Özge Erdölek

Transkript

Özge Erdölek
DEĞİŞEN DÜNYADA DEĞİŞMEYEN: YOKSULLUK
Özge Erdölek
1. Giriş
Yoksulluk ve yoksullaştırma kavramları her dönemde tartışılan iki kavram olmasına
rağmen konjonktürel dalgalanmalarla artan işsizlik ve azalan sosyal refahla beraber, yapılan
yoksulluk tartışmaları hız kazanmıştır. Yoksulluk çok boyutlu neden ve sonuçları bağlamında
tartışıldığında oldukça geniş bir bilgi birikimi ve kapsamlı araştırma gerektirmektedir. Bu
bağlamda amacım, yoksulluk sorununa ilişkin genel bir çerçeve çizerek, meseleye ilişkin
çalışmamda bir hareket noktası oluşturmaktadır.
Yoksulluk, yoksullukla mücadele kavramı ile –günümüz popülist söylemi- adeta
bütünleşmiştir. Ancak 21. yy’ın dünyasında yoksullukla mücadele politikalarının ne derece
işlevsel olduğu tartışmalıdır. İnsanlık muazzam bir zenginlikle korkunç bir yoksulluğun ciddi
bir biçimde kutuplaştığı bir zamanı yaşamaktadır.1
Gelişmekte olan ülkelerin ve geçiş
ekonomilerinin büyümeyi hızlandırıp yoksulluğu azaltmayı amaçlayan reformlar ile aradıkları
çıkış yolları da hedeflenen sonuçları yaratmada yetersiz kalmıştır. 1980’li yıllardan itibaren
uygulanan Ortodoks ekonomik politikalar kapsamında daha fazla liberalizasyon ve
küreselleşmenin, yoksulluğu azaltmadığı yönünde yaygın bir kabul vardır.2
2. Yoksulluk: Tarihsel süreçte yaklaşımlar
Şüphesiz ki yoksulluk yeni bir olgu değildir. Başta John Locke olmak üzere 17. yy
düşünürlerinin mülkiyet hakları çerçevesinde başlattığı bu tartışma, liberalizmin bir siyasal
kuram olarak geliştirilmesinde önemli rol oynamıştır. Liberal kuramcılar, özel mülkiyetin
önemini vurgularken beraberinde yoksullara yardımın, kişisel refahın yanında sosyal refahın
da önemini vurgulamışlardır. Ancak kapitalist gelişme süreci içerisinde bu yaklaşımın fazla
iyimser olduğu görülmüştür. Örneğin; 18.yy ortalarında Büyük Britanya zenginleşirken,
yoksul sayısının giderek artması ve bununla beraber Adam Smith’in Ulusların Zenginliği adlı
eserinde ‘‘ülkeler zenginleşirken yoksulluğun artmasını bir paradoks olarak’’ gündeme
taşıması kritik önem taşımaktadır. Marx’ın 1844 Paris Yazmaları’nda Smith’in ‘‘fertlerin
çoğunun yoksul ve perişan olduğu hiçbir toplumun refah içinde ve mutlu olması söz konusu
1
Şenses, F. 2001, Küreselleşmenin Öteki Yüzü: Yoksulluk, İletişim yayınları, İstanbul
Brinkerhoff, D.W; Goldsmith, A.A, 2003, How citizens participatein Macroeconomic policy: Renewed,
Commitment and Partnership, Social Science and Medicine, syf:169-175
2
olmaz’’ sözüne yer vermesi önemlidir. Geleneksel iktisadın önemli temsilcilerinden Marshall
da, yoksulluğu istihdam ve işgücü piyasaları temelli tartışmıştır. Ayrıca ‘‘vahşi canavar’’
olarak tanımladığı rekabete ve artan servete karşın işçi sınıfının bundan pay alamamasına
vurgu yapmıştır. Burke ise sefalet konusuna doğrudan doğruya kamu güvenliği açısından
yaklaşmıştır. Batı Hint adalarındaki koşullar ona özellikle çoğu kez zencilerin silah taşımasına
izin verildiği için, beyaz efendilerin güvenliğini sağlama önemleri alınmadan büyük bir köle
topluluğu beslemenin tehlikelerini göstermişti. Hükümetin emrinde bir polis gücü olmadığına
bakarak, aynı kaygıların ülke içinde işsiz sayısının artması durumunda da geçerli olacağını
düşünüyordu. Bu noktadan hareketle, sefaletin oluşturduğu idari sorunların çözümünü
ekonomik liberalizmde görmekteydi.
19. yy’da ise yoksulluk, İngiltere ağırlıklı olarak başta yoksul yasalarına ilişkin yoğun
tartışmalar ile karşımıza çıkmaktadır. Karl Polanyi Büyük Dönüşüm adlı eserinde dönemde
sefalet, politik iktisat ve toplumun keşfinin iç içe geçtiğini vurgular. Polanyi’ye göre sefalet,
yoksulluğun bollukla el ele yürümesi gibi anlaşılmaz bir gerçeğe dikkat çekmekteydi ve bu
durum sanayi toplumunun insanın karşısına çıkaracağı çelişkilerin ilkiydi.3
3. Yoksulluk: Kavramsal Tartışma
Yoksul ve yoksulluk kavramlarının açıklanış biçimleri farklılıklar göstermektedir.
Farklı tanımlamalar, farklı ölçüm şekillerini de beraberinde getirmiş ve bu sebeple yoksulluk
analizlerinin yapılmasında farklılaşmalar meydana gelmiştir. Bu noktada yoksulluğun nasıl
kavramsallaştırıldığına ilişkin bir tartışmanın faydalı olabileceği kanısındayım.
Yoksulluğu göreli bir kavram olarak açıklayan bir yaklaşım ile başlayalım. Bu
yaklaşımda yoksulluk, bireyin gereksinimlerini karşılama derecesi yönüyle toplumun diğer
bireyleri karşısındaki konumuna göre tanımlanmaktadır. Yoksulluğun göreli olarak
tanımlanmasında ya nüfusun düşük gelirli bir oranı yoksul olarak alınmakta ya da ortalama
gelir düzeyinde bir sınır saptanarak bu sınırın altında gelire sahip olanlar yoksul olarak
tanımlanmaktadır.4
Yoksulluk
sınırı
tanımlanması
da
birçok
sorunu
beraberinde
getirmektedir. Bu sınırın gelir düzeyi mi yoksa harcama düzeyi üzerinden mi hesaplanacağı,
birey ve hane halkı üzerinden yapılacak hesaplamaların farklılaşması, hane halkı
büyüklüklerinin farklılık göstermesi başlıca sorunlardır. Diğer bir yaklaşım, yoksulluk
3
Polanyi, K., 1944, Büyük Dönüşüm, Çağımızın Siyasal ve Ekonomik Kökenleri, İletişim Yayınları, Syf: 174
Ahluwalia, Carter, Chenery,1979:299, aktaran Dağdemir,Ö.,2002,Türkiye Ekonomisnde Yoksulluk Sorunu ve
Yoksulluğun Analizi: 1987-1994, syf: 2
4
kavramını mutlak bir standarda bağlamayı hedefler. Bu mutlak standart yaşamın temel
gereksinimleri olan yiyecek, giyecek, konut gibi maddi olanakları sağlayabilecek gelir
düzeyidir. Eğer kişi bu ihtiyaçları karşılayamıyor ise yoksuldur. 5 Dünya bankası yoksulluğu
parasal gelir açısından tanımlamaktadır. Sen’e göre ise yoksulluk ‘‘gelir azlığı’’ ya da ‘‘gelir
yetersizliği’’ olarak değil; ‘‘kapasite-yapabilme ve devam ettirememe yetersizliği’’ olarak
tanımlanmaktadır. Bu yaklaşımda gelir tek başına yeterli olmayıp, iyi bir yaşam sürdürmemizi
sağlayan faktörlerden yalnızca biridir. Gelirin yaşam seviyesini yansıtabilmesi; kişisel
farklılıklar ve yapabilirlik engelleri, çevre ve yoksulluk, sosyal koşullar ve kişisel yapabilirlik,
ilişkisel bakış açısı farklılıklarına da bağlıdır.6 Bu bakış açısı sosyolojik bir yorumlama
içerdiğinden oldukça anlamlıdır. Kuşkusuz ki analizlerde göz ardı edilen birtakım farklılıklar,
yorumlamaların yoksulluk sorununa ilişkin boşluklar barındırmasına sebep olmaktadır.
3.OECD Ülkelerinde Göreli Yoksulluk ve Gini Katsayısı7
Göreli yoksulluk, toplumun ortalama refah düzeyinin belli bir oranının altında kalması
durumudur. OECD ülkelerinde göreli yoksulluk ve Gini katsayısı analizi yaparken, ortanca
gelirin yani gelirler en düşükten en yükseğe sıralandığında tam ortada kalan gelirin %40,
%50, %60 altında gelire sahip olanlar şeklinde ele alacağız. Bu bilgiden hareketle,
Danimarka, İsveç ve Çek Cumhuriyeti’nde düşük düzeylerde olan yoksulluk oranı; ABD ve
5
Drewnowski,1977: 189, aktaran Dağdemir, Ö, a.g.e, syf: 2
Sen, 2007, 2, aktaran Yılmaz, E.Y; Cural,M.2009,OECD Ülkelerinde Yoksulluk: 1980 Sonrası Gelişimin Analizi
Kocaeli Üniversitesi, İİBF dergisi, yıl: 5, sayı: 7, Haziran 2009, syf: 69
7
Veriler, aktaran Yılmaz, E.Y; Cural, M., 2009, a.g.e, syf: 73
6
Meksika’da oldukça yüksek seviyelere ulaşmaktadır. Türkiye için ayrı bir parantez
açtığımızda yoksulluk oranının yüksek seviyelere ulaştığını sonucuna varabiliriz. OECD
ortalaması ile karşılaştırıldığında ise Türkiye 2005 yılı verilerine göre ortalamanın üstünde
kalmaktadır.
Buradan da anlaşılacağı üzere gelir eşitsizliğinin artmasıyla yoksulluk arasında doğru
bir orantı vardır. Kapitalist üretim ilişkileri bağlamında incelendiğinde Ahmet Haşim Köse ve
Serdal Bahçe yoksulluk analizi sırasında homojenleştirilen, ancak reelde hiçbir zaman
homojenleşmeyen sınıflarla yapılan analizleri, ortalamayı bilimsel ölçüt kabul eden ve
farklılıkları önemsizleştiren açıklamaları burjuva pozitivizminin temel özelliği olarak
değerlendirmekte; Gini katsayısı ve Lorenz eğrileriyle yapılan analizlerde toplumsal
pozisyonları yok sayarak, toplumun birey düzeyinde sıralamaya tutulmasına, günümüz
koşullarındaki bölüşüm dinamiklerinin bir kenara bırakılmasına karşı çıkmaktadırlar. Onlara
göre toplumsal gelir hiyerarşisi içinde asla aynı gruba düşmeyecek sınıfların, yoksulluk
analizlerinde ‘‘eşit şanslara sahipmiş’’ gibi değerlendirilmesi burjuva iktisadının akıl çarpıtıcı
bir özelliğidir.8
4.OECD Ülkelerinde Gelir Artışı ve Yoksulluk9
8
9
Köse, H.A; Bahçe,S.,Yoksulluk Yazınının Yoksulluğu: Toplumsal Sınıflara Dönmek, syf: 5-6’dan özetlenmiştir.
Veriler, aktaran Yılmaz, E.Y; Cural, M., 2009, a.g.e, syf: 77
Yukarıdaki grafikte ülkeler göreli yoksulluk oranları düşük olandan yüksek olan
ülkelere doğru sıralanmıştır. Sağ eksen kişi başına geliri, sol eksen ise 2007 yılı itibariyle kişi
başına ortalama gelir artışını göstermektedir. Bu analizde Türkiye odaklı bir inceleme
yaparsak, bu kapsamda 2007 yılı kişi başına gelir artışı %4 civarındadır, kişi başına düşen
gelir ise 15,000 $ düzeyindedir. OECD ortalaması ile karşılaştırıldığında Türkiye ortalamanın
altında kalmaktadır.
OECD ülkeleri içinde özellikle Lüksemburg, İrlanda, ABD gibi bazı ülkelerde kişi
başına gelir OECD ortalamasının üstündedir. Ancak bu ülkelerde kişi başına geliri daha düşük
olan ülkelere oranla daha yüksek yoksulluk mevcuttur. Kişi başına gelirin yüksek olup
yoksulluğun fazla olması da yoksulluk ve zenginlik arasındaki uçurumun ne kadar derin
olduğunu göstermektedir.
5. Yoksulluk: Küreselleşme
Liberal kapitalizmin küreselleşmesi ile gelir dağılımı giderek bozulmaktadır.
Küreselleşme, ülkelerarası ve ülkeler içi ilişkilere, dengesizliklere yeni ve türlü boyutlar
eklemektedir. Vurgulanması gereken nokta şudur ki, liberal kuramın büyüme ile birlikte
toplam zenginliğin yavaş yavaş alt tabakalara damlayarak dağılacağı kuramı sarsılmıştır.
Şüphesiz ki önceki dönemlerle karşılaştırıldığında herkesin teknolojik gelişmelere daha kolay
ulaşması; ulaşım ve sağlık hizmetlerinden bir noktaya kadar yararlanabilmesi söz konusu
olmuştur. Yine de bu durum, görünmez elin gelir dağlımı eşitliğini sağlayamadığı, ekonomik
büyümenin gelir dağılımındaki dengesizlikleri olumlu ivmelendiremediği gerçeğini
değiştirememiştir. Bu noktada bazı çelişkileri de incelemek gerekir. İlk olarak kapitalizmin
hane halklarına bağımlılığı gerçeğine değinmeliyiz.10 Peki, tüketim temelli bu sistemde
yoksullaşan insanların toplumdaki ya da sistem içindeki yeri nedir? Sanıyorum ki bu soruya
yanıtlar bulmak küreselleşen kapitalizmi ve değişen toplumun dinamiklerini anlamada son
derece büyük önem taşımaktadır. Zygmunt Bauman tüketim toplumunun gettolarında,
gecekondularında ya da arka sokaklarında yaşayan yoksulların ‘‘görüş alanı’’ dışında
kaldıklarını vurguluyor. Tüketim toplumunda yoksul olmanın bir sürgün yaşamı, ötekileştirme
anlamına geldiğini de ekliyor.11 Tabii ki bu noktada sosyolojik bir bakı açısıyla
tartışılabilecek boyutlar da vardır. Yoksulluğun etnikleştirilmesi, siyasal, sosyal ve kültürel
dışlanmışlığı içermesi de söz konudur. Kamusal öfkenin muhattabının da çoğu kez yoksullar
10
Ayrıntılı bilgi için bknz Immanuel Wallerstein, 2005, Tarihsel Kapitalizm, Metis Yayınları
Aktaran: Hablemitoğlu, Ş,2005, Küreselleşme: Düşlerden Gerçeklere, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, syf: 90-95
11
olduğu gerçektir. Ancak bu bakış açısıyla bir tartışma şu anki çalışmamın dışında
kalmaktadır.
Yoksullaşan insanların işgücü piyasalarındaki yeri de son derece kritiktir. Hatta
kitlelerin yoksullaşmasında ucuz iş gücü arayışındaki kapitalistin ne derece etkili olduğu da
tartışılabilir. Ancak öncelikle yıllar bazında en zengin ülkeler ile en yoksul ülkeler arasındaki
GSMH farkının incelnmesiyle devam edelim:12
YILLAR
EN ZENGİN ÜLKELER İLE EN YOKSUL ÜLKELER
ARASI GSMH ORANSAL FARKI
1816
1
1950
1 / 35
1973
1 / 44
1992
1 / 82
2000
1 / 86
/ 3
Tabloda görüldüğü üzere kapitalizmin altın çağı olarak bildiğimiz 45-80 yılları
arasında da zenginlik yoksulluk uçurumu derinleşmeye devam etmektedir. Kapitalist dönem
öncesinde toplumlarda üretim ilişkilerinin karı maksimize etmek amacıyla değil, ihtiyaçları
karşılamak üzere örgütlendiğini biliyoruz. Böyle bir durumda yoksulluk bir kavram olarak
karşımıza çıkmamaktadır. Samir Amin meseleyi şu şekilde tartışmaktadır: ‘‘Modernleşme,
anapara birikimi, üretim artışı gibi yapıcı boyutlar ile emeğin pazarda satılan bir metaya
indirgenmesi, yaşamın yeniden üretimi için gerekli doğal ekolojik temelin zarar görmesi ve
dünya çapında iki kutuplu bir zenginlik paylaşımının oluşması gibi yıkıcı sorunları da
beraberinde getirmiştir.’’13
Yoksullaşmanın sebepleri araştırılırken ekonomi politikalarında uzun dönemde
yaşanan değişimlere özellikle de yapısal uyum programlarına dikkat çekilmelidir. Yapısal
uyum programları kuşkusuz ki her ülkede aynı etkiyi yaratmamıştır. Özellikle 1980 sonrası
dönemde başta Latin Amerika ülkeleri ve AGÜ’ler olmak üzere üretim yapısında ve işgücü
piyasalarında önemli dönüşümler olmuştur. Yapısal uyum programlarıyla gerileyen sanayi
üretimi, sanayi üretiminde kamu yatırımlarının hızla düşmesi, kamu sanayi işletmelerinin
12
13
Başkaya,F., Kapitalizm ve Yoksulluk, htttp://www.ozguruniversite.org/baskayayokyok.php
Amin,S.,htttp://ozguruniveriste.org/guncelmsupi.php/yoksulluk, yoksulllaştırma, kapitalist birikim
özelleştirilmesi ve dış ticaret liberalizasyonu sanayi istihdamında önemli düşüşlere sebep
olmuştur. Ülkelerde kamu kuruluşlarından ve özel sektörden birçok işçi çıkartılmış, işçi
ücretlerinde büyük düşüşler yaşanmıştır. Örneğin; Fiji’de 1990 yılında ücretler, 1975
yılındaki ücret düzeyinin %62’si düzeyine gerilemiştir.14. Zaten düşük ücret ve elverişsiz
koşullarda istihdam edilen işçiler yoksullaştırılarak, sosyal refahın önemli ölçüde azalması söz
konusu olmuştur. İşsizlik ile yoksulluk arasındaki bağlantı oldukça kuvvetlidir. Çünkü işsizlik
emek gücünü ücret karşılığında satan proleterin daha düşük ücretle çalışmaya razı olmasına
sebep olmuş ve yoksulluk toplum içinde bir kısır döngü haline gelmiştir. Yine aynı noktadan
hareketle konjonktürel dalgalanmalar ve enflasyonun ülkelere olan etkilerinin kritik olduğunu
söyleyebiliriz. Yapılan araştırmalar ekonomik bunalımların gelişmiş ülkeler ve enflasyonun
AGÜ üzerinde daha fazla etkili olduğunu göstermiştir.15 Zaten 2008 küresel ekonomik krizi
sonrası yaşanan işszilik, artan işsizlik oranları kuşkusuz ki toplumsal refahı önemli ölçüde
etkilemiştir. Ve yine enflasyonist baskı yaşam standartlarında önemli ölçüde düşüşlere sebep
olmuştur. Konjonktürel değişimler sonucu oluşan bu tip değişimlerin görece düşük gelirli
hane halklarına daha fazla etki ettiği bu noktada vurgulanabilir.
6. Yoksulluk: Uygulanan Mücadele Politikaları Bağlamında
Yoksullukla mücadele için geçmişten günümüze birçok kurtuluş reçetesi yazılmış ve
uygulanmıştır. OECD ülkelerinde toplumsal refahı yükseltmek ve özellikle gelir düzeyi düşük
ailelere, devletler hane halklarına karşılıksız transferler yapmışlardır. Bu kamu transferleri
sosyal devlet anlayışının bir sonucudur.16
Ayrıca
hane
halkı
vergileri
ve
kamu
transferlerinin yanında eğitim, sağlık ve barınma harcamaları da yoksullukla mücadele
politikaları içinde önemli rol oynamaktadır.
Dünya Bankası, yoksullukla mücadelenin bayrağını taşıdığını vurgulamaktadır.
Tarihsel süreçte Dünya Bankası politikaları da çeşitli değişimler göstermiştir. Bu değişimleri
şu şekilde inceleyebiliriz: 1960’lı yıllar, kalkınma iktisatçılarının genel söylemi olan
gelişmekte olan ülkelerin sanayileşme süreçlerini hızlandırmak ve alt yapı yatırımlarını
arttırmak politikası üzerinde yoğunlaştığı dönemdir. 1970’li yıllarda ise kırsal gelişmeye
önem verilmesi politikası izlenmiştir. 1980’li yıllar ise Dünya Bankası’nın yoksullukla
mücadele programlarından vazgeçip, makro ekonomik dengenin sağlanmasına ağırlık verdiği
14
Şenses, F, a.g.e , syf: 190
Şenses, F, a.g.e, syf: 201
16
Gürsel, Vd, 2000, 103, aktaran Yılmaz,E.Y; Cural,M., a.g.e syf : 84
15
dönem olma özelliği göstermektedir. Bu amacı gerçekleştirmek için piyasanın rolü arttırılmış,
kamunun ekonomideki ağırlığı azaltılmıştır.
Yapısal uyum süreçleri de her ülkede aynı etkiyi yaratmamıştır. Bu politikaların 3.
Dünya ülkelerinde yarattığı olumsuz etkileri bir örnekle açıklamaya çalışalım: 1989 yılında
Caracas’ta bir ayaklanma olmuştur. Başkan Carlos Andes Perez IMF’yi ‘‘kurşunlarla değil,
kıtlıkla öldüren bir diktatörlük’’ uygulamakla suçlamasının ardından olağanüstü hal ilan
ederek, düzenli birliklerini başkentin gecekondu bölgelerine göndermiştir. Caracas’taki IMF
karşıtı isyanların çıkış sebebi ise ekmek fiyatlarındaki %200’lük (!) artıştır. Ve bu isyan
yüzlerce insanın öldürülmesiyle sonuçlanmıştır.17
IMF ve Dünya Bankası’nın 1990 yılında Dünya Kalkınma Raporu’nda ekonomik
büyüme olmadan yoksulluğun azalmayacağı; insana yatırım yapma yani eğitim, sağlık, aile
planlaması ve sivil toplumun güçlendirilmesi için teşvikler verilmesi yönünde kararlar
alınmıştır. En kritik sonuç ise Dünya Bankası’nın borç verme yönünde bir hedef
belirlemesidir. Kısa dönemde ılımlı bir politika gibi sunulan bu politika, uzun dönemde
yoksulluğu azaltma yönünde bir etki yaratmamıştır. Aksine bu politikalar emek piyasasının
deregülasyonu ve yüksek faiz oranları nedeniyle ülkeler üzerinde olumsuz etkiler yaratmıştır.
Ortodoks
ekonomi
politikaları
yoksulluğu
azaltmak
şöyle
dursun,
yoksulluğu
küreselleştirmiştir.18
Yoksullukla mücadelenin en önemli dayanağının ekonomik büyümenin sağlanması
olduğu sıkça vurgulanmaktadır. Bana göre yalnızca bir büyüme stratejisi uygulamaya
çalışmak bu politikalar içinde son derece sığ bir yaklaşım olarak kalmaktadır. Çünkü
yoksullukla
mücadelede
salt
ekonomik
büyüme
hedefleniyorsa,
bu
yoksulluğu
azaltmayacaktır. Büyüyen fakat istihdam yaratmayan bir ekonomi düşünün. Ülke
ekonomisinin istihdam yaratamaması ve düşük istihdam seviyesinde kalması yoksulluğu
arttıran bir etmendir. Tam tersi düşünüldüğündeyse; istihdam oranının yüksek olup
yoksulluğun artış eğiliminde olması da gelir eşitsizliğinin artmasıyla açıklanabilir. Böyle bir
durumda, istihdam alanına çekilen kesimin yoksulluğunun azaltılması için kazançları
destekleyen sosyal yardımlar gereklidir. Tek başına büyümenin etkisiz olacağı konusundaki
görüşlerimi belirtmiştim. Eklenmesi gereken nokta şudur ki; büyümenin etkinliği üretim
17
Chossudovskey, M, 1999, Yoksulluğun Küreselleşmesi: IMF ve Dünya Bankası Reformlarının İçyüzü, Çivi
yazıları, syf: 44
18
Uzun, M.A, 2003, Yoksulluk Olgusu ve Dünya Bankası, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Dergisi, Cilt 4, Sayı 2, syf: 159-163 özetlenerek alınmıştır.
araçlarının mülkiyet yapısı, yoksulların sağlık, eğitim hizmetlerine, istihdam ve kredi
olanaklarına erişim derecesi, vergi yapısı gibi etmenlere bağlıdır.
Neoliberal politikaların yoksullukla mücadele için azgelişmiş ülkelerde öne çıkardığı
unsur dışa açık, piyasa ağırlıklı emek-yoğun büyüme olmuştur. Böylelikle yoksulluğun işgücü
piyasalarından kaynaklanan fırsatlardan yararlanabilme olanaklarının arttırılması, emek
kalitesini ve verimliliğini yükseltmek amacıyla büyümenin sağlık ve eğitim harcamalarıyla
desteklenmesi ve bu yolla da büyümenin hızlandırılması öngörülmektedir. Dünya Bankası da
uluslar arası düzlemde bu düşüncenin bayraktarlığını yapmaktadır.19
Sonuç yerine…
Bugün ise geldiğimiz noktada uygulanan politikaların işlevselliği dar bir çerçevede
kalmış, öngörülen başarıya ulaşamamıştır. Yoksullukla mücadele için doğru bir strateji
geliştirmek yoksulluk analizlerinin tarafsız bir şekilde yapılmasıyla yakından ilişkilidir.
Ülkelerin demografik özellikleri, bölgesel farklılıklar ve geçim kaynaklarının farklılıkları,
istihdam yapıları, üretim ilişkilerinin yapılanması ve devletlerin ekonomideki rolü çeşitlilik
göstereceğinden yoksulluk analizlerinde bu farklılıklar yok sayılmamalıdır. Yoksullukla
mücadelenin
popülist
bir
söylem
olmaktan
çıkmasının,
neoliberal
politikaların
uluslararası
kuruluşların
boyunduruğundan kurtulmasıyla ilişkili olacağı düşüncesindeyim.
Tarihsel
düzlemde
değişen
ekonomi
politikaların,
yüklendikleri misyonların, küreselleşen dünyada yoksulluğa ilişkin nedenlerin kapsamlı
araştırma ve analizlerle desteklenmesi meselenin çözümüne ilişkin atılabilecek adımlarda
önemli bir temel oluşturacaktır.
Kaynakça
Amin,
S,
World
poverty,
pauperization
and
capital
accumulation,
http://monthlyrewiew.org/003amin.htm
Bahçe, S; Köse; H.A, Yoksulluk Yazınının Yoksulluğu: Toplumsal Sınıflara Dönmek
Başkaya,F, Kapitalizm ve Yoksulluk, http://www.ozguruniversite.org/baskaya.php
Chossudovsky, M, 1998, Yoksulluğun Küreselleşmesi, Çivi Yazıları: 41, kamera: 13
Dağdemir, Ö.2002,Türkiye Ekonomisinde Yoksulluk Sorunu ve Yoksulluğun Analizi:19871994
19
Şenses,F., a.g.e ,syf: 283
Hablemitoğlu, Ş, Mayıs 2004, Küreselleşme: Düşlerden Gerçeklere, Toplumsal Dönüşüm
Yayınları, Ankara
Polanyi, K, 2009, Büyük Dönüşüm, İletişim yayınları
Şenses, F, 2001, Küreselleşmenin Öteki Yüzü: Yoksulluk, İletişim yayınları, İstanbul
Tuna, G, 2001, Yeni güvenlik: Küresel, ekonomik, ekolojik ve sosyal tehditler, Nobel
yayınları, No:244, Ankara
Uzun, M.A, 2003, Yoksulluk olgusu ve Dünya Bankası, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, C.Ü iktisadi ve idari bilimler dergisi, Cilt 4, sayı 2
Yılmaz, E.Y; Cural, M. Haziran 2009,OECD Ülkelerinde Yoksulluk: 1980 Sonrası Gelişimin
Analizi, Kocaeli Üniversitesi, İİBF dergisi, yıl:5, sayı:7
Yılmaz,G, 2004, Sermayenin Küreselleşmesi
http://www.antimai.org/mkl/gy99/aciksayf.htm
ve
Wallerstein, I, 2006, Tarihsel Kapitalizm, Metis yayınları
www.tuik.gov.tr
Bölgesel
Küresel
Anlaşmalar,

Benzer belgeler

Farklı Eşdeğerlik Ölçeklerine Göre Temel Yoksulluk Göstergelerinin

Farklı Eşdeğerlik Ölçeklerine Göre Temel Yoksulluk Göstergelerinin yılındaki ücret düzeyinin %62’si düzeyine gerilemiştir.14. Zaten düşük ücret ve elverişsiz koşullarda istihdam edilen işçiler yoksullaştırılarak, sosyal refahın önemli ölçüde azalması söz konusu ol...

Detaylı

türkiye`de yoksulluk ve yoksulluk düşüncesi

türkiye`de yoksulluk ve yoksulluk düşüncesi emek gücünü ücret karşılığında satan proleterin daha düşük ücretle çalışmaya razı olmasına sebep olmuş ve yoksulluk toplum içinde bir kısır döngü haline gelmiştir. Yine aynı noktadan hareketle konj...

Detaylı

sürdürülebilirlik ve yoksulluk ilişkisi

sürdürülebilirlik ve yoksulluk ilişkisi DEĞİŞEN DÜNYADA DEĞİŞMEYEN: YOKSULLUK

Detaylı