medya okuryazarlığı

Transkript

medya okuryazarlığı
MEDYA
OKURYAZARLIĞI
24 KASIM 2006 – ANKARA
1
Medya Okuryazarlığı
© Bu kitabın tüm telif hakları RTÜK’e aittir.
1. Baskı - ……….. 2007, Ankara
RTÜK Yayın No: …
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, Bilkent – Ankara
IBSN: ……………………
Web
: www.rtuk.org.tr
e-posta : [email protected]
Bu kitap, RTÜK Eğitim Dairesi Başkanlığı
tarafından yayıma hazırlanmıştır.
Türkçe Redaksiyon: Dr. Emir. M. Ulucak
Baskı
Tel
: …………………………..
: ………………………….
Bu kitapta yer alan görüşler ve yaklaşımlar, konuşmacılara aittir.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nu bağlamaz.
2
ĐÇĐNDEKĐLER
ÖNSÖZ
AÇILIŞ KONUŞMALARI
Dr. Zahid AKMAN
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Başkanı
D. Hanno HARTIG
Avrupa Konseyi Đnsan Hakları Genel Müdürlüğü Azınlıklar, Medya ve Eşitlik
Bölüm Başkanı
Dr. Vahap ÖZPOLAT
MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkan Vekili
I. BÖLÜM
Medya Okuryazarlığı – Temel Bir Aktör Olarak Medyanın Rolü
Oturum Başkanı
Prof. Dr. Bülent ÇAPLI
A.Ü. Đletişim Fakültesi Öğretim Üyesi
Panelistler
Doç. Dr. Bilal ARIK
Selçuk Üniversitesi Đletişim Fakültesi Öğretim Üyesi
Dr. Muhittin BĐLGE
Radyo Televizyon Üst Kurulu Uzmanı
Oğuz HAKSEVER
Ulusal Yayın Kuruluşu Temsilcisi, Editör
Robin BLAKE
Yönetici, Telekomünikasyon ve Yayıncılıktan Sorumlu Düzenleyici Otorite
(OFCOM), Đngiltere
Soru–Cevap Bölümü
3
II. BÖLÜM
Medya Okuryazarlığı – Nasıl Bir Eğitim?
Oturum Başkanı
Prof. Dr. Davut DURSUN
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Üyesi
Panelistler
Prof. Dr. Meral UYSAL
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Müdürü
Evelyne BEVORT
Müdür Yardımcısı, Milli Eğitim Bakanlığı Medya Okuryazarlığı Merkezi
(CLEMI), Fransa
Dr. Vahap ÖZPOLAT
Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu Başkan Yardımcısı
Mehmet Akif SÜTCÜ
Milli Eğitim Bakanlığı Öğretim ve Program Dairesi Başkanı
Fatih KÖLÜK
Milli Eğitim Bakanlığı Đlköğretim Medya Okuryazarlığı Dersi Program
Geliştirme Komisyonu Üyesi
Soru–Cevap Bölümü
4
ÖNSÖZ
Dr. A. Zahid Akman
Radyo ve Televizyon
Üst Kurulu Başkanı
5
AÇILIŞ KONUŞMALARI
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Başkanı Dr. Zahid AKMAN’ın Açılış
Konuşması
Sayın Konuklar,
Basınımızın Değerli Temsilcileri,
Medya Okuryazarlığı konulu Uluslararası Panelimize hoş geldiniz.
Panelimizi çok uzun bir yoldan gelerek onurlandıran Sayın Dr. Hanno Hartig’e,
Sayın Robin Blake’e ve Sayın Evelyne Bevort’a, değerli akademisyenlerimize
ve uzmanlarımıza, proje ortağımız olan Milli Eğitim Bakanlığının saygıdeğer
bürokratlarına katkılarından ötürü şimdiden teşekkür ediyorum.
Đlköğretim çağındaki çocuklarımızın sayısı 12 milyon civarında. Kitle
iletişim araçları sınır tanımıyor. Kitle iletişim araçları her türlü imkânı
kullanarak başta biz ebeveynler olmak üzere çocuklarımızın, tüm
vatandaşlarımızın, önemli bir vaktini işgal ediyor. Neredeyse iş ve dinlenme
dışında tüm sürelerin kitle iletişim araçları karşısında, ama özellikle TV
karşısında geçirildiği artık yatsınamaz bir gerçek.
Değerli konuklar, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu olarak hem
teknolojideki bu gelişmeler ve etkileşimi dikkate alıp hem de özgürlükleri
kısıtlamadan insanların doğru, sıhhatli, sağlıklı bilgiye ulaşma imkânı nasıl olur
sorusunun cevabı üzerine göreve geldikten sonra çok düşündük. Olumsuzluk
içeren yayınları engellemeye kalktığınızda, bunu tespit etme imkânının
güçlüğünü sizler de takdir edersiniz. Hangisi doğru? Hangisi yanlış? Neye göre
doğru? Neye göre yanlış? Kime göre doğru? Kime göre yanlış? Bu sorular ardı
ardına getirilebilir ve sıralanabilir. Eğer siz sürekli olarak yapılan yayınları ve
programları belli bir noktadan değerlendirir, sürekli yanlışlığını ortaya
koyarsanız, toplumu korumak adına, toplumun haber alma özgürlüğünü kısıtlar
bir konuma da gelebilirsiniz. Özgürlüklerin en fazla şekilde kullanılmasını
benimseyen bir anlayışla görev başında bulunan Üst Kurulumuzun, böyle bir
noktada; yapılan programları denetlerken, onları engellemekten çok hem yayın
faaliyetinin bir tarafı olan yayıncıların belli bir bilince ve yayınlarını
yönelttikleri vatandaşları tanımasına katkı sağlayacak birtakım çalışmalara
yönlendirilirken hem de TV programlarını izleyen vatandaşlarımızın TV
programlarını nasıl izlemeleri gerektiği ve bu programlara nasıl ulaşmaları
gerektiği, ulaştıkları bu programları nasıl analiz edip algılamaları gerektiği
konusunda da onları bilgilendirmek zorunluluğu vardır. Ülkemizde, biraz önce
konuşmamın başında da ifade ettiğim gibi çok genç bir nüfusa sahip
olduğumuzdan hareketle, böyle bir bilinçlendirme çalışmasının ilk önce
6
çocuklarımızdan başlatılması zorunluluğu var. En son yapmış olduğumuz
araştırmada çocuklarımızın günde yaklaşık 3 saatini ekran başında
geçirdiklerini gördük. Ve tabi daha da önemli olan tarafı; bu üç saatlik süre
içerisinde, ekrandaki mesajlara ve programlara karşı çocukları yönlendiren,
çocukları programların içeriği hakkında bilgilendiren, onun da ötesinde
seyrettiklerinin doğru ya da yanlış olduğu noktasında onları bilgilendiren
herhangi bir rehberin bulunmadığı gerçeğidir. Bu son derece önemli. Zaten her
türlü bilgiye aç, gelişmekte olan evlatlarımızın 3 saat ekran başında vakit
geçiriyor olmaları başlı başına bir sıkıntı kaynağı iken, bir de bu geçirdikleri
süre içerisinde herhangi bir rehber olmadan, her türlü doğru ya da yanlış mesaja
açık konumda onları bırakıyor olmak, kamu görevi yapmakta olan bizlerin ve
ebeveynlerin büyük ihmalidir. Bu manada biz görev geldikten sonra, özellikle
izleyicilerimizin bilinçlendirilmesi ve bilgilendirilmesi noktasında bazı
çalışmalar yaptık. Bunlardan sizler de haberdarsınız. Đşte bir tanesi akıllı
işaretler koruyucu sembol sistemi. Onun ardından son günlerde yine
çocuklarımızın bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi amacıyla sırf
çocuklarımıza yönelik bir internet sayfası hayata geçirdik. Çocuklarımızın,
ekrandaki şiddete karşı bilincinin artırılması için tüm ilköğretim okullarımız
arasında komposizyon yarışması düzenledik. Özellikle evlatlarımızın ve
ebeveynlerin program içerikleriyle ilgili görüşlerini daha doğru, sıhhatli ve hızlı
bir şekilde bize ulaştırmalarını sağlayacak çağrı merkezini oluşturduk.
Tamamen interaktif bir şekilde ekranın beklentileri karşılar bir noktaya
getirilmesi için, yayıncıları da kapsayacak bilgi akışının sıhhatli olmasını
sağlamak amacıyla birtakım faaliyetler başlattık. Tabi bu faaliyetlerimiz içinde
en önemsediğimiz ve önemli gördüğümüz de tüm örgün eğitim kurumlarımızda,
ilköğretim okullarında Milli Eğitim Bakanlığı ile müşterek olarak başlattığımız
Medya Okuryazarlığı projesi. Biraz önceki konuğumuzun da ifade ettiği gibi
Medya Okuryazarlığı projemizin içinde “Bilinçli bir televizyon izleyici nasıl
olunur?” sorusunun cevaplarıyla birlikte, özellikle internet kullanımı ve
internette karşılaşılacak doğru ve yanlış konularla ilgili evlatlarımız
bilgilendirilecek. Günlük hayatımızın önemli bir kısmı, söylemiş olduğum gibi
televizyon karşısında geçiyor. Bugünün teknolojisi bunu zorunlu kılıyor. Ama
önümüzdeki yıllarda tahmin ediyorum ki birçok gelişmiş batı ülkesinde olduğu
gibi insanlar artık önemli vakitlerini homeoffice olarak kullandıkları evlerinde
değerlendirecekler. Đletişim teknolojisinin verdiği ikmânlarla bilgisayarlar
hayata geçirildi. Her türlü iş artık ofis kullanılmadan bilgisayarın sağladığı
ikmânlarla evlerden yönetilebiliyor, kontrol edilebiliyor. Kısaca söylemek
gerekirse önümüzdeki on yılın içerisinde, tüm kitle iletişim araçları, bilgisayar
ve internet teknolojisi, hayatımızın her safhasını etkileyecek, yönlendirecek bir
güce kavuşmuş olacak. Böyle bir gerçeklik söz konusuyken, böyle bir
gerçeklikle yüz yüze geleceğimiz şu anda çok net ortadayken, buna karşı tedbir
almamak olmazdı. Kamu görevi olan bizlerin böyle bir çalışmayı başlatıyor
olması elbette çok önemli. Çok önemsiyoruz. Bunun en güzel şekliyle
7
gerçekleşmesi ve çocuklarımıza en faydalı hâle getirilmesi konusunda özellikle
Milli Eğitim Bakanlığımızın çok ciddi katkıları var ve beş pilot ilimizde
uygulama devam ediyor. Çeşitli kamuoyu araştırmalarıyla da bu dersler
sonrasında çocuklarımızın gelmiş olduğu seviye ölçülerek bu pilotlama
uygulaması sonrasında, 2007-2008 öğretim yılında, güzel ülkemizin her
tarafında bu dersin başlaması için çalışma yürütülüyor. Ama bu çalışmanın
başarılı olması için Milli Eğitim Bakanlığının bunun müfredatını hazırlayıp
okullara ders olarak koyması yetmiyor. Çocuklarımızın dersleri alması da
yetmiyor. Ebeveynlerin de aslında bizlerin de bu derse ihtiyacı var. Bizler bir
eğitim kurumuna gidemiyoruz, bunu öğrenemiyoruz her zaman. Kitaplardan,
yayınlardan bir medya mesajı nasıl algılanmalı, nasıl değerlendirilmeli ve
hayatta nasıl kullanılması sorusunun cevabını, karşılığını almak
zorunluluğumuz
var.
Çocuklarımızı
bu
noktada
bilinçlendirmek
zorunluluğumuz var. Sık sık gündemimize gelen ekranda şiddet, ekranda
erotizm, cinsellik, cinsel istismar gibi konuların önemli bir kısmının çıkış
noktası, hepinizin bildiği gibi kitle iletişim araçları ve internet. Bu noktada, bu
sorunların aşılması için bireysel olarak da tabiki hepimizin belli bir bilince
ulaşması, kavuşması gerekir. Bu konunun daha başarılı olması, daha etkin bir
şekilde kamuoyunun içerisinde kabullendirilmesinin sağlanması, bir ortak bilinç
oluşması noktasında, medya okuryazarlığı ile ilgili bu tip çalışmalarımız devam
edecek. Yurt dışından çok değerli konuklarımız var. Kendilerinin yaşamış
oldukları ülkelerde ve yapmış oldukları iş nedeniyle diğer bir çok batılı ülkede
bu konuyla ilgili uygulamalar ve edindikleri tecrübeler bugün toplantılarda
tartışılacak, konuşulacak.
Ben bu toplantının herkese hayırlar ve güzellikler getirmesini diliyorum.
Ayrıca bugün 24 Kasım Öğretmenler Günü. Bizi yetiştiren, hepimizin bir
noktaya gelmesinde en büyük katkıya, emeğe sahip olan öğretmenlerimizin de
Öğretmenler Günü’nü kutluyorum. Onlar iyi ki varlar. Hepsinin önünde
saygıyla eğiliyorum. Hepinize hayırlı günler diliyorum efendim.
Avrupa Konsey, Đnsan Hakları Genel Müdürlüğü, Azınlıklar, Medya
ve Eşitlik Bölümü Başkanı Dr. Hanno Hartig’in Açılış Konuşması
Sayın Bakan, Bayanlar ve Baylar
Avrupa Konseyi adına, bugün burada sizlerle birlikte olmanın büyük bir
onur ve mutluluk olduğunu söylemeliyim. Türkiye Radyo ve Televizyon Üst
Kuruluna bu toplantıyı düzenlediği ve Avrupa Konseyinin medya ve bilgi
toplumu alanındaki çalışmalarında son derece faal olduğu için özelikle teşekkür
etmek istiyorum.
Medya okuryazarlığının Avrupa Konseyi açısından siyasi önemi fazladır.
Mayıs 2005’de Varşova’da düzenlenen Avrupa Konseyi Üçüncü Zirvesinde,
aralarında Türkiye Başbakanı Sayın Recep Tayip Erdoğan’ın da bulunduğu 46
8
üye devletin Devlet ve Hükümet Başkanları, Avrupa Konseyinin gelecek
yıllardaki başlıca görevlerinden bir tanesinin “(…) bilgi toplumundaki çocuklar
üzerindeki çalışmalar, özellikle onların medya okuryazarlığı becerilerinin
geliştirilmesi ve zararlı içeriğe karşı korunmalarının sağlanması” 1 olduğunu
vurgulamışlardır.
Medya okuryazarlığı Avrupa Konseyi için neden bu kadar önemli hale
geldi? Bunun çeşitli sebepleri vardır:
* Çocuk ve gençler, bilgilenmek, öğrenmek ve yaratıcı yeni oluşumlara
katılmak amacıyla Đnternet ile diğer iletişim hizmetleri ve teknolojilerine
giderek daha fazla bağlı hale gelmektedir;
* Çocuklara, Đnternet üzerinde insan hakları ve temel özgürlüklerin
gelişmesine yardımcı olacak (örneğin birbirlerinin haklarına ve özgürlüklerini
nasıl etkileyecekleri ve saygı duyacakları hakkında hiçbir bilgi yoktur) sorumlu
bilgisayarı veya cep telefonunu kullanımı düzenli bir şekilde öğretilmemekte
veya bu konuda bilgilendirilmemekteler;
* Đnternetin uzun dönemde sürdürülebilir olması için saygı, hoşgörü ve onur
kültürünün gelişmesine ihtiyaç bulunmaktadır.
Bu temelde, Türkiye’de Đnternet ile ilgili medya okuryazarlığının iyi yolda
olduğunu öğrenmek beni çok mutlu etti ve
* Bugün burada Türk toplumunun iki önemli ayağının – bir başka deyişle
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu tarafından temsil edilen medya ayağı ve Milli
Eğitim Bakanlığı tarafından temsil edilen eğitim ayağının- Đnternet’i anlamak ve
kullanmak hususunda çocuklar ve gençler arasında farkındalık yaratmak, onları
bilgilendirmek ve bu becerileri kazandırmak amacıyla güçlerini
birleştirdiklerini;
* Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan, Đnternet akımlarını ve
terminolojisini 2 açıklamaya yardımcı Đnternet Okuryazarlığı El Kitabının
Türkçeye tercüme edilmiş ve basılmış olduğunu ve;
1
Avrupa Konseyi Üçüncü Zirvesi Eylem Planı 5. Konu 3. Paragraf
Đnternet Okur Yazarlığı El Kitabı, tüm Avrupa’daki ebeveynler, öğretmenler ve gençleri ve çocukları hedef
kitle kabul eden karmaşık bilgi ve iletişim ağlarının kullanımında bir rehberdir. El kitabı, her biri Đnternet
kullanımında belirli başlıkları kapsayan 21 kılavuz metninden oluşmaktadır. Bu başlıklar arasında arama
yapmak, blog oluşturmak, e-alışveriş, ve e-vatandaşlık gibi konular yer almaktadır. Bu kılavuz metinler
öğretmenler ve ebeveynlere, çocukların ve gençlerin iletişim teknolojilerindeki yolculuklarında deneyimlerini
paylaşmaları için yeterli teknik bilgi ve altyapı sağlayacaktır. Kılavuz metinler, etik ve güvenlik konularını ön
plana çıkarmakta, eğitime bir katma değer sağlama konusunda fikir vermekte, evde veya sınıfta yürütülecek
temel eylemler için görüş oluşturmakta, Đnternet kullanımında örnek uygulamaları paylaşmakta ve uygulama
örnekleri ile derinlemesine bilgi sunan zengin site ve bağlantılar ve tanımlar sağlamaktadır.
2
9
* Türk öğretmenlerinin özel hazırlık kursları almış olduklarını ve Avrupa
Konseyi Đnternet Okuryazarlığı El Kitabından esinlenerek medya ve Đnternet
eğitimi öğretiminin başlamış olduğunu öğrenmekten memnuniyet duydum.
Çocuklarımızın Đnternet ve bunun getirdiği sosyal sonuçların da dahil
olduğu yaşamları ve mutlulukları hakkındaki bazı çok önemli sorunlarla ilgili
tartışmanın Türkiye’de çoktan başlamış olduğunu görebiliyorum. Örneğin;
* Çocuk ve gençlerimiz yaşamak ve iletişim kurmak için giderek daha fazla
mı teknoloji bağımlısı oldular, özellikle cep telefonu sahipliği ve cep telefonu
zil sesleri indirmek vb eğilimleri dikkate aldığımızda. Gerçekten çocuklukta
teknolojiye ne kadar ihtiyaç vardır?
* Bir çocuk/genç diğer arkadaşları gibi cep telefonu veya Đnterneti olmazsa
kendini sosyal olarak dışlanmış hisseder mi?
* Đnternet ve yeni teknolojilerle bağlantılı tehlikeler hakkında yazılan
yazılardaki tehlikelere ilişkin yeni hikâyeler haddinden fazla mı tehlikeli?
(örneğin pedofili faaliyetleri, zararlı içerik, güvenli erişim ihtiyacı ve diğer
kullanıcılara kişisel bilgilerinizi vermemek, tanımadığınız kişilerle
fotoğraflarınızı paylaşmamak, Đnternet üzerinde yapılan sohbetler sonrasında
yabancılarla tanışmamak gibi bazı şeyleri yapmamak tavsiyesini önemsemek
ihtiyacı, vb).
Bu
soruların
cevapları
beklemektedir;
en
azından
kısmen
cevaplandırılmamıştır. Çocukları ve gençleri yönlendirmek, beceri kazandırmak
hususundaki çalışmalarınız aşağıdaki hususlar dikkate alındığında oldukça
önemli ve gereklidir:
* Yaşadığımız dünyanın sürekli değişmesi, bir başka deyişle demografik
eğilimler, değişen aile yapıları ve esnek çalışma koşulları çocukları eğitme
yöntemimizi zorlamaktadır;
* Çocukların çeşitli ekranlar önünde harcadıkları saatlerin artması ve dahası
öğretmenlerinin ve hatta ebeveynlerinin önünde harcadıkları zamandan daha
fazla olması!
* Çocuklarımızın davranış ve kültürleri Đnternet ve diğer yeni iletişim
hizmetleri ve teknolojilerinden oldukça fazla etkilenmekte, onların kendilerini
bilgilendirme ve ifade etmede her zamankinden daha fazla yaratıcı olmalarına
yardımcı olmaktadır.
Bu alandaki gayretleriniz, Avrupa Konseyinin 27 Eylül 2006 tarihinde
Bakanlar Komitesi tarafından kabul edilen çocukların yeni bilgi ve iletişim
ortamında yetkinleştirilmesi hakkındaki yeni Tavsiye Kararının uygulanmasına
10
ilişkin erken ve oldukça olumlu bir başlangıcı göstermektedir. Bu Tavsiye
Kararı aşağıdaki hususların altını çizmektedir.
* Medya okuryazarlığı ve eğitimi, çocuk ve gençlerin Bilgi Toplumuna tam
olarak ve sorumlu bir şekilde katılımı için zaruridir.
* Đnternet teknolojileri ve hizmetleri korkulmaması (özellikle öğretmenler
ve ebeveynler gibi eğitimciler tarafından) daha ziyade çocukların yaşamlarında
erken aşamalarda yararlanılması gereken olumlu araçlardır.
* Öğrenme süreci ve çocukların bu teknoloji ve hizmetleri kullanımlarında
aktif, eleştirel ve seçici olmaya teşvik etmek, Đnternet’te kendi hak ve
özgürlüklerini başkalarına karşı sorumlu ve saygılı bir şekilde nasıl
kullanacaklarına ilişkin eğitimle birlikte yapılmalıdır.
* Daha fazla anlayış ve beceri, çocukların zarar riski içeren içerik (örneğin
şiddet ve kendine zarar verme, pornografi, ayrımcılık ve ırkçılık) ve davranışları
(örneğin kabadayılık, taciz veya ..) daha iyi anlamalarını ve başa çıkabilmelerini
sağlar ve böylece çocuklarımızın Đnternet ile ilgili güven ve memnuniyet
duygularını geliştirir.
Bu bağlamda ve bu seminer kapsamında Avrupa Konseyinin çocuk ve
gençlerin pan-Avrupa düzeyinde yetkinleştirilmesi (Erivan, 5-6 Ekim 2006)
kararını takiben,
* Çocuk ve gençlerin yeni bilgi ve iletişim ortamında yetkinleştirilmesi
hakkında Tavsiye Kararını (2006) tercüme etmenizi, ulusal, bölgesel ve yerel
düzeyde dağıtmanızı ve tartışmanızı,
* Çocuk ve gençlerin Đnternet ve cep telefonu hizmet ve teknolojilerini
kullanmaları hususunda etkileri olacak devlet veya sivil aktörlerin
sorumlulukları ve insan hakları görevleri hakkındaki tartışmaları hızlandırmak,
farkındalık ve hassasiyet yaratılmasına devam etmenizi destekliyorum.
Sayın Bakan, bayanlar ve baylar, bir kere daha burada bulunmaktan ve
sadece çocuklar ve gençlerin değil aynı zamanda onların yaşamlarındaki
yetişkinlerin, özelikle öğretmen ve ebeveynlerin okuryazarlığını ve becerilerini
artırmak üzere son derece faal olduğunuzdan dolayı teşekkür ederim.
Avrupa Konseyi Genel Sekreter Yardımcısı Maud de Boer-Bucquicchio,
birkaç hafta önce Strasbourg’da çocuk ve gençleri yetkinleştirilmesi hakkında
düzenlenen Pan-Avrupa Forumunda “çocukların Đnterneti kullanmalarında
onları yetkin hale getirmek en iyi filtredir” diye ifade etmiştir.
“Đnterneti filtrelemek ve sınıflandırmak çocuk ve gençlerin web üzerinde
güvenle dolaşmalarını sağlamak için yeterli değildir” diye ilave etmiştir. Bugün
günümüzde Genel Sekreter Yardımcısının sözlerinin anlaşılmış olduğu ve buna
11
göre hareket edildiği görülmekte ve ben sizleri bu mükemmel başlangıç için
tebrik ederim.
Bu öğleden sonra verimli ve yapıcı tartışmalar yapılmasını dilerim.
MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkan Vekili Dr. Vahap Özpolat’ın
Açılış Konuşması
12
I. BÖLÜM
Medya Okuryazarlığı – Temel Bir Aktör Olarak Medyanın Rolü
Oturum Başkanı : Prof. Dr. Bülent Çaplı
Panelistler
: Robin Blake, Dr. Muhittin Bilge, Oğuz Haksever,
Doç. Dr. Bilal Arık,
Prof. Dr. Bülent Çaplı:
Efendim hoş geldiniz. Önce 24 Kasım Öğretmenler Günü’nün kutlu
olmasını diliyorum. Bu vesileyle medya okuryazarlığının panelinin bugüne
denk gelmesi çok anlamlı. Öğretmenlerimize her zaman olduğundan daha fazla
ihtiyaç olacak. Özellikle medyayla ilişkilerimiz anlamında.
Önce Doç. Dr. Bilal Arık’la başlayacağız. Ardından Dr. Muhittin Bilge’yle
devam edeceğiz. Üçüncü konuşmacımız Sayın Oğuz Haksever olacak ve
ardından sayın Robin BLAKE’e söz vereceğim. Ondan önce isterseniz çok hızlı
bir şekilde medya birey ilişkisine ilişkin birkaç şey söylemek istiyorum. Dikkat
ederseniz medyayla birey ilişkisi o kadar problematik bir hâle geldi ki; medya
okuryazarlığı diye bir kavramı ortaya çıkartmak zorunda kaldık. Sadece biz
değil, bütün dünyada, özellikle batılı toplumlarda böyle bir kavram ortaya
çıkma gerekliliği gündeme geldi. Neden? Aslında medyanın var oluş nedenine
baktığınız zaman, medyanın toplumsal olarak konumuna baktığınız zaman,
medyanın insanlık yararına, insanlık için olduğunu görüyorsunuz. Ama demek
ki zaman içerisinde bazı işlevlerde, bazı içeriklerde problemler çıkmış.
Geldiğimiz nokta itibariyle böyle bir tablo var. Bu çok üzücü, düşündürücü.
Yani medyaya baktığımız zaman korunması gereken bir şey gibi tanımlıyoruz.
Medyanın karşısındaki bireyi de tanımlarken; korunması, medyadan korunması
gereken bir varlık gibi tanımlıyoruz. Şimdi bu noktada bir hesaplaşma
yapmamız lazım, ortaya bir bilanço çıkartmamız lazım. Bu, önce medyaya
düşüyor. Medya, kendi içinde bulunduğu bu durumu ciddi olarak gözden
geçirmesi gerekiyor. Neden böylesine bir konumda? Đçerikleri itibariyle,
mülkiyet yapıları itibariyle, büyüklüğü ve tekelleşmesi itibariyle, toplumsal ve
siyasal konumu itibariyle bir problem var. Bu probleme, ciddi olarak önce
medyanın kendi içinde, dışarıdan düzenlemeler olmaksızın kendi içinde bir
sorgulaması, eleştirmesi, bu konuda bir şeyler yapması gerekiyor. Daha sonra
da medyanın karşısındaki bireyi, Sayın Başkanın da çok güzel söylediği gibi
bilinçlendirmek gerekiyor. Farkındalığı bireye göstermek gerekiyor. Şimdi bu
noktada, eğer bu noktadan başlarsak, yola çıkarsak, yani medyanın karşısındaki
bireyin korunması gerekiyor diye başlarsak, yanlış bir yola çıkıyoruz demektir.
Çünkü çıkış noktamız bu olmamalı. Nedenine gelince, medyanın karşısındaki
bireyle ilişkisine baktığınız zaman, aslında birbirini etkileyen ve birbirine bu
13
etkileşim içerisinde bir noktalara getiren bir ilişki. Yani birey medyadan, medya
bireyden etkileniyor. Ve bu etkileşimin olması da son derece doğal. Bugün için
baktığımızda, bu ilişkinin, bu etkileşim ilişkisinin çok sağlıklı olmadığını
görüyoruz. Đşte bu noktada medyanın karşısındaki en küçük bireye, yani çocuğa
yönelmemiz gerekiyor. Bu aşamada medya okuryazarlığı da çok önemli. Bir;
medyayı nasıl kullanması gerektiğini öğretmemiz gerekiyor bireye. Medyanın
nasıl olması gerektiğini de öğretmemiz gerekiyor o bireye. Sadece medya
içeriklerini nasıl tüketeceği, nasıl okuyacağının yanı sıra, nasıl bir medya
olmalıyı da mutlaka o küçük bireyler görmeli ve algılamalı. Onun için sadece
olumsuz örnekler değil, olumlu örnekler üzerinden de giderek, ileride medyanın
çalışanı olacak genç bireylere de, öyle potansiyeli olan ya da böylesi bir olasılık
durumunda o bireylere de, yeri geldiğinde medyada görev aldıklarında, neler
yapmaları gerektiğini de aslında göstermek gerekiyor. Çünkü bu problematik
ilişkiyi, böylesine bir kısır döngü içerisinde devam ettirmeye çalışırsak,
sağlıksız bir yapı ortaya çıkacak. Bu sağlıksız yapının da önce medyaya sonra
bize hiçbir yararı yok. Bilakis zararı var. Bindiğimiz dalı kesiyoruz. Medyanın
konumu öylesine önemli ki; medya diye çok geniş bir çerçevede, parantez
içinde değerlendirdiğimiz yapının içinde televizyondan internete kadar, yazılı
basından hani alt başlıklarını tek tek sıraladığımız zaman çok geniş yelpaze
içerisinde iletişim araçları duruyor karşımızda. Medyanın olmadığı bir toplumu
düşünmemiz olanaksız. Đfade ve iletişim özgürlüğünün olmadığı medyayı da
düşünmek olanaksız. O zaman gelin böylesine iyi girişimlerle, bunu hep birlikte
bir yere doğru taşımaya çalışalım. Ama bence hani sayın Akman’ın söylediği
çok önemli, keşke şu medya okuryazarlığı dersini önce ebeveynlere sonra
medyaya da bir versek. Galiba üç tarafı da, hani en baştan eğitmek anlamında
değil ama en azından birtakım şeyleri birlikte hatırlamak anlamında
bilgilendirsek, gerçekten çok daha iyi olacak, ama bu tabi mümkün değil.
Herkesin iyi niyeti olduğuna inanıyorum ben. Özellikle medya ve ebeveynlerin.
Ama bu noktada en zayıf halka olan çocukların da gündeme getirilmesinde,
önemsenmesinde son derece büyük yararlar var. Bu benim sunuşum, korsan
tebliğ değildi. Bana süre ayırmışlardı. On dakikaydı. Her oturum başkanının
korsan tebliğ sunma eğilimi vardır. Bu bana özel bir muamele olmadığını
sanıyorum. Hazır korsan tebliğ sunuyorlar bari süre verelim dediler herhâlde.
Neyse, ben bu süreyi çok uzatmadan kısa kesmek istiyorum. Salon dolu.
Mutlaka panelistlere sorular yönelteceksiniz. Onun için zamanı doğru
kullanalım, daha doğrusu yerinde kullanalım.. Hemen sözü Doç. Dr. Bilal
ARIK’a veriyorum. Selçuk Üniversitesi Đletişim Fakültesi Öğretim Üyesi. Sayın
Arık söz sizde.
Doç. Dr. Bilal Arık:
Öncelikle hepinize merhaba. Bu toplantıda bulunan herkesi ben de saygıyla,
sevgiyle selamlıyorum ve ben de Sayın Başkan gibi Öğretmenler Günü’nün
hepimiz için hayırlı olmasını temenni ediyorum. “Medya Okuryazarlığında
14
Temel Aktör Medya” konulu bu oturumda öncelikle ben, medya
okuryazarlığıyla ilgili olarak bilgi vermek istiyorum. Medya okuryazarlığı yazılı
ve yazılı olmayan, büyük çeşitlilik gösteren formatlardaki medya mesajlarına
ulaşma bunları çözümleme, değerlendirme ve iletme yeteneği olarak
tanımlanabilir. Bu bağlamda medya okuryazarlığı sadece izleyicinin medyayı
bilinçli okumasına katkı yapmakla kalmamakta, etki alanını, insanın özgürce
kendini ifade etmesi, toplumsal hayata daha aktif ve yapıcı katılım, yerel, ulusal
ve kamusal medyanın iyileştirilmesiyle ilgili hareketleri desteklemek için bilinç
oluşturma gibi çeşitli konulara kadar genişletilebilir. Çeşitli bağlamlarda ve
çeşitli biçimlerdeki medya iletilerine erişebilme, bu iletileri doğru adımlayıp
algılayabilecek donanıma sahip olma ve en sonunda bizzat iletiler üretebilme
yeteneğini içeren medya okuryazarlığı, kitlelere kontrol gücü veren gerçek
dünya ve medya tarafından oluşturulan dünya arasındaki sınırın fark
edilebilmesini ve medyanın zararlı etkilerinden korunulabilmesini sağlayan bir
kavramdır. Medya okuryazarlığının demokratik toplumlardaki önemli bir işlevi
de katılımın sağlanması, sosyal adaletin ve eleştirel vatandaş olmanın
gereklerinden birini oluşturmasıdır. Bazı eleştirmenler medya okuryazarlığını
bir felsefe ve eleştirel bir düşünce biçimi olarak algılamak gerektiğini
söylemektedirler. Bu düşünce biçimini şu maddelerle özetlemek mümkün.
Kurguyu gerçekten ayırabilme yeteneği, medya mesajlarının belli sonları olan
yapılar olduğunu anlama. Medyanın bölgesel, küresel topluluklardaki
ekonomik, politik, sosyal ve kültürel rolünü anlama. Đnsanın kendisinin ve
diğerlerinin demokratik haklarını anlaması, uzlaşma ve kimlik oluşturma.
Doksanlı yıllardan itibaren medya okuryazarlığı konusu birçok iletişim
bilimci tarafından tartışılmış ve bu konuda çeşitli görüşler ileri sürülmüştür.
Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde gerçekleştirilen çeşitli toplantılarda
birçok iletişim bilimci, eleştirmen, halk sağlığı uzmanı ve akademisyen,
medyaya maruz kalmayı bir risk faktörü olarak belirlemişler ve medya
okuryazarlığını da koruyucu bir faktör olarak önemsemişlerdir. Medya
okuryazarlığının çocukları ve gençleri medyanın olumsuz etkilerinden
koruyabileceğine yönelik özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde yürütülen
tartışmalar, ülkemizde de yankı bulmuş ve akademik düzeyde gerekli çalışmalar
başlatılmıştır. Çocukların ve yetişkinlerin giderek tüm yaşamlarını kuşatan
medya mesajlarına karşı korunması önlemlerinin başında gelen medya
okuryazarlığı üzerinde önemle durulması gereken, son derece yaşamsal bir
kavramdır. Medya okuryazarlığının önemi şüphesiz ki bireye daha fazla kontrol
olanağı sağlamasından kaynaklanmaktadır. Çocuklar başta olmak üzere
toplumun diğer kesimleri medya okuryazarlığı konusunda ne kadar çok bilgiye
sahip olurlarsa, gerçek dünyayla medya tarafından yaratılan dünya arasındaki
sınırı o denli kolay fark edebilir ve medyadan bilgi alırken aynı zamanda onun
zararlı etkilerinden korunmuş olurlar.
15
Konuşmamın bu kısmında medyanın özellikle de televizyonun toplumsal
yaşamdaki etkin rolünü ve bir şekilde medyanın doğru okunabilmesi için neleri
göz önünde bulundurmamız gerektiğinden bahsetmek istiyorum. Medya
günümüzde toplumsal yaşamı belirleyen en önemli merkezlerden biridir.
Kaçıncı güç olduğu çeşitli tartışmalara konu olsa da sosyal yaşamın en önemli
aktörlerinden biri olduğu ve modern dünyada pek çok insanın yaşamı medya
aracılığıyla deneyimlediği bilinir. Medya dendiği zaman akla ilk gelen kitle
iletişim aracı şüphesiz ki televizyon olmaktadır. Televizyonun yanı sıra, radyo,
gazete, dergi, internet dediğimiz diğer kitle iletişim araçları da, medya
dediğimiz bu büyülü fenomenin bileşenlerini oluşturur. Fakat tüm bu araçlar
içerisinde medya okuryazarlığı kapsamında internetin yaygınlığını da göz
önünde bulundurarak televizyon denen bu büyülü alete odaklanmamız
kaçınılmazdır. Henüz seksen yıllık bile tarihi olmayan bu büyülü alet, çok kısa
bir süre içinde insanlara bilgi ve eğlence veren bir midyum yani araç olma
özelliğinin çok ötesinde toplumsal yaşamı biçimlendiren ve dönüştüren
niteliğiyle yirminci yüzyılın en önemli araçlarından biri hâline gelmiştir.
Televizyon kitle iletişim araçlarının en yaygını ve en etkilisidir. Çünkü
televizyon sadece Türkiye’de değil dünyada da en yaygın kullanılan iletişim
aracı olmasının yanı sıra aynı zamanda özellikle serbest zamanlarında bireyleri
kendine bağımlı kılan bir merkez görevi yüklenmektedir. Yapılan çeşitli
araştırmalarda Sayın Başkanımız da belirtti, günde ortalama dört beş saatimiz
televizyon karşısında geçmektedir. Bu rakam çocuklarda üç dört saat
civarındadır ve belki de daha da önemlisi ve medya okuryazarlığında gerekli
kılan bir şart; bu çocuk veya gençlerin % 82 ‘sinin televizyonla doğrudan
iletişime geçmesi ve bu süre zarfında korunmaması ya da
bilgilendirilmemesidir. Televizyon seyretmek basit bir iletişim etkinliği
değildir. Aynı zamanda burada tek taraflı bir değer aktarımı söz konusudur.
Stuarton’un fevkalade tespitiyle medyanın en önemli özelliği durumu
tanımlamasıdır ve bu niteliği onu modern toplumlarda ideolojik olarak rakipsiz
kılmaktır. Popüler kültürün merkezinde yer alan televizyon, temsil sürecinde ele
aldığı tüm olguları seleksiyon sürecine tabi tutarak yayınlanmaya uygun hâle
getirir ve tanımlar. Gerçeği değil kendi karakteristik yapısı doğrultusunda
yeniden ürettiği gerçekliğin aktarımını sağlayan televizyon, bu biçimlendirme
ve dolayımlama sürecini, doğası gereği izleyicilerden saklamakta, böylelikle
oluşturulan bu yapay dünya tamamen doğalmış gibi sunularak gerçek ile
televizyon gerçekliği arasındaki mesafe izleyicilerden gizlenmektedir. Tam da
bu noktada televizyonun karakteristik yapısını ana çizgileriyle hatırlamak,
konunun teorik temellerini sağlamlaştırma adına faydalı olacaktır. Gerçeğin
yeniden öğretilmesinde ve televizyon gerçekliğinin tasarlanmasında aracın
ekonomi politiği ve karakteristik yapısı temel belirleyici olmaktadır.
Televizyonun karakteristik yapısının temel bileşenleri ana hatlarıyla şöyle
sıralanabilir:
16
1. Televizyon ticaridir: Televizyonculuk özünde ticari bir iştir ve pazar
mantığının kurallarına tabidir.
2. Gerçeği yeniden üretir: Televizyon gerçeği değil imal ettiği gerçeği
seyirciye iletir.
3. Kurgusaldır: Televizyonda yer alan her görüntü ancak bir kurgulanma
sürecinin ardından ekrana gelebilmektedir. Fakat televizyon aynı zamanda bu
kurgulama sürecini ekran karşısındaki izleyiciden gizleyerek durumu
doğallaştırmanın peşindedir.
4. Đzlenme oranı mantığına sahiptir: Televizyon kuruluşları
seyredilmenin ve bu gücün getireceği ticarî başarının peşindedir.
çok
5. Eğlencelidir: Neil Posman’ın sözleriyle eğlence, televizyondaki her türlü
söylemin üst ideolojisidir. Bu bağlamda seyirciyi eğlendirerek elde tutmak
televizyoncuların öncelikli hedefleridir.
6. Dramatiktir: Televizyon, seyirciyi elde tutma adına bütün programlarında
dramatik bir anlatımı ve olayları hikayeleştirmeyi tercih eder.
7. Mit üretir: Televizyon en etkili mit üretim merkezidir. Özellikle star
sistemi yoluyla sürekli olarak sıradan insanlardan kahramanlar üretilir.
8. Magazin söylemini belirler: Televizyon olayların ve olguların
aktarımında neden sonuç ilişkisi kurmak yerine, olayları bağlamından koparan
ve içeriği hafifleştiren magazin söylemini tercih eder.
9. Aksiyondan hoşlanır: Ekran karşısındaki seyircinin dikkatini kaçırmama
ve heyecanını üst düzeyde tutma adına aksiyondan vazgeçmez.
10. Vasat beğeni hedeflenir: Televizyon hedef kitle olarak vasat beğeni
düzeyini temel alır.
O zaman medya okuryazarlığının hedefi de başta televizyon olmak üzere,
ama yaygınlığı günden güne artan interneti, radyoyu, yazılı basını da ihmal
etmeden bu araçların rasyonalitelerini ve işleyiş koşullarını göz önünde
bulundurarak toplumu bilinçlendirmek olmalıdır. Bu bilinçlendirme süreci
medya metinlerinin tamamını yine Stuarton’un ifadeleriyle karşıt okumak değil,
bu iletilerin niçin böyle tasarlandıklarının farkında olmalarını sağlayarak
bireyleri gönderilen iletiler karşısında hem daha bilgili, hem daha dirençli
kılmak olmalıdır. Medyanın siyasi ya da tecimsel metinlerine karşı direnç
oluşturabilmek için bu kurumların bürokratik işleyiş mantığı konusunda,
şüphesiz ki kitlenin bilgi sahibi olması gerekir. Bu bilgi sahibi olma, gelen
metinlerin açımlanması sürecinde izleyiciye büyük bir avantaj sağlar. Đzleyici;
neyin, niçin o biçimde gösterildiğinin ya da neyin, niçin o formatta
sunulduğunun en azından farkında olursa, medya ile arasına eleştirel bir mesafe
koyabilir. Şüphesiz ki yayıncılıkta sosyal sorumluluğun da unutulmaması, göz
17
ardı edilmemesi gerekir. Herhangi bir medya metninin daha çok satılması ya da
işin rasyonalitesi, doğası gibi kavramlar, yayıncılık gibi son derece yaşamsal bir
sektörde yapılan olumsuz eylemleri meşrulaştırmamalıdır. Reyting, ulaşılması
gereken esas hedef olursa, o zaman kitle iletişim süreci derin bir yara alır. Đşin
doğasının getirdiği bazı zorunluluklar vardır şüphesiz. Bunlarda bir noktaya
kadar kabul edilebilir. Ama bir noktaya kadar da kabul edilemez. Đdeal olan
medyanın kendi öz denetim olanaklarını geliştirmesi ve sosyal sorumluluğunu
özellikle de gençlere ve çocuklara yönelik sorumluluğunu sıklıkla
hatırlamasıdır. Sorun; iletişim teknolojisinin hızla gelişmesi ve medyanın erişim
alanlarının genişlemesine koşut olarak medyanın etkisinin artması, çocukların,
gençlerin ve toplumun geniş kesimlerinin medyanın amaçları, yapısı, üretim ve
çalışma esasları konusunda yeterince bilgili ve bilinçli olmamalarıdır. Medya
insanların yaşantı ve deneyim çerçevesini genişletmekte, ancak aynı zamanda
onların birincil deneyimlerini sınırlandırmakta ve kendisine olan
bağımlılıklarını artırmaktadır. Bu nedenle bireylere medya okuryazarlığı
yetisinin kazandırılması gerekmektedir. Sembolik görselliğin giderek egemen
olmaya başladığı çağımızda bireylerin özellikle de çocukların ve gençlerin
medyayı ve üretimlerini anlayabilmeleri için sembolleri ve kodları deşifre
edebilme yeteneklerinin geliştirilmesi gerekir. Medya okuryazarlığının amacı
yalnızca medyanın olumsuz etkilerinin bilişsel olarak giderilmesi için beceri ve
yeteneklerin kazandırılması değildir. Amaç, giderek daha güçlü bir şekilde
medya tarafından belirlenen yaşam alanının korunmasıdır. Bu noktada
toplumsal bir iş birliği kaçınılmazdır. Bu iş birliğinin bir ayağı medya
kuruluşları, bir ayağı meslek örgütleri, bir ayağı RTÜK ve bir ayağı da Milli
Eğitim Bakanlığı olmalıdır. Ben kendi adıma bu noktada medya
okuryazarlığının seçmeli ders olarak ders müfredatına alınmasını ve RTÜK ve
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından bir öğretim programı, bir öğretim kılavuzu
yazılmasını ve bu konunun böylelikle gündeme getirilmesini son derece olumlu
buluyorum. Buradaki temel mantığın, özellikle de çocukları ve gençleri
medyadan korumak değil, medyanın zararlı etkilerinden korumak olduğunu
düşünüyorum. Bu noktada medyanın salt olumsuz etkilerine odaklanmamak,
aynı zamanda demokratik bir toplum için vazgeçilmezliğini de göz önünde
bulundurmak şarttır. Aynı zamanda medyanın temel işleyiş prensiplerini de göz
ardı etmemek gerekiyor. Ama esasta unutmamamız gereken şeyin, şairin de
dediği gibi “yaşamın ta kendisi” olduğunu düşünüyorum. Teşekkür ediyorum.
Prof. Dr. Bülent Çaplı:
Sayın Arık’a çok teşekkürler. Güzel konuşması için ve zamanını çok iyi
kullandığı için. Televizyon odaklı bir konuşmaydı. Özellikle televizyonun
merkeze alındığı bir konuşmaydı. O da kaçınılmaz olarak. Medya deyince
aklımıza doğal olarak televizyon geliyor. Ama konuşmanın içerisinde de ve bu
18
toplantının açılış konuşmalarında gibi bugünün gündeminde bir iletişim aracı
olarak sadece televizyon değil diğer araçlar da var. Onlar açısından
baktığınızda, hele yöndeşme dediğimiz kavramın gündeme gelmesiyle birlikte
çok yakın zamanda hangi aracın neye ait olduğu, hangi içeriğin nereden geldiği
biraz karışacak gibi gözüküyor. Ama burada vurgulamak istediğimiz medya
kavramı ve medyanın içeriği. Konuşma için tekrar teşekkür ediyorum. Đkinci
sırada Dr. Muhittin Bilge var. RTÜK Üst Kurulu Uzmanı. Sayın Bilge bize hem
genel olarak RTÜK’ün bu alandaki faaliyetlerini, hem de özel olarak medya
okuryazarlığı projesine ilişkin bilgiler sunacak. Buyurun söz sizde.
Dr. Muhittin Bilge:
Teşekkür ederim. Değerli Radyo Televizyon Üst Kurulu Başkanım, Başkan
Vekilim ve Üyelerim, Talim Terbiye Kurulu Başkan Yardımcım, Avrupa
Konseyi Temsilcileri, kıymetli mesai arkadaşlarım, basın mensupları ve sevgili
konuklar,
Konuşmama başlamadan önce hoş geldiniz diyor hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bilindiği gibi geçen yüzyılda başlayan ve hâlen devam etmekte olan bilim
ve teknolojideki büyük gelişme, her alanda olduğu gibi iletişim alanında da
etkili olmuş ve bazı bilim adamlarının yirminci yüzyılı enformasyon çağı olarak
tanımlamalarına yol açmıştır. Đletişim alanındaki bu gelişmeler tüm iletişim araç
ve etkinliklerini içine alan medya kavram ve olgusunu da bir daha çıkmamak
üzere hayatımıza sokmuştur. Bu öyle bir ilişkidir ki; sanattan siyasete,
ekonomiden kültüre, bilimden felsefeye kadar bütün yapıp etmelerimizde,
medya artık yadsınamayacak ölçüde bir önem ve etkiye sahiptir. Đletişimin,
özellikle de bir mesajın büyük kitlelere ulaşmasına olanak sağlayan kitle
iletişiminin, hayatımızı ne ölçüde ve nasıl değiştirdiği hepimizin bilgisi
dahilindedir. Kitle iletişim araçlarının kuşkusuz en etkilisi olan televizyon ise
başlı başına incelenmesi gereken bir fenomendir. Ülkemizde özellikle özel
radyo ve televizyonların yayın hayatına başladığı 1990 yılından bu yana, medya
olgu ve kavramı artan bir süreklilikle tartışılmaya başlanmıştır ve bu hâlen
devam etmektedir. Bu da kuşkusuz çok doğaldır. Çünkü ülkemizde bugün 23
ulusal, 16 bölgesel, 214 yerel olmak üzere 253 televizyon kanalı ve 36 ulusal,
100 bölgesel, 951 yerel olmak üzere toplam 1087 radyo kuruluşu yayın
yapmaktadır. Doğaldır ki bu kadar kısa bir süre içerisinde bu kadar çok medya
kuruluşunun yayın hayatına geçmesi, kazandırdıklarının yanında birtakım
problemlere de yol açacaktır ki öyle de olmuştur. Bu problemlerin çözülmesi
için 1994 yılında 3984 sayılı yasa ile Radyo Televizyon Üst Kurulu kurulmuş,
böylelikle radyo ve televizyon yayınlarının düzenlenmesi ve denetlenmesi
görevi resmî bir kuruma verilmiştir. Ancak takdir edersiniz ki; ne Radyo
Televizyon Üst Kurulunun elinde sihirli bir değnek vardır, ne de yukarıda
sayılarını verdiği özel dadyo ve televizyonlar, kamu kuruluşu olan TRT gibi
19
kamu yararını ön plana alan bir yayın zihniyetine sahip olacaktır. Dolayısıyla
özel radyo ve televizyonlar hiç yadsınamayacak ölçüdeki faydalarının yanında,
aynı zamanda birer sorun alanları oluşturmaya da devam etmişlerdir. Medyanın,
iletişim biliminin ifadesiyle söylersek; alıcısıyla olan ilişkisi, birey ve toplum
üzerindeki geniş etkisi sadece bizde değil, bütün dünyada tartışılmakta,
araştırma ve değerlendirmelere konu olmaktadır. Đnsanların, özellikle de medya
mesajı karşısında pasif birer alıcı durumundaki çocukların, medyanın olumsuz
etkilerinden nasıl korunabilecekleri hemen her ülkenin bilim adamları,
düşünürleri ve ilgili kişileri tarafından ele alınmış ve konuya ilişkin oldukça
fazla teori ve pratik ortaya konulmuştur. Bireyin, medyanın sunduğu mesajları
doğrudan almak yerine eleştiri süzgecinden geçirerek alacak bir donanıma
gelmesi, kısaca medya karşısında edilgen değil, aktif bir alıcı olabilmesi diye
tanımlanabilecek medya okuryazarlığı kavramı, batıda yaklaşık otuz yıldır
tartışılmakta ve birçok batılı ülkede yıllardır ders olarak okutulmaktadır.
Şimdi sizlere bizde daha yeni yeni konuşulmaya başlayan bu olgunun
anlaşılmasına katkıda bulunacağına inandığım bazı bilimsel verilerden söz
etmek istiyorum. Bilimsel araştırmalara göre ülkemizdeki televizyon izleme
oranı günde ortalama olarak dört beş saattir. Bu da bir insanın yılın % 19’unu
televizyon izleyerek geçirdiği anlamına gelir. Yine araştırmalara göre çocuklar
iki, iki buçuk yaşında televizyon izlemeye başlamaktadırlar. Ve altı – on yedi
yaşları arasındaki çocuklar ve gençler günde ortalama üç dört saat ekran başında
kalmaktadırlar. Çocukların yılda 900 saatini okulda geçirdiği düşünülürse,
ekran başında kaldığı yaklaşık 1500 saatlik bu sürenin vahameti açıkça ortaya
çıkar. Daha vahimi de çocukların yaklaşık % 82’sinin televizyon başında kalma
sürelerine ve televizyonda izleyecekleri programların seçimine kendilerinin
karar verdiklerini ifade etmeleridir.
Türkiye Đstatistik Kurumunun 2000 yılı verilerinden faydalanarak elde
ettiğim bazı sonuçları sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu sonuçlara bakıldığında,
çocuklarımızın iyi birer medya okuryazarı olarak yetişmesi gerekliliği daha iyi
ortaya çıkacaktır. Ben ilköğretim çağındaki bir çocuğun ebeveyninin en az 35
yaşında olacağını varsayarak, ülkemizdeki 35 yaş üstü kadın ve erkeklerin
eğitim durumlarını ve bunların toplam nüfusa oranlarını hesapladım. Türkiye
Đstatistik Kurumunun verilerine göre 2000 yılı genel sayımında ülkemizin
nüfusu 67 milyon 800 bindir. Otuz beş yaş üstü toplam nüfus ise 17 milyon 600
bindir. Bu nüfusun % 70’i ilkokul, % 9’u ortaokul, % 11’i lise ve % 10’u
yüksek okul mezunudur. Bu tablodan da anlaşılacağı üzere eğitim seviyesi bu
kadar düşük olan ebeveynlerin çocuklarını medyanın münipüle edici
etkilerinden korumaları mümkün değildir. Zaten televizyonlarımızda en çok
izlenilen programlara baktığımızda, bunun neden böyle olduğunu anlamaktayız.
O hâlde yapılması gereken nedir? Geleceğimiz olarak gördüğümüz
çocuklarımızı medyanın olumsuz etkilerinden koruyacak bir düzeye nasıl
çıkarabiliriz? Onların ekranda izlediklerini, gerçeklik ve kurgusallık bağlamında
20
ayırt edebilmelerini nasıl sağlarız? Bu soruları çoğaltmak mümkün. Burada
karşımıza yine medya okuryazarlığı kavramı çıkmaktadır. Çünkü medya
okuryazarlığı demek, sadece medyanın olası etkilerinden kaçınmak demek
değildir. Medya okuryazarlığı, medyanın sunduklarına müdahale edebilecek bir
medya algısı da geliştirebilmek demektir. Kısacası yaşadığı çağa tanıklık
edebilecek insanlar yetiştirmenin en önemli yollarından biri de onlara sağlıklı,
doğru, güvenilir bir bilgi ortamı sağlamaktan geçer. Bu sadece ne tek başına
ebeveynlerin, ne devletin, ne de medya kuruluşlarının gerçekleştirebileceği bir
hedeftir. Burada herkese, elinden geleni yapmaktan kaçınmaması gereken bir
sorumluluk düşmektedir. Ben Radyo Televizyon Üst Kurulunun konuya ilişkin
yaklaşım ve etkinliklerine kısaca değinmek istiyorum. Daha önce de ifade
ettiğim gibi; 1994 yılında 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve
Yayınları Hakkında Kanunla kurulan Radyo Televizyon Üst Kurulu yaklaşık 12
yıldır düzenleme ve denetleme görevini ifa etmektedir. Üst Kurulun görev ve
yetkilerini belirleyen yasanın 4. maddesi, yayın ilkelerini ortaya koyarken 8.
maddesinin “m” bendinde, “radyo ve televizyon yayınlarıyla ilgili olarak
kamuoyunda doğan tepki, beğeni ve hassasiyetleri sürekli olarak izlemek ve
gerekli yönlendirmelerde bulunmak amacıyla gerekli kamuoyu araştırmalarını
yapmak ve yaptırmak” ifadesi yer almaktadır. Yine aynı maddenin “o”
bendinde “radyo ve televizyon konusunda ilgili kurum ve kuruluşlarla periyodik
istişarelerde bulunarak kamuoyu eğilimlerini değerlendirmek” ifadesine yer
verilmektedir. Radyo ve Televizyon Üst Kurulunda yaklaşık bir buçuk yıl önce
göreve başlayan sayın Dr. Zahid Akman Başkanlığındaki yeni yönetim, büyük
bir paradigma değişikliği sergileyerek, sadece yayın denetleyen, tırnak içinde
sansürcü bir kuruluş olarak algılanan RTÜK’ü, düzenleme konusunda da etkin
kılmış ve bir dizi çok önemli projeye imza atmıştır. Web sayfamızda detaylı
olarak görülebilecek bu etkinliklerin en önemlilerinden ilki akıllı işaretler
uygulamasının hayata geçirilmesidir. Bu aynı zamanda Radyo Televizyon Üst
Kurulunun medya okuryazarlığı konusundaki duyarlılığı ve etkinliğinin ilk
ayağını temsil etmektedir. Đkinci ayak ise; medya okuryazarlığı dersinin hayata
geçirilmesidir. Naçizane benim de hazırlayan komisyon içerisinde yer aldığım,
öğretmenlere yönelik medya okuryazarlığı kitabı, Milli Eğitim Bakanlığı Talim
Terbiye Kurulunun değerli uzmanları, Radyo Televizyon Üst Kurulu Uzmanları
ve değerli akademisyenlerin ortak çalışması sonucu hazırlanmış ve yine değerli
akademisyenlerden oluşan bir danışma kuruluyla istişare edilerek yayıma,
basıma hazırlanmıştır. 2006-2007 öğretim yılında Ankara, Đstanbul, Đzmir,
Adana ve Erzurum’da beş pilot ilköğretim okulunun ikinci kademesinde
okutulmakta olan bu dersin ileride zorunlu hâle getirilmesi, hem Radyo
Televizyon Üst Kurulunun hem de Talim Terbiye Kurulunun öncelikleri
arasındadır. Şimdilik Sosyal Bilgiler Öğretmenleri tarafından okutulmakta olan
medya okuryazarlığı dersi, iletişime giriş, kitle iletişimi, medya, televizyon,
aile-çocuk ve televizyon, radyo, gazete ve dergi, internet olmak üzere sekiz
üniteden oluşmaktadır. Okullara teknik donatım konusunda yardımcı olacağına
21
ilişkin taahhütte bulunan kurumumuz, okullar açılmadan bu dersi okutacak
Sosyal Bilgiler Öğretmenlerine akademisyenler tarafından bir hizmet içi eğitim
de düzenlemiş, 10 Eylül 2006 tarihinde öğretmenlere sertifikaları verilmiştir.
Kurumumuz sadece donanım açısından değil, dersin verimliliği açısından
da konunun takipçisi olmaya devam etmektedir. Radyo Televizyon Üst
Kurulunu medya okuryazarlığı bağlamında ele alınabilecek önemli bir girişimi
de ulusal televizyonlarda izleyici temsilciliği uygulamasının başlatılmasına
yönelik çalışmalardır. Üst Kurul Başkanımız Sayın Dr. Zahid Akman’ın
televizyon Yayıncıları Derneği Başkanı Sayın Nuri Çolakoğlu ile 29 Eylül 2006
tarihinde düzenledikleri ortak basın toplantısında, konunun önemi ve sağlıklı bir
işleyiş için iş birliği yapma düşüncesi dile getirilmiştir. Devam eden süreç
içerisinde yapılan girişimler sonucunda bugün ulusal televizyonlar, Radyo
Televizyon Üst Kuruluna izleyici temsilcileri olarak belirledikleri isimleri
bildirmeye başlamışlardır. Uygulamanın sağlıklı bir şekilde işlerlik kazanması
için gerekli çalışmalar sürdürülmektedir. Yine bu ay içinde faaliyete geçen
çocuklara yönelik web sayfamız da çocuklarımızın bilinçli birer medya
tüketicisi olmalarını sağlamaya yönelik bir etkinlik olarak ifade edilebilir.
Ayrıca önceden kurumumuzun içinde faaliyet gösteren ve bilinilirliği de arzu
edilen ölçüde olmayan ALO RTÜK 178 beğeni ve şikayet hattı TELEKOM ile
yapılan bir anlaşmayla yeniden yapılandırılmış ve 444 1 178 no’lu bu yeni
hattın tanıtımı için bir kampanya yapılmıştır. Bu girişim hemen sonuç vermiş,
önceki hatta gelen dilek ve şikayetlerin kat kat fazlası her geçen gün artarak
kurulumuza iletilmeye başlanmıştır. Bu dilek ve şikayetler, ilgili birimler
tarafından hemen değerlendirmeye tabi tutularak sonuçlandırılması çalışmaları
hızla sürdürülmektedir. Kuşkusuz bu iletişim hattı sadece denetlemeye yönelik
değil, düzenlemeye yönelik de bir işlev üstlenecektir. Ulusal televizyonların
izleyici temsilcileriyle RTÜK görevlileri zaman zaman bir araya gelerek bu
talep ve şikayetleri analiz edeceklerdir. Böylelikle bu veriler özellikle de
medyanın kendine düşen sorumluluğun ayırımına varmasına katkı sağlamış
olacaktır. Sonuç olarak medya okuryazarlığı daha önce de belirttiğim gibi
sadece Radyo Televizyon Üst Kurulunun ya da Kamu Kurum ve Kuruluşlarıyla
ebeveynlerin gayretleri sonucu varılacak bir hedef değildir. Burada medyaya da
büyük görev düşmektedir. Kuşkusuz özel medya kuruluşlarından devlet
kuruluşlarındaki gibi bir kamu yararı anlayışı beklemiyoruz. Özel kuruluşların
birer ticarî aygıt olduklarının ve öncelikle kâr amacı güden bir anlayışla hareket
ettiklerinin farkındayız. Ama kâr amacıyla vahşi bir rekabet içerisinde, sınır
tanımayan bir şekilde yayın yapılması da asla kabul edilebilecek bir tutum
değildir. Kaldı ki böyle bir yayıncılık kısa vadede reyting veya tiraj getiriyor
gibi görünse de uzun vadede bumerang gibi dönerek ilgili yayın kuruluşlarını
vuracaktır. Tüm medya kuruluşlarının sahip ve yöneticileri şunu iyi
bilmelidirler ki; ellerindeki güç iyi, olumlu, bu ülkeye borcumuz olduğu hissini
verecek bir sorumluluk bilinciyle kullanılırsa, ülkemizin gelişmesi ve ülkemiz
22
insanının gönenmesine yol açacaktır. Ama bu güç sadece para ve iktidar elde
etmenin sınır tanımaz aracı olarak kullanılırsa, uzun vadede bu ülkede sanattan
siyasete, bilimden düşünceye ve ekonomiye kadar büyük bir yozlaşma
yaşanmasına neden olacak ve bunun bedellerini kendileri de ödeyeceklerdir.
Unutulmamalıdır ki; çoğunluğun kendisini mutsuz hissettiği ve gelecek endişesi
taşıdığı bir toplumda hiç kimse ve hiçbir kurum güven içerisinde olmayacaktır.
Bu nedenle Radyo Televizyon Üst Kurulunun büyük bir sorumluluk şuuruyla
hayata geçirmeye çalıştığı medya okuryazarlığı projesinin istenilen sonucu
vermesi, herkesin gücü ölçüsünde bu olguyu sahiplenmesine bağlıdır. Bu, bu
ülkede yaşayan herkesin tarihine, kültürüne, kısacası bu ülkeyi ülke yapan tüm
değerlere karşı borcudur. Konuşmamı bitirirken beni dinleme nezaketi
gösterdiğiniz için hepinize teşekkür ediyor saygılar sunuyorum.
Prof. Dr. Bülent Çaplı:
Sayın BĐLGE’ye çok teşekkürler. Gene zaman gayet iyi gidiyor. Hiç
olmazsa katılım açısından da bize geniş bir fırsat doğacak. Söz sırası Sayın
Oğuz Haksever’de. Gazeteci ve yayıncı olarak panelimize katılıyor. Kendisine
söz veriyorum. Buyurun efendim.
Oğuz Haksever:
Teşekkür ederim. sağ olun. RTÜK Eğitim Dairesini ve Uluslararası Đlişkiler
Dairesi ile telefonla görüştüğümüzde bana “Sizin konunuz medya okuryazarlığı
konusunda medyanın yapabilecekleri.” dendiğinde, galiba en zor konu benim
diye düşündüm. Bu panelde şamar oğlanı da ben olacağım. Ne yapalım pekâlâ.
Hem aslında Türkiye’deki genel durumu da düşündüğümüzde benim konum
kendi ayağınıza kurşunu nasıl sıkarsınız gibi bir sorunun yanıtını aramak gibi
geldi. Ne de olsa Türkiye’deki nasıl olacak önceleri bilmiyordum, biraz fikir
sahibi oldum ama medya okuryazarlığı eğitimi, içinde medyaya kimi zaman ya
da hatta genellikle diyelim haklı yargılar, haklı suçlamalar barındıran bir iş. Ne
de olsa bu medya okuryazarlığı doktrininde ve gerçeklerinde veya bunlara göre
medyadan verilen bütün mesajlarda iliştirilmiş bir şeyler mutlaka vardır, bu
yaygın bir kural. Đşin bu boyutuna pek gelinmedi, bilmiyorum ama ideolojik bir
şey değil bu. Ve ne de olsa birileri veya televizyonlar veya medyanın kendisi
mutlaka ve mutlaka para kazanmayı amaçlar. Genel olarak katılmıyorum ama
böyle bir yargı var. Motif, para, değerler ve sahiplik medyanın sunduklarının
içeriğinde mutlaka yer alır. Genel olarak medya okuryazarlığı dendiği zaman
olayın bir boyutu da böyle algılanıyor. Bunda da bir haklılık payı var. Bu da bir
gerçek. Şimdi böylesine bir durum söz konusuyken medyaya, “Siz medya
okuryazarlığı konusunda neler yapabilirsiniz?” diye bir yayıncıya, bir haberciye
sorulunca; ne yani ilettiğimiz mesajlarda bizim hangi ön yargılarımız var?
diyebiliriz.
Prodüktörlerimizin,
muhabirlerimizin
editörlerimizin,
yöneticilerimizin değerleri, hedefleri, planları size ilettiğimiz bilgilere nasıl
yansıyor sorularının yanıtlarını mı izleyiciye aktaracağız yani, onlara bir el
23
kitabı mı vereceğiz, biz böyle böyle şeyler yapıyoruz dikkatli olun diye. Aslında
bu sığ bir yaklaşım ama böyle bir yaklaşım akla gelebilir. Çok şükür panelistin
konusu olan sorudan gocunmayacak olan yayın kuruluşlarımız da var. Hem şu
sıralar Türkiye toplumunun medya okuryazarlığı çerçevesinde öncelikli
meselesi aslında, bu biraz önce bahsettiğim konular değil. Öncelikli sorun
medyanın ya da televizyonların diye söyleyeyim artık bundan sonra,
televizyonların topluma zarar verdiği yolundaki genel şikayet. Ya da öncelikli
sorun medyada bazı kuruluşların bilinçsizliği, tembelliği, para kazanma
amacının diğer bütün amaçları ezmesi ve kamu yararı düsturunun unutulmuş
olması. Biraz önce Muhittin Bey söyledi. Bilmiyorum ama böylesine bir bakış
açısı, o kadar da doğru değil, benim kişisel görüşüme göre. Yani kamu yararına
yayın yapmak sadece kamu yayın kuruluşlarının görevi değil. Bizler veya özel
yayın kuruluşları sadece ve sadece ticarî kuruluşlar olarak algılanmamalı. Yani
gelişmiş, medyanın biraz daha oturmuş olduğu yerlerde bu böyle algılanmıyor.
Çok enteresan bir görüş vardır. 1970’lere kadar bütün Amerika’daki ulusal
yayın kuruluşları, yayıncılığın bir kamu hizmeti olduğu yolunda bir görüşe
sahiptiler diye bir görüş vardı. Bu biraz da olsa, çok kalmasa da hâlâ devam
ediyor aslında. Dünyada, bence bu benim kişisel görüşüm, bence böyle bir
durum var. Yani özel yayın kuruluşları da kamu hizmeti veren kuruluşlardır.
Kamu yararını da kamu kuruluşları kadar olmasa bile gözetmek
durumundadırlar. Aslında ortada bazı sorunlar var. Yani bahsettim ve
bilinçsizlik dedim, tembellik dedim, belirli bir birikime sahip olmama dedim ve
kamu yararı düsturunun unutulmuş olması dedim. Aslında doğrudan olmasa da
yani medya okur yazarlığına katkı konusunda biraz düşününce akla gelebiliyor.
Televizyon kuruluşlarının, kendi alanımdan söyleyeyim, yapabilecekleri var.
Değerli konuklar, Đletişim Fakültelerinden mezun olanlarda veya bu
mesleğe başka fakültelerden, başka yerlerden gelip atılanların ilk yıllarında
mutlaka ve mutlaka ilk dönemlerde şöyle büyük, kallavi, sonraki dönemlerde
giderek azalan bir idealizm mutlaka vardır. Bu bir şekilde varlığını sürdürür. Ve
gerçekten aslında bu idealizm, kaliteli yayın yapma düsturuyla şekil bulur.
Ondan enerji alır, besin alır. Ama ne olur, ama gün gelir topluma yararlı,
gazetecilik mesleğini parlatan, onu yücelten, kamunun bilmesi gereken
konulara, izleyicinin pek ilgi göstermediği keşfedilir. Sonra da bu işler bırakılır.
Bilinene, basmakalıba ve klişeye sarılınır. Nedir onlar? Đnsanların cinsellik,
şiddet, röntgencilik, başkalarının zor durumlarına tanık olup şükretmek gibi
maraz duygularına hitap edilir. Ondan sonra da ertesi gün reyting hesapları veya
cetveli alınır. Dakikalar, saniyeler izlenir, aman hangi dakikada, hangi haberde,
yani o tür haberlerde insanların maraz duygularına hitap eden haberlerin ne
kadar büyük ilgi gördüğü saptanır. Ertesi gün yine böyle aynı saatlerde bir
mühendis topluluğu gibi o dakikalara, o saniyelere o haberler yerleştirilir. Ve
ekrana getirilir. Değerli konuklar, burada sorun bence televizyon ya da
televizyon yayıncılığında ya da haberciliğinde ciddi boyutlarda bir birikim ve
24
mesleki yetenek, mesleki bilgi sorunu olması. Bir örnek vereyim. Đstanbul
Ticaret Üniversitesinde ikinci sınıflara televizyon haberciliği dersi veriyorum.
Haftada dört saat. Her hafta son bir saatte tesadüf hangisi olursa olsun bir haber
bültenini alıp kaydedip, arkadaşlara o bülteni izlettirip, o bültende
söylenenlerin, o bültende yaşanan sıkıntıların, yapılan hataların arka planında
neler olduğunu bilgi birikimim el verdiğince, arkadaşlara, gençlere aktarmaya
çalışıyorum. Dönemin başlangıcından itibaren üç dersten sonra sınıfa
döndüğümde şöyle bir şey yaşıyorum. Yani üç yıl oldu üç yılda da bu
tekrarlanıyor. Şöyle oluyor. Đşte bültenleri çocuklara izlettikten sonra geliyorlar,
üçüncü dersten sonra; “Hocam, sizin bu son derste yaptığınız yüzünden bülten
seyredemez olduk, bültende hatalar bulur olduk, hiçbir bülteni de beğenmez
olduk, ondan sonra bir de ailede adımız ukalaya çıktı.” Diyorlar. Yani üç derste
Türkiye’de medya okuryazarlığı dersi yapmışım. Yani ben medya okuryazarlığı
dersini bilmeden, ama bir şekilde medya okuryazarlığı dersi yapmışım. Demek
ki üç derste böylesine bir tablo ortaya çıkıyorsa varın memleketimizdeki
durumu düşünün.
Habercilik prestij kazandıran bir iş. Habersiz televizyon olmuyor. Bu durum
dünyada olduğu gibi Türkiye’de de beklenen bir sonucu veriyor. O da şu; içeriği
o kadar da prestij barındırmayan pek çok program haber formatıyla meşruluk
kazanma çabasına bürünüyor. Dikkat edin, çarpık magazin programları
izleyiciye haber formatında sunuluyor. Haber bülteni gibi sunuluyor. Gerçi
sunucular çoğunlukla dekolte giyinmiyorlar, şöyle endamlı endamlı bir o
köşeden bir bu köşeye yürüyorlar, sonra tekrar o tarafa gidiyorlar, ama olsun bir
şekilde haber formatı bu. Bülten sunuyorlar. Normalde haber programı
sunuyorlar veya onun gibi öyle bir kıyafete bürünüyorlar. Bu bir süre devam
ediyor, ondan sonra tuhaf bir şey oluyor. Bu kez, o tür programların taklit ettiği
bültenler yayınlanıyor. Bu tür yayınlar ilgi görünce, diğer haberlerin yerini
almaya başlıyor ve bir kargaşa çıkıyor. Hangisi realite show, hangisi haber
bülteni? Ayırt etmek zorlaşıyor. Neyse sadede gelelim. Aslında artık maalesef
ciddi diye tanımlanan, toplumun yararına, kamunun bilgi edinme hakkına
hizmet eden, hazırlayıcılarının idealizmle aktarmayı arzu ettikleri ve Türkiye’de
sıkıcı bulunan veya gerçekten de altını çiziyorum veya gerçekten de sıkıcı olan
bilgi ve konuları da ortalama seyirciye izletmek mümkün. Biraz önce hocam
bahsetti. Vasat beğeniyle, seçkin beğeniyi buluşturmak mümkün. Bunun için
çok iyi Türkçe kullanmak gerekir. Dolayısıyla az lafla çok şey söylemek, bunu
yapabilme becerisi, duyarlı bir yaklaşım, duyarlı bir yaklaşım için şöyle kallavi
ağır yüklü bir kültür birikimi, kültür ve bilgi birikimi. Haber yazmanın, metin
yazmanın ve televizyonda özellikle sinematografinin kurallarını iyi bilmek
gerekiyor. Haberleri hazırlarken başını, ortasını, sonunu iyi planlamak, hasılı
zihnen emek vermek, kafa patlatmak gerekiyor. Bunlar yapıldığında, sizi
garanti ediyorum, izleyici sunduklarınızı, içinde cinsellik, rontgencilik, kötü
örnek olmasa da izliyor, seyrediyor. Böylece yayıncı, haberci doğrudan
25
yapmasa da, izleyiciye kaliteliyi, iyiyi gösterdiğinden dolayı ve fark ettirmeden
medya okuryazarlığı bilgisi de sunabiliyor. Bu konuda izleyiciyi
bilinçlendirebiliyor. Bütün bunlar için de iletişim okullarının bana göre belki ön
yargı olabilir, medyayı eleştirme meselesine ağırlık vermek yerine bu işin a, b,
c’sine çok daha fazla eğilmesi gerekiyor. Özellikle televizyon haberciliği veya
televizyon yayıncılığı alanında. Bu konuda teknik olarak çok iyi yetişiyor
çocuklar. Fakat pratik bilgi olarak ciddi sorunları var. Bütün medyadaki
meslektaşlarımın bu konuda ciddi şikayetleri var. Bir de şunu söyleyeyim, çok
tatsız bir şey ama; iletişim okullarının gerekli olup olmadığı da sektörde
tartışılıyor, bunu da size aktarayım. Medya alanındaki Sivil Toplum
Kuruluşlarının ya da demokratik kitle örgütlerinin mesleki bilgi paylaşımına
mutlaka ve mutlaka ağırlık vermesi gerekiyor. Bu bizde yok. Açın gazeteciler
cemiyetinin sitesini böyle bir şey bulamazsınız. Tabi Türkiye’nin kendine has
koşulları var. Birtakım öncelikler var. Đşte meslekî haklarımız, fikir özgürlüğü
konusunda yaşanan sorunlar vesaire. Ama belki RTÜK’te bu konuda bir şeyler
yapabilir. Mevzuatını hani benim için çok gerekli olmadığı için bilmiyorum,
araştırmadım ama meslekî eğitim konusunda belki RTÜK de bir şeyler
yapabilir. Kimse alınmasın, eğer böyle bir şey yapılırsa çok makbule geçer, çok
hayra geçer ve kimse alınmasın bunu da mutlaka Đngiltere’deki, Amerika’daki
içten çalışan ve bu konuda ciddi yetişmiş vakıflarla yapması lazım. Kimse
alınmasın buradan. Çünkü Türkiye’de bu konuda yeterli bilgi birikimi olduğu
kanaatinde değilim. Đsterseniz araştırın. Broadcast Confirm diye girin internete
göreceksiniz. Bu konuda yayınlanan makalelerin ve bilgi paylaşımı örneklerinin
bolluğu baş döndürücü. Bu işleri merak edenleri mest edecek. Aynı zamanda da
burada hemen hemen hiç olmadığından, ne kadar da geride olduğumuzu
düşündürecek. Bir konu daha var. Gelişmiş ülkelerde, televizyonculuk
konusunda bilgi paylaşımı ve bilgi üretme arttıkça, bunun tatsız bir sonucu
ortaya çıkıyor. O da şu; gizli mesaj iletme becerisi de o arada gelişiyor. Fakat
orada çok ciddi, belki de kamu otoriteleri kadar, mesleki kuruluşlar, çok iyi bir
denetim mekanizması yürütüyorlar. Özellikle sendikalar aracılığıyla çok iyi
ayıplama, cezalandırma yöntemleri var. Orada da RTÜK’ün eşdeğerleri veya
eşdeğerlerinin önemli ölçüde işlerini hafifleten sivil toplum kuruluşları var. Çok
şükür biz hâlâ orada değiliz. Biz hâlâ insanların o ince mesajları iletme
aşamasına pek gelemedik gibi düşünüyorum. Biz hâlâ maraz duygulara hitap
etme tembelliği içerisindeyiz. Sonuç olarak bana göre demek istediği şu;
televizyonlar kaliteyi artırdıkça medya okuryazarlığına da hizmet edeceklerdir.
Naçizane belki cahilce olabilir ama bazı önerilerim var. Önerilerimden bir
tanesi; biraz önce söylendi, gerçekten içtenlikle tebrik ediyorum. Zaten galiba
biz bayağı erken davrandık, kendi ombudsmanımızı atladık, kendi izleyici
temsilcimizi. Bu konu çok önemli, bunun gelişmesinde yarar var. Peki bu nasıl
olacak? Herhâlde internet aracılığıyla olacak. Bilemiyorum, çünkü her
televizyonun bir internet sitesi var. Ve o sitede buna benzer bir durum olabilir.
Đzleyici doğrudan oraya girebilir. Mesela NTV olarak bizde, diğer kanalları
26
bilmiyorum, inanılmaz bir izleyici tepkisi sistemi var. Muhteşem bir sistem.
Gerek internetten, gerek telefondan. Küfürler belki ediliyor bilmiyorum, ama
onları arkadaşlar herhâlde sansürlüyor. Bütün yayın personeline ne denirse; çok
düzenli, iyi organize edilmiş bir şekilde aktarılıyor. Sabah geldiğimizde
yaptığımız ilk işlerden bir tanesi, yaptığımız yayınlar konusunda izleyicilerin ne
düşündüğüne bakmak. Kimi zaman eleştiriliyoruz, kimi zaman tebrik
ediliyoruz, bütün bunlara hazırız, yapıyoruz bunu. Đnanır mısınız eğer çalıştığım
kanal, çalıştığım yayın kuruluşu, gurur duyduğum yayın kuruluşu, belli bir
seviyeye geldiyse, bunda bunun çok önemli bir payı var. Đzleyiciyle beraber
yürütüyoruz bu işi. Bana öyle geliyor. Bir başka konu; belki RTÜK bir kamu
otoritesi olma hasebiyle televizyonlardan da kendi yayın ilkelerini
hazırlamalarını, televizyonlardan kendi yayın ilkelerini hazırlayıp bunları
taahhüt etmelerini isteyebilir. Ya da bizim cemiyetimizin, gazeteciler
cemiyetinin “Hak ve Sorumluluk Bildirgesi”ne uyacaklarına dair taahhütlerde
bulunabilirler. RTÜK bu konuda ön ayak olursa belki yararlı olur. Çünkü
RTÜK’ün sadece yaptırım gücünden değil, gerçekten televizyon kuruluşları ve
radyolar üzerinde ciddi bir otoritesi olduğunu söyleyebilirim. Tekrar ediyorum
bu yaptırım gücünden pek kaynaklanmıyor. Çünkü bugüne kadar geldiği,
yaptığı işlerden kaynaklanıyor. Bu öneriler uygulanır veya uygulanır
olmayabilir. Ama en azından başka yeni önerileri filizlendirebilir diye umut
ediyorum, hepinize çok teşekkür ediyorum.
Prof. Dr. Bülent Çaplı:
Bir yayıncıya asla süre hatırlatması yapmazsınız. Eğer iyi bir yayıncıysa ki
bunun ispatı Oğuz Haksever’dir. Kendisini günah keçisi olarak
tanımlayacaktım. O kadar hedef göstermeyim diye yayıncı ve gazeteci dedim.
Ama kendisi bu panelde doğal olarak medyayı temsil eden, tek temsil eden
insan olduğu için medya adına konuşması gerektiği bilincindeydi. Güzel bir
konuşmaydı. Çok önemli bir nokta var. Sayın Haksever’in konuşmasında da
çok belirginleşiyor, farkında mısınız diyalog yok. Herkesin bir başka kuruma ya
da başka bireye ya da başka kuruluşa ilişkin şikayeti var. Yani bütün bu medya
ortamı içerisinde hepimiz birbirimize ilişkin eleştiriler, şikayetler yöneltiyoruz.
Fakat bu eleştirileri ve bu şikayetleri ya da bu değerlendirmeleri, yorumları çok
uygarca olması gereken platformlarda ve belirli bir amaca hizmet etmek için,
yani bir sonuca ulaşmak için gerçekleştirmiyoruz. Yani bu diyalog ortamını
sağladığımız sürece bütün bu problemler ortadan kalkacak. Fakat bir türlü
bunun kenarından dolaşıp daha merkezine gelemedik. Ufak ufak platformlarda
birbirimizi anlamaya, birbirimizin dertlerini, şikayetlerimizi, sorunlarımızı,
sıkıntılarımızı, eleştirilerimizi dinleme fırsatını buluyoruz ama bunu daha
yaygınlaştırmadık. Bunu önce kurumsal düzeyde gerçekleştirmemiz lazım.
Şimdi Sayın Başkana baktım. Olumlu işareti aldığım için şu projeyi açıklamak
istiyorum buradan. Sayın Haksever’in altını çizdiği RTÜK’ün öncülüğünde,
asla RTÜK’ün dayatmacılığında değil, RTÜK’ün belirleyiciliğinde de değil,
27
ama RTÜK’ün öncülüğünde akademisyenler, RTÜK ve yayıncıları, yayıncıları
da iki alt paranteze açmak gerekiyor, sadece haber değil, Sayın Haksever’in
özellikle altını çizdiği haber önemli bir olgu ama yayın içerikleri açısından
başka bir problematik alan var. O da diğer yayınlar, haberin dışındaki, müzik,
eğlence, magazin her neyse. Bu iki alana ilişkin olarak etik ilkelerin, yayın
ilkelerinin etik değerler çerçevesinde yayın kuruluşları ve akademisyenler
tarafından belirlenmesi için bir proje başladı. Çok yakın zamanda bu projenin
ilk toplantılarını gerçekleştireceğiz. Hedefimiz şu: Önce bir medya protokolü
oluşturmak. Önce derken sürecin sonunda bir medya protokolü oluşturmak. Bu
medya protokolünü de bütün tarafların uzlaşısıyla sağlamak, bunu yazılı soyut
kavramlardan çıkartıp çok somut, içselleştirilmiş, uygulanabilir herkesin içine
sindireceği ve uygulamaktan da gurur duyacağı ilkelere dönüştürmek. Bunu
gerçekleştireceğimizi umuyorum. Sayın Başkanın da gerçekten bu konuda ciddi
isteği ve gayreti var, bu çok önemli. Sac ayağının üç tarafını bir araya
getirdiğimiz zaman çok başarılı olacağız, hatta sayın Haksever’in altını çizdiği
önemli bir nokta, Đletişim Fakültelerinden ya da diğer fakültelerden mesleğe
yeni giren taze, hani taze kanın Junior’ların da özellikle hani daha bu alanda
meslekte tecrübe sahibi olmuş olanlara erişmek biraz zor oluyor ama, yeni
mesleğe girmiş arkadaşlarımıza da bu medyadaki etik değerler konusunda
çalışma alanları yaratıp, yani çalışma grupları oluşturup atölye çalışmaları
yapmayı planlıyoruz. Uzun soluklu bir proje. Ama sonuçlarını inşallah
göreceğiz. Hani bu projenin sonuçlarını nasıl göreceksiniz? Medyadaki
iyileşmeyi gördüğünüz zaman bilin ki en azından hasbelkader bu projenin de bir
katkısı olmuştur. Bu da bir korsan bildiri oldu. Başlangıçtaki süremin bir
bölümünü de burada kullanmış oldum. Sayın Blake’den özür diliyorum. Son
söz sizde Robin BLAKE. OFCOM Office of Communications Đngiltere’nin
iletişim alanının düzenleyici kuruluşunun temsilcisi olarak burada özellikle
kendisini son konuşmacı olarak koydum. Türkiye’deki tablo bu. Đngiltere’de bu
konuda çok ciddi faaliyetler var. Düzenlemeler, uygulamalar var. Kendisi o
konularda bize bilgi verecek. Buyurunuz efendim.
Robin Blake:
Teşekkür ederim. Đyi günler diliyorum. Medya okur yazarlığı ile ilgili ve bu
alanda bir mesleki titre sahip bir kişi olarak, burada tehlikeli bir konumda
bulunuyorum. Burada bir bilgisayar var ve ben tuşlara doğru zamanda basmak
zorundayım. Eğer her şey ters giderse şimdiden özür dilerim. Medya okur
yazarlığı ile ilgili bugünkü tartışmaya beni davet ettiğiniz teşekkür ederim. Bu
çok önemli bir konu ve ben bu çok büyük resmin küçük bir parçasını
oluşturmak üzere bugün burada olmaktan kıvanç duyuyorum ve Avrupa
Konseyi’nin bana bu fırsatı sunması nedeniyle de gerçekten şükranlarımı
sunuyorum. Đsmim Robin BLAKE, OFCOM’un medya okur yazarlığı
çalışmalarını yönetiyorum ki bu medya okur yazarlığı alanında ulusal stratejileri
geliştirmek ve desteklemek sorumluğunu taşıdığım anlamına gelmektedir. Ben
28
eski bir eğitimci ve müfredat hazırlayıcıyım. Düzenleyici kuruluşta görev
almadan önce ben insanları eğitmeye yönelik televizyon programları
hazırladım. Đngiltere’de bir deyim vardır: Ben oyun kurucuyum. Yani, ben tüm
hileleri biliyorum ve vücudun neresinde bir araz olduğunu bulmak zorundayım.
Đngiltere’de ne yaptığımıza geçmeden önce, OFCOM’dan ve ne yaptığından
biraz bahsetmem yararlı olabilir. Medyanın tümünün tek bir yerde
bütünleşmeye doğru gittiği bir zamanda, OFCOM, bütünleşik bir düzenleyici
kuruldur. Böylece bizler, insanların; televizyonu radyo ve cep telefonları
üzerinden, televizyonu Đnternet üzerinden, radyoyu Đnternet üzerinden tükettiği
ve yapay sınırların bizleri etkin düzenleyiciler olmaktan alıkoyduğu gerçeğine
göre hazırlıklar yapmaktayız. Televizyon ve radyoyu, iletişim hizmetlerini, sabit
ve cep telefonlarını ve Đngiltere’deki frekansı düzenliyoruz. Buradaki temel
eğilim, küresel medyanın yıkıcı etkisine karşı vatandaşların ve tüketicilerin
haklarının korunmasıdır. OFCOM kurulduğunda, bize medya okur yazarlığı
konusunda da bir görev verilmişti. Buna ilaveten benim neredeyse her gün
sızlandığım gibi bize yeni güçler kullanma konusunda da görevler verilmişti.
Ben bir medya kuruluşundan ya da bir organizasyondan olması gerektiğini
düşündüğüm bir konuyu yapmaları konusunda talepte bulunamam. Bunu sadece
bir çekişme, ihlal veya tartışma halinde yapabiliriz. Öyleyse neden bunu böyle
yapıyoruz. Burada temel amaç bilinçli tüketici yaratmaktır; yani, medya
sektöründe çalışan ve ticari medyanın işleyişini anlayan ve ayrıca topluma
katkıda bulunabilecek aktif vatandaşlar ve insanlar. Bunlar, medya okur
yazarlığının gelişimi için güçlü amaçlardır. Yasa bize insanların içeriği nasıl
ayırt edeceği ve kontrol edeceği konusunu daha iyi anlamaları için gerekeni
yapmamızı hükmetmektedir. Dolayısıyla bizim insanlara medya ile ilişkilerini
ayarlamaları için gerekli donanımı vermemiz gereklidir. Bizim hem yayıncılık
hem de Đnternet alanında medya okur yazarlığını geliştirmek görevimiz vardır.
Đlginç olan bir şey de kanunumuzun OFCOM’a güç kullanma konusunda yetki
verdiği tek yer Đnternet içeriği ile ilgilidir. Đnternet içeriğini düzenlemiyoruz
ama bizden beklenen insanların bunun neye benzediğini, ne olup olmadığını
anlamaları konusunda bilinç düzeyini artırmamızdır. Yaptığımız ilk iş medya
okur yazarlığının tanımını yapmak ve ne demek istendiğini ortaya koymak
olmuştur ve bu bağlamda çok geniş kapsamlı bir tanım geliştirdik. Bu,
insanların iletişimde bulunmaları ve erişimi anlamarlını sağlayacak bir dizi
yetenek ve anlayış ve bilgidir. Şu an ekranda bazı kelimelerin listesi
geçmektedir fakat bu bir tür insanların medya okur yazarı olabilmeleri
konusundaki beklentilerimizdir. Şimdi bugün bazı konuşmacılar tarafından
değerlendirilen bazı temel noktaları belirleyelim. Her ne kadar teknolojiyi
kullanma ve bilgiyi nasıl arayacağınız konusu önemliyse de, en önemli yetenek
size gönderilen gündemdeki iletilerin tanımlanabilmesidir. Ardından içerik
sürecinin sonuçları önümüze çıkar. Bunlar davranış ve düşünce yollarınızı
etkilemeye çalışabilirler. Bunlar, insanların medyaya karşı mücadelede ihtiyaç
duyacakları güçlü yeteneklerdir. Eğer bizler hiçbir güce sahip değilsek nasıl bir
29
yol izleyeceğiz? Burada bizim liderlik ve önderlik olarak adlandırdığımız
yetenekleri kullanırız. Bunlar tercüme ediliyor mu bilmiyorum ama temel
olarak, lider olmak için, önde durmak, ihtiyaçları giderecek araştırmalar
yapmak, insanlar soru sorduğunda, yardıma ihtiyaç duyduğunda bunlara cevap
verebilmektir. Bizim liderliğimiz vardır; insanları kucaklarız, kuruluşları
müşterilerine doğru davranmaları için kucaklarız. Eğer bu kuruluşlar
müşterilerinden hizmet ve içerikle ilgili bir şikayet alırlarsa, bu genellikle
insanlara içerik hakkında bilgiyi doğru bir şekilde vermediklerinden
kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda bizim yapmaya çalıştığımız şey, bu insanları
utandırarak doğruyu yapmalarını sağlamaktır. Benim yapmak istediğim şey,
Đngiltere’de son 18 aydır medya okur yazarlığını geliştirmek için yaptığımız
çalışmaların bir özetini sunmaktır. Muhtemelen bu işteki en önemli aşama
medya okur yazarlığının denetimini üstlenmektir. Medya okur yazarlığını
geliştirmek istiyorsak, bu kavramın ülkede ne zaman ortaya çıktığını, nerede var
olduğunu ve nerede var olmadığını tespit etmemiz gereklidir. Böylece biz bu
sorumluluğu üstlendik. Bu belki de medya okur yazarlığı alanındaki üstlenilen
Đngiltere’deki en geniş kapsamlı sorumluluktur. Araştırmamızı 3,200 yetişkin ve
yaşları 15 olan 15,000 çocuk üzerinde yaptık ve bunların radyo, televizyon,
Đnternet ve cep telefonu ile ilgili tutum ve davranışlarını ölçümledik. Bu
araştırma bizim medya okur yazarlığıyla ilgili insanların düşüncelerini
görmemiz açısından iyi bir resim ortaya çıkardı. Bu araştırmaya ilişkin raporlar
bizim web sitemizden indirilebilir ve ben hemen size web adresimizi vereyim.
Fakat size en azından bir grafik göstermeden geçemeyeceğim. Aslında burada
yüzlerce rapor var ve ben size eğer ilginizi çekerse Đngiltere’deki medya okur
yazarlığının genel durumunu göstermek istiyorum. Burada gördüğünüz oklar
Đngiltere’deki en yüksek ve en düşük seviyeleri temsil etmektedir. Yeşil ok en
yüksek, kırmızı ok ise en düşük seviyeyi göstermektedir. Buradaki sütunlarda
ne yazdığını okuyamıyor olsanız da, bunlardan ilk beşi insanların bu konudaki
hassasiyetlerini son üçü de biraz daha kritik bir konu olan insanların medyayı
anlamalarıyla ilgili, bu konuya nasıl yaklaştıkları ve güvenleriyle ilgili
konulardır. Örneğin şurada gördüğünüz dörtlü grup ok, yaşları 16 ile 20
arasındaki insanları temsil etmektedir. Bu bize ne ifade etmektedir? Gençler
teknolojiye ilgi gösterdikleri oranda medya okur yazarı olmaktadır. Bu sıradaki
sağda tarafta yer alan kırmızı oklar bize Đngiltere’deki medyanın daha az
kavrandığını ifade etmektedir. Böylece bir taraftan, gençler arasında teknolojiye
hakimiyet görülürken, öte taraftan daha az hayat becerileri ve daha az duyarlılık
görülmektedir. Bu incelememiz gereken bir şeydir. Sonraki satırda, şu şekilde
geçiyorum, şu boşluktaki kırmızı okların tüm insanları temsil ettiğini
göreceksiniz. Buradan görüldüğü üzere herkes medya ile ilgili
görünmemektedir; bu onların alanı değildir. Araştırmanın tüm anahtar
sonuçlarının gösterdiği gibi bizim daha fazla üzerine eğilmemiz gereken yer
burasıdır. Bizim araştırma sonuçlarımız arasında kuzeyli etnik gruplar,
30
engelliler, düşük gelir grupları ve kırsal kesimde yaşayanlara dair de bulgular
mevcuttur.
Araştırmanın yanı sıra bizim resmi olarak basılan bir medya okur yazarlığı
bültenimiz bulunmaktadır ve web sayfasında da bu konuya geniş bir yer
ayrılmaktadır. Türkiye’de de bu şekilde mi bilmiyorum ama Google’da ‘medya
okur yazarlığı’ yazdığınızda, bizim sitemiz genellikle listenin ya ilk ya da ikinci
sırasında çıkmaktadır. Kesin olan bir şey ise, bizim sitemize Google üzerinden
ulaşabiliyorum ama doğrudan yazınca ulaşamıyorum. Size de bu şekilde arama
yapmanızı tavsiye ederim. Yaptığımız çalışmaların çoğu yetişkinleri hedef alan
çalışmalardır. Đnsanların duyarlılıklarını artırmak için ülke çapında kampanyalar
düzenledik. Bunlar yaratıcılık sorumluluğumuz için bazı ürünlerdir. Ayrıca size
aşağıda yer alan Cd ile ilgili de bazı şeyler söyleyeceğim. Bu Kuzey Đrlanda’da
üretilmiştir. 700.000 kopya üretilmiş ve Kuzey Đrlanda’daki tüm posta
kutularına atılarak dağıtılmıştır. Her ne kadar insanların medya okur
yazarlığıyla ilgili olarak konuştuğunu duysanız ve görseniz de burada resim
tamamlanamamaktadır. Şimdi bazı videoları seyretmenin zamanı geldi. Benim
burada size göstermek istediğim, medyanın medya okur yazarlığını nasıl
verdiğine ilişkin iki örnek. Bunlar kısa metrajlı filmler ve ilki BBC’den. Size
BBC hakkında bir şeyler söyleyebilir miyim? Eminim ki BBC’nin bizim temel
kamu yayıncımız olduğunu çok iyi biliyorsunuz. BBC lisans ücretleri gelirine
dayalıdır ve bu rakam yıllık hane başı yaklaşık 360 YTL tutarındadır. Bizim
toplumumuzda televizyonu olan herkes bu parayı çok eskiden beri ödemektedir.
BBC’nin önemli rolü eğlendirmek, bilgilendirmek ve eğitmektir. Böylece BBC
medya okur yazarlığı konusundaki çalışmalarını lisans ücretleriyle
yürütmektedir. Bu ürün, okul çocuklarının haberleri anlamalarının önemine
odaklanmış ve okullara bağlantısı olan bir projedir. Şimdi size göstereceğim
klip daha geniş bir uygulamaya sahip pilot projedir ve önümüzdeki yılın
başlarında uygulamaya geçirilecektir. BBC gazetecileri, çocukları için belirli
günde haber oluşturmak amacıyla okullarla beraber çalışmışlardır. Eğer
teknoloji çalışırsa size bunun nasıl olduğunu özetleyeceğim. (Biz bu
teknolojinin çalışanını göndermiş olmalıydık)
* Klip
* Bana sorulan temel şey: Hayır işleri… Teşekkür ederim.
* Bu projede yer alan çocuklar projeyi çok eğlenceli buldular ve haberler
hakkında çok şey öğrendiler. Ümit ediyorum ki önümüzdeki yıl okulların
önemli bir çoğunluğu benzer bir çalışmaya dahil edilecektir. Fakat burada
insanların sordukları soru neyin insanları daha fazla medya okur yazarı
yapacağıdır. OFCOM’un burada yapacağı şey projeden önce okullara gidip
çocukların haberler hakkındaki bilgisini tespit etmek ve projeden sonra gidip
etkilerini ölçmek ve aradaki farka bakmaktır. Bu yolla diğer organizasyonlara
gidip elimizdeki kanıtları sunmak ve sistemin çalıştığını söylemektir. Çünkü o
31
an bu kuruluşlar sistemin çalıştığına inanmıyoruz diyebilirler. Umarım bunu
aşarız. Şimdi siz lisans ücretleri olmadan da bunu yapabilirlerdi diyebilirsiniz.
Elbette yapabilirlerdi, bu tek yol değildir, tek model değildir. Proje sahipleri
nispeten düşük maliyetli olan web sitelerini kullanırlar, öğretici örnekler
koyarlar ki bunlar karşılaştırma yapıldığında gerçekten düşük maliyetli
çocukların seyredeceği kısa filmlerdir. Madalyonun diğer yüzü olan ikinci
örneğe hemen geçmek istiyorum. Bu tamamen sektör tarafından finanse edilen
ve “media smart” olarak adlandırılan bir projedir. Bu kar amaçlı olmayan ve
2002 yılında reklam sektörü tarafından kurulan bir kuruluştur. Kuruluş amacı
çocukların reklamları ve sponsorluk kavramını daha iyi anlamalarına yardımcı
olmaktır. Bu proje bilinci evde olduğu kadar sınıfta da artırmayı hedefleyen
sınıf-içi bir malzemedir. Projenin bir web sayfası vardır. Đsteyen okulların
ücretsiz olarak indirebileceği ve yararlanabileceği bazı modülleri burada
görüyorsunuz.
* (Web sayfası tanıtımı)
* Đngiliz televizyonlarında medya smart için ayrılan reklam zamanının
parasal büyüklüğü 2,5 milyon sterlindir. Tüm bu oyuncular ki bunlardan
bazılarının markalarını siz de yakından biliyorsunuz, medya smart’ın
kurucularıdır. Görüntüleri şu an görüyorsunuz. Eğiticilerle konuşulmaktadır,
platformdaki insanlarla konuşulmaktadır, tasarım şirketleriyle konuşulmaktadır
ve bizim yaymaya çalıştığımız fikir ve okullara yönelik olarak hazırladığımız
yüksek kalitedeki eğitim malzemelerinin reklamı yapılmaktadır. Bu harita,
medya smart’ın ilerlediği ve gözde olduğu Avrupa ülkelerini göstermektedir.
Buradaki konuklarımız arasından bana soru sorulacağı için çok kısa geçiyorum.
Biz biliyoruz ki Đngiltere’deki medya çok geniş bir oyun sahasıdır ve biz
biliyoruz ki bu alan sadece ticari değildir ve gerçekte topluma geri dönüşü olan
şeyleri koyma ihtiyaçları bulunmaktadır; yani bu onların yapabileceği klasik bir
yoldur. Medyanın yetenekleri vardır, yeteneklerini hayata geçirecek bir kanal
vardır ve medya okur yazarlığı hikayeleri anlatarak oyunun bir parçası
olacakları heyecanları vardır. Tabi ki bu onların müşterileri ve kullanıcılarına
sunacakları bir deneyim kalitesidir. Bu benim kuruluşların kapısını çalıp, bugün
burada bazılarıyla konuştuğumuz gibi, medya okur yazarlığını tanıtmaya
çalıştığımda işimi kolaylaştırmaktadır. Tabi sadece yaptıklarıyla değil; bu
kurumlar bu işin korunması ve kendi paylarının tanınması için de çalışıyorlar ve
ben bu geliştirici çabalarından dolayı bu kuruluşlara müteşekkirim. Sanırım
Đngiltere’de, biz bu işe yeni başladık ve tablolardan da görüleceği üzere daha kat
etmemiz gereken uzun bir yol var ve medya okur yazarı olması gereken ve bu
işten haberdar olmayan bir çok kişi var. Bundan dolayı, burası işin püf noktası,
bu insanlar gelecekte bilinçli tüketici veya katılımcı vatandaş olamayacaklar ve
sayısal dünyada yaşanan küresel devrimin bir parçası olamayacaklardır.
Teşekkür ederim.
32
Prof. Dr. Bülent Çaplı:
Sayın BLAKE’e çok teşekkürler. Đngiltere’de bu alanda neler yapıldığının
çok güzel örneklerini verdi. Bu alanda yapılan çalışmalara ilişkin bilgiler sundu
bize. Biz özel televizyonlarla 1990’ların başında tanıştık. Yasal düzenlemesi
1990’lı yılların ortalarında geldi. Aradan geçen zamana baktığımızda 15 yılı
aşkın bir süredir özel televizyonlarla haşır neşiriz. Özel televizyonlar
hayatımızın ortasında. Fakat bugüne kadar gelinen nokta itibariyle
baktığımızda, şimdiye kadar el yordamıyla bir şeyler yaptığımızı gayet net
farkındayız. Bu bütün taraflar için geçerli. Şimdi artık bu el yordamı üslubunu
bırakıp daha sistematik, daha akademik bilgiye dayalı ve sonuca ulaşacak işler
yapmanın zamanı ki medya okuryazarlığı da böyle bir başlangıç gibi gözüküyor
bir bütünün içerisinde. O nedenle ikinci oturumda da Türkiye’de nasıl bir eğitim
yapılacağına dair görüşmeler olacak. Bütün panelistlere çok teşekkür ediyorum.
Sayın izleyiciler, yorumdan çok soru yöneltirseniz çok seviniriz. Ayrıca
soruyu kime yöneltiyorsanız lütfen bildiriniz. Buyurun söz sizde, önce lütfen
kendinizi de tanıtın.
Dr. Ömer Solak:
Efendim iyi günler. Bu güzel programdan dolayı bütün katılımcılara ve
oturum başkanına çok teşekkür ediyorum. Medya okuryazarlığı önemli bir
konu. Önce kendimi tanıtayım. Dr. Ömer Solak, Yeni Türk EdebiyatıAkademisyenim. Alanım Yeni Türk Edebiyatı. Şimdi televizyonlar hep göz
önünde olan iletişim araçları olduğu için, kamu kuruluşları, yani bunu
denetlemekten sorumlu kamu kuruluşları, RTÜK başta olmak üzere, belki
izleyiciler, belki akademisyenler, Đletişim Fakülteleri, televizyonlarda diğer
iletişim alanlarına oranla daha geçerli bir denetim mekanizması kurabiliyorlar.
Belki o da istenilen düzeyde değil. Ama radyolar bu arada gözden kaçıyor gibi.
Demin RTÜK’den Sayın uzmanımız bu hususta radyoların yaygınlığıyla ilgili
birtakım rakamlar verdi. Hiç de azımsanamayacak rakamlar bunlar. Radyoların
sayısı Türkiye’de Televizyonlardan hiç az değil. Yayın kaliteleri, kullanılan dil
ve yayın etiğine uyuş açısından onların durumu tam bir felaket. RTÜK’ün bu
konuda çalışmaları nedir? Neler düşünülüyor, neler yapılıyor? Radyolar
konusunda sanki biraz daha mı toleraslı davranılıyor, yoksa gözden mi kaçıyor?
Teşekkür ederim.
Prof. Dr. Bülent Çaplı:
Ben teşekkür ederim. Buyurun Sayın Bilge.
Dr. Muhittin BĐLGE:
Şimdi bildiğim kadarıyla Radyo Televizyon Üst Kurulunun yeni yönetimin
nasıl bir paradigma değişikliği yaptığını demin anlatmıştım. Şu anda 1087 radyo
kuruluşu var. Radyo Televizyon Üst Kurulunda Đzleme Değerlendirme
33
Dairesinde 50’ye yakın uzmanı var. Bu kadar uzmanla bu radyo yayıncılarının
denetlenmesi mümkün değil. Ama şu anda SKAS projesi kapsamında yeni bir
teknoloji oluşturuyoruz. Bunun yanında Radyo Televizyon Üst Kurulu Uzman
Yardımcısı istihdam etmeyi düşünüyor bildirim kadarıyla. Bütün bunlardan
sonra kanımca radyoların denetimi çok daha verimli hale gelecek.
Prof. Dr. Bülent Çaplı:
Söz sözde. Kendinizi tanıtırsanız lütfen.
Prof. Dr. Şermin Tekinalp:
Đstanbul Kültür Üniversitesinden Şermin TEKĐNALP. Ben bu paneli
duyduğumda keşke ben de katılsaydım dedim. Çünkü uzun zamandır bu konu
üzerine çalışıyorum. Öğrenci yetiştirdim, hatta tez yazıldı bu konuda, kitaplar
basıldı ve şu anda izlediklerime bakıyorum, o kadar geriyiz ki biz. Biz hâlen
televizyonun yan etkilerini, zararlarını falan tartışıyoruz. Sayın Robin BLAKE
Đngiltere’de neler yapıldığını anlattı. Bizim aşmamız gereken çok büyük bir yol
var.
Önce şunu belirteyim ki bu iş, bu ders Sosyal Bilgiler hocalarına terk
edilmeyecek kadar yoğun ve iyi bilinmesi gereken, bu konuda iyi yetişmiş
hocalarla uygulanması gereken bir alan diye düşünüyorum. Đngiltere’de yıllar
önce başladı. Amerika’da yıllar önce başladı. Kanada’da, Finlandiya’da, birçok
Avrupa ülkesinde başladı bu ders. Ondan sonra da bu dersin işe yaramadığı
tartışılmaya başlandı. Dersle ilgili o kadar çok bu eleştiri geldi ki, bunları da
bilmemiz lazım. Avrupa Topluluğunda, Amerika’da ve diğer ülkelerde, bu
dersin okutulduğu ülkelerde dersin eleştirileri yapılıyor hâlen. Ve bugün gelinen
aşamada şu tartışılıyor: Artık bu derste acaba medya düşmanı mı yetiştirilmeli,
yoksa öğrencilerin demokratik, demokrat vatandaş, katılımcı, eleştirel gözle
bakabilen ancak zevki ve eğlenceyi de nötrleştirmeyen öğrenciler yetiştirilmesi
üzerinde mi durulmalı? Ve en çok üzerinde durulan konu da yetersiz
öğretmenler. Çünkü öğretmenler birer ideolog gibi çalışabiliyorlar. Ve dersi çok
değişik kanallara kanalize edebiliyorlar. Kendi ideolojilerini aşılayabiliyorlar.
Bugün bunlar tartışılıyor Avrupa’da, Amerika’da. Artık bu ders bitti. Ders yıllar
önce konuldu, tartışılan şeyler çok değişik. Keşke bundan sonra yapılacak
panellerde bütün bunları konuşabilirsek çok çok iyi olur diye düşünüyorum. Ve
Sayın Robin BLAKE’e şunu soruyorum: Hocaların yetiştirilmesi konusunda ne
düşünüyorlar. Çok önemli bir konu. Yani bu iş öyle birkaç seminerle
öğretilecek bir ders mi? Kendileri bu konuda ne yapıyorlar? Teşekkür ederim.
Prof. Dr. Bülent Çaplı:
Teşekkürler hocam. Buyurun Sayın BLAKE.
34
Robin BLAKE
- We see in the United Kingdom that the single most important way of
getting school children more media literate is to go to teachers first. They
are a priority. In the United Kingdom, when teachers are being initially
trained, they have almost none if no media awareness, it is not a part of
their curriculum and in professional in so and continuing education, they
have no part at the moment. We recognize that teachers feel completely
unskilled in delivering media within the classroom unless we address that
we would like to get the children to the level we want them to be. At the
moment it is in a, if I use the right phrase, in the getup which is in
English. The studying of narrative anywhere else in the curriculum; it is a
rarity. And we want it across the curriculum. Every subjection have the
right to use the media and understand the media within the context of that
subject. And not just in two hours or four hours a week in an English
lesson mainly about Shakespeare or any other film makers. (Sayfa 35)
Prof. Dr. Bülent Çaplı:
Buyurun söz sizde. Öncelikle kendinizi tanıtınız lütfen.
Doç. Dr. Mine Gencelbek:
Doç. Dr. Mine Gencelbek. Ankara Üniversitesi Đletişim Fakültesindenim.
Aslında Türkiye’de başlayan uygulamaya dair de bazı eleştiriler yoluyla katkıda
bulunmak isterdim ama belki ikinci oturumu dinledikten sonra daha iyi
bilgilendirilebilirim. Ondan sonra o konuda katkıda bulunurum. Şimdi sadece
küçücük bir katkıda bulunacağım bu ilkeler konusunda. Oğuz Haksever
sunuşunun sonucunda öneri olarak bazı ilkeler dile getirdi, Çaplı Hoca da
RTÜK’te yapılacak bir çalışmadan söz etti. Ben de sizi başka bir çalışma
konusunda bilgilendirmek istiyorum. O da British Council desteğiyle yapılan
Median Social Enculucion yani Medya ve Toplumsal Katılım Projesi. Bence
medya okuryazarlığı ile bu proje arasında çok yakın bağlar var. Medyada
dezavantajlı konumdaki grupların nasıl temsil edildiğini, yeterince temsil edilip
edilmediğini ve nasıl temsil edildiğini araştıran bir içerik analizi yaptık.
Kadınlar, engelliler, çocuklar, farklı kültürel gruplar başta olmak üzere. Bu
35
temsile dair araştırmayı British Council web sitesinde bulabilirsiniz. Aynı
zamanda da bu içerikten ve durum tespitinden hareketle ve yapılan bir basın
toplantısında bu araştırma paylaşıldıktan sonra, şimdi sıra ilkelerin daha
doğrusu gazetecilerin, bizzat medya profesyonellerinin kendi kendilerinin
ilkelerini belirlemesine geldi. Yani geçmişten farklı olarak üstten ilkelerin
inmesi değil, kendilerinin tartışarak bu ilkeleri belirlemesinden söz ediyorum.
Ve önümüzdeki günlerde atölye çalışmalarımız devam edecek. Diğer partner
kuruluşun da BBC olduğunu belirtmek isterim. Teşekkür ederim.
Prof. Dr. Bülent Çaplı:
Çok teşekkürler. Buyurun sorurunuz sorabilirsiniz.
Katılımcı:
Sayın başkan çok teşekkür ediyorum. Bu güzel paneli bu önemli günde
düzenleyenleri de ayrıca kutluyorum. Ben Ankara Đli Mamak Đlçesi Ahmet
Hızal Đlköğretim Okulu Müdürüyüm. Bir iki yıl içerisinde öğretmenlerin emeği
olmadan da çocuklar kendi aralarında beş altı bin imzalık bir imza toplamışlar.
Biz bunu RTÜK temsilcilerine teslim etmek isteriz. Ama soru sormamızı
yorumdan kaçınmamızı ifade ettiniz. Ama müsaade ederseniz ben bu altı bin
imzanın üstündeki çocukların duyguların da burada söylemek istiyorum.
Günümüzün en etkili iletişim aracı olan televizyonun bilgi kaynağı değil de
reyting savaşlarının galibi olarak evimize girmesi, ne yazıktır ki bizi biz eden
değerlerin bir çoğunun unutulup yok olmasına neden olmuştur. Son yıllarda
yayın hayatına başlayan birçok özel kanalın insanları bilgilendirmek, gelenek ve
göreneklerine yatkın ahlaki değerleri göz önünde bulunduracak şekilde yayın
yapmaktan uzak, sadece çıkar ve kazanç kaygısı içinde yayın yaptıkları
görülmektedir. Yapılan programların birçoğunun kaynağına bakıldığında,
yabancı ülkelerde yayınlanıp reyting galibi gelmiş programlar olduğu
görülmektedir. Peki bir Türk olarak bizim kültürümüz, değer yargılarımız,
gelenek göreneklerimiz ve ahlak yapımız, bu batılı ülkeler ile bire bir
örtüşmekte midir? Bugün Müslüman mahallesinde salyangoz satan bu haya
tacirlerinin hiç mi vicdanları sızlamaz. Biz çocukların körpecik beyinlerini
kazanç ve reyting kaygısı ile zehirleyen, bizim ruh sağlığımızı bozan, bizleri
saldırganlığa yönlendiren bu insanlara ne zaman dur diyeceğiz? Bizlere Türk
ulusunun millî ve manevi değerlerini yansıtmayan, bizleri bilgilendirmeyip
sadece uyuşturan, hayal alemine sürükleyen, saldırgan, mutsuz, kavgacı bir
gençlik olarak yetişmemizde büyük etkisi olan bazı özel televizyon kanallarına
lütfen dur diyelim. Biz Mamak Ahmet Hızal Đlköğretim Okulu öğretmen ve
öğrencileri olarak, bu konuda bir adım atıp rahatsızlığımızı imza toplayarak dile
getirdik. Lütfen bu konuya ilgi gösterilsin. Teşekkür ederim.
Robin BLAKE
36
Bunları bulmak ve bunları yüz binlere yöneltmek ve zannediyorum ki
bunun en yükseği bir hata yapan yayıncıya 2 milyon pound ödendiğini
hatırlıyorum. Sonuçta, lisansı geri alabilir ve iptal edebiliriz. Biz çok
gerçekçi bir şekilde oyun dışı bırakıyoruz. Bir soru sormak ister misiniz?
Birincisi evet. OFCOM, daha önce de belirttiğim gibi, beş düzenleyiciyi
biraraya getirmektedir. Bir ana gemi vardır ve bu çerçevede özel
alanlarda çalışan bir düzine insan grupları vardır. Bir tanesi, içeriğe bakar
ve hem radyo ve tv için bir başkası vardır ki, tayf yönetimi (spectrum
managment) ve diğeri telefon ve vs. Ancak burada insanlar için önemli
olduğunu düşündüğüm içerik alanı çerçevesinde, bir başka deyişle, tv ve
radyo programlarında, içerik teknesi dediğimiz ikinci bir tekne ve
örneğin bunlar, 12 kişiden oluşan toplumumuzun çok kıdemli kişileri her
ay mahkeme gibi konulara ilişkin olarak karar vermek üzere bir araya
gelirler. Tüm medyada en yüksek düzeyde çalışmış olan kişiler vardır ve
bunlar OFCOM’un yönetimindedirler. Biz aynı zamanda buna bir
koruyucu olarak, konuların değişmesini istersek, danışmalarda
bulunmamız gerekir; ve aynı zamanda etki değerlendirme dedikleri
(impact assesments) konuları üstleniriz. Eğer, kurallarımızın herhangi
birinin değiştirilmesini önerirsek……… …….Biz medya ile medya okur
yazarlığına ilişkin konularda, aynı zamanda da programları ile ilgili vs.
konularda da devamlı günlük diyalog halindeyiz.Bu nedenle, lütfen
OFCOM’un bir fildişi kulede oturduğunu düşünmeyin, çünkü,
sürdürdüğümüz ilişki bu değildir. Bildiğiniz gibi bu kadar çabuk değişen
medya dünyasındaki teknikle temas halinde olabilmek için çok yakın
çalışmaya gayret ediyoruz. (KONTROL EDĐLECEK)
Prof. Dr. Bülent Çaplı:
Sizin de sorunuzu alalım lütfen.
Hüseyin Kaya:
Teşekkür ediyorum. Đsmim Hüseyin KAYA. Malatya Milli Eğitim
Müdürlüğü adına katılıyorum buraya. Benim sorum hem salon başkanına hem
de Oğuz Haksever’e. Sorum şu: şu anda RTÜK Uzmanımızın verdiği verilere
göre Türkiye’de halkın yeterli anlamda eğitimsel donanıma sahip olmadığı ve
halkın medya okuryazarlığı konusunda gerekli bilgiye sahip olmadığı ortaya
çıktı. Ben bir de şunu söylemek istiyorum. Talim ve Terbiye Kurulu
Başkanlığımızın yapmış olduğu bir çalışma var. Đşte pilot okullarımızdaki
uygulama önümüzdeki senelerde de tüm yurt genelinde makro anlamda
uygulamaya konulacak. Yani halk ya da öğrencilerimiz tam anlamıyla
donanıma sahip değildi. Ama bu uygulamayla önemli bir mesafe katedilecek.
37
Peki medyanın kendisi gerçek anlamda okuryazar mı? Gerekli pedagojik
formasyona, pedagojik eğitime sahip mi? Bunu sormak istiyorum. Teşekkür
ediyorum.
Oğuz Haksever:
Benim bildirim kadarıyla medya okuryazarlığının ne olduğu konusunda bile
belirli bir bilgi yok. Yani bu konuda kendi bilgilerimi söyledim. Bunlar benim
düşüncelerim ama ciddi bir bilgi birikimi ve yetişmiş eleman sorunu var. O
yüzden işin hep kolayına kaçılıyor. Yani biraz önce beyefendi okulunun
duyurusunu bizlere okurken, “Neden kendi kültürümüze yönelik programlar
yapılmıyor da dışarıdan gelen işte yapımlar gösteriliyor?” diye sordu. Yok ki.
Ya da doğru dürüst yapılanı yok. Đşin bir de bu boyutu var. Yani dürüst olalım.
Biraz daha acı konuşalım. Yok. Gerçekten yok. Yani oturup şu önemli; yani
sokağa çıktığınız zaman insanlara, “Hangi tür programları izlemek istersiniz?”
diye soruyorsunuz. Aldığınız yanıt “Eğitici programlar istiyoruz, belgeseller
yayınlansın.” oluyor. Vallahi yayınlansa hiçbir şey izlemezler. Yani işin bir de o
boyutu var. Doğru söylemiyorlar. Çünkü insanız hepimiz. Gerçekten belgesel
konusunda ciddi eksiklerimiz var. Yani tamam kendi kültürümüzü tanıtalım
veya kendi kültürümüze sahip çıkalım ama kim yapacak bunu? Nasıl yapacak,
ne kadar imkân sağlanıyor? Aslında bakarsanız Kültür Bakanlığı çok iyi paralar
veriyor. Ama doğru dürüst yapılmıyor. Medyada bu konuda ciddi bir bilinç
eksikliği var. Yani dediğim gibi isterseniz birisi bir araştırsın; televizyonlarda
medya okuryazarlığının ne olduğu konusunda anî sınavlar yapılsın, bir sorulsun
bakalım ne kadar biliniyor?
Doğan Gönüllü (Zonguldak-Demokrat TV):
Teşekkür ederim. Đsmim Doğan Gönüllü. Zonguldak Ereğli’de yerel yayın
yapmakta olan Demokrat radyo, televizyon ve gazetenin Genel Müdürlüğünü
yapıyorum. Ben en son söyleyeceğimi en başta söyleyim isterseniz. Bu panelin
adı Medya Okuryazarlığı, ama sonuçta galiba medyacı okuryazarlığı hâline
gelecek. Çünkü gerçekler bunu gösteriyor. Oğuz Bey’de en son söyledi. Ulusal
diye nitelendirdiğimiz bir televizyonun Türkiye’deki çok önemli bir ismi bu
itirafta bulunmuşken, biz yerel radyo, televizyon ve gazetelerin durumunu siz
düşünün diyorum ve şunu da eklemek istiyorum. Ulusal dediğimiz genel radyo
ve televizyonlar ne kadar para kazanacağının hesabını yaparken, bizler bu ay ne
kadar daha az para kaybedebilirizin hesabını yapıyoruz ve Oğuz beyin gene
baştan dillendirdiği kaygıları aynen biz de taşıyoruz ve şu soruyu yöneltmek
istiyorum devamında: Sayın RTÜK Başkanım olabilir ya da yetkili olabilir. Bu
eğitimlerden, bu projelerden yerel radyo ve televizyonları nasıl
faydalandırabiliriz? Çok sayıda yerel radyo ve televizyon var ve çok sayıdaki
insana her gün hitap ediyorlar. Olanaksızlıklar da biliniyor. RTÜK bir proje de
geliştirip, mekân olarak Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okulları kullanarak;
üniversite, meslek birlikleri bir araya gelip sadece ve sadece genelin yanında
38
yerel ve bölgesel radyo ve televizyoncuların, yani medya mensuplarının
yetiştirilmesi konusunda bir çaba sarf edilebilir mi? Teşekkür ederim.
Prof. Dr. Bülent Çaplı:
Teşekkürler. Sayın BĐLGE buyurun
Dr. Muhittin Bilge:
Tabi sayın başkanım ve sayın üyelerim burada. Beyefendinin söylediklerini
bu merciler dikkate alacaktır. Şimdi medya okuryazarlığı bağlamında değil ama
zaten Eğitim Dairesi sürekli seminerler yapıyor illerde ve bölgelerde. Ama siz
spesifik olarak medya okuryazarlığı bağlamında sordunuz herhâlde. Sanıyorum
bundan sonra belki Eğitim Dairesinin yaptığı seminerlerde Medya
Okuryazarlığı konusu da verilebilir.
Prof. Dr. Bülent Çaplı:
Bir ekleme Sayın Haksever’den gelecek. Buyurun efendim.
Oğuz Haksever:
Arkadaşın önerisi çok önemli. Yani bana bir şeyi hatırlattı. Gerçekten bu
konuda medya çalışanlarının da bilgilendirilmesinde büyük yarar var. Yani bir
muhabiri, bir editörü gözünüzün önüne şöyle bir getirin. O kadar ciddi bir iş
yapıyor ki, yani tuşlara basarken yazacağı kelimeleri, hazırlayacağı haberi
milyonlarca insan izliyor. Var mı böyle bir şey dünyada? Bu korkunç bir yetki
gibi. Yani üstelik izleyicilerin o gün olan bitenler arasında neleri, hangilerini
izleyebileceklerine biz karar veriyoruz. Bundan daha muazzam bir güç, yetki
olabilir mi bilmiyorum. Çok enteresan bir durum bu. Biz farkında olmuyoruz
tabi günlük koşuşturma arasında ama, çok şükür ki bir serbest rekabet ortamı
var. Yani kimsenin de ne olur özel kanalları da o kadar günah keçisi
görülmemesi lazım. Bugün bir yere geldi, çok ciddi yerlere doğru gidiyor. Bu
da önemli bir durum. Arkadaşımın önerisinin önemi şurada; bunları öğretirlerse
örneğin etik kuralları bir anlamda daha iyi perçinleyecekler, kendi kendilerine
yayıncılık etiğini öğrenme durumuna doğru gidecekler. Eskiden Türkiye’de bu
pek fazla gündemde değildi. Ben kişisel olarak söyleyeyim; hani oturup
araştırmasam etmesem ben de uzun süre bu etik, gazetecilik etiği, yayıncılık
etiği nedir bilmezdim. Kim bilir ne bardaklar kırdık yani. Ama bir an bir yerde
farkına vardıktan sonra bu gelişmeye başladı.
Doğan Gönüllü:
Evet, Oğuz Bey’e ekleme yapmak istiyorum. Söylediğiniz gibi bir editörün
ne kadar önemli bir görevi var. Milyonlarca insanı etkiliyor. Đşte biz yerel
televizyonlarda ister istemez sokaktan aldığımız fotoğrafçıyı kameraman
yapıyoruz. Yetişmiş eleman sıkıntımız var. Bir otomobilimizi tamir eden
tamircinin yetki belgesi var. Duvarına yetki belgesi asıyor. Duvarında yetki
39
belgesi olmadan otomobiline müdahale etmesi şu anki yasalara göre de engel.
Ama milyonları, ya da binleri, ya da yüz binleri etkileyen programcıların,
habercilerin, kameramanların hiçbir yetki belgeleri yok. Sayın RTÜK
yetkilisinden bu konuda çalışma yapılmasını istiyorum. Belgelendirilmek
koşuluyla bu eğitimleri eğer bir projelendirilebilirlerse çok memnun oluruz.
Teşekkür ediyorum.
Mehmet DADAK (Radyo Televizyon Üst Kurul Üyesi):
Teşekkür ederim bu soruyu sorduğunuz için. Ben Radyo Televizyon Üst
Kurul Üyesi Avukat Mehmet DADAK. Şimdi bu sorduğunuz soru Üst
Kurulumuzda görüşüldü. Biz bugüne kadar geçen hafta on yedincisini yerel ve
bölgesel radyo ve televizyon yayıncılarının seminer toplantısını yaptık.
Sanıyorum sizin bölgedeki toplantı için Samsun’a geldik. Samsuna çağrıldık.
Bu medya okuryazarlığı, Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun yeni projelerinden
birisi. Yeni projelerinden olduğu için şimdiye kadarki seminerlerimize bunu
koymadık, ama bundan sonraki seminerlerimize kesinlikle koyacağız. Đkinci
sorduğunuz soruya gelince, bunu biz Üst Kurulumuzda defalarca tartıştık.
Söyledikleriniz çok haklı. Milyonlarca kişiye hitap eden bir yerel veyahutta
bölgesel ya da ulusal televizyon yetkilisinin elbette bir ruhsatı, bir belgesi, bir
eğitimi olması lazım. Sanıyorum yayıncılığımızın ve bugün üretilen ulusal
kanallarda ve bölgesel, yerel kanallarda üretilen ile halkımızın tükettiği ve çok
da işte hoşnut olmadığı konuların ana noktalarından birinin de burası olduğunu
sanıyorum. Yani çok önemli kriterlerden birisinin de burası olduğunu
sanıyorum. Ve mutlaka medya patronlarının, medya yöneticilerinin, medya
yönetenlerin ve medya çalışanlarının mutlaka ve mutlaka birer belgesi olması
gerektiğine ve mutlaka etik değerlere hepimizden fazla onların sahip olması
gerektiğine kesinlikle Üst Kurulumuzun bir inancı ve kanaati vardır. Hatta aynı
şekilde üst kurulda sık sık konuştuğumuz konulardan birisi yine diyoruz ki;
üniversitelerle, televizyoncularla, RTÜK birleşerek bir Medya Enstitüsü, bir
Medya Okulu gibi bir şey yapabilir miyiz? Bunun mali portresi nedir? Buradan
herkesi bir kursa tabi tutabilir miyiz? Çünkü biz toplam kaliteyi
yükseltmediğimiz sürece anlıyoruz ki Türkiye’de yayın düzeyini, üyesi olmaya
çalıştığımız AB’ye uygun hâle getiremeyeceğiz. Bu proje RTÜK gündeminde
var ama maliyeti tabi çok yüksek bir proje. Bunu ne kadar karşılayabiliriz
bilemiyorum. Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Prof. Dr. Bülent Çaplı:
Biz teşekkür ederiz. Son soruları alacağım. Size söz vereceğim Beyefendi.
Buyurun lütfen.
Prof. Dr. Ayhan Aydın
Teşekkürler.
Prof. Dr. Ayhan Aydın. Şimdi buradaki konuşmaları
dinleyince insanın aklına şu geliyor: Bumerang gibi bu kalitesiz yayınların
40
dönüp bu kuruluşları vurmasını bekleyeceğiz galiba. Çünkü kâğıttan kahraman
yaratan bu kanallar gerçekten freni patlamış bir kamyon gibi toplumu ezip
geçmekteler. Cinayet haberleri günlük haberlerin içerisinde. Tabi meraklıları
için vermek gerekir bunları. Çünkü Oğuz Bey’in de söylediği gibi marazi
birtakım duygular vardır, bunlar kullanılır. Hani ortalama insanlarda değil
aslında bu, üzgünüm ama bir eğitim bilimci olarak. Onun bile altını galiba hedef
kitle olarak benimsemişiz. Peki dedikodular kişisel olarak yani tırnak içinde
sanatçıların günlük yaşamları acaba çocuklarımızı ve gençlerimizi ne kadar
ilgilendiriyor? Şiddet programları hangi gelişmiş ülkelerde bu tür programlar
rastgele yayınlanır. Eğer şartsa lütfen şifreli kanallara koyalım bunları. Çünkü
kamu yararı ilkesi açısından bakınca bir topluma bu kadar zarar verilemez.
Resmen bir ahlaki çöküntü yaşıyoruz. Değerler kayboluyor. Anomi oluşuyor.
Örneğin bir cinayet haberini doğal karşılamaya başlıyoruz. Yani siz yemek
yerken -sistematik duyarsızlaştırma derler buna psikolojide- bunu izlerseniz,
yemeğinizi yersiniz, o orada ölür, kanlar akar, ne kadar güzel değil mi? Hangi
gelişmiş ülkede bu tür manzaralar günlük hayatın bir parçası haline getirilebilir.
Sonra duyarlılık azalıyor, suçlar artıyor. Gerçekten suçlar her kategoride artıyor.
Yani uyuşturucu kullanımı artıyor değil mi? Şiddet programları, geçen yılın
moda dizisini hatırlıyor musunuz? Birinin ağzının içerisine silah sokuluyordu.
Tesadüf yani. Yani derslerimizde de kullanmak durumunda olduğumuz için bu
tür şeyleri gençleri bilgilendirmek adına ara sıra bakıyorum, inanın
dayanamıyorum. En çok izlenen programlar üzgünüm en kalitesiz programlar
ne yazık ki. Şuraya gelmek istiyorum. Gerçekten bir vatandaş olarak da
üzgünüm. Anne babaların da burada konuşması gerekirdi. Çocuklarımızın
özellikle değerli Okul Müdürümüzün katkısı çok önemli. 6000’e yakın çocuktan
gelen dilekçe var. Acaba RTÜK’ün yeterince yetkileri yok mu? RTÜK
yetkililerinin de burada durumdan yakındıklarını gözlüyoruz. Bu doğrusu çok
üzücü. Eğer yetkiler yoksa yasal düzenlemeler için kamuoyunun
bilgilendirilmesi gerekir. Çünkü halkın bilinçlenmesini bekleyemeyiz. Bu çok
daha tehlikeli noktalara getirir bizi. Derhâl birtakım önlemler almak gerekiyor.
Nihayet aramızda yabancı konuklar da var. Başka ülkelerde bir takım modeller
de var. Lütfen bunları izleyerek derhal ne yapılabilirse, yarın çok geç olacak
çünkü. Üzgünüm. Bu konuda gerçekten RTÜK bir şeyler yapmayı hedefliyor
mu? Bu değerli toplantı için kendilerine gerçekten çok teşekkür ediyorum. Bir
araya gelme fırsatı sağlaması açısından önemli bir toplantı. Ama bu toplantıyı
yakınmaya dönüştürmeyelim lütfen. Somut birtakım şeyler görelim.
Prof. Dr. Bülent Çaplı:
Buyurun beyefendi. Siz başından beri söz istiyordunuz. Buyurun. Kısa
olursa lütfen.
Yaşar BOZ
41
Đsmim Yaşar BOZ. Adıyaman Đlköğretim Müfettişleri Başkanı olarak, bir
eğitimci olarak katıldım. OFCOM’du sanıyorum ismi. OFCOM’un bu medya
okuryazarlığı konusunda izlediğimiz kadarıyla birçok program hazırladığını
gördük ve bunların birçoğunu ücretsiz olarak çocuklara ve gençlere ulaştırdığını
izledik. Güzel bir şey. Acaba merak ettiğim bunun finansmanı doğrudan
devletten mi sağlanıyor? Yoksa diğer kurumlardan, derneklerden katkılar
sağlıyor mu? Bir diğer sorum ise; doğrudan doğruya Oğuz beye yöneltmek
istiyorum. Ben yurtdışında da eğitimci olarak görev yaptım. Orada yaşadığım
küçücük bir anımı anlatarak Oğuz Bey’den de onun cevabını almak istiyorum.
Şimdi iki ve üçüncü sınıf düzeyinde çocuklarım. Türk çocuklarına orada Türk
Kültürü ve Türkçe öğretiyoruz. Đşte devletler arası anlaşmalar gereği böyle bir
görevimiz var. Fransa’da görev yapıyordum. Çocuklarıma buradan ülkemizi
tanıtıcı CD’ler hazırlattım, o zaman ve götürdüm. Zaman zaman onları
izletiyorum. Çocuklar bir ara Türkiye’nin o güzelliklerini, doğa güzelliklerini,
tarihî güzelliklerini gördükten sonra aynen gayri ihtiyari hep bir ağızdan
öğretmenim Türkiye’yi çok seviyoruz dediler. Ben de peşinden şu soruyu
yönelttim. “Seviyorsunuz da peki Türkiye’de yaşamak ister misiniz?” diye
sordum. Bir anda o konuşan diller susuverdi. Sonra bir kızımız kalktı. “Evet
Ayşe ne diyorsun bu konuda?” dedim. Dedi ki; öğretmenim seviyorum, çok
seviyorum ama ben yaşamak istemem. “Neden yaşamak istemezsi?” dedim.
“Ama Türkiye’de hep insanları öldürüyorlar. Hep vuruyor, kırıyorlar.” dedi. Bu
gerçekten büyük bir felaket. Şunu sormak istiyorum: Đstanbul 15 milyonluk bir
nüfus. Bir olay oluyor, bir bıçaklanma olayı. Yarım saat bir televizyonun
çevirip çevirip, -bizde temcit pilavı derler- onu devamlı vermesi acaba doğru
mudur? Çünkü bildiğimiz kadarıyla eğitimci olarak eğitim ilkelerinin en
önemlilerinden birisi, iyi örneklerden yola çıkılarak çocuğa kazanımlar
verilmesidir. Ama inanın televizyon kanallarımızda hiç bunları göremiyoruz.
Bu güzel örnekleri görmek istiyoruz.
Prof. Dr. Bülent Çaplı:
Teşekkür ederim. Sayın Blake buyurun.
Robin BLAKE
Bu proje ile ilgili fonların nerden geldiğine ilişkin bir soru soruyorsunuz?
Yaşanan medya okur yazarlığına yönelik yüzlerce proje için Birleşik
Krallığın bir wash olduğu izlenimini verdiğimi zannediyorum. Böyle
değil, belki zaman içinde öyle olacak Bu gün bazılarını gördüğümüz,
halen yürürlükte olan projeler, bazı durumlarda BBC’nin fonlarından,
lisans harçlarından nemalanmakta olup böylece ülkedeki her seyirci, her
dinleyici bunun için ödeme yapmaktadır. Sanayi ödemektedir: çünkü
onlardan bunu yapmalarını istemekteyiz ve onlarda bunu yapmaya
42
arzuludurlar. Hem sosyal sorumluluk ve kazançlarının bir kısmını
topluluğa vermek gibi nedenlerle hükümet bunların bazılarına eğitim
bütçeleri yoluyla fon vermektedir. Ve aynı zamanda şunu da söylemek
isterim ki katılanların bazıları, kaynakları kullanan ve tüketenlerin
bazıları işi yapıyorlarsa bunu ödemeye isteklidirler. (KONTROL
EDĐLECEK)
Oğuz HAKSEVER
Bana yönelik soruya gelince aslında bildirimi sunarken ya da
söyleyeceklerimi söylerken bahsetmiştim. Tamam. Yani şiddet görüntüsüne
bakmak insan olarak bir marazi duygumuz. Bu kullanılıyor. Bunun en temel
sebebi, yani bir ufak bıçaklama olayının görüntüsünün defalarca verilmesi
yanlış bir şey. Ha. Đstanbul’a gelen Liverpoul taraftarları bıçaklanırsa elbette bu
ciddi bir haberdir. Hatta ölüm olursa elbet bunu verir. Bunu birbirinden ayırmak
lazım. O zaman, ne bileyim bir haber kanalında gündeme gelir. O defalarca
gösterilmiş anlamına gelmez. Burada sorun tembellik. Yani açıkça tekrar
ediyorum, tembellik. Neden? Çünkü ciddi bir konuyu, insanların bilmesi
gereken bir konuyu, yayıncının, habercinin, gazetecinin, idealizminden beslenen
herhangi bir mevzuyu izleyiciye aktarmak, beyin patlatmak ister, kafa yormak
ister. Ciddi bir birikim ister. Sinematografiyi televizyonda gerçekten bir
yönetmen düzeyinde bilmeyi gerektirir. Bunlar zor ağır işler. Niye bunlarla
uğraşılsın ki? Đnsanın marazi duygusuna hitap ettiğinizde bakıyor mu? Bakın
izliyor mu diye sormuyorum, bakıyor mu? Evet ise o zaman verirsiniz gider.
Tekrar ediyorum, ertesi gün de reyting mühendisleri bakar ne kadar almış
reyting almış olduğunu öğrenir. Bir gün sonra nasılsa Türkiye bu işlerin
cenneti, bir tane daha haber bulursunuz. Zaten birçok televizyon, haber ajansları
bunları kovalıyorlar. Yani sebep bu. Ben başka bir şey bulamıyorum. Ne kadar
kendi mesleğimizde bilincimizi kabartırsak, bunun sonucunda kalite o kadar
yükselecek. Bu konuda iletişim okullarının, mesleki örgütlerin çok çok ciddi
düşünüp çalışması lazım.
Prof. Dr. Bülent Çaplı:
Sayın üyeden bir yorum alalım.
Dr. Muhittin BĐLGE
Değerli arkadaşlar, takdir edersiniz RTÜK ve Türkiye’de televizyonculuk
henüz on iki yaşında. RTÜK 1994 yılında kuruldu. Özel televizyonlar da 1990
yılında kuruldu. Yani on, on beş, on altı yıllık bir olay. Tabiîki bizim de
eksiklerimiz, noksanlarımız var. Ama şunu biliniz ki 2005 Şubat’ında seçilen
yeni Radyo Televizyon Üst Kurulu televizyonlarda şiddete, pornografiye,
müstehcenliği kesinlikle ve kesinlikle müsamaha göstermiyor. Ancak, bizim
43
bütün yaptıklarımız, idarenin bütün yaptıkları gibi yargı denetimine tabidir. Biz
Üst Kurul olarak bir karar alıyoruz. Televizyoncu arkadaşlar için bir ihlal kararı
veriyoruz. Hemen mahkemeye gidiliyor. Mahkemeden YD dediğimiz
Yürütmenin Durdurulması alınıyor. Yürütmenin durdurulmasını alınınca da bir
daha aynı programa ceza vermemiz mümkün değil. Ta ki o dava sonuçlanacak,
leyhimize sonuçlanırsa bizim verdiğimiz ceza geçerli olacak. Yoksa
mahkemeden beraat alırsa, o programa mahkeme ilamı alınıncaya kadar bir
daha ceza veremiyoruz. Đlk olarak bunu bilmemiz lazım. Đkincisi bu sizlerin
şikayet ettiğiniz, bu şiddet pornografi vesairelerin hemen hemen hepsinde aynı
durum vardır. Ama mahkemeler neticelenmediği için şu anda bir yerde
mahkemelerin neticelenmesini bekliyoruz. 3984 sayılı yasamız 2002’de değişti.
Anayasa mahkemesi bazı bölümlerini iptal etti. Onun dışında kalan bölümler
için Yürütmeyi Durdurma verdi ve iptal etti. Biz yeni bir 3984 sayılı Radyo ve
Televizyonların kuruluş ve yayınları hakkında kanun tasarısı hazırladık. Üst
Kurulumuz hakikaten çok yoğun olarak çalıştı. Bunu geçen ay meclise
sevkettik. Đnşallah meclisten de bu dönem çıkacağı sinyallerini, izlenimlerini
alıyoruz. Çıkarsa daha iyi bir yayın hayatını amaçlıyoruz. Ancak arkadaşımızın
söylediği gibi kapatmak çare değil kesinlikle. Bu yayıncı arkadaşlarımızla
birlikte Türkiye’nin yayın politikasını belli bir seviyeye getirmek zorundayız.
Yani çağ dışı kalarak, kapatarak bir şey yapamayız. Birlikte çalışarak, birlikte
üreterek, birlikte eleştirerek Türkiye’de yayıncılığı belli bir konuma, seviyeye
getirmek istiyoruz. Teşekkür ediyorum.
Prof. Dr. Bülent Çaplı:
Evet çok teşekkürler. Zamanımızı aştık. Bütün katılımcılara, panelistlere
çok teşekkür ediyorum. Sizlere de teşekkürler. Gayet verimli bir oturum oldu.
Đyi günler dileklerimle.
II. BÖLÜM
Medya Okuryazarlığı – Nasıl Bir Eğitim?
Oturum Başkanı : Prof. Dr. Davut Dursun
Panelistler
: Prof. Dr. Meral Uysal, Evelyne Bevort, Dr. Vahap
Özpolat, Mehmet Akif Sütcü, Fatih Kölük
Prof. Dr. Davut Dursun:
Birinci oturumda temel bir aktör olarak medyanın rolü değişik açılardan ele
alındı. Çeşitli sorular gündeme geldi. O soruların bazılarına bu çerçevede bazı
cevaplar bulundu, bazılarına ise cevap bulamadı. Çünkü cevabı hemen
verilebilecek sorular var, hemen verilemeyecekler var. Cevabın ne olduğunun
44
uzun uzun üzerinde düşünülmesi gerekli sorular var. O bakımdan burada hemen
çözüm üretmek elbette mümkün değil. Đkinci oturumda, panelimizin ikinci
kısmında daha çok eğitime ilişkin tartışma yürüteceğiz. “Medya Okuryazarlığı,
Nasıl bir eğitim?” sorusuyla ele alınıyor? Bildiğiniz gibi medya okuryazarlığı
konusu bir eğitim meselesi esas itibariyle. Deyim yerindeyse son yıllarda
gelişen mikroçip teknolojisinin veya mikro elektronik teknolojiyle birlikte
gündeme gelen bilgi iletişim teknolojileri çerçevesindeki büyük gelişme veya
devrimsel gelişmelerle birlikte bilginin, sesin ve görüntünün bir yerden bir
başka yere nakledilmesinde, şimdiye kadar bildiğimiz, alışılagelen geleneksel
yöntemlerin dışında çok farklı, çok değişik, çok hızlı, çok dinamik bir yapıyla
karşı karşıya gelmiş bulunuyoruz. Yani daha düne kadar bilginin, sesin ve
görüntünün bir yerden bir yere nakledilmesinde, bir kaynaktan alıcılara
ulaştırılmasında, paylaşılmasında ve dağıtılmasında bildiğimiz geleneksel
yöntemler cariydi. Ya sözlü olarak birisinin anlatımıyla bilgi elde ediyorduk
veya bilgiyi yazılı kaynaklardan elde ediyorduk. Yani kitabi yazılı kaynaklara
ulaşarak bilginin elde edilmesi mümkün oluyordu. Oysaki bugün son derece
farklı bir yapıyla, farklı bir formla karşı karşıyayız. Yani artık sözlü
bilgilenmenin kitabi ve yazılı bilgilenmenin ötesinde daha etkin yeni yöntemler,
yeni bilgilenme formaları gündeme gelmiş bulunuyor. Burada belki işaret
edilmesi gerekli olan husus, bilgi üzerinde geleneksel devletlerin değilse bile,
modern ulus devletlerin ciddi anlamda bir kontrolü, denetimi söz konusuydu.
Sanayi medeniyetlerinin ürünü olan modern ulus devletler, bilgiyi ve parayı
kontrol ederek kendi ülkelerinde yaşayan insanların hangi alanlarda nasıl
bilgileneceklerine bir bakıma karar veriyorlardı. Fakat bugün artık bilgi
üzerindeki denetim siyasal iktidarların elinden deyim yerindeyse kayıp gidiyor.
Ve iktidarların denetimi olmaksızın yeni bilgi kaynaklarına ulaşma imkanını
buluyoruz. Sanıyorum televizyon da bu çerçevede değerlendirilmesi gerekli
önemli bir bilgi iletişim teknolojisi olarak görülebilir. Artık televizyon yoluyla
ses ve görüntünün bir yerden bir başka yere nakledilmesi son derece hızlı bir
şekilde yapılabiliyor. Ve bunun denetimi de sanıldığı kadar kolay olmuyor.
Sanıldığı kadar diyorum, çünkü önceki oturumda konuşmacılarımız haklı olarak
televizyonlarda izledikleri tırnak içinde düzeysiz programlardan şikayet ettiler.
Biz de şikayetçiyiz. Ama şöyle bir soru da gündeme geliyor, peki bu
programları gündemimizden çıkarma şansımız var mı? Burada ciddi bir
handikapla karşı karşıyayız. Sadece Radyo Televizyon Üst Kurulu olarak değil,
bütün toplum olarak böyle bir problemle karşı karşıyayız. Bu sadece Türk
toplumunun da bir problemi olduğunu sanmıyorum. Evrensel bir problem. Yani
az çok bütün toplumlarda birbirine benzer ortak problemler var. Tabi
unutmamak gerekir. Ortak problemler eğer bir problem bir ulusun boyutunu
aşıyorsa o problemin çözümü de haklı olarak ulusun boyutunu aşmak
durumundadır. Yani problemin çözümüne ilişkin bir form, bir biçim, bir kurum,
bir yöntem geliştirilecekse, bu yöntemin artık ulusal sınırlar içerisinde kalan bir
yöntem değil, bütün ulusların, toplumların ortak çabasıyla gündeme gelen bir
45
çözüm olması gerekir. Kanaatimce medya okuryazarlığı projesi her ne kadar
Türkiye’de yeni gündeme geldiyse de Avrupa ülkelerinde bu problemi bizden
önce daha ciddi bir şekilde, daha kanatıcı şekilde yaşayan toplumlarda, daha
erken dönemde gündeme gelmiş. Bir biçimde yürürlüğe girmiş ve belli sonuçlar
almış bir proje. Bu projenin uygulanmasına ilişkin hususları sayın
konuşmacılarımız, tebliğ sahipleri bize takdim edecekler. Hatırlatmakta yarar
var. Medya Okuryazarlığı projesi Radyo Televizyon Üst Kurulu tarafından bir
proje olarak geliştirilmiş. Bu projenin uygulanabilmesi için elbetteki Millî
Eğitim Bakanlığı en önemli partnerdir. Ondan dolayı projenin hem
planlanmasında, hem geliştirilmesinde, hem de uygulanmasında Millî Eğitim
Bakanlığıyla birlikte hareket edilmiş, birlikte çalışılmış ve bir noktaya gelinmiş
bulunuyor. Plana göre bu projenin zaman içerisinde bütün okullarda
yaygınlaştırılması ve çocuklarımızın medya okuryazarlığı çerçevesinde
eğitilerek izleyecekleri televizyon programlarının, izleme öncesinde
bilinçlendirilmesi yoluyla acaba televizyon yöntemiyle, aracılığıyla evimize
ulaşan tırnak içinde olumsuzlukların kendi irademizle izleyicilerin bilinçlenmesi
ve iradeli davranışlarıyla sınırlandırılabilir veya en aza indirilebilir mi?
Sanıyorum temel tartışma konusu bu. Şimdi tabi hep şey derler, acaba bu proje
olumlu netice verecek mi vermeyecek mi? Ben kişisel olarak biraz optimist
bakan insanım. Bu projenin de olumlu neticeler vereceğine gönülden inanan
birisiyim. En ufak bir katkı olsa, olumlu bir katkı olsa, onun da önemsenmesi
gerekir. Süreç içerisinde birtakım problemler ortaya çıkacaktır elbetteki. Ortaya
çıkacak olan problemleri zaman içerisinde gidermek, bir bakıma yamamak ve
yola devam etmek gerekiyor. Oturumumuzda beş konuşmacımız var.
Sanıyorum beş konuşmacıdan dördü konuşacaklar. Bir konuşmacımız
yurtdışından. Diğer konuşmacılarımız Türkiye’den. Daha çok eğitime ilişkin
konular ele alınacak. Ben sözü fazla uzatmadan ilk konuşmacı olarak sayın
Prof. Dr. Meral Uysal hanımefendiye sözü aktaracağım. Sayın Uysal Ankara
Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Müdürlüğünü yürütüyor. Eğitim bilimci.
Dolayısıyla kendisinden hem bu proje çerçevesinde hem de hepimizin içini
kanatan olumsuzluklarla ilgili mücadele noktasında muhtemelen çok orijinal
şeyler dinleyeceğiz. Şimdi sözü kendisine aktarıyorum. Hatırlatmakta yarar var.
Sayın konuşmacılar ben zamanı ciddiyetle gözeten bir yöneticiyim. Zaman
konusunda müdahale edersem lütfen bağışlayın. Şimdiden özür dileyerek ifade
edeyim. Vakit giderek ilerliyor o bakımdan planlanmış olan vakte uyarsak
sanıyorum çok yararlı bir oturum yapmış oluruz. Ben sözü Sayın Uysal’a
aktarıyorum. Buyurun efendim.
Prof. Dr. Meral Uysal
Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sabahki oturumda tüm konuşmalar medya
okuryazarlığı nasıl bir gerekçeden ortaya çıktığı noktasından başladı. Medya
okuryazarlığı için nasıl bir eğitim sorusunun cevabını vermeden önce ben de
meyda okuryazarlığı gereksiniminin arkasında yatan gerekçeleri kısaca
46
özetlemek istiyorum. Medya endüstrisi içinde medya ürünlerinin ticari bir
metaya dönüşmesi, medyanın popüler kültürü biçimlendirmede ve
demokratikleşme ve katılımın araçlarını sunmaktan çok toplumsal formasyonu
yeniden üretmedeki rolü, toplumda oluşan şiddet, madde bağımlılığı gibi
olumsuz olgulardan medyanın sorumlu tutulması gibi nedenler eleştirici bir
medya bilinci geliştirilmesinin önemine işaret etmektedir. Bu sürece özellikle
1980 sonrası dönemde küresel medya pazarındaki hızlı yükseliş ile birlikte
sosyal devlet anlayışının bir gereği olan kamu hizmeti medyası ya da kamusal
yayıncılık anlayışının aşınması eşlik etmiştir. 1960’lı ve 1970’li yıllarda
modernleşmenin önemli araçlarından biri olarak da kullanılan kitle iletişim
araçları toplumsal değişmenin ve demokratik katılımın gerçekleşeceği bir
kaynak olmaktan çıkmıştır. Tüm bu gelişmelere eşlik eden iletişim
teknolojilerinin gelişmesi, teknolojiye ulaşanlar ve ulaşamayanlar arasındaki
farkı daha da artırmış ve dijital bölünme olarak ifade edilen süreçleri
başlatmıştır. Medya okuryazarlığının bir boyutu da bilgiye ulaşanlar ve
ulaşamayanlar arasındaki farkı ortadan kaldıracak yeni bir pedagoji olarak
düşünülmektedir.
Medya okuryazarlığı medya kod ve geleneklerini analiz etme, medyanın
değer ve ideolojilerini eleştirebilme, medya metinleri tarafından üretilen
mesajları yorumlama, medyanın içeriğini değerlendirme ve seçici olma,
medyanın etkilerini fark etme, medyayı akıllıca kullanmayı sağlayan bir
pedagoji alarak tanımlanmaktadır.
Medya okuryazarlığı ile ilgili olarak iki temel hat seçmek mümkün
görünmektedir. Birincisinde medya okuryazarlığı bir eğitim sorunu olarak değil
toplumsal muhalefet hareketlerinin bileşenlerinden biri olarak görülmektedir.
Bu yaklaşımda medya okuryazarlığı daha çok eylemlilik üzerinden ele
alınmakta, kamu yayıncılığının savunulması, yasal düzenlemelerin
değiştirilmesi, tekelci medyaya karşı alternatif medyanın desteklenmesi gibi
politik bir karakter taşımaktadır. Medya okuryazarlığı eğitiminin okul
programlarına ilave edilmesinin çok yönlü medya gerçeğini kavramada yeterli
olmayacağı, medya analizinin siyasal, kültürel ve ideolojik okumalarla
gerçekleşebileceği savunulmaktadır.
Đkincisinde ise medya okuryazarlığı eğitiminin okul müfredat programlarına
eklenmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Đkincisi ile ilgili olarak açıklamalara
geçmeden önce belirtilmesi gereken birşey medya okuryazarlığının eleştirel
karakterine rağmen ister toplumsal muhalefet hareketinin bir bileşeni olarak
görülsün, isterse de okul müfredatı içinde ele alınsın medya karşıtı bir hareket
olarak görülmemesi gerektiğidir.
Medya okuryazarlığı eğitiminin okul müfredat programları içinde yer
almasını savunan Postman’a göre enformasyonun yapısı ve etkileri hakkında
gelişkin ve sağlam bir bilince ulaşarak, medyayı gizeminden arındırarak,
47
televizyon ya da bilgisayar, ya da başka bir araç üzerinde denetimi ele geçirme
umudu bulunmaktadır. Böyle bir medya bilincinin oluşturulması için biri saçma
ve atlanabilir, diğeri ise umutsuz ancak elimizde ondan başkası da bulunmayan
iki yanıt bulunmaktadır. Ona göre saçma olan yanıt, insanları televizyon
izlemekten vazgeçirmeyi değil, televizyonun nasıl izlenmesi gerektiğini
göstermeyi, televizyonunu haberler, politik tartışmalar, dinsel düşünceler vb. ile
ilgili bakışımızı nasıl yeniden yaratarak düzeysizleştirdiğini göstermeyi
amaçlayan televizyon programları hazırlamaktadır. Umutsuz olan yanıt ise
biricik kitlesel iletişim aracına okullara, güvenmektir. Okullardan medyanın
mitolojileşmesini önleme görevi üstlenmelerini istemek hiçbir zaman yapmaya
yanaşmadıkları bir göreve çağırmak anlamına gelir. Durumun umutsuz
olmadığını düşünmek için yeterince neden olduğunu belirten Postman
eğitimcilerin televizyonun öğrencileri üzerindeki etkinin farkında olduklarını,
bu anlamda bir medya bilinci edindiklerini, ancak onların bilinçlerinin ağırlıkla
televizyondan, bilgisayardan eğitimi denetlemekte nasıl yararlanabiliriz, sorusu
üzerinde yoğunlaştığını, eğitimden televizyonu ya da bilgisayarı denetlemekte
nasıl yararlanabiliriz sorusuna henüz geçemediklerini belirtir.
O halde şöyle bir soru sormalıyız: Medya mesajlarını eleştirel bir bakış
açısıyla değerlendirme, süzme, medya bilincine ulaşma, kendi mesajlarını
yaratmayı sağlayacak bir medya okuryazarlığı eğitimi neyi nasıl ele almalıdır?
Kellner’e göre eleştirel medya okuryazarlığının geliştirilmesindeki en
büyük zorluk, geleneksel anlamda, sağlam yapılandırılmış ve denenmiş öğretim
prosedürlerini içeren bir pedagojinin olmamasıdır. Eleştirel medya pedagojisi
henüz emekleme aşamasındadır, sonuçları yeni ortaya çıkmaya başlamıştır ve
oturmuş yazılı-basılı pedagojiden daha deneysel ve ucu açıktır.
Medya okuryazarlığı birçok farklı disiplinin alanına girmektedir. Ekonomi
politik, iletişim, sosyoloji, psikoloji gibi farklı disiplinler medya okuryazarlığı
eğitiminin içeriğini belirler.
Dolayısıyla sormamız gereken diğer bir soru da
şudur: Medya
okuryazarlığı programları hangi konu alanları ya da temaları kapsamalıdır? Şu
şekilde sıralayabiliriz:
1. Film, televizyon, müzik gibi tüm düzeylerdeki popüler medya
materyallerinin eleştirel değerlendirilmesi, bu tür medya materyalleri
konusunda farkındalık yaratılması medya okuryazarlığının ana temalarından
birisidir. Eleştirel medya okuryazarlığını, bilgi okuryazarlığı, görsel
okuryazarlık gibi kavramlardan ayıran temel özellik, medya okuryazarlığının
popüler kültüre eleştirel bir gözle bakmasıdır. Popüler kültürün medya mesajları
yoluyla nasıl oluşturulduğu, haberde dahil programların eğlence mantığı ile
nasıl düzeysizleştirildiğine dikkat çekilmelidir. Burada önemli bir uyarı,
öğrencilerin, popüler kültürün medyaya yansıyan değişik formatlarına olan
48
duygusal bağlılıklarının öğretmenlerde eleştirel olmayan bir medya popülizmine
yol açabileceğidir. Bu tür medya materyalleri çoğu zaman her düzeyde kişinin
zevk alarak tükettiği şeylerdir.
2. Medya metinleri üzerinde çok yüzeysel olarak yapılan bir araştırma bile
ırk, cinsiyet, sınıf ayrımcılığı gibi pek çok öğenin bu metinlerde sıkça yer
aldığını gösterebilir. Medyanın toplumsal cinsiyete ilişkin kalıp yargıları nasıl
ve yeniden ürettiğinin, kadının cinselliğinin daha fazla kar etmenin aracı olarak
kullanıldığını gösterilmesi ayrımcılıkla ilgili iyi bir örnektir.
3. Medya okuryazarlığı programı medya metinlerinin kurgulanmış
olduğunu, gerçek dünya ile medya tarafından sunulan sanal gerçeklik arasındaki
farka dikkati çekmelidir. Toplumdaki şiddet olaylarından medyanın sorumlu
tutulması, çocuk, genç hatta yetişkinlerin, medya yolu ile sunulanı gerçekmiş
gibi algılama yanılması içinde olduklarından kaynaklandığı ileri sürülmektedir.
4. Medyanın ekonomi-politiğine ilişkin temel bilgiler kazandırılmalıdır.
Medya endüstrisinin nasıl işlediği, medyanın nasıl ticari bir sistemin parçası
olduğu, reklamların tüketimi nasıl körüklediği ele alınmadır.
5. Medya mesajlarının üretiminin karmaşık süreçler olduğu, medyanın
duygusal etkiyi oluşturmada, uzmanlık isteyen yaratıcı bir dil kullandığı
vurgulanmalıdır.
6. Medya yolu ile gelen enformasyonu karşılaştırma ve doğruluğunu
denetleme becerisi, kazandırılmalıdır. Medya da karşılaştığı her bilginin,
haberin doğru olamayabileceği, farklı haber kaynaklarından gelen bilgilerin
karşılaştırılması gerektiği, haberin hangi öğelerine vurgu yapılacağının, medya
kurumlarının kendi politikalarına göre şekillenebileceği gerçeğini göstermelidir.
7. Medya yazım ve üretim deneyimleri medya okuryazarlığı eğitiminin bir
parçasını oluşturabilir. Burada bir uyarı pratik yazım ve üretim deneyimleri
sunmanın medya endüstrisini öğrenmeye mi neden olduğu, yoksa medya
profesyonellerini taklit etmenini öğrencilerin analitik ve eleştirel perspektiflerini
yitirmelerine mi neden olduğu önemli sorunlardan birisidir. Konunun üzerinde
durulması gereken noktalarından birisi de öğrencilere uygulamalı medya
uygulaması yaptıracak ya da medya örneklerini gösterecek teknik olanakların
yetersizliğinin sürecin başarısını olumsuz yönde etkileyeceğidir.
Peki medya okuryazarlığı eğitim nasıl yapılmalıdır?
Her şeyden önce medya gerçeklerinin ve medya manipülasyonunun
öğretmen merkezli, ezberci, didaktik yaklaşımla aktarılması, öğrencilere
eleştirel düşünme yorum yapma gibi yeterlilikleri kazandırmayı amaçlayan
medya okuryazarlığının ilkelerine ters düşmektedir. Öğretmenin medyaya
ilişkin kendi analizlerini öğrenciye aktarması yerine, öğrenciye medyayı analiz
etme becerisi kazandırmak gerekir.
49
Çocuk ve gençler medya mesajlarına yaşamlarının ilk dönemlerinden
başlayarak maruz kalmaktadırlar. Bu nedenle medya okuryazarlığı eğitimi okul
eğitiminin ilk dönemlerinde, temel eğitimde verilmelidir.
Eleştirel medya okuryazarlığı eğitiminin kendisine ait uzmanlığı olan bir
ders mi yoksa ilişkili mevcut derslerin kapsamı ile birleştirilerek mi verilmesi
gerektiği bir başka tartışma konusudur. Kanımca eleştirel medya okuryazarlığı
eğitimi kendine ait bir uzmanlığı olan bir ders olmalı ve bu konuda yetkin olan
öğretmenler tarafından verilmelidir. Eğitim programlarında medya derslerinin
başarısızlık nedenlerinden birisi, eleştirel medya okuryazarlığı alanında
uzmanlığı olmayan öğretmenlerin bu programları uygulamaya itilmesidir.
Ülkemiz açısından da aynı kaygıyı yaşadığımı belirtmek isterim. Öğretmenlik
formasyonuna sahip olan Đletişim Fakültesi mezunlarının bu konuda
değerlendirilmesi gereken bir kaynak olduğunu düşünüyorum. Sürecin
başarısını etkileyecek en temel öğenin öğretmenler olduğu gerçeği göz önünde
bulundurulmalıdır. Unutmamalıyız ki sürecin başarısını en önemli etkileyen öğe
öğretmenlerdir. Ben panelist arkadaşımdan da başlayarak burada özellikle Milli
Eğitim Bakanlığının sayın temsilcilerine seslenmek istiyorum. Gelin işi
uzmanına bırakalım ve Sosyal Bilgiler Öğretmenlerimizi taşıyamayacağı bir
yük altına da sokmayalım, zorlamayalım diye düşünürüm.
Okul müfredatının yoğunluğu, okul sisteminin seçici eleyici yapısı
gelecekteki başarıyı garanti altına alacak derslerin ağırlıklı ve zorunlu olarak
toplumdaki yaşam becerileri ile ilgili görülen medya okuryazarlığı gibi derslerin
ise ihtiyari olarak algılanarak seçimlik olarak okutulmasına neden olmaktadır.
Bu durum prestijli olan ve olmayan dersler ayrımını da beraberinde
getirmektedir. Medya okuryazarlığı dersinin okul programlarında zorunlu bir
ders olarak yerini olabilmesi için kamuoyu oluşturmaya, politikalar geliştirmeye
ihtiyaç vardır. Medya okuryazarlığı gibi bir dersi matematik dersinin karşısına
koyduğumuzda prestijsiz ders olarak algılanacağı hepimizin bilgi dâhilindedir.
Medya okuryazarlığı dersinin okul programlarında zorunlu bir ders olarak yerini
alması için kamuoyu oluşturulmalı, bu konuda politikalar geliştirilmelidir.
Eleştirel medya okuryazarlığı eğitimi, öğrencilerin ilgilerinin farkında
olmayı ve öğretmenler ile öğrenciler arasında işbirlikçi bir yaklaşımı gerektirir.
Çünkü öğrenciler medya kültürünü öğretmenlerden daha iyi bilebilirler.
Öğrenciler, konuşmaya, tartışmaya ve eğitim öğretim sürecine katılmaya teşvik
edilmelidirler. Medya okuryazarlığı eğitimi hem öğrencilerin hem de
öğretmenlerin, medyayı öğrenme, yorumlama, eleştirme yetilerini kazanacakları
karşılıklı bir öğrenme süreci olarak planlanmalıdır.
Medya okuryazarlığının, katı metinler, müfredat ve materyallerle
öğretmenlere yukardan empoze edilmesi de yanlış olacaktır. Farklı öğretmen ve
öğrenciler çok farklı ilgilere sahip olacaklarından, doğal olarak kendilerini
ilgilendiren konulara ait materyallere vurgu yapacaklar ve örnekler
50
seçeceklerdir. Dolayısıyla eleştirel medya okuryazarlığı eğitimindeki dersler,
öğretmenlerin, kendi müfredatlarını belirleyebilecek ve eğitim sürecine kendi
ilgilerini katmalarına izin verecek şekilde esnek olmalıdır.
Medya okuryazarlığı eğitiminin, okul müfredatının önemli bir öğesi olarak
yerini alması önemli görülmekle birlikte, bu süreci etkili hale getirmenin temel
yollarından birisi, yetişkinlerinde bu sürece dâhil edilmesidir. Öğrencilerin
toplumsallaşma araçlarından biri okulsa, bir diğeri de kuşkusuz, ana babalarının
da içinde olduğu yetişkinlerdir. Eğer yetişkinler medya bilincine sahip değil
iseler, öğrencilerin edindikleri bilgi ve becerileri yaşama geçirme konusunda
destekleyici bir ortam sunamazlar ve dolayısıyla eğitim etkisi sınırlı kalır.
Medya okuryazarlığı eğitimi yetişkinleri de kapsayacak şekilde genişletilmeli
ve bu eğitimin onlara sağlanması için toplum projeleri geliştirilmelidir.
Prof. Dr. Davut Dursun:
Sayın Uysal’a çok teşekkür ediyoruz. Önce vakti çok iyi kullandığından
dolayı, ondan sonra da çok güzel bir tebliğle bizi aydınlattığından dolayı.
Sanıyorum tebliğini benim özetlememe gerek yok. Ciddi konuların altı çizildi,
hatırlatmak bakımından belki üzerinde durulması gerekli önemli noktalar var.
Ama onlar üzerinde durmayacağım. Aklıma gelen bir soru vardır. O soruyu
daha sonra cevaplanmak üzere sormamda bir beis olabilir mi bilmiyorum.
Mesela medya okuryazarlığı eğitimi almış çocuklarla böyle bir eğitim almamış
çocukların televizyondan yararlanma, televizyon izleme davranışları arasında
acaba herhangi bir fark ölçülebilmiş mi? Varsa böyle bir örnek, doğrusu
öğrenmek isterim. Muhtemelen literatüre vakıf olduğunuz için belki bir yerlerde
rastlamışsınızdır, aydınlatırsanız mutlu olurum. Efendim ikinci konuşmacımız
yurtdışından. Madam Evelyne Bevort. Fransa’dan geliyorlar. Kendileri Millî
Eğitim Bakanlığı Medya Okuryazarlığı Merkezinde Müdür Yardımcısı.
Dolayısıyla bir bakıma Fransa’nın tecrübesini bize aktarmış olacaklar. O
sebeple çok şanslı olduğumuzu düşünüyorum. Çünkü az önce de ifade ettim.
Medya okuryazarlığı bizim tarafımızdan keşfedilen, bulunan, icat edilen bir şey
değil, diğer ülkeler tarafından uygulanan, belli tecrübelerle bir noktaya getirilen
bizim de ondan istifade etmemiz düşünülen bir konu. O sebeple Sayın
Bevort’un bize söyleyecekleri sanıyorum çok önemli. Şimdi sözü kendisine
aktarıyorum.
Evelyn Bevort:
Sözlerinden dolayı Oturum Başkanına çok teşekkür ederim. Öncelikle bu
toplantıya davet ettiğiniz için teşekkür ederim. Farklı sunuşları ve farklı
sorunları dinlemek çok ilginç ve farklı ülkelerden aynı zamanda aynı sorunların
çıktığını gözlemliyoruz. 21nci yüzyılda artık medya okuryazarlığı, 21nci
yüzyılda eğitim mücadelesi üzerinde yoğunlaşabiliriz. Öncelikle ben Fransa’da
Clemi (Centre de Liaison de l’enseignement et des medias d’indormation)
51
olarak adlandırılan bir merkezde çalışıyorum: Burası eğitim ve bilgi medyasını
bağdaştıran bir merkez olarak tanımlanabilir. Sunuşun sonunda merkez
hakkında daha fazla bilgi vereceğim. Öncelikle, medya okuryazarlığı hakkında
konuşmak istiyorsak bazı tanımlara ihtiyacımız var. Çünkü medya ve eğitimin,
eğitim sürecinde ilişkilendirilmesi ilk değildir. Öncelikle medya okuryazarlığı
veya medya eğitimi, medya eğitimi üzerine üç farklı anlam bulabiliriz. Medya
eğitimi, medya okuryazarlığı ve medya okuryazarlığı eğitimi. Dolayısıyla
seçiminizi yapmak zorundasınız. Ancak medya eğitiminin bir süreç olduğunu
söyleyebiliriz ve medya okuryazarlığı medya eğitiminin nihai amacıdır. Medya
okuryazarı insanlardan veya medya okuryazarı gençlerden bahsediyoruz, medya
tarafından verilen bir eğitim çok olumlu, bu eğitimli medya demek değil veya
medya vasıtasıyla eğitim vermek değil çünkü birçok öğretmen sınıflarında
video, gazete veya makale kullanmaktalar. Medya eğitimi veya medya
okuryazarlığı sorun bunlar değil. Bu farklı bir şey. Dolayısıyla üç farklı tanım
üzerinden hızla gidelim. Öncelikle birincisi gerçekten ilk olan, 73 yılında
yaklaşık 30 sene önce hazır bir uluslararası sinema ve televizyon kurulu. Đlginç
olduğunu düşünmüyorum. Çünkü burada Radyo ve Televizyon Üst Kurulu
tarafından davet edildik. Evet. Đlginç olan şey sorunun sinema ve televizyon
profesyonellerinden ortaya çıkmasıdır. Đlk tanım, pedagojik teori ve deneyim
içinde özellikli ve modern iletişim araçlarının eğitim ve öğretim süreci
çalışmasının eğitimini kastediyoruz. Buradaki temel öğe bağımsız bilginin
alanıdır. Bundan 30 yıl önce başladığında bu bilginin özellikli bir alanı olarak
değerlendirilmiyordu. Đkinci tanım, bir ay önce sizin komisyon tarafında da
verildiği üzere, medya okuryazarlığı günlük yaşamda karşılaştığımız görüntü,
ses ve mesajların gücüne erişebilme, analiz edebilme ve değerlendirme becerisi
olarak değerlendirilmektedir. Çağdaş kültürümüzün önemli bir parçasıdır, aynı
zamanda kişisel olarak medyada yetkin bir şekilde iletişim kurabilmektir. Otuz
yıl sonra günümüzde medyadan gelen bütün mesaj türlerini eleştirel olarak
analiz etmek için yeterli derecede okuryazar olma olasılığı üzerinde
durulmaktadır. Aynı zamanda bazı medya mesajlarını üretecek kadar yetkin
olmak demektir. Bu vatandaşlığın bir parçasıdır. Avrupa Konseyi iki ay önce
Bakanlar Komitesinin tavsiye kararında bilgi ve iletişim ortamı hakkında yeni
başka bir tanım önermiştir. Bilgiye erişim sağlayanların yetkin kullanımı,
içeriğin eleştirel yapılmasının gelişimi, iletişim becerilerinin yakınlaştırılması,
vatandaşlığın ve yaratıcılığın teşvik edilmesi. Çocukların ve eğitimcilerin bilgi
ve iletişim teknolojilerini ve hizmetlerini olumlu ve sorumlu bir şekilde
kullanmaları için eğitim girişimleri. Olumlu ve sorumlu; bu iki kelime oldukça
önemlidir.
Daha önceki sunuşta da duyduğumuz gibi 21nci yüzyılın
başlangıcında medya okuryazarlığının risk sorunuyla, çocuklar ve gençler için
medyadan gelen riskle bağlantılı olduğunu oldukça sık görüyoruz. Öncelikle
televizyon hakkında konuşalım. Televizyonun; kötü haberlerin, kötü
görüntülerin sağlayıcısı olduğu düşünülmekteydi. Şimdi ise Đnternetin, elbette
aynı zamanda oldukça fazla mesaj vermektedir. Pornografi veya farklı şiddet
52
görüntüleri bulabilirsiniz tabi ancak şimdi olumlu bir medya okuryazarlığını
düşünmeliyiz. Çünkü bu gençler için çok önemlidir. Medya okuryazarı olmak
kültürün ve eğitimin bir parçasıdır ve medya okuryazarlığında olumlu bir ruh
haliyle çalışmak ve medyaya olumlu ve pozitif bir ruh vermek vermemiz
gerekmektedir. Dolayısıyla medya eğitimi, televizyon, radyo, film veya internet
ve yeni sayısal iletişim teknolojilerinin ve yazılı medyanın da dâhil olduğu
medyanın tüm alanları ile ilgilidir. Bu bazı ülkelerde sadece televizyon
okuryazarlığı veya sinema eğitimi vb konularda özel projeler bulabilirsiniz
demektir. Medya eğitiminin, medyanın tüm alanlarıyla ilgili olduğunu
düşünüyoruz, bütün medyanın birbirleriyle ilişkilendirmekten kaçamayız. Bu
durum şu anda medya endüstrisinde gördüğümüz kadarıyla mümkün değil.
Halihazırda bütün medya alanları spesifik ve teknik bir gelişme içinde bağlantılı
değil. Dolayısıyla bunlar hakkında hep birlikte çalışmalıyız. Tabiî ki her
ülkenin medya okuryazarlığı hakkında özel bir görüşü vardır. Ben önceden
farklı programları başlatmış ülkeler hakkında konuşuyorum. Dolayısıyla farklı
ülkelere veya farklı zamanlara göre olan farklı modeller bulabiliriz. Tabiî ki
okul içi veya okul dışı programlar bulabilirsiniz ve Robin’in daha önce
söylediği gibi farklı müfredat konularında veya ana dille bütünleşmiş konularda
çapraz-müfredat bulabilirsiniz veya bizim ülkelerimizde sinema için müfredatdışı programlar genellikle müfredat dışı ile bütünleşmiştir. Medya
profesyonelleriyle veya kuruluşlarla ortaklık yapılarak geliştirilebilir veya
ortaklık olmadan da geliştirilebilir. Birçok programın medya profesyonelleriyle
hiç bir bağlantısı bulunmamaktadır, çünkü bazı ülkelerde medya
profesyonelleriyle çalışmayı sevmeyen eğitimciler bulabilirsiniz; onlar
hakkında bazı şüpheleri olabilir.
Eğitim profesyonelleri ve medya profesyonelleri arasında ilişki kurmanın ve
çalışmalarını sağlamanın o kadar kolay olmadığını bilirsiniz. Medyanın her
şeyi kapsayan düşüncelerini bulabilir misiniz yoksa bulamaz mısınız? Benim
önerdiğim budur. Seçimler farklı bir amaç, yön veya olumlu bir yaklaşım ortaya
koymaktadır. Bazı ülkelerde bir yön önermek isteyen medya eğitimcileri
olabilir ne demek istediğimi anlıyorsunuz, gençleri medyanın kötü etkilerinden
korumak, kollamak istiyorlar. Onlar için medya belirsiz gibi veya daha kötü bir
şey. Bu yüzden gençler korunmalı ve medya eğitimi onları korumak için en iyi
yöntem. Bu yönlendirme veya olumlu bir yaklaşım gibi medyanın içerdiği
bütün olumlu şeyleri almak ve gençlere ve diğerlerine sağlamak. Dolayısıyla
söylemek istediğim şey medya eğitiminin bir eğitim mücadelesi olduğudur.
Hızlı küreselleşme çerçevesidir (bunun önceden konuştunuz, bu konuda birçok
şey söylediniz). Bu büyük bir sorun veya büyük bir başarıdır aynı zamanda.
Nesiller arasındaki ve çok donanımlı veya az donanımlı insanlar arasındaki
uçurumu genişleten ve temsilleri ve bilgiyi etkileyecek şekilde bilgiye
erişememek…. Gördüğümüz kadarıyla bilgiye erişimi şu anda oldukça fazla,
53
dolayısıyla bu bir fırsat, olumlu bir fırsat ancak aynı zamanda erişim. Sahip
olduğu her şeyle çalışmak için bazı özel yeteneklere ihtiyaç vardır. Çocuklar ve
yetişkinlerin yeteri derecede gerçekçi olmaları ve doğru dokümanları bulmaları
gerekmekte ve farklı şeylerin iyi şeylerin nerede olduğunu gösterdiğinden emin
olmaları gerekmektedir. Aynı zamanda bir eğitim mücadelesidir çünkü çalıştığı
takdirde medyanın içinde inanılmaz değişikliklerle ilişkilidir. Medya
okuryazarlığında her zaman çalışmak, teknoloji ve kuruluşlardaki
değişikliklerden haberdar olmak zorundasınız. Farklı dillerde farklı medya
biçimlerinin ortaya çıkması sadece ilginç değildir bundan daha fazla bir şeydir.
Bu alanda çalışmak hakikaten bir tutkudur. Çünkü medyadaki bütün
değişiklikleri, gençler ve medya arasındaki ilişkilerdeki değişiklikleri her zaman
gözlemlemek zorundasınız. Medya okuryazarlığında çalışırken gençlerin bu
medyayı gerçek kullanımlarından yola çıkmalısınız. Sizin, öğretmenin veya
eğitimcinin görüşünün doğru olduğuna karar veremezsiniz, gençlerin sizinle
aynı şeyleri kullandığından emin olmalısınız. Ve bu her zaman doğru değildir.
Dolayısıyla her zaman gençlerin medyayı nasıl kullandığını değerlendirmeliyiz.
Bunun için ne yapılmalı ve tabi ki eğitimciler, burada en büyük mücadelenin
bilgi ve eğitim süreçleri bakımından medya olduğunu düşünüyorum. Çünkü şu
anda sayısal medyanın ve Đnternetin ve tabi ki televizyonun ortaya çıkışı gençler
ve bilgi süreci arasındaki bağlantıyı geniş çapta etkilemiştir. Esasen,
değişiklikleri o kadar geniş, o kadar kapsamlı, o kadar derindir ki, gençlere
bilgiye erişmeleri için yardım etmek için bu medya üzerinde doğru olarak
çalışmamız gerekmektedir. Aynı zamanda hem bir eğitim meydan okuması hem
de demokratik bir meydan okumadır. Medya okuryazarı insanlar, farklı kültürel
ve kurumsal kaynaklardan gelen çok çeşitli medya alanları hakkında bilinçli
seçimler yapabilirler. Bu kürsel bir şeydir ve şu anda küreselleşme çok hızlı
gitmektedir, dolayısıyla gençlerin hepsi farklı kültürel ve tabiî ki kurumsal
kaynaklardan gelen medya hakkında karar verme ile meşguller. Söylediğimiz
şey onların medyayı yaratıcı bir şekilde kullanabilmeleri, fikirlerini, bilgi ve
görüşlerini ifade etmeleri ve iletmeleridir. Kamu tartışmasına dahil olmak
demokratik yaşamın bir parçasıdır ve şu anda bütün bu medyaya sahip olmanın,
fikirleri veya tepkileri ifade edebilmenin önemli bir fırsat, şans olduğunu
düşünüyoruz. Dolayısıyla Türkiye’de de bloklara sahip olduğunuzu tahayyül
edebiliyorum ve bu gerçekten önemli ve ilginç bir ifade yöntemi çünkü gençler
bu fırsatı ideallerini vurgulamak ve karşılık vermek için kullanıyorlar. Aynı
zamanda medyayı, demokratik hakların ve toplum sorumluluklarının
uygulanmasında etkili bir şekilde kullanabilmelidirler. Dolayısıyla medya
okuryazarlığı dünyadaki her ülkenin her vatandaşının temel hakkıdır. Đfade
özgürlüğü ve bilgi hakkı ve demokrasinin tesis edilmesi ve sürdürülmesinde
yardımcıdır. Medya okuryazarlığı bu sorularla çalışma hususunda önemli bir
konu ve husustur. Gençlerle çalıştığımız zaman onların medya hakkında
eleştirel olmalarını sağlamamız gerekmektedir ancak aynı zamanda vatandaş
olmak istiyorlarsa bilgi sahibi olmaları, makaleleri okumaları, farklı televizyon
54
kanallarını izlemeleri, Đnternet’te dolaşmaları ve farklı çeşit bilgiler veren farklı
görüşleri bulmaları gerekmektedir. Vatandaşlar için bilgi ve medya çalışılması
gereken en önemli konudur. Gençleri olumsuz izleyiciler yapmayı istemeyiz.
Medya okuryazarlığı olumsuz izleyiciler yaratmaz. Đyi bilgilenmiş ilgili
izleyiciler yaratır. Ve CLEMI hakkında birkaç kelime, öncelikle CLEMI Eğitim
Bakanlığının içindedir, Eğitim Bakanlığının bir parçasıdır. 20 yıllık, belki biraz
daha fazla geçmişi olan ir merkezdir. Münhasıran medya eğitimine adanmıştır.
Medya eğitimi için kurulmuştur. Hedefleri arasında bütün medya alanı içinde
haberler ve bilgi bulunmaktadır. Gazetelerden Internete kadar her şey üzerinde
çalışıyoruz, bütün medya çeşitleri çok önemlidir ve tabiî ki medya üzerinde çok
önemli konular olduğunu biliyoruz. Ayrıca bir vatandaşlık yaklaşımımız vardır.
Medya okuryazarlığı hakkında teknik veya tüketici yaklaşımı olsun istemiyoruz.
Yirmi yıl önce bir vatandaşlık yaklaşımı geliştirmek önemliydi ve aynı zamanda
medyanın eleştirel anlayışını ve aktif katılımı geliştirmek önemlidir. Bu yüzden
gençlerin okullarda Medya geliştirmelerine ilişkin bir dolu projeleri ve hatta
okul dışı makaleleri, TV yapımlarını, radyoları, web sitelerini veya kişisel
blogları veya siber makaleler vb.ni destekliyoruz. Bu gerçekten ilginç. Bir sürü
kişisel yapım üretiyorlar, farklı medya alanlarındaki gençler tarafından ele
alınan farklı konular hakkında her yıl basın bülteni hazırlıyoruz. Yılın sonunda
bütün bu makaleleri okumak ve bu sorularla ilgili geliştirdikleri gerçekten ilginç
noktaları görmek gerçekten ilginç. CLEMI’nin özelliği medya
profesyonelleriyle güçlü ortaklıklar kurmuş olmasıdır. CLEMI,
medya
profesyonellerinin yardımıyla kuruldu. Bunlar başta yerel ve bölgesel
gazetelerin gazetecileriydi. Biz daha fazla öğretmenle ve daha sonra medya
profesyonelleriyle çalışmak istedik. Böylece yirmi yıl sonra profesyonellerle bir
çok çalışmamız oldu. Medya eğitiminde konunun iki ayağı, medya ve eğitim,
ile çalışmanın çok ama çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Her ikisini
bağdaştırmak çok önemlidir. Bu yüzden her sene okullarda ulusal basın ve
medya haftası düzenliyoruz. Bu sadece bir örnek. Geçen sene Mart ayında,
2006’da, dört milyon üçyüzbin çocuk ve bin adet medya kuruluşu bu haftaya
katıldı. Birçok medya kuruluşu okullarda gazete kopyaları dağıttı, tartışmalara
katıldı. Birçok profesyonel gençleri çalışmalara katılmak ve işleri gözlemlemek
için davet etti. Gençlerin, eğitimcilerin ve medya profesyonellerinin birbirine
bağlayacak birçok farklı girişimi bu hafta içinde planladık. Aynı zamanda
medya profesyonelleri eğitimlere, toplantılara ve araştırma projelerine katıldılar
çünkü bizim aynı zamanda bir çok araştırma projemiz var. Biz aynı zamanda
aile dernekleriyle de çalışıyoruz. Çünkü ailelerin bu projede önemli olduklarını
düşünüyoruz. Öncelikle aileleri bilgilendirmemiz, ikinci olarak ise bu tür
projelerde onlarla beraber çalışmak gerekir. Bu hem onlar için hem de bizim
için çok önemli. Bu yüzden bunlara gerçekten katılıyorlar, biz birlikte çok
çalıştık ve tabi ki uluslararası kuruluşlar. Temel faaliyetlerimiz öncelikle eğitim,
Fransız Eğitim Bakanlığının merkeziyiz, öncelikle öğretmenleri eğitiyoruz bu
doğru. Geçen sene, son rapora göre 24.000 kişi hem başlangıç hem de hizmet-
55
içi eğitim aldı. Başlangıç eğitimi hizmet-içi eğitimden daha zordur ancak
günümüzde bu bizim en önemli hususlarımızdan birisidir. Öğretmenlerin
başlangıç eğitimlerinde, çok önemli olduğunu düşündüğümüz için medya
eğitimi almalarını istiyoruz. Đkinci olarak, okullar arasında gazete çıkarmak, TV
programı yapmak, siber gazeteler hazırlamak vb konularda kabul, tavsiye,
danışma ve aynı zamanda rekabet, gerçekten çok ilginç katılımlar oldu. Sonra
çalışmalar ve araştırmalar. Birçok araştırma yaptık sadece ulusal bağlamda değil
aynı zamanda daha çok sayıda uluslararası bağlamda. Bu konularla çalışmanın,
medya eğitiminin sınıflarda gençlerle birlikte değerlendirmenin çok önemli
olduğunu düşünüyoruz. Aynı zamanda kitap, DVD, CD-ROM vb pedagojik
araçlar yayınladık. Bunun yanı sıra bütün dünyada yapılan medya eğitimine
adanan bir dokümantasyon merkezimiz var. Daha çok Fransızca
dokümanlarımız var ama bunlar tek değil. Yurtdışından gelenlere tavsiye
edebilmek için farklı ülkelerden gelen çok sayıda dokümanımız var.
Faaliyetlerimizin kapsamı hakkında, Fransız Eğitim Bakanlığı ile bir projemiz
var. Bakanlık medya eğitimine nasıl söylemek gerekir (Fransızca…) yetkinlik
ve bilgi, gençlerin zorunlu eğitim sonrasında bilmek zorunda oldukları şey.
Bilmek zorunda oldukları nedir? Okulu bitirdikten sonra vs. Uzmanlar medya
eğitimine eklemeye karar verdiler. Okulu bitirecek bütün gençlerin medya
hakkında yeterli becerilere ve bilgiye sahip olmalarından ve profesyonel veya
eğitimsel bir başka hayatı tecrübe etmek için yeteri derecede medya okuryazarı
olmalarından emin olmak çok önemlidir. Bu yüzden bu çok önemli bir an.
Bunun giderek daha fazla gelişeceğini umuyoruz. Çünkü birçok öğretmen şu
anda farklı sınıflarda daha fazla faaliyetleri önerebilmek için medya eğitimi
konusunda eğitilmek istiyor. Sonuçta, nasıl okuryazarlık 19ncu yüzyılın
sonunda gerekli idiyse, günümüzde de medya okuryazarlığı vatandaşlık ve
demokrasi için gereklidir. Teşekkür ederim.
Prof. Dr. Davut Dursun:
Madam Bevort’a çok teşekkür ediyoruz. Gerçekten Fransa’daki
uygulamayla ilgili çok güzel bir tablo çizmiş oldular. Bizim ne kadar geç
kaldığımızı sanıyorum itiraf etmemiz gerekir. Ama olsun, biz de bir taraftan
başlamışız. Bu da alkışlanması gerekli bir tavır elbetteki. Özellikle benim
dikkatimi çeken ve önemsediğim pek çok nokta var. Bunlardan bilhassa medya
okuryazarlığın aynı zamanda bir demokratikleşmenin, demokratik eğitimin ve
demokratik gelişimin bir faktörü olduğuna vurgu yapması, doğrusu benim için
çok önemli oldu. Belki ben siyasetle, biraz siyaset bilimiyle ilgilendiğim için mi
öyle geldi bilmiyorum. Hep şöyle düşünürüz: Demokratik toplumlarda insanlar
kendi mukadderatlarına kendileri karar verirler. Yani bir insan kendi geleceğine,
kendi geleceğinin nasıl ve ne olacağına kendisi karar verir. Burada medya
okuryazarlığı projesi aynı zamanda kişinin kendisinin neyi izleyeceği neyi
izlemeyeceği, ne tür bir tercih yapacağı kendisine ilişkin tercihin nasıl olacağına
karar vermesi, bu çerçevede demokratik bir tavır olarak da anlaşılabilir. O
56
bakımdan son derece önemli. Belki vurgulanması gereken ikinci bir nokta,
hanımefendinin Millî Eğitim Bakanlığına bağlı Kleminin Medya Okuryazarlığı
Departmanının Millî Eğitim Bakanlığı içinde olması ve Bakanlığın bu işi ne
kadar önemseyerek yürütmüş olmasıdır. Bizdeki uygulamaya da muhtemelen
bir model oluşturma gibi bir özelliği var sanıyorum. Şimdi konuşmacılarımız
Millî Eğitim Bakanlığından dolayısıyla Fransa’daki bu uygulamadan sonra
Türkiye’deki uygulamayla ilgili veya uygulanmak istenenle ilgili bir görüntü,
bir tablo ortaya çıkacak. Đlk sözü ben Dr. Vahap Özpolat’a aktaracağım. Sayın
Özpolat Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kuruluş Başkan Yardımcısı.
Biliyorsunuz öğretmen arkadaşlarımız da var. Bugün 24 Kasım Öğretmenler
Günü. O münasebetle öğretmen arkadaşlarımızın öğretmenler gününü en iyi
dileklerle kutlamış olalım. Talim Terbiye Kurulu Millî Eğitim Bakanlığının en
önemli departmanı bildiğiniz gibi. Bütün Eğitim Öğretim müfredatının
hazırlanmasında bir bakıma Türkiye’nin Türk toplumunun gelecek profilinin
belirlenmesinde etkili bir kurul. Sayın Başkan Yardımcısının burada olması
bizim için tabi önemli bir kazanımdır. Sayın Vahap Bey’i ben doktora
döneminden tanırım. Kendisi, sosyolojiyle ilgilenmesi münasebetiyle bizim için
çok yararlı olacak. Sayın Özpolat buyurun efendim.
Dr. Vahap Özpolat
Sayın Başkan, çok değerli katılımcılar, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ben
bu sunumda medya okuryazarlığı eğitiminin tarihsel bağlamı, biraz da
serüveninden bahsetmek, Millî Eğitim Bakanlığında bu bağlamda yapılan
çalışmaları özetlemek ve bakir olan bu konuya dair bir takım önerilerimi sizinle
paylaşmak istiyorum.
Eğitimi bilgi, beceri ve değer ve davranış gibi unsurların toplamı olarak
değerlendirmek mümkündür. Bunlar arasında en hızlı üretileni ve tüketileni
şüphesiz ki bilgidir. Tarih boyunca insanın bilgiye olan talebi sürekli artmıştır.
Đnsanın bu arayışı onun bir kültür ortamında yaşama ihtiyacından
kaynaklanmıştır. Bu nedenle daima bilgiyi üretmiş ve onu korumaya çalışmıştır.
Đnsanın bilgiyi üretme, koruma ve yayma çabası sonucunda uygarlık için büyük
önem arzeden iki büyük gelişme sağlanmıştır. Bunlardan birisi yazının icadı,
ikincisi de yaklaşık 5000 yıl sonra ulaşılabilen mikroçip teknolojisinin
buluşudur.
Mikroçip bir yönüyle teknolojik bir gelişme olsa da kültür endüstrisi
üzerindeki etkileri dikkate alındığında, bunun aynı zamanda kültürel bir
devrime dönüştüğünü söylemek mümkündür. Zira bu teknolojinin
geliştirilmesinden sonra kültür endüstrisinde nicelik yönünden meydana gelen
büyüme uygarlığın binlerce yıllık tarihinde üretilen bilgi ve kültürden kat kat
daha fazla olduğu görülmektedir. Bu teknolojinin kültürle en önemli ilişkisi ise
57
insanın bilgi ve bilgiye erişim araçları ile münasebetinin biçimini önemli ölçüde
etkilemiş olmasıdır.
Bu teknolojinin insan bilgi münasebetinde yarattığı imkânlar dikkate
alındığında araşsallık bağlamında bilişiminin, dolayısıyla da medyanın giderek
daha fazla oranda bilginin kaynağı hâline geleceğini söylemek mümkündür.
Hatta zamanla eğitimin aracı olmanın da ötesinde bilginin erişim, paylaşım
kaynağı olma bağlamında kurumsal eğitime güçlü bir rakip olacağı da tahmin
edilmektedir.
Çağımızın önemli sosyolojik problem alanları olan küreselleşme,
kentleşme, boş zaman arayışı, üretim, tüketim alışkanlıklarındaki değişmeler,
fizikî mekân problemi ve benzeri olgular toplumu yeni örgütlenme modellerine
yöneltmektedir. Bu süreçte öne çıkan iki önemli kaldıraç, eğitim ve bilişimdir.
Bu nedenle geleceğin müreffeh toplumları bugünden eğitim ve bilişime önem
veren ve bu iki alanı senkronize edebilen toplumlar olacaktır.
Bu yönüyle düşünüldüğünde genelde teknoloji okuryazarlığı, özelde de
medya okuryazarlığı becerisinin toplumsal tabana yayılması bir toplumun veya
ülkenin insani gelişme seviyesinin önemli bir göstergesi olacaktır.
Medya okuryazarlığı neden gereklidir? Bu gerekliliği çok farklı
bağlamlarda ele almak ve temellendirmek mümkündür. Ben de bu sonunda
medya okuryazarlığı eğitiminin gerekliliğini sosyolojik bir bakış açısıyla
tartışmaya ve iki ontik nedene, ontolojik nedene dayandırmaya çalışacağım.
Bunlardan birincisi insanın var oluşsal nedeni bağlamında olacaktır. Đnsanın
varlık amacı evreni adlandırmak ve onu inşa etmektir. Özetle medeniyet
yaratmaktır. Yarattığı medeniyeti geliştirmek, onu gelecek kuşaklara taşımaktır.
Đbn-i Haldun’a göre insanın bu özelliği onun doğasından gelmektedir. Zira
insanın doğuştan medenî olduğunu düşünmektedir Đbn-i Haldun.
Medeniyet tarihinin ilk edimi sözdür. Bu nedenle dünyaya gelen her insanın
ilk çıktısı sözdür. Söz “ben varım” demektir. Söz; özne olmak, kendini bilmek
ve varlığı adlandırmaktır. Medeniyet binasının ilk taşıdır söz. Bu bağlamda söz
diyaloğu mümkün kılan araçtan öte bir şeydir. Sözü oluşturan öğeler düşünce ve
eylemdir. Paulo Freire’e göre içinde düşünce ve eylem olmayan hiçbir gerçek
söz yoktur. Bu yüzden gerçek bir söz söylemek dünyayı dönüştürmektir.
Đnsanın var oluşu suskunluk üzerine gerçekleşemez. Suskunluk insanı
objeleştirir. Sessizlik kültürü kahredicidir. Toplumu gönüllü itaate alıştırmak
için yaratılmıştır. Đnsanca var olmak; dünyayı adlandırmak, onu değiştirmektir.
Söz, dünyayı dönüştürecek güçtür. Tarih boyunca her birey, toplum ve devlet
sözün gücünden yararlanma yoluna gitmiştir. Bu nedenle geçmişten beri,
özellikle sanat ve edebiyat sözün aracı olarak kullanılagelmiştir. Günümüzde
bunların yanında teknoloji de sözün etkili araçlarından biri hâline gelmiştir.
58
Çünkü öznenin, -burada özne yerine birey, toplum, devlet, kurum vesaire
hangisini koyarsak- gücü, sözünün gücü kadardır. Değeri de sözünün değeri
kadardır. Madem ki söz öznenin varlık imkânıdır, o hâlde sözü mümkün ve
başarılı kılan araçlar da bir o kadar önemlidir. Bu nedensellik ilişkisi bilişim ve
iletişim teknolojilerini, dolayısıyla medyayı günümüzde insan için değerli, hatta
vazgeçilmez kılmaktadır. Zira insan artık medya aracılığıyla varlığı
adlandırmaktadır.
Medya okuryazarlığını dayandırmak istediğim ikinci ontolojik neden ise,
insanın bağımsızlık sınırları ile ilişkilidir. Zira, insanın çevresini kuşatan çok
sayıda olay, olgu, süreç, bağlam, düşünce ve nesne vardır. Bunlardan bazıları
bir biçimde insanı etkilerken, bazıları da insandan etkilenirler. Bazıları ile insan
arasında karşılıklı bir etkileşim vardır. Bu önerme, birey için doğru olduğu gibi,
toplum ve devlet için de geçerlidir. Bu bağlamda, insana karşı daima dominant
olan zaman, mekân ve kültür olmuştur. Yani, insanın varoluşsal gerçekliği ile
zaman, mekân ve kültür arasında bir zorunluluk ilişkisi vardır.
Đnsanın fizyolojik varlığı bir an bile zaman ve mekândan bağımsız
olamamaktadır. Olamadığı gibi sosyolojik varlığı da bir an bile kültürden
bağımsız düşünülemez. Bu nedenle hiçbir insan, zaman, mekân ve kültürden
bağımsız olacağı iddiasını ileri sürememiş, süremeyecektir de. Đnsanın kendisini
kendilerinden bağımsızlaştıramadığı, bu olgulardan kültür, diğer ikisine göre
farklılık arz etmektedir. Zira, zaman ve mekânda insana atfedilecek nedensellik
yokken, kültür bizzat insanın kendi ürünüdür. Đnsanın kendi ürünü olan
kültürden, kendini bağımsızlaştıramadığı kültürün bileşenlerinden biri de
medyadır. Yani insan nasıl kendini kültürden bağımsızlaştıramıyor ise modern
toplumlarda artık insan kendini medyadan da bağımsızlaştıramıyor. Tıpkı şu
anda küreselleşmeden kendimizi bağımsızlaştıramadığımız gibi. Mademki
medyadan, kültürden kendimizi bağımsızlaştıramıyoruz, o hâlde bunu yok
sayarak bir varlık oluşturmak mümkün değil. Bunu regüle etmek, toplumun
beklentileri doğrultusunda bunu yapılandırmak, bunun olası olumsuz etkilerine
karşı toplumu korumak, olumlu yönlerini artırmak da eğitimin, toplumsal
kurumların varlık amacıdır. Kaldı ki, medya o kadar etrafımızı, hayatımızı
kuşatmış ki, ülkemizde medya teknolojilerinden sadece televizyonun, insanın
gününün dört beş saatini aldığı, yıllık ömrünün %19’unu televizyon karşısında
geçirdiği dikkate alındığında, bu işin ciddiyeti çok daha önemli olduğu
anlaşılmaktadır. Medya okuryazarlığının önemine ilişkin bir iki şey söylemek
istiyorum.
Bilişim teknolojilerine ilişkin güçlü ve yaygın bir alt yapısı bulunan
ülkemiz, bu potansiyeli doğru ve etkili kullanabilmek için bunun eğitim
bağlamını da fazla geciktirmeden değerlendirmek durumunda kalmıştır.
Nihayetinde medya okuryazarlığı eğitiminin yapılmasına karar verilmiş
bulunmaktadır. 1980’li yılların sonunda akademik bir alan hâline gelen medya
59
okuryazarlığı, 2006-2007 öğretim yılında beş ilimizin belirlenen birer
ilköğretim okulunda pilotlanmak üzere müfredatımıza girmiş bulunmakta,
ilköğretim 6, 7 ve 8. sınıflarında her hangi birinde seçmeli ders olarak
okutulmak üzere karar verilmiş ve müfredatı bakanlığımızın uzmanları, Radyo
ve Televizyon Üst Kurulunun uzmanlarının ortaklaşa çalışmalarıyla
tamamlanmış bulunmaktadır. Bunun yanında, bilindiği gibi bakanlığımız, salonda bulunan eğitimci arkadaşlarımız bilirler- 2003 yılında başlattığı
müfredat yenileme çalışmalarında özellikle teknoloji okuryazarlığı ve medya
okuryazarlığı, bilgi toplumu insanı için bir yeterlilik ölçütü olarak
belirlenmiştir. Bu amaca dönük olmak üzere bütün okul tür ve kademelerinde,
müfredatı yenilenen bütün derslerde bilgi teknolojilerini kullanma, etkili
iletişim kurabilme, sorgulama, analitik düşünme, karar verme gibi beceriler
birer ortak beceri olarak bütün derslerin müfredatlarına, dolayısı ile öğretim
materyallerine yansıtılmış bulunmaktadır. Öyle ki, her Türk çocuğunun bu
beceriler ile donanması bir üst ve öncelikli amaç olarak benimsenmiştir.
Teknoloji okuryazarlığı, bir eğitsel kaldıraç olarak bu bağlamda
değerlendirilmiştir. Bu genel konseptin yanında daha spesifik olarak ilköğretim
Türkçe dersine ilk defa, görsel okuma ve görsel sunu adı altında bir zorunlu
tema konulmuştur. Đlköğretimin birinci sınıfından beşinci sınıfına kadar
öğrencilerimiz, görsel okuma ve görsel sunu yoluyla medya okuryazarlığının alt
yapısı diyebileceğimiz ya da ön hazırlığı diyebileceğimiz bir eğitimden geçmiş
olacaklar ki, bunun sistem içindeki ağırlığı bu yönü ile fazladır. Đlköğretim
birinci sınıfta, ikide, üçte haftada on ikişer saat Türkçe eğitimi görülmektedir.
Dört ve beşinci sınıflarda altışar saat eğitim görülmekte ve bunun, bu toplam
saatlerin takriben beşte biri kadar görsel okuma ve görsel sunuya ayrılmaktadır.
Böylece çocuklarımız bu yönü ile özellikle medya okuryazarlığı eğitimini
almaya başlayacakları yedi ve sekizinci sınıflarda hazırlanmış olacaklardır.
Bunun yanında ilköğretim altıncı, yedinci ve sekizinci sınıfın Türkçe
müfredatında iletişim teması adı altında bir tema konulmuştur. Biliyorsunuz,
yeni müfredat yaklaşımında tematik yaklaşım benimsendi. Đletişim teması adı
altında insanlar ile iletişim, uluslararası iletişim, kültürel iletişim, bilgi iletişimi,
aile iletişimi, öğrenci-öğretmen iletişimi, diğer canlılar ile iletişim, iletişim
becerileri, iletişim araçları, bilgisayar, buluşlar, teknoloji ve hayat alt temalarına
yer verilmek suretiyle böylece medya okuryazarlığı eğitimi bir yandan altıncı,
yedinci veya sekizinci sınıfta öğretimi yapılırken, Türkçe dersi ile de
ilişkilendirilmiş olarak bu temalar ile tamamlanması mümkün. Bunun yanında
yine ilköğretimin birden sekizinci sınıfına kadar okutulmakta olan bilgisayar
dersi, bilişim teknolojileri adı altında müfredatın ve dersin ismi değiştirilerek,
bu konuda bir uygulama birliği sağlanmaya çalışılmıştır.
Tabi ki, medya okuryazarlığı ve teknoloji okuryazarlığına ilişkin çok sayıda
sorunun varlığını kabul etmek mümkün ve bütün bu soruların cevabını bu
panelin sınırları içinde cevaplamak mümkün değil. Bunun yanında eğitime dair
60
bilgi teknolojileri imkânından bahsetmeye çalışıyorum. Yani medyaya söz
gelince her şeyi medya üzerinden gerçekleştirebilir miyiz? Sunumun girişinde
belirttiğim bilgi, beceri, değer ve davranış bileşenlerinden öyle sanırım ki biz
medya üzerinden ağırlıklı olarak bilginin kaynağı olma bağlamında
yararlanmalıyız. Eğitimin beceri, değer ve davranış boyutunun tamamen
medyaya bırakılması bir yönü ile teorik olarak mümkün olsa da, pratik de
mümkün olmamaktadır. Zira, özellikle değer eğitimi ve sosyalleşme yüz yüze
duygu tabanlı eğitimi gerektirmektedir ki, bu yönü ile medyanın sırırlılıklarının
bulunduğunu ve eğitimin bu yönünün özellikle kurumsal eğitimde
tamamlanması gerektiğini belirtmek istiyorum. Zira, sosyalleşme ve değer
eğitimi, duygu tabanlı, karşılıklı etkileşime imkân veren uygulamalar gerektirir.
Sosyalleşme, kültür ortamının doğallığını gerektirir.
Medya okuryazarlığının birkaç cümle ile ilkelerinden bahsetmek istiyorum.
Öncelikle her türlü medya mesajının, dolayısı ile medya okuryazarlığı eğitimi
veren öğretmenlerimizin, çocuğun şahsiyetinin mukaddes olduğu ilkesi göz ardı
edilmemesi gerekir. Bu bütün eğitim süreçlerinde geçerli. Çocuğun, bir özne
olduğu, bir şahsiyet olduğu ve şahsiyetinin mukaddes olduğu gerçeğinin göz
ardı edilmemesi gerekir. Dolayısı ile medya mesajlarını oluşturanlar ve medya
okuryazarlığını yapan öğretmenlerimiz bu genel pedagojik gerçeği göz ardı
etmemelidirler. Đkincisi, medya okuryazarlığında haber edinme hakkı,
demokratik toplum tasarımı, demokratik yurttaşlık eğitimi, basın ve haberleşme
özgürlüğünün vurgusu yapılması, medya okuryazarlığının bir medya karşıtı
algısı içinde ele alınmaması gerekiyor. Aksine insanın haber edinme, bilgiye
erişim hakkını kullanmanın araçlarından biri olarak algılanması ve değer
atfedilmesi
gerektiğini
düşünüyorum.
Üçüncüsü
medyanın
olası
dezenformasyon ve manipülasyona dönük mesajlarına ilişkin öğrencilerde
kritize yapabilme becerisi, analitik düşünebilme becerisi, medya mesajlarının
arkasında belli bir kültürel, düşünsel hatta ideolojik bağlamların bulunabileceği
gerçeğinden bir biçimde haberdar edilmeleri konusunda onlarda bir farkındalık
yaratılması gerektiğini düşünüyorum. Bir diğer husus da medya mesajları, belli
bir kültürel birikimin, entelektüel seviyenin sonucu olarak sergilenen
mesajlardır. Bunu algılayabilmek, belli üst düzey zihinsel becerileri
gerektirmektedir. Dolayısı ile medya okuryazarlığı eğitiminde ve materyallerin
hazırlanmasında bunun ön koşulu olarak özellikle üst düzey zihinsel becerilerin
yani düşünme, sorgulama, analiz edebilme, sentez yapabilme gibi buna benzer
becerilerin kazandırılması gerekiyor bu yolla.
Öneri olarak birkaç tespitim var. Bunları paylaşmak istiyorum. Bunlardan
biri, bilindiği gibi öğretmen sistemin temel unsurlarından biridir. Öğretmenin
ilgi ve bilgisi kapsamında olmayan bir konuda başarılı olmasını beklemek
mümkün değildir. Bu nedenle özellikle öğretmenlerin hizmet öncesi eğitiminde,
yani öğretmen yetiştiren kurumların müfredatında medya okuryazarlığı
konusuna yer verilmesi gerekmektedir. Bu konuda MEB, YÖK ve RTÜK çok
61
seri bir işbirliğine girmek durumundadırlar. Zira program seneye uygulanacak,
bizim şu anki kurul kararımızda müfredatı sosyal bilgiler öğretmenleri
uygulayacaklardır. Sosyal bilgiler öğretmenlerinin hizmet öncesi eğitiminde
medya okuryazarlığına ilişkin belli bir ön eğitimleri yok. Bunların tamamını
hizmet içi eğitim ile beklenen düzeye getirmek de geçici çözümdür. Dolayısıyla
eğer sosyal bilgiler öğretmenleri okutmaya devam edecekler ise, sosyal bilgiler
öğretmeni yetiştirme programlarına medya okuryazarlığı eğitiminin temel
konularının eklenmesi gerekiyor. Đkincisi; medya okur yazarlığı dersi 20072008 öğretim yılında yaygın uygulamaya başlamadan önce, -bu kendimize
dönük bir önerimiz- çok geniş bir hizmet içi eğitim faaliyetinin başlatılması
lazım. Bu faaliyette ilgili sosyal paydaşların özellikle Radyo Televizyon Üst
Kurulunun uzmanlığına, desteğine ihtiyacımız var. Bunu belirtmek istiyorum.
Bir diğer husus, medya okuryazarlığı dersinin öğrenciler tarafından
seçilebilme şansının artırılması gerekiyor. Zira bu dersin, -seçmeli ders bugüçlü rakip dersleri var. Yabancı dil var, bilgisayar var, satranç var, düşünme
eğitimi var, halk kültürü var. Bunlar medya okuryazarlığı dersinin rakibi olan
diğer seçmeli derslerdir. Dolayısı ile bu dersin seçilebilirlik imkânının
artırılabilmesi için, Radyo Televizyon Üst Kurulu ve MEB, bu dersin olmazsa
olmazlığını vurgulayacak birtakım mesajları kamuoyuna vermeleri
gerekmektedir.
Konunun orta ve ilköğretim boyutunda ele alınmış olduğu, fakat
ortaöğretim boyutunda sistematik biçimde ele alınmadığı görülmektedir.
Dolayısı ile orta öğretimde de daha üst düzeyde olmak üzere zorluk derecesi
artırılmış biçimde olmak üzere medya okuryazarlığı eğitiminin ya müstakil bir
ders ya da bir ara disiplin olarak diğer dersler ile ilişkilendirilerek verilmesi
gerekmektedir. Yetişkinler toplumun gerçeği. Dolayısı ile yetişkin eğitimine
dönük olmak üzere MEB, bizim Çıraklık ve Yaygın Eğitim Genel
Müdürlüğümüz ve mahalli idareler, belediyeler medya okuryazarlığının
müfredatını mahalli kurslar ile yetişkin eğitimi ile velileri aydınlatmak
gerekecektir. Bunu belirtmek istiyorum.
Bir diğer husus, medya okuryazarlığı eğitimi nasıl verilmelidir? Yani bir
öğretmen eline müfredatı alıp, okula gittiğinde, sınıfa girdiğinde bu eğitimin
nasıl verilmelidirin örneklerini hizmet içi eğitim kurslarında anlatmak mümkün
ama elimizde medya denen bir güç varsa, o hâlde RTÜK, özellikle bu konuda
bazı TV ve radyo imkânlarını kullanarak bunun canlı örneklerini öğretmenler
ile paylaşmalıdır diye düşünüyorum.
Đletişim fakülteleri mezunları daha ziyade medya sektöründe istihdam
edilecekleri için, iletişim fakülteleri programlarında pedagojik duyarlılığı konu
alan birtakım konuların yer alması gerekmektedir.
62
Bir diğer husus, medya sektöründe çalışan yapımcılar, yönetmenler,
sanatçılar, senaristler, oyuncular, muhabirler, sunucular vesaire, bunların
verdikleri mesajların toplumsal izdüşümüne ilişkin bir pedagojik duyarlılık
eğitiminden geçirilmeleri gerekmektedir.
Son olarak da önerim, -belki biraz uç bir öneri olarak göreceksiniz ama,
olması gerektiğini düşündüğüm için ifade ediyorum- medya okur yazarlığı daha
genel bir anlamda teknoloji okuryazarlığı, insani gelişmenin kriterleri arasında
yer alması gerektiğini düşünüyorum. Eskiden insani gelişmenin kriterleri ne
kadar sabun tüketildiğine, ne kadar su, ne kadar elektrik tüketildiğine göre
değerlendiriliyordu. Günümüzde bu kriterlere ne kadar insanımızın medya
okuryazarlığı eğitiminden geçtiği, teknoloji okur yazarlığı eğitimi aldığı gibi
değişkenlerin de eklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Hepinize saygılar
sunuyorum. Teşekkür ediyorum.
Prof. Dr. Davut Dursun:
Sayın Özpolat’a çok teşekkür ediyoruz. Son önerisi ilginç bir öneri.
Bildiğiniz gibi artık toplumların gelişmişliği sadece millî gelire, kişi başına
düşen millî gelir ile ölçülmüyor, insani gelişme diye bir kavram geliştirildi. Bu
çerçeve içerisinde işte kişi başına düşen gazete sayısı, efendim sağlıklı su
imkânı ve benzeri gibi hususlar da devreye giriyor. Sanıyorum bu listeye sizin
de öneriniz ile ne kadar kişi medya okuryazarlığı eğitimi almıştır hususunu da
ilave etmek gerekir. Çok hoş bir şey.
Efendim şimdi yine Millî Eğitim Bakanlığında Mehmet Akif Sütçü Bey ile
Fatih Kölük Bey’e sözü bırakıyorum.
Mehmet Akif Sütcü:
Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın panelistler, kıymetli katılımcılar,
hepinizi saygı ile selamlıyorum. Öncelikle günün bu son saatlerinde, dar bir
vakitte, bizlere ayrılan bu süre içerisinde şu anda pilot uygulaması yapılan
ilköğretim medya okuryazarlığı dersi öğretim programının geliştirme süreci,
yapısı, temel yaklaşımı ve uygulanması hakkında bir fikir vermek amacı ile kısa
bir bilgilendirme yapmak istiyoruz. Çünkü birinci oturumda da soru soran
katılımcıların sorularından edindiğimiz izlenime göre, -hakikaten bu anlamda
bir panelist olan Sayın Oğuz Haksever’in ifadesinden de bu anlaşıldı.- bu
anlamda ciddi bir bilgilenme eksikliği var. Bir fikir verme anlamında çok kısa
bir sunu ile konuyu aktaracağız.
Hepiniz takdir edersiniz ki, eskiden bilgiye erişim başlı başına bir sorundu.
Đnsanlar aradıkları bir bilgiye ulaşmada son derece kıt kaynaklar ile sınırlı kalır
ve çoğu zaman bunlara ulaşımda da güçlük çekerlerdi. Günümüzde ise nerede
ve nasıl ulaşılacağı sorun olan bilgiye erişim, ulaşım, iletişim ve teknolojinin
akıl almaz bir biçimde gelişmesi sonucu sıkıntı olmaktan çıkmıştır. Ancak, bu
63
defa da insanların bu çok çeşitli kanaldan ve uyarandan adeta bir bombardıman
şeklinde gelen bilgilerin arasından kendilerine yararlı olan ile olmayanı ayırt
etmekte zorlandıkları görülmekte ve bu bir sorun olarak baş göstermektedir.
Özellikle eğitim çağındaki nüfusumuzun yani öğrencilerimizin bu ayırımı
yapabilmesi apayrı bir önem arz eder hâle gelmiştir.
Đşte tam bu noktada Radyo Televizyon Üst Kurulu ile Millî Eğitim
Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu; ortak bir irade göstererek iki kurum
arasında imzalanan medya okuryazarlığı eğitim projesi kapsamında
öğrencilerimize; “Yoğun olarak yazılı ve görsel medyadan sunulan bilgileri,
yararlılık ve kullanılabilirlik açısından nasıl süzebilirler? sorusuna cevap aramış
ve çerçevesi birlikte belirlenen bir çözümde birleşmişlerdir. Bu yapıldıktan
sonra hemen ardından hangi öğretim düzeyinde ne tür bir eğitim
gerçekleştirilebileceği sorusunun cevabı araştırılmıştır.
Sorulardan ilkinin cevabı aranırken iki varyasyon düşünülmüştür. Bir, şu
anda uygulanmakta olan ilköğretim Türkçe, hayat bilgisi, sosyal bilgiler gibi
bazı derslerin içinde, bu derslerde öğrencilere verilmek istenen içerik,
kazanımlar, ara disiplin mantığı ile yedirilerek verilebilirdi. Bunu yapabilirdik.
Nitekim bazı ülkelerde medya okuryazarlığı dersinin içeriğinden kastımız, bu
şekilde bizim şu anda size tarif ettiğim şekilde verilmektedir. Belli, başlı başına
bir ders şeklinde değil, çeşitli derslerin içeriğine ara disiplin mantığı şeklinde
serpiştirilerek. Ya da çeşitli derslerin içeriğinde vermek yerine, doğrudan
bağımsız bir ders konulması. Nitekim bazı ülkelerde de bu tür uygulamalar
mevcuttur. Yaptığımız görüşmeler sonucu yeni geliştirilen ilköğretim ders
programlarının da içeriğini gözden geçirdiğimizde, özellikle az önceki panelist
Sayın Hocam Abdülvahab Özpolat’ın da ifade ettiği gibi hayat bilgisi, sosyal
bilgiler ve yoğunlukta olarak Türkçe dersinde kısmen bu içeriğin verildiğini,
ancak son derece sınırlı olduğu için bizim anladığımız manadaki şekli ile bunun
yeterli olmayacağı kanaatine varılmıştır. Đçeriğin, bu dersler bağlamında biraz
daha geliştirilmesi ve derinliğine verilmesi pek âlâ mümkün gözükebilirdi. Bu
yola baş vurmanın ancak birtakım handikapları ortaya çıktı. Örneğin, bu sözünü
ettiğimiz Türkçe, hayat bilgisi ve matematik derslerinin bu defa içeriklerini
ağırlaştıracak, belki amaçlarından uzaklaştıracaktı. Đki, her bir dersin
öğretmeninin ayrı ayrı hizmet içi eğitimden geçirilmesi gibi pratikten uzak ve
çözümü son derece zor bir sorunu beraberinde getireceği gerçeğini gördük ve
bundan da vazgeçtik. Geriye bir tek alternatif kaldı. O da medya okuryazarlığı
adı altında bağımsız bir ders konulması. Soruların ikincisine cevap aranırke,n
özellikle çocuklarımız hangi yaştan itibaren bu konuda aydınlatılırsa, bu eğitime
tam zamanında başlamış oluruz sorusunu ikinci bir soru olarak cevaplamak
durumunda kaldık. Đlköğretim 1-5 düzeyindeki sınıflara konulacak böyle bir
dersin erken, 9-12. sınıf yani orta öğretim kurumlarına kaydırılmış böyle bir
dersin ise eğitim açısından geç olacağı kanaatine vardık. Ve nihayet en uygun
öğretim düzeyinin 6-7 ve 8. sınıflar olacağı sonucuna ulaştık. Böylece Radyo ve
64
Televizyon Üst Kurulu uzmanları, Talim ve Terbiye Kurulu uzmanları ve
akademisyenlerden oluşan bir komisyon, çalışmalarına literatür taraması ile
başladı. Bu iki cevap ile zaten komisyon kendisine bir yol haritası edinmişti.
Çok yoğun bir çalışma ile Radyo Televizyon Üst Kurulunun Araştırma
Geliştirme Dairesinin de çok değerli teknik destekleri ile kurul üyelerinin, tabi
başta böyle bir şeye irade göstermesi ile komisyonumuz çalışmasını tamamladı
ve ortaya taslak programı koydu. Ancak taslak programın oluşturulması
aşamasında her ne kadar akademik destek sağlasak da her akademisyenin kendi
ürettiği o ürünü, belki sahiplenebileceği, ondaki aksaklıkları göremeyeceği
mantığından hareket ederek, komisyonda yer almayan farklı akademisyenlerin
de ürünü görmesini istedik. Ve bu amaçla yine Türkiye’de iletişim alanında ve
eğitim bilimleri alanında söz sahibi çok kıymetli akademisyenlerin de katıldığı
bir çalıştay gerçekleştirdik. Çalıştayda da tartıştıktan sonra nihayet programa
son şeklini verdik ve Talim ve Terbiye Kurulunun onayına sunduk. Talim ve
Terbiye Kurulu, 11 Eylül 2006 tarihinde 354 sayılı karar ile medya
okuryazarlığı dersi öğretim programını kabul etti. Đlköğretim Genel Müdürlüğü
tarafından önerilen birkaç okulda bu dersin pilot uygulamasının yapılması
gerekiyordu. Genel müdürlüğün önerisi ile Ankara, Đstanbul, Đzmir, Adana ve
Erzurum’da beş pilot okulun 7. sınıfında medya okuryazarlığı dersi bu öğretim
yılının başından itibaren uygulanmaya başlandı. Bu okullarımız Ankara’da
Ahmet Refik Paşa Đlköğretim Okulu, Đstanbul Şehit Muzaffer Erdönmez
Đlköğretim Okulu, Đzmir 80. Yıl Metaş Đlköğretim Okulu, Adana Seyhan
Dumlupınar Đlköğretim Okulu ve Erzurum Barbaros Hayrettin Paşa Đlköğretim
Okulu’dur. Dersin okutulması ile görevlendirilen sosyal bilgiler öğretmenlerini,
-arkadaşlarımdan Ankara okulunda görev yapanlar şu anda aramızdalarAnkara’da hizmet içi eğitime tabi tuttuk, sadece öğretmen arkadaşları çağırmak
ile yetinmedik, uygulamada kendilerine kolaylık sağlaması bakımından ya da
olası sıkıntıların kolayca atlatılması bakımından ayrıca bu eğitime okul
idarecilerini, müdür ve müdür yardımcılarını da davet ettik. Çok güzel ve ciddi
bir çalışma oldu. Nihayet 2006-2007 eğitim öğretim yılında ders yürümeye
başladı. Şunu da hemen bilginize arz etmek istiyorum: Ders programını
hazırladık, öğretmenleri yetiştirdik, hadi ne yaparsanız yapın okutun bunu gibi
bir tutum içinde de asla değiliz. Yerinde rehberlik ve denetim çalışmaları
yapmayı planlıyoruz. Protokol de zaten bunu gerektiriyor. Her dönem bir kez
olmak üzere birinci dönemde ve ikinci dönemde sözünü ettiğimiz bu ilköğretim
okullarını ziyaret edeceğiz, yerinde rehberlik denetim ve gerekir ise eğitim
çalışmasına devam edeceğiz. Hatta şunu da ifade edebilirim: bu çalışmanın
ilkini aralık ayında Radyo ve Televizyon Üst Kurulu ile birlikte
gerçekleştirmeyi planlıyoruz.
Değerli katılımcılar çok fazla vaktinizi almadan ben bir de kısaca programın
yapısından söz etmek istiyorum. Program, yapı olarak etkinlik temelli bir
öğretim stratejisine dayalı, çoklu zekâ kuramını temel alan, yapılandırıcı bir
65
yaklaşım ile hazırlanmıştır. Bu yaklaşıma göre öğrenciler, uzak ya da yakın
geçmişte çevresinde gözlediği ve bilgiye dönüştürdüğü veriler veya eğitim
kurumunda çeşitli dersler aracılığı ile edindiği bilgiler ile bu derste elde edeceği
bilgileri birbiri ile ilişkilendirecek, böylelikle öğretmenin de rehberliğinde
kendisi de yepyeni bazı beceri ve değerlere ulaşacaktır. Programın hiçbir
boyutunda öğretmenin doğrudan bilgi vermesi, öğrencilere bilgi aktarması söz
konusu değildir. Öğretmen bunun yerine yönlendirici ve rehber konumundadır.
Önerilen etkinliklerde işe koşulan yöntem ve teknikler çoklu zekâ kuramını
temele aldığı için, derslerin uygulaması sırasında hiçbir öğrenci dışta ve pasif
konumda bırakılmamış ve her öğrencinin aktifliği ön plana çıkarılmıştır.
Programda genel amaç ve kazanımların yanı sıra bazı temel beceri ve değerlerin
verilmesi, öğrencilerin kazanımlar yolu ile bu beceri ve değerleri elde etmeleri
amaçlanmıştır.
Programda işe koşulan genel amaçlar şunlar:
- Medyayı farklı açılardan okuyarak, yaşadığı çevreye duyarlı, ülkesinin
problemlerini bilen, medyada gördüklerini aklın süzgecinden geçirebilecek
bilinç kazanır, televizyon, video, sinema, reklamlar, yazılı basın, internet ve
benzeri ortamlardaki mesajlara ulaşarak bunları çözümleme, değerlendirme ve
üretme yeteneği elde eder.
- Yazılı, görsel, işitsel medyaya yönelik eleştirel bakış açısı kazanır.
Mesajların oluşturulmasına ve analizine dönük olarak cevap bulmaktan soru
sorma sürecine doğru bir değişimi gündeme getirir.
- Bilinçli bir medya okuryazarı olur.
- Toplumsal yaşama daha aktif ve yapıcı şekilde katılır.
- Kamu ve özel yayıncılığın daha olumlu noktalara taşınması noktasında
duyarlılık oluşturulmasına katkı sağlar.
Programda işe koşulan beceriler; gözlem becerisi, araştırma, eleştirel
düşünme, yaratıcı düşünme, iletişim, problem çözme, bilgi teknolojilerini
kullanma, girişimcilik, Türkçe’yi doğru, güzel ve etkili kullanma ve sosyal ve
kültürel katılım becerisidir.
Değerlerimiz ise şunlardır:
Özel yaşamın gizliliğine saygı, estetik duyarlılık, dürüstlük, sorumluluk,
etik kurallara bağlılık, farklılıklara saygı duyma, aile içi iletişime önem verme,
bilinçli tüketim, toplumsal yaşama hayata aktif katılım, bilimsellik, kültürel
mirası yaşatmaya duyarlılık, eşitlik, yardımlaşma, dayanışma ve paylaşma.
Ben sabrınız için teşekkür ediyorum. Şimdi Fatih Bey bir etkinlik örneğini
kısaca sizlere takdim edecek. Teşekkür ederim.
66
Prof. Dr. Davut Dursun:
Fatih Kölük Bey, buyurun efendim.
Fatih Kölük:
Sayın Başkanım, değerli panelistler, kıymetli dinleyiciler, şimdi ben
konuşmamın bu bölümünde en son somut olarak programımızın genel olarak
üniteleri nelerdir, bu ünitelerin içerisinde kazanımlarımız nelerdir ve bu
kazanımları gerçekleştirmek üzere komisyonumuz tarafından üretilmiş olan
etkinlikler nelerdir? Kısaca bunlara bir göz attıktan sonra da örnek olarak bir
etkinliği hep beraber burada göreceğiz ve siz değerli dinleyicilere aktarmaya
çalışacağım.
Đlköğretim medya okuryazarlığı dersimizin ilk ünitesi, iletişime giriş konusu
ile başlıyor ve iletişime giriş ünitemizde alan öğrencilerimizin, bunun
sonucunda şu kazanımları sağlamasını hedefliyoruz:
- Birincisi iletişimi tanıyarak öğelerini fark eder. Đletişim türlerini
sınıflayarak örnekler verir. Bu kazanımları gerçekleştirebilmek için de şu
etkinlik örneklerimizi yaptık: Đletişimin temel öğelerini içeren diyaloglar
kullanarak çeşitli canlandırmalar yapılır, çeşitli örnekler yardımı ile iletişim
türleri ile ilgili boşluk doldurma çalışmaları yaptırılır. Bu tüm kazanımlarımızı
birer etkinlik örneği ile programımızda bire bir örtüştürdük.
- Đkinci ünitemiz, kitle iletişimi. Bu ünitenin sonunda da öğrencilerimiz,
kitle iletişimi tarif ederek, kitle iletişim araçlarını sınıflandırır, iletişim ve kitle
iletişim araçları arasındaki ilişkiyi fark eder. Ben uzun uzun tüm kazanım ve
etkinliklerimizi okuyup zamanınızı daha fazla almak istemiyorum.
- Üçüncü ünitemiz, medya ünitesi. Medya ünitesinde de kazanımlarımız ve
etkinliklerimiz var.
- Dördüncü ünitemiz, televizyon ünitesi.
- Beşinci ünitemiz, aile, çocuk ve televizyon.
- Altıncı ünitemiz, radyo.
- Yedinci ünitemiz, gazete ve dergi.
Son ünitemiz de internet yani sanal dünya. Evet, bu sekizinci ünitemizden
sizlere bir etkinlik örneği sunmak istiyorum. Evet sekizinci ünitemizin
kazanımlarına bir göz atalım isterseniz. Bu ünitenin sonunda öğrencilerimiz
internetin özelliklerini tanıyarak iletişime getirdiği yenilikleri keşfeder,
internette bilgiye erişim, haber okuma, sohbet, elektronik posta, uzaktan eğitim
gibi etkinlikleri uygulamalı olarak gerçekleştirir. Đnternetin olumlu
özelliklerinin yanı sıra olumsuz etki ve özelliklerini tanıyarak hayata geçirir. Bu
konu ile ilgili yapmış olduğumuz etkinlikler internet özelliklerini keşfediyorum,
67
internetin doğuşu, dünü ve bugünü üzerine öğrencilere yöneltilecek çeşitli
sorular ile öğrenciler konuşturulur. Đkinci etkinliğimiz, internet kullanıyorum
şeklinde adlandırılmıştır. Okulun bilgisayar laboratuarında internet üzerinde
arama motoru kullanma, haber okuma, elektronik posta alma, gönderme
etkinlikleri gerçekleştirilir. Üçüncü ve burada örneğini vereceğim etkinlikte de
internette nelere dikkat etmeliyiz? Etkinliğidir. Đnternetin kötü kullanımı ve
internetteki olumsuzluklar ile ilgili çeşitli sorular örneklendirilerek konuşulur,
“Söz veriyorum.” adlı sözleşme öğrencilerce doldurulur. Panelimizin başından
beri hep televizyonun üzerinde duruluyor şeklinde bir genel endişe ve özellikle
son dönemde ülkemizde de birçok suçun temelini teşkil eden internet
konusunda, bu ünitemizde çok ciddi bir etkinlik tasarladık. Bu etkinliğimizi biz
sürecini şu şekilde sizler ile paylaşmak istiyorum. Her şeyden önce bu
etkinliğimiz iki ders saati süresince gerçekleştirilecek. Temel beceri olarak
öğrencilerimiz bu etkinlik sonunda problem çözme, yaratıcı düşünme,
girişimcilik, iletişim, Türkçe’yi doğru, güzel ve etkili kullanma becerilerini
kazanacak.
Bu etkinliğimizin süreci şu şekilde: Sürecimizin birinci kısmında
öğrencilere, “Đnternete ne kadar zaman ayırıyorsunuz?” şeklinde bir soru
sorulur. “Đnternet kullanımı sizde zaman israfına neden oluyor mu?” sorusu da
sorulur. Öğretmen, ayrılan zamanı yapılan etkinliğe göre yarar zarar açısından
öğrenciler ile beraber değerlendirir.
Đkinci aşamada, “Đnterneti hangi ortamda kullanıyorsunuz?” sorusu
öğrenciler ile beraber tartışılıp konuşulur.
Üçüncü aşamada “Đnternet yaşamınıza neler getirdi, neler götürdü?”
sorusuyla internetin faydaları ve zararları konusunda öğrenciler ile beraber
tartışılır. Burada öğretmenimize bir not düştük. Diğer tüm etkinliklerimizde de
öğretmenlerimize böyle kısa kısa notlar ile öğretmenlerimizin kazanımlarımızı
ve etkinliklerimizi en doğru şekilde vermelerini amaçladık. Bu notumuzda sınıf
ortamında öğrencilere şu konuları tartışınız dedik: Oyun kahramanlarının,
oyunların kültürel yapıya ve zihinsel gelişime etkisi, şiddete yönlendirmesi,
sanal ortama bağımlı olmanın doğuracağı sakıncalar, zaman israfı, sosyal
aktivitelerden uzaklaştırma, zararlı içeriklerden etkilenme.
Dördüncü aşamada öğretmen tarafından “Đnternetin zararlı etkilerine
yönelik ne tür önlemler alınabilir?” ve “Đnternetin zararlı etkilerinden korumak
için neler yapılması gerekir?” soruları sorulur. Verilen farklı cevaplar tahtaya
yazılır. Tabi ki Akif Bey’in de belirttiği gibi yeni program yaklaşımımızda
kesinlikle öğretmenin öğrenciye bir bilgiyi dayatması veya bilgiyi vermesi söz
konusu değil, tamamen öğrencilerimizin bu bilgileri kendilerinin keşfetmesi
yolunda öğretmenimiz sadece rehber ve yol gösterici. Bu çerçevede kalmak
kaydıyla şu cevapları almak için öğrenciler yönlendirilir: Tanımadığınız kişiler
ile sohbet etmemek, internet ortamında lisanslı olmayan programları bilgisayara
68
yüklememek, internet ortamında güvenli olduğundan kesinlikle emin
olunmayan dosyaları indirmemek, kişisel bilgi ve görüntüleri internet ortamında
tanımadığımız kişiler ile paylaşmamak, bilgisayar kullanırken gereğinden fazla
zaman harcamamak, göndereni tanımadığımız elektronik postaları açmamak,
internette bulunan her bilginin doğru olmayabileceğinin bilincinde olmak.
Beşinci aşamada ise şunu yapıyoruz: Tabi biz bu kazanımımızda
öğrencilere şunu dedik: Đnternetin olumlu özelliklerinin yanı sıra olumsuz etki
ve özelliklerini tanıması. Buraya kadar öğrenciye internetin olumlu ve olumsuz
yönlerini tanıttıktan sonra bunu da öğrencinin hayatına geçirmemiz gerekiyordu
ve basınımızda da oldukça yer aldı. Öğrencimiz ile aramızda bir internet
sözleşmesi imzalıyoruz. Etkinliğimizin son aşaması da bu. Öğrencimiz bu
etkinlikte “Söz veriyorum.” diye bir sözleşme ile başlıyor. Burada her şeyden
önce öğrenci, bu sözleşmeyi imzalamasındaki temel amacını üst kısma yazacak.
Bu bölümde öğrenci sözleşmeyi kabul edip imzalamasındaki amacının ne
olduğunu belirtir, örneğin internetin zararlı etki ve özelliklerini öğrenmek,
bunlardan kaçınılması gerektiğini benimsemek ve arkadaşlarını bu konuda
uyarmak ve benzeri gibi amacını buraya belirttikten sonra öğrencimiz en son
kademede internette nelere bundan sonra dikkat etmesi konusunda şu konulara
söz veriyor:
- Bundan böyle tanımadığım kişiler ile sohbet etmeyeceğim.
- Đnternet ortamında lisanslı olmayan programları bilgisayara indirip
yüklemeyeceğim.
- Đnternet ortamında güvenli olduğundan kesinlikle emin olunmayan
dosyaları indirmeyeceğim.
- Kişisel bilgi ve görüntüleri internet ortamında tanımadığım kişiler ile
paylaşmayacağım, bilgisayar kullanırken gereğinden fazla zaman
harcamayacağım.
- Hazır ödevlerin bulunduğu ödev sitelerini kullanmayacağım.
- Göndereni tanımadığım elektronik postaları açmayacağım.
- Đnternette bulunan her bilginin doğru olmayabileceğinin bilincinde
olacağım.
- Đnternet kafelerde uygunsuz saatlerde bulunmayacağım.
- Bana zarar vereceğini düşündüğüm internet sitelerine girmeyeceğim.
- Đnternet ortamında içeriğinde şiddet, cinsellik bulunan oyunları
oynamayacağım.
En sonunda da öğrenci, adını soyadını ve sınıfı numarasını yazdıktan sonra
imzalıyor ve bunu evinde bulunan çalışma odasına, çalışma masasının yanına
69
asıyor. Bu tabi zorlaması olmayan bir sözleşme. Tamamen öğrenci üzerinde
psikolojik bir etken ve böylelikle de öğrencilerimizi mümkün olduğu kadar
internetin zararlı özelliklerinden koruma noktasında etkinliğimizi ve kazanımızı
hayata geçirme yöntemi.
Beni dinleme sabrını gösterdiğiniz için hepinize teşekkür ediyorum.
Saygılar sunarım.
Prof. Dr. Davut Dursun:
Sayın Kölük’e de çok teşekkür ediyoruz. Programın nasıl işlediği ile ilgili
bir bakıma ampirik bir takdimde bulundular. Biz de bilgilenmiş olduk.
Gerçekten ilgi çekici bir sunuş oldu. Teşekkür ediyorum.
Bu arada tüm panelistlere de ayrı ayrı teşekkürlerimi bildirmek isterim.
Şimdi soru cevap bölümüne geçiyoruz. Soruyu kime yönelttiğinizi belirtmek
koşulu lütfen kısa sorular almak istiyorum.
Buyurun hanımefendi.
Prof. Dr. Şermin Tekinalp:
Đstanbul Kültür Üniversitesi, Profesör Doktor Şermin Tekinalp. Birinci
panelde de dikkatle dinledim, ikinci panel çok daha yararlı oldu sanıyorum.
Çünkü ortaya bir proje kondu. Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu
Üyesi Vahap Bey’e bir sorum olacak. Çünkü kendisi şöyle dedi: “Đletişim
fakülteleri, radyo televizyonlara eleman yetiştirdiği için onlar üzerinde
durmuyoruz.” Bütün bu anlattığınız şeyler iletişim fakültesinde okutuluyor. Etik
dersleri, radyo televizyon, iletişim sosyolojisi, iletişim felsefesi gibi dersler var.
Sanat tasarım fakültelerinde de okutuluyor. Artı bir de bunların nasıl yapıldığı,
nasıl kurgulandığı ve nasıl ortaya konduğu etik olarak da öğretiliyor. Hazır
elinizde yüzlerce binlerce öğrenci deposu var. Bu öğrencilere diyorum ki,
pedagojik formasyon aldırılsa iyi olmaz mı? Bu mezun öğrencilerden çoğu iş
bulamıyor. Radyo televizyonlar bunları görevlendirmiyorlar. Ne dedi Oğuz
Haksever? “Biz iletişim fakültelerini kapatmayı bile tartışıyoruz.” dedi. Yani
memnun değiller. Çünkü iletişim fakülteleri mezunları etik öğreniyorlar.
Öğrendikleri için de işlerine gelmiyor. Onun için diyorum ki acaba iletişim
fakülteleri, hatta sanat tasarım fakülteleri mezunlarına pedagojik formasyon
aldırılarak bu yola kanalize edilemez mi? Çünkü bu dersleri görüyorlar. Ayrıca
toplum bilimci sosyal bilimler hocalarına bir iki haftalık bir seminerden dersleri
veriyorlar. Bunun yerine iletişim fakülteleri ve sanat tasarım fakülteleri
öğrencileri kullanılabilir.
Đkinci bir sorum var ya da bir katkım olarak söylüyorum. Çünkü ben 2003
yılında Sayın Bakan Beşir Atalay’ın başkanlığındaki çalışmaya katılmıştım.
Ama şimdi ne çalıştaydan haberim var, ne de çağırıldım. Eğer çağrılsaydım ben
de katkıda bulunmak isterdim. Diyorum ki, efendim üç aşamada verilemez mi
70
bu dersler? Bir de anladığım kadarı ile hep kuramsal dersler. Đşte onun için
iletişim fakültesi öğrencilerine ihtiyaç var. Çünkü bu işi yapıyorlar. Đşin
mutfağında yetişiyorlar. Üç aşamada verilebilir. Birinci aşamada bilgilendirici
yani medya nedir, iletişim nedir? gibi konular kuramsal olarak verilebilir. Đkinci
aşamada da daha öğrencilerin çok yaratıcılık yönleri kışkırtılarak “Sen olsaydın
ne yapardın, nasıl üretirdin?” gibi sorulara yer verilebilir. Hatta burada video
gösterileri kullanılabilir. Üçüncü aşamada da –ilköğretimin ikinci kademesinde
yapılabilir bu- felsefi ve eleştirel tartışmalar yaptırılabilir. Bence çok daha iyi
olur. Bu derslerin içeriğinin daha çok tartışılması lazım diye düşünüyorum. Çok
eleştirilecek yerler var. Teşekkür ediyorum.
Prof. Dr. Davut Dursun:
Çok teşekkürler. Şimdi şöyle yapalım isterseniz. Sayın profesöre ben de
teşekkür ediyorum. Đsterseniz önce soruları alalım, ondan sonra kısa kısa
cevaplar verelim. Böylece zaman kaybetmemiş oluruz. Buyurun beyefendi.
Hasan Daşlık:
Teşekkür ederim. Hasan Daşlık Karabük Đl Milli Eğitim Müdürlüğü adına
katılıyorum. Đlköğretim müfettişiyim. Benim merak ettiğim bir şey oldu.
Madam Bevort güzel çalışmalarından bahsetti ülkesindeki. Bu yirmi yıllık süreç
içerisinde acaba ne tür bir sonuç elde edebildiler. Teşekkür ederim.
Prof. Dr. Davut Dursun:
Teşekkürler. Arkadaki beyefendiye lütfen.
Doğan Gönüllü:
Teşekkür ederim. Doğan Gönüllü. Zonguldak Demokrat Radyo TV. Sayın
profesör hocam etikten çok bahsettiniz. Özür dileyerek soruyorum. Oğuz Bey
burada yok. Kendisi bir televizyoncu. Bu nedenle onun yerine izin verirseniz bu
konuda ben cevap vermek istiyorum. Dediler ki; “Đletişim fakülteleri işlerine
gelmediği için televizyoncuları istemiyorlar.” Hiç öyle bir şey olduğunu
zannetmiyorum. Nitelikli daha iyi eğitimli insanlar istendiği için televizyoncular
öyle yapıyorlar.
Prof. Dr. Davut Dursun:
Buyurun lütfen beyefendi.
Yaşar Boz:
Yaşar Boz. Adıyaman ilköğretim müfettişleri başkanı olarak katıldım.
Şimdi günümüzde artık bilgisayarın diyelim, internetin girmediği köylerimiz de
kalmadı. Hemen hemen her evde bilgisayar var. Şimdi 6,7,8. sınıflarda medya
71
okuryazarlığı dersi olarak alındığını gördüm. Ben şunu söylemek istiyorum:
Acaba buna 4,5. sınıflar ilave edilemez mi? Çünkü o çocuklarımız da bilgisayarı
ve interneti gayet rahat kullanabiliyorlar.
Prof. Dr. Davut Dursun:
Teşekkür ederim. Buyurun beyefendi.
Mehmet Salçın:
Teşekkür ederim. Polatlı’dan katılıyorum. Radyo Nur. Đsmim Mehmet
Salçın. Milli Eğitim Bakanlığı birçok alanda olduğu gibi bu alanda da üniversite
ve sorunun gerçek tarafı olan medyayı dışlayarak bir çözüme varmış. En
azından bu çözümün, bu sorunun yaratıcı olarak gözüken medyanın da çözümde
yer alması açısından, çözümün içinde olmak isterdik. Bu son bölümde bizim
niye çağırıldığımız konusunda kendime sorumuş olduğum sorunun cevabını
bulamadım. Biz neresindeyiz? Teşekkür ediyorum.
Prof. Dr. Davut Dursun:
Teşekkürler. Buyurun beyefendi.
Selahattin Keser:
Çubuk’tan Radyo Kervan’dan Selahattin Keser. Evet, toplantı aslında
medya okuryazarlığı. Önce medyanın kendisini eğitmesi gerekiyor. Daha sonra
medyada sorumlu olan kimselerin kendilerini eğitmeleri gerekiyor ama hocam,
Meral hocam konuşmasının sonunda dedi ki, özellikle dedi aileler ile ilgili okur
yazarlık, medya okur yazarlığı konusu dedi. Nasıl verilmeli hocam? Özellikle
radyo ve televizyonlar şeyi nasıl vermeli? Medya okuryazarlığını onlara bu ders
nasıl verilmeli? Tamam öğrencilere verilecek. Medyadaki arkadaşlar da alacak
da, medyayı en çok kullanan ve tüketen olarak medyayı kullanan aileler
çocuklara bu nasıl verilecek? Özellikle ailelere nasıl verilecek? Davut Beye de
aynı soruyu ben yöneltiyorum. RTÜK olarak bu konuda ailelerin eğitimi ile
ilgili neler yapılabilir? Çok teşekkür ediyorum.
Prof. Dr. Davut Dursun:
Çok teşekkür ederim. Buyurun efendim.
Dr. Ömer Solak:
Efendim, liselerde bir ders vardı. Hızlı okuma teknikleri diye. Bu ders
birkaç yıl uygulandı, sonra kaldırıldı. Çünkü pratikte yeni seçmeli bir dersti.
Fakat pratikte uygulanabilir değildi. Tamamen teorik, tamamen kitabi bir dersti.
Öğretmenler bunun donanımına hazır değildi. Bilemiyorum, buradaki
meslektaşlarım bana katılırlar mı? Ben bunları örnek olarak söyledim. Bu dersin
içeriğinin bizatihi uygulamaya yönelik olmamasından kaynaklanan sakıncalar
vardı ve pratik neticeler alınamadı. Sayın akademisyenler, sayın konuşmacılar,
72
söz konusu dersin böyle kitabi olmaması, didaktik olmaması, uygulamaya
yönelik olması, vakalardan, olaylardan hareket ederek birtakım sonuçlara
gitmesi konusunda sürekli tavsiye ve önerilerde bulundular. Ben de dersi
sabırsızlıkla bekledim. Dersin içeriği nasıl bir şey diye. Ama maalesef tam da
öyle bir şey olmuş. Bu yıl bir uygulama yapılacak herhâlde. Bu uygulamalardan
hareketle buradaki birtakım görüşlerden hareketle sayın medyanın
temsilcilerinden, RTÜK’ün katkıları ile yeni bir müfredat, uygulamaya yönelik
bir müfredat geliştirilecek mi, yoksa bu hâli ile devam edecek mi? Teşekkür
ederim.
Prof. Dr. Davut Dursun:
Teşekkür ederim. Beyefendi, buyurun.
Emek Gülen Muharrem Pakoğlu Đlköğretim Okulu Müdürü :
Evet teşekkür ediyorum. Ben Emek Gülen Muharrem Pakoğlu Đlköğretim
Okulu Müdürü. Çok kıymetli hocamız Fatih Bey’in açıklamalarına ve
yaptığınız programdan dolayı hepinize teşekkür ediyorum. Yalnız değerlerde
Millî Eğitim temel politikasının ilkeleri yerleştirilmiş, ilkeler daha yukardadır.
O zaten ilkeler içerisinde var. Bazı maddeler oradan alınmış. Ayrıca bizim
yönetmeliğimizde herhangi bir davranışın olumsuzluğu sonucunda sözleşme
yapılır. Derse başlamadan önce sözleşmenin yapılması kişinin psikolojisini
zaten bozar. Zaten medya yeteri kadar bozdu. Bari bundan sonra biz bunu
yaparken dikkat edersek yararlı olur diye düşünüyorum. Teşekkür ediyorum
efendim.
Prof. Dr. Davut Dursun:
Sorunuz yok galiba. Teşekkür ederim. Buyurun beyefendi.
Selçuk Tanrıverdi:
Selçuk Tanrıverdi. Elazığ’dan katılıyorum. Đlköğretim müfettişiyim. 4.
sınıftan itibaren zorunlu dersler arasına alınsaydı daha iyi olmaz mıydı?
Prof. Dr. Davut Dursun:
Peki teşekkürler. Bir soru daha alabiliriz. Var mı? Hanım efendiye lütfen.
Filiz Güneş:
Filiz Güneş. Benim sorum da, bu hizmet içi eğitimler hakkında olacak. Bu
hizmet içi eğitimleri verecek kişiler kimler? Millî Eğitim Bakanlığı’nın kendi
personeli mi, yoksa bu akademisyenler tarafından mı verilecek?
Prof. Dr. Davut Dursun:
Teşekkürler. Şimdi sayın konuşmacılarımız, yöneltilen sorulara kendileri ile
ilgili olan kısma cevap verecekler. Zamanımızın sınırlı olduğunu düşünerek
73
önce buradan başlayalım isterseniz hocam. Çünkü soruların çoğu size geldi.
Kurum olarak Bakanlığınıza geldi. Buyurun.
Dr. Vahap Özpolat:
Peki teşekkür ederim. Korkarım hepsine cevap vermek durumunda
kalacağım. Kimseye de bir şey kalmayacak. Üzgünüm. Şimdi iletişim fakültesi
mezunları öğretmen olarak atanmalıdır talebi salonda güçlü bir destek görüyor.
Katılıyorum da buna. Aynı zamanda sayın panelistimiz de. Talim ve Terbiye
Kurulu Başkanlığının 12/05/2006 tarihli 333 sayılı hangi lisans mezunlarının
hangi öğretmenlik alanına atanacağına ilişkin kararı söz konusu. Bu kararda
iletişim fakültesi mezunlarının atanacakları branşlar belirtilmiş. Đletişim, radyo
teknikleri, radyo TV haberciliği, okuma anlama teknikleri, haberleşme hukuku
vesaire. Ne var ki, burada sayılan takriben on beş kadar dersin tamamı, iletişim
meslek liselerinde okutulan derslerdir. Onların da öğretmen kontenjanı sınırlı ve
iletişim fakültesi mezunu arkadaşların çoğunu değerlendirmek mümkün değil.
Medyaokur yazarlığı dersi, bu kararın alınışından sonra kurul kararına bağlandı.
Ve henüz daha pilotlama aşamasındadır. Pilotlama sonuçları hem müfredatın
etkililiği, uygulanabilirliliği, kapsamı, içeriği, izdüşümleri boyutunda
değerlendirilecek hem de sosyal bilgiler dersi öğretmenleri bu dersi yeteri kadar
verebilecekler mi sorusuna da ışık tutacak şekilde değerlendirilecektir. Bu
nedenle pilotlama sonucuna bağlı olarak kurulumuz bu yöndeki görüşünde ısrar
eder veya görüşünü değiştirir. Đletişim fakültesi mezunlarına bir kapı açar. Ona
da şimdiden bir şey söylemek zor. Tayin edici olan, pilotlama sonuçlarıdır. Bu
arada pilotlamadan bahsederken özellikle iletişim fakültesi mezunu
hocalarımızın bunu bir araştırma evreni olarak kabul etmeleri ve bizim ile de
koordineli olarak pilotlamanın yapıldığı okullarda müfredata ilişkin izleme
değerlendirme faaliyetinde bulunmaları bizim için de ışık tutucu olur. Burada
belirtmek istiyorum.
Bir diğer soru 4 ve 5. sınıflar ilave edilmeli mi gibi bir soru var. Veya
dördüncü sınıftan zorunlu olmalı mı? Bunu uzman arkadaşlarımız düşündüler.
4. ve 5. sınıf düzeyinde medya mesajlarının analizi gerçekten de öğrencilere,
entelektüel kapasite yönünden ağır gelmektedir. Bu nedenle de en uygun
zamanlamanın 7, 8. sınıflar olduğu düşünülmüştür. Ama ilk beş sınıfta da bunun
hazırlık aşaması olarak Türkçe dersinde, hayat bilgisi dersinde ve kısmen sosyal
bilgiler dersinde hazırlık bilgileri verilmiştir. Dolayısı ile bir ardışıklık ve
bileşiklik söz konusu.
Medya dışlanarak program geliştirildiği yönünde bir tespit söz konusu.
Buna katılmıyorum. Zira biz Radyo Televizyon Üst Kurulu ile ortaklaşa bu
çalışmayı yaptık. Radyo Televizyon Üst Kurulu medya dünyamızın,
sektörümüzün resmî temsilcisi. Artı çok sayıda iletişim fakültesinin akademik
desteği alındı ve Radyo Televizyon Üst Kurulunun buna dair, bu çalışmanın
74
paylaşımına dair Abant’ta yapılan çalışmada da bildiğim kadarı ile çok sayıda
medya temsilcisinin de katılımı sağlanmıştır.
Program kitabidir, yeni bir müfredat oluşturulabilir mi? sorusu gelmişti. Biz
genel olarak müfredat geliştirme çalışmalarında dinamik bir yaklaşım
benimsiyoruz. Üretilen bir ürün, bir program, bir materyal toplumun
beklentilerini karşılamıyorsa derhâl onu kaldırma, değiştirme esnekliğine
sahibiz. Bu program da beklentileri karşılamaz ise elbette değiştirilebilir. Fakat
köklü bir değişiklik yerine öyle sanıyorum ki pilotlama sonuçları bize revizyon
yönünde ışık tutacaktır ve bu konuda revizyonun ucu nereye varırsa varsın
eğitselliğin gereği bağlamında ona açığız.
Mevzuat ve sözleşme arasında bir çelişki olduğu yönünde sayın
müdürlerimizden biri bir tespitte bulundular. Đlköğretim kurumları
yönetmeliğinde belirtilen sözleşme ile bizim müfredatımızda sözünü ettiğimiz
eğitsel değer yüklediğimiz sözleşme arasında bir ilişki söz konusu değil. Lütfen
bunları birbirine karıştırmayalım. Dolayısıyla bu tür sözleşmeler yapılabilir.
Etkinlik olarak uygulanabilir. Öz denetimi sağlamaya dönük bir etkinlik
çalışmasıdır bu.
Zorunlu ders kapsamına alınabilir mi? şeklinde bir soru gelmişti. Gönülden
geçen, arzu edilen odur. Fakat zorunlu ders yükümüz o kadar fazla ki,
öğrencilerimiz, ilköğretim birinci sınıftaki öğrencilerimiz haftada otuz saat
derse geliyor. Uykusunu almadan derse geliyor. Çocukluğunu adeta
yaşayamıyor. Yani zorunlu ders yükü çok fazla. Yeni bir zorunlu ders olarak
bunu düşünmek belki bir yönü ile zor. Fakat benim aklımdan geçen açıkçası,
pilotlama sonuçlarına bağlı olarak bu dersin olmazsa olmaz mesajlarının
zorunlu, konu başlığı olarak zorunlu derslere yansıtılması. Yani bu beş tane
konu olmazsa olmaz ise bunların ilköğretimin 6-8 düzeyindeki sosyal bilgiler,
Türkçe ders müfredatına entegre olarak yansıtmak. O şekilde bir ara çözümün
olacağını düşünüyorum.
Hizmet içi eğitimi kim verecek? Tabiki bu işin uzmanları vereceklerdir.
Programı hazırlayan uzmanlar, programı uygulayan pilot okullardaki
öğretmenlerimiz, iletişim fakültelerindeki akademisyenlerden bu süreçte
yararlanmayı düşünüyoruz. Teşekkür ediyorum hepinize.
Prof. Dr. Davut Dursun:
Çok teşekkürler. Şimdi hanımefendiye sözü aktarıyorum. Kendisi ile ilgili
soru varsa cevaplaması için buyurun efendim.
Prof. Dr. Meral Uysal:
Teşekkür ederim. Ben Vahap Bey’e bir iki cümle sadece çok uzatmadan
söyleyeyim. Vahap Bey’in konuşmasından; pilot sonuçları bu programın
başarılı olduğu yönünde gelir ise, böyle devam edecek gibi mi algıladım.
75
Dr. Vahap Özpolat:
Bilimsel yöntem onu gerektiriyor hocam.
Prof. Dr. Meral Uysal:
Ama şöyle bir şey var. Yani hani bu dersten yetiştirilmiş bir grup var. Ama,
eğer ders, tüm ilköğretim kurumlarına yayıldığı zaman bu kadar çok sosyal
bilgiler eğitimi öğretmeninin hizmet içi eğitimden geçirilmesi zaten pratik bir
çözüm değil. Bu nedenle mevzuat ile ilgili engellerden söz ettiniz. Doğrudur ve
bunların çok kolay aşılmadığını biliyorum. Ama doğru olan, işin uzmanının
dersi okutması ise bununla ilgili mücadeleyi Millî Eğitim Bakanlığı ve ilgili
kurumlar yapmalı. Süreç böyle devam etmeli diye düşünüyorum.
Dr. Vahap ÖZPOLAT:
Başkanım, izniniz varsa sanırım salonun böyle beklentisi var idari açıklama
ilgili.
Prof. Dr. Davut Dursun:
Çok kısa lütfen.
Dr. Vahap Özpolat:
Bir iki cümle ile. Şimdi kesinlikle katılıyorum. Benim gönlümden geçen,
yani bilimselliğin gereği bu. Đletişim fakültesi mezunu birisi, bir sosyal bilgiler
öğretmeninden bu dersi daha iyi verir. Buna kesinlikle katılıyorum. Bu bir
gerçekliğin bir tarafı. Fakat bir diğer tarafı var ki, seçmeli derslerde biz, hangi
okulda kaç öğrencinin bu dersi seçeceği ve kaç öğretmen ihtiyacının olacağını
ön göremiyoruz. Ancak birkaç yıllık uygulama sonucuna bağlı olarak bunun ön
görülebilir tablolarını, sayısal verilerini oluşturabiliriz. O yüzden hemen
önümüzdeki yıl bu yönde bir değişiklik olacaktır ve iletişim fakültesi mezunları
değerlendirilecektir biçimindeki bir beklenti, aşırı iyimser bir beklenti olur.
Ama süreç içinde doğru olanı, iletişim fakültesi mezunlarının değerlendirilmesi
gerektiği kanaatini samimiyetle paylaşıyorum ve bu konuda da destekliyorum.
Prof. Dr. Meral Uysal:
Şimdi bana tam alanım ile ilgili bir soru geldi. Ben yetişkin eğitimi bilimi
ile ilgiliyim. Asıl alanım o. Medya duyarlılığı olan bir yetişkin eğitimcisiyim.
Medya okuryazarlığı yetişkinlere nasıl verilmeli dedi. Bunun çok kolay bir
cevabı yok. Daha doğrusu şöyle demek mümkün: Yani yetişkinler çok geniş bir
hedef kitle. Onlara çok biçimsel ve tek format da vermek, yani kesinleşmiş
formatlar da sunmak mümkün değil. Yani hani yetişkin ile çocuğu ayırdığımız
zaman, çocuk, bir eğitim kurumuna sürekli devam eden kişidir. Onun
programına ders koyarsınız. Bu dersi nitelikli yaparsanız, çocuk da iyi şeyler
öğrenir. Ama yetişkinler için böyle sabit, kesinleşmiş formatlar bulmak çok zor.
76
Yani birden fazla şey söylenebilir. Ama şunu söylememek gerekir: Televizyon
bu konuda bir şey yapabilir mi? Ben televizyona bu konuda güvenilmemesinden
yanayım. Bu kesin. Neler yapılabilir? Yayın yolu ile destek yapabilir Millî
Eğitim Bakanlığı, sivil toplum örgütleri kendileri bir şey yapabilir. Okulu biz,
hele de temel eğitim okullarını, ilköğretim okullarını sadece çocuklarımıza
hizmet eden kurumlar değil, bulunduğu çevreye hizmet veren kurumlar,
gerekirse yetişkinlerin ihtiyaçları doğrultusunda da zaman zaman etkinliklerde
bulunan kurumlar olarak görmek istiyoruz yetişkin eğitimcisi olarak. Okul,
belki bu dersler ile bağlantılı bir şekilde çevreye dönük, velilere dönük
etkinlikler düzenleyebilir. Yani tek bir format yok. Çünkü yetişkinler öğrenci
değil. Yetişkinleri öğrenmeye zorlayamayız. Yetişkinler, böyle bir konudaki
eğitim içeriğini zaten talep de etmezler. Bu talebin yaratılması konusunda
duyarlılık biraz uzmanlara kalıyor. Eğer çok değişik formatlarda eğitim
biçimlerini üretebilirsek, yine çok farklı kurumlar tarafından yetişkinleri de
sürece bir biçimde dâhil etmenin yollarını bulmuş oluruz. Teşekkür ederim.
Prof. Dr. Davut Dursun:
Ben teşekkür ederim. Şimdi sözü Sayın Madam Bevort’a aktarıyorum.
Evelyn BEVORT:
Evet, değerlendirme konusunda bir soru vardı, sanırım eğitimde
CLEMĐ’nin etkinliği konusunda. Ve altı sene önce büyük bir
değerlendirme programının olduğunu söylemeliyim ve şimdi bir yenisini
geliştiriyoruz, sınıfların hepsinde resmen yeni bir program. Fakat altı
sene önce, ilk olarak çocuklar ve öğrenciler için olduğunu söylemeliyim.
Medya eğitimi dersleri olduğunda onlar okula gelmekten daha çok
hoşlanıyorlardı. Bu ilk nokta. Gerçekten ilginçtir ki onlar medya
programlarıyla ilgili olarak bağlantı kurduklarında okul konularıyla daha
çok ilgilendiklerini açıklamışlardır. Ve gerçekten ilginçtir ki, haberlerden
farklı olaylar çıkardıklarından haberlerin niçin önemli olduğunu hocaları
açıkladığında bundan çok hoşlandıklarını söylüyorlar. Bu gerçekten
ilginçtir ve hatta onlar tarih, coğrafya, sosyal konular gibi bazı okul
konularının müfredat programından ayrıldığında aynı zamanda haber
yayını gibi ve naklen yayınlanmanın ve bağlanmanın daha ilginç
olduğunu söylüyorlar. Bu ilk noktadır. Ve biz bunu beklemiyorduk fakat
gerçek budur. Bu sizin söylediğinizdir. Đkinci olumlu şey ise öğrenciler
nasıl iletişim kurulacağını daha çok bilmek için
yeni yetenekler
geliştiriyorlar bu doğrudur. Bundan çok hoşlanıyorlar. Daha sık
tartışmaya katılmayı istiyorlar ve hatta okulun demokratik yaşamına
katılmayı da istiyorlar; aday olarak bildiğiniz gibi, idari konseyde
öğrencileri temsil etmek için. Biz farklılıklar bulduk, aynı şey değildi.
77
Bazı okullarda eleştirel yetenekler hakkında; Eleştirel yeteneklerde çok
büyük farklılıklar bulduk. Bazı okullarda, bu kadar büyük değildi.
Gerçek şu ki, daha çok öğretmenlere bağlıydı. Öğretmenin kişiliği çok
önemlidir. Şüphesiz, bunu daha önce biliyorduk; yeni keşfedilmedi: fakat
okullarda yeni bir konu geliştirdiğiniz zaman; medya okur yazarlığı
gerçekten yeni bir konudur; öğretmenlerin kişiliği diğer bazı şeylerden
daha önemlidir. Bu iyi değildir. Ve biz bazı öğretmenlerin harika
sonuçları aldığını gördük ve bazıları da o kadar iyi değildi. Bunun için,
bu nedenle başlangıç eğitiminde daha çok çalışmayı istedik. Zira,
öğretmenin yaşamında çok önemli bir an olduğunu düşündük. Ve bu
konuda daha çok çalıştık. Böylece, şimdi değerlendirmenin yeni
sonuçlarını bekliyoruz ve sonunda nereye varacağını görmek ilginç
olacaktır. Bizim faaliyetimizde değerlendirme ilginç bir andır. Çünkü
gerçekte gençler için ne olduğunu ve sınıflarda ne sonuçlar olduğunu
gözleriz; bu gerçekten önemlidir. Teşekkürler. (mhzoıhl ğeşlğvğm)
Prof. Dr. Davut Dursun:
Çok teşekkürler. Değerli konuklar böylece panelimizi tamamlamış olduk.
Çok verimli bir oturum olduğu kanaatindeyim. Uzun uzun değerlendirme
yapmaya sanıyorum benim açımdan gerek yok. Belki birkaç kelime
söylenebilir. Ciddi bir toplumsal sorunumuz var. Đçinde yaşadığımız çağda bilgi
iletişim teknolojilerinde meydana gelen gelişmelere koşut olarak radyodan,
televizyondan, internetten ve benzeri araçlardan her gün evimize misafir eden,
akan binlerce ses, görüntü ve benzer malzemeler bizi, çocuklarımızı,
büyüklerimizi, ailemizi, hepimizi etkiliyor. Bunların yararlarını, zararlarını uzun
uzun tartışmaya gerek yok. Ama şöyle bir ciddi sonuç söz konusudur ki; bu
araçlardan evimize akan bilgi, ses ve görüntülerin önemli bir kısmı bizim
rahatımızı, hayatımızı, yaşamamızı ciddi bir şekilde tehdit etmektedir, olumsuz
etkilemektedir. Dolayısı ile buna karşı ciddi birtakım adımların atılması,
birtakım tedbirlerin alınması gerekiyor. Elbette ki yayınları kısıtlamak, insanlar
için en kutsal hak olarak gelişen ifade özgürlüğü çerçevesinde ters orantılı
olarak işleyen bir sorundur. Bir taraftan ifade özgürlüğünü mümkün olduğu
kadar en geniş anlamda toplumsal hayatımıza kazandırmamız gerekiyor, ama
diğer taraftan bu ifade özgürlüğünün bir bakıma kutsallığına sığınarak bizi
tehdit eden olumsuzlukların da önüne geçmemiz gerekiyor. Bunu, sadece bir
kanun meselesi, sadece bir normatif düzenleme meselesi, sadece bir eğitim
meselesi, sadece bir üst kurulun yetkileri dâhilinde olan bir mesele olarak
algılanmasının ötesinde, bütün toplum kesimlerini, bütün tarafları ilgilendiren,
çözüm olarak da, eğer bir çözüm üreteceksek, bütün tarafların ortak katkılarıyla,
eylemleriyle ve çabalarıyla bir çözüm üretilecek diye düşünüyorum. Medya
78
okuryazarlığı projesi, kanaatimce, bu sorunun çözümüne yönelik bir katkıdır.
Birtakım tarafların ortak çabaları ile ortaya çıkmış bir projedir. Değerli
konuklarımızın haklı olarak sordukları ve itiraz ettikleri, eleştirdikleri, şöyle
olsaydı olmaz mıydı, böyle olsaydı olmaz mıydı, niçin böyledir gibi soruları,
son derece anlamlı buluyorum. Ancak Sayın Milli Eğitim Bakanlığı yetkilisinin
de ifade ettiği gibi bu bir pilot uygulamadır, uygulama sanıyorum önümüzü
görmemize, bundan sonra yapılacak düzenleme ve değerlendirmelere ilişkin
birtakım şeyler söylememize imkan tanıyacaktır. O sebeple şimdi bir adım
atılmıştır, bu adımda bilerek veya bilmeyerek birtakım hatalar yapılmış olabilir,
ama pilot uygulamada ampirik hayatta gözlemlediğimiz birtakım gelişmeler,
bundan sonraki düzenlemelerde önümüzü aydınlatacaktır. Bu paneli de yurt
dışından gelen değerli konuklarımız, buradan katılan değerli konuklarımızın
katkıları ile bu sorunu anlamaya, bu sorun üzerine bir kez daha düşünmeye bir
katkı çabası olarak değerlendirelim. Radyo Televizyon Üst Kurulu olarak
hepinize saygılar sunuyorum. Bir kez daha 24 Kasım olmak münasebetiyle
öğretmen arkadaşlarımızın ben de öğretmenlik mesleğinden geldiğimden dolayı
öğretmenler gününü kutluyorum ve bu projenin başarıya ulaşması için
hepimizin gayretini bekliyorum. Saygılar sunuyorum efendim.
III. BÖLÜM
Medya Okuryazarlığı – Rıza Okur’un
RTÜK Başkanı Dr. A. Zahid Akman’la Röportajı
(TRT 2 Güncel Programı - Canlı Yayın)
Okur: Sayın Akman, hoş geldiniz Güncel’e efendim.
Akman: Hoş bulduk, merhaba, iyi günler diliyorum.
Okur: Medya okuryazarlığı, bu terim aslında oldukça ilginç. Teknolojinin
büyük bir hızla ilerlediği dünyamızda insanlar .yoğun bir haber, bilgi, reklam,
dizi gibi her şeyin bombardımanına uğruyor deyim yerindeyse. Türkiye’de
79
insanlarımızın ortalama 4 saat civarında TV izliyor. Çocuklarımızın da sizin de
belirttiğiniz gibi 3 saat civarında. Her gün zamanının 3 saatlik bir dilimini
ekran karşısında geçiriyor. Fakat seçici olabilmek, hangilerini izleyeceğiz, nasıl
izleyeceğiz, izlediklerimiz bize ne veriyor. Bunları ayırt edebilmek, bunun
ayrımında olabilmek çok önemli. Ve bunun için de donanımlı insanlar
olabilmemiz gerekiyor her şeyden önce. Şimdi size soralım efendim. Medya
okuryazarlığıyla anlatılmak istenen nedir? Siz neyi uygulamaya çalışıyorsunuz
ya da neyi öneriyorsunuz efendim?
Akman: Rıza Bey tekrar iyi günler diliyorum. Bugün malum 24 Kasım
Öğretmenler Günü. Bu vesileyle tüm öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü’nü
de kutluyorum. Gerçekten Medya okuryazarlığı konusu son derece önemli.
Kitle iletişim araçlarının, teknolojinin sağladığı ikmânlarla sınır tanımayan
özelliği, insanlarımızın üzerindeki etkisi dikkate alındığında medya mesajlarına
karşı kitle iletişim araçlarının masajlarına karşı insanlarda bir farkındalık
meydana getirmek, insanları o manada bilinçlendirmek çok öne çıkıyor. Sürekli
yayınları engelleyerek, sürekli yayınları denetime tabi tutarak insanları zararlı
konulardan, zararlı içerikten korumak mümkün değil. Çünkü kitle iletişim
araçları teknolojisi bu ikmânı ortadan kaldırıyor. Sınır tanımıyor. Artık
hepimizin günlerinin önemli bir kısmı televizyon önünde, Đnternet karşısında,
cep telefonuyla, telefonlarla görüşüyor. Bugün böyleyken teknolojinin daha da
ilerleyeceği varsayımıyla önümüzdeki yıllarda kitle iletişim araçları neredeyse
hayatımızın tüm safhalarında en dominant unsur olarak karşımıza çıkacak.
Şimdi engelleyerek, birtakım özgürlükleri kısıtlayarak bazı şeylerden insanı
korumaya çalışmak çağdaş kamu yönetimi anlayışına hiç uygun değil.
Đnsanların özgürlüklerini kısıtlamadan birey olarak haber verme, haber alma,
haberdar olma özgürlüklerini kullanmasını en zirve şeklinde onlara sunmak gibi
kamunun bir görevi var. Ancak söylemiş olduğum gibi kitle iletişim araçlarının
içindeki zararlı, mahsurlu içerikle ilgili olarak insanların korunması nasıl
sağlanacak? Bu sorunun cevabı çok önemli. Gelişmiş batılı ülkelerde bu
manada geçtiğimiz yıllarda, özellikle kitle iletişim araçlarının mesajlarına karşı
insanları bilgilendirmek ve bilinçlendirmek amacıyla, çeşitli eğitim unsurları
devreye sokularak insanlar bilgilendirmeye çalışılmış. Biz de bu eğitim yılının
başında beş pilot ilimizde medya okuryazarlığı dersi başlattık. Bu dersin amacı
şu: Söylemiş olduğum gibi başta televizyon ve radyo olmak üzere tüm kitle
iletişim araçlarının mesajlarına ve internetin sağladığı ikmânlara karşı
insanlarda belli bir bilinç, farkındalık oluşturmak. Bu amaçla dünyadaki
uygulamaları zaten dikkate alarak, Milli Eğitim Bakanlığındaki değerli
uzmanlırın da hazırladığı müfredatla bir çalışma başlatıldı. Bu çalışma,
sonrasında bir kitap haline dönüştürüldü. Söylemiş olduğum gibi beş büyük
ilimizde de bu eğitime de geçildi. 2007-2008 öğretim yılı içinde de ülkemizdeki
tüm ilköğretim okullarının 7, 8 ve 9. sınıflarında bir sene kitle iletişim
araçlarıyla ilgili medya okuryazarlığı dersi verilecek.
80
Okur: Peki efendim, medya okuryazarlığı dersini verecek olan öğretmenler
hangi branştan seçiliyor? Çünkü dersi vermek bir tarafa, kitap hazırlamak bir
tarafa, bir de öğretmeni bu yönde bilgilendirip yönlendirip o branşta
uzmanlaştırıp çocuklara ders verdirmek gerekiyor. Bu konudaki çalışma ne
durumda acaba?
Akman: Çok önemli bir soru sordunuz. Teşekkür ediyorum. Şu anda pilot
okullarımızda Sosyal Bilgiler öğretmenleri bu dersleri veriyor. Ancak bizim
arzumuz Đletişim Fakülteleri mezunlarının bazı ek dersleri alarak bu dersleri
vermelerinin sağlanması. Çünkü işin teorisi son derece önemli. 4 yıl boyunca 5
yıl boyunca Đletişim Fakültelerinde bu dersleri alan gençlerimiz, formasyon
derslerini de alarak çocuklarımıza kitle iletişim araçlarıyla ilgili daha sıhhatli,
sağlıklı verebileceklerini düşünüyoruz. Bu konuyla ilgili Milli Eğitim
Bakanlığımız ile temaslarımız devam ediyor. Tahmin ediyorum önümüzdeki
günlerde Milli Eğitim Bakanlığımız bu sorunun aşılması ve bu ihtiyacın
karşılanması noktasında sizin ifade ettiğiniz hassasiyetleri dikkate alan bir
çözüm geliştirecektir.
Okur: Şimdi bugün sizinle konuşacağımız ortaya çıkınca, böyle de bir panel
düzenlediğiniz zaten gündemimizde yer alıyordu. Ben de internetten ufak tefek
bazı bilgiler araştırayım diye yola çıkınca Sayın Esra Arslan’ın bir yazısı var
bundan tam iki yıl önce yayınlanmış. Diyor ki: “USENCO tarafından yapılan
bir araştırmaya göre Türkiye Amerika’dan sonra en çok televizyon izlenen
ikinci ülke. 95 kişiye bir kahvehane, 65.000 kişiye bir kütüphane düşen
Türkiye’de insanlar televizyon okuyor, kitap seyrediyor.” Şimdi medya
okuryazarlığı şüphesiz ki insanlarımızın ne aldıklarını irdeleyebilmeleri,
algılayabilmeleri açısından onları yetiştirmek açısından önemli bir unsur.
Fakat bütün toplumumuzu bu yönde eğitebilmemizin de zorluğu ortada. Sizin
uygulama koyduğunuz bir başka unsur daha var geçtiğimiz aylarda. Bunu da
kamuoyuna açıklamıştınız. Đzleyici temsilciliği, medyada izleyici temsilciliği
özellikle televizyonlarda. Buradan yola çıkarsak, medya okuryazarlığı ile bir
taraftan insanların bir bölümünü eğitiyoruz, öğrencilerimizi, çocuklarımızı
eğitiyoruz. Bir taraftan da medyanın verdiği dizileri, yayınladığı haberleri,
sunduğu her şeyi, müzik yayınlarından tutun da ne aktarmak istiyorsa, bunları
da bir özdenetim adı altında kendisinin de daha seçici bir şekilde sunması
gerekiyor medyanın. Çünkü sizin, bu Radyo ve Televizyon Üst Kurulu için
geçerli değil, bütün dünyada teknolojinin bu kadar ilerlediği ve yaygınlaştığı
bir ortamda her şeyin denetlenip bir süzgeçten geçirmenin olanaklı olduğunu
söylemek pek mümkün değil. Bu izleyici temsilciliği ne aşamada efendim? Bu de
denetim konusunda bir unsur olacak galiba.
Akman: Çok teşekkür ederim. Gerçekten Türkiye’de televizyon izleme
oranı diğer gelişmiş batılı ülkelerle mukayese ettiğimizde bir hayli ileri.
Yetişkinlerin günde yaklaşık 5 saati televizyon karşısında geçiyor.
81
Çocuklarımızda bu süre 3 saate iniyor ama çocuklarımız bu 3 saat süresince
ekran karşısındayken kendilerine doğru ya da yanlış nedir, hangisi sanaldır
hangisi gerçektir noktasında onlara rehberlik edecek herhangi bir kimsenin
olmaması, bu 3 saatlik izlemenin sağlayacağı etkiyi çok daha olumsuz hale
getirebiliyor. O nedenle bizim bu konuda diğer ülkelerden çok daha acele
hareket etmemiz, çok hızlı olmak zorunluluğumuz söz konusu.
Hem
nüfusumuz genç, hem sosyoekonomik göstergeler açısından ilgiye ve himayeye
muhtaç bir toplumumuz var. Onun da ötesinde eğitim eksikliği de kitle iletişim
araçlarının özellikle olumsuz etkilerini çok daha artıran bir faktör olarak
karşımıza çıkıyor. Đzleyici temsilciliği konusuyla ilgili birkaç şey söylemem
gerekirse; o çalışmayı siz de ifade ettiğiniz gibi başlatmıştık. Bu tamamen bir
gönüllülükle, rızayla yapılan bir çalışma. Ve bu çalışmayı gerçekleştirirken,
televizyonlarımıza yaptığımız çalışmalarla kendi kuruluşları arasında bir
entegrasyonun sağlanmasında katkı sağlayacak bir kişiye ihtiyaç olduğunu ve
bu kişinin hangi vasıfları taşıması gerektiğini kendilerine ilettiğimizde onlar da
bunu kabullendiler. Ve bize izleyici temsilcisi olarak görev yapabilecek isimleri
önerdiler. Şu anda bir televizyon kuruluşumuz dışında hepsi karasal ulusal
yayın yapan tüm televizyon kuruluşlarımız izleyici temsilcilerini bildirdiler.
Şimdi önümüzdeki günlerde bu temsilcilerle bir araya gelerek; Radyo ve
Televizyon Üst Kurulu olarak bu çalışmaları nasıl gerçekleştireceğiz, nasıl bir
korelasyon ve koordinasyon içerisinde olacağız, bunu belirleyeceğiz. Ama
önümüzdeki Salı günü bu gündüz kuşak programlarıyla ilgili programların
yayınlandığı televizyonların en üst düzey yöneticilerini, programların
yapımcılarını ve izleyici temsilcilerini toplantıya çağırdık. Bu toplantıda izleyici
temsilciliğinin özellikle yayın kuruluşları için ne anlama geldiğini de
vurgulayarak bu çalışmayı başlatacağız. Biz bütün bu çalışmaları yaparken bir
şeyi çok önemsiyoruz Rıza Bey. Onun üzerine vurgu yapmak istiyorum.
Özgürlükler konusu. Yani yayın denetimini yaparken, yayınla ilgili her türlü
düzenlemeyi yaparken, hem yayın kuruluşlarımızın hem izleyicilerimizin
özgürlüklerine müdahale etmeden, onları kısıtlamadan, en uygun yayın
ortamının oluşması ve insanların en az etkilenecekleri bir yayın dünyasının
ortaya çıkarılmasını arzu ediyoruz. Đzleyici temsilciliği projesinin de aslında
arkasında yatan gerçek de bu. Đzleyici temsilcileri, bize gelen şikayetler, yayın
kuruluşlarına gelen şikayetler, onun dışında yine kamuoyunda ortaya çıkan
iletişim sayesinde belirlenecek bilgileri kurumsallaştırarak kendi içlerinde hangi
yayın doğrudur, hangi yayın yanlıştır, hangi yayın beğenilir, hangi yayın
beğenilmez, konusunda bir tecrübenin kurumsallaşmasını sağlayacaklar. Bu da
şu anlama geliyor. Biz biliyorsunuz, herhangi bir program yayınlanmadan,
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu olarak o programa ya da yayın kuruluşuna
herhangi bir müeyyide uygulamıyoruz. Çünkü bir program yayınlanmadan
yapılan müdahalenin sansür olduğunu biliyoruz. Ve buna son derece karşıyız.
Ancak yayınlandıktan sonra yapılan müdahaleler birtakım nedenlerle çok acele
olamıyor, etkili olamıyor. Birçok yayın kuruluşu aslında böyle bir şeyi yapmak
82
istememelerine rağmen, bunun doğru ya da yanlış olduğuna dair bir ön uyarı
olmadığından o yayını gerçekleştirebiliyorlar. Đşte bu izleyici temsilcilikleri
müessesesi, yayın kuruluşlarının kendi içlerinde kuracakları bir öz denetim
müessesesi, bir otokontrol müessesesi. Bu şekilde daha yayın olmadan, hatta
yayın bize ulaşmadan, bir şikayet oluşmasına neden olacak izleyici karşısına
çıkmadan izleyici temsilcileri aracılığıyla, yapımcılar, programcılar, sunucular
neyin olması gerektiğini ya da neyin olmaması gerektiğini öğrenecekler. Bir çok
olumsuzluk daha başlamadan bu şekilde bertaraf edilmiş olacak. Bu işi
özgürlükleri artırdığı için son derece önemsiyoruz. Yayın kuruluşlarımız da
bunu sahiplendiler. Ondan da son derece mutluyuz. Ben de bu soruyu
sorduğunuz için size teşekkür ediyorum. En azından bunları tekrar açıklamak
fırsatı buldum.
Okur: Evet, sizin yaptığınız başka çalışmalar da söz konusu. Onlara da
gireceğim. Örneğin, akıllı işaretler vardı, çocuklara yönelik olarak sizin açmış
olduğunuz Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Đnternet sayfasında sadece
çocuklara yönelik olarak açtığınız bir Đnternet sayfası da var. Çeşitli yarışmalar
da düzenlediniz ama yeniden medya okuryazarlığına, bugünkü panele dönecek
olursak. Sizin yabancı misafirleriniz de var bugünkü panelde. Şimdi 1970’li
yıllardan başlayarak medya okuryazarlığı özellikle televizyonun çok başat bir
unsur olarak dünya gündemine girmeye başladığı andan itibaren, özellikle
1970’li yılların başından itibaren böyle bir sıkıntı ortaya çıkmış ve çeşitli
ülkelerde bu medya okuryazarlığı konusu gündeme atılmış. Örneğin
Đngiltere’de, Kanada’da, Đskoçya’da, Avusturalya’da ve Amerika Birleşik
Devletleri’nde geçtiğimiz yakın bir zaman dilimi içerisinde de Avrupa Birliği
içerisindeki bazı ülkelerde bu konu üzerinde duruluyor. Şimdi bu ülkelerin
geçmiş tecrübelerini inceleme olanağına sahip olabildiniz mi? En azından
Türkiye’deki uygulamalara örnek olabilsin diye. Bugün davet ettiğiniz yabancı
konuklarla bu konuda bir görüş alışverişiniz söz konusu oldu mu?
Akman: Elbette, bu projeyi hayata geçirirken, ön çalışmaları yaparken,
söylemiş olduğum gibi bu projenin uygulandığı ülkelerdeki çalışmaları dikkate
aldık. Uzmanlarımız gittiler, görüştüler. Kitapları hakkında bilgiler aldılar.
Buradaki özellikle akademisyenlerimizden ciddi manada yararlanıldı ve Milli
Eğitim Bakanlığımızdaki uzmanlarımızdan ciddi katkı sağlandı. Bu panelden
önce yabancı konuklarımızla bir araya geldiğimizde, biz onlara şunu söyledik:
“Doğru siz yayın hayatına bizden önce başladınız. O manada birikimleriniz
bizden fazla. Bu gerçek. Ancak biz de çok genç bir nüfusa sahibiz. Bu
gençlerimizin, çocuklarımızın istekleri, beklentileri, etkilenmeleri var. Bu
manada da bizim ciddi tecrübelerimiz var. Karşılıklı bir iletişim ve etkileşim
içerisinde olursak tahmin ediyorum bir çok ülkeye katkı sağlayabilecek bir
birikim ortaya çıkabilir.” Gerçekten bizim Radyo ve Televizyon Üst Kurulu
olarak geçtiğimiz günlerde hayata geçirdiğimiz RTÜK Çocuk Web sayfamızdan
son derece etkilendiler. O sayfamızı şu anda 600.000 çocuğumuz ziyaret etti.
83
Tamamen interaktif bir site. Bütün çocuklarımız katkı sağlıyorlar. Daha medya
okuryazarlığı projesiyle tanışmayan, böyle bir dersin varlığından dahi haberdar
olmayan, çok değişik yaşlardaki evlatlarımız bu sayfaya girerek “Bilinçli bir
televizyon izleyicisi nasıl olunur?” sorusunun cevabını çocuk yaşlarının o
pedagojik şartlarını da dikkate alarak hazırlanmış o sayfadan öğrenebiliyorlar.
O projemizi doğrusu ilk defa duymuşlar. Bugün çok fazla etkilendiklerini bize
ifade ettiler.
Okur: Sayın Akman, yeri gelmişken, Đnternet sayfanızın da adresini verir
misiniz acaba? Belki haberi olmayan anneler, babalar, çocuklar buraya
gireceklerdir.
Akman: Bizim RTÜK web sayfamızdan girebilirler. Onun dışında da
rtukcocuk.gov.tr’den de girebilirler.
Okur: Evet efendim. Şimdi gelelim akıllı işaretler konusuna. Siz bunu yine
bir basın toplantısıyla televizyonlarda uygulanacak olan bu sistemin, akıllı
işaretlerin nasıl olacağını geçtiğimiz zaman dilimi içerisine deklere etmiştiniz.
Fakat aradan bir zaman dilimi geçti. Yeniden bir açıklama yaptınız ve dediniz
ki; “Televizyonlar yeterince bu kurala uymuyorlar. Gerektiği sürelerle bu
işaretleri yayınlamıyorlar.” Tabi bu hepsi için geçerli değil, bazı televizyonlar
için söylemiştiniz. Bu durum düzeldi mi efendim. Gerçekten bir diziyi ve filmi
izlemeye başlamadan önce onun ne olduğuna ilişkin ekranın bir köşesinde
verilen bu işaretler çok yol gösterici oluyor. Bütün anneler, babalar için
özellikle de çocuklar için.
Akman: Teşekkür ederim. Son bir araştırma yaptırmıştık. Bu araştırmanın
sonucunu da önümüzdeki günlerde kamuoyuyla paylaşacağız. Bu akıllı işaretler
koruyucu sembol sisteminin kamuoyundaki tanınınırlığı ve kabul edilmesiyle
ilgili bir araştırma. Şunu çok açıkça ifade edebilirim ki; her yaş grubundaki
vatandaşımız bu sembol sistemini benimsemiş ve beğenmiş. Bundan büyük
mutluluk duyuyoruz. Tabi bunun bugüne kadarki uygulamalarında
hassasiyetlerini esirgemeyen yayıncı kuruluşlar bu manada en fazla belki
teşekkürü hak eden kesim oluyor. Sizin de ifade ettiğiniz gibi Ramazan
Bayramı’ndan önce uygulamalarla ilgili yayın kuruluşlarımıza bir uyarı
mektubu gönderdik. Bunun bir kısmı ihmalden, bir kısmı yeni karşılaşılan
sorunlarla ilgili anında çözüm üretememekten kaynaklanan problemler. Biz
biliyorsunuz, koruyucu işaretler sembol sistemini aşamalı olarak hayata
geçirdik. Đlk önce ulusal karasal tüm televizyon kanallarımızda başladık.
Ardından yerel televizyonlarımızda başladı. Son günlerde dijital platform
işletmecisinin sahip olduğu televizyon kanallarında da başladı. Yaklaşık bir
haftadır orada da sembol sistemi uygulanıyor. Tabi bu süreç ciddi manada
eğitim gerektiriyor. Uzmanlarımız ilk önce ulusal kanallarımızın sonra yerel
kanallarımızın yöneticilerini ve kodu diye nitelendirdiğimiz programlarla ilgili
kodlamayı gerçekleştirecek arkadaşlarımızı eğittiler. Ancak bu eğitim
84
sonrasında uygulamada karşılaşılan sorunlar olduğunda da sürekli Radyo ve
Televizyon Üst Kurulu olarak katkı sağlamaya devam ediyoruz. Şu anda tüm
yayın kuruluşlarımız bunu kabullenmiş durumda ve uygulamadan onlar da
hoşnut. Çünkü pozitif yansımaları bize ulaştığı kadar onlara da ulaşıyor. Ancak
önümüzdeki günlerde ilgili yönetmeliği yayınladığımızda bu manada ihmali
olan yayın kuruluşlarımıza müeyyide uygulama ikmânı da olacak. Ancak ben
şahsen şu ana kadar ki uygulama ve sahiplenmeyi göz önüne aldığımda belki
hiç müeyyideye ihtiyaç kalmadan bu sistem sıhhatli bir şekilde yürüyecek.
Söylemiş olduğum gibi gerçekten bu çalışmayı hayata geçiren Radyo ve
Televizyon Üst Kurulu oldu belki ama bunun uygulanmasında özveriyle çalışan
ve gayret eden yayıncı kuruluşlarımız en çok teşekkürü hak eden kesim. Bir kez
daha onlara teşekkür etmek istiyorum.
Okur: Sayın Akman, biz de size teşekkür ediyoruz. Bir panelin içinden
çıkarttık sizi ve yaklaşık 25 dakika bizimle birlikte oldunuz. Ama bunlar da çok
önemli konular. Đzleyicilerimize en azından kısa da olsa bilgileri sizin
ağzınızdan aktarmış olduk. Kolay gelsin diyorum efendim. Đyi günler.
Akman: Çok teşekkür ediyorum efendim, ben de iyi günler diliyorum.
85

Benzer belgeler