Beni intihar ettiler*1

Transkript

Beni intihar ettiler*1
Beni intihar ettiler *1
Aydın ÇAM
“Ölümümden kimse sorumlu değildir. En çok babamı üzeceğim için
üzgünüm. Hayattan zevk almıyorum. İşyerinde de mutlu değilim.
Başarılı olduğumu düşünmüyorum.” (Akdeniz Üniversitesi’nde
araştırma görevlisi olarak çalışan Murat Elbay’ın intihar notundan, 19
Nisan 2013).
Kayseri’de, ailevi sorunları yüzünden cinnet geçiren 34 yaşındaki
inşaat işçisi Kemal Duran, eşini ve üç çocuğunu bıçak ve keser
darbeleriyle öldürdükten sonra yedi yaşındaki oğlunu kucağına alıp
oturdukları apartmanın on birinci katındaki yangın merdiveninden
boşluğa atladı. Yere çakılan baba–oğul da olay yerinde yaşamlarını
yitirdi. (Radikal Gazetesi, 3 Mart 2014).
“Alaattin bak! İşi bitiremezsen hemen kendini oraya ağaca as!”
(Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin
Rize mitingi sırasında Kendirli Beldesi Belediye Başkanı adayı
Alaattin Serdar’a sesleniyor, 21 Mart 2014).
Tuhaftır, ölümün hemen her biçimiyle karşılaştığımız İlyada ve Odysseia’da intiharın
bahsi hiç açılmaz. Evet, Homeros’un kahramanları açık bir şekilde bugün intihar diye
nitelendirebileceğimiz eylemlerde bulunurlar; Hektor’un ölümü –daha doğru bir ifadeyle
Akhilleus tarafından öldürülmesi– enikonu intihardır. Öldürüleceğini bile bile Akhilleus’un
karşısına çıkmak başka nasıl adlandırılabilir ki? Pekiyi, Akhilleus’un ölümünden sonra –ki
onun ölümü ve sonrası İlyada’da yer almaz; Ovid bunu bize aktaranlardan biridir– en yakın
arkadaşlarından Ayas’ın (Ajax) büyük bir keder içinde, “hiç kimse, ama Ayas’tan başka hiç
kimse, onun canını alamaz” diyerek kendini kılıcının üzerine bırakmasına ne demeli? [1]
Kabul ediyorum; bir erkeğin hem de başka bir erkeğin ölümünden sonra kederinden
kendini öldürmesi bugünün modern kültürel kodları içinde ne sık karşılaşılan ne de
tarihöncesi dönemle aynı şekilde anlamlandırılan eylemler. Ancak, bugün tam olarak
anlamlandırmak çok mümkün olmasa da Klasik Mitoloji’de aktarılan söylenler modern
dünyanın kültürel kodlarının ne kadar derinlerde olduğunu göstermesi bakımından oldukça
önemlidir. Hem, Habil ve Kabil kadar ezelidir ölmek ve öldürmek…
1
Bu çalışma Duvar Dergisi’nin 14. Sayısında Yayımlanmıştır. Mayıs-Haziran 2014, ss.8-10.
Elem ve keder, Klasik Mitoloji’nin en bilindik intihar nedenlerindendir; utanç, kendini
kurban etme ve delilik de öyle. Pek çok kadın, eşini kaybettikten sonra kederinden intihar
eder: Alcyone, Cleite, Cleopatra, Polydora ve Polymede ya eşleri öldükten ya da eşleri
tarafından terk edildikten sonra –örneğin Eurytion kızı Antigone– kendi hayatlarına son
verirler. Erigone ise babasını kaybettikten sonra kendini öldürür. Çocukların kaybından
sonra da intiharlar söz konusudur ki –örneğin Eurydice– tüm bunlardan Antik Yunan ve
Roma toplumlarının aile merkezli örgütlendiği sonucuna ulaşabiliriz; eş ilişkisinin ya da
aile örgütlenmesinin ortadan kalktığı durumlarda bireyi toplumsal alanda baskı altında
bırakan bir süreç yaşanıyordu ve ihtimal odur ki intiharların bir kısmı bu sürecin sonunda
gerçekleşiyordu. Elem ve keder gibi utanç da Klasik Mitoloji’de sıklıkla görülen, çok güçlü
bir intihar nedeniydi ki bu duygu başlı başına toplumsal alanda gerçekliğini bulmaktadır.
Klasik Mitoloji’de toplum söz konusu olduğunda kurban etme kolektif bir eylem halini alır.
Kurban edilen ise bireyin kendisidir: Leontides, Orion kızı Coronides, Alcis, Menippe,
Menoeceus,
Androcleia ve diğerleri kentlerini düşman ordularından ya da salgın
hastalıklardan korumak için kehanetlere boyun eğer ve kendilerini öldürürler; önemli olan
toplumun esenliğidir. Dymas savaşta esir alınıp sorgulanmaya başladığında arkadaşlarını
korumak için kendisini öldürür. Marathus ise kehanete uyar ve tam da iki ordu karşı karşı
karşıya gelip savaş düzeni aldıklarında kendini öldürür. Nihayetinde ölmek ve öldürmek,
aynı anda aynı özne tarafından gerçekleşip iç içe geçtiğinde düzen yıkıcı bir eylemdir.
Deliliğe gelince: Deliliğin bireysel değil de toplumsal bir olgu olduğunu Michel Foucault
uzun zaman önce ifade etmişti. Deliliğe bağlı intiharın toplumsal bir olgu olmadığını nasıl
söyleyebiliriz şimdi?
Emile Durkheim, 19. yüzyılın sonuna doğru yaptığı çalışmalarda, o güne değin bireysel
alanda değerlendirilen intiharın aslında toplumsal etkenlere bağlı olduğunu, bu nedenle de
toplumbilimsel yöntemlerle araştırılması gerektiğini ileri sürer [2]. İntihar eylemlerini üç
temel sınıfa ayırır Durkheim: Bireyin toplumla bütünleşememesi sonucunda gerçekleşen
bencil (egoistic) intiharlar; bireyin aşırı toplumsallaşması sonucunda meydana gelen elcil
(altruistic) intiharlar ve bu iki sınıfa da girmeyen kuralsızlık (anomic) intiharları. Bencil
intiharlar, bireyin toplumsal bağlarının gevşek olduğu durumlarda görülür. Bütün
toplumlarda bekârların intihar oranı evlilere göre daha yüksektir; aynı şekilde evli ancak
çocuksuz ailelerde de intihar oranı çocuklu ailelere göre daha yüksektir. Aile bağları ne
denli yoğun ise, aile bireylerinin intihara karşı bağışıklığı da o ölçüde yüksek olmaktadır.
Yalnızlığın bireyi intihara sürükleyebileceğine dair bir önermedir bu... Tersine, toplumsal
krizlerin ya da savaşların yaşandığı dönemlerde bireyin toplumla bağının artması ve
toplumsal sorunlara katılımının yoğunlaşması sonucunda intihar oranının düştüğü görülür.
Aşırı bireyselleşmiş toplumlar, intiharın daha sık gerçekleşmesine neden olduğu gibi aşırı
toplumsal bütünleşme de intiharı kolaylaştırmaktadır. Adetler, gelenekler ve alışkanlıklar
bir biçimde düzenlenmiş olduğunda, topluluğun buyrukları gerektirdiğinde, bireyler intihar
baskısı ile karşı karşıya kalmakta ve kendilerini öldürmektedir. Hindistan’da bugün artık
yasaklanmış ve tarihe karışmış Sati geleneği buna bir örnektir; ölen kocanın ardından eşi
de onun yakıldığı ateşe atlar. Japonya’da onur intiharı olarak da adlandırılan Seppuku
(yaygın bilinen adıyla Harakiri) da toplumsallaşma ve gelenek baskısı sonucu gerçekleşen
intiharlardır. Bugün Türkiye’de gerçekleşen pek çok kadın intiharının –çoğunun aslında
cinayet olduğu notunu düşelim– aile baskısı sonucu yaşandığını ve gelenekle
meşrulaştırılmaya çalışıldığını da söylemek gerekir. Ve bir kadın intihar ettiğinde, ne
iktidar ne de toplum sorumluluğu kabullenir. İntihar, bu coğrafyada kadına biçilen bir
gömlektir; kadınının o gömleği kendi kendine biçmiş olduğunu umar herkes. Ne yazık ki
öyle değil...
Türkiye’de sosyal bilimlerin diğer alanlarıyla kıyaslandığında, intihar olgusuna önemli bir
ilginin olduğu görülmekte. Bu konuda 1974’ten bu yana 549 yüksek lisans ve doktora tezi
çalışması yapılmış [3]. Diğer taraftan Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) da 1962 yılından
itibaren derlediği intihar verilerini yayınlıyor. İlk olarak Adalet İstatistikleri Yıllığı içinde
kısa bilgiler halinde yayımlanan intihar istatistikleri, 1974 yılından itibaren ayrı bir yayın
halinde sunulmuş. 2012 yılından sonra ise İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü,
Jandarma Genel Komutanlığı ve Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nden derlenen
intihar istatistikleri 2013 yılının Haziran ayından itibaren haber bültenleri şeklinde
kamuoyuna duyurulmaya başlanmış. Ancak daha ilk bakışta bile bu istatistikler kuşku
uyandırmakta çünkü TÜİK’in intihar tanımı oldukça sorunludur.
“İntihar, insanın psişik tabakalarında meydana gelen bir iç çatışma sonucunda kendini
bilerek ve isteyerek öldürme şeklidir,” diyor TÜİK; intiharla ilgili olarak yayınladığı ilk
haber bülteninin bilgi notunda. Bu tanım, intihar olgusunu sadece bireysel alanda
değerlendirir ve intiharla ilgili toplumbilimsel çalışmaları topyekûn reddetmek anlamına
gelir. İntiharın araştırılmasını psikiyatrinin kollarına terk eden bu tanım, çözümü de
psikiyatra bırakır. Çalışmalarının büyük çoğunluğunda psikiyatrı, iktidarın ortağı olarak
değerlendiren ve psikiyatrinin de toplumu modernist bakışla biçimlendirecek bir araç
olduğunu ifade eden Foucault’ya mezarında takla attıran bir tanımdır bu. “Deli, büyücünün
oğlu değildir ama psikiyatr engizisyoncunun soyundan gelir,” derken tam da bunu
kastediyordu Foucault [4]. İntiharın toplumsal/kamusal alandan reddi, onun bireysel/öznel
alana itilmesi iktidarın (ve toplumun) bu eylemdeki bütün sorumluluğunun da reddedilmesi
anlamına gelir. Çok kısa bir süre önce TÜİK’in de bir biçimde dâhil olduğu katliam ve
intihar eylemi tam da bu duruma uygun düşer. Haberden aynen alıntılıyorum: Kars’ta
Veysi Erim adlı TÜİK çalışanı, Bölge Müdürlüğü binasını bastı. Otomatik silahla ateş
açan şahıs Bölge Müdürü Mehmet Tolon’un da aralarında olduğu altı çalışanı
öldürdükten sonra intihar etti. Psikolojik sorunları olduğu öğrenilen saldırganın TÜİK’te
sosyolog olarak çalıştığı ve hakkında bazı soruşturmalar bulunduğu bildirildi [5].
“Psikolojik
sorunları
olan
sosyolog”,
bir
Michael
Haneke
filminin
final
sekansındaymışçasına, altı iş arkadaşını öldürüp intihar ediyor. Bu kadar basit olmamalı...
Elbette haber cümlesinin içine gizlenmiş küçük bir ayrıntıdan Veysi Erim’in iş yerinde
problemler yaşadığını ve hakkında bazı soruşturmalar yapıldığını da anlayabiliyoruz. Ama
nedense bu detaylara eğilmek yerine Veysi Erim’in psikolojik sorunları olduğuyla
avunmamız bekleniyor. Kötülüğe dair bütün sorumluluğu üzerimizden atıyor ve kötülüğü
Veysi Erim’in ruhunun karanlık bölgelerinde arıyoruz. Toplumsal vicdanımız rahat artık...
TÜİK’in 2013 yılı Haziran ayında yayınladığı, 2012 yılına ait intihar verileri bize o yıl
3225 kişinin intihar ederek yaşamlarına son verdiğini gösteriyor [6]. Ancak, bir kez daha
tekrar etmek gerekiyor ki toplumsal, kültürel ve özellikle dinsel baskılardan dolayı bu
verilerin gerçeği yansıttığını söylemek zor. Dahası intiharların neden gerçekleştiğine dair
bir veriye ulaşmaktan aciziz: İntiharların %53’ünün nedeni bilemiyoruz. Bazı intiharların
aslında cinayet, bazılarının ötanazi olabileceğini –cinayet terimini bir eğretileme için değil,
düz anlamıyla kullanıyorum–bazı intiharların da (özellikle yaşlı nüfusta görülenlerin) dini
nedenlerle savcılık raporlarına “doğal ölüm” olarak aktarılmış olabileceğini göz önünde
bulundurmak gerekiyor. Dolayısıyla TÜİK’in yayınladığı bu verilere temkinli yaklaşmak
şart. Ancak her şeye karşın, değerlendirmelerimizi bu rakamlara göre yapmak zorundayız;
elimizdeki tek veri bu. Ve bu veri bize Türkiye’de intihar edenlerin %72’sinin erkekler,
%28’inin kadınlar olduğunu söylüyor; bu rakamların kamusal alanda cinsiyete dayalı
yurttaş temsili oranlarına denk düşeceğine neredeyse eminim ve bununla ilgili çalışmalar
yapıldığına da. Ancak bu çalışmalar yaygınlaştırılmıyor ve sonuçları yurttaşlara
ulaştırılmıyor; kamuya açılan veriler sadece kaba rakamlardan ibaret. Bunlarsa bize, daha
TÜİK’in tanımından itibaren, iktidarın intihar ile ilgili bir politikasının olduğunu
gösteriyor. İktidarın, hem intihar hem de intihar ile ilgili çalışmaların toplumsallaşmaması
ile ilgili sıkı bir düzeni var.
Ne var ki hemen hepimiz benzer bir şekilde intiharı toplumsal/kamusal değil de
bireysel/özel alanda kabul etmek ve anlamlandırmak eğilimindeyiz. Bu coğrafyada intihar
sanat, edebiyat ve sinemada bir sorgulamaya konu edildiğinde bile çoğunlukla bireysel
alanda kalır; sanatın konusu olarak dahi toplumsallaşma olanağı bulamaz. En yüksek
intihar oranının 75+ yaş grubunda gerçekleştiği ve bilinen en güçlü intihar nedeninin
hastalık olduğu bir coğrafyada Aşk (Amour - Michael Haneke, 2012) gibi bir film neden
yapılmaz? Gazetelerin üçüncü sayfasından katliam ve intihar eksik olmazken neden tüm
bunların sanattaki temsillerini izlemeyiz? İnsanlık dramının estetize edilmesi ya da acının
pornografik sunumu değil kastettiğim; bu coğrafyanın meselelerini tarihsel ve toplumsal
ortaklığının çok da fazla olmadığı kültürlerin ürünlerine gönderme yaparak çözümlemek
tuhaf sadece. İntiharı bireysel alan ile sınırlandırarak üzerimizdeki yükü atabileceğimizi mi
düşünüyoruz? Oysa görüyoruz işte; kurduğumuz düzenin her yerinden kan sızıyor…
Notlar
*
Antonin Artaud – Van Gogh Le Suicide de la Société, 1947.
[1] Ajax’ın intihar yöntemi Klasik Türk Edebiyatı şairlerinin intihar için kullandıkları
“hançere düşmek” ifadesini akla getiriyor. Kama, bıçak, hançer gibi ucu sivri, keskin bir
aleti kalbe dayayıp hızla yere atılmak ve böylece intihar etmek “hançere düşmek” olarak
adlandırılır. Ulutaş, N. (2000). İntihar ve Roman – İntihar Olgusunun Türk Romanına
Yansıması 1872-1960. Ankara: Akçağ Yayınları.
[2] Durkheim, E. (1992). İntihar – Toplumbilimsel İnceleme. Ö. Ozankaya (çev.), Ankara:
İmge Kitabevi (orijinal baskı tarihi: 1897).
[3] Yüksek Öğretim Kurulu Ulusal Tez Merkezi. Erişim Tarihi: 25 Mart 2014.
https://tez.yok.gov.tr/.
[4] Foucault, M. (2007). İktidarın Gözü – Seçme Yazılar 4 (2. Baskı). I. Ergüden (çev.),
İstanbul: Ayrıntı Yayınları (orijinal baskı tarihi: 1994), s.77.
[5] TÜİK Bürosuna Kanlı Saldırı: 7 Ölü. Cumhuriyet Gazetesi, 19 Mart 2014.
[6] Türkiye İstatistik Kurumu (2013). İntihar İstatistikleri, 2012 (Sayı: 15853). Ankara:
TÜİK.