27.10.2014

Transkript

27.10.2014
1
Prof. Yasemin İnceoğlu:
SÖYLEŞİ
IŞİD’in ilk
kurbanı
gerçekler
Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL
Sayı:25 - 27 Ekim - 2 Kasım 2014
basnews.com
Sayfa 12
Akil İnsanlar Heyeti:
Çözümde toplum
da ortaklaşmalı
Yeni hükümetin kurulmasının ardından Başbakan Ahmet
Davutoğlu’nun çağrısı üzerine bir
kez daha bir araya gelen Akil İnsanlar Heyeti, “Çözüm Süreci devam
ediyor” mesajı verdi. Sayfa 8-9
Turgay Demiryürek:
Resimlerimi
eleştiri için
çiziyorum Sayfa 15
Kobanê:
Birlik ve barış koridoru
Siyasi-idari-askeri ortaklık
Kobanê’nin düşme tehlikesine karşı Barzani’nin çağrısı ile
Duhok’ta biraraya gelen Rojavalı Kürd siyasi partileri ortak hareket etme kararı aldı. Kürd kamuoyunda büyük bir heyecan ve
sevinçle karşılanan anlaşmaya göre ENKS, Rojava yönetimine
katılacak, Kürd partileri arasında ortak bir askeri güç ve siyasi
birlik kurulacak. Ortak hareket kararı Kürd kamuoyunda büyük heyecanla karşılandı. Barzani, Duhok Anlaşması ile “Kürd
düşmanlarına büyük bir yanıt verildiğini” açıklarken, Muslim
de anlaşmanın Kürdler için ulusal birlik ve iç barış getireceğini
söyledi. İki ay içinde uygulanması beklenen anlaşmanın ardından Rojava’da seçimlerin yapılması planlanıyor.
Kayıplar, ‘kara yara’
MİTHAT SANCAR
Psikolojik üstünlük YPG’de
Kobanê’de sokak çatışmaları sürerken, Güney Kürdistan’dan
ABD uçakları ile gönderilen silahların ulaşması ve Peşmerge’nin
harekete geçme hazırlıkları cephede psikolojik üstünlüğün
YPG’ye geçmesini sağladı. IŞİD mevzileri ABD uçakları tarafından bombalanırken, sert direniş gösteren YPG, kimi alanlardan
IŞİD güçlerini söküyor. Kuşatmanın başlaması ardından en şiddetli çatışmalar geçtiğimiz hafta yaşandı. Güney Kürdistan’ın
Şengal ve Kerkük bölgelerinde de geçtiğimiz hafta içinde ikinci
kez saldırıya geçen IŞİD güçleri ağır kayıplara uğrayarak geri
çekildi. Yer yer devam eden çatışmalarda çok sayıda Peşmerge
ve YPG’li de yaşamını yitidi. Sayfa 2-3
Kobanê’den sonra
s03
MESUT YEĞEN
s09
Sınırın ötesiyle
titreşim hali
FERHAT KENTEL
Kürd siyaseti
renkleniyor
Kürdistan’da legal siyaset yapan
partilere bir yenisi daha eklendi.
Geçtiğimiz günlerde bir açıklama
yapan Kürdistan Özgürlük Partisi - PAK, ekim ayı sonunda İçişleri
Bakanlığı’na resmi başvuru yapacaklarını duyurdu. Sayfa 10-11
s11
Kobanê’nin düşme tehlikesi azaldı
Kobanê’de YPG güçleri ile IŞİD arasındaki çatışmalar
sürerken, ABD öncülüğündeki Koalisyon güçlerinin de
IŞİD mevzilerine yönelik etkili bombardımanı sürüyor.
Kentin dış mahallelerini ele geçiren IŞİD, YPG direnişine karşı intihar saldırıları düzenlerken, sokaklar
günübirlik el değiştiriyor. Kürdistan’dan gönderilen
silahların ABD uçaklarınca Kobanê’ye ulaşması ardından psikolojik üstünlüğün YPG’ye geçtiği bildiriliyor.
ABD kentin düşme tehlikesinin azaldığını açıkladı. Öte
yandan ABD Savunma Bakanlığı Sözcüsü de Kobanê’nin
düşme tehlikesinin azaldığını, hava bombardımanlarının IŞİD’in saldırılarının kırılmasında etkin olduğu ve
örgütün ilerleyemediğini belirtti. Sayfa 4-5
Kara Güneş
İstiklal’in düzen dışı
müzisyenleri Sayfa 16
Rıdo: Mardin’de
95 yıllık kebapçı
Sayfa 14
02
MANŞET
BasHaber
27SÖYLEŞİ
Ekim - 2 Kasım 22014
MANŞET
BasHaber
27 Ekim - 2 Kasım 2014
3
SÖYLEŞİ
Kobanê ulusal birliğin sembolü oldu
D
uhok’da Batı Kürdistan partileri arasında gerçekleşen Birlik
Anlaşması Kürd kamuoyunda
büyük bir heyecan ve sevinçle karşılandı.
Ortak idare, ortak siyasi ve askeri güç
prensipleri üzerinden şekillenen anlaşmanın önümüzdeki iki ay içerisinde
uygulanması bekleniyor. Anlaşmanın
uygulanmaya başlanmasının ardından
Batı Kürdistan’da seçim yapılması öngörülüyor. Kürdistan Bölge Başkanı Mesud
Barzani’nin çağrısı ve gözetimi altında
yapılan anlaşma ile ilgili olarak PYD Eş
Genel Başkanı Salih Muslim, “ulusal birlik ve iç barış anlaşması” olarak niteledi.
Barzani ise Duhok Anlaşması’nı “Kürd
düşmanlarına güçlü bir yanıt” olarak
tanımladı.
Kürdistan Bölge Başkanı Mesut
Barzani’nin çağrısı üzerine Duhok’ta
bir araya gelen Rojavalı siyasi oluşumların çatı örgütleri ENKS ve TEV-DEM,
Duhok’ta 9 gün süren toplantı sonucunda
3 maddelik bir anlaşma üzerinde ulusal
uzlaşıya vardı. Rojava’da savaşın ve Kürdler arası sorunların seyrini değiştirecek
niteliğe sahip anlaşma iki ay içerisinde
uygulanacak. Tarafların anlaştığı maddeler; Rojava’da ortak yönetim, ortak askeri
güç ve siyasi birlik.
Anlaşmaya göre en kısa sürede 30
kişilik bir Yönetim Kurulu oluşturulacak
ve Rojava’daki tüm Kürd siyasi gruplar
birlikte hareket etmeyi esas alacak. KCK
yönetiminin imzalanması için yoğun çaba
sarfettiği belirtilen anlaşmada, Barzani
ve Kürdistan Hükümeti garantör konumda. Taraflar anlaşma sonunda yaptıkları
açıklamada kendi aralarındaki çelişkilere
son verdiklerini duyururken, Barzani de,
bu anlaşmanın Kürd düşmanlarına bir
cevap niteliğinde olduğunu ve Kobanê
ile Erbil’in kendileri için aynı olduğunu
söyledi.
TEV-DEM: Duhok’da stratejik ulusal siyaset ortaya çıktı
BasHaber’e konuşan TEV-DEM Yönetim Kurulu Üyesi Aldar Xelîl Duhok
Anlaşması’nın Kobanê direnişi sonrası
birliği zorunlu kılmasından sonra yapıldığını ve bu amaçla Kürdler arasında
ve özelikle Rojava Kürdlerinin arasında
birliği sağlamayı istediklerini söyledi.
Aldar Xelîl: “Rojava Kürdleri kararlarını
ortak bir siyasi oluşumla almalı, çalışmalarını birlikte yürütmelidir ve birlikte
düşmanla savaşmalıdır. Bizim bu konuda
bir arayışımız; stratejik ulusal bir siyaset
ortaya çıkarmak ve demokratik özerklik
temelinde bunu organize ederek, düşmana karşı ortak bir irade göstermektir.
Duhok toplantısında bu amaçlar ortaya
çıktı” dedi.
“Barzani tartışmalara müdahele
etmedi”
Xelîl, kanton yönetimleri hakkında da
yönetimin değişmediğini, amaçlarının
diğer siyasi oluşumları da yönetime katmak olduğunu belirterek “Elbette Rojava
yönetimi hakkında düşünce ve önerileri
varsa bu konu hakkında konuşabiliriz,
bu sorun olmaz” dedi. Xelîl, askeri güç ve
Rojava’nın korunması hakkında da, “Bu
konuda YPG ile konuşulmalı. Gidip YPG
ile toplanabilirler ve bu konu hakkında fikir alışverişinde bulunabilirler. Bu
konuda anlaşmaya varılırsa Rojava’nın
savunması için en iyi yöntem bulunur,
bizde ona göre hareket ederiz.” dedi.
Güney ve Rojava Kürdistanı ilişkileri
hakkında da Xelîl, ilişkilerin iyi olduğunu
belirterek, Duhok’taki toplantı ve alınan
kararların Güney ve Rojava arasında da
olumlu bir etki yaratması gerektiğini
söyleyerek şöyle konuştu: “Şengal’in
işgal edilmesinden sonra zaten YPG ve
Pêşmerge arasında dayanışma başlamıştı. Bu işbirliği şimdi de sürmekte. IŞİD
Rojava ve Güney için büyük bir tehlikedir.
Bu konuda ortak bir karar çıkması için
çalışmalar içindeyiz.”
Xelîl Duhok Anlaşması’nda alınan
kararların bütün siyasi oluşumlar ve Kürd
halkının birliği için önemli bir aşama
olduğunun ve bununla birliğe daha da yakınlaştığının altını çizerek, bu toplantının
amacının Kürd birliğinin güçlendirmesi
olduğunu belirtti. Xelîl, Kürdistan Bölge
söyledi. Îbrahîm: “Bu kararlar bütün
Kürd halkı için ve Kürdistan’da ki bütün bütün güçler için en iyi sonuçtur”
dedi.
Başkanı Mesud Barzani’nin çabalarını
olumlu bulduğunu belirterek Barzani’nin
hiçbir şekilde toplantıdaki tartışmalara
karışmadığını, sadece toplantıdan ortak
bir kararın çıkması için çabaladığını ifade
ederek Barzani’nin şu sözlerini aktardı:
“Siz ortak bir kara almalısınız, ne karar
alırsanız ben bu kararı desteklerim.”
ENKS: Anlaşmaya vardık
Suriye Kürd Ulusal Konseyi (ENKS)
Genel Sekreterliği Üyesi Nesredîn
Îbrahîm de BasHaber’e konuşarak KBY
Başkanı Mesud Barzani’nin daveti üzerine toplandıklarını belirtti: “ENKS olarak
TEV-DEM’li kardeşlerimizle toplantıya
katıldık. Bu toplantılar 14 Ekim’de başladı ve 22 Ekim’e kadar sürdü. KBY Başkanı Mesud Barzani şahidliğinde ortak bir
anlaşma imzalandı.”
Îbrahîm toplantıda üç madde üzerinde anlaşmaya varıldığını belirterek bu
maddeleri içeren anlaşmanın imzalandığını belirtti: “Birinci madde; Rojava
yönetimlerinin yönetimi. İkinci madde;
Rojava’nın savunulması ve üçüncü madde
ise Rojava’da siyasi çözüm arayışlarıydı. Kürdistan önemli bir süreçte olduğu
için bu toplantı ve bu toplantıda alınan
kararlar, Rojava Kürdistanı için gerekliydi. Bugün IŞİD terörüne karşı Kürdlerin
bütün taraf ve güçleri işbirliği yapmalıdır
ki birlikte Kürdistanı savunabilelim. Koalisyon güçlerinin uçakları IŞİD katliamlarına karşı uçaklarla saldırırken, biz de
karadan Kürdistan toprağını korumalıyız.
Çünkü bu savaş varolma savaşı.”
Anlaşmaya göre ilk başta siyasi bir
yönetimin oluşturulacağını ve bu yönetimin bir yürütme komitesi oluşturacağını söyleyen Îbrahîm, diğer yandan
uzmanlardan oluşan bir çözüm komitesi
oluşturulacağını belirterek şöyle konuştu:
“Uzmanlardan oluşacak bu komite YPG’li
Duhok Anlaşması Kürd düşmanlarına yanıttır
Anlaşmanın imza merasiminde bir konuşma yapan Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani, Duhok
Anlaşması’nın Rojava’daki Kürd halkının zaferlerinin
başlangıcı olduğunu söyleyerek, emeği geçen ve anlaşmanın tarafı olan siyasi partileri, attıkları tarihi adım dolayısıyla tebrik etti. Barzani şöyle dedi: “Üzerinde ittifaka
varılan maddelerin kısa sürede uygulamaya geçirilmesini
temenni ediyorum. Kobanê’de savaşan kahramanlara
selam ve saygılarımı gönderiyorum. Her nerede olursa olsun bir Kürdün başarısı, bütün Kürdlerin zaferidir. Kürd
tarafları arasındaki birlik ve bütünlük çok değerlidir.
Buna doğru yürümemiz gerekiyor. Düşmanlara en doğru
ve güzel cevap hepimizin birlik olmasıdır. Kürdlerin bir
yerdeki başarısı tüm Kürd milletinin başarısıdır. Bizler
elimizden geleni yapıyoruz. Duhok’ta imzalanan anlaşma
büyük, değerli ve tarihidir. Bu anlaşma Kürdlerin birliğini
istemeyen ve devamlı Kürdler arasında kargaşa çıkarmak
isteyen düşmanlara bir cevaptır. Kobanê ve Şengal kurtarılmadan Hewler’e, evime gitmeyeceğim. Hewler benim
için ne ise, Kobanê de odur.”
arkadaşlarla görüşmeler yapacak.
Bu görüşmelerden sonra YPG’ye ve
ENKS’ye bağlı güçleri birleştirmeye
çalışacağız.”
Barzani ve KCK destekledi
ENKS Sözcüsü, bütün parti,
hareket ve derneklerin Kürdistan’ın
her yerinde siyasi çalışma yapma ve
toplumsal görevlerini yerine getirme
hakkının olduğunu belirtip teoride
siyasi tarafların çalışmalarını engeleyecek bir şeyin kalmadığını ifade etti.
Rojava ve Güney ilişkileri hakkında
da Îbrahîm, Rojava ve Güney’in IŞİD
saldırılarına maruz kaldığını söyleyip
şöyle devam etti: “Bu konu hakkında
sayın Barzani’nin de belirttiği gibi Erbil ve Kobanê arasında fark yoktur.”
Îbrahîm, anlaşmanın uygulanması
için KBY Başkanı Mesud Barzani ve
KCK’nin desteklerini açıkladıklarını
KBY Sözcüsü Derbendî: Olumlu
sonuçlar alındı
BasHaber’e konuşan Kürdistan
Bölgesel Yönetimi Rojava Masası
Başkanı Hemîd Derbendî, toplantı
ve anlaşmanın Rojava Kürdleri ve
oluşumları için olumlu sonuçlar
ortaya çıkardığını söyledi. Derbendî,
Duhok Anlaşması ile ilgili olarak şöyle
konuştu: “Taraflar uzun tartışmalar
sonucunda bir karara vardılar ve KBY
Başkanı Mesud Barzani huzurunda
anlaşma imzaladılar. Anlaşmaya
göre; Siyasi bir oluşum, Rojava’nın
ihtiyaçlarına göre ortak bir siyaset
yürütecek. Rojava hakkındaki bütün
stratejik kararlar ortak bir akılla
alınacak. İkinci madde, Rojava’da
ortak bir yönetimin oluşturulması ve
üçüncü maddeye göre de; Rojava’nın
savunması ve IŞİD’le mücadele için
ortak bir savunma gücünün oluşturulması gerekiyor”
Duhok Anlaşması kalıcı olacak
Derbendî, Duhok Anlaşması’nın sadece olağanüstü haller veya IŞİD saldırılarına karşı olmadığını, kalıcı bir
anlaşma olduğunu belirtti. Derbendî,
KBY Başkanı Mesud Barzani’nin
toplantıda; ‘sizin tek ses olmanızı
istiyoruz, eğer siz birlik olursanız bu
bizim için mutluluk sebebi olur ve
kararlarınız için elimizden ne gelirse
yaparız’ dediğini aktardı. Derbendî
daha önce imzalanıp yürürlüğe girmeyen anlaşmalara dikkat çekerek,
bu toplantının içinde bulunduğumuz
şartlardan dolayı diğerlerinden farklı
olduğunu belirtti. Derbendî: “Bu
toplantını garantisi tarafların tavrıdır.
Tarfların önemsemesinden dolayı bu
toplantının şartları yerine getirilecektir. Biz umutluyuz ve güzel şeylerin
olmasını bekliyoruz. Çünkü dünyanın
gözü bu toplantıda. Bütün Kürdler ve
Kürdlerin dostları bu sefer kalıcı bir
çözümün olmasını istiyorlar” dedi.
Derbendî, Rojava ve Güney ilişkileri
için şöyle konuştu: “Rojava halkımızın
siyaseti var ve bu siyasetlerine göre
anlaşma imzalamakta ve çalışmaktalar. Güney de kendi hükümeti,
parlemetosu ve birçok kazanımıyla ve
olanaklarına göre stratejik bir siyaset
yürütmekte. Mesud Barzanî, Rojava’lı
kardeşlerimize, ‘biz Rojava’ya karışmıyoruz ama biz istiyoruz ki siz kendi
aranızda birlik olasınız. Biz de Erbil ve
Kobanê arasında fark yoktur ve şayet
siz birlik olursanız elimizden geldiğince size yardım edeceğiz.’ dedi.”
Derbendî, konuşmasının sonunda
Kobanê’ye gidecek Peşmergeler hakkında da, bu gücün hazır olduğunu
belirterek bunların ileriki günlerde
Kobanê’ye gitmek için yolu gözlediklerini söyledi.
Çelişkiler tehlike yaratıyor
ENKS Genel Sekreterliği Üyesi Ahmed Silêman da, tarafların anlaştığını
belirterek şöyle dedi: “Pratik önemli,
biz anlaşmanın pratikte hayat bulması
için çalışacağız. İki tarafın çelişkileri,
halkımızın üstünde büyük tehlikeler
oluşturdu. Rojava halkımız Kuzey,
Güney ve Avrupa’ya göçmek zorunda
kaldı. Aynı şekilde Kobanê üzerindeki tehlike Efrîn ve Cizîr üzerine
de olabilir. Bu tehlikeler için, Duhok
Anlaşması Kürdlerin birliği için ve bu
tehlikelere hazırlık için çok önemli.”
Silêman, anlaşmanın çökme tehlikesinin olduğunu da belirterek, bu
anlaşmanın imzalanmasıyla yarım
bir adımın atıldığı, karaların hayata
geçirilmesiyle adımın tamamlanacağını belirtterek şöyle dedi: “Kuşkusuz
önümüze sorunlar çıkacaktır. Bu
tehlikeli durumda sadece bir tarafın
Rojava’yı savunması imkansızdır. Bu
yüzden Rojava’nın bütün tarafları bu
tehlikelere karşı ortak şekilde savunma yapmalıdırlar.”
Uygulama ardından seçimlere gidilecek
PYD Lideri Salih Muslim Duhok’ta yapılan anlaşma ardından yaptığı açıklamada, 8 gün süren görüşmelerin ardından
bir anlaşma imzalandığını ve bu anlaşma
çerçevesinde, “Kürdler arasında ortak
yönetim, ortak askeri güç ve siyasi birlik”
gibi üç maddede anlaşmaya varıldığını
söyleyerek bir birlik sağladıklarını açıkladı. Muslim açıklamasında, Duhok’ta
konuşulanlar ve anlaşmaya varılan
maddelerin iki ay, pratikte uygulanması
kararı alındığını ve ardında da seçimlere
gidileceğini söyledi.
Duhok Anlaşması’nın önümüzdeki
dönemde Rojava için Kürdlerin birliğini,
iç barışı getireceğine dikkat çeken PYD
Lideri, “bununla birlikte Arap, AsuriSüryani halklara da özürlük getirecektir.
Kısacası Kürdler için önemli bir adım.
Her şeyden önce Rojava sistemini güçlendirecek, sürekliliğini sağlayacaktır”
dedi.
03
Kayıplar, ‘kara yara’
MİTHAT SANCAR
“Oturmuş unutulmuşluklarının koltuklarına
seyrediyorlar günümüzün
kepazeliklerini
ağlamaktan şişmiş gözlerle...” (Juan Gelman)
Bir yakınınızın, sevdiğiniz
birinin, canınız ciğeriniz olan
bir insanın yaşayıp yaşamadığını
bilmemek; ölüm acısından öte bir yaradır. Hayatından
umudu kestiğinizde, ölüsünü görememek ve gömememek de öyledir.
Kayıplar, yakınları için sürekli kanayan bir yaradır.
Bu yarayı açmak, bir toplum için utançtır. Bu yarayı hep
açık tutmak ise daha büyük bir utançtır. Musa Anter’in
ilk eserinin adı Birîna Reş, yani Kara Yara’dır. Anter,
1959’da cezaevindeyken Kürdçe kaleme aldığı bu tiyatro metninde, yaraların en kötülerini anlatır. Kayıplar,
bu ülkenin “kara yarası”dır. Bu yara sarılmadıkça, bu
toplum huzur bulamaz, barış yüzü göremez. Topraktan
kafatasları çıkıyor, kemikler fışkırıyor. Toplu mezarların yerini gösteren haritalar çiziliyor. Toprak bile isyan
ediyor, lakin onun üstünde yaşayanlar bir türlü sarsılmıyor. 1990’larda insanları kaçırıp hunharca katledenlerin
kimler olduğu biliniyor aslında. Bir sürü itiraf, yığınla
delil var ortada. Zaten o kadar pervasızdılar ki, geride
iz ve delil bırakıp bırakmamayı umursamadılar bile. O
korkunç cinayetleri işleyenlerin ve işletenlerin büyük bir
kısmı aramızda yaşıyor. Evet, bu kara yarayı açmak bir
insanlık suçudur. Bu yarayı kapatmak için gerekenleri
yapmamak, bu suça ortak olmaktır. Bu yarayı onarma
sorumluluğu öncelikle hükümete aittir. Hükümet, bugüne kadar bu konuda jestler dışında ciddi bir icraatta bulunmadı. Yapılması gereken şey bellidir: Hakikati ortaya
çıkarmak ve sorumluların hesap vermesini sağlamak…
Bunun hangi yollarla yapılabileceği de aşağı yukarı bellidir: Tek tük açılmış ve çoğu birbiriyle bağlantısız
yürütülen soruşturma ve yargılamalar, hakikati ortaya
çıkarmaya yeterli değildir. Kayıplar ve “faili meçhuller”
için Meclis’in ve hükümetin destekleyeceği geniş yetkili bağımsız bir komisyon kurmak, en uygun yöntemdir.
CHP ve BDP, böyle bir komisyon için önergeler verdiler. Hükümet, buna karşı çıktı. Hükümete tekrar soruyoruz: Neden?
Hükümet, kayıpların ve “faili meçhuller”in aydınlatılması konusunda istekli olduğunu göstermek istiyorsa,
BM Kayıplar Sözleşmesi’ne taraf olmak için derhal harekete geçmelidir. Tam adı “Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme”,
2006’da BM Genel Kurulu’nca kabul edildi, 2010’da
yürürlüğe girdi. Bugün itibariyle Sözleşme’yi 91 devlet
imzaladı, 30 devlet de onayladı. Sözleşme’yi kabul etmek, uluslararası topluma karşı taahhütte bulunma anlamına gelecektir. Türkiye açısından ise, idare ve yargı
mensuplarına yönelik bir siyasi kararlılık işareti olacaktır. Hükümete tekrar sormak lazım: Neden harekete
geçmiyorsunuz?
Tam bu noktada toplumdan güçlü bir sese ihtiyaç
var. Bu kara yaranın açık kalması, susanları da suça
ortak ediyor. Onca hikâyeden, Cumartesi Anneleri’nin
haykırışlarından sonra; “kayıplar” konusunda kimse
“haberim yok, bilmiyordum” gibi bir bahanenin ardına
saklanamaz. Bu ülkenin insanlarını dinlemek istemeyenler olabilir. Mesela yıllardır kayıp oğlunu arayan Fatma
Morsümbül’ün “Oğlumun kemiklerini bulsam, sırtımda
taşıyacağım. Çünkü kokusunu çok özledim” sözlerine
kim, nasıl kayıtsız kalabilir...
Not: Bu yazı, 1 Şubat 2012 tarihli Taraf gazetesindeki köşemde yayımlanmıştı. Cumartesi Anneleri’nin
eylemlerinin 500. haftası dolayısıyla, güncelliğinden bir
şey kaybetmediğine inandığım bu yazımı, yeniden paylaşmak istedim. 500. hafta etkinlikleri çerçevesinde hazırlanan ortak metin, gazetemizin diğer sayfalarında yer
almaktadır.
04
KOBANÊ
BasHaber
27SÖYLEŞİ
Ekim - 2 Kasım 42014
Türkiye, Kobanê’ye ÖSO’yu sokmaya çalışıyor
Kobanê’nin düşme tehlikesi azaldı
K
obanê’de YPG güçleri ile IŞİD
arasındaki çatışmalar sürerken,
ABD öncülüğündeki Koalisyon
güçlerinin de IŞİD mevzilerine yönelik
etkili bombardımanı sürüyor. Kentin
dış mahallelerini ele geçiren IŞİD, YPG
direnişine karşı intihar saldırıları düzenlerken, sokaklar günübirlik el değiştiriyor.
Kürdistan’dan gönderilen silahların ABD
uçaklarınca Kobanê’ye ulaşması ardından
psikolojik üstünlüğün YPG’ye geçtiği bildiriliyor. ABD kentin düşme tehlikesinin
azaldığını açıkladı.
Bu arada Türk hükümeti, Peşmerge’nin
Kobanê’ye geçişini sınırlamaya çalışırken, bölgeye ÖSO birlikleri yollamak için
girişiminde bulunduğu bildiriliyor. YPG
ve PYD kaynakları ÖSO’nun geçişi ile ilgili
haberleri yalanlarken, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konuda ısrarlı
olduğu kaydediliyor.
IŞİD’in Kobanê’de işgal ettiği bölgelerden kısmen püsKürdülmesine rağmen ağır
saldırılarla devam eden savaş ikinci ayına
girdi. Bir süredir kent merkezinde devam
eden ve hava saldırılarıyla birlikte ağır
kayıplar veren IŞİD, kentin bazı mahallelerinden püsKürdülürken, çatışmalar
Güney ve Doğu cephelerinde yoğunlaşmış
durumda. Ancak Kobanê’de savaşın seyri
giderek Kürd güçleri lehine değişiyor.
ABD Savunma Bakanlığı Sözcüsü de
Kobanê’nin düşme tehlikesinin azaldığını, hava bombardımanlarının IŞİD’in
saldırılarının kırılmasında etkin olduğu ve
örgütün ilerleyemediğini belirtti.
Bu arada Türk hükümetinin
Peşmerge’nin geçişi ile ilgili sorunlar çıkardığı, ilk etapta Kobanê’ye ağır silahlarla
geçmesi beklenen özel birliğin 200 olması
beklenen personelinin 150’ye düşürüleceği açıklandı. Kobanê’de belirli bir süre
kalma koşulu konulan Peşmerge’nin silah
envanterinin sayılacağı ve Irak vatandaşı
olacağı şartı da getiriliyor. Türk hükümeti
Peşmerge’nin dönüşte silah envanterini
birlikte götürmesi de talep ediyor.
Kürdistan Bölge Başkanı Mesut
Barzani’nin bir süre önce Türkiye’den
talep ettiği izne olumlu cevap verilmesi
üzerine Peşmerge, Kobanê’ye geçme hazırlıklarını son aşamaya getirdi. Az sayıda
Cabbar Yawer
savunabiliriz. Şimdiye kadar Peşmerge’nin
gelişiyle ilgili kimse bizimle resmi temasa
geçmedi” diye konuştu.
‘Çatışmalar daha çok Doğu ve Batı
cephelerinde’
YPG Kobanê Cephe Sözcüsü Şoreş
Hesen ise “YPG Kobanê’de iki cephede
IŞİD’e yönelik eylemler yapıyor” diyen
Hesen,”Şimdi YPG Tılşehir köyünü almak
için IŞİD’e saldırıyor. Son 10 gündür savaş
aynı sınırda yürütülüyor. Gündüz veya
akşam fark etmiyor. IŞİD her gün onlarca
araçla Kobanê’ye insan ve silah takviyesi
yapıyor. Bazen görüyoruz çatışma esnasında IŞİD çeteleri günde 3 kez eleman
değiştiriyorlar. Bazen bir çatışmada kuvvet değişimi yapıyorlar. Rakka, Mınbıc,
Cerablus, Telabyat ve Sırrın’dan silah ve
insan desteği getiriyorlar” bilgilerini verdi.
sivilin, elektriksiz ve susuz koşullarda
kalmayı sürdürdüğü ve neredeyse kentin
her sokağında çatışmaların devam ettiği
Kobanê’ye, Peşmerge’den önce Kürdistan Hükümeti’nin silahları ulaştı. ABD
uçaklarıyla Kobanê’ye bırakılan silahların
ellerine geçtiğini duyuran YPG de, gelinen
aşamada psikolojik üstünlüğü ele geçirmiş
durumda.
Türkiye’nin verdiği izne göre ise Peşmerge hava yoluyla Suruç’a gelip oradan
Kobanê’ye geçecek. Türkiye, Peşmerge
araçlarının bayraksız şekilde kara yoluyla
geçmesi şartı koyarken, ilk aşamada 150
Peşmerge’nin Kobanê’ye geçeceği öğrenildi.
Peşmerge’nin geçişi ile ilgili BasHaber’e
bilgi veren Peşmerge Bakanlığı Sözcüsü
Cabbar Yawer, son IŞİD’li de temizlenene
kadar Peşmerge’nin Kobanê de kalacağını
söyledi.
YPG Komutanları Rêdûr Xelîl ve Şoreş
Hesen de Peşmerge’nin Kobanê’ye geçişinin yapılan seferberlik çağrısına yanıt
olduğunu söyledi.
Yawer: Peşmerge silahıyla
Kobanê’ye gidecek
BasHaber’e konuşan Irak Kürdistan
Bölgesel Yönetimi Peşmerge Bakanlığı
sözcüsü Cabbar Yawer, Peşmerge’nin
ne zaman gideceği konusunda güvenlik
kaygısıyla belirgin bir tarih veremeyeceğini ancak Peşmerge’nin ağır silahlarla
Kobanê’ye gideceğini söyledi. Yaver, IŞİD
Kobanê’den temizlenene kadar Kobanê’de
kalacağını da sözlerine ekledi.
Yawer, Peşmerge’nin Kobanê’ye gidişi
ile ilgili ”Yarın, diğer gün de, başka bir gün
de gidebiliriz. Ne kadar Peşmerge gideceği
konusu güvenlik meselesidir ve açıklamamız doğru olmaz. Peşmerge elbette ki kendi silahıyla Kobanê’ye gidecek. Kobanê’de
Peşmerge, PKK, YPG birdir, hepimiz
IŞİD’e karşı savaşacağız. Kobanê’de IŞİD
tamamen temizleninceye kadar Peşmerge
de orada kalacaktır” dedi.
YPG Komutanı Xelil:
En büyük sıkıntımız silah
Kobanê’de yaşanan çatışmalar ve
gelişmelerle ilgili BasHaber’den Hikmet
Durgun’un sorularını yanıtlayan YPG
Komutanı Redur Xelill, Güney Kürdistan
dışında kendilerine herhangi bir yerden silah gelmediğini ve Peşmerge’nin
gelişleriyle ilgili de sorunları olmadığını
belirtirken, YPG Kobanê Cephesi Sözcüsü
Şoreş Hesen ise, Peşmerge’nin, Kobanê’ye
gelmesini, Kobanê Kantonu’nun yaptığı
seferberlik çağrısına verilmiş bir cevap
olarak gördüklerini söyledi.
YPG olarak en büyük sıkıntılarının silah
olduğunu belirten Redur Xelil, “Özellikle
ağır silah istiyoruz. Elimizde hafif silahlara
karşılık, IŞİD’in ağı r ve modern silahları
var. Güney Kürdistan dışında şimdiye
kadar hiçbir ülke bize silah yardımında bulunmadı. Suriye devleti bize silah
göndermedi, öyle bir şey yoktur. 24 ton
yardım bize ulaştı. Güney Kürdistan’dan
gelen bu yardımın içerisinde ilaç ve gıda
da vardı. Ağır silah yoktu. Silahların
gelmesini önemli ve anlamlı buluyoruz.
Moral verici oldu” dedi.
‘IŞİD’in ilerleyişini durdurduk’
Kobanê’de çatışmaların daha çok doğu
ve batı cephesinde yaşandığını ve kentin
yüzde 60’tan fazlasının YPG’nin elinde bulunduğunu dile getiren Xelil, IŞİD’in ilerleyişini durduklarını söyledi. Kobanê’de
YPG’nin büyük bir direniş içerisinde olduğunu ve kanlarının son damlasına kadar
direneceklerini vurgulayan Xelil, IŞİD’i
Kobanê’den sileceklerini kaydetti.
‘Peşmerge’nin gelişiyle ilgili bir sorunumuz yok’
Peşmerge’nin gelişiyle ilgili de konuşan
Xelil,”Peşmerge’nin gelişiyle ilgili herhangi bir sorunumuz yok. Ama sorunumuz
insan sayısı değildir silah ve tekniktir.
Silahlarımız olsa direnebilir, kendimizi
‘IŞİD’in ağır silahı çok’
IŞİD’in silahlarının çok ağır ve modern
silahlar olduğunu dile getiren Hesen,
IŞİD’in elindeki silahları şöyle anlattı: “Tank, 57’lik ve 122’lik toplar, uzun
menzili toplar, doçka, panzer, Hummer,
zırhlı araçları ve çeşitli havan topları var.
Bu silahların çoğunu Musul ve Rakka’dan
getirdi.”
“Yaralılarımızı savaş alanından çıkartabilmemiz ve YPG’ye destek gelmesi
için acilen Türkiye tarafından bir yardım
koridorunun açılması lazım” diyen Hesen,
“Bürokratik işlemlerden dolayı bir YPG
üyesinin Mürşitpınar Sınır Kapısı’ndan
Türkiye tarafına hemen geçemediği için
ambulansın içinde, sınır kapısında kan
kaybından, hayatını yitirdiğini anlattı.
‘Kobanê’de ABD’li koordinat
uzmanları yok’
Dünya basınına yansıyan ABD’li koordinat uzmanlarının ve özel birliklerinin
Kobanê’de kaldıkları iddiasını sorduğumuz Hesen, bunun doğru olmadığını
ifade ederek, “Koalisyon uçakları vurmadan önce keşif uçakları ve insansız
hava uçakları Kobanê’de IŞİD mevzilerini
tespit ediyor. İlgili yerlere bilgi veriyorlar
ve uçaklar da IŞİD mevzilerini vuruyor”
şeklinde konuştu.
Rêdûr Xelîl
KOBANÊ
BasHaber
27 Ekim - 2 Kasım 2014
5
SÖYLEŞİ
05
ÖSO; Plan içinde plan mı?
Erdoğan’ın Kobanê’ye ÖSO birlikleri
gönderilmesi hakkında yaptığı açıklamanın ardından Suriye muhalefetinden
çelişkili ifadeler geliyor.
ÖSO’ya bağlı olarak faaliyet gösteren
altı grubun Kobanê’ye kendi silahlarıyla
destek kuvvetlerinin gönderme kararı aldığı, Halep kuşatma altında olduğu için
geçişin Türkiye üzerinden yapılabileceği
bildirilmişti. Türkiye’ye yakın olduğu
bildirilen ÖSO gruplarından ayrılan
komutanlardan olan Albay Abdülcabar
Akidi, Erdoğan’ın söz ettiği gücün 36
saat içerisinde Kobanê’ye ulaşmasının
hedeflendiğini söyledi: “Kobanê’ ye askeri güç göndermek bizim görevimizdir.
Kobanê Halep’e bağlı bir ilçedir. Sadece
YPG’ ye yardım etmek için gitmiyoruz.
Peşmerge, Kobanê’ yi koruma bahanesi ile Hewler’den geliyor, biz burada
eli kolu bağlı duramazdık. Suriye’ nin
toprak bütünlüğünü için korumak için
Kobanê’ ye ilk etapta 1350 asker gönderiyoruz ilerde bu sayıyı artıracağız.’’
Kürd düşmanı ve Arap şövenisti
olarak tanından eski Baas Subayı Albay
Akidi, geçtiğimiz yıl yaptığı bir açıklamada PKK’nin kökünü kurutacaklarını
ve onlara acımayacaklarını söyleyerek,
adamlarına YPG’lilere saldırmaları
talimatı vermişti. Geçtiğimiz yıl Ming
havalanını baskını ardından IŞİD ve
Nusra komutanları ile birlikte kameraların karşısına çıkan Akidi, Tel Eran ve Tel
Hasil’da yapılan katliamlardan sorumlu
tutuluyor.
Akidi’nin bu açıklamasını yalanlayan
ÖSO Halep Devrimci Askeri Konsey
Komutanı Tuğgeneral Zahir El Saket
ise Albay Akidi’nin yaptığı açıklamalara
anlam veremediğini ifade ederek, ÖSO
Askeri Konsey ile Albay Akidi arasında
herhangi bir koordinasyon olmadığını
açıkladı. Kobanê’ye asker gönderilmesine dair haberlerin asılsız olduğunu
söyledi. Tuğgeneral Saket, ”Biz birçok
ülkenin desteklediği Kobanê’ye asker
gönderip Halep’i köpeklere bırakacak kadar akılsız mıyız? Esed güçleri
muhaliflerin kontrolündeki bölgeleri
almak için fırsat kolluyor” dedi. Facebook’daki hesabından açıklama yapan
Saket, ÖSO’nun Esad ordusu ile Halep’te
şiddetli çatışmalara girdiğini ve bununla
yükümlü olduğunu kaydetti.
Erdoğan’ın Akidi’nin adamlarını
Kobanê’ye göndermek istemesi YPG
kaynakları tarafından yeni bir savaş gerekçesi olarak yorumlanıyor. YPG’lilere
göre IŞİD’in yapamadığını Akidi ile
yapmaya çalışılıyor. Ancak uzmanlar,
Akidi’nin adamlarının Halep’ten çıkıp
Kobanê’ye gideceği yolundaki haberlere
kuşku ile bakıyor.
Hikmet Durgun
Erdoğan: Kobanê’ye gidecek
Peşmerge sayısı 150’ye indirildi
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan,
Kobanê’ye gönderilecek Peşmerge
sayısının 200’den 150’ye indirildiğini
belirterek, ÖSO’dan 1300 kişinin geçiş
güzergahının da müzakere edildiğini
söyledi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Özgür Suriye Ordusu’ndan 1300 kişinin Kobanê’ye
geçmesini PYD’nin kabul ettiğini iddia
ederek; ‘ Konuyla ilgili olarak da şu anda
ilgili birimlerimiz bu geçiş güzergahının
nasıl olması gerekir, bunu müzakere ediyorlar. ÖSO’nun bizim tarafımızdan ilgili
bölgeye geçmesinde bizim tarafımızdan
bir sıkıntı yok’ dedi.
Erdoğan, ABD Başkanı Obama’ya
Kobanê için tercih edilmesi gerekenin 1.
derecede ÖSO, 2. derecede Peşmerge olduğunu ifade ettiğini daha önce söylediğini belirterek, ‘Kobanê’ye gönderilecek
Peşmerge sayısı 150’ye indirilmiş’ diye
konuştu.
Muslim, ÖSO haberini yalanladı
Bu arada PYD Eşbaşkanı Salih Müslim, Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO)
kente 1350 kişilik kuvvet göndereceğine
yönelik haberi yalanladı. Müslim, “Bu
bilinçli olarak yayılan bir haber. Amaç
kafa karıştırmaktır. Zaten ÖSO’ya bağlı
Destekçileri
Türkiye, Katar
ve Arabistan
bazı gruplar bizimle savaşıyorlar. Tamamen yalan bir haber” dedi.
Müslim, “Türkiye devleti böylesi
haberlerle karışıklık yaratmak istiyor”
diyerek, Türkiye’nin Kobanê politikasını, “Bütün dünya ülkeleri bir tarafta,
Türkiye bir tarafta duruyor” şeklinde
özetleyerek şöyle dedi: “Türkiye’nin netleşmesi baskı yapılması gerekiyor. Türkiye dünya kamuoyuna IŞİD çetelerine
karşı olduğunu deklare etmesi gerekiyor. Bugüne kadar da bunu söylemediği
YPG savaşçıları ve Peşmerge birlikte
gibi DAİŞ çeteleriyle arasına mesafe
koymadı.”
ABD ve Barzani’nin talebiyle Kobanê’ye koridor sözü veren
Türkiye’nin bunun karşılığında 10
kilometrelik alanda güvenli bölge oluşturmak istediğini belirten Müslim şöyle
devam etti: “Kuşkusuz bu da farklı bir
oyundur. Türkiye, 10 kilometrelik alanı
boşaltıp askeri bir bölgeye dönüştürme
planları yapıyor. Kirli oyunlar peşinde.”
IŞİD’e karşı 2 yıl savaşıp yaralanan
YPG savaşçısı Miran Kobanê, yaşanan
çatışma anlarını anlattı. 23 yaşındaki
Miran, Kobanêli. Kent ve köylerinde
IŞİD’le çatışmış. 2 yıldır savaşta kaldığını belirten Miran savaşta yaşadıklarını
BasHaber’e şöyle anlattı: ”Kobanê’nin
Kendal köyünde çok şiddetli çatışmalar
vardı IŞİD ile. Ben de o çatışmada vardım. Silahlarımız kalaşnikof ve doçkaydı.
IŞİD’in silahı ise tank ve toplardı, diğer
ağır silahları da vardı. Sürekli çatışma
halindeydik. YPG genelde geceleri IŞİD’e
operasyon yapıyordu. IŞİD de ne zaman
bize saldırsaydı o zaman karşılık veriyorduk. Sürekli alarm halinde idik. Kendal
köyünde 70 YPG’li vardık. 600 kadar da
IŞİD üyesi vardı. Çatışmalarda 7 YPG’li
hayatını kaybetti ve çok sayıda IŞİD üyesi
öldürüldü. Köyde siviller de vardı. Onlar
çatışmaya girmiyorlardı ama bize yardımcı oluyorlardı.
IŞİD’le çatışırken Türk askeri de bizim
bulunduğumuz alana top atışı yaptı ve top
atışı sonucu birkaç arkadaşımız hayatını
kaybetti. Çatışmalar esnasında birçok
IŞİD üyesini yakaladık. Onlara kötü muamele yapmadan Kobanê’deki cezaevine
götürüyorduk. Yüzlerce IŞİD’çi var cezaevinde. Yakaladığımız IŞİD üyeleri ‘bizi
öldürün’ diyorlardı. ‘Siz kafirsiniz, dininiz
yoktur’ diyorlardı. IŞİD’çiler arasında;
Çin, Mısır, Yemen kimlikleri de çıkıyordu.
Türkiye vatandaşı olan IŞİD’çiler de yakaladık. En küçükleri 17, en büyükleri de 60
yaşındaydı. Kadın IŞİD’çi görmedim. ‘Bizimle konuşmayın’ diyorlardı. Ceplerinde
haplar yakalıyorduk. Yemekleri kutular
içindeydi. Kutular; Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan malı idi. IŞİD’den 3 tank ele
geçirip Kobanê’ye getirdik. Kullandık bir
süre, daha sonra mermileri bitti. YPG’nin
elinde de 5 tank var. IŞİD’in elinden
aldığımız silahlar Suriye ve Türkiye’ye ait
silahlardı. Çatışmada 5 doçka kurşunu ile
yaralandım. Kobanê’deki Emel hastanesine kaldırıldım. Orada 20 gün tedavi
gördüm.
06
BİRLİK
BasHaber
27 Ekim - 2 Kasım 2014
Ulusal birliğe doğru
Yaşam Kürdlere birliği dayatıyor
Kürdistan Bölge Başkanı Mesut
Barzani’nin girişimleri sonucu
Duhok’ta toplanan Batı KürdisTara Jaff – Ses Sanatçı
Kürdlerin birliği bu süreçte gerekliliktir.
Şayet Kürdlerin siyasetçileri, aydınları, yani
bir bütün olarak halk birliğe evet derse,
hayallerinin davası tamamlanır. Şayet amaçları derli toplu, özgür ve gelişmiş bir ülke
ise ve bu onlarında hayaliyse -ki Kürdistan
en büyük hayalimizdir- bugün birliğe çok
ihtiyacımız var. Bugün Ortadoğu’da her şey
allak bullak olurken dünyaya örnek olmak
gerekiyor. Şayet herkes kendi kişisel çıkarlarını düşünürse bu fırsatı da kaçırırız. Onun
için şuan halkın birliğe ihtiyacı var.
Tarık Ziya Ekinci - Yazar
Biraz karışık bir durum içerisindeyiz. Her
parçadaki Kürd demokratik ve ulusal hareketlerini yönetenler farklı görüşlere sahip
ama bu hareketlerin birlik oluşturması çok
önemlidir. Ve bu birliktelik sağlanırken ideolojik ayrılıkların bertaraf edilmesi gerekmektedir. Bu sağlanmazsa uzun sürmeyecek
bir birlik olur. Ama eğer olursa Ortadoğu’da
demokrasinin gelişmesi ve barışın tesisi
için böyle bir birlikteliğin oluşturulması
sevindiricidir. Bunun başarıya ulaşması ve
kalıcı olması için ideolojik ayrımların da en
kısa sürede bertaraf edilmesi gerekmektedir.
Hamiyet Çelebi – Yazar
Kürdistan’da mevcut sorun bir şekilde
Kürdlerin birlik sorunundan ve parçalanmışlıklarından da kaynaklanıyor. Kürd siyasetinin temel görevlerinden biri birlik bağlamında halkın güvenlik ve özgürlük ihtiyacını
karşılamaktır. IŞİD, Kürdlere karşı aktüel
bir Sadabat Paktı’dır. Kürdlerin özgürleşme
olasılığı ortaya çıktıkça bu tür operasyonlarla, Kürdistan’ın parçalı statüsü devam
ettirilmek isteniyor. Tam da burada Kürd
siyaseti net ve birlikte duruş sergilemek,
birleşmek, ortak güç olmak ve ortak hareket
etmek zorundadır. Bu bir ulusal görevdir ve
Kürd siyaseti bundan kaçınamaz. Ülkenin
saldırı ve işgal tehdidi altına girdiği bu
zamanda yeni bir ortak
sorumluluk hukuku
geliştirmek ve bunun
da örgütsel çıkarlar
üstünde olması zorunludur. Bu anlamda
Duhok Anlaşması çok
önemlidir. Anlaşmanın
T. Ziya Ekinci
Nevin İl
Hasan Bildirici
tanlı siyasi güçler ENKS ve TEVDEM yöneticileri arasında varılan
anlaşma Kür kamuoyunca destek
tüm parçaları kapsayarak geliştirilmesi ve
uygulanması için Kürd kamuoyu siyasete
baskı yapmalıdır.
Rojda – Ses Sanatçısı
21. yy.’da sınırların yeniden çizilmesi söz
konusu ve bu süreçte Kürdlerin de duruşu
dünya nezdinde bir olgunluğa ulaşmıştır.
Artık dünyadaki diğer güçler de Kürdleri
görmezden gelemiyorlar. Bu sınırlar Kürdler
için olumlu ve olumsuz sonuçlar doğurabilir. Eğer Kürdler arasında bir birlik oluşmazsa ve Kürdler geçici ve küçük hesaplar
peşinde olurlarsa kalıcı bir birlik dönemine
giremeyiz. Özellikle Duhok’taki anlaşmanın bu açıdan önemli bir adım olduğunu
düşünüyorum. Bu çok olumlu bir gelişmedir. Kürdleri ayrıştırmanın önüne geçmek
için son dönemde atılan adımlar büyük bir
moral yaratıyor. Hangi devlet veya bayrak
altında yaşıyor olursak olalım Kürdlerin
birlik olması büyük ve önemli bir adımdır.
Peşmerge’nin Kobanê de olması ve bunun
Kürdlerin birliği için bir mesaj içermesi, bu
gelişmelerin ve birliğin geçici olmadığına,
bir daha kardeşin kardeşi vurmayacağına
dair umut veriyor. Önemli olan bunun
devam etmesidir. Bir sanatçı olarak bu birlik
karşısında çok mutlu oldum.
Nevin İl – DOGÜNKAD Başkanı
Hepimizin temennisi, bütün Kürd
örgütlerinin bir araya gelerek Ortadoğu’da
yeniden şekillenen sınırların Kürdlerin lehine çevriilmesidir. Son gelişmeler Kürdler
açısından olumlu ve olumsuz durumlar
yarattırken Kürdlerin birliğine de vesile
olmuştur ve çok önemlidir. Önümüzdeki
süreçte birlikte hareket etmek ekonomik,
siyasi ve sosyal olarak bir avantaj yaratır. Bu
sürecin devam etmesi için bütün kesimler
sorumlu davranıp üzerine düşeni yapmalıdır. Kürdlerin gelecekteki statüleri için bu
sürecin önemsenmesi ve gereken desteğin
sağlanması önemlidir.
Hasan Bildirici - Gazeteci
Ulusal birlik diğer milletlere ne kazandırmışsa Kürdlere de onu kazandırır. Zaten bu
anlamda hayat da Kürdlere zorunlu olarak
ulusal birliklerini sağlamayı dayatıyor.
IŞİD’in saldırısıyla birlikte Kürdler hiçbir
sınır tanımadan birbirlerinin yardımına
Kazım Öz
Tara Mamedova
Serhad Bapir
görüyor. Anlaşmayı Kürdler arası
birlik ve ulusal ittifakın bir provası
olarak nitelendiren sanatçı, yazar
koşmuştur. Ulusal birlik kavramı tabi ki
herkesin bir arada yaşadığı bir yer anlamına
veya herkesin tek bir ulusal hukuktan yararlandığı bir sistem anlamına da gelmeyebilir.
Kürdistan’ın herhangi bir parçası saldırıya
uğradığında birlikte hareket etmek anlamında bir ulusal birlikten söz etmek gerekiyor.
Gerçekçi olmak gerekiyor, aramızda İran,
Suriye, Türkiye ve Irak sınırları var. Ama
olumlu bir hava esiyor, tarih bir anlamda
Kürdleri ulusal birlikte buluşmaya zorluyor.
Çiya – Ses Sanatçısı
Dünyanın emperyal güçleri şimdiye kadar
Kürdleri ayrıştırmak istedi. Şimdi yan yana
olmaları çok sevindiricidir. Hele ki bir de
anlaşma yapılması bu birliğin en güzel şeklidir. Çünkü en azından birbirlerini eleştirebilir ve kendi öz eleştirilerini de yapabilirler.
Birlik olmak Kürdler için çok önemli ve
değerli bir sonuçtur.
Serhad Bapîr - Grafik Sanatçısı
Kürdlerin birliği, Kürdistan’da, dört
parçada ulusal bir siyasetin oluşması için
makul ve ortak değerler temelinde olmalıdır. Kürdleri birleştiren unsurlar, millet
olmamız ve bütün lehçelerle birlikte bir dile
sahip olmamız ve Kürdistan’ın bütün Kürdlerin vatanı olması. Kendi kaderini tayin
hakkı birinci madde olmalıdır ki Kürdler
bağımsız devletlerini kursunlar. Kürdler
dört parça Kürdistan da ilişkilerini geliştirmelidirler, diplomasi anlamında güçlü
olmalıdırlar. Sayın Mesud Barzani kongreye
liderlik yapmalıdır. Çünkü uluslararası alanda güveni ve itibarı en çok olan liderimiz
odur. Ulusal Kongre, Güney Kürdistan’ın
tecrübe ve başarısını kendine model olarak
almalıdır.
Tara Mamedova – Ses Sanatçısı
Benim hayalim ve bir bütün olarak halkımızın hayali Kürdlerin arasında bir birlikteliğin oluşmasıdır. Çünkü Kürdlerin başarısı
birlik olma yolunda tıkanmış durumdadır.
Bu süreçte çok iyi anladık ki; biz Kürd halkı
olarak yalnız kaldık. Yine birbirine destek
çıkan kişiler Kürdlerin kendisi oldu. Dört
parça Kürdistan’da bütün siyasi, kültürel
ve diğer alanlarda birliktelik kurulmalıdır.
Kendimizi uluslararası alanda kabul ettirebilmek için buna ihtiyacımız var.
Yüksel Avşar
Çiya
ve akademisyenler, Kürdlerin ulusal birliğe ihtiyacı olduğu konusunda hemfikir.
Kazım Öz – Sinema Yönetmeni
Ulusal birliğin Kobanê ile birlikte gelişmesi bir yanıyla sevindirici, bir diğer yanıyla
da üzücüdür. Çünkü, bu kadar insan öldükten sonra ve hayati bir konudan sonra mı,
Kürdler bir araya gelecek diye düşündürüyor insanı. Bunun üzerine Kürd politikacı ve
yöneticilerinin de düşünmesi gerekiyor. Çok
önceden atılması gereken bir adım olmasının yanı sıra insanı sevindiren bir durum.
Bunu, Kürdlerin tarihsel olarak yaşadıkları
trajedileri bir daha yaşamaması için tarihsel
bir süreç olarak görüyorum.
Yüksel Avşar - Siyasetçi
Bu IŞİD denilen ne idüğü belirsiz çete,
nedense Kürdlerin çanağına düştü. Büyük
ihtimalle Saddam gibi düşünenler bu çeteyi
Kürdlerin kapısına bıraktılar. Kürdler de
liderlik kavramı üzerine bir kargaşa vardır,
nedense benim dışımda kimse yok anlayışı
var. ‘Benim yanlışım da doğrudur’ yaklaşımında oluyor. Irak Kürdistanı’nda bir devlet
göründü, Kobanê de yeni bir şey inşa edildi
ona kanton denildi. Daha sonra Kürdler
de anladı ki hangi kapıyı açsalar bir araya
gelme konusu kendini gösteriyor. Duhok’ta
yapılan toplantı tarihseldir, bizim için çok
önemlidir. Kürdler aklını başına devşirip,
bizim ortak davamız yolunda yürümeliler.
Prof. Kadri Yıldırım - Akademisyen
Kürdler arasındaki birlik sadece kağıt
üzerinde ve Başûr ve Rojava ile sınırlı
tutulmamalıdır. Dolayısıyla bu birlik bir
an önce pratiğe yansıtılmalı ve Rojhilat ile
Bakur’u da içine almalıdır. Durumun aciliyetine binaen Rojava-Başûr ile başlayacak
olan birliğin, uygun bir zaman diliminde
Rojhilat-Bakur’u da içine alacak şekilde
genişletilmeli; böylece etkisi ve caydırıcılığı
üst seviyeye çıkarılmalıdır. Bu birliğin; ortak
savunma, fon, üniversite ve inanç akademisi
çerçevesinde vücut bulmasının yararlı olacağı kanaatindeyim.
Bu ortak olgular belirli
bir takvim dahilinde
dönüşümlü olarak
Kürdistan’ın parçaları
arasında sevk ve idare
edilebilir.
Tara Jaff
Hamiyet Çelebi
Kadri Yıldırım
Rojda
BasHaber
ÇÖZÜM SÜRECİ
27 Ekim - 2 Kasım 2014
CHP Milletvekili Atilla Kart:
Rojava Kürdlerinin birleşmesi umut verici
H
Mustafa Yeşil
ükümetin Kürd sorunu konusundaki tutumunu eleştiren CHP’li Milletvekili ve TBMM Anayasa Uzlaşma
Komisyonu Üyesi Atilla Kart, “Hep konjonktüre oynayan bir yaklaşım var. Elbette Kürd sorunu çözülmelidir. Ama
bu birilerinin kişisel hırsları uğruna heba edilecek bir süreç de
değildir” dedi. Barzani önderliğinde Duhok’ta bir araya gelen
Rojava’daki siyasi partilerin birleşme kararını da değerlendiren Atilla Kart Rojava’daki Kürd örgütlerinin birleşmesinin
umut verici olduğunu belirtti.
Kendisi de Konya Kürdlerinden olan Kart, Rojava direnişinin desteklenmesi gerektiğini belirtirken, “Irak Kürdistan’ı ve
Rojava halklarının da kendi iradeleriyle kendi yönetimlerine
karar vermelidir” görüşünü savundu.
Kobanê’deki durumu değerlendiren CHP’li
Kart, IŞİD’i yaratan, onu büyüten sebeplerin
tümünün siyasi iktidara yüklenemeyeceğini,
fakat AKP iktidarıyla birlikte Türkiye’nin belli
bölgelerinde IŞİD ve benzeri örgütlerin himaye
edildiğini iddia etti. İktidarın ideolojik olarak
bu tür yapılardan beslendiğini iddia etti.
Hükümetin Kobanê konusundaki tutumunu
eleştiren Kart, Türkiye’nin insani yardım
koridoru, silah ve mühimmat yardımlarının
engellenmesi konularında olumlu bir tutum
içerisinde olması gerektiğini belirtti. Hükümetin Çözüm Süreci konusundaki tavrını değerlendiren Atilla
Kart, “2009’dan beri muhtelif isimler adı altında yürütülen
bir süreç var. Ama bir türlü işin esasına girilmiyor. Sanki bu
sorunu “çözüyormuşuz” gibi yaparak hep zamana oynayan,
hep konjonktüre oynayan bir yaklaşım var. Ve bakıyoruz ki
bütün bu politikaların temelinde de mezhepçi, ayırımcı bir
anlayış var. İşte Suriye politikalarının özünde de bu var. Esas
olan insan hakları, temel hak ve özgürlüklerdir ve ayrımcılık
yapmadan eşit yurttaşlık gibi değerlerdir“ şeklinde konuştu.
Kürd gruplar birleştikleri
takdirde bu süreci aşarlar
Kürdistan Bölgesel Hükümeti Başkanı Mesut Barzani önderliğinde Duhok’ta bir araya gelen Rojava’daki siyasi partilerin birleşme kararını da değerlendiren Atilla Kart Rojava’daki
Kürd örgütlerinin birleşmesinin umut verici olduğunu belirtti.
Kart, “Maalesef tarih boyunca Kürd grupların birbiriyle
çekişmekten, tam bir dayanışmayı sergileyememekten dolayı
tarih içinde çok büyük kayıpları olduğunu biliyoruz. Artık bu
dönemde bunu aşmak gerekir. Son birkaç gündür o bölgeden
gelen haberler umut verici. Fakat IŞİD o bölgede bertaraf
edildikten sonra da bunu daha ileri boyutlara taşımaları
gerekir” dedi.
“Kürd sorunu birilerinin kişisel ve siyasi ikbali uğruna heba edilemez”
Hükümetin Çözüm Süreci’ne dair ne yapacağını kimsenin
bilmediğini belirten Atilla Kart, “Bakın geçen gün İdris Baluken ne dedi: Bize taslağın birinci sayfasının bir örneğini verdiler. Ne kadar incitici bir şey? Sen bir yol haritası diyorsun.
Bunun muhatabı kimdir. Meclistir, siyasi partilerdir. Fakat şu
an Efkan Ala’ların, Hakan Fidan’ların kapalı kapılar arkasında yaptığı bir çalışmadır” dedi. Cumhuriyet
tarihinin en önemli sorununun Kürd sorunu
olduğunu ve bundan hiç kimsenin rahatsız
olmaması gerektiğini ifade eden Kart, “Elbette
Türkiye bu sorunu çözmelidir. Ama bu birilerinin kişisel ve siyasi ikbali uğruna heba edilecek
bir süreç değil. Fakat böyle ilerliyor. Bakıyorsunuz tüm süreç AKP ve Erdoğan’ın kişisel
ve siyasi kariyeri doğrultusunda şekilleniyor.
Yani bu bilgilendirme sağlıklı olduğu takdirde
biz de sürecin sağlıklı ilerleyişi konusunda
yapıcı bir tavır içinde olmak durumundayız.”
şeklinde konuştu.
“BM Güvenlik Konseyi Geçici Üyeliğindeki tablo
hükümetin iflasıdır”
Bu noktada Türkiye’nin demokratikleşme profiline bakılması gerektiğini ifade eden Atilla Kart, hükümetin Türkiye’yi
savaşa sokmak istediğini ve kamu kurumlarının işlemediği
bir ortamda Çözüm Süreci’nin inandırıcı olmadığını belirtti. Türkiye’nin kendi içinde Kürd sorununu demokrasiyle
çözebileceğini söyleyen Kart, “Burada biz kendi Kürdlerimize
demokrasiyle sahip çıkacağız. Temel hak ve özgürlüklerle
sahip çıkacağız. Ha, Irak Kürdistanı, Rojava Kürdistanı, o
yerleşik halklar da kendi iradeleriyle buna karar verecekler. Oralara da IŞİD’lerin, emperyal güçlerin müdahalesine
engel olmalıyız. Oradaki yerli halkların iradesiyle o bölgenin
yönetimi şekillenmeli. Ama bu hükümetin yaklaşımı bu
değil. Mısır’la ilişkiler ortada, Suudi Arabistan, Irak ve Suriye
yönetimleriyle yaşanan tablo... Ve en son Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi Geçici Üyeliğindeki o tablo bu hükümetin
iflasıdır” diyerek konuşmasını sürdürdü.
Kaplan: Kobanê 21. yüzyılın destanıdır
HDP Milletvekili Hasip Kaplan Kobanê’de kendi topraklarının meşru müdafaasını yapan bir halkın bulunduğunu ve
bu anlamda Kobanê’deki durumun 21. yüzyılın
en onurlu ve destansı direnişi olduğunu
belirtti. Kobanê ve çözüm sürecini BasHaber’e
değerlendiren Kaplan, Öcalan için sekretarya
kurulması ve hasta tutsakların durumunun
aciliyet arz ettiğini söyledi.
Rojava’daki savaşla Kürdlerin demokratik
bir halk olduğunu kanıtladığını söyleyen Kaplan, “Bunun sonucunda Amerika öncülüğünde
koalisyon güçleri IŞİD’e operasyon yaptı.
Kobanê direnişi, aynı zamanda Kürd halkının
birliğinin sağlanmasında bir dönüm noktası
olmuştur” dedi.
Çözüm Sürecinde hükümetin somut adım atması gerektiğini belirten Kaplan, “Abdullah Öcalan için sekretarya, hasta
hükümlü tutsaklar ve cezaevindeki son durumun ivedilikle değerlendirilmesi gerekiyor” dedi. Akil İnsanlar Heyeti’nin yeni
rolüne de değinen Kaplan, “Akil İnsanların artık hükümeti
adım atması konusunda ikna etmeleri lazım. Onlara düşecek en büyük görev şu anda budur” şeklinde
konuştu.
“Hükümetin Kobanê konusundaki tavrı
kendi iradesi dışında değişmiştir”
Hükümetin Kobanê’ye yaklaşımının değişip
değişmediği yönündeki soruya ise Kaplan,
“Hükümetin bu tavır değişikliği kendi iradesi
dışında gelişmiştir. Dünya güçleri burada bir
tavır koymuştur. Hükümet de mecbur kalmıştır” şeklinde cevap verdi.
Dünyanın gözü önünde bir halkın direniş
içinde olduğunu dile getiren Kaplan bunun
terörizm olarak nitelendirilemeyeceğinin altını çizerek şöyle
devam etti: “Vatanını korumak ne zamandan beri terörizm
oldu? Başkasının vatanını işgal etmek, saldırmak, tecavüz
etmek terörizmdir.”
07
Çözüm Süreci’nde
yeni sorun
HAKAN TAHMAZ
Çözüm süreci rotaya giremiyor. Son
bir aydır, IŞİD’ın Kobanê’ye yoğun saldırısı, buna karşı tarafların izlediği politika
ve taraflarının beklentilerdeki farklılığın
yarattığı sorunlar bunu engelledi. Siyasi
aktörler arasındaki güvensizlik derinleşti
ve kriz yeni bir boyut kazandı.
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun
“verilen sözler yerine getirilmiyor” iddiası ve HDP tarafından buna verilen yanıt,
hükümet, Kandil, İmralı ve HDP arasında iki yıldır süren görüşmede yeni bir soruna yol açtı.
Başbakan’ın Amasya dönüşünde ve Akil İnsan Heyeti ile
toplantısında ifade ettiği bu iddiaları hatırlayalım:
1 Eylül’de açıklanan yeni hükümet programına paralel hazırlanan Yol Haritası 3 Eylül’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan
tarafından İmralı’da Abdullah Öcalan’a iletilmiş ve mutabakat
sağlanmış.
7 Eylül’de HDP Heyeti, İmralı’ya iletilen Yol Haritası konusunda mutabık kalındığını hükümete iletmiş.
8 Eylül HDP Heyeti, Yol Haritası’nı Kandil’e iletmiş. 10
Eylül’de Kandil’in de Yol Haritası’na onay verildiği açıklanmış.
Yapılan görüşmede HDP Heyeti, Başbakan’a “kamu düzenini bozan eylemelere 15 Ekim tarihine kadar son verilecektir” sözü verilmiş.
Bütün bunlardan sonra 6 Ekim’de Kobanê için Kürdler
sokağa döküldü.
Şimdi verilen sözlerin neden tutulmadığı sorgulanıyor ve
süreci bozmak isteyenin Kandil ve HDP olduğu iddia ediliyor.
Başbakan bu iddiaları Akiller Heyeti’ne, HDP Heyeti’nin
Kandil’ de olduğu, Hakan Fidan’ın İmralı’da görüşme yaptığı
gün aktarıyor. Bu durum dikkat çekici!
HDP Heyeti ile Kandil’e gitmeden önce yapılan bir dizi
görüşmede bu soruların heyete yöneltilmiş olması gerekirdi.
Burası karanlık.
21 Ekim Salı günü Abdullah Öcalan HDP Heyeti ile görüşme yaptı. Bu görüşme sonrası Öcalan çağrı yaptı ve tarafları
uyardı. Çağrıda; “15 Ekim itibariyle yeni bir aşamaya geçtiğimizi ve süreçte başarılı bir pratik umudumun bu anlamda artığını ifade etmek isterim” dedi
Bu cümleyi kurmasından bir gün sonra 22 Ekim’de HDP
ve Eş Genel Başkan Selahattin Demirtaş iddiaları reddettiler.
Söz vermediklerini ve kendilerine de bir Yol Haritası iletilmediğini açıkladılar.
Bütün bunlar ‘ne oluyoruz’ sorusunun artık yüksek ses ile
sorulmasının zamanın geldiğini gösteriyor. Taraflarca iyi yönetilemeyen çözüm süreci, farklı bir noktaya doğru kayıyor. Siyasi aktörler arasındaki güvensizliğin yeni boyut kazanmış olması
hayra alamet değil.
İnsanlar gerçeğin tamamını nasıl ve kimden öğrenecekler?
Barışın toplumsallaşması toplumda güven duygusu güçlendiğinde daha az zahmetli ve hızlı olabilir.
Bu nedenle bütün bu iddiaların açığa kavuşturulması,
kimin ne gibi söz verdiğinin ve hangi sözlerin kim tarafından
tutmadığının aydınlatılması gerek. Bu saatten sonra tarafların
yapacağı açıklama ancak kendi mahallelerini tatmin edebilir.
İşte tam da bu gibi durumların aşılmasını kolaylaştırmak
için çözüm sürecini İzleme Komisyonu’na ihtiyaç var. İki yıl
içinde benzer birçok olaylar yaşandı. Son görüşmede Öcalan’ın
ifade ettiği ve uyardığı gibi yaşananlardan ders çıkarmak İzleme Komisyonu gibi kurumların hızla oluşturulması gerektiriyor. Ancak İzleme Komisyonu’nun bir işe yaraması için
uluslararası deneyimi olan bir ülkenin katılımı sağlanmalı ve
gerçekten toplumda saygınlığı olan kişilerden oluşmalı. Akil
İnsanlar Heyetinden ders çıkarılmalıdır.
Bir de Öcalan’ın son görüşmede ifade ettiği; “Bu konuda
tüm demokrasi ve barış yanlısı çevrelere de önemli görev ve
sorumluluklar düşmektedir” cümlesinin gerçek adresini bulması gerekiyor.
Aksi halde Öcalan’ın, “Taraflara düşen görev birbirleriyle
olan hukuklarını sağlam ve güvenli bir temele oturtmalarıdır.
Bu yapılmadığı zaman içinden geçmekte olduğumuz sürecin
derin bir darbeyle sonuçlanması kaçınılmaz olacaktır” cümlesinden dikkat çektiği tehlikeyi atlatmak çok zor olabilir.
08
ÇÖZÜM SÜRECİ
BasHaber
27SÖYLEŞİ
Ekim - 2 Kasım 82014
ÇÖZÜM SÜRECİ
BasHaber
27 Ekim - 2 Kasım 2014
9
SÖYLEŞİ
Akil İnsanlar Heyeti
Çözüm Süreci’ne toplum da ortak edilmeli
Yeter Polat
Yeni hükümetin kurulmasının ardından Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun çağrısı üzerine bir
kez daha bir araya gelen Akil İnsanlar Heyeti
‘Çözüm Süreci’ devam ediyor mesajı verdi. Akil
İnsanlar Heyeti Üyesi aynı zamanda İHD Genel
Başkanı Öztürk Türkdoğan, sivillerin sürece dahil edilerek barış görüşmelerinin toplumsallaşması gerektiğini vurguladı. Katılımcıların görüş
ve önerilerini dile getirdiği toplantıda ortaya
çıkan tabloda şu görüş ve öneriler dile getirildi:
Çatışmasızlığın devam etmesi, Öcalan’ın cezaevi
şartlarının iyileştirilmesi, İmralı’da ‘sekreterya’
kurulması, süreci izlemek amacıyla ‘üçüncü göz’
heyeti oluşturulması, HDP dışındaki kesimlerin
de Öcalan’la görüşebilmesinin olanaklarının
yaratılması, tarafların ifade ve yaklaşım dillerini
değiştirmesi, parlamentonun devreye alınması,
Akil İnsanlar Heyeti’nin yeniden yapılandırılarak toplumsal desteğin çeşitlendirilmesi. Tüm bu
konuların konuşulduğu toplantıya dair sorularımızı TOHAD Başkanı Zübeyde Teker, GazeteciYazar Etyen Mahçupyan ve İHD Genel Başkanı
Öztürk Türkdoğan’a yönelttik.
İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan:
Süreç toplumsallaşmalı
Y
eni hükümetin, yeni başbakanın kendi tarzı ve uslubuyla
Akil İnsanlar’dan süreçle ilgili
değerlendirme ve önerilerini alıp ‘yeni
fikirler olabilir mi’ ve kendisinin
sürece bakış açısını aktarmak için bu
toplantının yapıldığını düşünüyorum.
Başbakan, ekim ayı başında yaşanan
olaylar olmasaydı bu toplantının daha
erken yapılacağını söyledi. Toplantının
önemi şuradadır: Hükümet barış ve
çözüm sürecini ilerletmek konusunda
iradesini tekrar göstermek istemiştir.
Bu önemlidir. Sürece sivil inisiyatifleri
katma bakımından, toplumun diğer kesimlerinin görüşünü alma bakımından
önemli buluyorum. Bu süreç toplumsal
barışın inşa ederek ancak ilerleyebilir.
Farklı kesimlerin görüş ve önerilerini
alıp onlarla tartışarak süreç ilerletilebilir. Bu bakımdan Akil İnsanların yaptığı
‘Barışın Toplumsallaştırılması’ önemli
bir çalışmaydı. O çalışmaların sonuçlarından yararlandıklarını ifade ettiler.
Bir çağrıdır. Sivil inisiyatiflere barış
için bir çağrıdır bu. 24 kişi 15 Ekim’de
biraraya geldik ve bir deklerasyon
yayınladık. Bizim gibi sivil insanların
sürecin devamı konusunda görüşlerimizi hükümete aktarmamız ve hükümetin
kendisinde varolan iradeyi daha da
pekiştirecek yaklaşımları görmesinden
memnun kaldık.
Sivil kurumların barış çalışması
yapması önünde engel yok, heyetin
içinde değil ama daha az sayıda ‘üçüncü
göz’ diye tarif edilen bir sivil mekanizmanın kurulması anlatıldı hükümete.
Sivil izleme kurulu. Taraflar arasındaki
görüşmeleri izlemek, varılan mutabakatlarla ilgili tarafların gereğini yapıp
yapmadığını gözlemlemek, sahada
çıkan sorunlara müdahale etmek ve bir
nevi ara buluculuk yapmak, bir nevi
barış çalışmaların topluma mal edilmesi bakımından sivil inisiyatiflerle ilişki
kurmak, toplumun farklı kesimlerinin
görüş ve önerilerini taraflara sunarak
tarafların olaya daha geniş pencereden
bakmasını sağlamak. Dünya örneklerinde de var ve bu çok önemli bir şey.
Üçüncü gözden kasıt bu. İki taraf var,
taraf özelliği olmayan sivil bir mekanizmaya ihtiyaç var.
Yol kazalarına karşı
dikkatli olunmalı
Sürecin ilerleyeceğini düşünüyorum.
HDP heyeti üzerinden bir mesaj trafiği
var. Hükümetin Yol Haritası’nın ana
başlıklarının iletildiği, KCK’nin ve Abdullah Öcalan’ın önerilerinin alınıp hükümete iletildiği zaten Öcalan devletin
heyetiyle görüşüyor, mutabakata varılan hususlar üzerinden alınacak yol var.
Bunun süreceğini tahmin ediyorum.
Konu kolay bir konu değildir. Kürd sorunu Türkiye sınırlarına hapsolacak bir
mesele değil, tüm Kürdistan coğrafyasını ilgilendiren bir mesele, PKK’nin her
parçada olduğunu düşündüğümüz zaman doğal olarak buralardan kaynaklı
sorunlar hep çıkacaktır. Kobanê’de
yaşadığımız olaylarda olduğu gibi. Şimdi taraflar geri dönülemez bir noktaya
geldiler. Bu noktanın farkındalar. 6-8
Ekim tarihinde yaşanan olaylar, KCK ve
hükümete bu sürecin bitmesi halinde
ne büyük kötülükler yaşanacağının
sadece ipuçlarını vermiştir. O yüzden
bunun maliyetinin hepimiz için çok ağır
olacağını düşündüğüm için kimsenin
tekrar bir çatışma ortamını göze alamayacağını düşünüyorum. O nedenle sert
tartışmalar yaşansada sürecin ilerleyeceği görüşündeyim.
Yol haritasının ilkeleri
kamuoyula paylaşılmalı
Bu türden diyalog süreçlerinde güven
ilişkileri kurmanın gerçekçi olmadığı
kanaatindeyim. Taraflar birbirine güvenmek zorunda değiller ancak sorunu
çözmek mecburiyetindeler. Sorun kabul
edildi ve iki tarafda çözme konusunda istekli davrandı. Güven meselesi
değil ancak 46 vatandaşın yaşamını
yitirmesi, olası provaksyonları olası yol
kazalarına işaret etmiştir. Ve tarafların
ders çıkarması gerekir. Talepler ve
tarafların karşılanması noktası farklı.
Taraflar üzerine düşen görevleri yerine
getirmeliler.
Taraflar yol haritasının ilkeleri
üzerinde bir uzlaşma sağladılarsa bu
kamuoyuyla paylaşılmalıdır. Kamuoyuda bilme hakkına sahiptir. Türkiye hala
klasik ulus-devlet, anayasası değişmedi,
CHP ve MHP sürece destek vermiyor,
CHP biraz tavrını değiştirdi, tüm bunları düşündüğümüz zaman çok ayrıntıların açıklanmasına gerek yok. Son
çıkarılan yasada kamuoyu bilgilendirilmesi ile ilgili de bir görev tanımlanmış
durumda. Belli süreçlerde kamuoyunun
bilgilendirilmesi gerekmekte.
TOHAD Başkanı Zübeyde Teker:
Hükümet süreci
doğru yönetmedi
Başbakanın tanışmak ve süreci birlikte
değerlendirme isteği
ile toplantıya davet
edildim. Genel hatlarıyla sürecin durumu,
Kobanê meselesi,
6-8 Ekim olaylarının
sonuçları konuşuldu. Çözüm süreci
toplantıya damgasını
vurdu doğal olarak.
Süreçten beklentilerimizi orada ifade ettik. Akil İnsanlar bir kez daha bilgi
alışverişi sağlamak için toplandı. Başbakan bundan
sonra yapılacak çalışmalar için çağrı yaptı. Bu çağrı
herkese yönelik bir çağrı değildi. ‘Zaman zaman size
ihtiyacımız olabilir’ denildi.
Gerilim düşürülmeliydi
‘Tıkanma yok’ mesajı yerine 6-8 Ekim olayları
yaşanırken hükümet, bu gerilimi yaratan şartları
ortadan kaldıran hızlı bir pratik sergilemedi. Hala
aşırı güvenlikçi yasalarla, eski tarzda ısrar görüyoruz.
Farklı bir durum sözkonusu değildir.
Sivil toplum kurumları sürece dahil edilmeli. Bu
zaten eski akil heyetle görüşmedir. Öne çıkan ortak
talep şuydu. Biz bir süreci işlettik ve görevimiz bitti.
Bize en başta bir görev tanımlaması yapıldı; 2 ay
halkla görüşmeler yapılacaktı. Raportörlük göreviydi, raporlar teslim edildi, üzerinden 1.5 yıl geçti
devlet bizimle ilişki kurmadı bunu kamuoyu da
biliyor. Sonrasında bu son toplantı için çağrı yapıldığında ortak rahatsız olunan nokta şuydu; görev
tanımı yapıldı, süreç tamamlandı ve yine aynı sıfatla
çağrılmayı hiçbirimiz sempatik bulmadık. Rahatsızlık duyduğumuzu, görevimizin bittiğini de ifade
ettik. İçimizden bazıları çalışmalar için çağrılır ise
o devletin kendi inisiyatifindedir. Öyle ele alınmalı.
Biz 60 kişilik ‘akil heyet’ varlığı noktasında hem fikir
değiliz. Olmaması gerektiğini düşünüyoruz. Olabilir
ki heyetler içinden bazı kişilere talep olur, bunlar
gruplar içinden seçilebilir, herkese aynı anlamı biçmek doğru değil.
Kürdlerin sabrı patlamıştır
Bu süreç hükümet tarafından doğru yönetilmedi. Oyalamacı ve fazlasıyla çıkarcı bir yaklaşımla
yürütüldü. Ve geldiği nokta patlama yarattı. Süreci
ve Sayın Öcalan’ı araçsal bir anlayışla görmekte ısrar
eden bir devlet politikası sözkonusu. Ama bunun
böyle olamayacağı 6-8 Ekim olaylarıyla net olarak
ortaya çıktı. Meseleyi net olarak okumak gerekiyor; 2
yıldır sabreden Kürdlerin sabrının patlaması olarak
ele almak gerekiyor. Kobanê olaylarında devletin
tutumu bu süreci fitillemiş olabilir, ancak temelde
Kürdlerin 2 yıllık kimlik ve kültürel haklarıyla ilgili
yapılamayanların etkisi olarak görmek gerekir.
Yazar Etyen Mahçupyan:
Akil İnsanlar süreci hızlandırmalı
B
u toplantıları çok çeşitli şekillerde algılayanlar var. Toplumun bir tane algısı yok. Hükümetin Kobanê’de sessiz kaldığını
düşünmüyorum sadece farklı tutum
aldı Kürd hareketinden. O tutumunda da ısrarcı oldu ve hala da ısrar ediyor. Her iki tarafın söyledikleri içinde
desteklediğim ve desteklemediğim
yönleri var. Nasıl Kürd siyasetini bir
veri olarak kabul etmek zorunda isek
hükümetin ki de öyle. Böyle baktığım
zaman Akil İnsanlar toplantısı iki aktör arasındaki bu süreci hızlandıran,
kolaylaştıran bir öneme mi sahip zorlaştıran mı olarak bakıyorum, bence
birincisi. Dolayısıyla Akil İnsanlar
toplantısı hayırlı bir iş oldu. Sonuçta
çözümü onlar bulacak, biz biliyor ve
onlara söylüyoruz gibi biçimde değil.
Çözümü o iki aktör beraber bulacak
biz sadece kolaylaştırıcı olabiliriz.
Heyeti hükümet tek başına
seçmedi Öcalan’ın önerileri de var
Öcalan’ın da tercihleri var bu
listede. Sadece hükümetin değil ama
ziyadesiyle hükümetin tercihlerinden
oluştu, doğru çünkü sorumluluğu
o aldı. Sorumluluğu kim taşıyor
ise biraz onun payı yüksek oluyor.
Hakikaten yerelin daha çok katılması
lazım doğru. Kendi inisiyatifleri ile de
olabilir birleşerek de olabilir mesela
Diyarbakır’daki iş adamlarından sivil
toplum kurumların birararya gelerek
bir platform oluşturmaları, hakemlik
gibi bir fonksiyonunu yavaş yavaş ifa
etmeleri tabiki becerebilirlerse nesnel
olabilirse becerebilirler ve çok hayırlı
olur. Öyle bir şey oluşmaya başlarsa
buna hükümetin de Kürd siyasetinin
de olumlu bakıcağını düşünüyorum.
Önce vatandaş-vatandaşla
barışmalı
Davutoğlu “Üçüncü göze henüz hazır değiliz” dedi, çünkü kamu düzeni
yok dedi. Özellikle bölgede vatandaşvatandaş ilişkisi düzelmediği sürece
bu iş, üçüncü göz meselesi zor. 6-8
Ekim olayları bunu daha da bozdu.
Hüda-Par ve PKK arasındaki gerilim
daha da derinleşti. Orada vatadaşlar
arasında sorun varsa üçüncü göz
olması çok zor. Çünkü ‘üçüncü göz’
devletle vatandaş arasında olmalı.
Önce vatandaşla-vatandaş arasındaki
sorunun çözülmesi lazım. Burada
da esas sorumluluk Kürd hareketine
düşüyor.
Taraflar konuştuklarının
arkasında durmalı
İki tarafta ne konuştularsa arkasında durmalıdır. Oradan eğer
ufak sapmalar gerçekleştirirlerse
öteki tarafın en azından sinirlerine
dokunuyor. Öteki tarafı daha tetikte
hala getiriyor. Veya herhangi bir taraf
konuşulanın bir adım ötesini de ima
ederse diğer taraf psikolojik olarak
geri adım atıyor. Taraflar doğru düzgün davranmalılar. İki tarafta ne konuşuluyorsa ona sahip çıkmalılar. Bu
konuşuldu, bu konuşulmadı diyecek
cesarete sahip olmalılar. Bu olmadığı
sürece güvensizlik olur. Güvensizliği kendileri yaratıyorlar, toplumda
güvensizlik olduğunu düşünüyorum.
Resmi bir açıklama değildir ancak
oraya katılanlar barışçıl ve iyi niyetle
taleplerini ifade ettiler. Bunlar tek
bir metin ya da deklarasyon olarak
yayımlanmadı.
‘Yol Haritası’nı sadece
hükümet bilmiyor
Öcalan da biliyor
Sadece hükümet değil Öcalan’ın
da bildiği bir Yol Haritası bu. Bunun
çok uzun süre gizlenmesi mümkün
değil. HDP’liler “biz metni görmedik
bilmiyoruz” diyorsa soruyu Öcalan’a
sormalılar. Öcalan “bu metin ille de
şu kişilercede görülmeli” derse hükümette o kişilere o metni gösterir. Sürecin böyle yürümesi normaldir ama
uzun vadede böyle yürütülemez. Açık
konuşalım iki tarafta tabanına çok
güvenmiyor. Ve o zamanda bunun
sorumluluğunu alan lider kadrolar
her iki tarafta daha temkinli olmak
istiyorlar. Burada da anlayış gösterilir
ve ancak uzun vadede ilerlemez bir
yerden sonra şeffaflaşmak gerekir.
Sonuç olarak güvenilir bir heyet olduğunu düşünüyorum ancak bundan
sonra yapılacak işler 60 kişiyle falan
olmaz, daha farklı kesimlerde bu
süreçlere katılmalıdır.
Akil İnsanlar Heyeti, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun çağrısıyla yeniden toplandı.
09
Kobanê’den sonra
MESUT YEĞEN
Geride kalan giderek netleşirken,
önümüzde duran belirsizleşip, bulanıklaşıyor. Geride kalan şu oldu: Kobanê
düşürülemedi, Kobanê düşürülmedi.
Önümüzde duranı belirsizleştirip,
bulanıklaştıran tam da geride kalanın
bu oluşu: iki ayrı şey olarak Kobanê’nin
düşürülememesi, Kobanê’nin düşürülmemesi.
Kobanê’nin düşürülememesi ve Kobanê’nin düşürülmemesi
elbette iki ayrı şey. İlki IŞİD’in aşağı yukarı 30 günlük kuşatmaya
rağmen Kobanê’yi düşürememesini, ikincisiyse 30 günlük direnişin ardından düşecek gibi olan Kobanê’nin düşmesinin ABD’nin
hava desteğiyle engellenmesini anlatıyor. Bu ikisini birden
mümkün kılansa elbette YPG’nin pek de hesap edilmediği anlaşılan 30 günlük direnişi oldu. YPG azmi, hem IŞİD’e Kobanê’yi
düşürme imkanı vermedi, hem de ABD’yi Kobanê’yi düşmekten
alıkoymaya sevk etti. Bu işler başladığında, IŞİD Kobanê’ye
dayandığında, PYD haricinde hemen herkesin hesabı/beklentisi
Kobanê’nin büyük ihtimalle birkaç günde düşeceği yolundaydı.
Hesaba göre, Kobanê’nin düşmesi PYD/PKK hattını kanton
sevdasından, bölgede bir PKK entitesi rüyasından vazgeçirmeye
yeterdi. Oysa olan şu oldu: YPG, Kobanê’yi 30 gün boyunca koruyarak Suriye’de hesaba katılması gereken bir askeri kapasiteye
sahip olduğunu gösterdi ve 30 günlük kararlı direnişin ardından
Kobanê düşecek gibi olduğundaysa Kürdistan kamuoyunda bir
infial oluştu.
ABD’nin Kobanê’yi düşmekten alıkoyan hava desteği de bu
üç faktörün birleştiği bir anda geldi: 30 günlük direnişin ardından YPG kapasitesini göstermiş, güçlü bir Kürdistan kamuoyu
oluşmuş ve fakat Kobanê’nin daha fazla dayanamayacağı da
belli olmuştu. Bu üç faktörden ilk ikisi Kobanê’yi düşmekten
alıkoyarken üçüncüsüyse bunun ne pahasına olacağını biçimlendirdi. YPG’nin kapasitesi ve Kürdistanlıların alakası ABD’yi
Kobanê’yi düşmekten alıkoymaya sevk ederken, YPG’nin
Kobanê’yi daha fazla koruyamayacağının belli oluşu ise PYD’yi
Kobanê’nin geleceğinin tayin edilmesinde daha tavizkar, daha
kapsayıcı olmaya mecbur bıraktı.
Geride kalan bu. Geride kalanın bugüne bıraktıkları ise
hem Suriye Kürdistanı’nın hem de çözüm sürecinin akıbetini
eskisinden de belirsiz kılıyor. Geride kalanın bugüne bıraktığı
ilk önemli netice askeri kapasitesini hem göstermiş hem görmüş,
ABD’yle ilişkiye geçmiş, Rojava’da iktidarı paylaşmaya hazırlanan bir PYD/PKK. PYD/PKK, bir yandan ciddiye alınması
gereken bir askeri-siyasi aktör olduğunu göstermiş ve bu itibarla
ABD’yle (aslında dünyayla) temas kurmuşken, beri yandan da
bütün kapasitesine rağmen Ortadoğu’nun bu halinde Rojava’yı
koruyacak kudrette olmadığını idrak etmiş durumda. Bu ikili
durum PKK’nin Suriye’deki ve çözüm sürecindeki pozisyonunu
şekillendirecek önemli bir faktör artık. Geride kalanın bugüne
bıraktığı ikinci önemli netice ise Suriye, Irak ve Türkiye Kürdleri
arasında politik, askeri ve sivil temasın kuvvetlenmesi. Bu durum
hem Suriye Kürdistanı’nın hem de çözüm sürecinin akıbetinin
şekillenmesinde önemli bir yeni faktörün de Kürdistan kamuoyu
olacağı manasına geliyor.
Son önemli netice ise Güney Kürdistan’la Türkiye arasındaki ilişkilerin eski tadında olmayışı. Bu ilişkiler belli ki bundan
böyle bölge dinamiklerinin kaldırabileceği bir kıvamda olacak.
Bu durumun da hem Suriye Kürdistanı’nın hem de çözüm sürecinin akıbetinin şekillenmesinde etkili olması muhtemel.
Sonuç olarak, PYD- ABD teması, PKK’nin yapabileceklerinin ve yapamayacaklarının belli oluşu, genel bir Kürdistan kamuoyunun işlere dahil oluşu ve son olarak Güney Kürdistan’ın ‘yeni
bölge siyaseti’ hem Rojava’nın hem de çözüm sürecinin akıbetini
şekillendirmesi muhtemel yeni faktörler. Hem Rojava’nın hem
de çözüm sürecinin akıbetini belirsizleştiren yeni faktörler.
10
POLİTİKA
BasHaber
27 Ekim - 2 Kasım 2014
BasHaber
POLİTİKA
27 Ekim - 2 Kasım 2014
Kürd siyaseti renkleniyor
Yeter Polat
Kürdistan’da legal siyaset yapan partilere bir yenisi
daha eklendi. Geçtiğimiz günlerde bir açıklama yapan Kürdistan Özgürlük Partisi (PAK-Partiya Azadiya Kurdistan) Ekim ayı sonunda İçişleri Bakanlığı’na
resmi başvuru yapacaklarını duyurdu. Kürdistan’da
çalışmalarını yürüten ekseni Kürd olan 6 parti var
şu anda. BDP, HAK-PAR, HDP, KADEP, ÖSP ve
TKDP’den sonra PAK’da partileştiğini ilan etti. İslami
eksende siyaset yapan Hüda-Par’ın dışında Azadi İni-
siyatifi olarak çalışma yürüten grup yine geçtiğimiz
aylarda, parti hareketine dönüştüklerini duyurmuştu.
Öte yandan Kürdistan Demokratlar Platformu’da
(PDK) il ve ilçe çalışmalarına hız verdiklerini, önümüzdeki günlerde Kürdistan siyasetinde yeni bir
renk olarak yerlerini alacaklarını ifade etti. Kürdistan
sorununun çözümünü programlarına hedef olarak
koyan Kürd legal siyasi partileri, 90’lılarda başlayan
Halkın Emek Partisi (HEP) tecrübesini kullanarak;
çoğulcu, çok sesli ve demokratik rekabetin esas
alındığı yeni bir legal Kürd siyaset kültürünün oluş-
Mustafa Özçelik - PAK Genel Başkanı:
Bugünün ihtiyaçlarının
partisiyiz
Kürdistan Özgürlük Partisi resmi başvuru için tüm dökümanlarını
toparlıyor. Henüz resmi başvurumuz
olmadı. Ekim sonuna yetiştirmeye
çalışıyoruz. Yaklaşık 150 kişilik resmi
kurucu üyemiz olacak. Partinin ilanını
yaptık ama resmi başvuruyu yapmadık.
Program ve tüzük hem Kürdçe hem de
Türkçe hazırlanmış durumda. Bu şekilde İçişleri Bakanlığı’na teslim edeceğiz.
27 Nisan 2013 tarihinde
Diyarbakır’da
400 kişinin
katıldığı bir
toplantı gerçekleştirdik. Başlangıçta DDKD
geleneğinden
gelen kadrolar
böyle bir çağrıyı
yaptı. Ama 19-20
Ekim 2013’te
daha geniş katılımlı bir toplantıyla Kürdistani
Parti Girişimi
oluşturuldu. Ve
tümüyle farklı
siyasal geleneklerden, toplumun değişik
kesimlerinden
insanların katıldığı, bir Kürd
İslami hareket
olarak yoluna
devam etti.
Kürdlere devlet istiyoruz
Ulus itibariyle kendimizi faklı oluşumlarla karşılaştırmak üzerinden tarif
etmiyoruz. Kendi program ve kendi
düşünsel dünyamızla, kendi siyasetimizle kendimizi ifade etmek istiyoruz.
En önemlisi de, 90 yılı aşkın süredir
Türkiye’de devlet tarafından izlenen,
tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek dil
siyaseti vardır ve bu siyaset bugün iflas
etmiştir. Ancak bu realitenin henüz
Türkiye siyasetinde bir algı ve değişim
olarak öne çıkmadığını görüyoruz.
Bunun revizyonu, kültürel alanda
kısmi adımlarla sorunun çözülebileceği
şeklinde bir karşılık bulmuştur. PAK
olarak bir daha ne Kürdistan halkına
ne de Türkiye halklarına bir 90 yıl daha
kaybettirilmemelidir, diyoruz. Sorunun adı konmalıdır. Sorun Kürdistan
sorunudur. Uluslararası alanda
benzer sorunlar
nasıl çözülmüşse,
onların deneyimlerinden de yararlanıla bilir. Güney
Kürdistan’daki
devlet tecrübesinden de yararlanılarak çözümler
geliştirilebilir.
Birinci farkımız
şu; Kürdler için
devlet istiyoruz.
Bu devlet nasıl
bir devlettir?
Eğer gerçekten de
eşitlik, özgürlük
ve adalet temelinde bir ortaklık
söz konusu ise
ve Türk devleti
de bunu kabul
ediyorsa, Federe
veya konfedere bir
Türkiye, Kürdistan ekseninde bir devlet çözümünü
de savunuyoruz. Ama devlet hala tek
vatan, tek devlet, tek bayrak derse,
Kürd halkının da kendi tercihini yapma
hakkı vardır diyoruz. Sonuçta bizim de
bir ülkemiz, milletimiz ve bayrağımız
vardır. Kendimizi özgür bir şekilde
yönetmek istiyoruz.
Sınırın ötesiyle
titreşim hali
FERHAT KENTEL
turulacağı müjdesini veriyor. Kürdistan isminin ilk
kez yer bulduğu parti olma özelliğini taşıyan, Kürdistan Demokrat Partisi-Türkiye’yi Partiya Azadiya
Kürdistan-PAK takip ediyor. PAK Kürdlerin bağımsız
devlet hakkını savunuyor. PAK Genel Başkanı Mustafa Özçelik, T-KDP Genel Başkanı Mehmet Emin
Kardaş, PDK Başkanı Sertaç Bucak ve Azadi Hareketi
Başkanı Adem Özcaner ile renklenen Kürd siyasi
arenasında; Kürdlerin çoğulcu siyaset yapma arzusu,
demokratik rekabet olgusu ve Kürdler arası birliğin
anlam ve önemi üzerine konuştuk.
Adem Özcaner - Azadi Parti Hareketi Başkanı:
Ulusal Kongre toplanmalı
Kürdlerin her medeni demokratik
halk gibi demokratik yöntemlerle siyasi temsiliyetini oluşturması son derece sevindirici bir gelişme. Nitekim
yüzyılları bulan bir hasret içindeydik. Bugüne kadar Kürdlerin meşru
mücadelesi illegal yöntemlerle, yer
altı örgütlenmeleriyle, ya da terörize
edilmiş yöntemlerle savunuluyordu.
Buna Ortadoğu’daki işgalci güçler ve
emperyal devletler vesile oldu. Bu
açıdan demokratik siyasi yöntemlerle
mücadele yürütülmesi son derece
sevindirici bir durum. Ortadoğu’da
son birkaç yıldır yaşanan gelişmelere
paralel olarak Kuzey Kürdistan’da
çözüm süreci yürütülmektedir. Bu da
şunu gösteriyor; demokratik zemin
oluşursa, Kürdler de diğer medeni
halklar gibi kendilerini çok renkli ve
çok sesli, çok farklı siyasi düşüncelerle örgütleyeceklerdir. Kendilerini
farklı partilerle örgütleyecekler ve
taleplerini dile getireceklerdir. Yeni
kurulan PAK’ta devletleşme iddiasıyla kuruluşunu ilan etmiştir. Devletleşme iddiası bulunan bu parti hem
rüştünü, samimiyetini ispat etmesi
gerekiyor hem de demokratik milli
mücadelesini geliştirerek kendisini
bu iddia ve söylem üzerinden var
etmeye çalışacaktır. Hem kendilerine hem de Kürdistan halkına hayırlı
olsun.
Devlet olma değil özgür olma
talebimiz var
Biz anayasanın, konjönktürün buna
uygun olup olmadığına bakmaksızın
Kürdlerin devlet olma, devlet talep
etme hakkını ilkesel olarak savunuyoruz. Ancak bir parti yoluyla bu
devleti kurma iddiasında değiliz.
Azadi olarak devlet olma değil, özgür
olma ve bağımsız olma talebinde bulunuyoruz. Bunun için fiili çalışmalar
yapmak gerekiyor. Kürdistan ismini
kabullendirmek, bazen bir siyasal
yapılanma ya da siyasal bir söylem
üzerinden Kürdistan devleti istemini
dayatmak ve bir çaba içinde olmak
gerekiyor.
Ulusal kongre için
çaba sarfediyoruz
Kürdistan’daki kazanımların korunması için ittifaklaşmayı da önemsiyoruz. Yaklaşık 3 yıldır yoğun çaba
sarfediyoruz. Ulusal Kongre’de aktif
yer aldık. Kuzey Kürdistan’da Kürd
birliğinin sağlanması için çabalarımız
işbirliğimiz oldu. Desteya Diyaloga
Kurd adlı bir oluşum var. Burada da
aktif rol alıyoruz. Bu çalışmaların
temelinde Kürdlerin ortak bir platform oluşturması, ortak çatı örgütlenmesinin gerçekleştirilmesi, kendi
içinde çok renkli ve çok sesli bir
yapıya sahip olması, Türkiye Cumhuriyetine karşı da tek ses ve tek renk
üzerinden kendisini var etmesi var.
Bunun dışında faklı Kürd partileri de
kendi amaç ve fikirlerine göre farklı
oluşumlar da geliştire bilirler. Meşru
olmak koşuluyla tüm siyasi renklere
saygı duymak gerekiyor.
11
Sertaç Bucak - PDK Başkanı:
Çoğulcu siyaset demokrasiyi getirir
Çok partili bir sistemde demokrasi çok
daha iyiye gider. Biz bu anlamda demokratik Kürd partilerin kurulmasını selamlıyoruz. Kürdistani, yurtsever ve ulusal
bir çizgide bütün bu partilerin birlikte
hareket etmeleri önemlidir. Partilerdeki
çokluk, demokratik çoğulculuğa tekabül
eder. Ulusal kurtuluş dönemlerinde veya
farklı rejimlerde tek partinin başarıya
ulaşması imkanı vardı ama demokrasilerde çoğulculuk esastır. Ama önemli olan bu
çoğulculuğun yanında, Kürd sorununun
çözümünde bu partilerin ortaklaşmasıdır. Bu yüzden yurtsever bir tavır sahibi ve Kürdistani
olmaları çok önemlidir. Yani Kürd partileri birbirleri
ile dostane ilişkiler içinde olmalıdırlar. Ulusal konularda ortak tavır sergileyebilmelidirler. Ama birbirlerinin
varlığına ve çokluğuna da saygı duymalıdırlar.
Resmileşme çalışmalarımız devam ediyor
Biz zaten bir partiyiz. Sadece legalleşme sorunu-
muz var. 10’uncu kongrede legalleşmek
için kararımız var. Bunun çalışmalarını
sürdürüyoruz. Çalışmalar sonuçlandığı
zaman kamuoyuyla paylaşacağız. Kürd
hareketleri ve siyasileri başarıya ulaşmak
istiyorlarsa birlikte hareket etmek zorundadırlar. Tekçi anlayış bizi hiçbir zaman
başarıya götürmez. Güney Kürdistan’da
Sayın Mesud Barzani ve Sayın Celal Talabani Washington’da elele sıkıştıktan sonra
Kürdistan’da çok şey değişti. Duhok’taki
toplantıda da Barzani çok önemli bir rol
oynadı. Tüm Rojavalı güçleri biraraya getirdi. Rojava Kürdistan’ı için başarının anahtarı Duhok
görüşmeleri ile birlikte ortaya çıkmıştır. Biz bundan
büyük sevinç duyuyoruz. Toplantıya katılarak birlik
için çaba harcayan bütün Kürdistani partilere teşekkürlerimizi ve başarı dileklerimizi iletiyoruz. Biz Rojava’daki halkımızın başarıya ulaşacağına inanıyoruz.
Kobanê direnişi ile birlikte bütün Kürdistan’da boydan
boya bir direniş gelişecektir diye düşünüyoruz.
Mehmet Emin Kardaş - PDK-T Genel Başkanı:
Çoğulcu siyaset demokrasiyi getirir
PAK’ı kuran arkadaşlara başarılar diliyorum. Kürd halkının geleceği açısından
olumlu bir durumdur. Her farklı düşünce
ve fikrin kendisini örgütleme hakkı vardır.
Bu yaklaşımı destekliyorum. Akıl sahibi
bir toplumda, farklı düşünceler kendilerini daha iyi örgütleyebilirse o zaman çatıda
daha olumlu diyaloglar kurulabilir diye
düşünüyorum. Duhok toplantıları örnek
oldu. Hatta Kuzey’de olanlar da onun bir
yansımasıdır. Onlardan da ilham alarak,
feyz alarak Kuzey’de de toplantılar yapılmak. Rojava Kürdlerinin bir araya gelmesi sevindiricidir. Hepimizin alkışladığı bir olaydır.
Duhok’taki toplantı ve birlik girişimleri önemli. Yine
Peşmerge’nin Kobanê’ye geçmesi durumu var. Peşmerge resmi bir güç gibi görülüyor veTürkiye üzerinden
Rojava’ya geçmesine izin veriliyor. Bu da Kürdler için
büyük bir kazanımdır. Kürdler artık akıllanmalıdır. 21.
yy’da yaşıyoruz ve mutlaka Kürdler kendi
birliklerini sağlamalıdırlar, kendi topraklarını savunmalı ve kendi devletlerini
kurmalıdırlar. Kürdlerin ulusal bayrağı
da uluslararası camiada dalgalanmalıdır.
Bunun bilincine varmak gerekiyor.
Kuzey’de birlik çalışmaları devam
ediyor
Geçtiğimiz hafta 18 kurum, parti, çevre
bir araya gelerek bir toplantı yaptık.
Toplantımızın sonucunda şöyle bir karar
alındı. Bir ay sonra yani 29 Kasım’da tekrar bir toplantı gerçekleştireceğiz. DTK-BDP dışındaki
diğer tüm ulusalcı parti ve örgütleri davet edeceğiz.
Ortak bir komisyon kuracağız. Her parti kendi içinde
çalışmalarını ve örgütlenmesini yürütecek. Ancak bazı
gelişmelere müdahale edebilmek için bir üst kurul
oluşturacağız.
Öncelikle şunu belirteyim:
Diyarbakır’da Hüda Par’lı insanları saklandıkları evlerden çıkarıp,
üzerlerine sürü gibi çullanıp kafasını
taşla ezen ve parçalayan insanların
sahip olduğu zihniyetin Malatya’da
Protestanları kesen, Selendi’de Romanları linç eden faşist yaratıklarınkinden hiçbir farkı yok.
Hiçbir gerekçe böyle bir vahşeti
haklı gösteremez. Hüda-Par adlı partinin müktesebatındaki vahşet örnekleri de bu linçleri haklı çıkarmaz.
Bir “davaya sahip olmak”, acılar çekmiş olmak otomatik olarak her şeyi mubah kılmaz. Birikmiş öfke anlaşılabilir. Geçmişteki travmaların yarattığı birikim de,
unutmamak da anlaşılabilir. Ancak öfkenin bu şekilde dışa
yansıması, beğenmediğiniz faşistlerin yöntemlerine benzemeye başlıyorsa, istediğiniz kadar siz davanızın “kutsal”
olduğunu falan anlatın; hiçbir şeye yaramaz; davanızın o
faşistlerin davasından farkı kalmaz. Dolayısıyla faşiste faşist demekte büyük yararlar var.
Tabii başka ihtimaller de var; o faşist görünümlü yaratıkların aslında başka mahfiller tarafından Kobanê protestocusu kalabalıkların içine “iliştirilmiş” olmaları gibi... bu
türden ihtimalleri aklımızda tutmakta yarar var.
Bunları not ettikten sonra, PYD ve KDP arasında son
“koridor açma” meselesinde gelişen irtibatın daha “öznelerarası” ve “diyalojik” yeni bir ilişki yaratabileceğini umabiliriz. İşin bir de “beri” tarafı yani Türkiye ciheti var.
Her şeyden önce “PKK terör örgütüdür, onun uzantısı PYD de terör örgütüdür; dolayısıyla PYD ve IŞİD aynı
şeydir” demek, neresinden baksanız iler tutar tarafı olmayan ideolojik, iç tüketime yönelik uyduruk bir jargondur.
Çünkü bugün Kobanê’de dünya basında, Türkiye’nin
“milli” basınında ya da TV kanallarında “kim nereden girerse ötekini yener, kime silahlar gidiyor, kim iki sokağı
geri aldı?” minvalinde cereyan eden düzeysiz tartışmalarda
dile getirilen cinsten “iki taraflı bir savaş” asla söz konusu
değil.
Kobanê’de IŞİD adlı bir güruh saldırıyor. Vaatlerini
açık açık dile getiriyorlar; kafa kesmek, tecavüz etmek, kadın satmak... “Kürd kadınları bize helaldir” diyerek...
Onlar Kürdlerin vatanlarına saldırıyorlar. PYD ise
Kürdlerin toprağını, evini savunuyor. Bu manzara, soğuk
bir şekilde hangi tarafın daha çok adam vurduğunun hesabının tutulmasıyla değerlendirilebilecek bir durum değil.
Burada eğer ruhunuzu satmadıysanız, aklınızı, kalbinizi yitirmediyseniz, ancak PYD’nin yanında taraf tutabilirsiniz. Burada şantaj yapanın, “ama siz de KDP/PDK’lıları
dışlamıştınız, ama Esad’a destek olmuştunuz” veya “biz
dememiş miydik?” gibi gerekçeler üretmenin ya da “lütuf”
gibi yüze çarparak, “iyilik yaptık, daha ne istiyorsunuz?”
demenin hiçbir meşruiyeti olamaz. Çünkü çok açık bir durum var: soykırım Kobanê’nin kapısında nöbet tutuyor.
Ve artık Ortadoğu’da Kürd realitesi var. Daha doğrusu hep vardı ancak bugün ulus-devletler arasında kurulmuş, köylerin ortasından geçen, akrabaları birbirinden
ayıran, yapıntı, kurgusal ve deli gömleği gibi bir şey olan
sınırların artık zihinlerde hiçbir hükmü yok. Kurgusal olsa
da, o sınırları çizenlerin ellerindeki silahlar sayesinde gerçekmiş gibi dayatılan sınırlar çökmüş durumda. Bu yüzden
Türkiye’deki, Irak Kürdistanı’ndaki, Rojava’daki, muhtemelen İran’daki Kürdlerin ruhlarının titreşim halinde olması kadar “normal” bir şey olamaz.
Bu normallik bir zamanlar TC devletinin başbakanı
Erdoğan’ın eşiyle birlikte, Suriye diktatörü ve eşiyle can
ciğer kuzu sarması hallerinden çok daha “insani”dir. Bu
“insanilik” olduğu için “Kobanê’den bize ne?” sorusu asla
insani değildir. “Şam’dan size ne?” sorusunun cevabından
bile daha “insani”dir. Çünkü içinde hesap-kitap yoktur;
saf insanlık acısı vardır.
Hesap-kitaptan, büyüklenmeden, “büyük-devlet”
megalomanisinden uzak, böyle bir ruh haliyle düşünmek
demek, Kobanê’de Kürdleri, Karatepe’de Türkmenleri ne
yapıp edip IŞİD belasından korumak demektir.
MEDYA
BasHaber
27SÖYLEŞİ
Ekim - 2 Kasım12
2014
Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu:
IŞİD savaşında ilk kurban gerçekler oldu
‘A
Aziz Tekin
rap Baharı’nın dünya gündemini
meşgul ettiği aylarda sıkça tartışılan sosyal medya ve medyanın
rolü, IŞİD’in küresel gündem olmasıyla
birlikte yeniden tartışılmaya değer hale
geldi. Medya ve sosyal medya üzerindeki
etkin propagandasıyla bütün dünyada
eleman topladığı bilinen IŞİD, dünyada
medya dili ve algısı ile sosyal medyanın
kullanılma amacının da yeniden ele alınmasını gündeme getirdi.
IŞİD’in hakim olduğu alanlarda bir
nevi ‘Tanıksız savaş’ sürmekte ve orada
görev yapan gazeteciler büyük tehlikelerle karşı karşıya kalmakta. Kafa kesme ve
bilumum öldürme yöntemlerinin adeta
bir ölüm pornosu haliyle yayınlanma
alanı bulduğu sosyal medya ve medyanın IŞİD sonrası algısını Galatasaray
Üniversitesi İletişim Fakültesinde ders
veren iletişim uzmanı Prof. Dr. Yasemin
İnceoğlu ile konuştuk.
Propagandanın, düşmana korku
salmak ve reklam yapmak için eskiden
beri kullanılan bir uygulama olduğunu
ve IŞİD’in bunu yeni teknolojiye adapte ettiğini söyleyen İnceoğlu, IŞİD’in
medya operasyonunda başarılı olduğunu ifade etti. İnceoğlu: “Biri, ABD ve
müttefiklerini kışkırtmaya, diğeri de
Ortadoğu dışında taraftar toplamaya
yönelik propaganda ve aynı zamanda da
psikolojik savaş yürütmeye yönelik. IŞİD
bunu yaparken gelişmiş medya üretim
tekniklerini, şiddet ve gaddarlık içeren
yüksek kaliteli videoları vs. kullanıyor.
Militanlar, kendilerini ellerinde kalaşnikof ve bıçaklar eşliğinde, gözlerini
kameranın içine dikerek, zaman zaman
bir metin okuyarak, ilahi hedeflerine ulaşan ‘kahramanlar’ havasında sunuyorlar”
dedi. İnceoğlu, on yıl önce Usama bin
Ladin’in propagandasını kendini filme
alarak yaptığını ama IŞİD’in televizyona
ihtiyacı olmadığını, katılımcı web 2.0’ın
modern dilini kimilerini korkutma, kimilerine de esin kaynağı olma amacıyla
Propaganda videoları ‘reality show’
kıvamında
Savaş dönemlerinde tarafların propagandalarını yaymak için kullandığı yöntemler çok eskilere dayanmakta ve bunu
değişik şekilde yapmaktalar. 11 Eylül
saldırıları sonrası, Ladin’in propagandasında kullandığı yöntemin, monoton ve
pazarlama stratejisinden yoksun olduğu
eleştirisi aldığını belirten İnceoğlu,
IŞİD’in ise reality show kıvamında çok
daha profesyonel ve hatta kimilerine
göre ‘eğlenceli’ olabilmek için rehin videoları ürettiğini ifade etti. İnceoğlu örgütün yaydığı vahşetin gerçekliğini kurguya
dönüştürmesi hakkında da şunları söyledi: “Ekranlardan Foley, Sotloff ve diğer
rehinelerin ABD yönetimini suçlayan ve
müdahale etmemeleri yönünde uyarılar yapan açıklamalarını hep beraberce
izliyoruz. İngiliz gazeteci John Cantlie,
iki yıldır IŞİD’in elinde tutsak, beş farklı
videodan dünyaya sesleniyor. IŞİD’i ‘son
dönemde görülen en güçlü cihat hare-
keti’ olarak tanımlayan Cantlie, Guantanamo mahpuslarının giydikleri turuncu
gömleği ile önce yüzü izleyiciye dönük
biçimde verilirken, konuşmasının orta
yerinde ve kameranın açısı değişiyor ve
modern belgesel ve TV mülakatlarında
sıklıkla kullanılan bir teknik olarak çoklu
kamera eşliğinde gönüllü veya gönülsüz
bir biçimde IŞİD’e katıldığına dair bir
algı yaratılıyor. Ve videonun sonunda
‘önümüzdeki programda görüşmek
üzere, yayında kalın, bir yere ayrılmayın’ havasında video sonlanıyor. ‘Cihad
John reality show’da mı’ yanılsamasına
düşmemek mümkün değil.”
Sinema ve video film tekniklerini,
Batı’nın kitle iletişim araçları; You Tube,
Twitter, Tumblr ve tüm sosyal medyayı başarılı kullandıklarını ve bunların
günlük dağıtımı sağlandığını belirten
İnceoğlu, ulusal haber kuruluşlarının kameralarının erişemediği, bu tür
çatışma imgelerine ‘açlık duyan kullanıcılar ve yaygın medya kuruluşları’ için
önemli bir malzeme oluşturduğunun
altını çizdi. Kamuoyunun ‘seyirlik ölüm
‘Tanıksız savaş’
bulunmak çok da yanlış değil. Eğer CNN
ve BBC için çalışmıyorsanız size hiçbir
güvenlik danışmanı güvenliğiniz ile ilgili
olarak ‘şunu yap bunu yapma’ diye herhangi bir öneri veya uyarıda bulunmuyor. Savaş bölgesinde gazetecilerin sağlık
sigortası 2700 dolar tutarında, bu miktarı kendi cebinden karşılamak zorunda
kalan gazeteciler bile var. Bilindiği gibi
IŞİD, gazeteciler için Bağdadi’ye sadakat
yemini etmeleri, yerel uluslararası kanalara içerik sağlanması ve denetimden
geçirilmesi şartı koşuyor. Bunun yanında
IŞİD’in hâkimiyetindeki bölgede fotoğraf
çekmek izne tabi ve her şeyde bilgilendirme istiyor. Aslında görüldüğü gibi
değişen pek bir şey yok. IŞİD medya ofisi
de, ABD medyasının I.Körfez Savaşı ve
Irak’ın işgali dönemlerinde Pentagon’un
‘haber onaylatma merkezi’ üzerinden
haber üretmesinden tutun da ‘iliştirilmiş
gazetecilik’ gereklerini taahhüt eden bir
kontrat imzalatmaya kadar varan bir dizi
uygulamayı yaşama soktu” dedi.
İnceoğlu şöyle devam etti: “Gazeteciler kendi araçlarını kullanamazlar,
komutanlar güvenlik açısından uygun
görmediklerinde yayınlarını keserler,
72 saat geçmedikçe ölen ya da yaralanan Amerikalı askerlerin adı verilemez,
komutanlar operasyonların selameti açısından ambargo uygulayabilir, komutanın izni olmadıkça askeri birliklerin tam
olarak nerede olduğunu yazmak ve asker
sayısı vermek yasak, gazetecilerin uydu
telefonu kullanmaları yasak. Özetle her
iki tarafın medyası, kendi politikalarını
meşrulaştırma çabası içerisinde ‘savaştaki ilk kurbanların gerçekler’ olduğunu
bir kez daha gözler önüne koymuş oldu.”
Banê’den Ankara’ya:
Esma’nın bir şarkılık kaçışı
13
Çözüm Süreci’nin
geleceği
BİLAL SAMBUR
İ
Roger Ehmed
ran’da arkadaşlarının ısrarıyla
söylediği şarkının internet ortamında paylaşılması üzerine rejim
ve ailesi tarafından baskıya maruz
kalan Doğu Kürdistanlı genç bir kadın, sınırları geçerek Ankara’ya ulaştı.
Can güvenliği nedeniyle gerçek ismi
yerine Esma ismini kullanan genç
kadın, “Zulmün ve baskının olmadığı,
özgürce şarkılarımı söyleyebildiğim
bir hayat istiyorum” diyor.
Kendi güvenliği açısından gerçek
adını söylemek istemeyen Esma şimdilik bu isimle anılmak istiyor. Sırf bir
şarkı söyledi diye kendi vatanından
sürgün olmuş bir sanatçı ve bu sürgün
oluşunun sebebini de, “kaçmaya
mecburdum. Kaçmasaydım sonum
çok iyi olmayacaktı” diye korkusunu
dile getiriyor.
“İran Kürdistanı’ndan kadınlara yönelik baskıdan dolayı kaçtım”
diyen Esma, Banê şehrinden. Bir grup
arkadaşıyla otururken, arkadaşlarının
ısrarı üzerine bir şarkı söylediğini
belirten Esma, “Başıma ne geldiyse
o şarkıyı söylememden sonra geldi.
Arkadaşlarımdan biri şarkı söylerken beni telefonla kameraya almış.
Zamanla bu video şehirde yayılarak
birçok kişiye ulaştı. Tabi ki rejim güçlerinin eline de ulaştı. Ondan sonra
rahatsız edilmeye başlandım. Tabi bu
durum doğal olarak aileme de ulaştı”
diye öyküsünü anlatıyor.
Ankara’da yine kendisiyle aynı
durumda olan İran Kürdistanı’ndan
arkadaşlarıyla kaldığını söyleyen
Esma, “Bir haftadır bu arkadaşlarımın yanındayım. Daha önce de başka
arkadaşlarla kalıyordum. Açıkçası şu
an durumum biraz muğlak. Ankara’da
yabancı bir kadın olarak iş bulmam da
zor” diye şikayet ediyor.
“Bu video ailem tarafından ilk
duyulduğunda abimden dayak yedim.
Abim bana silah çekti ve dedi ki, ‘sen
bir kadınsın. Yiyecek bir ekmeğin
varsa evinde oturur yersin. Yoksa da
evinde açlıktan ölürsün.’ Bir taraftan
da rejim güçleri tarafından rahatsız
ediliyordum. Daha sonra kaçmaya
karar verdim. Bir gün arkadaşlarımın
da yardımıyla Urmiye’den birkaçakçıya ulaştım ve bir taksi kiralayıp
Saqiz’a geçtim. Oradan da Razaiye’ye,
Razaiye’den de Urmiye’ye geçtim.
Urmiye’de beni sınırdan geçirecek
olan kaçakçıyla buluştum. Kaçakçı
beni evine götürdü. 2 eşi olan, esrarkeş biriydi. 6 gün onun evinde mahsur
kaldım. Sürekli oyalıyordu beni. Bu
kaçakçı 6 günün sonunda beni başka
birkaçakçıya teslim etti. Fakat o
kaçakçı benden tekrar para istedi. Ben
ise tüm paramı ilk kaçakçıya vermiştim. İlk kaçakçı beni dolandırmıştı,
ikinci kaçakçı da param olmadığı için
beni sınırdan geçirmiyordu. 12 gün de
bu kaçakçının evinde, ailesiyle birlikte
yaşadım mecburen. Eve sürekli İran
polisi geliyordu. Her an beni gözaltına
alabilirlerdi. Daha sonra bir yolunu
bulup kaçakçının telefonundan bir arkadaşımı aradım. O arkadaşım benim
için biraz para buldu. Gelip kaçakçıya
parayı verdi” diyerek başından geçenleri anlatıyor.
“Kürd kadınlarının üzerindeki
baskı iki kat daha fazla”
Kürd bir kadının Fars bir kadından
daha fazla sorun yaşadığını belirten
Esma, “En azından Fars kadınlarının
bizimkisi kadar ekonomik problemleri
olmuyor.
Kürd kadınlarının üzerindeki baskı
iki kat daha fazla. Arkadaşımın parayı
getirmesinden birkaç gün sonra bir
gece boyu yürüyerek İran sınırından
Van’a geçtik. 3 gün Van’ın bir köyünde saklandım. Ardından köyüler beni
Van otogarında bir Ankara otobüsüne bindirdiler. Böylece Ankara’ya
geldim” diyor.
Şu sıralar Ankara’da bir taraftan iş bulmak için, öbür taraftan
da Avrupa’ya gidebilmek için iltica
işlemleriyle uğraşan Esma, “Kimse
iş vermiyor burada. İş bulduğumda
da yabancı bir kadın olduğum için
değişik şekillerde rahatsız ediliyor,
tacize uğruyorum. Dolayısıyla bu işler
de çok uzun ömürlü olmuyor” diye
konuşuyor.
Gelecekle ilgili planlarının ne olduğu konusunda ise Esma, “Zulmün ve
baskının olmadığı, özgürce şarkı söyleyebildiğim bir hayat istiyorum. Aslında bu hayalimi Kuzey Kürdistan’da
gerçekleştirmek isterdim. Fakat Kuzey
Kürdistanı’nda da durum ortada. Bu
yüzden mecburen Avrupa’ya gitmeye
çalışacağım” şeklinde konuşuyor.
Tel: +90 212 243 27 79
Yayın Yönetmeni: Faysal Dağlı
İmtiyaz Sahibi: Botan Tahsin
Fax: +90 021 243 27 60
BasHaber Editörü: Yeter Polat
Hukuk Danışmanı: Av. Hamiyet Çelebi
E-mail: [email protected]
BasNûçe Editörü: Rawîn Stêrk
Görsel Yönetmen: Anıl Aslı Filiz
www.basnews.com
Haber Merkezi: Aziz Tekin, Özcan Şahin,
Tasarım: Alp Tekin Babaç
Meşelik Sk. No:22 D/3 Beyoğlu/İST
Mustafa Turan, Fatoş Yıldız, Çimen
Redaksiyon: Bedran Dere
Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST
Gümüş, Mustafa Yeşil
BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir.
BasNûçe
IŞİD’in hakim olduğu yerlerde de
olayları takip edebilecek hiçbir gazetecinin olmaması ve birçok savaş bölgesinde
görev almış gazetecinin oraya gitmek
istememesinin ‘tanıksız savaş’ diyebileceğimiz bir duruma denk geldiğinin
altını çizen incoğlu, “Gazetecileri Koruma Komitesi’nden yapılan açıklamaya
göre uluslararası medya kuruluşları
Suriye’deki çatışmayı haber yapmak için
bölgeye gazeteci göndermiyorlar. Bu tanıksız savaş sürecinin en büyük kurbanı
da habercilik. ‘Jim Foley ve diğer gazetecilerin başlarının kesilerek öldürülmeleri zaten bu çatışma bölgesine gitmek
istemeyen gazetecileri bu bölgelerden
daha da uzak tutuyor’ diye bir iddiada
kullandığını belirtti.
hazzı’nı tatmin ettiğini belirten İnceoğlu,
Susan Sontag’un bu konu hakkındaki
görüşlerine gönderme yaparak, “Savaşlarda biriken acıların farkında olmak, bu
anlamıyla kurgusal bir farkındalıktır. Acı
görüntüleri öncelikle bize aktarılır hiç de
uzun olmayan bir zaman dilimi sonunda
gözlerimizin önünden çekilir” dedi.
IŞİD’e karşı direnenlerin, savaşanların
(YPG, peşmerge vs.) medyada ve sosyal
medyada IŞİD’den daha çok gündemleşmesinin nedeninin ise; ‘daha çok kanın,
daha çok ölümün’ olduğu olayların ‘daha
çok’ haber değeri kazanması ile doğru orantılı olup olmadığı sorusuna ise
İnceoğlu, “Kapitalist ideolojinin ‘vahşet
şiddet satar’ önermesinden yola çıkarsak; ‘Eğer kan varsa o zaman manşete çıkar’ özdeyişinin geçerliliğini bu örnekte
görmekteyiz. Diğer nedeni kanımca işin
mesaj boyutudur. Düşmanlara, kendilerine karşı direnmenin, savaşmanın
bedeli ve kaçınılmaz sonucunu göstererek sindirmek, yandaşlarına da ‘bakın
moralimiz ne kadar yüksek ve zafere
koşuyoruz’ mesajını vermektir. ABD’nin
IŞİD’e karşı operasyonlarını sertleştirmesi Amerikalı gazeteci James Foley’in
infazına neden olmuştu. İçeriğini küresel
ölçekte yaymak için IŞİD etiket stratejisi
kullanıyor. IŞİD @ISİSMediaHub resmi
twitter hesabında taraftar topluyor,
moral sağlıyor hem de düşmanlarını
kaçırıyor” şeklinde konuştu.
İnceoğlu, örgütün sosyal medyayı kullanma yoğunluğu hakkında da şu bilgileri verdi: “Ağustos 2014’te Sosyal Medya
Gözlem Platformu Recorded Future’un
kurucusu Staffan Truvé ve ekibinin yaptığı araştırmada; IŞİD ile ilgili 27.000
olumlu twit atıldığı ve toplam 70.000
twitin IŞİD hakkında olduğu sonucuna
varıldı. Sosyal medya propagandaları
için Batılı Müslümanlar çok önemli bir
hedef kitleyi oluşturuyorlar.”
İnceoğlu, Twiter’ın terörist bağlantı
şüphesiyle binlerce hesabı askıya aldığını
ama yerine hemen yeni bir hesap yaratma konusunda uzmanlaşıldığını söyledi.
KADIN
BasHaber
27 Ekim - 2 Kasım 2014
13
SÖYLEŞİ
BasHaber
12
Erbil önlerine kadar gelen IŞİD’in
Kobanê’nin köylerini işgal edip şehir
merkezini ele geçirme girişimleri karşısında Kürdler, güvende olmadıkları
gerçeğiyle yüz yüze kaldılar. IŞİD’in
Kobanê’yi istila etmesi tehlikesi karşısında on binlerce Kürd kadını, yaşlısı ve
çocuğu yollara perişan bir şekilde düştüler ve sınırı geçip Türkiye’den içeri
girdiler.
IŞİD’in büyük bir askeri ve lojistik güçle Kobanê’ye
saldırması, Kürdler arasında Şengal’den sonra Kobanê’de
de ikinci bir soykırımın yaşanacağı yönünde büyük bir
sosyal ve psikolojik depremin yaşanmasına neden olmuştur. IŞİD’in Kobanê saldırıları karşısında uluslararası
güçlerin ve bölge devletlerinin tatmin edici düzeyde bir
tepki ortaya koymaması, Kürdler tarafından ‘duyarsızlık
ve Kobanê’yi ölüme terk etmek’ olarak okunmuştur. Bu
durum Kürdlerin önemli bölümü arasında ciddi bir öfke
ve çaresizlik durumu yaratmıştır. Oluşan çaresizlik ve
öfke hali, Kürdlerin kitlesel eylemlerde ve protestolarda
bulunmasına neden olmuştur. Gerçekleşen protestolarda
kırka yakın kişi hayatını kaybetmiş, yüzlercesi yaralanmış
ve yerleşim merkezlerinde ciddi hasarlar meydana gelmiştir.
Yapılan eylemlerin boyutları, Türkiye’de yürütülmekte olan çözüm sürecinin geleceği konusunda ciddi soruların, şüphelerin ve tereddütlerin ortaya çıkmasına neden
olmuştur. Kobanê’de IŞİD saldırıları engellenmedikçe,
Rojava’ya insani bir koridor açılmadığı sürece, IŞİD’e
açık veya örtük bir şekilde bölge devletlerinin desteği sürdüğü müddetçe çözüm sürecinin artık devam ettirilemeyeceği Kürd siyasi ve silahlı hareketlerinin sözcüleri tarafından açıklanmıştır. Bu açıklamalar karşısında Türkiye,
Kobanê konusunda hükümetin duyarsız kalmadığını, on
binlerce insanın Türkiye’ye sığınması için kapıların açıldığını ve insani yardımın yapıldığını ifade etmiştir.
IŞİD’in Kobanê’ye yüksek bir askeri ve teknolojik
güçle saldırması karşısında Kürd direniş güçlerinin sergilemiş olduğu büyük mücadele, Ortadoğu’da ezberleri
bozmuştur. Kobanê’nin Musul olmadığı ve Kürd direniş güçlerininde Irak ordusu olmadığı artık net olarak
anlaşılmıştır. IŞİD’i yenecek gücün Kürd direniş güçleri
olduğu ortadadır. Amerika, ortaya çıkan bu durum çerçevesinde Paris ve Duhok’ta PYD lideri Salih Muslim ile
görüşmeler yapmış, Kürd direniş güçlerine havadan silah
yardımı yapmıştır. Kobanê direnişinin en önemli sonucu
Rojava’nın dünya tarafından muhatap olarak alınmaya
başlanmasıdır.
Amerika’nın Rojava yönetimini muhatap almasından ve Kürd direniş güçlerine silah yardımı yapmasından
sonra Türkiye, Peşmerge güçlerinin Türkiye üzerinden
Kobanê’ye geçmesi için bir koridor oluşturmuştur. Peşmerge güçlerinin Kobanê’deki diğer Kürd direniş güçleriyle beraber IŞİD istilasına karşı mücadele etmesinin
önünün açılması, önemli ve olumlu bir gelişmedir.
Ancak Peşmerge güçlerinin Kobanê’ye geçirilmesinden sonra Rojava’nın yerel direniş güçleri ve Peşmergeler
arasında yeni bir çatışma ortamı oluşturulmamasına dikkat edilmelidir. Rojava’da PYD-KDP, YPG-Peşmerge,
birbirlerinin düşmanı olarak konumlandırılmamalıdırlar.
Kürdler arasında yeni bir çatışma yaratmak suretiyle bölgesel hegemonya peşinde koşanların (IŞİD, İran, Esad
rejimi gibi) hesabını, Sayın Barzani’nin ve Rojava yönetiminin Rojavalı güçleri ve Peşmerge’yi bütün olarak görme temelindeki ortak politikaları bozacaktır.
Kobanê, çözüm sürecinin devamının bütün Ortadoğu
için hayati önemde olduğunu göstermiştir. Çözüm süreci, Türkiye’nin ötesinde Ortadoğu’yu kapsayan kapsamlı
bir bölgesel ve küresel boyuta evrilmelidir. Türkiye’nin
Kürdleri ve Ortadoğu’yu yeniden okumaya, anlamaya ve
değerlendirmeye ihtiyacı vardır. Çözüm sürecinin devamı için Türkiye’nin sahici anlamda demokratikleşmesi
ve devletin hukuk çerçevesinde yeniden yapılandırılması
gerekmektedir.
14
YAŞAM
BasHaber
27SÖYLEŞİ
Ekim - 2 Kasım14
2014
Mardin’den memleket manzaraları
Turgay Demiryürek:
Kebapçı Rıdo
İ
Öztekin Çaçan
ki kadim kentte de ön yargıların sebebini, nedenini, başladığı tarihi bilen yoktur. Hele
bugünkü nesilleri ilgilendiren bir
olay, bir konu ise külliyen bulunmamaktadır. Neden kaynaklanıyor
bilmiyorum ama Amedliler Mardinlileri, Mardinliler de Amedlileri pek
beğenmezler. Durum böyle olmakla
beraber Mardinliler ile birçok ortak
noktamız vardır. Nasıl mı? İddia
ediyorum Türkiye’de Sultan ve
Şeyhmus ismine en çok bu iki kentte
rastlanır. İnanmayanlar kayıtlara
baksın… İddialı olmak kısmı şaka
tabi ama isim konusu gerçek. Birinci
ortak noktamız bu. İki kadim kentin
hamile kalmakta zorlanan veya fazla
çocuk isteyen kadınlarının neredeyse tamamı yüzyıllardır Mardin’e 20
km mesafedeki “Sultan Şeyhmus”
türbesinde soluğu alır. Eğer keramet
gerçekleşip çocuk dünyaya gelir
ise kız çocuğuna “Sultan” erkek
çocuğuna “Şeyhmus” ismini vermek
neredeyse kanundur. Tersi mümkün değildir. Maazallah çarpılırız
vallahi! Değerli dostum ve ağabeyim
yazar Şeyhmus Diken’in de ismi bu
yatırdan gelmektedir bilginize.
Gitsen tanırsın, tanırsan seversin.
Benim de yaptığım bu oldu gittim.
Hani televizyonlarda bir reklam
vardı insanlar uçağa atlayıp Anteb’e
kebap yemeye gidiyorlardı ya tam
da öyle bir sebeple bende yıllar önce
birkaç arkadaşla atlayıp Mardin’e
tavsiye üzerine kebap yemeye
gittim. Ne büyük lüx ne konfor
değil mi? İyiki de gitmişim. O güne
kadar Mardinliler hakkında bildiğim
tek şey sebebi benim için pek belli
olmayan bir beğenmeme haliydi.
Ama gidince anladım ki en az Amed
kadar eski bu kente haksızlık ediyormuşuz. Amed de Mardin de taş
kentlerdir o yüzden zamana
direnebilir gözle görülüp elle
tutulup sevilebilecek kadim
kentler konumundadırlar.
Hele Mardin den Mezopotamya ovasının sonsuzluğuna
bakmak insana ne kadar çok
şey hayal ettiriyor değil mi?
İlk seyahatin devamında her
yolum düştüğünde biraz daha
etkilendim. Ve çok sevdim.
Ki yılda en az beş kere çoğunlukla iş bazen de ‘yerli turist’
statüsünde eş, dost, akraba
gezdirmek için Mardin’e uğrarım. Öyle çok gittim ki Mardin’e
bir zamanlar Deyr ül Zaferan
Manastırı’nda bekçilik yapan
Süryani kardeşim Ayhan “abi sen
çaktırtmadan profesyonel rehberlik
mi yapıyorsun” diye bana takılır
olmuştu. Ayhan şimdilerde orda
değil ama ben yinede gidip gelmeye
devam ediyorum.
Amedliler olarak bizlerin Mardinlilerle İkinci bir ortak noktamız
ise şu “kebap” yapma ve sevme
biçimimiz. Yani ağız tadımız.
Amed’de bugünkü kebap kültürü
çoğu ilhamını Suriye Halep’ten alan
Urfalı, Antepli, Mardinli ustaların
ellerinde şekillenmiştir. Ama şimdilerde Amed’de tüketilen kebap daha
çok Mardin usulü kebaplardır. Urfa
kebabı çok yağlı Anteb’inki ise çok
çeşnilidir ama Mardin kebabı öyle
değil. Terbiyesinde sadece tuz ve
isteğe göre de pul biber kullanılmaktadır. Amed’in ağız tadı diğer kebapçı ustalarınınkini bastırmış tercihini
ufak tefek değişikliklerle temelde
Mardin kebabından yana kullanmıştır. Urfa, Antep kanalından
gelen kebaplar daha çok patlıcanlı,
domatesli ve terbiyeli kebaplarda
yaşamaya devam ederken kebapların
şahı olan sade kıyma kebabı (eski
Amedliler lüle kebabı der) Mardin
usulünde devam etmiştir. Et ve yağ
oranı mükemmel (%20-25 kuyruk yağı %70-80 kuzu eti) kalmış
kebabın ne çok yağlı ne de çok etli
olmayan kıvamı tutturulmuştur.
Mardin’de sade kıyma kebabını
neredeyse yüz yıldır yapan hatta
“Mardin usulünü” neredeyse icad
etmiş kişi ise Rıdo Usta’dır. Çok
yakınındaki Halep işi kebaplara çok
benzer Rıdo’nun kebabı. Ne dersiniz
sanki Halep’ten Mardin’e oradan da
Amed’e akan bir lezzet hattı var gibi.
Anadolu’da kebabın bilinen tarihi
zaten Arap kültürünü işaret eder.
“Kebab” kelimesi Arapça’da ‘doğrudan ateşte pişirilen et’ anlamına
gelmektedir.
RESİM
BasHaber
27 Ekim - 2 Kasım 2014
15
SÖYLEŞİ
Resimlerimi eleştiri
yapmak için çiziyorum
E
Kebabın hakkını ve sumağını veriyoruz!
Mardin’e sık giderim dedim ya, giderim ama ilk
seferimde dahil olmak üzere her gittiğimde ve her
denk geldiğinde özellikle uğradığım tek bir mekân
vardır: Kebapçı Rıdo. Tavsiye üzerine ilk gittiğim
günden beri hep aynı kalitede kebap ve garnitür
getirirler. Hem mevsimde aynı lezzeti tutturmak az
başarı değildir. Rıdo beş yıl sonra yüz yılı deviriyor…
Dede Rıdvan Ölük (Rıdo) 1900’lü yılların birinci
çeyreğinde başlıyor mesleğe 1950’li yıllara gelindiğinde ise yanına önce usta sonrada damat olarak
Dayısı Beşir Ammuşe’nin yanında mesleği öğrenmiş
olan Mehmet Usta’yı alıyor. Rıdo Usta’nın büyük
kızıyla evlenen Mehmet Usta’dan gelen evlatlar
büyüyüp elleri işe yetiştiğinde ise 3. kuşak işe girişiyor artık. Rıdo’un torunları 1960’lı yıllardan beri
dükkânı sırtlayıp bu günlere getiriyorlar. Temelde
torunlardan Bedii ve Abdülkadir kardeşlerin üstlendiği bu süreç şimdilerde kısmen 4. kuşağa yani
Mehmet Usta’nın torunlarına devredilmiş durumda.
Yıllardır personelin neredeyse tamamı aileden
ve ya yakın akrabalardan oluşuyor. Baba mesleğini
sevmenin yolu insanın babasını sevmesinden geçer,
hayat bu tecrübeyi bana öğretti. Mehmet Usta’nın
oğulları Mehmet Usta’yı, onların oğulları da Bedii
ve Abdülkadir Usta’yı sevmeseydiler aile bu kadar
uzun yıllar mesleği bir arada sürdürebilir miydi?
Bilemiyorum ama yine de eleştirilecek bir nokta var.
Ne Mehmet Usta’nın oğulları Bedii, Abdülkadir Usta
ne de onların çocukları liseden sonra okula heves
etmemişler. İki katlı toplam yüz metrekarelik, kurulduğundan beri 1. Cadde’deki yerinde bulunan ekmek
teknesi hepsinin en sevdiği mekân olabilmiş. Yoksa
bazen 2 bazen de 3 neslin aynı mekanı paylaşabilmesi bu kadar sorunsuz olamazdı.
Bölgedeki “kurumsallaşma kapasitemizin, kurumsallaşma kültürümüzün” ne kadar eksik olduğunu
düşünürsek Mardinli Rıdo Usta’nın torunları ve
onların oğullarının dedelerinden beri 4 nesildir bir
arada çalışıyor olmaları ne kadar gurur ve umut
verici değil mi? Ve görülen o ki en az yirmi yıl daha
sorunsuz götürecekler.
Rıdo Usta’nın torunlarından Bedii Usta “kebabımızı hiç bozmadık” diyor ve ekliyor: “Etimizi hep
aynı kasaptan ve mutlaka da kuzu eti olarak alırız.
Eğer eti bozarsak müşterimiz hemen anlar ve bizi
uyarır.” “Eee peki nasıl oluyor da eti bozmadığınız
halde müşteri sizi uyarıyor” diye soruyoruz. Mevsimine göre çıkan ottan kuzunun beslenmesinden
kaynaklanan etin tadındaki değişiklikleri bile
Mardinli’nin hemen anladığını ekliyor. Rıdo’ya
her gittiğimde sade kıyma kebabı yerim, yanında
her seferinde ve mutlaka yaz kış demem ayran
içerim. En az iki tas. Sanki içine kana kana içirten
haylaz, koşturmacı, susamış çocukluğumu koymuşlar. Yoğurdunun tadı var ya eski koyun yoğurdunun
aynısı. Ayranın tadının sebebi hikmetini soruyoruz
Bedii Usta’ya, o da bize yayılan, fenni beslenmeyen
koyun yoğurdunun yağından dolayı güzel olduğunu
anlatıyor. Hem de en az 70 yıldır alışveriş ettikleri
yoğurtçu Abdülaziz Berber Cuma ismini veriyor. E
kalite tek başına yakalanabilecek bir şey değil. Yani
bir anlamda yan sanayi gerektiriyor. “Peki” diyoruz
Bedii Usta’ya “şu basit ama çok lezzetli soğan salatanızın özelliği nedir?” “Ne olacak” diyor “Mardin
sumağı, soğan ve bol maydanoz.” “Hepsi o kadar
mı?” diye soruyoruz püf noktayı patlatıyor: “Soğanın
dermanı sumak, ilacı ise maydanozdur” diyor. Yani
soğanın tadını sumak tamamlar maydanoz ise ağızda
bıraktığı kokuyu en aza düşürürmüş. Çok mantıklı.
Dediklerine katılıyoruz tabii ki.
Mardin’de ekmek yiyen ekmeğin tadına doyamaz.
O kendine has ince tırnaklı taş fırında pişmiş ekmeğin tadı hep aklımda. Kebap işinin püf noktalarından biri de işte bu ekmek. Rıdo Usta’nın hemen
yanındaki fırın ekmeği taze taze, sıcak sıcak kebaba
yetiştiriyor. Ekmeği alıp stoklamıyorlar, azar azar
ve satışa göre ayarlıyorlar. Sıcak ekmek ve sıcacık
kebabın yanında da bol maydanozlu, sumaklı soğan
ve Rıdo Usta’dan el almış lezzet üstadı Bedii. Bir de
mangalın üzerindeki taş bacayı unutmamak lazım.
Öyle dengeli çalışıyormuş ki kebabın ısısını tavında
tutuyormuş. Çelik ya da bakır bacalar gibi sıcağı
hemen çekmeyip ısıyı deminde tutuyormuş.
Üstat Bedii “eskiden müşteri sabit ve çarşı esnafından oluşan müşteriydi” deyip şimdiki müşterinin
ise çoğunluğunun turist olduğunu ekliyor. Gerçektende eski Mardin çarşılarında esnafın oldukça
azalmış olduğunu biz de gözlemleyebiliyoruz. Ara
sokaklarda, eski çarşılarda dükkanların çoğu boş.
Mardin ana cadde hariç kent çarşılarının durumu
hiç de iyi değil. Çarşıda esnaf mesnaf yok yani. Esnafın olmaması demek, turist mevsimi dışında işlerin
oldukça düşmesi demek. Bunu da kader, kısmet
deyip işi avuntuya bağlıyoruz. Bedii ekliyor: “Bizden
başka kebabın hakkını veren usta pek kalmadı” diyor
ve “Diyarbakır Kapı’daki Ammo Mecnun hariç” diye
de ekliyor.
Az yukarda “sevmek için tanımak, tanımak için de
gitmek gerekir” dedik ya hazır iki kent arası yollar
duble olmuşken Mardin ve Amedliler biri birimize
iki kere gidip, iki kere tanıyıp, iki kere sevebiliriz.
Benim sadece Amedliler değil külliyen şimdiki nesillere naçizane tavsiyem bu. Yoksa Rıdon’un kebabından mahrum kalırsınız. Demedi demeyin…
Çimen Gümüş
serlerinde dışavurumcu tarzı esas
alarak, politik ve sosyal mesajlar
veren Ressam Turgay Demiryürek, dünya gündemini meşgul etmeye
devam eden Kobanê ve oradaki yaşam
hallerini de son çalışmalarına yansıtıyor.
Yaptığı resimlerde çoğunlukla kendi
yaşamından yola çıktığını söyleyen
Demiryürek, Kobanê için çizdiği resimle
ilgili, “Burada bir kent var. Benim beynim ve ruhum ile bütünleşmiş bir kent.
Kan ağlıyorum burada. Kafamın üstünde
bombalar var. Şehrin üstünde patlıyor.
Şehrin üstünde bombalar var kafamda patlıyor. Hem kafamın içinde hem
de kentte. Dumanlar altında insanlık
yanıyor” dedi.
32 yaşındaki genç ressam Turgay Demiryürek, yaptığı resimler ve çizimleri
ile dışavurumculuğun genç temsilcilerinden biri olarak kabul ediliyor. Çocukken babasının çizdiği bir araba ile resim
sanatına ilgi duymaya başladığını ifade
eden Demiryürek, daha sonrasında bulduğu tüm kağıtlara ve gazete sayfalarına
resimler yapmaya başladığını söyledi. O
yaşlarda resim konusundaki yeteneğinin etrafındakilerin dikkatini çektiğini
aktaran Demiryürek, o yılları şöyle anlatıyor: “Ortaokul ve lisede arkadaşlarıma
parayla resim çiziyordum. O yüzden
hocam hep bana düşük sözlü notu
veriyordu. Onların resimlerini görünce
benim yaptığımı anlıyordu. Bunu Turgay
yapmış diyordu. Çizimlerimi tanıyordu
ve notumu düşürüyordu. Lisede de bu
şekilde devam etti.”
Ortaokuldan sonra resim alanında
lisede de öne çıktığını belirten Demiryürek, kafasında resim okumak gibi bir
fikrin hiçbir zaman olmadığını ve zaman
içerisinde gitar ile tanıştığını ve müzik
yapmaya başladığını ifade etti. Demiryürek, okul yılları ile ilgili, “Derslerim iyi,
münazaralarda hep seçiliyorum. Asilik
yapıyorum. Çok konuşuyorum ve siyaset
yaptığım için okuldan atılıyordum.
Sanat diye adlandırdığımız birçok şeyi
sürekli yapıyor ve seviyorken hiç takip
etmedim, amaç meslek edinmedim” diye
anlatıyor. Liseden sonra üniversitesi
sınavları için babasının kendisini sınava
bir ay kala bir resim atölyesine götürdüğünü kaydeden Demiryürek, “Atölyeye
gittiğimizde hoca beni kabul etmedi. Bir
ay var sınava bir şey öğretemem ve kabul
edemem diyordu. Diğer çocuklar güzel
sanatlar sınavı için 8-9 aydır çalışıyor
diyordu. Ben ısrar ettim ve resimlerimi
göstermek istedim. Resimlerimi görünce
çok beğenen hoca beni bir hafta da olsa
denemek istedi. Bir hafta sonra ben de o
çocukların yanına oturdum” diyor.
sağlandığını söylüyor. Demiryürek,
“Kafamdan geçen bazı şeyler oluyor.
Yaptığım resimleri tamamen yaşadıklarıma dayanarak ve ironi yöntemi ile
eleştiri yapmak için yapıyorum. Uzun kış
köşesini hazırlarken depresyondaydım.
Her gece bir tane çiziyordum ve çizerek
rahatlıyordum. Resimleri yaşadıklarımdan yola çıkarak yapıyorum” diyor.
O sınavdan sonra resim
çıktı hayatımdan
Resim atölyesinde geçirdiği bir ayın
sonunda sınav günü resim hocasının
kendisine; “Seni ilk 5’in içinde bekliyorum” dediğini aktaran Demiryürek, “Sınavda duvarlar üstüme geldi gitti. Başım
döndü ve hiçbir şey çizemedim. Bir saat
boyunca sürekli çizip sildim. Çizdiklerimi silmekten kağıt yırtıldı. Sonra ağlamaya başladım ve kağıdı verip çıktım.
Bir daha da hiç denemedim. Sınavdan o
halde çıkınca resim hocam bana ‘sen ne
yaptın’ diye kızdı. Ben bu sınavdan sonra
hiç denemedim. O sınavdan sonra resim
çıktı hayatımdan. Sonrasında da yıllarca
resimden uzak durdum” diyor.
Resimlerinde ironik eleştiriler var
Girdiği sınavın ardından uzun yıllar
resimden koptuğunu ve dört yıl önce
tekrardan resim yapmaya başladığını aktaran genç ressam, Taksim’deki Mittani
Cafe’nin duvarlarında oluşturduğu resim
köşeleriyle yaptığı resimleri sergiliyor
şu günlerde. Demiryürek, “Çizdiğim her
resim politik veya sosyal mesaj barındırsa da ben çizilenlerin hepsinin böyle bir
mesaj barındırmak zorunda olduğuna
inanmıyorum. Burada indirim köşesi
diye bir köşe var. Bu köşeyi ve yapılan
sanat eserlerine bir değer biçilmesi gibi
bir duruma eleştiri olsun diye yaptım.
İnsanlar bunu sevdi. Yine bir diğer
köşeye satılık duygu yazdım. Sanat biraz
böyle bir şey, duygu satıyorsunuz. Fiyatlandırmam lazım diyerek, sanatçılar bir
fiyat koyuyor. Burada bir ironi var. Emek
satılabilir mi satılamaz mı bu tartışma
çok garip geliyor bana. Satılırsa ben bunun ücretini nasıl koyacağım. Benim için
çok değerli bir şeyi nasıl ücretlendireceğim. Bana maliyetine göre, harcadığım
zamana göre ve eserin ebatlarına göre
fiyat koyabilirsin diyorlar. Bu çok saçma
geliyor bana” şeklinde konuşuyor.
‘Uzun kış’ köşesi
depresif ruhumun yansıması
Dışavurumculuğu, kişinin duygu,
düşünce, yaşadığı olumsuzlukları veya
hisslerini yaptığı resimler ve seçtiği
renkler aracılığıyla dışa vurmak olarak
ifade eden Demiryürek, soyut resimlerin
yoğunlukta kullanıldığı bu akımda, iç
dünyanın gerçekliğini anlatma ihtiyacının daha çok çizimler ve renklerle
Barışın ruhu Kobanê’de bombalanıyor
Sanatını icra etmek için felsefe ve psikoloji ve felsefeden
beslendiğini ve ayrıca toplumun yaşadığı trajedilere de sessiz
kalmadığının sözlerine ekleyen Demiryürek, Ortadoğu’daki
vahşeti de resmettiğini ifade ediyor:
“Savaş ve sistem. Her zaman mazlum olanlar ölüme,
bombaya ve savaşa mahkum kalıyor. Halkların o çok istediği
barışın kuşları bu kentlerde bombalanıyor. Kuş, bu bombalardan kurtulmaya çalışıyor ve uçmak istiyor. Kuşun kanatlarının
altında bir sürü insan, yavru ve can var. Çıkmaya çalışıyor ama
çıkamıyor.”
15
Herkesin bir babası olur
SENNUR BAYBUĞA
Küçük bir kız çocuğuyum ben. Bebeklik fotoğraflarımın tümünde babamla
ben varız. Mama verirken, altımı değiştirirken, gezdirirken, bahçede beni çamurla
banyo yaptırırken, arabamla gezdirirken… Tümü babamla, anneme sordum,
fotoğrafları hep ben çektiğimden oldu
dedi. Babam fotoğraf çekmeyi hiç sevmez,
demek ki o zaman da beni o tutuyordu annem de hep fotoğraf çeken taraftı. Hangisinin beni daha çok sevdiğini anlayamadım ama sanırım ikisi de
beni çok seviyor. Yoksa annem de o kadar uğraşıp hep babamın
fotoğrafını çekmezdi.
İlkokula giderken babam çok ders çalışma diye beni engellemeye çalışırdı, annem daha mı disiplinli ne hep ödevlerimi vaktinde
yapmamı isterdi. Eğlenceli değildi. Annem kahvaltımı yatağımda
yapmama izin vermez, benimle oyun oynayacaksa önce şunu şunu
yap diye pazarlık yapar. Babam bunların hiçbirini yapmaz, yatağımda çikolatalı ekmek yememe bile izin verir, limonatamı yatağımda
içmem için beni salona taşır, oyun oynarken pazarlık yapmaz, sadece oyun onamak için oyun oynar. Başına tokalar takıp tırnaklarına
oje sürdüğümde bile itiraz etmez, fotoğraflarını çekip Facebook’a
koysam bile bir şey demez. Onunla ben hemen hemen aynı yemekleri severiz, bana mangal yapar, kebap yapar, dolma sarmam için
iç hazırlar, annemin sevdiği dolmalardan değil, babaanne dolmalarından yapıp babamla yeriz, annem de sinir olur. Babam her yaz
beni babaannemin yaşadığı şehre götürür, biraz sıkılıyorum evet
ama babam söz verdiği her şeyi yapıp beni orada da gezdiriyor,
tarihi, doğal yerleri hep onunla gezdim ben. Onun annesi olduğu
için sıkıcı da olsa bir hafta babaanneme de dayanmam gerektiğini
düşünüyorum, Ama annemin annesine dayanamam, çünkü onun
yaptığı plastiğe benzer yemekleri yiyemiyorum, zaten İstanbul’da
yaşadığı halde ona da pek gitmiyorum, annem de zorlamıyor beni.
Bu yaz planlarımızı yaptık, babamla babaanneye gidecek oradan da tatile gidecektik, onunla sonra annemle, çok plan yapmıştım
okul tatil olmadan daha.Birgün babam bana hakkında dava mı ne
bir şey olduğunu söyledi, oradan ceza aldığını davanın Ankara’da
da görüldüğünü orada eğer hakimler onama yaparlarsa burada artık kalamayacağını, kalırsa hapse girmesi gerektiğini falan. Katiller
ve hırsızlar ve kötü adamlar hapse girer bildiğim kadarıyla babam
neden hapse girsin ki diye düşündüm. Annem avukat ama cezaevine iş için gidiyor babamın böyle demesini anlamadım. Bana bir sürü
şey anlattı, iyilik doğruluk, başkalarının hakları ve başka çocukların
da anne babalarıyla büyüme haklarıyla ilgili. Biraz anladım, babam
kötü değil, yargılayanlar kötü demek ki annem de pek iyi bir iş yapmıyor. Bana bunları anlattığı gün babam bir akşam üstü eşyalarını
topladı ve evden gitti, pek ağlamadım, en azından annem bunu
görmedi. Kedim vardı, okulum vardı yeni okula başlayacağım için
heyecanlıydım, babamı özlesem de bir sürü arkadaşım vardı, denize
girerdim, hem belki bir gün dönerdi yine pek anlamıyorum ama.
Annemi telefonda konuşurken duydum; babam hakkında verilen
kararda büyük harflerle babalık haklarından ömür boyu mahrum
edilmesine yazmışlar. Nasıl olduğunu anlamadım, anneme sorsam
belki anlatmaz. Ama ben çocuk hakları sözleşmesini biliyorum, her
çocuğun anne babası ile özgür ve sağlıklı bir şekilde yaşama hakkı
olduğunu, devletin bunun için gerekli tedbirleri alması gerektiğini
biliyorum. Babamı babalık haklarından mahrum bıraktıklarında
benim çocuk haklarım ne olacak onu bilmiyorum. Şöyledir belki;
babam bana ‘kızım’ diyemeyecektir ama ben hakkım olduğu için
ona ‘baba’ diyebiliyorumdur. Şimdi babamın benimle fotoğraf çektirmesi, beni kucağına alması, gezdirmesi, babaanneme götürmesi,
tatile gitmemiz, okula bırakması hatta benimle oyun oynaması yasak mı oluyor. Peki ben oyun oynamak istersem ona ‘baba’ demek
istersem, ‘beni okula götür’ dersem ne olacak. Babam bana matematik İngilizce anlatamayacak mı, bir şey sorduğumda ansiklopedi
gibi sakin sakin cevap veremeyecek mi, ama annem her zaman babam kadar iyi anlatamıyor bunları peki ben kime anlat diyeceğim.
Şimdi babam bana kızım diyemeyecekse ve bu yasaksa hem
de ömür boyu yasaksa e ben peki kime baba diyeceğim. İnsanın bir
tane babası olur. Bu büyüklerin dünyasını anlamıyorum, annem de
anlatmıyor, bir de avukat olacak. Bence o da pek bir şey bilmiyor,
dava kazandığını bile sanmıyorum. En iyisi kendime bir avukat bulup ben bu kararı verenleri dava edeyim. Benim çocuk haklarım
var, benim çocuk haklarım var. İnsanın bir tane babası olur, benim
babam var.
16
MÜZİK
BasHaber
27SÖYLEŞİ
Ekim - 2 Kasım16
2014
Kara Güneş
İstiklal’in düzen dışı müzisyenleri
T
Özcan Şahin
ürkiye’nin ve dünyanın en yoğun
caddelerinden biri olan İstiklal’den
günde yaklaşık 4 milyon insan
geçer. Yetmiş küsur milyonluk nüfusun her
kesimini bu caddede görebilirsiniz. Kürd’ü
Türk’ü Laz’ı dünyanın her milletinden
insanı yanınızdan geçer ve pür telaş bir
yerlere koşturur. İstiklal caddesinde bütün
bu farklılıkların ortak noktada birleştiği bir
yer vardır. Bütün farklılıklar, sokak müziği
yapan insanları yarı çember şeklinde izleyen guruplarda bir araya gelir.
İstiklal caddesinde sokak müziği yapmak
bir gelenek haline gelmiştir. Neredeyse her
50 metrede farklı bir müzik ritmi gelir kulağınıza. Müzik yapan onlarca insan ve gurup
İstiklal
Caddesi’nden
her milletten insan geçer.
Müzik dinletisi yapan
grupların bulunduğu noktalarda
arasında bir gurup var
oluyor. Bu bizim için çok
tüm bu farklılıklar kesişir.
ki sokağın kültlerinden.
sevindirici’’
diyor.
Kara Güneş de bu caddenin
Yaklaşık 15 yıldır aynı
Aslında Kara Güneş’in
en sıradışı ve düzendışı
caddede müzik yapan ve
sadece hayran kitlesi farklı
gruplarındandır.
her kesimden hayranı olan
insanlardan oluşmuyor. Gru-
Kara Güneş Grubu sokakta
özlenecek derecede sevilen ve kendilerini sokak müziğine adayan insanların
oluşturduğu gurup. Öyle sokak müziği deyip
geçmeyin bazen sırf onları dinlemek için
birçok insan bu caddeye gelir. Çoğu zaman
Kara Güneş’in sokaktaki yokluğu hissedilir.
Grubun üyesi Mübin Dünen’e bunu hatırlattığımızda, “Sırf bizim için dünyanın farklı
ülkelerinden bile gelenler oluyor, yakın zamanda Pakistan’dan biri gelmişti dört gün
boyunca bizi aramış ‘neredesiniz siz abicim’
diyor. Türkiye farklı şehirlerden de gelenler
bun üyelerinden Michel Angelo
Severgnini’de 2008’de İtalya’dan
sırf farklı müzikler keşfetmek için gelmiş ve
soluğu Kara Güneş’te almış. Grubun bir diğer üyesi Özgür Yiğit ise bir psikolog, müzik
yapmak için mesleğini bırakmış daha sonra
Kara Güneş’e dahil olmuş. Kara Güneş öyle
sabit isimlerden oluşan bir gurup değil
zaman zaman başka insanlarda gruba katkı
sunuyor.
Grup kendine özgü yorumuyla insanların
sokaktan başka bir yerde bulamayacakları
bir müzik ziyafeti veriyor. Geçen yıl ilk
albümlerini çıkaran gurup hayranlarında
‘acaba sokağı bırakıyorlar mı’ endişesi
yarattı ama neyse ki albüm haftası tekrar
sokakta gördük kendilerini. Grup piyasa
koşullarına ve çalışma sistemine muhalif olduğu için albümlerini de kendilerine ait bir
stüdyoda yapıyorlar. Grubun sıkı bir hayran
kitlesi olduğundan, “piyasa müziğine çekilmeye çalışıyorlar mı?” şeklindeki merakını
ise Mübin, “Öyle şeyler yaşadık zamanında,
birçok insan teklif etti. Biz popüler kültür
müziği yapmıyoruz her kesimden müzik
çalıyoruz. Bizim için albüm yapmak isteyen
yapar ama bizim burada yaptığımız müzik
insanlara gidiyor bu yeterli bizim için
piyasanın içerisinde olmak veya olmamak
o kadar da önemli değil, gerçek yerinde
güzeldir’’ cevabıyla gideriyor.
İnsanların kendi diline özlemi var
Kara Güneş’in geniş bir hayran kitlesi var
ama sevenlerinin çoğu Kürdlerden oluşuyor.
Nedenini sorduğumuzda, “Çünkü insanların
kendi diline özlemi var. Keşke bu konuşmayı
da Kürdçe yapabilseydik. Kürdler sokaklarda
Kürdçe şarkılar söylenmesine pek alışık değil, bu özlemin bunda etkisi var. Ama ‘Eman
Dilo’ şarkısını söylediğimizde karşımızdaki
kim olursa olsun o sözlerde kendinden bir
şeyler bulabiliyor’’ yanıtını veriyor.
Kara Güneş genellikle halk türküleri ve
Kürdçe ezgiler çalıyor. Çaldıkları Kürdçe
parçalar içinde Mihemed Şêxo ve Aram Tigran vazgeçilmezleri arasında yer alıyor.
Mihemed Şêxo’nun ‘Eman Dilo’ şarkısına
ayrı bir hassasiyeti var Mübin’in, “Eman
Dilo kendi kendini var etmiş bir parça, bunu
söyleyince Fransız’ın dahi bir şeyler hissettiğini görebiliyorum’’ diyor.
15 yıl boyunca sokak müziğini aralıksız
icra etmek konusunda ise Mübin, “Bizim için
spor gibi sokakta müzik yapmak. Zaman zaman polis ve zabıta gibi handikaplar yüzün-
den böyle şeyler düşünebiliyoruz ama sonra
bununda bir mücadele olduğunu fark edince
devam ediyoruz’’ ifadelerini kullanıyor.
Sokağın özlenen Grubu Kara Güneş caddenin neredeyse her köşesinde müzik yapmış.
Öyle ki caddenin en iyi akustiğe sahip alanını
bile tespit etmiş ve son birkaç aydır caddenin sonunda tespit ettikleri bu yerde müzik
yapıyorlar. İnsanlar sırf onları dinlemek için
yürümeyi bırakıp köşede oturup sigarasını
içiyor veya birini bekler numarası yapıp uzun
bir müzik ziyafetine bırakıyorlar kendilerini.
Kara Güneş ve diğer sokak müziği yapan
gruplar caddenin her köşesini renklendiriyor.
Cadde boyunca çalınan farklı müzikler
adeta Türkiye’nin kültürel skalasını kulaklarınıza fısıldıyor. Ayrıca son zamanlarda İstiklal Caddesi’nde alışık olmadığımız ezgileri
de görmek mümkün, Suriye’den gelen yoğun
göçle birlikte Arapça ve Farsça müzik yapan
guruplarda İstiklal Caddesi’nin renkleri arasında yerini almış bulunuyor.

Benzer belgeler

16.02.2015

16.02.2015 büyük bir heyecan ve sevinçle karşılandı. Ortak idare, ortak siyasi ve askeri güç prensipleri üzerinden şekillenen anlaşmanın önümüzdeki iki ay içerisinde uygulanması bekleniyor. Anlaşmanın uygulan...

Detaylı

20.10.2014

20.10.2014 Barzani’nin çağrısı ve gözetimi altında yapılan anlaşma ile ilgili olarak PYD Eş Genel Başkanı Salih Muslim, “ulusal birlik ve iç barış anlaşması” olarak niteledi. Barzani ise Duhok Anlaşması’nı “K...

Detaylı

13.09.2014

13.09.2014 sürerken, ABD öncülüğündeki Koalisyon güçlerinin de IŞİD mevzilerine yönelik etkili bombardımanı sürüyor. Kentin dış mahallelerini ele geçiren IŞİD, YPG direnişine karşı intihar saldırıları düzenle...

Detaylı

23.02.2015

23.02.2015 sürerken, ABD öncülüğündeki Koalisyon güçlerinin de IŞİD mevzilerine yönelik etkili bombardımanı sürüyor. Kentin dış mahallelerini ele geçiren IŞİD, YPG direnişine karşı intihar saldırıları düzenle...

Detaylı