Kadına şiddet Türkiye`nin kısır döngüsü - İletişim Fakültesi
Transkript
Kadına şiddet Türkiye`nin kısır döngüsü - İletişim Fakültesi
Kadına şiddet Türkiye’nin kısır döngüsü Tartıştığı sevgilisi, babası, kocası, patronu, erkek kardeşi hatta kendini korumak yükümlü olan polis tarafından bile şiddet gören kadınlara şiddet bitmiyor, hergün bir yenisi ekleniyor. Toplumumuzda ve dünyada ne yazık ki kadına yönelik şiddet giderek artıyor. Dört kadından biri şiddet görmekte. Şiddeti sadece fiziksel olarak değerlendirmediğimizde bu rakamlar Nisan2012 Sayı28 Ünivers daha da artıyor. Kadına yönelik şiddetin aile ayağı olduğu gibi toplumsal ayağından da söz etmek mümkün. >Sayfa 6-11 Kömüre dayalı termik santrallere “hayır!” İEÜ İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi univers.ieu.edu.tr Aliağa’da kurulması planlanan kömüre dayalı yedi termik santralden ilkinin ruhsatı verildi. > 3. sayfada LGBT’ler eşit yurttaşlık istiyor Savaşın bitmediği coğrafya SPoD’un düzenlediği 5. LGBT Anayasa Forumu’nda katılımcılar yeni anayasa için talep ve görüşlerini paylaştı. > 5. sayfada İzmir karikatürünü çiziyor Babı Amr’da babalarının saldırıda öldüğünü öğrenen çocuklar (Fotoğraf: Sami Hamwi) Konak Belediyesi tarafından birçok farklı sanatçıya ait karikatürler Alsancak Karikatür ve Neşe Müzesinde sergileniyor. > 11. sayfada Modern zamanlarda keşfedilen sokakların yönetimleri değiştirme gücü Tunus, Mısır ve Yemen’de yaşananlara benzer bir akıbeti diğer ülkelerde henüz ortaya çıkartmadı D ünya’nın kalbi Ortadoğu, tarihin başlangıcından itibaren çatışmaların merkezi oldu. Bölge halkı çok sayıda savaş ve işgal yaşadı. Toplumsal ve siyasal çalkantılara baktığımız zaman, hala süregelen durumun değişmediğine hatta şiddetin artarak devam ettiğine şahit oluyoruz. Üç büyük dinin kutsal toprakları en acımasız kitle imha silahlarının kullanıldığı, her türlü kaçakçılık faaliyetinin yürütüldüğü bir savaş üssüne dönüşmüş durumda. Ortadoğu’da savaş o kadar sıradanlaşmışki artık halk hayatın normal bir parçasıymış gibi yaşıyor. Çok eski tarihlere gitmemize de gerek yok. 1980 yılından itibaren yaşananlar bile bölgenin karışıklığını anlatmaya yeter. İran ve Irak arasında 80’li yıllarda yaşanan savaş, 90’da Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle Körfez Savaşı’nın başlaması, İsrail-Filistin arasındaki toprak kavgası, terör yüzünden Afganistan’ın, demokrasi bahanesiyle de Irak’ın işgal edilmesi akla en çabuk gelen çarpıcı olaylar. Bu örneklere baskıcı yönetimleri ve irili ufaklı terör olaylarını da eklersek, çevremizdeki toprakların huzurdan ne kadar uzak olduğunu daha kolay anlıyoruz. Ortadoğu’nun batısında ortaya çıkıp, hemen hemen tamamına sıçrayan Arap Baharı’nın da savaşa dönüşmesi belki de bu geleneğin bir ürünü. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’yu saran bu hareketlenme onlarca yıldır süren baskıların son bulacağı umudu ile destekleniyor. Yaşanan kargaşa Tunus, Mısır, Ürdün, Libya, Suriye derken hem diğer Arap ülkelerinin, hem de Dünya’nın gündemi olmaya devam ediyor. Yüzeysel baktığımızda ise diktatörlerden, baskıcı politikalardan bunalan halk, demokrasi için ayaklanmış görünüyor. Bu ayaklanmaların sağlam temellere dayanmadığı ve yeterince hazırlık yapılamadığı görüşüyse Ortadoğu uzmanları tarafından dile getiriliyor. Ülkeler, uzmanları haklı çıkarırcasına bu dönemi oldukça sancılı geçiriyor. Arap Baharı’nı sert yaşayan ülkeler şu an iç sorunlarla boğuşuyor. Mısır’da anayasayı kimin hazırlayacağı, Libya’da özerklik isteyen bölgelerin nasıl ikna edileceği, Tunus’un şer’i anayasayla yönetilip yönetilmeyeceği, Suriye’de Beşşar Esad’ın sert önlemlere devam edip etmeyeceği... Bu gibi sorulara yanıt almak için biraz daha bekleyeceğiz gibi görünüyor. > 4. sayfada Ünivers’in bu sayısında Şehir2-3|Dünya4|Gündem5|Dosya6-11|KültürSanat12-13|Spor14-15 Hakemlere yardımcı geliyor FIFA, kale çizgisi teknolosiyle hataları en az indirmeyi planlıyor. Yıllardır üstünde çalışılan konu, kısa sürede çözüme kavuşacak. > 14. sayfada r u.edu.t e i . o y d ra 2 şehir Nisan2012 Sayı28 Büyükşehir adalet istiyor İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne yapılan operasyonlarda tutuklu ve tutuksuz yargılananların ilk duruşması 3 ile 13 Nisan tarihleri arasında yapılacak İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne, İzmir Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı’nın talimatıyla 2 Mayıs ve 22 Kasım 2011 tarihlerinde iki baskın düzenlendi Aslı Tartar - Serdar Yündem İ zmir Büyükşehir Belediyesi ve belediyeye bağlı şirketlere yönelik İzmir Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı’nın talimatıyla 2 Mayıs ve 22 Kasım 2011 tarihlerinde operasyon düzenlenmişti. 2 Mayıs tarihindeki baskını Organize Suçlar Müdürlüğü’ne bağlı ekipler sabah erken saatlerde Konak’taki Büyükşehir Belediyesi, Karabağlar ve Bayraklı Belediyeleri ile Aydın’ın Kuşadası Belediyesi’ne yaptı. İhaleye fesat karıştırma ve yolsuzluk suçlamalarından aralarında bürokrat ve sekreterlerinde olduğu 50 kişi gözaltına alınırken ihale belgelerine de el konuldu. İlk operasyonun devamında düzenlenen ikinci dalga, Aziz Kocaoğlu’nun EXPO 2020 adaylığı sunumu için Paris’te bulunduğu, 22 Kasım tarihinde yapıldı. Organize Suçlar Müdürlüğü’ne bağlı ekipler başta belediye şirketleri olmak üzere kapsamlı bir operasyon gerçekleştirdi. İlk baskındaki gibi çoğu bürokratlardan olan birçok belediye çalışanı gözaltına alındı. Her iki operasyonda da gözaltına alınanların sayısı 130 olurken, bunların 34’ü tutuklu diğerleri ise tutuksuz olarak yargılanacak. Örgüt lideri olmakla suçlandı İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun avukatı Ercan Demir “Soruşturmada gizlilik kararı olduğundan dolayı Aziz Kocaoğlu’na soruşturma açılıp açılmadığını yapılan operasyonlarda bilmiyorduk. Soruşturma açıldığını yılbaşından bir gün önce gelen tebligatla öğrendik. 2 Ocak tarihinde de ifadesi alındı. Kocaoğlu, kendisine soruşturma açıldığını şüpheli sıfatıyla soruşturulduğunu ve örgüt lideri olmakla suçlandığını ifade sırasında öğrendi. Kocaoğlu, ifadesinde, kendisinin Büyükşehir Belediye Başkanı olması sebebiyle bu işleri doğrudan kontrol etmek gibi bir konumunun olmadığını ve arkadaşlarına da sahip çıktı.” dedi. İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik soruşturmaların bir yıl öncesinden başlamış olduğunu belirten Demir, soruşturmaların teknik takip araçlarıyla yapılmış olduğunu belirtti. Demir, iddianamede, Emek şenliğinde yapılan Şevval Sam konserinde ihale yapılmadan doğrudan menajeriyle anlaşılmış olması, İzban tanıtım filminin ihale ile yapılmamış olması, yani firma sahibiyle doğrudan görüşülmüş ve pazarlığın yapılmış olmasından dolayı ihaleye fesat karıştırılmış gibi suçlamaların yer aldığını söyledi. İddianamenin ilk sırasında yer alan Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ise, örgüt kurma ve yönetme, Av. Ercan Demir ihaleye fesat karıştırma, ihalede edimin ifasına fesat karıştırma, sahtecilik, güveni kötüye kullanma ve görevi kötüye kullanmayla suçlanıyor. Yaklaşık 400 sayfanın hazırlandığı iddianamede, Kocaoğlu’na 33 suçla ilgili 397 yıla kadar hapis cezası talep edildi. Durak ihaleleri suçlanma sebebi 22 Kasım tarihindeki operasyonda gözaltına alınan ve daha sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan ESHOT Encümen üyesi Hüseyin Ercan, “Soruşturmaya alınma sebebim durak ihaleleridir. Duraklara iki ihale yapıldı. Birinci ihalelerdeki fiyatlar yüksek, ikinci ihalelerdeki fiyatlar biraz daha düşüktü. Bu talebe bağlı bir şekilde düşüyor zaten. İlk ihaleye çıkan duraklar Alsancak, Güzelyalı, Konak gibi merkezi yerlerdi. O yüzden fiyatlar çok yüksekti. İkinci ihalede talep daha azdı. Çünkü duraklar kırsal bölgelerdeydi. Bu yüzden fiyat daha düşüktü. Üç gün gözaltında tutuldum. İfadelerimiz alındı. Mahkemeye çıktık ve tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldık. Diğer suçlanma nedenimiz ise organize suç örgütü kurmaktı.” diyerek savunmasını açıkladı. İlk duruşma 3 Nisan Avukat Ercan Demir, Büyükşehir Belediyesi’nin cebir tehdit yöntemlerini kullanan, çıkar amacıyla bir araya gelmiş bir suç örgütü olarak suçlandığı için özel mahkemede yargılanacağını söyledi. Soruşturmanın halen devam etiğini söyleyen Demir, bakanlık müfettişleri, valilik müfettişleri ve savcılık müfettişleri tarafından sürekli bir baskı altında olduklarını, bu baskı sebebi ile de çalışanların görevlerini yerine getirmekte zorlandıklarını söyledi. Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı’nın hazırladığı iddianamede hakkında 397 yıla kadar hapis istenen Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ve örgüt kurmakla suçlanan 130 kişinin yargılanacağı davanın ilk duruşması 3-13 Nisan tarihleri arasında 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nde gerçekleştirelecek. şehir Nisan2012 Sayı28 3 Termik mücadele devam ediyor Bakırçay Belediyeler Birliği, Dikili Belediyesi ve İzmirli çevreciler, yıllar sonra tekrar Aliağa’da kurulması planlanan, kömüre dayalı termik santrallere karşı mücadele veriyor Zeynep Yüncüler G ünümüzden 20 yıl önce, Aliağa Gencerli’de kurulması planlanan kömüre dayalı termik santrale karşı çevreyi seven yaklaşık 20 bin kişi, İzmir meydanından Gencerli’ye kadar insan zinciri oluşturmuştu. 90’lı yıllarda, Bakırçay Belediyeler Birliği’nin öncülüğünü yaptığı, bu bağlamda ilk kez gerçekşelen eylem, olumlu sonuç vererek, tüm canlıların yaşamını tehlikeye atan kömüre dayalı termik santralin yapımı durduruldu. Aynı yıllarda, Aliağa’da ENKA şirketinin doğalgaza dayalı bir termik santral kurmasına ise meslek odaları ve çevresini seven herkes onay verdi. Ancak, yıllar sonra tekrar Aliağa’da yedi tane kömüre dayalı termik santral kurulması planlanıyor. Üstelik içlerinden İZDEMİR’in kuracağı kömüre dayalı termik santralin ruhsatı, Aliağa Belediye Başkanı Ömer Kömüre dayalı termik santrallerin bacalarından çıkan kimyasallar çevreyi kirletip, erken ölümlere neden oluyor kaldığını açıklayan bir bildirge vardı. Bunun üzerine, başta Bakırçay Belediyeler Birliği ve Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven olmak üzere ve tüm çevreciler ‘ruhsatın verilmesi zorunlu değildir’ diyerek, Kent Konseyleri Birliği’nin açıklamasını okumasına engel oldular. Ardından Konsey Birliği meydanı terk etti. “Santrallerde sermayenin para hırsı galip geliyor” Bakırçay Belediyeler Birliği ve Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven Turgut Oğuz tarafından verildi. Çevrecilerden çok fazla tepki toplayan Başkan Oğuz, zor durumda kaldığını ve Şehircilik Bakanlığı’nın yeni yasalarına göre belediyeler kendilerine yapılan müracaatları 2 ay içerisinde sonuçlandırması gerektiğini ifade etti. Ruhsatın verilmesi üzerine, Bakırçay Belediyeler Birliği ve Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven, İzmir Kent Konseyleri Birliği, meslek odaları, Birgül Ayman Güler, Foça Belediye Başkanı Gökhan Demirağ ve daha birçok çevresine duyarlı kişi termik santrali protesto için Aliağa Demokrasi Meydanı’nda basın açıklaması yaptı. İzmir Kent Konseyleri Birliği protestoya destek vermelerine rağmen, ellerinde Aliağa Belediye Başkanı’nın, bakanlığın yasalarına uygun olarak hareket ettiğini ve zor durumda Aliağa Belediye Başkanı’nın İZDEMİR’in kuracağı kömüre dayalı termik santral için ruhsat vermesi üzerine, Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven ve çevresine duyarlı İzmirliler tekrar 20 yıl önceki mücadelesine kaldığı yerden devam ediyor. Kurulması planlanan yedi tane kömüre dayalı termik santral ve içlerinden birinin ruhsatının verilmesinin ardından okulumuz gazetesine de açıklamada bulunan Başkan Özgüven, “20 yıl önce Danıştay termik santrallerin yapımını yasaklamış, bu yüzden devlet yapımları durdurmuştu. Santralleri eskiden devlet yapıyordu, şimdi ise özel sektör yapıyor. Yani sermayenin para hırsı galip geliyor.” dedi. Canlıların sağlığı açısından daha temiz bir çevre için doğalgaz ve jeotarmala dayalı termik santrallerin kurulması gerektiğini savunan Başkan Özgüven, Dünya’nın hiçbir yerinde yapılmayan ve ömrünü tüketmiş maliyeti düşük termik santrallerin Türkiye’ye satıldığını ifade etti. Ayrıca Özgüven, yasalar karşısında zor durumda kaldığını açıklayan Başkan Oğuz’un tutumuna karşı “ Meclis’te bir gün içinde Mit Yasası çıktı. Şimdi ‘o yasa ne kadar doğru bir yasa mı’ diyelim? O yasayı çıkaranlara bakalım ve ona göre hareket edelim.” diyerek, ruhsat vermenin son derece yanlış olduğunu belirtti. Son olarak Özgüven ”İnsan yaşamını olumsuz etkileyen herşeye karşı çıkmak bizim görevimiz. Susup, bir kenarda oturup, iktidar yasaları çıkardı Allah razı mı olsun diyeceğiz?” dedi. 20 yıl sonra 2. Referandum planı 90’lı yıllarda Aliağa Gencerli’de kurulması planlanan termik santrale karşı, Dikili Belediyesi ve Bakırçay Belediyeler Birliği bir referandum gerçekleştirmişti. Ancak, o zamanlar referandum için belli bir yasa yoktu. Hatta bu yüzden referandum yapanlar yargılanarak sonrasında suçsuz sayıldılar. Buna rağmen yapılan referandum ve İzmir meydanından Gencerli’ye kadar oluşturulan insan zinciri termik sanrtalin kurulumuna engel oldu. Günümüzde ise artık, yeni 53/92 yasası ile belediyeler halkı ilgilendiren konularda referandum yapabilecek. Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven, kurulacak olan termik santraller için “bu sefer yıllar sonra onların yasasıyla 2. referandumu gerçekleştireceğiz ve mücadelemiz tekrar temiz bir çevre için devam edecek.” dedi. olarak toprağa, yeraltı sularına, akarsulara ve denizlere boşaltılır. Böylece sularda yaşayan canlılar bu durumdan olumsuz etkilenir. • Termik santraller başta demir ve sülfat bileşikleri olmak üzere bol miktarda ağır metallere sahiptir. Bu metaller işlevlerini gördükten sonra akarsulara boşaltılır. • Kullanılan linyit kömürün yanmasıyla bol miktarda kül oluşturur. Bu küller toprak yüzeyine ulaşarak bitkilere zarar verir ve yağışlı bir havada yeraltına sızan küller toprağın kalitesini düşürür. • Santrallerin bacalarından çıkan dumanların içinde bol miktarda kükürt dioksit ve azot oksit gazları bulunur. Bu gazlar asit yağmurlarına neden olduğu için bitkilerin yeşil kısımları çok fazla zarar görüp, rengini kaybeder. • Termik santrallere yakın çevre köylerdeki tarım ürünleri zarar görür. Ayrıca etrafa yayılan civa, gelişmeyi, öğrenme yeteneğini ve sinir sistemini olumsuz etkiler. Kömüre dayalı termik santrallerin sonuçları • Termik santrallerde soğutucu buhar elde etme ve temizleme gibi amaçlarla kullanılan sular, sıcaklık dereceleri yükselmiş Aliağa Belediyesin’den ruhsat alan İZDEMİR’in kuracağı kömüre dayalı termik santralin bacası yapıldı. (fotoğraf : Zeynep Yüncüler) 4 dünya Nisan2012 Sayı28 Ortadoğu’ya “bahar” gelmedi Tunus’ta başlayan Arap Baharı, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da yarattığı domino etkisiyle ülkeleri iç savaşa sürükledi Merve Gürkan-Yavuz Kara H olan demokratik seçimlere hazırlamayı hedefliyor. Haziran ayında düzenlenecek seçimler öncesinde en büyük problem, ülkenin doğusunda özerkliklerini ilan eden aşiretler. Ulusal Geçiş Konseyi, özellikle petrol yatakları açısından zengin olan Sirenayka bölgesinin SU R YEM E N Kaddafi’nin ardından ülke yönetimini eline alan Ulusal Geçiş Konseyi, ülkeyi 62 yıl aradan sonra yapılacak desteklediği muhaliflerin eline geçen Kaddafi, “Bana yaptığınız haramdır, ben sizin babanızım” dese de linç edilerek öldürüldü. 42 yıllık rejimin sonunu getiren ayaklanmanın 50 bin civarında insanın ölümüne yol açtığı söyleniyor. özerkliğine sıcak bakmıyor ve bunun Libya’yı bölebileceğini ifade ediyor. Suriye’de yükselen silahlı direniş başkent Şam’ı ve bazı bölgeleri ele geçirdi. Komşumuzdaki savaşın Türkiye açısından da önemi büyük. Çünkü yaşanılanlar, Suriye üzerinde kritik bir “küresel cepheleşme” olduğunu gösteriyor. İRAN Türkiye, NATO üyesi olduğundan bu cephede tarafını belirlemiş durumda. Beşar Esad’ın şiddete dayalı yönetim biçimini kabul etmiyor ve ülkenin bir an önce iç savaşı bırakıp daha fazla kan dökülmeden derin istikrarsızlık ile İran’ın desteğini kesmesi ve Batı’dan gelen ambargonun etkisini hissettirmesi, Lübnan’daki Hizbullah gibi Hamas’ı da çaresiz bıraktı. Filistin örgütünün ihtiyaç duyduğu 600 milyon dolar da Katar başta olmak üzere Körfez Ülkeleri’nden gelecek! İsrail Cumhurbaşkanı, F Türkiye ve Körfez Ülkeleri’nin bu politikasının Ortadoğu’da terörizmi cesaretlendirecek adımlar olduğunu savunuyor. Oysa, daha düne kadar İran’ın dış politika hedefleri doğrultusunda hareket etmek zorunda kalan Hamas’ın, Türkiye ve Körfez Ülkeleri gibi “ılımlı-terörizme karşı” rejimler tarafına geçmesinden memnun olmuyor. Hamas, 2006’ da yapılan Filistin seçiminden zaferle çıkmış, T US UN Etkisini Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de daha fazla gösteren Arap Baharı’nın ardından, Tunus’un 23 yıllık Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali, Mısır’ın 30 yıllık lideri Hüsnü Mübarek ve Libya’nın 42 yıllık lideri Muammer Kaddafi devrilirken, Yemen’de hükümet değişikliği gerçekleşti. 14 Ocak 2011 günü Zeynel Abidin Bin Ali’nin YA ülkeyi terk etmesiyle LİB verdikleri mücadeleyi kazanan Tunus halkı, ilk kez yapılan serbest seçime, yüzde 90 oranında katılım sağladı. Bu seçimlerden zaferle ayrılansa ılımlı İslamcı Ennahna Partisi oldu. Ilımlı İslamı ve ekonomide liberalliği ön planda tutan Ennahda Partisi’nin, Ak Parti’yi örnek aldığı ise hem Tunuslu, hem de yabancı gazeteciler tarafından sıkça ifade ediliyor. Bahar’ın en sert geçtiği ülkelerden biri olan Mısır’da gösterilere ev sahipliği yapan Tahrir Meydanı İYE normal demokratikleşme sürecine girmesini istiyor. Bir yanda NATO, diğer yanda Rusya-Çin-İran yani “Asya İttifakı” Bu ittifaka son dönemlerde, bölgedeki varlığını İran desteğine dayandıran Irak’ın Şii Başbakanı Nuri el-Maliki’nin de katılımı dikkat çekiyor. Üç aya yakın bir süredir devam eden savaşta ‘’barış dönüşümü’’ artık çok zor gözüküyor. Suriye, tıpkı Irak gibi kanlı hesaplaşmaya, hatta dağılmaya rotalanmış durumda. Konuya bölgesel açıdan baktığımızda Ahmedinecad-EsadMaliki üçlüsünün bilinmeze doğru sürüklendiklerini söyleyebiliriz. İran, Hürmüz Boğazı gerginliğinde, “gücünü aşan manevra gerçekleştirmenin” acı sonuyla karşılaştı. Bugünlerde Basra Körfezi’nin tamamı Amerikan donanmasının kontrolünde ve hiçbir bölgesel güç, buradan petrol akışını durdurabilecek kapasiteye sahip değil. Filistin davasının önemli örgütü Hamas’ın, bu süreçte karargahını Şam’dan taşıma kararı alması ve örgütün lideri Halid Meşal’in görevden ayrılmasıyla birlikte, örgütün Katar veya Ürdün’e taşınma yönünde adımlar atması Batı Asya’daki (Ortadoğu) bütün dengelerin değiştiğini gösteriyor. Suriye’nin Lazkiye limanına yanaşan İran bandralı gemiler, ülkenin sivil hareketler karşısında ihtiyaç duyduğu cop, göz yaşartıcı gazlar ve ses bombaları gibi “öldürücü olmayan güvenlik silahlarını” Beşar Esad’a destek amacıyla depolara boşalttı. Ama alınan bilgiler, Hamas’ın Filistin’deki varlığını koruyabilmek için gerekli yıllık 900 milyon dolarlık desteğin artık Tahran’dan gelmediği yönünde. Suriye’deki STİN İLİ er dönem gerilimli bir ortama sahip olan Ortadoğu ve Kuzey Afrika, Arap Baharı vesilesiyle bir yılı aşkın süredir kanlı günler geçiriyor. 2010 yılının son günlerinde Tunus’ta başlayan halk ayaklanmalarında temel istek demokrasi ve gelir dağılımındaki eşitsizliğe son verilmesiydi. Daha sonra diktatörler tarafından yönetilen birçok ülkeye sıçrayan ayaklanmalar, çok sayıda insanın hayatını kaybetmesine neden oldu. ayaklanmanın sembollerinden biri oldu. Çok sayıda canın kaybedildiği meydanda, halk sonunda istediğini aldı ve 30 yıllık diktatör Hüsnü SIR Mübarek devrildi. MI Devrime önderlik yapan Mısır’ın etkin gruplarından Müslüman Kardeşler ise yapılan ilk demokratik seçimlerde büyük başarı yakaladı. Hürriyet ve Adalet Partisi adı altında seçimlere giren grup oyların yüzde 47’sini aldı. Buna karşın Mübarek’in devrilmesiyle birlikte ülke yönetimini geçici olarak ele alan Mısır Ordusu, sivil anayasanın önündeki en büyük engel. Askeri Konsey, yeni anayasayı oluşturacak olan komisyon üyelerinin yüzde 80’ini kendisi seçmek istiyor. Müslüman Kardeşler ile beraber Mübarek’in devrilmesinde ön planda olan grupların tamamı, Askeri Konsey tarafından yönetilecek bir Mısır’a da karşı duruyor. Halk yönetimin tamamen sivilleşmesini sabırsızlıkla bekliyor. Libya’nın Arap Bahar’ı ise biraz daha farklı oldu. Ülke’nin 42 yıllık diktatörü Kaddafi, diğer diktatörlerden farklı olarak isyandan sağ kurtulamadı. Sirte yakınlarında Nato’nun ama bu demokratik başarısı İsrail ile Batı ülkeleri tarafından asla tanınmadı. Radikalleşmesine zorlanmış bir parti gibiydi. 2006’da yapılan bu hata olmasaydı. Filistin bu kadar kan kaybetmeyecek ve Batı Asya’da bu bedeli ödemeyecekti. Şam ve çevresindeki fakir mahalleleri ise artık Esad adına, Suriye ordusundan devam eder firarlar ve askerlerin cephe değiştirmeleri bu ülkede her şeyin bir anda değişip hızlandığının göstergesi. gündem Nisan2012 Sayı28 5 Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneğinin (SPoD) düzenlediği 5. LGBT Anayasa Forumu İzmir’de gerçekleşti. Panelde katılımcıların yeni anayasa sürecinde görüş ve talepleri alındı Zeynep Yüncüler Nurcan Elmas T oplumum her alanında yaşanan ayrımcılığa karşı savaşan Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneğinin (SPoD) düzenlediği LGBT Anayasa Forumu İstanbul ve Ankara panellerinden sonra 17 Mart’ta İzmir Karakedi Kültür Merkezi’nde gerçekleşti. Paneli yönetenler LGBT Dayanışma Derneği gönüllüsü eşcinsel aktivist Mehmet Tarhan ve moderatörlüğü üstlenen gazeteci Mehveş Evin oldu. SPoD’un gerçekleştirdiği LGBT Anayasa forumu, yeni anayasa sürecinde sadece akitivistleri ve sivil toplum örgütlerini değil, konuyla ilgili olan bireyleri katılımcı olarak görmek ve böylece özgür tartışma ortamı sağlamak istiyor. İzmir’de gerçekleşen panelde, yeni anayasada ‘cinsel yönelim’ ibaresinin yer alması konusu, LGBT bireylerinin tüm sorunları ve katılımcıların tüm görüşleri konuşuldu. SPoD’un açılış konuşmasını yapan aktivist Mehmet Tarhan, öncelikle yeni anayasa sürecinde katılımcı olarak sadece sivil toplum örgütlerini değil, LGBT bireylerini de görmek istediklerini ifade etti. Ayrıca Tarhan, anayasa yapım sürecinde hukuki cümlelere ve uzmanlığa gerek olmadığını, önemli olan herkesin anlayabileceği teknik bir dil kullanmadan basit cümlelerden oluşan bir anayasa hazırlanması gerektiğini savundu. Panel konuşmasına devam eden moderatör Mehveş Evin, “ Öncelikle yeni anayasa çalışmaları için kimse ümitsizliğe kapılmadan taleplerini rahatlıkla dile getirmeli ve asıl önemli olan LGBT bireylerine karşı işlenen medyanın çok farklı yansıttığı suçlar, mağduriyetler var bunların üzerinde durulması gerekli.” dedi. Moderatör Evin, anayasada taleplerimiz yer alamasa bile ümidi kaybetmemenin ve asıl önemli olanın bu süreç içerisinde özgürce herkesin sesini duyurması olduğunu belirtti. “Herkes, varolan tercihleriyle kabul edilmelidir” Panelde katılımcıların, yeni anayasada görmek istedikleri talepler ve ayrımcılık konusundaki görüşleri: • LGBT bireylerine karşı önyargıların ortadan kalkması, eşcinseliğin bir hastalık veya sapkınlık olmadığının bilinmesi ve herkesin varolan tercihleriyle kabul edilmesi gerekir. • Yeni Anayasa bireylere cinsel kimlik dayatmamalı erkek egemen anlayıştan uzak olmalı. Bu yüzden Anayasada cinsel kimlik ibaresi yer almalıdır. • Trans bireylerin üzerine yerleştirilen ‘seks işçileri’ sıfatı oldukça yanlıştır ve bu tutuma tepki gösterilmesi gerekmektedir. • Televizyonda yer alan dizilerde eşcinsel hayatlara da yer verilmeli. Eğer bir dizi LGBT bireylerin hayatlarına da yer veriyorsa o dizi RTÜK tarafından ‘Türk ahlakına,örf ve adetlerine aykırıdır’ gerekçesiyle kaldırılması son derece yanlıştır. Çünkü, ahlaki değerler birileri tarafından başkarına dayatılamaz, herkesin değer yargıları farklıdır ve görecelidir. • Yeni Anayasa kısa değil uzun olmalı derinleştirilmelidir. Bunun nedeni, yasalar kısalaştırıldıkça daha çok genelleştiriliyor. Örneğin Anayasada geçen ‘genel ahlak’ kavramı gibi soyut kavramlar kullanılmamalı. • LGBT bireyleri cinsel kimlikleri nedeniyle iş bulamamasını veya işlerinden çıkarılmasını önleyecek düzenlemelere yer verilmesi gereklidir. “Bedenim kime ait?” Şiddet dediğimizde aklımıza darp, dövme gibi davranışlar gelir. Bunun yanı sıra şiddetin psikolojik baskı, sindirme ve aşağılama gibi boyutları da var. Dayak yemek, hor görülmek, eziyet çekmek kader mi, kısır döngü mü? Alptekin Azılı T ürkiye ve Dünya’daki oranlara baktığımızda çoğunlukla şiddetin uygulayıcısının erkek, şiddete uğrayanın da kadın olduğunu açıkça görmekteyiz. Kadına uygulanan şiddet sadece Türkiye’nin değil, diğer ülkelerin de kanayan bir yarası. Kadına yönelik şiddet, Birleşmiş Milletler belgelerinde “İster kamusal, isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik, acı veya ıstırap veren ya da verebilecek olan cinsiyete dayalı bir eylem uygulama ya da bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma” Çoğu kadın cinsel şiddeti kabullenmeye mecbur olduklarını düşünüyor. şeklinde tanımlanıyor. Şiddet türleri içinde belki de kadında en kalıcı hasarı bırakan cinsel şiddet. Türkiye’de ve Dünya’da hemen hemen her gün cinsel şiddet olayları yaşanıyor. Bizim bilmediğimiz yerlerde, kapalı kapılar ardında bir çok kadın taciz ediliyor, tecavüze uğruyorlar ve biz bunların çok azından haberdar olabiliyoruz. Erkek, ortada bir güçsüzlük, sahipsizlik gördüğünde cinsel şiddeti kafasında meşrulaştırıyor. Kadının güçsüz olduğunu ve kendisine karşı koyamayacağını düşünüyor. Bu yüzden genelde tacize ya da tecavüze karşı koyamayacak, kimseye anlatamayacak, sahip çıkacak kimsesi olmayan kadınlar hedef olarak seçiliyor. Hastaneler, sosyal hizmetler ve çocuk esirgeme kurumları, zihin engelliler bakım yurtları ile hapishaneler ise cinsel şiddetin çoğunlukla görüldüğü yerler. Aslında kadınlar cinsel şiddete kendi evlerinde eşleri tarafından da maruz kalıyor. Çünkü Anadolu’nun bir çok bölgesinde “Gelinlikle gidersen, bir daha bu eve ancak kefenle dönersin’’ anlayışı olduğundan ve kadının ekonomik özgürlüğünün olmayışından pek çok kadın cinsel şiddeti kabullenmeye mecbur olduklarını düşünüyor. Toplumda cinsel şiddete uğrayana karşı dışlama, kötü gözle bakma, kirlenmiş görme gibi tutumlardan dolayı kadınlar yaşadıklarını kimseye anlatamıyor. Toplum, kadının yanında olup mağduriyetinden ötürü ona destek olacağına tam aksine kadının yaşadığı travmayı arttırıyor. Zaten toplumda “kadın kuyruk sallamasa erkek neden peşinden gitsin” şeklinde bir kanı olduğundan, insanlar bu durumu normalleştirip başkasının hayatı hakkında söz sahibi olmayı hakmış gibi görüyorlar. Cinsel şiddete uğrayan kadınlarda; kendine aşırı güvensizlik, çekingenlik, sürekli kendini kirli hissetme, aşırı öfke, kendinden iğrenme gibi psikolojik rahatsızlıklar meydana geliyor ve bu rahatsızlıklar bazen kalıcı olabiliyor. İşin temeli kadın erkek eşitliği ve kadınlara karşı ayrımcılığın kaldırılması. Bunu yapmadığınız sürece bu şiddet devam eder. Devletin bu konuda karar verip bütün devlet birimlerinde ve bütün coğrafyada böyle bir zihniyet değişikliğini sağlayacak bir eğitim ve kültürel çalışma yapması gerekiyor. 6 dosya Nisan2012 Sayı28 Hazırlayanlar Osman Girgin Zeynep Yüncüler Nurcan Elmas Merve Gürkan Merve Zorer İllüstrasyon: Burcu Çeliksap Kadına şiddet artık görünmez değil C inseyet ayrımı her zaman, her yerde ciddi bir sorun olmuştur. Özellikle Türkiye’de, varolan erkek egemen anlayışla kadın olmak zordur. Yapılan araştırmalara göre, kadınların yüzde 41.9’u şiddet görüyor ve bu kadınların yüzde 48’i bunu kimseye söyleyemiyor. Çalışan kadınların yüzde 44.1’i, çalışmayanların yüzde 41.1’i şiddet mağduru. En az bir kez hamile kalmış her 10 kadından biri gebeliği sırasında dayak yiyor. Ancak, Türkiye’de bu sonuçlara oranla mağdur kadınlar için yeterli sayıda sığınma evi bulunmuyor. Ayrıca, araştırmalar Türkiye’de günde ortalama 5 kadının eşi, sevgilisi, babası ve kardeşi yüzünden cinayete kurban gittiğini gösteriyor. Tüm bu sonuçların fazlalığına rağmen, medyada gördüğümüz kadına şiddet haber sayısının az olması, medyanın çoğunluğunun ve hükümetin bu duruma sessiz kaldığını gösteriyor. Ancak, son yıllarda artan çalışmalarla bu büyük sorunlara karşı insanlar daha fazla farkındalık ve hassasiyet kazandı. Bu sorunun gölgesinde 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde “Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine İlişkin Kanun Tasarısı” oy birliği ile meclisten geçti. Eski ismi “ Kadının ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun tasarısı” olan yasa taslağı değişen adıyla birçok kadın ve kadın örgütlerinden tepki aldı. Nedeni ise, yeni yasanın ‘kadın’ yerine ‘aile’ kavramanı öne çıkarması oldu. Çünkü kadınların tepkilerine göre, yeni yasa ‘kadınların ikinci cins görüldüğü algısı’nı değiştirmeyecek ve bireylere toplumsal cinsiyet rolleri giydirmeye devam edecek. dosya Nisan2012 Sayı28 7 Şiddetli oranda şiddet görüyoruz “Umut” İlk eşinden de şiddet nedeniyle ayrılmıştı Ferdane Çöl. Üç çocuğuyla birlikte bir yıl kadar ailesinin yanında yaşadıktan sonra, aşk tekrar kapısını çaldı. Aynı mahallede oturan, kendinden beş yaş küçük Ş.B. çalmıştı gönlünü. Genç kadın bir süre sonra tekrar mutlu olabileceğini düşünerek, evlilik kararı aldı. Kim bilir, belki de bu kararın nedeni, yaşadığı maddi sıkıntılardı. Üç çocuğunun bakımına yardımcı olacak bir hayat arkadaşı arıyordu belki de. Ya da toplumdaki “Dul” sıfatını yok etmek istiyordu. Öyle ya, evlilik zorunluluktu dul bir kadın için. Evlendi evlenmesine de, bu birliktelik de yaramadı Ferdane’ye. Adeta yağmurdan kaçarken doluya tutulmuştu. Üç çocuğunun babasından yediği dayaklar “dul” bırakmıştı onu ama, kurtuluş gördüğü ikinci eşinin aşkı, daha “şiddetliydi”. İlk dayağını da hamileyken yemişti üstelik. Sabretti genç kadın, herzaman ki sözlerle teselli etti kendini; “Çocuğum olacak”, “İkinci kez ayrılırsam elalam ne der?” Sabretti, sabretti ama kesilmedi dayaklar, bebek doğdu, şiddet ölmedi ve umut bitti. “Yeni Hayat” Ayrıldılar, daha doğrusu Ferdane öyle sandı. Alıp başını gitmek, kendine yeni bir hayat kurmak istedi. Üstelik, ailesi de destek oldu Ferdane’ye. Toplumun yargılarına inad “Kadının yeri kocasının yanıdır” demedi, sahip çıktı. Ama bu sahip çıkış maneviyattan öteye gidemedi, zira ailenin her ferdinde iliklere kadar yoksulluk hissediliyordu. Oysa biri daha yaşına girmemiş dört çocuk vardı ortada. Boşanmak için mahkemeye başvurdular, bir de talepleri vardı; nafaka. Ayrı yaşadıkları iki aylık süre içerisinde, bakımını üstlenemediği için çocuklarını Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na yerleştiren Ferdane “Çalıştığımın yanında bir de nafaka alırsam çocuklarıma kavuşabilir, yeni bir hayat kurabilirim” diye düşünüyordu. Oysa düşündükleri sonu olacaktı. “Son” Nafaka talebi, eşi ve ailesini çılgına çevirdi. Kendisinden ayrılmak isteyen bir kadına, bir de para mı vereceklerdi. İki aile bu süreçte şiddetin her çeşidine şahit oldu. Kavgalarda yedi kez yaralama ve darp nedeniyle haklarında işlem yapıldı, Ferdane “korumaya” alındı. ‘Son’ görünüyordu aslında. Ferdane de bunu hissediyordu artık. Bir keresinde ablasına, TV’de gördüğü haberleri kastederek, “Ben de böyle olur muyum abla. Ayrılmak istediğim için eşim beni öldürür mü? diye sordu. “Ablacım sen devlet koruması altındasın, sana kimse bir şey yapamaz” diyen ablasına sadece “hissediyorum” diyebildi. Kapısı çalındı birgün, kocası girdi içeri ve 10 bıçak darbesinden sonra boğazını kesti. Şimdi haber olma sırası Ferdane’de, soru sorma sırası sayısız mağdur kadındaydı. İşte o soruyu soran kadınlardan biri K.D. Ferdana’ye göre çok şanslı, çünkü hala hayatta, ve artık hür. K.D. çok sorgulamamıştı aslında dayak yemeyi, çoktan kabullenmişti. Onu da kendine getiren bir televizyon haberi oldu. Sorulan soru Ferdane’ninkiyle aynıydı: “Bir gün bende haber olur muyum? Ancak bu kez Kadına yönelik şiddetin İzmir’deki son kurbanı Ferdane Çöl. K.D. ise biraz daha şanslı. Hikayeleri çok tanıdık, aslında çoğu da aynı. Kadındır ya sonuçta, namusundur öldürürsün, kıskanır öldürürsün, dediğini yapmaz öldürürsün, çalışır öldürürsün, ayrılık ister öldürürsün. Yeter ki iste, illa bir sebep bulur “haketti” der öldürürsün. Çünkü o’nun nefes alması bile sana bağlıdır. Ferdane’nin ki de öyle bir hikaye işte. K.D. ise son anda kurtulanlardan. soruyu soran dayak yiyen kadın değildi. Üvey babanın annesine attığı dayaklara dayanamayan küçük kız, o ana kadar sürekli içinden sorduğu o soruyu seslendiriverdi. “Anne, bu adam seni öldürecek mi?” Kızının kaygısından etkilenen K.D., kendi de aynı soruyu sormaya başladı. Sonu diğer kadınlar gibi olur muydu?, haberi manşetten mi verilirdi yoksa 3. Sayfada kaybolup gidermiydi. Bunun cevabını verecek bir tek kişi vardı o da gazeteci. Aradı gazeteleri, yardım istedi. Çilesi kamuya aktarılırsa daha çabuk kurtulurum diye düşündü. Düşündüğü de oldu, ertesi gün yanlızca gazetelerin değil televizyonların da ilk haberiydi “küçük kızın anneye sorusu”. Biz gazetecilere ise bir kadının kurtuluşuna yardım etmenin mutluluğu ve “kamu görevi” yapmanın haklı gururu kalmıştı. (K.D. şuanda devlet korumasında. Yaşadığı şehirden, işine kadar herşey değişti. Kendisine yeni bir hayat kuran K.D.’in gizliliğini korumak adına hikayesini kısa tutup fotoğrafını yayımlamıyoruz.) Her konuda olduğu gibi Aile İçi Şiddeti önlemede de biz gazetecilere büyük sorumluluk düşüyor. Peki biz bu sorumluluğu yerine getiriyor muyuz? “Olay yerine giderken hissettiğimiz şey kamu görevi yapmanın sorumluluğu mu? Yoksa gözümüzü haber mi bürüyor? K.D’nin hikayesindeki başarıyı her daim gösterebiliyor muyuz? Yoksa bazen kaş yapalım derken göz mü çıkarıyoruz? Gazeteciliğimizi de sorgulamak adına, yine bir kadın hikayesinden kısaca bahsedip, olaya sadece “vizörden bakmamayı” hatırlayalım istiyoruz. “Haber atlamama” adına yayımlanan bir fotoğrafın, bir hayatı nasıl bitirebileceğini görelim. İzmir’in Bornova İlçesi’nde hırsızlık amacıyla bir eve giren şahıs, bazı takı ve eşyaları çaldıktan sonra iddiaya göre ev sahibi bayana bıçak tehdidiyle tecavüz etti. Olay, gece saatlerinde Bornova 229 Sokak’ta meydana geldi. İddiaya göre, iki şahıs hırsızlık amacıyla balkondan tırmanarak, bir firmada tekniker olarak çalışan ve 3. kattaki evinde yalnız yaşayan B.S’nin (24) evine girdi. Genç bayanın gümüş ve altın takılarını alan şahıslardan biri, daha sonra salonda uyuyan B.S. ile karşılaştı. Genç bayanın uyandığını fark eden şahıs, bıçakla tehdit ettiği B.S’ye tecavüz etti. Hırsızın kendisini bırakmasının ardından gaz tabancasını alan B.S. çığlık atarak yardım isterken, hırsızların ardından ateş açtı. Balkondan atlayan zanlıyla gözcülük yapan arkadaşı, farklı yönlere kaçarak uzaklaştı. İhbar üzerine olay yerine gelen polis, bina çevresinde durumundan şüphelendiği M.K’yı (23) durdurarak üstünü aradı. M.K’nın üzerinde B.S’nin evinden çalınan takılarla daha önce hırsızlık yaptıkları Metin Akgün’ün evinden çalınan cep telefonu ve saat ele geçirildi. Hırsızlık, yankesicilik gibi suçlardan poliste kaydı bulunduğu belirlenen M.K. gözaltına alınırken, karakola götürülen B.S. yüzleştirme sırasında, kendine tecavüz eden kişinin M.K. değil diğer arkadaşı olduğunu belirtti. M.K. da, kendisinin bu olaya karışmadığını, B.S’nin evine Kemal isimli arkadaşının girdiğini savundu. İfadesinin alınmasının ardından İzmir Adliyesi’ne sevk edilen M.K, tutuklanarak cezaevine gönderildi. Öte yandan B.S. doktor raporu almak üzere Adli Tıp Kurumu’na gönderilirken, Olay Yeri İnceleme Şube Müdürlüğü ekipleri evde inceleme yaptı. Olayla ilgili soruşturmanın ve kaçan diğer şüphelinin yakalanması için çalışmaların sürdüğü bildirildi. İşte sıradan bir 3. Sayfa haberi olan bu haber, yayımlanan fotoğraf nedeniyle haberin mağduru B.S.’nin hayatını kararttı. Genç kadın önce işinden oldu, ardından nişanlısı ve ailesi tarafından terkedildi ve sonunda B.S. intihara kalkıştı. Haberi yapan muhabirlerden biri yaşananlar için “Hayatımda asla unutamayacağım bir hata. Şimdi gittiğim hervhaberde aklıma önce B.S’yi getiriyorum” diyor. 8 dosya Nisan2012 Sayı28 “Şahit olup gözünü yuman herkes Kadına yönelik şiddet sorununda gazeteciliğin öneminden söz edince, bir kadın gazeteciyle konuşmadan olmaz. Üstelik b Kanaltürk’ün deneyimli polis muhabiri Şeyda İkiz anlatıyor Kadının medya sektöründeki yeri nedir? “Kadının medya sektöründeki yeri nedir” sorusunu belki yıllar önce bana değil de başka bir kadın gazeteciye sormuş olsaydınız, size türlü zorluklardan bahsedebilirdi. Ancak günümüzde bu zorlukları öne sürmek bence bahaneden öteye gitmez. Pek çok meslekte kadının karşısına çıkarılan mesleki zorluklar, gazetecilik için geçerli değildir. Gazetecilik, evet, akademik bir eğitim ister, istemelidir de ancak bir kabiliyet işidir aynı zamanda. Bir kadın gazeteci, erkek meslektaşından çok daha iyi yapabilir bu işi. Çünkü bu iş kafa işidir, erkeği kadını olmaz, ayrıntıyı yakalamaktır sorun. Hatta tam tersi şunu iddia edebilirim ki; erkekler bir olaya bakarken daha genel görürler, klasik bir tabirle resmin tamamına bakarlar, resimdeki detaylara takılmazlar. Fırça darbeleri, ışığın resme nerden yansıdığı problem değildir. Resim resimdir yani. Kadının detaylardaki titizliği ise bu meslekte ona bir avantaj sağlar. Zaten gazeteciliğin olmazsa olmazı, bakış açısını değiştirmek değil midir? Bu bahsettiklerim tabi ki mesleki konular. İşte bu noktada eğer, resme genel bakacak olursak, sorun da orada başlar. Gazetecilik bir meslekten öte, bir hayat biçimidir. Ben işten çıktım, eve gittim “oh bütün sorunlar ofiste kaldı” gibi bir mantıkla bu işe yaklaşamazsınız. Gazetecilik 24 saat devam eder. E bu kadının bir eşi yok mu, çocuğu yok mu, evde onu bekleyen temizlik, alışveriş, ütü, yemek problemleri yok mu? Var elbette. İşte kadın gazeteci olmanın zorluğu budur. “Ben gazeteciyim, bu sorunlar beni bağlamaz arkadaş” diyebilen bir kadını alnından öperim. İşten gelmişsin, yemek falan derken akşamı bulmuşsun. Eşinle iki laf ediyorsun bir taraftan çocukla ilgileniyorsun. Saat 23.00 sıraları ve telefon acı acı çalar. Bulunduğun yere yaklaşık 250 kilometre uzaklıktaki bir yerde uçak düştü. Yürü bakalım. Eşini ve çocuğunu sıcak yuvanda bırakırsın, arabaya atlarsın ve yola düşersin. Geriye ne zaman döneceğini bilemezsin çünkü ucu açıktır bilirsin. Bu sorunlarla nasıl mı başa çıkılır? Bu sorunun cevabı tektir; çünkü işini seversin. İşte bu kadar… Gazeteciliğin en zor dalı olarak görünen polis muhabirliği'nde kadının yeri? Nasıl kadın polis muhabiri olunur? Size neler getirir, sizden neleri götürür? Gazeteciliğin en meşakkatlisi, en yıpratanı, en sinir bozanı polis ve adliye muhabirliğidir. Bu alan, aslında erkekler için bile yeteri kadar zordur. Polis, adliye, hepimizin bildiği gibi gazetelerin 3. sayfalarında yer bulur ve hatta olay büyükse manşetten gösterir kendini. Çünkü hayatın tam da kalbidir. Ekonomideki gelişmeler, fiyat endeksleri kahvehanede cigarasını tüttüren Hacı Mehmet’i çok ilgilendirmez, hatta okumadan geçer o sayfayı da, 3. sayfayı okumayan insan olmaz. Dedim ya hayatın kalbi oradadır. Aslında bence bu bile tez konusu olmalıdır ki bilmiyorum muhtemelen de yapılmıştır. İnsanoğlu, 3. sayfadaki haberleri okuyup, kulağını çekip tahtaya vurmaya pek meraklıdır. “Şükür” Kanaltürk muhabiri Şeyda İkiz, şiddete uğrayan kadınlarla ilgili çok sayıda habere imza attı. “Böyle bir manzara karşısında etkilenmemek için kadın değil de, insan olmamak gerek” diyor. mekanizmasını çalıştırır çünkü bu haberler. Bir bakıma ilkeldir yani. E gelelim asıl soruya, bu pis işlerde kadının yeri neresidir? Birçok kadın gazeteciye sorsanız, en son çalışmak istediği alan polis muhabirliğidir. Bir kere kan var, küfür var, ceset var, şiddet var, yıpranma diz boyu. E ben mazoşist miyim niye bu alanda çalışayım ki diye sorar insan kendine? Ben de sordum ama inanın net bir yanıt alamadım. Kadının bu işlerdeki yeri, erkek polis muhabirlerine sorsanız yoktur. “Ne işin var kızım senin bu işlerde” diye girerler konuya. Pek çoklarının sandığı gibi kendini ispat falan da değildir aslında. Bu işi birilerinin yapması gerekiyordur, yaparsınız. Ben mesleğe ilk girdiğim zaman, bana seçme şansı verilmişti. Hangi alanda çalışmak istediğim soruldu ve ben de “polisadliye” dedim. Neden dedim, nasıl karar verdim; bilmiyorum. Sanırım bu biraz kişilikle ilgili bir şey. Heyecanı seviyorum, koşturmayı seviyorum, bir işe başlayıp, sonuçlandırmayı seviyorum. İnsanlarla iletişim kurmayı, herkesin nabzına göre şerbet vermeyi sanırım iyi biliyorum. Bir de küçüklükten başlayarak, oğlan çocuğu gibi büyütüldüyseniz eğer kaçınılmaz sona yaklaşıyorsunuz demektir. Getiriler götürüler Bana bu alanın getirdiği en önemli hediye sanırım insanları daha iyi tanımak oldu ve insan zaten hayatın özü olduğuna göre yani hayatı daha iyi tanımak oldu diyebilirim. Yaşamın hiç de öyle uzaktan göründüğü gibi lay lay lom olmadığını görmek. Ya da tam tersi mucizelere tanıklık etmek ve hatta belki o mucizenin oluşmasını sağlamak. Tanrısal bir güç gibi. Bu alanı basite indirgememek gerekiyor. Eğer sorumluluğunuzun farkındaysanız, yaptığınız işi adam gibi (adam gibi kısmı sadece bir deyim) yapıyorsanız aslında büyük bir iş başarıyorsunuzdur. Sorun yeğen, iki arabanın karıştığı ölümlü bir kazanın fotoğraflarını çekip, ölenlerin opaklarını bulup, gazeteye teslim etmek değildir aslında. Ha ne mi götürdü? Çok açık bir şey söyleyeyim, artık çıtı pıtı, hanım hanım bir kadın değilim. Zaten hayatımın hiçbir evresinde olmamıştım da, şimdi hiç değilim. Artık “biraderim”… Ve bu konudan da çok mutlu değilim ne yalan söyleyeyim. Olay yerindeki kadın polis muhabiri nasıldır? Gazeteci mi, insan mı, kadın mı? İlk gittiğim olayı iyi hatırlıyorum. Bir trafik kazasıydı… Birkaç araba birbirine girmişti. Yaşım o sırada 18 falan… Baba –oğul o kazada hayatını kaybetti. Koca arabanın konserve kutusu haline geldiğini gördüm. İçerisi kan gölüydü ve gerçekten hiç de iç açıcı bir görüntü değildi. Kustum. Bu reaksiyon belki kadına özgü değildir belki böyle bir manzara karşısında birçok erkek de aynı tepkiyi verirdi. Sonra alıştım, alışmaktan da öte olaya vizörün arkasından bakmayı öğrendim. Herkes gibi yani. Kadın polis muhabiri de erkek polis muhabiri gibidir olay yerinde. Ay üstüm kirlendi, ay ütüsü bozuldu, aman üstüme çamur sıçramış gibi dertleriniz yoktur, olmamalıdır da. Zaten eğer böyle dertleriniz varsa kesinlikle yanlış işi yapıyorsunuz demektir. Hemen kaçın… Kadın polis adliye muhabiri kadınlığından da biraz vazgeçmek zorundadır. Çünkü özellikle polis muhabirliği genel itibariyle erkek egemen bir meslektir. Bu konuda bana yönelen yamuk bir sırıtış bile rahatsız eder, buna meydan vermemek için bazı kalkanlar oluşturursunuz. Zaten belli bir süre geçtikten sonra polis ve diğer erkek muhabir arkadaşlar sizi kabul eder ve aralarına alır. Yoksa işiniz gerçekten zordur… Bu arada gazeteci, insan, kadın çoktan seçmelilerinden birini seçmek zorunda bırakmayın arkadaşlar, kadın polis muhabiri uzaydan falan gelen bir yaratık değildir. Kadın gazeteci, sadece gazetecidir. Tüm gazetecilerin davranması gerektiği gibi davranır yani en azından ben öyle davranıyorum. Ha erkeklere göre acıma ve duygusallık tarafımız biraz daha ağır basar doğru ama odaklanılan bir konu vardır ve öncelik o konuyu hak ettiği biçimde dosya Nisan2012 Sayı28 9 s suçlu” Şiddete uğrayanların bu kadın bir polis muhabiri. yanında onlar var İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ haber haline getirebilmektir. Sonrası sonra düşünülür… Kadın muhabir, kadına şiddet haberi yazarken ne hisseder? hislerini haberine yansıtır mı? Bu hassas bir konu işte… Kadına şiddet konulu haber çok yaptım. Dövülmüş, işkenceye uğramış, sakat bırakılmış ve ölmüş kadınlar gördüm. Bir kere normal bir şiddet haberinden çok daha fazla nefret duygularınız kabarır. İnsan olarak sinirlenirsiniz ve tabi ki kadın olarak sinirlenirsiniz. Kendinizi o kadının yerine koyarsınız, daha çok sinirlenirsiniz. Çoğunun ailesi ondan çoktan vazgeçmiştir zaten, sizden medet bekler, elinizi tutar, ağlar, kriz geçirir. Böyle bir manzara karşısında etkilenmemek için kadın değil de insan olmamak gerek galiba. Böyle bir haberi yazarken de ister istemez içselleştirirsiniz. Ve evet, hislerinizi habere yansıtırsınız, ben yansıtıyorum. Dediğim gibi bunun için özel bir çaba harcamıyorum elbette ama genellikle zavallı bir kadının düşürüldüğü içler acısı durum ve bunu yapanın fiziksel gücünü kullanan adam görünümlü bir canavar olması haberi yazarken tuşlara daha sert basmanıza neden oluyor. Yanlış anlaşılmasın, cinsi bir dayanışmadan bahsetmiyorum ben. Kadına şiddetin ayyuka çıktığı özellikle bu son zamanlarda olana bitene şahit olup, gözlerini kapatan herkes suçlu bence. Kadını da, erkeği de… İşte tam da bu nedenle, “Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır”. Gazetecilik, özellikle polis muhabirliği özel hayatınızı nasıl etkiliyor? Ne demiştik, gazetecilik bir yaşam stilidir arkadaşlar. İşte tam da bu nedenle Bazı dostlarımın düğünlerine gidemedim ben, acı zamanlarında yanlarında olamadım. Çünkü uzaklarda haber peşindeydim. Rutin sağlık kontrollerimi yaptırmam lazım ama işten güçten fırsat bulup gidemiyorum. Ha belki bu bahanedir ama “yarın şu saatte görüşürüz” diye randevu aldığım doktoru tekrar arayıp, “iş çıktı da başka bir zamana ertelesek evet bu kez gün belirlemeyelim” deyip, mahcup olduğum zamanlar da çok oldu. İş yaşamında yeteri kadar hatta yeterin üstünde sosyalleştiğim için iş dışında kalan yani özel hayatımda huzur ve yalnızlığı özlüyorum çoğu zaman. Gazetecinin ötesinde kadın polis muhabiriyseniz eğer kendi işinizi kendiniz yapmaya da alışırsınız. Bazı erkek arkadaşlarımın, “bir kere de bana ihtiyacın olsun” diyerek sitem ettiğini çok duydum. Ve inanın, bu bana özgü bir durum değil. Tanıdığım kadın polis muhabirlerinin hemen hepsi de şu çizdiğim profile uygundur. Yani sözün özü arkadaşlar, kadın polis muhabiri, hiçbir zaman zihinlerde oluşan kadın figürü değildir, dışardan baktığınızda belki benzetirsiniz ama tanımaya başladığınızda görürsünüz, o başka bir şeydir… Pek de alışık olmadığınız bir şey… e-psikolog KADIN DANIŞMA MERKEZİ Mor çatı’da psikolojik alanda çalışma yapan herkesin öncelikle hiçbir kadının şiddeti provoke ettiğine, ya da bunu hak ettiğine inanmaması bekleniyor. Kısacası şiddet gören kadınlara destek verecek psikologların kadın bakış açısına sahip olmaları gerekiyor. Hukuksal destekte ise şiddete uğrayan kadınların büyük bir çoğunluğu, yasal haklarını ve bunları nasıl kullanacaklarını bilemiyor. Kadınların bu ihtiyaçları gönüllü avukatlarımızın verdiği hukuksal danışmanlık ile karşılanıyor. Hukuk alanında çok sık gözlenen bir durum, uygulayıcıların kadından yana olmayan yaklaşımları nedeniyle var olan yasalardaki olumlu hükümlerin bile uygulanamaması. Bu nedenle hukuksal danışmanların da kadın bakış açısına sahip olması büyük önem taşıyor. Şiddet uygulayanlara yönelik “Haksız Tahrik’’ indirimi konusunda ise, Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı’ndan Fatma Mefkure Budak,”Yasalar kadından yana deniyor. Ancak devlet haksız tahrik indirimi uygulamasıyla namusu hukuk üzerinden yeniden yazıyor; namusu sahipleniyor. Kot pantolon giydiği için bile eşini, sevgilisini, kardeşini öldüren erkeklerin gerekçelerini sahiplenip, erkeğe hak veriyor” dedi. Budak, “Devlet cinayeti işleyen erkeğin özrünü kabul ediyor.’’ diye sözlerine ekledi. Kadına yönelik şiddet hep vardı, ancak bugün çok daha fazla kadın bunu dillendiriyor. Şiddet, görünürde güçlünün güçsüz üzerinde iktidarını kurmak için kullandığı yöntem olarak görülse de, güçsüzlüğün bir ifadesidir. Bu artışta halkın yoksullaşması önemli bir yer tutuyor. Yoksulluk arttıkça “ezilenin de ezileni” olarak biz kadınların payına daha fazla şiddet düşüyor. 10 yıldır hükümetin AK Parti tarafından yönetiliyor olması da önemli bir neden. Erkek egemen yargı sisteminin oluşu (ağır tahrik indirimi, tecavüze uğrayan kadınların “suçlu” görülmesi, onlarca erkeğin tecavüzüne uğrayan 13 yaşındaki kız çocuğunda “rıza” aranması gibi karaları hatırlayalım) erkeklerin egemenlik alanı sürekli artmakta. Medyanın dili kadına yönelik şiddeti meşrulaştıran, kadını aşağılayan, eril bir dil. Medyada, cinayete kurban giden kadının fotoğrafı büyük oranda yer alırken, katiller özenle korunmakta. Türkiye’de kadın olarak karakola düşmenin bedeli ağırdır. Örneğin; İzmir’deki bir karakolda polislerden şiddet gören kadının görüntüleri ortaya çıkalı çok zaman olmadı ve bu polisler basit cezalarla “ödüllendirildi”. Polisler kendilerine sığınan mağdur bir kadını koruyacağına, katil adaylarına teslim ederek, aile bütünlüğünü korumayı esas alıyor. Kadına yönelik şiddetin aslında temel dayanağı toplumsal cinsiyet eşitsizliği. Eğer kadınla erkek arasındaki ilişki hiyerarşik oluyorsa, ki çoğunlukla öyle, bakış açısı erkeğe egemen olmayı kadına tabii olmayı öğretiyor. Eşit bir ilişki olmadığı için de kadınlar yapacakları normal işlerinde hesap veriyor. “Bugün şuraya gidebilir miyim?”, “Şununla görüşebilir miyim?” veya “erkekler onu yapamazsın!”, “kısa giyemezsin!”. Şiddetin ikinci önemli nedeni ise medya. Büyük medya kuruluşları ‘Kadınlar günü’nde çeşitli etkinlikler düzenleyip broşürler basıp eşitlikle mücadele ediyorlarsa, diğer günlerde de gazetelerinde bu hassasiyeti gerek fotoğraflarıyla gerekse haberlerindeki içerikle göstermeliler ve her zaman kendilerini “biz ne yapıyoruz” diye sorgulamalılar. Maalesef toplumsal olarak şiddetten arınmış bir ülke değiliz. Herkes öfkesiyle baş edebilir. Biz de “şiddetsizliğin yöntemlerini’’ öğretiyoruz. Üniversite mezunu olan kadınların ilişkilerinde ise ekonomik şiddet var. Maaş kartı elinden alınan birçok kadın var. Ya da kadın elektrik, su gibi faturaları yatırıp, erkeğin maaşıyla yatırımlar yapılıyor ve kadının elinde para kalmıyor. Şiddet tek bir faktöre bağlı değil. Kadınlar haklarını aramaya başladıkça veya boşanmaya çalıştıkça şiddetin dozu da artıyor. Kadına yönelik şiddetin artmasının temel sebebi, şiddetin toplum olarak normalleştirilmesi ve devlet tarafından meşrulaştırılıp hafifletici nedenlerle cezaların caydırıcı olmaması. Bunların dışında, bireysel ve psikolojik sorunlardaki artış ile alkol-madde kullanımı ve bunların bağımlılığındaki artışın da payı azımsanmayacak kadar çok. Pek çoğumuz çeşitli sebeplerden ötürü ebeveynlerimizden farklı olmaya karar vermiş ancak sonrasında benzer özelliklerin kendimizde olduğunu farketmişizdir. Kendimizi hemcinsimiz olan ebeveynlerimizin yaptıklarını yaparken buluruz. Tüm bunları şiddetle birleştirdiğimizde şiddet uygulayan ailelerde yetişen kişilerin ileride çoğunlukla şiddet uygulayan bir aile yapısına sahip olduğu biliniyor. Benzer dertleri olan hikayeleri görmek bizleri rahatlatır, çünkü içinde bulunduğumuz durumda yalnız olmadığımızı hissederiz. Bu noktadan hareketle gazetede hergün yer alan şiddet haberleri kadınlara bir yandan mücadele için güç verse de erkekler açısından yalnız olmadıklarını görüyor olmaları yaptıkları davranışın normalleştirilmesine neden oluyor. Kanada’da şiddet gören kadının polise gitmesinin, ikinci kez şiddet görme olasılığını azalttığı bilgisi polisin şiddeti önlemedeki yararını açıkca gösteriyor. Ancak Türkiye’de polisin şiddeti önleme misyonu edinmesinden çok aile içi barışı sağlamak gibi yanlış bir inancı var. Konak Belediyesi’ne bağlı Pervin Özdemir Seramik atölyesinin kadına şiddet temalı çalışmaları Eşinin şiddetinden korunmaya çalışan ama dayağa mecbur bırakılan kadın seramiği Gençliğini yaşamadan gelin olan çoçuk Şiddete mağruz kalan kadın çocuğunu yaşananlardan etkilenmemesi için korur 10 dosya Nisan2012 Sayı28 ‘Şiddet Yasası’ meclisten geçti 'Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine İlişkin Kanun Tasarısı' Meclis Genel Kurulunda oy birliğiyle kabul edilerek, yasalaştı T BMM Adalet Komisyonun’da temel kanun olarak ele alınan “Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine İlişkin Kanun Tasarısı'nın 1. Bölümü 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde oy birliğiyle kabul edildi. Anayasa ile Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmeler, Avrupa Konseyi sözleşmesi ve yürürlükte tüm kanuni düzenlemelerin esas alınacağı kadını korumaya yönelik kanunlar tekrar belirlendi. Ekim 2011’den bu yana hazırlık aşamasında olan yasa tasarısının eski ismi “Kadının ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun Tasarısı” iken değişen yeni adıyla birçok kadın örgütünden tepki aldı. Ancak yeni yasanın hazırlık aşamasında bu tepkiye karşılık, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin "Eski yasayla, geçmişle bağı siliyorsunuz" dedi. Şahin ayrıca tasarının adı ve içeriği ile ilgili gelen tepkilere karşı, tasarıda görülen bazı yanlış İllüstrasyon: Burcu Çeliksap anlaşılmaların alt komisyonda çözüldüğünü belirtti. Ancak, toplantı süresince tasarının adınının değişmesi komisyon üyeleri arasında tartışmaya yol açtı. CHP İstanbul Milletvekili Binnaz Toprak, “Aile önemli ama hukuk devletinin en önemli görevi, bireyi korumaktır. Gruplardan, aileden önce birey ve bireyin haklarını korunmalı. Kadını ailenin altına sokmak, onun birey olduğunu ikinci plana atıyor. Kadına yönelik şiddetin önemli kısmı aileden kaynaklanıyor” diye konuştu. Bunun üzerine Alt Komisyon Başkanı ve Ak Parti Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can, tasarının adı konusunda “kadın ile aile arasında ayrımı uygun bulmadıklarını” belirterek, “Düzenlemenin adında 'aile' tercih edilmeli” görüşünü ifade etti. Komisyonda kanun tasarısı Her 5 gebeden 1’i doğum öncesi bakım almamakta ve sağlık personeli olmadan doğum yapmakta Kadınların %71,3'ü sosyal güvenlik kurumuna kayıtlı değil. Her 2 kadından 1’i duygusal şiddet yaşamakta Kadın, mülkiyet ve gelir dağılımı oranı % 8, kazanılan ücretin dağılımı ise %10 için, CHP’nin sunduğu “cinsel tercih farklılığı” ibaresinin eklenmesi önergesi kabul edilmedi. BDP’nin önergesi ise tasarının, tanımlar başlıklı 2. Maddesi üzerine oldu. ”Trans kadınlar”, “lezbiyen”, “gay” ve “eşçinsel” ibarelerinin eklenmesini istedi ancak bu da kabul edilmedi. Kabul edilen önergeler arasında Ak Parti’nin önergesi vardı. Ak Parti, tasarının 2. Maddenin 1. Fıkrasının ‘b’ bendinin madde metninin çıkarılmasını istedi ve önerge kabul edildi. Meclisten geçen kanun yasasına göre; kadın izleme mahkemeleri kurularak, kadınlar özel olarak izlenecek, şiddet uygulayan kişi görevi için taşıdığı silahı çalıştığı kurama teslim edecek, korunan kişinin hayati tehlikesi varsa kimlik bilgileri ilgili diğer bilgi ve belgeler değiştirilecek, geçici maddi yardım bağlanacak, erkeğin tapusuna ‘aile konutu şerhi’ konacak ve tedbir kararları verilirken delil ve belge aranmayacak. 2007 yılı itibariyle kadınların işgücüne katılma oranı sadece % 24,8 Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet -1 Türkiye’de her beş kadından bir’i fiziksel şiddet görmekte Mecliste kadın oranı % 9.1 Yaşadığı şiddeti kimseye anlatamayan kadınların oranı %48,5 Her 10 gebe kadından 1’i fiziksel şiddet görmekte. 2006-2007 öğretim yılı verilerine göre üniversite eğitimi alan toplam öğrencilerin %43’ü kadın öğrenciler. Nisan2012 Sayı28 Baro’dan yeni yasaya kadın hakları çağrısı İzmir Barosu Kadın Hakları Danışma ve Hukuk Araştırmaları Merkezi yönetim kurulu üyesi Ayşegül Altınbaş’la kadına şiddet üzerine... Kadına şiddet arttı mı? Kadına şiddet arttı demek güç. Buz dağının görünen ve görünmeyen kısmı var. Şiddet daha önceden de vardı, sadece görünür hale geldi. Çünkü, kadınlar sosyolojik durumu itibariyle bunun suç olduğunu düşünmüyorlar, dahası haklarını bile bilmiyorlardı. Genellikle ekonomik özgürlüğü olmayan kadınların daha yüksek oranda şiddet gördüğünü görüyoruz diyebilirim Şiddet uygulayan kişinin tahrik indirimi alması doğru mu? Kişinin acı çekmesine yol açan ya da yol açacak olan özel ya da kamusal alanda her türlü davranış şiddettir. Kadına şiddeti diğer şiddetlerden nasıl ayırıyoruz; sırf kadın olduğu için uğradığı şiddete biz kadına yönelik şiddet diyoruz ve öznel bir hal alıyor. Dolayısıyla haksız tahrik hükümleri bu suçları işleyen kişiler, yani failler lehine uygulanan birşey. ''Ali, Ayşe’yi kendisini aldattığından şüphelendiği için 5 yerinden bıçaklayarak öldürdü.'' Bunun yargılamasında deniliyor ki, ''Ayşe iffetsizdi, A kişisiyle internette konuştu. B kişisine bakkalda kaş göz yaptı.'' Ve ¼ ten ¾ e kadar haksız tahrik indirimi uygulanıyor. Hakim önünde şahsın avukatı, ''Evet Ayşeyi öldürdü, lakin Ayşe de sütten çıkmış ak kaşık değildi.'' Tahriklerden dolayı bu suçun işlenmesinde tahrik indirimi fonksiyon oldu. İşte burada mahkeme diyor ki, ben buna 5 sene ceza verecektim, fakat tahrik ettiği için cezasını 3 sene olarak indiriyorum. Aynı zamanda toplumsal cinsiyet rolleri, toplumda kadınların neyi yapıp neyi yapamayacağını belirlemiş olması, tahrik’inde aslında temelini oluşturuyor. Bu durumu hukukçuların incelemesi gerektiği kadar sosyologlarında incelemesi gerekiyor. Yalnız bu küresel sorun Çin, Venezüella ve Latin Amerika'nın bir çok bölgesinde namus savunması olarak var. Yani, kadına şiddet yanlızca ülkemize ilişkin bir sorun değil. Bir dava sonuçlanmadan medyada yer alması, davanın akışını nasıl etkiliyor? Bu tür davalar, bir sürü disiplinin aynı anda çalışmasını gerektiren ve kendi içelerinde birbirini etkileyen durumlardır. Bizler hukukçuyuz ve tuhaf olan herşey bizde kitleniyor. Bu yüzden psikoloji de bilmemiz gerekiyor sosyoloji de. Bununla beraber suç bilimi ile beraber birleştirip harmanlayıp suçu çıkarmamız gerekiyor. Medyada veriliş şekline gelince, gazeteciler gelip diyorlar ki, ‘bana birşey anlat’ ben ona öyle birşey anlatayım ki müthiş sansasyonel olsun. Şeytanın bile aklına gelmeyecek bir suç olsun. Ve bu işin artık reytingi de var. Şimdilerde suç, pornografikleşti. İnsanların bu durumdan zevk aldığını düşünüyorum. 2. ve 3. Sayfa haberleri inanılmaz derecede okunuyor. Ben bu istedikleri hikayeleri anlatmam! Çünkü sığınma evlerine de girmek isterler. Sığınma evlerine senelerdir bu işte olmama rağmen bir kere bile girmek ve yerini bilmek istemedim. İstemem! Sığınma evlerinin gizlidir. Sığınma evlerinin açığa çıkmasına neden olacak hiç bir davranışta bulunmam, aracı telefonlar ile ekip gelir müvekkili götürür getirirler. Onların trajik hikayelerini medyacıların yorumlaması gerekiyor. Ama neoliberal akımlar, sömürü politikaları medyayı reyting kaygısıyla, haberi magazinsel olarak yapmaya itiyor. HaberTürk'ün tam manşette sansürsüz olarak verdiği kadın cesetinin geçen ay duruşması oldu. ''Medya neredeydiniz?'' O dava boyunca herkes kadının bedeni üzerine konuştular. Şiddet bitsin, insanlar irite olsun amacıyla o görseli koyduklarını söylediler. Fakat medyacılar bu durumu reyting kaygısıyla verdikleri için magazinsel bi durum kazandı. Ki zaten çoğu medya kuruluşu da davayı takip etmedi. Kadına şiddet konusunda devletin alması gereken önlemler nelerdir ? Tüm mekanizmalarıyla devlet, kurum ve kuruluş, kişilerle beraber herkes samimi bir şekilde oturup düşünmeli ve gereken mekanizmaları koordine etmeli. Baro işini çok iyi yapıyor. Fakat belediye işini iyi yapmazsa bir sonuç alınmaz. İnsan olarak herkesi insan kategorisine koymak gerekir. Bu şekilde davranırsak şiddet vakaları da sona erecektir ya da minimuma düşecektir. dosya 11 Sizce neden? Çeşitli meslek gruplarından insanlara, “kadına yönelik şiddetin sebepleri neler?” diye sorduk... Meltem Üçer Gıda Mühendisi Bana göre en önemli sebep hukuk güvenliliğinin olmaması. Evin Akıncı Resim Öğretmeni Tek bir sebebe bağlanamayacak kadar ciddi bir sorun.Eğitimli ya da eğitimsiz hiçbir şey değişmiyor. Yetişme tarzı, psikolojik sorunlar kadına şiddeti arttırıyor. Perihan Güney Emekli Süregelen bir ataerkil toplumda yaşıyoruz. Aile içi eğitim, erkeğin ve kızın farklı yetiştirilmesi, cinsiyet ayrımı gibi konular sayılabilecek sebepler arasında. Herşeyden önce gerekli olan şey aile içi eğitimdir. Enver Aker Emekli Hakim Herkes eğitimsizliğin şiddet sebebi olduğunu söylüyor, fakat bence eğitim şiddeti engellemez. Psikolojik sorunlar, cinsiyet ayrımı, hukukun yetersizliği kadına yönelik şiddetin ciddi sebepleri. Münire Susam Kimyager Feodal bir sistem var ve bu ortamda yetişen insanlar bu şekilde davranıyor. Erkek egemen bir toplumda yaşıyoruz ve kadına gereken önem verilmiyor. Sebla İleri Turizmci Öncelikle tabuların yıkılması gerekiyor. Cinsel baskı var ve erkekler kendilerini yeterli hissetmeyip şiddete başvurabiliyor. Namusun hala iki bacak arasında sayılması şiddete eğilimi fazlalaştırıyor. 12 kültür sanat Nisan2012 Sayı28 İzmir’de caz esintisi 19. İzmir Avrupa Caz Festivali 3-17 Mart tarihleri arasında yapıldı. İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı’nın ve İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin katkıları ile düzenlenen festival AASSM’de açılış konseri ve kokteyl ile başladı Dicle Günay-Ayşegül Çığır A çılış konserinde “Türkiye-Hollanda Diplomatik İlişkileri 400’üncü Yıl Kutlamaları”nı İzmir’de başlatacak olan Arifa ve ney sanatçısı Şenol Filiz sahne aldı. Festivalin ikinci günü ise 5 Mart’ta yapıldı. Avusturya’nın en önemli caz sanatçıları arasında yer alan Florian Bramböck, Christian Maurer, Wolfgang Puschnig ve Klaus Dickbauer’den oluşan Saxofour grubu sahne aldı. 6 Mart gecesi ise Livio Minafra Quartet konseri yer aldı. Grup aynı zamanda Siena Vakfı işbirliği ile yapılan Açık Caz Atölyesi’ni yürüttü. İzmir 19. Avrupa Caz Festivali dördüncü gününde gitar ikilisi Uwe Kropinski ve Joe Sachse’yi ağırladı. İzmir Avrupa Caz Festivali bünyesinde yapılan eğitim 19. İzmir Avrupa Caz Festivali kapılarını 2010 yılında ‘’En İyi Dünya Müziği Albümü’’ ödülünü alan Arifa Grubu ile açtı faaliyetleri bu yıl da devam etti. İtalyan topluluk Livio Minafra Quartet yönetiminde yapılacak açık caz orkestrası atölyesinin yanında, Alman sanatçılar Uwe Kropinski ve Joe Sachse üç günlük gitar atölyesini sürdürdü. Sanatçıların ustalarıyla birlikte ilk kez uluslararası bir festivalde çalma şansını yakaladıkları Açık Caz Orkestrası final konseri 9 Mart gecesi yapıldı. Caz Festivali konserlerin yanı sıra caz semineri ile devam etti. Festival danışmanı, caz tarihçisi, gazeteci, yazar Francesco Martinelli “Müzikal Yılan; Saksafonun İcadı ve Cazın Tercih Edilen Enstrümanı Oluş Hikâyesi” konulu bir seminer verdi. Ücretsiz izlenebilen seminer Türkçe’ye çevrilerek katılımcılarla buluştu. İzmir Fransız Kültür Merkezi işbirliği ile festivale katılan Geraldine Laurent Time Out Trio festivalin yedinci gününde sahne aldı. 19. İzmir Avrupa Caz Festivali’nde “Türkiye-Hollanda Diplomatik İlişkileri 400’üncü Yıl Kutlamaları”nın ikinci konseri 12 Mart gecesi yapıldı. ICP Orkestrası aynı zamanda 10-11 Mart’ta “Impro Dutch Academy” atölyesini de yürüttü. İzmirliler festival kapsamında Tomasz Stanko ve grubunu dinleme şansını yakaladı. Polonyalı caz müzisyeni olan Tomasz Stanko, klasik piyano eğitimli Dominik Wania, Michał Barański ve Finlandiya doğumlu Olavi Louhivuori İzmir’de ilk kez çaldı. 19. İzmir Avrupa Caz Festivali 17 Mart günü Paganini Trio konseri ile sona erdi. Burhan Öçal ( perküsyon), Tuluğ Tırpan (piyano ) ve Atilla Aldemir’den (keman) oluşan üçlüye konuk sanatçı olarak Avusturyalı saksafonist Wolfgang Puschnig de katıldı. 11 yıl sonra yeniden sinema 12. Uluslararası İzmir Film Festivali’nin uzun aradan sonra yeniden yapılacak olması uluslararası anlamda ve Expo 2020 sürecinde şehrin tanıtımında büyük katkı sağlayacak Serdar Yündem - Mert Erten U luslararası İzmir Film Festivali 11 yıl aradan sonra yeniden düzenleniyor. İlki 1990 yılında yapılan ve son olarak 2000 yılında düzenlenen festivalin 12.si 21- 28 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Festival kapsamında, son bir yıl içinde yapılmış ve daha önce ödül almamış uzun metraj filmler, “En İyi Film”, “En İyi Yönetmen”, “En İyi Senaryo”, “En İyi Görüntü Yönetmeni”, “En İyi Kadın Oyuncu” ve “En İyi Erkek Oyuncu” dallarında yarışacak. Kazananlara İzmir Efes’in kültürel ve tarihsel değerini simgeleyen “altın artemis” ödülü verilecek. Festival programında Uzun Metraj Film Yarışması, Kurmaca Kısa Film Ödülleri, Dünya Sineması Bölümleri, Türk sineması özel bölümleri yer alacak. Film gösterimi ve etkinlikler 21 Nisan Cumartesi günü başlayacak, 28 Nisan Cumartesi günü ise Kapanış ve Ödül Töreni ile sona erecek. Ayrıca bu yıl filmler; Oğuz Onaran, Oğuz Adanır ve Mutlu Parkan’dan oluşan akademi jürisi tarafından değerlendirilecek. Organizasyon, Başbakanlık Tanıtma Fonu, Kültür ve Turizm Bakanlığı, İzmir Kalkınma Ajansı destekleri ve İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ile DEÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Füzün’ün işbirliğiyle yeniden İzmir’de hayat bulacak. Festival’in Expo 2020’ ye katkısı büyük 11 yıl aradan sonra festivalin yeniden hayat bulmasına katkı sağlayan Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu protokol imza töreninde, festivalin EXPO 2020’ye aday olan bir şehir için büyük önem taşıdığını ifade etti. Bir şehir için ekonomik kalkınmanın yanısıra sanatsal aktivitelerinde önemini vurgulayan Kocaoğlu, “İzmir’in motivasyonunun artması ve kabuğunu yırtması için çok şey yapıyoruz, yapmaya da devam edeceğiz. Eğer buraya kültür sanat kenti misyonunu da yükleyemezsek, yaptığımız tüm çalışmaların eksik kalacağı ve sürdürülemez olacağını düşü- nüyoruz. Kalkınma sürecinin devam etmesi, sürdürülebilir olması için kültür sanat büyük önem taşıyor” diye konuştu. Hükümet devlet belediye el ele Festivalde birçok kurumun yanısıra Kültür Bakanlığı ve Valiliğin maddi desteği de yadsınamaz. Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Füzün, film festivalinin İzmir’i Expo 2020 sürecinde Dünya’ya tanıtımınında katkıda bulunacağını belirtti. Füzün, “Kültür Bakanlığı, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Valiliğin maddi kaynakları ile hükümet - devlet - belediye el ele vererek, İzmir Film Festivali’nin yapılmasına onay verdiler.’’ sözleriyle organizasyonun kollektif bir çalışmanın sonucunda gerçekleşeceğini anlattı. Onur Ödülleri iki sinema üstadına 21-28 Nisan 2012 tarihleri arasında gerçekleşecek festivalde “Yaşam Boyu Onur Ödüllerleri’’ nin kime verileceği belli oldu. 12. Uluslararası İzmir Film Festivali’nde onur ödülleri; Yeşilçam’a standartların dışında bir oyunculuk anlayışı getiren ve İzmir’li bir ailenin kızı olan Çolpan İlhan ile Rembetiko filminin yaratıcısı olarak tanıdığımız yönetmen-senaristoyuncu Costas Ferris’e verilecek. Ayrıca bu yıl Türkiye’de bir ilk olarak, film festivali kapsamında, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Film Tasarımı bölümü kurucu hocası ve Türkiye’nin ilk sinema profesörü olan Âlim Şerif Onaran ödülü verilecek. kültür sanat Nisan2012 Sayı28 13 En neşeli müze açıldı İzmir Neşe ve Karikatür Müzesi dünyadaki 55 karikatür müzesi arasında ilk 15’in içinde yer alıyor Ayşegül Yıldırım K onak Belediyesi üçüncü butik müzesi olan Neşe ve Karikatür Müzesi projesini hayata geçirdi. Akdeniz Neşesi sergisi ile gerçekleştirilen açılışa yurtiçinden ve yurtdışından çok sayıda sanatçıyı, diplomatı, siyasetçiyi, sanatseveri ve İzmirli’yi biraraya getirdi. İzmir’de engelli rampası olan ilk müze olma özelliği taşıyan bu müzede çeşitli birçok sanatçının eserleri bulunuyor. Müzenin içerisinde, temalı sergiler ve güncel olayların geçmişten günümüze uzanan karikatürler halinde sergilendiği bölümleri var. Müzenin bir diğer özelliği de binanın ve içindeki çoğu envanterlerin bağış olması. Müzede 10 Türk sanatçının 10 eseri ile 17 ülkeden 43 yabancı sanatçının eseri bulunuyor. Ertuğrul Nuri, Sunak Kunar Aytuna, Niyazi Yontaş, Ali Fuat Karagöz, Oğuz Oral ve Ertan Erbulak gibi sanatçıların koleksiyonlarından bağışlar da yer alıyor. Ayrıca, müzenin açılış sergisinde 17 ülkeden 54 farklı sanatçı katılarak eserleriyle müzeye bağışta bulundu. İnce bir zeka ürünü olan mizah ile yaşamı keyifli hale getiren neşeyi ön planda tutan müze komik olanı akla ve ruha hitap eden yanlarıyla gösteriyor. Müzenin bilgi işlem ve arşiv sorumlusu Muhammed Usla, müzede ilk Türkçe Mizah dergisi olan Diyojen, ilk Türkçe karikatürcü Ali Fuat Bey’in dergisi Karagöz, ilk Osmanlı Dergisi Meğu, Modern Türk Karikatür dergisi Kalem, Yusuf Ziya Ortaç’ın dergisi Akbaba ile Sabahattin Ali ve Azin Nesin’nin çıkartığı Marko Paşa ilk sayısının bu müzede yer aldığını belirtti. Aynı zamanda arşivi, altyapısı ve kültürel zenginliği açısından Dünya’daki 55 önemli karikatür müzesi arasında bu müzenin ilk 15 içinde olduğunu vurgulayan Usla, İzmir Neşe ve Karikatür müzesinin bu anlamda önemli olduğunu Karikatür ve Neşe Müzesi’nde bir çok farklı sanatçının eserleri sergileniyor. vurguladı. Neşe ve Karikatür Müzesi sadece karikatürün değil mizah edebiyatı, komik film afişleri ve hayata renk katan yaklaşımıyla neşeyi ön plana çıkaran bir konsepte sahip. Karikatür müzesi, yaklaşık iki aydan bu yana ziyaretçilerine açık bulunuyor. Her yaştan, her kitleye hitap eden bu müze genellikle öğrencilerin ziyaretine uğruyor. Müzeye her haftasonu Nisan’da kültür-sanat İzmir’li karikatüristler gelip ders veriyor ve komedi filmleri gösterimi oluyor. Charlie Chaplien’den, kukla ve animasyon filmlerine kadar bir çok çeşitli film gösteriliyor. Hazırlayan Aslı Tartar- Arda Yılmaz Sinema Tiyatro Opera ve Bale Konserler Amerikan Pastası Alevli Günler Turandot Gökçe Tür : Komedi, Romantik, Yönetmen : Jon Horwitz, 6 Nisan 7-8 Nisan / Karşıyaka Opera ve Tiyatro Sahnesi Onca Yoksulluk Varken Dr Seuss The Lorax 7-8 Nisan /AKM Ferhan Şensoy Ferhanlı Tür : Animasyon, Aile Yönetmen : Chris Renaud, Cince Paul, Ken Daurio 6 Nisan Mevsim Çiçek Açtı Tür : Komedi Yönetmen : David Wain 8 Nisan The Divide Tür: Bilim kurgu, Dram, Tür: Dans Tiyatrosu Gösterim Tarihi: Dans Tiyatrosu Tür: Dans Tiyatrosu Gösterim Tarihi: 5-7-12 Nisan Yer: Opera Salonu 5.Ulusal Genç Solistler Yarışması Titanik-3d Tür : 3 Boyutlu, Dram, Fantastik, Müzikal, Romantik Yönetmen : James Cameron 13 Nisan Yeraltı Tür : Dram Yönetmen : Zeki Demirkubuz 13 Nisan Black Gold Tür : Dram Yönetmen :Jean-Jacques Annaud 13 Nisan Korkunç Bir Film 5 Yönetmen: Xavier Gens, 9 Nisan Çakırcalı Efe Guguk Kuşu Tür : Dram Yönetmen : Ali Levent Üngör 6 Nisan Wanderlust Tür: opera Gösterim Tarihi: 2 Nisan Yer: Adnan Saygun Sanat Merkezi Tür : Fantastik, Gerilim, Gizem Yönetmen : David Zucker 20 Nisan Tür: Konser Gösterim Tarihi: 11 Nisan Yer: Opera Salonu Şeyler 9 Nisan / Narlıdere AKM 10 Nisan / Karşıyaka Opera ve Tiyatro Sahnesi Pamuk Prenses Tür: Bale Gösterim Tarihi: 23-27 Nisan Yer: Dr. Selahattin Akçiçek Kültür Merkezi IV. Murat Tür: Opera Gösterim Tarihi: 24-26-28 Nisan Yer: Opera Salonu Salı 20:00 Tarih: 06 Nisan Cuma Saat: 23:00 Yer: Zeus Bar Yeni Türkü Tarih: 06 Nisan Cuma Saat: 23:00 Yer: Bios Bar Hande Yener Tarih: 06 Nisan Cuma Saat: 23:00 Yer: Ooze Venue Hayko Cepkin Tarih: 13 Nisan Cuma Saat: 23:00 Yer: Zeus Bar Demet Akalın Tarih: 13 Nisan Cuma Saat: 23:00 Yer: Ooze Venue Gökhan Türkmen Tarih: 20 Nisan Cuma Saat: 23:00 Yer: Ooze Venue Pilli Bebek Tarih: 19 Nisan Cuma Saat: 23:00 Yer: Bios Bar 14 spor Nisan2012 Sayı28 Teknoloji sonucu etkilemeye geliyor Gelişen teknoloji futbolda da etki alanını genişletmeye devam ediyor. FIFA, “kale çizgisi teknolojisi” ile hakem hatalarını en aza indirmeyi planlıyor Yavuz Kara T eknoloji her geçen gün aramıza daha çok giriyor. Gündelik yaşamımızda teknolojinin nimetlerinden son damlasına kadar yararlanmaya çalışıyoruz. Çoğu zaman hızına yetişemesek de ondan vazgeçemiyoruz. Hayatımızda vazgeçemediklerimizden bir tanesi de spor. Neredeyse hepimiz, kendimizi bir takım tutmak ya da herhangi bir sporla ilgilenmek zorunda hissediyoruz. Hal böyle olunca sporun içine teknolojinin kaçmaması da imkânsız hale geliyor. Özellikle sporun en popüleri olan futbol, yıllardır teknolojiyi içinde barındırıyor. En basitinden skorbordlar, değişiklik tabelaları, elektronik reklam panoları, hakemlerin birbirleriyle iletişim için kullandıkları mikrofonlar ve kulaklıklar da bunun kanıtı. Şimdiyse futbol sahalarında sonuca direkt etki edecek bir teknoloji, yani “kale çizgisi teknolojisi”, konuşuluyor. Bu süreçte, en uygulanabilir teknolojiyi sunmaya çalışan dokuz farklı firma, FIFA’nın gözüne girmeye çalışıyor. Teniste, 2006 yılından bu yana uygulanan “Şahin Gözü” sistemine benzeyen bu teknolojinin, futbolun içine girmesi gündemde. Aslında bu tartışma da yeni değil. Daha önce birçok kez FIFA Başkanı Sepp Blater’in veto ettiği “çipli top” sisteminden çok da farklı olmayan “kale çizgisi teknolojisi” önümüzdeki yıllarda kullanılacak gibi görünüyor. Teknolojinin 2014 Dünya Kupası’nda da kullanılabileceğini İzmir’de Futbol Batuhan Erkenci 2010 Dünya Kupası’nda Alman Milli Takımı’nın şanslı anı gözükmesi tartışmaları alevlendiriyordu. Herkesin görüş bildirdiği pozisyona Rüştü’nün yorumuysa “Benim de içime kurt düştü” oluyordu. Çizgiyi geçmesine rağmen, hakemlerin göremediği toplar birçok takımın canını yakıyor. Dünya Kupası gibi FIFA’nın gözbebeği bir organizasyonda dahi hakemlerin dikkatinden kaçan bu tarz pozisyonlara yerel liglerde de sık rastlanıyor. Geçtiğimiz haftalarda oynanan Milan – Juventus maçında, Milanlı Muntari’nin vuruşu çizgiyi geçmesine rağmen gol sayılmıyor ve Milan tarafının öfkelenmesine sebep oluyor. Üst sıraları ilgilendiren bir maçın bu hata nedeniyle berabere sonuçlanması da tartışmaları arttırıyor. Hakem hatalarının en çok konuşulduğu TV kanallarını barındıran ülkemizde de bu tür tartışmaların olmaması imkânsız. 2008–2009 sezonunda, Fenerbahçe – Denizli maçında Deivid’in; geçen sezon, Beşiktaş – Karabükspor maçında Hugo Almeida’nın vuruşunda toplar çizgiyi geçse de hakemlerin gözünden kaçıyordu. Bu sezon ise Türkiye’de bu durum biraz daha ilginç bir şekilde yaşanıyordu. Beşiktaş - Bursaspor karşılaşması 2-1 siyah beyazlı ekibin lehine devam ederken, Beşiktaş kalecisi Rüştü’nün kucağındaki topla birlikte çizginin gerisinde Bu konuyla ilgili en büyük çekinceyse futbolun bu kadar teknolojiyi taşıyıp, taşıyamayacağı. Bir kesim teknolojinin sahaya girişini çok olumlu karşılarken, bir diğer kesim ise bunun futbolun ruhuna aykırı olduğunu, gerekirse daha fazla hakem olması gerektiğini düşünüyor. Üstünde düşünüldüğü zaman, futbolseverler, gittikçe endüstriyelleşen futbolun gittikçe hata kaldıramadığı gerçeğiyle yüzleşmeye başlıyor. Yüksek primlerin döndüğü, kazanılan maçın kulübe binlerce dolar kazandırdığı, yayın gelirlerinin her geçen yıl katlandığı, kulüp mağazalarından elde edilen gelirin cazibesi ve bahis oyunlarının futbolla tamamen iç içe geçmesi hataların masum gözükmesini engelliyor. ALTAY BUCASPOR GÖZTEPE KARŞIYAKA Spor Toto 2.Lig Beyaz Grup’ta mücadele eden Altay, inişli çıkışlı grafik sergilemeye devam ediyor. Siyah beyazlı ekip, Teknik Direktör Ekrem Al’ın takımdan ayrılmasından sonra eski oyuncusu Toprak Kırtoğlu ile anlaştı. Kendi evinde oynadığı Diyarbakırspor ve Yeni Malatyaspor maçlarını kazanan Altay, deplasmandaki hayati öneme sahip Balıkesirspor maçından 2-0’lık sonuçla mağlup ayrıldı. Altay, bir maç eksiği ile lider Şanlıurfaspor’un 9 puan gerisinde, 4. sırada yer alıyor. Bank Asya 1.Lig’te mücadele eden ve maddi sorunlarla boğuşan Bucaspor, son dönemde aldığı başarılı sonuçlar ile kendisini tekrar play-off yarışı içerisinde buldu. İzmir derbisinde Karşıyaka’yı 2-0’lık skorla mağlup eden sarı lacivertli ekip, Güngörenspor galibiyeti ve deplasmanda alınan Çaykur Rizespor beraberliğinin ardından tekrar üst sıralara tırmandı. Bir dönem düşme korkusu da yaşayan Bucaspor, 6. sıradaki Boluspor’un 2 puan gerisinde 36 puan ile 10. sırada yer alıyor. Daha önce olağanüstü kongre kararı alan Bucaspor’da başkanlığa Mehmet Bekturoğlu seçildi. Geçtiğimiz sezon Bank Asya 1.Lig’e çıkma başarısı gösteren Göztepe, son dönemde aldığı başarılı sonuçlarla düşme potasından bir hayli uzaklaştı. Özcan Kızıltan’ın takımdan ayrılması ile 2. Yarıya Teknik Direktör Cihat Arslan yönetiminde başlayan İzmir’in sarı kırmızılı ekibi, ligde kaybettiği Akhisar Bld. Spor maçının ardından oynadığı Gaziantep Bld Spor ve Adanaspor maçlarını kazanarak, taraftarlarının yüzünü güldürmeyi başardı. Göztepe, aldığı 31 puan ile düşme potasındaki Giresunspor’un 9 puan üzerinde, 14. sırada yer alıyor. Bu sezon 100. yılını kutlayan ve Bank Asya 1.Lig’de şampiyonluk parolasıyla sezona başlayan Karşıyaka, mart ayında oynadığı karşılaşmalarda istediği sonuçları alamayarak taraftarlarını üzüntüye boğdu. Ligin 2. yarısına hızlı bir başlangıç yapan, kazandığı maçlar ve oynadığı futbolla göz dolduran yeşil kırmızılı ekip, aldığı sonuçlarla ilk 6 yarışından tekrar uzaklaştı. Kaf sin kaf, üst üste aldığı, Bucaspor, Konyaspor ve Kartalspor mağlubiyetleriyle 12. sıraya kadar gerileyerek, Play-off’a katılma şansını tekrar zora soktu. açıklayan Blater’in konuya yaklaşımının değişmesinde ise 2010 Dünya Kupası’nda, Lampard’ın bariz bir şekilde çizgiyi geçen vuruşunun gol olarak değer kazanmaması gösteriliyor. Çok takımın canı yandı İngiltere teknolojiye hazır 2010 Dünya Kupası’nda canı yanan İngiltere’nin ise bu teknolojiye en sıcak bakan ülke olduğu biliniyor. İngiltere Futbol Federasyonu, Premier Lig’in 2012-2013 yılında kale çizgisi teknolojisine geçebileceğini duyururken, FIFA’nın alacağı kararı da merakla bekliyor. FIFA bu sisteme onay verdiği an da Premier Lig’in teknolojiyi kullanmak adına zaman kaybetmeyeceği düşünülüyor. Futbolun ruhuna uygun mu? spor Nisan2012 Sayı28 15 Siyam ikizleri: futbol ve siyaset Futbolu ve siyaseti birleştiren tek unsur meydanda boyunlara atılan atkılar değil. Futbol üzerinden vaatlerde bulunmak da siyasetçilere güç katan bir durum. Kemal Unakıtan, Sergen’in imza törenine de katıldı Yavuz Kara - Cem Tural D ünya futbolunun patronu olan FIFA’nın tahammül edemediği konulardan en önemlisi futbola siyasetin karışması. FIFA kendisine bağlı federasyonlara siyasetten uzak durmalarını şart koşar. Fakat çok sayıda tutkulu insana hitap eden futbolun siyasi güçlerden tamamen arınması çoğu zaman mümkün olmuyor. Ya siyasetçiler futbolu kendi alanlarına çekmek istiyor ya da futbolseverler kendilerini birden bire siyasetin içinde buluyor. Türkiye’de seçim dönemlerinde siyasi parti liderlerinin veya milletvekili adaylarının gittikleri şehrin futbol takımlarının atkısıyla dolaşmasına alışkınız. Hele ki bu şehir Bursa, Eskişehir, Trabzon gibi yerel kulüplerin çok fazla destek gördüğü bir şehirse, politikacıların futbola ilgisi biraz daha artıyor. Zafere giden yol olarak kullanılan transfer dönemi 2007 seçimlerinden önce Eskişehir’den milletvekili adayı olan, dönemin Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, kentin desteğini sağlamlaştırmak adına 2. Lig’de (Resmi adı 2. Lig A Kategorisi) mücadele eden Eskişehirspor’a Sergen Yalçın’ı getirdi. Sergen’i takıma katmakla yetinmeyen Unakıtan, takımın tüm transferlerinde etkin rol oynadı ve imza törenlerinde gövde gösterisi yaptı. Eski Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen de milletvekili olduğu Mersin şehrine futbol konusunda büyük destek oldu. O dönem 3. Lig’de (Resmi adı TFF 2. Lig) varolma mücadelesi veren Mersin İdman Yurdu’na Zafer Biryol ve Altan Aksoy gibi üç büyüklerde top koşturmuş iki ismi hediye etti. Siyasetçilerin tek kozu kulüplere yüksek bütçeli transferler yapmak değil. 2011’de yapılan genel seçimlerden önce Manisa’dan, Bursa’ya kaydırılan Bülent Arınç’ın hamlesi de dikkat çekiciydi. Meşhur 6222 sayılı kanuna göre, Bursaspor’a verilen 5 maçlık cezasının kalkması gerektiğini her fırsatta dillendiren Arınç, sonrasından bu hedefine ulaştı ve Bursaspor’un aldığı ceza TFF tarafından iptal edildi. Seçim dönemi dışında da futbola yatırım yapmayı bırakmayan milletvekillerinden Volkan Canalioğlu ile Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’da 2010-2011 sezonu şampiyonluğunun Trabzonspor’a teslim edilmesi gerektiğini söyledi. Canalioğlu konu hakkında TFF’ye mektup yazarken, Bayraktar’da kupanın Trabzon’a gelmesi için ince ince çalıştıklarını duyurdu. Aynı konu üzerinde, geçtiğimiz haftalarda Trabzonspor tarafından düzenlenen bir konferansa katılan eski Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Faruk Nafiz Özak da “Trabzonspor, hukukun üstünlüğünün tesis edilmesini Türkiye Futbol Federasyonundan, Profesyonel Futbol Disiplin Kurulundan, Tahkim Kurulundan, gerekirse de UEFA’dan, yasal yollarla ve bize yakışır şekilde istiyor. Hak ederek kazanılan bir şampiyonluk olduğunu iddia ediyoruz. İşin sonuna gelindi. UEFA’nın İstanbul’da kongresi var, play-off maçları başlayacak. Bir karar verilmesi lazım. Bu kararın, hukukun üstünlüğü içinde, adil olarak alınmasını bekliyoruz” diye konuştu. Futbol, Melih Gökçek’e yaramadı Futbolu siyaset içinde en aktif kullanan politikacılarından biri de Melih Gökçek. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevini 1994’ten yana sürdüren Gökçek, futbola Ankara Büyükşehir Belediye Spor’la birlikte girdi. Daha sonra ismi Ankaraspor AŞ olarak değişen kulübün onursal başkanı sıfatıyla türlü sorunlarıyla uğraşan Gökçek, takımı Ankara’nın güçlü ekiplerinden Ankaragücü ile birleştirdi. Ankaragücü’nün başkanlığına oğlu Ahmet Gökçek’i geçiren Melih Gökçek, takıma önemli yıldızlar kazandırdı. İngiltere Milli Takımı’nın eski golcüsü Darius Vassell, Slovak yıldızlar Sestak, Sapara ve Vittek ile Türkiye Ligi’nden birçok kalburüstü futbolcuya Ankaragücü formasını giydiren Gökçek, bu dönemin sonunda aradığını bulamadı ve sezon başında, hem kendisinin hem de oğlunun kulüple ilişkisinin sona erdiğini açıkladı. Vaat edilen tesisler kalıcı fayda sağlıyor Kulüplerle iyi geçinmenin, bir başka değişle taraftara biraz daha şirin gözükmenin diğer yolu da tesisler. Yıldız transferleri, kupa ve ceza indirme vaatleri haricinde futbolun gelişmesine katkı yapan bu yol, elbette çok daha tercih edilebilir gibi gözüküyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın açılışı sırasında yuhalandığı Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena, şu an Türkiye’nin en modern stadyumlarından bir tanesi. Rize Şehir Stadı, Kayseri Kadir Has Stadı ile İzmir’de ve Bursa’da yapılması planlanan stadyumların da Türkiye Ligleri’ne büyük katkı sağlayacağı aşikâr. Olumlu ve olumsuz sonuçlara bakıldığında futbolun politikacıları, politikacıların da futbolu etkilemesi son bulacak gibi gözükmüyor. Bir tarafta sadece göz boyamaya yönelik olan transfer harekâtları, diğer tarafta futbol ve futbolcu kalitesini yükseltecek olan tesisleşme çabaları var. Futbol ve siyasetçiler bu kadar iç içe geçmişken, siyasetçilerin Türkiye futboluna katkıda bulunmalarını sağlamak da futbolseverlerin çabasına kalıyor. “Zengin sporu” polo Polo oyunu, İran'da süvarilerin ve kralın muhafızlarının eğitim oyunu olarak ortaya çıktı Batuhan Erkenci P olo, at üzerindeki dörderli 2 takımın özel üretilmiş sopalarla oynadığı bir oyun. Polo oyununun amacı, ağaçtan yapılmış top ile rakip kaleye gol atmaktır. Oyun temel kuralları ile hokey ve futbola benzer. Hakem çim sahada karşılıklı yerlerini alan iki takımın arasına topu atar ve oyun başlar. Takımlardan biri rakip kaleye topu sokmayı başarırsa bir sayı veya bir gol kazanır. Bazı maçlarda saha durumu veya rüzgar sebebi ile her golden sonra takımlar yer ve kale değiştirir. Bazı maçlarda da handikap sistemi uygulanır. Bu sistemde her oyuncu sıfırdan 10 gole kadar kabiliyetine göre bir gol sayısı alır. 10 gol alan, en iyi oyuncu demektir. Bir handikaplı maçta, bir takımdaki oyuncuların handikap gol sayıları toplanır ve iki takımın toplam sayılarının farkı kadar gol, daha düşük handikaplı takıma verilir. Polo oyunu, 7 buçuk dakika süren 6 periyod üzerinden oynanır. Oyun çok yüksek masraf gerektirir ve "zengin sporu" olarak adlandırılır. Polo'da hızlı manevralar için kısa atlar kullanılır. Polo atlarının eğitimi 6 aylıkken başlar ve iki yıl bu spor için eğitilir. Oyun sırasında, polo sopalarına dolaşmasını önlemek amacı ile at kuyruğu, örülür veya sarılır. Polo oyununun tarihi Polo, ilk olarak İran'da ortaya çıktı ve oynandı. Atlı süvariler bu oyunu 100'er kişilik takımlar halinde eğitim amacıyla oynuyorlardı. Daha sonra Hindistan'da oynanmaya başlanan polo oyunu, İngilizlerin 1800'lü yıllarda Hindistan yolculukları sırasında görmeleri ile Avrupa'ya taşındı. İngiliz soyluları arasında yaygınlaşan oyun daha sonra İngiltere'nin milli sporu haline geldi. 1886'da Britanya ile Birlesik Devletler arasında yapılan ilk maçtan beri milletlerarası yapılan müsabakalar polo oyununun en ilgi çekici yanı olmaktadır. Günümüzde bu sporda en güçlü ülkeler; İngiltere, ABD, Arjantin, Meksika ve Brezilya'dır. Ülkemizde polo sporunun bilinirliği yok denecek kadar azdır. Polo, en son 1936'da olmak üzere, dört defa olimpiyat oyunlarının gündemine girmiştir. Günümüzde olimpiyat oyunlarında bu spor bulunmamaktadır. arka sayfa 16 Nisan2012 Sayı28 İnternet bize ne yapıyor? İzmir Ekonomi Üniversitesi öğrencilerine, hayatımızın bir parçası haline gelen internetin insanlar üstündeki etkilerini sorduk. Gülbin Çolpan-Ekonomi İnternetin asosyal yaptığını düşünüyorum. İnsanlar daha az dışarı çıkıyor, görüşmek yerine internet üzerinden mesajlaşmayı tercih ediyor ve internet insanlar için vazgeçilmesi çok zor olan bir bağımlılık haline geliyor. Son zamanlarda yaygın olan Facebook ve Twitter’ın insanları daha çok asosyalleştirdiğine inanıyorum. Gözde Nüfusçu-Mütercim Tercümanlık 4 Bence internet asosyal yapıyor. Kişiler daha az görüşmeye başlıyor ve yüz yüze konuşmak yerine internet üzerinden diyaloga girmeyi tercih ediyorlar. Birbirlerine anlatmaları gereken birçok konuda sosyal medyaya başvuruyorlar, bu da insanları asosyal yapıyor. Sergen Aldan-İşletme 2 İnternet insanları hem sosyal hem asosyal yapıyor. Kullanmayı biliyorsanız sosyalleşebiliyorsunuz. Sosyalleşmek sadece internet üzerinden olur diye düşünen insanlar var, bunlar bence asosyalleşiyorlar. Yüz yüze bile konuşmayı unutuyorlar yavaş yavaş sana mesaj atmıştım gördün mü, duvarında bir şey paylaştım baktın mı gibi muhabbetler oluyor. Bunların farkına varıyorlarsa internet bence sosyalleştiren bir şey. Mertçan Sakallı -Halkla İlişkilerveReklamcılık-3 Görkem Yücesoy Mütercim Tercümanlık-4 İnternet genel olarak insanları asosyal yapıyor. Kişiler mekana gittiklerinde bile Iphone, Blackberry ya da laptop’ları yanlarında oluyor. O an yanlarında teknolojik alet olarak ne varsa açıyorlar, çevresindeki insanlarla diyalog kurmak yerine onları kullanmayı tercih ediyorlar. Tabiki internetin, insanların sosyalleşmesinde katkısı var. İnsanların internetteki kimliği ile gerçek hayattaki kimliği çelişebiliyor. İnternette kendilerini idealinde olmak istediği insanmış gibi yansıtıyorlar. Anıl Şen -Endüstri Sistemleri Mühendisliği-3 İnternetin günümüz çağındaki gençleri asosyal yaptığını düşünüyorum. Genellikle internet, sosyal medyayı takip etme ve insanlarla iletişim kurma amacıyla kullanılıyor. Bu yüzden asosyal yapıyor ve insanları daha çok geriye götürdüğünü ama mantıklı kullanıldığında oldukça faydalı olduğunu düşünüyorum. Kübra Yıldırım-Psikoloji-3 İnsanların interneti doğru kullandıklarında sosyalleştiğini düşünüyorum. Gerekli konularda bilgi alma ve araştırma amaçlı kullanıldığında internet gayet faydalı olabilir ve bireylerin sosyalleşme konusunda gelişimini sağlayabilir. Beril Korkmaz-Endüstri Sistemleri Mühendisliği 4 İnternetin daha çok asosyal yaptığını düşünüyorum çünkü günümüz teknolojisinin bu Bireyleri sosyal yaptığı kadar asosyal de yaptığı derece gelişmesi sonucunda insanlar kendilerini kanaatindeyim. Sonuç olarak kişilerin kullanım evlerine hapsedip zamanlarını bilgisayar başında geçirmeyi tercih ediyor. Özellikle gençler şekilleri ve sürelerine göre değişir. Eğer bir dışarıya çıkıp, kafelere gitmek yerine Facebook, insan sabahtan akşama kadar bütün zamanını internette geçiriyor ise sosyal olması beklenemez. Twitter ve benzeri hesaplarında sanal sohbet Herkes tercihlerince sosyalleşir yada asosyalleşir. etmeyi seviyor. Liseliler İEÜ Medya Atölyesi’nde buluştu Ünivers İEÜ İletişim Fakültesi, lise öğrencilerini “Medya Atölyesi’’nde buluşturdu İzmir Ekonomi Üniversitesi İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi K arataş, Atakent Anadolu ve TED Aliağa liselerinde okuyan 42 öğrenci 17-18 Ocak 2012 tarihlerinde İletişim Fakultesi Medya Atolyesi etkinliğine katıldı. İki gün süren katılımda öğrenciler, iletişim fakültesi öğretim elemanlarıdan haber, kısa film, radyo ve reklam alanlarında dersler alarak iletişim dünyasında ilk deneyimlerini yaşadı. Atölye çalışmasında ilk deneyimlerini yaşayan öğrenciler aynı zamanda üniversite hayatını tanımak için de fırsat elde ettiler. Öğrenciler, iletişim alanında merak ettikleri konuları, uygulamalı aktivitelerle eğlenceli bir şekilde öğrendiler. Sahibi Prof.Dr. Tunçdan Baltacıoğlu Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Prof.Dr. Sevda Alankuş Yazı İşleri: İEÜ Haber Merkezi III. Yıl Haber Opsiyonu Öğrencileri Sayı Editörleri Zeynep Yüncüler, Merve Gürkan, Ayten Kan, Nurcan Elmas, Merve Zorer, Alptekin Azılı, Yavuz Kara Tasarım Nurcan Elmas, Ayten Kan Yer İzmir Ekonomi Üniversitesi, Balçova Yerel, aylık süreli yayındır. Nisan 2012 Basım Yeri Yabaneri Mat. Ltd. Şti. Bornova Cad. No:9/A-M Öztim İş Merkezi 35070 Işıkkent, İzmir Tel:0 232 472 21 22 Fax:0 232 472 22 23 [email protected] Ön Hazırlık Toprak Ofset Ltd. Şti. İzmir