psychoacademy magazıne ocak 2012
Transkript
psychoacademy magazıne ocak 2012
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 1 2 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 3 4 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 5 İÇİNDEKİLER Birol GÜVEN kader 19 12 YÜZ YÜZE Şafak Sezer KİŞİSEL Dönüşü Olmayan Yolculuk / GÖÇ Bipolar Duygulanım Bozukluğu YÜZ YÜZE Şafak SEZER “ Adam olmak ancak mezara girincedir “ Eyvah Karne Ergenler Genç Kızların Beslenme Dosyası 16 20 Psikolojik Nedenlere Bağlı Cilt Hastalıkları 62 64 68 70 Bir Şehir Vitrini “ULUDAĞ” 74 Panik Atak Hayal Gücü Ve Fantazinin Önemi 30 34 İLİŞKİLER Evlenme Ve Boşanma Paradoksu Dedikodu YÜZ YÜZE Biofeedback 38 9 Soruda Zeynep Yılmaz İnsan Bağımlılığı 42 CİNSELLİK GÜNDEM Şiddet Alp Kırşan Cossy By Aqua YÜZLEŞME Necmi Yapıcı PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 26 EKSİ 18 26 YÜZ YÜZE 6 radyatörlü evlerimizde yalnızlaştık 12 Birol Güven YÜZ YÜZE Ve biz 48 50 52 58 Cinsel İsteksizlik Cinsel Sapkınlık Mazoşizm Vajinismus YÜZ YÜZE Pedofili İNSAN DOSTLARI Hayvan Dostlukları 82 86 GÜZELLİK Temellere Dönmek Güzelliğin Sırrı Beslenme 118 120 Gurmeacademy 123 Renklerin Psikolojisi 124 KÜLTÜR-SANAT 140 PSYCHO ASTROLOJİ 144 96 98 102 106 110 114 YORUM BİZDEN Editör 08 Refleksoloji 46 Neredesin Aşk 94 Okuyucuların Cevapları 130 Hayat Bana Güzel 137 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 7 YORUM BİZDEN EDİTÖR Özür diliyorum Onunla orada tanışmıştın hani. Bir kaç arkadaşına sormuştun senden yana çıkıp, diyaloglarınız bozulmasın diye onaylamışlardı. Onaylamayanları da kıskançlıkla suçlayıp birilerini de arkana almış ve evlenmiştin kişilikleriniz hiç uymamasına rağmen, ben müdahale edemedim. Uyumsuzluğu bir kenara bırakıp anlaşabilirdin birkaç teknik hamleyle. Mutluluk elindeydi oysa. Ben yine yoktum, formülleri veremedim. Küçücük müdahalelerle dünyanın en mutlu çifti olacaktınız belki de. Hadi geçtim tüm bunları, çocuklar oldu. Hiperaktivite ve dikkat eksikliği öbüründe özgüven problemi. Benim yüzümden bir avuç ilaç kullandılar. Sana, ne zaman ilaca gerek var, ne zaman gerek yok söyleyemedim. Davranışlara ve ruha benim yüzümden kimyasal zehir vermek zorunda kaldın. Ego ve ergen dönemi zor geçti biliyorum. Kim bilir ki ne kadar zorlandığını benden başka uykusuz gecelerinde büyütebilmek için onları. Yine yoktum. Zaman zaman depresyona girdin panik ataklar atlattın. Nasıl kolaydı oysa işin içinden çıkmak. Müracaat yanlış kapı; acil servis-kardiyoloji, kalbinin korku ve kaygılarıyla atmasına karşın. Kim bilir yine neredeydim. Strese girdin üzüldün, yanlış limanlara yelken açtın, hatalar yaptın yuvan yıkılıyordu. Bir grup seni destekleyen çapkınlık,” Canım ne olacak?” diyen yalaka arkadaşların yüzünden. Duygularını nerede nasıl kullanman gerektiğinin eğitimini veremedim. Benim yüzümden aleksitimi yaşadın. Mistik Dekorlu kafelerde Beni aradın Duygusal açlığını fark edemeyip çareyi yemekte buldun, kilo aldın. Özgüvenin yerlerde süründü ve ben yine bunları çözmeye gelemedim. Çünkü yoktum. Benim yüzümden mahalle aralarındaki mistik dekorlu kafelere gidip fal baktırdın biliyorum. Beni arıyordun oralarda, beni sorar gibi bakıyordun inan biliyorum ama gerçekten çok özür dilerim. Ben yine orda değildim. TV ve gazetelerin burç fallarında tanımaya çalışırken kendini, çözüm yollarını astroloji ve ehliyetsiz kişisel gelişim platformlarında arar oldun sorunlarını. Ne yazık ki ben yine orada yoktum müracaatını göremedim, görememişim. Bütün bu suçları üzerime alıyor, senin için kendimi parça parça sayfalara bölerek suçumu kabul ediyor, sonsuz kere özür diliyorum... Ve yine söz veriyorum kendimi affettirmek bütün problemlerine çözüm olabilmek için geliyorum ve geldim. Lütfen artık rahat ol korkma ve bana güven. Hadi git al artık ve arkana güvenle yaslanıp bir nefeste oku beni. Anlaştık mı affolmak ümidiyle... Ney anlamadım, nasıl... Ben kim miyim? Üstat uzmanları kaliteli akademisyenleri profesyonel kadrosuyla her ay ve her an emrindeki psikoloğun PSYCHOACADEMY’im... Esat B. Z. BAŞARAN [email protected] 8 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 9 İMTİYAZ SAHİBİ VE YÖNETİM KURULU BAŞKANI Analiz Rehberlik ve Müşteri Hizmetleri Ticaret LTD. ŞTİ. adına; Niyazi Kürşat SAYGIN TÜZEL KİŞİ TEMSİLCİSİ Esat B. Z. BAŞARAN GENEL MÜDÜR VE YAYIN DİREKTÖRÜ Halil TABUR GENEL MÜDÜR YARDIMCISI Ömer Ferhat YALÇIN GENEL YAYIN KOORDİNATÖRÜ Simge ŞEN GENEL YAYIN YÖNETMENİ Zeynep Çağlar KURTARAN YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ (SORUMLU) GÖRSEL SANAT YÖNETMENİ Gökhan SÖNMEZ FOTOĞRAFÇILAR Fatih ÖCAL Can İPEK, Nafi ŞEN KONULAR EDİTÖRLERİ BİLGİ İŞLEM MÜDÜRÜ Hüseyin ARSLAN Elif GENÇ Kenan ÇALIŞKAN PSİKOLOGLARIMIZ Naz SOYTÜRK REKLAM GRUP BAŞKANI Gaye HALEFOĞLU Didem DOĞANTEKİN REKLAM GENEL MÜDÜRÜ KATKIDA BULUNANLAR REKLAM KOORDİNATÖRÜ Prof.Ümit Ukşal, Klinik Psikolog Yrd. Doç.Dr. Sanat Terapisti, Psikodramatist Gülnur Bayezıd Işıker, Uzman Psikiyatrist Dr.Ayhan Erakay, Psikiyatrist Doç. Dr. Burhanettin Kaya, Psikiyatrist Dr.Sibel Mercan, Bihter TÜRKMEN Gökçen SÖNMEZ ABONE VE OKUR HİZMETLERİ Hazal DOĞAN Veteriner Hekim A.Kutlu Dayıoğlu, Beslenme ve Diyet uzmanı Beste Günday, Beslenme ve Diyet Uzmanı . Andaç Yeşilyurt, Klinik Psikolog İlknur Yılmaz, Psikolog Burcu Atatür Yüksel, Uzman Klinik Psikolog/Yönetici Koçu Ayşegül Kalem Ertal, Uzman psikolog Naz Midillili, Uzman Psikolog Derya Özçelik, Psikolog ve ile Danışmanı Pınar Ersöz, Klinik psikolog İzzet Güllü, Klinik Psikolog Tuğçe Peker Darcan, Psikolog İlknur Peder, Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı/Cinsel terapist Op.Dr.Gökçen Erdoğan, Karikatürist Serdar Günbilen, Av.Halil Tulay, Güzellik uzmanı Neşe Arıç DİĞER BÖLGELER Ankara / Pınar DORSAN Antalya / Elif KAŞARCI Gaziantep / İzdem CAN Pasifik / Emre AKIN Amerika / Şüheda D. SCHANE Rusya / Ali PERİŞAN Kıbrıs / Olguhan ÖRMECİ Almanya / Hatice KIZILKAYA Finlandiya / Halil TAŞ www.psychoacademy.com.tr YAYIN TÜRÜ Yaygın - Süreli / Aylık Yayın BASIM TARİHİ OCAK 2012 YÖNETİM YERİ İSTANBUL / Etiler Nispetiye Mah. Aytar Cad. Dilek Apt. No:28 Daire:9 Kat:3 tel: 0212 279 87 56 ANKARA / Çankaya Azize Mah. Hoşdere Cad. Hava Sok. No:30/2 tel: 0312 443 08 17 İZMİR / Alsancak Kıbrıs Şehitleri Caddesi 1477 Sokak No:13/6 tel: 0232 464 26 07 - 0232 463 93 61 faks: 0232 465 03 45 BASIM YERİ Star Medya Yayıncılık A.Ş. Basın Ekspres Yolu Kavak Sokak No:3 / Bahçelievler - İSTANBUL tel: 0212 496 22 86 DAĞITIM Turkuvaz Dağıtım Pazarlama A.Ş. Akpınar Mah. Hasan Basri Cad. No:4 / Samandıra - İSTANBUL tel: 0216 585 90 00 Psychoacademy Magazine’ de yayınlanan bütün yazı, haber, fotoğraf, illüstrasyon ve diğer konuların her türlü telif hakkı Analiz Rehberlik ve Müşteri Hizmetleri Ticaret LDT.ŞTİ’ye aittir. İzin alınmaksızın kullanılamaz. Ege Bölge Dağıtıcısı: Toksem Sağlık Medikal 0232 348 54 29 / 0232 348 62 44 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 11 YÜZ YÜZE ŞAFAK SEZER Adam olmak ancak mezara girincedir H epimizin evine çoğu zaman asık suratlardaki tebessüm olarak konuk ettiğimiz yetenekli bir oyuncu. Tebessüm hayat denen maratonda en çok ihtiyaç duyduğumuz nefes gibi değil mi? Bu süreçte yüzümüzü güldüren bizi sıkıntılarımız ve stresten bir nebze olsun uzaklaştıran bu insanlar ne kadar değerli? Bir solukta izlediğimiz bu programlar, diziler, sinemalar gerçekten çok sıkı bir çalışma ve emek barındırıyor arka planda. Oyuncular kendi sıkıntılarını bir kenara bırakıp evinize tebessüm olarak misafir olabilmek için çok ciddi bir çalışma ve efor sarf ediyorlar. Şafak Sezer’le böyle bir çalışma temposunun ortasında keyifli bir röportaj yaptık. Aslan Kıral setine misafir olduk ve sabaha kadar süren bir çekim maratonunu ortasında bulduk kendimizi. Enerjinin gece boyunca hiç bitmediği, milyonların karşısına çıkartılacak bir eserin sorumluluğunu yüklenen çok değerli oyuncular ve kamera arkası ekip… Şafak Sezer ve tüm ekibe buradan tekrar teşekkürlerimizi iletiyoruz. Bize gülmeyi hediye eden Şafak Sezer nasıl bir insan, bu günlere gelene kadar nasıl bir süreçten geçti, biz kendisini araştırdığımızda hiç de kolay bir süreçten geçmediğini gördük ve siz değerli okuyucularımız için hazırladığımız sorulara çok samimi cevaplar aldık. İşte gudurgan çocuk, ekranların komedi starı Şafak Sezer’in bilinmeyenleri… Nasıl bir çocuktunuz? Gudurgan bir çocuktum. Annem bana gudurgan diyordu çünkü sürekli şımaran her gittiği yerde patates kızartması ve Texas, Tommiks isteyen bir çocukluğum oldu. Bazı insanların çocukluğunda seçeceği meslek bellidir. Sizin de öyle miydi? Hayır öyle değildi, kesinlikle değildi. Hiç düşünmediğim bir meslekti oyunculuk. Eczacılığı çok istiyordum. Eczacı olacaktım ama şartlar öyle gelişmedi. Uzun soluklu bir hayat mücadelem oldu meslek konusunda. İsterdim kendi mesleğimi kendim seçeyim ama böyle bir gün tiyatrocu ağabeylerle top oynarken, babam da ‘Bizim oğlan çok iyi taklit yapar’ dedi. Giriş; o giriş işte! İlk tiyatro heyecanınızı hatırlıyor musunuz? Evet; ilk tiyatro maceram Haldun Taner’in ‘Eşeğin gölgesi’ adlı oyununda eşeği oynayarak başladı. Hatta ‘Bir eşek rolü var onu oyna’ dediler bende ‘Gelirim ağabey’ dedim. Arkasından ‘Top oynayacak mıyız’ dedim. Onlar dedi ki ‘Yavrum biz seni sanatçı yapacağız, sen hala toptasın”. Ben öyle bir giriş başlattım. Sahneye ilk adım atışım böyle oldu. O sahnedeki Şafak Sezer’le şimdiki arasında ne farklar var? Yani eskiden eşektik şimdi adam olduk diyelim. Öyle bir durumumuz var ki adamlığımız da tartışılır olduk mu olmadık mı? Adam olmak ancak mezara girincedir. Bize göre çünkü tiyatro, televizyon sinema bu işler biraz akıl sağlığını zorlayan işlerdir! Onu hatırlatayım; ne yaptığınızı bilemezsiniz, bir anda eşek olup, bir anda anka kuşu oluyorsunuz; işte acayip bir durum. 12 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 Komedi dışında başka hangi rolleri oynamak istersiniz? Şimdilik öyle bir şey yok. Aslında meslekten bahsederken ailem birçok şey olmamı istiyordu doktor olmamı istiyordu, asker olmamı istiyordu ki ben oynayarak hepsini olduğuma inanıyorum. Bir doktoru hatta hemşireyi dahi oynadım. Her mesleği yaptığıma inanıyorum. İner misin? Çıkar mısın? deyince ne hissediyorsunuz? Ne hatırlıyorsunuz? Star televizyonu geliyor aklıma. İlk kazandığım şeydir yarışmada. Askerdim o zaman komutanım demişti git lan bir televizyon alda gel diye maceram öyle başladı. Gittim askeri elbiselerimi çıkarıp sivillerimi giymiştim. Orada öyle girdim askerken katıldım. Birinci oldum. Benim için büyük heyecan verici tabi. Uzun süre tiyatroculuktan sonra sinema ve televizyon kararının sebebi nedir ? Amatör ve profesyonel tiyatrolarda çok oynadım. Televizyon kararı açıkçası yarışmayla başladı, öylede devam etti. Filimler reklamlar kanallar insanlar sizi görmeyi çok seviyor. Neden? Seviyorlar. Kendilerinden biri olarak görüyorlar günümüzde artık mizahın tükendiğine inanıyorum mizahçı adamlara biraz daha değer veriyorlar. Şans bir kaderdir Şans bana yaklaşacak çok şey demişsiniz. Şanslı mısınız? Hayır değilim herhangi bir şey için de uğraşmıyorum. Kader diyorum ben şans da bir kaderdir sonuçta. Mesleğiniz gereği insanları güldürdünüz mutlu ediyorsunuz insanlar repliklerinizi skeçlerinizi günlük hayatlarında kullanıyorlar. Neler hissediyorsunuz? Eee, o dili başka yerde görmek tabii ki hoşumuza gidiyor. Yani sen kendin kapalı bir yerde konuşurken. Sonra bakıyorsun bu iş sokağa yayılmış, o beni mutlu ediyor. Komedyen olan bir oyuncu sanki hep gülmeli diye şartlandırıyoruz bizler(izleyici). Bunu sağlamak güç. Bu konuyla ilgili hiç destek(psikolojik) aldınız mı? Hepimizin içinde biraz arızalık olduğu için destek alınmalı tabii ki. Sakinlik bizim için en büyük destektir. Sizi kim/kimler güldürüyor? Ben herkese gülüyorum, bana keyif veren her şeyi seviyorum. İyi bir televizyon izleyicisiyim bu arada. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 13 Televizyonlar da ya da sahnelerde çok görünenler için yüzü eskiyor derler. Sizce doğru mu? Böyle bir çekingeniz oluyor mu? Açıkçası böyle bir şey yok, hani biz bu işi meslek olarak yaptığımız için. Bir sinema, bir dizi, bir reklamın insanı yok edeceğine inanmıyorum. Ben şuna inanıyorum; kaliteli ve başarılı olduğunuz zaman her yerde ayrı bir seyirciniz var. Her şeyin, her rolün, her oyunun tadı başka. Bizim asıl alanımız sinemadır. Televizyon ve reklam yaşamaya mücadele verdiğimiz yer. Onlarda da başarılı olduğumuza inandırdı halkımız. Sizde bir yarışma programı ile ivme kazananlardansınız. Şu anki yarışmalardaki yetenekli insanlar hakkında neler düşünüyorsunuz? Türkiye yeni yetenekleri nasıl karşılıyor? O tür yarışma programları var tabii ki. Çıkan başarılı arkadaşlar da var ama her şey zamanla. Öyle sadece yarışmayla olmuyor. Zamana eğitime ve alt yapıya ihtiyaç var. Pişmek lazım biraz İner misin? Çıkar mısın? Yarışması’nın televizyon önünde çok büyük faydası vardır ama kökenim tiyatrodan geldiği için hani yarışmaya geldiğimde zaten alt yapım hazırdı. Arkadaşlarında öyle yarışmasını isterim bende. Mesleğim beni korkutmuyor Sizce mesleğiniz nankör mü? Öyleyse bu sizi korkutuyor mu? Mesleğimize nankör diyen çok, beni hiç korkutmuyor. Asla korkmadım, mesleğimden korksam zaten yapmam bu mesleği. Nankörlüğü şudur; bir gün kameralar size dönmez, dönmedi mi de pişman olursunuz. Zaten o kameraların dünyasında ben yokum. Çokta sevdiğim şeyler değil onlar gece hayatı ve benzeri durumlar. Şener Şen sizin için çok önemli biri. Ustayı diğerlerinden ayıran ne? Şener Ağabey önümüzdeki en büyük örnek bu işi yıllardır yapıp ta eline yüzüne bulaştırmayan büyük aktörlerden biridir diye biliyorum. Okan Bayülgen’in de sizde ayrı bir yeri var? Anlatır mısınız? Biz yarışma programındayken Okan Bayülgen’i televizyonda izliyorduk. Sonra Okan’la tanıştık. Okan bizi programına aldı daha sonra her şey daha güzel oldu, daha güzel gelişti. Aslında kapımızı açan Okan Ağabey’dir. Her şeyi ona borçluyum diyebilirim. Tiyatro, televizyon, sinema hangisinden vazgeçemezsiniz? Hepsinin ayrı zevki vardır ama vazgeç dersen hiçbir tanesinden de vazgeçemem. 14 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 Kaybetmekten korkar mısınız? Ne zaman kazandık ki ? Asabi bir adam olduğunuzu kabul ediyorsunuz? Şafak Sezer nelere sinirlenir? Her şeye. Komiklik sinirden geliyor Asabi bir adam nasıl komik oluyor? Komiklik o zaten sinirden geliyor, insanı en güzel sinir güldürür. Bu asabiyeti bir uzman desteği ile yenmeyi düşündünüz mü? Bir sürü uzmanım var etrafımda Oya Abla da uzmanım. Eşim de uzmanım yanımdaki Tarık’ta uzmanım. Herkes uzmanım benim. Alemin Kralı’nda sürekli kayınvalide ile atışan bir adam Arslan. Gerçekte böyle bir şey olmasına izin verir miydiniz? Aile yapısına çok düşkün bir evladım ben gerek kayınvalidemle gerek annemle ilişkimin maneviyatı çok yüksektir. Bende ailenin öyle bir şeyin olmasına izin vermezdim açıkçası ama böyle bir kayınvalidem olmasını da istemezdim. Arslan’dan kızları da şikâyetçi (en küçüğü hariç!). Arslan baskıcı kıskanç bir baba mı? Gençlere ilişkiler ya da evlilik hakkında neler önerebilirsiniz? İyi bir zaman zarfı içerisinde birbirlerini tanımalarını isterim acele etmemelerini çünkü otuz yıl yanınızda başka birisiyle uyanıyorsunuz ona göre. Düzgün bir aile hayatı başarıyı tetikliyor mu? Kesinlikle her zaman düzgün bir hayat isteyeceksiniz. Zaten düzgün olmayan hiçbir insan hiçbir meslekte başarılı olamaz. Eşlerine yalan söyleyen ticarette ve işte de arkadaşlarına yalan söyler. Nasıl bir eş ve babasınız? Aslında bunu Esra Hanım daha güzel cevaplar. Bana sorarsanız iyi bir baba der, maneviyatı yüksek der, eli açık der. Bende çocuklarıma karşı iyi bir baba olduğuma inanıyorum. Öyle diyorlar sokakta. Bizi evde Sudem güldürüyor. Evde güldüren/neşeli olan siz mi? Karınız mı? Evet, şartlar neyi gerektiriyorsa o şekilde davranıyoruz Aslan olarak. Evde en büyük kızım Sudem güldürür bizi ya da Irmak güldürür, biz onları seyrederiz. Irmak’ın son modası televizyonda gördüğü herkesi bize geldi diyor. “Bak bu bize geldi… bu bize geldi… bu bize geldi” diye. Arslan’ın kızlarına yaptığı baskıyı, Şafak Sezer de kızlarına yapar mı? Çocuklarınızla ilgili hiç destek aldınız mı ya da almayı düşündünüz mü? Biz Sudem’le çok iyi arkadaşız onu söyeyeyim. Büyük kızımla çok iyi arkadaşız, küçüğü ile anlaşamıyoruz. Çorbamız eksik olmuyor Eşinizin ailesi evlenmenize izin vermemiş? Nasıl aştınız o sancılı zamanı? Bir iki mizah bir iki fıkra ile birkaç tane de baba ve kayınvalide takliti … Eskiden tiyatrocuya kız vermek gerçekten kolay değildi. Hiçbir aile kızını vermek istemezdi. Bu anlamda zor bir zamandan geldik aslında kolaya konmadık diyebilirim. Şimdi şimdi meslek rahatlamaya başladı aileler çocuklarını gönderebiliyorlar. Bizim çocuğumuzda oyuncu olsun eskiden erkek topçu, kız da ses sanatçısı olurdu. Onlar biraz aşıldı. Artık tiyatro ve sinemaya önem var. Tabii artık bu meslekte de kazanç iyi. Eskiden nasıl geçineceksiniz durumu vardı. Çok şükür şimdi çorbamız eksik olmuyor evimizde. Tabii ki gerekli durumlarda isteriz onların da en önemli danışmanları, öğretmenleri, gerekli gördüklerinde bize hemen söylüyorlar ve o konu hakkında aile meclisini topluyoruz hemen evde. Evde iktidar kimdir? Benimdir herhalde başka bir şeyin olma şansı yok . Evde komik bir baba/eş mi var? Yok. Eve yorgun argın gittiğimiz için. Peki siz kızlarınızın tiyatro ve sanat camiasından birileriyle evlenmesine izin verir misiniz? Benim kızlarım gönlü neyi isterse onu yapabilir. Zaten büyük kızım Sudem oyuncu olmak istiyor, küçüğü pek yanaşmıyor ama .. Dostlarınız iş çevrenizden midir(çoğunluğu)? Tabii ki sanat camiasından çok arkadaşım var. Fırsat buldukça görüşüyorum ama ben ev kuşu olduğum için çok da fırsat bulamıyorum. Hz. Yuşa Yeni projeler var mı? Yeni yıl da neler yapacaksınız? Yeni projeler var. Yeni yıla girişte Yuşa hazretlerinde her yıl dua olur. Ben orada dua ederek girmeyi çok seviyorum. Lades diye bir sinema filmimiz var. Senaryo ve hikayesi bana ait. Yönetmeni Murat Aslan çok sevdiğim eski bir arkadaşım çekecek. Süreç filminin yapımcılığını yaptı. Başrollerde Metin Akpınar ve benim oynayacağımız bir kara mizah sineması. İnşallah seyircilerde çok beğenecekler ki arkasından Kutsal Damacana da beraber çalıştığımız Ahmet Yılmaz’ın yazacağı bir senaryo var. Onu bekliyoruz. 5 kelime de Şafak Sezer sözlüğü -Psikoloji: Psikoloji benim için DENGE ’dir. -Aile: Gönlümün goncaları. -Gülmek: Sana yakışıyor. -Aşk: Tesadüfleri sever. -Sinema: Sinema sinema paradiso diyorum. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 15 Dönüşü olmayan yolculuk ‘Nereye göçersen kendini götürürsün İçindeki kor ateşi zor söndürürsün Yaşananları unutarak öldürürsün Göç dönüşü olmayan yolculuktur demiş şair. E ’ nteresandır, şehirleşme mevcut yerleşim yerlerinin hep batı yönüne doğru olur. Göçler de aynı şekilde doğudan batıya doğru bir eğilim gösterir. Bazı istisnaları olsa da göçler köylerden şehirlere, şehirlerden metropollere şeklinde genel bir seyir izler. Göç bir sosyal hadisedir ve hiç bir sosyal olay durup dururken gerçekleşmez. Bir yerden başka yere, genellikle de halihazırda yaşanılan yerden/yurttan yaşanılmak istenilen yere/yurda insan transferi diyebileceğimiz göç olgusu da aynı şekilde durduk yere gerçekleşmez. Bu olguyu hazırlayan insan ve çevre, iç ve dış kaynaklı bazı şartlar söz konusudur. Eşyanın tabiatına aykırı hareket E KİŞİSEL İZZET GÜLLÜ şyanın tabiatı gereği insanoğlu doğduğu, özellikle de ilk çocukluk yıllarını geçirdiği, bazı sosyal ilişki ağları kurduğu, eş, dost ve akraba dayanışması içinde bulunduğu doğal yaşam yerini kolay kolay terk etmek istemez. İnsan ruhu bu yönde bir doğal eğilime sahiptir. İşte insan bu doğal eğilime rağmen göç eder. Bunun için ise çok daha önemli nedenleri olmalıdır. Psikolojik olarak daha güvenli, daha sıcak, daha uygun olan bu doğal psikososyal koşulları kişiler daha çok zorlayıcı ekonomik sorunlar nedeniyle veya bazı zorunluluklar dolayısı ile terk ederler. Göç olgusu ve farklı dinamikler D Hacettepe Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun oldu. 15 yıldır Malatya Devlet Hastanesinde klinik psikolog olarak görev yapıyor. Çalıştığı klinikte takriben yirmi bin saatin üzerinde bireysel vaka görüşmesi gerçekleştirerek yoğun bir klinik birikime / deneyime sahip oldu. /// Hiç düşündünüz mü? Neden şehirleşme veya göçler doğudan batıya doğru olur? Uzmanlar tarafından ‘Sosyal bir hadise’ ya da ‘Eşyanın tabiatına aykırı hareket’ olarak nitelendirilen göçü ve nedenlerini tüm ayrıntılarıyla bu yazımızda bulacaksınız. İşte Türk insanının olağan saydığı göç, göçle gelen sıkıntılar ve çözüm yolları... /// 16 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 ünyanın her bölgesinde söz konusu olabilen göçün zulüm ve baskı, salgın hastalıklar, kıtlık, kuraklık gibi kendine has dinamikleri (değişken nedenleri) olabilmekle beraber ülkemizdeki göç yaşantısının daha çok ekonomik nedenli, iş bulma, hayatı kazanma gibi daha çok maddi sorunlar nedeniyle gerçekleştiği görülmektedir. Büyük ölçüde ekonomik nedenlerle gerçekleşen göç hareketi ekonomik olarak daha gelişmiş illerimize yönelmiş, kısa sürede bu bölgelerimizdeki nüfusun artmasına, buna bağlı olarak da insan ve sosyal odaklı bir dizi sorunların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Yalnızlık ve güven yitimi Y ukarıda değinildiği üzere doğal ve alışılmış, uyum düzenekleri kurulmuş yaşam yerlerinin terk edilmesi, kendisi gibi sorunlarının da büyük olduğu yeni yerleşim yerlerine gelinmesi demek olan göç yaşantısı sonucu kişilerin iç dünyalarında kısa süre içinde baskın hale gelen, bir çok duyguyu ve davranışı belirleyebilecek bir potansiyel kazanan duygu yalnızlık ve bunun beslediği güven yitimidir. Kişiler yeni geldikleri yaşam yerinde kendilerini onca kalabalığa rağmen yalnız ve güvensiz hissederler. Trafiğin daha hızlı akması, binaların daha yüksek ve görkemli olması, insanların birbirine son derece yabancı bir biçimde sağa sola koşuşturması bu duygu ateşinin alevlerini kısa sürede yangına çevirir. Bu duygu müstakil bir sonuç olarak kalmaz, kişilerin kendilerine olan güvenlerinde değişken oranlarda yitime de yol açar. Gerek içine düşülen yalnızlık hissi gerekse özgüven kaybı bu kişilerin davranışlarını daha çok kaçınma ve yaklaşma olmak üzere iki yönde belirler. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 17 Gelenekçi yan - modern yan çatışması Yaklaşma ve kaçınma döngüsü B u iki temel duygunun anlatılan nedenlerle daha baskın bir hale gelerek ön plana geçmesiyle bazı davranışları belirlemeye başlar. Bu davranışlar daha çok “Yaklaşma ve kaçınma” şeklinde görülür. Kişiler az çok tanıdıkları, yakından veya uzaktan hemşeri ya da akraba oldukları kişilere gereğinden fazla güvenme ihtiyacı içine girerler. Bu duygusal ihtiyaç davranışları gereğinden fazla güvenme anlamına gelebilecek bazı riskli ve suistimale açık davranışlarına yöneltir. Böylece ortaya, “Güvendik hata ettik, dost kazığı, sırtını dönmeyeceksin” tabirleriyle dile getirilen yığınla hayal kırıklığı çıkabilir. Yine sözü edilen duygular hiç tanışık olunmayan kişilerden aşırı tedirgin bir biçimde uzak durma, genellikle de kabuğa çekilme davranışlarına neden olabilir. Bu aşırı güvensizlik ve kabuğa çekilme davranışları bazı fırsatların kaçırılmasına, yeni gelinen yerden kısa sürede soğumaya, eskiye özlem duymaya, hatta zaman zaman duygu durum sorunlarına, özellikle de aile içi problemlere yol açabilir. Hemşerilik bağları ve kapalı devre ilişkiler K işiler aynı sosyal ve kültürel geçmiş havuzunda yıkandıkları için belli davranış kalıplarını az çok yordayabildikleri, dolayısı ile hiç tanımadıkları kişilere göre daha güvenilir buldukları hemşerileriyle yakın bağlar kurmak için arayışlara girişebilirler. “Şu bakkal da sizin oralı, iki sokak ötede sizin oralı bir manav var” türü bilgilerin yönlendirmesiyle kısa sürede bu kişilerle irtibata geçebilirler. İrtibata geçilen bu kişilerden haliyle daha fazla hemşeriye ulaşılır. Özelikle erkekler hemşerilik bağı içinde bulundukları kişilerle görünüş itibariyle yeni ancak özünde eski gelenekçi öğelerle örülü bir ilişki ağı içine girerler. Böylece her ne kadar yaşam yeri değişmiş olsa da yaşanılanlar büyük ölçüde aynı kalmaya, eski adet ve gelenekler aynı hızla yaşatılmaya devam eder. Bu süreç kendi içinde kümeleşmelere, bir çok alt kültür gruplarının oluşmasına yol açar. Bu sonuç, diğer kültür kümelerine karşı ön yargıların ve bazı olumlu yahut olumsuz duyguların oluşmasına da neden olur. 18 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 Y eni yaşam yerinde eski geleneksel öğelerin olanca hızıyla hüküm sürdüğü bu ailelerde yetişen çocuklar büyük bir kültürel şok ve adaptasyon sorunu yaşayabilirler. Bazı konularda geleneksel davranışlar, bazı konularda çevredekilere benzer davranışlar sergileyebilirler. Bu gelensel tipli ve gelenek dışı davranış değişkenliği iç dünyalarında bir dizi çatışma ve buhranlara kapı arayabilir. Sözgelimi modern görünmek istedikleri halde başlarını kapatabilirler. Makyaj kullanma, şık giyinme ihtiyacı duydukları halde evinden haftada en fazla bir kere dışarıya çıkmak zorunda kalabilirler. En azından bazı konulardaki hızlı kültürel dönüşüm aile içi baskıların aniden artmasına, geleneklerin kaybolmaya başlaması riskinin tetiklediği bir katı baskıya yol açabilir. Yetişkinler yeni yerde eskiyle uyumlu yaşayabilmeyi büyük ölçüde başarabilirler. Lakin aile ortamında ebeveynlerle çocuklar arasında “Kuşak çatışması” dediğimiz sorunların daha fazla yaşanması söz konusu olabilir. Aileler çocuklarına, bozucu etkinin daha az bulunduğu geçmiş dönemlerde etkili olabilmiş çocuk yetiştirme formülleriyle yaklaşabilirler. Bu eski usül yeniyi görmüş kuşağın bünyesi tarafından kısa sürede reddedilebilir. Bu sürecin sonunda aileler büyük bir çaresizliğin içine düşebilir. Bu ve benzeri nedenlerle ortaya çıkan aile içi sorunlar/çatışmalar göç etmiş ailelerin çocuklarını sokaktaki suç şebekelerine daha açık ve eğilimli bir hale getirebilir. Peki çözüm ne olabilir? B u aslında doğal bir süreçtir, bir biçimde yaşanacaktır. Ancak bu süreç bazı uygulamalarla daha da hızlandırılabilir. Böylece pek çok ailenin bu çalkantılı geçiş sürecini daha kolay aşması, daha az bedelle atlatabilmesi sağlanabilir. Bunun için her mahalleye rutin bir biçimde psikolojik eğitim programlarının uygulandığı, bunun düzenli bir müfredat halinde sürdürüldüğü bazı danışmanlık merkezleri açılabilir. Okuma yazma seferberliğine benzer biçimde her mahallede “Uyum seferberliği” adı altında psikoloji içerikli eğitim programları açılabilir. Bu konularda bilgi, öngörü ve farkındalık kazandırabilecek kitapçık ve dökümanlar hazırlanabilir, bunlar göç etmiş gelmiş ailere ücretsiz olarak dağıtılabilir. Sosyal hizmet uzmanlarının ve psikologların bu aileleri sık sık ziyaret etmesi, sorunları sıcağı sıcağına ve yerinde görmesi, ailere yerinde bireysel ve ailevi danışmanlık hizmeti sunması sağlanabilir. Böylece bu ailelere yalnız olmadıkları, devletlerinin her türlü yolla sahip çıktığı duygusu verilebilir. Bu duygu güvensizlik ve özgüven yitimine de panzehir olabilir. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 19 Bipolar Duygulanım Bozukluğu ya da Manik Depresif Psikoz /// 19. yüzyılda Alman doktor Emil Kraepelin tarafından tanımlanmıştır. Hastalık iki uçlu duygu durum bozukluğu, iki uçlu mizaç bozukluğu, bipolar duygulanım bozukluğu, bipolar bozukluk, psikoz manik depresif-PMD, mani olarakta bilinir /// Neden bipolar olarak adlandırılır? Bilinen formuyla bipolar bozukluk hastanın duygulanımı mani dönemlerinde neşe, depresyon dönemlerinde ise umutsuzluk ve çökkünlükle karakterizedir. Yıl içinde mevsimle de bağlantılı olarak ataklar ortaya çıkar. Bu atakların arasında ise kişi normal hayatına döner. Bazı hastalarda belirtiler çok belirgin gözden kaçmayacak kadar şiddetli iken diğer bazı hastalarda belirli belirsiz duygusal dalgalanmalarla gider ve bu hastalar sıklıkla gözden kaçar. Bazı hastalar neşe ve durgunluk dönemlerini ayrı ataklar halinde yaşar. Bazılarında ise neşeli ve üzgün dönemler ya da sıkıntı ve taşkınlık durumları bir aradadır. KİŞİSEL SİBEL MERCAN Psikiyatrist, Psikoterapist 20 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni 1991 de tamamladı. Aynı yıl yine Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri bölümünde ihtisasa basladı.1996 yılında uzman oldu. 1996-1997 yılları arasında Amerika’da bulundu. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 Toplumda ne sıklıkta görülür? Toplumda görülme sıklığının yüzde 1–2 olduğu söylenmektedir. Ancak bipolar bozukluğun hafif belirtilerle seyreden, takıntılar ya da panik atak gibi mani döneminde farklı belirtiler gösteren (tip 2, siklotimi ve atipik formlar) hastalarda dahil edildiğinde toplumdaki sıklığının yüzde 5–8 dolayında olduğu söylenebilir. Bu akademik çalışmaların gösterdiği yüzde 1-2’nin oldukça üzerinde bir rakamdır. Kadınlar ve erkeklerde eşit oranlarda görülür. Hastalık genelde 20’li yaşlarda başlar. Ancak başlangıcın bu yaşlarda olması şart değildir. Küçük çocuklardan 50–60 yaşını geçmiş yetişkinlere kadar değişik yaş gruplarında görülme olasılığı vardır. Hastalık nasıl ortaya çıkar? Hastalığın başlangıcı ve seyri hastaya göre çok değişiklik gösterir. Eğer hastalık depresyon ile başlarsa tanı koymak güçtür. Birçok hasta depresyonla başvurarak antidepresan ilaç kullanımına başlar. İlaçların kısa süreli ya da uzun süre kullanımı ile hastalığın mani ya da hipomani belirtileri ortaya çıkar. Eğer neşe ve taşkınlık belirtileri belirgin ise kolayca bipolar tanısı alır ama hastada neşe yerine sıkıntı ya da kaygı belirtileri ortaya çıkmışsa hastalık sıklıkla fark edilmez, yanlış tanı alarak yanlış tedavi uygulanır. Bunun sonucunda hastalık daha karmaşık bir hal alır. Hastalığın ortaya çıkışı sıklıkla kişinin meslek ve eş seçimi dönemine rastlar ve kısa sürede tanı konulup önlem alınmazsa kişinin hayatında önemli sekeller bırakır. Hastalığın başlangıç belirtisi genelde nedir? Hastalık genelde uykusuzlukla başlar. Sık gördüğümüz örneklerden biri üniversiteye hazırlık, evlilik, doğum gibi stresli yaşam olaylarının olduğu dönemlerde genetik olarak bipolar hastalığa yatkınlığı olan kişilerin stresle ve hormonal dalgalanma ile tetiklenen ataklarının ortaya çıkmasıdır. Örnekler ne olabilir? Hayali bir hastalar üzerinde süreci şöyle anlatabiliriz: Mehmet üniversite sınavına hazırlanıyordu. Sınavla ilgili yoğun kaygıları vardı. Gece uykuları, iştahı bozulmuştu. Dikkatini toplayamıyor, okuduğunu anlayamıyordu. Nedensiz yere hüzünleniyor ve ağlamaya başlıyordu. En ufak bir şeye sinirleniyor, birisi iyi bir şey bile söylese yanlış anlıyordu. Kız arkadaşı ile görüşmek istemiyor eskiden zevkle yaptığı halı saha maçları ya da arkadaşları ile yaptığı sohbetler canını sıkıyordu. İnternete girmek istemiyor girse de zevk almıyordu. Son zamanlarda ölümü sık düşünmeye başlamıştı. Zaten mutsuzdu, yaşamın ne anlamı vardı. Bazen “acaba evdeki ilaçların hepsini içsem, bitse her şey, uyur bir daha uyanmam” gibi hayaller kuruyordu. Annesine uykusuzluğundan bahsettiğinde annesi eczaneye gidip bir uyku ilacı alıp gelmişti. İlacı aldıktan sonra 1–2 gün içinde aşırı bir sıkıntı hissetmeye başladı, uykusu iyice gitmişti ama kendisini aşırı enerjik hissetmeye başlamıştı. Eve sığamıyordu. Kendisini çatlayacak kadar sıkıntılı hissediyordu. Öfkesini kontrol edemiyor sokakta yan bakana bağırmaya başlıyordu. Arkadaşları ile buluşuyor, ama onuncu dakikada yerinde duramıyor, koşup oradan çıkmak istiyordu. Hiç bir şeyi umursamaz olmuştu. Cebindeki tüm parayı ihtiyacı var diye dilenciye vermiş ve cebinde eve dönecek para bulamamıştı. Düşünceleri çok hızlanmıştı, takip edemiyordu. Konudan konuya atlıyor, belli bir konuda odaklanamıyordu. Ani bir kararla ilaçları aldı ve intihara kalkıştı. Aile durumu fark edip acile getirdiğinde psikiyatrik değerlendirmede hastanın bipolar bozukluk olduğuna karar verildi. İkinci örnek İkinci bir örnek Ayşe Hanım, evli, ev hanımı, iki çocuğuyla ve kocasıyla yaşıyor. Genelde uyumlu olmakla beraber mevsim dönümlerinde ilkbahar ya da sonbahar aylarında uykuları bozuluyor. 2–3 gün uykusuzlukla beraber davranışları da değişiyor. Kendini çok iyi hissediyor. Her zamankine göre daha güzel olduğunu düşünüyor, daha renkli giyinmeye, daha fazla makyaj yapmaya başlıyor. Çarşıya çıktığında çok rahat para harcıyor, bazen ihtiyacı olmasa da gözüne takılan şeyleri alıyor, kredi kartlarını sonuna kadar kullanıyor, cebindeki tüm parayı harcıyor. Erkekler daha çok dikkatini çekmeye başlıyor. Cinsel isteği ve talepleri çok artıyor. Bazen kocası bundan yakınıyor. Kocasını çok sevmesine rağmen bu dönemde diğer erkeklerle de flört edebiliyor. Böyle bir dönemde bir keresinde yolda hiç tanımadığı bir adamın arabasına binmiş, adamın adını bile sormadan onunla beraber olmuş. Bu dönem geçip eski haline döndüğünde bu yaptığını hatırlayıp aşırı suçluluk duyuyor. Çok fazla konuşuyor ve etrafındakiler bundan rahatsız oluyor. >> PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 21 >> D ikkati çok dağınık, düşünceleri çok hızlanmış. Bazen etrafındakilerden rahatsız oluyor. Kendisini çekemediklerini, kıskandıklarını, onlardan üstün olduğunu fark ettiklerini belirtiyor. Hasta kendisinin rahatsızlığını kabul etmiyor, bunun bir rahatsızlık olduğunu düşünmüyor. Babaannesi ve halasında da çeşitli psikiyatrik sorunlar olmuş. Ne olduğunu bilmiyor. Atakları ilk defa ilk doğumunu takiben başlamış ve her mevsim dönümünde tekrarlıyor ve birkaç içinde kendiliğinden geçiyor. Kendisi bu neşeli ve mutlu dönemlerini seviyor ve değişmek istemiyor. Bu nedenle doktora başvurmuyor. Kredi kartları nedeniyle eve haciz geldiğinde kocası durumu fark ediyor ve psikiyatrik yardım istiyor. Diğer bir hayali örnek; Ahmet Bey orta yaşlı bir iş adamı, üçüncü karısı ile evliliğini sürdürüyor ve diğer evliliklerinden birer tane olmak üzere dört çocuğu var, meslek hayatı çok dalgalı. Bazen büyük riskler alıyor, fazla düşünmeden aldığı ani büyük riskler bazen başına iş açıyor. Özellikle mevsim dönümlerinde kendisini farklı hissediyor. Hep iki farklı Ahmet olduğunu söylüyor. Mutsuz ve umutsuz olan Ahmet Bey, durgun, üzgün, kendini değersiz hissediyor ve yaşamdan zevk almıyor. Özellikle kış aylarında böyle hissediyor. Neşeli Ahmet Bey ise çok enerjik, kendine çok güveniyor, çapkın, çok para harcıyor, aşırı alkol alıyor, kural tanımıyor, hızlı araba kullanıyor, çok borçlanıyor, çok yardımsever, çok konuşuyor ve şakacı yapmayı seviyor. Bu dönemler genelde uykusuzlukla geliyor, yazın son ayları başlayıp kışa kadar devam ediyor. Kışın gelen durgunluğun ardından baharın gelişi ile tekrar başlıyor. Yakın arkadaşları ile sürekli ilişki sürdüremiyor. Bu iki Ahmet’e katlanamıyor hiç kimse. Bu nedenle iki evliliğini sürdürememiş, iş hayatında da büyük sıkıntıları olmuş. Bir seferinde kendisine ait bir daireyi çok düşük bir fiyata tanımadığı bir adama devretmiş. Çok düşünmeden yaptığı iş anlaşmaları nedeniyle işyerine senetler çekler geliyor. Ailesi bunu kontrol edemiyor ve borçları ödemekten aileden kalma mallarının çoğunu yitirmişler. Alkollü araç kullanmaktan ve aşırı hızdan trafikte yakalanmış ve polis tarafından muayene için gönderilmiş. Bu örnekleri artırmak mümkündür. 22 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 Hastalık her hastada aynı şekilde mi görülür? Hastalığın belirtileri, süresi ve şiddeti kişiden kişiye değişir. Bazı hastalarda mani bazılarında ise depresyon daha baskındır. Bazen de mani ve depresyon eşit oranda görülür. Ataklar birkaç günden birkaç aya kadar değişir. Özellikle tedavi edilmediğinde uzun sürer. Hastalar yaşamları boyunca ortalama 10 atak geçirirler ancak bundan az veya fazla sayıda atak olabilir. Atak sayısı arttıkça ataklar arasındaki süre kısalır. Bir yıl içinde dört veya daha fazla sayıda atak olduğunda hızlı döngülü mani olarak adlandırılır. Hastalık neden ortaya çıkar? Bu hastalığın nedeni de tam olarak bilinememektedir. Diğer psikiyatrik hastalıklarda olduğu gibi biyopsikososyal olduğu düşünülür. Yani genetik yapı, kişinin ruhsal gelişimi ve çevresel stres kaynakları hastalığın ortaya çıkışında rol oynar. Psikiyatrik hastalıklar içinde genetik geçişi en belirgin olan hastalıklardandır. Hastaların yüzde 50’sinin anne veya babasında aynı hastalık olduğu tespit edilmiştir. Bu hastaların kan bağı olan birinci derece akrabalarında bipolar hastalık ya da depresyon görülme oranı normal topluma göre daha sıktır. Akrabalık derecesi azaldıkça risk azalmaktadır. Örneğin hastanın kuzeninin aynı hastalığa yakalanma riski kardeşine göre daha düşüktür. Fiziksel muayene sırasında, yapılan manyetik rezonans ya da bilgisayarlı beyin tomografisi görüntüleri ve EEG bulguları genelde normal sınırlardadır. Doğum sonrası hastalığın aktive olması hormonal değişikliklerin de rolü olduğunu düşündürmektedir. Bipolar bozukluk tek başına ortaya çıkabileceği gibi başka bedensel hastalıklar ya da ilaç kullanımı sonucu da gelişebilir. Kafa travması, epilepsi hastalığı, multiple skleroz gibi hastalıklarda ya da uzun süre kortizon kullanımı bipolar hastalığın ortaya çıkışını tetikleyebilir. Hastalığın belirtileri nelerdir? Bipolar hastalığın mani ya da hipomani döneminde aşağıdaki belirtilerden birkaçının bulunması yeterlidir: Konuşmada aşırı artma, konuşmanın bölünememesi, hızlı konuşma Enerji artışı, kolay yorulmama, az uyuma Cinsel istek ve aktivitede artma Aşırı para harcama Riskli davranışlar içine girme, (kumar, aşırı alkol, hızlı araba kullanma gibi) Aşırı neşelenme veya aşırı sinirlilik Kendine aşırı güven, kendini büyük ve önemli biri olarak görme Dikkatin çabuk dağılması, odaklanamama Muhakeme yeteneğinde bozulma, düşüncede hızlanma Hastalığı kabul etmeme Bu belirtilerin tek başına bulunması bir anlam ifade etmez tanı koyabilmek için birkaçının bir arada olması ve bir süredir devam ediyor olması gerekir. M ani atağı uykusuzlukla başlar. Kişi kendini aşırı iyi hisseder, dikkati çok artmıştır, kendine çok güvenmektedir ve sosyal ilişkileri kolayca kurar hale gelmiştir, çevredeki insanlara sataşma, laf atma sıktır. Başkalarının konuşmalarına katılır çevredekileri bu nedenle rahatsız eder. Duygulanımda kişinin kendisini iyi hissetmesinin yanında ani duygu değişmeleri ve dengesizlik sıktır. Hasta gülerken aniden ağlamaya veya bağırmaya başlayabilir. Davranışlar kontrolsüzdür. Toplum kurallarını hiçe sayar. Karşı cinse sakıntılık edebilir, trafik kurallarını hiçe sayabilir. Aşırı para harcama, aşırı makyaj yapma, göze çarpan giysilerle dolaşma olabilir. Hasta ödeyemeyeceği borçlar altına girebilir, kredi kartlarını sonuna kadar kullanabilir. Yine kontrolsüz şekilde kumar oynayabilir. Gayrimenkullerini yok pahasına satmaya veya başkalarına bağışlamaya kalkabilir. Bazı hastalar kendilerini kontrol edebilmek için alkole yönelir. Bazen kişi gerçek hayatla ilgisini koparıp hayal dünyasında yaşamaya başlayabilir. Bu durumda şizofreniden ayrımı güçtür. Bazı bedensel hastalıklar ve ilaç kullanımlarında da benzer tablolar ortaya çıkabilir bunların ayrımı gerekir. Hastalar genelde hastalıklarının farkında değildir ve bu nedenle doktora gelmek istemezler. Bu belirtilerin daha hafif ya da az sayıda olması durumunda hipomaniden söz edilir. Daha az göze batar ve tanısı daha geç konur. Hastalar genelde durumlarından memnun oldukları için tedavi olmayı reddederler. Az uyuyup kendilerini çok enerjik hissettiklerinden, yaratıcı ve özgüveni artmış olduğundan bunun bir hastalık olabileceğini kabul etmezler. Ancak hastalık kontrolden çıktığında kişiye zarar vermeye başladığında yardım isteği ile gelirler. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 23 Bipolar hastalık nasıl tedavi edilir? Bipolar hastalıkta görülen depresyon belirtileri nelerdir? Bipolar hastalarda görülen depresyon belirtileri diğer depresyon ile aynıdır. Aradaki tek fark bu hastalarda depresyon ataklarından başka mani ataklarının da görülmesidir. Bipolar hastalıkta ataklar ne kadar sürer? Bipolar hastalıkta ataklar tedavi edilmediği takdirde genelde üç ay içinde kendiliğinden düzelir. Tedavi ile hastaların çoğu birkaç ay içinde normal hayatlarına dönerler. Bununla birlikte hastalığın tekrarlama şansı yüksektir. Ataklar arası iyilik dönemlerinin süresini kestirmek zordur. Birkaç ataktan sonra genelde aradaki süre kısalır. Ortalama beş ataktan sonra ataklar arası süre sabitleşir ve genelde 6–9 aydır. Hastalığın seyrinin nasıl olacağını önceden belirlemek zordur. Hastalık çok geniş bir yelpazede kendini gösterir. Hayatı boyunca tek atak geçiren hastalar yanında gün içinde maniden depresyona dönen hızlı döngülü hastalara da rastlanır. Bazı hastalar depresyona girmeksizin sadece mani atağı geçirir (yüzde 10-20). Geriye kalanlarda mani atağı depresyonla birliktedir. Hastalık erken yaşta başlamışsa ya da ailede bipolar öyküsü varsa hastalığın tekrarlama olasılığı fazladır. 24 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 Bipolar hastalığın tedavisi psikiyatrik hastalıklar içinde ayrı bir öneme sahiptir. Koruyucu tedavinin uygulandığı tek hastalıktır. Tedavi iki aşamalıdır. Birincisi var olan atağa yönelik depresyon ya da mani tedavisi, ikincisi ise atakların tekrarlamasını önlemeye yönelik koruyucu tedavidir. Koruyucu tedavinin önemi büyüktür. Her bir atak hastanın hayatından 6–9 ay çaldığından koruyucu tedavi ile atakların önlenmesi hastanın hayatında önemli değişikliklere yol açar. Örneğin ataklar nedeniyle okula devamsızlık nedeni ile okul başarısında düşme, aile içi sorunlar nedeni ile eşlerin arasının açılması veya boşanmalar, işini kaybetme, büyük borçlar altına girme görülebilmektedir. Hastalar yılda bir veya daha fazla sayıda atak geçiriyorsa koruma tedavisi gereklidir. Koruyucu tedavide Lityum tuzu ya da epilepside kullanılan antiepileptik ilaçlardan yararlanılır. Bu ilaçların önemli özelliği belli kan seviyelerinde etkili olmalarıdır. Belli değerlerin altında olduğunda ilaçların koruyucu etkisi olmamakta, bu değerlerin üzerine çıkıldığında yan etkiler ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle bu ilaçların düzenli olarak kullanılması ve belli aralıklarla kan kontrollerinin yapılması şarttır. Bu hastalıktan dolayı ölüm depresyon ve buna bağlı intihar nedeniyledir. Koruyucu tedaviye devam ederek, bu risk azaltılabilir. İlaç tedavisine ilave olarak psikoterapi önemlidir. Düzenli ilaç kullanarak ve doktor kontrolünde kalarak hayatını normal şekilde sürdüren çok sayıda hasta vardır. Bu hastalıktan şüphe edildiğinde doktora başvurmak ve tedavi altına alınmak yaşam kalitesini artırmak ve olası riskleri önlemek açısından hayati önem taşımaktadır. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 25 Riski bilerek almadım YÜZ YÜZE BİROL GÜVEN Ve biz radyatörlü evlerimizde yalnızlaştık “ Eskiden insanlar birbirlerinin psikoloğuydular ama şimdi hepimiz yalnızız, ama konforluyuz . Şimdi işte psikologlar daha çok lazım B “ irol Güven Türkiye’nin en başarılı yapımcılarından. Aynı zamanda senarist ve yönetmenlerinin başında. Çocuklar Duyasın adlı dizi ile adını sıkça duyduğumuz Birol Güven hakkında merak ettiğiniz her şey burada klişe satırını yazmayacağız. Güven’in cümleleri bile hayatımızı şekillendirmeye yetebilir; 1”Benim için de yazılmış bir senaryo var onu oynuyorum”, “Araştırarak sonuca varıyorum”, “Hayatta hep bir maske ile çıkıyoruz” gibi… Belki de buraya naklettiklerimizi, aşağıda yazdıklarımız toparlayacaklar diye düşünüyoruz… Her şeyi o çocukluğuma borçluyum Türk usulü spot -Zorlu bir çocukluk dönemi geçirdiğinizi biliyoruz . Bu dönemleri atlatıp başarıyı yakalama sürecinizi sıkı çalışma ve deneyimler olduğunu söyleyebilir miyiz? Küçük küçük yazılar yazıyordum, bir vesileyle Yavuz Turgul ile tanıştım. Kendisi çok meşgul olduğu için, “Seni Gani (Müjde) ile tanıştırayım” dedi. Daha sonra bir dostluğumuz başladı ve yazmaya başladık birlikte. Aslında çok muhteşem ve güzel bir çocukluk dönemi geçirdim. 80’ler dizisinde işleyeceğimiz gibi bir mahalle duygusu içerisinde, sokaklarda büyüdüm. Bir şansım daha olsa yine aynı çocukluğu yaşardım. Hava kararana kadar sokaklarda top oynayan bir çocuktum. Çok özel bir çocukluğum oldu gerçekten. Belki de her şeyi o çocukluğuma borçluyum. Şans – Çalışma - Kader üçlüsü için ne düşünürsünüz ? Herkes için yazılmış bir senaryo olduğunu düşünüyorum. Bu senaryo içerisinde tesadüfler var, belki biz tesadüf ismini veriyoruz hayatın akışı içinde. Ama ben onu bir senaryonun uygulanışı olarak görüyorum . Benim için de yazılmış bir senaryo var onu oynuyorum. 26 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 - Gani Müjde ile tanıştınız ve kendinizi senaryo yazarlığında buldunuz. Nasıl gelişti olaylar biraz anlatır mısınız? -Ayrılsak da Beraberiz, Papatyam , Çocuklar Duymasın gibi çok başarılı projeler sonucunda MinT kuruldu ve devamında yeni projeler. MinT’DEN bahseder misiniz biraz? Made in Turkey cümleciğinin kısaltılmış hali MinT. Biz bu işlere başladığımız zaman format yapılıyordu. Yani dışarıdan senaryolar alınıp Türk versiyonu yapılıyordu. Acaba bunu kendimiz özgün olarak yapabilir miyiz diye hareket ettik. Yani Türk usulü spot yapabilir miyiz diye yola çıktık ve oldu gerçekten. Bugün belki bu ismi koymazdım ama o günün şartlarında koyulmuş duygusal bir isimdir, anısı var dolayısıyla artık markamız oldu. - Risk başarının anahtarıdır derler. Hayatınızda hatırladığınız en büyük risk neydi? Risk ve başarı kardeştir. Ben genelde riskli işler yapıp da başarılı olmuş birisi değilim . Ama başka bir açıdan bakıldığında yaptığım işleri şöyle değerlendiriyorum. Başardım çünkü başaramayacağımı bilmiyordum. 2002 yılında Çocuklar Duymasın’ı, toplam 21 günde yaptık. Bugün mesela aynı süreç bir yıla çıktı. Biz de, seksenler dizisi için bir yıldır çalışıyoruz . 2002 yılında, 21 günde bir dizinin yapılamayacağını bilmiyordum ve bilmediğim için de yaptım. Bugün biliyorum ve yapmıyorum. O günün şartlarında 21 günde dizi yapmak çok riskliydi. Ben o riski aldım, ama bilerek almadım … -Çocuklar Duymasın ve diğer projeleriniz de her daim bir psikoloji anlatımı var. Bu konuları(psikolojik) çevrenizi ve aileleri gözlemleyerek mi yapıyorsunuz? Aslında yazdıklarımın bilimsel bir temeli yok. Ama bana amatör psikolog ve sosyolog diyorlar. İnsan ilişkilerine dayalı kalabalık bir ailede, mahallede, sokaklarda büyüdüğüm için insan odaklı bir yaşantım oldu. Hep insanlarla iç içe yaşadım zamanla bu bir meraka dönüştü ve şu anda herhangi bir konuyu yazarken biraz araştırma da yapıyorum. Tabi ki derinlemesine bir araştırma yapmıyorum. Çünkü televizyonda bir karşılığı yok. Daha yüzeysel çabuk anlaşılabilen araştırmalardan faydalanıyorum . -Psikoloji ile ilgili kitaplardan faydalandınız mı? Psikoloji ile ilk tanışmam ODTÜ yayınlarının “Psikolojiye Giriş” kitabı ile oldu. O kitabı birkaç kez okudum. Onun dışında beni etkileyen bir yazar da Jülide Sevim’dir. Senaryo yazarken bir sorun atıyorum ortaya ve onun çözümlerini araştırarak sonuca varıyorum . -Çocuklar Duymasın’ da Meltem sayesinde insanlar psikoloğa ısındılar diyebilir miyiz? Bizim eskiden mahallemizde bir sobamız vardı. Onun etrafında oturup sohbet ederdik. Fakat modern yaşam bizi kalorifer ile tanıştırdı; ve biz radyatörlü evlerimizde yalnızlaştık. Eskiden psikologa ihtiyacımız yoktu, şimdi var. Psikoloğa ihtiyacımız olmayan yılları şimdi seksenlerde anlatıyoruz. Çocuklar Duymasın’da ise, psikoloğa ihtiyacı olan insanların kurgulamasını izleyebilirsiniz. Eskiden insanlar birbirlerinin psikoloğuydular ama şimdi hepimiz yalnızız, ama konforluyuz . Şimdi işte psikologlar daha çok lazım. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 27 -Siz de aileniz ve çocuklarınız için uzman desteğine başvurdunuz mu? Gerçeğin ta kendisi mutfak Gurmelik palavra bir meslek -Meltem ve Halukla birlikte aile bireylerinin yaşamına ‘mutfak’ kavramını kattınız. Senaryoyu yazarken bu kadar etkili olabileceğini düşündünüz mü? -Birçok psikolojik vakanın köküne inildikçe aileden gelen sorunlar çıkıyor ortaya. Belki de zamanında her şey çocukların yanında söylendiği için olabilir mi? Yok hayır. Bunu yazmamızın nedeni; bir çocuk faşizmi yaşıyoruz. Yani çocukların odak olduğu bir aile, çocuğun dediği oluyor aslında. Tatile giderken çocuklar mutlu olsun diye gidiliyor. Tabi modern kentli ailelerden bahsediyorum. Değerli bebekler bunlar. Proje bebek diyebiliriz. Her şey onlara göre tasarlanıyor, Nihai hedef “Aman onlar mutlu olsun”. Dolayısıyla zaman zaman bir mutluluk oyunu oynamak gerekiyor. Karşılarındaki “Aman onların psikolojisine bir zarar gelmesin”. Bu anlamda salon bir tiyatro sahnesi ise mutfak kulis, yani orada hazırlanıp sahneye çıkıyorlar sahnede bir rol yapıyorlar ama gerçeğin ta kendisi mutfak. -Haluk karakteri tam Türk aile yapısına uygun bir model. Bu karakteri oluştururken nereden esinlendiniz ? Ortalama her Türk erkeğinde biraz Halukluk var. Yüzde yüz Haluk yok tabi ki. O benim uydurduğum bir karakter ama ben dahil hepimiz biraz Halukuz. Meltemde yok aslında, tam ideal bir kadın, modern bir insan. İkisinin arasında Türk insanı ile modern hayat arasındaki mücadeleyi izleyebilirsiniz. -Çocuklar neden duymasın? Çocuklar hayatın yükünü kaldıramayabilirler. Çocuklar duysun tabi ama ne zaman duysun? Geçenlerde şöyle bir tespitim oldu; annemin bir ameliyatı söz konusuydu, stent takılacak ve kararlar vermemiz gerekiyor. Ama o süreci annemden saklıyoruz. Yıllarca biz üzülmeyelim diye, o bizden bir şeyler sakladı. Şimdi o yaşlandı ve biz artık ondan bir şeyler saklamaya başladık. Hayatın ilginç bir yanı bu olsa gerek. Önce çocuklardan bir şeyler saklanıyor ki doğru veya yanlış olması benimle ilgili değil sonuçta eğitici değilim. Ben toplumda gördüğümü resmediyorum. Daha sonra çocuk büyüyor ki bence çocuğun gerçekten büyüdüğü yaş, yavaş yavaş anne babasından bir şeyler saklamaya başladığı yaştır. Ve çocuk anne babası ile ilgili kararları onlardan saklıyor. İşte gerçek büyüme budur hayatın zorlukları artık sizin üzerinizdedir. Sanırım bu bir süreç onlar sorunları bize yaşatmıyor sonrada borcumuzu ödüyoruz ve biz de onlara yaşatmamaya çalışıyoruz. 28 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 Tabi bu benim alanım değil ama bir gözlemimden bahsetmek istiyorum. İnsanın beğendiği yemek annesinin yemeğidir ve gittiğimiz lokantalarda aslında farkında olmadan annemizin yemeğine yakın olup olmadığını test ederiz. Bu iyidir bu kötüdür diyemeyiz ki. Yemeğe bu çok kültürel, alışkanlıklara göre değişebilecek bir konu o yüzden gurmeliği palavra bir meslek olarak görürüm. Benim için dünyada tek bir kriter var, bir yemek benim çocukluğumda yediğim yemeğe benziyorsa ben ona güzel diyorum. Bu açıdan bile bakıldığında her şey çocuklukta şekilleniyor. Bunu dışında benim alanım olmadığı için yanlış bir şeyde söylemek istemem. -Türk aile yapısını bu günümüz şartlarına göre nasıl yorumluyorsunuz? Bu yorumu seksenler dizisinde ortaya koyacağız diyebilirim. Seksenlerde şöyle bir çalışma yapıyoruz. Eskiden hiçbir şeyimiz yoktu ama daha mutluyduk. Şimdi her şeyimiz var ama mutlu değiliz. Ben bunun bir realite olduğunu düşünüyorum ve bunu yansıtmaya çalışacağız. Bu benim tespitimdir neden böyle olduğu da psikologların, sosyologların sorunudur. Ben nedenini bilemem gördüğümü yazıyorum. İnsanlar şu anda daha yalnız, daha konforlu bir yaşamı var ama daha mutlu değiliz. Böyle konuşmak bir yaşlılık belirtisi de olabilir itiraz etmem, Ama şu anda benim hissiyatım ve gözlemim bu. Doktorluk yapıyoruz -Televizyonun insanlar da özellikle de çocuklar da ciddi bir psikolojik etken olduğu gerçek. Yapımlarınız da buna ne kadar dikkat ediyorsunuz? Tabi ki dikkat etmeye çalışıyoruz. Ben televizyoncularında bir Hipokrat yemini olması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü televizyon toplum üzerinde çok etkili ve bence doktorluk yapıyoruz ve televizyoncu ve yapımcılar bir doktorluk yaptıklarının farkında değiller çünkü bu mesleğin etik kuralları yazılmadı. Biz yaptığımız işlerle bu kuralları yazmaya başladık belki de ileride yaptıklarımız ve söylediklerimizi toparlayacaklar diye düşünüyorum. Çocuklar için birkaç kere gittik Yankı Yazgan hocaya gittik. Kendisi aynı zamanda dostumuz olduğu için bize yol gösterip yardımcı oluyor. Tabi bu konuda ne yazık ki disiplinli değiliz düzenli gitmedik başımız sıkıştığında Yankı hocayı ararız ama. Herkes seksenler yolundan geçmiş -Evet çok merak edilen Seksenler ! Fikir nereden geldi? 1964 doğumluyum ve o döneme karşı böyle artan bir özlem duyuyorum. Oturduğumuzda böyle o şarkıları dinliyoruz, eski oturduğum mahalle ortamını evimi özlüyorum sobayı özlüyorum. Ve baktım; bu çok yaygın. Şu anda Türkiye’nin kanaat önderleri her kesimde; hakimi, siyasetçisi, tüketicisi reklamcısı, akademisyeni, işçisi; herkes seksenler yolundan geçmiş. Şu an canlı bu yani tarih değil aslında seksenler konusunda herkes uzman. Bir dönem dizisi yapmıyoruz aslında. Herkesin yaşadığı bir dönemi ekrana getiriyoruz. Çok ilgi göreceğini düşünüyoruz. Bir anne çocuğuyla izlerken; “Bak benim saçım böyleydi, biz bu oyunları oynuyorduk” diyebilecek. Benim de çocuğumla paylaşabileceğim sadece seksenler var. Arkadaşlık “Gel evi boyayalım” dediğinde gelecek arkadaştır -Anlatmak istediğiniz şey tam olarak nedir? Seksenler yokluk yıllarıydı; ama daha mutluyduk. Çünkü dayanışma içindeydik, bu kadar yalnız değildik seksenlerde. -Sizce seksenleri görmeyenlerin verecekleri tepki nasıl olacak? Keşke diyecekler mi mesela? Seksenlerle ilk kez karşılaşanlarda olabileceğini sanmıyorum. Ama o dönemi yaşamış kişilerde oluşacağını düşünüyorum. Ama geçmişteki güzel alışkanlıkları günümüze taşımak istiyorum. Mesela internet bağımlısı bir çocuğu sokakta oynamaya alıştıracağız. Böyle bir faydası olabilir. Online arkadaşlıklara karşı son kale diyebiliriz seksenler için. Şimdi insanların internette yüzlerce arkadaşı var ama gel abi ev taşıyacağız desen hiçbiri gelmez. Arkadaşlık gel evi boyayalım dediğinde gelecek arkadaştır mesela. Onlar sanal arkadaşlıklar. -Zor bir alt yapı çalışması gerekiyor. Hazırlık aşamasında neler yaptınız? Kimlerden yardım aldınız? Ben dahil tüm ekip seksenler uzmanıyız. O dönemi yaşadık biz. Araştırmalarda süprizle karşılaşmadık sadece hatırlatıyor bize. -Seksenler bu günden bakıldığında bir ülkenin değişim sürecine denk geldiği için çok sancılı geçti. Seksenleri hiç yaşamayanlar dedelerini ve babalarını anlayabilecekler mi ? İnşallah. Tabi ki amacımız bu. Türkiye seksenlerde çok büyük travmalar yaşadı çok büyük bir değişim yaşadı. Ve bu yüzden kendimizi çok şanslı görüyorum. Bu kadar büyük bir dönüşümü bir daha başka bir nesil yaşamayabilir. Öyle bir ortada kaldık ki sobayı da gördük, cep telefonlarını da gördük. Mesela geçenlerde kelime türetme oynarken, hastane… pastane postane… dedik. Peki postahane ne? Nasıl anlatırsın dokuz yaşında bir çocuğa? Mektup, adres yazıyorsun, bir binaya götürüyorsun, oradan kamyonla başka bir şehre gidiyor. Bunu 2003 – 2004 doğumlu çocuklara anlatamıyorsunuz. Bu değişimi biz yaşadık. Biz mektup yazıyorduk, şimdi mail atıyoruz. Onlar sadece mail atıyorlar. Bu anlamda bir arşiv değeri de olacaktır. İnşallah çocuklar seyreder ve onları yakalayabiliriz. Burada gördüğü her şeyi anlatabileceği bir uzmanı var çocuğun evde. “Anne, bu ne?” diye sorduğunda “Postacı” diyebilecek o dönemi görmüş birileri var. Çocukların bilmediklerini de onlara anlatmış olacağız aslında. Saçmalaya bilirim de -Sosyal medya twitter da çok etkinsiniz , insanlar sizi merak ediyor sizce neden ? Hayatta hep bir maske ile çıkıyoruz insanların karşısına ama twitter çok samimi bir yer. Orada direkt siz oluyorsunuz. Maskesiz oluyorsunuz. Kötüye gidiş var tabi. Mesela ben bir şey yazıyorum yorum geliyor; “Hiç komik değil” diye. Demek ki benden komik bir şey bekliyor. Bense orada gönlümce bir şey yazmak istiyorum. Komik olmak zorunda değil ki. Saçmalaya bilirim de ben. Ama orada da sizi bir kalıba oturtmaya çalışıyorlar. Bu konuda endişeliyim, ama onun dışında tüm bu yaptıklarım içinde en ben olduğum yer twitter. Çocuklarım beni tanımak istiyorlarsa bu twitleri okusunlar. -Yeni yıl için dilek ve beklentileriniz nelerdir ? Yeni yıl için şöyle bir dileğim var. Son günlerde insanlar hep savaş kelimesini kullanmaya başladılar. Biz hiç savaş görmedik ve inşallah da görmeyiz. Çocuklarımız da görmesinler. Bir de bunla ilgili bir önerim var; kim savaştan bahsetmek istiyorsa bu konulara girmeden önce yarım saatini ayırsın. Ve “Er Rayn’ı Kurtarmak” filminin ilk yarım saatini izlesin. Sonra savaşalım, “Savaşta gereklidir” desin . PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 29 Panik atağa ne/neler yol açar? Panik atak nedir? Nasıl baş edilir? /// Çağın hastalığı olarak nitelendirilen rahatsızlıklardan biri de panik atak. Panik atak yaşayan kişilerin büyük bir çoğunluğu, ilk panik atak deneyimlerinde kalp krizi geçirdiklerini sanır ve soluğu bir hastanede alır. Yapılan tetkikler sonucu, eğer kalpleriyle ilgili bir sorun bulunmazsa, doktorun bunun psikolojik kökenli bir bozukluk olabileceğini belirtmesi ile doğru teşhis konabilir. /// H Boğaziçi Üniversitesi’nin “Psikoloji” ve “Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık” olmak üzere (çift anadal programı), iki bölümünden onur derecesiyle mezun olan İlknur Yılmaz, klinik psikoloji yüksek lisans eğitimini yine Boğaziçi Üniversitesi’nde tamamladı. KİŞİSEL İLKNUR YILMAZ Klinik Psikolog 30 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 erkesin zaman zaman yaşayabileceği, yavaş biçimde gelişen normal kaygı duygusunun tersine, panik atak bir kaç dakika içinde, bedensel ve düşünsel belirtilerle bir arada kendisini gösterir. Bu yönüyle de, yaşayan kişiler için oldukça korkutucu bir deneyimdir. Panik atak yaşamış kişilere “Nasıl bir şey bu yaşadığınız?” diye sorulduğunda, bu deneyimlerini oldukça korkutucu sıfatlarla anlatırlar. Panik atağın en sık görülen bedensel belirtilerinin arasında kalp atışlarında aşırı hızlanma, nefes almada güçlük, ellerde titreme ve uyuşma, terleme, ağızda kuruluk, mide bulantısı, bağırsak faaliyetlerinde bir artış ve baş dönmesi sayılabilir. Bedendeki bu belirtilere paralel olarak düşünceler de kaygı içeriklidir: “Kalp krizi geçiriyorum!”, “Birazdan öleceğim”, “Birazdan aklımı kaçıracağım” şeklindeki iç diyaloglar panik atak yaşayan bireylerde sıklıkla görülür. Panik atak yaşayan kişilerin büyük bir çoğunluğu, ilk panik atak deneyimlerinde kalp krizi geçirdiklerini sanır ve soluğu bir hastanede alır. Yapılan tetkikler sonucu, eğer kalpleriyle ilgili bir sorun bulunmazsa, doktorun bunun psikolojik kökenli bir bozukluk olabileceğini belirtmesi ile doğru teşhis konabilir. Panik atağın temelinde genellikle bir stres faktörü vardır. Stres, evlilik, iş değişimi gibi yaşantınızdaki olumlu değişimlerden kaynaklanabildiği gibi, sevdiğiniz birini kaybetmeniz, işinize son verilmesi gibi yaşam deneyimlerine bağlı olarak da ortaya çıkabilir. Bunların yanı sıra, ani biçimde değil de bir süreç içinde büyüyüp, gelişen ve devam eden stres ve duygusal yüklenmeler de panik atak nedeni olabilir. Panik atak, taşıyamadığınız, size bir bakıma ağır gelen duygularınızın, bedeniniz aracılığıyla dışa vurumu olarak da nitelendirilebilir. Panik atakla baş etme yolları Nefes egzersizleriyle rahatlayın Birçoğumuz gündelik yaşamımızda göğsümüzden nefes alıp veririz. Oysaki hem zihnimize hem de vücudumuza en yararlı olan nefes diyaframımızdan yani karın boşluğumuzdan aldığımız nefestir. En azından her gün zamanımızın bir bölümünü doğru nefes alıp vermeye ayırarak, kaygı ve stresimizi azaltabilir, konsantrasyonumuzu artırabilir, hafızamızı güçlendirebilir, daha rahat uyuyabiliriz. Panik atak nöbetinde ya kesik kesik ya da göğüsten, çok derin olmayan nefesler alınır. Böylelikle, vücuttaki oksijen ve karbondioksit miktarında dengesizlik meydana gelir ve bu durum da bulanık görme, ellerde, ayaklarda uyuşukluk gibi belirtilere neden olur. Gördüğünüz gibi, panik ataktan kaynaklandığını düşündüğünüz belirtiler aslında doğru nefes almamanızdan kaynaklanıyor olabilir! Panik atak esnasında doğru ve derin nefes alıp vermeniz ile beraber birçok belirtinin de önüne geçebilirsiniz. Rahatlama egzersizlerinin, diyafram nefesi, meditatif nefes, aşamalı kas rahatlatma egzersizi, görselleme gibi çeşitli türleri hakkında bilgi edinerek ve uygulamaya başlayarak, bedensel ve düşünsel olarak rahat ve sakin bir konuma geçebilirsiniz. Bu şekilde, panik atak üzerindeki kontrol duygunuz oldukça güçlenir. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 31 Düşüncelerinizi kontrol etmeyi öğrenin Panik atakla baş etmenin en önemli yollarından biri de, panik atağa yönelik yapıcı, gerçekçi ve telkin edici düşünceler geliştirmektir. Panik atak nöbetinden korkmak sadece onu davet etmeye yarar! Bunun yerine, genel bakış açınızı “Panik atak yaşayabilirim ama korkmuyorum, çünkü nasıl kontrol edeceğimi biliyorum” şeklinde belirlerseniz, her şey daha kolaylaşır. Şu an, büyük bir olasılıkla “Kalbim hızla atıyorken, nefes alamazken, terlerken, bu yapıcı ve yardımcı düşünceleri nasıl zihnimden geçirebilirim?!” sorusunu soruyor olmalısınız! Bu noktada, şöyle bir zihin-beden bağlantısı olduğunu hatırlamakta yarar var: Vücudunuzdaki belirtilere odaklanmanız, onlara mercek tutup, onları büyütmeniz anlamına gelir ve bu durum kaygı düzeyinizin artmasından başka bir işe yaramadığı gibi, kaygınız arttıkça da salgıladığınız stres hormonları, ilk etapta hissettiğiniz belirtilerin daha da kötüleşmesine neden olur. Bu kısır döngüyü kırmak için, bedensel belirtileri algılama şeklinizi değiştirmeli, sizi daha çok paniğe sürükleyecek düşünceler yerine, “Gerçekçi” ve pozitif düşünceler koymalısınız. Panik atak yaşayacağınızı hissettiğinizde, • Bu yaşadığım bir panik atak • Bunu daha önce de yaşadım ve baş ettim • Birazdan geçecek • Bu bir kalp krizi değil, bana daha kötü bir şey olmayacak • Şimdi rahatlamak için derin nefesler alacağım ve sakinleşeceğim gibi, 32 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 gerçekçi, yapıcı ve yararlı düşünceleri zihninizde tekrarlayarak, panik atağı kontrol etmekte ustalaşabilirsiniz. Önemli olan nokta, bu baş etme biçimini yaşadığınız her panik atakta sergileyerek pekiştirmenizdir. Bu şekilde, bir süre sonra panik atakla otomatik olarak sağlıklı ve etkili baş edebilirsiniz. Panik atakla baş etme ipuçlarından bir başkası ise kendinize en yakın arkadaşınızmış gibi davranmanızdır. En iyi arkadaşınız panik atak yaşasa ona neler söylerdiniz? Tabii ki, onun korkularını, kaygılarını alevlendirmek yerine, onu rahatlatmaya çalışırdınız, öyle değil mi? Panik yaşamaya başladığınızda, kendi kendinize, yakın arkadaşınızla konuşuyormuş gibi sakinleştirici, teskin edici bir biçimde konuşmanız oldukça etkili olabilir. Panik atağın yaşamınıza hükmetmesine izin vermeyin Panik ataklar sırasında yaşanılan korku bazen yaşamın çeşitli boyutlarına yansıyabilir. Örneğin, bazı kişiler, dışarıya çıkmaktan, kalabalık, büyük yerlere, mesela alışveriş merkezlerine gitmekten kaçınır, kendisini evde güvende hisseder. Bu duruma agorafobi denir. Panik atak geçirme korkusuyla bazı mekânlardan, bazı durumlardan kaçınmak faydalı bir yöntem değildir, zira bu şekilde, söz konusu durumların panik atağa yol açtığına ilişkin fikrinizi daha da güçlendirmiş olursunuz. Unutmayın ki, engellediğiniz ve uzak durduğunuz her şey panik atakla bağınızı daha da sağlamlaştırır. Bu nedenle, panik atağın yaşamınızda söz sahibi olup, sizi yönlendirmesine izin vermek yerine, normal yaşamınıza devam ederek, siz ona hükmedin! PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 33 Bilinçli algılama Hayal gücü ve fantezinin önemi Düşünce süreci ile düşleme süreci arasındaki en önemli ayrılık ise birinin dışarıdan gelen bilinçli algılamaların etkisi altında oluştuğu halde, düşlemenin bu dış algılamalara tümüyle kapalı olarak yalnızca içerden gelen uyaranlara, yani bellekte depolanmış olan tasarımlara bakarak ve onları tıpkı dışarıdan gelen uyaranlar gibi “algılayarak” çalışmasıdır denilebilir. Zihin içinde sakladığını kendine doğru bakarak göremez, bunu görüp kavrayabilmesi için malzemenin dışa alınıp incelenmesi gerekir. İşte bu ruhsal aygıtta saklanmış olan malzemenin yeniden dışa çıkartılması bütünüyle bir yaratış işlemidir, işte bu esnada düşünceden farklı olarak gerçeklik denetimi ön planda değildir (Freud, 1923). KİŞİSEL YRD. DOÇ. DR. GÜLNUR BAYEZİD IŞIKER Einstein’a “çocuklarda zekâyı nasıl geliştirebiliriz ?” diye sorduklarında “Masal okusunlar daha çok, daha çok masal, masallar ve fanteziler hayal gücünü besler ve hayal gücü bütün zihinsel ve psikolojik oluşumu destekler” demiştir. Gözlerimizi kapatıp hayal gücünden yoksun bir dünyada yaşadığımızı 34 Klinik Psikolog Sanat Terapisti, Psikodramatist düşünürsek günümüzde sahip olduğumuz her şeyin birilerinin hayal gücünün sonucunda ortaya çıktığını görürüz. Hayal gücü nedir? Zihinde bir görüntüyü daha önce gerçekte hiç olmadığı şekilde oluşturmaktır. Yaratıcı bir yetenek olup zihinde görüntüleri yaşama, yaratma ve yapılandırma kapasitesidir. Fantezileri, içsel düşünceleri ve ön görme yeteneğini kapsar. Fantezi insanoğluna erken yaşlarda verilmiş bir hediyedir. Çizerek, yazarak veya oynayarak hayal gücümüzü geliştirebiliriz. Halk hikâyeleri, masallar, efsaneler hayal gücünü geliştiren temel unsurlardır. Kültürel bilinçdışına ait temel unsurları içinde taşırlar. Atalarımızdan bize aktarılan benliğimize cesaret verici unsurlar taşırlar. Örneğin bütün kültürlerdeki kahraman masallarının evrensel bir örgüsü vardır. Daima bir kahramanın yoksul da olsa harikulade doğumuna, insanüstü gücünün daha en başından belli oluşuna, önemli konuma ya da güce hızla ulaşmasına, kötüye karşı başarıyla dövüşmesine, kibir denilen günaha kapılmasına, ölmesine neden olan ihanet sonucu düşmesine ya da kendini kahramanca feda edişine ilişkin öyküler işitilir ( Henderson J.L. Akt. Babaoğlu, 2009). D üş yani uyku düşüne, herkesin düzenli olarak karşılaştığı bir yaşam görüngüsü olarak çaresiz bir zihinsel eylem olarak bir tür katlanılmakta, düşünce ise zihinsel işlevin doruğu olarak insanın en büyük gurur nedeni sayılmaktadır. Bunlara karşılık düşleme yani hayal kurma aklı başında insanların yapmaması, olabildiğince kaçınılması gereken, eksiklik ve doyumsuzluklardan kaynak aldığı düşünülen zihinsel bir eylem olarak oldukça hor görülmektedir (Pohlen-Witmann, 1980; Akt: Babaoğlu,1998) . Oysa bu işlev insanoğlunun davranış ve çevreye uyumu için zihinsel aygıtın en önemli işlevidir. Onsuz hiçbir tasarım mekansal uyum ve planlama yapılamaz.” Babaannenin evinde kaç oda vardı?” gibi sorular karşısında yapılması gereken işlem “düşleme” işlemidir. Sollanmış bir aracı geçtikten sonra yeniden gidiş yoluna yani sollanan aracın önüne ne zaman geçeceğimizi başımızı çevirip bakmaksızın geçmemizi sağlayan da düşleme yetimizdir (Babaoğlu,1987). PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 35 Çocuklarla izleme Ç ocuklarımıza TV, internet ve video oyunlarıyla verilmek istenilenleri onlarla birlikte izlemeli, eleştirmeli ve süzgeçten geçirmeliyiz. Ailemize ve değerlerimize uygun olmalıdırlar, özellikle küçükken gerçekle fantezinin farkını anlatmamız gerekebilir. Yoksa uçan adamı taklit edebilirler. Fantezi ve hayal gücü çocuklarda farklı yaşlarda, farklı rol oynar. Üç- altı yaşlarında hayal gücü çiçeklenir, oyunların temelini oluşturur. Çocukların bu fantezilerin desteklenmesi ve onlarla oynanması gerekir. Bu yaştaki çocuklar için her şey gerçektir. Örneğin masaya başlarını çarptıklarında, ona vurduğu için bir canlı gibi onu dövmek isterler. Bir çocuk için tahta at gerçek at gibidir, onun sopa olduğunu söylemek yerine hayal gücüne eşlik etmek kendi yaratıcılığına inancını arttırır. Yedi- dokuz yaşlarında çocuklar daha gerçekçi ve somut düşünen bir hal alırlar, neyin gerçek olup olmadığını sorgularlar, örneğin Noel babanın gerçek mi olduğunu sorguladıklarında ne diyeceğimizi şaşırırız, aslında gerçeğin farkındadırlar. Fantezi ve hayal gücünü destekleyen oyunlar çocukların zekâsının ve yaratıcı yeteneklerinin temelini oluşturur. Çocuklar fanteziyi bir amacı görselleştirmek veya bazı şeyleri farklı amaçla kullanabilmek için geliştirirler, aynı zamanda merak duygusunun da temelini bu oluşturur.. Hayal gücünü kullanma yetenekleri hoşlandıkları film ve kitaplarla oluşturdukları gerçekliği durdurmalarını ve kendilerini yaratıcı hissetmelerini olanaklı kılar. Hayal güçlerini sözel becerileriyle, dansla ve kendi yazdıkları farklı senaryoları oynayarak geliştirebilirler. 10-12 yaşlarında fantezi günlük yaşamda daha az rol oynar. İyi seçilmiş kitap ve filmler hala fantezilerini doldururken sanat etkinlikleriyle veya yazma yetenekleriyle kendi yaratıcı yeteneklerini geliştirirler. Çocukların hayali arkadaşlar yaratmaları anne babalarını endişelendirse de onların sosyal ve duygusal sorunlarıyla başa çıkmalarında sağlıklı bir yoldur. Korku ve sıkıntı anları için yarattıkları bu arkadaşları, korku ve sıkıntıları geçtiğinde ortadan kaybolur. 36 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 Bellekten gelen uyaranların yeniden düzenlenmesi F antezi bellekten gelen uyaranların yeniden düzenlenmesidir. Bazı kişilere göre fantezi hayal gücünün diğer elemanlarına göre aşağılanmaktadır. Bazı kişiler de hayal gücünden tamamen farklı bir şey, gerçeklikten kopma olarak zararlı bulmaktadır. Doğrusu bunu kullanmanın derecesi vardır ve gerçeklikten kopmadan kullanılması gerektiğidir. Gerçekte fantezisiz yaşayamayız, yeni karşılaştığımız şeylerle başa çıkamayız. Bir kişinin fantezilerini anlamaya çalışırken, onun kişisel alanına göre, ona özgü ve hayaline göre olanı keşfetmiş oluruz. Bellek fantezi kurarken tamamen kişiye özgü unsurları kullanır. Her kişi aynı şeyi farklı farklı algılayabileceği için farklı anımsayabilir. Her algı kişiye özgü farklı yorumları içinde taşır. Örneğin çocukluğunuzdaki bir olay için annenizi suçlayabilirsiniz. Annenize sorduğunuzda hiç de öyle olmadığını söyleyebilir. Size göre ile annenize göre farklıdır. Hangisi gerçektir. Her ikisi de kendi bakış açılarına göre haklıdırlar. Asıl olan gerçek değil algılanılan gerçektir. Onun için çocuklarınıza “gerçek bu” demek yerine ona göre durumu nasıl algıladıklarını sormanız gerekir. Böylece kendi gerçeğinizi aşılamış olmak yerine çocuğunuzu anlamış olursunuz. Ona da herkesin farklı algılayabileceğini, saygı göstermeyi öğretmiş olursunuz. Gerçekte hepimiz dünyaya verdiğimiz anlamı yaşarız. Bazı kişiler dünyayı herkesten farklı algıladıklarını söylerler. Bu kişiler sanatçılar ve mistiklerdir. Aslında bu farklı algılama gereksinimi hepimizde bir ölçüde vardır. Hepimiz evrende yegâne olduğumuzu hissetmek isteriz. Yaptığımız ve hoşlandığımız sanat eserleri ve hayal gücümüz tamamen kendimize ait olan kişisel ipuçlarını içinde taşır. Fantezilerimizle geçmişi, bu günü ve geleceğimizi bağlantılarız. Oscar Wild’a göre akıl, büyük rüyalara sahip olmaktır, böylece onları kaybetmeyiz. Zor zamanlarımızda hayal gücümüz dayanma gücü ve rahatlama sağlar. Aynı zamanda olasılıkları düşünmemizi, plan ve organizasyonlar yapmamızı da sağlar. Artistik ve yaratıcı ifadenin arkasındaki güçtür, içimizdeki bir ekranda yansıyan korku ve isteklerimizdir. Hayal gücünü sınamak T erapide hayal gücümüzü sınamak iki nedenle önemlidir. İlki tıpkı rüyalarda olduğu gibi bilinçdışımızla ve unuttuğumuz geçmişimizle bağlantı kurmamızı sağlar. İç dünyamız bilinçli olmayan bir şekilde hayatımızı etkileyen benliğimize zarar veren unsurlar taşır. Bu bilinçdışı fantezileri bilince çıkardığımızda daha doğru kararlar verebiliriz. Bütün bu amaçları gerçekleştirmede en etkili yöntemlerden birisi psikodrama birisi de sanat terapisidir. Psikodrama kişilerin yaşamlarındaki anahtar konuları oyunlaştırarak söyleyemedikleri duygularını dışarı çıkarmalarına ve alternatif çözümler bulmalarına yardımcı olan bir psikoterapi yöntemidir. Bu yaklaşım içten geldiği gibi yapılan eylemin yaratıcılığı ve içgörüyü açığa çıkaracağı prensibine dayanır. Psikodramanın bütün sanat dallarını birleştirmede sınırsız potansiyeli vardır (Moreno J.J. 2001). Bunların dışında kişinin gözününün önüne terapi esnasında hayaller getirmesiyle gerçekleşen doğrudan fanteziyi kullanan bir yöntem de Babaoğlunun ülkemizde tanıttığı imgesel görüntü yaşantısıdır (1998). Sanat aracılığıyla farkındalığın arttırılması çalışmasında terapist sanat materyallerini sunar ve danışanları içlerinden ne gelirse yapmak üzere cesaretlendirir. Birçok sanat materyali kullanılabilir. Yaratıcı çalışma tamamlandığında terapist danışanı çalışmasını anlatması için cesaretlendirir. Yaptıklarının anlamını ve önemini şu gibi sorularla araştırır: Eğer resimle çalışılmışsa; çizimindeki kişi sana ne der? Bu çizdiklerinin içinde ne, nasıl seni etkiledi? İçteki gerilimin dışarıya sanat eseri olmayan sanatsal çalışma ile alınması hem terapiste hem de danışana sorunun daha iyi ifade edilmesi için olanak sağlar. Problem yapılan benzetmelerle üzerinde konuşulurken daha iyi anlaşılır. Sanat kendi sorununa dışarıdan bakması için ve sorununun çözümü için farklı seçenekler bulmasını sağlar. Sanat terapisti yapılan eseri yorumlamaz. O, kendi istediği kadar kendini ifade etmekte özgürdür. Her sonraki seans kişinin biraz daha fazla kendini ifadesini kolaylaştırır. Özellikle ifade sorunu olan gençler ve çocuklarda çok daha fazla diğer terapilere kıyasla yararlı olmaktadır. Sanat terapisi S anat terapisi terapi süreciyle yaratıcı sürecin bir araya getirilmesidir. Eğitimli bir terapistin varlığında sanat icra edilirse tedavi edici etki artar. Sanat aracılığıyla yaşantılar, korku, hoşlanma ve çatışmalar somutlaşır. Bu yeni farkındalıklar yaratarak yeni var olma yollarının araştırılmasına yol açar. Uygulamalar heykel, resim, müzik, dans ve şiirle yapılabilir. Her sanat uygulanışı itibarıyla insandaki istenilir nitelikleri uyarır. Örneğin yaratıcılık, ilgi, şefkat, sabır, konsantrasyon, esneklik ve ekip çalışması. Sanat terapileri özellikle kendiliğindenliği harekete geçirecek şekilde kullanıldığında, iç görü ve iyileşmeye doğru giden birçok yol oluşturur. Gerçek bir ortamda, yaratıcı ifadeye izin veren yapılandırılmış etkinliklerle, duyguların sembolik ifadesini gerçekleştirmek bir tür duygusal boşalım sağlatır ve bireyin kendi bilinç öncesi ile daha çok bağlantı kurmasına izin verir. Bu bağlantının yol göstericiliği ile daha olumlu bir benlik bütünleşmesi ve benlik kabulü süreci gerçekleşir ( Blatner, 2004 ). Terapi güçlükleri değerlendirmeyi mümkün kılar ve yeni güçlüklerle başa çıkma tarzları geliştirir. Hayata kendimize özgü yeni bir bakış açısı sağlar. “Hayal ettiğimiz sürece varız” Dışa vurulmayan duyguların, kendiliğinden oluşan fantezilere bağlandığı yönünde bilgiler vardır (Frank,1914). Normal hayal kurmalar istemli olarak yönetilebilir ve kesilebilirler. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 37 YÜZ YÜZE ETKİN PERFORMANS RÖPORTAJ ZEYNEP Ç. KURTARAN / SİMGE ŞEN Yaşam kalitenizi biofeedback’le artırın /// 2011’in son günleri…Kış ve İzmir soğuk. İlk sayıda anlatmaya başladığımız biofeedback –neurofeedback tekniği yüzünden, derginin telefonları susmak bilmedi. Demek ki okuyan anlamış; yaşamın olmazsa olmazı nefes. Tekrar tekrar okuduk. Ancak uygulamaları yakından görmek istedik. İzmir’de Etkin Performans yetkilisi Salih Yetkin’nin kapısını çaldık. Teknikler, sistemler oldukça enteresan. Ama Salih Yetkin, kulağımıza çok tanıdık olmayan biofeedback –neurofeedback tekniğinden daha da enteresan. Haftanın son günü; Cuma. Yetkin, kaliteli espirileriyle önce bizi güldürdürmeyi başardı(Onlar ekibimizde saklı). İzmir’li olduğundan mıdır yoksa kabloların içinde olduğundan mı bilinmez, o kadar sıcak ağırladı ki bizi. Ev sıcaklığı kıvamında, uzun bir sohbete daldık. Kahvelerimizi yudumlarken biz sorduk, Salih Yetkin cevapladı… /// “Biofeedback tekniği günlük yaşamda aldığınız nefesi ve yaşam kalitenizi artırmayı başarıyor. Stresten kurtarıyor, kalbinizi yormanızı engelliyor, vücut kimyasını dengeliyor. Kısacası bu teknik size iyi geliyor…” Otonom sinir sistemi nedir? İnsanın kalp atışı, terlemesi, ateşinin yükselmesi, nefes alış verişini kontrol eden sinir sistemine otonom sinir sistemi denir. Vücut kendini tehdit altında hissettiğinde bu anlattığımız otonom sinir sistemi istenilen şekilde çalışmaz. Kalp atış ritminiz hızlanır, nefes alışınız değişir,terlersiniz gibi bir takım sorunlar yaşarsınız. Bunların tamamı sizde ileri de panik atak, depresyon ve günlük hayatınızda da strese yol açar. Stresten kurtulmak için de biofeedback yöntemi devreye giriyor. İlk önce nefesinizi daha sonrada kalp atış ritminizi düzenliyor olmanız gerekiyor. Normal nefes tekniklerinden farkı da bu. Mesela Uzakdoğu’da yapılan nefes teknikleri ile ilgili bir yere gittiğinizde, işin bir de metafizik durumu var orada. Biofeedback yönteminde böyle bir şey yok. Yani biz sadece bilimsel ve fiziki olarak size nefes almayı öğretiyoruz. Ama onlarda olmayan bir şey daha var. Biz kalp korelasyonu ile birlikte nefes almanızı sağlıyoruz. Bu bir egzersiz Ne demek bu? Kalp korelasyonu ile beraber nefes almak; göğüs kafesiniz de bir hacim vardır. Kalbiniz ve ciğerleriniz var. Yani hayati organlarınız var. Siz heyecanlandığınız da, kaygı durumunda, stres durumunda, vücut kendini tehdit altın da hissediyor. Kalbiniz vücudunuza daha fazla kan pompalamak için daha hızlı çalışmaya başlıyor ve büyüyor. Aynı şekil de nefes alışınız da hızlanmış oluyor. Ciğerleriniz de büyüyor. Ve böylece bu düzensizlik sırasında göğüs kafesinizde bir daralma meydana geliyor. Bu da az önce söylediğim bir takım problemlere yol açıyor. Günlük hayatımızda da hem sağlıksız yaşamanıza en önemlisi de stres olmanıza neden oluyor. Biz ne yapıyoruz? Belirli periyodlar halinde 15 dakika biofeedback uyguluyoruz. Size fiziksel ve yaş özelliklerinize göre bir program hazırlıyoruz. Diyafram bölgenize takılan bir elektronik kemer sayesinde, size nasıl nefes almanız gerektiği gösteriliyor. Doğru nefes almayı öğrendikten sonra diyaframdan bizim BVP dediğimiz ayrı bir sensörümüz var. Bu da parmağa takılıyor. Türkçe karşılığı çok fazla olmasa da; kan basıncını ve kalp atış ritmini gösteren bir modül diyebiliriz. Bunu da uygulama esnasında ekrana yansıtıyoruz. 38 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 Diyaframdan nefes almayı öğreniyorsunuz. Daha sonra sizden kalp atış ritminize göre diyaframdan nefes almanızı istiyoruz. Bu şekilde nefes almayı öğretiyoruz. Bilinçli olarak öğrenmiş olduğunuz tekniği, otonom sinir sisteminiz de öğrenmiş oluyor. Bu bir egzersiz. Bu bize ne sağlıyor? Sayı olarak bir dakika da almış olduğunuz nefes miktarının az ama, nefes biriminin fazla olmasını sağlıyor. Mesela bir dakikada 20 nefes alıyorsunuz günlük hayatınızda diyelim, bu da 100 birim nefese denk gelsin. Halbuki biofeedback ile, bir dakikada 10 nefes alıp, 200 birim nefes almaya başlıyorsunuz. Nasıl oluyor bu? Nefesinizi doğru kullanmış oluyorsunuz. Aldığınız kadarını vermek, verdiğinizi kadar almak şeklin de gidiyor. Birim arttıkça sıklıkta azalmış oluyor. Böylelikle organlarınızı da doğru kullanmış oluyorsunuz. Her yere doğru miktarda kan ve oksijen göndermiş oluyorsunuz ve böylece stresten uzaklaşmış oluyorsunuz. Böylelikle kalp de yorulmamış oluyor o zaman değil mi? Evet, kalp yorulmuyor. Zaten istatistiklere göre Türkiye’de çok yüksek oranda nefes bozuklukları nedeni ile kalp hastalıkları ortaya çıkıyor. Bu aslında birazda o işe yarıyor. Yurt dışında bunu kardiyoloji alanında kullanıyorlar. Mesela damar sertliği, damar genişlemesi, damar yaşı, tespiti gibi alanda da kullanılıyor. Siz bu amaçla kullanıyor musunuz? Biz kullanmıyoruz. Biz burada daha çok stres ve öğrenciler geldiği için sınav kaygısı için kullanıyoruz. Normal günlük hayatımızdaki kaygı heyecan gibi durumları ortadan kaldırmak için kullanıyoruz. Bir yandan da insanın ileriki hayatına da faydaları oluyor.Şöyle ki; karşılaşabileceğiniz panik atak, depresyon, yaygın anksiyete gibi. Önceden tedbir almış oluyoruz. Kaç yaşında uygulamaya başlanır? çok önemlidir.Bu yüzden kekemeliğe mutlaka yardımcı olur.Mesela yurt dışında spikerler, yüzücüler, dalgıçlar, yöneticiler, siyaset adamları biofeedback kullanıyor. Çünkü konuşurken akıcı konuşmak, nerede duracağını bilmek, nerede vurgu yapacağını bilmek için. Bilirsiniz spikerlerin yaptığı teknikler var. Biofeedback onlar için çok önemli. Avrupa Uzay Ajans’ında astronot seçmelerine ve astronot eğitimlerine ilk önce biofeedback ile başlanıyor. Pilot eğitimlerinde de böyle. Oksijeni kullanmak, kötü durumlar ile karşılaşıldığında kendini kontrol etmek için kullanılan bilimsel ve kolay öğrenilebilir bir yöntem. 15 dakikada 15 seans Otonom sinir sistemine düzenli çalışma alışkanlığı kazandırmak. Biofeedback için diyaframın ve birtakım şeylerin oturmuş olması gerekiyor. Biz burada 12 – 13 yaşından büyükleri alıyoruz. Çünkü biraz bilinçli olması gerekiyor. Çok kolay seanslar. Çünkü ben size şimdi desem ki nefesinizi tutun, hızlı nefes alın, daha yavaş nefes alın v.s gibi; bunu çok kolay yapabilirsiniz. Biofeedback ile ilgili evde de yapabileceğiniz egzersizler de veriyoruz zaten. Onları da yaptıkça buradaki programı desteklemiş oluyorsunuz ve seanslar böyle ilerliyor. Kaç seans olması lazım mesela? Kişiye göre mi değişiyor? Kişiye göre değişmiyor. Çünkü bunlar çok kolay seanslar. Genelde 15 dakikada 15 seans olarak bitiyor. Maximum yaş olarak bir sınırı yok. Yetişkinlerde aslında herkesin yapması gereken bir uygulama biofeedback. Daha sağlıklı yaşamak için. Mesela benim şahsi fikrim; kadınlar kilo vermek için kullanabilirler. Çünkü biliyoruz ki yağ yakımı için oksijen gereklidir. Oksijen alımını arttırırsanız yağ yakımını artırmış olursunuz. Tabi tek başına biofeedback bir işe yaramaz, sadece destekleyici olabilir. Spor yapılması lazım, beslenmeye dikkat edilmesi lazım, ama biofeedback hem zayıflamak için hem daha sağlıklı olmak için hem stresten uzaklaşmak için çok mantıklı iyi bir yöntemdir. Orana vurursak, cinsiyet ayrımı yaparsak; kadınlar mı yoksa erkekler mi daha çok görülüyor? Hayır. Bu sağlıklı yaşamak isteyen her kişi için yapılması gereken bir uygulama. Kadın-erkek ayrımı yok. O sizin yaşam tarzınızla genetik özelliklerinize bağlı olarak değişir. Ama Türkiye’de kardiyolojik problemler yoğun olduğu için biofeedback herkesin mutlaka öğrenmesi gereken bir yöntemdir. Aileler nasıl yaklaşıyor? Buraya genelde aileler çocukları ile ilgili geliyor. Mesela sınav stresi, sınav kaygısı, heyecan gibi durumlar için. İlginçtir, buraya gelen ailelerin yüzde 90’ı biofeedback seanslarına kendileri de dahil oluyor. Kekemelik için de faydalı olabiliyor mu? Çünkü genelde çocuklar da heyecan arttıkça kekemelik artıyor. Otonom sinir sistemini kontrol edebiliyorsa kekemelik için de bir çözüm olabilir mi? Evet, tabi ki etki sağlıyor. Ama kekemeliğin çözümü budur demek yanlış olur. Çünkü kekemelik biraz farklı bir olay. Nefes,her şeyde olduğu gibi kekemelikte de Bunun dışında şöyle bir şey var daha var. Siz otonom sinir sisteminize düzenli çalışmasını öğrettiniz. Bu bir kazanım. Siz biofeedback uygulaması aldınız. Ama şu demek değildir ki; bundan sonra hiç heyecanlanmayacaksınız, hiç stres olmayacaksınız, kalbiniz daha hızlı atmayacak anlamına da gelmiyor. Tabi ki koştuğunuzda ya da herhangi bir durumla karşılaştığınızda kaygınız, stresiniz, heyecanınız olacaktır. Ama biofeedbacki bilen bir kişi bilmeyen bir kişiye göre daha çabuk bu problemin üstesinden gelip kendini kontrol edecektir. Yani biofeedback fiziksel durumlar dışında psikolojik durumlarda da nefes alıp vermeyi daha düzgün hale getirecek değil mi? Evet, tabi ki böyle olur. 15 seans oldu diyelim ki, aradan üç sene geçtiğinde unutuluyor mu? Bu unutulan bir şey değil. Şöyle düşünün; biofeedback eğitimi olan bir kişi olarak bir sınava girdiniz ve heyecanlandınız.Ancak sizin otonom sinir sisteminize bir eğitim var artık. Beş dakikada bu heyacanı ve stresi kontrol edebileceğinizi biliyor durumdasınız. Yaşanılan her hangi bir durumda otonom sinir sisteminizi daha erken süre de istenilen şekle döndürme şansına sahipsiniz. Düşünün üç buçuk saatlik bir sınavda stresi on kez yaşadınız. Normal bir insan beş dakikada geri döndü, fakat siz iki dakikada geri döndünüz. Her birinden üç dakika kazandınız. Bunu on ile çarpın, zaten otuz dakika bir avantaj elde ettiniz. Artı şöyle bir şey var; siz diğer insanlara göre, o soru ile karşılaştığınızda daha az heyecanlanırsınız. Amaç stresi ortadan kaldırmak, sakin olmayı öğrenmek. Hani deriz ya; 1’den 10’a kadar say diye. Bunu önceden vücuda öğretmiş olacaksınız. Peki, seanslar ne aralıkta oluyor? Ne kadar sık o kadar faydalı. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 39 Yani arka arkaya her gün uygulanabilir öyle mi? Her gün olması daha mantıklı. İnsanlar geliyor “dikkat eksikliğim var, hiperaktivitem var, konsantre olamıyorum” diyor. Bir insanın otonom sinir sistemi kontrol altında değil ise ne yaparsa yapsın yeterince fayda göremez. İlk önce otonom sinir sistemini kontrol edebilmeli bir insan. Yani sizin beyninize yeterli kan gitmiyor, oksijen gitmiyor, siz sürekli heyecan halindesiniz, panik halindesiniz ve dikkatinizin iyi olmasını bekliyorsunuz. Böyle bir durum yok. İlk önce alt yapınız iyi olacak, ondan sonra verim alabilirsiniz. Bu şuna benziyor; arabaya benzin vermeden arabanın gitmesini beklemek gibi. Önce benzin gelecek arabaya, ondan sonra araba gidecek. Biofeedback bu. Mesela hamileler yoga eğitimi alıyorlar ya stresten uzak kalmak için. Doğum anın da daha rahat olmaları için? O hamile kişinin durumuna bağlı. Psikolojik olarak tabi ki rahatlatır. Ama dokuz aylık bir bayana da bunu yaptırmak doğru değil. Hamileliğin ilk evrelerinde uygulanması daha uygundur. Giyilen gömlekten farkı yok Vücuda herhangi bir elektrik gidiyor mu? Elastik bir kemer var. Üstünüze giydiğiniz bir gömlekten farkı yok. Diyaframınızın ne kadar açık ona bakıyoruz. Kaç sayı ve kaç birim nefes aldığınızı öğrenmeye çalışıyoruz. Nabız ölçüm aleti gibi düşünebilirsiniz. Sizin nefes sayınızı ölçüyoruz sadece. Yurt dışında poligrafi cihazı ( yalan makinası) olarak da kullanılabiliyor ,mesela ama bizim markamız poligrafi cihazı olarak yayınlanmıyor. Ama dünyanın en iyi poligrafi cihazı aslında. Biliyorsunuz, insan yalan söylediği zaman otonom sinir sistemi değişir. Vücut terler, nefes alış verişi, beyin elektrik sinyalleri değişir. Nasıl nefes aldığınızı da görmek için bu yöntem kullanılır. Ama tabi ki daha çok başarıyı arttırmak, stresten uzak durmak ilk amaç. İlk olarak nerede ortaya çıkmış peki? İlk olarak 1956 yılında California Üniversitesi’nde Prof. Dr. M.Barry Sterman tarafından yapılan deneyler sonucunda temelleri atılmıştır. B–52 bombardıman uçak pilotlarının similasyonu sırasında beyin EEG’lerini çekiyor. Çok başarılı olan pilotların başarısız olan pilotlara oranla beyinlerini, nefeslerini daha farklı kullandığını fark ediyor. Daha sonra Amerika NASA da uzaya astronot gönderecekleri sırada oradaki stresli ortamı, yanındaki oksijeni doğru kullanmasını, farkındalığını arttırmak 40 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 için bu yöntemleri kullanıyorlar. Amerika’da Almanya’da çok yaygın kullanım alanlarına sahip. Bir takım özel sigorta kuruluşları ücretleri karşılıyor. Gelişmiş ülkelerde biofeedback klinikleri bile var. Türkiye biofeedback ‘i ne kadar tanıyor? Aslında Türkiye hiç tanımıyor desek yeridir. Türkiye de kaç kuruluş var biofeedback yapan? Biz Türkiye de bu işi yapan ikinci kuruluşuz. Ayrıca Dünyanın en iyi markası olan mind media’nında Türkiye ve Ortadoğu distribütörüyüz. En önemli özelliklerimizden biride bu. Kendi yazılım ekibimiz ile her kişiye özel uygulamalar yapıyoruz. Bu da bizim elimizde. Türkiye de bizden sonra birçok insan bunu yaptığını söylüyor ama dünyadaki uygulamalar ile arasında büyük farklar var. Bizim yaptığımız gibi yapmaya çalışanlar da var. Son zamanlarda sayı olarak bir artış var. Ama şöyle bir şey biz burada sadece psikolog arkadaşlarımıza yaptırıyoruz bu işlemleri. Yurt dışından eğitim aldırıyoruz. Zaten bizim kurum olarak biofeedback uygulamaya yönelik sertifika verme yetkimiz var. Yani size eğitim verip, uygulayıcı sertifikası verebilirim. Ama biz de etik olarak bir takım şeyleri göz önünde bulundurup insan bilimi ile ilgili akademik bilgisi olan kişilere yaptırmayı tercih ediyoruz. Kurum olarak aynı zamanda diğer kurumlar için bir okul gibi de düşünebilirsiniz. Şu anda önde gelen üniversitelerle birlikte yürütmekte olduğumuz birkaç bilimsel araştırmamız da var. Yurt dışında fizyoterapi alanında da kullanılıyor. Biz de düşünüyoruz. Şu anlık girişimlerimiz devam ediyor. İzmir’de olmanızın ne avantajı var? Ya da dezavantajı var mı? Eğer İstanbul’da olsaydık daha çok insana ulaşma şansımız olabilirdi. Ama belki bu kaliteyi yakalayamayabilirdik. Belki sayı olarak çok fazla kişiye ulaşabilirdik ama kaliteyi tutturamayabilirdik. İzmir’de olmamızın avantajı büyük markalar bir girişimde bulundukların da ilk önce İzmir’de yapıyorlar. Eğer o iş İzmir’de tutuyor ise Türkiye’ye yayıyorlar. Bizim bunu görme şansımız oldu en azından. Daha sonra yer değişikliği düşünüyor musunuz? Tüm Türkiye’ye yayılma gibi bir fikrimiz vardı. Bizi franchising konusunda birçok insan aradı. Hatta şanssız bir birlikteliğimiz oldu. İki buçuk üç ay kadar. Ama bizim söylediğimiz etik değerlere uymadıklarını düşündüğümüz için irtibatı kestik. Onlar şimdi kendi yolunda bir şeyler yapıyorlar. Şunu iddia ediyorum Türkiye de bu işi gerçekten doğru yapan gerçekten ahlaki olarak yapan tek kurum ETKİN PERFORMANS’tır. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 41 insan bağımlılığı /// Yemedim yedirdim, içmedim içirdim, saçımı süpürge ettim... Peki iyi mi ettim? İnsan bağımlılığı nedir? KİŞİSEL TUĞÇE PEKER DARCAN Klinik Psikolog 42 Koç Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun olduktan sonra İngiltere, Wales Üniversitesi’nde Klinik Psikoloji alanında yüksek lisans derecesini aldı. Şu anda Brief London Çözüm Odaklı Psikoterapi ve Şema Terapi Enstitüsü (ISST) New York ve New Jersey (Wendy Behary, PhD. ve Jeffrey Young, PhD.) tarafından verilen Şema Terapi eğitimini ve süpervizyonlarını sürdürmektedir. İnsan bağımlılığı, aşırı pasif ya da aşırı ilgi eğilimi olabilen kişilerde, kişinin ilişkilerini ve yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen sağlıksız sevgi çabasıdır. İnsan bağımlılığı içsel değil, dışsal bir bağımlılıktır. Kişi sıklıkla kendi ihtiyaçlarını geri plana alarak, başkalarının ihtiyaçları ile aşırı derecede meşgul olur. Böylece iç sesini duyamaz, - duymaya da tahammülü yoktur zaten- ve böylelik ile kendinden uzaklaşır. İnsan bağımlılığı ailelerde, iş ortamında, arkadaşlıkta, romantik ilişkilerde ya da başka herhangi bir toplulukta her an görülebilir. İnsan bağımlılığı inkâr, düşük özgüven, aşırı uyum gösterme ve kontrol etme örüntüleri şeklinde gözlemlenebilir. Narsist (özsever görünen) yapıda kişiler adeta insan bağımlılıları mıknatısı gibidir. Aslında dünyadaki insan bağımlısı sayısı kadar insan bağımlılığı çeşidi vardır. Ama temel olarak ikiye ayrılır; yöneten- kontrol eden insan bağımlıları ve yönetilen-kontrol edilen insan bağımlıları... Bir insan bağımlısı aynı anda hem yöneten kontrol eden, başka bir ilişkide de yönetilen kontrol edilen olabilir. Sevgi ve ilgi adı altında sıkça kötüye kullanılan alışveriş veya kumar bağımlılığındaki gibi para ve meta değil, ilişkiler ve ilişki kurma biçimidir. Özellikle ülkemizde kültürel çoğunluk olarak bu tür ilişkilerin objesi olmayan ve birey olan kişiler “tukaka”dır. Eğitim seviyeleri ve yaşam kültürü artmış kişiler zaman zaman kendi entellektüel seviyeleri ve birikimleri ile bu ayrımın farkına varabilirler. İnsan bağımlılığı, ailedeki duygusal acı ve sıkıntı içinde (madde, alışveriş, kumar, alkol bağımlılığı, duygusal, psikolojik taciz, fiziksel, sözel şiddet, cinsel taciz, boşanma, kronik fiziksel rahatsızlıklar, teşhis konmuş ya da konmamış psikolojik rahatsızlıklar, aşırı eleştirel, sevgisiz, ilgisiz aile ortamı...) var olabilmek için, işlevsiz PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 /// yaşam biçimine ve kurallara göre belirlenen çocukken öğrenilerek ya da tepki olarak geliştirilmiş bir dizi uyumsuz ve dürtüsel davranışlar bütünü ve yine işlevsiz sorun çözme davranışlarıdır. Ne var ki, bu sağlıksız sorun çözme davranışları bir süre sonra tüm bağımlılıklarda olduğu gibi sorunun kendisi haline gelir. Yetişkinler olarak, insan bağımlıları “toksik” ilişkiler içerisinde bulunma eğilimindedirler. Başka bir deyişle, duygusal olarak hiç bir zaman onlar için orda olmayan, güvenilmez, tutarsız veya bazı bakımlardan muhtaç kişiler ile ilişki kurarlar. Onlara küçükken yetiştikleri ortamdaki gibi hissettiren kişiler hiç de yabancı gelmez. Ve insan bağımlılıları bu ilişkiyle ilgili herşeyi kontrol etmek ve gereken herşeyi sağlamak için kendi ihtiyaçlarını, arzularını görmezden gelerek, kendilerine devamlı bir tatminsizlik ortamı yaratır ve buna mahkum ederler. Böylece geçmişte yaşadıkları ikilemi içgüdüsel olarak tekrar yaratıp bu sefer çözmeye çalışırlar. İnsan bağımlısı bir kişi sağlıklı sınırları olan biri ile karşılaştığında da ilişki kurma biçimini kendi sistemi ile devam ettirmeye çalışacağı için bu kişi ile kurdukları ilişkiyi yürütemez. Romantik ilişkilerde ya da arkadaşlık, akraba ilişkilerinde “tarzım değil”, “beni çekmedi” , “sıcakkanlı değildi” gibi yorumlarda bulunmaları olasıdır. Kendi kişisel sınırlarına rahatça ve kısa sürede girilmesine izin veren insan bağımlıları karşıdan bu tarz sınırsız bir yaklaşım bulamadığında kendini çeker. Toksik ilişkiler ve kişiler onlar için ilk aşamada daha caziptir. “Hep beni bulur böyleleri”, “İyi niyetimi kullandılar, “Kader, kör talih”, “Düzgün insan yok, ben düzgünüm onlar değil” gibi yakınmaları insan bağımlılarından sıkça duyarız.Bu nedenledir ki, döngü devam eder, insan bağımlıları sağlıklı davranış biçimleri, başetme becerileri olan kişiler yerine bağımlılığını besleyen kişiler ile görüşürler. Ve bu şiddetli öfke, çaresizlik, kin ve boşluk duygularını neden taşıdıklarını kendileri bile anlayamazlar. Eğer bu yazıyı okurken rahatsız olup kızgınlık hissediyorsanız, sayfayı çevirip kaçabilirsiniz... Ama sadece bu yazıdan, kendinizden değil... PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 43 Ne değildir? İnsan bağımlılığı, sağlıklı bir bağlılık, sevgi ya da ilgi durumu değildir. İnsan bağımlılığı, karşındakinin gerçekten neye ihtiyacı olduğunu düşünmek, sorgulamak değildir, çünkü bağımlı için önemli olan onun neyi vermeye ihtiyacı olduğudur. Bu tip davranış örüntüleri ebeveyn-çocuk ilişkilerinde sıkça görürüz. İnsan bağımlılığı, kişilerin düşüncelerine, ihtiyaçlarına ve davranışlarına karşı kendi sorumluluğu çerçevesinde elinden geleni yapmak değildir. Elinde somut bir kanıt olmadığı halde, karşısındakinin varsaydığı tüm ihtiyaçlarına kesin gerçeklermiş gibi elinden gelenin fazlasıyla karşılık vermeye çalışmak ve kaos yaratmak, sonuç olarak da kendini mağdur hissederek bunun adına fedakarlık demektir. Nerden çıkmıştır? İnsan bağımlılığının literatüre girişi, Adsız Alkolikler toplantılarında sorunun sadece alkol bağımlısında değil, kişinin aile ve arkadaşlarının tutumlarında da olduğunu farketmek ile başlamıştır. Daha sonra terim sadece alkol bağımlılığı değil, herhangi bir bağımlılığı olan kişiye bağımlı olma haline dönüşmüştür. Son olarak ise, bu tür bir kişilik yapılanmasının sadece içinde bağımlı olan ailelerde değil, işlevsel olmayan çoğu aile yapısından kaynaklandığı öne sürülmüştür. İnsan bağımlısı olan kişi, sadece bir başkasının onayı, takdiri ve desteğine odaklanmıştır. Bu kavram bir miktar kendinden daha güçlü bir kişiliğe tutunan pasif bağımlı kişilik tipi ile örtüşse de, bundan farklı gelişir. Kabul edilemez türde davranışlara izin verip karşımızdaki kişiyi (bizi ve etrafı tahrip eden ve haddini aşan kişiyi) hoş tutup yatıştırarak reddedilme, yalnız kalma, yüzleşme ve sevilmeme riskini ortadan kaldırmaya mı çalışıyoruz? Davranış örüntüleri ve özellikleri İnsan bağımlılığı, sağlıklı bir fedakarlığı ya da ilgiyi aşan davranış, düşünce ve duyguları tanımlar. Ebeveynlik mutlaka fedakarlık ve ilgi gerektirir, fakat sağlıksız ve kişinin benliğini yok edici boyuttaki ilgi çocuğa kalıcı zararlar verir. Genel olarak kendi duygusal ve fiziksel ihtiyaçlarını da fark ederek karşılayan sağlıklı ebeveynler daha işlevsel bir bakıcı iken, insan bağımlısı ebeveynler daha verimsiz ve yıpratıcı olabilir. Tek başlarına kalmaya ve kimsenin onlara ihtiyacı olmadığını düşünmeye tahammülleri olmayan insan bağımlıları, sürekli mağdur rolünü üstlenirler ve başkalarının ihtiyaçlarını sürekli kendi ihtiyaçlarından 44 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 öncelikli tutarlar ve kendilerine asla sıra gelmez. Böylece, birilerinin çaresizce onlara ihtiyacı olduğuna inanmaya ve öyleymiş gibi davranmaya devam ederler. Sürekli bir kabul görme ihtiyacı içindedirler. Herhangi bir tartışma durumunda mağdur konumuna geçerler ve kendileri savunma cesaretini gösterebildikleri nadir durumlarda ise kendilerini suçlu hissederler. Genellikle, ilişkilerde sürekli olarak tatminsizlik hisseder, direk olmak yerine dolayl, imalı ya da başkaları üzerinden iletişim kurmaya çalışırlar. Kontrolcü davranışlar, güvensizlik, mükemmelliyetçilik, kendi duygularından kaçınma, yakınlaşma problemleri, bakıcılık, aşırı hassasiyet, tetikte olma hali ve sürekli dile getirilen ve strese bağlı olduğu söylenen fiziksel rahatsızlıklar insan bağımlılığının en temel göstergeleridir. Şimdi aile ilişkilerinizi bir düşünün. İnsan bağımlılığı öğrenilmiş bir davranıştır ve çoğunlukla aileden gelir ve hayatla başa çıkma yöntemi olarak kullanılır. Çocukken bu yöntemi öğrenerek aile içinde duygusal ve fiziksel olarak var olmayı başarmış olabilirsiniz, bu sizin suçunuz değil... Fakat bugün bir yetişkin olarak bu uygunsuz ve kesinlikle başarısız olan ilişki yönetme biçimini bırakmayı seçebilirsiniz... Muhtemelen karşınızdaki insanların duygularından kendinizi sorumlu tutuyor ve siz de kendi duygularınızın sorumluluğunu başkalarına yüklüyorsunuz. Direkt olarak hayır demek sizin için hemen hemen imkansız ve duymak da bir o kadar dayanılmaz. Tüm bunlar yüzünden gülünç durumlara düşmek, egonuzun taleplerini yanlış yorumlamak ve bunları toparlamak için daha da çok çırpınmak zorunda değilsiniz. Finansal durumunuz ya da diğer kritik durumlarla ilgili yanlış kararlar alır mısınız? Sevdiklerinize çelişki ve kızgınlığı ertelemek ve engellemek için küçük, beyaz yalanlar söyler misiniz? Aile içindeki uyugunsuz davranışları ve olayları olmamış varsayarak ört bas etmeye çalışır mısınız? Kendinizi sürekli kullanılmış hisseder misiniz? İnsanlara gereğinden fazla bilgi verir misiniz? En agresif ve manipulatif insan bağımlılarının bile aşırı itaatkar bir tarafı vardır. Saygı göstermek amacı ile sağlıksız bir boyun eğicilik moduna girmeniz an meselesidir. Unutmayın en az patronunuz veya büyükleriniz kadar siz de saygıyı hakeden yetişkin birer insansınız. Kendinizi geri çekilmeye ve hüküm altına girmeye asla mecbur hissetmeyin. Bukalemun olmak zorunda değilsiniz. Fikrinizi söylemek, hayır demek, size uygun olmayan kurallara uymamak ve tartışmak saygısızlık değildir, önemli olan bunları nasıl yaptığınızdır. Karşınızdakininin susmasını sonsuza kadar bekleyemezsiniz. Kibar bir şekilde müsade isteyip bölebilirsiniz.Yetişkinler dünyasında karşılıklı direk iletişimle pek çok şey çözülebilir, karşı tarafın bundan hoşnut olmaması sizin sorununuz olmamalıdır. Böylelikle karşı tarafa size saygı duymayı öğretmek konusunda ilk adımı atmış olursunuz. Unutmayın siz artık annesinin, babasının ya da dedesinin karşısında yaramazlık yapmış küçük bir kız ya da oğlan çocuğu değilsiniz. Otorite benzeri figürler karşısında yetişkin kalmaya çalışın... Sosyal hayatınız sizi tatmin ediyor mu? Başkalarının düşüncelerini ve davranışlarını kontrol etmemiz imkansızdır, ancak kendi düşüncelerimizi ve davranışlarımızı kontrol edebiliriz. Şimdi sürekli geçmişte ya da gelecekte yaşamayın. Tüm sahip olduğunuz şu andır. “Şu olursa..”, “bu olsaydı....” sizin keşkelerinizi ve gerçekçi olmayan beklentilerinizi artırarak daha da çok hayal kırılığına uğratır. Olduğunuz halinizle iyisiniz, tamsınız ve bunu başkalarından duymaya ihtiyacınız yok. Sosyal hayatınız sizi tatmin ediyor mu? Yoksa başkalarının hayatları ve problemleri ile sosyalleşemeyecek kadar fazla mı meşgulsunuz? Başkaları için en iyisini düşünmek sizin için hayatın anlamı olmuşsa, maalesef karşılık da beklersiniz. En iyi şartlarda istediğiniz karşılığı alamadığınızda mutsuz ve öfkeli, en kötü şartlarda da kindar ve intihara eğilimli hissedersiniz. Ya da sürekli kalabalıklar içinde dikkat çekmeye çalışan bir ilgi avcısı olabilirsiniz. Seçtiğiniz hedef kitle tarafından takıntılı bir şekilde kabul görmeyi ve onaylanmayı mı bekliyorsunuz? Kendinizi, güncel meselelerinizi etrafınıza çırpınarak anlatırken bulup tatmin edici yorumlar mı bekliyorsunuz? Sürekli savunmada ve tetikte misiniz? Başkalarıyla yüzleşmekten mümkün mertebe kaçar mısınız? >> Keşkeler ve sonuçları Neden insan bağımlısı oluruz? Aile ve akrabalar ile içinde büyüdüğümüz ve yaşamı öğrendiğimiz sistem bizi insan bağımlısı yapar. Eğer sizin evde sorunlar hakkında oturup konuşmak doğru değil ise, duygularınızı açıkça ifade etmenize izin verilmiyorsa, iletişim mümkün olduğu kadar dolaylı ve arada bir elçi kullanılarak yapılıyorsa, her zaman güçlü, mükemmel, doğru ve iyi olmaktan başka şansınız yoksa, gerçekçi olmayan beklentileri karşılamaya çalışarak etrafınızı gururlandırmaya çalışıyorsanız, sürekli olmamanız gerektiği sürekli vurgulanıyorsa, dediğimi yap yaptığımı yapma yöntemi ile büyüdüyseniz, eğlenmek, coşmak, oynamak çok da tasvip edilmiyorsa... Bunlardan bir kaç olan ailelerde çocukların özgüvenlerinin sağlıklı bir şekildegelişmesi imkansızdır. Böylelikle çocuklar yetişkinlikte de öğrendikleri işe yaramayan davranış şekilleri, problem çözme biçimleri ve tepkilerle boğuşur dururlar. Bu kişilere günlük hayatta , pasif, pasif agresif, kontrolcü, paspas, yalaka, uçlarda, aşırı duyarlı, yönlendirici, narsist, dram kraliçesi gibi yakıştırmalar da yapılır. İş, okul ya da diğer sosyal ortamlarda bizim için stres ve acı kaynağı olan kişinin davranışlarının besleyecek şekilde davranmaya devam ederiz...İyilik yaparız, mağdur oluruz, sinirleniriz, aşırı tepki veririz, suçluluk hissederiz, sonra telafi etmek için yine iyilik yaparız, mağdur oluruz... “Yaşadığım hayatla ve kendimle ilgili nasıl daha iyi hissedip tatmin olabilirim?” İyileşme İnsan bağımlılığının iyileşmesinde konuda uzman bir psikoterpistten destek almak en sağlıklısı olur. Bu alışkanlıkları bir günde edinmediğimiz için bu süreç inişli çıkışlı olsa bile sonunda hayatınızı geri kazanma şansına sahip olmak paha biçilmez bir deneyimdir. Bu konu ile ilgili destek gruplarına katılmak, kitaplar okumak, fakat öncelikli olarak da nasıl davrandığımızı durup bir farketmek bile çok etkili olabilir. Aile terapisi de bu konuda etkin tedavi yöntemlerinden biridir. Destek alarak, kararlı ve emin durmayı, direk iletişim kurmayı ve gerçekten kim olduğunuzu ve ne istediğinizi öğrenebilirisiniz.İyileşme başta size çok tuhaf, yabancı, bencilce gelse de ve sizin bağımlı halinize fena halde yaslanmış insanlardan tepki alsanız da cesaretinizi kaybetmeyin. Kitap önerileri; Sınırlar - John Townsend & Henry Cloud (Koridor Yayınları) İlişkideki Bağımlılığa Son - Melody Beattie (Ganj Yayınları) Yardım alınmazsa... Destek almazsanız ve değişmeyi erteleyip, problemi inkar etmeye devam ederseniz yeme bozuklukları, alışveriş bağımlılığı, uyuşturucu bağımlılığı, kendinizi yok etme ve cezalandırma eğilimi gösterebilir, sizin bağımlılık davranışını besleyecek türde kişiler ve ilişkiler, aşırı stresli iş hayatı, depresyon, güvensizlik, sosyal kaygılar tecrübe edebilir, zaten tecrübe ediyorsanız semptomlarda artışlar görebilirsiniz. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 45 YORUM BİZDEN HALİL TABUR Refleksoloji eğitimi R SİHİRLİ DOKUNUŞLAR; REFLEKSOLOJİ İ Psikolog ve Refleksolog sa Mesihi anlatırken kullanılan en önemli özelliktir onun elleriyle insanlara şifa vermesi. Görmeyenin gözünü açmak ve ölüyü diriltmek, bir mucize olarak ona sunulmuş nimetlerdendi. Yalnız İsa Mesih de zirveye ulaşan dokunarak şifacılık daha da geçmişe dayanıyordu. Zira insanlar doğayı izleyerek keşfederek taklit ederek bilimsel bilgiyi oluşturuyorlardı. Dokunmayla şifacılık değişik zamanlarda köklü kültürlerde hep uygulana gelmiştir. Manuel terapi Refleksoloji belki de bu manuel terapilerin en eskisidir. Hatta bilim tarihçileri insanların primatları taklit ederek refleksolojiyi keşfettiklerini yazar. Nasıl keşfedilirse keşfedilsin, tecrübeyle kuşaktan kuşağa aktarılan her bilgi faydalı olduğu için günümüze kadar ulaşmıştır. İsa Mesihte zirveye ulaşan bu bilim günümüzde yeniden keşfedilen ve insanlara şifa sunan bir tedavi olarak yeniden keşfedilip benimsendi. Yüz yılı aşkın bir süre önce Amerikalı doktor Friztgerard tarafından bilimsel perspektifle incelenen bu bilim, günümüzde on binlerce uygulayıcısı ve meslek örgütüyle dünyada sayılı bir meslek haline geldi. El ve ayaktaki sinir dokuyu uyarmanın bu kadar ilginç sonuçlar çıkaracağı genel olarak kimsenin aklına gelmez. Fakat refleksolojiyi deneyen ve onun muhteşem sonuçlarını gören bir kişi, kolay kolay bu terapiden bir daha kopamaz. Günümüz insanların en büyük sorunlarının başında yoğun stres ve anksiyete gelmekte. Bu süreçler devam ettiği için de sinir sistemi doğru akımla çalışamamakta ve buda vücutta ağrıların ve hastalıkların çıkmasına zemin hazırlamaktadır. Sinir sisteminin çalışma düzeninin bozulduğu bir vücut dolaşım problemlerinin artmasıyla birlikte hiç tanımadığı aklına getirmediği hastalıklara yakalanmakta. Hastalıkların büyük çoğunluğunun stres kökenli olduğunu söyleyen uzmanlar bunun sebebi olarak da düzgün çalışmayan sinir sitemini ve dolaşımı göstermekte. Hastalıklar karşısında kullanılan ilaçlar da problemin temelini ve kaynağını çözmektense, belirtleri çözmeye kilitlendiği için, ne tam olarak hastalığımız geçmekte ne de ilaç kullanmaktan kurtulmaktayız. 46 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 Destek tedavi El ve ayaklarda çevresel sinir sistemini uyaran refleksoloji, en temelde merkezi sinir sitemini, ordan da hareketle otonom sinir sitemini uyarıyor. Bu da organların düzenli çalışması anlamına geliyor. Refleksolojiyle ilgili yapılan birçok araştırma, yapılan birçok tez ve litaratür çalışması, bu bilimi sistemli ve akademik olarak daha güçlü kılmakta. Şimdilerde refleksolojiyi neredeyse bilmeyen yok. Birçok hastanın istifade etmesinin ötesinde, birçok bürokrat, sanatçı ve tanınmış sima refleksolojiden istifade etmekte. Özellikle nörolojik rahatsızlıklardaki açık ve ölçülebilir faydaları, birçok bilim adamının gözünü bu bilime çevirdi. Türkiye’de halihazırda elliye yakın bilimsel makale ve tez çalışmasına konu olan refleksoloji, özellikle hemşirelerin tez ve araştırmalarına konu oluyor. Yine birçok nörolog da refleksoljiye sıcak bakmakta. Refleksolojinin önemli bir destek tedavi olduğunu kabul etmekte. Buraya kadar yazdıklarımız sizi şaşırtmadıysa refleksolojinin faydalı olduğu problemleri gördüğünüzde daha da şaşıracaksınız demektir. Zira refleksoloji bel boyun fıtığından migrene ,depresyondan panik atağa kadar bir çok rahatsızlıkta kullanılyor. Özelikle engelli çocuklar refleksolojiyle yürüyebiliyor ve konuşabiliyor. ef leks olojinin ülkemizdeki serüveni oldukça yeni batıda rahatlıkla kabul gören bu bilim ülkemizde daha yeni yeni kabul ediliyor. Hatta bununla ilgili ilk resmi süreç sağlık bakanlığı tarafından tanımlanmasıyla hız kazandı. Refleksoloji her bilim gibi beraberinde iş hacmi ve kapital değeri getirdiği için özellikle ülkemizde, bazı çevrelerin ciddi direnciyle karşılaştı. Sağlık alanında çalışan meslek gruplarının kapital dağılımdaki yerini zorlaması bu işi yapanlara cephe oluşturulmasına sebep oldu. Ama şimdilerde ülke geneline yayılan ve ülkenin en tepesindeki kurumlar tarafından kabul görmesi bu bilime bakışı bir anda değiştirdi. Geçmişte bu bilimi inkar edenler bu bilimi öğrenmek için arayışlar içine girdi. Burada da bir başka sorun çıktı ki; o da refleksolojinin ülkemizde profosyonel bir eğitiminin olmaması. Bu konuyla ilgili bir çok ciddi talep, yurtdışında bu eğitimi veren eğitim kurumunu ülkemizde yöneltti. Şimdilerde bu konuda ülkemizde ilk profosyonel eğitimi veren BCU adında online üniversite bu eğitimi almak isteyenlere imkan tanıyor. İki yılı teorik olarak uzaktan verilen eğitim bir yıllık staj olarak Psiko Akademi Refleksoloji Merkezi’nde yapmaya imkan tanıyor. Her hizmet beraberinde bir rant kavgasını getiriyor. Ve tabii Türkiye gibi ülkelerde anlayış ve bakış açısı kolay kolay değişmiyor. Ülkemizde oldukça iyi bir durumda olan fizyoterapi bilimi de geçmişte refleksolojinin yaşadığı bu kavgayı yaşayanlardan. Zira bu bilimde son yirmi otuz yılda tanınma ve kurumsallaşma aşamasını tamamladı. Geçmişten günümüze uzanan birçok destekleyici bilim kavramsallık ve bilimsel litaratür açısından zayıf olduğu için, geçmişte fizyoterapinin günümüzde de refleksolojinin yaşadığı sıkıntıları yaşıyor. Geleceğin dünyası holistik yani bütüncül tedavilere daha açık olacak gibi gözüküyor. İnsanların sadece fizik bedenden değil ruhsal yönünün de olduğu fikrinin ağırlık kazanması, insanların tedavi denilince ilacın dışındaki destek ve alternatif tedavileri aramasına yol açmaktadır. Bu konuda dünyada ve ülkemizde giderek gelişen bir sektör var. Ve bu sektör giderek büyümekte. İnsanların bu süreçte bilinçlenmesi de çok önemli. Zira her destek tedavi mutlaka iyi bir uzmandan alınmalı. Özellikle refleksoloji için bu şart. Zira refleksoloji vücudun bir anlamda dengeleriyle oynamaya benziyor. Fizyoloji bilgisi olmayan ve kuramsal yani klinik refleksoloji bilmeyen kişiler faydadan çok zarar meydana getirebiliyorlar. Refleksolojinin faydaları; - Refleksolojinin dikkat eksikliğine iyi gelir. Algılama, hafıza ve öğrenmeyi kolaylaştırır. - Ağrı kesici etkisi vardır; .özellikle eklem ağrılarında - Kan ve lenf dolaşımını düzenler - Hücrelerin iyi şekilde beslenmesini sağlar - Bağışıklık sistemini güçlendirir - Stresi ve anksiyete düzeyini azaltmada başarılı etkiye sahiptir - Vücut organlarının iyi çalışmasını sağlar - Vücudun toksinlerden arınmasına yardımcı olur - Ameliyat sonrası vücudun toparlamasına yardımcı olur - Kaslar ve tendonlardaki spazmı azaltır - Sinir sistemi üzerinde rahatlatıcı bir etkiye sahiptir - Hastalık sonrası vücutta toplanan ödemin atılmasına yardımcı olur - Hareketsiz yaşam tarzı olan kişilerde olumlu etkiye sahiptir - Yağ ve ter bezlerini aktifleştirerek cildin nemlenmesini sağlar ve kişiyi gençleştirir. .Buradan hareketle refeksolojinin anti -aging etkisi unutulmamalı -Yine refleksoloji spastik çocukların, kasılmalarını azaltır ve zihinsel becerilerini artırır. -Gelişim geriliği olan çocuklarda fiziki ve zihinsel olarak çok faydalıdır. Tabiki refleksolojinin etkleri bununla sınırlı değil. Sinirlerle ilgili olan tüm sistemler, refleksolojiden faydalanıyor. Hastalıklara karşı daha dirençli ve daha pozitif bir duygu durum kazandırıyor. Gelişen toplum, karmaşıklaşan hayatlar, artan iş yükü ve anksiyete insanı hasta ederken modern insan hastalıklarına refleksolojiyle doğal çareler arıyor. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 47 Şiddete Hayır Sevgiye Evet ! /// Şiddetin her türlüsüyle her gün çoluk çocuk iç içeyiz. Hayvanlara, çevreye hatta kendimize bile öfke ve şiddetle dopdoluyuz. Sevebilmeyi, empati kurmayı, merhameti, paylaşmayı, hayatımıza ruh katan, renk katan, içimizi ısıtan duyguları beslememiz canlandırmamız gerekli. G /// ünümüzde her yanımız şiddetle sarmalanmış durumda, siyasi mekanizmalar, iş yerleri şirketler, trafik, futbol, vs vs vs… Ve en önemlisi de aile ilişkileri. Şiddetin her türlüsüyle her gün çoluk çocuk iç içeyiz. Hayvanlara, çevreye hatta kendimize bile öfke ve şiddetle dopdoluyuz. Hayatta ve evrende temel bir kural var, bir şeyin eksildiği boşaldığı yeri başka bir şey hemen doldurur. Yani hayatta boşluk yoktur. Örneğin; bardağınızdaki suyun bir kısmını içtiğinizde bardakta GÜNDEM İLKNUR PEDER Psikolog Cinsel Terapist 48 Ege Üniversitesi Psikoloji Bölümünde lisans eğitimini tamamladı. Transaksiyonel Analiz ( TA ), Bilişsel Davranışçı Terapi ( BDT ), çocuk, aile danışmanlığı, evlilik sorunları, cinsel terapi eğitimleri aldı. Köprü Kişisel Gelişim merkezinde bireysel psikoterapi, ergen danışmanlığı, sınav kaygısı, kişisel gelişim, cinsel terapi, evlilik terapisi konularında danışmanlık vermektedir. CİSED ( cinsel sağlık enstitüsü ) İzmir şubesi yönetim kurulundadır. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK ARALIK2012 2011 boş görünen kısım gerçekten boş mudur? Hayır, suyun eksildiği kısım hava ile dolmuştur. Bardak boş değildir. Bir binada ışığı azalttıkça ışığın ulaşamadığı yeri karanlık dolduracaktır. Akşam olup güneş batmaya başladığında gökyüzü boş kalmaz yıldızlar ve ay görünmeye başlar. Birileri ölür birileri doğar, birileri bir yerden gider ve onlardan kalan yere başkaları gelir. Yani; hayatta boşluk yoktur. Bu kural evrende, ekolojik dengede ve biz insanların iç dünyaları için de geçerlidir. Bir duygunun eksildiği yeri başka duygular doldurur Pozitif ve negatif duygular Bu şiddetten maalesef kadınlar da oldukça nasibini alıyor. Elbette şiddetin sosyolojik, ekonomik, siyasal vs birçok nedeni var ama insanın iç dünyasına doğru ışık tuttuğumuzda daha derinde kaybettiğimiz pozitif duyguların yerini negatif duyguların doldurması şiddetin ve tabi kadına şiddetin en temel nedeni sanırım. Modern topluma ayak uydurmaya çabalarken insanca ve hayatı yaşanmaya değer yapan güzel duygularımızı kaybediyoruz. Bu güzel duygulardan boşalan yeri vahşi, acımasız duygular dolduruyor. Giderek sertleşiyoruz, duyarsızlaşıyoruz hep birlikte. Kadın, şiddetin mağduru olduğu kadar şiddetin faili de aynı zamanda. Ufacık bir çocuğun bedeninde annesi sigara söndürebiliyor. Bir genç kızı annesi sözel ve fiziksel şiddetle intihara sürükleyebiliyor. Ulaşmak elde etmek istediğimiz şeylerin, çıkarlarımızın önünde engel olan çocuğumuz, karımız dahi olsa o engele şiddetle tepki gösteriyoruz. genelde, günümüzde merhamet, şefkat, paylaşma başkasını düşünme empati kurma gibi duyguları ciddi ciddi kaybeder olduk. Sevginin de rengi ve şekli değişti sanki daha bencilce seviyoruz artık sevgi de tüketilip atılan bir şeye dönüştü. Hayattan ve kendimizden beklentilerimiz oldukça fazla artık, Bu beklentilerimizi doyuramamak ya da beklentilerimize ulaşmaya çalışırken karşılaştığımız engeller yıpratıyor bizleri, içimiz stres ve öfkeyle doluyor. Şiddet ise öfkenin çocuğu. Öfkenin rahminde döllenip gelişiyor. Hayatta boşluk yok. İç dünyamızda da öyle. Modern topluma ayak uydurmaya çabalarken kan kaybeden duygularımıza acil müdahale etmemiz gerekli. Bu konunun üzerine hep birlikte ciddiyetle eğilip bir seferberlik başlatmamızın acil gerekli olduğunu düşünüyorum. Konuya sadece erkeğin kadına şiddet uygulaması olarak bakar ve bunu sadece erkekleri günah keçisi ilan ederek ya da yasal düzenlemelerle, cezalarla vs çözebileceğimizi düşünürsek çok dar pencereden bakmış oluruz. Sevebilmeyi, empati kurmayı, merhameti, paylaşmayı, hayatımıza ruh katan, renk katan, içimizi ısıtan duyguları beslememiz canlandırmamız gerekli. Bunun için eğitim kampanyaları, projeler oluşturulabilir, medyada bu doğrultuda yayınlar yapılabilir, dizilerde reklamlarda bu konuda mesajlar vurgulanabilir, ‘şiddet kötüdür şiddete hayır’ yerine ‘sevgiye, merhamete’ evet sloganını gündeme getirmek çok daha verimli olabilir. Çünkü hayatta boşluk yok. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 49 YÜZ YÜZE ALP KIRŞAN İlk seansta psikoloğu delirten adam: Jüri üyeleri hakkındaki görüşlerinizi öğrenebilir miyiz? Alp Kırşan /// Oynamak istediğiniz bir rol var mı? Türkiye’nin gülen yüzlerinden biri o. Sıcak gülümsemesi ve samimi hareketleriyle bulunduğu ortamı bile kahkaha tufanına dönüştürebilen ender isimlerden biri. Alp Kırşan’dan bahsediyoruz. Evimizin yaramaz çocuğundan… /// Oynamak istediğim rol seri katil. Çok ama çok istiyorum. Her rolü de oynarım. Tek yapamayacağım şey sigara içmek. Nefret ediyorum, bu uğurda çok kolay iş kaybedebilirim ama pişman olmam. Sizi Türkiye’nin Jim Carrey’isi olarak nitelendirenler var. Bu görüşe katılıyor musunuz? Tan’ı (Sağtürk) çok severim eski dostuz. Azra (Akın) desen ben mankenlik piyasasında var iken aramıza sonradan gelen dünya iyisi arkadaşımdır. Sait (Sökmen) Hoca ‘Hocaların Hocası’, daha önceden kendisini tanımıyordum yarışma sayesinde tanıdım, etrafımdaki herkes onun zamanının en iyi dansçısı olduğunu her zaman söylüyor. Saygı duyuyorum. Acun (Ilıcalı ) zaten bizim Acun, abi kardeş, Acun = IQ. Dansın psikoloji bilimi ile alakası var mı bilmiyorum ama benim ile çok alakası var. Çünkü son birkaç aydır hayatımı dansa vermiş durumdayım. Özel hayatım bitti. Asosyale bağladım, çok ama çok zamanımı alıyor. Bu durum beni çok memnun ediyor, çünkü ben çalışmayı çok seviyorum. Akşamları eve yorgun geldiğim zaman çok huzurlu uyuyorum. Artık Hayrettin Türkiye’nin Jim Carrey’si. Ayrıca öyle bir iddiam hiç olmadı, ben eğleniyorum insanlar benzetiyor. Türkiye Alp Kırşan’ı çok sevdi. Sizce bunun nedeni ne? Sanırım kameralar karşısında fazla rahatım ve arkasında neyse önünde de aynıyım. Ayrıca askerliğimi uzun dönem ve zor sayılabilecek şartlarda yaptığım için izleyenlerin gözünde hafife alınamayacak güven duygusu veriyor olabilirim. Genelde komedi tarzı yapımlarda yer alıyorsunuz. Bu tesadüf mü? Komediyi seviyorum, insanları güldürmek mutlu etmek dünyanın en güzel duygusu bence. Unutmayın! Her oyuncu ağlatabilir ama her oyuncu güldüremez. Değişik rollerde teklif gelmiyor mu? Yoksa siz mi tercih etmiyorsunuz? Roller benim karakterime yakın oluyor. Oynamakta zorlanmıyorum. Sadece alışma aşaması sancılı geçiyor. 50 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 Uzmanlara göre sürekli neşeli olmakta bir rahatsızlık. Eğlenceli olarak nitelendirilen yapınızla siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Zaten sürekli neşeli değilim tabiî ki de, öyle bir adam olmam olamam. O hastalık kesinlikle, gözlerin bende olduğunu ve insanların gülmeye ihtiyacı olduğu zaman neşelendirmeye çalışıyorum. Daha önce psikolojik yardım aldınız mı? Bu konuya nasıl yaklaşırsınız? Mankenlikten oyunculuğa transfer olan isimlerden birisiniz. İki işi karşılaştırdığınızda hangisi daha zor? Oyunculuk tabii ki de, ama mankenlikte iyi bir defilede yer yer oyunculuktan daha zor. Yarışmaya katılmaya karar verene kadar dansla ilginiz var mıydı, dansı sever miydiniz? Kendinizi iyi bir dansör olarak nitelendirebilir misiniz? İdolünüz hangi oyuncu? Dans ile hiç alakam yok idi bu yarışmaya kadar. Spor akademisinde 1999 yılında Vals ve Tango derslerinden geçmiştim ama çok kısa sınav süresi olduğu için ne yaptığımı farketmeden dersten geçer not almıştım. Şimdiki daha ciddi, çoğu insan seni izliyor, ciddiye almak zorundayım. Bu yarışmadan sonra itina ile dans edeceğimi zannetmiyorum. İdolüm yok, ama izlerken büyük keyif aldığım oyuncular var. Haluk Bilginer, İsmail Hacıoğlu, Şener Şen, Demet Akbağ ve Cem Yılmaz. Partneriniz İvana ile sahnede sağladığınız uyumun sırrı nedir? “Seri katili oynamak istiyorum” İvana yakın arkadaşım gibi, iyi dost olduk sanırım. Psikolojik yardım almadım ama almayı denedim. İlk seansta doktor: “Çık odadan senin tedaviye ihtiyacın yok hatta bu kafayla sen beni bile delirtirsin dedi :))” PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 51 MARKA RÖPORTAJ COSSY BY AQUA Cossy by aqua nasıl oluştu? ASLI YORNUK RÖPORTAJ SİMGE ŞEN FOTOĞRAF GÖKHAN SÖNMEZ By aqua 1999 yılının sonunda 2000 yılında MTK sitesinde kuruldu. 400 metrekarelik o zaman küçük bir atölyemiz vardı. 2 kişiydik orada. Pijama ve eşofman üretimi yapıyorduk. Yıllar sonra 2004 yılına geldiğimizde buraya taşındık. Çünkü bize yetmemeye başladı. Aslında MTK sitesinde de 400 metrekarelik bina 3 binaya çıkmıştı. 2000 metrekarelik alanı 12 kapı ile idare etmeye çalışıyorduk, olmadı. Sonra dedik ki ana bir binaya çıkalım. Bir bünyede herşeyi toplayalım. Sonra Sarnıç’a geldik. Sarnıç Sanayi Bölgesi’ne. Tabii ki bu arada 1999–2000 yılı ile 2004 yılı arasında çeşitlerimizi de arttırdık. Pijama, eşofmanı geçtik çamaşır üretimine girdik. 2 sene evvel mayo üretimine geçtik. Çok fazla çeşit olunca tabi bina da bize yetmemeye başladı. Buraya taşındık. İki ayrı fabrika olarak. Burada şu anda 300 personel 14 tane fabrika mağazası bunların 4 tanesi franchising, 10 tanesi fabrikanın kendi mağazası. Devam ediyoruz. COSSY BY AQUA Cossy by Aqua bir Türk markası? /// Tabii ki bir Türk markası. 11 sene önce kurulan bir Türk markası. Kendi sektörümüz de bir markayız. Şu an da baktığınız zaman bu konu ile ilgili bir bayana sorduğunuz zaman aqua’yı gayet iyi biliyordur. Çünkü Türkiye’nin için de 380 tane corner olarak satış yapan mağazamız var. Müşterilerimiz var. olmayanı yaptı, en iyisi oldu Türkiye’de pijama, eşofman, çamaşır ve mayo dendiğinde akla gelen ilk firma By Aqua. 11 yıl gibi kısa sürede sektörünün lider koltuğuna oturan Aslı Yornuk ile bir araya geldik. /// “ Türk markaları tanıtımda eksik “ Genel Türk markaları hakkında ne düşünüyorsunuz? Yornuk, 1995 YILINDA LARA İÇ GİYİM BOSTANLI MAĞAZASI KURARAK İŞ HAYATINA BAŞLAdı.2000 YILINDA COSSY BY AQUA FİRMASINI Eşi Cenk Yornuk ile BİRLİKTE KURDU. 2006 YILINDA COSSY BY AQUA ÇAMAŞIR FABRİKASI ile başarıları devam etti. 2010 YILINDA MAYO BEACHWEAR GRUBU da bu markaya KATILDI. Aslı Yornuk ŞUANDA COSY BY AQUA FİRMASININ BAŞ TASARIMCISI VE GENEL MÜDÜRÜ. Aslı Yornuk sinerjiye inanlardan. Hemen ekip arkadaşlarını yani baş tasarımcılarını da sohbete dahil ediyor. Nilay ALKAN ve İlkay ERTUK… Aslı hanımın başarı grafiğini bu satırlara çizmek istedik. O(nlar) anlattı biz şekillendirdik… 52 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 Genel Türk markaları hakkında ne düşünüyorum; aslında çok güzel markalarımız var ama kendilerini tanıtamıyorlar. Yani şöyle reklam olayı hiç yok Türk markaların da. Üretim çok iyi. Baktığımız zaman kalite çok güzel. Çıkan ürün çok güzel ama tanıtım yok. Markalaşmayı pek düşünmüyorlar. Neden olduğunu bilmiyorum ama marka olayına pek girmek istemiyorlar. Korkutuyor mu acaba? Korkutuyor tabii ki. Prosedürler çok fazla Türkiye’de. Yani bir de üretim için gerçekten öz sermayenin çok kuvvetli olması gerekiyor. Bu da bir gerçek. İhracat çalışmalarınız var mı? İhracat çalışmalarımız var. Şu anda Hollanda’da bir firma ile çalışıyoruz. Onlara kendi koleksiyonlarımızdan da yapıyoruz. Artı onların kendi koleksiyonlarından da üretim yapıyoruz. Böyle kardeş bir paylaşım var aramızda. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 53 Çok başarılı Türk tasarımcılar var evet. Genel de yurt dışındalar neden Türk markalarına dâhil olamıyorlar? Talep mi yeterli değil? Ya da yurtdışındaki o çok büyük markalar direk o kapıdaki adamları koparıp alıyorlar mı ? Türkiye’deki markalar onlar ile baş edemiyor mu? A.Y: Ben size Fransa fuarından örnek vereyim. Başka hangi ülkeler var? Tüm Arap ülkelerine ve doğu ülkelerine ihracatımız var. Ukrayna, Rusya. Rusya’da depomuz var zaten. Kendimize ait bir ortağımız var. Ukrayna, Kazakistan, Türkmenistan hepsine hemen hemen doğu Avrupa ülkelerinin hepsine gönderiyoruz. Artı Suriye, Lübnan, Irak, Cezayir, Tunus’a gidiyor. Yani tüm Arap ülkelerine gidiyor. Ayrıca Almanya ile dönem dönem çalışıyoruz. Almanya da bir firma ile çalışıyoruz. Bu tarafa döneyim biraz da yeni moda tasarımlar, tasarımcılar bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Aslı: Bizim takımın arasın da bir cümle vardır. Olmayanı yapmak. Yani bizim ilkemiz bu. Piyasada olmayanı yapmak. Belki tezat tamam ticari de olacak ama farklı olacak. Yani hem ticari olacak hem farklı olacak. A.Y: O zaman Türkiye’yi düşünmüyorlar. Zaten Aslı: Bir aqua rengi bir de fuşya. A.Y: Şimdi onlar şanslı bir de. Benim 28 yaşında N.A: Bizim takip ettiğimiz beğendiğimiz tasarımcılar bilgisayarım oldu. Şimdi 3 yaşında bilgisayar hepsinin önünde arasında. N.A: Yetişen nesil daha şanslı daha teknolojinin içinde zaman. Aslı: Bunlar yurtdışın da önemli insanlar baktığımız büyüyorlar. Onun için daha iyi olacaklar ilerde inşallah. Şu an ki tasarımcılarımız da çok iyi. Çok başarılılar. Türk modasından uzaklar ama. A.Y: Daha yaratıcılar. Bakın Türk tasarımcılar bakın Aslı: Evet uzaklar. Türkiye’de ki modanın markadan PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 her an da spor yaparken bile şık olmayı seven insanlara hitap ediyoruz. Zaten koleksiyonlarımız da o şekilde. Her zaman farklı şeyler çıkarıyoruz müşterilerimizin karşısına. Her zaman müşterilerimize hep yeni şeylerle gittiğimiz için onlar biliyorlar aqua da farklı şeyler görecekler. Kendi piyasamız da da öyle. Bir pijama bir gecelik ya da bir spor giyimin en farklısı nerede dendiğinde akla biz geliyoruz. 11 yıllık markayız. Bu büyük bir başarı. Yani biraz geride kalıyor Türkiye. yenilikçi ve modern buluyorum. İki markamızın stand açtığını duymuştum. Bence çok güzel bir yerde diye düşünüyorum. Biz kendi markamızda da hani yenilikçi ve modern yoldan ilerlemeye çalışıyoruz. ben yurt dışında da fuarlara katılıyorum. Yeni genç nesil Türk tasarımcılar; İtalya’da okuyan, Almanya’da okuyan çok ünlü moda tasarım üniversitede okuyan Türk tasarımcı çocuklar var. Ve gerçekten çok yaratıcılar. Görüyorum orada yapılanları. Çünkü stand açıyorlar. Fuarlar da stand açıyorlar. Kendi üniversitelerini temsilen. Nilay: Ya açıkçası biz yenilikçi modern olmayı seven Olmazsa olmaz renkleri de var By Aqua’nın yani psikoloji ile de bağdaştırırsak. Yabancı markaların tasarımcıları Türk. yabancılar. İtalyan, Fransız. Bir Armani dünyaca bilinen bir marka. Onu tercih ediyorlar. Onu söylemek istedim. Ama baktığımız zaman da Dice Kayek’te alt tasarımcı Ayşe Egeli. Ben biraz araştırdım. Yani o da Türk tasarımcısı. Yani tasarımın başı. Bu çok güzel bir şey bir bakıyorsunuz başka kimler vardı. A46’nın tasarımcısı Tuana Büyükçınar. N.A: Açıkçası ben takip ettiğim kadarı ile çok 54 Fransa’da katıldığım bir fuar da bunu da ayrıca anlatmak istiyorum. Tasarım yarışması yapıyorlar ve okulun ilk 5ini alıyorlar. Almanya’da ki ilk 5’i alıyorlar tasarım ve bunların arasında yarışma yapıyorlar. Orda o anda Armani, Valentina işte Dice Kayek hepsine tek tek iş teklifi götürüyorlar. Bizim firmalarımız bunları göremiyor maalesef. Ben bu fuarda Almanya’dan katılan bir tasarımcıyı çok beğendim. Gerçekten çok iyi idi tasarımları. Ama önüm de o kadar iyi markalar vardı ki Armani gibi Victoria Secret gibi. By aquanın hedef kitlesi ne? Gerçi her yaş aralığına çalışıyor bildiğim kadarı ile. uzak olupta biraz da fason mantığı ile gitmesi. Yani çok az markamız var düşünün. Ben kendi sektörüm de parmak ile sayılabilecek az marka tanıyorum. Dünyaca tanınmış bir marka Zeki Triko var baktığımız zaman tek. Çamaşırda kimseyi söyleyemiyorum. Hani Kom diyemiyorum. Kom’u biz Türkiye’de biliyoruz. Nilay: Her zaman yeni renler ile çıkıyoruz. Bir pijama da mesela eskiden beri farklı renklerle çıktık. Bildiğimiz bir pembe mavi yeşil dışında bir zümrütle bir pudra ile bir vizon ile pijamalar çıkardık. Biz yeni renkleri her zaman sunuyoruz müşterilerimize. Artık spor giyim de günlük yaşam da kullanılan bir giyim haline geliyor. Aslı: Evet tabi ki rahat giyim. Özellikle hanımlar hem şık olmayı istiyorlar hem spor giyinmeyi hem de rahat olmayı. Yani bu üçünün toplandığı bir şeyi istiyorlar. Biz de bunu yapmaya çalışıyoruz. Rahat giyinsinler. İşte eşofman giysinler ama bunun yanında şık pullu işte ne bileyim bir kahve içmeye gidelim dediğimiz zaman bizim koleksiyonumuzdan alıp kahve içmeye rahatlıkla gidebileceğimiz, Alsancak’ta oturabileceğimiz kıyafetler var. Yani bayanlar spor giyinerek te şık olabiliyor artık. Evet tabii ki zaten bizim çizgimiz bu. Artık herkes spor giyiniyor. Hafta sonları, hafta içi evinde, işinde. Spor giyimin tarzı nasıl oluyor? Yani insanlar giyimleri ile tarzlarını belli ediyor. Spor giyim de tarz nasıl oluyor? Nilay: Yani spora giderken farklı şeyler giyebiliyorsunuz, brunch a giderken de spor ve şık olabiliriz. Biz biraz o kısma hitap ediyoruz. Hafta sonu bir yere giderken de yürüyüş yapmak istediğinde ayrı bir grubumuz var. Kendi içinde ayrılıyor zaten. Fitness gruplarımız var, sokak giyimlerimiz var, home beer grubumuz var. Çok fazla grubumuz var. Çok sayıda kesime hitap ediyoruz. Aslı: Son 4 senede, 2005 yılından sonra şirketimizin yeni politikası bir mağazanın satabileceği ürünlerin hepsini kendi bünyemizde çıkarabilmek. Konsept mağaza olmaya çalışıyoruz. Bedenler ile ilgili soracağım. 0 bedenden başlıyor kaç bedene kadar gidiyor? Aslı: 50–52 bedene kadar gidiyor. Yani Türk kadınları arasında 0 beden pek yok. Yani bizim hitap ettiğimiz kesim 36 beden ile başlıyor. O da 14 yaşa giriyor. Türk mutfağımızın güzel olmasından dolayı kadınlarımız kilolu. Özellikle bel ve basen kısımları geniş. Biz ekip olarak ta güne güzel kahvaltılar ile başlıyoruz. Ve o kahvaltılar da güzel tasarımlar çıkıyor meydana. Güne daha keyifli başlıyoruz. Günümüzde işletmelerde terapi merkezleri ya da toplu kongrelerde çalışanların motivasyonlarını arttırmak amaçlı yapılan aktiviteler var. Nilay: Tasarım yapmadan önceki ruh hali çok önemli. O tasarıma da yansıyor. SPA günleri düzenlemeyi düşünüyoruz. Eski Türk hanımlarının hamam günlerinin daha modernize edilmiş şeklini. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 55 Sürekli bir üretim var. İş yetişmek zorunda ve maksimum hız gerektiriyor işiniz bildiğim kadarı ile. Ama illa ki aşağıda bir sürü farklı insan çalışıyor. Farklı yerlerden geliyorlar. Onların hepsinin üretimin aksamaması için psikolojilerinin iyi olması lazım. Bunun için ne yapılabilir? Ya da ne yapılıyor. Aslı: O durum da biraz eksiğiz ben kabul ediyorum. Yoğunluktan çok elimize alamıyoruz ama yılsonlarında yılbaşı partilerimiz oluyor. Hediye çekilişlerimiz oluyor. Belirli şeyler koyuyoruz. Ben bunları mağazalardan anlatabilirim. Perakendeler de belirli kotalar koyuyoruz. O kotaları geçtikleri zaman ekstra ücret alıyorlar. Ya da burada ekstra mesai ücreti alabiliyorlar. Biz bunları sosyal haklarından ayrı düşünüyoruz. Bahar aylarında piknik düzenlemeye çalışıyoruz. Evet biliyorum. Uzun yıllar önce katılmıştım. Yani By aqua’da üretimin kalitesi kadar üretim de çalışan personelin kaliteli bünyeleri de önemli. Aslı: Biz burada büyük bir aileyiz. Onu öyle kabul ediyoruz. Nasıl 12 kişi başladıysak bu işe 300 kişi olmamızda bunu değiştirmiyor. Hani hepimiz bir aileyiz bunu öyle düşünüyoruz. Ailemiz büyüdü 300 kişi olduk ve biz çok memnun oluyoruz. Mesela yılbaşı partilerinde en çok oynayan benim. “ Sağlıklı ürünler sunuyoruz “ 56 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 Tüketiciler By aqua’yı neden tercih etmeli ? Aslı: Bütün kumaşlarımız yüzde 100 pamuk. Ağırlıklı diyorum Çin’in piyasaya girmesiyle polyester karışımı olan kumaşlar devreye girdi. Tabi bir takım istekler doğrultusunda polyester iplikli kullandığımız kumaşlar da var. Ama yüzde 100 pamuklu ürünler kullanmaya çalışıyoruz. Bu da sağlıklı ürünler yapmamızı sağlıyor. Ayrıca nefes alan kumaşlar kullanıyoruz. Fitness grubunda özellikle. Bu kumaşlarla spor yaptığınız zaman vücuttaki ısı dengesini terleme ve ısıyı dengeliyor. Dışarıda bir anda soğuk ile karşılaştığımız zaman vücuttaki ısıyı dengelediğiniz için hasta olmanızı engelliyor. İşte termal ürünler yapıyoruz mesela. Özellikle bu termal ürünleri özel kimyasallar getiriyoruz. Belçika’dan onlar ile yıkamalarını yaptırıyoruz. Daha yumuşak daha sağlıklı olması için. Daha termal özelliğini koruması için. Kaliteli ve daha sağlıklı olması için. Aslı: Şöyle söyleyeyim. Kaliteyi uygun fiyata sağlıyoruz. Benim babamın çok önemli bir lafı vardır. Ne kadar ekmek o kadar köfte. Bir de hep şey denir ucuz mal alacak kadar zengin değilim. Böyle bir lafı vardı rahmetlinin. Tabi ki belirli bir kalite, belirli bir fiyatı gerektiriyor. Biz de bu fiyat ve kalite dengesini bir arada tutmaya çalışıyoruz. İyi bir fiyata iyi bir kalite. 2012’den bahsedelim. 2012’de By aqua neler yapacak ? Aslı: Bir kere mağazalarımızı büyütmeyi düşünüyoruz. Çünkü ne kadar büyük kitleye ulaşabilirsek, tüketiciye ulaşabilirsek bizim için o kadar iyi. Sonra reklam projelerimizi ulusal alanda da artırmayı düşünüyoruz. Türkiye’de bilinen bir markayız, yurt dışında da bilinmek istiyoruz. Bunu da ancak reklam ve fuarlar aracılığı ile yapabiliriz. Dışarıdaki fuarlar da Türkiye’yi temsil etmek istiyoruz. Bununla ilgili zaten çalışmalara başladık. Rusya da, Fransa’da zannediyorum Ukrayna’da, Suriye’de kendi mallarımızı sattığımız noktalar da ve Almanya’da çeşitli fuarlara katılmak istiyoruz. Reklamlar yapmak istiyoruz. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 57 >> YÜZLEŞME NECMİ YAPICI Bütün mesele seçimlerimizde /// Bu sayımızda sizlere daha önce yayınlanmış bir dizideki adıyla hatırlayacağınız ‘Feridun Bitir’in yani dizi, tiyatro ve sinema eserlerinin bilinen yüzü Necmi Yapıcı’nın meslek seçiminde yaşadıkları ile başbaşa bırakıyoruz. /// K üçüktüm, ama ilkokul küçüklüğünde değil, ortaokula yeni başlamıştım. Şimdiki eğitim sisteminde 7. sınıfta falanım. O zamanlar çok iyi futbol oynuyorum, mahalledeki herkes hayran, bu çocuk çok iyi topçu olacak diyorlar.O zaman Oğuz Çetin var Fenerbahçe de, Oğuz 10 numaralı formayı giyiyor, oyun kurucu, o orta saha da nasılsa bende öyleyim, tek amacım Oğuz gibi bir futbolcu olmak. Oyun kuruyor, muhteşem paslar veriyor, gol attırıyor, kendi gol atıyor. Kısacası Oğuz o zamanki Alex de Souza. Karşı komşumuzun oğlu Erhan Abi bir gün yanıma geldi, Neco seni Altay’a seçmelere götüreceğim seçmeler var dedi, Erhan abi benden dört yaş büyüktü, o zamanlar İzmir’ in 1. Ligde oynayan futbol takımlarından Altay’da oynuyordu. Ayrıca ümit milli takımınında değişmez oyuncularındandı. Mahallenin medar-ı iftiharı. Tabi ben nasıl sevindim tahmin edemezsiniz , ama yok yok tahmin edersiniz , yani o yaşlarda futbolcu olmak isteyen ve bunun için çok güzel bir fırsat yakalayan bir çocuk sevinçten nasıl delirirse öyle sevindim işte. Küçücüktü ev ama Allah’tan biz iri yapılı insanlar değildik. Annem sabah karanlığında işe gider akşam karanlığında eve dönerdi. Bize bakabilmek için insan üstü bir gayret gösteriyordu. Çamaşır makinesi yok, kazanda kaynatılıyor su, bulaşık makinesi de yok tabi, her şey elde yıkanıyor bahçede buz gibi su dolu olan varilden, tasla alınan suyla.. Banyo desen bahçedeki tuvalette yapılıyor. Kazanla suyu kaynatıp ılıştırarak yıkanıyorsun donarak ve tamda bir kazan suyla idare etmek zorunda olarak..Yemek de yapılması gerekiyor. Anem geç geldiği için genelde akşamları sabah kahvaltı yapıyoruz dolayısıyla. Hem ucuz hem kolay hazırlanıyor. E kadın nasıl yetişecek her şeye o yorgunlukla. Ama yine de yetişmeye çalışırdı annem geceden yemek yapardı bazen, patates kavurması, patlıcan kavurması ya da sulu yemeğini, bulgur pilavı, etsiz yemekler, ot kavurmaları, taze fasulye, makarna gibi en masrafsız ve en çabuk olan yemekler. Karın doyurmak değil mi oğlum bu derdi... Besin almak ikinci plandaydı bizim evde. Bazı akşamlar da anneannemlerde yerdik. Allah rahmet eylesin bize çok destek oldular dedemle birlikte. Nur içinde yatsınlar. Annem haklıydı Süper oynadım Ertesi gün Altay takımın seçmelerinin yapılacağı yere doğru yola çıktık. Biz Buca’da oturuyorduk, seçmeler Altay’ın Bornova’daki çalışma sahasında yapılacakmış. İki tane otobüs değiştirdik ulaşmak için. Yolculuk sırasında Erhan Abi bana taktikler verdi: “Bak Neco seçmelerde dikkat çekmek istiyorsan sana söylediklerimi yap yeter abicim” dedi. Ne yapayım abi dedim, güzel çalımlar at, üç beş kişiyi çalımlayarak geç, bir tane bacak arası yapıp geç, bir tane gol pası ver gol attır, bir tane de gol at yeter dedi. Bende tamam abi nedir ki bende zor bir şey isteyeceksin sandım dedim. Seçmelerin yapılacağı sahaya vardık, ben hemen şortumu falan giydim oradan forma verdiler iki takıma ayrıldık maç başladı ben Erhan abinin dediklerini yapmaya başladım, çalımlarla geçiyorum, bacak arası yapıp geçiyorum, bir pas attım aradan gol oldu, o zaman assist denmiyordu gol pasıydı adı, iki dakika sonra süper de bir gol attım . Elinde not defteri olan Hoca hemen yanıma geldi, oğlum senin adın ne bakayım dedi, bende Necmi Yapıcı dedim. Not aldı, bundan sonra bizimlesin oğlum dedi.. Nasıl sevindim havalara uçtum Erhan Abi’ye koştum müjdeyi verdim sarıldık. Aferim sana dedi Erhan Abi sen çok büyük topçu olacaksın . Evet ben çok büyük bir topçu olacaktım ve Fenerbahçe’de oynayacaktım 58 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 büyüyünce. Uzun zamandır tek hayalim buydu, bunun üzerine planlar yapıyordum. Yol haritam bile belliydi kafamda. Neşe içinde eve döndük ben anneme müjdeyi vermek için akşam karanlığında işten dönmesini bekledim, kapıdan girer girmez de, anne, seçmeleri kazandım futbolcu olacağım dedim. Kümesten bozma ev Heyecan içinde orda neler yaptığımı anlattım, annem de çok sevindi tabi, yetenekli oğlum benim dedi, sarıldı, öptü, sevdi beni. Sonra o daha üstünü değiştirmeden mutfaksız evimizin mutfak olan tarafına gidip Allah ne verdiyse hazırlamaya başlamışken yanına yaklaştım, her gün Bornova’ya idmanlara gitmem lazım anne dedim. Annem duraksadı , Bornova’ya mı? Evet anne Bornova’ya. Ama oğlum her gün iki gidiş iki geliş dört tane otobüs bileti yapar, biz nasıl veririz o kadar yol parasını dedi. Haklıydı, biz günde dört belediye otobüsü bileti parası veremezdik ki; biz o sıralarda anneannemlerin tavuklarına kümes yaparlarken annemle babamın ikinci kez ayrılmasından sonra birden bire o kümesi bizim için eve dönüştürmeye karar verdikleri bir odalı evde oturuyorduk. Annem, ben ve kardeşim. >> Kısacık bir an düşündüm annem haklıydı, o da çok isterdi benim futbolcu olmamı ama imkanımız yoktu ki, ona hiç kızmadım ısrar da etmedim ve bir daha futbol konusunu hiç açmadım. O an anladım hayatta asla plan yapmayacksın. Çünkü plan yapmak, olsa olsa sadece büyük plan yapıcıyı güldürürdü. Çünkü onun hepimiz için zaten bir planı var bence. Futbolculuk konusunda ısrar etseydim, o koşullarda o yoklukta her ne pahasına olursa olsun bunun için uğraşsaydım, zaten ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranan bir futbolcu olurdum. Bu seçimi koşullara bağlantılı olarak yaptım tabi. Belkide o koşulları yaşamasaydım, mesela çok zengin olsaydık idmanlara gidip iyi bir futbolcu olabilirdim, ya da olamayabilirdim. Belki sakatlanıp genç yaşta futbol hayatım bitecekti. Ya da bitmeyebilirdi ama tamamen bambaşka bir şey de olabilirdi. Her zaman milyonlarca seçenek ve yol vardır, yollar, sınavlar ve seçenekler hiç bitmez. O yüzden doğru yoldan gittiğinden emin olmak çok zordur. Hayatta tek bir şeyden emin oldum şu ana kadar, o da doğru mesleği seçtiğimden. Benim dünyaya gelme sebebim bu olmalı kesinlikle. Yüce yaradanın gücünü, yaratıcılığındaki sonsuz renkleri göstermesinin bir aracısıyım belki de.. Kendini bil Ondan sonra da hayatımda böyle bir çok yol ayrımı geldi önüme, çoğunda iç güdülerim ve kendimi bilmem bana yardımcı oldu , “ GNOTHI SE OUTON” yani “KENDİNİ BİL” Antik çağ Yunan tapınağı olan Delphi’nin girişinde yazarmış bu söz. üniversite yıllarında keşfettim bu sözü. Sonra ne zaman bir seçim yapmak zorunda kalsam, kendimi, yapabileceklerimi, gücümü bilerek bunun farkında olarak yapmaya çalıştım. Elbette yanlış seçimlerde yapabiliriz zaman zaman, ama bu çok normal, hayat bir sınav ve her zaman doğru cevapları bilemeyebilir, atsak da tutturamayabiliriz. Neyse ki üç yanlış bir doğruyu götürmüyor hayatta. Bu yüzden hayat YÖK sınav sisteminden daha merhametli diyebiliriz. Bazen işaretleri takip etmiyoruz ya da iç güdülerimize güvenmiyoruz. Ego denen kafa karıştırıcıya kaptırıyoruz düşüncelerimizi, sonra kara kara düşünmeler, sıkıntılı zamanlar hem maddi hem manevi anlamda cenderede hissetme durumu. >> PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 59 Sinema ya da tiyatro eğitimi L isedeyken artık kararımı vermiştim. Sinema ya da tiyatro eğitimi alacaktım. Bu iki meslekte benim gerçekten severek yapacağım işlerdi çünkü. Bana çok büyük mutluluk verecek, huzur verecek, yaratıcılığımı kullanabileceğim her zaman zevk alarak büyük bir enerjiyle yapacağım işlerdi bunlar. İşten çok bir yaşam biçimiydi bu, hem severek mesleğimi yaşayacak, çalışacak hem de para kazabilecektim. Bu fikre sadece bir takım işaretleri takip ederek ulaşmıştım aslında. Öğretmenlerim ve arkadaşlarımın fikirleri, benim severek ilgilendiğim şeyler ve içgüdülerim. Ben kendimi biliyordum ve yeteneğimden de emindim. Az gösteri yapmamıştım boş derslerde, az güldürmemiştim yazdığım skeçlerle ailemi, arkadaşlarımı, öğretmenlerimi. Onları güldürürken aldığım keyif ruhuma işlemişti bir kere. Tabi liseden sorası da ayrı bir macera. Neler yaşandı? Nasıl kazanıldı 9 Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi? Onu da başka bir zaman paylaşırım sizlerle hatta belki de hemen gelecek ay . Yani demek istediğim bir işi gerçekten seviyorsan yap kardeşim. Ailen yada birileri istedi, senin için o işi uygun gördüler diye değil. Sevmiyorsan, her sabah lanet okuyarak işe gidiyorsan, bir an önce tatil gelsinde çalışmayım diye düşünüyorsan, yok pazartesi sendromu yok cuma sendromu diye ruh hallerine kılıflar uyduruyorsan o işi yapma kardeşim. Yapma. Bırak o işi severek yapacak biri yapsın. Ama 60 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 sende ne yapıyorsan en iyisini yap, bunun için çalış. İşte o zaman başarı gelir yanına. Böyle devam ettiğin sürece de yanından hiç ayrılmaz bir daha. Kendini bil her zaman, dolduruşa gelme, olmadığın insan gibi davranma, sınırlarını zorla her zaman ama sınırlarının ne kadar zorlanacağını da bil, boş hayallere kapılma. Sesin çok güzel değilse çok güzel şarkı söylüyorsun diyenlere inanma mesela. Hele hele üstüne bir de albüm çıkarıp hiç rezil olma. Sen kendine inan, egona fazla kulak asma, her şeyin farkındasın aslında, bazı şeyleri itiraf et kolaylıkla, en azından kendine. Unutma sen büyük bir planın parçasısın mutlaka senin içinde en iyisi vardır, amacın onu bulmak olmalı .. Yanlış yollara saparsan da çabuk farket ve toparlan..Yaradan sana bunu bir çok kez işaret eder aslında.. “Anlayana sivri sinek saz ,anlamayana davul zurna az” misali dir bu işaretler. Kimi işaretler rüyalarda gelir, kimi hislerle, kimi hayatta karşına çıkar, kiminden haber alırsın. Kimi büyüklerin sana ders verir gibi anlatır örneklerle. Bazı durumlar defalarca tekrarlanır tatsızlık yaşarsın mutsuz olursun, bu aşk hayatında da iş hayatında da olabilir. İşaretler sana derki aslında, sen bu durum içinde olduğun sürece bunu yaşayacaksın. Bu durumdan kurtulmak da senin elinde, içinde boğulup gitmekte.. Seçim senin.. Unutmayın seçim sizin. Mutlu olmak ya da olmamak, huzurlu olmak ya da olmamak, başarılı olmak ya da olmamak, sağlıklı olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu, işte bütün mesele seçimlerde.. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 61 234590238570983457039857 029857345708745075092375 038570398570385703987503 487503287502398546563435 113453215255426345432452 13221534153524325351 23459023857098 23459023857098 34570398570298 34570398570298 57345708745075 57345708745075 09237503857039 09237503857039 85703857039875 85703857039875 03487503287502 03487503287502 39854656343511 39854656343511 34532152554263 34532152554263 45432452132215 45432452132215 34153524325351 34153524325351 Eyvah karne! /// Okullarda ilk dönemin kapanmasına yaklaştığımız şu süreçlerde birçok öğrenci için bu dönem mutluluk kaynağı olabileceği gibi korku sebebi de olabilmektedir. Bu duygulara sebep veren birinci faktör olarak büyüklerin tepkilerini söyleyebiliriz. /// O -18 PINAR ERSÖZ Psikolog Aile Danışmanı 62 2004 yılında Uludağ Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden mezun oldu. Aile Danışmanlığı başta olmak üzere farklı mesleki eğitimler aldı. 2008’de İSMER Aile Danışma Merkezini kuran Psikolog Pınar Ersöz çalışmalarına aile ve çiftlerle merkezinde devam etmektedir. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 kul başarısı demek; öğrencinin bulunduğu okul, sınıf ve derse göre belirlenmiş sonuçlara ulaşmada gösterdiği ilerlemedir. Başarısızlık ise; çocuğun “Hemen hemen her dersten” gelişim düzeyinin altında başarı gösterip bu başarısızlığını telafi edememesi durumudur. Karne tüm bu süreçlerin yansımasıdır. Fakat bazı çocuklar karnedeki notları tüm bu süreçlerin yansıması değil de, hayattaki tüm başarı ya da başarısızlıklarının yansıması gibi algılayabilmektedirler. Bu durum ise ebeveynlerin ve diğer büyüklerin karneye yükledikleri anlam ve karne zamanında verdikleri tepkileriyle ilişkilidir. Karne korkusunu ise; karneyi aldıktan sonraki belirsiz süreçlerin başlangıcı olarak tanımlanabiliriz. Özellikle baskıcı-fazla otoriter ve sıkı eğitim veren ailelerin çocukları bu korkuyu fazlaca yaşarlar. Oysaki bu ailelerin bilmeleri gereken durum; karnenin sadece çocuğa değil aileye de verildiğidir. Okul başarısızlığı gösteren çocukların başarısızlık nedenleri arasında aile içi iletişim problemleri, anne-babanın çocuktan beklenti düzeyinin yüksek oluşu ilk sıralarda yer alacak nedenlerdendir. Ailenin bilmesi gereken bir diğer şey ise; çocuklarından başarı beklerken çocuğunun kapasitesini de bilmesi gerektiğidir. Karnesini korkuyla almış olan çocuğun ailesinin yapması gereken ilk şey başarılarını pekiştirmeleridir. Akabinde başarısızlıklarını gösterip daha iyi olabileceğine inandıklarını söyleyerek konuşmalarına devam etmeli ve bu durum üzerinde durmalıdırlar. Karnede sadece ders başarısı yer almaz. Çocuğun arkadaşlarıyla uyum düzeyi, düzeni, öğretmenlerine ve büyüklerine karşı tutumları da yer almaktadır. Sadece okul başarısı üzerinde durmak ya da sadece okul başarısını pekiştirmek çocuğa fazlaca bir şeyler katmayacağı gibi çocuk için önemli olan diğer alanları değerlendirmesi ve fark etmesini engeller. Başarısızlıkta dikkat etmemiz gerekenler olduğu gibi başarılı olan çocukların anne babalarının da dikkat etmeleri gerekenler vardır. Ödül konusu bazı anne babalarda çok pahalı hediye alımları olabilmektedir. Peki ödül nasıl olmalı? Ö dül deyince birçok anne babanın aklına somut, maddi değeri yüksek olan ödüller gelmektedir. Oysaki karnesini getirmiş bir çocuğa ilk ödülün “tebrik ederim, aferin...”gibi sözel bir ödül olması faydalı olacaktır. Bu ödülün akabinde somut, maddi değeri yüksek olmayan bir ödül ya da anne babayla geçirilen keyifli bir zaman da çocuk için pekiştirici ve tatmin edici olabilir. Tatil çocukların sadece ders çalışması gereken zaman dilimi değildir. Çocukların tatil sürecinde dinlenmeye ve oyun oynamaya ihtiyaçları olduğunu anne babaların unutmaması gerekir. Çocukların karne korkularını yenmeleri için ailelerin neler yapması gerekir? *Zayıf not getiren çocuğu suçlayıp yargılamayın! *Karnesini aldığınızda önce başarılarını konuşarak başlayın. *Onu tehdit etmeyin. *Ona devamlı ceza vermeyin ve bağırarak yaklaşmayın. *Onu arkadaşlarıyla ya da abla/abisiyle, kardeşiyle kıyaslamayın. *Başarısız olan derslerini değiştirebileceğine inandığınızı söyleyin. *Çocuğunuzun kapasitesinin farkına varın. Gerekiyorsa bir uzmandan yardım alın. *Çocuğunuzun kapasitesinin üstünde bir beklentiye girmeyin. *Ders başarısızlığını gidermesi için beraber çözüm yollarını konuşun. *Çocuğunuzu onu her yönüyle kabul ettiğinizi hissettirin. *Çocuğunuza karnesi kötü ya da iyi olsun onun hep yanında olduğunuzu hissettirin. *Cinsiyete bağlı ayrımda bulunmayın. (Kız çocuğu okumaz, erkek çocuğu okumalıdır!) *Geçmişteki başarılarını hatırlatıp başarısızlıklarını telafi edebileceğini ona gösterip kaygısını azaltın. *Her çocuğun başarı ve yeteneklerinin farklı alanlar olduğunu unutmayın. *Alınan karnenin aynı zamanda anne babaya ait olduğunu bilip ev içi iletişiminizi gözden geçirin. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 63 Ergenler Ergenlikten psikososyal gelişime Latince “adolescere” büyümek, olgunlaşmak anlamını taşır. Türkçeye “ergenlik” olarak giren bu deyim, bir durumdan ziyade bir süreci anlatmaktadır. Yani bireyin biyolojik, psikolojik, zihinsel ve sosyal açıdan bir gelişme, olgunlaşmanın gerçekleştiği çocukluktan erişkinliğe geçiş dönemidir. Uzman Psikolog -18 NAZ MİDİLLİLİ İstanbul Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Pedagoji Bölümü. Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü. Yüksek Lisanlar: Georgia School of Professional Psychology, Ga Atlanta. İstanbul Ticaret Üniversitesi Uygulamalı Psikoloji. 64 Çalışmaları Koza Danışmanlıkta devam etmektedir. UNESCO, ergenlik dönemini 15–25 yaş dilimleri arasında göstermektedir. Bu dönem ülkemizde kızlarda 10–12, erkeklerde 12–14 yaşları arasında başlar. Ergenliğin başında oldukça bağımlı olan bireyin yaşamında, ergenliğin sonuna doğru akranlar ve romantik ilişkiler daha merkezi bir rol oynamaya başlar. Ergenlik sürecinde bazıları geri alınamayan pek çok önemli karar alırlar. Gerçek eğitim kurumu olarak örgütlenmiş kendi yaş kümesi, yani okul içinde, çocuk, aileden ayrı bir ortam içinde bulunur ve orada toplumsal yaşamın öğrenilmesi, çok yakın duygusal bağların, bağımlılığın ve bir kümeye ait olmanın gerekleri öğrenilir. Yetişkinlik yaşamı burada henüz filiz halindedir. Kendini yetişkinler toplumuna katılmaya ve onun tüm gerekliliklerini yerine getirmeye yavaş yavaş hazırlanmaktadır. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 Okul öncesi dönemde çocuğun yaşamındaki en etkili sosyalleşme kurumu ailesidir. Aile, çocuğun bu dönemindeki etkili sosyalleştirme görevini üstlenir. Aile bireylerinin çocukla olan ilişkileri çocuğun o sosyal topluluk içindeki yerini belirlerken benlik duygusunun da gelişmesine sebep olur. Aile içerisindeki rollerin taklidi ve özdeşim kurması, kendisine tanınan deneyim şansları çocuğun kişilik gelişimi için önemli etkendir. Okul öncesi dönemde aile içerisinde ilk sosyal deneyimlerini yaşayan çocuk, deneyimleri ışığında duygusal ve toplumsal gelişimini gerçekleştirecektir. Ailenin ne tür olduğu, iç dinamikleri ve ailenin farklı bireylerinin çocuk üzerinde farklı sosyal yapılanma ve biçimsellik göstereceği bilinmektedir. Çocuğun sosyal ilişkileri ve sosyal davranış modelleri bu deneyimlerin ailenin gösterdiği ışık altında gelişip şekillenecektir. Ergenlik dönemindeki arkadaş ilişkileri ile ise son rötuşları alacak böylece birey yetişkinlik dönemine adım atacaktır. “Baldwin ve Watson’un araştırmalarına göre hoşgörülü ve demokratik evlerde büyüyen çocuklar arkadaşları ile ilişkilerinde daha etkin daha girişken yaratıcı fikirler öne sürebilen, fikirlerini serbestçe söyleme eğiliminde görülen çocuklar olmaktadırlar. Bu tür çocuklarda kendilerini denetleme arzusuna daha erken rastlanmaktadır”. (Yavuzer, H.,1992, s:137) Çocuğun arkadaşlık gereksinmesi bebeklik dönemine kadar gider. İlk bebeklik ve çocukluk çağında oyun en önemli psikososyal gelişim aracıdır. Piaget’e göre oyun bir uyumdur ve hazırlanmadır. Çocukluk evresinde sosyal, duygusal ve bilişsel öğretilerini akranlar birbirlerine yetişkinlerden daha çabuk ve kolay bir biçimde oyun yolu ile aktarırlar. Oyun çocuğa işbirliğini toplu yaşam için gerekli kuralları öğretir. Oyun yoluyla toplumsallaşan ‘Ben’ ve ‘Başkası’ kavramının bilincine varmayı, vermeyi ve almayı kısaca paylaşmayı; çocuk oyun vasıtası ile yaşamın temel gereksinimlerini öğrenir. Okul ve akran etkileri Morris’e göre, çocuklar okula başladıklarında akran etkileri güçlenir. Çocuk akranları tarafından sevilip kabul görmek ister. Hatta bunun baskısını hisseder. Yapılan araştırmalarda sınıf arkadaşları tarafından kabul görmeyen ergenin, okulu bırakma, suç işlemeye yönelme ve sonraki yaşantısında davranış bozukluğu gösterme olasılıklarının yüksek olduğunu bulunmuştur. Bu durum özellikle saldırgan olduğu için arkadaşları tarafından sevilmeyen çocuklar için doğrudur. Steven Asher’ın yaptığı bir çalışmada sınıf arkadaşları tarafından sevilmeyen öğrencileri popüler olan diğer grup arkadaşlarla eşleyerek yapılan çalışmalardaki en önemli bulgu: bir sene sonra sevilmeyen bireylerin popülerliklerinin orta seviyelere yükselmiş olduğu görüldü. Buna paralel olarak Emory Üniversitesi’nden Stephen Nowicki nin çalışmasıda aynı sonuçları verdi. Hiçbiri yıldız olmadı ama sevilmeyen bireyde değillerdi. (Goleman,D.1997: s: 251) Akranları tarafından sevilip kabul edilmek isteyen ergene arkadaş grubu önemli bir destek ağı sağlar. Çocukluktan yetişkinliğe geçişi sırasında birey kendi benlik kavramını, kişilik özelliklerini, sosyal tarzını yaratmak için arkadaş seçimi önemlidir. Arkadaş seçimi bireyin tüm kişilik özelliklerini onaylatmanın önemli bir kriteridir. Ergen arkadaş ve arkadaş grubunu bu kritere uygun olarak seçer. Seçim tamamlandıktan sonra ise seçilen grubun tüm özelliklerine “uyma” davranışı gösterir. Grup ve grup davranışlarıyla özdeşleşme ergenliğin en belirgin özelliğidir. Bu uyum süreci beraberinde gerginliği de getirir. Ergenin kendini hem duygusal hem de fiziksel olarak ortama uydurma süreci, eski alışkanlıkların kırılarak yerini alan yeni davranış biçimleri bu gerginliği yaratır. Erikson’un psikososyal gelişim basamaklarını tarif ederken Ergenlik Döneminin yer aldığı dilimi “Kimlik ve Rol Kargaşası Dönemi” olarak ele almakta. Bu dönemin en önemli tehlikesinin ise kimlik arayışındansa rol karmaşası olduğunu belirtiyor. Belirgin ve geçerli bir davranış modelinin yerleşmiş olmaması, farklı koşullarda istediği gibi davranması (bazen yetişkin, bazen çocuksu) ergeni tahmin edilemez kılan faktör. Bu durumun sürekliliğinde ise ergen benlik ve kimlik gelişimini geliştirememekte. (Biehler ’97 s:35) PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 65 >> Ergenlik ve aşk Arkadaşlığın bazı özellikleri: Ana babalar uzun dönemlere ilişkin ergenin geleceği ile ilgili kararlar alırken; arkadaş grupları mevcut anın statik durumuna dair kararlarla durum belirlenmesi yapar. X Yapılan araştırmalarda ergenin meslek seçimi, politik görüşü, ahlak gelişimi gibi konularda ailenin görüşüne itibar ederken; giyim, saç biçimi, ilgiler, sosyal ilişkilerde arkadaş grupları daha etkindir. X Tabii ki akran etkisi olan konularda ergenebeveyn çatışmaları kaçınılmaz. Bu çatışmaların ana başlıkları ise: • Fiziksel görüntü • Arkadaşlar • Flört etme • Eve geliş-gidiş saatleri • Yeme alışkanlıkları Kızlar arkadaşlık konusunda erkeklerden daha endişeli. Kızların başkalarının tepkilerine daha fazla önem vermesi ve arkadaşlıklarında mahremiyeti ve samimiyeti aramalarından kaynaklanmaktadır. (Coleman 1980) Erkekler arası arkadaşlıklarda ise ilgi ve becerilerin rekabeti sebebi ile belki de böyle samimi ilişkilere izin vermemesinden kaynaklanmaktadır. Kızların kız arkadaşları ile samimiyet arayışları ise onlara daha fazla endişe, kıskançlık ve çatışmayı yaşamalarına olanak tanımaktadır. Ergenliğin ilk dönemlerinde 3–9 kişilik aynı cinsiyetin bir araya geldiği klikler ergenliğin ortalarında karışık cinsiyetli gruplar halini alırken ilerleyen dönemlerde bu durum çiftler şekline dönüşmektedir. Ergenlik dönemlerinde grup içerisinde oluşan çiftlerin duygusal ilişkisi orta ergenlik döneminde başlamakta ancak fazla uzun bir süreklilik taşımamaktadır. Ergenin bu dönemde ailesinin dışında birebir geliştirdiği ilk ilişki olması sebebi ile duygusal anlam taşıyan ilişkiler kurması önemlidir. Bu dönemde şiddetli hezeyanlar halinde görülen duygusal iniş çıkışlar genelde kısa süreli ve değişkenlik gösteren bir şekildedir. Ender olarak cinsellik içerir. İlişki içinde olmak grup tarafından onaylanır. Sonraki dönemlerde ise ilişki daha romantik ve daha durağandır. Artık birey daha seçici ve süreklilik taşıyan ilişkileri tercih etmektedir. Bu dönemde ilişkide grup yönelimi yoktur. Bireyin kendi isteği ve cinsel olgunluğu ile ilişki ciddiye alınır. Genellikle bu dönemde yaştaşlar cinsiyet açısından fazla farklılık göstermemekle birlikte iniş çıkışlarında daha içe dönük ve sessiz bir tablo sergilerler. Ayrılıklar da genel olarak “hayata küsme” olsa da kısa sürede toparlanırlar. Bu dönemde evlenen ergenlerin genellikle evliliğin başarısızlığı 20’li- 30’lu yaşların başarısızlığından yüksektir. Karşı cinsin kabul edici tavırları ve beğenisi ergenin kendini değerli bir varlık olarak algılamasına ve güvenli ilişkiler kurmasına yardımcı olur. (Kulaksızoğlu, A. s:88) Olumsuz arkadaş etkileri Arkadaş çevresinin değerlerini grup tarafından dışlanmamak için benimseme bu sebepten dolayı sapan davranışlar gösterme ve olumsuz alışkanlıklar benimseyenleri de ergenler arasında görmekteyiz. “Arkadaş ve akranların kötü alışkanlıkları ergenler yeni alışkanlıkları denemeleri için bir öğrenme ortamı yaratmakta ve teşvik edici olmaktadır. (Köknel,Ö.1982 s:303 ve Kasatura,İ. 1995 s:39)” (Kulaksızoğlu, A. 2002 s:218) Olumsuz etkilerinin yanı sıra zaman zaman suça teşvik edici veya olumsuz durumları grubun onaylaması sonucu ergenler grup etkisi ile olumsuz davranışlarda sergileyebilmekte hatta bu gruplara “çete” adını verebiliriz. Gençler arasında suçluluğun artmasının nedeni bu çetelerdir. >> 66 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 Yavuzer’in araştırmasında suçlu deneklerin arkadaş çevresinde yüzde 15.9 hüküm giymiş suçluya rastlanmıştır. (Yavuzer H. ’81 s:182) Tüm dünya ülkelerinde çocuk suçluluğuna ilişkin anti sosyal davranışın 14 yaş dolaylarında topluma karşı gelme biçiminde ve özellikle ergenin kendini özdeşleştirdiği bireyin etkisi ile suça yöneldiği görülmüştür. Ergenlikte tutumların oluşmasında en önemli etkenlerden biri arkadaşlardır. “Akranların tutumlar üzerine etkisi çocukların anababadan çok arkadaşları ve tanıdıkları ile birlikte oldukları ergenlik döneminde kendini gösterir”. (Morgan) Bunu sebebi kolay ilişki kurdukları sevdikleri kişileri otorite olarak alabilmelerinden kaynaklanmaktadır. Ergenlikte tutumlar değişebilir. Ancak bağlanım (commitment) bir gruba veya arkadaşa sürmesi halinde geliştirilmiş olan tutum(lar) kabul edilen değerlere paralel olarak kabulünü sürdürür. Olumlu arkadaş ilişkileri Akranları ile teması ergene eşitlikçi gelmekte dolayısı ile daha fazla kendini ifade etmekte daha fazla anlaşıldığını düşünmekte dolayısı ile daha fazla karşı görüşlere hoşgörü ile yaklaşabilmekte. Bireyin ilgi ve becerilerinin olması ona sosyal kabul kalıplarının rahatlıkla açılmasına yardımcı olur. Böylece bir gruba ait olabilmenin yolu yetileri sayesinde fazla zorlanmaya gerek kalmadan açılmış olur. Grup tarafından benimsenmesi kendine güvenini arttırır. Güven artışı ve grup etkisi ters çalışır. Güven arttıkça birey özgürleşip düşüncelerini ifade edebilir. Kendine güveni azaldıkça da grup etkisi giderek artar. Buda uzun dönemde çeşitli rahatsızlıklara yol açar. Kendine güveni artan birey grup normlarına uyma davranışını grup normlarını belirleme davranışı ile yer değiştirmeye çalışır. Buda hem ergenin kendi içinde hem grup lideri ile hemde grubun diğer üyeleri ile çeşitli boyutlarda çatışmalara girmesine sebep olur. Grubun ergen üzerinde etkisi Grubun belli bir amacı ve bir araya gelme nedeni vardır. Bu amaca bağlı olarak arkadaş gruplarında bir araya gelinen süre arttıkça grubun bütünlüğü artar. Böylece çok bir arada olan bireyler birbirlerini daha iyi tanır ve bütünlük beraberlik duygusu pekişir Dış tehlikelere karşı grup bütünlüğünü korumak için daha sıkı ilişki kurar. (çeteler ve yasadışı gençlik örgütleri gibi) Önderler grup bireylerini etkiler Bireylerin öğrenme isteğini ve gücünü arttırır. Öğrenmede kolaylık sağlar. (sosyal kolaylaştırma) Rekabeti arttırır Grup üyeleri benzer davranışlar gösterir (ortak kıyafet, saç stili, müzik vs.) “Biz” ve “Başkaları” duygusu hâkimdir. (Kulaksızoğlu, A. s:89) Arkadaşları arasında kendine yer arayan genç özerklik ve sorumluluğun sınırlarını bilemezse 4 farklı şekilde davranış gösterir: 1. Boyun eğer ve çevresindekilere benzer 2. Herşeye başkaldırı 3. Aldırmaz ve sorumsuz yaşar 4. Olumlu bir özdeşleşme ile kendinin ve toplumun gelişmesine katkıda bulunur (Köknel, Ö. 1995 s:93) Özdeşleşme bir kimlik arama sürecidir. Ergen bu süreci arkadaş grupları içerisinde sağladığı uyumla farklı rolleri deneyerek geçirir. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 67 Genç kızların beslenme dosyası /// Obezite, blumiya ve anoreksiya. Son yılların çokça duyulan kelimeleri. Yetişme çağındakilerin beslenmeleriyle doğru orantılı bu sorunların çözümü dengeli beslenmeden geçiyor. İnsan yaşamı bir süreçtir… Değişiyoruz; fiziksel ve duygusal olarak… Kadınlık sürecinde çocukluktan sonra ergenlikle başlayan hormonel, fiziksel ve duygusal değişim, beslenme ihtiyaçlarının da farklılaştığı bir dönemdir. Bu yaş grubu için, yeterli beslenme konusunda dünyada çeşitli problemlerle karşılaşılmaktadır. Gelişmiş olan ülkelerde; obezite veya kilo kaygısından dolayı aşırı zayıflık eğilimi olarak ortaya çıkan blumiya/ anoreksiya karşılaşılan sorunlardır. Gelişmemiş olan ülkelerde ise yetersiz beslenmeye bağlı hastalık riskleri artmaktadır. Ergenlik -18 BESTE GÜNDAY Beslenme ve Diyet Uzmanı 68 Beslenme ve diyet uzmanı Beste Günday, Hacettepe üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümünden mezun olmuştur. Yüksek Lisans Eğitimine Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü Diyetetik Ana Bilim Dalında devam etmiştir. Çalışmalara Form Stüdyoda devam etmektedir. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 Yanlış yönlendiren zayıflama diyetleri /// döneminde büyüme hızlı bir şekilde devam ettiğinden beslenme çok önemlidir. Ergenlik dönemindeki genç kızların enerji ihtiyaçları, fiziksel aktivitelerine de bağlı değişmekle beraber ortalama 2000- 2200 kalori civarındadır. Alınan kaloriyi oluşturan besinler burada çok önemlidir. Fast food tarzı beslenme ile fazla enerji alımı kilo sorununa yol açarken, kilo kaygısının artmasıyla beraber uygulanan yanlış diyetler de gerekli enerji ve besin öğelerini sağlamaz. Bu gibi yanlış beslenme alışkanlıkları genç kızlarda hormonel sorunlara bağlı adet düzensizliklerine yol açabilmektedir. Son zamanlarda yazılı ve görsel medyada sıkça yer alan zayıflama diyetleri çoğu zaman insanları yanlış yönlendirmektedir. Düşük kalorili, tek düze beslenmeye bağlı diyetler yetişkinlerde de birçok sağlık sorunlarına yol açarken, çocukların ve gençlerin büyüme gelişmelerini olumsuz etkilemekte, ileriye yönelik hastalık risklerini arttırmaktadır. Kilo sorunu olan genç kızların beslenmeleri kendi ihtiyaçlarına göre planlanmalıdır ve büyüme gelişmeleri hedeflenerek yağ kaybına yönelik diyet uygulanmalıdır. Genç kızlarda daha sık görülen blumia ve anoreksia da psikolojik kökenli beslenme davranış bozukluklarıdır. Blumia da kişi çok fazla yeme sonrası kusma eğilimindeyken, anoreksiyada açlık boyutunda az yeme ve aşırı zayıflığa rağmen kendini kilolu görme hali vardır. Bu beslenme davranış bozukluklarının anne babanın ayrı olduğu veya kilo takıntısı olan ailelerin çocuklarında ya da çevresiyle kilo bakımından karşılaştırılan çocuklarda ortaya çıktığı belirlenmiştir. Anne- kız yapılan diyetlerde yapılan yanlış, aynı diyeti uygulamalarıdır. Ergenlik çağındaki kızların hormonel ve fiziksel değişimlerine yönelik beslenme ve enerji ihtiyaçları yetişkinlerden farklıdır. Genç kızların beslenmelerinde havyansal kaynaklı protein, demir, çinko, kalsiyum, lifler, folik asit, A vitamini, C vitamini ve E vitamini önemli yer tutar. Yeterli ve dengeli bir beslenme planı ile tüm bu besin öğesi ihtiyaçları karşılanabilir. Bu dönemde diyetisyenden sağlıklı beslenme eğitimi almaları, yaşam boyu devam edecek doğru beslenme davranışı kazandırır. Doğru beslenmeyi öğrendiğimizde birçok hastalık risklerini azaltırken, kilo alma- verme döngüsünden kurtulmuş oluruz. PROTEİN KALSİYUM KARBONHİDRATLAR DEMİR YAĞ NOT: Demir eksikliğini önlenmesinde veya tedavisinde, demir kaynaklarını kalsiyum kaynakları ile beraber tüketmeyin… Kalsiyum varlığı demir emilimini azaltmaktadır… Protein kas ve doku gelişimi için önemlidir. Et, süt ve ürünleri, yumurta gibi hayvansal proteinler kaliteli protein sağlarken, kurubaklagiller ve kuruyemişler de önemli protein kaynaklarıdır. Enerji gereksinmesi için yeterli tüketilmesi gereken bu grup; kompleks karbonhidratlar dediğimiz, beyaz un dışındaki unlardan yapılmış çavdar, tam buğday, yulaf vb ekmeklerden, kuru baklagillerden, meyve ve sebzelerden sağlanmalıdır. Büyüme, gelişimde ve hormonel süreçte önemli görevi olan yağları her gün; zeytinyağı, ceviz, badem, fındık gibi bitkisel kaynaklardan sağlayabiliriz. Yağlar yüksek kaloriye sahip olduklarından miktarına dikkat edilmelidir. Öbür yandan yağları tamamen kısıtlayan yanlış diyetler hormonel sorunlara yol açabilmektedir. Kemik gelişiminde önemli rol oynayan kalsiyumun en iyi kaynakları bilindiği gibi süt grubudur. Bunun yanında yeşil yapraklı sebzeler ve kuruyemişler iyi kalsiyum kaynaklarıdır. Regl dönemlerinde artan demir ihtiyacı, genç kızlarda demir eksikliğini oluşturabilmektedir. Kırmızı et, tavuk, yumurta ve yeşil yapraklı sebzeler ve iyi demir kaynaklarıdır. FOLİK ASİT Folik asitin ergenlik döneminde başlayarak yeterli tüketilmesi, hamilelik döneminde bebeği Nöral Tüp Defektinden korumaktadır. En iyi kaynakları yeşil yapraklı sebzeler ve kuru baklagillerdir. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 69 DOĞUM SONRASI GÖRÜLEN DERMATOLOJİK SORUNLAR VE STRESLE İLİŞKİSİ D oğum, anne için gerçekten stres yaratan önemli bir durumdur. Aylar süren hamilelik döneminde vücutta artan birçok hormonlar, fizyolojik değişiklikler ve anneliğe hazırlık süreci doğumun gerçekleşmesi ile başka bir boyut kazanır. Özellikle ilk kez anne olanlarda bebeğin bakımı ve sorumluluğunun getirdiği endişe ile stres daha da artar. Doğumla birlikte vücutta önemli hormonal değişiklikler olur. Bu değişiklikler ve yaşam tarzındaki ani değişiklik, uykusuzluk annede yorgunluk ve gerilime neden olur. Hamileliğin sona ermesi ile birlikte kilo artışı, göğüs karın ve basendeki çatlaklar, saç ve cilt değişiklikleri anneyi gerçekten endişelendirir. Doğum sonrası ortaya çıkan bazı değişimler kendiliğinden geçer ve tedavi gerektirmez. Doğum sonrası annede birçok fiziksel değişiklik başlar. Anne panik duygusuyla yüzleşir. Bu durumda anneye nasıl davranması önerilir? Doğumdan üç ay sonra yoğun saç dökülmesi olur. Bu dökülme 1-3 ay kadar devam eder ve kendiliğinden düzelir. Dökülen saçlar yeniden çıkar ve eski haline döner. Gereksiz yere kan tahlilleri, vitaminler, saç dökülmesi için çeşitli losyonlar kullanılmamalıdır. Yumuşak bir şampuan, örneğin bebe şampuanlarının kullanımı, saçların boya, spray, jöle gibi kimyasallardan uzak tutulması, sık fön çekilmemesi yeterlidir. Zamanla saçlar kendiliğinden düzelir. Ancak üç aydan daha uzun süren dökülmelerde kansızlık, vitamin eksikliği, tiroid hastalığı ve diğer hormonal nedenler araştırılmalı ve sebebe yönelik tedaviler yapılmalıdır. Pediatrik Dermatoloji Derneği Başkanı -18 PROF. ÜMİT UKŞAL Pediatrik Dermatoloji Derneği Başkanlığı (Halen devam ediyor). 70 Halen Taksim Alman Hastanesi Dermatoloji Bölümünde görev yapmaktadır. Canbebe Medikal Danışmanı Saç dışında doğum sonrası yaşanan-yaşanabilecek psikolojik sorunlar ciltte hangi hastalıklara zemin hazırlar? Gebelik süresinde oluşan güneş lekeleri stres nedeni olabilir. Doğum sonrası genellikle lekeler azalır veya kaybolur. Kaybolmayan lekeler için ilaçlar ve lazer tedavileri uygulanabilir. Doğum sonrası ortaya çıkan stres sonucu sedef hastalığı (psoriazis), ala (vitiligo), saçkıran (pelad) gibi stresle bağlantılı hastalıklar başlayabilir veya daha önce var olan hastalıklar şiddetlenebilir. Bu hastalıklar tedavi edilirken, emzirme durumu mutlaka doktora belirtilmelidir. Sadece içilen ilaçlar değil, cilde sürülen merhemler PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 de deriden emilerek kana ve oradan da süte geçerek anne sütü alan bebeğe ciddi zararlar verebilir. Doğum ve sonrasındaki stresli günler ciltte diğer bazı alerjik hastalıkların başlamasını da tetikleyebilir. Ekzema grubu hastalıklar bu dönemde ortaya çıkabilir veya şiddetlenebilir. El ekzemaları, atopik dermatit, asabi ekzema (nörodermatit) gibi alerjik cilt hastalıkları bu dönemde artış gösterebilir. Birçok anne, ürtiker olarak bilinen hastalıkla da yüzleşiyor. Ürtiker, ne gibi sonuçlar doğurur? Doğum sonrası, stresi yaygın kaşıntılara bazen de bu kaşıntılarla birlikte ciltte kızaran kabaran, kaşınan, kaybolan belirtilerle ortaya çıkan ürtiker hastalığına neden olabilir. Ürtiker halk arasında “kurdeşen” olarak bilinir. “Sıkıntıdan kurdeşen oldu” cümlesini zaman zaman duyarız. Ürtiker (kurdeşen), birçok sebebi olan alerjik bir hastalıktır. Sadece sıkıntıya bağlı olarak ortaya çıkmaz. İlaçlar, bazı besinler, enfeksiyonlar, bağırsak parazitleri gibi birçok etken ürtiker nedeni olabilir. Bu nedenle her kurdeşen olan hastanın sadece stresten hasta olduğunu söylemek yanlış olur. Kurdeşen, mutlaka doktor tarafından gerekli muayene ve testler yapıldıktan sonra değerlendirilmelidir. Ürtiker (kurdeşen), bazen derin dokulara inerek dudaklarda, göz kapaklarında veya başka cilt bölgelerinde ani şişlik, ses kısıklığı, nefes darlığı yapabilir. Bu durum nefes borusunda ödem (larinks ödemi) ile yaşamı tehdit edebilir, boğulmaya sebep olabilecek kadar ağır bir seyir gösterebilir. Dudakta, yüzde şişlik ve ses kısıklığı varsa hemen en yakın acil servise başvurmak gerekir. Doğum sonrasında ne kadar zamanda yaşanan tüm bu sorunlarda azalma görülmeye başlanır? Doğumu takip eden birkaç ay içinde – anneden anneye değişiklik gösterebilir- hormonlar eski normal düzeyine gelir. Anne, bebeği ile yaşamaya alıştıkça stres faktörleri de azalır, strese bağlı cilt hastalıkları da zamanla geçer veya normal seyrine döner. Menopoz döneminde strese bağlı cilt hastalıkları Kadınların neredeyse tamamına yakınının 40 yaşından sonra yaşadığı korkulu rüyanın adıdır menopoz. Menstürasyon döneminin tamamen sona ermesi ve üremenin de sona ermesi anlamına gelen bu durum, fiziksel, ruhsal , zihinsel ve cinsel değişiklerin sebebi olarak bilindiği için, endişe ve strese sebep olur. Kadınlarda 45-50 yaş arası adet düzeni değişir. Adetler sıklaşır veya daha seyrek olmaya başlar. Menopoza giriş dönemi bazen birkaç yıl sürebilir, ardından adet kesilerek menopoz gerçekleşir. Kalıtımsal ve kişisel faktörlere bağlı olarak menopoz 40’lı yaşların başı kadar erken, bazen de 5052 yaşına kadar geç olabilir. Menopozda değişen hormonlara bağlı olarak, ateş basmaları, terleme, sinirlilik ve uyku bozukluğu gibi rahatsızlıkların yanı sıra; strese bağlı cilt hastalıkları da sıklıkla görülebilir. Menopoz başladıktan sonra yaşanan ilk fiziksel değişiklikler hangileridir? Menopozdan sonra saçlar ve tırnaklar daha kuru, mat ve cansız bir hal almaya başlar. Kalıtımsal dökülme artar ve stres işte bu dökülmeyi daha da hızlandırır… Bu dönemde saçları kurutmayacak bebek şampuanları ve ılık su ile yıkama, kimyasal maddelerden (boya, perma, röfle, spray, köpük) olabildiğince korumak gerekir. Tırnakları da çok fazla kapatmamak hava aldırmak yararlı bir sonuç alınması için yardımcı olacaktır. Cilt, bu süreçte stresten kaynaklı ne gibi sorunlarla karşı karşıya kalır? Yüzde bünyevi bir hastalık olan Rozasea (Gülleme) hastalığı sık görülür. Menopoz stresi arttıkça, Rozasea’nın belirtiler başlar ve artar. Başlangıcında sivilceye benzeyen görünümdeki Rozasea, giderek yayılabilir ve tam bir alerjik görünüm alır. Stres süreci devam edip arttıkça, hastalık şiddetlenerek devam eder, seyri uzar. Ayrıca, yanaklarda, alında burun üzerinde kızarıklık, kırmızı kabartılar, iltihaplı sivilceler ve kılcal damar genişlemeleri görülür. Ateş basmaları daha da şiddetli olur. Toplum içinde herkesin dikkatini çekecek kadar şiddetli kızarmalar hastayı sosyal yaşamdan uzaklaştırabilir. Çalışan kadınlarda da şiddetli Rozasea (Gülleme); özgüven kaybı, kendini beğenmeme ve işe konsantre olamama gibi ciddi sorunlara neden olabilir. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 71 Halk arasında bilinen bir takım cilt alerjileri menopoz stresiyle birlikte ortaya çıkabiliyor mu? Halk arasında kurdeşen olarak bilinen ürtiker hastalığı, menopoz dönemindeki kadınlarda yaklaşık % 70 stres kaynaklı olarak ortaya çıkar. Oysa diğer yaş gruplarında ilaçlar, besin alerjileri, enfeksiyonlar ve bağırsak parazitleri gibi farklı etkenler kurdeşen nedenleri olup stres faktörü daha az oranda nedendir. Kurdeşende ani başlayan kaşıntılı, kırmızı kabartılar olur. Bu kabartılar bazen mercimek kadar küçük, bazen el ayası kadar geniş olabilir. Kabartılar birkaç saat sürer, kaybolur. Daha sonra farklı yerlerde kabarma ve kaşıntı meydana gelir. Ürtiker ilerler mi, daha ciddi sağlık sorunlarına sebebiyet verir mi? Hem de çok ciddi… Kaşıntı ve kabarmalarla birlikte dudakta, göz kapaklarında şişme, ses kısıklığı ve nefes darlığı olabilir. Hasta solunum sıkıntısı ile paniğe kapılabilir, bu da durumu daha da şiddetlendirir. Böyle durumlarda sakin olmalı ve hasta en yakın acil servise götürülmelidir. Doktor muayenesi ve gerekli kan tahlilleri yapılarak kurdeşenin stres kaynaklı mı yoksa başka bir nedene mi bağlı olduğu doktor tarafından belirlenir ve tedavisi yapılır. Stres kaynaklı bu kaşıntılar aylarca hatta yıllarca devam ederek hastaya ve ailesine sıkıntı kaynağı olabilir. Kanser değil ‘Liken’ hastalığı Menopoz döneminde kadınların sıklıkla yaşadığı ama nedenini bilemediği farklı bir hastalık var mı? Her yaş grubunda görülebilen ama kadınlarda menopoz döneminin stresi ile başlayıp yıllarca sürebilen bir hastalık var; ismi ‘liken’. Ancak bu hastalık için Türkçe bir isim yok. Belirtiler ağaç kabuğundaki liken adı verilen koyu renkli yosun benzeri kabartılara benzetildiği için bu isim verilmiş. Liken hastalığında, hasta stres sonrası kaşıntı ile el ve ayak bileklerinin iç yüzünde mor renkli kabartılar olduğunu fark eder. Ayrıca ağız içinde, yanakların iç yüzünde beyaz renkli dantel gibi kabartılar olabilir. Bazı hastalarda ağız içinde ağrılı yaralar da ortaya çıkabilir. Liken hastalığının teşhisi için deriden biyopsi alınır. Bu işlem bazı hastalarda kanser korkusu yaratır. Oysa deri biyopsisi kanserle hiçbir ilişkisi olamayan birçok cilt hastalığının kesin tanısı için de yapılan bir işlemdir. Psikosomatik hastalıklar menopoz döneminde hiçbir kadının kaçamayacağı bir son mu? Menopoz döneminde kadınlar genellikle daha hassas ve gergin olurlar. Psikosomatik hastalıklar da daha ciddi seyir gösterir. Özellikle psoriazis, vitiligo, atopik dermatit olan hastalar, menopoz stresi ile şikayetlerinin arttığını belirtirler. Menopoz dönemindeki kadın; ister çalışan kadın isterse ev kadını olsun çocuklarını yetiştirmiş, meslek yaşantısında belli bir yere ulaşmış, aile ve toplum içinde belli bir sosyal statüye ulaşmıştır. Bu nedenle psikosomatik hastalıkları olsa dahi doktorunun ve aile bireylerinin desteği ile bunları daha kolay aşabilir. Menopoz da yardım ile atlatılabilecek ve hazırlıklı olunması gereken özel bir dönemdi. Elbette bir takım psikosomatik sonuçları olabilir; ancak bu her kadın için kabus olmayabilir. 72 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 73 BİR ŞEHİR VİTRİNİ ULUDAĞ Cennetin zirvedeki kapısı: ULUDAĞ /// Türkiye’nin en büyük kış ve doğa sporları merkezi Uludağ, Milli Park’ı, ender görülen bitki örtüsü, geniş kayak merkezi, gölleri, madenleri, yaylaları, sıcak ve soğuk sularıyla Bursa’nın cennete açılan kapısı. 2 bin 543 metre yükseklikteki Uludağ’ın her köşesinde ayrı bir zenginlik yatıyor 74 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 /// PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 75 Ülkemizin en gözde kış sporları merkezi olan Uludağ, Bursa’nın 36 kilometre güneyinde yer alıyor. Sadece kış turizmine değil, yaz aylarında da kampçılık, trekking ve günübirlik piknik etkinliklerine de ev sahipliği yapan Uludağ, flora ve faunasının zenginliği nedeniyle 1961’den bu yana Milli Park olma özelliği taşıyor. Güney Marmara Bölgesi’nde yer alan Uludağ, Bursa’dan 36 kilometre, İstanbul’dan 150 kilometre uzaklıkta. Kayak merkezi ise havaalanından 60 dakika, Bursa’dan da 40 dakika uzakta bulunuyor. 2 bin 543 metre yüksekliğe sahip olan Uludağ, günümüzde Türkiye’nin en önemli kayak merkezlerinden biri. Olympos Dağı “Uludağ” ya da diğer adıyla “Olympos Dağı”, Türkiye’nin en büyük kış ve doğa sporları merkezi olan eski bir yanardağ. Marmara Bölgesi’nin en yüksek dağı olan Uludağ’ın uzunluğu 40 kilometreyi, genişliği ise 15–20 kilometreyi buluyor. Uludağ, yoğun orman örtüsüyle kaplı kayak alanı ve 2 bin 547 metreye ulaşan Kara Tepe doruğu ile Batı Anadolu’nun da en yüksek dağı olarak biliniyor. Yöresi yarı ılıman iklim kuşağında, Güney-Güneybatı rüzgârları etkisi altında olan Uludağ’ın zirvelerinde, bir kısmı yazın kuruyan 9 adet buzul gölü (Sirk) bulunuyor. Dağın güneydoğu bölgesinde Çaylıdere ve Koğuludere gölleri, zirvenin kuzeyinde Kilimli Göl, Aynalı Göl ve Karagöl yer alıyor. Toplu ve heybetli bir görünüşe sahip olan bu dağın Bursa’ya bakan yamaçları kademeli, güneye Orhaneli’ne bakan tarafları ise düz ve daha dik olma özelliğine sahip. Dağın kuzey tarafında Sarıalan, Kirazlı, Kadı ve Sobra yaylaları sıralanmış durumda. Troya Savaşı’nın izlendiği yer Antik dönemde “Olympos Misios” adıyla tanınan Uludağ, mitolojide tanrıların Troya Savaşı’nı izlediği yer olarak anılıyor. Antik çağın ilk tarihçilerinden Heredot’un “Heredot Tarihi” isimli kitabında Uludağ’dan, “Olympos” olarak bahsediliyor. Roma İmparatorluğu’nda resmi din Hıristiyanlık olduktan sonra, Uludağ’da 3. yüzyıldan sonra keşişlerin yaşadığı ilk manastırlar kurulmaya başlanıyor ve manastırlar 8’inci yüzyılda sayıca en üst seviyeye çıkıyor. Bu dönemde, Uludağ’da Nilüfer Çayı ile Deliçay arasındaki vadi ve tepelerde 28 manastır kuruluyor. Orhan Gazi’nin uzun bir kuşatmadan sonra Bursa’yı teslim almasıyla dağdaki keşişlerin yaşadığı manastırların bir kısmı terk ediliyor, bunların bazıları daha sonra Doğlu Baba, Geyikli Baba, Abdal Murat gibi Müslüman dervişlerin inziva yerleri haline geliyor. Bursa’nın fethinden sonra Türkler dağa “Keşiş Dağı” adını veriyor. “Olympos Mysios” veya “Keşiş Dağı”, 1925’de Bursa Vilayeti Coğrafya Cemiyeti’nin girişimleri ve Osman Şevki Bey’in önerisiyle “Uludağ” adını alıyor. 76 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 >> Kaplıca turizmi revaçta Uludağ’ın kış kayak sporları merkezi haline gelişi, 1933’e kadar dayanıyor. Bölgeye bir otel, bir de muntazam şose yol yapılıyor ve ardından düzenli otobüs seferleri başlıyor. Ulaşım kolaylığıyla beraber Uludağ’a ilgi yavaş yavaş artıyor. Sonradan asfaltla kaplanan bu yol, Uludağ’ın Kadıyayla hariç bütün yerleşim birimlerini doğrudan Bursa’ya bağlıyor. Uludağ zamanla, modern dağ tesisleri, 1963’te hizmete açılan Türkiye’nin ilk teleferiği, dördüncü büyük kent olan Bursa’nın hemen yanında olması gibi özellikleriyle dağ ve kış turizminin merkezi haline geliyor. Bugün Uludağ, Türkiye’nin en büyük kayak merkezi olma özelliğini koruyor. Yol durumunun uygunluğu, uzun kış mevsiminde (Ekim-Nisan arası) kar bulunması, eşsiz manzaraları bölgeye her yıl kış aylarında çok sayıda turist çekiyor. Dağın doruk noktasından açık havada İstanbul, Marmara Denizi ve civar yakın yerlerin görünmesi ise buraya ayrı bir özellik katıyor. Doğu ve kuzey eteklerinin Bursa Ovası’na yakın yerlerinde sıcak su kaynaklarının bulunması ise kaplıca turizmine olanak sağlıyor. Bursa’nın Çekirge semtindeki bu kaplıcalar, günümüzde yeniden hareketlenmeye başlayan termal turizm için büyük önem taşıyor. Ayrıca teleferiğin son istasyonu olan Sarıalan’da ve Sarıalan’dan telesiyejle ulaşılan Çobankaya’da, Kızılay Derneği tarafından her sene yaz kampları düzenleniyor. Kirazlıyayla’daki senatoryum, hastalara terapi ve tedavi olanağı sağlarken, oteller bölgesinde de çok sayıda özel ve resmi konaklama tesisi ile telesiyej ve teleski hattı bulunuyor. Alp usulü kayak cenneti Uludağ kayak merkezi, Alp usulü kayak ve kayak turları için son derece elverişli bir yer. Dünyaca ünlü bu kayak merkezi, Fatintepe ve Kuşaklıkaya tepelerinin üzerinde bulunuyor. Türkiye’de en çok rağbet gören kayak merkezi olan Uludağ, yaz mevsiminde de bambaşka güzellikler sunuyor. >> Uludağ ziyaretçilerine, gölleri, şelaleleri ve dere içi yürüyüş yolları ile her zevke hitap ediyor. Uludağ’ın bir diğer sürprizi ise rutubetsiz havalarda İstanbul’un görülebilmesi. Ormanlarla kaplı kayak merkezi, bin 750–2 bin 543 metre yükseklikte yer alıyor. Yılın kayak yapmaya müsait en elverişli günleri ise 20 Aralık–20 Mart arası. Kayak merkezi, Alpin usulü, snow-board, cross country ve heli-skiing yapmaya uygun. Uludağ’da birçok de-luxe otel, pansiyon ve yurt kayak severlere hizmet veriyor. Dağda ayrıca, 1 teleferik, 5 chair lift, 7 T bar, acil ilk yardım merkezi ve bir mobil klinik bulunuyor. Bölgede, kamu kuruluşu niteliğinde 12 adet konaklama tesisi ile özel sektöre ait 15 otel hizmet veriyor. Pist sayısı 11, en uzun pist ise 2 bin metre olurken; 7 adet telesiyejle 4 adet teleski tesisi olmak üzere, 11 adet de mekanik tesis faaliyet gösteriyor. Kayak merkezinin toplam kapasitesi ise saatte 8 bin 470 kişi. Burada ayrıca Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’ne ait iki adet kayak evi ve iki adet telesiyej tesisi ile Fatintepe’de tek iskemleli telesiyej de bulunuyor. Dağın iklimi alt kademelerden zirveye doğru kademeli olarak değişimler gösteriyor. Alt kademelerdeki Akdeniz iklim tipi, zirveye doğru nemli mikro termik iklim tipine dönüşürken, kışın yüksek rakımlarda buzlu iklim görülüyor. Kar yağışlı günler yıllık ortalama 66,7 gün olurken, karla örtülü günler de yıllık ortalama 179,2 gün sürüyor. Uludağ ayrıca, yer yer maden ve maden damar yataklarına da sahip. Türkiye’nin önemli volfram yatakları burada bulunuyor. İklimi, yüksek dağ özelliğinde seyreden Uludağ’da, yükseklere çıkıldıkça kar yağışı ve miktarı fazlalaşıyor. Yüksekliğe bağlı olarak ısı da azalıyor. Dağın doruk noktasındaki karlar yaz kış erimeden varlığını koruyor. Bazı yerlerde kar kalınlığı iki metrenin üzerine çıkarken, Uludağ’dan kaynaklanan derin vadiler içindeki pek çok dere, Nilüfer Çayı ile Göksu’ya ulaşıyor. Uludağ’da çok çeşitli hayvan toplulukları da bulunuyor. Bunlar arasında boz ayı, kurt, çakal, tilki, yaban domuzu en başta gelenler. Ayrıca Yeşiltarla’da Geyik Üretme Çiftliği yer alıyor. Uludağ, Milli Park olduğu için bölgede her çeşit avlanma yasaklanmış durumda. Milli Park Bölgesi’ne hiç bir şekilde ateşli ve ateşsiz av silahı sokulamıyor. Uludağ’ın kalbi Milli Park Bugün Uludağ Milli Parkı olarak bilinen bölge, 1961’de “Milli Park” ilan edildi. 1961’de koruma altına alınan alan toplam 12 bin 762 hektarı kapsıyor. Daha sonraları ise Milli Park alanı 27 bin 300 hektara çıkarılıyor. Milli Park’a karayolu, teleferik veya telesiyejle ulaşmak mümkün. Dağın kuzey ve güney yamaçlarında çok sayıda patika sayesinde vadiler ve tepeler arasında da ulaşım sağlanabiliyor. Milli Park’ın yol ve teleferikle ulaşılabilen alanları, toplam alanının çok küçük bir parçasını oluşturuyor. Ayrıca İkinci Oteller Bölgesi’nden, Wolfram madenine uzanan yamaçlardan sonraki bölüm “Dokunulamaz Tabiat Alanı olarak” kabul ediliyor. 1963’den 1972’ye kadar Uludağ Milli Parkı, Orman Bölge Şefliği olarak bin 500 metre yükseklikteki Kirazlıyayla’dan yönetiliyor. Bu dönemde tamamlanan projeler arasında, Kirazlıyayla yönetim merkezinin geliştirilmesi, Sarıalan yolunun açılması, Birinci Oteller Bölgesi’nin geliştirilmesi, Karabelen Milli Park giriş alanının düzenlenmesi, onlarca çeşmenin inşası, Sarıalan kamp alanının inşası ve Çobankaya kamp alanlarının düzenlenmesi yer alıyor. O dönemde yapılan en önemli işlerden biri de Park İdare Merkezi ve Tabiat Tarihi Müzesi olarak bin 900 metre oteller bölgesinde yapılan yönetim merkezi. Etibank’ın işlettiği Wolfram madenine elektrik getirilmesi, maden yolunun park standartlarına uygun olarak açılması, kayak alanlarının düzenlenip geliştirilmesi ve Yeşiltarla’daki geyik üretme alanının geliştirilmesi ile kamp alanlarında yol işaretleri ve tabelaların milli park standardına göre üretilmesi de dikkate değer diğer çalışmalardan. 1972’de bölge şefliği Milli Park Orman İşletme Müdürlüğü haline getirilirken, 13 Şubat 2006’da ise Bakanlar Kurulu kararıyla toplam bin 600 hektarlık saha, Milli Park alanı dışına çıkarıldı. Eşsiz manzarayı teleferikte seyredin Uludağ’a karayoluyla ulaşımın yanı sıra, teleferikle de çıkılabiliyor. Bursa-Kadıyayla (1235 metre) arasında iki, Kadıyayla-Sarıalan (1621 metre) arasında iki adet olmak üzere, toplam dört hat bulunuyor. Her hatta 30 kişi taşıyan bir kabin çalışıyor. Ancak kayak takımlarını teleferikle taşımaya izin verilmiyor. Teleferik, Bursa’nın Teleferik semtinden 20 dakikada bir kalkıyor. Teleferik, önce Kadıyayla’ya çıkıyor; orada kabin değiştirip, Sarıalan’a çıkan kabine biniliyor. Yolculuk yaklaşık 25 dakika sürüyor. Buradan Oteller Bölgesi’ne ulaşmak için minibüs kullanılıyor. Sarıalan ile Oteller Bölgesi arasında 7 kilometrelik mesafe bulunuyor. Yaz aylarında Sarıalan’dan Çobankaya’ya (1750 m) telesiyejle de gidilebiliyor. Alternatif bir ulaşım yolu olan teleferik, yolcularına dört mevsimin görüldüğü Uludağ manzarası sunuyor. 40 kişilik kabinlerin kullanıldığı teleferik hattında, her iki istasyon arasında karşılıklı ikişer kabin çalışıyor. Bin 260 metre yükselerek yapılan yolculuk boyunca, eşsiz güzelliğini sergileyen Uludağ, sizi zirveye davet ediyor. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 77 Beyaz Cennet’i bir de baharda görün /// Türkiye’nin gözde kış turizmi ve kayak merkezlerinden biri olan Uludağ, iklimsel özellikleri nedeniyle 171’i endemik toplam bin 320 bitki türüne ev sahipliği yapıyor. Kışın beyaz örtünün altında kalan Uludağ, Mart ve Ağustos ayları arasında çiçek cennetine dönüşüyor 78 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 /// PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 79 Bursa’nın 36 kilometre güneyinde yer alan Uludağ, kış turizmi ve kayak merkezi olmasının yanında, bitki türleriyle de eşsiz bir zenginliğe sahip. Mitolojideki adı Keşiş Dağı (Bithynian Olympus) olan Uludağ, arazi yapısı ve eteklerinden zirveye doğru değişen iklim özellikleri nedeniyle çok sayıda nadir ve endemik bitki türüne ev sahipliği yapıyor. Uludağ’da yetişen bin 320 bitki türünden 171’i endemik tür olarak kabul ediliyor. Bunların 138’i sadece Türkiye için, 33’ü de Uludağ için endemik türleri oluşturuyor. Uludağ’da bulunan nadir tür sayısı 16 olarak belirlenirken, dünya ölçeğinde nesli tehlikede olan 3 bitki türü ile Avrupa ölçeğinde nesli tehlikede olan 54 tür yine Uludağ’ın eteklerinde hayat buluyor. Kuzeybatı Anadolu’nun en yüksek dağı Uludağ, 1940’lardan beri Türkiye’nin en önemli kış sporları merkezi. Karadeniz Bölgesi’nde doğu-batı doğrultusunda uzanan dağ silsilelerinin devamı olan Uludağ, Kuzeybatı Anadolu’nun en yüksek dağı. 1961’de 11 bin 338 hektarlık kısmı milli park ilan edilen dağın, çok dik, kalkerli kayalardan oluşan güney yamaçları ve granitten oluşan güneybatı kısımları ilginç bir jeomorfolojik yapıya sahip. İlk milli parklardan olan Uludağ Milli Parkı’nın sınırları, 1998’de 12 bin 762 hektara genişletildi. Uludağ’ın zirvesi olan Uludağ Tepe’nin deniz seviyesinden yüksekliği 2 bin 543 metreye ulaşıyor. Yaklaşık 2 bin metrede buzul taşlar ile Kilimligöl, Karagöl ve Aynalıgöl yer alıyor. Türkiye, bitki florasındaki çeşitlilik nedeniyle dünyanın en zengin florasına sahip ülkelerden biri. Kıta Avrupa’sında 7 bin kadar bitki türü varken, ülkemizde 11 bin civarında bitki türü yetişiyor. Dünyanın nadir bitkilerini yaşatan Uludağ ise yeni türlere bile ev sahipliği yapıyor. 80 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 Mart ayından itibaren renk cümbüşü 8 Yeni tür yetişiyor Özellikle Oteller Bölgesi olarak bilinen 1. ve 2. Turizm Gelişim Bölgeleri, Çobankaya, Sarıalan, Bakacak, Kirazlıyayla, Volfram madeni çevresi, Şahinkaya, Kuşaklıkaya, Fatin Tepe ve Göller Bölgesi, Uludağ endemiklerinin popülasyonlarının yoğun olarak görüldüğü yerler. Uludağ Milli Park sınırları dışında Soğukpınar çevresi, Aras Vadisi, Alaçam üstleriGöller Bölgesi arası, Pınarcık üstleri, Dutçalık Mevkii, Çavuşdüzü Mevkii, Kıran Yaylası ve Sorgun çevresi de endemik taksonlar bakımından oldukça zengin. Uludağ yeni türlerin oluşumu açısından da büyük bir potansiyele sahip. Uludağ Üniversitesi (UÜ) Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof Dr Gönül Kaynak ve ekibi tarafından yeni türler olarak saptanıp isimlendirilen ve dünya florasına kazandırılan tür sayısı şimdilik 6 olup, araştırma çalışmaları devam ediyor. Bu türler “Prometheum chrysanthum subsp. Uludaghense”, “Linum pamphylicum Boiss. & Heldr. ex Planch.subsp. olympicum”, “Linum vuralianum”, “Centaurea kaynakiae”, “Dianthus goekayi” ve “Anthemis hamzaoglui.” Uludağ, bazı Avrupalı türlerin de yaşam ortamı. Yayılışı Avrupa’da olup, Türkiye’de sadece Uludağ’da yetişen iki tür yine Uludağ Üniversitesi(UÜ) Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gönül Kaynak ve ekibi tarafından saptanarak, Türkiye florasına eklendi. Bu türler de “Dactylorhiza maculata” ve “Cirsium eriophorum” olarak adlandırıldı. Alt kademelerden zirveye doğru değişen iklimsel özellikler, dağın biyolojik çeşitlilik açısından zenginleşmesinde en önemli etken. Endemik bitki türleri ile Türkiye’deki en önemli alanlar arasında olan Uludağ’da, kar örtüsünün yavaş yavaş kalkmasıyla doğa tüm renklerini bir arada sunmaya başlıyor. Beyaz örtü Uludağ’ı terk etmeden Crocus biflorus (iki çiçekli safran/çiğdem) ve Crocus chrysanthus (altuni çiçekli safran/sarı çiğdem), narin saplarının üstünde karların arasından çiçeklerini uzatıyor. Mart ayında alt kademelerde başlayan uyanma, yaz boyunca zirvede devam ediyor. Böylece, Uludağ mart ve ağustos ayları arasında çiçek cennetine dönüşüyor. Özellikle, orman kuşağının üstünde yer alan ve pek çok kişi tarafından kıraç olarak görülen bölgede, özgün ve nadir bulunan bitki türleri yayılış gösteriyor. Zirvetepe, Kuşaklıkaya ve Şahinkaya tepelerinden Uludağ Göller Bölgesi’ne doğru giden yürüyüş parkurları boyunca Astragalus sibthorpianus (geven/keven), Galium olympicum (yoğurtotu), Gypsophila olympica (çöven/bahar yıldızı), Arabis drabiformis (kazotu/kaz teresi), Aubrieta olympica (obrizya), Crepis aurea subsp olympica (hindiba/altuni hindiba), Erodium sibthorpianum subsp sibthorpianum (dönbaba), Senecio olympicus (kanaryaotu), Thymus bornmuelleri (kekik) gibi yerel endemikler ile Papaver pilosum (çok çiçekli gelincik), Hypericum adenotrichum (binbirdelikotu/yaraotu), Linum olympicum (keten), Dianthus leucapheus var leucapheus (karanfil), Onosma velutinum (yalancı havacıva/şincar), Centaurea drabifoli subsp drabifolia (gelin düğmesi/peygamber çiçeği), Scorzonera pygmaea subsp pygmaea (iskorçina/ kara kök), Allium sibthorpianum (sarmısak), Matthiola montana (lefkoje), Veronica caespitosa var caespitosa (yavşan otu), Olymposciadium caespitosum gibi Türkiye için endemik türler doğaseverleri selamlıyor. Endemik türler dışında Iberis spruneri (hünkârbeğendi/iberya), Sedum album (ak damkoruğu), Saxifraga sempervivum (taşkıran), Draba brunifolia (kaya çiçeği/draba), Gentiana verna (kantaron/jensiyan), Cerastium banaticum (kar halısı/boynuzotu), Androsacea villosa (androsas) gibi endemik olmayan türler de aynı aylarda görülüyor. Biyolojik zenginlik göz kamaştırıyor Uludağ’a çıkarken yaklaşık bin metre rakımda yol kenarları boyunca yayılış alanı sadece bu dağda bilinen Verbascum prusianum (sığır kuyruğu) türünün çiçekli bitkilerini de Nisan ve Mayıs aylarında görmek mümkün. Otellere yakın nemli çayırlarda görülen Primula auriculata (çuha çiçeği/primel) ve ardıç çalısı ile göknar ormanı arasında bulunan Tulipa sylvestris (orman lalesi/ yabani lale) ve Acinos alpinus (dağ nanesi) gibi türler de bölgenin doğal güzelliğine güzellik katıyor. Köklerinin tıbbi özelliği nedeniyle çok yoğun toplanan ve nesli dünya ölçeğinde tehlikede olan Gentiana lutea subsp symphyandra (sarı jensiyan/ küşat/ kral şamdanı) bitkileri, Tutyeli ile Kuşaklıkaya arasındaki sarp yerlerde granit kayalar arasında haziran ve temmuz aylarında çiçek açıyor. Uludağ köknarı (göknar) diye anılan ve endemik olan Abies bornmuelleriana ağaç türü ve oluşturduğu orman topluluğu da dağın diğer önemli biyolojik zenginliğini oluşturuyor. Mart’ta başlayan ve yaz boyunca devam eden Alpin kuşaktaki renk cümbüşü, sonbaharda yerini orman katındaki ağaçların renk skalasına bırakıyor. Uludağ, Türkiye’nin hatta dünyanın endemik bitkilerini barındıran bir doğa harikası olarak, sadece kış aylarında değil, bahar ve yaz aylarında da ziyaretçilerini bekliyor. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 81 Elbette işin içinde aşk da var a m n a z ş i o m b i r e e v l e m i m ç Evlen oksu ve se parad nlar en, insa m ğ a r riskine şanma irdeleyelim o b n e d e birlikte ıyor. N e boşan etiren? Gelin d i ş i k g 120 bin ci hale eniyor, bu kadar çeki l v e i ş i k 00 bin eseleyi er yıl 6 r bütün bu m h e ’d e y i Türki or? Ned geçmiy z a v n e likt /// İLİŞKİLER DERYA ÖZÇELİK evli 82 2004 yılında İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden mezun olan Derya Özçelik, King’s College London’da Sistemik Aile Terapisi yüksek lisansını tamamladı. Halen İstanbul’da İNDA Danışmanlık merkezinde yetişkin bireyler, çiftler ve ailelerle çalışmaya devam etmektedir. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 /// A det yerini bulsun, sayılarla başlayalım. Türkiye’de her sene 600 bin insan evleniyor. Bu insanların çoğu da 30 yaşına gelmeden evlenmiş oluyor. Türkiye’de her sene 120 bin insan da boşanıyor. Bu boşananların yüzde 40’ı 5 seneden az süredir evli. Türkiye İstatistik Kurumu’nun verileri aynen böyle. Demek ki müthiş bir sirkülasyon var meselede. Türkiye nüfusunun her sene binde 8’i medeni durumunu değiştiriyor, evlilik kurumu altında hayatını biriyle birleştiriyor. Bunlar sadece her sene yeni evlenenler. Hali hazırda evli olanlar zaten nüfusun yüzde 60’ını oluşturuyor. Yani her sene, yüzbinlerce insan evliliğe girme ya da çıkma eylemiyle meşgul oluyor. Peki ne var bu meşguliyetin ardında? Neden insanlar 100 binlik kitleler halinde bir şeyin peşinden gidiyor? Neden boşanma riskine rağmen, insanlar evlilikten vazgeçmiyor? Nedir bütün bu meseleyi bu kadar çekici hale getiren? İnsanın kendisine bakalım mesela önce. Tüm gelişim kuramları bize ergenliğini tamamlamış bir insanın önünde tamamlanması gereken bir gelişimsel görev olarak yakın karşı cins ilişkileri kurabilmeyi gösteriyor. Yani bu demek ki, bir insan ergenlikte fiziksel ve ruhsal gelişimi ile ilgili önemli değişimlerden geçecek, yetişkinliğe adım atacak ve artık burada yetişkin bir birey olarak bir romantik ilişkiden, karşı cinsten, sevip sevilmekten neler beklediğini araştırıp bulmak üzere hazır olacak. Ergenliğin bitimi ve yetişkinliğe adım atışla birlikte insan hayatında yakınlık ve birliktelik önem kazanmaya, bu doğrultuda da arkadaşlıklar ve romantik ilişkiler önemli yaşam alanları haline gelmeye başlıyor. Sevgi, bağlılık, birliktelik, aidiyet, ortaklık gibi kavramlar hayatın adeta merkezine yerleşiyor. Kültürel değişkenler elbette değişken. Ancak evrensel olarak bakabileceğimiz bir kısmı var işin. O da insanın kendi hayat çizgisi içerisinde ilerlerken bir takım aşama ve evrelerden geçtiği. İşte genç yetişkinlik sevginin, yakınlığın, bir birliktelik kurabilmenin evresi. Bir genç yetişkin, bu evrede kavrayıp anlaması gereken kavramları, çeşitli ilişki ağları içerisinde deneyimleyebilir elbette. Örneğin, arkadaşlarıyla ilişkisini sınar, kimin en kadar değerli ve kalıcı olduğunu anlamaya çalışır, yeni insanlar tanır, yetişkin hayatının başında olmasının bilinciyle geleceğe hangi ilişki yatırımlarını yapacağını araştırır. Yani mesele illa da romantik bir bağlılık, birliktelikte değil. Romantik olmayan, aşkla bağlanmayan ilişkilerde de genç yetişkin bir bağlılık, sevgi, birliktelik meselesiyle yoğrulur. Ama elbette işin içinde aşk da var sevgi de var. Bunun içerisinde sevebilme kapasitesini ve şeklini, sevilme hissini, bağlılığı, cinselliği, iletişim tarzlarını, nasıl yakınlık kurulacağını ve nice benzeri şeyi keşfetmek var. Bu keşif herşeyden önce bir ihtiyaç yani. Her genç yetişkinin doğal, psikolojik bir ihtiyacı. Bu ihtiyacı karşılama yolları ve şekilleri sonsuz çeşitlilik gösterebilse de, ihtiyacın ihtiyaç olduğu gerçeği değişmemekte. Toplumsal düzeyde neler oluyor? İşin kişisel ve psikolojik ihtiyaç kısmı tamam. Peki toplumsal düzeyde neler oluyor? Neticede evliliğin kendisi toplumsal bir süreç. Toplumsal ve sosyal normlar tarafında belirlenip yürütülüyor. Yasal, resmi, ilan edilen, kutlanan, devletin resmi makamlarından çeşitli aile üyelerine kadar bir sürü insanın dahil olduğu bir kurum. Yani neredeyse hiç de özel, kişisel falan değil. Iki kişi arasındaki mahremiyetten ibaret hiç değil. Bu yüzden bu toplumsal kısma bakmak ve iyi anlamak önemli. Biraz evvel anlattığımız gelişimsel bakış açısına uygun bir şekilde, toplumsal söylem de evliliği gidişatın doğal parçası olarak görüyor. Evlilik, sadece bizim toplumumuzda değil, dünya üzerinde halen en öncü ve sarsılmaz kurumlardan biri olarak yer alıyor. Nisan ayındaki İngiliz Kraliyet Düğününü hatırlarsınız. Tüm dünyada reyting rekorları kırabildi. Çünkü günümüz dünyasında hala evlilik ve kraliyet/ aristokrasi en göz önünde, en kanıksanmış ve sarsılmaz kurumlar. Bu anlamda evlilik, kültürel değişkenler baki kalmakla birlikte, evrensel bir şekilde ‘önerilen’, ‘doğru gösterilen’ ve ‘yapılması uygun – hatta çok uygun’ olarak tanımlanıp algılanıyor. Yani toplum bize kısaca ‘evlen’ diyor. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 83 İlişki yaşamanın en doğru yöntemi evlilik mi? H ayatın doğal bir parçası olarak görülüp yaşanıyor o zaman evlilik. Herkesin bir gün yaşayacağı bir şey. Son derece olağan. Her insan evladı için geçerli. Bu doğallık vurgusu öyle enteresan yerlere gidiyor ki, adeta bir rota ve yöntem olarak yaşanıyor evlilik. Yani ilişki yaşamanın en doğru yöntemi de evlilik, hayatta çizilmesi önerilen rota da evlilik. Eğer yakınlık keşfedilmek isteniyorsa, ilişkisel yatırımlar deneyimlenmek isteniyorsa, o zaman bunun yolu ve yöntemi de evlilikten geçiyor. Hayatta varolup devam edebilmenin rotası da evlilik. Birey, insan, adam, kadın olmanın yolu da bir gün evlenmekten, aile kurmaktan, çoluk çocuğa karışmaktan geçiyor. Toplumsal söylem ve kurallar bu anlamda çok net aslında. Sağlıklı olmak, birey olmak, ‘hayırlı bir evlat’ olmak, mutlu olmak, normal olmak için evlilik en önemli aşamalardan biri. Yani evlendiğiniz zaman, bunların hepsi olabilmek için önemli bir adım atmış oluyorsunuz. Biraz ileri gidersek, sağlıklı, normal, mutlu Çeşitlenen hikayeler Tüm bunlara bakınca, her yıl yüzbinlerce insanın evlilik kurumuyla haşır neşir oluşu gayet doğal gözüküyor, öyle değil mi? Demek ki yüzbinlerce insan bir dolu faktör ve hikaye ile bağlantılı olarak evliliğe bulaşıyor. Burada değindiklerimiz elbette en genel geçer olanlar. İnsanların hikayelerini birebir dinlediğimizde ise, hikayeler çeşitleniyor. ‘İlişkimiz belli bir noktaya gelmişti’ belki de hepimizin en tanıdık olduğu tanımlama. Demek ki ortada bir ilişki var. Genç yetişkinin yukarıda bahsettiğimiz ihtiyaçlarını gidermek üzere deneyimlediği bir ilişkisi var. Bu ilişki gelişiyor ve evriliyor, çeşitli aşamalardan geçiyor, çeşitli ihtiyaçları karşılıyor. Sonra bir başka evreye geliyor ve burada da gündemde evlilik var. İnsanların eş seçimlerini nasıl yaptıkları, neye göre eş seçtikleri de önemli bir soru aslında. Ama sürecin nasıl yaşandığına bakarsak, belki soruyu başka türlü sormak gerekir. İnsanlar, evlenme kararı aldıktan sonra buna uygun bir eş seçmiyorlar genellikle. İyi ki de seçmiyorlar. Genellikle hali hazırda öyle ya da böyle devam eden bir ilişki ve bir ‘romantik partner’ var mevcutta. Süreç genellikle, bu ilişkinin evrelerinin ne olduğu, bu ilişkinin evlilik aşamasına gelip gelmeyeceği ve evet bu partnerin ‘uygun eş’ olup olmadığı soruları üzerinden yaşanıyor. 84 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 bir birey olmanın zorunlu yollarından biri evlilik gibi yansıtılıyor bile diyebiliriz. Peki o zaman insanlar zorla mı evleniyor? Zorla evlendirmenin türlü çeşidini gördüğümüz bir coğrafyada, bu soruya kesin hayır demek elbette mümkün değil. Ancak evliliklerin genelde böyle bir zorlama üzerinden gerçekleşmediğini neyse ki söylebiliriz. Ama zaten, ortada zorla yaptırılan bir durum olmamasına rağmen, herşey son derece doğal algılanıyor ve aksi zaten mümkün ve söz konusu değilmiş gibi yaşanıyor. Yani evlilikte reel bir seçimden söz etmektense, hayatın gidişatı içerisinde, başa gelen olağan ve aksi mümkün mü değil mi pek bilinmeyen bir evresi gibi söz edebiliyoruz belki de. Hassas ve grift dengeler Burada nelere bakıyor insanlar? Önce ilişkilerini irdeliyorlar bol bol. Nereden gelip nereye gittiğini, geleceğini nasıl gördüklerini, bugüne kadar hangi ihtiyaçları tatmin ettiğini, ne kadar doyum sağladığını, ne kadar ‘yolunda’ gittiğini, vb sorguluyorlar. Bununla çoğunlukla eş zamanlı olarak da mevcut partneri sorguluyorlar. Kendileri için ne kadar uygun olduğunu, ne kadar sevdiklerini ve sevildiklerini, benzerlik ve farklılıklarını, artılarını ve eksilerini inceliyorlar. İşte tam burada hassas ve girift dengeler devreye giriyor. Hayat ve alınan kararlar hemen hemen hiç bir zaman bu iki sorgulamada verilen cevaplardan ibaret değil. İşin içerisine toplumun evlilikle ilgili öğretileri de giriyor, ailelerin evlilikle ve mevcuttaki ilişkiyle ilgili tutumları da, kişisel inanç ve beklentiler de, geçmiş deneyimler de… Bunların tümünün nasıl bir araya geleceği, nasıl harmanlanıp dengeleneceği kesinlikle bir formüle dayanmıyor. Her seferinde yaşayıp görüyoruz sonucu. Ama galiba, çok yüksek ihtimal, evlilik hep kazanan safta yer alıyor. Evlilik o harman ve dengenin şanslı tarafındaysa, o zaman bu evlilikleri yürütmenin yolu ne? Evliliği tatmin edici, hayat kalitesini artırıcı, doyumu yüksek bir deneyim ve rota haline getirmenin yolları ne? İlişki değerlendirme ve gelişim İlişki değerlendirme ve gelişimi bu sorunun en genel cevabı. Türkiye bu alanda yeni ve güzel gelişmelere gebe, mesleğin içinden verebileceğim sır bu. Ne demek ilişki değerlendirmesi? İlişkilerin değerlendirilebilir, ölçülebilir olması demek. Bugün çift terapisi alanı, çiftlerin ilişkilerini ‘değerlendirebiliyor’ ve ‘ölçebiliyor’. Yani farklı farklı ilişki öğelerinde çift arasındaki uyuma bakıp, onu değerlendirip ölçebiliyor. Bu ölçüm üzerinden de çifte bir harita sunuyor; onlara güçlü yönlerini gösteren, uyumlarını geliştirebilecekleri alanları ortaya koyan ve bunları geliştirmek için neler yapabileceklerini sunan bir harita. Bu aslında şu demek, çiftlerin kendilerini içinde kaybolmuş buldukları yüzlerce ‘birbirimize uygun muyuz, birbirimizi anlayabiliyor muyuz, aramızdaki iletişim hiç düzelebilecek mi, hayata çok farklı bakıyoruz bir arada durmamızın bir anlamı var mı’ .... ve benzeri gibi, son derece soyut ve adeta cevapsız gibi duran sorunun, somut ve ölçülebilir bir zemine oturabilmesi demek. Bu da, somut ve ölçülebilir olduğu için, üzerinde çalışılabilir ve geliştirilebilir olması demek. Bu ölçüm illa çift terapisinin bir edavatı olmak durumunda değil elbette. Her çiftin, özellikle de evlilik öncesi bir ilişki değerlendirmesi yapması, bu değerlendirme sonucuna göre de ilişkinin nerelerinin geliştirilebilir olduğu üzerine çalışması, nüfusun bunca yüzdesinin meşgul olduğu evlilik kurumu adına olumlu bir adım. Çiftler arasındaki uyum Bugün klinik araştırmalar ve klinik pratik bize, ilişkilerde en önemli şeyin, çiftler arasındaki uyum olduğunu göstermekte. Birbirinden bazen taban tabana zıt bireylerin biraraya geldiğini ve çift oluşturduğunu biliyoruz. Çiftlerin ‘iyi’ bir ilişkileri olması bireyler arasındaki benzerlikten ziyade aslında uyuma dayanıyor. Yukarı saydığımız öğeler arasındaki uyum, ilişkinin gidişatını belirlemekte çok önemli göstergeler. Örneğin, çiftin kişisel değerleri arasındaki uyum, iletişim becerileri arasındaki uyum, sosyal ve aile hayatları arasındaki uyum; çiftin ilişkisi hakkında en önemli doneler. Burada iki güzel haber var. Biri, ‘iyi’ ilişkinin benzerliğe dayanmaması; yani partnerinizle iyi bir ilişkiye sahip olmak ve mutlu olmak için illa aynı şeylere inanmak, aynı şeyleri istemek ve aynı şeyleri yapmak durumunda değilsiniz. ‘İyi’ ilişki her zaman farklılıklara izin verir. Önemli olan bu farklılıkları bir uyum içerisinde yaşayıp yaşamadığınız. İkinci güzel haber ise şu; uyum dediğimiz şey doğuştan gelen bir özellik değil, tıpkı içinde bulunulan ilişki gibi sonradan oluşan, dolayısıyla geliştirilebilir ve daha önemlisi öğrenilebilir bir şey. İlişkinizde uyum bugüne kadar şu ya da bu şekilde oluşmamış ya da gelişmemiş olabilir. Vakit hiç bir zaman geç değil. Uyum her zaman öğrenilebilir, her zaman geliştirilebilir. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 85 adı çıkmış 9’a inmez 8’e bir olgudur DEDİKODU! Tam da kendi özündeki gibi bir kere namı yürümüş “kötüdür” diye de, aklayabilene aşkolsun. O zaman dedikodunun dedikosunu yapalım da tam olsun! “K İLİŞKİLER AYŞEGÜL KALEM ERTAL Klinik Psikolog 86 Üsküdar Amerikan Kız Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nü Onur Öğrencisi olarak bitirmiştir. 2003’te San Francisco State University, ABD’de Klinik Psikoloji Master eğitimini tamamlamıştır. Kalem Ertal, 2009 yılı itibariyle kurucularından olduğu İNDA Çözüm Odaklı Danışmanlık ve Eğitim Merkezi’nde çalışmalarına devam etmektedir. im, kiminle, nerede, ne yapıyordu, kim gördü, ne dedi?” Böyle bir oyunu vardı ergenliğimizin. Hatırlayanlar “Aaa doğru!” demiştir bile. Kağıdı katlaya katlaya altı parça yapardık. Altı kişi arasında altı tane ayrı kağıt dolanırdı, her kağıttaki altı bölmenin her birinde bu sorulardan biri. Herkes bir bölmeyi doldurur, kağıdı katlar, yanındakine verirdi. İlk kağıtta “Kim?” diye yazardık, bir sonrakinde “Kiminle” ve sırasıyla hepsi dolardı. Ortaya altı tane öykü çıkardı, altı kişinin birbirlerinin ne yazdıklarından habersiz olarak oluşturdukları altı anonim öykü! Ve saçma sapan hikayeler çıkardı ortaya. Kim- kiminle kısmına sevdiğimizi de yazardık sevmediğimizi de, tanıdığımızı da yazardık tanımadığımızı da! “Ne yapıyordu” kısmına en olmadık şeyleri yazmak daha eğlenceliydi hep ve “Kim gördü” ve ne dendiği ile tamamlanırdı öykü. Sonunda kahkahalarla güldüğümüz, eğlenceden bildiğimiz şöyle hikayeler çıkardı ortaya. “Bizim bakkal, Angelina Jolie ile, Kız Kulesi’nde, börek açarken, halam görmüş, ve yok artık sizde mi demiş!” Gülerdik o zamanın aklıyla. Ayıpçı, yadırganacak, eleştirilebilecek şeyler de çıkardı elbet. Altı bölmeden hangisini kimin yazdığını takip etmek zorlaştıkça daha da uçuk kaçık şeyler yazılırdı. Eğlenme niyetiyle birilerini zihnimizde bir takım hallere sokardık işte. Hepsi gülmek içindi yani ... PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 87 Bence kesin doğrudur Nedense dedikodu deyince bu oyun beliriverdi zihnimde. Galiba dedikodunun tüm öğeleri var içinde. Kimler, nerede, ne yapıyorlar, kim gördü ve ne oldu. Olay bu değil mi zaten. Biri bunu bir kulağa fısıldıyor, bin dudak bunu mırıldanır hale geliyor. Her bir dudak kendine has üslubuyla paylaştı mı, ortaya “Bakkal ve Angelina Jolie” hikayesi çıkıyor. Başkalarına yakıştırdığımız hikayeler, böyle olsa ne komik olurdu dediklerimiz, “Bence kesin doğrudur” deyip de kendimizi inandırdığımız, inanması zor olsa da “Acaba?”sına kapıldığımız, kimisinde hayret ettiğimiz, kimisinde hayranlık hissettiğimiz, güldüğümüz belki dalga geçtiğimiz, belki de kendi aklımızca daha aşağıda gördüğümüz, üzüldüğümüz, sevindiğimiz, yargıladığımız, kırıldığımız, yani duygular yelpazesini en geniş haliyle taşıyan ve aslında mevcut modumuza göre de tarzı ve içeriği tanımlanan öyküler dedikodular! Dedikodu bir karede pazar sabahı bir elde çay kahve, yatağa uzanmış karıştırılan binlerce dergide beslenen keyif, biraz köpük, biraz toz bulutu kıvamında rolantiye almakken hayatı, bir diğer karede birinin açığıyla kendi açığını kapama kavgası. Altıma kaçırırım ama dedikoduyu kaçırmam “Altıma kaçırırım da dedikoduyu kaçırmam!” dediydi bir gün bir arkadaş. Her dedikodu faslı “Amann canım neyse, zaten bize ne?” diye sonlansa da, kaçıramazdı. E madem bize ne, ne anlatıp duruyoruz iştahla, nedir dinlediğimiz çişe bile gitmeden, ne diye “Ee sonra?” diye faltaşı gibi açılıyor gözlerimiz? Meraklıyız, çünkü meraktayız. Kah boşluktayız da meraktayız, kah boğuluyoruz da meraktayız. Canımız bir şeye sıkılıyor, bir diğerinden bahsediyoruz, dedikoduyla eğleniyoruz! Canımız bir şey istiyor, bir diğerinden bahsediyoruz, dedikoduyla hayal kuruyoruz! Canımız bir şeyle yanıyor, bir diğerinden bahsediyoruz, dedikoduyla hafifliyoruz! Hal bu olunca, dedikodulaşmadan edemiyoruz!!! İyi de kim başlatmış tüm bunları? 88 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 Kimler yapmış ilk dedikoduyu? Atalarımız mı ki suçlusu? Herhangi bir konu evrenin varoluşundan bu yana tüm zamanlarda, tüm kültürlerde, tüm yaş gruplarında cinsiyet gözetmeksizin ortak payda oldu mu biz psikologların gözünden kaçmaz olur! Evrimsel Antropolog Robin Dunbar, Sosyal Psikolog Eric K.Foster ve daha niceleri uzun yıllar ve meşakkatli araştırmalar sonucunda dedikodunun da kaçınılmaz olarak atalarımıza dayanan ömrünü keşfetmişlerdir. Aslında evrimsel bir adaptasyon mekanizması dedikodu: küçük gruplar halinde yaşayan ilkel kabilelerin, hem kendi içlerinde kime güveneceklerini, kiminle denk olduklarını anlamalarına yarayan, hem de ötekilere karşı birlik olabilmek adına içerideki herkesi iç-dış tanıma, böylece güçlü yanları keşfederek sağlam bir grup olabilme ihtiyacına cevap veren sağlıklı bir iletişim kanalı. Bunun da ötesinde yarın öbür gün kabile içi kaynaklar azalacak olursa kiminle dost kiminle düşman olunacağının, yani özünde her bir bireyin kendi totosunu nasıl kollayacağının keşfi için şart olan mekanizma dedikodu. Bir iletişim aracı, bir paylaşım ağı. Zararsız olmasının ötesinde, hayatta kalmak için bir zorunluluk adeta. Yani diğerlerinin hayatlarıyla yakından ilgili olanlar, doğal seçim yasasına göre daha başarılı olanlar. Kimin ne yaptığı, nasıl yaptığı bilindiği sürece hazırlıklı olunabilir, gerekli önlemler alınabilir, davranışlar kopyalanabilir, kiminle ittifak kurulacağının kararı da daha doğru bir şekilde verilebilirdi. Her ne kadar bugün dedikodu yapmanın ana motivasyonu böyle bir survivor mod olmasa da, her birimiz bu genetik kodlanmadan nasibimizi almış vaziyetteyiz. Günümüz dedikodusunun karakter yapısı En yaygın haliyle şöyle tanımlanıyor dedikodu: “İki kişi arasında geçen ve o an orada olmayan üçüncü kişilere dair paylaşımları içeren, bazen doğru bazen de doğru olmayan, rahat, eğlendirici bir iletişim şekli.”(Tracy V. Wilson) Dedikodunun kötü repütasyonunun gerekçesi tanımından değil, bu tanıma eşlik eden kişisel niyetlerden dolayı aslında ama oraya ilerleyen satırlarda geleceğiz. Önce bir tanımlayalım dedikoduyu. . Paylaşım gizlidir. . Konuşulan malzeme gerçekmiş gibi tanımlanır, ancak gerçekliği aslen kanıtlanmış değildir. Dolayısıyla atıp tutmayı da içerir. . Dedikodu yapanlarla dedikodusu yapılan kişiler gerçek hayatta birbirlerini tanıyorlardır. Bu bağlamda ünlülerin dedikodusu başka bir departmanda değerlendirilir. . Dedikodu malzemesini aktaran kişinin beden dilinde, ses tonunda gizlidir dedikodunun niteliği. Aktarılan bilgiye dair ahlaki değerlendirmeler yaparız ve hatta özgürce eleştiririz kişileri karşımıza geçip cevap veremeyeceklerini bildiğimiz için. . Çoğunlukla dedikodu yapan kişi dedikodusunu yaptığı kişiyle kendini kıyaslar ve ona göre kendini daha üstün görme eğilimindedir. . Mutlu insanlar daha çok pozitif dedikodu yaparken mutsuz insanlar daha çok negatif dedikodu yapıyorlar. Negatif dedikodunun malzemesi genelde düşmanlarımızken, pozitif dedikodunun malzemesi arkadaşlarımız. (New York Times, APA) . Günümüzde herkes ayaklı gazetedir: Bakınız Facebook, Twitter, Blog, email, cep telefonları, MSN, BBM, daha ne! En çok kimleri ve neleri merak edip konuşuyoruz? . Kendimizle aynı cinsten ve aynı yaş grubundan olanları en çok merak ediyoruz. (Ki gayet manedar, zira kendimizi kıyaslamak, diğerlerinin yaşamlarının artıları ve eksileri üzerinden değerlendirmek için davulun dengi dengine olması gereklidir.) (Mc.Andrew 2008) En çok düşmanlarımızın ya da yüksek mevkii sahibi insanların yaşadığı skandallar ve kendi arkadaşlarımıza, yakınlarımıza dair pozitif bilgiler ilgimizi çekiyor. (Çok bayılmadığımız insanlara dair negatif haberler duymak, onlara ilişkin değerlendirmelerimizi, negatif duygu ve düşüncelerimizi doğrular bir rol oynuyor. Haklı olmak hepimizin hoşuna gidiyor. Sevdiklerimizin iyi haberlerine ortak olmak, içtenlikle gerçek dost olabilmekle bağdaşıyor bir yanıyla. Zira kötü günde destek olmaktan daha zor bir iştir, eşin dostun başarısıyla gururlanmak, sahici bir yerden mutlu olmak. Bir de kaçınılmaz olarak kendimize pay biçmek vardır hikâyenin içinde. Benim ablamdır ödül alan, benim kuzenimdir o düğündeki gelin, hatta benim en çok beğendiğim tekneyi almıştır arkadaşım.) . Dedikodu malzemesi olmamak için az diyen, az koyan, az konuşan, az yaşayan mı olmak gerekir? Hayır. Aslında beklenilen şekilde yaşarsan ilginç bir yanın olmaz zaten dedikodulaşılacak. Zira sıradan yaşamlar değildir dedikodunun malzemesi, alışılmadık olmalı, lastik gibi uzatılabilmeli onun bunun giydiği, yaptığı, dediği, demediği. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 89 Söz konusu dedikodu olunca da mı Mars-Venüs ayrımındayız? Hikaye pek öyle görünmüyor... Kadın ve erkek yaygın inanca karşın neredeyse aynı seviyede dedikodu yapıyor. Üstelik dedikodu yaparken kullanılan ton, dolayısıyla paylaşılan malzemenin pozitif ya da negatif yük dağılımı da aynı. Belki de yüzyıllardır hemcinslerime mal edilmiş ve bir o kadar da haksızlık edilmiş olma gerekçesi, bizlerin dedikoduyu hem sevgililerimizle hem de kız arkadaşlarımızla yani daha geniş bir kitleyle yapmamızdan kaynaklıdır. Bir de kadın doğası itibariyle duygu ve düşünceleri daha çenesine vurmuş bir varlıktır, dolayısıyla bir iletişim kanalı olarak tanımlanan dedikodu da kadın dünyasından nasibini almıştır. Erkek dünyasında ise dedikodu daha çok sevgililerle yapılıyor. Buradaki sınırlı paylaşımın bir toplumsal dayatmayla da ilişkili olduğunu düşündüğümü söylemeden edemeyeceğim. Zira tek bir erkek insan evladı yoktur ki bir muhabbete karışsın ve yahut iki fikir belirtsin de “Dedikodu yapma karı gibi” şaplağını suratına yemesin. Geleneksel rol ayrımının dokundurduğu bir başka yer ise kadın ve erkeğin dedikodu kahramanlarının, kendi çevrelerinde fazlasıyla haşır neşir oldukları insanlardan yola çıkarak tanımlanmış olmasıdır. Demem o ki erkekler daha fazla ünlüler, sporcular ya da daha uzaktan tanıdıkları kişiler hakkında, kadınlar ise yakın arkadaşları ve aileden insanlar hakkında konuşmayı tercih ediyorlar. Kahramanlar farklı olsa da konu başlıklarında ortaklık ediyor kadınla-erkek: cinsellik, ilişkiler, dış görünüm. Erkekler kendi aralarında dedikodu yaptıklarında odak kumar ve cinsel performans olabilirken, kadınlar kendi aralarında hemcinslerinin aldatma öykülerini paylaşabiliyorlar. Görünen o ki dedikodu içeriği hassas konular oldu mu, dedikodu partneri olarak hem cinslerimizi seçme eğilimimiz yüksek oluyor. İşte tam da bu tür hassas malzemeler bizi dedikodunun belki de hiç düşünmediğimiz işlevsel yanlarını da anlamaya götürüyor... 90 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 Dedikodu iyidir! Nasıl yani? Yetişkinler iletişimde geçirdikleri zamanın neredeyse yarısını dedikoduyla geçirirler ancak bunun yalnızca yüzde5’i negatif dedikodudur! (Wilson, 2010) Dedikodu ve güven! Dedikoduyu paylaşmak, paylaşımda bulunduğumuz kişi ile aramızda bir güven olduğunu ortaya koyar. Zira paylaştığımız kişinin konuştuklarımızı başka bir yerde, bize zarar verecek şekilde paylaşmayacağını biliriz. Başkasının hayatıyla da ilgili olsa, paylaşılan malzeme sırlaşır ve iki kişi arasındaki bağı kuvvetlendirir. (Bosson, 2006) İnsanlar hakkında kötü bir şeyler söylemek toplumsal hayatta kabul görmeyen , ayıp diye tabir edilebilen bir şeyken, birilerinin bir diğeri ile ilgili olumsuz görüşlerini sizinle paylaşabiliyor olması, size ve sizinle arasındaki bağa daha özel bir anlam yüklediğini düşündürtür. Dedikodu ve öğrenme! Toplumsal değerleri ve beklentileri hatırlatan, doğal bir öğrenim süreci olarak da işlevsel olduğu düşünülür. Dedikodu, gözlemden daha hızlıdır. Nasıl davranışların şak şaklandığının, nelerin tüh tühlendiğinin, nelerin vah vahlandığının sosyal ipuçlarını yakalarız dedikoduyla. Dedikodu ve hafifleme! Dedikodu, yaşamın ciddiyetine karşın biraz dil çıkarmaktır. Birçok insan yalan söylemenin kötü birşey olduğuna inanır, işte tam da bu yüzden çoğu dedikodu şöyle başlar: “Ne duydum biliyor musun...” dolayısıyla kulakla ilgili bir durumdur, kulağın varsa duymuşsundur ya da “falan filan dedi ki...”, yani başkasının dili mesuldur. Böylece konuşulan malzemenin doğruluğuna dair sorumluluğu başkasına yükleriz. Sonuçsuzdur ya dedikodu, konuşan insan için sorunsuzdur o yüzden. Birinin bir olayı, alayının süslemesiyle bin olur. Özüdür bu da dedikodunun. Ekleyen ekleyene, çarpıtan çarpıtana: herkes birbirinin yalancısıdır. Suçsuzdur yani özünde. Bilmem kim demiştir bunları da ben yalnızca taşıyıcıyımdır. Velhasıl zararsızımdır. Dedikodu teflon tava gibidir yapışmaz kimseye. Hop atarsın topu bir başkasına, senden çıkmış olur durum. Bazen ağzımızdan çıkanı kulağımız nerede, kimden duyduydu onu bile hatırlamayız. Anonim bir paylaşıma döner onun bunun hayatı. Ne başı bilinir ne sonu! İşte bu yüzden hafiftir, hafifletir dedikodu. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 91 Dedikodu ve kaynaşma! Dedikodu ve Sosyal kaynaşmayı, gruplaşmayı getiriverir dedikodu. Bir anda belli bir olaya, belli bir yerden bakan, belli bir grup insan oluveririz de aidiyet duygumuz kuvvetlenir. Biz öyle olmayanlardanız, ya da öyle yapmayanlardan! Birbirimizi etkileyerek, etkileşimle daha da fazla kenetlenerek güçleniriz aslında ve kendimizce üstünleşiriz. Biz sizin bilmediğiniz kızlardan oluruz anlayacağınız! (Wilson, 2008) Dışarıdan nasıl algılandığımız öyle kuvvetli bir veri ki, şekli korumak için, imajı, repütasyonu sarsmamak için bazen işi sallamak gelse de içimizden, çalışmamazlık etmiyoruz. Ne me lazım laf vermemek lazım ya elalemin ağzına, beklentiyi karşılıyoruz. Bir araştırma der ki kişiler herhangi bir durumda ne kadar para vereceklerinin başkaları tarafından bilinmesi durumunda daha fazla para verme eğilimi gösterirler. Yani bir yerlerde gıyabımızda iyi birşeylerin konuşuluyor olma ihtimali bile daha iyi şeyler yapma eğilimimizi artıyor. Hakkımızda güzel şeyler söylendikçe, bedava reklama giriyor, bunu duyanca insanın içten içe hoşuna gidiyor. Bir diğerinin dedikodusu, kendi anlatamadığımızın tortusudur bazen! kendi bakışları içerisinde kabul edebilmeleri, ortak bir payda da buluşabilmeleri çok önemli aslında ama bazı şeyler öyle bodozlama sorulamıyor işte. Ve o noktada bir diğerinin yaşamı yetişiveriyor imdadımıza. Bir başkasının yaşadığı üzerinden keşfediyoruz kendi eşimizin ne düşünebileceğini ve ölçebiliyoruz fikirlerimiz arasındaki mesafeyi. Figen ve Kemal’in ilişkisini konuşurken, bizden bahsetmiyor olmanın rahatlığıyla açılabiliyoruz mesela. Bir duruma dair görüş bildiriyoruz. “Ben de yapardım” ya da “Ben hayatta öyle demezdim” dediğimizde, karşı tarafın tepkisini arıyoruz yüzünde. Ortadaki malzemeye dair görüşüm ne kadar kabul gördü karşımdaki tarafından? Nerelerde hem fikir olabildik, nerelerde ayrıştık mesela? Hangi kesişim ve hangi ayrışım ne kadar önem taşıyor bizim yaşantımızda? Baktık karşılıklı hoşlanıyoruz konuştuklarımızdan “Hadi biz de öyle yapalım, biz de ona gidelim!” oluyor. Olmadı mı da “Aman canım, Figen’le Kemal işte!” deyip anında afaroz edebiliyoruz ikiliyi salonumuzdan! Böylece birilerinin hayatları sayesinde etliye sütlüye dokunmadan birbirimizi anlıyoruz. Durup bir düşününce böyle durumlarda belki de iyi ki dedikodu var da konuşup anlaşabiliyoruz! Kendi yaşantılarımızın gerçekliğinden kaçıştır, “mış gibi” yapıp bir başkasının hayatına konuk olmaktır dedikodu çünkü o kadar uzun süre, öyle bir yoğunlukla kendimizden bahsedemeyiz. Öyle açıklıkla, kendimizi ulu orta paylaşamayız. Bir diğerinin öyküsünü anlatırken aktarırız kendi fikrimizi, anlarız dedikodulaştığımız diğerinin fikrini. Nedir kabul gören, nerede çarşı karışır, ne yapsan dışlanırsın da, nerede insanlar sana bayılır alt yazı geçer gibidir dedikodunun seyrinde. “Ben olsaydım”larla biraz kendimizi tartarız, belki de çok benzer öykülerimizi dışsallaştırırız. Bir yanıyla kendi diyemediklerimizin, koyamadıklarımızın yansımasıdır da yaptığımız dedikodu. Öyle ya şimdi durup dururken sorsanız kocanıza “Sence aldatma nedir?” diye, zannetmiyorum ki bir insan evladı da her ne kadar eşine güveni, ilişkisine inancı sonsuz olsa da işkillenmesin böyle bir sorudan. Çiftlerin neye nasıl baktıklarını anlamaları, birbirlerini 92 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 bedava PR! Giriş cümlesiyle noktalayacak olursak... Adı çıkmış 9’a inmez 8’e bir olgudur DEDİKODU! Oysa dedikodu değil, niyettir kötü olan! Dedikoduyu bir başkasının talihsiz durumuyla kişinin kendini iyi hissetmesi, üstün görmesi olarak tanımlama çabası kavrama başka bir boyut kazandırıyor. Birinin nahoş, sıkıntılı, kötü durumuna “oh” diyebilen, bunu malzemeleştirdikçe ve yayabildikçe kendisinin yücelebileceğine inanan kişilerde, dedikoduyu negatif diye tanımlamak dedikoduya haksızlık olur. Niyet, her türlü paylaşımda niyettir! Bu eğilimdeki bir kişi en yakını için söylemde mutlu olmayı becerirken içten yine de sözüm ona negatif dedikodunun yıpratıcı, aşağılayan ve aslında kendini aşağılayan haline mahkûmdur. Zihni kötüye çalışanın, yüreği kötü halle ısınanın yaklaşımını yüklememeli dedikoduya. Tüm bunların ötesinde işin özü şu ki, sürekli ve yalnızca kendimizden bahsedemeyiz. Hem kendimiz dediğimiz de ilişkilerimizin bütünüdür aslında. Etkilenerek ve etkileyerek yaşarız hayatı. Dolayısıyla neredeyse tüm paylaşımlarımız o an orada olmayan üçüncü kişileri, onların fikirlerini, onlardan öğrenilmişleri, onlara söylenmişleri, onlarla olan etkileşimi içerir. Hatta bazen o üçüncü kişiyle bağ kurabilmek, kendimizi ona doğru ifade edebilmek için karşımızdaki bir diğerine anlatarak destek almaya ihtiyaç duyarız. Bir yerden sonra dedikodu buysa, başka bir iletişim şeklimiz de yok aslında! Sadece niyeti kollasak yetecek galiba... Ünlülerin dedikodusu Neden ne ile ünlenmiş olduklarını bile bilmediğimiz birçok insanının hayatını takip ediyoruz deliler gibi? Bir merhabamızın bile olmadığı belki de ömür billah olamayacağı bu insancıkları o kadar sık, o kadar kendi zihinlerimize has çerçeveler içerisinde görüyoruz ki, öyle bir yerlerden bağdaştırabiliyoruz ki bazen kendimizle, yan komşudan, askerlik arkadaşından, yılların dostundan farkı kalmıyor neredeyse. Kimisi idolü yapıyor, giyimi-kuşamı, saç modeli, gittiği mekân, yediği yemek, ettiği laf benzeşiyor. Kimisi düşmanı belliyor, nerede fırsat orada haydi belden aşağı, yaşamla alıp veremediğini verip veriştiriyor bir ünlüye! Kimileri ünlülerin “başarı” öyküleriyle haşır neşir, kimileriyse “aman dikkat!” öyküleriyle! Fazla bir şeyler paylaşmaya fırsat bulamadığımız ilişkilerde de ortak dilimiz aslında ünlülerin dedikoduları. Nitekim bazen kuaförünüzle, dişçinizle tek ortak arkadaşınızdır da göz önündeki insanlar, onların hayat akışları ortak diliniz olur. Ne sizi bağlar ne onu, ünlülerin dedikodusu! PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 93 YORUM BİZDEN ÖMER YALÇIN [email protected] Neredesin aşk; Öteki yanıma … ‘Ben aşkı kağıt üzerinde mi yaşayacağım …’’ Bir yolculuk olarak adlandırdığım ‘hayat’ ve bu süreçte doğduğumuz günden itibaren sevgiyle beslenen insanlık. Bir annenin çocuğuna olan aşkı yeryüzünde bizi saran en şefkatli koldur ve hayat yolculuğu da kendimizi tanımaya başladığımız anda bu eşsiz sevgiyi aramakla değer kazanır. Aşkın tanımı ve tarifi bir annenin kalbine gizlenmiştir. O küçücük yürekte bir okyanus mürekkebi tüketmekle bile anlatılamayacak bir sevgi destanı yatar .. Yeryüzünde Aşk ve Sevgi adına söylenmiş her söz bu destanın kişiye tecelli etmiş bir parçacığından ibarettir. İnsan aklıyla tarif edilemeyecek bir şeyi masumane bir duyguyla tarif etme çabasıdır aşk adına söylenmeye çalışılanlar. Yaratanın kula olan sevgisinin ve rahmetinin yansımasıdır bir annenin çocuğuna olan şefkatli sevgisi. Nasıl tatmin edebilir ki insan kendini! Dünyaya geldiğinde sevginin ve aşkın en yücesiyle karşılaştıktan sonra sahte sevdalar dünyasında yüreğini doldurabilecek kadar büyük bir aşkı nasıl bulabilir ki… Öyle bir sevginin çocuğu ki tek bir kılına gelebilecek zarar için gözünü kırpmadan canını verebilecek bir yüreğin koynunda büyüyen insan , burnu kanasa yüreği parçalanan bir varlığın yanında olduğunu hissederek yetişen bir insan ..Her ne yaparsa yapsın onu karşılıksız ve beklentisiz seven bir kalbi yüreğinin en derininde hisseden bir insan … Melekleri kıskandıran bir sevgi suyu ile beslenmiş bir yürek nasıl razı olabilir ki daha azına… İşte bu yüzdendir ki bulamayacağı korkusuyla bilinçaltının derinliklerine yerleştirdiği bu sevgiyi, karşı cins üzerine diktiği sahte sevgi kıyafetini, üzerine yakıştıramaz. Her zaman karşısındakinden bekler yapılması gerekenlerin yapılmasını. Hep bir arayış içindedir. Elinde bir ayakkabı ona uyan ayağı arar durur. Bilmez ki bu masallarda olur sadece .Tek çözümü ‘’SEN’’ olan bir bulmacayı ‘’O’’nda aramak sana çözüm buldurmaz ki .. Ona baktığında Sen’i göremezsen arayışın son bulmaz ki … Önce kendin giyeceksin o kıyafeti, sevilecek insan olmazsan eğer kimseden sevgi bekleyemezsin ki… Sen kendini bulmadan yüreğindeki boşluğu dolduracak bir başkasını bulamazsın ki… Öbür yarın için inşa ettiğin sevgiyi nelere dayandırdığını düşündün mü hiç? Yakışıklı/ güzel olsun, Parası/işi olsun, komik olsun, zeki olsun, arabası olsun, güzel giyinsin, romantik olsun, güçlü olsun, sarışın/esmer olsun… Kalıcı olmayan bunca şey üzerine bina edilen bir sevginin en ufak bir depremde yıkılması gayet normal değil mi sence? O zaman ne aradığını bilmeden bulduğun şeyin sana ne getirmesini bekleyebilirsin ki… ‘’Güzel bir kadın göze, iyi bir kadın kalbe hoş görünür. Birincisi pırlanta gibi ama geçici, ikincisi mutluluk kadar gerçekçidir.’’ Dostoyevski 94 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 Geçici şeyler üzerine bina ettiğin sevgide, her an kaybetme korkusu varken mutluluğu yakalayabilir misin ki? Bunları hiç düşünmüyor musun? His mantığın tahtında ahkâm kestikçe düşüncen fakirlikten kurtulamaz ki… O zaman ‘’Hayat’’ yolculuğunu kapalı kutu bir trenle yapan; öküzlerin bakmasından şikayet etmeyecek …. Karşılıksız aşk, karşılıksız verenden gelir sadece onu ‘Kul’a inşa etmeyeceksin… “Anladım ki insanlar kendilerini düşünerek yaşıyor gibi görünse de hakikatte onları yaşatan tek şey sevgidir. Kim severse, Allah’a yaklaşır; Çünkü ‘’O’’ sevgiyi yaratandır...” Lev Nikolayeviç Tolstoy Bu yolculukta aradığın şey senin yüreğinde gizli, sana en yakın olanı Kaf Dağı’nda arama, hayatın gayesini bilmiyorsan, hayat muammasını hissedemezsin, insan olma farkındalığını gösteremezsin. Bu sebepledir ki pek çok kimse sarhoşça kendini içine saldığı hayatın gerçek manasını arama yolculuğunda başarıya ulaşamaz. Mutluluk yolunda başarıya ulaşabilmek için ilk önce iç dünyamızı keşfetmeli, aşkı ilk öğrendiğimiz şekliyle benliğimize yedirmeliyiz. Bunu yapabildiğimiz takdirde, kendimizi daha farklı duyacak, daha muntazam görecek, daha derinden hissedecek ve Yaratıcımız tarafından yüreğimize yerleştirilen sevgi okyanusuna ulaşarak benliğimize fısıldayan bu aşkın bizimle iletişime geçtiğine şahit olabileceğiz… Sen onu sevmiyorsun diye annenin seni sevmeyeceğini düşünebiliyor musun? Sen uzaktasın diye seni düşünmediğini hissettin mi hiç… Ey Gönül!! Şimdi sorarım sana, hangi Aşk daha büyüktür? Anlatılarak “DİLE” düşen mi. Anlatılmayıp “YÜREK” deşen mi? Mevlana Celaledin-i Rumi Mutlu olmak istiyorsan karşılıksız seveceksin, onun için değil kendin için seveceksin. Gerçek mutluluğun peşindeysen eğer harici tatminlere bağlı gelen, her an kaybetme korkusunu beraberinde taşıyan bir saadet değil hiçbir koşula bağlı olmayan bizimle kalabilecek ve bizi ölümsüzleştirebilecek bir sevdaya teslim etmelisin kendini. Onu da bulabileceğin tek yer kendinsin. ‘’Neredesin Aşk ? ’’ derken kendime seslendiğimi anladığımda üzerime aldığım sorumluluğun farkına vardım. Yüreğimde hissettiğim ve aklımla onayladığım bu fikir tüm benliğimi kapladı. Kocaman bir soru işareti oluştu zihnimde ben bu sevgiyi hak edecek birisini arıyordum. Kirletilmiş bir zihnin eski alışkanlıkların görünmez kalın zincirlerinden kurtulabilmenin yollarını arıyorum şimdi… Bunu aramak bile bu kadar özgürleştiriyorsa beni ve bu denli huzur kaplıyorsa benliğimi O’nu bulduğumda neler olacağını tahmin bile edemiyorum. Binlerce mutsuz ilişki, biten evlilikler, kavgalar, nefsi arzular için çok ucuza sarf edilen sevgi sözcükleri arasında yetişen bir birey olarak farkındalık ışığı altında aydınlanan hislerime tercüman olabilecek ‘AŞK’ı arıyorum Dünyaya geldiğim anda tanıştığım o sıcacık duygunun benimle birlikte olduğuna inanıyorum. Ne aradığını bilmeyen insanların kirlettiği “sevgi” ve “aşk” kavramlarının içini doldurabilecek bir yürek arıyorum… NEREDESİN? Fikrimde sen, zikrim de .. Ebedi yolculuğun başlangıcı fani dünyada Tatminsiz nefislerde kaybolan aşka; Hayat veren, nefesim de sen… Uykusuz gecelerimde can çekişirken düşüncem Leyla’sını arayan Mecnun gibi avareyken ben Lugatıma ‘Aşk’ı koyan da sen… Anlık mutluluklarda kaybettiğim His dünyamın paslanmış kilidini kıran Gönlüme tarifsiz sevgiyle doğan da sen. Üzüntüm, kederim, mutluluğum sevincim, Lime lime olmuş fikir dünyama girip Emsalsiz düşüncelere meyleden ‘’Neden’’lerime cevap ta sen… PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 95 YÜZ YÜZE 9 SORUDA ZEYNEP YILMAZ Kötü kalpli insanlara insanlık dersi vermek isterdim! Bir tavsiyeye ihtiyaç duyduğunda kiminle konuşursun? Hayat her ne kadar sıradanmış gibi gözükse de karmaşık ve içinden çıkamadığımız durumlarla karşılaşabiliyoruz. Bazen güvendiği birisinin yol göstericiliğine ihtiyaç duyarız. Ben bu konuda ağabeyime müracaat ediyorum, ben ne kadar zeki olsam da o gerçekten çok akıllı. 2 Haziran 1982 İstanbul doğumlu. 2003 Türkiye Güzeli seçildikten sonra oyunculuk, fotomodellik ve sunuculuk, dallarında başarılı bir geçmişe sahiptir. Miss Bikini World Malta 2001 dünya çapındaki yarışmada bikini ve sempati güzeli olan Zeynep Yılmaz daha sonra Miss Model Of Turkey yarışmasında 3 ödül birden aldı. Türk pop-rock ve r & b sanatçı olarak bilinir. Ayrıca Türk Sanat Müziği alanında da yeteneklidir. Tüm parçaların söz ve müzikleri kendisine ait olup 100 ‘e yakın eserleri vardır. İlerleyen zamanlarda ünlü isimlere beste vereceğini de belirten ve oldukça iddialı olan Zeynep Yılmaz’ın 2007 yılında oluşturduğu ilk solo albümünün adı “Karalama”. Ardından 2011 için hazırladığı albüm adı ise ‘’Top Enerji’’ adıyla piyasaya çıktı Dünya starlarının da ilgisini çeken ve ünlü isimlerden Julio Iglesias ve Brandon Stone ile vokal çalışması yapan Zeynep Yılmaz aynı zamanda oyunculukla yapıyor. 96 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 Seçebilseydin eğer kim olarak dünyaya gelmek isterdin? Dünyaya Zeynep Yılmaz olarak gelip aynı şeyleri yeniden yaşamak isterdim çünkü oda bir hayat kimileri özenirken neden başkası olayım ki? Uyandığında düşündüğün ilk şey nedir? Uyanınca ilk önce iş düşünürüm, günlük plan yaparım sonra ailemi ararım tek tek ardından akşam için plan yaparım. Annenden öğrendiğin en önemli ders neydi? Bir çocuğun olsaydı ona ne ders vermek isterdin? Anneme öncelikle çok teşekkür etmek isterim, her konuda yol göstericim ve destekçim olmuştur. Ondan öğrendiğim en önemli şey sanırım tutumlu olmak ama hala bu konuda eksiklerim var. Hayatı sevmesini ve doğru insan olmasını yalandan uzak durmasını söylerdim. Bununla birlikte hepimizin karşılaşabileceği kötü kalpli insanlara insanlık dersi vermeyi çok isterdim ama imkansız. Mutlu hayatın anahtarı nedir? Hayatındaki en mükemmel an hangisiydi? Mutluluk yeni bir güne sağlıklı uyanıp sevdiklerinin iyi olduğunu bilmektir ve işlerinin rayında gitmesi. Güzel insanlarla tanışmaktır bazen mutluluk… Hayatımdaki her an mükemmel bence, kendimle çok mesudum. Ama unutmadığım anlardan bir tanesi rüyamda annemi saraylarda yaşattığım andır. Bunun yanında sahnede olduğum her an tarifi imkânsız bir haz benim için. Boş zamanlarında yaptığın favori faaliyet nedir? İnsanlar hep boş zamanı olmadığından yakınır ama zamanı etkili kullandığınız zaman böyle bir sorun olmadığını fark edebilirsiniz. Yürüyüş yapmak, sevdiklerimle sohbet etmek, ailemle kendimle zaman geçirmek güzel besteler yapmak ve tabii ki müzik dinlemek benim favorilerim arasında. Kime teşekkür etmek istersin? Tabii ki anneme ve ağabeyime hayatımın her anında desteklerini esirgemedikleri ve her an nefeslerini ensemde hissettiğim için. Size de çok teşekkür ederim sorularınızla kendimle yüzleştim… PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 97 Seks, kadın için “görev” erkek için “skor” Sonuç: Cinsel İsteksizlik Beni benimle bırak… Kadın topraksa, erkek yağmur; Kadın kilitse, erkek anahtar; Kadın ateşse, erkek barut… CİNSELLİK BURCU ATATÜR YÜKSEL Psikolog, Cinsel Terapist 98 Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ), Fen–Edebiyat Fakültesi, Psikoloji bölümünde lisans eğitimini tamamladı. Eflatun Psikolojik Danışmanlık Merkezinde Bireysel Psikoterapi, Cinsel Terapi, Evlilik Terapisi, Ergen Danışmanlığı, Obezite, Sınav Kaygısı, Sigara Bağımlılığı ve Kişisel Gelişim konularında danışmanlık vermekte ve aynı zamanda CİSED (Cinsel Sağlık Enstitüsü) İzmir Şube Başkanlığı görevini yürütmektedir. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 İş bu kadar doğalken, bu kadar her şey birbirini tamamlarken, biri olmadan diğeri de olmazken, en temel güdümüz, ihtiyacımız, cinsel isteğimize ne oldu? İnsanlar, gelişen teknoloji, kötüleşen ekonomi, yükselen ama elde edilemeyen değerler, yürütülemeyen ilişkiler, hayat kavgası, stres ve yorgunluk, tüm imkânlara rağmen kurulamayan iletişim sebebiyle gitgide daha fazla mı kendisine döndü? Burada öncelikle sağlıklı bir cinsel istek nedir onu bilmek fayda sağlayacaktır. Evliliklerin hemen hemen beşte birinin cinsellik olmadan yaşandığına dair araştırmalar bulunmakta. Cinsellik yok demek hiç yok demek değil burada da; yılda 10 kereden az olursa diye tanımlanıyor. Bir diğer sorun yaratan konu da uyumsuz cinsel istek. Yani evliliklerin üçte birinde de, çiftlerin cinsel isteği olsa da, bu sefer birbirleriyle aynı zamana ve şekle denk düşmeyebiliyor. Bu da bir problem, diğeri kadar olmasa da… Sağlıklı bir cinsel istek ise eşlerin birbirlerini, her ikisinin de beklentisini ve ihtiyaçlarını karşılayacak oranda arzulamaları, bu arzularını ifade edebilmeleri ve sonucunda her iki tarafın da tatmin olacağı şekilde cinselliği yaşayabilmeleridir. Sayılara ve istatistiklere vurmak çok anlamlı değildir. Bizce mühim olan, çiftler arasındaki uyum ve paralelliktir. Bize gelen soruların başında evlilikte cinselliğin ne sıklıkta yaşanması gerektiği gelir. Her iki tarafın da memnun olduğu bir sıklık burada önemlidir. Çiftler birbirlerine çekinmeden yaklaşabiliyor, fantezilerini paylaşabiliyor, sadece bedensel olarak değil ruhsal ve zihinsel olarak da birbirlerini doyurabiliyorlar ise; aşk, sevgi, bağlılık ve özlem duygularının kendisini en coşkulu gösterebileceği yer cinselliktir. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 99 Cinsiyet doğuştan bellidir Cinsiyet doğuştan bellidir ancak kadınlık ve erkeklik sosyo-kültürel açıdan edinilir. Cinsel kimlikleri belirleyen sadece biyolojik yapı değil, bu rollerin kişilere getirdiği, toplumca dayatılan, yükümlülükler, tanımlamalar ve beklentilerdir. Cinsiyetler arası hukuki eşitlik arayışı, zaman içersinde amacını aşmış; her alanda eşitlenme gayreti gitgide unisex hatta aseksüel bireylerin oluşumuna neden olmuştur. Zihin, beden ve ruh karmaşasına neden olan bu durum, rollerin değişimiyle, erkeksi kadınlar ve kadınsı erkekler yaratmıştır. Birbirini düşman ve rakip gibi görme, farklılıklarını zıtlık gibi algılama, birbirlerini bütünlemeye, tamamlamaya yönelik özelliklerini büsbütün birbirlerinden ayrıştırmak için kullanma, kadını ve erkeği aynı yatağın farklı uçlarına fırlatmıştır, hatta aynı evin farklı odalarına. Çiftler, yaşadıkları beraberliklerde gitgide yalnızlaşmış ve birbirlerinin dilinden anlayamayacaklarına neredeyse ikna olmuşlardır. Daha da kötüsü birbirlerine olan ihtiyaçlarını inkâr eder hale gelmişlerdir. Cinsellik, kadın-erkek arasındaki tüm sorunların aynasıdır. İlişkide yaşanan her duygu bazen dolaylı bazen de direkt bir şekilde kendisini yatak odasında gösterir. Özellikle cinsel isteksizlik, iletişimsel açıdan bakıldığında dışa vurulmamış bir sürü olumsuz yaşantının varlığına işaret edebilir. Bedensel sağlık ile ilgili herhangi bir problem olmaksızın yaşanan isteksizlik problemi, büyük oranda psikolojik, zihinsel ve sosyal süreçlerle ilgilidir. Cinsel faklılıklarımızın keşfi, model alınan ve özdeşim kurulan kadın ve erkek rolleri, zihnimizdeki cinsel imajımızı oluşturmaya başlar. Kişinin kendi bedeniyle uyum ve mutluluk içersinde olması, duygularını tanıma ve anlamlandırabilme becerisi, kendini korkmadan ortaya koyabilmesini sağlayacak ego gücüne sahip olması, almaktan ve vermekten çekinmemesi ve en önemlisi; kendini ve partnerini keşfe her zaman açık ve istekli olması sorunların çoğuna çözüm yollarını açar. Halen tabu olan cinsellik Cinsellik halen tabudur. Çiftleşme hala türün devamı içindir. Sevişme hala mekaniktir. İşin ruhani boyutu, doğallığı, dürtüselliği, sınırsızlığı görmezden gelinmeye hatta özenle üzeri örtülmeye devam edilmektedir. Kadın hala toplumun ona yapıştırdığı etiketlerle 100 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 X boğuşarak kendini açmaktan büyük bir gayretle kaçınmakta; erkek ise toplumun beklentilerinin ağırlığı altında ezilmekte ve hata korkusundan, performans kaygısından kendini, cinselliğin doğal ahengine ve ritmine bırakamamaktadır. Kadın ve erkek yatak odalarında, en mahrem anlarında, en özel birlikteliklerinde maalesef ki yalnız değildirler. Zihinlerine kayıtlı birçok göz, yargılayan ve eleştiren bakışlarla onları izlemektedir. Kendileri dahi, kendilerini izlemekten, kontrol etmekten, süreci takip etmekten, doğanın en ahenkli dansı olan sevişme anını kaçırmaktadırlar. İşte bu sebepten sevişme, “çiftleşme” den öteye geçmez. İşte bu yüzden kadın için “görev” erkek için “skor” olarak kalmaya devam eder. İşte bu yüzden, ruhu kaçırdığımız, duyguyu ıskaladığımız, sonuca odaklandığımız fast-food türü cinsellik yaşamaya başlarız. Tattan, zevkten, hazdan, özenden, uyumdan uzak, alelacele, sadece yapmış olmak için, bize söylenen sayıları, süreleri, şekilleri tutturmak için ezbere birliktelikler bizi gitgide doyumdan uzaklaştırır. Aşırı cinsel istek de, cinsel isteksizlik de aynı sebepten ortaya çıkmış, artı-eksi sonuçlardır. Her ikisi de aşırı ve doğallıktan uzak tepkilerdir. Aynı kaynaktan beslenirler: Sevişirken doyuma ulaşıp bütünlenememiş, ruh, beden ve zihinlerden. Ya oldukça fazla cinsel ilişkiye girerek umutsuz bir arayış devam eder ya da umutsuzluk cinsellikten tümden soğutur ve karşılanmayan ihtiyaç zihin tarafından söndürülür. Bugün dile getirilen cinsel problemlerin büyük bir çoğunluğunu isteksizlik oluşturmaktadır. Eskiden yalnızca kadınlara özgü olduğu düşünülen bu sorun, günümüzde erkeklerin de şikayetleri arasına girmiştir. Birbirlerini tanıyarak, severek, isteyerek evlendiklerini ifade eden çiftler aynı evde kendi yalnızlıklarına gitgide daha çok gömülüyorlar. Hayat şartlarından, ağır çalışma koşullarından, beklentilerin yükselmesinden, yoğunlaşan iletişim ağından ve televizyonun ile bilgisayarın kol kola yatak odalarımıza girmesinden en çok etkilenen, kadını kadın, erkeği erkek hissettiren cinsel hayatımız olmuştur. Konuşmayan, dinlemeyen, anlamayan, merak etmeyen, ilgilenmeyen, kendine odaklı, elindekilere değil, elde edemediklerine değer veren, aynı kaleyi korumak yerine karşılıklı birbirlerine gol atan çiftler türedi. Yine araştırmalara baktığımızda evli çiftlerin anca yüzde 35-40 kadarının cinsel hayatlarından memnun olduğunu görüyoruz. Cinsel isteğin olduğu ama birbiriyle uyumlanamadığı ilişkiler de gittikçe artıyor. Burada başrolü iletişimsizlik alıyor. Çiftlerin karşılıklı dile getirmedikleri beklentileri ve karşı tarafın akıllarından geçeni kendiliklerinden anlamaları gerektiğini zannetmeleri. “Ne istediğinizi söylemezseniz bunu kimse bilemez.” bu tür problemlerin baş sloganı. Cinsellik ne zaman öğrenilir? Cinsellik, küçükken öğrenilir. Çocuk öncelikle kendisiyle aynı cinse sahip ebeveyniyle özdeşim kurmaya başlayarak cinsel kimliğini oluşturmaya başlar. İnsan yavrusu modelleyerek öğrenir. Gözünün önünde birbirini seven, birbirine dokunan, öpen, sarılan, şakalaşan ve şefkat gösteren bir kadın ve erkek göremezse, kafasındaki kadınlık ve erkeklik imajı, annelik ve babalıktan öteye geçmez. Anne ve baba, çocuk için daha kutsal, cinsiyetsiz bir bölgededir. Onlar çocuk için vardır, birbirleri için değil. Aralarında dokunsal ve duygusal bir yakınlaşma yaşamayan, bunu çocuğun zihnine doğal ve olması gereken bir süreç olarak projekte edemeyen anne - baba, çocuğun cinsel kimlik ve ifade algısında büyük bir eksikliğe sebep olacaktır. Zamanında sağlıklı tohumlar atılmadığında, sonradan edinilen cinsel bilgi ve beklentiler her zaman eğreti dururlar. Kişi üzerine birkaç beden küçük veya büyük bir kıyafeti, birkaç rötuşla taşır gibi taşır cinselliğini. Çoğu zaman istek ve ihtiyaçlarını kendine bile itiraf etmez, hatta fark dahi etmez. Toplumumuzda, ne ailede, ne okullarda öğretilmeyen hatta yok sayılan bir konudur. İnanması zor olsa da, bilgi ve iletişim çağında cinsellik halen, yalan yanlış bilgiler, ayıplama, yargılama, bastırma, yasaklama mekanizmalarının eşliğinde el yordamıyla yaşanmaya çalışılmaktadır. Aile bütünlüğünün bu kadar tehdit altında kalması, boşanma oranlarının büyük şehirlerde yüzde 6070’lere dayanması, kişilerin başta kendileri olmak üzere eşlerini ve çevrelerini aldatmaya daha çok meyletmesi, bastırılan cinsel dürtüler sebebiyle eşlerin gitgide birbirlerine daha isteksiz olmalarındandır. Zor günler geçiren evlilik kurumu Evlilik kurumu zor günler geçirmektedir. Aileler ve çocuklar zarar görmekteler. İhmal edilen cinsel eğitim, karşılanmayan ruhsal ve bedensel ihtiyaçlar, kişilerin cinsel enerjilerini öfke enerjisine çevirmiş; tahammülsüzlük, hoşgörüsüzlük, iletişimsizlik, sevgisizlik ön plana çıkmıştır. Toplumun temeli ailedir. Toplumun devamını sağlayacak bireyler sağlıklı ailelerde, sevgi alışverişi deneyimleyerek yetişmelidir. Cinsellik olanca açıklığı ve ihtişamıyla tüm kamuflajlarından arındırılmalı, sağlıklı ve belirgin bir şekilde ortaya çıkarılıp ele alınmalı, kendi beden ve zihinlerine hapis kuşaklar yetiştirmekten artık vazgeçilmelidir. Cinselliğinden utanmayan, bedenini tanıyan, ihtiyaçlarını fark eden, çeşitli yollarla ifade etme cesaretine sahip, bağlanmaktan ve terk edilmekten korkmayan bireyler yetiştiğinde, her gün düzinelercesine tanık olduğumuz şiddet olayları da bıçak gibi kesilecektir. Birbirlerini seven, isteyen, sevişen, bütünlenen genç erkek ve kadınlar öfkenin tuzağına düşmeyeceklerdir. Evliliklerinde, ilişkilerinde sorun yaşayan çiftler, çıkmaz sokaklara kolaylıkla sapabiliyorlar. Günümüz insanı daha sabırsız, kolayca yürütemeyeceklerine kanaat getirip bitirme yolunu seçebiliyorlar. Ancak bir ilişki, aynı bir evin bahçesi gibi, özen gösterilir, düzenli aralıklarla bakım yapılır, emek harcanır ve sevgi aktarılırsa güzel, renkli, sağlıklı ve keyifli kalabilir. Evlilikteki her farklılık renktir. Bunları zıtlık zannedip korkmak yerine, zenginlik olarak adlandırıp anlayış ve hoşgörüyle kucaklamak tüm ailenin maneviyatını zenginleştirecektir. Evlilikcinsellik danışmanlarına başvuran kişilerin; önce bireysel olarak kendilerini tanımaları, fark etmeleri, anlamlandırmaları yönünde çalışılır. Kendisi, ihtiyaçları, zayıf ve güçlü tarafları ile ilgili farkındalık geliştiren kişiler; oldukları gibi olmaktan, hatalarından, başarısızlıktan, reddedilmekten ve terk edilmekten korkmamaya başlarlar. Duygusal ve zihinsel bir özgürlük, kişinin tüm varlığıyla kendisini, ilişkisinde ve cinselliğinde ortaya koyabilmesine yarar. İşte bu noktada evlilik, aynı evi paylaşan iki yalnız insan yerine, birbirini bütünleyen ama birbiri olmadan da eksik kalmayacak bireylerden oluşur. Cinsellik de gelmiş geçmiş en doğal, en eski, en temel sevgi be beraberlik ifadesidir. Sloganın ideali, sözün özü, az kelimeyle çok şey anlatmakla sağlanır. Dünyanın ve insanın sağlığı, mutluluğu, huzuru ve devamlılığı için gelmiş geçmiş en etkili, en net ve önemli slogan da, hiç hafife alınmaması ve hatta üzerinde derin derin düşünülüp ciltlerce kitap yazılması gereken: SAVAŞMA SEVİŞ ’tir… PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 101 D aha önce cinsel sapkınlık olarak adlandırılan ”Parafili” (teşhircilik, fetişizm, sürtünmecilik, pedofili, cinsel mazoşizm, cinsel sadizm, transvestik fetişizm) olgularında cinsel uyarılma, sıra dışı hatta bazen tuhaf fantezileri hayal etmek ya da yaşamak ile sağlanmaktadır. Tersine herhangi bir nedenle parafilik fantezi baskılandığında cinsel uyarılma olmamaktadır. Bu “Mazoşizm” gibi parafililerin tedavisinde veya kontrol altına alınmasında esas zorluğu oluşturmaktadır. Kişiler cinsel doyumun kesin olacağı diğer yöntemlere ilişkin güvence verilmediğinde, yaşanan cinsel hazdan vazgeçememektedir. Mazoşizm; hem normal hem de patolojik olarak, güdülenmiş kendini tahrip edicilik ve acı çekmekten bilinçli ya da bilinçdışı haz alma ekseninde geniş bir olgular alanı olarak tanımlanabilir (O.F. Kernberg). Bu alanın sınırları belli değildir. Bir uçta belirgin biçimde şiddetli kendini tahrip edicilik, kendini yok etme veya kendi bilincini yok etmeye dair güdülenme vardır. Öteki uçta ise, aile, ötekiler ya da bir ideal için sağlıklı bir kendini feda kapasitesi, acı çekmeye gönüllülük, bir yer de yüceltici işlevsellik vardır. Bu iki uç arasında, ortak unsurları cinsellik ve süperego ile ilgili bilinçdışı çatışmalar olan geniş bir mazoşistik psikopatoloji yelpazesi uzanır. Ahlaki mazoşizm dünyasında haz için ağır bir bedel ödenmelidir; acının erotik hazza dönüştürülmesi, saldırganlığın aşkla bütünleştirilmesi, benlikle süperego arasındaki çatışmalara dikkat çeker. Cinsel mazoşizmde de cinsel doyuma ulaşmak için acı, boyun eğme ve aşağılanma durumlarını yaşama zorunluluğu genital cinselliğin yasak ödipal içerimleri için çekilen bilinçdışı bir cezadır. Temel bilinçdışı fantezi şöyle dile getirilebilir: “Arzuma verdiğin karşılığın bir parçası olarak canımı yakıyorsun. Bu acıyı aşkının bir parçası sayıyorum, bu yakınlığımızı artırıyor”. Bu ifadeler bilinçdışı bir ahlak kuralına göre şöyle tercüme edilebilir: ”Verdiğin cezaya razıyım, çünkü senden geliyorsa doğru olmalıdır. Seni sevmekle bunu hak ettim ve acı çekerek seni ve aşkını koruyorum”. CİNSELLİK UZM. DR. AYHAN ERAKAY Psikiyatrist, Cinsel Terapist Ankara Ün. Tıp Fak. mezunu. Uzmanlığını İzmir Atatürk EAH’de tamamladı. Cinsel Terapi, Bilişsel Davranışçı Terapi, Rasyonel Emotif Terapi eğitimleri aldı. Muayenehane hekimliği yaptı. İzmir Özel Nöron Psikiyatri Dal Merkezi kurucularından. Halen İzmir Tepecik EAH’de psikiyatri uzmanı olarak görev yapıyor. 102 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 Mazoşizm’in sınırları çizilebilir mi? /// Mazoşizm; hem normal hem de patolojik olarak, güdülenmiş kendini tahrip edicilik ve acı çekmekten bilinçli ya da bilinçdışı haz alma ekseninde geniş bir olgular alanı olarak tanımlanabilir /// PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 103 Erkeklerde daha sık görülür M azoşizm erkeklerde kadınlardan daha sık görülür. Bazı çalışmalar A.B.D nüfusunun yüzde beşinin bir tür mazoşistik cinsel etkinlikte bulunduğunu bildirmiştir. Kadınlarda; kendilerini başkalarına sergileyerek aşağılanmak ve güçlü, tehlikeli, bilinmeyen bir erkek tarafından tecavüze uğramak fantezileri tanımlanmıştır. Erkekler de ise; orgazmın gereği olarak güçlü ve hain bir kadın tarafından zorlanmak, yönetilme, oynatılma ve boyun eğmeye zorlanma fantezileri, olgular tarafından dile getirilmiştir. Cinsel yaşantımızda değişik fantezi, düş ve eylemlerin var olabileceği hatta var olmasının cinselliğimizi zenginleştirebileceği gerçeğini unutmamalıyız. Cinsel mazoşizm tanısı; en az altı aylık bir süre boyunca, kişinin hakaret edilme ya da başka bir biçimde ıstırap çekme eylemi ile ilgili cinsel yönden uyarıcı fantezilerin, dürtülerin ya da davranışların yineleyici bir biçimde ortaya çıkması ile konulmaktadır. Yine tanı koymak için bu fantezi, dürtü ya da eylemlerin klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya yol açması ya da sosyal, ailesel veya mesleki işlevselliği bozması şartı aranmaktadır (DSM.IV TR). Acı ve aşağılanmaya vurgu B aumeister’e göre erkek mazoşizmi genellikle acı ve aşağılanmaya vurgu yapmaktadır, cinsel partnere sadakatsizlik, izleyici katılımı ve transvestizm içerir. Kadın mazoşizminde ise daha az şiddette acı, mahrem bir ilişki bağlamında ceza, aşağılanma olarak cinsel sergileme ve izleyici katılımına izin vermeme biçiminde görülür. Erkek mazoşizmi genellikle genital çiftleşmeyi dışlayarak orgazmda tepe noktasına ulaşırken, kadın mazoşizmi genital çiftleşme esnasında zirveye çıkar. Kernberg bir yazısında; kadınlarda mazoşistik aşk ilişkilerinin erkeklere göre daha sık görüldüğünü, ama işyerindeki mazoşistik itaatın ise erkeklerde kadınlara göre daha sık olduğunu tanımlamıştır. Mazoşistik aşk ilişkileri yaşayan erkek ve kadınların uzun süreli gözlem ve değerlendirilmelerinde; imkansız insanlara aşık olma, idealleştirilmiş bir partnere aşırı bağlanma ve daha doyurucu olabilecek ilişki seçeneklerini gözardı ederek böyle bir bağlanma olasılığını B bilinçdışı zayıflatma yönünde bir eğilim göze çarpmaktadır. Cinsel sadizm bir bakıma cinsel mazoşizmin ayna görüntüsüdür. Partnerine psikolojik ve/veya bedensel acı çektirmeye yönelik fantezi ve dürtülerle karakterizedir. Partnerin katılımı tamamen onay verme yönünde (süregiden sadomazoşistik bir ilişkide olduğu gibi) olabilir. Bazen partner hiçbir şekilde onay vermeyebilir. Şiddet içeren ilk cinsel ilişki buna bir örnektir. Sadizm ve mazoşizm normal cinsellik yaşantısına bolca sızmış durumdadır. Freud’tan bu yana mazoşizm ve sadizmin sıklıkla ilişkili olduğu anlaşılmıştır. Bir birey tercihen cinsel sadist veya cinsel mazoşist olsa bile, zaman zaman diğer rolü de üstlenebilmektedir. Bugün birçok psikiyatrist sadomazoşizm terimini kullanmaktadır. Aykırı fantezilerin baskılanması imkansız değilse bile güçtür. Fanteziler kaygı ve diğer olumsuz duygularla tetiklenir, yaşama geçirilmesi ile depresyon, derin bir boşluk hissi ya da kaygının tekrar ortaya çıkması gözlenebilir. Sapkın fanteziler azı durumlarda zamanla fantezi, dürtü ve eylemlerin şiddetinde artış olur. Parafililer değişmez bir biçimde tek alanla sınırlı olmaz. Örneğin transvestizm ve cinsel mazoşizm bir arada görülebilir. Sapkın fanteziler evlilikteki cinselliği hararetlendirse bile bazı evli bireyler eylemi evlilik dışındaki cinsel ortamlarda gerçekleştirir. Bu durumda yaşanan uyarılma kaçınılmaz olarak daha fazladır. Tedavi, belirtiler haz verdiği için son derece zordur. Sadomazoşizm diğer parafililer gibi 104 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 tamamen ortadan kaldırılabilecek değil, kontrol edilebilecek kronik bir durum gibi ele alınmalıdır. Stres yönetimi tedavide önem kazanmaktadır. Cinsel bir suç işlenmediyse, tek bir parafili varsa, destekleyici bir ev ve sosyal ortam varsa sonuçlar daha iyi olmaktadır. Tedavide nüksü ve cinsel dürtüyü azaltan ilaçlar ile birlikte yapılan bilişsel davranışçı psikoterapi önem kazanmaktadır. Grup terapisi ve psikoanalitik psikoterapi de uygulanmaktadır. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 105 Heves ve uyum Üflüyor, püflüyor ama yapamıyor : VAJİNİSMUS B ırakın artık ayıbı yasağı. Çiftler aile olamıyor yetmez mi konuşmak için. Birbirine dokunamıyor, dokunabiliyor ama ilişki yaşanamıyor ve sonuç çocukları olmuyor. Onların yaşadığı azabı düşünün bir bakalım. Yok ayıpmış konuşulamazmış, aşalım bunları, sorun bariz ortada. Eğer bu ülkemizde yadsınmayacak kadar çok görülüyorsa bu sosyal bir sorundur artık konuşulmalı, yazılmalı , tartışılmalı. Türkiye’de elimi hangi çifte atsam geçmişinde ya da şimdi ilişki esnasında sorun var. Seneler geçmiş birliktelik yaşayamamış, bunu herkesten anneden, kardeşten dahi saklamış o kadar ev var ki inanamazsınız. Evlilikten beklenti neydi? Eskiden başta kanlı çarşaf, ilerleyen dönemlerde ise çocuk hatta çocuklar değil miydi? Kapıda damadın sırtına vurulup hadi koçum denmez miydi? Dışarıda çarşafı bekleyen bir büyük olmaz mıydı? Olmuyor işte bazen olamıyor... Ne kadar istenirse istensin, ne kadar birbirini severse sevsin ‘’O’’ zaman gelince bacaklara söz geçirilemiyor. Kasılıyor, dokundurtmuyor, sanki dünya duruyor, karşısındaki kocası değil canını almak isteyen biriymiş gibi geliyor. Üflüyor, püflüyor ama yapamıyor, sonuç yine hüsran. Çatılmış kaşlar, gerilmiş sinirler, ağlamaklı gözler ve burkulmuş yürekler.VAJİNİSMUS... V ajinismusun sebebini 2 ye ayırabiliriz. Duygusal nedenler ve fiziksel nedenler. En basiti vajinal kuruluk veya yetersiz ön sevişme gibi bazı fiziksel olayların ya da endişe ve stres gibi bazı duygusal olayların bile vajinismusu tetiklediği bilindiğine göre aslında esas bilinmesi gereken şudur ki vajinismus kadınların yanlışı ve kusuru değildir. Bir kez tetiklendiğinde kaslar istem dışı olarak kasılırlar; Aslında kadınlar bilerek bu durumun oluşmasına neden olmamış ya da bedenine bu kasları kas ya da kasma dememiştir. Vajinismus problemi olan kadın başta seksüel olarak uyumlu ve hevesli iken ağrılar, başarısızlık ve cesaretsizlik duyguları nedeniyle bu heves ve uyum zamanla azalabilmektedir. Aslında seksüel ilişkiden zevk alamama ya da başarısızlık can sıkıcı ve sinir bozucu bir durumdur. Ağrı, endişe ve korku, sağlıksız seksüel iletişim beklentileri vajinismus belirtilerinin görülmesine veya kuvvetlenmesine neden olabilir. Genellikle vajinal penetrasyon ile bağlantılı endişe ve korkular bu durumun oluşmasında etkili olmaktadır. Vajinismus belirtileri ile sonuçlanan duygusal nedenler her zaman belirgin ve görünür olmadıklarından bu nedenleri açığa çıkartmak için durumun incelenmesi gerekmektedir. Tedavinin gerçekten etkili olabilmesi için bu duygusal nedenlerin tamamının belirlenmesi gerçekten önemlidir, böylece ağrının olmadığı ve haz alınan bir cinsel ilişki yaşanması sağlanabilir. Siz vajinismus olduğunuzu anlayabilir misiniz? CİNSELLİK OP. DR. GÖKÇEN ERDOĞAN Vajinismus fiziksel ya da duygusal nedenlerin bir sonucu olarak ya da herhangi bir nedeni olmaksızın oluşan kendine özgü bir durumdur. Ağrı döngüsü Pratik teşhis tablosu Vajinismus birçok kadının karşısına beklenmedik bir şekilde çıkar; Cinsel ilişki sırasında açıklanamayan kasılmalar, rahatsızlık, ağrı ve girme problemleri. Ağrı, vajina çevresindeki kasların kasılması nedeniyle oluşur. Bu kasılmalar kadının kontrolü dahilinde ve istemli şekilde olmadığından, bu durum kafada sorular oluşmasına neden olur. Vajinismusun kaynağı genellikle vücutta ağrı ve sancı beklentisi doğuran fiziksel ve duygusal nedenler olarak görülmektedir. Vücut, ağrı beklentisine karşı reaksiyon olarak kendisini bu “kötülük” karşısında korumak amacıyla vajinal kasların kasılmasını sağlar. Kasılmanın durumuna ve ciddiyetine göre cinsel ilişki rahatsızlık verici ve sancılı bir hal alır ve giriş eylemi çok zor ya da imkansız hale gelebilir. Cinsel ilişki sırasındaki rahatsızlık veren her giriş eylemi, vücudun buna karşı refleksini şiddetlendirir ve gittikçe şiddetini arttırır. Vücut, şiddetlenen bu refleks giriş eylemi daha da zorlaşacak ve ağrının şiddeti de artacaktır. Bu kısır döngü vajinusmus ağrı döngüsü olarak adlandırılabilir. Vajinismus probleminin varlığını gösteren belirgin işaretlerden bazıları aşağıda belirtilmiştir. • Penetrasyon güçlüğü ya da tamamlanamayan veya gerçekleşmeyen cinsel birliktelik Kadınlarda penetrasyon problemleri ve uyumsuz birliktelik vajinismusun tipik göstergesidir. Kasılma ve ağrı vajinismusun en sık görülen belirtileridir. • Pelvik problem, tıbbi durum ve ameliyat sonrası oluşan cinsel ağrılar Pelvik problemler, tıbbi sorunlar ve ameliyat gibi müdahaleler sonrası oluşan cinsel ağrı ve kasılma tipik vajinismus belirtileridir. • Çocuk doğurma sonrası cinsel ağrılar Doğum sonrası cinsel ağrılar ve kasılma sorunu sekonder vajinismus belirtisidir. • Belirgin fiziksel nedeni olmaksızın oluşan seksüel ağrı ve kasılma Vajinismus genellikle sadece cinsel ilişki sırasında görülür. Hekimler ilk başta bu cinsel sorunla ilgili herhangi bir neden tespit edemeyebilirler. • Ağrı veya başarısızlık nedeniyle cinsellikten soğuma Eğer bir kadın seksten zevk almadığı veya ağrılı bir hale geldiği için eşi ile birlikte olmaktan kaçındığını belirtiyorsa, kesinlikle vajinismus olarak değerlendirilmelidir. Vajinusmus’un Evreleri: Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Cinsel terapist Hipnoterapist • Vajinal girişte hafif huzursuzluk ve yanma görülür ancak bu durum azalabilir. • Vajinal girişte daha belirgin bir yanma ve kasılma görülür ve kararlı olarak görülme eğilimindedir. • Vajinal kaslardaki istem dışı kasılma giriş eyleminin güç ve ağrılı olmasına neden olur. • Vajinal açıklığın sıkı bir şekilde kapalı olması sebebiyle giriş eylemi gerçekleşemez. Zorlandığı takdirde şiddetli bir ağrı söz konusudur. Yukarıda da belirtildiği üzere vajinismus belirtileri hafif huzursuzluktan vajinal açıklığın tamamen kapanmasına kadar geniş bir aralıkta görülebilir. Eğer bir kadın en başından itibaren hiçbir zaman ağrısız bir cinsel birleşme yaşayamamışsa, bu durum primer vajinismus olarak sınıflandırılır. Ağrısız ve problemsiz bir cinsel ilişkisi olan kadınların, sonrasında hayatlarının herhangi bir döneminde kasılma, ağrı ve giriş güçlüğü görülmekte ise bu durum sekonder vajinismus olarak adlandırılır. 106 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 107 Vajinismus Tedavisinde Başarı Reçetesi nedir? Başarı Yolundaki 10 Adım Uygun bir tedavi konusunda yardımcı olabilmek için, sizler için anlaşılır bir tedavi süreci aşağıda anlatılmıştır. Sade, anlaşılır ve bir çok uzman tarafından uygulanan bu adım adım tedavi yaklaşımı vajinusmus’un başarılı şekilde tedavisinde kullanılan bir programdır. Sorunu olan kadınlar tedavi sürecini genellikle kendi başlarına evde veya uzman terapistler eşliğinde tamamlayabilirler. Aşağıda belirtilen betimsel açıklamalar ve direktifler bu süreci olumlu yönde etkileyecek ve başarıya götürecektir. Bu aşamaların tamamlanması halinde, vajinusmus nedeniyle oluşan ağrı ve penetrasyon problemleri tamamıyla çözülmektedir. 1.Adım - Vajinismus’u Anlama İlk adım vajinismus ile vajinismusun neden olduğu cinsel ağrı, daralma, yanma hassasiyeti veya penetrasyon sorunları anlamakla başlar. Vajinusmus’u anlamak onu yenme sürecinde en temel unsur olduğundan, bu yaklaşım kadınların kendi cinsel sağlıkları ile ilgili etkin bir rol almalarına yardımcı olur. Tedavi metodları, ilişki konuları, pelvik rahatlama teknikleri, şartlandırma teknikleri ve adale hafızası konular içinde bulunmaktadır. 2.Adım - Cinsel Geçmişinin Gözden Geçirilmesi ve Tedavi Stratejileri Kadınların kendi geçmişlerini gözden geçirmeleri ve analiz etmelerini sağlamak için dengeli bir yaklaşım izlenir. Egzersizler ve aşk oyunları vajinusmustan kaynaklanan penetrasyon sorunları ve cinsel ağrıyı arttıran her olayı, duyguyu veya tetikleyen unsuru belirleme ve değerlendirmeye yardımcı olur. Detaylı egzersizler ve yapılacaklar listesi bir kadının cinsel geçmişini ve pelvik ağrı olaylarını belirleyerek uygun tedavi stratejilerine doğru yönlendirirler. Duygusal incelemeler istemsiz pelvik tepkilere neden olan olumsuz olayları, duyguları ve hatıraların detaylarına girilmesini sağlar. 108 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 3.Adım - Cinsel Ağrı Anatomisi Kadınlar sıklıkla kendi cinsel anatomileri, vücutları ve fonksiyonları ile pelvik ağrı ve penetrasyon sorunlarının nedenleri ile ilgili eksik bilgiye sahiptirler. Vajen iç kısımları ile vajinal kaslardaki problemler ile ilgili kafa karışıklığı sıklıkla yanlış teşhise ve hayal kırıklığına neden olur. 3.Adımda cinsel organlarla ilgili bilgiler ve bunların ağrı ve penetrasyon konularındaki etkileri anlatılır. Cinsel ağrı ve penetrasyon sorunlarında ne tip ağrının ve rahatsızlığın normal olduğu veya heyecanlanmadan orgazma giden yolda hangi fiziksel değişikliklerin olduğu bu adımda anlatılır. Kızlık zarı ve iç vulva gibi anatomik bölgeler bu adımda tanıtılır. 4.Adım - Vajinal Darlık ve Pelvik Taban Kaslarının Rolü Kadınlarda cinsel ağrı ve penetrasyon güçlüğü aslında bir derecede pelvik tabanın istemsiz olarak kasılmasından kaynaklanır. Bu adımda pelvik taban kaslarından özellikle pubokoksigoz (PC) kas grubunun etkisi ve tetiklendiğinde nasıl ilişki sırasında istemsiz olarak kasılmasına neden olduğu anlatılmaktadır. Etkili bir tedavi, istemsiz kasılma sonucunda ağrı ve daralmaya neden olan pelvik tabanın eğitilmesine odaklanmalıdır. Ağrıyı azaltmak ve penetrasyon güçlüğünü gidermek için pelvik kasların nasıl belirleneceği, kontrol edileceği ve eğitileceğinin öğrenilmesi vajinusmus tedavisinde çok önemli bir adımdır. 5.Adım - Giriş Teknikleri Penetrasyon zorluğu veya ağrısı olan kadınlar için ağrısız bir ilk giriş içim tekniklerin öğrenilmesi gerekmektedir. Bu aşamada kadınlar ufak objeleri kullanarak tamamen kendi kontrolleri altında PC kaslarını kontrol tekniklerini öğrenecekler. Daha önce vajen girişini kapatan ve penetrasyonu önleyen her türlü istemsiz kasılmalar yok edilir. Kadınlar pelvik kaslarını tamamıyla kontrol altına almaya başlarlar ve istemleri doğrultusunda pelvik tabanı nasıl rahatlayıp esnetebileceklerini öğrenirler. 6.Adım - Vajinal Girişi Geliştirme Doğru kullanıldığı takdirde, vajinal dilatörler vajinusmus nedeniyle oluşan pelvik darlığı eleme konusunda yardımcı olan etkili araçlardır. Dilatörler pelvik kas tepkilerini tetikleyici birer araçtırlar. Dilatör egzersizleri kadınların pelvik tabanı rahatlatarak istemsiz kasılmaları nasıl önleyeceklerini öğretirler böylece cinsel penetrasyon karşısında doğru tepkiler verilir. Vajinal girişi geliştirme egzersizleri kadınların ağrısız veya rahatsızlık vermeyen bir ilişkiye hazır olacakları bir aşamaya rahat bir şekilde ulaşmalarını sağlar. 7.Adım - Çiftler için Pelvik Tabanı Rahatlatıcı Duyu Odaklama Teknikleri Ağrısız bir ilişkiye geçiş sürecinde, bu adımda pelvik taban gerginliğini azaltmak ve çiftler arasındaki samimiyeti arttırmak için duyu odaklama teknikleri anlatılmaktadır. Egzersizler duyu odaklamayı (duyarlı dokunuşlar, aşk oyunları) nasıl başarıyla uygulayabileceklerini ve daha önceki adımlarda öğrenilen teknikleri kullanarak nasıl ağrısız birliktelik yaşayacaklarını öğrendikleri için çiftler bu süreç içinde birlikte çalışmaya başlarlar. Egzersizler ağrısız bir cinsel birliktelik için tamamıyla anlayış, güven kurma ve yardımcı olma üzerine odaklanmaktadır. 8.Adım - Birliktelik İçin Hazır Olma Egzersizleri Tamamen ağrısız bir birlikteliğe geçiş için çiftlerin hazırlanması ile birliktelik için hazır olma aşamasına gelinir. Çiftler ağrısız bir birlikteliğe hazırlanmak ve pelvik gerginlikten kurtulmak için öğrenmiş oldukları teknikleri gözden geçirir ve tatbik ederler. 9.Adım - İlişkiye Geçiş Bu adımda normal bir birliktelikte ağrı ve penetrasyon sorunlarını yok etme teknikleri anlatılmaktadır. Bu adıma kadar kontrol sağlayıcı ve ağrıyı azaltıcı pozisyonlar ile daha konforlu bir ilişki elde edebilmek için öneriler gibi birçok sorunlar tartışılmıştır. 10.Adım - Tamamen Ağrısız bir İlişki Vajinismusu yenme sürecindeki son aşama gerçek bir ilişki süresince ağrıdan ve gerginlikten kurtulma sürecidir. Bu adım cinsel güven ve samimiyet kurmak ve ağrısız bir cinsel birlikteliğe geçişin tamamlanması üzerine tasarlanmıştır. Çiftler artık ilişkiden zevk almaya, aile kurma üzerine planlama yapmaya ve vajinismusun olmadığı bir hayat yaşamaya başlarlar. Vajinismus Tedavi Edilebilir Vajinismus nedeniyle oluşan cinsel ağrı, daralma, yanma veya penetrasyon problemleri yüksek başarı yüzdesi ile tamamen tedavi edilebilir. Genellikle çiftler tedavi sonunda birdenbire hayatlarını değiştiren bu değişim karşısında hayrete düşerler. Penetrasyon problemleri veya ilişkisi sırasında ağrısı olan kadınlar adım adım ilerleyen tedavi süreci ile ağrısız ve zevkli bir cinsel ilişkiye başlarlar. Tedavi Programı Çok Önemlidir!!!!!! Vajinismus tedavisindeki aşamaların birçoğu sezgisel değildir ve kazanımlar hemen elde edilemez. Herhangi bir aşamadaki başarısızlığın iyileşmeyi engelleyeceği (rahatsızlık hissetmek vajinusmusun artmasına neden olur ve ilerlemenin durmasına neden olacağından, bu konuda başarıya ulaşmak için sistematik bir anlayışı takip etmek daha doğru olacaktır ve sonuç olarak bu soruna kim yardımcı olursa olsun cinsel işlev bozuklukları üzerine eğitimli ve tecrübeli olmalıdır. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 109 Pedofili hastaları kadın ve erkek olarak değişir mi? Sıklıkla erkeklerde görülür. Olguların büyük çoğunluğunu erkek olduğu saptanmıştır. Bu olguların arasında kadınların oranı yüzde 1-6 arasında değişmektedir. Yurtdışında yapılan bazı araştırmalarda bu oran yüzde 1’in altında bulunmuştur. Genel olarak kadın olguların oranının, bildirimi düşük olmakla birlikte erkeklere göre daha düşük olduğu kabul edilmektedir. İstismarcının kadın ya da erkek olması istismar biçimini de değiştirmektedir. Erkeklerin daha çok kız çocuğunu kadınların ise erkek çocuğunu istismar ettiği gösterilmiştir. Erkek istismarcılar çocuğa yönelik şiddet yanında çocuk pornografisine yönelirken, kadın pedofili olgularının fark edilmemesi ya da daha geç fark edilmesi bu istismar sürecinin günlük bakım işlevlerinin yürütüldüğü zamanlarda ve durumlarda olması ve yeterince görünür olmaması ile ilişkilendirilmiştir. Pedofili kriminal olgu olduğu gibi tedavi gerektiren de bir hastalıktır /// /// YÜZ YÜZE BURHANETTİN KAYA Son yıllarda çocuğa yönelik şiddetin artışı, çocuk istismarı ile ilgili yürekleri sızlatan örneklerin kamuoyunda yer bulması dikkatleri pedofili konusuna çekti. 1996 yılında Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesinde psikiyatri uzmanlık eğitimini tamamladı. 2006 yılında doçent oldu. 2007 yılından bu yana Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Türkiye Psikiyatri Derneği kurucu üyesidir. 2007-2011 tarihleri arasında ise Türkiye Psikiyatri Derneği Merkez Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yapmıştır. Bilişsel Davranışçı Psikoterapi ve EMDR eğitimi almıştır. Ruhsal travma, anksiyete bozuklukları, cinsel işlev bozuklukları, psikiyatrik epidemiyoloji, Koruyucu ruh sağlığı, psikiyatri ve medya, sosyal psikiyatri, bilişseldavranışçı psikoterapi başlıca çalışma alanlarıdır. Türk Psikiyatri Derneği Kurucu üyesi ve Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Burhanettin Kaya ile pedofili ve çocuk istismarını konuştuk: Pedofili nedir? A slında istismarın içinde daha küçük bir yer tutan, daha çok çocuk pornografisi ile ilgili konularda öne çıkan bir kavram olmakla birlikte medyada istismarın tek ya da ana nedeni gibi yer aldı. Şiddetin toplumsal, ekonomik ve kültürel nedenlerinden uzaklaşıp doğrudan bireyin ruhsal yapısıyla ilişkili bir süreç gibi algılanmasına yol açtı bu yaklaşım. Oysa şiddeti üretenler çoğunlukla herhangi ruhsal bozukluğu olan bireyler değil. Şiddeti bir egemenli kurma aracı olarak üreten ve bunu başta çocuk ve kadınlar olmak üzere güçsüz bedenler üzerinde uygulayan bir anlayışlın ürünü olduğunun akılda tutmak gerekir. Pedofili sıklıkla kriminal ya da adli bir durum olarak görülmektedir. Oysa Pedofili öncelikli olarak klinik bir durumu, bir hastalık tanısını anlatır. Amerikan Psikiyatri Birliği’nin tanısal sınıflandırması olan DSM-IV TR ye göre en az 6 aylık süre boyunca kişinin ergenlik dönemine girmemiş bir çocukla ya da çocuklarla (genellikle 13 yaşlarında ya da altında olanlarla) cinsel etkinlikte bulunma ile ilgili yoğun, cinsel yönden uyarıcı fantezilerinin, cinsel dürtülerinin ya da davranışlarını yineleyici biçimde ortaya çıkması olarak tanımlanmaktadır. Bu davranışlar bireyi çeşitli alanlarda sıkıntıya sokacak kadar işlevsellikte bozulmaya neden olur. Bu sınıflama sistemine göre bu kişi en az 16 yaşında ve mağdurdan en az 5 yaş büyük olmalıdır. Her ikisi de çocuk yaşlarda ise istismardan söz edebilmek için istismarcı ile mağdur arasında en az 4 yaş fark olması gereklidir. 110 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 Bir uzmanlığı olmayan insanlar bile pedofili eğilimi olan insanları fark edebilir mi? Nasıl? Elbette fark edebilir. Şiddetin tanınması ve önlenmesinde toplumdaki tüm bireylere büyük sorumluluk düşüyor. Özellikle bireye yönelik şiddetin, aile içinde yaşandığı durumlarda daha belirgin olmak üzere, örtük ya da gizli kalabilmesi var olan sınırlı ipuçlarından gerçek bilgiye ulaşmayı önemli kılıyor. Şiddetin izlerine tanık olduğu halde çeşitli bireysel gerekçeler ya da rasyonellerle bunu bildirmeyen, bu konuda tutum sergilemeyen her birey aslında bir biçimde bu sürecin sorumluluğunu üstleniyorlar. Kapitalist toplumun bireyci, benmerkezci ve rekabetçi bireyi şiddet karşısında da daha duyarsız davranışlar sergileyebilmektedir ne yazık ki. Bunun yanında bazen toplumsal linç kavramının sınırlarında dolaşan aşırı tepkiler verebilmektedir. Şiddeti üretenler bile bazen kendilerini toplumsal ahlakın temsilcisi görüp b tür davranışlar sergileyebiliyorlar. Çok ilginçtir ki özellikle çocuk pornografisi konusunda ahlakçı tutum sergileyen ve şiddet üreten bireyler medyada, özellikle reklamlarda yer alan çocuğu cinsel bir nesneye dönüştüren, pornografik bir nesne yapan örneklere gülümseyerek bakabilmekte, herhangi bir tepki vermemekte, hata olumlamaktadır. Bu yabancılaşmışlık üzerine daha çok düşünmeyi ve tartışmayı hak etmektedir. Cinsel şiddet ve istismarın fark edilmesinde özellikle sağlık çalışanına önemli sorumluluklar düşmektedir. Öncelikle cinsel şiddete uğramış olan bireyden ayrıntılı öykünü alınması, şiddet uygulayan kişi hakkında bilgi toparlanması, cinsel şiddet ve istismarın ayrıntılı biçimde sorgulanması, bunun yanında ilişkili ruhsal tepkilerin fark edilmesi ve saptanması, ruhsal sorunu olan bireylerin herhangi bir şiddet ya da istismara uğrayıp uğramadıkları öyküsünün sorgulanması son derece önemlidir. Bunun için mahremiyetin korunduğu uygun bir görüşme ortamı sağlanmalı, empatik bir davranış sergilenmelidir. Pedofilik bireyin tanınmasının ilk yolu mağdur olan kişinin bu travmasını içine gizlemeksizin dışa vurmasını ve yardım aramasını sağlamak, diğer bir deyişle gizli kalmasını önlemektir. Bunu dışında kendisi ifade etmediği sürece pedofilik bir bireyin bu sorunun anlamak pek mümkün görünmüyor. Çok belirgin davranış bozuklularının ortaya çıkması gerekir. Bazı pedofilik bireyler bu dürtülerinin büyük rahatsızlık duymakta ve yardım istemektedirler. Bu noktada yardım eli uzatmak ve bireyin psikiyatrik yardım aram çabasını desteklemek ve tedaviye ulaşması için katkı sağlamak çok önemlidir. Cinsel saldırıya maruz kalan ve ailesine ya da çevresine anlatamayan çok çocuk var sanıyorum. Anlatamamalarının sebepleri sizce nelerdir? Bunun pek çok nedeni var. Bunun başında çocukların iyi dokunma ve kötü dokunma farkını yeterince bilememeleridir. Çocuklar, içinde bulunduğu yaş dönemine göre bu ayrımı yapmakta çeşitli düzeylerde güçlük yaşarlar. Bu farkı kavrasa bile güvenli olduğu bir ortamda yakınları tarafından istismara uğrayan bir çocuk bunu anlamlandırmakta güçlük çekebilir. Dediğim gibi başta maruz kaldıkları durumunu anlamını kavrayamama olduğunu söyleyebiliriz. Bunun dışında sık karşılaşılan durumlardan biri mağdurun tehdit edilmesi, ailesine ya da başkasına söylediği durumda kendisi ya da yakınlarına zarar verileceği biçiminde tehditler önemli bir rol oynamaktadır. Bir diğer nokta anlatılanlara ailelerinin inanmaması riskidir. Dışarıdan bakıldığında son derece olumlu ve uyumlu görünene bir kişiye atfedilen bu durum aile bireylerine ya da çevredeki insanlara, hatta hukuk sürecine yansıyan durumlarda bile çok inandırıcı gelmeyebilir. Bu durumda çocuğun fantezisi olarak görülen bu durum sonucu istismar sıklıkla örtük kalmakta ve çocuk istismarcısı ile aynı ortamda yaşamaya devam edebilmektedir. Ayrıca uğradıkları bu şiddetten örselenen ve buna bağlı yabancılaşma duyguları yaşayan çocuklarda bu travmayı söze dökmek, ifade etmek ve bütünlüklü bir öyküye dönüştürmek oldukça güçleşmekte ve bu nedenle de çocuğun bir abartısı ya da fantezisi olarak algılanabilmektedir. Travmaya uğramış erişkin bireyler bile bu travmatik yaşantının ruhsal etkiler nedeniyle yaşadıkları olayları bütünlüklü ve kronolojik olarak anlatamazlar. Çocuklarda bu durum daha belirgindir. İstismar öykülerini dinlerken ve gerçek bilgiye ulaşırken bu ayrıntılara dikkat etmek gerekir. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 111 Aileler de bu konuda cahiller sanıyorum, yorumunuz nedir? Ailelerin bu konudaki tavrı nedir? Doğru mudur? Nasıl olmalıdır? Cinsellikle ilgili konuların tabu niteliği taşıması ve aile içinde yeterince konuşulmaması önemli bir etken kanımca. Aileler bu çekingen tutumlarından dolayı çocuklarına iyi ve kötü dokunma kavramlarını yeterince anlatmamakta, ardından en küçük temasta aşırı düzeyde kaygı içeren, aşırı tepkiler verebilmektedirler. Doğru olan cinsel konuları çocuklarla daha açık ve rahat konuşabilmek, iyi ve kötü dokunmak kavramlarını öğretmek, bu yönde deneyimler olursa nasıl üstesinden gelebileceği konusunda yol göstermek olmalarıdır. Bu konu ailelerin öncelikli gündemlerinden biri olmalıdır. Bu durum eğitim ile doğru orantılı azalabilen bir rahatsızlık mıdır? Yoksa eğitimli insanlarda da görülebilir mi? Çok önemli bir konu. Bu konuda Cinsel istismarda bulunan bireylerin genel olarak eğitim ve sosyoekonomik düzeyleri düşük olmakla birlikte her eğitim düzeyinde görülebilir. Pedofiliklerin okul öykülerine bakıldığında sıklıkla sınıf tekrarı yaptıkları ya da özel alt sınıflarda eğitim gördükleri aktarılmaktadır. Genel olarak daha düşük eğitim düzeyine sahip bireyler olduğu gözlenmiştir. Fakat bu bilgilerin daha çok adli işlem yapılmış ya da tutuklu pedofili olgularından elde edildiği için tüm pedofili olgularına genellemek olanaklı değil. Bu konuda yaygınlık araştırmaları yapmak son derece zor. O nedenle de hem pedofilinin gerçek yagınlığı, hem de risk ve koruyucu etkenler ile ilgili sağlıklı verilere uylaşmak pek olanaklı değil. Bu etkenler konusunda yeterince veri olmadığını, bu bağlamda epidemiyolojik verilerin yetersiz olduğunu, verilerin daha çok hapishanelerde yatan olgulardan edinildiği, bu nedenle genellenemeyeceğinin altını çizmek gerekir. Pedofilinin nedeni sadece eğitim eksikliğine bağlamakta doğru değil. Olgular daha derinlikli incelendiğinde onlarında erken dönemlerde şiddet ve istismara uğradıkları, kendilerinin şiddet ve istismar mağduru oldukları, aile içi sorunların yoğun olduğu, gelişim süreçlerinde aksamalar olduğu gözlenmiştir. Biyolojik, zihinsel gelişimi olumsuz yönde etkileyen etkenlerin rolü, zekâ gelişimini etkileyen süreçlerin, kafa travmalarını daha fazla olması gibi durumlar, nörogelişimsel bozuklukların fazlalığına vurgu yapılmıştır. Özellikle kendilerinin de cinsel şiddet mağduru olmaları konusu son derece önemlidir. Aslında kendilerini şiddeti üretmeleri ve çocuk istismarına 112 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 yönelmeleri kendi travmalarının bir tür yeniden yaşantılanması sürecinin bir yansımasıdır. Mağdurluksaldırganlık döngüsünde gidip gelen bir süreçtir. Yapılan araştırmalar bu durumun sıklığının yüzde 28 ile yüzde 93 değiştiği çeşitli bilimsel makalelerde aktarılmaktadır. Bunun yanında pedofili olgularında kişilik bozuklukları sıklıkla eşlik etmektedir. Depresyon, anksiyete, dürtü kontrol bozuklukları gibi çeşitli ruhsal bozukluklar eşlik etmektedir. Alkol ve madde kullanım bozuklukları yaygın olarak görülmektedir. Bunun yanında sıklıkla aile ve kişiler arası ilişkilerde çeşitli güçlükle ve çatışmalar yaşayan bireyler olduğu vurgulanmaktadır. Bizim kültürümüzde erkek evlat daha bebek iken tüm cinsel kimliği gözler önüne serilir ve aşikâr biçimde bu mahremiyet ile oynanır. Bundan nasıl etkileniyorlar? Şiddetin özgün bir davranış biçimi olarak gelişmesinde ve yeniden üretilmesinde erkek egemen toplum yapısının ve cinsiyetçi, özellikle erkek cinsiyetçi bakışın çok önemli bir rolü var. Erkek olmanın erdemli ve ayrıcalıklı bir durum olduğu vurgusunun aile bireyleri tarafından benimsenmesi, bu yönde sergilenen tutumlar bir rol modeli olarak erkek çocuğun kadına yönelik şiddeti içselleştirmesine, kanıksamasına ve meşru olarak algılanmasına büyük katkıda bulunur. Bu nedenle şiddetin sadece bir psikopatolojini yansıması olarak görülmemesi, kültürel toplumsal, ekonomik ve hatta siyasal temellerinin temel alınmasına, oradan bakılmasına vurgu yapıyoruz. Burada sorun çocuğun cimsel kimliğini görünür kılan tutumlar değildir. Sorun cinsiyetçi bir bakışın pekiştirilmesi, çocuk ve kadın bedeninin her dönemde nesneleştirilmesidir. Bu da çocuk ve kadın bedenini ticari cinsel sömürünün nesnesi kolaylaştıran bir ortam yaratır. Erkek çocuklara bu şekilde yaklaşan ebeveynler, kız çocuklarına ise sürekli saklanma ve ayıbı öğretiyorlar. Kız çocukları bunlardan nasıl etkileniyorlar? Kadın bedeni, çocukluk döneminde itibaren hep dikkatleri çekiyor. Bu konu erkek egemen kültürün ve cinsiyetçi bakışın çerçevesinde ele alınmalı, değerlendirilmeli ve tartışılmalı. Bu tartışmada muhafazakâr yorumlara yol açacak bir açıklama ile çıkmak istismarı görünmezleşerek yeniden üreten bir eğilim yaratacaktır. Çocuğun eğitiminde ve gelişiminde aile ne kadar suçludur? Suçludur kelimesi kanımca biraz sert olmuş. Bir suçlu aramaya ya da bir günah keçisi yaratmaya gerek yok. Bu çok doğru değil kanımca. Her ailenin çocuğunu şiddet üreten bir bireye dönüşmesinde sorumlulukları var. Ama tek neden olarak onları görmek gerçekçi değil. Bu durum aileden aileye de değişiklik gösterecektir. Gelişimsel süreçteki tutumlar, çocukla girilen sağlıklı ve tutarlı ilişkiler, sağlıklı bağlanma, iyi rol model özellikleri, örseleyici olmayan sabırlı ve hoşgörülü tutumların sergilenmesi, çocuğun her dönemde bir birey olarak algılanması ve aile içinde eşitlikçi ve paylaşımcı bir ilişkinin sürdürülmesi, uygun iletişim becerilerinin ve problem çözme yöntemlerini kullanılması bu sorunları en aza indirecektir. Erken gelişim dönemlerinde nyaşana örseleyici deneyimler, kayıplar, ayrılıklar her zaman ailenin denetiminde değildir ya da ailenin tercih ettiği durumlar değildir. Bu da akılda tutulmalıdır. Pedofili nasıl ortaya çıkar? Nedenlerini ve nasıl oluştuğunu aslında önceki sorularda yeterince vurguladığımı düşünüyorum. Pedofili doğrudan cinsel şiddet ve istismar olarak ortaya çıkabileceği gibi çocuk pornografisi olarak ta görülebilir. Cinsel yönden erkeklere, kadınlara ya da her iki cinse de ilgi duyan örnekler görülebilir. Bir kısmı ensestle sınırlıdır. Bir kısmı internet ortamında sanal dünya da görünür olur. Özellikle son yıllarda internet dünyası pedofili olguların kendini sergilediği yeni bir mecra olmuştur. Çocuk pornografisi yanında çocuklarla temas kurmanın, onları istismar döngüsüne çekmenin bir aracı olarak etkin biçimde kullanılmaktadır. Pedofili, adli psikoloji ve psikiyatrinin başlıca ilgilendiği rahatsızlıkların başında. Tecavüz vakalarında sizce pedofili ne kadar bir suç, ne kadar bir hastalık? Bizim kültürümüzün bir farkı da bizde bebek ve çocuklar kız-erkek ayrımı yapmadan kucaktan kucağa sevilirler. Bu bizim için normaldir. Fakat bazı ülkelerde birinin çocuğunu böyle severseniz ‘sapık’ damgası alabilirsiniz. Onlar mı doğruyu yapıyor? Yoksa biz mi? İstismarın nerede başladığı ve nerede bittiği konusu tüm dünya ölçeğinde yoğun olarak tartışılıyor. Farklı ülkelerde farklı refleksler var. Öyle ki iki küçük çocuğun cinsel araştırıcılığı ve merakı kamuoyunu günlerce işgal eden istismar davalarına dönebiliyor. Bir çocuğu sevmenin yolu onu sürekli okşamak, öpmek vs. değildir. Çocukların bu tutumlardan hoşlandığı, herkes tarafından aynı biçimde ve düzeyde sevilmekten hoşlandığını sanmıyorum. Onları sevmenin yolları her dönemde ve her düz3eyde onları birey olarak görmek, duygu, davranış ve seçimlerini önemsemek, güven verici, temel güvenlik duygusunu geliştiren ve sınırlarını koruyan tutarlı bir temasın sürdürülmesidir. Pedofililerin yüzde 95’i heteroseksüeldir ve yüzde 50’si olay sırasında aşırı alkollüdürler’ Bu bir uzman görüşü. Peki sizce alkol pedofilileri rahatlatıyor mu? Yoksa yaptıklarından utanma ve unutma istemi mi etkili oluyor? Alkol ve maddeye yönelme eşlik eden kişilik bozukluklarının bir yansıması olabileceği gibi bireyin bu dürtülerin yarattığı kaygıyla başa çıkmak için kullandığı bir kendini iyileştirme çabasının ürünü de olabilir. Bunun yanında, sıklıkla plan yapan, mağdur edeceği kişileri sürekli izleyen bir birey, bu eylemin kolaylaştırmak için de alkol ve maddenin rahatlatıcı, cesaret verici, süper egonun engelleyici gücünü kıran etkisini kullanabilmektedir. Pedofili, şiddet davranışlı üreterek görünür olduğu ve eyleme döküldüğü andan itibaren suç tanımının kapsamına girer. Pedofili daha önce vurguladığım gibi klinik bir durum, bir tanı kategorisi, bir cinsel sapmadır. Ancak eyleme döküldükten sora suç olmaktadır. Bu tür bir eğilimi eyleme dökülmeden suç olarak görmek doğru değil. Tedavi edilmesi gereken klinik bir durum olarak görmek gerekir. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 113 Hayvan dostlukları /// Hayvan dostluğu sorunsuz, kişilikli, sorumluluk sahibi, kendisi ile barışık çocuklar yaratır. Çocuklarımızın psikolojik gelişiminde en büyük pozitif etki hayvanlarla birlikte yaşamakla oluşur. HAYVAN DOSTLARI A. KUTLU DAYIOĞLU Veteriner Hekim Ankara Ünv. Veteriner Fakültesi mezunu ve 18 senedir özel pet kliniğinde çalışmaktadır. Şu anda da kliniklerinde köpeklerin ve kedilerin alt alta üst üste oynadıkları, kumru seslerine kanaryaların ötüşünün karıştığı bir ortamda mesleklerini ‘’Sevgiyi paylaşarak büyütelim.’’ sloganıyla sürdürmektedirler. 114 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 /// HAY VAN H DOST LUK LARI em çocuklar hem hayvanlar karşılıksız sevgiyi biliyorlar.. Onlar tabi ki aynı değiller, bambaşka dünyaları ve yaratılışları var ama aynı olan tarafları sevgiyi biliyorlar ve yaşıyorlar. Bir çocuğa sorun, bir yavru kedi hakkında ne düşünüyor diye!? Benim oğlum daha 4 yaşındayken evdeki kedimiz Moly için ‘’O benim arkadaşım’’ diyordu. Şimdi ise köpeğimiz Nanook ve Pörty için söylüyor aynısını… Valla biz öğretmedik. O öyle biliyor, öyle istiyor, öyle hissediyor. Bazen onları kucağına alıp okşuyor, öpüyor, seviyor. Bazen de yaramazlığı tutuyor hayvanı sıkıştırıyor, mıncıklıyor. Ama kedi onu asla tırmalamıyor, köpekler ısırmıyor. Onlar da biliyor, söyleyemiyorlar ama onlar da oğlum Ege için kendi kedi-köpek lisanları ile tırmalamayarak, ısırmayarak ‘’ O benim dostum’’ diyorlar. Hep böyle değil midir onların dostluğu; Ufacık çocuklar kocaman çoban köpeklerinin üstüne çıkar, kulaklarını çekiştirir ama o kocaman hayvancık onun çocuk olduğunu bilir, sabreder, asla onu ısırmaz, çok rahatsız olursa kalkar uzaklaşır. Tabi eğer insanlar tarafından yıllarca bağlı tutularak, eziyet edilerek çıldırtılmış, sabrı tükenmiş zavallı bir köpek değilse! Zaten o zaman değil çocuklara, kendisine bile zarar verir. Nasıl bir düşüncedir ki bir canlıyı 4-5 aylıkken bir zincirin ucuna bağlayıp, yıllarca, yaz-kış, karda-çamurda, güneşte-sıcakta aynı yerde durmasını isterler ve bu insan dostunu bile vahşi saldırgan bir hayvan yapabilirler. Ama siz hayvanları çocuklara bırakın, onlar sevgiyi bilirler. Eğer anne babalarından ve çevrelerinden yok etmeyi, zarar vermeyi öğrenmedilerse, seyredin onların oyunlarını, birbirlerine yaklaşımlarını, seyredin de örnek alın dostluklarını! Artık anne babalar çocuklarının hayvanla beraber yaşama isteklerini engelleyemiyorlar. Aslında anne babalar da istiyor hayvanların dostluğunu biliyorum. Hepiniz seviyorsunuz bir kanaryanın ötüşünü, bir köpeğin neşeli soluyan dilini, bir kedinin keyifli mırıltısını; Ama sizler kendinizden uzaklaşıp, günün sıkıntılarından bu dostluklara vaktiniz kalmadığını düşünüyorsunuz. Zaten yoğun olan yaşamımızda hayvanlara yer yok sanıyorsunuz. Ama onlar tüm hevesleri ve neşeleri ile sizleri bekliyorlar. Sokaklarda, bahçelerde, evlerde, yeni dostluklar, yeni paylaşımlar için. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 115 Çocuğumuz kaç yaşındayken evimize hayvan almalıyız? Çocukların hayvanlarla birlikte büyümesinin ileriki yaşlarında onlara sağlayacağı yararlar artık tüm psikologlar tarafından kabul görmektedir. Hayvanlarla birlikte yaşamında sevgiyi, sorumluk duygusunu, arkadaşlığı öğrenebilen çocuklar yetişkinliklerinde de daha başarılı, insanlarla daha kolay anlaşabilen ve problemsiz kişiler olmaktadırlar. Bu gerçeği kabul ettikten sonra önemli bir soruyu cevaplamamız ve karar vermemiz gerekmektedir: Çocuklarımızın hayatına bir hayvanı, mesela bir köpeği veya bir kediyi hangi yaşlarda dâhil etmeliyiz? Bu güzel dostluğun başlangıcı için doğru olan iki ayrı seçeneğiniz var: 1. seçenek: Evde zaten kedi veya köpek varken bir bebeğinizin olması ve hayvanlarla beraber, onları yavaş yavaş tanıyarak büyümesidir. Hayvan olan bir evde büyüyen çocuklar hayvanlarla yavaş yavaş tanıştıkları için asla onlara zarar vermezler ve hayvanlarda yeni bir bebeği düşünemeyeceğiniz kadar çabuk ve güzelce kabullenir ve hatta sahip çıkarlar. 2. seçenek: Çocuğun en azından 11–12 yaşına gelmesini beklemektir. Bu yaşların arasında kalan dönemde çocuk hayvanları tam algılayamaz ve oyuncak gibi görür. Zaten bir sürü ses çıkaran tüylü oyuncağı vardır. Obje olarak onları da oyuncak gibi algıladığı için köpek veya kedi yavrusuna da zarar verebilir. En iyi ihtimalle zarar vermese bile sürekli peşinde koşturup, mıncıklayıp, sıkıştırır ve çoğu zamanda canını yakar. Bebek ve köpek İlk karşılaşma ve doğru davranışlar D aha önce sizlere çocuğunuz olmadan önce bir köpek veya kedi almanın en iyi seçenek olduğunu anlatmıştım. Evde bir hayvan varken doğan çocuklar hem hayvanın ona alışması hem de çocuğun hayvanla bağlantı kurabilmesi için daha avantajlıdır. Bu konu içinde daha çok köpek üzerinde duracağım. Çünkü köpekler çok daha fazla kendileriyle ilgilenilmesini isteyen ve sevgi bekleyen canlılardır. Bebeğinizin doğacağı günde dâhil olmak üzere köpeğinizle birlikte geçirdiğiniz, gezdirme, oyun vb zamanları aksatmamalısınız. Böylece köpeğiniz sizin yeni gelen bebekle birlikte onu artık sevmediğinizi düşünmeyecek ve bebeğe karşı kıskançlık veya benzer duygular hissetmeyecektir. Vurgulamam gereken önemli bir konuda köpeklerin kıskançlık sonucu asla bebeklere veya çocuklara zarar verme ihtimalleri olmadığıdır. Sadece bir önce doğan çocuğunuzun yaptığı gibi üzülür kendilerini yalnız hissedebilir ve dikkat çekmeye çalışırlar. Onları anlamalı ve haksızlık etmemelisiniz. Empati kurmak dediğimiz karşındaki canlıyı anlamak ve ona doğru davranmayı da kapsıyor. Bebeğinizin eve ilk geldiği gün köpeğinizi aşırı şımartmadıysanız anneyi ve bebeği rahatsız etmemek için dikkat ettiğini fark edeceksiniz. Çünkü doğal içgüdüleri doğum yapan bir dişinin yakınına yaklaşmaması gerektiğini söyler. Normal sürüsü içinde bir dişi doğum yaparsa diğer bireyler mümkün olduğunca telaşlı, yavrularını koruma eğiliminde olan anneyi yalnız bırakırlar. Sizin köpeğinizde benzer bir anlayış ve saygı ile anne ve bebeğin bulunduğu alanlara girmemeye çalışacaktır. Bebeğinizin büyüme sürecinde de köpeğinizin gezdirme sürelerini kısaltmak yerine biraz daha artırırsanız köpeğiniz kendisine ait zamanların olduğunu bilecek ve diğer zamanlarda sizin üzerinize düşmeyecektir. Bebekler 5-8 aylık olduklarında emeklemeye başlarlar ve evde köpeğinizle bağlantısını biraz daha artırma zamanı gelmiştir. 116 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 DOST Y Küçük dokunuşlar avaş yavaş bebeğin olduğu ortamlara köpeğinizi de almaya başlayın ve küçük dokunuşlara izin vermeye başlayarak birbirleri ile tanıştırın. Bu arada köpeğinizin huyunu iyi tartın ve bebeğin onun canını acıtması durumunda kendini korumayacağından emin olun. Tabi bebeğin köpeğinizin canını yakmasına da engel olun. Bebek büyüdükçe özellikle ayağa kalkıp yürümeye başlayınca köpekle ile çok daha doğru ilişkiyi kurabilecektir. Özellikle küçük köpekler bazen bebeklere ve çocuklara karşı daha az toleranslıdır ve büyük köpeklerde hareketlerini ayarlayamayabilirler veya cüsselerinin farkında olmadan sert hareketler yapabilirler. Bütün bu kontaklar sırasında her zaman kontrolü elde tutmalı ve riskler yaratmamalısınız. Tüm bebek, çocuk ilişkisinde yanlış eğitilmiş veya ihmal edilmiş veya aşırı şımartılmış köpekler dışındaki hiçbir köpek asla bir bebeğe veya çocuğa bilerek zarar vermek istemez. Çocuğunuz hayvanlardan korkuyorsa, şehir yaşamı yüzünden hayvanlarla tanışmamış olma ihtimali fazladır. Bizler ve bizden önce de babalarımız ve dedelerimiz, şimdiki çocuklara göre daha şanslıydık. Her geçen yıl biraz daha artan modernleşme adı altında bizler ve çocuklarımız doğadan dolayısıyla hayvanlardan kopmaktalar. Hayvanı hiç tanımadan büyüyen bir çocukta eğer annesi ve babası hayvan sevgisi konusunda bir çaba göstermiyorsa haklı olarak onlardan korkma ihtimali fazladır. Bu dünyayı hayvanlar ve bitkilerle paylaşıyoruz. Lütfen çocuklarınızı onlara yabancı büyütmeyin. Unutmayın ki bir köpek, kedi, guineapig ya da en azından akvaryum veya kuş ile olan dostluk, çocuğunuzun ilerde yaşayacağı bilgisayar bağımlılığı veya başka bir kötü alışanlığının oluşmasını engelleyebilecektir. Geç olmadan çocuklarınızın hayvanları tanımalarının ve dolayısıyla onlardan korkmaları için hiçbir neden olmadığını anlatmanın yolunu bulmalısınız. Çocuğunuz bir hayvan isteyince ona kızmayın, panik yapmayın, şaşırmayın. Bu onların en doğal isteği; Onlar sizin görmediğinizi görüyorlar, hissediyorlar. Zaten yaşamlarında olan ama uzaklaştırılmış hayvan dostlarını tekrar yanlarına istiyorlar. Onları ayırmayın, bir araya gelmelerini sağlayın ve o zaman dostluğu, karşılıksız sevgiyi görün..... PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 117 TEMELLERE DÖNMEK Sağlıklı alışkanlıklar sağlıklı ışıldayan bir ciltte yansır. Fantezi ürünlere bir sürü para yatırmadan önce basit şeyleri deneyelim. Güzellik uykunuzu alın: Uyku sırasın da vücudumuz büyüme hormonu, kalogen ve yani cilt hücrelerinin üretimini sitimüle eden diğer cilt büyüme faktörleri salgılar. Kronik uyku eksikliği ücretini cildinize ödetebilir. Sigara: Son araştırmaların sonuçları der ki; sigara içenler içmeyenlere oranla 5 yıl yaşlı görünmeye eğilimlidir. Sigara içenlerin gözlerini dumandan sakınmak için sürekli kısmaları yüz kırışıklarının ilerlemesine yardımcı olur. Su: Eğer yeterince sıvı almazsanız vücudunuz sıvıyı hücrelerinden çekerek onları susuz bırakacaktır. Susuz kalmış cilt hücreleri kurumaya, kırışmaya daha eğilimlidir. Günde 8-10 bardak su veya 1-2 bardak meyve suyu. Meyve suyu kalori doludur unutmayın. Egzersiz: Ilımlı miktarda egzersiz gerilimi yok edebilir, stres ise yüzünüze yıllar eder. Gerilim dolu yirmi yaşında birini alnındaki ‘endişe çizgileri’ onun kırk yaşında formda ve gevşemiş birinden daha y6aşlı görünmesine yol açar. Normal kilonuzu koruma: Sabit kilo dediğimiz burada önemli olan değişen kilolarının cildin esnekliğini kaybetmesi ve sarkmaları oluşması demektir. koruyucu yoktur. Daha çok aktif maddelerin cildin üstünde kalır ve emilmez. En güzel koruyucular Alovera veya yosunun doğal içeriğini taşıyanlardır. Günümüzde makyaj ürünleri ve kremler SPF faktörü taşımaktadır. Gün boyu SPF içerikli bir fondöten cildinizi güvenle korur. Güneş gözlükleri: Göz çevresindeki ‘ kazayağı ‘ denilen erken yaşlanan bölgeyi korumaya çok yardımcıdır. Ayrıca katarakt ‘ denilen görme kusuru yaratan hastalığı da önleyicidir. Kuru cilt: En başlı derdi yaşlı görünümün sebebidir. Kaybolan nemi yerine koyamazsınız; ama nemi içeride tutmaya yarayacak önerilerim şunlardır; cilde koruyucu tabaka sağlayarak nemi kilitleyen yağ olan sebumda azalma kuru cilt sonucu verir. Cilt bakım ürünleri için verilen bazı ilanların sizi inandırdığı gibi cildin yüzeyinde su kaybını azaltan ürünleri kullanarak vücudunuzun kendi koruyucu mührünü destekleyebilirsiniz. Nemi cilde hapseden kremleri tercih etmelisiniz. • Sert sabunları kullanmayın. • Sıcak su ile banyo yapamayın. • Kuru ısı ortamları cildinizdeki nemi alır. Kuruluğu azaltıcı oda içi hava nemlendirme kullanın. • Şiddetli kuru ciltliler günde 3 kez keten tohumu yağı kapsülü almayı deneyin. Bunlar cildinizin erken yaşlanma sigortasıdır. Nazik davranın: Cildinizi çekiştirmeyin. İçten dışa güzellikte; GÜZELLİK NEŞE ARIÇ C Güzellik Uzmanı ve Eğitmeni ilt hücrelerden oluşur ve hücreler gelişmek için tam beslenmeye ihtiyaç duyarlar. Bol meyve, sebze ve lifin bulunduğu dikkatli bir diyet, vücudumuzun iyi çalışmasını sürdürmenize ve cildinizin, formunun en üst düzeyinde tutmanıza yardımcı olur. Ek olarak çalışmalar düşük yağlı bir diyetin (kalorilerinizin %20’ den fazlasının yağdan gelmemesi) en yaygın kanser türü olan non melonoma cilt kanserine yol açabilen kanser öncesi cilt lezyonlarını (actinic keratoses) gelişme riskini düşürdüğünü göstermiştir. Vitaminler ve diğer tamamlayıcılar da yardımcı olabilir. 118 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 Pamuk ile temizleyin, havlu ile pat pat kurulayın, çekiştirmeyin. Sert havlular cildin türüne göre kaba gelebilir. Kuru ciltli insanlar temizleyicilerini çok dikkatli seçmelidir. Kuru ciltli insanlar ( aşındırıcı ) temizlemelerden sakınmalıdır. Güneşten korunma: UV ışınları cildiniz için bir numaralı halk düşmanıdır. Amerikan Kanser Derneği ‘ ne göre her yıl çoğunluğu güneşe bağlı yaklaşık 700 bin yeni cilt kanseri tanısı konmaktadır. Çoğu cilt kanseri ciddi değilse de 32 bin kişide potansiyel olarak ölümcül olan habis melanom gelişmektedir. Güneşe maruz kalmak yaşlanma sürecini de hızlandırır. Gerçekte dermatologlar, yaşlanmaya eşlik eden cilt hasarlarının %80’ini güneşe maruz kalmaya bağlamaktadır. İnsanlara güneş kadar tehlikeli olabilecek şekilde günlerini kapalı yerlerde geçirmelerini söylemiyorum. Koruyucu kullanın: En iyi koruyucu olan; UV ışınlarını emdiği kadar yansıtan, geniş spektrumlu bir koruyucu kullanın. Örn: Bazı koruyucuların UV ışığını ciltten yansıtan bir kimyasal olan ‘ titanium dioxide ‘ içerdiği ve sıklıkla kimyasalsız koruyucu oldukları belirtilir. Gerçekte kimyasal olmayan PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 119 Güzelliğin Sırrı Beslenmemizde Gizli Beslenme ve güzellik ilişkili midir? Beslenme bütün sağlık kriterlerini etkileyen en önemli faktördür. Doğru ve vücudun ihtiyaçlarına cevap verebilen bir beslenme şekli cildimizin güzelliğini de olumlu yönde etkilemektedir. Cildimizin güzelliğini neler etkiler? GÜZELLİK ANDAÇ YEŞİLYURT Beslenme ve Diyet Uzmanı Başkent Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümünden mezun olan Andaç Yeşilyurt aynı zamanda Harvard Medical School da obezite ve kilo kontrolüyle ilgili çalışmalara katılmıştır. İzmir’de kendi ofisinde Beslenme Danışmanlığı yapmaktadır. C ilt güzelliğimizi etkileyen en önemli faktörler arasında, beslenme, güneş ışınları, stres, sigara kullanımı, hava kirliliği, ozon gazının etkisi, elektromanyetik dalgalar yer alır, bunlar vücuttaki oksidatif stresi ve deride ki inflamasyonu arttırır. Bu durum zamanla zararlı enzimleri arttırarak kolojen yapıda bozulmalara neden olur ve sonuç olarak hızlı yaşlanma, pürüzsüz görüntüsünü kaybetmiş ve kırışıklıkların arttığı bir cilt ortaya çıkar. Ancak beslenme ve yaşam şekli değişikliği ile bu süreç yavaşlatılarak uzun yıllar daha dinç ve genç bir cilde sahip olmak mümkündür. 120 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 Yaşlanmayı yavaşlatmak için nelere dikkat etmemiz lazım? B u süreci yavaşlatabilmek için öncelikle vücudumuzu doğru anlayıp yaşam şartlarımıza göre ihtiyaçlarını karşılayabilmeliyiz. Örneğin su tüketimi; artık günümüzde su içmeyi çok ihmal eder hale geldik. Bu da zamanla vücudumuzdaki sıvı oranının azalmasına neden oluyor, diğer bir tabirle kuruyoruz. Kurutulmuş bir meyve ile tazesini yan yana koyarsanız ne demek istediğimi çok daha iyi anlarsınız. Bebekler ilk doğduklarında vücutlarındaki su oranı %70 civarındadır ancak yaşla beraber vücudumuzda bu oran %50’lerin bile altına düşmektedir. Özetle vücudumuzdaki su oranını ne kadar yüksek tutabilirsek gençliğimize o kadar yakınız demektir. Sadece su tüketimini arttırmak yeterli olur mu bu süreci yavaşlatmak için? E lbette ki sadece doğru miktarda su tüketmek yeterli değildir. Cildimizi besleyecek, koruyacak ve onaracak elemanlara ihtiyacımız var. Domates, havuç, biber gibi kırmızı ve turuncu renkli sebzelerin, yüksek oranda laykopen ve karotenoid içeriğinden dolayı cildi koruyucu etkisi yüksektir. Özellikle yaz meyvelerinin kırışıklıklara karşı ve güneş ışınlarına karşı koruyucu etkileri hem sıvı oranlarından hem de içeriklerinden dolayı daha da yüksektir bu da doğanın bedenimizin ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik ürünler verdiğini göstermektedir. Bazı araştırmalarda ise C vitaminin, kırışıkların önlenmesinde etkili olduğunu ortaya koymuştur. Kolojenin yapısında C vitaminin çok önemli bir rolü olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu sonuç oldukça mantıklı. Koyu yeşil yapraklı sebzelerin koruyucu etkileri de yüksektir. Yapılan bir araştırmada vejetaryenlerin daha az kırışıklık sahibi olduğu gösterilmiştir. Bunun nedeninin elbette ki vejetaryenliğin doğru beslenme şekli olmasından değil onların çok miktarda sebze ve meyve tükettiklerinden kaynaklandığını unutmamak lazım. Yağlar cilde zarar verir mi? C ildin korunması için belirli miktar yağa da ihtiyaç vardır, zeytinyağı gibi doymamış yağ asitleri bu konuda faydalıdır ancak yapılan birçok bilimsel araştırma omega 3 yağ asidinin cildi koruma konusunda en etkili besin olduğunu savunmaktadır. Omega 3’ün ultra viole ışınlara karşı güneş koruma faktörü olarak görev yaptığı hatta omega 3 tüketiminin cilt kanseri riskini %30 oranda azalttığı bildirilmiştir. Omega 3 için en iyi kaynakları balıklar oluşturmaktadır ancak çok fazla balık tüketemeyen bireyler için ise keten tohumu ve ceviz de iyi bir kaynak olabilir veya kapsül formu tüketilebilir. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 121 GURME ACADEMY Özellikle cilde iyi gelen belirli yiyecekler var mıdır? C ilde iyi geldiği bilinen birçok yiyecek vardır ancak bunların arasında birkaç taneden bahsetmek gerekirse, kakaonun cilde giden kan akışını ciddi oranda arttırdığı bir çok çalışmada kanıtlanmıştır. Bu etkisi cildin onarımını hızlandırmaktadır. Ama piyasada ki bütün çikolatalar bu etkiyi göstermez çünkü birçok katkı maddesi içerirler özellikle sadece kakao ve kakao yağı kullanılan çikolatalar tercih edilebilir. Paketlerin üzerinde bulunan %70 kakao içerir ibaresi dikkate alınabilir. Yeşil çayda ultraviole ışınlara karşı koruyucu etkisi olan ve cildin yapısını güçlendiren önemli bir antioksidan kaynağıdır. Cildimize özellikle zarar veren besinler var mıdır? Ş eker cilde zarar veren AGE (Advanced Glycation End Products) moleküllerinin üretimini arttırarak yaşlanmayı hızlandırmaktadır. Özellikle mısır şurubu eklenmiş şekerli içeceklerden uzak durmalıyız. İşlenmiş et ürünleri, aşırı nişasta tüketimi ve çok yağlı ürünler, kızartmalar gibi cildi hızlı yaşlandıran faktörlerdir. En iyi örnek patates cipsi hem nişasta içermekte hem de çok miktarda yüksek ısıya maruz kalmış yağ içermektedir. 122 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 Dış görüntümüzü etkileyen en önemli etken sadece cildimiz midir? G üzellikle oldukça ilişkili ancak göz önüne alınmayan önemli noktalardan bir tanesi de osteoporozdur. Yüz kemiklerindeki zaman içerisindeki erime yüzün orantısını ve dolgunluğunu bozarak daha yaşlı gösterir. Dolayısıyla dolgun ve sağlıklı kemikler de güzellik ve cildimizin duruşu için elzem önem taşımaktadır. Osteoporozu önlemek için düzenli egzersizle birlikte yeterli kalsiyum ve D vitamini vücuda sağlanmalıdır. Günlük 10 dakikalık güneş D vitamini ihtiyacımız için yeterliyken kalsiyum ihtiyacını karşılayabilmek için bol süt ve yoğurt ürünlerini tüketmeliyiz ancak çok yağlı mandıra ürünleri de cilde zarar vermektedir. Bozuk bir cildin sorumlusu neler olabilir? İ ç organlarımızın sağlığı çok önemlidir, eğer içeride yolunda gitmeyen bir şeyler varsa bu cildinize de yansıyabilir. Özellikle bağırsak sağlığı hem bağışıklık sistemi açısından hem de cildimizin güzelliği açısından çok önemli bir faktördür. Ya da sırtınızda çıkan bir sivilce karaciğer probleminin habercisi olabilir. Yine böbrek sorunları sonucu üre ve kreatin birikmesi hemen cilde olumsuz olarak yansıyabilir. Derimiz vücudumuzun dışarı yansımasıdır. Dolayısıyla sağlıklı bir vücut, güzelliğimiz için de en önemli unsurdur. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 123 RENKLER VE “ Kabul etmeliyiz ki, ışığın göze girmesiyle beyinde oluşan bir algı olan renk; genellikle gözümüzün aldığı belirli bir ışık bileşimi tarafından tetiklense de aynı zamanda psikolojik ve fizyolojik faktörlerin de etkili olduğu bir olgudur (Rossotti, 1983, s.16). . biz ” RENKLERİN PSİKOLOJİSİ AHU SİMLA DEĞERLİ G ünümüzde rengin kullanım alanı oldukça fazladır. Öyle ki yaşamımızın her karesi renklere endeksli, renklerin kontrolünde geçer. Trafik lambalarındaki renkler, önemli ve tehlikeli durumlarda kullanılan renkler, kıyafet seçimimizde etkilendiğimiz renkler ve daha sayılabilecek pek çok durumda renkler hayatımızda rol oynarlar. Renksiz bir hayat düşünülmesi bile zordur. Renksizlik direkt karanlıktır ki, karanlığın bile bizce bir rengi vardır… Bütün insanların ortak özelliği belli renklere karşı belli tepkiler vermesidir. Bu durum o kadar alışılmıştır ki farkında olmadan gerçekleşir. Çoğu kez insanlar renkler ve kendilerinde yarattığı duygular arasında bir bağlantı kuramazlar ve üzerinde düşünmezler bile. Bu tepkiler bazen fiziksel bazen de psikolojiktir. Sanat Eğitmeni Dokuz Eylül Üniversitesi, Resim-İş Öğretmenliği Bölümü’nü bitirmiştir. Ege Üniversitesi, Türk Sanatı Yüksek Lisansını tamamlamıştır. 124 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 Bazen değişir Fiziksel etkenlerde renkler insanlar üzerinde belirli etkiler oluşturur. Hem zihinde hem de vücutta değişik tepkiler meydana getirir. İnsanlar bir obje ile rengini bütün olarak algılarlar, örneğin sarı güneş, yeşil ağaç, kırmızı elma, mavi gökyüzü gibi... Psikolojik etkenlerde ise renklere nasıl tepkiler verdiğimiz, onları nasıl anladığımız, kültürel kimliğimiz ve günlük deneyimlerimizle bağlantılıdır. Parçası olduğumuz toplumda çok kültürlülük artmakta ve renkler hakkındaki anlayışımız biz fark etmeden değişmektedir. Birçok etkileşim ve değişimin yaşandığı dünyamızda renklerin insan duygularını nasıl etkilediğini anlama çabası içindeyiz. Ünlü yazar Oscar Wilde’a “En favori renginiz hangisidir?” diye sorulduğunda, Oscar Wilde’ın cevabı “bazen değişir” olmuştur… Peki bu “bazen değişen” renkler bizlere neyi anlatmak isterler? Kırmızı Turkuaz Fiziksel gücün, hareketin, canlılığın rengidir. Başlangıçları teşvik eder. Çalışmaya şevk verir, tembelliğin karşıtıdır. İhtirasın ve cinsel aşkın temsilcisidir. Olumsuzluğu kabalık, duyarsızlık olarak ortaya çıkar. Kızgınlığa ve saldırganlığa yol açar. Üst düzeydeki bir değişimin ve dönüşümün simgesidir. Açık fikirli, yardımsever ve gururludur. Dikkati ayakta tutar. Kendini ifadeye yardımcıdır. Olumsuzluğu yaşamdan korkma ve çekingenlik olarak ortaya çıkar. Duygusal ve zihinsel soyutlanma isteği de bir başka olumsuz etkisidir. Turuncu Mavi Turuncu, güç ve dayanıklılığın rengidir. Ayrıca sıcaklığı, ateşi ve telaşı simgeler. Neşenin ve bilgeliğin de sembolü olan turuncunun, insanlardaki sosyalleşme duygularını faaliyete geçirdiğini ifade eden uzmanlar, bu rengin aşırı kullanımının sinir sistemini olumsuz yönde etkilediğini vurguluyorlar. Uzmanlar, bu sebeple turuncuyu, yeşil ve mavinin tonlarıyla birlikte kullanmak gerektiğine dikkat çekiyorlar. Kırmızı gibi dışa dönük ve heyecan vericidir, ancak ondan daha yapıcıdır. Sağlık, canlılık, yaratıcılık, güven, cesaret ve iletişim turuncunun özellikleridir. Mutluluk vericidir. Olumsuzluğu ezici olma ve üstün gelme isteği şeklinde ortaya çıkar. Bazen de gösteriş meraklısı bir karakter şeklinde kendini gösterir. Ruhsal dünyanın ve derin tutkuların ifadesidir. Sakinliği, güven ve sadakati temsil eder. Yeteneğin, güzelliğin ve sorumluluğun rengidir. Mavi barışı, sevgiyi ve şifayı sunar. Umut, inanç ve özgürlük duyguları aşılar. Olumsuzluğu, sürekli arayış içinde olmak şeklinde görünür. Güvensizlik, hayalperestlik, aşırı duygusallık olumsuz etkileridir. Tekdüzeliğe ve tembelliğe de sürükleyebilir. Sarı Parlak, neşeli ve sevecendir. Umut aşılar. Alçakgönüllüğü, bilgiyi ve bilgeliği simgeler. İlham vericidir. Olumsuzluğu iki yüzlülük, aldatmaya eğilim şeklinde ortaya çıkabilir. Zihinsel karışıklığa da yol açabilir. Yeşil Doğanın simgesi olan yeşil, yaşama umudunu simgeler. Koyu yeşil renk haset, kıskançlık ve batıl inanç anlamlarını taşırken açık yeşil, yeni bir yaşamın, enerjinin ve bereketin rengidir, paylaşımın, işbirliğinin, uyumun ve cömertliğin rengidir. Yatıştırır, güven ve huzur verir. Özgürlük doğal enerjisidir. Yeşil, yaşamın, yenilenmenin ve evrimin rengidir. Olumsuzluğu umursamazlık, kıskançlık, şüphe ve bencillik olarak ortaya çıkar. Güvensizlik ve tembellik de istenmeyen etkileridir Mor Asaleti, itibarı ve kendine güveni temsil eder. Özerklik ve bütünleniş yükselen özellikleridir. Ruhsal enerji ve sezgilerin rengidir. Yaratıcılık, hoşgörü ve düşünce gücü mor renk ile ilişkilidir. Olumsuz özellikleri unutkanlık ve sabırsızlık şeklinde ortaya çıkar. Yanlış kullanımı sonucunda kavgaya eğilimli, saygısız bir karakter yapısı görülür. Küstahça bir gurur ortaya çıkabilir. Karakter bütünlüğünün kaybına ve kişiliğin çözülmesine yol açabilir de. Tamamlayıcı rengi sarıdır. Magenta Tüm renklerin en zarifi kabul edilir. İdealizmi temsil eder ve saygı, minnettarlık ve sadakat kavramlarıyla bağlantılıdır. Enerjisi anlayış ve olgunluğu getirir. İnsanlar arasında ayrım gözetmeyen bir yöneticilik anlayışı verir. Yumuşak, sıcak ve koruyucudur. Sevginin, şefkatin ifadesidir. Olumsuz yönleri üstünlük kurma isteği, egemen olma arzusu şeklinde belirebilir. Anlamsız gurura yol açabilir. Yanlış kullanımı sonucunda kendine güvensizlik duyguları ortaya çıkabilir. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 125 BULMACA Beyaz, Siyah diğerleri ve Beyaz tüm ışık tayfını bünyesinde toplamıştır. Enerji sistemini dengeler, temizler. Yaratıcılık duygularını açığa çıkarır ve geliştirir. Birlikte kullanıldığı diğer renklerin güçlerini arttırır. Siyah, gri ve kahverengi gökkuşağında ve renk çarkında bulunmazlar. Son derece yoğun ve ağır enerjileri vardır. Doğru zamanda kullanıldıklarında etkileri olumludur. Siyahın aşırılıkları dengeleyici özelliği vardır, ancak tek renk olarak kullanılmaması iyi olur. Kahverengi sosyal dengeyi ve toplum içinde rahatlığı sağlar. Zihin üzerinde etkilidir. Renk sinyalleri üzerinde yapılan araştırmalar ikna edici sonuçlara ulaşmışlardır. 5000 den fazla insan test edilmiş ve renkler üzerinde ki tepkileri analiz edilmiştir. İçgüdüsel olarak bazı renkler bazı kavramlar ile birleştirilmektedir. Örneğin romantik bir renk düşünmemiz istenirse çok yüksek ihtimalle kırmızı ya da pembe aklımıza gelecektir. Sıcak ya da canlı renkler düşünmeniz istenirse sarı aklımıza gelecek renkler arasındadır. İnternetteki mesaj forumlarında kullanılan surat şekillerinin çoğunun sarı olması bir rastlantı değildir… (Çağan, 2005, s:102-125) 126 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 İlginç hazine Renk, insanoğlunun uzun yıllardır incelediği evrensel ve gizemli bir konudur. Renk göz ve beyin koordinasyonuyla algıladığımız, beynimizdeki imgeler, anılar, bilgiler doğrultusunda anlamlandırdığımız kavramdır. Renk kimine sıradan bir anlam ifade ederken kimini başka dünyalara sürükler. Anlaşılması zor ama bir o kadar da ilginç bir hazinedir… PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 127 128 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 129 YORUM BİZDEN OKUYUCULARIN CEVAPLARI Didem Doğantekin Psychoacademy Magazine Psikoloğu Üniversitede okuyoruz. En büyük ablam öğretmen. Erkek kardeşimizle çok büyük sorunlarımız var. Bize karşı çok agresif bir ara sigaraya başladı ve biz onu vazgeçirmek için şiddete de başvurduk maalesef ama sonra aramızı düzelttik. Eskisi gibi olmaya çalıştık. Biz kardeşimize aslında çok düşkünüz ama son bir senedir ona ulaşamıyoruz. Sürekli ne dersek tersini yapıyor ders çalışmıyor ne yapacağımızı bilemiyoruz. Çok fazla dışarıda vakit geçiriyor ona yasaklamalar getiriyoruz. Sadece bir kaç gün uyuyor sonra yine bildiğini yapıyor. Ne yapalım lütfen yardım edin? Neşe Gurbet Dağcı isimli bir okurumuzdan gelen soruyu sizlerle paylaştık. Uzmanlarımızın bu soruya verdiği cevap ise şöyle: Öfkelerini anlayın İletişimde kalın Ergen sayılacak yaştaki çocuğunuz duygu yüklü olduğu zaman ‘öfkeli/kızgın olduğunu anlayabiliyorum’ deyip 10 dakika kendisinden uzaklaşmalısınız. Kendinizi onun yerine koymaya çalışmalısınız. O yaştayken öfkelerinizin kızgınlıklarınızın ne kadar güçlü olduğunu ve ne şekilde yaşadığınızı hatırlıyor musunuz? Şu an onların nedenlerini görmezden gelip ergenliğin verdiği bilmezlikle bu şekilde davrandıklarını var saymak kolaydır. Onları susturmak yerine asıl sorunun ne olduğunu bulmak için çocuğunuzu karşınıza alıp neler olup bittiğini bütün ciddiyetinizle ondan dinlemeniz gerekmektedir. Araya espriler katmamaya özen göstermelisiniz. Şakalaşma yoluyla sorununu anlatmasını sağlamak onu ciddiye almadığınız izlenimini verebilir. Çocuğunuzla aranızdaki bağı kuvvetlendirmenin en kolay yollarından biri sadece sizin ve onun yalnız olduğunuz zamanlar geçirmektir. Bir başarıyı kutlamak için dışarı çıkmak veya evde özel bir kutlama hazırlamak hem çocuğunuza değer verdiğinizi gösterir hem de ilişkinizi kuvvetlendirir. Kutlamalar için başarı elde edilmesini beklemeye de gerek yoktur. Sadece size özel bir gelenek oluşturarak belirli zamanlarda yapacağınız özel yemekler, gidilecek özel yerler de ilişkinizi bütünleyici hale getirecek ve ilerde güzel anılar olarak kalacaktır. Bu tür paylaşımların dışında çocuğunuza onu anladığınıza dair cümleler kurmalı ve şu an yaşadığı zor durumlar ona her ne kadar boğucu görünse de zamanla hepsinin çözüme ulaşacağını belirtmelisiniz. Bu şekilde ergen oluşlarının yarattığı sıkıntıların hafifleyeceğini anlar ve aranızdaki güven bağı da daha güçlü hale gelmeye başlar. 130 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 Her yaptıklarından hoşlanmak zorunda değilsiniz? Bazı ebeveynler çocukları için ideal aile profili çizmek uğruna ve çocuklarıyla arkadaş gibi geçinerek farklılık yaratmak ve rahatlık sağlamak adına aradaki sınırı tutturamaz duruma gelmektedirler. Çocukların hata yapmaya yönelik deneyimlerini bile anlayışla karşılayıp bir süre sonra anne/baba ve çocuk ilişkisinin olması gereken kalıptan çıkmasına sebep olabilirler. Örneğin erken yaşta bilinçsizce başlanabilecek olan alkolü görmezden gelmek hatta sınırı koyamayıp yanlarında alkol alınmasına izin veren aileler ilerde daha büyük bir hata yapabilecek çocukları tarafından karşı çıktıklarında dinlenilmeyecek boyuta ulaşabilirler. Çocuk anne/baba rolünün ne olduğunu bilmeden sadece ailenin arkadaşlık boyutuyla büyüyeceğinden laf dinlemez ve kendini fazla özgür hissederek hesap verecek kimsenin olmayışı rahatlığıyla büyüyebilir. Aradaki sınırı çizmek için ‘bana her şeyi anlatma rahatlığını hissetmen için arkadaşınım, fakat benim de kurallarım var ve yeri geldiğinde bunlara uymalısın’ düşüncesini çocuğunuza belirtmelisiniz. Çocuklarla pazarlık yapmak Dizginler yumuşatılsa da pazarlık düzeyinin bozulmaması gerekmektedir. Çocuğa sağlanacak özgürlükler kendisini bulması açısından verilmesi gereken geliştirici olanaklardır. Çocukların istediği her şeye izin vermek sorun çıkaracağı gibi fazla baskı da özgürlük kısıtlayıcı olduğundan büyük sorunlara yol açmaktadır. Örneğin çocuğunuzun hafta sonu arkadaşlarıyla dışarı çıkmasına belirttiğiniz kurallar çerçevesinde izin vermeniz gerektiği gibi, okul zamanlarında hafta içi bu tür durumları hoş karşılamayacağınızı da belirtmelisiniz. Kendisini her şeyden yoksun hisseden çocuk bir süre sonra ailesine karşı gelmeye başlar çünkü yaşı gereği özgürlük istekleri ön plana çıkar. Bunun sınırını sağlamak adına işin altın kuralı ne çok özgürlük ne de çok baskı olmalıdır. Çağa ayak uydurmaya çalışın Teknoloji çağının getirdikleri bilindiği üzere çocuklar ve aileler arasındaki köprünün uzamasına sebep olan bir durumdur. Sosyal ağlar yoluyla etrafındakilerle sürekli iletişim halinde olan çocuklara ‘seninle konuşmamız lazım’ demek kendileri için eski moda görünebilir. Onlarla uyum sağlamak adına kullandıkları iletişim yollarını tanımaya çalışabilirsiniz. Örneğin yemeğe gelmesi için içeriden seslendiğiniz çocuğunuzun telefonuna mesaj göndermeniz direk sonuç verecek hale gelmiştir. İletişimi teknolojik yollarla öğrenen ve bu şekilde gelişen çocuklar, sizin de bu tarz iletişim yollarını kullandığınızı gördüklerinde önce gülümser sonrasında da sizin geri kalmadığınızı düşünerek kendisini size daha yakın hissetmeye başlar. Tabii ki bu demek değildir ki çocuğunuzu karşınıza alıp konuşmamalısınız. Her şeyde olduğu gibi bunda da arayı bularak yeri geldiğinde yüz yüze yapmanız gereken iletişimi yer geldiğinde onların çağına ayak uydurarak yapmalısınız. Böylece hem aranızdaki diyalogun geliştiğini göreceksiniz hem de arkadaş/ebeveyn sınırlamasını kolaylaştırmış olacaksınız. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 131 Merhaba, 9 yaşında bir oğlum var. Tek çocuğumuz olduğundan dolayı üzerine fazla düştüğümüz söylenebilir. Okul arkadaşlarıyla olan ilişkilerinden dolayı şikâyet alıyoruz. Tek çocuk olduğu için diğerleriyle nasıl anlaşacağını bilmediğini düşündüğümüzden fazla ciddiye almamıştık. Okulda arkadaşlarına saldırgan tavırlar sergilediğini öğrendik. Son zamanlarda evde bize karşı da saldırgan tavırlar sergiliyor. İyi de davrandık, ceza vermeyi de denedik. Sonuç alamadık. Ders çalışmayı reddediyor, sürekli bilgisayarda oyun oynamak istiyor. Her ne kadar dikkat etmeye çalışsak da televizyonda yaşına uymayan polisiye dizileri izliyor. Bunun davranışlarına bir etkisi olabilir mi? Ne yapmamız gerekmektedir? Bir okurumuzun yukarıda yazılı sorusunu okudunuz? Sizce bu çocuğun ebeveynleri ne yapmalı? Nasıl davranmalı? İşte cevabı: İ leri teknolojinin kullanıldığı devrimizde şüphesiz, ailelerin, öğretmenlerin ve sağlık çalışanlarının endişelendiği bir konu da, televizyonda izlenen programların, dizilerin veya filmlerin içeriklerinin özellikle çocuklar üzerinde nasıl bir etki bıraktığıdır. Burada en çok endişe edilen durum ‘şiddet’ öğelerinin çocukların davranışları veya gelecekleriyle ilgili nasıl sonuçlar doğuracağıdır. Psikolog Albert Bandura’nın sosyal öğrenme ve çocukların gördüklerini uygulamaları üzerine yaptığı 15 senelik araştırmalar sonucunda, şiddet öğeleri içeren programların çocukların davranışlarını kötü yönde etkilediği sonucuna varılmıştır. Şiddet öğeleri içeren programları izleyen çocuklar, acıya ve diğerlerine zarar verme eğilimlerine karşı duyarsız hale gelebilirler, dış dünyaya karşı daha korkarak yaklaşabilirler ve saldırgan davranışlar artarak çevrelerindekilere zarar veren hareketlerde bulunabilirler. Yapılan araştırmalar sonucunda çocukluk çağlarında televizyonda şiddetle ilgili haber, program, film ya da dizi izleyen çocukların, ergenlikte izlemeyenlere oranla daha saldırgan davranışlarda bulundukları gözlemlenmiştir. Bunun yanı sıra 8 yaş dolaylarında televizyonda sürekli saldırganlık ve şiddetle ilgili programlar izleyen çocukların yetişkinlik dönemlerinde suç işleme oranlarının daha yüksek olacağı kanısına varılan araştırmalar da mevcuttur. Şiddetin her türlüsüne engel Çocuklara anlatmanın önemi İlginç şekilde, çocukken saldırgan tavırlar sergileyen kişilerin ergenlikte şiddet içeren televizyon programları izleyeceklerine dair tahminde bulunulmamaktadır. Anlayacağımız üzere televizyonda bu tarz programların izlenmesi ilerisi için davranışlara yönelik saldırganlık açısından sonuçtan çok sebep niteliği taşımaktadır. Televizyon programlarının yanı sıra, şiddet öğeleri içeren video oyunları da araştırmacılar açısından önem teşkil etmektedir. Hatta filmlerden veya televizyonda izlenen diğer medya unsurlarından daha fazla zarar verebilecek bile olabilir. Çünkü oyun esnasında çocuk kendi kararlarını verebilecek durumdadır ve şiddet gösterme konusunda daha aktif şekilde rol almaktadır. Bu durum düşünce ve davranışlarını kontrol etme yetisi kazandırdığından konu şiddetle ilgili olunca sonuçlar da bir o kadar zarar verici hale gelmektedir. Oyun oynarken olumsuz davranışları tekrar etme sonucunda da şiddete karşı eğilim, alışkanlıkla beraber desteklenerek çocuklar üzerinde kötü sonuçlar doğurmaktadır. Şiddet ve saldırganlık içeren oyunlarda kötü davranış ödüllendirildiği için çocuklar özellikle gelişim çağlarında bu durumdan olumsuz şekilde etkilenmektedirler. Bu sonuçlar normalde hiç saldırgan olmayan çocuklarda da aynıdır, zaten saldırganlık eğilimi olan çocuklarda da aynıdır. Çocuklarınıza favori dizi/film veya oyunlarının ne olduğunu sorduğunuzda içeriğinde şiddet, kavga, yaralama, öldürme gibi unsurlar varsa bu duruma dikkat etmelisiniz. Bu tür oyunlara veya televizyon programlarına ilgi duyan çocuklar zaman geçtikten sonra yaşıtlarına yardım etmekten kaçınmaya, etraflarındaki kişilere yardım etmekten uzaklaşmaya başlayabilirler. Ebeveynlerin bu durumlarda yapması gereken şiddet öğeleri içeren bu oyun ve televizyon programlarını izlemeleri veya oynamaları konusunda çocuklarına limit getirmeleridir. Bu sayede ortaya çıkabilecek sonuçlar da yavaşça azalmaya başlar. Bunun dışında, saldırganlığın, olumsuz davranışların ve şiddetin hayattaki yerini örnekler vererek olumsuz sonuçlarıyla beraber çocuklarına anlatmaları gerekmektedir. Aynı zamanda şiddet öğeleri içermeyen oyun veya televizyon programlarına yönlendirilen çocuklar daha sağlıklı şekilde büyümeye devam edeceklerdir. Burada önemli olan ebeveynlerin çocuklarının ilgi alanlarını keşfetmeleri ve erken zamanda davranışlarını olumsuz yönde etkileyecek bu tarz medya unsurlarından çocuklarını uzak tutmaları gerekmektedir. 132 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 Bilgi veya Yardım almak istediğiniz her konuda, psikologlarımız sorularınızı www.psychoacademy.com.tr cevaplıyor... Sorunuzu yazın... Psychoacademy Magazine dergisinden takip edin. Tıkla... PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 133 134 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 135 ZEYNEP Ç. KURTARAN YORUM BİZDEN [email protected] Hayat bana güzel “toprağım”, biten yıllar mı aynıydı, yoksa onlar yanımdan geçip giderken; yok olan ben mi oldum. Yeni bir yıl kime geliyor beklemezken şimdi bir iz düşümünde 2012’ye çalan kapıyı açan yine ben oluyorum aynı kara parçasında ve aynı toprakta… “bitanem”, şimdi bir düşün istersen gerçekten yeni bir yıl mı yoksa yine bir yıl mı? Yüzleşmen gerek demiştim. Takvim ve zaman dizgileri aynı, sadece bir gün atıyor biriktirdiklerimiz. Demem o ki bitane Pazar geçiyor yine ve yeni… “aşkım”, ben suya bakmadan da görebiliyorum. Yaşadığım her şey bir öncekine benzeyecek. Daha çok dost biriktireceğim hem de aşka bahane bulmadan… “çiçeğim”, saçma bir sebep bulacağım kendime bu yıl yine; getirdiğin çiçeklere su vermeyeceğim. “Beraber sularız “demiştin ya hani. Ben ne istersem onun peşinden gideceğim. Hiçbir şey değişmeyecek. Hep gülen yüzler görmek için; Yeni çağda da güçlü filomuzla sınırsız ve güvenilir hizmet veriyoruz. S.S. TURİZM VE YOLCU DENİZ TAŞIYICILAR KOOPERATİFİ Merkez - Telefon: 0212 251 44 21 (pbx) Faks: 0212 251 96 74 Gezi ve Rezervasyon - Tel: 0212 251 44 21 (pbx) Faks: 0212 292 76 13 - 292 76 21 Adres: Necatibey Caddesi, Akçe Sokak, Ali Yazıcı İş Hanı No: 1/3 Karaköy / İstanbul e-mail: [email protected] web: www.turyol.com.tr İzmir - Telefon: 0232 330 88 88 Faks: 0232 336 78 78 136 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 Unutma! “insan en büyük acıyı kendinden alır”. Ben istemezsem kimse üzmeyecek beni. Ve ben neyi gerçekten üflersem yaş günümde, o koşacak peşimden… “hayatım”, yeni yıla nasıl girersen öyle süregelirmiş yıl. Yıl, Yıl-ma, Yıl-an, …türet gitsin . Ya da sök kökünden kelimeyi ya da hayatı. Totem yaptığın kelimeler, aksesuarlar, kırmızı iç çamaşırları şans getirirmiş. Yapma be! Kahkaha at, unut gitsin. Kendine doğrulup yalnızca kendine bakmayı akıl edebilsin insan yeni bir yılda sadece. “alınyazım”, İşte en dokunanıydı beynimde çekebildiğim fotoğrafın. Billboardları kocaman dolduran harfleriyle al(ı)nmın tam ortasında yazım. Belki de kışım… Televizyonu açtım eve gelince. Binlerce tilkinin kuyruklarını birbirine değdirmemek için uğraşırken kalabalık bedenimde, önce Kubat böldü gerçeğimi ardında da Zara… “Sanırsın sen bu dünya karanlığın ortasındaKötüler var savaş var öfke var her yanındaBakarsan etrafına göreceksin sevenleri-Sarılıp öpenleri bitanem diyenleri-Paylaşınca çoğalan o sevgi muhabbeti-Göreceksin bakarsan sevginin zaferini-Bakarsan etrafına göreceksin sevenleriSarılıp öpenleri bitanem diyenleri-Paylaşınca çoğalan o sevgi muhabbeti-Göreceksin bakarsan sevginin zaferini” Salonun ortasında öylece durdum… Turkcell yeni logosunu yeni reklamlarla paylaşmaya devam ediyor… Bahadır Karataş’ın yönettiği Alametifarika tarafından hazırlanan reklam filminin müziği Nil Karaibrahimgil imzası taşıyormuş. Filmin çekimleri yaklaşık 200 kişilik bir ekip ile 7 günde İstanbul, Mardin, Çanakkale ve Konya’da gerçekleştirilmiş. Reklam Turkcell’in marka söylemi ‘Hayat (sevgiyi) paylaşınca güzel’ sloganını sahipleniyor. Kullanıcılara şehrin çeşitli yerlerine yerleştirilen, üzerlerinde sevgi sözcükleri yazan billboard’ların fotoğraflarını mesajla ücretsiz olarak gönderebileceklerini anlatıyor. Etkilenmeyen, bedeni savrulmayan var mı her izlediğinde, her dinlediğinde bu reklamı?. Turkcell beni yine yeni bir yılda, fakat bu defa “Hayat çekim gücü”ne aldı. Bitmeyecek ve hayalet köşeleri dönmenin yollarını arıyoruz her yıl. Dönemedikçe de, endişe ve tedirginlik yok etmeye çalışıyor bizi. Aklımız hesap yaparken işte yine kader de arkamızdan gülüyor yeniden. Biz de bin umutla önümüze çıkan antikacıdan lambalar alıyoruz üç dilek tutabilmek için. Sonrası mı? … Bu sene hüsran olmasın. Ben çoktan söyledim kulağına lambadan çıkan cinimin; herkese ya da hepimize “Keşkesiz” bir yıl diliyorum.. Ya da boşver . En iyisi; “Hayat paylaşınca güzel”… Düzeltme ve Özür Yazısı Bir önceki sayımızda Nestle ve Park Bravo röportajlarındaPSYCHOACADEMY MAGAZINE olan dergimizin ismi sehven PSYCHOLOGIES MAGAZINE yazılmıştır. Düzeltir ve özür dileriz. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 137 Philips PT 730/16 kusursuz tıraş sunuyor Terapi Portalı 1 yaşında /// DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü öncülüğünde yayın hayatına başlayan Terapi Portalı, birinci yılını geride bıraktı. DBE Kurucu Başkanı Emre Konuk: “İnternetteki bilgi kirliliği düşünüldüğünde, Terapi Portalı’nın doğru bilgi ve uzmana ulaşmak anlamında önemli bir boşluğu doldurduğunu” söyledi. Ö n danışmanlık ve terapi hizmeti almak isteyen kişiler ile profesyonelleri ortak platformda bir araya getiren Terapi Portalı, bir yaşına bastı. DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü öncülüğünde kurulan; ziyaretçiler, uzmanlar ve kurumları aynı alanda buluşturarak sektöründeki önemli bir boşluğu dolduran portal, ilk senesinde 49 bin kişi tarafından ziyaret edildi. Ruh sağlığı hizmeti veren profesyonellere ulaşmak veya ilgili konularda bilgi sahibi olmak isteyenler için rehber niteliği taşıyan Terapi Portalı, aynı zamanda sektörün ihtiyaçlarını karşılayan bir iletişim aracı olma işlevi görüyor. 84 uzmanın kayıtlı olduğu sitede yalnızca psikolog değil psikiyatrist, sosyal hizmet ve rehberlik uzmanları da danışmanlık yapıyor. Ayda yaklaşık 5 bin 500 kişinin ziyaret ederek bilgi aldığı portalın, kayıtlı 815 üyesi bulunuyor. İnternet sayesinde artık istenilen bilgiye istenildiği zaman ulaşıldığına ancak doğru ve kaliteli bilgiyi filtreleyerek veren kaynakların çok az olduğuna değinen DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü Kurucu Başkanı Emre Konuk, “İnternette doğru ve kaliteli bilgiye ulaşmak çok kolay değil. Sadece terapist ve terapiyle ilgili bilgiyi toplamak, sorunun ne olduğunu belirlemek, hangi durumlarda kimlerle görüşeceğini bilmek için ciddi bir zaman ve araştırma gerektiriyor. Bu ihtiyaçlar göz önüne alınarak oluşturulan Terapi Portalı’nın geride bıraktığı bir yılda önemli bir boşluğu doldurduğunu düşünüyorum” dedi. /// Kafa karışıklığına son veriyor Konuk, günümüzde hala insanların terapi, terapist ve psikolog kavramları hakkında kafa karışıklığı yaşadığını belirterek, “Psikoloji bilimi anlamında çoğu insanın zihni karışık ve bu konularda bilgi eksiklikleri var. En önemli sorun ise, insanlar bu hizmeti nereden ve nasıl alacaklarına dair doğru ve güvenilir bilgilere sistematik bir şekilde ulaşamıyorlar. Terapi Portalı’ndan önce bu bilgilerin düzenli ve bir bütün olarak, ayrıştırılmış halde bulunduğu bir kaynak yoktu” açıklamasında bulundu. Ağırlıklı olarak kadın–erkek ilişkileri ve çocuk psikolojisi hakkında soruların geldiği portalda, 61 uzman yazdığı bloglarla ziyaretçilerin sorunlarına yardımcı olmaya çalışıyor. Terapi Portal’ında uzman görüşlerinin yer aldığı videolar da bulunuyor. Türk erkeğinin tercihi kırmızı değil siyah Y eni yıl alışverişi nedeniyle iç çamaşırı satışlarında büyük bir artış yaşayan Daybuyday.com, toplam iç çamaşırı alışverişinin yüzde 44’ünü gerçekleştiren erkeklerin eşleri ve sevgilileri için en çok siyah (yüzde 28,4) çamaşır aldığını açıkladı. Yeni yılda en çok kırmızı çamaşır alındığı düşünülse de Türk erkeklerinin ilk tercihi siyah alt-üst takımlar oldu. Daybuyday’in son iki haftalık satışları değerlendirilerek, erkeklerin siyahtan sonra en çok beyaz (yüzde 24,2) ve kırmızı (yüzde 13,6) iç çamaşırlara ilgi gösterdiği anlaşıldı. 138 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 İstanbullular iç çamaşırı alışveriş şampiyonu Daybuyday’de genel olarak en çok iç çamaşırı alışverişini İstanbullular yapıyor ve onu yüzde 11 ile Ankaralılar ve yüzde 8 ile İzmirliler takip ediyor. Hem kadın hem de erkeklerin alışverişleri toplam olarak değerlendirildiğinde ise en çok alt-üst takımlar (yüzde 22,25) sutyen (yüzde 18,09), boxer (yüzde 14,19), gecelik (yüzde 10,39) ve külot (yüzde 7,52) satın alındığı görülüyor. Erkek bakımının öncü markalarından Philips; daha pürüzsüz ve temiz bir tıraş deneyimi için, PT730’u sunar. “Süper Kaldır ve Kes” teknolojisiyle son derece rahat bir tıraş sağlayan Philips’in yeni tıraş makinesi, “DualPrecision Kesme Sistemi” ile en kısa sakallarda bile mükemmel performans gösteriyor. Yüz kıvrımlarına dinamik uyum sağlayan “Reflex Action” sistemli başlıklarla güçlenen PT730 ile sabah rutini sıkıcı olmaktan uzaklaşıyor. Yeni PowerTouch tüm bunların yanı sıra, boyun kıvrımlarındaki sakalların alınmasında da rahatlık sağlıyor. Sokak Oyunları, Eti’yle yeniden canlanıyor ETİ’nin ÇEKÜL Vakfı ile 2008 yılında hayata geçirdiği ETİ ÇEKÜL Kültür Elçileri Projesi dördüncü yılını tamamladı. Türkiye’nin en uzun soluklu kurumsal sosyal sorumluluk projelerinden biri olan ETİ ÇEKÜL Kültür Elçileri Projesi’nin küçük üyeleri, her eğitim yılı sonunda olduğu gibi bu yıl da unutulmaya yüz tutmuş değerlerimize dikkat çekmek ve geniş kitlelerde farkındalık yaratabilmek adına İstanbul’da bir araya geldiler. İstanbul Buluşmaları’nın bu yılki teması, teknolojinin gelişmesi ve yoğun şehirleşmenin de etkisiyle giderek unutulmaya başlanan “sokak oyunları” oldu. Proje kapsamında sokak oyunlarını yeniden canlandırmayı amaçlayan ETİ, Okan Bayülgen’le işbirliği yaptı. Projenin destekçisi Okan Bayülgen, Kültür Elçileri’nin eğitim aldıkları kentleri ziyaret ederek birbirinden ilginç sokak oyunlarını, çektiği fotoğraf kareleri ile ölümsüzleştirdi ve Türkiye’nin farklı kentlerine has, farklı sokak oyunlarını “Kaybolan Sokak Oyunları” sergisi ile ortaya çıkardı. Yerel değerlerimize sahip çıkma bilincinin gündeme getirdiği davette, cemiyet dünyası oldukça keyifli saatler geçirdi. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 139 140 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 141 KÜLTÜR SANAT KİTAP İLİŞKİLERİN PSİKOLOJİSİ Ne bekliyoruz bir ilişkiden? Bizi mutlu etmesini mi? Karşımızdakinin hayatımıza girip her şeyi anlamlı kılmasını, keyifsiz giden her şeyi heyecanlı hale getirmesini, derinliğini hissedemediğimiz hayatımızıbize hissettirmesini mi? YAŞAMA YERLEŞMEK Küçük Şeyler dizisinin yeni kitabı... Bazılarımız bazen dört elle sarılır yaşama... Üstün Dökmen Mustafa Topkara Fark ederek, hissederek, ânı yaşayarak... İlişkilerde en fazla zorlandığımız yer, karşımızdakinin varlığını kabul etmektir. Bazıları ise parmak ucuyla tutar yaşamı... Prof. Dr. Üstün Dökmen, bukitabında yaşama yerleşmenin koşullarını anlatıyor. John C. Parkin Çeviren: Figen Kılavuz John C. Parkin’in bu komik ve ilham verici kitabı, S*ktir Et demenin; Doğunun boş verme, vazgeçme ve bir şeylerin o kadar da önemli olmadığını fark ederek gerçek özgürlüğü bulma gibi ruhani fikirlerinin kusursuz bir Batı ifadesidir. 142 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 Birini hayatımıza dahil etmek, o güne kadar edindiğiniz tüm alışkanlıkların, ilişki algımızın yaşadığımız ilişki tarafından gözden geçirilmesi demektir. ‘Kimi seviyorsun? Onu mu, kendini mi? ‘ diye soran yazar, ilişkileri, ilişkilerdeki bizi, insan olarak gücümüzü ve güçsüzlüklerimizi tüm çıplaklığıyla ortaya seriyor. Kadın erkek ilişkilerini analiz ederken, kendimizi tanımamızı sağlıyor... BİR CİNAYETİN PSİKANALİZİ S*KTİR ET S*ktir Et demek sizi iyi hissettirir. Mücadeleden vazgeçmek, ne hoşunuza gidiyorsa onu yapmak, çevrenizdekilerin sizin hakkınızda düşündüklerini umursamamak ve kendi yolunuzdan gitmek harika bir duygudur. Kendi hayatını mutlu etmekte zorlanan bizler, başka birinin hayatını nasıl mutlu edebiliriz? Karşımızdakinin hayatında olağan olan ama bizi korkutan, bize kendimizi değersiz hissettiren davranışları kabullenmek zordur. Birini kabullenmek, kendi korkularımızı, zayıflığımızı, yani kendimizi kabullenmektir. S*ktir Et; şarkı okumak, meditasyon yapmak, sandalet giymek ya da tütün yemek gibi eylemler gerektirmeyen ruhani bir yoldur. Modern zamanın küfürlü söylenişiyle, S*ktir Et, Batılıları şöyle bir sarsıp kendilerine getirecek, anlam dolu hayatlarımıza egemen olan stresi ve gerginliği ortadan kaldıracaktır. Bu yüzden, bütün sorunlarınıza ve meselelerinize S*ktir Et demenin bir yolunu bulun. Hayatınızda yapmanız “gerekenlere” S*ktir Et deyin ve sonunda başkaları ne düşünürse düşünsün, neyi yapmak istiyorsanız onu yapın. Bir Cinayetin Psikanalizi, 1909 yılında sıcak bir Ağustos akşamı Sigmund Freud’un, rakibi ve öğrencisi Carl Jung ile birlikte buharlı gemi George Washington’dan inmesiyle başlıyor. Şehrin diğer ucunda, şehri tepeden gören muazzam bir apartman dairesinde, çok güzel bir kadınavizeye asılmış bir şekilde ölü bulunur; cinsel işkenceye maruz kalmış, kırbaçlanmış, kesilmiş ve boğulmuştur. Ertesi gün, ikinci bir güzel kadınyüksek sosyeteyle alay eden ve donuk, cansız annebabasını küçümseyen asi bir mirasyedi katilin elinden kıl payı kurtulur. Ama birhisterik olan Nora Acton, saldırıyla ilgili hiçbir şey hatırlamamaktadır. Amerika’nın ilk psikanalistlerinden biri olan Dr. Stratham Younger,Freud’un rehberliğinde onu tedavi etmeye başlar. Jed Rubenfeld Freud, Jung’un rekabetçi ruhuyla ve kendisini yok etme komplolarıyla uğraşırken, kendisini entrikalar, maskeler ve insan zihninin hileleriyle dolu bir cinayet gizeminin içinde bulan kişi Younger oluyor. Akıcı bir dille yazılmış olan ve etkileyici gerçek detaylara dayanan Bir Cinayetin Psikanalizi, yeni bir romancının hayranlık uyandıran yeteneğini gözler önüne sererken, Freud, Carl Jung ve Hamlethakkında bildiklerinizi gözden geçirmenize neden olacak. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 143 PSYCHO ASTROLOJİ 2012 Koç Burcu Yorumu Koç Burçları, bu yeni yılda sabretmeyi öğrenmeniz için pek çok sınavlardan geçeceksiniz Mükafat almakta zararlı çıkmakta sizin elinizde olacak. 2012 yılı Koçlar için farklılıkların yeniliklerin yılı olacak Bu değişimler yaşanırken sıkıntılı dönemlerin de sizi beklediğini unutmayın ancak mücadeleci koçlar bu sıkıntıların üstesinden gelmeyi başaracak Yılın ilk dönemi yeni bir aşk ilişkisine girmeniz ya da en azından sizi heyecanlandıracak bir flörte başlamanız olasıdır Ancak bunun güzel başlayan fakat sıkıntılı bitecek olan bir dönem olduğunu unutmayın. Haziran – Ağustos tarihleri arasında duygusal ilişkilerde şansınız kapalı. Sağlık konusunda dikkatli olmalı ve kendinize daha çok vakit ayırmalısınızTartışmalardan uzak kalın ve tansiyon sorunlarınıza dikkat edin Mideniz ve sindirim sisteminizle ilgili sorunlar olabilir. 2012 Boğa Burcu Yorumu Yeni yılda daha gerçekçi amaçlar belirleyeceksiniz, hayatınızdaki ayrıntıları daha çok düşünecek yeni adımlar atacaksınız Daha önce hiç olmadığınız kadar dayanıklı, kararlı ve sabırlı olacak ve buna siz bile şaşıracaksınız Yılın ilk yarısında çok fazla çalışmak zorunda kalabilir fakat çabalarınızın karşılığını alamayabilirsiniz Yılın ikinci yarısı ise iş hayatınız daha bir rayına oturmuş olacak, şansınız yeni anlaşmalar için size gülümsüyor Boğa burçları 2012 de aşk hayatınız oldukça renkli geçecek yeni aşklar, aile kurma düşüncesi, size sıkıntı veren ilişkileri aniden bitirme gibi gelişmeler yaşanabilir. Ailenizdeki bireylerin sağlık durumu ile ilgili bir problem varsa düzelecek ve onların sağlık sorunlarının maddi sorumluklarını siz yüklenebilirsiniz Yeme ve içme konusunda aşırıya kaçmamalısınız. 2012 İkizler Burcu Yorumu 2012 İkizler Burcu için iş konularında zor bir dönem yaklaşıyor Neyse ki zor zamanlarda ani çözümler bulabilecek yapıda olmanız ve eğlenceli bir insan olduğunuz için sorunlu iş ortamında doğruları bulacak ve ortamı sakinleştirecek bir kişiliğe sahipsiniz Siz yinede dikkatli olun. İkizler burcu insanı için bir kişiye bağlı kalmaz aşk ve aile yaşamını sürdüremez derler ama gezmeyi ve yeteneklerini sergileyebilecekleri ortamı ve rahatlığı sağlayan bir partnerle uzun süreli ilişki yaşamaları kaçınılmazdır. Finansal konular, anlaşmalar, miras gibi ya da yatırım benzeri konular sizi bu yıl daha fazla bağlayabilir Bu belki bir kredi kullanımından ya da bir birikimi değerlendirme sorumluluğundan kaynaklanabilir. 2012 tansiyon problemi olanların özellikle dikkatli olmaları gerek Kış aylarında açılan iştahınıza karşı önlem almalısınız. 144 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 2012 Yengeç Burcu Yorumu 2012 Yengeçlerin ailesine ve sevdiği insanlara daha düşkün olacağı bir dönem Bu dönemde çok iyi bir arkadaş edinip onun dertleriyle oyalanıp kendinizi daha mutlu hissedeceğiniz bir dönem olarak da görünüyor; dikkat etmeniz gereken şey, sizde arkadaşınıza dertlerinizi anlatırken onun söylediği şeylere kulak vermeniz ve hayatınızla ilgili inatçılıklarınızdan vazgeçmeniz. Yılın ilk yarısı İş konularıyla ilgili bir görüşme için bir yere gitmeniz mümkün Üzerinizde otorite sahibi olan kimselerle karşılıklı gerilimleriniz olabilir Ancak iş yaşamınızda rahatsız edici bir tatminsizlik yok Son yıllarda gerçek aşkı bulmanın zor olduğunu düşünmeye başlamıştınız Karşınızdaki kişiden sıkıldığınız yada bu benim tanıdığım insan değil artık, dediğiniz ilişkilerden yorulduğunuzu hissediyorsunuz Şunu hemen belirtelim evrenin sizi ödüllendireceği günler yakın. Omurganızı, belinizi ve sırt kaslarınız zorlamayın Kalp ve sırt problemleri yaşayanlar Şubat- Mayıs dönemini daha dikkatli geçirmeli Kontrollerinizi ihmal etmeyin. 2012 Aslan Burcu Yorumu Aslan Burçlarının Atalarından aldığı ahlak kuralları ve davranış prensipleri, Aslanın kendine sorunlu bir yaşam yaratmasına sebep olur İnatçı ve önyargılı olabilirDeğişik yerlerden ve değişik projelerden para kazanma isteğiniz bu yıl yoğunlaşabilir Durumunuza bir an önce aydınlık kazandırmak için sabırsız davranmanız mümkündür. Bekâr yada kalbi uzun süredir boş olan Aslanlar senenin ilk ayları ile beraber aşk hayatınızda kıpırdanmalar başlayacakBekâr olup sorunlu bir ilişki yaşayan Aslanlar doğru kararı vermek için iyice düşünmeli eğer sorunları aşıp aynı insanla yola devam etmek istiyorlarsa geçmiş sorunları deşip hayatı daha da zorlaştırmamaları gerektiğini hatırlamalılar. Bu yıl kaza yaralanma gibi risklere dikkat edin, acele ve telaşlı hareket etmeyin. 2012 Başak Burcu Yorumu Başak burcu insanından dikkat gerektiren tüm işlerde başarı beklenir Bu başarılarının meyvesini 2012 yılında alacaksınız gibi görünüyorÖzellikle yılın ilk ayları gözlem gücünüz yüksek Yeni yılda özel fırsatlar sizi bekliyor, kendinizin ve karşınızdaki insanın duygularını daha fazla önemsemeyi ve tartışma anında savunmaya geçmemeye dikkat ederseniz, daha güzel günler sizi bekleyecek, çünkü sevdiğiniz ve bağlandığınız zaman daha koruyucu olursunuz ve böylelikle ilişkileriniz daha da derinleşirKıvrak zekânızla, algılama gücünüzle, iletişim ve konuşmalarınızla etrafınızda hayranlık uyandırabilirsiniz. İlişkinizle ilgili konularda inatlaşmayınız Sen ve ben demek yerine biz olunuz Yeni bir ilişkide hemen karar vermeyiniz Dikkatlice gözden geçirmelerde bulununuz Fiziğine ve dış görüntüsüne son derece önem veren Başakları sağlıklı bir yıl bekliyor. 2012 Terazi Burcu Yorumu Teraziler 2012 yılında Çevrenizde olup, bitenler için çok meraklı olacağınız ve dikkatli olmanız gereken bir yıl Bu meraklı tavırlarınız biraz başınızı ağrıtabilir Başkalarının yaşantısına girmeye bayılıyorsunuzTicaretle uğraşanlar yılın ilk yarısı alacakları güzel haberlerle masraflarını arttırabilir İşle ilgili beklentileriniz gerçekleşecek Sorunlarla akıllıca baş edeceğiniz parasal anlamda rahata erdiğiniz bir dönemMars gezegenin ciddi ilişkiler evinizden geçişi, ilişkinizle alakalı konularda partnerinizin size karşı iyimser, bonkör, pozitif bir ruh hali içinde davranmasını sağlayabilir Sizin de aynı şekilde karşılığını vermeniz halinde birbirinizle uyum içinde olabilirsinizÖfkelerinize hâkim olduğunuz sürece, sağlığınız bir sorun yaratmayacak Kendinizi rahatlatacak ruhsal deneyimler, meditasyon gibi konularla ilgilenebilir, hobilerinize vakit ayırabilir, sakin ortamları tercih edebilirsiniz 2012 Oğlak Burcu Yorumu Oğlak Küçük yaşlardan beri yükselmenin, başarı kazanmanın hayalini kuruyordunuz 2012 yılı sizin yılınız olabilir Anlaşmalar yapmak, ortaklıklara girişmek yeni bir iş, var olan işinizde büyümeye gitmek, ekstra çalışmalar 2012 de gündeminizde olabilirŞubat gibi ortağınız veya iş arkadaşlarınız ile birlikte yapacağınız bir işte gerilim yaşayabilir, bazı gecikme ve aksaklıklara maruz kalabilirsiniz Aceleden ve riskten kaçınmanız gerekiyorOğlak burcu insanı çok akıllı olduğundan aşk konusunda kolay kolay kimseye güvenemez, fakat aşka doyacağınız dönemler yaklaşıyor Güveneceğiniz insan yakınlarınızda olabilirSağlığınıza ve uyku düzeninize dikkat etmeniz, beslenme konusunda diyetinize özen göstermeniz faydalıdır. 2012 Kova Burcu Yorumu Çalışmalarınızda sabır ve özenle çalışmayı sevdiğinizden dolayı 2012 yılında hakeettiğiniz saygıyı ve itibarı kazanacağınız bir döneme giriyorsunuz, gösterişten uzak bir şekilde işlerini yapmaya devam etmeniz yararınıza olacaktır. Sayın Akrep 2012 de kendinizi gösterme ve takdir toplama şansınız olacak İş hayatınıza gereken önemi vermek, çalıştığınız kişilere odaklanmak zorundasınız zira tempolu bir yıl sizi bekliyor Aşkta mutluluğu yakalamak için her şeyden önce yaşamınızın sorumluluklarına her zamanki sahip çıkmayı başarmalı, güvence dolu bir iş hayatı sayesinde maddi olanaklara kavuşmanın sizi karşı cins üzerinde etkili kılabileceğini bilmelisinizMide ağrıları ortaya çıkabilir Eğer siz bir kadınsanız genital rahatsızlıklara dikkat etmelisiniz. Bu yeni yılda gelecekle alakalı umutlarınız daha ön planda olmaya başlayacaktır. İdeallerinizi belirli bir noktaya odaklamanız için her şeyden önce disiplinli bir şekilde çalışmak ve mesleki açıdan kendinizi geliştirmeniz gerekmektedir. Ortaklaşa yaptığınız işler varsa, oldukça başarılı olabilirsiniz. Ortak kazançlarınıza ilişkin farklı ve ilginç kararlar alabilirsiniz. Ani kararlar alarak para kazandığınız işten ayrılabilir, borç alarak riske girebilirsiniz Kalbi boş olan kova burçları içinizde bazı korkular yalnızlık duygusu yaşasanız da Mart gibi İkili ilişkilerde başarıyı yakalayabilir, karşı taraftan gelen yönlendirmelere değer verebilirsiniz. Nisan sonrası kiminiz bir anda evlenmek isteyecek ve var olan ilişki bir anda ciddileşecek. Enerjinizi doğru kullanmalısınız kendinizi çok yormayın. Bu yıl dinlenmeler büyük bir önem kazanıyor. Fiziksel enerjinizi güçlendirmelisiniz. 2012 Yay Burcu Yorumu 2012 Balık Burcu Yorumu 2012 Akrep Burcu Yorumu Yeni yatırımlar ve ortaklaşa işler yoluyla maddi güce ulaşmanızı, yeni ortaklıklar kurabilmenizi, ciddi ilişkiler yaşamanızı, ruh eşinizle karşılaşmanızı, parasal konularda dengeli bir bütçe ayarlamanızı, aşkın sihirli gücüyle karşılaşmanızı sağlayacak koca bir 2012 var önünüzde. Birikimlerinizi sağlam alanlarda ve istikrarlı yatırımlarda değerlendireceğiniz bir yıl sizi bekliyor Gereksiz harcamalarınızı kısmanız da başarıyı arttırıyorBu yıl ilginç aşkların da, sizi beklediği söyleyebiliriz 2012’nin ilk yarısı ilişkileriniz açısından çok şey vaat eden bir yıl olacak Bu yıl tanışacağınız kişiler size yeni kapılar açabileceği gibi, aşk hayatında ve evlilikte de yeniliklere yol açabilirBel bölgenizle ilgili sürpriz rahatsızlıklar canınızı sıkabilir. Bu yıl kendinizi gergin hissettiğiniz dönemlerde sakin olup sinirinizi etrafa kesinlikle yansıtmamalısınız. Ayrıca geleceğinizi iş anlamında hedeflendirmeyi ve bir amaç etrafında hareket etmeyi başarmak durumundasınız. Mart-Nisan ayları parasal ve maddi konular üzerine sıkıntılar yaşayabilir, hem kazanmakta zorlanabilir hem de var olanları değerlendirme konusunda endişelenebilirsiniz. Huzurunuzu ve güvenliğinizi tehdit edecek konularda tutumlu davranmak çok faydalı olacaktır. Sevilmek, değer görmek, kısa süreli maceralar yaşamaktan hoşlanabilirsiniz. İlişkisi olanlar ise partnerleriyle her türlü paylaşımda olmaktan zevk alabilirler. Çok fazla kaptırırsanız sağlık sorunu olabilir, bu kez aşırı yorgunluk yüzünden sağlık sorunu çıkabilir. Şayet hiçbir şey yapmayacak olursanız, enerjinizi akıtacak bir alan bulamazsanız o zaman da isteksiz halsiz bitkin bezgin şekilde enerji fazlası sizi yakabilir. Tahammülsüz, rahatsız ve öfkeli bir tavır sergileyebilirsiniz. O zaman da yapabileceğiniz şeyleri yapamazsınız. PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 145 146 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 147 148 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012