Kadına şiddet Türkiye`nin kısır döngüsü - İletişim Fakültesi

Transkript

Kadına şiddet Türkiye`nin kısır döngüsü - İletişim Fakültesi
Kadına şiddet Türkiye’nin kısır döngüsü
Tartıştığı sevgilisi, babası, kocası, patronu,
erkek kardeşi hatta kendini korumak yükümlü
olan polis tarafından bile şiddet gören kadınlara
şiddet bitmiyor, hergün bir yenisi ekleniyor.
Toplumumuzda ve dünyada ne yazık ki kadına
yönelik şiddet giderek artıyor. Dört kadından
biri şiddet görmekte. Şiddeti sadece fiziksel
olarak değerlendirmediğimizde bu rakamlar
Nisan2012 Sayı28
Ünivers
daha da artıyor. Kadına yönelik şiddetin aile
ayağı olduğu gibi toplumsal ayağından da söz
etmek mümkün.
>Sayfa 6-11
Kömüre dayalı
termik santrallere
“hayır!”
İEÜ İletişim Fakültesi
Uygulama Gazetesi
univers.ieu.edu.tr
Aliağa’da kurulması
planlanan kömüre
dayalı yedi termik
santralden ilkinin
ruhsatı verildi.
> 3. sayfada
LGBT’ler eşit
yurttaşlık istiyor
Savaşın
bitmediği
coğrafya
SPoD’un düzenlediği
5. LGBT Anayasa
Forumu’nda
katılımcılar yeni
anayasa için talep ve
görüşlerini paylaştı.
> 5. sayfada
İzmir
karikatürünü
çiziyor
Babı Amr’da babalarının saldırıda
öldüğünü öğrenen çocuklar
(Fotoğraf: Sami Hamwi)
Konak Belediyesi
tarafından birçok
farklı sanatçıya ait
karikatürler Alsancak
Karikatür ve Neşe
Müzesinde sergileniyor.
> 11. sayfada
Modern zamanlarda keşfedilen sokakların yönetimleri değiştirme gücü Tunus, Mısır ve
Yemen’de yaşananlara benzer bir akıbeti diğer ülkelerde henüz ortaya çıkartmadı
D
ünya’nın kalbi
Ortadoğu, tarihin
başlangıcından
itibaren
çatışmaların merkezi oldu.
Bölge halkı çok sayıda savaş
ve işgal yaşadı. Toplumsal ve
siyasal çalkantılara baktığımız
zaman, hala süregelen
durumun değişmediğine
hatta şiddetin artarak devam
ettiğine şahit oluyoruz. Üç
büyük dinin kutsal toprakları
en acımasız kitle imha
silahlarının kullanıldığı, her
türlü kaçakçılık faaliyetinin
yürütüldüğü bir savaş
üssüne dönüşmüş durumda.
Ortadoğu’da savaş o kadar
sıradanlaşmışki artık halk
hayatın normal bir parçasıymış
gibi yaşıyor. Çok eski tarihlere
gitmemize de gerek yok. 1980
yılından itibaren yaşananlar
bile bölgenin karışıklığını
anlatmaya yeter. İran ve Irak
arasında 80’li yıllarda yaşanan
savaş, 90’da Irak’ın Kuveyt’i
işgaliyle Körfez Savaşı’nın
başlaması, İsrail-Filistin
arasındaki toprak kavgası,
terör yüzünden Afganistan’ın,
demokrasi bahanesiyle de
Irak’ın işgal edilmesi akla en
çabuk gelen çarpıcı olaylar. Bu
örneklere baskıcı yönetimleri
ve irili ufaklı terör olaylarını
da eklersek, çevremizdeki
toprakların huzurdan ne kadar
uzak olduğunu daha kolay
anlıyoruz. Ortadoğu’nun
batısında ortaya çıkıp, hemen
hemen tamamına sıçrayan Arap
Baharı’nın da savaşa dönüşmesi
belki de bu geleneğin bir ürünü.
Kuzey Afrika ve Ortadoğu’yu
saran bu hareketlenme
onlarca yıldır süren baskıların
son bulacağı umudu ile
destekleniyor. Yaşanan kargaşa
Tunus, Mısır, Ürdün, Libya,
Suriye derken hem diğer Arap
ülkelerinin, hem de Dünya’nın
gündemi olmaya devam
ediyor. Yüzeysel baktığımızda
ise diktatörlerden, baskıcı
politikalardan bunalan halk,
demokrasi için ayaklanmış
görünüyor. Bu ayaklanmaların
sağlam temellere dayanmadığı
ve yeterince hazırlık
yapılamadığı görüşüyse
Ortadoğu uzmanları tarafından
dile getiriliyor. Ülkeler,
uzmanları haklı çıkarırcasına
bu dönemi oldukça sancılı
geçiriyor. Arap Baharı’nı
sert yaşayan ülkeler şu an iç
sorunlarla boğuşuyor. Mısır’da
anayasayı kimin hazırlayacağı,
Libya’da özerklik isteyen
bölgelerin nasıl ikna edileceği,
Tunus’un şer’i anayasayla
yönetilip yönetilmeyeceği,
Suriye’de Beşşar Esad’ın
sert önlemlere devam edip
etmeyeceği... Bu gibi sorulara
yanıt almak için biraz daha
bekleyeceğiz gibi görünüyor.
> 4. sayfada
Ünivers’in bu sayısında Şehir2-3|Dünya4|Gündem5|Dosya6-11|KültürSanat12-13|Spor14-15
Hakemlere
yardımcı geliyor
FIFA, kale çizgisi teknolosiyle
hataları en az indirmeyi
planlıyor. Yıllardır üstünde
çalışılan konu, kısa sürede
çözüme kavuşacak.
> 14. sayfada
r
u.edu.t
e
i
.
o
y
d
ra
2
şehir
Nisan2012 Sayı28
Büyükşehir adalet istiyor
İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne yapılan operasyonlarda tutuklu ve tutuksuz yargılananların ilk
duruşması 3 ile 13 Nisan tarihleri arasında yapılacak
İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne, İzmir Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı’nın talimatıyla 2 Mayıs ve 22 Kasım 2011 tarihlerinde iki baskın düzenlendi
Aslı Tartar - Serdar Yündem
İ
zmir Büyükşehir
Belediyesi ve belediyeye
bağlı şirketlere yönelik
İzmir Özel Yetkili
Cumhuriyet Savcılığı’nın
talimatıyla 2 Mayıs ve 22
Kasım 2011 tarihlerinde
operasyon düzenlenmişti. 2
Mayıs tarihindeki baskını
Organize Suçlar Müdürlüğü’ne
bağlı ekipler sabah erken
saatlerde Konak’taki
Büyükşehir Belediyesi,
Karabağlar ve Bayraklı
Belediyeleri ile Aydın’ın
Kuşadası Belediyesi’ne yaptı.
İhaleye fesat karıştırma ve
yolsuzluk suçlamalarından
aralarında bürokrat ve
sekreterlerinde olduğu 50
kişi gözaltına alınırken ihale
belgelerine de el konuldu.
İlk operasyonun devamında
düzenlenen ikinci dalga,
Aziz Kocaoğlu’nun EXPO
2020 adaylığı sunumu için
Paris’te bulunduğu, 22 Kasım
tarihinde yapıldı. Organize
Suçlar Müdürlüğü’ne bağlı
ekipler başta belediye şirketleri
olmak üzere kapsamlı bir
operasyon gerçekleştirdi.
İlk baskındaki gibi çoğu
bürokratlardan olan birçok
belediye çalışanı gözaltına
alındı. Her iki operasyonda da
gözaltına alınanların sayısı 130
olurken, bunların 34’ü tutuklu
diğerleri ise tutuksuz olarak
yargılanacak.
Örgüt lideri olmakla
suçlandı
İzmir Büyükşehir Belediye
Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun
avukatı Ercan Demir
“Soruşturmada gizlilik kararı
olduğundan dolayı Aziz
Kocaoğlu’na soruşturma
açılıp açılmadığını yapılan
operasyonlarda bilmiyorduk.
Soruşturma açıldığını
yılbaşından bir gün önce
gelen tebligatla öğrendik. 2
Ocak tarihinde de ifadesi
alındı. Kocaoğlu, kendisine
soruşturma açıldığını şüpheli
sıfatıyla soruşturulduğunu
ve örgüt lideri olmakla
suçlandığını ifade sırasında
öğrendi. Kocaoğlu, ifadesinde,
kendisinin Büyükşehir Belediye
Başkanı olması sebebiyle bu
işleri doğrudan kontrol etmek
gibi bir konumunun olmadığını
ve arkadaşlarına da sahip çıktı.”
dedi.
İzmir Büyükşehir
Belediyesi’ne yönelik
soruşturmaların bir yıl
öncesinden başlamış olduğunu
belirten Demir, soruşturmaların
teknik takip araçlarıyla yapılmış
olduğunu belirtti. Demir,
iddianamede, Emek şenliğinde
yapılan Şevval Sam konserinde
ihale yapılmadan doğrudan
menajeriyle anlaşılmış olması,
İzban tanıtım filminin ihale
ile yapılmamış olması, yani
firma sahibiyle doğrudan
görüşülmüş ve pazarlığın
yapılmış olmasından dolayı
ihaleye fesat karıştırılmış
gibi suçlamaların yer aldığını
söyledi. İddianamenin ilk
sırasında yer alan Büyükşehir
Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu
ise, örgüt kurma ve yönetme,
Av. Ercan Demir
ihaleye fesat karıştırma,
ihalede edimin ifasına fesat
karıştırma, sahtecilik, güveni
kötüye kullanma ve görevi
kötüye kullanmayla suçlanıyor.
Yaklaşık 400 sayfanın
hazırlandığı iddianamede,
Kocaoğlu’na 33 suçla ilgili 397
yıla kadar hapis cezası talep
edildi.
Durak ihaleleri suçlanma
sebebi
22 Kasım tarihindeki
operasyonda gözaltına alınan
ve daha sonra tutuksuz
yargılanmak üzere serbest
bırakılan ESHOT Encümen
üyesi Hüseyin Ercan,
“Soruşturmaya alınma sebebim
durak ihaleleridir. Duraklara
iki ihale yapıldı. Birinci
ihalelerdeki fiyatlar yüksek,
ikinci ihalelerdeki fiyatlar
biraz daha düşüktü. Bu talebe
bağlı bir şekilde düşüyor zaten.
İlk ihaleye çıkan duraklar
Alsancak, Güzelyalı, Konak
gibi merkezi yerlerdi. O yüzden
fiyatlar çok yüksekti. İkinci
ihalede talep daha azdı. Çünkü
duraklar kırsal bölgelerdeydi.
Bu yüzden fiyat daha düşüktü.
Üç gün gözaltında tutuldum.
İfadelerimiz alındı. Mahkemeye
çıktık ve tutuksuz yargılanmak
üzere serbest bırakıldık.
Diğer suçlanma nedenimiz ise
organize suç örgütü kurmaktı.”
diyerek savunmasını açıkladı.
İlk duruşma 3 Nisan
Avukat Ercan Demir,
Büyükşehir Belediyesi’nin
cebir tehdit yöntemlerini
kullanan, çıkar amacıyla bir
araya gelmiş bir suç örgütü
olarak suçlandığı için özel
mahkemede yargılanacağını
söyledi. Soruşturmanın
halen devam etiğini söyleyen
Demir, bakanlık müfettişleri,
valilik müfettişleri ve savcılık
müfettişleri tarafından sürekli
bir baskı altında olduklarını, bu
baskı sebebi ile de çalışanların
görevlerini yerine getirmekte
zorlandıklarını söyledi. Özel
Yetkili Cumhuriyet Savcısı’nın
hazırladığı iddianamede
hakkında 397 yıla kadar hapis
istenen Büyükşehir Belediye
Başkanı Aziz Kocaoğlu ve
örgüt kurmakla suçlanan
130 kişinin yargılanacağı
davanın ilk duruşması 3-13
Nisan tarihleri arasında 8.
Ağır Ceza Mahkemesi’nde
gerçekleştirelecek.
şehir
Nisan2012 Sayı28
3
Termik mücadele devam ediyor
Bakırçay Belediyeler Birliği, Dikili Belediyesi ve İzmirli çevreciler, yıllar sonra tekrar Aliağa’da
kurulması planlanan, kömüre dayalı termik santrallere karşı mücadele veriyor
Zeynep Yüncüler
G
ünümüzden 20
yıl önce, Aliağa
Gencerli’de kurulması planlanan
kömüre dayalı termik santrale
karşı çevreyi seven yaklaşık 20
bin kişi, İzmir meydanından
Gencerli’ye kadar insan zinciri
oluşturmuştu. 90’lı yıllarda, Bakırçay Belediyeler Birliği’nin öncülüğünü yaptığı, bu bağlamda
ilk kez gerçekşelen eylem, olumlu sonuç vererek, tüm canlıların
yaşamını tehlikeye atan kömüre
dayalı termik santralin yapımı
durduruldu. Aynı yıllarda,
Aliağa’da ENKA şirketinin doğalgaza dayalı bir termik santral
kurmasına ise meslek odaları
ve çevresini seven herkes onay
verdi. Ancak, yıllar sonra tekrar
Aliağa’da yedi tane kömüre
dayalı termik santral kurulması
planlanıyor. Üstelik içlerinden
İZDEMİR’in kuracağı kömüre
dayalı termik santralin ruhsatı,
Aliağa Belediye Başkanı Ömer
Kömüre dayalı termik santrallerin bacalarından çıkan kimyasallar çevreyi kirletip, erken ölümlere neden oluyor
kaldığını açıklayan bir bildirge
vardı. Bunun üzerine, başta
Bakırçay Belediyeler Birliği ve
Dikili Belediye Başkanı Osman
Özgüven olmak üzere ve tüm
çevreciler ‘ruhsatın verilmesi
zorunlu değildir’ diyerek, Kent
Konseyleri Birliği’nin açıklamasını okumasına engel oldular.
Ardından Konsey Birliği meydanı terk etti.
“Santrallerde sermayenin
para hırsı galip geliyor”
Bakırçay Belediyeler Birliği ve Dikili
Belediye Başkanı Osman Özgüven
Turgut Oğuz tarafından verildi.
Çevrecilerden çok fazla tepki
toplayan Başkan Oğuz, zor
durumda kaldığını ve Şehircilik
Bakanlığı’nın yeni yasalarına
göre belediyeler kendilerine yapılan müracaatları 2 ay içerisinde sonuçlandırması gerektiğini
ifade etti. Ruhsatın verilmesi
üzerine, Bakırçay Belediyeler Birliği ve Dikili Belediye
Başkanı Osman Özgüven, İzmir
Kent Konseyleri Birliği, meslek
odaları, Birgül Ayman Güler,
Foça Belediye Başkanı Gökhan
Demirağ ve daha birçok çevresine duyarlı kişi termik santrali
protesto için Aliağa Demokrasi
Meydanı’nda basın açıklaması
yaptı. İzmir Kent Konseyleri
Birliği protestoya destek vermelerine rağmen, ellerinde Aliağa
Belediye Başkanı’nın, bakanlığın yasalarına uygun olarak
hareket ettiğini ve zor durumda
Aliağa Belediye Başkanı’nın
İZDEMİR’in kuracağı
kömüre dayalı termik santral
için ruhsat vermesi üzerine,
Dikili Belediye Başkanı
Osman Özgüven ve çevresine
duyarlı İzmirliler tekrar 20
yıl önceki mücadelesine
kaldığı yerden devam ediyor.
Kurulması planlanan yedi
tane kömüre dayalı termik
santral ve içlerinden birinin
ruhsatının verilmesinin
ardından okulumuz gazetesine
de açıklamada bulunan Başkan
Özgüven, “20 yıl önce Danıştay
termik santrallerin yapımını
yasaklamış, bu yüzden devlet
yapımları durdurmuştu.
Santralleri eskiden devlet
yapıyordu, şimdi ise özel sektör
yapıyor. Yani sermayenin para
hırsı galip geliyor.” dedi.
Canlıların sağlığı açısından
daha temiz bir çevre için
doğalgaz ve jeotarmala dayalı
termik santrallerin kurulması
gerektiğini savunan Başkan
Özgüven, Dünya’nın hiçbir
yerinde yapılmayan ve ömrünü
tüketmiş maliyeti düşük
termik santrallerin Türkiye’ye
satıldığını ifade etti. Ayrıca
Özgüven, yasalar karşısında zor
durumda kaldığını açıklayan
Başkan Oğuz’un tutumuna
karşı “ Meclis’te bir gün içinde
Mit Yasası çıktı. Şimdi ‘o yasa
ne kadar doğru bir yasa mı’
diyelim? O yasayı çıkaranlara
bakalım ve ona göre hareket
edelim.” diyerek, ruhsat
vermenin son derece yanlış
olduğunu belirtti. Son olarak
Özgüven ”İnsan yaşamını
olumsuz etkileyen herşeye karşı
çıkmak bizim görevimiz. Susup,
bir kenarda oturup, iktidar
yasaları çıkardı Allah razı mı
olsun diyeceğiz?” dedi.
20 yıl sonra 2. Referandum
planı
90’lı yıllarda Aliağa Gencerli’de
kurulması planlanan termik
santrale karşı, Dikili Belediyesi
ve Bakırçay Belediyeler
Birliği bir referandum
gerçekleştirmişti. Ancak, o
zamanlar referandum için
belli bir yasa yoktu. Hatta bu
yüzden referandum yapanlar
yargılanarak sonrasında
suçsuz sayıldılar. Buna rağmen
yapılan referandum ve İzmir
meydanından Gencerli’ye kadar
oluşturulan insan zinciri termik
sanrtalin kurulumuna engel
oldu. Günümüzde ise artık,
yeni 53/92 yasası ile belediyeler
halkı ilgilendiren konularda
referandum yapabilecek. Dikili
Belediye Başkanı Osman
Özgüven, kurulacak olan
termik santraller için “bu sefer
yıllar sonra onların yasasıyla 2.
referandumu gerçekleştireceğiz
ve mücadelemiz tekrar temiz bir
çevre için devam edecek.” dedi.
olarak toprağa, yeraltı sularına,
akarsulara ve denizlere
boşaltılır. Böylece sularda
yaşayan canlılar bu durumdan
olumsuz etkilenir.
• Termik santraller başta demir
ve sülfat bileşikleri olmak üzere
bol miktarda ağır metallere
sahiptir. Bu metaller işlevlerini
gördükten sonra akarsulara
boşaltılır.
• Kullanılan linyit kömürün
yanmasıyla bol miktarda kül
oluşturur. Bu küller toprak
yüzeyine ulaşarak bitkilere
zarar verir ve yağışlı bir havada
yeraltına sızan küller toprağın
kalitesini düşürür.
• Santrallerin bacalarından
çıkan dumanların içinde bol
miktarda kükürt dioksit ve azot
oksit gazları bulunur. Bu gazlar
asit yağmurlarına neden olduğu
için bitkilerin yeşil kısımları
çok fazla zarar görüp, rengini
kaybeder.
• Termik santrallere yakın çevre
köylerdeki tarım ürünleri zarar
görür. Ayrıca etrafa yayılan civa,
gelişmeyi, öğrenme yeteneğini
ve sinir sistemini olumsuz
etkiler.
Kömüre dayalı termik
santrallerin sonuçları
• Termik santrallerde soğutucu
buhar elde etme ve temizleme
gibi amaçlarla kullanılan sular,
sıcaklık dereceleri yükselmiş
Aliağa Belediyesin’den ruhsat alan İZDEMİR’in kuracağı kömüre dayalı
termik santralin bacası yapıldı. (fotoğraf : Zeynep Yüncüler)
4 dünya
Nisan2012 Sayı28
Ortadoğu’ya “bahar” gelmedi
Tunus’ta başlayan Arap Baharı, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da yarattığı domino etkisiyle ülkeleri iç savaşa sürükledi
Merve Gürkan-Yavuz Kara
H
olan demokratik seçimlere
hazırlamayı hedefliyor.
Haziran ayında düzenlenecek
seçimler öncesinde en
büyük problem, ülkenin
doğusunda özerkliklerini ilan
eden aşiretler. Ulusal Geçiş
Konseyi, özellikle petrol
yatakları açısından zengin
olan Sirenayka bölgesinin
SU
R
YEM
E
N
Kaddafi’nin ardından ülke
yönetimini eline alan Ulusal
Geçiş Konseyi, ülkeyi 62
yıl aradan sonra yapılacak
desteklediği
muhaliflerin eline geçen
Kaddafi, “Bana yaptığınız
haramdır, ben sizin
babanızım” dese de linç
edilerek öldürüldü. 42 yıllık
rejimin sonunu getiren
ayaklanmanın 50 bin
civarında insanın ölümüne
yol açtığı söyleniyor.
özerkliğine sıcak bakmıyor ve
bunun Libya’yı bölebileceğini
ifade ediyor.
Suriye’de yükselen silahlı
direniş başkent Şam’ı ve
bazı bölgeleri ele geçirdi.
Komşumuzdaki savaşın
Türkiye açısından da önemi
büyük. Çünkü yaşanılanlar,
Suriye üzerinde kritik
bir “küresel cepheleşme”
olduğunu gösteriyor.
İRAN
Türkiye, NATO
üyesi
olduğundan
bu cephede
tarafını
belirlemiş
durumda.
Beşar
Esad’ın
şiddete
dayalı
yönetim
biçimini
kabul etmiyor
ve ülkenin bir an
önce iç savaşı bırakıp
daha fazla kan dökülmeden
derin istikrarsızlık ile İran’ın
desteğini kesmesi ve Batı’dan
gelen ambargonun etkisini
hissettirmesi, Lübnan’daki
Hizbullah gibi Hamas’ı da
çaresiz bıraktı.
Filistin örgütünün ihtiyaç
duyduğu 600 milyon dolar
da Katar başta olmak üzere
Körfez Ülkeleri’nden gelecek!
İsrail Cumhurbaşkanı,
F
Türkiye ve Körfez Ülkeleri’nin
bu politikasının Ortadoğu’da
terörizmi cesaretlendirecek
adımlar olduğunu savunuyor.
Oysa, daha düne kadar
İran’ın dış politika hedefleri
doğrultusunda hareket etmek
zorunda kalan Hamas’ın,
Türkiye ve Körfez Ülkeleri
gibi “ılımlı-terörizme karşı”
rejimler tarafına geçmesinden
memnun olmuyor. Hamas,
2006’ da yapılan Filistin
seçiminden zaferle çıkmış,
T
US
UN
Etkisini
Tunus, Mısır, Libya ve
Yemen’de daha fazla
gösteren Arap Baharı’nın
ardından, Tunus’un 23 yıllık
Cumhurbaşkanı Zeynel
Abidin Bin Ali, Mısır’ın 30
yıllık lideri Hüsnü Mübarek
ve Libya’nın 42 yıllık
lideri Muammer Kaddafi
devrilirken, Yemen’de
hükümet değişikliği
gerçekleşti.
14 Ocak 2011 günü Zeynel
Abidin Bin Ali’nin
YA
ülkeyi terk etmesiyle
LİB
verdikleri mücadeleyi
kazanan Tunus
halkı, ilk kez
yapılan serbest
seçime, yüzde
90 oranında
katılım sağladı.
Bu seçimlerden
zaferle ayrılansa
ılımlı İslamcı
Ennahna Partisi
oldu. Ilımlı İslamı
ve ekonomide liberalliği
ön planda tutan Ennahda
Partisi’nin, Ak Parti’yi örnek
aldığı ise hem Tunuslu,
hem de yabancı gazeteciler
tarafından sıkça ifade
ediliyor.
Bahar’ın en sert geçtiği
ülkelerden biri olan Mısır’da
gösterilere ev sahipliği
yapan Tahrir Meydanı
İYE
normal demokratikleşme
sürecine girmesini istiyor.
Bir yanda NATO, diğer
yanda Rusya-Çin-İran yani
“Asya İttifakı” Bu ittifaka
son dönemlerde, bölgedeki
varlığını İran desteğine
dayandıran Irak’ın Şii
Başbakanı Nuri el-Maliki’nin
de katılımı dikkat çekiyor.
Üç aya yakın bir süredir
devam eden savaşta ‘’barış
dönüşümü’’ artık
çok zor gözüküyor.
Suriye, tıpkı Irak gibi
kanlı hesaplaşmaya,
hatta dağılmaya
rotalanmış durumda.
Konuya bölgesel
açıdan baktığımızda
Ahmedinecad-EsadMaliki üçlüsünün
bilinmeze doğru
sürüklendiklerini
söyleyebiliriz.
İran, Hürmüz Boğazı
gerginliğinde, “gücünü aşan
manevra gerçekleştirmenin” acı
sonuyla karşılaştı. Bugünlerde
Basra Körfezi’nin tamamı
Amerikan donanmasının
kontrolünde ve hiçbir
bölgesel güç, buradan
petrol akışını
durdurabilecek
kapasiteye sahip değil.
Filistin davasının önemli
örgütü Hamas’ın, bu
süreçte karargahını
Şam’dan taşıma kararı
alması ve örgütün lideri
Halid Meşal’in görevden
ayrılmasıyla birlikte, örgütün
Katar veya Ürdün’e
taşınma yönünde
adımlar atması Batı
Asya’daki (Ortadoğu)
bütün dengelerin
değiştiğini gösteriyor.
Suriye’nin Lazkiye
limanına yanaşan
İran bandralı gemiler,
ülkenin sivil hareketler
karşısında ihtiyaç duyduğu
cop, göz yaşartıcı gazlar ve
ses bombaları gibi “öldürücü
olmayan güvenlik
silahlarını” Beşar
Esad’a destek
amacıyla
depolara
boşalttı.
Ama alınan
bilgiler,
Hamas’ın
Filistin’deki
varlığını
koruyabilmek
için gerekli
yıllık 900
milyon dolarlık
desteğin artık Tahran’dan
gelmediği yönünde. Suriye’deki
STİN
İLİ
er dönem
gerilimli bir
ortama sahip
olan Ortadoğu
ve Kuzey Afrika, Arap
Baharı vesilesiyle bir yılı
aşkın süredir kanlı günler
geçiriyor. 2010 yılının son
günlerinde Tunus’ta başlayan
halk ayaklanmalarında temel
istek demokrasi ve gelir
dağılımındaki eşitsizliğe
son verilmesiydi. Daha
sonra diktatörler tarafından
yönetilen birçok ülkeye
sıçrayan ayaklanmalar, çok
sayıda insanın hayatını
kaybetmesine neden oldu.
ayaklanmanın sembollerinden
biri oldu. Çok sayıda canın
kaybedildiği meydanda, halk
sonunda istediğini aldı ve
30 yıllık diktatör Hüsnü
SIR
Mübarek devrildi.
MI
Devrime önderlik
yapan Mısır’ın
etkin gruplarından
Müslüman
Kardeşler ise
yapılan ilk
demokratik
seçimlerde büyük
başarı yakaladı.
Hürriyet ve Adalet
Partisi adı altında
seçimlere giren grup oyların
yüzde 47’sini aldı.
Buna karşın Mübarek’in
devrilmesiyle birlikte ülke
yönetimini geçici olarak
ele alan Mısır Ordusu,
sivil anayasanın
önündeki en
büyük engel.
Askeri Konsey,
yeni anayasayı
oluşturacak
olan komisyon
üyelerinin yüzde
80’ini kendisi seçmek
istiyor. Müslüman
Kardeşler ile beraber
Mübarek’in devrilmesinde
ön planda olan grupların
tamamı, Askeri Konsey
tarafından yönetilecek bir
Mısır’a da karşı duruyor.
Halk yönetimin tamamen
sivilleşmesini sabırsızlıkla
bekliyor.
Libya’nın Arap Bahar’ı
ise biraz daha farklı oldu.
Ülke’nin 42 yıllık diktatörü
Kaddafi, diğer diktatörlerden
farklı olarak isyandan
sağ kurtulamadı. Sirte
yakınlarında
Nato’nun
ama bu demokratik başarısı
İsrail ile Batı ülkeleri
tarafından asla tanınmadı.
Radikalleşmesine zorlanmış
bir parti gibiydi.
2006’da yapılan bu
hata olmasaydı. Filistin bu
kadar kan kaybetmeyecek
ve Batı Asya’da bu bedeli
ödemeyecekti. Şam ve
çevresindeki fakir mahalleleri
ise artık Esad adına, Suriye
ordusundan devam eder
firarlar ve askerlerin cephe
değiştirmeleri bu ülkede
her şeyin bir anda değişip
hızlandığının göstergesi.
gündem
Nisan2012 Sayı28
5
Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneğinin (SPoD) düzenlediği 5. LGBT Anayasa
Forumu İzmir’de gerçekleşti. Panelde katılımcıların yeni anayasa sürecinde görüş ve talepleri alındı
Zeynep Yüncüler
Nurcan Elmas
T
oplumum her alanında
yaşanan ayrımcılığa
karşı savaşan Sosyal
Politikalar Cinsiyet
Kimliği ve Cinsel Yönelim
Çalışmaları Derneğinin
(SPoD) düzenlediği LGBT
Anayasa Forumu İstanbul ve
Ankara panellerinden sonra 17
Mart’ta İzmir Karakedi Kültür
Merkezi’nde gerçekleşti. Paneli
yönetenler LGBT Dayanışma
Derneği gönüllüsü eşcinsel
aktivist Mehmet Tarhan ve
moderatörlüğü üstlenen gazeteci
Mehveş Evin oldu. SPoD’un
gerçekleştirdiği LGBT Anayasa
forumu, yeni anayasa sürecinde
sadece akitivistleri ve sivil
toplum örgütlerini değil, konuyla
ilgili olan bireyleri katılımcı
olarak görmek ve böylece özgür
tartışma ortamı sağlamak
istiyor. İzmir’de gerçekleşen
panelde, yeni anayasada ‘cinsel
yönelim’ ibaresinin yer alması
konusu, LGBT bireylerinin
tüm sorunları ve katılımcıların
tüm görüşleri konuşuldu.
SPoD’un açılış konuşmasını
yapan aktivist Mehmet Tarhan,
öncelikle yeni anayasa sürecinde
katılımcı olarak sadece sivil
toplum örgütlerini değil,
LGBT bireylerini de görmek
istediklerini ifade etti. Ayrıca
Tarhan, anayasa yapım sürecinde
hukuki cümlelere ve uzmanlığa
gerek olmadığını, önemli
olan herkesin anlayabileceği
teknik bir dil kullanmadan
basit cümlelerden oluşan bir
anayasa hazırlanması gerektiğini
savundu. Panel konuşmasına
devam eden moderatör Mehveş
Evin, “ Öncelikle yeni anayasa
çalışmaları için kimse ümitsizliğe
kapılmadan taleplerini rahatlıkla
dile getirmeli ve asıl önemli olan
LGBT bireylerine karşı işlenen
medyanın çok farklı yansıttığı
suçlar, mağduriyetler var bunların
üzerinde durulması gerekli.”
dedi. Moderatör Evin, anayasada
taleplerimiz yer alamasa bile
ümidi kaybetmemenin ve asıl
önemli olanın bu süreç içerisinde
özgürce herkesin sesini duyurması
olduğunu belirtti.
“Herkes, varolan tercihleriyle kabul edilmelidir”
Panelde katılımcıların, yeni anayasada görmek istedikleri talepler ve
ayrımcılık konusundaki görüşleri:
• LGBT bireylerine karşı önyargıların ortadan kalkması, eşcinseliğin
bir hastalık veya sapkınlık olmadığının bilinmesi ve herkesin varolan
tercihleriyle kabul edilmesi gerekir.
• Yeni Anayasa bireylere cinsel kimlik dayatmamalı erkek egemen
anlayıştan uzak olmalı. Bu yüzden Anayasada cinsel kimlik ibaresi yer
almalıdır.
• Trans bireylerin üzerine yerleştirilen ‘seks işçileri’ sıfatı oldukça yanlıştır
ve bu tutuma tepki gösterilmesi gerekmektedir.
• Televizyonda yer alan dizilerde eşcinsel hayatlara da yer verilmeli.
Eğer bir dizi LGBT bireylerin hayatlarına da yer veriyorsa o dizi RTÜK
tarafından ‘Türk ahlakına,örf ve adetlerine aykırıdır’ gerekçesiyle
kaldırılması son derece yanlıştır. Çünkü, ahlaki değerler birileri tarafından
başkarına dayatılamaz, herkesin değer yargıları farklıdır ve görecelidir.
• Yeni Anayasa kısa değil uzun olmalı derinleştirilmelidir. Bunun nedeni,
yasalar kısalaştırıldıkça daha çok genelleştiriliyor. Örneğin Anayasada
geçen ‘genel ahlak’ kavramı gibi soyut kavramlar kullanılmamalı.
• LGBT bireyleri cinsel kimlikleri nedeniyle iş bulamamasını veya
işlerinden çıkarılmasını önleyecek düzenlemelere yer verilmesi gereklidir.
“Bedenim kime ait?”
Şiddet dediğimizde aklımıza darp, dövme gibi davranışlar gelir. Bunun yanı sıra şiddetin psikolojik baskı, sindirme
ve aşağılama gibi boyutları da var. Dayak yemek, hor görülmek, eziyet çekmek kader mi, kısır döngü mü?
Alptekin Azılı
T
ürkiye ve
Dünya’daki
oranlara
baktığımızda
çoğunlukla şiddetin
uygulayıcısının erkek, şiddete
uğrayanın da kadın olduğunu
açıkça görmekteyiz. Kadına
uygulanan şiddet sadece
Türkiye’nin değil, diğer
ülkelerin de kanayan bir
yarası.
Kadına yönelik
şiddet, Birleşmiş Milletler
belgelerinde “İster kamusal,
isterse özel yaşamda meydana
gelsin, kadınlara fiziksel,
cinsel, psikolojik, acı veya
ıstırap veren ya da verebilecek
olan cinsiyete dayalı bir
eylem uygulama ya da bu
tür eylemlerle tehdit etme,
zorlama veya keyfi olarak
özgürlükten yoksun bırakma”
Çoğu kadın cinsel şiddeti
kabullenmeye mecbur olduklarını
düşünüyor.
şeklinde tanımlanıyor. Şiddet
türleri içinde belki de kadında
en kalıcı hasarı bırakan
cinsel şiddet. Türkiye’de ve
Dünya’da hemen hemen her
gün cinsel şiddet olayları
yaşanıyor. Bizim bilmediğimiz
yerlerde, kapalı kapılar ardında
bir çok kadın taciz ediliyor,
tecavüze uğruyorlar ve biz
bunların çok azından haberdar
olabiliyoruz. Erkek, ortada
bir güçsüzlük, sahipsizlik
gördüğünde cinsel şiddeti
kafasında meşrulaştırıyor.
Kadının güçsüz olduğunu
ve kendisine karşı
koyamayacağını düşünüyor.
Bu yüzden genelde tacize ya da
tecavüze karşı koyamayacak,
kimseye anlatamayacak, sahip
çıkacak kimsesi olmayan
kadınlar hedef olarak seçiliyor.
Hastaneler, sosyal hizmetler
ve çocuk esirgeme kurumları,
zihin engelliler bakım yurtları
ile hapishaneler ise cinsel
şiddetin çoğunlukla görüldüğü
yerler. Aslında kadınlar cinsel
şiddete kendi evlerinde eşleri
tarafından da maruz kalıyor.
Çünkü Anadolu’nun bir
çok bölgesinde “Gelinlikle
gidersen, bir daha bu eve
ancak kefenle dönersin’’
anlayışı olduğundan
ve kadının ekonomik
özgürlüğünün olmayışından
pek çok kadın cinsel şiddeti
kabullenmeye mecbur
olduklarını düşünüyor.
Toplumda cinsel şiddete
uğrayana karşı dışlama, kötü
gözle bakma, kirlenmiş görme
gibi tutumlardan dolayı
kadınlar yaşadıklarını kimseye
anlatamıyor. Toplum, kadının
yanında olup mağduriyetinden
ötürü ona destek olacağına
tam aksine kadının yaşadığı
travmayı arttırıyor. Zaten
toplumda “kadın kuyruk
sallamasa erkek neden
peşinden gitsin” şeklinde bir
kanı olduğundan, insanlar
bu durumu normalleştirip
başkasının hayatı hakkında
söz sahibi olmayı hakmış gibi
görüyorlar.
Cinsel şiddete uğrayan
kadınlarda; kendine aşırı
güvensizlik, çekingenlik,
sürekli kendini kirli hissetme,
aşırı öfke, kendinden iğrenme
gibi psikolojik rahatsızlıklar
meydana geliyor ve bu
rahatsızlıklar bazen kalıcı
olabiliyor. İşin temeli kadın
erkek eşitliği ve kadınlara
karşı ayrımcılığın kaldırılması.
Bunu yapmadığınız sürece bu
şiddet devam eder. Devletin
bu konuda karar verip bütün
devlet birimlerinde ve bütün
coğrafyada böyle bir zihniyet
değişikliğini sağlayacak bir
eğitim ve kültürel çalışma
yapması gerekiyor.
6
dosya
Nisan2012 Sayı28
Hazırlayanlar
Osman Girgin
Zeynep Yüncüler
Nurcan Elmas
Merve Gürkan
Merve Zorer
İllüstrasyon: Burcu Çeliksap
Kadına şiddet artık
görünmez değil
C
inseyet
ayrımı her
zaman, her
yerde ciddi
bir sorun olmuştur.
Özellikle Türkiye’de,
varolan erkek egemen
anlayışla kadın olmak
zordur. Yapılan
araştırmalara göre,
kadınların yüzde
41.9’u şiddet görüyor
ve bu kadınların yüzde
48’i bunu kimseye
söyleyemiyor. Çalışan
kadınların yüzde
44.1’i, çalışmayanların
yüzde 41.1’i şiddet
mağduru. En az bir
kez hamile kalmış
her 10 kadından biri
gebeliği sırasında
dayak yiyor. Ancak,
Türkiye’de bu
sonuçlara oranla
mağdur kadınlar için
yeterli sayıda sığınma
evi bulunmuyor.
Ayrıca, araştırmalar
Türkiye’de günde
ortalama 5 kadının
eşi, sevgilisi, babası
ve kardeşi yüzünden
cinayete kurban
gittiğini gösteriyor.
Tüm bu sonuçların
fazlalığına rağmen,
medyada gördüğümüz
kadına şiddet
haber sayısının az
olması, medyanın
çoğunluğunun
ve hükümetin bu
duruma sessiz
kaldığını gösteriyor.
Ancak, son yıllarda
artan çalışmalarla
bu büyük sorunlara
karşı insanlar daha
fazla farkındalık ve
hassasiyet kazandı. Bu
sorunun gölgesinde 8
Mart Dünya Kadınlar
Günü’nde “Ailenin
Korunması ve Kadına
Yönelik Şiddetin
Önlenmesine İlişkin
Kanun Tasarısı” oy
birliği ile meclisten
geçti. Eski ismi “
Kadının ve Aile
Bireylerinin Şiddetten
Korunmasına Dair
Kanun tasarısı” olan
yasa taslağı değişen
adıyla birçok kadın ve
kadın örgütlerinden
tepki aldı. Nedeni ise,
yeni yasanın ‘kadın’
yerine ‘aile’ kavramanı
öne çıkarması oldu.
Çünkü kadınların
tepkilerine göre, yeni
yasa ‘kadınların ikinci
cins görüldüğü algısı’nı
değiştirmeyecek ve
bireylere toplumsal
cinsiyet rolleri
giydirmeye devam
edecek.
dosya
Nisan2012 Sayı28
7
Şiddetli oranda şiddet görüyoruz
“Umut”
İlk eşinden de şiddet nedeniyle
ayrılmıştı Ferdane Çöl. Üç
çocuğuyla birlikte bir yıl kadar
ailesinin yanında yaşadıktan
sonra, aşk tekrar kapısını
çaldı. Aynı mahallede oturan,
kendinden beş yaş küçük
Ş.B. çalmıştı gönlünü. Genç
kadın bir süre sonra tekrar
mutlu olabileceğini düşünerek,
evlilik kararı aldı. Kim bilir,
belki de bu kararın nedeni,
yaşadığı maddi sıkıntılardı.
Üç çocuğunun bakımına
yardımcı olacak bir hayat
arkadaşı arıyordu belki de. Ya
da toplumdaki “Dul” sıfatını
yok etmek istiyordu. Öyle ya,
evlilik zorunluluktu dul bir
kadın için. Evlendi evlenmesine
de, bu birliktelik de yaramadı
Ferdane’ye. Adeta yağmurdan
kaçarken doluya tutulmuştu.
Üç çocuğunun babasından
yediği dayaklar “dul”
bırakmıştı onu ama, kurtuluş
gördüğü ikinci eşinin aşkı,
daha “şiddetliydi”. İlk dayağını
da hamileyken yemişti üstelik.
Sabretti genç kadın, herzaman
ki sözlerle teselli etti kendini;
“Çocuğum olacak”, “İkinci
kez ayrılırsam elalam ne der?”
Sabretti, sabretti ama kesilmedi
dayaklar, bebek doğdu, şiddet
ölmedi ve umut bitti.
“Yeni Hayat”
Ayrıldılar, daha doğrusu
Ferdane öyle sandı. Alıp
başını gitmek, kendine yeni
bir hayat kurmak istedi.
Üstelik, ailesi de destek
oldu Ferdane’ye. Toplumun
yargılarına inad “Kadının yeri
kocasının yanıdır” demedi,
sahip çıktı. Ama bu sahip çıkış
maneviyattan öteye gidemedi,
zira ailenin her ferdinde
iliklere kadar yoksulluk
hissediliyordu. Oysa biri daha
yaşına girmemiş dört çocuk
vardı ortada. Boşanmak için
mahkemeye başvurdular,
bir de talepleri vardı;
nafaka. Ayrı yaşadıkları iki
aylık süre içerisinde, bakımını
üstlenemediği için çocuklarını
Sosyal Hizmetler ve Çocuk
Esirgeme Kurumu’na yerleştiren
Ferdane “Çalıştığımın
yanında bir de nafaka alırsam
çocuklarıma kavuşabilir,
yeni bir hayat kurabilirim”
diye düşünüyordu. Oysa
düşündükleri sonu olacaktı.
“Son”
Nafaka talebi, eşi ve ailesini
çılgına çevirdi. Kendisinden
ayrılmak isteyen bir kadına, bir
de para mı vereceklerdi. İki aile
bu süreçte şiddetin her çeşidine
şahit oldu. Kavgalarda yedi kez
yaralama ve darp nedeniyle
haklarında işlem yapıldı,
Ferdane “korumaya” alındı.
‘Son’ görünüyordu aslında.
Ferdane de bunu hissediyordu
artık. Bir keresinde ablasına,
TV’de gördüğü haberleri
kastederek, “Ben de böyle
olur muyum abla. Ayrılmak
istediğim için eşim beni öldürür
mü? diye sordu. “Ablacım sen
devlet koruması
altındasın, sana kimse bir
şey yapamaz” diyen ablasına
sadece “hissediyorum”
diyebildi. Kapısı çalındı birgün,
kocası girdi içeri ve 10 bıçak
darbesinden sonra boğazını
kesti. Şimdi haber olma sırası
Ferdane’de, soru sorma sırası
sayısız mağdur kadındaydı.
İşte o soruyu soran
kadınlardan biri K.D.
Ferdana’ye göre çok şanslı,
çünkü hala hayatta, ve artık
hür.
K.D. çok sorgulamamıştı
aslında dayak yemeyi, çoktan
kabullenmişti. Onu da kendine
getiren bir televizyon haberi
oldu. Sorulan soru
Ferdane’ninkiyle
aynıydı: “Bir gün
bende haber
olur
muyum?
Ancak bu
kez
Kadına yönelik şiddetin İzmir’deki son kurbanı
Ferdane Çöl. K.D. ise biraz daha şanslı. Hikayeleri
çok tanıdık, aslında çoğu da aynı. Kadındır ya
sonuçta, namusundur öldürürsün, kıskanır
öldürürsün, dediğini yapmaz öldürürsün, çalışır
öldürürsün, ayrılık ister öldürürsün. Yeter ki iste,
illa bir sebep bulur “haketti” der öldürürsün. Çünkü
o’nun nefes alması bile sana bağlıdır. Ferdane’nin
ki de öyle bir hikaye işte. K.D. ise son anda
kurtulanlardan.
soruyu soran dayak yiyen kadın
değildi. Üvey babanın annesine
attığı dayaklara dayanamayan
küçük kız, o ana kadar sürekli
içinden sorduğu o soruyu
seslendiriverdi. “Anne, bu adam
seni öldürecek mi?” Kızının
kaygısından etkilenen K.D.,
kendi de aynı soruyu sormaya
başladı. Sonu diğer kadınlar
gibi olur muydu?, haberi
manşetten mi verilirdi yoksa 3.
Sayfada kaybolup gidermiydi.
Bunun cevabını verecek bir tek
kişi vardı o da gazeteci. Aradı
gazeteleri, yardım istedi. Çilesi
kamuya aktarılırsa daha çabuk
kurtulurum diye düşündü.
Düşündüğü de oldu,
ertesi gün
yanlızca gazetelerin değil
televizyonların da ilk haberiydi
“küçük kızın anneye sorusu”.
Biz gazetecilere ise bir kadının
kurtuluşuna yardım etmenin
mutluluğu ve “kamu görevi”
yapmanın haklı gururu
kalmıştı.
(K.D. şuanda devlet
korumasında. Yaşadığı
şehirden, işine kadar herşey
değişti. Kendisine yeni bir hayat
kuran
K.D.’in gizliliğini korumak
adına hikayesini kısa tutup
fotoğrafını yayımlamıyoruz.)
Her konuda olduğu gibi Aile
İçi Şiddeti önlemede de biz
gazetecilere
büyük
sorumluluk
düşüyor.
Peki biz bu
sorumluluğu
yerine getiriyor
muyuz? “Olay
yerine giderken
hissettiğimiz şey kamu
görevi yapmanın
sorumluluğu mu?
Yoksa gözümüzü haber
mi bürüyor? K.D’nin
hikayesindeki başarıyı
her daim gösterebiliyor
muyuz? Yoksa bazen
kaş yapalım derken
göz mü çıkarıyoruz?
Gazeteciliğimizi de
sorgulamak adına,
yine bir kadın
hikayesinden kısaca
bahsedip, olaya sadece
“vizörden bakmamayı”
hatırlayalım istiyoruz.
“Haber atlamama”
adına yayımlanan bir
fotoğrafın, bir hayatı nasıl
bitirebileceğini görelim.
İzmir’in Bornova
İlçesi’nde hırsızlık
amacıyla bir eve giren
şahıs, bazı takı ve
eşyaları çaldıktan
sonra iddiaya göre ev
sahibi bayana bıçak
tehdidiyle tecavüz
etti.
Olay, gece
saatlerinde Bornova 229
Sokak’ta meydana geldi.
İddiaya göre, iki şahıs
hırsızlık amacıyla balkondan
tırmanarak, bir firmada
tekniker olarak çalışan ve 3.
kattaki evinde yalnız yaşayan
B.S’nin (24) evine girdi.
Genç bayanın gümüş ve altın
takılarını alan şahıslardan
biri, daha sonra salonda
uyuyan B.S. ile karşılaştı.
Genç bayanın uyandığını
fark eden şahıs, bıçakla tehdit
ettiği B.S’ye tecavüz etti.
Hırsızın kendisini
bırakmasının ardından gaz
tabancasını alan B.S. çığlık
atarak yardım isterken,
hırsızların ardından ateş açtı.
Balkondan atlayan zanlıyla
gözcülük yapan arkadaşı,
farklı yönlere kaçarak
uzaklaştı. İhbar üzerine
olay yerine gelen polis, bina
çevresinde durumundan
şüphelendiği M.K’yı (23)
durdurarak üstünü aradı.
M.K’nın üzerinde B.S’nin
evinden çalınan takılarla daha
önce hırsızlık yaptıkları Metin
Akgün’ün evinden çalınan cep
telefonu ve saat ele geçirildi.
Hırsızlık, yankesicilik
gibi suçlardan poliste kaydı
bulunduğu belirlenen M.K.
gözaltına alınırken, karakola
götürülen B.S. yüzleştirme
sırasında, kendine tecavüz
eden kişinin M.K. değil diğer
arkadaşı olduğunu belirtti.
M.K. da, kendisinin bu olaya
karışmadığını, B.S’nin evine
Kemal isimli arkadaşının
girdiğini savundu. İfadesinin
alınmasının ardından İzmir
Adliyesi’ne sevk edilen M.K,
tutuklanarak cezaevine
gönderildi.
Öte yandan B.S. doktor
raporu almak üzere Adli Tıp
Kurumu’na gönderilirken,
Olay Yeri İnceleme Şube
Müdürlüğü ekipleri evde
inceleme yaptı. Olayla ilgili
soruşturmanın ve kaçan
diğer şüphelinin yakalanması
için çalışmaların sürdüğü
bildirildi.
İşte sıradan bir 3. Sayfa
haberi olan bu haber,
yayımlanan fotoğraf nedeniyle
haberin mağduru B.S.’nin
hayatını kararttı. Genç kadın
önce işinden oldu, ardından
nişanlısı ve ailesi tarafından
terkedildi ve sonunda B.S.
intihara kalkıştı. Haberi
yapan muhabirlerden biri
yaşananlar için “Hayatımda
asla unutamayacağım bir hata.
Şimdi gittiğim hervhaberde
aklıma önce B.S’yi
getiriyorum” diyor.
8
dosya
Nisan2012 Sayı28
“Şahit olup gözünü yuman herkes
Kadına yönelik şiddet sorununda gazeteciliğin öneminden söz edince, bir kadın gazeteciyle konuşmadan olmaz. Üstelik b
Kanaltürk’ün deneyimli polis muhabiri Şeyda İkiz anlatıyor
Kadının medya sektöründeki yeri nedir?
“Kadının medya sektöründeki yeri nedir”
sorusunu belki yıllar önce bana değil de başka
bir kadın gazeteciye sormuş olsaydınız, size
türlü zorluklardan bahsedebilirdi. Ancak
günümüzde bu zorlukları öne sürmek bence
bahaneden öteye gitmez. Pek çok meslekte
kadının karşısına çıkarılan mesleki zorluklar,
gazetecilik için geçerli değildir. Gazetecilik,
evet, akademik bir eğitim ister, istemelidir
de ancak bir kabiliyet işidir aynı zamanda.
Bir kadın gazeteci, erkek meslektaşından
çok daha iyi yapabilir bu işi. Çünkü bu iş
kafa işidir, erkeği kadını olmaz, ayrıntıyı
yakalamaktır sorun. Hatta tam tersi şunu
iddia edebilirim ki; erkekler bir olaya bakarken
daha genel görürler, klasik bir tabirle resmin
tamamına bakarlar, resimdeki detaylara
takılmazlar. Fırça darbeleri, ışığın resme
nerden yansıdığı problem değildir. Resim
resimdir yani. Kadının detaylardaki titizliği
ise bu meslekte ona bir avantaj sağlar. Zaten
gazeteciliğin olmazsa olmazı, bakış açısını
değiştirmek değil midir? Bu bahsettiklerim
tabi ki mesleki konular. İşte bu noktada eğer,
resme genel bakacak olursak, sorun da orada
başlar. Gazetecilik bir meslekten öte, bir hayat
biçimidir. Ben işten çıktım, eve gittim “oh
bütün sorunlar ofiste kaldı” gibi bir mantıkla
bu işe yaklaşamazsınız. Gazetecilik 24 saat
devam eder. E bu kadının bir eşi yok mu,
çocuğu yok mu, evde onu bekleyen temizlik,
alışveriş, ütü, yemek problemleri yok mu?
Var elbette. İşte kadın gazeteci olmanın
zorluğu budur. “Ben gazeteciyim, bu sorunlar
beni bağlamaz arkadaş” diyebilen bir kadını
alnından öperim. İşten gelmişsin, yemek
falan derken akşamı bulmuşsun. Eşinle iki laf
ediyorsun bir taraftan çocukla ilgileniyorsun.
Saat 23.00 sıraları ve telefon acı acı çalar.
Bulunduğun yere yaklaşık 250 kilometre
uzaklıktaki bir yerde uçak düştü. Yürü
bakalım. Eşini ve çocuğunu sıcak yuvanda
bırakırsın, arabaya atlarsın ve yola düşersin.
Geriye ne zaman döneceğini bilemezsin çünkü
ucu açıktır bilirsin.
Bu sorunlarla nasıl mı başa çıkılır? Bu
sorunun cevabı tektir; çünkü işini seversin. İşte
bu kadar…
Gazeteciliğin en zor dalı olarak görünen
polis muhabirliği'nde kadının yeri?
Nasıl kadın polis muhabiri olunur? Size
neler getirir, sizden neleri götürür?
Gazeteciliğin en meşakkatlisi, en yıpratanı,
en sinir bozanı polis ve adliye muhabirliğidir.
Bu alan, aslında erkekler için bile yeteri kadar
zordur. Polis, adliye, hepimizin bildiği gibi
gazetelerin 3. sayfalarında yer bulur ve hatta
olay büyükse manşetten gösterir kendini.
Çünkü hayatın tam da kalbidir. Ekonomideki
gelişmeler, fiyat endeksleri kahvehanede
cigarasını tüttüren Hacı Mehmet’i çok
ilgilendirmez, hatta okumadan geçer o sayfayı
da, 3. sayfayı okumayan insan olmaz. Dedim
ya hayatın kalbi oradadır. Aslında bence bu
bile tez konusu olmalıdır ki bilmiyorum
muhtemelen de yapılmıştır. İnsanoğlu, 3.
sayfadaki haberleri okuyup, kulağını çekip
tahtaya vurmaya pek meraklıdır. “Şükür”
Kanaltürk muhabiri Şeyda İkiz, şiddete uğrayan kadınlarla ilgili çok sayıda habere imza attı. “Böyle bir manzara karşısında etkilenmemek için kadın
değil de, insan olmamak gerek” diyor.
mekanizmasını çalıştırır çünkü bu haberler. Bir
bakıma ilkeldir yani.
E gelelim asıl soruya, bu pis işlerde kadının
yeri neresidir? Birçok kadın gazeteciye
sorsanız, en son çalışmak istediği alan polis
muhabirliğidir. Bir kere kan var, küfür var,
ceset var, şiddet var, yıpranma diz boyu. E
ben mazoşist miyim niye bu alanda çalışayım
ki diye sorar insan kendine? Ben de sordum
ama inanın net bir yanıt alamadım. Kadının
bu işlerdeki yeri, erkek polis muhabirlerine
sorsanız yoktur. “Ne işin var kızım senin bu
işlerde” diye girerler konuya. Pek çoklarının
sandığı gibi kendini ispat falan da değildir
aslında. Bu işi birilerinin yapması gerekiyordur,
yaparsınız. Ben mesleğe ilk girdiğim zaman,
bana seçme şansı verilmişti. Hangi alanda
çalışmak istediğim soruldu ve ben de “polisadliye” dedim. Neden dedim, nasıl karar
verdim; bilmiyorum. Sanırım bu biraz kişilikle
ilgili bir şey. Heyecanı seviyorum, koşturmayı
seviyorum, bir işe başlayıp, sonuçlandırmayı
seviyorum. İnsanlarla iletişim kurmayı,
herkesin nabzına göre şerbet vermeyi sanırım
iyi biliyorum. Bir de küçüklükten başlayarak,
oğlan çocuğu gibi büyütüldüyseniz eğer
kaçınılmaz sona yaklaşıyorsunuz demektir.
Getiriler götürüler
Bana bu alanın getirdiği en önemli hediye
sanırım insanları daha iyi tanımak oldu ve
insan zaten hayatın özü olduğuna göre yani
hayatı daha iyi tanımak oldu diyebilirim.
Yaşamın hiç de öyle uzaktan göründüğü gibi
lay lay lom olmadığını görmek. Ya da tam
tersi mucizelere tanıklık etmek ve hatta belki
o mucizenin oluşmasını sağlamak. Tanrısal
bir güç gibi. Bu alanı basite indirgememek
gerekiyor. Eğer sorumluluğunuzun
farkındaysanız, yaptığınız işi adam gibi (adam
gibi kısmı sadece bir deyim) yapıyorsanız
aslında büyük bir iş başarıyorsunuzdur. Sorun
yeğen, iki arabanın karıştığı ölümlü bir kazanın
fotoğraflarını çekip, ölenlerin opaklarını bulup,
gazeteye teslim etmek değildir aslında.
Ha ne mi götürdü? Çok açık bir şey
söyleyeyim, artık çıtı pıtı, hanım hanım
bir kadın değilim. Zaten hayatımın hiçbir
evresinde olmamıştım da, şimdi hiç değilim.
Artık “biraderim”… Ve bu konudan da çok
mutlu değilim ne yalan söyleyeyim.
Olay yerindeki kadın polis muhabiri
nasıldır? Gazeteci mi, insan mı, kadın
mı?
İlk gittiğim olayı iyi hatırlıyorum. Bir trafik
kazasıydı… Birkaç araba birbirine girmişti.
Yaşım o sırada 18 falan… Baba –oğul
o kazada hayatını kaybetti. Koca arabanın
konserve kutusu haline geldiğini gördüm.
İçerisi kan gölüydü ve gerçekten hiç de
iç açıcı bir görüntü değildi. Kustum. Bu
reaksiyon belki kadına özgü değildir belki
böyle bir manzara karşısında birçok erkek de
aynı tepkiyi verirdi. Sonra alıştım, alışmaktan
da öte olaya vizörün arkasından bakmayı
öğrendim. Herkes gibi yani. Kadın polis
muhabiri de erkek polis muhabiri gibidir
olay yerinde. Ay üstüm kirlendi, ay ütüsü
bozuldu, aman üstüme çamur sıçramış gibi
dertleriniz yoktur, olmamalıdır da. Zaten
eğer böyle dertleriniz varsa kesinlikle yanlış
işi yapıyorsunuz demektir. Hemen kaçın…
Kadın polis adliye muhabiri kadınlığından
da biraz vazgeçmek zorundadır. Çünkü
özellikle polis muhabirliği genel itibariyle
erkek egemen bir meslektir. Bu konuda
bana yönelen yamuk bir sırıtış bile rahatsız
eder, buna meydan vermemek için bazı
kalkanlar oluşturursunuz. Zaten belli bir süre
geçtikten sonra polis ve diğer erkek muhabir
arkadaşlar sizi kabul eder ve aralarına alır.
Yoksa işiniz gerçekten zordur… Bu arada
gazeteci, insan, kadın çoktan seçmelilerinden
birini seçmek zorunda bırakmayın arkadaşlar,
kadın polis muhabiri uzaydan falan gelen
bir yaratık değildir. Kadın gazeteci, sadece
gazetecidir. Tüm gazetecilerin davranması
gerektiği gibi davranır yani en azından
ben öyle davranıyorum. Ha erkeklere göre
acıma ve duygusallık tarafımız biraz daha
ağır basar doğru ama odaklanılan bir konu
vardır ve öncelik o konuyu hak ettiği biçimde
dosya
Nisan2012 Sayı28
9
s suçlu” Şiddete uğrayanların
bu kadın bir polis muhabiri.
yanında onlar var
İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ
haber haline getirebilmektir. Sonrası sonra
düşünülür…
Kadın muhabir, kadına şiddet haberi
yazarken ne hisseder? hislerini
haberine yansıtır mı?
Bu hassas bir konu işte… Kadına şiddet
konulu haber çok yaptım. Dövülmüş,
işkenceye uğramış, sakat bırakılmış ve ölmüş
kadınlar gördüm. Bir kere normal bir şiddet
haberinden çok daha fazla nefret duygularınız
kabarır. İnsan olarak sinirlenirsiniz ve tabi
ki kadın olarak sinirlenirsiniz. Kendinizi
o kadının yerine koyarsınız, daha çok
sinirlenirsiniz. Çoğunun ailesi ondan
çoktan vazgeçmiştir zaten, sizden medet
bekler, elinizi tutar, ağlar, kriz geçirir. Böyle
bir manzara karşısında etkilenmemek için
kadın değil de insan olmamak gerek galiba.
Böyle bir haberi yazarken de ister istemez
içselleştirirsiniz. Ve evet, hislerinizi habere
yansıtırsınız, ben yansıtıyorum. Dediğim
gibi bunun için özel bir çaba harcamıyorum
elbette ama genellikle zavallı bir kadının
düşürüldüğü içler acısı durum ve bunu
yapanın fiziksel gücünü kullanan adam
görünümlü bir canavar olması haberi
yazarken tuşlara daha sert basmanıza neden
oluyor.
Yanlış anlaşılmasın, cinsi bir dayanışmadan
bahsetmiyorum ben. Kadına şiddetin ayyuka
çıktığı özellikle bu son zamanlarda olana
bitene şahit olup, gözlerini kapatan herkes
suçlu bence. Kadını da, erkeği de… İşte tam
da bu nedenle, “Haksızlık karşısında susan,
dilsiz şeytandır”.
Gazetecilik, özellikle polis muhabirliği
özel hayatınızı nasıl etkiliyor?
Ne demiştik, gazetecilik bir yaşam stilidir
arkadaşlar. İşte tam da bu nedenle Bazı
dostlarımın düğünlerine gidemedim ben, acı
zamanlarında yanlarında olamadım. Çünkü
uzaklarda haber peşindeydim. Rutin sağlık
kontrollerimi yaptırmam lazım ama işten
güçten fırsat bulup gidemiyorum. Ha belki
bu bahanedir ama “yarın şu saatte görüşürüz”
diye randevu aldığım doktoru tekrar arayıp,
“iş çıktı da başka bir zamana ertelesek evet
bu kez gün belirlemeyelim” deyip, mahcup
olduğum zamanlar da çok oldu.
İş yaşamında yeteri kadar hatta yeterin
üstünde sosyalleştiğim için iş dışında kalan
yani özel hayatımda huzur ve yalnızlığı
özlüyorum çoğu zaman.
Gazetecinin ötesinde kadın polis
muhabiriyseniz eğer kendi işinizi kendiniz
yapmaya da alışırsınız. Bazı erkek
arkadaşlarımın, “bir kere de bana ihtiyacın
olsun” diyerek sitem ettiğini çok duydum.
Ve inanın, bu bana özgü bir durum değil.
Tanıdığım kadın polis muhabirlerinin hemen
hepsi de şu çizdiğim profile uygundur.
Yani sözün özü arkadaşlar, kadın
polis muhabiri, hiçbir zaman zihinlerde
oluşan kadın figürü değildir, dışardan
baktığınızda belki benzetirsiniz ama tanımaya
başladığınızda görürsünüz, o başka bir
şeydir… Pek de alışık olmadığınız bir şey…
e-psikolog
KADIN DANIŞMA MERKEZİ
Mor çatı’da psikolojik alanda
çalışma yapan herkesin öncelikle
hiçbir kadının şiddeti provoke
ettiğine, ya da bunu hak ettiğine
inanmaması bekleniyor. Kısacası
şiddet gören kadınlara destek
verecek psikologların kadın
bakış açısına sahip olmaları
gerekiyor. Hukuksal destekte
ise şiddete uğrayan kadınların
büyük bir çoğunluğu, yasal
haklarını ve bunları nasıl
kullanacaklarını bilemiyor.
Kadınların bu ihtiyaçları gönüllü
avukatlarımızın verdiği hukuksal
danışmanlık ile karşılanıyor.
Hukuk alanında çok sık gözlenen
bir durum, uygulayıcıların
kadından yana olmayan
yaklaşımları nedeniyle var olan
yasalardaki olumlu hükümlerin
bile uygulanamaması. Bu nedenle
hukuksal danışmanların da
kadın bakış açısına sahip olması
büyük önem taşıyor. Şiddet
uygulayanlara yönelik “Haksız
Tahrik’’ indirimi konusunda
ise, Mor Çatı Kadın Sığınma
Vakfı’ndan Fatma Mefkure
Budak,”Yasalar kadından yana
deniyor. Ancak devlet haksız
tahrik indirimi uygulamasıyla
namusu hukuk üzerinden
yeniden yazıyor; namusu
sahipleniyor. Kot pantolon
giydiği için bile eşini, sevgilisini,
kardeşini öldüren erkeklerin
gerekçelerini sahiplenip, erkeğe
hak veriyor” dedi. Budak,
“Devlet cinayeti işleyen erkeğin
özrünü kabul ediyor.’’ diye
sözlerine ekledi.
Kadına yönelik şiddet hep
vardı, ancak bugün çok daha fazla
kadın bunu dillendiriyor. Şiddet,
görünürde güçlünün güçsüz
üzerinde iktidarını kurmak için
kullandığı yöntem olarak görülse
de, güçsüzlüğün bir ifadesidir.
Bu artışta halkın yoksullaşması
önemli bir yer tutuyor. Yoksulluk
arttıkça “ezilenin de ezileni”
olarak biz kadınların payına daha
fazla şiddet düşüyor. 10 yıldır
hükümetin AK Parti tarafından
yönetiliyor olması da önemli
bir neden. Erkek egemen yargı
sisteminin oluşu (ağır tahrik
indirimi, tecavüze uğrayan
kadınların “suçlu” görülmesi,
onlarca erkeğin tecavüzüne
uğrayan 13 yaşındaki kız
çocuğunda “rıza” aranması gibi
karaları hatırlayalım) erkeklerin
egemenlik alanı sürekli artmakta.
Medyanın dili kadına
yönelik şiddeti meşrulaştıran,
kadını aşağılayan, eril bir dil.
Medyada, cinayete kurban
giden kadının fotoğrafı büyük
oranda yer alırken, katiller özenle
korunmakta.
Türkiye’de kadın olarak
karakola düşmenin bedeli ağırdır.
Örneğin; İzmir’deki bir karakolda
polislerden şiddet gören kadının
görüntüleri ortaya çıkalı çok
zaman olmadı ve bu polisler
basit cezalarla “ödüllendirildi”.
Polisler kendilerine sığınan
mağdur bir kadını koruyacağına,
katil adaylarına teslim ederek,
aile bütünlüğünü korumayı esas
alıyor.
Kadına yönelik şiddetin
aslında temel dayanağı toplumsal
cinsiyet eşitsizliği. Eğer kadınla
erkek arasındaki ilişki hiyerarşik
oluyorsa, ki çoğunlukla öyle,
bakış açısı erkeğe egemen olmayı
kadına tabii olmayı öğretiyor.
Eşit bir ilişki olmadığı için de
kadınlar yapacakları normal
işlerinde hesap veriyor. “Bugün
şuraya gidebilir miyim?”,
“Şununla görüşebilir miyim?”
veya “erkekler onu yapamazsın!”,
“kısa giyemezsin!”. Şiddetin
ikinci önemli nedeni ise medya.
Büyük medya kuruluşları
‘Kadınlar günü’nde çeşitli
etkinlikler düzenleyip broşürler
basıp eşitlikle mücadele
ediyorlarsa, diğer günlerde de
gazetelerinde bu hassasiyeti
gerek fotoğraflarıyla gerekse
haberlerindeki içerikle
göstermeliler ve her zaman
kendilerini “biz ne yapıyoruz”
diye sorgulamalılar.
Maalesef toplumsal olarak
şiddetten arınmış bir ülke değiliz.
Herkes öfkesiyle baş edebilir. Biz
de “şiddetsizliğin yöntemlerini’’
öğretiyoruz. Üniversite mezunu
olan kadınların ilişkilerinde ise
ekonomik şiddet var. Maaş kartı
elinden alınan birçok kadın var.
Ya da kadın elektrik, su gibi
faturaları yatırıp, erkeğin maaşıyla
yatırımlar yapılıyor ve kadının
elinde para kalmıyor. Şiddet tek
bir faktöre bağlı değil. Kadınlar
haklarını aramaya başladıkça veya
boşanmaya çalıştıkça şiddetin dozu
da artıyor.
Kadına yönelik şiddetin
artmasının temel sebebi, şiddetin
toplum olarak normalleştirilmesi
ve devlet tarafından meşrulaştırılıp
hafifletici nedenlerle cezaların
caydırıcı olmaması. Bunların dışında,
bireysel ve psikolojik sorunlardaki
artış ile alkol-madde kullanımı ve
bunların bağımlılığındaki artışın da
payı azımsanmayacak kadar çok.
Pek çoğumuz çeşitli sebeplerden
ötürü ebeveynlerimizden farklı
olmaya karar vermiş ancak
sonrasında benzer özelliklerin
kendimizde olduğunu farketmişizdir.
Kendimizi hemcinsimiz olan
ebeveynlerimizin yaptıklarını
yaparken buluruz. Tüm bunları
şiddetle birleştirdiğimizde şiddet
uygulayan ailelerde yetişen kişilerin
ileride çoğunlukla şiddet uygulayan
bir aile yapısına sahip olduğu
biliniyor.
Benzer dertleri olan hikayeleri
görmek bizleri rahatlatır, çünkü
içinde bulunduğumuz durumda
yalnız olmadığımızı hissederiz.
Bu noktadan hareketle gazetede
hergün yer alan şiddet haberleri
kadınlara bir yandan mücadele
için güç verse de erkekler açısından
yalnız olmadıklarını görüyor
olmaları yaptıkları davranışın
normalleştirilmesine neden oluyor.
Kanada’da şiddet gören kadının
polise gitmesinin, ikinci kez şiddet
görme olasılığını azalttığı bilgisi
polisin şiddeti önlemedeki yararını
açıkca gösteriyor. Ancak Türkiye’de
polisin şiddeti önleme misyonu
edinmesinden çok aile içi barışı
sağlamak gibi yanlış bir inancı var.
Konak
Belediyesi’ne
bağlı Pervin
Özdemir Seramik
atölyesinin kadına
şiddet temalı
çalışmaları
Eşinin şiddetinden korunmaya
çalışan ama dayağa mecbur
bırakılan kadın seramiği
Gençliğini yaşamadan gelin
olan çoçuk
Şiddete mağruz kalan kadın
çocuğunu yaşananlardan
etkilenmemesi için korur
10
dosya
Nisan2012 Sayı28
‘Şiddet Yasası’ meclisten geçti
'Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine İlişkin Kanun Tasarısı' Meclis Genel Kurulunda oy
birliğiyle kabul edilerek, yasalaştı
T
BMM Adalet
Komisyonun’da
temel kanun olarak
ele alınan “Ailenin
Korunması ve Kadına Yönelik
Şiddetin Önlenmesine İlişkin
Kanun Tasarısı'nın 1. Bölümü 8
Mart Dünya Kadınlar Günü’nde
oy birliğiyle kabul edildi.
Anayasa ile Türkiye’nin taraf
olduğu sözleşmeler, Avrupa
Konseyi sözleşmesi ve yürürlükte
tüm kanuni düzenlemelerin
esas alınacağı kadını korumaya
yönelik kanunlar tekrar
belirlendi. Ekim 2011’den
bu yana hazırlık aşamasında
olan yasa tasarısının eski ismi
“Kadının ve Aile Bireylerinin
Şiddetten Korunmasına Dair
Kanun Tasarısı” iken değişen
yeni adıyla birçok kadın
örgütünden tepki aldı. Ancak
yeni yasanın hazırlık aşamasında
bu tepkiye karşılık, Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanı Fatma
Şahin "Eski yasayla, geçmişle
bağı siliyorsunuz" dedi. Şahin
ayrıca tasarının adı ve içeriği
ile ilgili gelen tepkilere karşı,
tasarıda görülen bazı yanlış
İllüstrasyon: Burcu Çeliksap
anlaşılmaların alt komisyonda
çözüldüğünü belirtti. Ancak,
toplantı süresince tasarının
adınının değişmesi
komisyon üyeleri arasında
tartışmaya yol açtı. CHP
İstanbul Milletvekili
Binnaz Toprak,
“Aile önemli ama
hukuk devletinin
en önemli görevi,
bireyi korumaktır.
Gruplardan, aileden
önce birey ve bireyin
haklarını korunmalı.
Kadını ailenin altına
sokmak, onun birey
olduğunu ikinci plana
atıyor. Kadına yönelik
şiddetin önemli kısmı aileden
kaynaklanıyor” diye konuştu.
Bunun üzerine Alt Komisyon
Başkanı ve Ak Parti Kırıkkale
Milletvekili Ramazan Can,
tasarının adı konusunda “kadın
ile aile arasında ayrımı uygun
bulmadıklarını” belirterek,
“Düzenlemenin adında 'aile'
tercih edilmeli” görüşünü ifade
etti.
Komisyonda kanun tasarısı
Her 5
gebeden
1’i doğum
öncesi bakım
almamakta
ve sağlık
personeli
olmadan
doğum
yapmakta
Kadınların
%71,3'ü
sosyal
güvenlik
kurumuna
kayıtlı değil.
Her 2
kadından
1’i
duygusal
şiddet
yaşamakta
Kadın,
mülkiyet
ve gelir
dağılımı
oranı % 8,
kazanılan
ücretin
dağılımı ise
%10
için, CHP’nin sunduğu “cinsel
tercih farklılığı” ibaresinin
eklenmesi önergesi kabul
edilmedi. BDP’nin önergesi
ise tasarının, tanımlar başlıklı
2. Maddesi üzerine oldu.
”Trans kadınlar”, “lezbiyen”,
“gay” ve “eşçinsel” ibarelerinin
eklenmesini istedi ancak bu
da kabul edilmedi. Kabul
edilen önergeler arasında Ak
Parti’nin önergesi vardı. Ak
Parti, tasarının 2. Maddenin 1.
Fıkrasının ‘b’ bendinin madde
metninin çıkarılmasını istedi ve
önerge kabul edildi.
Meclisten geçen kanun
yasasına göre; kadın izleme
mahkemeleri kurularak, kadınlar
özel olarak izlenecek, şiddet
uygulayan kişi görevi için
taşıdığı silahı çalıştığı kurama
teslim edecek, korunan kişinin
hayati tehlikesi varsa kimlik
bilgileri ilgili diğer bilgi ve
belgeler değiştirilecek, geçici
maddi yardım bağlanacak,
erkeğin tapusuna ‘aile konutu
şerhi’ konacak ve tedbir
kararları verilirken delil ve belge
aranmayacak.
2007 yılı
itibariyle
kadınların
işgücüne
katılma
oranı sadece
% 24,8
Türkiye’de
Kadına Yönelik
Şiddet -1
Türkiye’de
her beş
kadından bir’i
fiziksel şiddet
görmekte
Mecliste
kadın
oranı %
9.1
Yaşadığı
şiddeti
kimseye
anlatamayan
kadınların
oranı %48,5
Her 10 gebe
kadından 1’i
fiziksel şiddet
görmekte.
2006-2007
öğretim yılı
verilerine göre
üniversite
eğitimi alan
toplam
öğrencilerin
%43’ü kadın
öğrenciler.
Nisan2012 Sayı28
Baro’dan yeni yasaya
kadın hakları çağrısı
İzmir Barosu Kadın Hakları Danışma ve Hukuk Araştırmaları
Merkezi yönetim kurulu üyesi Ayşegül Altınbaş’la kadına şiddet
üzerine...
Kadına şiddet arttı mı?
Kadına şiddet arttı demek
güç. Buz dağının görünen ve
görünmeyen kısmı var. Şiddet
daha önceden de vardı, sadece
görünür hale geldi. Çünkü,
kadınlar sosyolojik durumu
itibariyle bunun suç olduğunu
düşünmüyorlar, dahası haklarını
bile bilmiyorlardı. Genellikle
ekonomik özgürlüğü olmayan
kadınların daha yüksek oranda
şiddet gördüğünü görüyoruz
diyebilirim
Şiddet uygulayan kişinin
tahrik indirimi alması
doğru mu?
Kişinin acı çekmesine yol açan
ya da yol açacak olan özel ya
da kamusal alanda her türlü
davranış şiddettir. Kadına
şiddeti diğer şiddetlerden nasıl
ayırıyoruz; sırf kadın olduğu
için uğradığı şiddete biz kadına
yönelik şiddet diyoruz ve öznel
bir hal alıyor. Dolayısıyla haksız
tahrik hükümleri bu suçları
işleyen kişiler, yani failler lehine
uygulanan birşey. ''Ali, Ayşe’yi
kendisini
aldattığından
şüphelendiği
için 5 yerinden
bıçaklayarak
öldürdü.''
Bunun
yargılamasında
deniliyor
ki, ''Ayşe
iffetsizdi,
A kişisiyle
internette
konuştu.
B kişisine
bakkalda
kaş göz
yaptı.'' Ve
¼ ten ¾ e kadar haksız tahrik
indirimi uygulanıyor. Hakim
önünde şahsın avukatı, ''Evet
Ayşeyi öldürdü, lakin Ayşe de
sütten çıkmış ak kaşık değildi.''
Tahriklerden dolayı bu suçun
işlenmesinde tahrik indirimi
fonksiyon oldu. İşte burada
mahkeme diyor ki, ben buna
5 sene ceza verecektim, fakat
tahrik ettiği için cezasını 3
sene olarak indiriyorum. Aynı
zamanda toplumsal cinsiyet
rolleri, toplumda kadınların
neyi yapıp neyi yapamayacağını
belirlemiş olması, tahrik’inde
aslında temelini oluşturuyor.
Bu durumu hukukçuların
incelemesi gerektiği kadar
sosyologlarında incelemesi
gerekiyor. Yalnız bu küresel
sorun Çin, Venezüella ve Latin
Amerika'nın bir çok bölgesinde
namus savunması olarak var.
Yani, kadına şiddet yanlızca
ülkemize ilişkin bir sorun değil.
Bir dava sonuçlanmadan
medyada yer alması,
davanın akışını nasıl
etkiliyor?
Bu tür davalar, bir sürü
disiplinin aynı anda çalışmasını
gerektiren ve kendi içelerinde
birbirini etkileyen durumlardır.
Bizler hukukçuyuz ve tuhaf
olan herşey bizde kitleniyor. Bu
yüzden psikoloji de bilmemiz
gerekiyor sosyoloji de. Bununla
beraber suç bilimi ile beraber
birleştirip harmanlayıp
suçu çıkarmamız gerekiyor.
Medyada veriliş şekline gelince,
gazeteciler gelip diyorlar ki,
‘bana birşey anlat’ ben ona öyle
birşey anlatayım ki müthiş
sansasyonel olsun.
Şeytanın bile aklına
gelmeyecek bir suç olsun. Ve
bu işin artık reytingi de var.
Şimdilerde suç,
pornografikleşti. İnsanların
bu durumdan zevk aldığını
düşünüyorum. 2. ve 3. Sayfa
haberleri inanılmaz derecede
okunuyor. Ben bu istedikleri
hikayeleri anlatmam! Çünkü
sığınma evlerine de girmek
isterler. Sığınma evlerine
senelerdir bu işte olmama
rağmen bir kere bile girmek
ve yerini bilmek istemedim.
İstemem! Sığınma evlerinin
gizlidir. Sığınma evlerinin
açığa çıkmasına neden olacak
hiç bir davranışta bulunmam,
aracı telefonlar ile ekip gelir
müvekkili götürür getirirler.
Onların trajik hikayelerini
medyacıların yorumlaması
gerekiyor. Ama neoliberal
akımlar, sömürü politikaları
medyayı reyting kaygısıyla,
haberi magazinsel olarak
yapmaya itiyor. HaberTürk'ün
tam manşette sansürsüz olarak
verdiği kadın cesetinin geçen
ay duruşması oldu. ''Medya
neredeydiniz?'' O dava boyunca
herkes kadının bedeni üzerine
konuştular. Şiddet bitsin,
insanlar irite olsun amacıyla o
görseli koyduklarını söylediler.
Fakat medyacılar bu durumu
reyting kaygısıyla verdikleri
için magazinsel bi durum
kazandı. Ki zaten çoğu medya
kuruluşu da davayı takip
etmedi.
Kadına şiddet
konusunda devletin
alması gereken
önlemler nelerdir ?
Tüm
mekanizmalarıyla
devlet, kurum ve
kuruluş, kişilerle
beraber herkes
samimi bir
şekilde oturup
düşünmeli
ve gereken
mekanizmaları
koordine etmeli.
Baro işini çok
iyi yapıyor. Fakat
belediye işini iyi
yapmazsa bir sonuç
alınmaz. İnsan
olarak herkesi insan
kategorisine koymak
gerekir. Bu şekilde
davranırsak şiddet vakaları
da sona erecektir ya da
minimuma düşecektir.
dosya
11
Sizce
neden?
Çeşitli meslek gruplarından insanlara,
“kadına yönelik şiddetin sebepleri
neler?” diye sorduk...
Meltem Üçer
Gıda Mühendisi
Bana göre en önemli sebep
hukuk güvenliliğinin
olmaması.
Evin Akıncı
Resim Öğretmeni
Tek bir sebebe bağlanamayacak
kadar ciddi bir sorun.Eğitimli
ya da eğitimsiz hiçbir şey
değişmiyor. Yetişme tarzı,
psikolojik sorunlar kadına
şiddeti arttırıyor.
Perihan Güney
Emekli
Süregelen bir ataerkil
toplumda yaşıyoruz. Aile içi
eğitim, erkeğin ve kızın farklı
yetiştirilmesi, cinsiyet ayrımı gibi
konular sayılabilecek sebepler
arasında. Herşeyden önce gerekli
olan şey aile içi eğitimdir.
Enver Aker
Emekli Hakim
Herkes eğitimsizliğin şiddet
sebebi olduğunu söylüyor,
fakat bence eğitim şiddeti
engellemez. Psikolojik sorunlar,
cinsiyet ayrımı, hukukun
yetersizliği kadına yönelik
şiddetin ciddi sebepleri.
Münire Susam
Kimyager
Feodal bir sistem var ve bu
ortamda yetişen insanlar bu
şekilde davranıyor. Erkek
egemen bir toplumda yaşıyoruz
ve kadına gereken önem
verilmiyor.
Sebla İleri
Turizmci
Öncelikle tabuların yıkılması
gerekiyor. Cinsel baskı
var ve erkekler kendilerini
yeterli hissetmeyip şiddete
başvurabiliyor. Namusun hala
iki bacak arasında sayılması
şiddete eğilimi fazlalaştırıyor.
12
kültür sanat
Nisan2012 Sayı28
İzmir’de caz esintisi
19. İzmir Avrupa Caz Festivali 3-17 Mart tarihleri arasında yapıldı. İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı’nın ve
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin katkıları ile düzenlenen festival AASSM’de açılış konseri ve kokteyl ile başladı
Dicle Günay-Ayşegül Çığır
A
çılış konserinde
“Türkiye-Hollanda
Diplomatik
İlişkileri 400’üncü
Yıl Kutlamaları”nı İzmir’de
başlatacak olan Arifa ve ney
sanatçısı Şenol Filiz sahne aldı.
Festivalin ikinci günü ise 5
Mart’ta yapıldı. Avusturya’nın en
önemli caz sanatçıları arasında yer
alan Florian Bramböck, Christian
Maurer, Wolfgang Puschnig
ve Klaus Dickbauer’den oluşan
Saxofour grubu sahne aldı.
6 Mart gecesi ise Livio
Minafra Quartet konseri yer aldı.
Grup aynı zamanda Siena Vakfı
işbirliği ile yapılan Açık Caz
Atölyesi’ni yürüttü.
İzmir 19. Avrupa Caz Festivali
dördüncü gününde gitar ikilisi
Uwe Kropinski ve Joe Sachse’yi
ağırladı.
İzmir Avrupa Caz Festivali
bünyesinde yapılan eğitim
19. İzmir Avrupa Caz Festivali kapılarını 2010 yılında ‘’En İyi Dünya Müziği Albümü’’ ödülünü alan Arifa Grubu ile açtı
faaliyetleri bu yıl da devam etti.
İtalyan topluluk Livio Minafra
Quartet yönetiminde yapılacak
açık caz orkestrası atölyesinin
yanında, Alman sanatçılar Uwe
Kropinski ve Joe Sachse üç
günlük gitar atölyesini sürdürdü.
Sanatçıların ustalarıyla birlikte
ilk kez uluslararası bir festivalde
çalma şansını yakaladıkları Açık
Caz Orkestrası final konseri 9
Mart gecesi yapıldı.
Caz Festivali konserlerin
yanı sıra caz semineri ile devam
etti. Festival danışmanı, caz
tarihçisi, gazeteci, yazar Francesco
Martinelli “Müzikal Yılan;
Saksafonun İcadı ve Cazın
Tercih Edilen Enstrümanı Oluş
Hikâyesi” konulu bir seminer
verdi. Ücretsiz izlenebilen
seminer Türkçe’ye çevrilerek
katılımcılarla buluştu.
İzmir Fransız Kültür Merkezi
işbirliği ile festivale katılan
Geraldine Laurent Time Out
Trio festivalin yedinci gününde
sahne aldı.
19. İzmir Avrupa Caz
Festivali’nde “Türkiye-Hollanda
Diplomatik İlişkileri 400’üncü
Yıl Kutlamaları”nın ikinci
konseri 12 Mart gecesi yapıldı.
ICP Orkestrası aynı zamanda
10-11 Mart’ta “Impro Dutch
Academy” atölyesini de yürüttü.
İzmirliler festival kapsamında
Tomasz Stanko ve grubunu
dinleme şansını yakaladı.
Polonyalı caz müzisyeni olan
Tomasz Stanko, klasik piyano
eğitimli Dominik Wania, Michał
Barański ve Finlandiya doğumlu
Olavi Louhivuori İzmir’de ilk kez
çaldı.
19. İzmir Avrupa Caz Festivali
17 Mart günü Paganini Trio
konseri ile sona erdi. Burhan
Öçal ( perküsyon), Tuluğ Tırpan
(piyano ) ve Atilla Aldemir’den
(keman) oluşan üçlüye konuk
sanatçı olarak Avusturyalı
saksafonist Wolfgang Puschnig de
katıldı.
11 yıl sonra yeniden sinema
12. Uluslararası İzmir Film Festivali’nin uzun aradan sonra yeniden yapılacak olması uluslararası anlamda
ve Expo 2020 sürecinde şehrin tanıtımında büyük katkı sağlayacak
Serdar Yündem - Mert Erten
U
luslararası İzmir
Film Festivali 11 yıl
aradan sonra yeniden düzenleniyor.
İlki 1990 yılında yapılan ve son
olarak 2000 yılında düzenlenen
festivalin 12.si 21- 28 Nisan
tarihleri arasında gerçekleştirilecek.
Festival kapsamında, son
bir yıl içinde yapılmış ve daha
önce ödül almamış uzun metraj
filmler, “En İyi Film”, “En İyi
Yönetmen”, “En İyi Senaryo”,
“En İyi Görüntü Yönetmeni”,
“En İyi Kadın Oyuncu” ve “En
İyi Erkek Oyuncu” dallarında
yarışacak. Kazananlara İzmir
Efes’in kültürel ve tarihsel
değerini simgeleyen “altın artemis” ödülü verilecek. Festival
programında Uzun Metraj
Film Yarışması, Kurmaca Kısa
Film Ödülleri, Dünya Sineması
Bölümleri, Türk sineması özel
bölümleri yer alacak. Film gösterimi ve etkinlikler 21 Nisan
Cumartesi günü başlayacak,
28 Nisan Cumartesi günü ise
Kapanış ve Ödül Töreni ile sona
erecek. Ayrıca bu yıl filmler;
Oğuz Onaran, Oğuz Adanır
ve Mutlu Parkan’dan oluşan
akademi jürisi tarafından değerlendirilecek.
Organizasyon, Başbakanlık
Tanıtma Fonu, Kültür ve Turizm Bakanlığı, İzmir Kalkınma Ajansı destekleri ve İzmir
Büyükşehir Belediye Başkanı
Aziz Kocaoğlu ile DEÜ Rektörü
Prof. Dr. Mehmet Füzün’ün
işbirliğiyle yeniden İzmir’de
hayat bulacak.
Festival’in Expo 2020’ ye
katkısı büyük
11 yıl aradan sonra festivalin
yeniden hayat bulmasına katkı
sağlayan Büyükşehir Belediye
Başkanı Aziz Kocaoğlu protokol imza töreninde, festivalin
EXPO 2020’ye aday olan bir
şehir için büyük önem taşıdığını ifade etti. Bir şehir için
ekonomik kalkınmanın yanısıra
sanatsal aktivitelerinde önemini
vurgulayan Kocaoğlu, “İzmir’in
motivasyonunun artması ve
kabuğunu yırtması için çok şey
yapıyoruz, yapmaya da devam
edeceğiz. Eğer buraya kültür
sanat kenti misyonunu da
yükleyemezsek, yaptığımız tüm
çalışmaların eksik kalacağı ve
sürdürülemez olacağını düşü-
nüyoruz. Kalkınma sürecinin
devam etmesi, sürdürülebilir
olması için kültür sanat büyük
önem taşıyor” diye konuştu.
Hükümet devlet belediye
el ele
Festivalde birçok kurumun
yanısıra Kültür Bakanlığı ve
Valiliğin maddi desteği de yadsınamaz. Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet
Füzün, film festivalinin İzmir’i
Expo 2020 sürecinde Dünya’ya
tanıtımınında katkıda bulunacağını belirtti. Füzün, “Kültür
Bakanlığı, İzmir Büyükşehir
Belediyesi ve Valiliğin maddi
kaynakları ile hükümet - devlet
- belediye el ele vererek, İzmir
Film Festivali’nin yapılmasına
onay verdiler.’’ sözleriyle organizasyonun kollektif bir çalışmanın sonucunda gerçekleşeceğini
anlattı.
Onur Ödülleri iki sinema
üstadına
21-28 Nisan 2012 tarihleri
arasında gerçekleşecek festivalde
“Yaşam Boyu Onur Ödüllerleri’’
nin kime verileceği belli oldu.
12. Uluslararası İzmir Film
Festivali’nde onur ödülleri;
Yeşilçam’a standartların dışında
bir oyunculuk anlayışı getiren
ve İzmir’li bir ailenin kızı olan
Çolpan İlhan ile Rembetiko
filminin yaratıcısı olarak
tanıdığımız yönetmen-senaristoyuncu Costas Ferris’e verilecek.
Ayrıca bu yıl Türkiye’de
bir ilk olarak, film festivali
kapsamında, Dokuz Eylül
Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi Film Tasarımı bölümü
kurucu hocası ve Türkiye’nin
ilk sinema profesörü olan Âlim
Şerif Onaran ödülü verilecek.
kültür sanat
Nisan2012 Sayı28
13
En neşeli müze açıldı
İzmir Neşe ve Karikatür Müzesi dünyadaki 55 karikatür müzesi arasında ilk 15’in içinde yer alıyor
Ayşegül Yıldırım
K
onak Belediyesi
üçüncü butik
müzesi olan Neşe
ve Karikatür
Müzesi projesini hayata
geçirdi. Akdeniz Neşesi sergisi
ile gerçekleştirilen açılışa
yurtiçinden ve yurtdışından
çok sayıda sanatçıyı, diplomatı,
siyasetçiyi, sanatseveri ve
İzmirli’yi biraraya getirdi.
İzmir’de engelli rampası olan ilk
müze olma özelliği taşıyan bu
müzede çeşitli birçok sanatçının
eserleri bulunuyor. Müzenin
içerisinde, temalı sergiler ve
güncel olayların geçmişten
günümüze uzanan karikatürler
halinde sergilendiği bölümleri
var. Müzenin bir diğer özelliği
de binanın ve içindeki çoğu
envanterlerin bağış olması.
Müzede 10 Türk sanatçının 10
eseri ile 17 ülkeden 43 yabancı
sanatçının eseri bulunuyor.
Ertuğrul Nuri, Sunak Kunar
Aytuna, Niyazi Yontaş, Ali
Fuat Karagöz, Oğuz Oral ve
Ertan Erbulak gibi sanatçıların
koleksiyonlarından bağışlar
da yer alıyor. Ayrıca, müzenin
açılış sergisinde 17 ülkeden
54 farklı sanatçı katılarak
eserleriyle müzeye bağışta
bulundu. İnce bir zeka ürünü
olan mizah ile yaşamı keyifli
hale getiren neşeyi ön planda
tutan müze komik olanı akla
ve ruha hitap eden yanlarıyla
gösteriyor. Müzenin bilgi işlem
ve arşiv sorumlusu Muhammed
Usla, müzede ilk Türkçe
Mizah dergisi olan Diyojen,
ilk Türkçe karikatürcü Ali
Fuat Bey’in dergisi Karagöz,
ilk Osmanlı Dergisi Meğu,
Modern Türk Karikatür dergisi
Kalem, Yusuf Ziya Ortaç’ın
dergisi Akbaba ile Sabahattin
Ali ve Azin Nesin’nin çıkartığı
Marko Paşa ilk sayısının bu
müzede yer aldığını belirtti.
Aynı zamanda arşivi, altyapısı
ve kültürel zenginliği açısından
Dünya’daki 55 önemli
karikatür müzesi arasında bu
müzenin ilk 15 içinde olduğunu
vurgulayan Usla, İzmir Neşe
ve Karikatür müzesinin bu
anlamda önemli olduğunu
Karikatür ve Neşe Müzesi’nde bir çok farklı sanatçının eserleri sergileniyor.
vurguladı. Neşe ve Karikatür
Müzesi sadece karikatürün değil
mizah edebiyatı, komik film
afişleri ve hayata renk katan
yaklaşımıyla neşeyi ön plana
çıkaran bir konsepte sahip.
Karikatür müzesi, yaklaşık iki
aydan bu yana ziyaretçilerine
açık bulunuyor. Her yaştan,
her kitleye hitap eden bu müze
genellikle öğrencilerin ziyaretine
uğruyor. Müzeye her haftasonu
Nisan’da kültür-sanat
İzmir’li karikatüristler gelip
ders veriyor ve komedi filmleri
gösterimi oluyor. Charlie
Chaplien’den, kukla ve
animasyon filmlerine kadar bir
çok çeşitli film gösteriliyor.
Hazırlayan Aslı Tartar- Arda Yılmaz
Sinema
Tiyatro
Opera ve Bale
Konserler
Amerikan Pastası
Alevli Günler
Turandot
Gökçe
Tür : Komedi, Romantik,
Yönetmen : Jon Horwitz,
6 Nisan
7-8 Nisan / Karşıyaka Opera ve
Tiyatro Sahnesi
Onca Yoksulluk Varken
Dr Seuss The Lorax
7-8 Nisan /AKM
Ferhan Şensoy Ferhanlı
Tür : Animasyon, Aile
Yönetmen : Chris Renaud,
Cince Paul, Ken Daurio
6 Nisan
Mevsim Çiçek Açtı
Tür : Komedi
Yönetmen : David Wain
8 Nisan
The Divide
Tür: Bilim kurgu, Dram,
Tür: Dans Tiyatrosu
Gösterim Tarihi: Dans
Tiyatrosu
Tür: Dans Tiyatrosu
Gösterim Tarihi: 5-7-12 Nisan
Yer: Opera Salonu
5.Ulusal Genç Solistler
Yarışması
Titanik-3d
Tür : 3 Boyutlu, Dram,
Fantastik, Müzikal, Romantik
Yönetmen : James Cameron
13 Nisan
Yeraltı
Tür : Dram
Yönetmen : Zeki Demirkubuz
13 Nisan
Black Gold
Tür : Dram
Yönetmen :Jean-Jacques Annaud
13 Nisan
Korkunç Bir Film 5
Yönetmen: Xavier Gens,
9 Nisan
Çakırcalı Efe
Guguk Kuşu
Tür : Dram
Yönetmen : Ali Levent Üngör
6 Nisan
Wanderlust
Tür: opera
Gösterim Tarihi: 2 Nisan
Yer: Adnan Saygun Sanat
Merkezi
Tür : Fantastik, Gerilim, Gizem
Yönetmen : David Zucker
20 Nisan
Tür: Konser
Gösterim Tarihi: 11 Nisan
Yer: Opera Salonu
Şeyler
9 Nisan / Narlıdere AKM
10 Nisan / Karşıyaka Opera ve
Tiyatro Sahnesi
Pamuk Prenses
Tür: Bale
Gösterim Tarihi: 23-27 Nisan
Yer: Dr. Selahattin Akçiçek
Kültür Merkezi
IV. Murat
Tür: Opera
Gösterim Tarihi: 24-26-28
Nisan
Yer: Opera Salonu
Salı 20:00
Tarih: 06 Nisan Cuma
Saat: 23:00
Yer: Zeus Bar
Yeni Türkü
Tarih: 06 Nisan Cuma
Saat: 23:00
Yer: Bios Bar
Hande Yener
Tarih: 06 Nisan Cuma
Saat: 23:00
Yer: Ooze Venue
Hayko Cepkin
Tarih: 13 Nisan Cuma
Saat: 23:00
Yer: Zeus Bar
Demet Akalın
Tarih: 13 Nisan Cuma
Saat: 23:00
Yer: Ooze Venue
Gökhan Türkmen
Tarih: 20 Nisan Cuma
Saat: 23:00
Yer: Ooze Venue
Pilli Bebek
Tarih: 19 Nisan Cuma
Saat: 23:00
Yer: Bios Bar
14
spor
Nisan2012 Sayı28
Teknoloji sonucu etkilemeye geliyor
Gelişen teknoloji futbolda da etki alanını genişletmeye devam ediyor. FIFA, “kale çizgisi teknolojisi” ile
hakem hatalarını en aza indirmeyi planlıyor
Yavuz Kara
T
eknoloji her geçen
gün aramıza daha
çok giriyor. Gündelik
yaşamımızda
teknolojinin nimetlerinden son
damlasına kadar yararlanmaya
çalışıyoruz. Çoğu zaman
hızına yetişemesek de ondan
vazgeçemiyoruz. Hayatımızda
vazgeçemediklerimizden bir tanesi
de spor. Neredeyse hepimiz,
kendimizi bir takım tutmak ya
da herhangi bir sporla ilgilenmek
zorunda hissediyoruz. Hal böyle
olunca sporun içine teknolojinin
kaçmaması da imkânsız hale
geliyor.
Özellikle sporun en popüleri
olan futbol, yıllardır teknolojiyi
içinde barındırıyor. En basitinden
skorbordlar, değişiklik tabelaları,
elektronik reklam panoları,
hakemlerin birbirleriyle iletişim
için kullandıkları mikrofonlar
ve kulaklıklar da bunun kanıtı.
Şimdiyse futbol sahalarında
sonuca direkt etki edecek bir
teknoloji, yani “kale çizgisi
teknolojisi”, konuşuluyor.
Bu süreçte, en uygulanabilir
teknolojiyi sunmaya çalışan dokuz
farklı firma, FIFA’nın gözüne
girmeye çalışıyor.
Teniste, 2006 yılından
bu yana uygulanan “Şahin
Gözü” sistemine benzeyen bu
teknolojinin, futbolun içine
girmesi gündemde.
Aslında bu tartışma da yeni
değil. Daha önce birçok kez
FIFA Başkanı Sepp Blater’in veto
ettiği “çipli top” sisteminden çok
da farklı olmayan “kale çizgisi
teknolojisi” önümüzdeki yıllarda
kullanılacak gibi görünüyor.
Teknolojinin 2014 Dünya
Kupası’nda da kullanılabileceğini
İzmir’de
Futbol
Batuhan Erkenci
2010 Dünya Kupası’nda Alman Milli Takımı’nın şanslı anı
gözükmesi tartışmaları
alevlendiriyordu. Herkesin görüş
bildirdiği pozisyona Rüştü’nün
yorumuysa “Benim de içime kurt
düştü” oluyordu.
Çizgiyi geçmesine rağmen,
hakemlerin göremediği toplar
birçok takımın canını yakıyor.
Dünya Kupası gibi FIFA’nın
gözbebeği bir organizasyonda
dahi hakemlerin dikkatinden
kaçan bu tarz pozisyonlara yerel
liglerde de sık rastlanıyor.
Geçtiğimiz haftalarda oynanan
Milan – Juventus maçında,
Milanlı Muntari’nin vuruşu
çizgiyi geçmesine rağmen gol
sayılmıyor ve Milan tarafının
öfkelenmesine sebep oluyor. Üst
sıraları ilgilendiren bir maçın
bu hata nedeniyle berabere
sonuçlanması da tartışmaları
arttırıyor.
Hakem hatalarının en çok
konuşulduğu TV kanallarını
barındıran ülkemizde de bu
tür tartışmaların olmaması
imkânsız. 2008–2009 sezonunda,
Fenerbahçe – Denizli maçında
Deivid’in; geçen sezon, Beşiktaş
– Karabükspor maçında Hugo
Almeida’nın vuruşunda toplar
çizgiyi geçse de hakemlerin
gözünden kaçıyordu.
Bu sezon ise Türkiye’de bu
durum biraz daha ilginç bir
şekilde yaşanıyordu. Beşiktaş
- Bursaspor karşılaşması 2-1
siyah beyazlı ekibin lehine
devam ederken, Beşiktaş kalecisi
Rüştü’nün kucağındaki topla
birlikte çizginin gerisinde
Bu konuyla ilgili en büyük
çekinceyse futbolun bu
kadar teknolojiyi taşıyıp,
taşıyamayacağı. Bir kesim
teknolojinin sahaya girişini çok
olumlu karşılarken, bir diğer
kesim ise bunun futbolun ruhuna
aykırı olduğunu, gerekirse daha
fazla hakem olması gerektiğini
düşünüyor.
Üstünde düşünüldüğü
zaman, futbolseverler, gittikçe
endüstriyelleşen futbolun gittikçe
hata kaldıramadığı gerçeğiyle
yüzleşmeye başlıyor. Yüksek
primlerin döndüğü, kazanılan
maçın kulübe binlerce dolar
kazandırdığı, yayın gelirlerinin
her geçen yıl katlandığı, kulüp
mağazalarından elde edilen gelirin
cazibesi ve bahis oyunlarının
futbolla tamamen iç içe geçmesi
hataların masum gözükmesini
engelliyor.
ALTAY
BUCASPOR
GÖZTEPE
KARŞIYAKA
Spor Toto 2.Lig Beyaz Grup’ta
mücadele eden Altay, inişli
çıkışlı grafik sergilemeye
devam ediyor. Siyah beyazlı
ekip, Teknik Direktör
Ekrem Al’ın takımdan
ayrılmasından sonra eski
oyuncusu Toprak Kırtoğlu ile
anlaştı. Kendi evinde oynadığı
Diyarbakırspor ve Yeni
Malatyaspor maçlarını kazanan
Altay, deplasmandaki hayati
öneme sahip Balıkesirspor
maçından 2-0’lık sonuçla
mağlup ayrıldı. Altay, bir maç
eksiği ile lider Şanlıurfaspor’un
9 puan gerisinde, 4. sırada yer
alıyor.
Bank Asya 1.Lig’te mücadele eden
ve maddi sorunlarla boğuşan
Bucaspor, son dönemde aldığı
başarılı sonuçlar ile kendisini tekrar
play-off yarışı içerisinde buldu.
İzmir derbisinde Karşıyaka’yı 2-0’lık
skorla mağlup eden sarı lacivertli
ekip, Güngörenspor galibiyeti
ve deplasmanda alınan Çaykur
Rizespor beraberliğinin ardından
tekrar üst sıralara tırmandı. Bir
dönem düşme korkusu da yaşayan
Bucaspor, 6. sıradaki Boluspor’un
2 puan gerisinde 36 puan ile
10. sırada yer alıyor. Daha önce
olağanüstü kongre kararı alan
Bucaspor’da başkanlığa Mehmet
Bekturoğlu seçildi.
Geçtiğimiz sezon Bank Asya
1.Lig’e çıkma başarısı gösteren
Göztepe, son dönemde aldığı
başarılı sonuçlarla düşme
potasından bir hayli uzaklaştı.
Özcan Kızıltan’ın takımdan
ayrılması ile 2. Yarıya Teknik
Direktör Cihat Arslan yönetiminde
başlayan İzmir’in sarı kırmızılı
ekibi, ligde kaybettiği Akhisar
Bld. Spor maçının ardından
oynadığı Gaziantep Bld Spor ve
Adanaspor maçlarını kazanarak,
taraftarlarının yüzünü güldürmeyi
başardı. Göztepe, aldığı 31 puan ile
düşme potasındaki Giresunspor’un
9 puan üzerinde, 14. sırada yer
alıyor.
Bu sezon 100. yılını kutlayan
ve Bank Asya 1.Lig’de
şampiyonluk parolasıyla sezona
başlayan Karşıyaka, mart
ayında oynadığı karşılaşmalarda
istediği sonuçları alamayarak
taraftarlarını üzüntüye boğdu.
Ligin 2. yarısına hızlı bir
başlangıç yapan, kazandığı
maçlar ve oynadığı futbolla göz
dolduran yeşil kırmızılı ekip,
aldığı sonuçlarla ilk 6 yarışından
tekrar uzaklaştı. Kaf sin kaf, üst
üste aldığı, Bucaspor, Konyaspor
ve Kartalspor mağlubiyetleriyle
12. sıraya kadar gerileyerek,
Play-off’a katılma şansını tekrar
zora soktu.
açıklayan Blater’in konuya
yaklaşımının değişmesinde
ise 2010 Dünya Kupası’nda,
Lampard’ın bariz bir şekilde
çizgiyi geçen vuruşunun gol
olarak değer kazanmaması
gösteriliyor.
Çok takımın canı yandı
İngiltere teknolojiye hazır
2010 Dünya Kupası’nda canı
yanan İngiltere’nin ise bu
teknolojiye en sıcak bakan ülke
olduğu biliniyor. İngiltere Futbol
Federasyonu, Premier Lig’in
2012-2013 yılında kale çizgisi
teknolojisine geçebileceğini
duyururken, FIFA’nın alacağı
kararı da merakla bekliyor. FIFA
bu sisteme onay verdiği an
da Premier Lig’in teknolojiyi
kullanmak adına zaman
kaybetmeyeceği düşünülüyor.
Futbolun ruhuna uygun mu?
spor
Nisan2012 Sayı28
15
Siyam ikizleri: futbol ve siyaset
Futbolu ve siyaseti birleştiren tek unsur meydanda boyunlara atılan atkılar değil. Futbol üzerinden vaatlerde
bulunmak da siyasetçilere güç katan bir durum.
Kemal Unakıtan, Sergen’in imza törenine de katıldı
Yavuz Kara - Cem Tural
D
ünya futbolunun
patronu olan
FIFA’nın tahammül
edemediği
konulardan en önemlisi futbola
siyasetin karışması. FIFA
kendisine bağlı federasyonlara
siyasetten uzak durmalarını şart
koşar.
Fakat çok sayıda tutkulu
insana hitap eden futbolun siyasi
güçlerden tamamen arınması
çoğu zaman mümkün olmuyor.
Ya siyasetçiler futbolu kendi
alanlarına çekmek istiyor ya da
futbolseverler kendilerini birden
bire siyasetin içinde buluyor.
Türkiye’de seçim
dönemlerinde siyasi parti
liderlerinin veya milletvekili
adaylarının gittikleri şehrin
futbol takımlarının atkısıyla
dolaşmasına alışkınız. Hele ki bu
şehir Bursa, Eskişehir, Trabzon
gibi yerel kulüplerin çok fazla
destek gördüğü bir şehirse,
politikacıların futbola ilgisi biraz
daha artıyor.
Zafere giden yol olarak
kullanılan transfer dönemi
2007 seçimlerinden önce
Eskişehir’den milletvekili adayı
olan, dönemin Maliye Bakanı
Kemal Unakıtan, kentin
desteğini sağlamlaştırmak adına
2. Lig’de (Resmi adı 2. Lig A
Kategorisi) mücadele eden
Eskişehirspor’a Sergen Yalçın’ı
getirdi. Sergen’i takıma katmakla
yetinmeyen Unakıtan, takımın
tüm transferlerinde etkin rol
oynadı ve imza törenlerinde
gövde gösterisi yaptı. Eski
Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen
de milletvekili olduğu Mersin
şehrine futbol konusunda büyük
destek oldu. O dönem 3. Lig’de
(Resmi adı TFF 2. Lig) varolma
mücadelesi veren Mersin İdman
Yurdu’na Zafer Biryol ve Altan
Aksoy gibi üç büyüklerde top
koşturmuş iki ismi hediye etti.
Siyasetçilerin tek kozu
kulüplere yüksek bütçeli
transferler yapmak değil.
2011’de yapılan genel
seçimlerden önce Manisa’dan,
Bursa’ya kaydırılan Bülent
Arınç’ın hamlesi de dikkat
çekiciydi. Meşhur 6222 sayılı
kanuna göre, Bursaspor’a
verilen 5 maçlık cezasının
kalkması gerektiğini her
fırsatta dillendiren Arınç,
sonrasından bu hedefine ulaştı
ve Bursaspor’un aldığı ceza TFF
tarafından iptal edildi.
Seçim dönemi dışında
da futbola yatırım yapmayı
bırakmayan milletvekillerinden
Volkan Canalioğlu ile Çevre
ve Şehircilik Bakanı Erdoğan
Bayraktar’da 2010-2011
sezonu şampiyonluğunun
Trabzonspor’a teslim edilmesi
gerektiğini söyledi. Canalioğlu
konu hakkında TFF’ye mektup
yazarken, Bayraktar’da kupanın
Trabzon’a gelmesi için ince
ince çalıştıklarını duyurdu.
Aynı konu üzerinde, geçtiğimiz
haftalarda Trabzonspor
tarafından düzenlenen bir
konferansa katılan eski Spordan
Sorumlu Devlet Bakanı Faruk
Nafiz Özak da “Trabzonspor,
hukukun üstünlüğünün tesis
edilmesini Türkiye Futbol
Federasyonundan, Profesyonel
Futbol Disiplin Kurulundan,
Tahkim Kurulundan, gerekirse
de UEFA’dan, yasal yollarla
ve bize yakışır şekilde istiyor.
Hak ederek kazanılan bir
şampiyonluk olduğunu iddia
ediyoruz. İşin sonuna gelindi.
UEFA’nın İstanbul’da kongresi
var, play-off maçları başlayacak.
Bir karar verilmesi lazım. Bu
kararın, hukukun üstünlüğü
içinde, adil olarak alınmasını
bekliyoruz” diye konuştu.
Futbol, Melih Gökçek’e
yaramadı
Futbolu siyaset içinde en aktif
kullanan politikacılarından
biri de Melih Gökçek. Ankara
Büyükşehir Belediye Başkanlığı
görevini 1994’ten yana sürdüren
Gökçek, futbola Ankara
Büyükşehir Belediye Spor’la
birlikte girdi. Daha sonra ismi
Ankaraspor AŞ olarak değişen
kulübün onursal başkanı sıfatıyla
türlü sorunlarıyla uğraşan
Gökçek, takımı Ankara’nın
güçlü ekiplerinden Ankaragücü
ile birleştirdi. Ankaragücü’nün
başkanlığına oğlu Ahmet
Gökçek’i geçiren Melih
Gökçek, takıma önemli yıldızlar
kazandırdı. İngiltere Milli
Takımı’nın eski golcüsü Darius
Vassell, Slovak yıldızlar Sestak,
Sapara ve Vittek ile Türkiye
Ligi’nden birçok kalburüstü
futbolcuya Ankaragücü
formasını giydiren Gökçek, bu
dönemin sonunda aradığını
bulamadı ve sezon başında, hem
kendisinin hem de oğlunun
kulüple ilişkisinin sona erdiğini
açıkladı.
Vaat edilen tesisler kalıcı
fayda sağlıyor
Kulüplerle iyi geçinmenin,
bir başka değişle taraftara
biraz daha şirin gözükmenin
diğer yolu da tesisler. Yıldız
transferleri, kupa ve ceza
indirme vaatleri haricinde
futbolun gelişmesine katkı
yapan bu yol, elbette çok daha
tercih edilebilir gibi gözüküyor.
Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan’ın açılışı sırasında
yuhalandığı Ali Sami Yen
Spor Kompleksi Türk Telekom
Arena, şu an Türkiye’nin en
modern stadyumlarından
bir tanesi. Rize Şehir Stadı,
Kayseri Kadir Has Stadı ile
İzmir’de ve Bursa’da yapılması
planlanan stadyumların da
Türkiye Ligleri’ne büyük katkı
sağlayacağı aşikâr.
Olumlu ve olumsuz sonuçlara
bakıldığında futbolun
politikacıları, politikacıların da
futbolu etkilemesi son bulacak
gibi gözükmüyor. Bir tarafta
sadece göz boyamaya yönelik
olan transfer harekâtları, diğer
tarafta futbol ve futbolcu
kalitesini yükseltecek olan
tesisleşme çabaları var. Futbol
ve siyasetçiler bu kadar iç
içe geçmişken, siyasetçilerin
Türkiye futboluna katkıda
bulunmalarını sağlamak da
futbolseverlerin çabasına
kalıyor.
“Zengin sporu” polo
Polo oyunu, İran'da süvarilerin ve kralın muhafızlarının eğitim oyunu olarak ortaya çıktı
Batuhan Erkenci
P
olo, at üzerindeki
dörderli 2 takımın
özel üretilmiş
sopalarla oynadığı bir
oyun. Polo oyununun amacı,
ağaçtan yapılmış top ile rakip
kaleye gol atmaktır. Oyun
temel kuralları ile hokey ve
futbola benzer. Hakem çim
sahada karşılıklı yerlerini alan
iki takımın arasına topu atar
ve oyun başlar. Takımlardan
biri rakip kaleye topu sokmayı
başarırsa bir sayı veya bir gol
kazanır. Bazı maçlarda saha
durumu veya rüzgar sebebi
ile her golden sonra takımlar
yer ve kale değiştirir. Bazı
maçlarda da handikap sistemi
uygulanır. Bu sistemde her
oyuncu sıfırdan 10 gole kadar
kabiliyetine göre bir gol sayısı
alır. 10 gol alan, en iyi oyuncu
demektir. Bir handikaplı
maçta, bir takımdaki
oyuncuların handikap gol
sayıları toplanır ve iki takımın
toplam sayılarının farkı kadar
gol, daha düşük handikaplı
takıma verilir. Polo oyunu,
7 buçuk dakika süren 6
periyod üzerinden oynanır.
Oyun çok yüksek masraf
gerektirir ve "zengin sporu"
olarak adlandırılır. Polo'da
hızlı manevralar için kısa
atlar kullanılır. Polo atlarının
eğitimi 6 aylıkken başlar ve iki
yıl bu spor için eğitilir. Oyun
sırasında, polo sopalarına
dolaşmasını önlemek amacı ile
at kuyruğu, örülür veya sarılır.
Polo oyununun tarihi
Polo, ilk olarak İran'da
ortaya çıktı ve oynandı. Atlı
süvariler bu oyunu 100'er
kişilik takımlar halinde
eğitim amacıyla oynuyorlardı.
Daha sonra Hindistan'da
oynanmaya başlanan polo
oyunu, İngilizlerin 1800'lü
yıllarda Hindistan yolculukları
sırasında görmeleri ile Avrupa'ya
taşındı. İngiliz soyluları
arasında yaygınlaşan oyun
daha sonra İngiltere'nin milli
sporu haline geldi. 1886'da
Britanya ile Birlesik Devletler
arasında yapılan ilk maçtan
beri milletlerarası yapılan
müsabakalar polo oyununun
en ilgi çekici yanı olmaktadır.
Günümüzde bu sporda en
güçlü ülkeler; İngiltere,
ABD, Arjantin, Meksika
ve Brezilya'dır. Ülkemizde
polo sporunun bilinirliği
yok denecek kadar azdır.
Polo, en son 1936'da olmak
üzere, dört defa olimpiyat
oyunlarının gündemine
girmiştir. Günümüzde
olimpiyat oyunlarında bu spor
bulunmamaktadır.
arka sayfa
16
Nisan2012 Sayı28
İnternet bize ne yapıyor?
İzmir Ekonomi Üniversitesi öğrencilerine, hayatımızın bir parçası haline gelen internetin insanlar üstündeki etkilerini sorduk.
Gülbin Çolpan-Ekonomi
İnternetin asosyal yaptığını düşünüyorum.
İnsanlar daha az dışarı çıkıyor, görüşmek yerine
internet üzerinden mesajlaşmayı tercih ediyor ve
internet insanlar için vazgeçilmesi çok zor olan bir
bağımlılık haline geliyor. Son zamanlarda yaygın
olan Facebook ve Twitter’ın insanları daha çok
asosyalleştirdiğine inanıyorum.
Gözde Nüfusçu-Mütercim Tercümanlık 4
Bence internet asosyal yapıyor. Kişiler daha
az görüşmeye başlıyor ve yüz yüze konuşmak
yerine internet üzerinden diyaloga girmeyi tercih
ediyorlar. Birbirlerine anlatmaları gereken birçok
konuda sosyal medyaya başvuruyorlar, bu da
insanları asosyal yapıyor.
Sergen Aldan-İşletme 2
İnternet insanları hem sosyal hem
asosyal yapıyor. Kullanmayı biliyorsanız
sosyalleşebiliyorsunuz. Sosyalleşmek sadece
internet üzerinden olur diye düşünen insanlar
var, bunlar bence asosyalleşiyorlar. Yüz yüze
bile konuşmayı unutuyorlar yavaş yavaş sana
mesaj atmıştım gördün mü, duvarında bir şey
paylaştım baktın mı gibi muhabbetler oluyor.
Bunların farkına varıyorlarsa internet bence
sosyalleştiren bir şey.
Mertçan Sakallı -Halkla
İlişkilerveReklamcılık-3
Görkem Yücesoy
Mütercim Tercümanlık-4
İnternet genel olarak insanları asosyal yapıyor.
Kişiler mekana gittiklerinde bile Iphone,
Blackberry ya da laptop’ları yanlarında oluyor.
O an yanlarında teknolojik alet olarak ne varsa
açıyorlar, çevresindeki insanlarla diyalog kurmak
yerine onları kullanmayı tercih ediyorlar.
Tabiki internetin, insanların sosyalleşmesinde
katkısı var. İnsanların internetteki kimliği ile
gerçek hayattaki kimliği çelişebiliyor. İnternette
kendilerini idealinde olmak istediği insanmış
gibi yansıtıyorlar.
Anıl Şen -Endüstri Sistemleri
Mühendisliği-3 İnternetin günümüz
çağındaki gençleri asosyal yaptığını
düşünüyorum. Genellikle internet, sosyal
medyayı takip etme ve insanlarla iletişim kurma
amacıyla kullanılıyor. Bu yüzden asosyal yapıyor
ve insanları daha çok geriye götürdüğünü
ama mantıklı kullanıldığında oldukça faydalı
olduğunu düşünüyorum.
Kübra Yıldırım-Psikoloji-3
İnsanların interneti doğru kullandıklarında
sosyalleştiğini düşünüyorum. Gerekli konularda
bilgi alma ve araştırma amaçlı kullanıldığında
internet gayet faydalı olabilir ve bireylerin
sosyalleşme konusunda gelişimini sağlayabilir.
Beril Korkmaz-Endüstri Sistemleri
Mühendisliği 4
İnternetin daha çok asosyal yaptığını
düşünüyorum çünkü günümüz teknolojisinin bu
Bireyleri sosyal yaptığı kadar asosyal de yaptığı derece gelişmesi sonucunda insanlar kendilerini
kanaatindeyim. Sonuç olarak kişilerin kullanım evlerine hapsedip zamanlarını bilgisayar başında
geçirmeyi tercih ediyor. Özellikle gençler
şekilleri ve sürelerine göre değişir. Eğer bir
dışarıya çıkıp, kafelere gitmek yerine Facebook,
insan sabahtan akşama kadar bütün zamanını
internette geçiriyor ise sosyal olması beklenemez. Twitter ve benzeri hesaplarında sanal sohbet
Herkes tercihlerince sosyalleşir yada asosyalleşir. etmeyi seviyor.
Liseliler İEÜ Medya Atölyesi’nde buluştu
Ünivers
İEÜ İletişim Fakültesi, lise öğrencilerini “Medya Atölyesi’’nde buluşturdu
İzmir Ekonomi Üniversitesi
İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi
K
arataş, Atakent
Anadolu ve TED
Aliağa liselerinde
okuyan 42 öğrenci
17-18 Ocak 2012 tarihlerinde
İletişim Fakultesi Medya
Atolyesi etkinliğine katıldı. İki
gün süren katılımda öğrenciler,
iletişim fakültesi öğretim
elemanlarıdan haber, kısa film,
radyo ve reklam alanlarında
dersler alarak iletişim
dünyasında ilk deneyimlerini
yaşadı. Atölye çalışmasında
ilk deneyimlerini yaşayan
öğrenciler aynı zamanda
üniversite hayatını tanımak
için de fırsat elde ettiler.
Öğrenciler, iletişim alanında
merak ettikleri konuları,
uygulamalı aktivitelerle
eğlenceli bir şekilde
öğrendiler.
Sahibi
Prof.Dr. Tunçdan Baltacıoğlu
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Prof.Dr. Sevda Alankuş
Yazı İşleri: İEÜ Haber Merkezi
III. Yıl Haber Opsiyonu Öğrencileri
Sayı Editörleri
Zeynep Yüncüler, Merve Gürkan,
Ayten Kan, Nurcan Elmas, Merve
Zorer, Alptekin Azılı, Yavuz Kara
Tasarım
Nurcan Elmas, Ayten Kan
Yer
İzmir Ekonomi Üniversitesi, Balçova
Yerel, aylık süreli yayındır.
Nisan 2012
Basım Yeri
Yabaneri Mat. Ltd. Şti.
Bornova Cad. No:9/A-M
Öztim İş Merkezi
35070 Işıkkent, İzmir
Tel:0 232 472 21 22
Fax:0 232 472 22 23
[email protected]
Ön Hazırlık
Toprak Ofset Ltd. Şti.
İzmir

Benzer belgeler