GökçeoluK Dergisi

Transkript

GökçeoluK Dergisi
GökçeoluK Dergisi
www.Gokceoluk.com
GökçeoluK Dergisi
“Editörden”
Başlarken...
Zordur. Yeni bir güne başlamak uyku mahmurluğundan kurtulup günün meşgalasine hazırlanmak. Zordur. Önündeki günlerde seni neyin karşılayacağını bilmemenin endişesini taşıyarak haftaya
başlamak. Yeni bir işe koyulmak... Yeni bir esere
başlamak...
3 aylık eğitim, kültür ve tarih dergisi
Mart-Nisan-Mayıs 2010
Sayı: 1
Sahibi
www.Gokceoluk.com
Editör
Sezgin ÇOLAK
(Tarih Öğretmeni)
Yayın Kurulu
Tekin KAYA
Murat Bekar
Duygu Korkmaz
Serpil ÇOLAK
Neşe Özden
Nilüfer BEKAR
Özge Dağdelen
Bu E-Dergi Gökçeoluk Köyü Sevdalıları tarafından
hazırlanmaktadır. Herhangi bir kurum veya dernek
ile resmi bir bağlantısı yoktur. 3 ayda bir yayınlanır.
Para ile satılmaz. Her hakkı saklıdır. 2010
Değerli köylülerimiz ve öğrencilerimiz, dergimiz için
yazılı eserlerinizi [email protected]
adresine gönderebilirsiniz. Katkılarınız için şimdiden
çok teşekkürler.
YAYIN KURULU
Yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. Yayın
kurulu yazılar üzerinde değişiklik yapabilir. “Gökçeoluk Dergisi” adı anılmadan alıntı yapılamaz.
Ama hiçbir doğum sancısız olmaz değil mi? Gökçeoluk Dergisi doğuyor. Sancılı geçen birkaç haftanın
ardından Gökçoluk sevdalılarının emekleriyle, uzun
bir çalışmanın ürünü olan yeni bir proje
hayat buluyor...
Evet, sevgili gençler: başarı sevmekle başlar. Yanında oturduğun arkadaşını sevmek, dersine giren
öğretmeni sevmek, her gün adımladığın okul koridorlarını sevmek, okul bahçesini sevmek,
heyecanla çıktığın kara tahtayı sevmek...
Ve benimsemek.
İnsan severse benim der. Benim annem, benim
babam, benim takımım, benim bayrağım, benim
toprağım der. Sevdiği her şeyi “benim” seviyesine
çıkarır gönlünün taht makamında. Sevdiği için
korur gözü gibi sakınır en ufak çöpten, kem bakıştan.
Gökçeoluk Dergisi sizin eseriniz, eğer
severseniz sizin başarınız artar. eğer
severseniz köyümüzün başarısı artar, eğer
severseniz ülkemizin, milletimizin, kültürümüzün,
bayrağımızın başarısı artar. Başarmak sevmekle
başlar...
Bütün hayatınız boyunca başarılarınızın
artarak devam etmesi dileğiyle...
Sezgin ÇOLAK
Tarih Öğretmeni
www.Gokceoluk.com
GökçeoluK Dergisi
“Kağıt Parçası”
A
ilenin dördüncü çocuğu olarak küçük bir
köyde gözlerini dünya’ya açmıştı. Çocukluğu hep
köyde geçmişti. Köylerinde okulları yoktu, ancak yakınlarındaki köye yeni okul açıldığını duymuş ve çok
sevinmişti. Büyük bir hevesle yakın köydeki okula
başlamıştı. Evet, okuma yazma öğrenecek ve çok
şeyler yapacaktı. Ancak bu küçük çocuğun okul hayatı sadece bir hafta devam edebildi. Evinden uzaktaki bu okulda küçük bir sorun yaşadı. Basit bir konu
yüzünden kalbi kırılmış ve üzülmüştü. Çocuk haliyle
oradakilere küstü ve kendi köyüne dönüp bu küçük
sorunu babasına anlattı. Babası da zaten okula göndermek istemediği için bunu da bahane etti ve “Ne
yapacaksın okulda, koyunlara kim bakacak” diye bir
daha da okula göndermedi. Okul hayatı başlamadan
bitmişti.
O günden sonra bu küçük çocuk, heybesinin
içerisine azık olarak “bir parça ekmek” alarak devamlı köydeki büyük ağabeyleri ile birlikte koyunların peşinden gitti. Ama aklı hep okulda ve okuma
yazma öğrenmekteydi. Aklına koymuştu bir kere,
mutlaka okuma yazma öğrenmeliydi. Bunun için ilk
adımını attı ve köyündeki okuma yazma bilen bir büyüğüne kendisine okuma yazma öğretmesi için rica
etti. Bu istekli azimli ve gözleri çakmak çakmak olan
bu çocuğu kırmadı köyün büyüğü.
Evet hayalleri gerçek olacaktı bu küçük çocuğun. Babası okula göndermemişti ama, O kaldığı yerden devam etti harfleri öğrenmeye. Yanındaki
küçük çakısı ile ağaçlara, elindeki sopası ile de yerlere yazdı, öğrendiği ilk harfleri. Okuldan verdikleri
defter ile kalemi de atmamış saklamıştı. Artık heybesine bir parça ekmekle beraber defteriyle kalemini
de koymaya başlamıştı. Fırsat buldukça dağda, bayırda defterini çıkarıp bir şeyler yazıyor okuma yazmasını geliştiriyordu.
Bir gün babası heybesindeki defter ile kalemi buldu.
“Sen neden koyunları bırakıp o kâğıt parçaları ile uğraşıyorsun?
www.Gokceoluk.com
O kâğıt parçaları senin karnını mı doyuracak! Koyunlara bir şey olsa ne yapacaksın?” diye 2-3 gün üst
üste dayak yemişti babasından. Dayak yemişti, ama
olsun okuma yazma öğreniyordu ya, bu her şeye
değerdi.
Küçük çocuk yılmadı, azmetti ve her şeye rağmen
babasından gizli gizli okuma yazmayı öğrendi. Bu
arada kendi kendisine de “Büyüyüp evlendiğimde,
çocuklarım olursa hepsini okula göndereceğim, ben
okuyamadım çocuklarım okusun” diye söz verdi.
Zaten fazla beklemesine de gerek kalmadan çocuk
yaşta 16 yaşında, yine kendisi gibi çocuk olan 14
yaşındaki küçük bir kızla evlendirdiler.
Aradan biraz zaman geçmiş ve O küçük çocuk artık genç bir delikanlı olmuştu. Bir gün köylerine görevli iki adam geldi. Gençlerden okuma yazma
bilen var mı? diye sordular. Köylerinde okuma yazma bilen yok denecek kadar azdı. Bu genç delikanlı
ile birlikte, köylerinden bulabildikleri okuma yazma
bilen bir kişiyi daha alıp yakınlarındaki ilçeye götürdüler. O delikanlı bu şekilde bir devlet dairesinde işe
başlamıştı artık. Orada da amirlerinin yönlendirmesi
ile ”İlkokulu dışarıda bitirme sınavına“ girdi. Sınavı
da başarıyla geçti ve çok arzuladığı “ ilkokul diplomasını ” aldı.
Yukarıda gerçek bir yaşam öyküsünden “Dedem Hamza Çolak’ın” hayatından küçük bir kesit anlattım. Okuma yazma öğrenmek için ne fedakârlıklar
yaptığını anlattım. Dedem uğruna dayaklar yediği “O
kâğıt parçası” sayesinde Reşadiye ilçesi Karayolları
şubesinde işe girmiş ve hayatının akışı değişmişti.
Şimdi 2010 yılındayız. Çocukların okuması için anne ve babalarımız her şeyi yapıyorlar ve
ellerindeki her şeyleri veriyorlar. Ama maalesef biz
çocuklar bunun kıymetini sanırım tam olarak bilemiyoruz. Bu arada Dedem bir adım daha atmış ve
çocuklarını okuyabildiği yere kadar da okutmuştu.
Şimdi sıra biz gençlerde ve çocuklarda. Haydi arkadaşlar güzel bir adım da biz atalım. Dedelerimize,
ninelerimize, annelerimize, babalarımıza, köyümüze
ve memleketimize layık iyi birer evlat olalım. Elimizden geleni hatta daha fazlasını yapmaya çalışalım.
Haydi arkadaşlar!
Kaan ÇOLAK
GökçeoluK Dergisi
Köyümüzün Tarihi
Tokat’ın en güzel ilçelerinden biri olan
Niksar’ın 88 köyünden biri olan Gökçeoluk köyü
yaklaşık 500 yıllık bir geçmişe sahiptir. 1574 yılına
ait haritalarda tespit edilen köy ve mezra’a adlarında köyümüzün adı “İbiski” olarak kayıtlarda
geçmektedir. Yine 1574 yılında köyümüzde vergi
ödeyen nüfus miktarı incelendiğinde köyümüzün
“vergi nüfusunun” 92 olduğu anlaşılmaktadır.
Köyümüzün eski ismi “İbiski’dir.” 1961 yılında öz Türkçe olmayan köy isimlerinde yapılan
değişiklikler nedeni ile köyümüzün adı “GÖKÇEOLUK köyü” olarak değiştirilmiştir. Köyümüze neden ““GÖKÇEOLUK” isminin verildiği ve bu ismin
köyümüzün bir özelliğinden dolayı mı verildiği ise
bilinmemektedir. 1961 yılına kadar Nüfus ve Tapu
kayıtlarında köyümüzün adı “İbiski” olarak geçmiştir. Köyümüzün adı değiştirilmesine rağmen
yaklaşık 47 yıldır hem köy halkı tarafından, hem
de Niksar bölgesinde halen “ibiksi köyü” olarak
ifade edilmektedir.
Köy halkını 10 aile oluşturmaktadır. Bu ailelerden “İmamgil’lerin” Ordu’nun Akkuş ilçesinden,
“Sazaklı’lar’ın Reşadiye’nin Sazak köyünden ve
“Kadılılar’ın da” Tokat’ın “Kat Köyünden” gelerek
köye yerleştikleri köy büyükleri tarafından söylenmektedir. Diğer ailelerin ise eski Türk beylikleri
zamanından köye yerleştikleri tahmin edilmektedir.
Yaklaşık 130-150 yıl önce ibiski köyünden
“Kadıoğlu Hüseyin” köyde çobanlık yaparken,
şu andaki “Çolaklar mahallesinin” kuzeyindeki
“”Kaya Boynu” denen yerin yanında bulunan kü-
çük bir gölün yanına yerleşmiştir.
Daha sonra Sivas’ın “Düver” köyünden gelen “Evran” ailesi de gelmiş ve buraya yerleşerek
“Çolaklar mahallesini” oluşturmuşlardır. Daha sonra “Çolaklar mahallesinin” şu andaki olduğu yere
taşınmışlardır. “Kadıoğlu Hüseyin’in” parmakları
“Çolak” olduğu için bu mahalleye de “Çolaklar “
adı verilmiştir.
Köy büyüklerinden öğrenildiği kadarıyla,
köyümüz önceden şu anda “ESKO deresi” denilen yerde kuruluymuş.(Eski Köy’ün kısaltılmışı
olarak ESKO deresi denilmektedir.) Ayrıca Fatlı
köyü’nün yanında ki dereden, şu andaki köyümüzün bulunduğu yere kadar bütün bölge İbiksi köyünün arazileriymiş. Ancak çeşitli yerlerden gelen
göçmenlerin köyümüzün içerisine yerleştirilmesini istemeyen büyüklerimiz arazilerinden feragat
ederek göçmenlerin şimdiki “Puluç” denilen yere
yerleştirilmelerini istemişlerdir.
1953 yılına kadar İBİSKİ Köyü’nün mezrası
olan şimdiki MEZRA Köyü, 1953 yılında ayrı bir
muhtarlık olarak ayılarak MEZRA Köyü olmuştur.
Gökçeoluk Köyü Niksar’a 30 km. uzaklıktadır. Nüfusu son seçimlerde 421 olarak geçmektedir. Tertemiz havası, buz gibi suyu, verimli toprakları köyümüzün başlıca güzellikleri arasındadır.
Her yıl yaz aylarında yapılan Yayla Şenliğinde bütün köylülerimiz bir araya gelerek, birlik ve beraberlik içerisinde güzel bir gün geçirmektedir.
Hazırlayan: Kaan ÇOLAK
www.Gokceoluk.com
GökçeoluK Dergisi
Köy Okulumuz
YURT
1936 Yılında “Gece Mektepleri” adıyla bilinen yetişkinlere yönelik okul olarak eğitim ve öğretime
başlamıştır.
1943 yılında köyün doğu tarafında yapılan ahşap
bina ile İBİSKİ Köyü İlkokulu adını almıştır. 1961
Yılında köy isimlerinde yapılan değişiklikler nedeni
ile köyün ismi GÖKÇEOLUK köyü, okulun adı da
GÖKÇEOLUK KÖYÜ İLKOKULU oldu.
1972-1973 Eğitim ve Öğretim yılında ÇOLAKLAR
Mahallemize ilkokul açıldı. 1943 yılında yapılan
ahşap okul binasının 1972 yılında çökmesi nedeniyle eğitim ve öğretim 1980 yılına kadar 8 yıl geçici olarak köy evlerinde yapıldı.
1979 yılında yapımına başlanan üç derslik, iki içlik, iki daire odası planındaki yeni okul binası 1980
yılında tamamlanmıştır. 1984 yılında okula mahsus olmak üzere 850 metre uzaklıktan içme suyu
getirilmiş, aynı yıl elektrik de gelmiştir.
1996-1997 Öğretim yılında son 5 yıllık mezunlarını
vermiştir. 1997-1998 Öğretim yılında okulumuz 8
yıllık ilköğretim programına geçse de öğrenci yetersizliği nedeniyle devam edememiştir.
1998 Yılından sonra eğitim- öğretimini 5 yıllık birleştirilmiş sınıflı olarak devam etmiştir.
Cumhuriyetimizin kuruluşuna yakın bir zaman olan
72 yıl gibi uzun bir süre hizmet eden okulumuz
öğrenci mevcutlarının yetersizliği nedeniyle 20082009 öğretim yılında eğitim ve öğretime kapanmıştır.
Okulumuz şu anda kapalı olup köyde mevcut olan
12-13 öğrenci de Niksar’daki Yatılı İlköğretim Bölge Okuluna gönderilmiştir.
(Hazırlayan: İdris ÇINAR)
www.Gokceoluk.com
Tokat’la Niksar arasında
Bir küçük ev görünür uzakta
Kütükten duvarlı, önünde çeşme akar,
Yeşermiş gibi topraktan.
Yağmur yağar camlarına dökülür.
Benim yüzümdür çizilen camlarda.
Yalnızlığın sesidir, rüzgar değil,
Gürgen ağaçlarında.
Allı güllü çiçekler
Elimle dikilmiş bahçesine
Yürüsem hep koşar ardımdan
Çocuklar gibi delicesine
Gel dere, ak, derim gürül gürül,
Dağdan aşağı akar gider.
Hayal kurmak isterse eğer canım,
Bulutlara bir seslenmek yeter.
Bir uçurtma gelir uzaktan
Yorulmuş, ince, nazlı,
Gülüşler, haberler, hasretler
Göz yaşları içinde gizli.
Siz baksanız bir şey göremezsiniz.
Benim yurdumdur orası
Ardıçlar, gürgenler, tozlu yollar…
Tokat’la Niksar arası.
Cahit KÜLEBİ
GökçeoluK Dergisi
“Gökçeoluk Belgeseli” Geliyor...
2010 yılı Temmuz ayında çekimlerine başlanacak olan “Gökçeoluk Belgeseli” Proje-
si, Gökçeoluk Köyünün geçmişten günümüze gelişimini, kültürel değerlerini, insanlarını,
güzelliklerini tarihsel çerçevede ele alan bir proje olmasıyla dikkat çekmektedir. Yaklaşık
90 dakika sürecek bu çalışma için ön çalışmalar devam etmektedir.
Gökçeoluk sevdalıları tarafından amatör bir ruhla hazırlanacak olan belgesel film
projesinde ekibin tamamı Gökçeoluk Köylüleri içinden olacaktır.
Unutulmaz Unutamam
Düz ağaçtan esen yeli
Bedorostan giden seli
Yaylalarda geçen günü
Unutulmaz unutamam...
Sabahları horoz sesi
Kuşluk vakti kuzu melemesi
Çobanların davar heylemesi
Unutulmaz unutamam...
Gökçeoluk Belgeseli projesi,
belgesel filmleri, fotoğraf çekmeyi,
araştırma yapmayı seven
Gökçeoluk gençliğini de ortak bir proje
içerisinde bir araya getirmeyi
amaçlamaktadır.
Bilgi için:
www.Gokceoluk.com/Proje
Tuzla’nın kaşta oynardık Toku
Katarmuttan rüzgârla eğilirdi güzel bir
koku
Hele şu uzun bozda yetişen nohudu
Unutulmaz unutamam...
Hiç unutulur mu Yatibeğin fıstığı
Taşın dibinde yerdik gürgen kasmuğu
O günlerdeki birlik ve dostluğu
Unutlumaz unutmamam...
Babam değirmende yapardı çöreği
Baldan tatlıydı o insanların yüreği
Hele bi görseydin kışın avcı süreği
Unutulmaz unutamam...
Şair: Yusuf ÇOLAK
www.Gokceoluk.com
GökçeoluK Dergisi
Bizim de
Projelerimiz var...
www.Gokceoluk.com
GökçeoluK Dergisi
Türkçe Yozlaşıyor, Dilimize Sahip
Çıkmalıyız.
Dil ve kültürdeki değişmeler doğal sayılabilir;
ancak başka dillerden sözcük alırken kurallarını da alıp kendi dilinde kullanma o dilin
yapı, sesbilim, anlambilim, yazım ve okuma
kural ve geleneklerini bozar, dilde kargaşaya
neden olduğu için de dilde yozlaşma başlar.
Son yıllarda Türkçeye, Avrupa dilleri ve özellikle İngilizceden giren yabancı sözcüklerin,
Türkçenin kurallarını sarstığı ve dili yozlaştırmakta olduğu görülmektedir.
Türk dilindeki bozulma ve yabancılaşmanın
araştırılması, Türkçe`nin korunması ve etkin kullanımı için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla kurulan Meclis Araştırma Komisyonu`nun
taslak raporunda Türkçe`nin en önemli sorunlarından birinin de müstehcen ve argo (kaba söz) kullanımı olduğu kaydedildi.
Raporda, özellikle okul öncesi çocukların izlediği, gündüz kuşağında yer alan kadın programlarında, kullanılan yüz kızartıcı, argo ve müstehcen
sözlerin psikolojik ve sosyolojik olumsuz etkilere yol
açtığı vurgulandı.
Sokak kültürünün veya sokak ağzının ürünü
olan müstehcen ve kaba söz kullanımının günümüzde televizyon kültürünün yansıması olarak ortaya
çıktığı belirtilen raporda, “Televizyon dizilerindeki
karakterlerin kullandığı, müstehcen, argo ve kaba
kelimeler ertesi gün toplumun içinde hızla yayılmakta ve arkadaş grupları arasında tartışmalara sebep
olmaktadır. Bazı çocuklar ve gençler söz konusu karakterleri kendilerine örnek alarak konuşmalarını ve
hareketlerini taklit etmektedir. Böylece, müstehcen,
argo ve kaba sözlerin kullanımının yaygınlaşmasında televizyon ve sokak karşılıklı olarak birbirlerini
beslemektedir” denildi.
Dilin düşünce ile etkileşimi göz önüne alındığında, dilde oluşabilecek kirlenme zaman
içinde millî kültür yapısını da bozabilecektir.
Dilde meydana gelen kirlenmeye yabancı dillerden dilimize giren çok sayıda sözcük ve dilimizin yanlış kullanımı neden olmaktadır.
Türkçenin yıllardır tam bir uzlaşıyla sürdürdüğü ve uyguladığı bu kurallara aykırı olan ve Türkçeye sokulmak istenen her türlü sözcük ve yabancı
kurallı kullanım bir virüs gibi, Türkçenin bünyesini,
metabolizmasını, sağlığını, doğallık ve öz benliğini
bozabilmektedir. İşte bu yozlaşmadır. Yabancı sözcüklerin, özellikle Batıdan olanların Türkçenin ses
ve yazım kurallarına aykırı düştükleri, bilinmektedir.
Buna karşın, son birkaç yıldır bazı kurum, kuruluş,
ticaret ortaklıkları, iş yerleri, vb. sürekli olarak bu
yabancı sözcükleri, geldikleri dilin biçim ve söyleyişleriyle bize beğendirmek için uğraş vermektedir.
Bu tutum ve davranışların Türkçeye bir faydasının
olmadığı açık olarak görülmektedir.
İngilizcenin bir armağanı mı, yoksa dayatması mı olduğunun bilinmediği center, city, dürümland,
kebapchi, hospital, mortgage, cafe, card, ambulence, trend, club, center, cool, large, gibi kelimeler Türkçe karşılıkları olmalarına rağmen, Oktay
Sinanoğlu’nun tabiri ile “Tarzanca” okunuşlarıyla
günlük hayatımızda bol bol kullanılmaktadır.
Kaynak: 7 Ekim 2008 tarihli Meclis Araştırma
Komisyonu Raporu.
www.Gokceoluk.com
GökçeoluK Dergisi
Yıllara Göre Türkçe
Yıl: 1965
“Karşıma âniden çıkınca ziyâdesiyle şaşakaldım.
Nasıl bir edâ takınacağıma hükûm veremedim,
âdetâ vecde geldim. Buna mukâbil az bir müddet sonra kendime gelir gibi oldum, yüzünde
beni fevkalâde rahatlatan bir tebessüm vardı.
Üstümü başımı toparladım, kendinden emin bir
sesle ‘akşam-ı şerifleriniz hayrolsun’ dedim.”
Yıl: 1975
“Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım.Ne yapacağıma karar veremedim, heyecandan ayaklarım titredi. Ama çok geçmeden kendime gelir
gibi oldum, yüzünde beni rahatlatan bir gülümseme vardı. Üstüme çeki düzen verdim, kendinden emin bir sesle ‘iyi akşamlar’ dedim.”
Yıl: 1985
“Karşıma âniden çıkınca fevkalâde şaşırdım. Nitekim ne yapacağıma hükûm veremedim, heyecandan ayaklarım titredi. Amma ve lâkin kısa bir
süre sonra kendime gelir gibi oldum, nitekim yüzünde beni ferahlatan bir tebessüm vardı. Üstüme çeki düzen verdim, kendinden emin bir sesle
‘hayırlı akşamlar’ dedim.”
Yıl: 1995
“Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım. Fenâ
hâlde kal geldi yâni. Ama bu iş bizi bozar dedim.
Baktım o da bana bakıyor, bu iş tamamdır dedim. Manitayı tavlamak için doğruldum, artistik
bir sesle ‘selâm’ dedim.”
Yıl: 2006
“Âbi onu karşımda öyle görünce çüş falan oldum yâni. Oğlum bu iş bizi kasar dedim, fenâ
göçeriz dedim, enjoy durumları yâni. Ama concon muyum ki ben, baktım ki o da bana kesik.
Sarıl oğlum dedim, bu manita senin.. ‘Hav ar yu
yavrum?’
Yıl: 2026
“Ven ay vaz si hör, ben çok yâni öyle işte birden.
Off, ay dont nov âbi yaa. Ama o da bana öyle
baktı, if so âşık len bu manita. ‘Hay beybi..’”
Kaynak: www.turkcemiz.net
www.Gokceoluk.com
Vatandaş “Türk Osman”
Osman Bey, sabah saat 7.00’de Casio masa saatinin alarmıyla gözlerini açtı. Puffy yorganını kaldırdı. Hugo Boss pijamalarını çıkarıp Adidas terliklerini giydi. WC’ye uğradıktan sonra banyoya
geçti. Clear şampuan ve Protex sabunuyla duşunu aldı. Colgate ile dişlerini fırçaladı. Rowenta ile saçlarını kuruttu. Bill’s gömleğini ve Pierre
Cardin takımını giydi. Lipton çayını içti.
Sony televizyonda medya özetlerini ve
flash haberleri izledi. Citizen kol saatine baktı.
Aile fertlerine ‘çav’ deyip Hyundai otomobiline
bindi. Blaupunkt radyosunu açarak, rock müziği
buldu. Ağzına bir Polo seker attı Şehrin göbeğindeki Mega Center’daki ofisine varınca, Casper bilgisayarını çalıştırdı. Microsoft Excel’e girdi. Ofis boy’dan Nescafe’sini istedi. Saat 10.00’a
doğru açlığını yatıştırmak için Grisini yedi. Öğlen
Wimpy’s Fast Food kafeteryaya gitti. Ayaküstü,
Coca Cola ve hamburgeri mideye indirdi. Camel
sigarasını yakıp Star gazetesini karıştırdı. Aksam
üzeri iş çıkısı Image Bar’a uğrayıp JB’sini yudumladı, sonra kösedeki Shopping Center’a ugradi .
Eşinin sipariş ettiği Persil Supra deterjan,
Ace çamaşır suyu, Palmolive şampuan, Gala tuvalet kağıdı, Sprite gazoz ve Johnson kolonyayi
alarak kasaya yanasti. Bonus kartiyla faturayi
ödedi. Hafta sonu esi Münevver’le Galleria’ya
giden Osman Bey, Showroom’lar dolaşıp Kinetix
ayakkabi, Lee Cooper blue jean satın aldı.
Akşam evde bir gazetenin verdiği TV
Guide’a göz atan Osman Bey, kanallar arasında
zaping yaparak, First Class, Top Secret,Paparazzi
gibi programlar izledi.Ayni anda Outdoor dergisini karıştırdı.
Saat 22.00’ye doğru Show’da Türk dili
üzerine panel başladı.
Uykusu gelen Osman Bey, televizyonu kapatıp yatak odasına geçerken, kendini
mutlu hissetti.”Ne mutlu Türk’üm diyene!” diye
gerindi ve uyudu.
Hala da uyuyor.
Gerçekten hoş, acaba bizler ne kadar Osman
Bey’e benziyoruz?
Harun YİĞİT
GökçeoluK Dergisi
10
Yunus Emre
Yunus Emre, kelimenin tam anlamıyla
“milli bir sanatçıdır. Tıpkı, Nasrettin
Hoca, Köroğlu, Dadaloğlu veya Karacaoğlan gibi…
Türk halk şairlerinin tartışmasız öncüsü olan
ve Türk’ün İslam’a bakışını Türk dilinin tüm sadelik ve güzelliğiyle ortaya koyan Yunus Emre, sevgiyi
felsefe haline getirmiş örnek bir insandır. Yaklaşık
700 yıldır Türk milleti tarafından dilden dile aktarılmış, türkü ve ilahilere söz olmuş, yer yer atasözü
misali dilden dile dolaşmış mısralarıyla Yunus Emre,
Türk kültür ve medeniyetinin oluşumuna büyük katkılar sağlamış bir gönül adamıdır. Bazı kaynaklarda
Anadolu’ya gelen Türk boylarından birine bağlı olup,
1238 dolaylarında doğduğu rivayet edilirse de bu
kesin değildir; tıpkı 1320 dolaylarında Eskişehir’de
öldüğü yolundaki rivayetlerde olduğu gibi. Batı
Anadolu’nun birkaç yöresinde “Yunus Emre” adını
taşıyan ve onunla ilgili görüldüğünden “makam” adı
verilen yer vardır.
Yunus Emre’nin tasavvuf anlayışında dervişlik
olgunluktur, aşktır; Allah katında kabul görmektir;
nefsini yenmek, iradeyi eritmektir; kavgaya, nifaka,
gösterişe, hamlığa, riyaya, düşmanlığa, şekilciliğe
karşı çıkmaktır.
Yunus Emre aynı zamanda bütün insanlığa
hitap eden büyük şairlerdendir. Yunus’taki insanlık
sevgisi, neredeyse kendisiyle özdeşleşmiş “sevgi felsefesinin bir parçası ve hatta sonucudur. Nitekim Yunus’un insan sevgisini ilahi sevgi ile nasıl
bağdaştırdığını gösteren en çarpıcı mısralarından
birisi “Yaradılanı hoş gör / Yaradan’dan ötürü”dür.
Yunus Emre’ye göre insanlar, din, mezhep, ırk, millet, renk, mevki, sınıf farkı gözetilmeksizin sevilmeyi
hak etmektedirler. Madem ki insanoğlu ruh yönüyle
Allah’tan gelmektedir; öyleyse insanlar hiçbir şekilde birbirlerinden bu anlamda ayrılamazlar.
Detaylı bilgi için www.yunusemre.net
Derleyen: Nilüfer BEKAR
Yunus Emre
Baştan Ayağa Yareyim
Gönlüm düştü bu sevdaya
Gel gör beni aşk neyledi
Başımı verdim kavgaya
Gel gör beni aşk neyledi
Gah eserim yeller gibi
Gah tozarım yollar gibi
Gah akarım seller gibi
Gel gör beni aşk neyledi
Ben yürürüm yana yana
Aşk boyadı beni kana
Ne akilim ne divane
Gel gör beni aşk neyledi
Akan sulayın çağlarım
Dertli yüreğim dağlarım
Yarim için ben ağlarım
Gel gör beni aşk neyledi
Mecnun oluben yürürüm
Dostu düşümde görürüm
Uyanır melul olurum
Gel gör beni aşk neyledi
Benzim sarı, gözlerim yaş
Bağrım pare, ciğerim baş
Halden bilen dertli kardaş
Gel gör beni aşk neyledi
Aşkın beni mest eyledi
Aldı gönküm hasteyledi
Öldürmeğe kast eyledi
Gel gör beni aşk neyledi
Miskin Yunus biçareyim
Baştan ayağa yareyim
Dost elinden avareyim
Gel gör beni aşk neyledi
www.Gokceoluk.com
GökçeoluK Dergisi
11
Beklenen
ATATÜRK filmi “Veda”
“Veda”nın amacı, Atatürk’ü sadece Türkiye’ye anlatmak değil, aynı zamanda tüm
dünyada Atatürk’ün tanınmasını sağlamak.
Yapımı,
senaryosu, yazarlığı
ve yönetmenliğini Zülfü
Livaneli’nin üstlendiği Büyük Önder
Atatürk’ün hayatını anlatan Veda filmi 26
Şubatta sinemalarda gösterime girdi
Senaryo çalışması üç yıl süren Veda filminin
27 Ekimde başlayan çekimleri, yedi haftada
tamamlandı. Filmde Atatürk’ün hayat hikayesi, çocukluk arkadaşı ve yaveri Salih Bozok’un
gözünden anlatılıyor.
Büyük bir bütçeyle İzmir-Seferihisar’da çekilen
Veda filminde Atatürk’ü Burhan Güven, Latife
Hanım’ı Ezgi Mola, Zübeyde Hanım’ı Dolunay
Soysert, Fikriye Hanım’ı Özge Özpirinç,
Salih Bozok’u ise Serhat Mustafa
Kılıç canlandırdı.
Veda, ölüme meydan okuyan bir kuşağın hikayesi.
Filmde sadece Atatürk’ün hayatı anlatılmıyor, aynı
zamanda bir döneme ışık tutuluyor, filmde dostluk,
savaş, aşk, sevgi gibi konular ‘insan olmak’ çerçevesinde tekrar ele alınıyor. “Veda” Salih Bozok’un
anlatımıyla, bu dostluğun, Atatürk’ün hayatının
dönüm noktalarının, vatanı kurtarmak için ölüme
meydan okuyan bir kuşağın komutanının hikayesi…
Derleyen: Tekin Kaya
www.Gokceoluk.com
12
GökçeoluK Dergisi
18 Mart 2010...
Türk ve dünya tarihinin akışını değiştiren
Çanakkale Zaferi’nin 95. yıldönümü.
Bundan 95 yıl önce Çanakkale’de büyük bir kahramanlık destanı yazdı Türk milleti. Mustafa Kemal’in önderliğinde batının büyük güçlerine unutulmaz bir ders verdi.
3 Kasım 1914 ile 18 Mart 1915 tarihleri arasındaki deniz savaşlarıyla 25 Nisan 1915 – 8/9 Ocak 1916 tarihleri
arasındaki kara savaşlarında 250 binin üzerinde askerimiz şehit düştü.
Çanakkale Cephesi I. Dünya Savaşı’nda İtilaf
Devletleri’nin saldırısı sonucu açılmış bir cephedir.
Dünya tarihinin en kanlı savaşlarının yapıldığı Çanakkale Cephesi’nde Türk ordusu olağanüstü bir
başarı göstererek onbinlerce şehit vermesine karşın
düşmana geçit vermemiştir.
İngiliz savaş gemileri, Nusret mayın gemisi
ile bir gece önce gizlice döşenen mayınlara çarparak, Boğazın derinliklerine gömülmüştür (18 Mart
1915).
Mustafa Kemal Anafartalar, Arıburnu, Conkbayırı ve Kilitbahir’de düşmanı yenerek önemli başarılar elde etmiştir. “Ben size taarruzu değil ölmeyi
emrediyorum” sözünü Türk askerine söyleyerek,
savaşın ne pahasına olursa olsun kaybedilmemesi
gerektiğine işaret etmiştir.
Çanakkale Savaşlar ile ilgili daha detaylı bilgilere http://www.canakkale.gen.tr adresinden ulaşabilirsiniz.
Derleyen: Murat Bekar
“Çanakkale Zaferi, Türk askerinin ruh kudretini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir
misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur.”
M. Kemal ATATÜRK
www.Gokceoluk.com
GökçeoluK Dergisi
Çanakkale Destanı
“Söyle arkadaşım “dedi Anadolulu Mehmet
Yanıbaşında ki Anzak erine
“Nerelerden kopup gelmişin
Neden çökmüş bu mahsunluk üzerine”
“DÜNYANIN ÖBÜR UCUNDAN” dedi gencecik Anzak
“Öyle yazmışlar mezar taşıma
Doğduğum yerler öylesine uzak
Örtündüğüm topraksa gurbet bana”
“Dert edinme arkadaşım” dedi Mehmet
“Değil mi ki yurdumuzun koynundasın ilelebet
Sende artık bizdensin
Sende bencileyin bir Mehmet”
Çanakkale toprağının
Üstü cennet altı mezar
Kavga bitmiş mezarlarda
Kaynaş olmuş yiten canlar
“Ya sen” dedi Mehmet
Oyun çağındaki İngiliz erine
“Yaşın ne senin kardeş
böylesine erken buralarda işin ne”
“Yaşım sonsuza dek on beş”
dedi ufak tefek İngiliz eri
“Köyümde askercilik oynar
coştururdum trompetle bizimkileri
Derken kendimi cephede buldum
Oyun muydu gerçek miydi anlamadan
Bir sahici kurşunla vuruldum
Sustu boynumdaki trompet
Son verildi böylece oyundan bozma işime
Gelibolu’da bana bir yer kazıldı
Mezar taşıma ON BEŞİNDE TRAMPETÇİ yazıldı
Öyküm de künyem de bundan ibaret
Yağmur yağıyordu usul usul toprağa
Gözyaşları düşerek üstüne sanki
Damla damla ağlıyordu uzaktan uzağa
Sahibini yitiren bir trompet
“Ya sizler” dedi Mehmet
www.Gokceoluk.com
13
Dünyanın dört kıtasından
Mezar dolusu erlere
“Hangi rüzgar savurdu sizleri
bu bilmediğiz yerlere”
Kimi İngiliz’di kimi İskoç
Kimi Fransız dı kimi Senegalli
Kimi Hintli kimi Nepall
Kimi Avustralya’ dan Yeni Zellanda ’dan Anzak
Gemiler dolusu asker
Her biri niye geldiğinden habersiz
Gelibolu’nun oya gibi koylarından sızarak
Tırmanmışlardı dağa bayıra
Siper siper yara gibi yarılan toprak
Mezar olmuştu savaş ardından onlara
Kiminin BURADA YATTIĞI SANILIR
Kiminin ADI BİLİNSE DE MEZARI BİLİNMEZ
Kiminin de mezar taşında
On altı,on yedi on sekiz yaşında
EBEDİ İSTİRAHATE ÇEKİLDİĞİ yazılı
Çanakkale topraklarında
Her birinin erken biten yaşam öyküsü
Eski yazıtlar gibi taşlara böyle taşlara böyle kazılı
“anlamaz mıyım”dedi “halinizden kardeşler”
adına yazılı taşı bile olmayan asker
Anadolulu Mehmet
“Bende yüzyıllarca yaban ellerde
Neyin uğruna bilmeden can vermişim
Kendi yurdum uğruna can vermenin tadına
İlk kez Çanakkale’ de ermişim
Uğrunda can verdikçe vatanlaştı ancak
Ekip biçtiğim padişah mülkü toprak
Değil mi ki sizler alamazsanız bile
Bu topraklar almış sizleri basmış bağrına
Sizlere de vatan sayılır artık Çanakkale “
Çanakkale toprağının
Üstü cennet altı mezar
Kavga bitmiş mezarlarda
Kaynaş olmuş yiten canlar
BÜLENT ECEVİT
GökçeoluK Dergisi
14
Son 300 yılın en genç Profesörü:
Oktay Sinanoğlu
Dünyanın en genç yaşta profesör olmuş ki-
şisi ve Nobel adayı. 1953 yılında Ankara’da TED’in
Yenişehir Lisesini birincilikle bitirdi. O zaman lisenin
eğitim dili tamamen Türkçe’ydi, takviyeli yabancı dil
dersleri vardı, sonradan kolej oldu.
TED tarafından Amerika’ya burslu Kimya Mühendisliği için gönderildi. 1956 yılında Amerika Birleşik Devletleri Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley’de
Kimya Mühendisliğini birincilikle bitirdi. 1957’de
Amerika Birleşik Devletlerinde MIT’den birincilikle
Yüksek Kimya Mühendisi oldu. Alfred Sloan ödülünü
aldı. 1959’da Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley’de;
Kuramsal Kimya Doktorasını yaptı, doktorasını yaparken iki ödül kazandı.
1959-1960 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri Atom Enerjisi Merkezinde araştırmalar yaptı.
1961’de hem Harward, hem de Yale’de kendisinin
yeni Nicem (“Kuvantum”)Kimyası ve fiziği üzerine
teorileri hakkında üst düzey derslerde yeni buluşlarını anlattı. 1962 yılında Batının 300 yılda en genç
profesörü oldu (26 yaşında Yale Üniversitesinde);
1962 yılında Ortadoğu Teknik Üniversitesi mütevelli heyeti yalnız Oktay Sinanoğlu’na mahsus olmak
üzere kendisine Danışman Profesör unvanını verdi.
Türkiye’de de kuramsal kimya bölümünü kurdu. Ortadoğu Teknik Üniversitesinde eğitimin Türkçe
olması için uğraş verdi. Ama, tabii olmadı. 1964’de
Moleküler Biyoloji konusunda ikinci kürsüsüne Yale
Üniversitesine atandı. 1973’te Almanya’nın en yüksek Aleksander von Humboldt Bilim Ödülünü ilk
kazanan kişi oldu. 1975’te Japonya’nın Uluslararası
Seçkin Bilimci Ödülünü kazandı; yine 1975 yılında
özel kanunla Oktay Sinanoğlu’na ilk ve tek, Türkiye
Cumhuriyeti Profesörü unvanı verildi.
1976’da Japonya’ya Türkiye Cumhuriyeti Özel
Elçisi olarak gönderildi. Kendisi Türk-Japon kültür, bilim ve eğitim ilişkilerinin temellerini atmıştır. Amerika
Bilim ve Sanat Akademisinin ilk ve tek Türk üyesidir.
Hindistan’ın Devlet Misafiri olarak, Hintli Bakanlarla
ve Cumhurbaşkanıyla görüşmüştür. Meksika’da aynı
seviyede Üçüncü Dünya Bağımsızlığı için çalışmıştır.
1962’den günümüze dek ilk TÜBİTAK Bilim
Ödülünü, ilk Sedat Simavi ödülünü, 1992’de Bilgi
Çağı, 1995’te İLESAM Üstün Hizmet Ödülünü, ayrıca Yılın Fikir Adamı, Yılın Bilim Adamı ödüllerini aldı.
Yıldız Teknik, Yesevi Kazakistan ve benzeri bir çok
kuruluşta profesör, mütevelli heyeti üyesi, Atatürk
Kültür Kurumu asli üyesidir.
250 kadar uluslararası bilimsel yayını, bilim
kuramları, çeşitli dillere çevrilmiş kitapları vardır.
Türkiye’de de Türkçe pek çok yayın yapmıştır. Değişik ülkelerde iki kez Nobel’e aday gösterilmiştir.
Detaylı bilgi için : www.oktaysinanoglu.com.tr
Derleyen: Sercan Özden / Özge Dağdelen
www.Gokceoluk.com
GökçeoluK Dergisi
Tarihi Başkent
NİKSAR
Dağın
yeşil, bağın yeşil
Bu ne bereket?
Yeşile mi kıyılmış nikahın?
Gözünü sevdiğim memleket...
Yeşilin kültür ile, doğanın tarih ile kaynaştığı
Niksar Tokat ilinin 11 ilçesinden biridir. Tarihi geçmişi Hititler dönemine kadar giden Niksar coğrafi konumundan dolayı tarih boyunca önemli bir merkez
olmuştur.
Tarihe başkentlik yapmış, yüzyıllardır Türk
bayrağının dalgalandığı Niksar şehri aynı zamanda
tarihi eserleri ve tarihi dokusuyla da günümüzde bir
kültür, sanat merkezidir. Niksar’ın 88 köyünden biri
olan Gökçeoluk Köyü de Niksar gibi verimli toprakları, soğuk suları ve değerli insanları ile sahip çıkılması
gereken değerlerimiz arasındadır. Gençler olarak Köyümüze her zaman ve her ortamda sahip çıkmalıyız.
Köyümüzü, Atatürk’ün dediği gibi çağdaş ve kültürel
yönden gelişmiş bir düzeye getirmek hepimizin görevidir.
Unutmayalım ki; “Geçmişine sahip çıkamayanlar gelecek hakkında söz sahibi olamazlar.” Geçmişimize, köklerimize, kültürel değerlerimize tüm
olumsuzluklara rağmen sahip çıkalım. Onları yüceltelim. Var mısınız Gençler?
Hazırlayan: Tekin KAYA
“DİYORLAR BİZDE”
Düzgün mısmıldır; başörtüsü, bürük
Lahana, kelem; dağ armudu, çördük
İştaha, mada; azıcığa, eccük
Alkışa da çepik, diyorlar bizde.
Merdiven, badaldır; zebze de zavzu
İğneye, biz derler; dibeğe, sohu
Sitil, kovadır; çeket ise saku
Sedire de mahat, diyorlar bizde
Behni yem yeridir; arazi yazu
Göcek köşedir; yumruk ise muşmu
Balçığa, lıgırt; ev duvarına çandu
Civcive de cücük, diyorlar bizde
Banyo yapmak, yunmak; bol ise foltah
Hindi culuhtur; sac ekmeği, cızlah
www.Gokceoluk.com
15
Patatese gostil; sahiye, essah
Kızılcığa, zoğal, diyorlar bizde
Takunya, nalindir; çok fazla, zebil
İçi boş küfüktür; katmerse, hetil
Şubata, gücük; yatağa da mitil
Belkiye, ellâğam diyorlar bizde
Biber, issottur; sırık ise herek
Elbise urbadır; kilitse firek
Fasülye, çiğit; raf ise, terek
Muşmulaya, töngel diyorlar bizde
Salon, hayattır; sürekliyse, fasa
Keh, uçurumdur; sığ yer ise yoha
Aşgana, mutfak; işteyse deydaha
Çınara kavlağan diyorlar bizde
Ağleş, dur demek; yazma ise çember
Ahacuk, iştedir; bakır kap, lenger
Yufkaya, işkefe, salçaya pelver
Mandaya da kömüş diyorlar bizde
Azıcık, bidıhım; tatsıza sarsuh
Boduç, su kabıdır; ayran da gatıh
İşkenbeye minbar; çiviye de mıh
Bileziğe golbağı diyorlar bizde
Şip, çabuk demek; rezil de ilezir
Foruz, horozdur; kevgir di ilistir
Kaynağa göze, peçeteye peşkir,
Geçen yıla, bıldır diyorlar bizde.
Şair: M. Necati GÜNEŞ
Niksar Ayvaz Suyu
1400 Yıllık şifa kaynağı dünyaca ünlü “NİKSAR AYVAZ SUYU” Niksar
ilçesinin güneydoğusun da
kente 2 km uzaklıkta Ayvaz
mevkiinde çıkmaktadır.
Ünlü Seyyah Evliya Celebi’de tanık olmuş ve
seyahat namesinde “şehrin kıble tarafı dışında haylice mesafede güzel ve küçük bir ılıca var. Suyu çok
faydalıdır gayet güzel ve lezzetlidir çevresinde meşhur ve güzel bir ılıcadır”. Diye tanımlanmıştır.
Niksar Ayvaz suyu yıllardır uzman doktorlar
tarafından böbrek rahatsızlığı ve safra kesesi rahatsızlığı olan hastalara tavsiye edilmektedir.
GökçeoluK Dergisi
16
Portre
Yusuf ÇOLAK
Ve şu an dergi hazırlığı içinde, internette bizleri tanıtmaya çalışıyorlar.
Gökçeoluğun bu gençlerine canı gönülden
teşekkürlerimi sunuyorum ve oları daha iyi yerlerde
görmek istiyorum. Dergimizi okuyan herkese, tüm
Gökçeoluklulara Niksar’dan sevgilerimi, saygılarımı
gönderiyorum.
Tokat Niksar Gökçeoluk köyü doğumluyum.
Gökçeoluk Köyü ilköğretim okulunu bitirdim. Orta
öğrenimimi İstanbul’da yaptım. İstanbul büyükşehir
belediyesinden emekliyim.
1990 yılında Gökçeoluk köyünün bir derneğe
ihtiyacı olduğunu sezinledim ve bu durumu arkadaşlarıma anlattım. Arkadaşlarımla birlikte 1990 yılında
Gökçeoluk Köyü Derneğini kurduk. Tabii ki o yıllarda
dernekçiliğin ne olduğunu bilmiyorduk kendi köyümüz öğretmenlerinden yardım istediysek de başarılı olamadık. Kendi çabalarımızla dernek yasalarını
okuyarak bilirkişilere danışarak Gökçeoluk köyü derneğini faaliyete geçirdik. Şu anda derneğimiz benim
düşünceme göre üst düzeyde faaliyetlerini sürdürmektedir.
O zamanlar yani 1990 yılında köyümüzde sadece 3 - 5 öğretmenden oluşan tahsilli kişilerimiz
vardı. Benim hedefim hep okumak ve okutmaktı.
2010 yılına gelindiğinde köyümüzün gençleri ile gurur duyuyorum çünkü en azı lise mezunu üniversite
mezunu gençlerimiz yetiştiler.
www.Gokceoluk.com
GökçeoluK Dergisi
SPOR
17
O bir Türkiye Şampiyonu...
GÖKÇEOLUKSPOR
emin adımlarla ilerliyor...
2009 yılında kurulan Gökçeolukspor, kısa zamanda kısıtlı imkanlara rağmen Teknik Direktör Cemalettin Çolak ve oyuncuların üstün
çabalarıyla iyi bir konuma gelmiştir.
Yer aldığı maçlarda galibiyetleri kadar, oyunculuk anlayışı, takım oyunu ve kurduğu dostluk bağları ile de rakiplerinin övgüsünü almaktadır. Yolun
açık olsun Gökçeolukspor.
Spor alanındaki üstün başarıları ile köyümüzün haklı gururlarından biri olan Bayram ÇOLAK köyümüzü gururlandırmaya devam ediyor...
2001-2008 yılları arasında farklı kilolarda
17 İstanbul Şampiyonluğu
2004 Gençler Türkiye Şampiyonluğu
2005 K1 Bulgaristan Sofya 67 kg’de
Balkan 2.’liği
2006 K1 İran 67 kg’de İran 1.’liği
Atletizm ve jimnastik dallarında da çeşitli
ödüller almıştır.
Başarılarının devamını diliyor, yolun açık olsun diyoruz. Gökçeoluk Köyü seninle guru duyuyor.
Ayaktakiler (soldan sağa): Hasan, Eray,
Secahattin, Onur, Günay, Ercan, Cemalettin
ÇOLAK (T.D.) , Doğan, Serkan.
Oturanlar (soldan sağa): Bilhan, Mahsuni,
Bilgin, Sezer, Erdal, Şafak.
www.Gokceoluk.com
18
ÇOÇUKLARDA ÇEKİNGENLİK
Çekingenlik, sosyal ortamlardan kendini geri
çekme, çok yakını dışındaki diğer insanlarla aynı
ortamı paylaşmaktan çekinme, başka insanlarla bir
ilişki için girmek istememedir.
Çekingen çocuklar, anneleri ya da sürekli birlikte
oldukları kişi dışında hiç kimseyle iletişim kurmak
istemezler. Annelerinin yanından ayrılmazlar. Birisi
onlara yaklaşmaya çalışırsa ondan kaçıp uzaklaşırlar.
Annelerinden ayrıldıklarında ilk tepkileri ağlama olur.
Bu çocuklar, yaşıtları ile ilişki kurmada zorlanırlar,
arkadaşları ile birlikte olmaktansa yalnız kalmayı
tercih ederler, yaşıtlarından çekinirler, bazı hallerde
kendilerinden küçüklerle bir araya gelebilirler.
GökçeoluK Dergisi
Ezilen, sövülen, dövülen, aşağılanan,
küçük görülen, alay edilen bir çocuğun içinde ‘sen
değersizsin, sevilmeye layık değilsin’ mesajı yer edinir. Kendisini ezilmiş hisseden, değersiz bulan, sevilmeye layık görmeyen biri de insanlarla iletişim
kurarken rahat davranmakta zorlanır ve çekingen, pısırık bir kimliğe bürünebilir. Olduğu gibi kabul edilmeyen, nasıl olduğuna değil, nasıl olması
gerektiğine önem verilen, sözleri önemsenmeyen,
duygularını olduğu gibi ifade etmesine izin verilmeyen, ana babasının istediği kalıplara girmek zorunda
bırakılan bir çocuk zamanla kendi özünden kopar
ve kendine yabancılaşır. Böyle davranılan çocuğun
da kendi başına girişimlerde bulunup sorumluluk
alması kolay olmaz. Çocuğun çabasına karşı tepkisiz kalmak, onu hiçbir şekilde yönlendirmemek,
çekingenliğin nedenlerindendir
Çocuğun kendisi bir şeyler yapmak ister ve
bunu başaramazsa ya da bir işe başlamadan önce
başarısızlık korkusu hissederse çekingen olur.
Çevrenin çocuktan beklentileri yüksekse ve
bu beklentileri yerine getiremiyorsa; çocuk kınanıyor,
eleştiriliyor, başkalarıyla kıyaslanıyorsa; yaptıklarında
hep bir kusur aranıyor, hatalarına hoşgörü gösterilmiyorsa bu çocuk muhtemelen çekingen olur.
ÇÖZÜM NE OLABİLİR?
Eğer çocuğunuzda çekingenlik varsa,
çocuğunuzdaki bu çekingenliği önemseyin. Çünkü
ÇEKİNGENLİĞİN NEDENLERİ
Çekingenliğin kesin bir nedeni yoktur. Nedenler kişiden kişiye değişebilir. Bu nedenleri şöyle
açıklayabiliriz. Kişiliğin oluşumunda en büyük pay
genellikle ana-babaya aittir. Çocuğun fikirlerini,
inançlarını ve davranışlarını büyük ölçüde ana-baba
şekillendirir. Ailenin aşırı koruyucu bir tutum içinde
bulunması çocuğun pasifize olmasına yol açabilir ve
böylece kendi başına kararlar alıp uygulamaktan
korkan çekingen bireyler yetişir.
www.Gokceoluk.com
GökçeoluK Dergisi
19
becerilerinin, akranları arasında etkileşimin, anlama
becerilerinin gelişmesine yardımcı olur. Çekingen çocuk
dışarıda özel bir dikkati gerektirir. Bu durumda çocuğu
birkaç basit faaliyet içine sokmayı denemelisiniz.
Müzik ve resim çalışmalarında çekingen çocuk
için ne yapılabilir?
Bazı çocukların resim ve müzik faaliyetlerine
pek yatkınlıkları yoktur. Fakat onları çekici bulurlar.
Bu faaliyetleri bir süre izledikten sonra huzursuz bir
çocuk kendi isteğiyle faaliyete katılabilir. Bu durumda
çocuğun faaliyete katılması için sıkılmadan kibarca
teşvik edebilirsiniz, baskıdan sakınılmalıdır.
her 100 çocuktan 10’u aşırı çekingenlik sorunuyla
karşı karşıya kalıyor.
Çocuğun çekingenlik sorunundan kurtulması
için, önce teşvik ve iltifat edilmesi gerekir. Çocuğun
sırtını sıvazlamak, ‘aferin’ demek onu motive eder.
Çocuğun uygun tercihlerine saygı gösterilmelidir.
Çocuğun yeteneklerinin gelişmesi için özgür ve öz
denetime dayalı bir disiplin anlayışı geliştirmelidir.
Çocukla hem oynamalı, hem eğlenmeli, hem de ciddi konularda ilgilenilmelidir.
Anlaşılıyor ki aile ya da öğretmen, çekingen
çocukla iletişimde ısrarcı, baskıcı olmamalıdır. Çoğu
zaman çocuk kendi haline bırakılıp, yalnızca ilk adım
için teşvik edilmelidir. Bunun yanında bütün çocukları
aynı görmemek, her çocuğun kendine özgü özelliklerini, duygularını ve davranışlarını kabul edip, ona
göre davranmak yerinde olacak
Bu çocuklar sürekli eleştirilmekten kaçınılmalı,
sosyal olmaya zorlanmamalıdırlar. Bu sorun hemen
ve kolayca halledilebilecek bir sorun değil, küçük
adımlarla ve zamanla ancak üstesinden gelinebilecek bir sorundur.
Çocuğunuzu çekingen gibi algılamayın. Her
zaman değişmesini istediğiniz özelliğini vurgulamak
yerine, her zaman onun iyi yönlerinden söz edin.
Çekingen çocuğun uyum sorununun giderilmesinde öğretmene ve okula düşen bazı sorumluluklar da vardır. Öncelikle öğretmen, çocuğun
kabuğundan çıkmakta güçlük çekeceğini kabullenmeli ve sabırlı olmalıdır. Çocuğu ilk günden faaliyete
katılması için zorlamamalıdır, hoşlandığı faaliyetleri
bir süre karşıdan izlemesine izin verilmelidir. Zaman
zaman bir köşede yalnız oynamasına izin verilmelidir.
Dışarıda oyun esnasında çekingen çocuk için
ne yapılabilir?
Dışarıda oynanan oyunlar çocukların; sosyal
www.Gokceoluk.com
Hazırlayan: İsminin yayınlanmasını istemyen bir
köylümüz.
20
GökçeoluK Dergisi
Erken Çocukluk Eğitimi
Hazırlayan: Serpil ÇOLAK (Öğretmen)
Erken çocukluk adı verilen 0–6 yaş arası dönem, çocuğun en hızlı geliştiği, büyüdüğü ve çevresiyle etkileşimden en çok etkilendiği dönemdir.
Erken çocukluk dönemindeki deneyimler beynin gelişimi için belirleyicidir. Çocuğun bu dönemde yeterli
beslenmesi ve gelişimini destekleyen bir ortamda
bulunması gerekmektedir.
Erken Çocukluk Eğitimi, insan gelişiminin
en önemli devresinde bu imkânı sağlamaktadır. Bu
yüzden çocukların 7 yaşından önce gereken eğitimi
alabilmesi için anne-babalara büyük görev düşüyor.
Bunun başında, sağlıklı bir eğitim anabileceği doğru
anaokulunu seçmek geliyor.
- Her Çocuk Bir Bireydir
- Her çocuk bir diğerinden farklıdır. Her birinin kendi
öğrenme ve büyüme hızı vardır.
- Çocuk olaylara yaklaşımında kendi özel kalıplarına
sahiptir ve kendine özgü bir kapasitesi vardır.
- Kalıtım ve aile ortamın farklılıklar yüzünden çocuk
bazen bulunduğu duruma uymakta zorlanabilir. Bunun için de eğitimin çocuğun ihtiyaçlarına uygun,
ondaki farlılıklara saygılı bir rehberlik olması gereklidir.
Çocuğun çevresindeki çocuk ve yetişkinlerle
kurduğu ilişkiler gelişmesinde oldukça önemlidir
- Öğrenme için konulanı ilişkilendirilmesi ne kadar
önemli ise çocuğun değer verdiği insanların saygılı
ve onlarla uyum içinde olacağı bir eğitim yaklaşımı
da son derece önemlidir.
- Çocuğu içinde bulunduğu sosyal çevresi ile bir bütün halinde görmek gerekir.
- Çocuk, çevresindeki güvenebileceği insanlar (öğretmen-anne-baba ve yaşıtları) olduğu zaman daha
iyi öğrenir.
- Özellikle okul öncesi eğitimi, ancak aileye değer
veren, ailenin özelliklerini dikkate alan, aile ile işbirliği yapan bir öğretmen tutumu varsa yararlı olabilir.
Okul öncesi kurumlarının görevi çocuğun
eğitiminde ailenin yerini almak değil, aile ile işbirliği
yaparak çocuğun sağlıklı gelişebilmesi için ona yar-
dımcı olmaktır. Eğitim Çocuğun İhtiyaçlarına Duyarlı Olmalıdır. Okul öncesi dönemde eğitim için öncelikleri çocuğun ihtiyaçları belirler.
Yaşamın ilk aylarında en önemli olan bedensel ihtiyaçlar; beslenme, temizlik ve uykudur. Bunların anında ve gereği gibi karşılanması son derece
önemlidir. Burada çocuğun ihtiyaçlarını karsılarken
yetişkinin çocuğu bağımsız bir birey olarak tanıması,
anlaması ve ona saygı duyması gerekir.
Çocuğa öğretmek istediklerimiz değil ama onun öğrenmek için ihtiyaç duydukları eğitimin odak noktasını oluşturmalıdır.
Evde ve okulda çocuğun ihtiyaçlarına cevap
vermeyen bir eğitim anlayışı ve program içeriği yarar
yerine zarar verir. Bu bakımdan okul öncesi çocuklar
için hazırlanan programların önceden belirlenmiş,
değişmez şekilde değil, her çocuğun ihtiyaçlarına
uydurulabilecek şekilde esnek olarak hazırlanmış.
olması gereklidir.
www.Gokceoluk.com
GökçeoluK Dergisi
İlknur,
Köyünü Anlatıyor...
Benim adım İlknur Çolak, babamın adı Yusuf
Çolak. Annemin adı Ferican Çolak ben 2000 doğumluyum. Küçükçekmece’de doğdum ve orada yaşıyordum.
Bazen babam bana köyümüzü anlatırdı. Çok
merak ediyordum. 6 yaşıma geldiğimde ilk kez köyümüze gidiyorduk. Çok heyecanlıydım. Köyümüze
vardığımızda köpekler havlıyor, bazı insanlar eşeklerin sırtında odun taşıyorlardı. Çiçekler açmıştı ve
rengârenkti. Bir o yana bir bu yana dönüyordum.
Hangisini toplayacağımı bilemiyordum. Sanki cennete geldiğimi zannetmiştim. Yorgun olduğum için
çabucak uyuya kalmışım.
Sabah olunca horoz sesleriyle uyandım. Anneme bunun ne olduğunu sordum. Annem: “bu
horozdur kızım, sabah olduğunu hatırlatır” demişti.
Horozun sesiyle uyuya kalmışım. Birden eşek sesiyle uyanmışım. Çok korkmuştum. Annem; kızım bu
eşek sesi dedi. Deden bununla odun getiriyor. Ayrıca
eşekler acıktığında böyle bağırır dedi. Korkmana gerek yok.
Sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra kendimi
çiçeklerin arasına attım. Bir tane koparttım. Onu suyun içine koyup büyüttüm. İyice olgunlaştı. Onu arkadaşıma hediye ettim. Bir ay köyde kaldıktan sonra
İstanbul’a geri döndük. Çok eğlenmiştim. Sonraki yıl
www.Gokceoluk.com
21
tekrar köyümüze gittik. Anneannem ve dedem bizi
karşılamıştı. Koşarak onlara sarıldım ve ellerinden
öptüm. Dışarıda köpeğimiz Alaş ile biraz oynadıktan
sonra çiçeklerin yanına gittim ve çiçeklerin olgunlaştığını, renklerinin değiştiğini gördüm.
Dedem bana köyümüzü gezdirdi. Yorgunluktan koltuğun üstünde uyumuşum. Uyandığımda dedem bizi yayla şenliğine götüreceğini söyledi. Sabah
olunca kalın giysilerimizi giyip yola çıktık. Çok heyecanlanmıştım. Geldiğimizde her taraf ağaçlarla doluydu. Sahneler kurulmuştu. Çadırımızı kurup biraz
dinlendik. Annemler yemek pişirirken biz de ağaca
salıncak kuruyorduk. Daha sonra kardeşim sanatçıları dinlerken salıncakta uyumuştu. Anneme kardeşimin uyuduğunu söyledim. Annemler kardeşimi
çadıra koydu.
İstanbul’dan bazı arkadaşlarımda oradaydı.
Elçin ile salıncakta sallanıyorduk. Çok eğleniyordum.
Annem bizi dondurma almaya götürmüştü. Davulcular sahnedeydi, ne olacağını merak etmiştim. 2 tane
adam sahnenin ortasına çıkmıştı. Anneme onların
kim olduğunu sordum. Annem kızım onlar güreşçiler
dedi. Kendi kendime hangi güreşçi yenecek diye düşünüyordum.
O arada dondurmam erimeye başlamıştı. Elime damladığında fark ettim. Akşamüzeri eve döndük anneannem ve dedemle vedalaşıp dönmüştük.
Çok güzel ve hiç unutmayacağım hatıralarla
birlikte tekrar İstanbul’a dönmüştük. Köyümü her
şeyiyle çok seviyorum. Bu duyguları gelecek sene
de yaşamak istiyorum. (İlknur ÇOLAK - 2009)
İlknur’un kardeşi Zeynep
GökçeoluK Dergisi
22
KİTAPLIK
(Hazırlayan: Cengiz ZAMUR)
OKTAY SİNANOĞLU
Dayatmalar Kabusu
Oktay Sinanoğlu’nun kitaplarında Türkçe ve
Türkiye üzerine anlattığı hikâyeler herkes için çizgi
roman olarak resmedildi.
Dayatmalar Kâbusu sanki bugünün Türkiye’sini anlatıyor. Büyük Uyanış Rüyası gençlere Türkiye’nin
geleceği için umut veriyor.
Nev York Rüyası Türkçenin Amerika’ya hâkim
oluşunu anlatırken aslında İngilizcenin Türkiye’deki
istilâsını hicvediyor. Çizgi kahramanımız Oktay Sinanoğlu Dayatmalar Kâbusu çizgi romanında aslında
hepimizi eğlendirirken derinden de düşündürüyor.
İlerisi İçin
Türkiye’nin temel sorunlarını bir bilim adamı gözüyle tespit ederek çözümler üreten dünyaca
ünlü memleket aşığı Sayın Sinanoğlu kimya, fizik,
matematik, moleküler biyoloji dallarında teorileriyle
uğraşırken bir yandan da gide gele 40 yıldır memleket meselelerine kafa yormayı çözümler üretmeyi bir
vatan borcu bildi.
Bilimde herkesin çözülemez dediği işi bıraktığı pes edip vazgeçtiği yerde o işe başladı ve başardı.
Tarihin bu önemli dönemecinde de bizler için gerekli
olan tavır da işte bu “Herkesin Türkiye’nin işi bitti,
defteri dürüldü dediği zamanda bile vazgeçmeden
yola devam etmek.”
Bu kitap gençler için hazırlandı. Hani bilgiyi
hap gibi yutmak isteyen, kitap okuma alışkanlığı 50
yıllık politikalarla yok edilen kardeşlerime, okumaya
araştırmaya başlangıç olsun, heves aşılasın umuduyla ART (Avrasya TV) de yayınlanan Dünya Düzeni programını kitaplaştırdık.
Hangi Dünya Düzeni? ile Amerika’nın ortaya
attığı `Yeni Dünya Düzeni` tanımını sorgulamaya
çalıştık. Görülüyor ki, küresel masonik çetenin `Yeni
Dünya Düzeni` olarak tanımladığı düzen, aslında
çokuluslu şirketlerin ulaşmak istediği dünya diktatoryasıdır!
Bu çete son 70 yılda amaçladığı yolda önemli
adımlar attı. Aslında hep aynı metodu uyguladılar
ve o metoda demokrasi adını taktılar. Önce hedef
ülkelerin başına kendi adamlarını getiriyorlar, ya da
baştaki adamları kendi adamları yapıyorlar. Zamanla
siyasete ve ekonomiye hakim oluyorlar.
Ülkelerin tüm sanayine ve doğal kaynaklarına
el koyuyorlar. çalışan nüfusu işsiz bırakıyor, lumpen
(başıbozuk) bir nüfus yaratıyorlar. Tarım ve sanayi
yok edilirken sesleri çıkmasın diye sendikal örgütlenmeyi bastırıyor, satın alıyor, sarartıyor, yerine sivil
toplum örgütü denen oluşumları yüceltiyorlar.
www.Gokceoluk.com
GökçeoluK Dergisi
ŞİİR
Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık.
Babamız sırtında yük taşıyarak,
getirirdi aşımızı, ekmeğimizi,
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla
caddelerden geçerken,
bizler bir mumun ışığında
bitirdik kitaplarımızı.
Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun
yüreğini, yüreğimizde yaşayarak
katıldık o büyük kavgaya.
Özgürlüğe adanmış bir top
çiçek gibiyiz şimdi, hep birlikteyiz.
ey halkım unutma bizi.
unutma bizi... unutma bizi... Uğur MUMCU
Memleket isterim (Cahit Sıtkı Tarancı)
Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun.
www.Gokceoluk.com
23
Ben eylül, sen haziran
Bir eylüldü başlayan içimde
Ağaçlar dökmüştü yapraklarını
Çimenler sararmıştı
Rengi solmuştu tüm çiçeklerin
Gökyüzünü kara bulutlar sarmıştı
Katar gidiyordu kuşlar uzaklara
Deli deli esiyordu rüzgar
Dağılmıştı yazdan kalan ne varsa
Yaşanmamış bir mevsim gibiydi bahar
Neydi o bir zamanlar
Sevmişliğim, sevilmişliğim
O heyheyler, o delişmenlikler neydi
Ne bu kadere boyun eğmişliğim
Ne bu acıdan korlaşan yürek
Ne bu kurumuş nehir; gözyaşım
Önümdeki diz boyu karanlıklar da ne
Ne bu ardımdaki kül yığını; elli yaşım
Beni kötü yakaladın haziran
Gamlı, yıkık eylül sonuma
Bir ilk yaz tazeliği getirdin
Masmavi göğünle
Cana can katan güneşinle
Pırıl pırıl engin denizinle girdin içime
Çiçekler açtı dokunduğun
Çimler büyüdü yürüdüğün
Ve güller katmer oldu güldüğün yerde
Başımda senin kuşların kanat çırpıyor şimdi
Oldurduğun yemişlerin ağırlığından
Dallarım yere değiyor
Güneşi batmadan saçlarının
Bir dolunay doğuyor bakışlarından
Gün boyu senden bir meltem esiyor yanan alnıma
Uykusuz gecelerim seninle apaydınlık
Başım dönüyor, of başım dönüyor yaşamaktan
Ölebilirim artık
Ölme diyorsan; gitme kal öyleyse
Sarıl sımsıkı, tenim ol, beni bırakma
Baksana; parmak uçlarım ateş
Lavlar fışkırıyor göz bebeklerimden
Hadi gel, tut ellerimi, benimle yan
Benimle meydan oku her çaresizliğe
Benimle uyu, benimle uyan
Birlikte varalım on üçüncü aylara
Ümit Yaşar OĞUZCAN
GökçeoluK Dergisi
24
ETKİNLİKLER
(Hazırlayan: Sezer ÇOLAK)
Boğaz Turu etkinliğimiz
21 Eylül 2009 tarihinde yapılan Boğaz turu
gezisi etkinliği yaklaşık 30 köylümüzün katılımı ile gerçekleşmiştir.
Müze gezisi etkinliğimiz
07 Şubat 2010 tarihinde yapılan Gökçeoluk
Köyü Gençlik Komisyonu’nun düzenlediği Panoroma 1453 tarih müzesi ve Miniatürk gezisi etkinliğinden kareler...
www.Gokceoluk.com
GökçeoluK Dergisi
bir hikaye...
Hiç Kimse Olmak İsteyen Adam...
“ Kısacık bir öykü bu...ama hayatımıza yön
veren bir öykü...
Devrin valisi emrindeki yöneticiler ile atının üstünde
şatafat içinde girer şehre...
Yol kenarlarında insanlar iki büklüm el pençe divan
selamlarlar valiyi...
Bütün bu şatafatlı itaat gösterileri arasında valinin
gözleri, bir sokağın köşesinde yere çökmüş olan ve
etrafındaki hiçbirşey ile ilgilenmeyen bir adama takılır...
Perişan kılıklı, saçı sakalına karışmış bu adamın olduğu yere sürer atını vali...
Atının üstünden inmeden,vakur ve sert bir ses tonu
ile bağırır adama,
“Behey adam, herkes benim şehre gelisimi el
pençe karşılarken sen kimsin ki yerinden bile kıpırdamıyorsun? “
Perişan kılıklı adam istifini hiç bozmadan,sakallarının
ve uzun saçlarının arasından belli belirsiz gözüken
gözlerini valiye çevirerek :
“Ben hiçim” der...
Vali daha da hiddetlenir,
“Ne demek hiç, senin bir adın, şanın ünvanın
yok mu bre adam” der...
“Senin var mı? “ der bu kez adam...
Vali iyice şaşırır ama cevaplar, ”Gafil adam, nasıl tanımazsın, ben valiyim” der.
www.Gokceoluk.com
25
Adam aynı ses tonu ile sorar yine...
“Peki daha sonra ne olacaksın?”
“Sadrazam olacağım.” der vali...
“Peki daha sonra?”
“Padişah olacağım...”
“Peki ya daha sonra?”
Kısa bir an duraksar vali ve;
“Hiç” der...
Sadece gülümser perişan kılıklı adam...
Bu kısa öyküyü ilk duyduğumda, benim ruhumun hiç kimse olmak isteyen adamının öyküsünü
bulduğumu anlamıştım...
Hepimiz hep başka birileriyiz...
Sevdiğimiz, beğendiğimiz, örnek aldığımız, kıskandığımız, yerinde olmak istedigimiz birilerinin seslerini, sözlerini, bakışlarını ve tavırlarını
alıyor,sanki bize aitmiş gibi kullanıyoruz...
Sabahları kalkıp elbise dolabımızın önünde
durduğumuzda, giyeceğimiz elbiseye ve yanına gideceğimiz insanlara en çok uyacak maskeyi de seçiyoruz, elbiselerimizin yanında duran maskelerimizin
arasından...
Hep daha fazlasını isterken, aslında giderek
hep daha az alıyoruz...
Bütün ömrünü kariyer, güç ve para peşinde
gece gündüz çalışarak geçiren insanların, günün birinde bütün kazandıklarını, elindekileri kazanırken
yitirdikleri sağlıklarına harcadıklarını görüyoruz...
Bir ömrün sonunda evleri, arabaları ve para
kasaları olan insanların, bütün bunları kazanırken
kimbilir kaç gerçek aşkı yitirdiğini ve günün birinde
yaşlanıp başlarını yaslayacakları bir sevgili omuzu
aradıklarındaysa,soğuk ev duvarlarının, lüks araba
koltuklarının ve çelik para kasalarının bir sevgilinin
yerini tutmadığını, acı içinde fark ettiklerine şahit
oluyoruz.
Siz isterseniz,”herkes” olmaya devam edin...
Ben “Hiç kimse olmak istiyorum.”
Sadece bana ait yanılgılarım, hatalarım, hüzünlerim, kahkahalarım, fotoğraflarım, kelimelerim,
şarkılarım ve hiç benim olmayanlarım ile birlikte, bir
hiçliğe doğru tek başıma karışıp gitmeyi düşünüyorum...” (Yazan: Özlem ŞİMŞEKLER - Fotoğraf Salih
ÇOLAK)

Benzer belgeler