AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER

Transkript

AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
Ġçindekiler
TÜRKĠYE GÜNDEMĠ.......................................................................................................................... 2
YSK kesin sonuçları açıkladı .............................................................................................................. 2
Davutoğlu: Ukrayna‟nın birliği ve toprak bütünlüğü korunmalı ......................................................... 2
Türkiye Cumhurbaşkanlığı Seçimi İle Bilinmezliğe Giriyor- Daniel Dombey- Financial Times ...... 3
Uluslararası yardımlar Türkiye'nin bozulan imajını düzeltebilir – David Lapeska – Al Jazeera ........ 4
Alternatif Freedom House okuması – Mustafa Akyol – Star Gazetesi ............................................... 7
Küme düşürülünce... – Cengiz Çandar - Radikal Gazetesi ................................................................ 8
AVRUPA GÜNDEMĠ ......................................................................................................................... 12
Rusya'nın Ukrayna'daki argümanını anlayamıyorum........................................................................ 12
AB 19 ülkeye vizeyi kaldırdı............................................................................................................. 13
Tiflis'te üçlü zirve .............................................................................................................................. 13
AB kıpırdıyor – Tulu Gümüştekin – Sabah Gazetesi ........................................................................ 15
Almanya YouTube Engellemesinde Dünya Birincisi ....................................................................... 16
Almanya Cumhurbaşkanı'na Viyana'dan Yanıt Verdi ....................................................................... 16
Rahip Ve Sultan - Der Spiegel - Ralf Neukirch/ Paul Middelhoff/ Maximilian Popp/ Christoph
Schult/ Oliver Trenkamp ................................................................................................................... 16
Tam Bir İstihbarat Devleti - Deutschlandradio – Luise Sammann ................................................... 20
Mücadele sadece Ukrayna‟da değil – Beril Dedeoğlu – Star Gazetesi ............................................. 25
ORTADOĞU GÜNDEMĠ ................................................................................................................... 27
Müzakereler kesildi ama durmadı ..................................................................................................... 27
AB'den Filistin'e 16 milyon yardım................................................................................................... 27
Sisi'den Hamas ve Katar'a sert eleştiri ............................................................................................... 28
Suriye krizinin çok yönlü faturası – Sami Kohen – Milliyet Gazetesi .............................................. 28
AFRĠKA GÜNDEMĠ .......................................................................................................................... 29
Cezayir'de kabine değişikliği............................................................................................................. 29
Ban Güney Sudan‟da ......................................................................................................................... 30
Güney Afrika‟da genel seçimler için adaylar son kozlarını oynadı .................................................. 30
AMERĠKA GÜNDEMĠ ...................................................................................................................... 31
ABD Dışişleri Bakanlığı önünde Mısır protestosu ............................................................................ 31
Obama: Ekiplerimiz Nijerya'ya Yardıma Gitti .................................................................................. 31
Wellington House'dan 'Freedom House'a aynı sahtekârlık – Hasan Celal Güzel – Sabah Gazetesi . 31
ASYA – PASİFİK GÜNDEMİ ............................................................................................................ 33
Çin, ABD'nin ticaret anlaşmalarından endişeli ................................................................................. 33
1
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
Tayland'da AYM'den başbakanın azli yönünde karar ....................................................................... 33
Güney Çin Denizi'nde balıkçılara müdahale ..................................................................................... 33
TÜRKĠYE GÜNDEMĠ
YSK kesin sonuçları açıkladı
AA
Yüksek Seçim Kurulu (YSK) Başkanı Sadi Güven, 30 Mart Yerel Seçim sonuçlarına ilişkin
basın toplantısı düzenledi. Seçime 26 siyasi partinin katıldığını hatırlatan Güven, 30
büyükşehir, 51 il belediye, 961 ilçe, 390 belde belediye başkanlığı, 20 bin 500 belediye meclis
üyeliği, bin 251 il genel meclisi üyeliği 49 bin 707 muhtarlık ve ihtiyar heyeti meclisi üyeliği
için seçim yapıldığını açıkladı.
Büyükşehirlerde 40 milyon 727 bin 194 seçmenden 36 milyon 440 bin 968'inin oy
kullandığını belirten Güven, katılım oranının yüzde 89,48 olduğunu bildirdi. Güven, 2009
yılındaki yerel seçime katılımın yüzde 83 oranında olduğunu hatırlattı.
Açıklamanın ardından, Resmi Gazete'de yayımlanacak kesin sonuçlar basın mensuplarına
dağıtıldı.
30 Mart yerel seçiminin kesin sonuçlarına göre, büyükşehir belediye başkanlığı seçimlerinde
AK
Parti
oyların
yüzde 45,54'ünü alarak
birinci
parti
oldu.
Büyükşehir seçimlerinde CHP yüzde 31,04, MHP yüzde 13,65 oranında oy aldı. Belediye
başkanlığı
seçimlerinde
ise
AK
Parti
yüzde
43,13, CHP yüzde
26,45, MHP yüzde 17,76 oranında oy aldı.
İl genel meclisi üyeliği seçimlerinde AK Parti yüzde 45,43, MHP yüzde
20,71, CHP yüzde 16,87, belediye meclisi üyeliklerinde AK Parti yüzde 42,87, CHP yüzde
26,34, MHP yüzde 17,82 oy oranına ulaştı.
Davutoğlu: Ukrayna‟nın birliği ve toprak bütünlüğü korunmalı
AA
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Ukrayna‟daki gelişmelere ilişkin Avrupa Konseyi içinde
yaşanan
tartışmaların, Avusturya'nın
başkenti Viyana'daki
tarihi Hofburg Sarayı'nda
düzenlenen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin 124'üncü Toplantısı'na özel bir anlam
kattığını ifade etti. Bakanların katıldığı öğle yemeğinde diğer katılımcıların ricası üzerine
Türkiye‟nin moderatörlüğünde Ukrayna‟daki gelişmelerin ele alındığı bir oturum
gerçekleştirdiklerini ifade eden Davutoğlu, oturumda şöyle konuştu:
Ukrayna‟da yaşanan çatışmaların kesinlikle Kırım‟daki Tatarlara yönelik bir tavır haline
dönüşmemesi gerektiğini vurgulayan Davutoğlu, “Ukrayna‟nın şu veya bu bölgesinde yeni
bir Berlin Duvarı örülmemesi gerekir. Ukrayna‟yı Batı-Doğu, Avrupa-Avrasya yanlısı gibi
2
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
sınırlara ayıramayız. Aksine aramızdaki bütün sınırlarımız öylesine esnek hale getirilmeli ki
asırlarca yan yana yaşamış bu halklar geleceği birlikte inşa etsinler” dedi.
"Türkiye olarak Avrupa Konseyi'ne büyük destek verdik"
Türkiye‟nin, Avrupa Konseyi‟nin demokratik değerler etrafında yürüttüğü çalışmalara büyük
destek verdiğini ifade eden Davutoğlu, “Türkiye, 3 yıl önce dönem başkanlığımız sürecinde
de hem Avrupa Konseyi değerlerinin komşu bölgelere etkide bulunması hem de kadına karşı
şiddet de dahil olmak üzere birçok konuda girişimde bulunmuş bir ülkedir” dedi.
Türkiye CumhurbaĢkanlığı Seçimi Ġle Bilinmezliğe Giriyor- Daniel Dombey- Financial
Times
İngiliz Financial Times gazetesinde Daniel Dombey'nin kaleme aldığı makalede Ağustos
ayında yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimine ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın
stratejisine yer verildi.
Makalede yerel seçimlerden başarıyla çıkan Erdoğan'ın daha büyük bir sınava hazırlandığı
belirtiliyor ve "Başbakan Erdoğan eğer aday olursa kazanma şansı son derece yüksek. Ancak
asıl bilinmezlik yaratan ülkenin ilk doğrudan seçilen Cumhurbaşkanı'nın ne kadar yetkiyle
donatılmış olacağı" deniyor.
Makale şöyle devam ediyor: "Ülkenin doğrudan seçilen ilk Cumhurbaşkanı'nın Vladimir
Putin modeline mi, yoksa tamamen sembolik görevi olan İngiltere Kraliçesi'ne mi daha yakın
olacağı belirsiz. Türkiye'nin yakın siyasi tarihi ikinci seçeneğin daha olası olduğunu
gösteriyor.
Son 25 yılda iki kez etkili Başbakanlar Cumhurbaşkanlığı makamına çıktı ve siyasetteki
etkilerini kaybetti. Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı da büyük ölçüde sembolik bir rol
olarak kaldı. Ancak Erdoğan seçilirse siyasetin arka planında kalmayı kabullenecekmiş gibi
gözükmüyor"
'Yetkiler uyandırılabilir'
Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olması durumunda Çankaya'nın uzun süredir hiç kullanılmayan
yetkilerinin uyandırılabileceğinin ifade edildiği yazıda, "Erdoğan'ın daha önce
'Cumhurbaşkanı elindeki yetkilerin tümünü kullanmalı' dediğini biliyoruz. Çankaya'nın
bakanlar kurulunu toplama ve kurula başkanlık etme yetkisi Erdoğan döneminde sıkça
kullanılabilir" deniyor.
Mart ayındaki yerel seçimlerin uzun soluklu bir mücadelenin ilk ayağı olduğu ifade edilen
yazıda, Erdoğan'ın önünde riskler olduğu da belirtiliyor. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin
(AKP) yerel seçimlerde aldığı oyların 2011 genel seçimine kıyasla 2 milyon daha az olduğu
hatırlatılıyor.
Makale şöyle sonlanıyor: "Eğer AKP'nin Cumhurbaşkanı adayı beklenenden daha az oyla
seçilirse yeni Cumhurbaşkanı yetkilerini dilediği kadar rahat kullanamayabilir. Bu durumda
3
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
Başbakan Erdoğan'ın elindeki siyasi güç azalabilir. Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı seçilmesi
durumunda kamuoyundan Putin usulü bir yönetim tarzına geçiş eleştirilerinin arttığı da
görülecektir."
Uluslararası yardımlar Türkiye'nin bozulan imajını düzeltebilir – David Lapeska – Al
Jazeera
Türkiye‟nin uluslararası imajı son dönemde darbe aldı. Suriye‟de Beşşar Esed rejimine
ve Mısır‟da
yeni
askeri
hükümete
karşı
yürütülen
muhalefetten, Twitter ve YouTube yasaklarına, barışçıl protestoculara ve medyaya yönelik
agresif baskılardan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan‟ın giderek sertleşen söylemine,
hükümet artık uluslararası gözlemcilerin birçoğunun gözünde cazibesini önemli ölçüde
yitirmiş durumda.
Amerika Birleşik Devletleri‟nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone, nisan ayı başında
Hürriyet gazetesine verdiği röportajda “Umuyorum ki, Türkiye uluslararası itibarının gördüğü
zararı tamir edecektir” dedi. Ankara, saygınlığını geri kazanma yönündeki uzun yolculuğa, dış
siyaset alanındaki tek parlak noktası olan uluslararası yardım konusundan başlayabilir.
Türkiye‟nin resmi yardım harcamaları, son on yılda aniden ciddi bir artış gösterdi; 2002
yılında 73 milyon dolar olan yardım toplamı, 2013 itibarıyla neredeyse 3,3 milyar doları
buldu. Bu artış, 2002 yılında iktidara gelen Erdoğan liderliğindeki Adalet ve Kalkınma
Partisi (AK Parti / AKP) hükümeti dönemine rastlıyor. Ekonominin gelişmesiyle birlikte,
hükümet de Afrika ve Müslüman ülkeleri başta olmak üzere nüfuz alanını genişletme gayreti
içine girdi. Yurtdışındaki Türk yardım ajanslarının sayısı 2002‟de bir düzine kadarken, geçen
yıl yaklaşık üç katına çıkarak 34‟e yükseldi.
Yardım yarışı
2011 yılında Suriye krizinin patlak vermesinden bu yana, güney sınırındaki bu komşu ülkeden
kaçan 2,5 milyon sığınmacının üçte birine ev sahipliği yapan Türkiye, bu uğurda 3 milyar
dolardan fazla para harcadı. 200 binden fazla Suriyeliyi barındıran kamplar, burada
yaşayanlara sağlanan "mükemmel" koşullar sebebiyle övgü aldı. Fakat Türkiye'nin bir yardım
gücü olma misyonu, Suriye savaşının çok öncesine dayanıyor.
2000'lerin başındaki jeopolitik ve insani meseleler, Müslüman ülkeler arasında ufak çaplı bir
yardım yarışı başlamasına neden oldu. 2003 yılında İran'ın Bem kentinde yaşanan deprem
felaketi, 2004 sonunda Güneydoğu Asya'yı vuran tsunami, ertesi yılki Pakistan depremi ve
2008 yılında Gazze'de yaşanan savaş, Müslüman ülkeleri, sıkıntı içindeki kardeşlerine yardım
eli uzatmaya sevk etti.
Ancak Türkiye, bu konuda Müslüman ülkeler arasında bile ayrı bir yere sahip. Çin, Hindistan
ve Brezilya'nın izinden giderek dünyanın en hızlı büyüyen kıtası Afrika'da ticaret ve nüfuz
arayışına giren Ankara, 2005 yılını "Afrika Yılı" ilan etti. Buna karşılık, Afrika Birliği'nden
gözlemci ülke statüsü kazanan Türkiye, kısa sürede kıtanın stratejik ortağı haline geldi. 2007
yılında İstanbul, En Az Gelişmiş Ülkeler Zirvesi'ne ev sahipliği yaptı ki, bu gruptaki 48
4
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
ülkeden 33'ü Afrika kıtasındandı. Ertesi yıl ise ilk kez Türkiye-Afrika İşbirliği
Zirvesi düzenlendi.
Ardından gelen Arap Baharı ile beraber, Müslüman ülkelerden bölgeye destek yağmaya
başladı. Suudi Arabistan, (Mısır ve Yemen örneğindeki gibi) kimi Arap ülkelerinin devrimden
sonra yeniden yapılanmasına ya da (Fas, Bahreyn, Umman ve Ürdün'de olduğu gibi)
kimilerinin ise benzer bir süreçten kaçınmasına yardımcı olmak için 2012 yılında 5 milyar
dolarlık resmi yardımda bulundu. Birleşik Arap Emirlikleri de geçen yıl aynı şekilde
çoğunluğu Mursi sonrası Mısır'a tahsis edilmek üzere 5 milyar dolar yardım dağıttı.
Türkiye, söz edilen ülkelerin doğal kaynaklarına sahip değilse de, geçen on yılda nüfusunun
çoğunluğu Müslüman olan ülkeler arasında (Suudi Arabistan'ın 1,6 milyar dolarına karşılık
1,9 milyar dolarla) en fazla insani yardımda bulunan ülke oldu. Pakistan'da on binlerce konut
inşa eden Türkiye, burada TOKİ modelinin bir benzerini oluşturmayı umuyor. Türkiye'nin
yardımda bulunduğu diğer ülkeler arasında Bangladeş, Afganistan, Endonezya, Özbekistan,
Myanmar, Lübnan, Bosna ve Karadağ'ı saymak mümkün.
2012 yılında insani yardım faaliyetlerine 1,04 milyar dolar harcayan Türkiye, böylece ABD,
Avrupa Birliği veİngiltere'nin ardından dördüncü sırada yer aldı. Aynı yıl 1,5 milyar dolardan
fazla dış yardım harcaması yapan 800 milyar dolarlık Türk ekonomisi, Brezilya (2,25 trilyon
dolarlık ekonomi; 1 milyar dolar yardım) ve Rusya (2 trilyon dolarlık ekonomi; 500 milyon
dolardan az yardım) gibi gelişmekte olan daha büyük çaplı ülkeleri geride bıraktı. Türkiye,
2016 yılında Birleşmiş Milletler sponsorluğunda düzenlenecek dünyanın ilk uluslararası
insani yardım zirvesine de ev sahipliği yapacak.
Türkiye'nin artan dış yardımlarında öne çıkan ülkelerden biri de Somali. 2011 yılından bu
yana 400 milyon dolar harcayan Ankara, ülkenin yeniden inşa edilmesine, su kuyuları, yol ve
hastane yapılmasına, devlet binalarının restore edilmesine ve tarımın geliştirilmesine öncülük
ediyor.
Nitekim Somali Devlet Başkanı Şeyh Mahmud da, geçen yıl Quartz isimli web sitesine
verdiği röportajda, "Türkler bize hiç görmediğimiz şekilde destek oluyor. Mogadişu'nun
çehresini değiştiriyorlar" dedi.
Ancak bu değişimden memnun olmayan Somalililer de yok değil. Geçen yıl temmuz ayında
ülkede faaliyet gösteren Eş Şebab örgütünün, Mogadişu'daki Türk Büyükelçiliği ek binasına
bombalı araçla düzenlenen intihar saldırısında elçilikte görevli bir polis memuru ile yoldan
geçmekte olan bir Somalili hayatını kaybetti. Nisan ayı başında bu kez de roketatarlı bir
saldırının hedefi olan binada iki Türk inşaat işçisi yaralandı.
Türkiye'nin Somali'yi yeniden inşa çalışmaları, El Kaide bağlantılı cihat yanlısı grubun
varlığını tehdit ediyor. 1.200 civarında Somalili öğrenci, Ankara'nın verdiği bursla Türk
üniversitelerinde okuyor. Uluslararası Kriz Grubu tarafından yayınlanan bir rapora göre, burs
başvurusunda bulunanlar arasında Eş Şebab üyeleri de var.
Ankara'nın yardımları sadece fedakârlıktan ileri gelmiyor. Kendisini Osmanlı dönemi
koşullarında gören ülke, nüfuz sahasını Fas'tan Mogadişu'ya, hatta daha da ötesine
5
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
genişletmeyi amaçlıyor. Carnegie Europe'ta misafir öğretim üyeliği yapmakta olan, eski Türk
diplomatlardan Sinan Ülgen, kendisiyle yapılan bir söyleşide konu hakkında şöyle bir tespitte
bulundu:
"Türkiye kendisini yıllardır dünyanın bu bölgesindeki mağdurların hamisi olarak
konumlandırıyor. Ve yardımları geniş bir portföye yaymaktansa, birkaç kriz bölgesine
odaklanarak tahsis etmek suretiyle de, görünürlüğünü ve nihayetinde siyasi ve ekonomik
nüfuzunu artırmaya çalışıyor."
Söz konusu gayretler Afrika'da meyvesini de veriyor. Türkiye'yi Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi geçici üyeliğine getiren, büyük ölçüde 53 Afrika ülkesinin 51'inden aldığı destek
oldu. Ayrıca geçen yıl Mogadişu Havalimanı'nın işletme ve bakımı Somali hükümeti
tarafından 20 yıllığına bir Türk şirketine verildi.
Türkiye son birkaç yılda Afrika'da 20'nin üzerinde yeni elçilik açarak, Fransa'dan sonra kıtada
en çok elçiliği olan ikinci ülke oldu. Dışişleri Bakanlığı verilerine göre, Afrika ile şu anda
kıtanın en büyük dördüncü bağışçısı konumundaki Türkiye arasındaki ticaret 2003 yılında 5,4
milyar dolarken, 2012 itibarıyla 23 milyar dolara ulaştı.
Elbette Türkiye hâlâ ABD, AB ve diğer bağışçılardan kalkınma yardımı alır konumda ve
yaptığı yardımların miktarı da geleneksel bağışçılara kıyasla oldukça düşük. ABD'nin 2013
yılında yaptığı yardım harcaması 31,5 milyar dolar ki, bu rakam, Türkiye'nin yaptığı toplam
yardımın neredeyse on katı. İngiltere, Fransa ve Japonya da her yıl 10'ar milyar dolardan fazla
bağışta bulunuyor.
Manevi otorite avantajı
Nihayetinde yardımlar tek başına Türkiye'nin imajını düzeltmekte yeterli olmayacaktır. Fakat
Ülgen, Türk yetkililerin daha az kutuplaştırıcı bir uluslararası profile doğru kaymaya başladığı
kanaatinde. Ankara'nın Mısır konusundaki söyleminde son haftalarda bir yumuşama var.
Gazze Şeridi'ne uygulanan İsrail - Mısır ambargosunu kırmaya çalışırken İsrailli donanma
komandoları ile çıkan çatışmada dokuz Türk aktivistin hayatını kaybettiği, 2010 yılındaki
Mavi Marmara olayıyla ilgili olarak Tel Aviv ile bir tazminat anlaşmasına varıldığı
belirtiliyor. Kıbrıs meselesinde bile net bir ilerleme söz konusu. Başbakan Erdoğan'ın 1915
yılında Osmanlı ordusu tarafından öldürülen Ermenilerin akrabalarına taziye
mesajı yayınlaması ise benzeri görülmüş bir şey değil.
Türkiye, Mart 2014 - Haziran 2015 tarihleri arasında üç, hatta belki de dört seçim geçirmiş
olacak. Bu uzun kampanya sürecinde iktidar partisinin iç siyasete ve bu bağlamda
demokrasiyi suistimal ettiği yönündeki algılara odaklanması, ülkenin yurtdışındaki ekonomik
ve güvenlikle ilgili menfaatlerine zarar verme riski taşıyor.
Bu noktada Türk yetkililer, Twitter'ı vergi kaçakçısı ilan etmek veya uluslararası toplumu
geçen yıl Şam yakınlarında gerçekleştirilen kimyasal silah saldırısına sert tepki vermemekle
eleştirmek yerine, Suriye'de yaşanan insanlık krizi konusunda, ülke olarak gösterdikleri ciddi
cömertliği ve Batılı demokratik değerleri anladıklarını vurgulayacak şekilde geniş çaplı bir
uluslararası yardım çağrısında bulunmalıdır.
6
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
Erdoğan artık ülkesinin bu eli açıklığının sağladığı manevi otoriteyi avantaja dönüştürmelidir
ki, bunu daha önce de yapmıştı. 2011 yılında Batılı analistler Türkiye'yi İslami bir demokrasi
modeli olarak öne çıkardıkları zaman, Başbakan, Somali konusunda acilen harekete geçilmesi
gerektiğini anlatan zekice ve samimi bir çağrı kaleme almıştı. Foreign Policy'de yayınlanan ve
bugün büyük ölçüde Suriye meselesi için de geçerli olan bu yazıdaErdoğan şöyle diyordu:
"[Somali'de yaşanan] bu kriz, uygarlık mefhumuna ve çağdaş değerlerimize dair bir sınavdır.
Bununla birlikte, uluslararası toplumun başlattığı yardım seferberliği ve dünyanın ilgisinin bu
bölgeye yönelmesi ile yeni bir süreç başlayabilir."
Alternatif Freedom House okuması – Mustafa Akyol – Star Gazetesi
Washington merkezli düşünce kuruluşu Freedom House (“Özgürlük Evi”) tarafından
Türkiye‟de basın hürriyetine dair yayınlanan son rapor, epey tepki ve tartışma doğurdu.
Tahmin edilebileceği gibi, iktidar kanadı raporu olumsuz, muhalefet kanadı ise olumlu buldu.
Ancak, gördüğüm kadarıyla, bu konuda fikir beyan edenlerin çoğu bazı önemli detayları
atladı.
Önce şunu belirteyim: Freedom House, sadece Türkiye‟ye bakmıyor. Dünyadaki tüm
ülkelere “özgürlük karnesi” veriyor belirli kriterlere göre. Kendi ülkesi ABD‟ye de not
veriyor ki, bu sene ABD‟nin “medya özgürlüğü” konusundaki notu epey düşmüş durumda.
(Snowden olayı gibi skandallar yüzünden.)
Öyle ki, koca “özgürlükler ülkesi Amerika” dünyada 30. sırada bu yıl. Medyası ondan
daha özgür olan ülkeler arasında; Andorra, Jamaika, Kosta Rika, Estonya ve Barbados dahi
var. İsrail de listenin epey aşağılarında, 62. sırada. (Medyası en özgür ülkeler ise başta
İsveç olmak üzere İskandinav ülkeleri.)
Bir başka kritik nokta ise şu: “Medya Özgürlüğü”, Freedom House karnesindeki
altbaşlıklardan biri sadece. Bir de, din özgürlüğü, politik özgürlükler, azınlık hakları gibi
kriterleri de hesaba katan “genel özgürlük notu” var. Türkiye ise burada, eskiden de olduğu
gibi, hala “yarı-özgür” ülkeler liginde.
Diyebilirsiniz ki, belki Müslümanlara bir garezi vardır adamların, hep düşük not veriyorlardır.
Ancak yayınladıkları “Özgürlük Haritası”ında böyle peşin bir hüküm gözükmüyor. Rusya,
Çin veya Burma‟yı “özgür olmayan ülke” saymışlar mesela. Buna karşın Tunus, Libya,
Pakistan veya Bangladeş gibi Müslüman ülkeler “yarı özgür.” Darbeci Mısır, “özgür değil.”
Genel özgürlük notu
Asıl vurgulamak istediğim nokta, Freedom House‟un aslında Türkiye‟ye bizde algılandığı
kadar kötü bir not vermediği.
Bunu, sadece “medya özgürlüğü”ne değil de, sözünü ettiğim “genel özgürlük notu”na
bakınca görüyorsunuz. Bu kritere göre Türkiye “yarı özgür” ligindeki konumunu son 15
yıldır sürdürüyor. Ancak, bugün onbeş yıl öncesine göre epey ilerleme kaydetmiş durumda.
Bunu görmek için Freedom House sitesine girip, Türkiye hakkındaki tüm notlamaları
geçmişe doğru giderek inceledim. En eski tarih 1999, yani 28 Şubat dönemiydi.
7
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
Baktım, o dönemde Türkiye‟nin genel özgürlük notu 7 üzerinden 4.5 imiş. (Bayağı
kötüymüş yani, çünkü 1 en yüksek, 7 ise en düşük not.) Sonra 2001 ve 2002 yıllarına baktım.
Not aynı: 4.5
Ama sonra AK Parti dönemi başlıyor ve notta büyük artış var: 2003 yılının notu 3.5, yani bir
puanlık önemli bir sıçrama.
2005‟te yeni bir sıçramayla 3‟e çıkmış Türkiye‟nin notu. Yine AK Parti iktidarının reformları
sayesinde.
2006-2012 arasında her sene verilen karnelerde de, Türkiye‟nin notu hep 3 olarak kalmış,
gerilememiş. (Türkiye ile “Siyonistler” arasındaki iki büyük kavganın, yani Mavi Marmara
ve İran‟la nükleer anlaşma olaylarının 2010‟da yaşandığını hatırlatayım. Bir etkileri olmamış
gibi gözüküyor.)
Türkiye‟nin genel özgürlük notunun sadece 2013 ve 2014‟te biraz gerileyip 3.5‟e düştüğünü
görüyorsunuz. Medya özgürlüğü alanında ise kendine has ani bir düşüş var.
Bu rakamlara bakan nötr birisi, kolaylıkla şunu söyleyebilir:
“Türkiye‟de AK Parti iktidarıyla birlikte özgürlükler eskiye kıyasla çok geniĢledi.
Ancak son iki yılda göreceli bir daralma var. Basın özgürlüğü alanı ise spesifik olarak
sorunlu ve kötüye gidiyor.”
Açıkçası, benim şahsi kanaatim de zaten aşağı-yukarı bu yönde. Bu görüşü
paylaşmayabilirsiniz elbette. Ama yine de Freedom House‟un tam olarak ne dediğine biraz
daha dikkat etmekte fayda var.
Küme düĢürülünce... – Cengiz Çandar - Radikal Gazetesi
ABD ve Avrupa'daki Türkiye algısı, olumludan olumsuza niçin kısa süre içinde değişti?
Bunda iktidarın payı nedir?
İktidar çevrelerinin canını Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck kadar, belki ondan da
fazla acıtan Freedom House‟un (Özgürlük Evi), Türkiye‟yi basın özgürlüğü konusunda 'küme
düşürmesi'
oldu.
Freedom House, 'demokrasi ve insan hakları' savunucusu, Washington merkezli bir düşünce
ve araştırma kuruluşu. Doğumu 1941 ve 40 yılı aşkın bir süredir her yıl 'özgürlükler' ve bu
arada dünyanın bütün ülkelerindeki basın özgürlüğünün durumuna ilişkin raporlar yayımlıyor.
Bir hafta kadar önce yayımlanan raporda, Türkiye, medyası itibariyle 'yarı-özgür' ülkeler
kategorisinden 'özgür olmayan ülkeler' kategorisine düşürüldü.
Almanya Cumhurbaşkanı Gauck‟un özellikle AB ülkelerinde 'demokrasi ve insan hakları'
alanındaki büyük itibarı neyse, Freedom House da aynı alanda bir 'kurum' olarak özellikle
ABD‟de çok itibarlı ve etkili.
AKP iktidarı, bir süredir AB‟yi pek sallamıyor görünüyor ama 'iktidar bekası' açısından
ABD‟yi kamuoyunda efelenmesi ne olursa olsun, pek önemsiyor. O nedenle de olsa gerek,
8
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
Freedom House raporuna Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, aceleci bir tepki verdi ve "Bu,
son dönemde Türkiye‟ye karşı yapılan algı operasyonlarından biridir. Türkiye‟de her görüş
zikredilebilmektedir, tartışılabilmektedir. Bu anlamda Türkiye‟deki basın özgürlüğü kısmen
özgür kategorisinde yer alan ülkelerden çok daha ilerdedir" dedi.
Dahası, gazetecileri Freedom House raporuna karşı çıkmaya davet etti. Gazeteciler değil ama
kendilerine 'gazeteci' muamelesi yapılmasını isteyen iktidarın 'maaşa bağladığı trolleri', kendi
tanımlarıyla 'kullanışlı aptalları' ve Washington‟da başarısız bir lobicilik faaliyetinde görev
alan 'organikler', Freedom House‟a laf yetiştirmeye başladılar.
Ahmet Davutoğlu‟ndan aldıkları işaretle Freedom House‟un yaptığının Türkiye‟ye karşı bir
'algı operasyonu' olduğunu ileri sürüyorlar.
Bunlardan TMSF marifetiyle genel yayın yönetmeni yapılmış biri, kantarın topuzunu
kaçırmış, "Şu anda Türkiye‟de AK Parti ve Tayyip Erdoğan düşmanlığı yapanların tek
referans kaynağı ya Amerika‟daki Neo-con çetelerinin kanatları altında demokrasi ve
özgürlük pazarlamacılığı yapan düşünce kuruluşları ya da Türkiye‟deki „vesayet beslemesi‟
medya kuruluşlarının ispiyonlarıyla kanaat oluşturan Avrupalı siyasetçilerdir. Soros‟un ve
ABD‟deki İsrail mali lobisinin finansörlüğünde çalışan Freedom House‟un her yönüyle
skandal Türkiye raporuna adeta bir kurtuluş umuduyla sarılıp mutluluktan uçuyorlar" diye
yazdı.
Saçma ve kantarın topuzu kaçmış ama bu satırlar, AKP‟nin 'maaşlı medya memurları, troller
ve kullanışlı aptalları'nın ortak görüşlerini ve duygularını yansıtıyor.
Oysa Freedom House‟un yaptığı sadece 'Türkiye gerçeği'ne ayna tutmaktan ibarettir.
'Türkiye‟ye karşı bir algı operasyonu'nun söz konusu olmadığını en başta gazeteciler biliyor.
Ayrıca, basın özgürlüğünde 'küme düşmek' en çok gazetecileri üzer ve yaralar.
Dolayısıyla Türkiye‟nin gazetecilerinin haliyle ciddiye almadığı Ahmet Davutoğlu‟nun
sözlerine doğrudan ABD Dışişleri Bakanlığı‟ndan karşı-cevap geldi. 'Neo-conlar'ın tam
karşısında yer alan Obama yönetiminin Dışişleri Sözcü Yardımcısı Marie Harf,
"Washington‟da Türkiye‟ye yönelik bir algı operasyonu var mı" sorusunu "Kesinlikle hayır.
Kesinlikle hayır, nokta!" diye yanıtladı. "İnsanların Türkiye‟ye yönelik algısını, bakışını
YouTube‟a yapılan engellemenin durdurulması, Twitter‟ın bloke edilmemesi ile değişir. Asıl
bu engellemeler başka yerlerdeki insanların, „Hey bakın, Türkiye‟de basın özgürlüğü
sandığımız kadar da iyi değilmiş‟ diye düşünmelerine yol açıyor" diye konuştu.
Marie Harf, Freedom House raporunda yer alan öneri ve analizlerin bir bölümü ile 'aynı
fikirde' olduklarını belirtti ve "Türkiye‟de basın özgürlüğü konusundaki kaygılarımızı Türk
yetkililere de ilettik. Sosyal medya sitelerinin açılması konusunda bunu yapmayı da
sürdüreceğiz" diye ekledi. Marie Harf, kendileri için önemli olan bu konunun olduğunu
belirterek "Bu salonda, basın özgürlüğüne gelen kısıtlamalar konusunda çok konuştuk.
Rusya‟da olsun, Venezuela‟da olsun ya da Twitter ve YouTube ile ilgili Türkiye‟de olsun. Bu
konunun önemli olduğuna inanıyoruz, bu da çok açık" dedi.
9
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
Marie Harf, Dışişleri Sözcü Yardımcısı olmadan önce, Obama‟nın 2012 seçim kampanyası
ekibinde ulusal güvenlik ve dış politika konularından ve 'iletişim stratejisi'nden
sorumluymuş.
Sözün özü; 'resmi Amerika', Dışişleri Bakanı Davutoğlu‟nun 'tespiti'ni reddetmiş durumda.
Bu arada, Freedom House‟un Türkiye‟nin 'küme düştüğü' 2014 raporunda, ABD de basın
özgürlüğü dünya sıralamasında 32'ncilikten 13 sıra gerileyerek 46'ncı sıraya düşmüş durumda.
Obama yönetiminin, Freedom House‟u 'İsrail‟in mali finansörlüğü altında çalışan Neo-con...'
vs. gibi ipe sapa gelmez ve doğru olmayan biçimde suçladığı işitilmedi.
Türkiye‟nin özgürlükler alanında 'küme düşmesi'nde başrolü oynayan proje direktörü Karin
Deutsch Karleker. Aslında 'Güney Asya uzmanı', Cambridge Üniversitesi‟nde Hindistan tarihi
üzerine doktora yapmış. Bir dönem The Economist‟te çalışmış olduğu için basın geçmişine de
sahip. Kendisiyle 'basın özgürlüğünde Avrupa‟daki en büyük gerilemeyi gösteren ve dünyada
da en büyük gerilemeyi gösteren ülkeler arasına giren' Türkiye ile ilgili 'The TurcoFile' adlı
bir blog görüşmüş, beş soru sormuş. Karleker, Türkiye değerlendirmesi için kullandığı
metodolojiyi anlatmış, Davutoğlu‟na da cevap vermiş.
"Araştırmanıza göre, sizce Türkiye‟de basın özgürlüğünün en sıkıntılı yönleri neler" sorusuna
verdiği karşılık şöyle:
"... Son yıllarda hükümet ile birçok medya sahibi arasında gördüğümüz artan ölçüdeki yakın
ilişkiler. Bunlar, otosansür ve siyasi gerekçeli işten çıkarmalara yol açtı..."
Davutoğlu‟nun bunlardan haberli olmadığı düşünülebilir mi? Bu, 'Türkiye‟ye karşı algı
operasyonu mu' yoksa 'Türkiye‟nin demokrasi açığı mı?'
Freedom House‟un çok kısa bir süre önce 'Democracy in Crisis: Corruption, Media and Power
in Turkey' (Krizdeki Demokrasi: Türkiye‟de Yolsuzluk, Medya ve İktidar) başlıklı yirmi
sayfalık bir raporu yayımlandı. Basın özgürlüğünde 'küme düşeceği'nin tüm işaretleri orada
vardı. Ne Davutoğlu ne de AKP‟nin 'maaşlı medya memurları' ile 'kullanışlı aptallar' ona
uyanabildiler.
Rapor, Kasım 2013‟te Türkiye‟ye gelip 'yerinde inceleme yapan' beş kişinin imzasını
taşıyordu. Andrew Finkel, Nate Schenkkan; ayrıca Freedom House‟un Avrasya programları
direktörü Susan Corke, eski NYT‟ve WSJ‟li Carla Anne Robins ve Freedom House Başkanı
David Kramer. Kramer, 2008-2009‟da Demokrasi ve İnsan Haklarından Sorumlu ABD
Dışişleri Bakan Yardımcısı. Yani, Obama‟nın Tayyip Erdoğan ile arasından su sızmadığı ilk
döneminde, Hillary Clinton‟ın yardımcısı. ABD ve Avrupa‟da yani Batı‟da Türkiye‟ye karşı
bir 'algı operasyonu' yapıldığı iddiasını ortaya atıp, 'otokratik yapılar'a has bildik bir 'milli
birlik ve beraberlik' peşinde koşmanın bir faydası yok.
10
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
ABD ve Avrupa‟daki Türkiye algısı, olumludan olumsuza niçin kısa süre içinde değişti?
Bunda iktidarın payı nedir? Bunlara kafa yormakta yarar var.
Ve tabii, 'demokrasi ve özgürlükler açığı'nı kapatmakta. Zira bu 'açık' Türkiye‟yi batıracak
kadar tehlikeli.
Freedom House„un ahmak Türk dostları – Mehmet Ocaktan – AkĢam Gazetesi
ġu anda Türkiye'de AK Parti ve Tayyip Erdoğan düşmanlığı yapanların tek referans kaynağı
ya Amerika'daki Neocon çetelerinin kanatları altında demokrasi ve özgürlük pazarlamacılığı
yapan düşünce kuruluşları ya da Türkiye'deki'vesayet beslemesi' medya kuruluşlarının
ispiyonlarıyla kanaat oluşturan Avrupalı siyasetçilerdir.
Son iki yıldır özellikle Tayyip Erdoğan için 'diktatörleĢiyor', 'HitlerleĢiyor' masallarını
üretenlerin neredeyse tamamı 28 Şubat sürecinde cuntacıların çizmelerini parlatmakla kariyer
yapmış gazeteci ve yazarlardan oluşmaktadır.
Sadece 28 Şubat'ta değil, sonrasında da hep vesayet düzenini savunan, bütün darbe
girişimlerini ve muhtıraları alkışlayan bu isimler şimdilerde birdenbire kanatlanıp adeta
milletin hafızasıyla alay edercesine 'demokratlık' satmaya çalışıyorlar.
Ama biliyoruz ki bugün cuntacı kimliklerinin üzerini 'insan hakları' perdesiyle örtmeye
çalışanlar, hayatları boyunca AB'den evrensel insan hakları değerlerine kadar her türlü
gelişime karşı çıktılar, statükonun aktörlüğünü yaptılar.
Aslında bugün de demokrasiyi ve özgürlükleri keşfetmiş ya da darbecilikten nadim olmuş
filan değiller. Sadece ABD ve Avrupa'daki Türkiye karşıtı merkezlerden arakladıkları
argümanlarlaErdoğan düşmanlığı yapıyorlar o kadar...
Nitekim tıpkı 28 Şubat'ta cuntacılarla girdikleri yasak iliĢkide olduğu gibi 17 Aralık'ta da
Pensilvanya'nın kuyruğuna takılarak 'mistik darbe' girişiminin paralel
yalakalığına yazılmakta bir beis görmediler.
Oysa bu yarı aydınların Amerika ve Avrupa‟da her gördükleri yöneticiye, düşünce kuruluşuna
üretilmiş yalanlarla ispiyonladıkları Erdoğan, onların üçüncü dünyacı kafasının alamayacağı
değişim ve dönüşümlere imza atmış bir lider…
Yıllardır aşağılık kompleksiyle malul bulunan bu kalemler, Tayyip Erdoğan askeri ve
yargısal vesayetle mücadele ederken burun kıvırdılar, ekonomide ve demokraside Türkiye‟yi
bir üst lige taşırken istihza ile baktılar, Dersim katliamı için devlet adına özür dilerken
duymazdan geldiler, yüz yıllık kanlı bir sorunun çözümü için elini taşın altına koyarken
PKK‟yı yeniden teröre teşvik için yaşadıkları topraklara ve bu topluma ihanetten
çekinmediler. Şimdi de 1915 olayları için Ermenilerin torunlarına taziyede
bulunan Erdoğan‟ın bu tarihi adımını değersizleştirmeye çalışıyorlar.
Biliyorum Tayyip Erdoğan düşmanlığında sınırı aşmış olanlar için Başbakan‟ın yüz yıllık
taziye mesajında Ermenilerin acılarını paylaşmayı “bir insanlık vazifesi” olarak
değerlendirmesi pek bir anlam ifade etmiyor. Yine dudak büküyorlar, Neocon tabiatları gereği
maraza çıkarmaya devam ediyorlar.
Türkiye düşmanlığı ile müseccel yabancı odakların ahmak Türk dostları yapılan bütün iyi
şeylerin üzerini örtmekte çok maharetliler. Mesela değişik ülkelerde çıkardığı iç
11
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
karışıklıklarla milyar dolarlık kâr elde eden ünlü spekülatör Soros‟un ve ABD‟deki İsrail mali
lobisinin finansörlüğünde çalışanFreedom House'un her yönüyle skandal Türkiye raporuna
adeta bir kurtuluş umuduyla sarılıp mutluluktan uçuyorlar. Bir kere Türkiye‟deki tutuklu
gazetecilerle ilgili bilgiler eski ve neredeyse hiçbiri doğru değil.
İsrail‟i hep özgür ülkeler listesinde gösteren Freedom House‟un Türkiye'yi basın
özgürlüğünde Uganda, Bangladeş, Endonezya, Tanzanya ve Kenya ile birlikte
değerlendirmek sadece bir ahmaklık değil, aynı zamanda kara bir cehaletin göstergesidir.
Eğer Freedom House için bu raporu hazırlayanlar biraz matematik bilgisine, biraz da
okuduklarını anlama yeteneğine sahip olsalardı eminim isteseler de bu kadar skandal
bir rapor hazırlamazlardı. Her Ģeyden önce saydıkları ülkelerin yazılı ve görsel
medyasıyla Türkiye'deki yazılı ve görsel medya arasında sayısal anlamda uzaktan
yakından bir alaka yok.
Freedom House'un esas görmediği ya da okuyup da anlamaya zekâsının bir türlü
yetmediği konu; Türk medyasının dünyada hiçbir medyanın sahip olmadığı 'hakaret
özgürlüğü' ayrıcalığına sahip olmasıdır.
Bu nasıl özgür olmayan bir ülkedir ki, halihazırda Türkiye'deki medyanın yüzde 70‟i iktidar
karşıtıdır ve bırakın eleştiriyi doğrudan Tayyip Erdoğan'a karşı hakaret kampanyası
yürütebilmektedirler. Eğer Freedom House'un birazcık gazeteciliğe ve basın özgürlüğüne
saygısı varsa, Türkiye başbakanına "Mezarına tüküreceğim" ifadelerini kullanan
gazetecinin demokratik ülkelerdeki bir benzerini ortaya koymak zorundadır. Koyamaz, çünkü
dünyadaki hiçbir demokratik ülke böyle bir hakarete izin vermez.
"Türkiye'de basın özgürlüğü yok" diyenler bu örnekleri göremeyecek kadar acınası bir
paranoya içindeyseler, kusura bakmasınlar hazırladıkları raporlar birer palavradan ibarettir.
Nitekim ünlü ABD‟li yazar Noam Chomsky, bunun böyle olmadığını, “ABD‟nin
çıkarlarına ters olan ülkelere Freedom House‟un son derece acımasız raporlar
hazırladığını, ABD ile arası iyi olan ülkelere Ģefkatli raporlar hazırladığını” açık açık
söylüyor.
Bu arada Freedom House‟nin, uzun süre tutuklu kalan gazeteciler Nedim Şener ile Ahmet
Şık‟ın Gülen Cemaati‟nin emniyet ve yargı içine çöreklenmiş paralel yapısı tarafından
kendilerine komplolar kurulduğunu dile getirmelerini görmezden gelmesi tam bir
sahtekârlık…
AVRUPA GÜNDEMĠ
Rusya'nın Ukrayna'daki argümanını anlayamıyorum
AA
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, AB Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton ile başkent
Washington‟daki görüşmelerinin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında Ukrayna'daki
gelişmelerle ilgili de açıklamalarda bulundu.
Ukrayna‟nın doğu bölgesindeki Donetsk ve Luhansk‟ta Rusya yanlılarının bölgenin
geleceğine ilişkin 11 Mayıs‟ta yapmayı planladığı referandumun Ukrayna‟yı daha da böleceği
12
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
uyarısında bulunan Kerry, “Ukrayna‟yı daha da bölecek yasadışı çabaları kesinlikle
reddediyoruz. Bu, Kırım‟da oynanan senaryonun bir tekrarı” ifadesini kullandı.
Rusya‟nın, Ukrayna‟da yapılacak seçimleri karıştırma girişimlerinden endişe duyduklarını
vurgulayan Kerry, “Şunu da eklemek zorundayım ki Rusya‟nın, şiddetten dolayı Ukrayna‟nın
seçimleri iptal etmesi veya ertelemesi gerektiği yönünde argümanlar oluştururken, diğer
yandan, çok daha kötü şiddete sahne olan Suriye‟de bir seçimi tümüyle desteklemesini
anlamak çok zor” diye konuştu.
AB Yüksek Temsilcisi Ashton da, Ukrayna‟da yapılacak devlet başkanlığı seçiminin önemi
üzerinde durdu.
“Sizin gibi biz de seçimlere, özgür ve adil başkanlık seçimlerinin önemine odaklandık” diyen
Ashton, “Bu, Ukrayna‟nın istikrarını sağlama adına gerçekten çok önemli bir adım. Bu,
demokrasiyle ilgili. Bu aynı zamanda Ukrayna‟nın geleceği noktasında yasal ve kapsamlı bir
tartışma fırsatı oluşturuyor” açıklamasında bulundu.
AB 19 ülkeye vizeyi kaldırdı
TRTTURK
AB tarafından alınan karar gereği, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Kolombiya, Dominika,
Grenada, Kiribati, Marshall Adaları, Mikronezya, Nauru, Palau, Peru, Saint Lucia, Saint
Vincent ve Grenadinler, Samoa, Solomon Adaları, Doğu Timor, Tonga, Trinidad ve Tobago,
Tuvalu ve Vanuatu vatandaşları vizeden muaf olacak.
Vize muafiyeti, tam mütekabiliyetin sağlanması için bu ülkelerle AB arasında ikili
anlaşmaların yürürlüğe girmesinin ardından geçerlilik kazanacak.
Kurallar gereği, AB‟nin vize muafiyeti uyguladığı ülkelerin de Birlik üyesi ülkelerin
vatandaşlarına vize muafiyeti hakkı tanıması gerekiyor.
AB Komisyonu, ada ülkelerinin vizeden muaf ülkeler listesine dahil edilmesi önerisini Kasım
2012‟de gündeme getirmiş, daha sonra Avrupa Parlamentosu ve AB Konseyi arasında yapılan
görüşmelerde BAE, Peru ve Kolombiya‟nın da bu listeye eklenmesi kararlaştırılmıştı.
Tiflis'te üçlü zirve
Al Jazeera
Zirve toplantısı bir ilk niteliği de taşıyor ve gelenekselleştirilmesi hedefleniyor.
Bu çerçevede Gürcistan Cumhurbaşkanı Giorgi Margvelaşvili'nin ev sahipliğinde 6 Mayıs
2014‟de bir araya gelen Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Azerbaycan
Cumhurbaşkanı İlham Aliyev‟in üç ülke arasındaki işbirliğini daha da ileri götürme
kararlılığını vurgulamaları bekleniyor.
Liderler siyasi, ticari ve ekonomik alanda işbirliğinin arttırılması için görüş alışverişinde
bulunacaklar.
13
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
Üç ülke, Dağlık Karabağ ile Abhazya ve Güney Osetya ihtilaflarının egemenlik, toprak
bütünlüğü ve uluslararası tanınmış sınırların ihlal edilemezliği ilkeleri çerçevesinde çözülmesi
gerektiğini düşünüyor.
Zirvedeki en önemli konulardan biri Bakü-Tiflis-Kars demiryolu hattı.
Tiflis-Kars arası demiryolu yapım süreci, Türkiye kısmına göre biraz daha yavaş ilerledi.
Bununla ilgili sorunlar projenin hızla bitmesi için en üst düzeyde ele alınıyor.
Ukrayna'daki kriz de konuĢuldu
Üç ülkenin lideri bir de ortak basın toplantısı düzenledi. Gül, görüşmelerinde Ukrayna'da
yaşanan krizin de gündeme geldiğini söyledi.
"Krizin bölgede güvenlik ve istikrarı etkilediği konusunda hemfikiriz. Ukrayna’nın toprak
bütünlüğü noktasında ülkedeki krize bir çözüm bulunmalı. Ülkedeki anayasa reformu
doğusuyla batısıyla tüm toplumu kucaklamalı, AGİT gözlem misyonunun rolünü de
destekliyoruz. Kırım'daki Tatar Türklerinin durumunu hassasiyetle takip ettiğimizi de
belirttim."
Cumhurbaşkanı Gül ayrıca, toprak bütünlüğüne dikkat çekti.
"Bizim bütün arzumuz projelerle bölgedeki refahı ve ekonomik gelişmeyi arttırmaktır. Zirve
boyunca bölgesel ve ulusal meseleleri de ele aldık, Gürcistan ve Azerbaycan'ın bağımsızlığı
ve toprak bütünlüğüne olan güçlü desteğimizi yineledik. Bölgemizdeki ihtilafların toprak
bütünlüğü ilkesi temelinde barışçıl yöntemlerle çözüme kavuşmasının önemini paylaştık."
“Dostluk ekonomide de kendini gösteriyor”
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ortak açıklamadan önce, Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan Üçlü
Zirvesi'nin Milli Kütüphane'de yapılan ana oturumunun açılışında şu mesajları verdi:
"Esasen bu üç ülke arasında yoğun işbirliği mevcuttur. Bakü-Tiflis-Kars demiryolu hattının
Gürcistan kısmının 2007'deki temel atma töreninde de üç ülke cumhurbaşkanları olarak
birlikteydik.”
“Üç ülke olarak çok önemli projeler gerçekleştirdik. Bakü-Tiflis-Erzurum, Bakü-TiflisCeyhan, Bakü-Tiflis-Kars ve Trans Anadolu gibi bölgesel ve küresel ölçekte büyük projeleri
bu üç ülke gerçekleştirdi. Güney Kafkasya'nın refahına katkıları uluslararası alanda da takdir
edildi.”
“Kafkasya'nın yüksek dağlarını duvar olmaktan çıkardık, bir kapı, işbirliği alanı haline
getirdik. Siyasi anlamda halklarımız birbirinin kardeşidir, dostudur. Bu dostluk ekonomik
alanda da kendini göstermekte, biz de bu alanda katkı yapmak için en üst düzeyde
görüşmeleri devam ettiriyoruz."
Bölgesel iĢbirliği vurgusu
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, zirvede uluslararası güvenlik, enerji güvenliği ve
bölgesel konuların gündeme geleceğini söyledi.
"Eminim bu zirvenin çok güzel sonuçları olacaktır. Ülkelerimiz arasındaki ilişkilerin tarihte
çok önemli bir yeri vardır. Karşılıklı ilişkilerimiz üst düzeyde devam etmektedir ve bugün
Türkiye-Azerbaycan-Gürcistan arasında gerçekleştirilecek bu üçlü zirve bölgemiz ve dünya
14
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
için büyük önem taşımaktadır. Çünkü bizim işbirliğimizin temelinde ortak amaçlar vardır ve
bunlar bölgesel değil küresel amaçlardır."
Gürcistan Cumhurbaşkanı Giorgi Margvelaşvili ise, bölgede başlattıkları girişimin öneminden
bahsetti.
"Bizim işbirlğimiz hem üç ülke için hem de bölgede çok uzun soluklu yoğun ve sonuç odaklı,
olumlu bir işbirliği. Bugünkü toplantı da bir kere daha bölgede başlattığımız girişimin
önemini ortaya koyuyor."
AB kıpırdıyor – Tulu GümüĢtekin – Sabah Gazetesi
9 Mayıs, her yıl Avrupa Günü olarak kutlanır. 1950'de, savaştan yeni çıkmış ve derin
düşmanlık içinde olan Almanya ile Fransa'nın, bu gerilimden kurtulması için Robert
Schuman'ın yaptığı çağrının yıldönümü, Avrupa Günü olarak benimsenir. Kömür ve Çelik
Topluluğu kurulmasıyla 1952'de başlayan bu girişim, çok inişli çıkışlı bir rota takip etse
de, bugün dünyada en özgürlükçü, en liberal, en geniş ve en şeffaf toplum projelerinden biri
haline geldi.
Avrupa Parlamentosu (AP) mayısta seçime gidecek. Doğrudan oy kullanılarak oluşturulan
yegâne uluslararası parlamento olma özelliğini koruyor. Her adımda, AB devletleri, yurttaşların karar alma mekanizmalarına daha yakın olmasını sağlamak için AP'ye büyük ve yeni
yetkiler tanıdı. Bugün parlamento, AB işleyişinde, üye devletlerin temsil edildiği Bakanlar
Konseyi'nin yanında, bir "üst meclis", bir senato görevi ifa ediyor.
Parlamento, yeni seçimlerle iş başına geldikten sonra AB'nin üçüncü büyük kurumu ve icra
organı olan Avrupa Komisyonu'na güvenoyu vererek onun iş başına gelmesini sağlıyor.
2009'da Lizbon'da kabul edilen tadilat çerçevesinde, AB'nin artık bir Bakanı ve bir Dışişleri
temsilcisi de var. Aslında, 2005'te Fransa ve Hollanda referandumlarıyla reddedilen Avrupa
Anayasası kabul edilseydi, AB Başkanlığı beş yıl süreli ve geniş yetkilerle donatılmış bir
mevki olacaktı. Bugünkü haliyle, AB Başkanı, üye devletlerin temsil edildiği Konsey için bir
arabulucu, bir koordinatör görevi yapıyor. Bu görev, adını kimsenin duymadığı bir Belçikalı
siyasetçi olan Herman Van Rompuy tarafından üstlenildi ve ilk döneminde başarılı oldu.
Onun göreceli başarısı, uluslararası ilişkilerde önemli bir tampon işlevi üstlenmesinden
kaynaklandı. Benzer biçimde, hiç bilinmeyen bir isim, İngiliz Parlamenter Catherine Ashton,
dışişlerinden sorumlu göreve getirildiğinde, herkes AB'nin bir dışişleri bakanlığı
olamayacağını, üye devletlerin bu sistemi çalıştırmak istemeyeceğini düşünüyordu. Ashton da
olumsuz beklentileri boşa çıkaran, tevazu sahibi fakat etkili bir performans sergiledi.
AB için yeni seçim dönemi, Türkiye ile ilişkilerini de derinden etkileyebilir. Belki de ilk kez,
AB içinde Komisyon Başkanlığı için siyasiler adaylıklarını açıkladı. Bugüne kadar,
Komisyon Başkanı'nın adı, üye devletlerce kapalı kapılar ardındaki pazarlıklar sonucu
belirlenir, tek bir adayla Parlamento'dan güvenoyu istenirdi. Bu kez, AP Başkanı Martin
Schultz, eski Lüksemburg Başbakanı, Eurozone'un başkanlığını yapmış olan kurt siyasetçi
Jean- Claude Juncker, IMF Başkanlığı yapmakta olan eski Fransa Maliye bakanlarından
Catherine Lagarde gibi son derece yüksek profili olan siyasetçiler adaylıklarını açıkladı.
İki dönemdir Komisyon Başkanlığı yapan Manuel Barroso, çok düşük profili olan bir
başkanlığı benimsemiş, bu tavrı da üye devletlerin temsilcilerinin işine gelmişti. Yeni
dönemde AB içindeki görevlere gösterilen ciddi talep, Avrupa kıtasının aşmakta olduğu
15
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
engellerle orantılı bir bilinçlenme düzeyini ve toplum beklentilerini ortaya koyuyor. Bu
dinamiğin varlığı, gelecek açısından umut veriyor. Ne var ki, Türkiye ile olan ilişkilerin de,
artık klişeleşmiş değerlendirmeler ve ertelemelerin ötesine geçebilmesi umudu kadar, üyelik
müzakerelerinin hız kazanmasını istemeyen kişilerin yönetim kademelerine gelmesi ihtimali
de var.
Bugüne kadar, AB içinde yaşananlar, Türkiye'de ne kamuoyunun, ne de siyasi partilerin çok
dikkatini çekmedi. Ne var ki AB kıpırdıyor ve Türkiye, siyaseti, sosyal yapısı, ekonomisi ve
küreselleşmenin güçlendirdiği ittifaklar sistemiyle, AB'ye on yıl öncesine nazaran çok daha
derin ve kuvvetli bağlarla bağlı. Gelişmeleri daha iyi izlemek ve olabilecek sonuçları
ayrıntılarıyla tartışma dönemi başlıyor.
Almanya YouTube Engellemesinde Dünya Birincisi
Die Welt
İnanılmaz bir rakam: Dünya‟da en çok sevilen 1000 video‟dan yüzde 60‟ı Alman kullanıcılar
için kapalı. Vatikan veya bir İslami devlet olan Afganistan bile böyle yüksek engelleme
oranına sahip değil.
Gazeteciler Ajansı „OpenDataCity“nin yaptığı bir istatistike göre Almanya Güney- Sudan ve
Burma gibi devletleri bile geride bırakmış. "Datenjournalist" internet sitesinde yer alan
bilgiler Almanya‟nın en fazla sevilen 1000 video‟dan yüzde 60‟şına engelleme getirdiğini
gösteriyor. Bu oran Güney-Sudan„da yüzde 15, Vatikan‟da ise yüzde 5.
Almanya CumhurbaĢkanı'na Viyana'dan Yanıt Verdi
Son Dakika
Ahmet Davutoğlu, Avrupalı Türk Demokratlar Birliği (UETD) Avusturya şubesi tarafından,
uluslararası öğrenci derneği WONDER‟de konferans verdi.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck‟un Türkiye
ziyareti sırasında yaptığı açıklamalara ilişkin, "Eğer kaygı duyacaksak Avrupa sokaklarına
nüfuz etmiş olan ırkçılıktan kaygı duyalım, İslamofobiden kaygı duyalım, kundaklanan Türk
evleri dolayısıyla kaygı duyalım. Saygı görmek isteyen saygı gösterecek bize. Kimse bize
ikinci sınıf Avrupalı muamelesi yapamaz" dedi.Büyük devletlerin tarihe bıraktıkları izlerle
anıldığını söyleyen Davutoğlu, Viyana başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde şehitler
bulunduğunu aktardı. Her yurt dışı gezisinde ilk olarak şehitlikleri ziyaret ettiğini belirten
Davutoğlu, "Şehitlere vefa borcumuzu ödemeden biz yeni bir siyasi idealin temsilcisi
olamayız" diye konuştu.
Rahip Ve Sultan - Der Spiegel - Ralf Neukirch/ Paul Middelhoff/ Maximilian Popp/
Christoph Schult/ Oliver Trenkamp
Başbakan Erdoğan ile Almanya Cumhurbaşkanı Gauck Arasındaki Tantana Almanya‟nın
Ankara'ya Karşı Tutumundaki Çaresizliğini Gösteriyor. Türkiye‟de Cumhurbaşkanlığı Seçimi
Öncesinde Erdoğan Bu Kez Köln‟de Sahne Alacak-16
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
Ahmet Sakıp, büyük bir lidere yabancılardan aldığı önerilerin vız geldiğini, “Zaten en
büyük lider Tayyip Erdoğan.” diyerek ifade ediyor. Hamburg St.Pauli'de “Son Durak” adlı bir
kıraathane masası etrafında oturan adamlar tasdik edercesine başlarını sallıyor. Çoğu emekli.
Yıllar önce yabancı işçi olarak Türkiye‟den Almanya‟ya gelmişler.
Hepsi Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan‟a -Başbakanlarına- hayran. Onun
sayesinde Türkiye‟nin güçlendiğini; otobanlar, hastaneler ve okullar yaptığını belirtiyorlar.
Bilhassa dış ülkelere kafa tutuyor. Sakıp, “Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck da artık
Türkiye‟yi öyle kolayca eleştiremeyeceğini biliyor.” şeklinde konuşuyor.
Cumhurbaşkanı Joachim Gauck, geçen hafta, Ankara‟da üniversite öğrencilerine yaptığı
bir konuşmada Türkiye‟deki demokrasi eksikliklerini yargıladı. Gauck, Türk hükûmeti
tarafından basına getirilen sansürü, istenmeyen savcı ve polislerin görev yerlerinin
değiştirilmesini ve YouTube ile Twitter‟a erişimin engellenmesini eleştirdi. Gauck, "Bu
gelişmeler beni endişelendiriyor." ifadelerini kullandı.
Erdoğan'ın Gauck‟a tepkisi gecikmedi. Başbakan, Almanya Cumhurbaşkanı‟nı “rahip”
diyerek aşağıladı. Gauck‟un Türkiye‟nin iç işlerine burnunu soktuğunu, bunun ise “devlet
adamlığına yakışan uygun bir davranış olmadığını ve çirkin" olduğunu söyledi. Hükûmet
yanlısı bir gazete, Gauck‟u kolunda gamalı haç bandıyla resmetti.
Alman politikacılar Erdoğan‟ın densizliğini kınadılar. Bir hükûmet liderinin kameralar
karşısında bir NATO ortağına bu denli sataşması enderdir. SPD‟li (Sosyal Demokrat Parti)
AB Parlamentosu Başkanı Martin Schulz, Erdoğan‟ın Gauck'a yönelik sözlerini “diplomatik
kuralların bir ihlali” olarak niteledi. Buna karşın Türkiye ve Almanya‟daki taraftarları
arasında Erdoğan destek görüyor.
Türkiye, 10 Ağustos‟ta yeni cumhurbaşkanını seçiyor. Almanya‟da yaşayan Türkler de ilk
kez oy kullanabilecek. Erdoğan, cumhurbaşkanlığı adaylığını henüz açıklamadı ama kimse bu
yöndeki ihtirasından kuşku duymuyor. Son Durak'takiler, “Elbette Erdoğan‟ı seçeriz.”
diyorlar.
Kendine güvenen Başbakan, Almanların ne düşündüğünü artık fazla dert etmiyor gibi
görünüyor. Yeşiller Eş Başkanı Cem Özdemir, Federal Almanya hükûmetinin Türkiye‟deki
gelişmelere etki etme imkânının “hissedilir ölçüde azaldığı" eleştirisini yaptı. Erdoğan, daha
en az bir on yıl iktidarda kalmak istediğini duyurdu ve şunun farkında: Oy alma yarışında
Almanya‟ya karşı sarf edilecek sert sözler zarar vermez.
Parti Tüzüğü, 2015 genel seçiminde dördüncü kez başbakan olarak aday olmayı
engellediğinden gözlemciler, Erdoğan‟ın ağustostaki seçimde cumhurbaşkanı görev
değişikliğine gideceğini düşünüyor. Cumhurbaşkanı koltuğunda ise şimdilik müttefiki ve
İslami-muhafazakâr AKP'yi birlikte kurdukları Abdullah Gül oturuyor. Türkiye'de şu ana
kadar bir cumhurbaşkanının görevleri -Almanya‟dakine benzer- törensel yükümlülüklerle
sınırlıydı. Seçimi kazanması hâlinde ise Erdoğan, cumhurbaşkanının yetkilerini büyük ölçüde
genişletmeye hevesli. İstanbul Bilgi Üniversitesi Siyaset Profesörü Gencer Özcan, “Erdoğan,
yazın zaferini ilan ederek iktidarını sağlamlaştırmak istiyor. Bu amaç uğruna Almanya gibi
yakın ortaklarıyla ters düşmeyi ise göze alıyor.” diyor. Özcan, önümüzdeki haftalar için
Erdoğan‟ın provokasyonlarının devamını bekliyor.
Biz zamanlar Erdoğan, Türkiye'yi hem kendi hem de komşularıyla barıştırma sözüyle
göreve talip oldu: Liberallere elini uzattı, generallerin gücünü kırdı ve ülkenin
17
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
güneydoğusunda Kürtlerle yaşanan sorunu yumuşattı. 2005 yılında ise AB, Türkiye ile katılım
müzakerelerini başlattı.
Başarı, bazı siyasetçileri egemen ve kendine hâkim kılar oysa Erdoğan'ın iktidara daha aç,
otoriter ve eleştiri kabul etmez biri olmasına yol açtı. Karşıtları “sultan” diye onunla kafa
buluyor. Başbakan, geçen yaz hükûmet karşıtı Gezi protestolarına katılmış gazetecileri,
öğrencileri ve muhalifleri takip ettiriyor. Artık Türkiye‟de Çin‟den daha fazla sayıda gazeteci
hapis yatar oldu. Geçen Noel‟e az bir süre kala patlak veren bir yolsuzluk skandalı, hükûmeti
sarstığında ve üç Bakan‟ın istifasıyla sonuçlandığında Erdoğan, yolsuzluğu ortaya çıkarmaya
gayret etmek yerine hâkim, savcı ve polislerin görev yerlerini değiştirtti.
İstanbul merkezli düşünce kuruluşu TESEV'den (Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler
Vakfı) Aybars Görgülü gibi liberal Türkler, Gauck‟a değerlendirmelerinde katılıyor. Onlar da
Türkiye'deki demokrasinin Erdoğan'ın tehdidi altında olduğunu düşünüyor. Görgülü buna
rağmen Gauck‟un, Ankara‟da yaptığı konuşmasıyla Türkiye‟deki Avrupa dostu demokrat
güçler için kaş yapayım derken göz çıkardığı görüşünde.
Gerçi Gauck‟un konuşması nispeten daha ılımlıydı. Cumhurbaşkanı, ülkedeki otoriter
eğilimler üzerine konuşmaya başlamadan önce, Türkiye‟nin Suriyeli sığınmacılara yönelik
tutumunu ve ekonomiye yönelik politikalarını altını çizerek övdü. Buna rağmen Gauck‟un
yaptığı eleştiriler, paradoksal olarak Erdoğan‟a seçim yarışında yarayabilir.
Erdoğan, 2003 yılında dışarıdan Meclise girdi. Birçok Türk, Erdoğan‟ın yükselişini bir
karşı devrim olarak değerlendirdi: O, ne laik elit kesimin bir temsilcisi ne soylu Galatasaray
Lisesi‟nin bir öğrencisi ne de Türkiye‟yi kuran Atatürk‟ün bir mirasçısıydı. Ülkeyi, Anadolulu
bir denizcinin oğlu yönetiyor.
Erdoğan‟ın AK Partisi artık Devlet‟in her köşesine derinlemesine nüfuz etmiş durumda.
Başbakan buna rağmen taraftarları nezdinde mazlum imajını koruyor. Türkiye‟de güçten
düşmüş kalburüstü laikçilere saldırmak yerine, sözüm ona yurt dışındaki düşmanlara karşı
savaşımda destekçilerinin kinlerine güvendi. Gencer Özcan, Erdoğan‟ın Avrupa‟yı âdeta
"şeytanlaştırdığını” söylüyor.
Erdoğan, daha geçen yaz, Gezi protestolarını; yabancı ajanların, medyanın yahut “Yahudi
faiz lobisinin” komplosu olarak göstermeye çalıştı. Hatta Başdanışmanı Yiğit Bulut işi o
kadar ileri götürdü ki protestoların arkasında Türk Hava Yollarına zarar vermek isteyen
Alman Lufthansa‟yı göstermeye kalktı. Bulut ayrıca yabancı güçlerin "telekinezi" yöntemiyle
Erdoğan'ı öldürmeye çalıştıkları uyarısı yapmıştı.
Erdoğan bir kez daha her türlü dış müdahaleye karşı Türklerin cesur savunucusu profili
çiziyor. Bu uğurda Gauck'u, Almanya'daki “ateist Aleviler” adına hareket etmekle suçlayarak
destekçilerinin en ilkel dürtülerine sesleniyor.
Almanya ve Avrupa ise Türk hükûmet liderinin yaptıklarını çaresizce izlemeye devam
ediyor. İlk iktidar yıllarında Erdoğan, Avrupalıların teveccühleri için pekâlâ çabalardı. AB‟nin
yardımıyla Erdoğan, orduyu siyasetten uzaklaştırdı ve -Hristiyanlar dâhil- dinî gruplar için
daha fazla hak uğruna mücadeleye girişti. Arka arkaya üç seçimin kazanılmasından sonra ise
Erdoğan artık Brüksel‟e iç siyasette daha fazla bağlı değil.
Türkiye‟de buna paralel olarak Avrupa coşkusu da dramatik bir düşüş gösterdi.
Gönülsüzce yürütülen üyelik müzakereleri liberal Türkleri hayal kırıklığına uğrattı. Bundan
daha on yıl önce Türklerin yüzde 73‟ü AB üyeliğini desteklerken bugün artık yarısı bile bunu
istemiyor.
18
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
Türkiye‟nin AB üyeliğini kategorik olarak reddetmesi sayesinde Şansölye Angela Merkel
(CDU), Türkiye'ye siyaseten etki etme imkânını Almanya'nın elinden büyük ölçüde aldı.
Erdoğan, İstanbul‟da özgürlük ve demokrasi için sokaklara dökülen genç göstericileri -geçen
yaz olduğu gibi- polis gücüyle sertlikle bastırdığında -geçen hafta ve aylarda olduğu gibibeğenmediği hâkim ve savcıları görevden uzaklaştırdığında artık Alman politikacılar bu
uygulamaları en fazla eleştirebilir ama buna karşı yaptırım uygulayamaz. Cem Özdemir:
“AB‟nin reform kırbacı, Ankara karşısında etkisini tamamıyla yitirmiş durumda.”
Dolayısıyla Erdoğan‟ın çıkışları etrafındaki son tantana da ancak alışılagelmiş refleksleri
doğuruyor. CDU/CSU'lu politikacılar rutin olarak Türkiye'nin üyelik müzakerelerinin
durdurulmasını istiyor.
CDU'nun listebaşı Avrupa Parlamentosu adayı David McAllister, “Türkiye, Avrupa değer
ve standartlarından uzaklaşıyor.” dedi. McAllister, Türkiye'nin AB üyeliğine uygun
olmadığını belirtti. FDP'li (Hür Demokratik Parti) Alexander Graf “Die Welt” gazetesine
yaptığı açıklamada, “Müzakerelerin yeri derin dondurucu.” ifadelerini kullandı.
Berlin Bilim ve Araştırma Vakfından Dilek Kurban, Avrupa'nın bununla Türkiye üzerinde
her türlü etkisini kaybetmeyi riske edecek olsa bile AB‟nin Türkiye'yi kesin olarak
reddetmesinin Erdoğan‟ı hamle yapmaya zorlayabileceğine inanıyor. Almanya Dışişleri
Bakanlığı ise üyelik müzakerelerini asıl şimdi ilerletmeyi savunuyor. Dışişlerinden Sorumlu
Devlet Bakanı Michael Roth, ”Hukuk devleti, bağımsız yargı ve basın özgürlüğü konularında
bizimle konuşmaya Türkiye'yi şimdi bağlamalıyız.“ dedi ve ekledi: “Erdoğan‟ın açıklamaları,
müzakereleri durdurmak için değil, daha da yoğunlaştırmak için bir neden.”
AB Komisyonu müzakereleri sonlandırma talebini geri çeviriyor. Müzakerelerle ilgili bir
AB görevlisi, "Ancak inandırıcı bir üyelik süreci Türkiye‟ye şimdiki sorunlarının üstesinden
gelmeye yardım edebilir.” diyor.
Ancak Alman politikacılar Erdoğan‟ın, sorunları anavatandan Almanya‟ya taşıyacağından
da endişe ediyor. Sarrazin tartışmaları ve NSU cinayetleri, Almanya‟daki göçmenlerin
güvensiz hissetmesine yol açtı. Birçok Türk asıllı Alman, buradaki politikacıların onların
endişelerini ciddiye almadığını düşünüyor. Bu boşluğu ise Türk hükûmeti doldurmaya
çalışıyor: Erdoğan, Türk göçmenlerin koruyucusu gibi davranıyor. Erdoğan, 2011 yılında
Düsseldorf‟taki seçim kampanyası sırasında taraftarlarına, “Rahatınız yerinde mi diye
buradayım. Sizler benim vatandaşlarımsınız, siz benim arkadaşlarımsınız, siz benim özbeöz
kardeşlerimsiniz.” diye seslenmişti.
Erdoğan, yurt dışından hükûmetine yönelik her türlü eleştiriyi geri çeviriyor. Bu arada
Avrupa‟da evlat edinilen Türk-Müslüman çocuklara sözde zorla din değiştirildiğiyle ilgili
aylarca bir kampanya yürüttü. Başbakan'ın bir yardımcısı, göçmenler için düzenlenen
Almanca kurslarını “insan hakları ihlali” olarak eleştirdi. Bu saldırgan diaspora siyasetiyse
göçmenlerle Alman çoğunluk toplumunun arasını açıyor
Almanya‟da 1,1 ila 1,3 milyon arasında oy kullanabilecek Türk yaşıyor. Almanya;
İstanbul, Ankara ve İzmir‟in ardından Türklerin en büyük seçim bölgesi. Erdoğan, yurt
dışındaki vatandaşlarının desteğini kazanma işinde uzmanlaştı ve seçim kampanyasını çoktan
Almanya‟ya doğru genişletmiş durumda: Başbakan, daha 2004 yılında Köln'de, AK Partinin
yurt dışı ayağı olarak Avrupalı Türk Demokratlar Birliğini (UETD) yarattı. 2010 yılında ise
Ankara‟da, yaklaşık 300 personelle bütün dünyadaki dört milyon dolayındaki Türk‟ten
sorumlu Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığını kurdu.
19
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
Erdoğan son olarak şubat ayında Berlin Tempodrom‟da binlerce kişi önünde konuştu.
Salondaki coşkulu kalabalık, Türk bayrakları eşliğinde “Tayyip, bu millet seninle.” sloganıyla
ona tempo tuttu.
Şimdiyse -Erdoğan‟ın arzusu doğrultusunda- Berlin Olimpiyat Stadı'nın bu yaz dünyanın
en büyük oy kullanma yeri olması bekleniyor. Almanya‟da yaşayan Türkler oy kullanabilmek
için bugüne kadar Türkiye‟ye gitmek zorunda kalıyordu. Mektupla oy kullanılamıyordu. 10
Ağustos‟ta yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimi için Türk hükûmeti, Berlin Olimpiyat Stadı'na
seçim sandıkları yerleştirmeyi planlıyor. Frankfurt Fraport Arena, Düsseldorf ISS Dome ve
Hannover, Münih ve Karlsruhe‟deki fuar alanlarına da öyle.
Şansölye Angela Merkel, Erdoğan‟a daha şubat ayında, Almanya‟da yaşayan Türklerin
Türkiye‟deki cumhurbaşkanlığı seçimine katılmalarını mümkün kılma vaadinde bulundu.
Başka ülkeler de Almanya‟daki vatandaşlarına oy kullandırtıyor. Oy verme işlemi normalde
stadyumlarda değil büyükelçiliklerde yapılıyor. Federal İçişleri Bakanlığı ise şimdi Berlin
Olimpiyat Stadı çevresinde güvenliğin sağlanıp sağlanamayacağını inceliyor.
Sol Parti dış politika uzmanı Sevim Dağdelen, Almanya‟da, seçim kampanyasından ötürü
Almanlarla Türklerin barışçıl bir şekilde bir arada yaşamalarının zarar görebileceğinden
endişe ediyor.
Almanya Türk Toplumu (TGD) Genel Başkanı Kenan Kolat, Almanya'daki Türk
toplumunun Erdoğan taraftarları ve karşıtları olarak ikiye bölünmüş durumda olduğunu
söylüyor. Kolat: “Bu, yazın yapılacak seçim öncesi gerginliklere yol açabilir.”
İklimin nasıl olduğu hakkında UETD'nin 24 Mayıs tarihli 10'ncu kuruluş yıl dönümü ilk
izlenimleri verebilir. Erdoğan, o gün, Köln Lanxess Arena‟da 20 bin taraftarı huzurunda bir
konuşma yapmak istiyor. Başbakan'ın çevresinde, Erdoğan'ın o gün cumhurbaşkanlığına kesin
adaylığını açıklayabileceği konuşuluyor.
Tam Bir Ġstihbarat Devleti - Deutschlandradio – Luise Sammann
Türkiye‟de İstihbarat Servisiyle İlgili Çıkartılan Yeni Yasa, İstihbarat Elemanlarına Diğer
Demokratik Ülkelerde Görülmeyen Yetkiler Veriyor. Muhalefet Yasayı, Gücün Kötüye
Kullanılması Adına Verilmiş Olan Açık Çek Olarak Niteliyor. Hükûmet ise Yasanın Daha
Fazla Şeffaflık Getireceği Sözünü Veriyor-“Güçlü demokrasilerin güçlü istihbarat birimleri olur. İşte bu nedenle bu reforma destek
veriyoruz. Bizler zamana uyum gösteren güçlü bir istihbarat birimi istiyoruz.”
“Artık herhangi bir hâkim kararına gerek duyulmaksızın her kurumdan her türlü bilgi
talebinde bulunulabilecek. Meslek ve banka sırları gibi kavramlar artık geçerli olmayacak.
Türkiye‟ye artık kim yatırım yapmak ister ki sorusunu kendime soruyorum. Sermayenin,
hukukun geçerli olmadığı bir ortama geleceğine inanıyor musunuz?”
Bu sefer yumruklar havada uçuşmadı. İstihbarat birimiyle ilgili yeni yasa 17 Nisan'da
Meclisten geçerken, oturum bir parlamento tartışmasından ziyade bir savaşı andırıyordu.
Yasanın hükûmetteki AKP‟nin oylarıyla Meclisten çoktan geçmesine rağmen, muhalefet
reformu “gücün kötüye kullanılması adına verilmiş olan açık bir çek” olarak nitelemeye
devam etti. Ülkenin en ünlü gazetecilerinden biri paketi “polis devletine doğru atılmış yeni bir
adım daha” şeklinde yorumladı. İnsan Hakları İzleme Örgütü, “Bu yasa gücü kötüye
kullanmaya davet ediyor” şeklinde bir nitelendirmede bulundu.
20
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
--Diğer Avrupa Ülkelerindeki İstihbarat Birimlerinden Daha Fazla Yetkiye Sahipler-Gerçekten de Türk istihbarat servisi, artık diğer demokratik ülkelerde görülmeyen yetkilere
sahip. MİT telefon görüşmelerini dinlemek için artık mahkeme kararına bile ihtiyaç
duymayacak. Bütün devlet kurumlarının yanı sıra firma ve bankalar gibi özel kuruluşlar da bir
talep gelmesi hâlinde vatandaşların bilgilerini vermekle mükellef olacak. Buna uymayanları
uzun hapis cezaları bekliyor. Ayrıca istihbarat bilgilerini yayımlayan gazeteciler de uzun
süreli hapis cezalarına çarptırılabilir. Yeni yasa, istihbarat çalışanlarını yargı ve basın
karşısında dokunulmaz hâle getiriyor.
Muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu bundan neredeyse bir yıl önce “Türkiye otoriter bir
rejim olmaya doğru tam gaz gidiyor.” şeklinde uyarıda bulunmuştu. O tarihlerde hükûmet,
Gezi Parkı gösterilerinden geride kalanları bastırmakla meşguldü. Göstericiler mahkemelere
düştü, muhalif gazeteciler işlerini kaybetti, isyankâr tiyatrolara devlet yardımı kesildi. Yeni
istihbarat yasasıyla, o tarihlerde muhalefet liderinin yapmış olduğu uyarının haklılığı ortaya
çıkmış gibi görünüyor.
Kılıçdaroğlu, “Bu tam anlamıyla bir istihbarat devleti. İnsanlar daha önce de dinleniyordu,
ancak bu en azından yasa dışıydı. Şimdi ise yasal hâle getirildi. Bir ülkede vatandaşların
dinlenmesi, o ülkede demokrasinin ve özgürlüğün olmadığını gösterir.” diyor.
--Parlamento İstihbarat Birimini Denetleyecek-Yönetimdeki AK Partiden bir komisyonunun önceden hazırlamış olduğu yasayı, muhalefet
lideri Kılıçdaroğlu gibi eleştirmenlere karşı savunma ve hoş gösterme görevi Başbakan
Yardımcısı Beşir Atalay‟a kaldı.
Beşir Atalay, “Bazıları dikkatli göz atmadan bir yargıda bulunuyor. Oysa biz istihbarat
servisini şeffaflaştırıyoruz. Verdiğimiz bu bütün yetkilere MİT zaten sahipti. Ancak bunlar
gizlilik kuralları çerçevesinde gerçekleşiyordu. Şimdi ise parlamento MİT‟in çalışma
kurallarını belirleyecek.” diyor.
Tam da 539 koltuktan 313‟ünün yönetimdeki AKP‟nin elinde bulunduğu ve bu nedenle
Recep Tayyip Erdoğan‟ın yasa tekliflerinin daha Mecliste tartışılmadan önce geçmiş olarak
görüldüğü bir parlamentoda. Gözlemciler, özellikle bu yasanın Başbakan‟ın kendi inisiyatifi
üzerine çıkarılmış olduğu hususunda görüş birliği içerisinde. Bunun nedeni ise Erdoğan‟ın bir
savaş içinde olması ve bu savaşta sadece kendisine bağlı, güçlü bir istihbarat birimine ihtiyaç
duyması. Bu savaş oldukça fazla güce sahip olan vaiz Fethullah Gülen hareketine karşı
yürütülüyor. Gülen, sürgünde olduğu ABD‟den Erdoğan‟ın hayatını zorlaştırıyor. Hükûmetin
en yüksek makamlarına kadar ulaşan yolsuzluk olaylarının kanıtı olarak görülen video
görüntüleri ve telefon konuşmaları Türkiye‟de geçtiğimiz aylarda sürekli olarak internet
ortamına düştü. İnternete bu görüntüleri Gülen‟in adamlarının yüklediği düşünülüyor.
Orhan Kemal Cengiz, “İstihbarat reformu, Gülen ile yaşanan çekişmenin ardından ortaya
çıktı. Büyük bir ihtimalle onun hareketine karşı kullanılacaktır." şeklinde tahminde
bulunuyor. Reformun baş eleştirmenleri arasına giren ünlü gazeteci ve insan hakları avukatı
Orhan Kemal Cengiz bu kanıda olan tek kişi değil.
Orhan Kemal Cengiz, “Gülen hareketi, Erdoğan‟ın attığı her antidemokratik adımı haklı
göstermek için kullanılan bir tür bahane hâline dönüştü. Erdoğan sürekli olarak devlete sızmış
bir çeteden söz ediyor. Bu mazereti öne sürerek insanların özgürlüklerini kısıtlıyor.“ diyor.
--Gülen Hareketine Savaş İlanı--
21
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
Gerçekten de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, kamuoyu önünde açık bir şekilde Gülen
ile savaşın daha yeni başladığını duyurdu. Erdoğan'ın 30 Mart yerel seçimlerinin yapıldığı
günün akşamında halka hitap ettiği balkon konuşması, bir politikacının sözlerinden daha çok
bir savaş ilanını andırıyordu. Sözlerinden, Erdoğan‟ın bir zamanlar yol arkadaşı olan ve
şimdilerde can düşmanı hâline dönüşen Gülen ile onun yandaşlarının kastedilmek istendiğini
Türkiye‟deki herkes anladı.
Erdoğan, “Bazıları kaçmaya başladı. Yarın ise daha çok kişi kaçacak. Bazılarına karşı
bizzat suç duyurusunda bulundum. Saklandıkları inlerine kadar gireceğiz. Hesap soracağız ve
onlar da hesap verecek.“ demişti.
Bu tehdit bir ay önce yapıldı. Gülen ve yandaşlarına karşı ne bir suç duyurusunda
bulunuldu ne de bir dava açıldı. Orhan Kemal Cengiz için bu durum, harekete karşı yasal
yollarla şimdiye dek bir yere varılamayışının bir göstergesi. Yeni bir silah bulunmalıydı,
istihbarat yasası gibi bir silah.
Avukat Cengiz'e göre MİT‟e tam da böyle bir zamanda bu kadar yetki verilmesi bir
tesadüf değil. Burada birileri bir canavar yaratmak istiyor. Yeni yasayla istihbarat birimi
elemanları yargı önünde dokunulmazlık kazanıyor. Böyle bir durum, demokratik bir devlette
hiçbir zaman kabul edilemez.
Ancak böyle bir eleştiri çok geç geldi. Artık Türk istihbarat servisini gelecekte hiç kimse
kontrol edemeyecek. Eleştirmenler, MİT elemanlarının bombalı eylemlere, hırsızlığa ve
cinayete karışmış olsalar bile, işleriyle bir ilgisi olması hâlinde cezadan muaf kalabilecekleri
şeklinde endişe duyuyor. Bu konuda istihbarat biriminin kendisi karar verecek. MİT‟in
yönetimi izin vermediği sürece hiçbir savcının MİT elemanlarına dava açma hakkı yok.
--Erdoğan'ın Yeri Daha Önce Hiç Olmadığı Kadar Sağlam-Cengiz, "Geçmişte Türkiye‟de böyle bir ayrıcalığa askerler sahipti. Askerler üzerinde de
bir nevi dokunulmazlık vardı. Bizler bu durumun artık aşıldığını zannediyorduk. Ancak
yeniden bir yapıya -onu dengeleyecek karşıt bir güç çıkartılmadan- inanılmaz güç veriliyor.
Bu çok tehlikeli ve hatta ürkütücü." diyor.
Türk parlamentosu MİT yasasını 17 Nisan'da onayladı. Geçtiğimiz sene Gezi göstericileri
ve bazı reformcuların ümidi olan Cumhurbaşkanı Gül, yasayı neredeyse hiçbir eleştiride
bulunmadan onayladı. Orhan Kemal Cengiz, sonunda yaratıcısına zararı dokunabilecek bir
Frankeştayn yasasından söz ediyor. Cengiz, "Eğer bir hükûmet böyle adımlar atıyorsa o
zaman kendisinin sonsuza kadar iktidarda kalacağını düşünüyor demektir. Erdoğan yargıyı
kontrol etmeye çalışıyor ve istihbarat birimi tarafından vatandaşlarının yatak odalarına kadar
gözetlenmesine çalışıyor. Ancak günün birinde bu antidemokratik girişime kendi adamlarının
kurban gidebileceğini Erdoğan düşünmüyor." diyor.
Şimdilik bunun olması çok uzakmış gibi görünüyor. Bunun tek göstergesi geçtiğimiz
aylarda yapılan yerel seçimler değil. AKP ülke çapında oyların yüzde 45‟ini elde etti. Gülen
ile yaşanan güç mücadelesi, yolsuzluk iddiaları, Twitter‟e getirilen engel, bunların hiçbiri
seçmeni korkutmadı, aksine Erdoğan'ın yeri daha önce hiç olmadığı kadar sağlam. Çıkan
istihbarat yasasıyla Erdoğan gücünü daha da artırmış olsa gerek. Erdoğan‟ın güvendiği Hakan
Fidan‟ın başında olduğu MİT‟in güçlenmesiyle, Başbakan kendisini eleştirecek ve rahatsız
edecek kişileri önceden tespit edip tavrını koyabilecek.
Türk parlamentosunda tartışma çarkı dönmeye devam ediyor. Şimdiden başka konular
Ankara‟daki siyasi gündemi belirlemeye başladı bile. Sayıları çok olmasa da yeni istihbarat
22
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
yasasına karşı direnci sürdürmek isteyenler var. Muhalefet partisi CHP, Türk Anayasa
Mahkemesine başvurmayı düşünüyor. Gözlemciler Anayasa Mahkemesini, Erdoğan‟ın
görünüşteki hâkimiyetine karşı direnen son kale olarak nitelendiriyor ve bu yargı organından
bir iptal kararı çıkmasını ümit ediyor. Hükûmet karşıtları için istihbarat yasasından daha
fazlası söz konusu. Geçtiğimiz yaz yaşanan Gezi olaylarının bastırılmasından bu yana,
hükûmet karşıtlarının tartışmalarında sürekli olarak gözetleyici devlet kelimesi kullanılıyor.
Erdoğan hükûmetini eleştirmeye cesaret edebilen -sayıları pek fazla olmayan- günlük
gazetelerden Radikal'in başsayfa haberine “Türkiye 1984” şeklinde bir başlık kullanılması
tesadüf değil.
--1984 Adlı Eser Satış Rekorları Kırıyor-İstanbul‟da bir kitapçı dükkânındaki manzara, George Orwell‟in bilimkurgu romanı
1984‟ü tek hatırlayanın Radikal'in şef redaktörleri olmadığını gösteriyor. Dükkânda yabancı
yayınlardan sorumlu olan ve normalde pek fazla işi olmayan kitap satıcısı Fırat, 1984 adlı
romanın satışında, istihbarat yasasıyla ilgili tartışmaların başlamasıyla patlama yaşandığından
söz ediyor. Fırat, “Şu sıralar kitaba ilgi oldukça büyük. Eskiden günde bir tane satarken,
şimdilerde bu romandan günde en az beş tane satıyoruz. Giderek bu sayı artıyor. Bana soracak
olursanız bu ilgi artmaya devam edecek.” diyor.
Gerçekten de kitapçı Fırat ile yaptığımız sohbet sırasında bir bayan müşteri Orwell‟in
eserinin bulunduğu rafa gidiyor ve 1984 adlı romanın şimdilik elde kalan son nüshasını
kasaya götürüyor. Fırat gülümsüyor. Daha şimdiden ek sipariş verildi.
Maç bileti alan futbol taraftarları, ön kontrole giden hamile kadınlar, kontörlü cep telefonu
almak isteyen müşteriler... Türk vatandaşları günümüzde kişisel bilgilerini verip merkezi
bilgisayarın kaydına girmeden neredeyse hiçbir alışverişte bulunamıyor. Türk Jinekoloji
Derneği Başkanı daha birkaç hafta önce serzenişte bulundu. Türkiye‟de kürtajın şimdilik
yasal olduğu ancak her hamile kadının bilgisayarda kayıt altına alınmasıyla can sıkıcı
soruşturmalardan kaçmanın mümkün olmadığı belirtiliyor. Giderek daha fazla jinekolog,
korku duydukları için bu tür tıbbi müdahalelerde bulunmayı reddediyor. Çoğu kişiye daha
korkutucu gelen ise gelecekte her bir Türk vatandaşının sağlık dosyası hakkında bilgi vermesi
planlanan avuç içi damar izi okuma sistemi. Bir kişi düzenli aralıklarla içki içiyor mu? Bir
kadın ne sıklıkla hamile kalıyor? Kim, hangi ilaçları kullanıyor? Yakında avuç içi damar izi,
sosyal sigorta başvurularında bir şart hâline gelecek.
--Hükûmete Zarar Verebilecek Şeyler Yok Olacak-Türk Korsan Partisinin üyesi olan Gürkan Özturan için bütün bu detaylar bir korku
filminden çıkmış sahneleri andırıyor. Özellikle şubat ayında hükûmetin İnternet ile ilgili
çıkarmış olduğu yeni yasa, Özturan ve çok sayıda arkadaşının haftalarca sokaklarda protesto
gösterileri yapmalarına yol açmıştı. Gösteriler bir sonuç vermedi.
Gürkan Özturan, “Zaten düşünce özgürlüğü Türkiye‟de giderek problem hâline dönüşüyor.
Bu yasayla yeni bir boyuta ulaşmış oluyoruz.” diyerek duyduğu rahatsızlığı dile getirdi.
Sadece birkaç saat içerisinde, hiçbir mahkeme kararı olmaksızın Türk İnternet ağında
öncelikle hükûmete zarar verebilecek bütün içerikler kayboldu. Ayrıca Türkiye‟deki bütün
İnternet kullanıcılarının bilgileri iki yıl boyunca saklanacak.
Hükûmet aile, çocuk ve gençlerin korunması gerekçesini öne sürerek yasayı savundu.
Gözlemcilerin fikrine göre yasa gerçekte, yayımlanan bir sürü telefon kaydının ortadan
kaldırılmasına yardımcı olacak. Yurt içinden ve yurt dışından gelen eleştirilere cevap veren
23
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
Hükûmet Sözcüsü Hüseyin Çelik, Türkiye‟nin Çin olmadığını ve İnternet'in de hiçbir zaman
Çin‟deki gibi sansüre uğramayacağını belirtti. Oysa Gürkan Özturan tam da bundan endişe
duyuyor. Gürkan Özturan, “Kişilerin hangi sayfalara girdikleri, ne yaptıkları, hangi sayfada ne
kadar kaldıkları, hangi konulara ilgi duydukları... İşte bütün bu bilgilerin toplanması,
insanların her an takip edildikleri anlamına gelir. Bu istihbarat devletiyle eş anlamlıdır.”
diyor.
--Sadece İstanbul'da 5.500 Yüksek Çözünürlüklü Kamera Var-Gürkan Özturan'ın dizüstü bilgisayarının başında oturup antivirüs programları ve proxy
sayfaları (ağ kapıları) aracılığıyla istenmeyen takipçilerden kurtulmaya çalıştığı sıralarda,
oturduğu kafenin yakınlarında, öğle üzeri genelde kalabalık olan Taksim Meydanı'nda, kot
pantolonlu ve deri montlu genç bir adam ayakta dikiliyor.
"Burada sade bir vatandaş olarak bulunuyorum. Ama etrafımızdaki onca kamerayla beni
burada izleyebiliyorlar." diyor Serhat Koç. Koç bir avukat ve o da Korsan Partisinin İstanbul
teşkilatının bir üyesi. Başını kaldırıyor, geçtiğimiz yazdan beri Taksim Meydanı'nı ve
bitişiğindeki Gezi Parkı'nı 24 saat gözetleyen kameralara bakıyor.
"Bakın... Orada bir tane var. Bir tane de şurada. İzleme merkezinde oturanlar, benim
burada mülakat verdiğimi seyredebiliyor. Ellerinde bir yüz tanıma yazılımı var. Eğer
isterlerse, bizim kim olduğumuzu bulup çıkarabilirler. Elbette bizim burada yaptığımız şey
yasak değil. Ama onların istediği, şu sürekli korkuyu yaygınlaştırmak: Gözetleniyorsun,
gözümüz üstünde!"
Milyonluk metropol İstanbul'da trafiği denetlemeye yarayan sayısız kameranın yanı sıra,
şehirde bu yüksek çözünürlüklü kameralardan 5.500 tane var. Meydanlardan Boğaziçi'nde
gidip gelen feribotlara, otobüs duraklarından yaya geçitlerine kadar hemen hemen her yerde
elektronik bir göz pusuda bekliyor. Bütün bunlara şahıs mülkiyeti olarak kurulmuş 100 bini
aşkın kamera da ekleniyor.
--Güvenlik Kameraları Pek Çok Vatandaşın Hoşuna Gidiyor-"Bunlardan kesinlikle kaçamazsınız. Otele girdiğinizde, orada bir tane görürsünüz.
Alışveriş merkezinde, kafede... Bakın orada, Burger King'in girişinde de bir tane var. Yine
aynı şekilde her bankada da bulunuyor. Bu alışveriş merkezlerinin sıralandığı caddenin her
santimetrekaresi kayıt altına alınıyor. İster dükkân olsun, ister ofis, isterse de kafeler... Burada
her şey gözetleniyor."
Hâlbuki Korsan Partisi üyesi Serhat'ı korkutan şey, bugün Taksim Meydanı'nda gezintiye
çıkmış yayaların çoğunun hoşuna gidiyor. Üstelik bu, dünyanın en güvenli metropolleri
listesinde İstanbul'un, Londra, Paris, Berlin gibi şehirlerin önünde yer almasına rağmen
oluyor.
"Ben daha fazla kamera yerleştirilmesinden yanayım. Çok olay oluyor. Böylelikle en
azından suçlular bulunuyor. Hem de caydırıcı bir etkisi var. Eğer bir dükkânı soyacak olsam,
elbette ki bunu kameraların önünde yapmam. Diyelim bir kavgaya gireceğim, o zaman
gözetlendiğimi biliyorsam herhâlde bıçak çekmem."
İşte vatandaşların görüşleri böyle. Bir de Türkiye'de geniş kabul gören bir zihniyeti
yansıtan, ülkede gözetleme teknolojileri pazarının her yıl yüzde 20 büyüdüğü gerçeği var. Bu,
Avukat Orhan Kemal Cengiz'in "devlete körü körüne güvenmek" diye tabir ettiği ve Cengiz'in
de sertçe eleştirdiği yeni istihbarat yasasının geniş halk kesimlerinde pek de itirazla
24
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
karşılaşmamasına yol açan bir zihniyet. Tam tersine, hükûmet güçlü bir istihbaratı hak eden
güçlü Türkiye söylemiyle pek çok vatandaşı etkilemeyi başarıyor.
--Gerçekten de AB'ye Uymuyoruz-Eleştirel tartışmalar, şimdilerde Türk toplumunun sadece bir kısmına ulaşabiliyor. Korsan
Partisi üyesi Serhat Koç da bunu gayet iyi biliyor ve şöyle söylüyor: "İnsanları uyarmak için
çok uğraşıyoruz. Gözetlendiğinizin farkında mısınız? diye tekrar tekrar soruyoruz. Ama
başarılı olduğumuz söylenemez. İnsanlar aslında bu konuda çok bilinçli. Ama bu gerçeği
gayet normal buluyorlar. Diyorlar ki: Biri benim mesajlarımı okuyorsa veya İnternet
bilgilerimi kayıt altına alıyorsa, ne var ki bunda? Kimseye bir zararı olmaz."
Muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu da konuşmasıyla, şu sıralar yaşananlara kayıtsız kalan
vatandaşları uyandırmaya çalışıyor: "Bugün AB içinde bazı kesimler bizde adaletin
olmadığını, yolsuzluğun örtbas edildiğini söylüyor. Diyorlar ki: Kusura bakmayın, sizler
bizim standartlarımıza uymuyorsunuz. Peki, bir kimse çıkıp da onlara itiraz edebilir mi?
Hayır. Çünkü gerçekten uymuyoruz! Hepsi bir yana, bütün bunlara rağmen susmaktan başka
şey yapmayan kurumlarımız var: Üniversiteler! Soruyorum: Şimdi konuşulmayacaksa, ne
zaman konuşulacak?"
Geçtiğimiz ayki son seçim zaferinden sonra, muhaliflerin pek çoğu yılmış gibi görünüyor.
Onlar, yeni istihbarat yasasını bile yorgunca bir tavırla reddettiler. Avukat Orhan Kemal
Cengiz, bunun bir hata olduğu uyarısında bulunuyor. Onun mücadeleyi bırakmaya niyeti yok;
Türkiye'nin en çok gazetecinin hapishanede tutulduğu ülke olduğu gerçeğine rağmen, Cengiz
gazetedeki köşesini de her zamanki gibi hırçın bir dille kaleme almış.
"Dünya tarihi bize, bir devlette suiistimale açık alanlar yaratıldığı takdirde, istisnasız bu
alanların mutlaka kullanıldığını öğretiyor! Yeni istihbarat yasası insanlara bugün çok soyut
geliyor olabilir. Ama yakında ilk tutuklamalar gerçekleştiğinde, işte o zaman anlayacaklar."
Mücadele sadece Ukrayna‟da değil – Beril Dedeoğlu – Star Gazetesi
Rusya, Batı‟nın Ukrayna ile Libya-Suriye hattında kendisini son derece sınırladığı, hatta
İran‟ı da kazanmaya çalışan faaliyetlerle yeniden çevrelenmeye tabi tutulduğu algısına sahip.
Ancak hatırlatmak gerekir ki bu algıya yol açan ilk adımlar, ne Ortadoğu‟da ne de Ukrayna‟da
atılmıştı. Rusya, ilk çevrelenme girişimiyle Kafkasya‟da karşılaşmış, buna verdiği tepkiyle de
girişimi bir süreliğine püskürtmüştü.
Gürcistan‟ın bölünmesiyle sonuçlanan olaylar sonrasında Rusya‟yı sınırlama yanlısı olanlar
geri adım atmış gibi gözüktü. Ancak anlaşıldığı kadarıyla Rusya‟nın hareket alanını
daraltmaya yönelik çabalara Kafkasya‟da ara verilmiş olması, başka yerlerde bu türden
faaliyetlerden vazgeçildiği anlamına gelmedi. Kafkasya‟da gerileyenler Arktik Bölgesi‟ndeki
faaliyetlerini hiç ara vermeden sürdürdüler.
Arktik bölgede 90 milyar varil ham petrol ile 500 trilyon metreküp doğalgaz rezervi olduğu
ileri sürülüyor; ayrıca ulaşım ile güvenlik konularında son derece stratejik bir bölge olduğuna
kuşku bulunmuyor. Enerji alanlarının yaklaşık yüzde 40‟ı Rusya, yüzde 10‟u Kanada, yüzde
altısı ABD ve çok azı da Norveç‟in bölgesinde; ancak bu bölgeler onaylı bir paylaşıma bağlı
değil.
25
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
Rusya, BM Deniz Hukuku Sözleşmesi‟ni imzalayarak kıyısının bulunduğu 200 deniz mili
içindeki alanı, kendi ekonomik bölgesi olarak tanımlıyor, bu durum Danimarka‟nın Gröland,
İsveç‟in de Lomonossow bölgeleri konusunda Rusya ile anlaşmazlık yaşamalarına yol
açarken ABD ile de Alaska sorununa karşılık geliyor.
Arktik Bölge‟nin önemi
Kuzey Kutbu‟nun haritalandırılması konusunda ısrar eden Rusya, esas olarak ABD-Kanada
ikilisi ile stratejik bir mücadele içine girmiş durumda. Askeri tatbikatlar, silah denemeleri,
bazı bölgelere bayrak dikme gibi bir dizi siyasi tavır 2006‟dan beri sergilenip duruyor.
Mücadelenin her geçen gün daha da sertleşmesinde Arktik Okyanusu‟nun buzsuz dönemleri
olacağına dair öngörüler de rol oynuyor; zira bu Atlantik ile Pasifik Okyanuslarını birbirine
bağlayacak bir geçit anlamına geliyor. Dolayısıyla bölgede hem enerji söz konusu, hem de
transfer avantajı var.
Tam bu noktada belirtmekte yarar var. Esas mesele „Batı‟yı Rusya enerji kaynaklarına
bağımlılıktan kurtarma meselesi. Rusya, gelişmiş ülkeler pazarını kaybetme riskiyle karşı
karşıya bırakılınca, doğal olarak çevrelenmiş, sınırlanmış olur. Ancak Rusya Pazar konusunda
yüzünü doğuya, Çin‟e de çevirebilir.
Çin, gayet tabi enerji ihtiyacını Rusya‟dan sağlamayı, bunu da güvenlik işbirliği içinde garanti
altına almayı tercih edebilir. Bu yolla ABD‟nin Güney Kore, Güney Çin Denizi, Filipinler ve
Japonya hattındaki varlığını da dengeleme imkanı bulur.
Ġttifak olasılıklarının önemi
Rusya ile Çin arasında giderek daha fazla ortak askeri tatbikat yapılması, silah ticaretinin
artması, BM Güvenlik Konseyi‟nde ortak tutum sergilenip durması, iki ülkenin güçlerini
birleştirme ihtimalini gündeme getiriyor.
Bu ihtimali ciddiye alanların yaşamsal önemde gördükleri iki konu bulunuyor. Birincisi,
Rusya-Çin yakınlaşması Avrupa-Amerika ittifakını güçlendirecekse, bunun küresel istikrar
sağlayacağı bir tür yeni iki bloklu yapı oluşturma ihtimali. İkincisi ise „Rusya‟yı kazanıpÇin‟le rekabet etme‟ siyasetinin iflas etmesi ve „Çin‟i kazanma‟ siyasetine geri dönülmesi.
Bu iki konu eş zamanlı olarak yaşanan bir sürece karşılık gelirse, kendi yerini tayin etmek
konusunda kararsız kalan tüm devletlerin Ukrayna‟nın başına gelenlerle karşılaşma ihtimali
bulunuyor. Üstelik tercihleri net olan ülkelerin bunu karşı tarafın da anlayacağı biçimde ifade
etmesi gerekecek gibi gözüküyor.
26
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
ORTADOĞU GÜNDEMĠ
Müzakereler kesildi ama durmadı
AA
İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, İsrail‟in 66'ncı kuruluş yıl dönümü nedeniyle ülkede
görev yapan yabancı ülke büyükelçilerine cumhurbaşkanlığı köşkünde verdiği resepsiyon
verdi.
Peres, resepsiyonda yaptığı konuşmada, Filistin ve İsrail arasında askıya alınan barış
görüşmelerine ilişkin şunları kaydetti:
"Barışı sizler de en az bizler kadar önemsiyorsunuz. Gazze, bugün barış önündeki en büyük
engeldir. Ortadoğu Dörtlüsü Quartet‟in (BM, ABD, Rusya ve Avrupa Birliği) eğer şartlarını
kabul ederlerse birleşmelerine (Hamas ve Fetih) karşı değiliz. Diplomasi, inanıyorum ki
süreci kolaylaştırarak umut verici bir şekilde hiç bilinmeyen bir anda yolları yapabilir."
İsrail'in barış arayışlarına devam edeceğine dikkati çeken Peres, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Umutlarımızı kaybetmemeliyiz, müzakereleri sürdürmeliyiz. İnanıyorum ki müzakereler
kesildi ama durmadı. Müzakereleri yenilemeliyiz ve inanıyorum ki yenilenecek, hiçbirimizin
bundan daha iyi bir alternatifi yok. Hiçbirimiz diğer taraf olmadan bir barış yapamayız. Barış
yaparken aranızda farklılıklar olabilir ve açılış pozisyonunun nihai sondaki gibi olması
normaldir."
AB'den Filistin'e 16 milyon yardım
Dünya Bülteni
Avrupa Birliği (AB) ile bazı üye ülkelerin, Batı Şeria ve Gazze'de 70 bin Filistinli memur ve
emeklinin maaşlarının ödenmesi için 16 milyon avronun üstünde bağışta bulunduğu bildirildi.
Kudüs'teki Avrupa Komisyonu Ofisi tarafından yapılan yazılı açıklamada, söz konusu
desteğin 7,05 milyon avrosunun AB, 5,36 milyon avrosunun Danimarka, 1'er milyon
avrosunun İrlanda, İtalya, Lüksemburg ve 980 bin avrosunun ise Hollanda tarafından
karşılandığı belirtildi.
Filistin yönetimindeki AB temsilcisi John Gatt-Rutter, Birliğin, iki devletli çözüm planına
bağlı kaldığı sürece Filistin halkına devamlı destek vermeye çalıştığını ve
çalışacağını söyledi.
Geçen yılların AB'nin Filistin halkının en güvenilir ortağı olduğunu ispatladığını
vurgulayan Rutter, Birliğin, Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın arkasında, belli ve
açık esaslara göre Filistin milli mutabakatını desteklediğini kaydetti.
AB'nin İsrail'e barış müzakerelerine odaklanma konusundaki çağrısını sürdürdüğünü
belirten Rutter, "Barış müzakereleri en iyi yoldur ve son aylarda sarfedilen çabaların boşa
gitmemesi gerekir" dedi.
27
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
Fetih ve Hamas arasında 23 Nisan'da varılan mutabakatın ardından yapılan açıklamada,
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın, uzlaşı hükümetinin kurulması için görüşmelere
başlayacağı ve 5 haftalık yasal süre çerçevesinde hükümeti ilan edeceği belirtilmişti.
İsrailli yetkililer ise Fetih ve Hamas arasında varılan mutabakattan sonra Filistinle barış
görüşmelerinin askıya alındığını ve ekonomik yaptırımlarda bulunulacağını belirtmişti.
Sisi'den Hamas ve Katar'a sert eleĢtiri
Dünya Bülteni
Mısır'da, cumhurbaşkanı adayı eski Savunma Bakanı Abdulfettah es-Sisi, Katar'a "Mısır
halkını daha fazla kaybetmeme çağrısında bulundu.
Mısır televizyonlarının yayımladığı programda konuşan Sisi, Suudi Arabistan, Birleşik Arap
Emirlikleri (BAE), Kuveyt, Katar ve Cezayir'e yönelik açıklamalarda bulundu.
Sisi, Katar'a yönelik mesajında, "Katar'a, 'Mısır halkını daha fazla kaybetme' diyorum. Halkın
büyük çoğunluğu, daha önce hiç görülmemiş bir şekilde Katar ve Hamas'tan çok muzdarip"
dedi.
Körfez ülkeleri ile ilişkiler konusuna da değinen Sisi, darbeyle görevinden uzaklaştırılan
Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi döneminden sonra Arap ülkelerinin Mısır'a 20 milyar
doları aşan yardımından övgüyle söz ederek, cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından ilk
ziyaretini Suudi Arabistan'a yapacağını belirtti.
Sisi, "Arap kardeşlerimiz Mısır'a çok yardımda bulundu. Yapacakları yardım çok önemlidir.
Arap kardeşlerime güveniyorum. Onların Araplıklarına, vatanseverliklerine, özverilerine ve
bölgedeki yeni durumu anlamalarına güveniyorum" diye konuştu.
Geçen dönemde Mısır'ı desteklemesinden dolayı Suudi Arabistan Kralı Abdullah'a teşekkür
eden Sisi, Suudi Arabistanlılara ülkelerini şer odaklarına karşı korumaları çağrısında bulundu.
BAE'ye de teşekkür eden Sisi, BAE'lilere "Dikkat etmeleri ve ülkelerine sahip çıkmaları"
çağrısında bulundu.
Suriye krizinin çok yönlü faturası – Sami Kohen – Milliyet Gazetesi
Üç yıl önce Suriye‟de iç çatışmalar başladığı zaman, Türkiye insani bir davranışla sınırlarını
açık tutmuş ve oradan kaçanları kendi topraklarında barındırmak için gereken tedbirleri
almıştı.
Türkiye‟de kurulan mülteci kampları kısa zamanda Suriyeli sığınmacıların akınına uğradı. O
günlerde Türk yetkililer “açık sınır” politikasının devam edeceğini, ancak “misafirler”in
sayısının yüz binin üstüne çıkmasından sonra “gereğinin düşünüleceğini” söylüyorlardı...
Esad rejiminin kısa sürede devrileceği umudunu taşıyan hükümetin ilticalarla ilgili âlicenap
davranışı, sığınmacı kitlesi üzerinde adeta özendirici bir etki yaptı. Mülteci sayısı yüz bini
bulunca hükümet gene de “açık sınır” uygulamasını sürdürmeyi tercih etti.
Bugün gelinen noktada Suriyeli sığınmacıların sayısı resmen 720 bin, gayri resmi olarak bir
milyonun
üstünde...
28
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
Bunun yarattığı büyük mali yük ve sosyal ve siyasal sorunlar karşısında hükümet bu akını
frenlemek için harekete geçmiş durumda. Alınan tedbirlerden biri de uzun sınırın bazı
kesimlerinde bir duvar örmektir. Reuters Haber Ajansı, önceki gün Kuşaklı mevkiinde
çekilmekte olan duvarla ilgili bir yazıyı dünya medyasına servis etti...
Maliyet cepten çıkıyor
İç savaştan kaçan Suriyelilerin Türkiye‟ye göçü, Suriye krizinin Türkiye üzerinde en çok
hissedilen olumsuz etkilerinden biri oldu. Uluslararası Kriz Grubu (ICG) bu konuda geçen
hafta yayınladığı raporuna gayet isabetli olarak “Suriye Batağının Türkiye‟ye Artan Maliyeti”
başlığını
koydu...
Aslında parasal maliyet olayın sadece bir yönü. Başbakan Erdoğan geçen haftaki bir
açıklamasında Türkiye‟nin şimdiye kadar mülteciler için 3.5 milyar dolar harcadığını söyledi.
Mülteci yükü daha çok süreceğine göre, giderek büyüyen bu maliyet sonuçta Türk vergi
mükellefinin cebinden çıkmaya devam edecek.
Suriyeli mülteciler meselesinin Türkiye‟ye ağır bir maliyet yüklediği başka alanlar da var.
Örneğin sosyal alanda özellikle sınır bölgesindeki yerlerde nüfusun yapısı değişiyor.
Reyhanlı‟da bugün Türk‟ten fazla Suriyeli yaşıyor... Son zamanlarda sığınmacıların
bulunduğu yerlerde -özellikle kentlerde- suç oranında büyük artış görülüyor. Hırsızlık, gasp,
fuhuş, cinayet gibi... Bazı bölgelerde de Türklerle Suriyeliler arasında mezhepsel farklılıklar,
gerginliklere yol açıyor.
Mülteci akını ile beraber, kaçakçılık olaylarında da artış başladı. “Açık sınır” politikası bu tür
illegal faaliyeti kolaylaştırdı. Şimdi duvarın çekilmekte olmasının başlıca nedeni de bu.
“Cihatçı” trafiği
İşin bir de güvenlik boyutu var. Sınırdan serbest geçiş, çeşitli ülkelerden Türkiye yolu ile
Suriye‟ye geçen “çihatçı”ların işine yaradı. Bu durum Türk hükümetinin bu radikal gruplara
göz yumduğu, hatta bazılarına yardımcı da olduğu suçlamalarının yapılmasına yol açtı. Neyse
ki şimdiAnkara -hele Türkiye‟de de girişilen bazı terör eylemlerinden sonra- bu meseleyi
ciddiye alıyor ve “cihatçı” trafiğini daha sıkı kontrol ediyor.
Bu sorun da Suriye krizinin Türkiye için yarattığı en önemli olumsuzluklardan biri...
AFRĠKA GÜNDEMĠ
Cezayir'de kabine değiĢikliği
AA
Cezayir resmi haber ajansı APS'de yer alan habere göre, Cumhurbaşkanı Buteflika, Başbakan
Abdulmalik Sellal'la yaptığı görüşmelerden sonra kabine değişikliğine gitti. 33 bakandan
oluşan kabineye aralarında 7 kadın bakanın da bulunduğu 14 yeni isim atandı. Dışişleri ve
içişleri bakanları ise değişmedi.
Yeni hükümette kadın bakanlara verilen kontenjan dikkati çekti.
29
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
Dördüncü kez cumhurbaşkanlığına seçilen Buteflika, kabinede Enformasyon ve İletişim ile
Milli Eğitim, Çevre, Kültür, Aile ve Turizm bakanlıklarına kadın vekilleri atadı.
Uzun süredir görevlerini sürdüren eski bakanlar, yeni kabinede yer alamadı.
Ban Güney Sudan‟da
AA
BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon Güney Sudan‟da çatışan tarafların liderleri, Güney Sudan
Cumhurbaşkanı Salva Kiir ve görevine son verilen eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı Riek
Machar‟ın, savaşı sona erdirmek için 9 Mayıs'ta bir araya gelmelerini beklediğini söyledi.
Siyasi liderlere mesajının basitçe, barış için birlikte çalışmaları olduğunu belirten Ban, ülke
liderlerinin krizin ana nedenlerini çabucak ele almalarının şart olduğunu kaydetti.
Savaşı sona erdirmek için „hesap verme mecburiyeti‟ ilkesinin taraflarca kabul
edilmesinin önemini vurgulayan Ban, "Her iki siyasi taraf farklılıklarını bir tarafa bırakmak
ve derhal uzlaşmak için çalışmak zorundadır" ifadesini kullandı. Ban, BM ve bölgedeki
ortaklarının da Güney Sudan‟da barışı sağlamak için birlikte çalıştıklarını dile getirdi.
Konuşmasında, dünyanın bu en genç ülkesindeki ihtilafın ciddi insani etkisi olabileceği
uyarısında bulunan Ban, "Çatışmanın durmaması halinde yarım milyon insan bir aydan kısa
bir süre içinde açlık sorunuyla karşı karşıya kalabilir" ifadesini kullandı.
ABD‟den yaptırım kararı
ABD Güney Sudan‟daki çatışmalara katılan taraflara yaptırım uygulama kararı aldı.
ABD Hazine Bakanlığından yapılan açıklamada, Güney Sudan‟da çatışmalara katılan isyancı
lider Riek Machar‟a bağlı ordu kumandanı Peter Gadet ve Devlet Başkanı Salva Kiir‟in
koruma birliği başkanı General Marial Chanuong‟a ait mal varlıklarının
dondurulduğu, Amerikalı şahıs ve kuruluşların bu kişilerle iş yapmasının yasaklandığı
belirtildi.
Güney Afrika‟da genel seçimler için adaylar son kozlarını oynadı
Euronews
Güney Afrika Cumhuriyeti‟nde 7 Mayıs genel seçimleri öncesi partiler son mitinglerini
düzenledi.
Jacob Zuma liderliğindeki iktidar partisi Afrika Ulusal Kongresi‟nin “zafer mitingi” adını
verdiği programa yaklaşık 150 bin kişi katıldı.
Uzmanlar, seçmene yaşattığı hayal kırıklığına rağmen 72 yaşındaki Zuma‟nın zafere yakın
olduğu görüşünde.
Ülkede yapılan son kamuoyu yoklamaları Afrika Ulusal Kongresi‟nin yüzde 60‟ın üzerinde
oy alacağını gösteriyor.
30
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
Zuma‟nın rakipleri arasında, Helen Zille liderliğindeki Demokratik İttifak ön plana çıkıyor.
Ancak anketler Zille‟ye Zuma karşısında şans tanımıyor. Demokratik İttifak‟ın yüzde 20
oranında oy alması bekleniyor.
Julius Malema liderliğindeki Ekonomik Özgürlük Savaşçıları hareketi ise seçim yarışında
düzenlediği coşkulu mitinglerle dikkat çekti.
Zuma‟yla yaşadığı tartışmanın ardından 2012‟de Afrika Ulusal Kongresi‟ndne kovulan
Malema, ırkçı söylemlerinden dolayı sık sık eleştirilere hedef oluyor.
AMERĠKA GÜNDEMĠ
ABD DıĢiĢleri Bakanlığı önünde Mısır protestosu
AA
Amerikalı Mısırlılar ve bazı Amerikalılar, ABD‟nin Mısır‟a yönelik askıya aldığı bazı askeri
yardımları tekrar serbest bırakmasını ABD Dışişleri Bakanlığı önünde tiyatro oyunu
sahneleyerek protesto etti.
Demokrasi ve İnsan Hakları için Mısırlı Amerikalılar ve Codepink gibi sivil toplum
kuruluşlarından küçük bir grup, ABD Dışişleri Bakanlığı önünde toplandı.
ABD‟nin Mısır‟a yönelik askıya aldığı bazı askeri yardımların yolunu tekrar açmasını
protesto eden grup, Mısır‟da darbe karşıtı gösteriler sırasında tutuklanan ve hapishanede açlık
grevine başlayan Mısır kökenli Amerikan vatandaşı Muhammed Sultan‟ın da serbest
bırakılmasını istedi.
Obama: Ekiplerimiz Nijerya'ya Yardıma Gitti
BBC
ABD, Nijerya'da kaçırılan 200'ün üzerindeki kız öğrencinin kurtarılabilmesi için bu ülkeye
özel bir heyet gönderdiğini açıkladı. Heyette askerler ve rehine pazarlığında uzman sivil
personel de bulunuyor.
ABD Başkanı Barack Obama, "Son kaçırma olayının Boko Haram örgütüne karşı uluslararası
camiayı harekete geçirmesini ümit ediyorum" dedi. Radikal İslamcı militan Boko Haram
örgütünü "Bölgedeki en kötü terör örgütlerinden birisi" olarak tanımlayan Obama, "artık
uluslararası güçler harekete geçmeli" dedi. Amerikan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Jen Psaki,
ülkesinin yardım teklifinin Bakan John Kerry'den geldiğini açıkladı.
Wellington House'dan 'Freedom House'a aynı sahtekârlık – Hasan Celal Güzel – Sabah
Gazetesi
1970'te DPT kütüphanesinde bulduğum bir kitaptan çok etkilenmiştim. 'How to Lie with
Statistics?' (İstatistiklerle Nasıl Yalan Söylenir?) isimli bu kitapta, çeşitli kriterlere göre
rakamların nasıl istismar edilebileceği; aynı rakamların nasıl birbirine zıt şekilde
yorumlanabileceği anlatılıyordu. Bu kitabı okuduktan, hele istatistiklerin demagoglarca
arzuları istikametinde nasıl eğilip büküldüğünü gördükten sonra, doğrusu rakamlara güvenim
31
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
kalmadı.
1915'teki Çanakkale mağlûbiyetinin
acısını
çıkarmaya
çalışan İngilizler, Dışişleri
Bakanlığı'na bağlı Propaganda Bürosu olarak 'Wellington House'ı kurdular ve Arnold
Toynbee'ye tamamen uydurma olan ünlü 'Mavi Kitap'ı yazdırdılar. Bu kitap,
hâlen Türk düşmanı diyasporanın ve Ermenistan'ın tek dayanağıdır ve tamamen
mesnetsizdir. Toynbee, daha sona bu iftiralar kitabını itiraf ederken,'Ben de savaşa gitme
yerine
askerlik
vazifemi
böyle
yerine
getirdim'demiştir.
İşte, 'Freedom House' yani 'Özgürlük (Genel) Evi'nin Türkiye'yi karalayan raporu da bu çeşit
bir
iftiradan
ibarettir.
Geçen
hafta
yayınladığı
sözüm
ona'Basın
Özgürlüğü' sıralamasıyla Türkiye'yi 'özgür olmayan' ülke statüsüne düşüren bu kuruluş,
aslında tamamen İsrail'in ve Mossad'ın yönetiminde bir fesat yuvasıdır.
***
Uluslararası bazı kuruluşların bu çeşit raporları ve istatistikleri artık güvenilirliğini
kaybetmiştir. Her alanda olduğu gibi demokratik hürriyetler konusunda da çok büyük
mesafeler kat eden Türkiye'yi antidemokratik bir ülke gibi göstermek ve Başbakan Erdoğan'ı
diktatör olarak lanse etmek, bu çıfıtların esas misyonu hâline gelmiştir.
Freedom House ve benzeri fesat yuvalarının, 'Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu'nun
(TGDP) Türkiye'de 44 kişilik tutuklu gazeteciler listesi, tümüyle gerçeklere aykırıdır. Adalet
Bakanlığı'nın açıklamasına göre; 2 Mayıs 2014 itibariyle, 18 kişinin yargılanması
tamamlanmış; 11 kişinin yargılanması tutuklu olarak devam etmekte; 14 kişi değişik
tarihlerde tahliye olmuş; 1 kişinin de cezaevlerinde kaydına rastlanmamıştır. Yargılanması
tamamlanmış 18 kişi ile tutuklu 11 kişinin suçları şöyledir: 16 kişi PKK/ KCK'lı terörist, 6
kişi DHKP-C teröristi, 3 kişi MLKP/MK teröristi, 2 kişiTKP (ML) TİKKO teröristidir.
Bu kişilerin hiçbiri gazeteci değildir.
1987'de, 'Uluslararası
Pen
Klubü' (Yazarlar
Birliği) Başkanı'nı, Basın-Yayın
Bakanı olarak Ankara Palas'ta ağırlamıştım. Herifçioğlu leziz Türk yemeklerini tıkındıktan
sonra Türkiye'deki basın hürriyetini hakaretâmiz bir üslûpla eleştirmeye kalkmaz mı? Aynen
geçen hafta Türkiye'ye gelen Nazi kalıntısı Alman Cumhurbaşkanı gibi saçmalayınca, benim
cevap vermeme lûzum kalmadan Prof. Dr. Mümtaz Soysal hocamız adamın lâfını ağzına
tıkayıverdi. Zaten, bütün mesele, aydınımızın hangi görüşte olursa olsun Türkiye'ye yönelik
ithamlara cevap verebilmesidir.
Bizi asıl üzen, Freedom House'deki üç buçuk Türkiye düşmanının havlaması değil,
yabancılaşmış bazı aydın mâkulesinin ihanetidir. Siz kalkar da Ana Muhalefet Partisi Genel
Başkanı olarak Türkiye'de basın hürriyeti olmadığını, Türkiyedüşmanlarına bas bas
bağırırsanız; gazetelerde, televizyonlarda olmadık iftiralar atarsanız, elâlemin ekmeğine yağ
sürer ve kendi ülkenize ihanet edersiniz.
Elinizi vicdanınıza koyarak söyler misiniz? Hangi hür ve demokratik ülkede, Başbakana ve
ailesine her gün manşet manşet hakaretler yağdırılır? Hangi demokratik rejimde sosyal
medyada özel hayatın gizliliği bu derece alçakça ihlâl edilir? Hangi 'diktatör'(!), şahsına,
ailesine, bakanlarına milletvekillerine alenen hakaret edilmesine bu derece tahammül
edebilir?...
32
AK PARTĠ GENEL MERKEZ DIġ ĠLĠġKĠLER BAġKANLIĞI
İnsan hakları, özgürlükler ve demokrasi maskesi altında olmadık melanetleri işleyenlere aslâ
geçit vermeyeceğiz.
ASYA – PASİFİK GÜNDEMİ
Çin, ABD'nin ticaret anlaĢmalarından endiĢeli
Trt Türk
Çin'deki önemli düşünce kuruluşlarından Uluslararası Strateji ve Güvenlik Çalışmaları
Merkezi'nin yayımladığı raporda, ABD'nin okyanus ötesi serbest ticaret anlaşmaları (STA)
peşinde olmasının, Çin'in ekonomik güvenliğine zarar vereceği ifade edildi. Obama
yönetiminin Trans Pasifik Ortaklığı (TPP) ve Trans Atlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı
(TTIP) için sarf ettiği çabanın hatırlatıldığı raporda, bu iki ortaklıkla birlikte ABD ile
müttefiklerinin ekonomilerinin entegre olacağı kaydedildi.
Tayland'da AYM'den baĢbakanın azli yönünde karar
Dünya Bülteni
Tayland Anayasa Mahkemesi, yetkilerini kötüye kullanmaktan suçlu bulduğu Başbakan
Yinglak Şinavatra'nın görevinden alınması gerektiğine karar verdi. Yingluck, bir memurun
görev yerini usulsüz şekilde değiştirmekle suçlanıyordu. Mahkeme, başbakanın atamayı 'gizli
gündemle' yaptığına hükmetti. Yingluck'un taraftarları ise yargı sistemini hükümete darbe
yapmakla suçluyor.
Güney Çin Denizi'nde balıkçılara müdahale
Dünya Bülteni
Güney Çin Denizi'nde bir balıkçı teknesine silahlı kişileri taşıyan bir gemi tarafından
müdahale edildiği belirtildi. Resmî haber ajansı Xinhua, 11 balıkçıyla bağlantının kesildiğini
duyurdu. Olayın meydana geldiği Spratly adaları üzerinde Çin'in yanı sıra Tayvan, Vietnam,
Filipinler ve Malezya da hak iddia ediyor. Silahlı kişilerin bu ülkelerden biriyle ilgili olup
olmadığı netleşmedi.
33

Benzer belgeler