun farkına varamaz. Ama tasarımın ne
olduğunu ve hayatımıza ne kadar etkisi
olduğunu görmek aslında o kadar da zor
değildir. Sadece etrafınıza bakmanız
yeterlidir. Tuttuğunuz bardaktan,
kullandığınız bilgisayara, yazmak için
kullandığınız kalemden, oturduğunuz
sandalyeye, çıktığınız merdivenden,
kullandığınız asansöre, yaşamınızın birçok
zamanını geçirdiğiniz ofisinizden, kapısını
açıp girdiğiniz evinizden, kaldırımlarında
yürüdüğünüz sokağa, hatta yaşadığınız
kente kadar hayatınız içerisinde ki her şey
“tasarım” anlamına gelmektedir, yani bir
tasarım ürünüdür.
Tasarımın farklı tanımları yapılması ile
birlikte aslında tasarım, yaşamın rengine
bir ton eklemektir. Burada önemli olan
“farklı” bir ton eklemektir; aynı tonu
eklemek bir tasarım olamaz. Bu anlamda
bakıldığında tasarım, yaratıcılık ve aklın
bir sentezi sonucu oluştuğu zaman, yaşam
içinde farklı bir tona dönüşür. Bu farklılık
başlangıçta ütopik düşüncelerle yola
çıkılarak gerçekleşebilir. Yaşam sınırlarını
genişleterek soyutu somuta yani masalı
gerçeğe dönüştürmektir. İşte bu anlamda
bakıldığında gerçeğe dönen bu masal
bizim hayatımızdır.
Tasarımda, yaşamımıza farklı bir ton
ekleyecek olan tasarlama sürecinde yer
alacak olan tasarımcı kim olursa olsun
her zaman ortak bir hedef vardır; bu da,
ortaya çıkacak olan “üründür”. Ürün, her
tasarımda kavramsal olarak aynı fakat
içerik olarak farklıdır. Örneğin, mimari
tasarımda süreç sonunda ortaya çıkacak
ürün bir bina ya da bina grubu iken,
endüstriyel tasarımda bu ürün bir obje ve
kentsel tasarım ölçeğinde bir kentsel
mekan olacaktır.
Güne başladığımız andan tüm gün
boyunca içiçe olduğumuz, tasarım dünyası
içinde birçok farklı tasarım boyutu disiplini söz konusudur. İnsan – çevre –
mekan ilişkisi bağlamında bakıldığında
büyük ölçekten küçük ölçeğe doğru gidilecek olursa, bu boyutlar Kentsel Tasarım,
Mimari Tasarım, İç Mekan Tasarımı ve
Endüstriyel Tasarım olarak
Kentsel Planlama
Atom, Brüksel- Belçika
(fotoğraf- Ceren Boğaç, 2009)
Ölçeği ne olursa olsun tasarımı
gerçekleştirebilmek için – yeni bir ürün
ortaya koyabilmek için bir takım aktiviteler
zincirine ihtiyaç vardır. Bu aktiviteler zincirine “tasarım süreci” denmektedir. Tasarım
süreci, en genel anlamıyla 5 adımda
gerçekleşmektedir:
1) Problemin tanımlanması: Tasarım sürecindeki ilk aşama, çok girdisi olan problemi
tanımlamak yani çözümlenmesi istenilen
konunun (projenin) ne olduğunu tam
olarak anlama ve onu benimseyebilmektir.
Problemi tanımlarken önemli olan projenin
sınırlarını zorlamak, daha önce yapılmış
tanımlar dışında o projeye özgün tanımı
yakalayabilmektir.
2) Bilgi toplama ve analiz: Yapılacak
tasarımda bir hareket noktası
bulabilmenin tek yolu, problemin her girdisine bağlı birçok bilgi toplayabilmek ve
bu bilgileri analitik bir düşünce sistemi
içinde değerlendirmeye almaktır.
3)Yaratıcılık ve buluş: Tasarımcı, konu ile
ilgili araştırmalar yapıp gerekli bilgi
ve verileri toplamışsa ve bunları
değerlendirebiliyorsa yaratıcılığa
ulaşılabilir. Yaratıcılık tasarımın en önemli
bölümü sayılabilir. Yaratıcılıkta iki aşama
olduğu söylenebilir. Tasarımcı kağıda ilk
eskizlerini karaladığında “dışavurumcu
yaratıcılık” aşamasındadır. Eskiz biraz
daha ayrıntılı bir hale getirildiğinde ise
“üretken yaratıcılık” aşamasına geçilmiş
olur.
4) Çözüm bulma: Yaratıcılık ve buluş
süreci, problemin ortaya konması ve
olasılıkların araştırılmasına yönelik
çalışmaları içerir. Çözüm bulma ise bu
olasılıklar hakkında bir karara varılarak,
araştırmanın sona erdirilmesidir. Çözüm
olarak seçilen olasılıklar, daha sonra
ayrıntılı projeler halinde hazırlanır.
5) Uygulama: Tüm aşamalardan geçmiş
olan tasarımın gerçekleştirilme aşamasıdır.
(http://www.serdarkalkan.com/tasarim.htm)
Düşünce ve kalem arasındaki ilişki ile ortaya çıkan tasarım süreci, kentin, yapısal
çevrenin ve mimari ürünün oluşumunu
Kent ve Tasarım kavramları biribiri içine
karışınca bunların çatısı olan bir disiplin ortaya çıkmaktadır: Kent(sel) planlama.
Tasarım ve planlama çok farklı kavramlar
olmakla birlikte karıştırılmaktadır. Kentsel
planlama, toplumsal ve ekonomik gereksinimleri göz önünde bulundurarak kentlerin fiziksel gereksinimlerinin biçimlenmesine
bir yön vermekle ilgili sorunlarla uğraşan
bir bilim, bir sanat ve bir uğraş alanıdır.
Kenti durağan değil dinamik ve karmaşık
bir sistem olarak ele aldığımızda, kentsel
planlamanın da, durağan toplumlarla değil
dinamik ve karmaşık toplumsal sistemlerle
ilgili olduğu iddia edilebilir. Bu noktadan
hareketle kentsel planlama, disiplinlerarası
bir çalışma çerçevesinde yürütülmesi
gereken bir kararlar ve politikalar bütünü
olarak da ele alınabilir. Yani bu tanım
kentsel planlamanın tek bir noktada ele
alınamayacağı, farklı teknik elemanlarla
yapılabileceği ortaya çıkmaktadır.
Buradan anlaşılacağı gibi kentin çatısını
oluşturan planlamanın bütüncüllük özelliği
vardır. Bunun anlamı, kentsel planlama
çalışmalarının ürünü olan kent planlarının,
kente fiziksel bir olgu olarak bakarak
sadece toprak kullanımının denetimi
değil kentin ekonomik, toplumsal, kültürel ve doğal-ekolojik çevresiyle ilişkin
konularında da çözüm arayışları içinde
olmalarıdır. Kısacası kent planlama, kentin
denetiminde olmazsa olmaz bir disiplindir.
Kentsel Tasarım
Uzmanlar kentleri eleştirirken kentsel
tasarım eksikliğinden bahsederler sürekli
olarak. Kentlerimizin oluşumundaki ana
problemin, planlama eksikliği yanında,
tasarlanmadan oluşması olduğu
vurgulanmaktadır. Peki bize uzak olan bu
disiplin nedir? Neyi içermektedir? Kentsel
tasarım, birden fazla anlam içeren bir if
adedir. Bu terim bazen farklı iki disip
lin olan mimarlık ve planlamayı, bazen
kentlerin yapılarını ve niteliklerini ifade et
mek, bazen de kentsel gelişimi, kentsel
yapının şekillendirilmesi ve yönetilmesini
içeren karmaşık bir yöntemi ve süreci
tanımlamak için kullanılmaktadır. Konunun
bu kadar kompleks olmasının nedeni,
kentsel tasarımın gelişmeye devam eden
yeni bir disiplin olmasıdır.
En basit tanımlamasıyla kentsel tasarım,
yapısal çevrede kaliteyi elde etme
işlemidir. Bu tanım, yapılaşmış çevrelerin
kendi bağlamlarına ve orada yaşayan
insanların ihtiyaçlarına özen gösterilerek yaratılması, yeniden oluşturulması,
değerinin arttırılması ve yönetilmesi görsel,
fonksiyonel, ekolojik ve çevresel boyutları
olan pek çok işlemi kapsar ve dolayısıyla
pek çok kişiyi ilgilendirir.
Uygulamada da kentsel tasarım terimi,
bir binanın veya küçük ölçekli bir alanın
iyileştirilmesi için yapılan tasarımlar,
yeni bir yerleşim bölgesinin tekliflerinin hazırlanması, bir metropol alanı
oluşturulması için tasarım stratejileri
belirlenmesi gibi bir çok farklı boyuttaki
tasarım eylemlerini kapsamaktadır.
Günümüzde kentlerin fiziksel, ekonomik ve
sosyal boyutlarını ele alan dört tür çağdaş
kentsel tasarım uygulamasından söz edilebilir. Bunlar, kentsel gelişim tasarımı,
tasarım politikalarının yönlendirmesi
ve kontrolü, kamusal alan tasarımı, ve
toplumsal kent tasarımıdır.
Manchester’dan görünüş, Birleşik Kırallık (fotoğraf- Ceren Boğaç, 2009)
DEVAMI SAYFA 7’DE >>
DOSYA
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 ŞUBAT. SAYI 1.
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
SAYFA
7
Uğur Dağlı- Ercan Hoşkara- Şebnem Hoşkara
[email protected] [email protected] [email protected]
>>SAYFA 6’DAN DEVAM
Bu tanım içinde söz edilen aktivitenin
ne öncesi ne de sonrası vardır, ve bu
bağlamda çoğunun gözünde mimarlık, çok
kısa bir zaman dilimi içine sıkıştırılmış bir
faaliyettir.
Oysa mimarlık çok geniş bir zaman dilimi
içinde gerçekleştirilebilecek, farklı boyutları
olan, “bina ve mekan tasarlama” sanatı ya
da bilimidir. Bir başka deyişle mimarlık, bilim,
sanat ve teknolojinin entegrasyonudur.
Mimarlık bir Sanat eseridir. Çünkü orjinal
bir resim yapmak, bir şiir yazmak, bir beste
yapmak, vb. gibi orjinal bir eser – bina/
mekan ortaya koymaktır.
Mimarlık bir Bilimdir. Çünkü yaratılan eser
– bina, yeni bir kuramı ortaya koymakta ya
da bir hipotez üzerinden gelişmektedir.
Mimarlık bir Teknolojdir. Çünkü teknik
bir problem olarak da nitelendirilen eseribinayı yeni ve çağdaş yaklaşımlarla
çözümlemektir.
Ancak mimarlık, sanat, bilim ve teknoloji
yanında, çok daha kapsamlı tanımları
da içerir. En eski çağlardan günümüze
mimarlığın çeşitli tanımları yapılmış,
mimarlık üzerine türlü söylemler ve
yorumlar geliştirilmiştir. Aşağıda sıralanan
bir dizi mimarlık tanımı, mimarlığın farklı
ele alınışlarını örneklemek açısından
anlamlıdır.
Antikite’den bu yana, Augustus
döneminin ünlü Romalı mimar ve
mimarlık kurmacısı Vitrivius’un, özgün
bir mimari için varlığını şart koştuğu
üç temel öğe, aradan geçen zamana
ve çeşitli kavramsal çalkantılara,
farklılaşmalara, çeşitlenmelere rağmen,
temelde geçerliliğini korumaktadır.
Vitrivius’un başarılı bir mimari için
gerekli olduğunu saydığı üç temel faktör,
sırasıyla: sağlamlık (firmitas), fayda /
işe yararlık (utilitas), hoşluk / çekicilik
/ zariflik (venustas)’dir. Daha sonra
Rönesans dönemine gelindiğinde, o
dönemin ünlü mimar ve kuramcıları,
Alberti ve Palladio’nun da bu üç assal
öğeyi benimsedikleri gözlemlenmektedir.
Ancak bu dönemdeki ele alışta,
kavramların sıralanışında bir farklılık
gözlemlenmektedir. Rönesans mimarları
için “comodita’, perpetuita’, bellezza”
üçlemesi, yani kullanışlılık / uygunluk,
süreklilik / kalıcılık, güzellik kavramları
geçerli olmuştur.
Bu kavramları bugün irdelediğimizde,
Vitrivius’un utilitas, İtalyan Rönesansı’nın
“comodita” diye adlandırdığı kavramın
karşılığı fonksiyon / işlev’dir. Diğer
kavramların bugünkü bakış açısı ve diliyle
karşılıkları ise strüktür + konstrüksyon
ile sanatsal değer / estetik’tir.
Yakın tarihimizde ise mimarlığın tanımı
yapılırken farklı boyutlara odaklanarak
değişik noktalara vurgular yapılmıştır.
Buna göre mimarlık;
“... mekanı organize etme sanatıdır; onun
ifade yöntemleri strüktürdür.” (August
Perret)
“... milletlerin işidir.” (John Ruskin)
“...belirli bir toplumun gerçek ihtiyaçlarıyla
imkanları çerçevesinde, o toplumu
ilgilendiren faaliyetleri duygusal yönden
de destekleyerek barındırabilecek nitelikte
mekan düzenleri oluşturma becerisdir.”
(Bülent Özer)
“... fiziksel bir sanat ve insan ve çevresi
arasındaki karşıtlığı çözme eylemidir.
(Ralph Rapson)
Bu farklı tanımlar incelendiğinde,
mimarlığın çok boyutluluğu, başka bir
deyişle mimarlığın geniş kapsamı ortaya
çıkmaktadır. İşte bu açıdan bakıldığında
mimarlık, Yaşamsal... Sosyal...
Fiziksel... Organizasyonel... Strüktürel...
Konstrüksyonel... Sanatsal... Çevresel...
Ulusal... Evrensel... İdeolojik... Süreklilik...
Ekonomik... Kültürel... Bilimsel...
Eğitimsel... İletişimsel... gibi birçok farklı
boyut ve kapsamı içine almaktadır.
Çok boyutlu kimliğe sahip olan mimarlığın
ortaya çıkışı, “yaşamı düzene sokma”
gereksinimiyle gelişmiştir. Yaşamı
kolaylaştırma, karmaşık bir dünyayı
kişiye özel renklere büründürerek düzeni
sağlama yani özgün bir mimari yaratmak
temel çıkış noktası olmuştur.
Tarihin derin felsefeleri içinden bugüne
gelindiğinde, sanatsal değer ve estetik
kavramlarına sahip mimarlığın, fonksiyon
ve strüktür çözümlemeleri yanında
insan etkinliklerini içinde barındıran
form ve mekanın organizasyonu olduğu
vurgulanabilir.
Mimarlık mesleğinde, mimar; mevcut
koşullara, eldeki verilere ve ihtiyaçlara
bağlı olarak, teknik, strüktürel,
konstrüksyonel, iklimsel, vb. problemleri,
estetik ve ekonomik yollarla çözerek,
orjinal / daha önce inşa edilmemiş bir
mekan, form, bina tasarlar / ortaya çıkarır.
İşte bu noktada mimarlık kağıda bir iki çizgi
çizilmesinin ötesinde, bir problem çözme
ya da tasarım sürecidir. Mimari tasarım
süreci sonunda, kullanılabilir mekanlar
yaratmak amacıyla fiziksel çevrenin yapısı
biçimlendirilir ve yukarıda bahsedilen tüm
kavramlar bu sürecin içine katkı koyar.
İç Mimarlık – İç Mekan Tasarımı
Üst satırlada anlatılmaya çalışılan
mimarlık, tüm bina olgusu ile ilgilenirken
iç mimarlık iç mekana odaklanmaktadır.
Bina bütününü oluşturan mekanlar insan
yaşamında en az bina kadar önem ve
anlam kazanmaktadır. Zamanımız çoğu bir
takım sınırlarla tanımlanmış alanlar içinde
geçmektedir. Bu alan bizi zaman zaman
huzur verirken bazen huzursuzluğa neden
olmaktadır. Neden huzursuzdur sorusunun
içindeki açıklamaları ise genel olarak
bilemeyiz: Mekanın rengi mi, kapalılığı mı?
Kendimize ait birşey bulamamak mı?
Mekanı yaşanır kılan onu kullanan
bireylerdir ve mekanlara yaşanmışlığını
veren de bu bireylerin oluşturduğu kimliğin
mekanlara aktarımıdır.
Içmimarlık, yapılaşmış çevrenin iç mekan
tasarımı konusunda yoğunlaşan çok
yönlü bir uzmanlık dalıdır. Perde seçimi
ve mobilya kararı dışında çok derin
anlamları taşıyan bir disiplindir. Her türlü
yapının (konut, konaklama mekânları,
tarihi mekânlar, ticari mekânlar, sosyal
yapılar vs.) iç mekân ve yakın çevresinin,
iç veya dış mekân mobilyalarının, hatta
mekânda yer alan, mekânın kimliğini
yansıtacak ürünlerin (logo, amblem,
ambalaj, servis ürünleri vs.) tasarlanması
gibi yaygın bir alanı kapsar. Daha konforlu,
daha estetik olanı arama çabasında
günlük yaşamlarımızı geçirdiğimiz iç
mekanların, yaşam çevrelerimizin istek ve
gereksinimlerimize göre tasarlanmasıdır.
İç mimarlık mekâna anlam ve kimlik katma
sanatıdır.
hareketli iç mekan tasarımı; ya da mobilya
tasarımcılığı yanında mobilya veya
modüler inşaat gibi...
İç mekan tasarımları güzel sanatların
gerektirdiği plastik değerleri içerirken; aynı
zamanda psikolojik (estetik, beğenme,
davranış yaşayış biçimi, kültürel seviyesi
vs.) ve fiziksel mekan konforuna yönelik
(sıcaklık, nem, ışık, ses vs.) fiziksel çevre
kontrolü, aydınlatma, ergonomi, ısıtma,
vb. mekan kalitesine yönelik çözümleri,
uygun malzeme ve yapım sistemleriyle de
entegre etmektedir.
Değişen ve gelişen tasarım dünyasında,
teknoloji ve malzeme çeşitliliğinin fazlalığı
göz önüne alındığında uzmanlaşma
kaçınılmaz bir olgudur. Aynı zamanda
kullanıcısı henüz belli olmadan ortaya
çıkan binalar, iskan ruhsatı alınmış olsa
bile henüz bitmemiş olarak kabul edilir.
Özellikle bu tür binalar, iç mimarlığın
öneminin daha iyi anlaşılmasını
sağlamaktadır.
İçmimarın görevi, gereksinimler
doğrultusunda alan analizi; tasarım
kararları; projelendirme; malzeme kararları
ve detaylandırma; modelleme; sunma;
uygulama; ve üretim konularına yönelik
bir çalışmayla, doğru mekanlar ortaya
koymaktır.
Mekan, içinde yaşayanların
gereksinimlerini karşılayabildiği ve en
temel biyolojik ihtiyaçlarından, en üst
düzeydeki hazlarına kadar geniş bir
yelpazeyi oluşturabildiği oranda değer
kazanmaktadir. Bu bağlamda, insanca
yaşanılası mekanlar, iç mekan tasarımı
uzmanlarınca, yani içmimarlarca, değişik
açıların göz önünde bulundurulup
değerlendirilmesiyle kurgulanabilir. Mimari
mekan, mevcut bina verilerine ek olarak
mekan algısında büyük önem taşıyan tüm
etkenlerin (aydınlatma, akustik, renk, doku,
mobilya, malzeme, vs.) yanında, mekan
fonksiyonu, ve kullanıcı profili gibi açıların
da ele alınması ve uygun organizasyonun
yapılmasıyla kurgulanır.
İç ve dış mekan kavramları birbirinden
bağımsız değil aksine iç içedir. Bu nedenle
içmimarlık sadece binaların iç çözümleriyle
sınırlı kalmaz. Aynı zamanda iç mekanın
dış mekanla bütünleşmesini sağlayacak
biçimde bina yakın çevresine yönelik gerek
yarı-açık gerekse açık mekanlara yönelik
çözümlerle de uğraşır.
Değişen kullanıcı veya yaşam biçimleri
nedeniyle, mekan gereksinimlerinin sık
değişmesi, daha da önemlisi, yaşamın
tüm safhalarında iç mekanlara gereksinim
duyulması nedeniyle içmimarlık geniş
bir uygulama alanı da vardır; yoktan var
edilen tasarımlar yapmakta veya varolan
mekanların yenilenmesi ya da işlev
değişikliği gerektiren tasarımlarda, bireysel
olarak da geniş bir alanda çalışma olanağı
bulabilmektedir. Örneğin, vitrin; fuar-sergi;
çarşı; sahne-ekran; yat, uçak veya benzer
‘Geridönüşüm malzemelerinden
Endüstri Ürünleri Sergisi’ Atina,
Yunanistan 2008
(fotoğraf- Ceren Boğaç)
Endüstriyel Tasarım
Kent, bina, mekandan hareket ederek
geldiğimiz son nokta objedir. Tasarım
bütünü içinde bakıldığında en küçük
obje mekanı, mekan binayı, bina kenti
etkilemektedir. Bu anlamda bakıldığında
tasarım ürünü olan obje de en az bina
kadar önem taşımaktadır...
Günlük hayatta kullandığımız ve seri
üretim yöntemi ile üretilen, neredeyse
tüm nesnelerin tasarımını kapsayan
Endüstri Ürünleri Tasarımı (Endüstriyel
Tasarım), nesnelerin tasarımında işlevsel
gereksinimlerin yanı sıra insan, teknoloji,
üretim yöntemleri, vs ile ilişkin etmenleri
de göz önünde bulundurur.
Endüstri Ürünleri Tasarımı hızla
gelişmektedir. Günümüzde her çeşit
sanayinin gelişmesinde donanımlı
Endüstri Ürünleri tasarımcıların rolü inkar
edilemez. Artık tüm sanayi dallarında
üreticiler dünya pazarında var olabilmek
ve başka üreticilerle rekabet edebilmek
için tasarımcıların yaratıcı fikirlerine
ihtiyaçları olduğunun farkındalar. Bu
nedenle de günümüzde Endüstriyel
tasarımcılar sanayinin çeşitli dallarında
çalışmaktadırlar.
DEVAMI SAYFA 8’DE >>
SAYFA
8 DOSYA
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 ŞUBAT. SAYI 1.
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
Uğur Dağlı- Ercan Hoşkara- Şebnem Hoşkara
[email protected] [email protected] [email protected]
>>SAYFA 7’DEN DEVAM
Mimarlık – Mimari Tasarım
yeni sorunları, ulusal ekonomilerin global
kriz ortamında yeni üretim tanımlarına
olan ihtiyacı gibi uzayan listedeki her bir
maddede gözler ister istemez endüstri
ürünleri tasarımı pratiğine yöneliyor.
Fakat değişim trendleri ne olursa olsun,
endüstriyel tasarımı açıklayan tek bir
büyülü kelime var: “Yeni”. Bu yüzden bir
kez daha tasarımcılar yeni insanı, yeni
bir geleceği ve yeni bir dünyayı bulmaya
tanımlamaya çalışıyorlar. Ve bu yüzden
endüstriyel tasarımın bir ‘meslek’ değil
‘yaşam biçimi’ olduğunu vurgulamaktayız.
Kent, Çevre ve Meslek İlişkisi
İçinde İdeal Durum
Headquarters
for Swiss Re, Mimar: Nor
man Robert Foster, Londra , Birleşik
Kırallık (fotoğraf- Ceren Boğaç, 2009)
Toplum içinde, özellikle de yaşadığımız
coğrafyada, “mimarlık nedir?” sorusuna,
her bireyin vereceği bir cevap vardır.
Bu cevaplar içinde maalesef en yaygın
olanı, mimarlığın, “mimarın mal sahibinin
isteklerini kağıda çizme aktivitesi”
olduğunu ifade eden tanımdır. Bu tanım
içinde söz edilen aktivitenin ne öncesi
ne de sonrası vardır, ve bu bağlamda
çoğunun gözünde mimarlık, çok kısa
bir zaman dilimi içine sıkıştırılmış bir
faaliyettir.Tasarım bazen var olanın
iyileştirilmesi veya geliştirilmesine yönelik
olabilir; geliştirme yeni pazarlar bulmak
veya işlevsel bir sorunu gidermek için de
olabilir. Bazen de yeni bir işlev için yeni
bir nesne tasarlamak gerekebilir. Bunu
örnek olarak ilk cep telefonları veya ilk
lap top tasarımları gösterilebilir. Her iki
durumda da genel olarak amaç, var olan
durumu geliştirip daha iyi bir seviyeye
taşımaktır. Ayrıca tasarım disiplininin
özündeki yaratıcılık, yenilikçilik olarak
kendisini gösterir. Bir problemin tanımdan
yola çıkarak, yapılan uygulamaya tasarım
denebilmesi için geliştirilen çözümün
daha önce var olmaması gerekir. İşte bu
yenilikçilik her adımda daha rahat, daha
güzel, daha kullanışlı, kısacası daha iyi
bir hayat, daha iyi bir yaşam ve dünyaya
götürebilir bizi.
Endüstri Ürünleri Tasarımı hızla
gelişmektedir. Günümüzde her çeşit
sanayinin gelişmesinde donanımlı
Endüstri Ürünleri tasarımcıların rolü inkar
edilemez. Artık tüm sanayi dallarında
üreticiler dünya pazarında var olabilmek
ve başka üreticilerle rekabet edebilmek
için tasarımcıların yaratıcı fikirlerine
ihtiyaçları olduğunun farkındalar. Bu
nedenle de günümüzde Endüstriyel
tasarımcılar sanayinin çeşitli dallarında
çalışmaktadırlar. Artık endüstri ürünleri
tasarımı mesleğinin günlük hayatımızı
belirlemede çok daha belirgin rollere
bürüneceği bir döneme girdiğini de
söyleyebiliriz. Bu rolleri kısaca şöyle
sıralayabiliriz: Geliştirilen yeni enerji
kaynaklarının ihtiyacı olan yeni ürün
konseptleri, insanlığın ve gezegenimizin
Sağlıklı ve yaşanabilir, yaşam kalitesi
yüksek kentler hepimizin özlemidir –
değilse de, olmalıdır. Fiziksel, çevresel,
sosyal, ekonomik ve kültürel zenginliklerle
donatılmış kentlerde yaşayabilmenin
koşulu ise, yukarıda kısaca tanımlamaları
yapılan, birbirlerinden farklı ama
birbirleriyle ilişkili ve bütünleyici
olan “planlama” ve farklı ölçeklerde
“tasarım” eylemlerinin doğru süreçlerde
uygulanmasından geçer.Yaşanabilir,
yaşam kalitesi yüksek kentsel çevrelerin
oluşumu, öncelikle bunu talep eden “bilinçli
bir toplumsal yapıyı” gerektirir. Yalnızca
“toplumun bilinçli bireyleri”, yaşadıkları
çevre kalitesinin artırılması yönünde ilgili
kesimler üzerinde bir baskı oluşturabilir.
Bu baskı, doğallığıyla, kentlerimizin
doğru yapılandırılması, planlı gelişmesi,
yaşadığımız çevrelerin iyi tasarlanması
adına zorunlu bir “siyasi irade” oluşmasını
sağlayacaktır.
Kentler planlanmalıdır; bir başka
deyişle, planlı gelişmelidir. Kent planları,
gelişimi kısıtlamaz, belli öngörüler
doğrultusunda, geleceğe yönelik olarak
düzenler. Siyasal düzeyde “sürdürülebilir
kalkınma” hedeflerine yönelik alınacak
kararlar ve hazırlanacak ülkesel (fiziki)
planlar doğrultusunda kent plancıları;
sosyologlar, ekonomi uzmanları, kentsel
tasarımclar, mimarlar, vb. gibi ilgili diğer
meslek gruplarıyla birlikte, disiplinlerarası
bir çalışma yöntemi içinde kentlerin
imar planlarını yapmalıdırlar. Bu planlar
yapılırken, stratejik planlama anlayışı
benimsenmeli; kentlerin çevresel,
ekonomik ve sosyal anlamda sürdürülebilir
yaşam çevreleri olabilmesi adına, doğru
veriler temel alınarak, belirli bir vizyon
ve senaryo çerçevesinde geliştirilecek
stratejiler ile, bu stratejilere ulaşmada
kullanılacak eylem planları hazırlanmalı;
bu eylemleri gerçekleştirecek aktörler
ve finans kaynakları belirlenmeli ve
uygulamaya konmalıdır.
Planlar yapılırken, eldeki kaynakların
doğru kullanılması da önemlidir. Ortaya
çıkacak olan ürünün başarısı, kaynakların
verimli ve etkin kullanılmasıyla da
doğrudan ilgilidir. Kentlerin bir parçası
olan yaşam çevrelerinin kalitesine yönelik
olarak, imar planları, kentsel tasarım
rehberleriyle desteklenmeli, kentlerde
yer olan “özel” alanlar için (örneğin tarihi
çevreler, kent merkezleri, doğal koruma
alanları, kent meydanları, vb.) kentsel
tasarım projeleri hazırlanmalıdır. Kentsel
ölçekli bu tasarım eylemi içinde de farklı
disiplinler bir arada çalışmalı, farklı tasarım
ölçekleri devreye girmelidir.
Kentlerin en göz önünde bulunan elemanı
binalar ise, sözü edilen tüm planlama
ve kentsel tasarım çalışmalarını temel
alarak, mevcut fiziksel, sosyal, kültürel ve
ekonomik bağlamlar içinde, doğru tasarım
ve uygulama süreçlerinden geçirilerek
kentlerimize “pozitif girdi” oluşturmalıdır.
Bu amaçla, mimari ürünün ortaya
çıkmasında en önemli görevi üstlenen
mimarlar, ve iç mekanın kurgulanmasında
mimarla birlikte rol alan iç mimarlar, tüm
yaratıcılıklarını ortaya koyarak, olanakları
doğru kullanma beceresi içinde en başarılı
mimari ürünü ortaya çıkarmak için çaba
göstermelidirler. Yeni bir tasarım yapılırken
içmimara başvurmak için mimari tasarımın
bitmesi beklenmemeli, ideal olarak
en iyi sonuç mimar ve içmimar birlikte
çalıştığında alınmaktadır. Mimari tasarım
tamamlandıktan ve hatta kaba inşaat
bittikten sonra iç mimara danışıldığında
geç kalınmış olunur. Özellikle elektrik ve
mekanik projeler sonuçlanmadan iç mekan
tasarımı da ortaya çıkmış olmalıdır.
Bu resim içinde, kent plancılarına, kentsel
tasarımcılara, mimarlara ve iç mimarlara,
doğru yer ve zamanlarda peyzaj
mimarları, endüstriyel ürün tasarımcıları
ve mühendisler de destek olmalıdır. Tüm
disiplinler, kendi görev ve sorumluluklarını
belli etik kurallar içinde yerine getirmelidir.
Çağdaş ve daha iyi yaşanabilir kentler
yaratabilmenin sırrı, doğru planlama
ve tasarım süreçlerini takip etmekten
geçmektedir.
Kuzey Kıbrıs Özelinde TespitlerÖneriler
Yukarıda tanımlanan çerçeve içinde
Kuzey Kıbrıs özelini değerlendirerek
dosyamızı sonlandıracağız. Aslında bu
değerlendirme çok kısa da sürebilir. Bir üst
satırlarda belirtilmekte olan “ideal durum”
Kuzey Kıbrıs’ta mevcut değildir!
1989’da yürürlüğe giren mevcut yasada
belirtilmiş olmasına rağmen “ülkesel fizik
plan” 20 yıl içinde hazırlanmış mı? Hayır!
Ülkenin bir “ulusal sürdürülebilir kalkınma
planı” var mı? Yok!
1989’dan beri imar yasası yürürlükte
olmasına karşın, başkent Lefkoşa hariç,
kentlerimizin imar planları var mı? Yok!
Peki plan yapılması gerektiği bilinmiyor
mu? Biliniyor, ama bunu gerçekleştirecek
irade oluşmuyor! Neden oluşmuyor?Rant
edişesi! Siyasi irade eksikliği! Bireysel
yararların toplumsal yararın önünde oluşu!
Uzun vadeli çözümler yerine kısa vadeli
pansuman çözümlerin – emirnameler
gibi - daha fazla talep görüyor olması!
İyileşmeye yönelik toplumsal talep ve
baskı var mı? Hayır! En bilinçli kesimler
olarak düşünülebilecek meslek odaları
ve eğitim kurumlarından, ve/veya aydın
çevrelerden dahi bu yönde etkili bir
talep gelmiyor. Kuzey Kıbrıs toprakları
üzerinde, sermaye (kaynaklar) yetersiz;
mevcut sermaye (finansal kaynaklar,
doğal kaynaklar, bilgi, iş gücü, vb. gibi
kaynaklar) ise verimli kullanılmıyor. Yasalar
- yönetmelikler yetersiz, eski; olanlar da
zaten doğru ve yeterince uygulanmıyor.
Daha yaşanabilir, kaliteli ve konforlu
yaşam çevreleri için, yukarıda tanımlanan
türden bir ideal duruma ulaşabilmek, için
mutlak surette bir stratejik plana ve bu
plana bağlı uygulamalara ihtiyaç vardır.
Tabi bu bütün içinde, herkesin görevinin
veya mesleğinin sorumluluklarını yerine
getirmesi de başarı için çok önemlidir.
Siyasi irade aslında birçok kişi tarafından
mimarlık anlamında bilinçlenmesi ve bu
konularda hem siyasilere yönelik hem de
mesleği uygulayan profesyönellere yönelik
“kaliteyi talep eden” ve bunun için baskı
oluşturan noktaya gelmesi en önemli
noktadır.
Kuzey Kıbrıs’tan Manzaralar
(fotoğraf: Şebnem Hoşkara)
Bölgesel ve ulusal anlamda, zor
koşullarda, kıt kaynaklarla mücadele
edilmeye çalışılıyor aslında. İşte bu
noktada, planlama ve tasarımdaki
yaratıcılık, bilgi ve deneyim bir o kadar
daha önem kazanıyor. Gerçekte bunları
gerçekleştirebilecek insan potansiyelimiz
var, üniversitelerimiz ciddi bir potansiyel;
ama bu potansiyelleri de doğru ve yerinde
kullanamıyoruz. Ne yazık ki, bireyler ve
toplum olarak, yıllardır çözüm bekleyen
Kıbrıs meselesi gündemin birinci sırasını
o kadar uzun süreli işgal ediyor ki, bu
Dosya kapsamında ele almaya çalıştığımız
(ve bundan sonra da çalışmaya devam
edeceğimiz) bu ve benzeri konular, toplum
gündeminde yeterince öne çıkamıyor,
tartışılamıyor. Vatandaş bu konularla
ilgili çok az düşünce üretiyor veya beyan
ediyor...Oysa yaşadığımız çevrelerin
gelişimine katkı koymak hem vatandaşlık
hakkımız, hem de görevimiz....
Peki ama neden? ......... Hadi hep birlikte
düşünelim!
Daha yaşanabilir çevreler dileklerimizle...
bir sonraki Dosya’da buluşmak üzere...
Kuzey Kıbrıs üzerinde ciddi bir plansızlık
sorunu var. Doğru mu? Evet!
Uğur Dağlı - Ercan Hoşkara Şebnem Hoşkara
KONUT VE YAŞAM
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 ŞUBAT. SAYI 1.
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
SAYFA
9
Hera-C
[email protected]
Bir Değişim Öyküsü: Konut ve Yaşam
‘Değişmeyen tek şey DEĞİŞİMDİR’ (*) Bu
söz bir doğa düşünürüne ait. Değişim ve
devingenlik galiba yaşamı yaşanabilir kılan
en önemli özellik. Herşeyi etkiliyor,dönüştü
rüyor,biribirine bağlıyor,biribirinden ayırıyor,
Sonra yeni bir düzen içerisinde,farklı
bağlantılar ve sorumluluklar çerçevesinde
biraraya getiriyor
Tarih boyunca evrim geçiren insanoğlu
büyük bir değişim göstermiş :Mağara
insanından kentli, çağdaş insan olma
yolunda ilerlemiş. Bu süreç içerisinde,
önceleri mağara, ağaç dalları veya
gövdesi, hayvan kemikleri ya da
sazlardan yapılmış kulübelerle ‘Barınma’
gereksinmesini karşılarken sonraları
taş, ahşap, beton gibi malzemeleri tek
başlarına ya da birlikte kullanarak tek ya
da birkaç katlı evler, betonarme çok katlı
konutlar,hatta yüksek yapı niteliği taşıyan
apartman blokları inşa etmiş.
Konutun değişimi insanın,dolayısıyla
toplumun evrimine koşut. Toplumların
özellik ve deneyimlerini yansıtan
sözcükler de, insan yaşamındaki bu
sürekli devingenliğe uyum sağlıyarak
farklılaşmakta, örneğin ‘Ev’ sözcüğü yerini
‘Konut’ a bırakmış görünmekte.
yaşamının farklı evrelerinden geçmekte
dolayısıyla, istek ve gereksinimleri
değişiklik göstemekte: Aileye yeni bir
üyenin katılması, çocuğun evlenip evden
ayrılması,vbg. Oysa konutun, özellikle
de ‘Bitmiş’ bir ürün olarak sunumu
durumunda kullanıcısının değişimine,farklı
gereksinimlerine göre esneklik göstermesi,
uyum sağlaması kısa dönemde oldukça
zor. Kullanıcının, yaşadığı konutu
kendi özelliklerine uyumlama ve ona bir
EV kimliği kazandırması noktasında,
evsahibi ya da kiracı olması çok önem
kazanmakta: Yasalar uyarınca, konutta
kalıcı bir değişiklik yapamayacağı için
kiracının uyumlama ve ifadelendirme
gayretleri içten-dışa ve kısıtlı
olmakta: Perdeler,pencere ve balkon
süsleri,saksılar,vbg. Evsahibi olmak kalıcı
seçenekler üretmeye izin verdiği için,
konutun içinde ve/veya dışında, kısa veya
uzun dönemde,yüzeysel ve mekansal
değişiklik yapabilmekte: Dış yüzeylerde,
değişik yapı malzemelerini farklı
renk,doku,ışık-geçirgenlik,ısı-geçirgenlik
Malzeme
Konut Mu? Ev Mi?
‘Konut’, dilimizde, içinde yaşayacak
insan faktörü ihmal edilerek, yalnızca,
inşa edilmiş fiziksel mimari ürünü
tanımlayan bir sözcük. Örneğin, ’ Çok
yeni ev yapıldı’ yerine ‘ Çok yeni konut
yapıldı’ denebilirken işimizden yorgun
argın çıktığımızda ‘Konutuma gidiyorum’
yerine ‘Evime gidiyorum’ diyoruz. Çünkü
‘ev’ yalnızca bir yapıyı değil, içerisinde
sevinç ya da hüzünlerimizi ‘Biz’ olarak
özgürce, başıbuyruk, saklamadan ve
saklanmadan yaşayabildiğimiz, ’Bizim’
olan bir ‘dünya’yı ifade ediyor. Bu öyle
bir dünya ki bize özel, bizimle özel, biz
onun içindeyken rahattayız, ,güvendeyiz,
biziz. O, bizimle kimlik buluyor, biz onunla
kimliğimizi ifade ediyoruz.Bir başka
deyişle, ev sözcüğü içerisinde bizim
duygularımızın,değerlerimizin fotoğrafları
var, o bizim duygularımızla anlam bulan
bir kavram, bizim bir parçamız. Evimiz
bizimle birlikte devingenliği yaşıyor, bize
özel. Onun, bizim varlığımızdan gelen bir
‘‘yegane’ oluşu, bireyselliği, bir kimliği var.
Tam da bu nedenledir ki, onun gibi, ona
benzer başka bir ‘ EV ’ yok.
Konut-Kullanici- Ev-Kimlik
Günümüzde, içinde yaşayacaklar önceden
belli olmadığından topluma sunulan
konutların biribirine çok benzediğini,
özellikle ‘site’ lerdeki tüm konutların tek
tipte yapıldığını görmekteyiz. Aslında,
herbiri farklı yaştaki ve sosyo-kültürel
özellikteki kişiler-kullanıcılar-tarafından
kullanılacak olan bu konutlar herkes
için benzer kullanım biçimleri öngören
tip planlara sahip. Öyleyse, evimiz, nasıl
kendine özgü bir kişiliğe sahip oluyor, bir
KİMLİK sergiliyor?
Kullanıcı kiracı da, evsahibi de olsa,
konutu kullanma süresi boyunca,
Eklemeler, yaşam döngüsü, kiralık.
gibi özellikleri yanısıra, sosyo-ekonomik
farklılığı çağrıştırmaları nedeniyle evine
yüklediği kimliği de sergileyici,sembolik
öge olarak kullanmakta.
Ayrıca, konutunun tip planını değiştirerek,
kendi yaşam özellikleri doğrultusunda
bir mekansal düzen getirmek konusunda
yasal açıdan özgür.Ancak,bu uzun süreli
olabilecek ve olağan yaşam düzenini
kesintiye uğratabilecek yıkım ve yapım
eylemlerini gerektireceğinden zorluklar
içermekte. Dolayısıyla, yeterli dış mekan
varsa (bahçe,teras,balkon,çıkma),
kullanıcının bundan yararlanarak, konutun
varolan taşıyıcı sistemini tekrar ederek
hatta bazen zorlayarak, zaman içerisinde
orijinal konuta yatayda/ düşeyde eklemeler
yapma yoluyla yaşam döngüsündeki
devinimini-değişimini yansıtan ve sarıp
sarmalayan bir EV oluşturma çabası
çevremizde çok yaygın. Süreklilik gösteren
bu eklemeler bazen orijinal cephe
kaplamasından farklı bir malzemeyle
kaplanarak vurgulanmakta. Ancak, bu
eklemeler zaman içerisinde işlevlerini
yitirdiklerinde yeni kapı ve koridor
eklemeleriyle esas EV den ayrılarak ikinci
bir konut haline getirilip,ek gelir sağlama
amacıyla kiraya verilebilmekte. Ev,yaşayan
bir ürün. Bütün bu süreç boyunca
kullanıcısının geçirdiği yaşam evrelerini
yansıtıyor,bir başka deyişle yaşananlar EV
in ‘yüzünden okunabiliyor.’
Konut/Ev-Yaşam: Bireysel/
Toplumsal
Kullanıcının bir bireysel yaşamı var.
Yanısıra bir toplumun üyesi olduğundan
‘kollektif’ bir yaşamın da parçası. EV de
tıpkı kullanıcısı gibi, bir bireyselliğe sahip
olmakla birlikte tek başına değil, bir konut
yerleşmesinin, bir mahallenin,giderek
bir kentin üyesi. Bireyin toplumsal
yaşamdaki kurallara uyma zorunluluğu
gibi, bir evin de uymak zorunda olduğu
koşullar var. Bu koşullar, mimarın da
konutun mekansal tasarımını ve taşıyıcı
sistem kurgusunu onlara gore oluşturmak
durumunda olduğu yasa ve yönetmelikler
ilebelirlenmekte, konutun bireyin yaşamına
ait özel alanlarını olduğu kadar, toplumsal
yaşamına özgü yarı-özel, bahçe, teras,
balkon gibi alanları da etkilemekte. Bir
başka deyişle, evin konumu, tasarımı,
toplumsal yaşantının kuralları ile
örtüşmekte: Örneğin, komşu evde yaşayan
kullanıcının özel yaşantısını rahatsız
etmemek amacıyla, evler arasında belirli
uzaklıklar oluşturuluyor. Eve yapılan
eklentiler, bu uzaklıkları azaltıyorsa, hele
hele bu eklentilerin cepheleri komşu evin
özel mekanlarına bakan pencere veya
balkonlar içeriyorsa, zaman içerisinde
komşuluk ilişkilerini zedeleyecek
rahatsızlıklar oluşuyor, toplumsal yaşam
zarar görüyor.
Çok önemli diğer bir konu ise konutu
ayakta tutan taşıyıcı sistemle ilgili: Kaç
katlı olursa olsun her konutun kendine
özgü, mühendislik hesapları ile belirlenmiş
ölçülere sahip bir taşıyıcı sistemi var.
Bu hesaplar konutun orijinal planına
bağlı olarak yapılıyor. Kullanıcının,
konutu değişen gereksinmelerine göre
şekillendirerek bir EV haline getirme süreç
ve çabaları içerisinde yapılan eklenti ve
genişletmeler taşıyıcı sisteme, mühendislik
hesaplarında öngörülmemiş ek yükler
getirebileceği için, hem kullanıcının
hem de evin bireysel yaşamları olası
bir depremde zarar görme riskine sahip
oluyor. Bu risk aslında çevredeki ev ve
bireyleri de etkileyebilecek kadar büyük.
Bir başka deyişle, birey-kullanıcı-nasıl
toplumsal ilişkilerde sonsuz özgürlüğe
sahip değilse, evin de çevresindeki yarıözel ve toplumsal alanla olan ilişkisinde
uyması gereken sınırlar var. Bu nedenle,
KULLANICInın da, EVin de, bireysel
özgürlüğü olduğu kadar, hatta daha da
fazla ve dikkatli bir biçimde diğerlerinetopluma saygıyı sergilemesi beklenmekte.
DEĞİŞİM KAÇINILMAZ. DEĞİŞİM
OLMALI. TÜM DEĞİŞİMLERİN BİREY,
TOPLUM VE ÇEVRE YARARINA
OLMASI DİLEĞİYLE.
Nesil Baytin
(*) Heraklitus: İ. Ö.540-480
10 GELENEKTEN EVRENSELE MİMARİ
SAYFA
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
Kağan Günçe
[email protected]
Geleneksel MİmarİNİN Cazİbe ve İNCELİKLERİ
İnsanoğlunun dört duvar arasındaki
yaşantısının ilk kez ne zaman, nerede
başladığı bugün için tam olarak
saptanabilmiş değildir. Ancak bilinen,
insanoğlunun çevresini düzenleme
eğilimi Taş Çağının karanlıklarında
başlıyor. Doğanın sağladığı sığınaklar
yeterli olmayınca, kendi yapıcılığı
başlıyor ve böylelikle de insanoğlunun
canını, malını ve yaşamı için gerekli ısıyı
koruyacak yapılar kurmak amacı ile,
yakın çevresinde bulabildiği, yaşadığı
yere ait olan malzemelerle ilk barınakları
yani dört duvarı kurma eğilimi başlıyor.
Daha sonraları ailenin veya daha büyük
grupların çeşitli faaliyetlerini barındıran
yapılar oluşturulmaya başlanıyor. Bu
yapılar, belli düzenler içinde bir araya
geldikleri zaman, kişinin boyutunu
aşan, sokak, mahalle, meydan gibi
büyük yerleşme öğeleri ortaya çıkıyor.
Bu öğeler sadece boyut ve biçimleriyle
değil, yarattıkları boşluklarda insanlara
sağladıkları faaliyet olanaklarıyla kimlik
kazanıyorlar. Bir bakıma, simgeleşen
fiziksel çevre günlük yaşantıyla adeta
eşdeş oluyor. Böylece içinde yaşanan
yapının bireyler için bir ilk kabuk; sokak,
mahalle, meydan gibi onu çeviren daha
geniş çevrenin ise toplum için bir ikinci
kabuk olduğu söylenebilir.
İç içe geçmiş paradokslar yumağı olarak
nitelendirilebilecek insan yapısı nesnel
yaşam çevreleri, serüvenine dört duvarla
başlamıştır. Bu sayfadan, sözkonusu
serüveni adamızdaki ve zaman zaman da
dünyadaki kesitleriyle sizlere sunmaya
çalışacağız. Yerelden başlayıp, evrensele
kadar uzanacak olan “Gelenekten
Evrensele Mimari” yazı dizisine
(yolculuğuna) başlarken ‘yerel’,
‘geleneksel’, ‘evrensel’ ve ‘mimarlık’
sözcükleri üzerinde kısaca durulması
gerektiği düşüncesindeyim. ‘Yerel’ sözcüğü
en genel anlamı ile, belirli bir yere, yöreye
ilişkin, oraya özgü olan, mahalli, yöresel,
lokal şeklinde tanımlanabilir. Mahalli olanın
gelenek haline gelip kullanılması da
‘geleneksel’ olarak nitelendirilebilir.
‘Evrensel’ sözcüğü, bütün insanlığı
ilgilendiren, her yerde geçerli olan,
tümdurumlara uyan anlamına gelmektedir.
Mimarlık sözcüğünün (kavramının,
Geleneksel konut örneği
şekillenmesini belirleyen etkenleri ‘doğal
ve fiziksel çevre etkenleri’ ve ‘sosyal
ve kültürel etkenler’ olarak iki grupta ele
almak mümkündür.
Doğal ve fiziksel çevre etkenleri, iklim,
topografya, çevresel örüntü ve doku,
malzeme ve yapım teknikleri şeklinde
sıralanabilir. Bu nedenle aynı yöresel
koşulları taşıyan aynı jeolojik yapıya sahip
yerlerde benzer tip yapılara rastlanır.
Sosyal ve kültürel etkenler ise, yaşam
biçimi, ekonomik yapı, aile yapısı,
akrabalık – komşuluk ilişkisi, inançlar,
gelenek – görenekler, değer yargıları,
dünya görüşleri şeklinde sıralanabilir.
Geleneksel mimari, ekonomik ve toplumsal
yapı değişmedikçe yıllar boyu aynı
şekilde değişmeden devam eder. Bir proje
dahilinde oluşturulmayan geleneksel
mimari ürünleri Kıbrısın farklı bölgelerinde,
farklı etkenler ışığında kendine has
Gelenekten gelen
disiplininin) ise, farklı bakış açılarıyla
birçok tanımı yapılabilir. Mimarlık
insanların yaşamasını kolaylaştırmak ve
barınma, eğlenme, dinlenme, çalışma gibi
eylemlerini sürdürebilmeleri için gerekli
mekanları, estetik, işlevsel gereksinimleri,
teknik ve yönetsel zorunluluklarla
bağdaştırarak inşa etme sanatı; yapı
sanatı olarak tanımlanabilir. M.Ö. 1.
yüzyılda yaşamış olan Romalı mimar
Vitruvius ‘De Architectura’ adlı yapıtında
mimarlığı sağlamlık, kullanışlılık,
güzellik olarak tanımlıyordu. 1581’de
bir İngiliz yazarı mimarlığı yapı bilimi
olarak tanımlarken, 19. yüzyılda Ruskin
mimarlığın yapılara uygulanan süslemeden
başka bir şey olmadığını ileri sürüyordu.
Amatör bir eleştirici olan Sir Henri Watton,
‘The Elements of Architecture’ (1624) adlı
kitabında mimarlığın üç koşula (sağlamlık,
kullanışlılık, güzellik) yanıt vermesi
gerektiğini belirtir. F.L.Wright’a göre
mimarlık, biçim haline gelmiş yaşamdır.
Bir başka yaklaşımla ise mimarlık, toplum
yapısına, toplumun gereksinimlerine,
ekonomik verilere, teknolojik gelişmelere
bağlı olarak mekanı düşüncede yaratma
sanatı olarak tanımlanabilir.
Gelenekten Gelen...
Toplumları yaşatan, kültürel değerleri ve
gelenekleridir. Bu değerler, bir yandan
toplumların tarihlerini oluştururken, öte
yandan da gelecek nesillere aktarılarak
kültürel sürekliliği sağlar. Kültürün temel
anlatımlarından biri olan geleneksel
mimari, bölgesiyle kültürel ilişkisini
gösteren önemli verilerdendir. Yerel ve
geleneksel mimari örnekleri, iletişim,
etkileşim, mekan, zaman ve anlamın
örgütlü bir örüntüsüdür. Geleneksel
mimari; söz konusu toplumun değer
yargılarını, dünya görüşlerini,gelenek
görenek ve inanç sistemlerini, aile ve
akrabalık bağlarını komşuluk ilişkilerini
anlamada ve anlatmada kaynaklık eden en
önemli verilerden biridir. Resmi ve anıtsal
niteliği olan yapılar geleneksel mimari
dışında değerlendirilirler. Fakat ülkemizde
ve Türkiyede yapılan birçok çalışmada
konut yanında mevcutkahvehane,
hamam, çeşme gibi yapılar da geleneksel
Gelenekten gelen (fotoğraf- Şebnem Hoşkara)
mimari içerisinde değerlendirilmektedir.
Geleneksel mimariyi incelemek öncelikle
doğal ve toplumsal çevresini daha
sonra da yapı malzemesi ve tekniklerini
incelemek demektir.
İnsan – çevre etkileşimleri konusundaki
çalışmalar uzun bir geçmişe sahiptir. Bu
konuda yapılan birçok çalışmanın ışığında,
çevre ve mekanın insan üzerindeki ve
insan davranışının da çevre üzerindeki
etkilerinin karşılıklı belirleyici olduğu
konusunda bir uzlaşma vardır. İnsan
– çevre etkileşimleri dinamik ve adaptif
süreçler olarak yorumlanabilir. İnsan
davranışı, insan yapısı çevrenin
örgütlenişine etki eder ve karşılığında
da çevre de insan davranışına etki eder.
Dolayısı ile de her biri diğeri tarafından
değiştirilir ve şekillendirilir. Geleneksel
mimari, halkın kendisi için oluşturduğu
nesnel yaşam çevresidir. Geleneksel
mimarinin anıtsal bir amacı yoktur, yani
iz bırakmak amacıyla üretilmezler. Bir
başka değişle, genel etkenler altında
gelenekselleşen, anonim bir tasarım
sürecinde oluşan bir mimari tarzdır.
Sözkonusu mimari tarzın gelişip
özellikler göstermektedir.
İnsanoğlu ilkçağda olduğu gibi günümüzde
de barınmak, aktivitelerini sürdürebilmek
için çeşitli boyutlarda yapılar inşa etmiş,
mekânlar oluşturmuş, gelecekte de
oluşturacaktır. O mekân, insanoğlunun
kültürel yapısını anlatmada kaynaklık
eden en önemli yeridir. Gelişen teknoloji
ve değişen kültürel yapı ile birlikte
ülkemiz hızlı ve sağlıksız bir yapılaşma
sürecine girmiştir. Günümüzde insanımız,
evrensellik ışığı altında, her iklime, her
coğrafyaya ve her toplumsal yapıya benzer
veya tamamen aynı biçimde yanıt veren,
her bireye aynı yaşam tarzını dikte ettiren,
doğrudan yönlendiren ve koşullandıran
yapılar yapmaya yönlendirilmektedir.
Sosyal, kültürel ve fiziksel çevre etkenleri
ile şekillenen, indirgenemez biçimde
kendi zamanına ve yerine ait geleneksel
yapılarımızın cazibe ve inceliğini tam
anlamıyla hayranlıkla karşılamamak
mümkün değildir. Sözkonusu mimari
örneklerin korunması, yaşatılması ve
anlaşılmasının önemi, bugüne örnek
olması açısından büyüktür.
Kağan Günçe
AL GÖZÜM SEYREYLE
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 ŞUBAT. SAYI 1.
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
11
SAYFA
Türkan Ulusu Uraz
[email protected]
Prag: KadİFE Devrİm- KadİFE Kopuş ve KÜRE-SELLEŞME’NİN İZİNDE
İkibindokuz haziran sonunu temmuzun
ilk günlerine bağlayan yedi gün, Çek
Cumhuriyetinin mütevazi büyüklükteki
başkenti Prag’ı tanımak için aslında fena
sayılmazdı. Konferansta geçirdigimiz
uzun üç günden geriye kalan kısa sürede
‘kentin ruhu’nu yakalama azmiyle,
adeta zamanla yarıştık. Neyseki, Orta
Avrupa yazı, Akdeniz’in parçalı-bulutlu
mart havası tadında olduğu için, Kıbrıs’ın
‘alaflı’ sıcağından sonra, ‘Prag Baharı’
bize oldukca iyi geldi. Milan Kundera’nın
filmleştirilen unutulmaz romanı, ‘Var
Olmanın Dayanılmaz Hafifliği’ndeki
tutkulu -bir o kadar da özgür- komünist
aşklara ve toplumun içinden geçtiği
sosyo-politik değişime ev sahipliği yapan
kent, bu yeniden uyanışa atfedilen
ılımlı-entellektüel terminolojisiyle, ‘Prag
Baharı’yla anılır çoğu kez. Protesto
yürüyüşleri, buna karşı duran Sovyet
tanklarıyla dolu kent mekanlarından
enstantaneler veren gazete imajları,
68 kuşağının küllenmiş anılarında hala
yaşıyor olmalı. İşte böyle bir bahar
kıvılcımıyla ateşlenen süreci izleyen,
meydana bakan küçük pub’ın sıcak
atmosferinde, çok makul fiyatlara
seyirlik güzel bir akşam yemeği ile Çek
birası yudumlayabilirsiniz. Viyana’nın
kafeleriyle, Prag’ın ise Publarıyla ünlü
olduğu söylenir; ama deneyimimiz bu
ezberi bozuyor doğrusu. Kek, pasta
ve benzeri tatlılar Prag’da akıl almaz
tatlarda, yemekler de onları aratmıyor.
Klub Architektu, yani ‘Mimarlar Lokali’nde
olduğu gibi, dikkatli seçimlerle bütçenizi
de hiç zorlamadan güzel mekanlarla güzel
tatları birleştirebilirsiniz. Yine de İtalyan
mutfağının esir aldığı ultra- turistik çoğu
mekanda, Prag’a özgü yemek bulma
şansının da giderek azaldığı da bir gerçek.
Prag’ın Barok mimaride ayrı bir yeri
olduğu biliniyor. Ne var ki, Milli Uyanış
döneminde diğer Avrupa ülkelerinde de
olduğu gibi Yeni-Rönesans mimarlığı,
Ulusal Tiyatro ve Ulusal Müze binalarıyla
kendini göstermiş, bunu ‘Modern Mimarlık’
izlemiş, Ar-Nuvo tarzındaki belediye
binası ve Kubist mimari tarzın temsilcisi
Kente Bakış: Eski ve yeni yanyana
çekmekte ve Prag Kalesi, yüksek
kulesiyle tarihi merkeze hakim konumunu
sürdürmekte. Bu arada, kentsel peyzajın
seyredildiği birçok tarihi kule hergün
ziyarete açık, bunlar arasında özellikle TV
Kulesi modern bir çekim merkezi….
Tarih boyunca, Mozart, Beethoven,
Dostoyevsky, Rodin, Tchaikovsky gibi
seçkin kişiliklere ev sahipliği yapmış
olan kent, aynı zamanda birçok ünlünün
eserlerine kaynak oluşturmuş. Bunlar
arasında en bilineni Franz Kafka’dır, ve
kent Kafka’nın yazılarının sessiz yoldaşıdır
adeta. Kendisi biraz da abartarak, günlük
hayatının tarihi merkez içinde küçük bir
güzergah ve bunun üstündeki buluşma
noktalarında geçtiğini ifade etmiştir.
İşte tarihi Kafe Luvr bunlardan biridir,
ve muhtemelen geçmişteki entellektüel
popülaritesini bu gün artık turistik
salınımlara devretmiş gibi....
Geçmişin İzlerinde: Heyecanlı bir tur
rehberi
Kafe Luvr (1902)
1989 ‘un son günlerinde demokrasiye
geçiş başarılır ve bu, aynı ılımlı bir
bakış açısıyla ‘Kadife Devrim’ olarak
adlandırılır. Hemen ardından gelen ‘Kadife
Kopuş ya da Ayrılık’ ile Çekler ve
Slovaklar, artık iki ayrı devlet olarak Avrupa
coğrafyasındaki yerlerini alırlar.
sayısız konut, apartman ve Loos’un Müller
Villa’sı karşısında şaşırmamak olası
değil. Hele kentin kuzey batı tepelerindeki
Babi bölgesinde 1930’larda yapılmış az
katlı konutlar sanki yaşayan bir ‘Modern
Mimarlık’ sergisi. Hatta bazıları bize
Lefkoşa’daki Köşklü Çiftlik konutlarını
hatırlatıyor, daha da heyecanlanıyoruz.
Prag, çok sıkça adlandırıldığı gibi bir
‘Mimarlık Açıkhava Müzesi’, Romanesk,
Gotik, Rönesans, Barok, Rokoko,
Klasisizm, Eklektisizm, Ar-Nuvo, Kubizm
ve Fonksiyonalizm’in temsilcisi mimarlık
ürünleri kent yaşamının içindeki yerlerini
koruyorlar. Bütün bu tarihi ağırbaşlılığa,
son dönemin eğlenceli bir temsilcisi Gehry
imzalı ‘Dans-eden Bina’, -eski Amerikan
müzikallerinin aktörleri anısına- diğer
popüler adıyla ‘Fred and Ginger’ da eşlik
ediyor. Vltava nehri köprü bağlantılarından
bir tanesinin karşı köşesinde şekillenen,
ana işlevi ofis olmakla beraber, çatı katı
restoran olarak tasarlanmış. Tahminimizce
kentin doyumsuz görünümlerinden birini
sunan bu mekanda yemek-içmek her
bütçenin harcı değil. Ama, önündeki
Tam bu sırada kuzey ve kuzey doğu
sırtlarına doğru baktığımızda -kent içinden
hiç algılanmıyan, ancak yükseldikçe
farkedilen-komünist dönemin tek düze
konut bloklarının soğuk ve ürkütücü
görüntüsü farkediyoruz. Herkes için
yaşanabilir bir konut politikasının o yılların
mimari anlayışıyla geldiği kaçınılmaz son
bu olsa gerek.
Öte yandan, yeni bir AB başkenti olan
Prag’da, küreselleşen kent kültürü ve
ekonomisi mekansal izlerini çoktan
bırakmaya başlamış. Nehir kıyısındaki
liman bölgesi, ‘Kentsel Dönüşüm
Projesi’ kapsamında bir ‘Soylulaştırma’
reçetesine dönüşmüş bile. Popüler-
küresel mimari dil burada da kendini
göstermekte ve mütevazi büyüklükteki
konutlar fahiş fiyatlara satılmayı ve
kiralanmayı beklemekte. Toplumdan ve
çevreden izole edilmiş ‘Ayrıcalıklı Lüks
Konut Siteleri’ de merkezin çeperindeki
diğerleri ile, yani sosyalist ideolojinin toplu
konut bloklarıyla adeta rekabet etmekteler.
Bu durum, komünizm sonrasında başlayan
küresel döneme geçişin, aslında pek
de ‘kadife’ gibi ‘yumuşak ve parlak’
olmadığını, olamayacağını ima ediyor
adeta.
Prag, korunmuş tarihi kentlerin en
önemlilerinden biri, 1992 de tarihi merkezin
büyük bir kısmı Unesco tarafında Dünya
Kültür ve Doğa Mirası listesine alınmış. Bu
bölge, Vltava nehrinin her iki yakasına
yayılmış olarak altı bölgeden oluşuyor ve
doğal olarak tarihi bina ve anıtların, müze
ve galerilerin çoğunu kapsıyor. Bunlar
arasında neredeyse bütün yolların kesiştiği
‘Eski Kent Meydanı’, ünlü ‘Astronomik
Saat’ ile yüzyıllardır ziyaretçilerin ilgisini
Kentin yaşadığı zengin geçmişin izlerinin
kent mimarlığında ve mekanlarında
sürülebilir olması, onu merak ve
ilgilerinize bağlı olarak tanımanıza imkan
veriyor. Bu izleri, belli başlı müzeler
dışında hatta belki daha fazla, Kafka
Müzesi, Mozart Müzesi, Kampa Müzesi,
Çek Kübizmi Müzesi, Dekoratif Sanatlar
Müzesi, Musevi Müzesi ve Komünizm
Müzesi gibi özel kolleksiyonlarda bulmak
mümkün. Bu bağlamda, Kale turu, nehir
turu gibi klişe turlar almak yerine yürüyüş
turlarına katılabilir; kendinizi Kafka’nın
yerine koyup, onun günlük güzergahını
izleyebilir, ya da Kadife Devrim sürecinin
mekanlarını tavaf edebilirsiniz. Böylece,
neredeyse heykel tadında işlenmiş
proletarya figürleriyle bezeli binaları da
gözden kaçırmamış olursunuz ve bir
Avrupa Birliği kentinde hala cok eski
olmayan bir başka geçmişin sizi sarıp
sarmaladığını; ve ‘kentin ruhu’nun artık
sizinle olduğunu hissedersiniz...
Türkan Ulusu Uraz,
Beril Özmen Mayer
12 PROVO-K-İTAP
SAYFA
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
Beril Özmen Mayer
[email protected]
‘Masumİyet Müzesİ’ ve İstanbul’da Aşk
İstanbul’a ve İstanbul’da aşık olan herkes
Masumiyet Müzesi’nden çok etkilenir.
1975’lerin ruhunu taşıyan bu kitap, birçok
kişinin hikayeleri ile eş-zamanlı ve benzer
dekorlarda geçmesi olasılığı -gözlerden
yuvarlanan damlacıklarla, bizi kent
mekanlarına gönderen ‘flash-back’leri ile
anıları buğulayan bir atmosfer yaratmaya
çok uygun düşmektedir.
Başka bir aşka yelken açmış olsaniz
bile, dervişler gibi hep-ona -Meridyeniniz
İstanbul’a- yöneliyorsanız, bir aşk
tazelemek gibi - izlerini kapatmaya
çalıştığınız anılarda kalmış eski aşk
hikayenizi hatırlattığı için mi, yoksa
kaybedilen zamanların tahlili sürecinde
olduğunuzdan mı bilemezsiniz, kızgın
ya da küskün- aslında bu nostaljik
romantikliğin hoşunuza gitmesinin altını
çizmek istiyor olabilirsiniz. Bu roman
bütün romantikleri, hayalperestleri ve
kentseverleri sarsacak, naif bir aşk
hikayesi üzerinden İstanbul kentinin kısmi
tarihçesi ve yaşamını sunar bizlere.
Masumiyet Müzesi, bir antropolojik
çalısma gibi 1970’lerin ortalarında –birisi
yoksulluk sınırında bir diğeri toplumun
kaymak tabakasında bulunan- iki farklı
insanın içinde yaşadığı sosyal gruplarla
ve birbirleriyle olan ilişkileri, toplumsal
beklentileri, o anda Amerika ya da
Avrupa’ya öykünen yaşam biçimi –artık
yerli mallar kullanmanın ‘out’, ithal mal
kültürünün ‘in’ olmaya dönüştüğü – ama
hala Cumhuriyetin 50. yılının kutsandığı,
Türkiye sinemasının içinde olduğu evreye
göre bir yandan sosyo-kültürel eleştirilere
diğer yandan da hala “fakir kız- zengin
oğlan” romantizmine değinen ve kent
parçalarının gerçekliği ile çerçevelenen bir
kaynak kitaba dönüşür.
Mimari bir yönlendirme de yapar Pamuk,
kitabın sonuna doğru birden manevra
yaparak.. Diğer okurları bilmem ama
meslekten olduğum için çok hoş bir tat
verdi bana. Orhan Pamuk, sayfalarca
bıktırmadan ama abartarak, Kemal
karakteri uzerinden dünya müzecilik
tarihini araştırır ve günümüzde dünyada
özel müzeciliğin örneklerini uzun uzadıya
tasvir ederek, Türkiye ve İstanbul özelinde
de sorgulamasını yapar. Bu noktada,
kitapta anlatılan büyük ve masum aşkın
temasını oluşturduğu Masumiyet
Müzesi’nin açılması konusu gerçeklekurgu arası hayal dünyanızı zorlamaya
başlıyacaktır. Kitabın bu kısmında
kendinizi hayal dünyasından gerçeğin ta
içerisine fırlatılmış bulmanız heyecanı
doruk noktasına çıkarmaktadır. Tam işte
bu anda, hislerimi paylaşmak için telefon
açtığım, doğma büyüme İstanbullu roman
kurdu arkadaşım Çiğdem’in sanki kitaptaki
sanal dünyadan gelen sesinin
kulaklarımda yankılanarak doğruladığı
“Masumiyet Müzesi açılıyor” haberini
almak beni çığrımdan çıkardı – ki haber
gazetelere başlık olmuştu zaten ama ben
düş perdemi aralayıp bunu ilk defa
duyuyordum (Radikal, 26 ağustos, 2008).
İtiraf edeyim, kitabı 2009 ağustosunda
okumaya başladım ve bu yazki Istanbul’u
ziyaretimde, gerçekle hayal arasındaki o
inanamazlık durumuyla ziyaret ettiğim
Beyoğlu - Boğazkesen Caddesi’nden
Çukurcuma’ya dönünce hemen sağda
saptığınız Dalgıç Çıkmazı Sokağı’nda
bulunan ‘Merhamet Apartmanı’nı kapı ve
pencerelerini sımsıkı örtülü bulunca
müthiş bir düş kırıklığı yaşadım. O anda,
benimle birlikte binaya yaklaşan -kırık
dökük türkçesiyle bana Masumiyet
yakar, atardık. Çünkü anılardan, yeniden
onlara ya da aşka esir olmaktan korkardık.
Işte bu psikolojinin etkisiyle, Füsun’un
elinin değdiği her türlü objeyi toplayan
tutkulu bir Kemal olamayız. Onun içindir ki,
bu müze Masumiyet Müzesidir..
Masum, Saf, Yaşanası ama Bitmemiş
Aşklar’ın Mucizesi ve Müzesi..
Beril Özmen Mayer
Kitabın Künyesi: Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi, İletişim Yayınları, Istanbul - 3.
Baskı, Aralık 2008- 592 sayfa, EAN9789750506260
Masumiyet Müzesi- Merhamet Apt. / İstanbul
Müzesi’ni soran- yabancı gazete
muhabiriyle birlikte hayal gucümüzün
itici gücüyle kapalı olan demir kapıyı
bile zorladık. Ama tamamen kapalı
olan binanın etrafında hala belirli bir iz
yoktu, ne bir levha, ne bir ad. Hemen
bitişikteki sokaktaki en bakımlı pembe
apartmanın önünde oturan birkaç kişiye
doğru yürüdüm. Uzun süredir hayalimde
canlandırdığım müzeyi görememek
enerjimi düşürmüştü, apartman girişinde
eşiğe oturmak için izin istedim. Paralel
evrenden gelen kendi sesim kulaklarımda
uğuldadı: ‘Masumiyet Müzesi burada mı?
Gerçekten var mı? Olacak mı?’ Yaşlıca
bir bey, yazar için ‘Kültür bakanlığı’ndan
para yardımı bile istemiş’ diyerek dilini
damağında şaklatarak uzaklaştı. Doğmabüyüme Boğazkesenli apartman sakini
Despina hanım ise ‘Masumiyet Müzesi’nin
açılacağını, karşı köşedeki restorasyonu
yapılmış ahşap binanın da çok büyük bir
kütüphane olacağını müjdeledi ve arayıp
bilgi alabilmem için bana telefonunu
verdi. Karşılıklı birer sigara içerken,
sokağın köşesinde kitabın konusunun
geçtiği ‘Merhamet Apartmanı’na bakarak
savurduğum duman üzerinde oluşan
imgelerle kurduğum hayallerin içerisinde,
romanda anlatılan Füsun ve Kemal Bey’in
aşkının gerçekliğinden hiç bir şüphem
kalmamıştı, bu kişinin hayal ürünü değil de
Orhan Pamuk’un sadece tanıdığı değil çok
yakından izlediği birisi olduğunu hissettim.
Beyoğlu’nda yıllar önce üniversite
sıralarında aşıkken dolaştığım mekanları,
çeşitli vesilelerle girdiğim sokakları
anılarımla yoğururken kendi yaşam
penceremden olaya bakmakta olduğumu
gördüm. Her ne kadar sancılı olsa da
yaşanılan güzel duygular yerini hiç bir
şeye bırakmıyordu. Kentteki çeşitli noktalar
değişmiş olsalar bile aslında içimizdeki
müzeleştirme hissiyatını canlı tutuyorlardı.
Kent parçalarının yarattığı ‘Kişisel Müze
Alanları’nı hiç kimse bilmiyor, sadece biz
kendi beynimizde saklı tutuyorduk. Ve bir
kere daha romanın kahramanı Kemal’le
yazarı Orhan’ı cesaretlerinden dolayı
tebrik etmek istedim. Çünkü duygularının
arkasında duruyorlardı, ve anlatmaktan ve
hatırlamaktan korkmuyorlardı.
Bu bağlamda, burada başka bir anti-tezi
de dillendirmek gerekir: Bu aşkın aslında
olması gerektiği gibi yaşanamaması
onu kutsamıştı ve erişilmez olarak
nitelendirdiğimiz şeyleri anımsamak bize
hep doğru gelirdi. Aslında daha güzel ve
cesur olan ise, elimizde olan, yaşadığımız
ya da sonlandırdığımız aşkların müzesini
kurgulayabilmemizdi. Mutlu sonların
arkasından nerelere gelebileceğini
bilebilseydik, müze konseptimiz daha farklı
olabilirdi…
Hiç biten aşklar için bir müze kurulduğunu
duydunuz mu? Eskiden yıllarca taptığımız
ve tutkuyla sevdiğimiz kişilerden
ayrılığın getirdiği kırgınlıktan dolayı
körleştirebilmek için üzerlerini örttüğümüz
unutulmaz aşklar da olamaz mıydı? Ama
onların tek bir resimlerini bile saklamaz,
Orhan Pamuk - Özgeçmiş
Orhan Pamuk 1952’de İstanbul’da doğdu.
Cevdet Bey ve Oğulları ve Kara Kitap
romanlarında anlattığına benzer kalabalık bir
ailede, Nişantaşı’nda büyüdü. Otobiyografik kitabı
İstanbul’da anlattığı gibi çocukluğundan yirmi iki
yaşına kadar yoğun bir şekilde resim yaparak ve
ileride ressam olacağını düşleyerek yaşadı. Liseyi
İstanbul’daki Amerikan lisesi Robert College’de
okudu. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde üç yıl
mimarlık okuduktan sonra, mimar ve ressam
olmayacağına karar verip okulu bıraktı ve İstanbul
Üniversitesi’nde gazetecilik okudu. Pamuk, yirmi
üç yaşından sonra romancı olmaya karar vererek
başka her şeyi bıraktı ve kendini evine kapatıp
yazmaya başladı. İlk romanı Cevdet Bey ve
Oğulları 1982’de yayımlandı ve Orhan Kemal ve
Milliyet Roman Ödülleri’ni aldı. Pamuk ertesi yıl
Sessiz Ev adlı romanını yayımladı ve bu kitabın
Fransızca çevirisiyle 1991’de Prix de la Découverte Européene’i kazandı. Venedikli bir köle ile
bir Osmanlı âlimi arasındaki gerilimi ve dostluğu
anlatan romanı Beyaz Kale (1985), pek çok dile
çevrilerek Pamuk’a uluslararası ününü sağlayan
ilk romanı oldu. Aynı yıl karısıyla Amerika’ya
gitti ve 1985-88 arasında New York’ta Columbia
Üniversitesi’nde “misafir âlim” olarak bulundu.
İstanbul’un sokaklarını, geçmişini, kimyasını
ve dokusunu, kayıp karısını arayan bir avukat
aracılığıyla anlatan Kara Kitap’ı 1990’da Türkiye’de
yayımladı. Fransızca çevirisiyle Prix France Culture
Ödülü’nü kazanan bu roman, geçmişten ve
bugünden aynı heyecanla söz edebilen bir yazar
olarak Pamuk’un ününü hem Türkiye’de hem de
yurtdışında genişletti. 1991’de, Pamuk’un Rüya
adını verdiği bir kızı oldu. 1994’te, esrarengiz bir
kitaptan etkilenen üniversiteli bir genci hikâye ettiği
Yeni Hayat adlı şiirsel romanı yayımlandı. Osmanlı
ve İran nakkaşlarını, Batı dışındaki dünyanın
görme ve resmetme biçimlerini bir aşk ve aile
romanının entrikasıyla hikâye ettiği Benim Adım
Kırmızı adlı romanı 1998’de yayımlandı. Bu kitapla
Fransa’da Prix du Meilleur Livre étranger, İtalya’da
Grinzane Cavour (2002) ve İrlanda’da International
Impac-Dublin (2003) ödüllerini kazandı. 1990’ların
ortasından itibaren Pamuk, insan hakları ve
düşünce özgürlüğü konularında yazdığı
makalelerle Türkiye devletine karşı eleştirel bir
tavır takındı. Yurtiçinde ve yurtdışında çeşitli
gazete ve dergilere yazdığı edebi, kültürel
makalelerden oluşturduğu geniş bir seçmeyi 1999
yılında Öteki Renkler adıyla yayımladı. “İlk ve son
siyasi romanım” dediği Kar adlı kitabını 2002’de
yayımladı. Kars şehrinde, siyasal İslamcılar,
askerler, laikler, Kürt ve Türk milliyetçileri
arasındaki şiddeti ve gerilimi hikâye eden bu kitap,
New York Times Book Review tarafından 2004
yılının en iyi 10 kitabından biri seçildi. Pamuk’un
2003 yılında yayımladığı İstanbul, yazarın hem
yirmi iki yaşına kadar olan hatıralarını aktardığı bir
hatıra kitabı, hem de kendi kişisel albümüyle,
Batılı ressamların ve yerli fotoğrafçıların eserleriyle
zenginleştirilmiş, İstanbul üzerine bir denemedir.
Kitapları 58 dile çevrilmiş olan, bütün dünyada
yedi milyondan fazla satmış olan Pamuk, pek çok
üniversiteden şeref doktorası aldı. Alman Yayıncılar
Birliği tarafından 1950 yılından beri verilmekte olan,
Almanya’nın kültür alanındaki en seçkin ödülü
olarak kabul edilen Barış Ödülü, 2005’te Orhan
Pamuk’a verildi. Ayrıca Kar Fransa’da her yıl en iyi
yabancı romana verilen Le Prix Médicis étranger
ödülünü aldı. Aynı yıl Prospect dergisi tarafından
dünyanın 100 entelektüeli arasında gösterildi ve
2006 yılında Time dergisi tarafından dünyanın en
etkili 100 kişisinden biri seçildi. American
Academy of Arts and Letters’ın ve Çin Sosyal
Bilimler Akademisi’nin şeref üyesi olan Pamuk,
senede bir dönem Columbia Üniversitesi’nde ders
veriyor. Orhan Pamuk 2006 yılında Nobel Edebiyat
Ödülü’nü alarak bu ödülü kazanan tek Türk oldu.
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 ŞUBAT. SAYI 1.
SORULAR- CEVAPLAR/ YANLIŞLAR- DOĞRULAR
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
13
SAYFA
Ercan HoŞKARA
[email protected]
GİRİŞ VE Yapım Sürecİ
Merhaba sevgili okurlar.
Öncelikle, sizlerle bu sayfada ilk defa bir
araya gelmenin bana yaşattırdığı heyecan
ve mutluluğu paylaşmak isterim.
Peki bu sayfada neler
bulacaksınız?
Evet, sayfanın formatına uygun olarak,
yazıma soruyla başlamış oldum.
Bu sayfanın temel amacı, yapım
süreci ve inşaat sektörü ile ilgili akla
gelebilecek sorulara cevap vermek ve bu
yöntemle, konuyla ilgili bilgilerimi sizlerle
paylaşmaktır. Sorular ve cevapların
yanında, yaygın olarak karşılaştığımız bazı
yanlışlıklara da parmak basıp, doğruları
sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Tabii ki
bu sayfa siz okurların da sorularına açık
olacak. Ayrıca, gördüğünüz yanlışlıkları bu
sayfa aracılığıyla diğer okurlarla paylaşma
şansı da bulabileceksiniz.
Bu sayıda neler bulacaksınız?
Bu ilk sayı, yapım sürecinin ve yapım
süreciyle ilgili bazı temel kavramların ne
anlama geldiği ve bu süreçte mimarlığın/
mimarın rolünün ne olduğu konularını
içerecek.
Yapım süreci nedir ve hangi
aşamaları içerir?
Yapım süreci, yapı ile ilgili olarak;
• planlama,
• tasarım,
• imalat / inşaat,
• kullanım, bakım - onarım,
• söküm – imha etme aşamalarını
içeren bütünlüklü bir süreçtir.
Yapım sürecinde ne tür
kaynaklara ihtiyaç duyulur?
Yapım sürecinde, inşaat sektörünün sahip
olduğu;
• doğal kaynaklar,
• insan kaynakları,
• üretilmiş kaynaklar (üretim
araçları) ve
• mali kaynaklar,
belli bir yönetim anlayışı ve becerisi ile
girdi olarak kullanılmaktadır.
Yapım sürecinin etkileri nelerdir?
Yapım sürecinde, girdi olarak kullanılan
kaynaklar, süreçte yer alan eylemler ve
ortaya çıkan ürünler vasıtasıyla ciddi;
• çevresel,
• ekonomik ve
• sosyal etkiler ortaya çıkmaktadır.
Bu nedenle, inşaat sektörünün ve yapım
sürecinin yaşam kalitesi üzerinde büyük
etkisi olduğu söylenebilir. Aynı zamanda,
günümüzün en önemli hedeflerinden biri
olan “Sürdürülebilir Kalkınma” açısından
da hayati önem taşımaktadır.
Yapım sürecini neler etkiler?
Yapım sürecinin işleyişi ve ortaya çıkardığı
etkilerin şekli ve boyutu, dünyadaki genel
eğilimlerden, yeni teknolojilerden, Gündem
21, Habitat II gibi uluslararası anlaşma ve
belgelerden, ülkenin çevresel, ekonomik,
sosyal, kurumsal ve siyasi yapısından
etkilenmektedir. Özetle, küresel ve
ülkesel koşullar yapım sürecini doğrudan
etkilemektedir.
Bir başka ifadeyle, yapım süreci, insan
Ülkesel Koşullara bağlı sürdürürlebilir yapım (Hoşkara, E., (2007).
Ülkesel Koşullara Uygun Sürdürülebilir Yapım için Stratejik Yönetim Modeli
(Yayınlanmamış Doktora Tezi). İTÜ, Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.)
yerleşimlerinin gerçekleştirilmesi ve aynı
zamanda gelişimi destekleyen alt yapıların
oluşturulması için kapsamlı bir süreç ve
mekanizmadır. Bu süreç, ham maddelerin
doğadan çıkarılmasını ve onlardan
yararlanılmasını, yapı malzemelerinin
ve bileşenlerinin imalatını, fizibilite
çalışmalarından söküm aşamasına kadar
yapı projesinin döngüsünü ve yapılaşmış
çevrenin yönetimi ve operasyonunu içerir.
Yapım sürecinde mimarlığın veya
mimarın rolü nedir?
Mimar, planlama, tasarım ve her aşamada
denetim yaparak, bu sürecin en verimli
şekilde çalışmasına katkı koyma rolünü
üstlenmektedir. Yani, süreçte kaynakların
verimli kullanılmasında, çevresel olumsuz
etkilerin en aza indirilmesinde, ekonomik
verimliliğin artırılmasında ve sosyal
gelişime katkı sağlanmasında mimara
önemli bir rol düşmektedir.
Bundan sonra nasıl devam
edeceğiz?
Bu ilk tanışmanın ardından, genel olarak
yapım sürecinin her aşaması, bir sayıda
sorularla ele alınacaktır; süreçle ilgili
bilgilendirme tamamlandıktan sonra, her
aşamayla ilgili daha spesifik konular veya
sorunlar bu sayfa aracılığıyla gündeme
getirilecektir.
Bir sonraki sayıda buluşmak üzere...
Ercan Hoşkara
14 KENTİN TADI TUZU
SAYFA
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
Şebnem HoŞKARA
[email protected]
Kentte Mekan- Kentsel Mekan
‘Kent, mekan içinde bir yer olmaktan
öte, zaman içinde bir dramdır.’ (Patrick
Geddes)
Kent ve yapısal çevre, fiziksel, sos-
yal, ekonomik, kültürel, profesyonel, teknik, formel ve estetik anlamda incelenmesi gereken karmaşık bir olgudur. Kentsel
tasarım, kenti fiziksel bir bütünlük içinde
ele aldığında, kentin tasarım sürecine ve
mevcut dokunun morfolojisine bağlı olarak
üç temel veri/eleman söz konusudur: kentin oluşturduğu ortam- mekan (space),
kente özgü kentsel elemanlar- sokaklar,
meydanlar, caddeler, parklar ve binalar,
ve (bu elemanlardan mekansal bütünler
oluşturmak üzere ortaya atılan ilkeler, anlamlar ve yorumlar.
Belirtilen bu elemanların bir araya gelişini
sağlayan k�������������������������������
ent mimarlığı ve tasarımı içinde, kente, iki belirgin ama farklı bakış açısından söz edilebilir: Bunlardan birincisi,
binaların üç boyutlu objeler, heykelsi özellikler taşıyan sanat eserleri olarak, içinde konumlandırıldıkları kenti, açık bir peyzaj alanı olarak gören ve gösteren yaklaşım. Bu yaklaşıma göre mimari ürün olarak binalar “pozitif”, arka planda görünen
kentsel mekanlar ise “negatif” elemanlardır. Diğer konsept ise, kenti, yapı blokları
arasında kalan kentsel mekanların - sokak
ve meydanların, oluşturduğu bir kompozisyon bütünü olarak gören yaklaşım. Bu bakış açısına göre kentsel mekanlar ana eleman, binalar ve üç boyutlu objeler kentsel mekanları sınırlayan iki boyutlu cepheler olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Uygulamada ve gerçek algılamada ise her iki bakış açısı birlikte yer alır; bu da bize, kente
“doluluk-boşluk kuramı” çerçevesinde bakmayı öğretir.
Bu bağlamda, her ay sizlerle buluşacağım
bu sayfada, kentin tadını tuzunu alabileceğimize inandığım “kentsel mekanlar”dan
bahsedeceğim. Bazan fiziksel yapı üzerinde duracağım, bazan sosyal-kültürel bağlamda konuşacağım sizlerle kentsel mekanlar üzerinden... Bazan tadına doyulmaz bir
sokakta yürüyüş yapacağız, bazan da bir
kent meydanına bakan şık bir café’de kahvemizi yudumlayacağız birlikte... Bu ilk buluşma biraz bilgi içerecek... Profesyonel bakış açısıyla kenti ayrıştırmaya ve kent bileşenlerini tanımaya çalışacağız... Umarım sıkılmazsınız...
Norveç, Bergen: Sokaklar- Kent
Koridorları (fotoğraf- Ceren Boğaç
2006)
Norveç, Bergen Kentini Oluşturan Elemanlar: Binalar, Mekanlar, Yeşil ve Su.
(fotoğraf- Ceren Boğaç 2006)
Bu noktada iki ayrı “kentsel mekan”
tanımlama biçiminden söz etmek gerekecektir:
Bunlardan birincisi, kent içindeki
“mekanların/alanların” fiziksel olarak
tanımlanmasıdır. Bu tanıma göre,
kentlerin yerleşme dokusunu oluşturan
yapılaşmış ve yapılaşmamış alanlar, kentsel mekanı oluşturur. Bu bağlamda, adı
geçen her ayrı kent mekanı için (sokak,
meydan, park, vd.) mekanın boyutlarına,
konumlandırılmasına ve mekanı oluşturan
elemanların biçimsel özelliklerine göre,
ayrı bir fiziksel tanım yapılmalıdır.
Belçika, Brüksel Kenti Kentsel Dokusu: Binalar ve Arasındaki Boşuklar
(fotoğraf- Ceren Boğaç 2009)
İkinci tanımlama biçimi ise, kentsel
mekanların, “işlevlerine” bağlı birer
“sosyal olgu” olarak ele alınmasıdır.
İşlevsel olarak kentsel mekanlar,
”toplumsal aktiviteleri ve kent içi sosyal
fonksiyonları barındırmak için strüktürel
olarak tasarlanmış ya da spontane
gelişmiş mekan organizasyonlar”dır.
Bu bağlamda kentsel mekan, insanın
yaşamıyla ilgili dört temel işlevin –
barınma, çalışma, eğlenme/dinlenme ve
ulaşım, eylemlerinin yer aldığı mekanlar
bütünüdür.
Kent içinde hem fiziksel hem de sosyal
boyutuyla var olan kentsel / kamusal
mekanlar, kentlere kimlik veren en güçlü
elemanlardır; kentlerin ekonomik, sosyal ve kültürel yaşamları içinde kamusal
yaşamı destekleyen en önemli araçlardır.
Bu mekanlar, tarihin ve mevcut zamanın
yansıması olarak kentlerin yerel karakterini ve kültürel çeşitliliğini ortaya çıkarırlar.
Bu bağlamda “kentin kalbi ve ruhu” olarak
da algılanabilirler. Kentsel / kamusal
mekanlar, kentte yaşayan insanların
yaşam biçiminin de bir yansımasıdır.
Bu yansımaları kent meydanlarında
ve sokaklarında izleriz, gözlemleriz ve
yaşarız. İşte kentsel mekandaki bu yaşam
kesitlerini, bir sonraki sayıda meydanlar
üzerinden okumaya çalışacağız….Yeniden
buluşmak üzere…Kentinizin mekanı gü-
Bütün yerleşmeler, dolayısıyla da kentler, binalar ve binalar arasındaki sokaklar, meydanlar, yeşil alanlar, parkları ve
diğer açık alanları kapsayan “kentsel
mekanlar”dan oluşmaktadır. Kentin fiziksel
biçimi, kentsel mekanlar ile, bunların cephe ve kesitleri arasındaki ilişkinin sonucunda ortaya çıkar. Kent strüktürü içinde en
belirgin kentsel mekan, sokaklar ve meydanlardır – ki bunlar kentsel ortak mekanlar olarak “kamusal mekanları” oluştururlar.
Her iki mekansal biçimin de geometrik özellikleri aynıdır: Her ikisi de kendilerini sınırlayan duvarların boyutları ve kendilerini özgün kılan fonksiyon ve dolaşım paternleri ile
belirginleşirler.
Kentsel mekanlar, dış odalar ve koridorlar
olarak tasarlanan hacimlerdir ve binalar bu
mekanların duvarlarını oluşturan üç boyutlu
elemanlardır. Kentsel tasarım disiplini içinde ele alındığında binalar, kentsel dış mekanlara birer “sahne” oluşturmak üzere tasarlanırlar ve burada “mimarlık” destekleyici
bir rol oynar. Bu konsept içinde bakıldığında
kentsel mekan tanımının önemi fazladır.
Belçika, Brüksel Grand Place Kent Meydanı: Kamusal Bir Kent Odası
(fotoğraf- Ceren Boğaç 2009)
zel olsun…
Şebnem Hoşkara
GÜNCEL HABERLER
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 ŞUBAT. SAYI 1.
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
15
SAYFA
Kutsal ÖztÜRK- Begüm MozaİKCİ
[email protected] - [email protected]
Mİmarlığın 2009’U
Mimarlık ve kent gündemine ilişkin Güncel
Haberler sayfası neleri içermelidir? İşin
içine girince bu sorunun cevabı sanıldığı
kadar basit değil. Niye basit değil? Çünkü,
bu alanda kendi ülkemizle ilgili olan güncel
haberler, onbeş günde bir biz değininceye
kadar yerel basında gündeme zaten
gelmiş olacağından eskiyecektir.
Hatta bu tehlikenin dünyadaki önemli
haberler için bile geçerli olduğu
söylenilebilir. Bu nedenle biz sayfamızda
mimarlık, kent ve tasarım dünyasına
dair, medyada detaylı bir biçimde yer
almayan ama bu disiplinlerle ilgili kişilerin
ilgisini çekebilecek konulara ışık tutmaya,
bu alanlarla ilgili olarak yapılacak olan
toplantı ve benzeri etkinliklere yer vermeye
çalışacağız.
Pekin’in “Kuş Yuvası” Stadyumu,
Lubetkin Ödülü’nü aldı
Herzog and de Meuron’un Pekin’deki
Ulusal Stadyum’u “kuş yuvası”, RIBA
tarafından, Avrupa dışında inşa edilmiş
en iyi yapı seçildi. 2008 Olimpiyatları’nın
başyapıtı, enstitünün Architectural
Review tarafından desteklenen ve Avrupa
Birliği dışında kalan en seçkim mimari
çalışmaya verilen prestijli uluslararası
Lubetkin Ödülü’ne layık görüldü.
Lubetkin Ödülü jürisi ve RIBA Başkanı
Sunand Prasad, “Bu yılın Lubetkin Ödülü
finalistleri, şimdiye kadar gördüğümüz
en iyi yapılardı ve her ne kadar yoğun bir
tartışma yaşanmış olsa da sonuç zaten
ortadaydı” şeklinde konuştu.
Dünyanın İlk (+) Enerjili
Ofisi
Dünyanın çevresel olarak en sağlıklı
yapısı olarak tasarlanıp inşa edilen Elithis
Kulesi Fransa’nın Dijon kentinde açıldı.
Dünyanın ilk pozitif enerjili ofis yapısı
olarak lanse edilen kule, kullandığından
fazla enerji üretimi yapıyor ve klasik ticari
yapılara oranla 6 kat daha az sera gazı
üretiyor. Tasarımından malzemesine
ve kullanıcı davranışına kadar Elithis
Kulesi’nde en son sürdürülebilir
teknolojiler kullanılıyor.
Kaynak: http://www.mimdap.org/
Yazı ve Görseller: The Architect’s Journal
Çeviri: Mimdap
2009 yılına baktığımızda mimarlık ve kent
gündemi açısından oldukça hareketli bir
yılı geride bıraktığımızı görüyoruz.
2009’un tüm gündemini takdir edersiniz
ki bu sayfaya sığdırabilme olanağı
yok. Bu nedenle en çarpıcı olduğunu
düşündüğümüz birkaç konuyu sizlerle
paylaşmak istedik. Hataların geride
bırakıldığı, mimarlığın ileriye taşındığı bir
2010 yılı temenni ediyoruz.
Kaynak: http://www.mimdap.org/
İngiltere’nin Karbon-Negatif
Konut Projesi
İngiltere’nin ilk karbon-negatif konut
projesinde inşaat süreci başladı.Citu
tarafından geliştirilen Leeds “yeşil ev”,
172 konut, ofis alanı ve çeşitli hizmetler
sunacak.Proje, yüksek bir yalıtım, yer ısı
kaynağı pompaları, çatı üzerinde rüzgar
türbinleri ve güneş enerjisi birimlerinin
yanı sıra, alanın 100 metre dışında da
rüzgar türbini bulunduracak.
Kaynak: http://www.mimdap.org/
Yılın En İyi Sağlık Tesisi Belli oldu
Kaynak: http://www.mimdap.org/
Geleceğin İstanbul Haritası
Kaynak: http://www.mimdap.org/
Kaynak: http://www.mimdap.org/
World Architecture News’in (WAN) 2009 Yılının Sağlık Yapısı
ödülünü Moorfields’ta yer alan Richard Desmond Çocuk Göz
Merkezi kazandı. Tasarımı yapan Londra merkezli mimarlar
Penoyre & Prasad, Zaha Hadid’in yanı sıra 6 kıtada 22 ülkeden
katılan mimarları geride bıraktı. Ulusal Sağlık Servisi’nden temsilciler ve mimarlık topluluğunun “sade kütlesi ve önü ile arkası
arasındaki organizasyon bütünlüğü” nedeniyle ödülü aldığı
söylenirken, Kanadalı mimar Tye Farrow “bu, gördüğüm en iyi
cephelerden biri, çok büyük saygı duyuyorum” dedi.
Projenin en ayırt edici özelliği, hem cepheyi değiştirmeye hem
de gölge yaratmaya yarayan güneş gölgelikleri. Bunun için kuş
bilimciler ile göz uzmanları, Merkez’in parçalı gölgelerini ritmik
biçimde yerleştirebilmek için kalabalık uçuş desenleri üzerinde
çalıştılar.
Yazı ve Görseller: World Architecture News
Çeviri: Mimdap
İstanbul’da yapılacak tüm yatırım
kararları ve planlamalar için temel
referans olacak 1/100 bin ölçekli
İstanbul Çevre Düzeni Planı yapılan
eleştirilere karşılık kabul edildi. Meslek
odaları planın hazırlanması sırasında
göstermelik toplantılar yapıldığını ve
öneri ve eleştirilerinin dikkate
alınmadığını belirtiyor. Eleştiriler su
havzaları ve orman alanlarının tahrip
edilme tehlikesi ve hükümetin aldığı
kararların plana yön vermesi yönünde
yoğunlaşıyor.
Çocuk Göz Merkezi, bir hastaneye benzetmeden, çocuk göz
sağlığı için dünyanın en iyi işleyen hastaneyi yapma isteğinden
doğdu. Tasarım, bütüncül, çocuk odaklı ve davetkar çevresiyle,
hastaneye duyulan önyargıları ortadan kaldırıyor. Sade düzenin
verdiği güvenlik hissi, cesaretlendirici renk şemaları, geniş oyun
ve dinlenme alanlarıyla, potansiyel travmatik deneyimler yerini
olumlu yargılara bırakıyor.
Kaynak: http://www.mimdap.org/
Kaynak: http://www.mimdap.org/
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 ŞUBAT. SAYI 1.
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
REKLAMLAR
16
SAYFA

Benzer belgeler