Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar

Transkript

Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi Bahar
Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi
Bahar 2015 - 1 (1)
DEDE KORKUT HİKÂYELERİ’NDE VAROLUŞSAL KÖTÜLÜK
Prof. Dr. Aynur KOÇAK
Dr. Çiğdem MOLLAİBRAHİMOĞLU**
ÖZET
İnsanın zihnini meşgul eden en eski konulardan biri “varoluş” tur. İnsanın
kendisi –ruh/ beden- Tanrı, evren, çeşitli söz ve eylemler bu sorgulamanın ana
noktalarıdır. Daha bu sorgulamaya tam olarak cevap bulamayan ya da bulduğu
cevaplar bağlamında bir uzlaşmaya varamayan insan, bir de zaman zaman bazı
“kötülük”lere maruz kalır. Bu deneyimler, kendi merkezinden çevresini ve
dünyayı algılamaya çalışan insana kötülük olmadan dünyanın daha güvenli ve
mutluluk dolu bir yer olacağını düşündürür. Ona göre dünyadaki mutsuzluk,
kötü olarak adlandırılabilecek “kişi/ söz/ eylem”ler sebebiyledir. Kötülüğün
neden var olduğu sorgulanırken, Tanrı’nın neden kötülüklere izin verdiği,
sorgulamanın en çıkmaz noktasıdır. Tanrı’nın varlığına inanan ve evreni bir
bütün olarak algılayabilen zihinler için kötülük, asli bütünün bir parçasıdır.
Kötülük, bütüncül algılamamızdaki eksiklerimizle var olur. Bu nedenle de tek
başına düşünüldüğünde “yerilecek” bir şeydir, ancak nesnelerin bütünü göz
önüne alındığında gerekli/ yararlı bir olgu olarak belirebilir. Kötülüğün; varlığın
vazgeçilmez bir parçası olması, Dede Korkut Hikâyeleri’nde de izlenebilmektedir.
Oğuzların dünyasında kötülüğün neden var olduğu ya da neyin varlığı için
kötülüklere maruz kaldıklarının sorgulanması, bireysel/ toplumsal varlığı da
anlamlandıracaktır. Bu anlamlandırma, uzun yıllarda oluşan Oğuzların bilinç
dünyasından hareketle bugünün insanının bilincinin de aydınlanmasına vesile
olacaktır. Bu incelemede kötülük problemi, Dede Korkut Hikâyelerinde bireyin
ve toplumun varoluşu bağlamında ele alınmıştır.
Anahtar Kelimeler: Varoluş, Kötülük, Dede Korkut Hikâyeleri, İnsanoğlu,
Birey, Toplum.
Existential Malignancy in Dede Korkut Stories
ABSTRACT
Existence is one of the most archaic topics occupying the mind. The major
questions examining this topic are; human, soul/body, Supreme Being, cosmos,

Yıldız Teknik Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
- İstanbul / TÜRKİYE
**
Araştırmacı - İstanbul / TÜRKİYE
1
Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi
Bahar 2015 - 1 (1)
and a variety of words and deeds. The microcosm, incompetent in answering
this query or in disaccord in the context of findings is exposed to deviltry/ies.
Such practices make the human kind, who is looking through their own window
and striving to comprehend the cosmos, to think of universe a better place
without malignancy. According to humans; malignancy on earth roots in namely
bad persona/wording/deeds. While malignancy goes through interrogation, the
Supreme Being’s allowance for deviltry manifests as a dead end. Malignancy is
an integral of the original, in the opinion of the ones that have faith in God, and
in the ones perceiving the universe as a whole. Malignancy comes into
existence with our shortcomings in perceiving the wholeness; thus if thought
alone, malignancy is prone to satire, but if considered as a part of the whole it
appears to be necessary/benignant. Accordingly, malignancy constituting the
indispensable component of an entity, is also monitored in Dede Korkut Stories.
Probing the reason for malignancy in Oghuz world, or questioning the reasons
of Oghuz exposure to malignancy will interpret individual and social existence.
The signification, with reference to consciousness of Oghuz world composed in
a long period of time, will also aid the enlightenment of today’s mind. This study
discusses malignancy in Dede Korkut Stories in context of the existence of an
individual and society.
Key Words: Existence, Malignancy, Dede Korkut Stories, Mankind,
Individual, Society.
Giriş
İnsanoğlu karanlığı, aydınlığı, yaşamı, ölümü ve bunların
bütünlüğünü gözlemler. Bütünlüğün zıtlıkların birliğiyle mümkün
olduğunu kavrar: Yaşam varsa ölüm vardır, iyilik varsa kötülük de var
olacaktır. İnsan, iyiliği kolayca açıklar, ancak “Kötülük nasıl bir varlık
problemidir?” sorusuna cevap bulmak kolay olmaz. Başlangıçtan beri
varlığa ilişkin sorulara cevap mitolojiler, inanç sistemleri ve doktrinler
yoluyla verilir. Mitolojilere göre kötülük, iyilik gibi varlığın bir parçasıdır.
“Mitolojinin ekseni kaos’tan kozmos’a, varoluşa düzen getirme çabası
kapsamında, insanın ve toplumun varoluş içindeki yerinin
belirlenmesidir” (Saydam, 2013: 285). Karanlık, aydınlık, iyilik, kötülük bir
bütünken ayrışma gerçekleşir ve karanlıklar, kötüler yeraltında
sürülürken; aydınlıklar, iyiler gökyüzünde yerini alır. Yeryüzü ise
insanoğlunun macerasına mekân olur.
Yaratılışın ardından adlandırılmayla birlikte var olduğunu anlayan
insan, hayatta inandığı şeylerin ölüm ile yok olduğunu görür, ancak ölüm
karşısında çaresiz kalır. Bu kez varlığı sorgulamaya, anlamlandırmaya
2
Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi
Bahar 2015 - 1 (1)
çalışır. Var olan karmaşayı çözmek için yaptığı sorgulama, varlık bilincine
ulaşmasını ve mutluluğu yakalamasını sağlar. Merkez, varlığın
konumlandığı ve konumlandırıldığı yerdir. Varlıklar, kendi merkezlerinin
sınırları ve bakış açının genişliği oranında ruhsal ve fikirsel aydınlığa
kavuşur. Sorgulama süreci, insanoğlunun aynı zamanda aydınlanma
serüvenidir. Bu serüvenin kimde ne kadar olacağı, bireysel varoluşla
ilintilidir. Aydınlanma, kişinin donanımlarına bağlı olarak bazen özgün ve
yerel kalırken bazen de evrensel boyutlara ulaşabilir.
Varoluş yasası, iyiliğin var olabilmesi için kötülüğü şart koşar.
Varlığın ortaya çıkabilmesi için karşıtların birliği kaçınılmazdır çünkü.
Başlangıçta iyiliğin sebebi ve kaçınılmaz bir parçası olan kötülük başlı
başına bir güç haline geldiğinde, Tanrı’nın kötülüğe neden izin verdiği
sorgulanır: “Bir geyik yavrusu neden orman yangınında mahsur kalarak
acılar içinde ölür? Beş yaşındaki bir kız çocuğunun dayak yemesi,
tecavüze uğraması veya boğularak öldürülmesi karşısında Tanrı neden
suskun kalır?” (Howard-Snyder, 1996: 262). Kötülüğün varoluşsal kökeni
düşünürleri meşgul eder1. Sokrat’a göre eşya, kendiliğinden ne iyi ne de
kötüdür. Onların iyiliği ve ferahlığı, kullanma tarzına bağlıdır. Eflatun,
kötülüğü Tanrı’dan uzak görerek maddenin kendi özyapısına bağlar. İbni
Sina’ya göre Tanrı, tasarlanabilecek en yetkin evreni yaratmıştır.
Evrendeki mevcut kötülük, bu yetkinliğin var olabilmesi için zorunludur.
Bu anlayışa göre kötülüğün varlığı âdeta iyiliğin varlığına bir fidye olarak
kaçınılmazdır (Özdemir, 2001: 22- 27).
“Her şerde bir hayır vardır” ifadesiyle halk diline yansıyan
kötülüğün, varlığın vazgeçilmez bir parçası olduğu teması; Dede Korkut
Hikâyelerinin de temel izleğini oluşturur. Hikâye kahramanları fiziksel,
ahlaki, metafizik kötülüklerin tümünü tecrübe eder, iyiliğin sağaltılmasını
sağlar. Varlığın bir tezahür tarzı olarak ele alınan kötülükler, hem bireysel
hem de toplumsal belleği anlama ve anlamlandırma çabasını ortaya
koyar.
Hikâyelerde Oğuz toplumunun ve Oğuz insanının varoluşu,
“kötülük” ve “kötüler” ekseninde anlatılır. Mukaddime’de ozan, dört
kadın modelinden söz eder: “Karılar dört türlüdür.” Dört, âlemde ilk
bilinen düzenle ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır ve tabiattan medeniyete
dönüşümü simgeler (Schimmel, 1998: 98) Oğuz toplumu içinde kadın
modeli sayısının dört olması manidardır. Aileyi var eden ve varlığını
koruyan, soy sopu devam ettiren kadındır. Kadın, ocağın, ailenin,
kökenin, var olanın koruyucusudur; ‘yuvanın/ ocağın sahibesi’dir
3
Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi
Bahar 2015 - 1 (1)
(Saydam, 2013: 240). O, toplumun varoluşunu sağlayandır. Kadınlardan
üçü kötüyü temsil eder: “Birisi solduran soptur. Birisi dolduran toptur
(…). Birisi ne kadar dersen bayağıdır.” İdeal kadın modeli ise sadece “evin
dayağı” olandır. Toplumun en küçük birimi aile için ‘evin dayağı’ olan
kadın modeli makbulken kötü kadın modelinin bundan fazla olması
Oğuzların günün yaşam şartları içinde henüz kaostan kurtulamadıklarının
göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Her insanın varoluşunun dünyanın varoluşuna bir gösterge olması,
bütünün varlığı için kötülüğün bertaraf edilmesi gerektiğini düşündürür.
Deli Dumrul, Tepegöz, Konur Koca Sarı Çoban, Deli Karçar, Yalancıoğlu
Yaltacık gibi kahramanlarla bireysel kötülüğü sağaltan anlatılar,
kahramanlar üzerinden toplumun aydınlanma sürecine destek olur. Bu
incelemede anlatılardaki kötülükler ontolojik bir okumayla, yani varlığın
bir tezahür tarzı olarak ele alınıp yorumlanacaktır. Yalnız dışarıdan
hikâyelere değil de hikâyelerden yani merkezden de dışarıya bakıp
yaşanılan kötülükler, varlığın asıl ışığında aydınlatılabilir; çünkü yaşamak,
varlığın özünde bulunan gizil potansiyelin ortaya çıkması, başka bir
anlatımla örtülü olanın aydınlanmasıdır. Şu halde “varoluş, gizlilikten
olgusallığa geçiştir” (Aydın, 2004: 33).
Çalışma, temel izlek doğrultusunda iki bölümden oluştu.
Kahramanların bireysel kötülüklerinin hikâye edildiği ilk bölüm Deli
Dumrul, Tepegöz ve Deli Karçar ile “Bireysel Varoluşun İzdüşümü Olarak
Kötülük” başlığı altında sorgulandı. Toplum kuralları bağlamında ele
alınan ikinci bölüm ise “Toplumsal Varoluşun İzdüşümü Olarak Kötülük”
başlığı altında incelendi. Seçilen örneklerle, var olabilmenin doğurduğu
kötülükler ve varlığın bedeli olarak tezahür eden kötülükler üzerinden
varoluşsal kötülüğün nedenine dair dolaylı cevaplar verildi.
I. Bireysel Varoluşun İzdüşümü Olarak Kötülük
Dede Korkut Kitabının “Mukaddime” kısmında: “(…) Kadir Tanrı
vermeyince er zenginleşmez. Ezelden yazılmasa kul başına kaza gelmez.
Ölen adam dirilmez, çıkan can geri gelmez. Bir yiğidin kara dağ
yumrusunca malı olsa yığar toplar talep eyler, nasibinden fazlasını
yiyemez. Gürüldeyip sular tassa deniz dolmaz. Kibirlilik eyleyeni Tanrı
sevmez, gönlünü yüce tutan erde devlet olmaz. Eloğlunu beslemekle oğul
olmaz büyüyünce bırakır gider gördüm demez. Kül tepecik olmaz, güveyi
oğul olmaz” sözleriyle evrenin mutlak yasalarından söz edilir. Eser,
baştan itibaren hitap ettiği insanları, kendi toplumu tarafından ‘kötülük’
olarak algılanacak olaylara karşı uyarır. Bu uyarılar, Dede Korkut’un
4
Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi
Bahar 2015 - 1 (1)
dilinden aktarılır: ‘Kaza- kader, ecel, kısmet’, Tanrı’nın takdiridir.
Tanrı’dan gelen ve kötü olarak algılanan her eylemde bir hikmet vardır.
Unutulmamalıdır ki bunlar iyiliğin varlığı içindir. Asıl olan, içeriden
kaynaklanan ‘kötülük’ün bertaraf edilmesidir.
Dede Korkut Hikâyeleri’nde eski inanç sistemi, yeni din, buna bağlı
olarak yeni kabuller ve yaşam tarzının sancıları hissedilir. Hikâyelerde
Tanrı’nın varlığının sorgulanmadığı açıktır. O halde sorgulanan nedir?
Kötülük probleminin varoluşsal formu “teizmin, bu dünyadaki kötülükler
karşısında ahlaki bir protesto, öfke ve duygusallık temellerine dayalı
olarak sorgulanması ve reddedilmesi”dir. Varoluşsal problem;
“kötülüğün tecrübe edilmesinin, birinin Tanrı’ya ve dünyaya karşı
tutumunu nasıl belirlediğini içerir” (Yaran, 1997: 35-36).
Bireysel varlık, toplumsal varlıkla eş zamanlı olarak oluşur. Bireysel
ve toplumsal varlık birbirlerine bağımlılık içerisinde gelişir ve değişir.
İnsanın bağımsız bir özne olarak var olma çabası bu bütün içerisinde
gerçekleşir. Birey, dinamik bir karmaşadır. Kendine ait ve yabancı olan,
özgünlük ve kural, devamlılık ve değişme çatışmasını içinde taşır.
Dolayısıyla bireysel varoluşuyla toplum varlığına yarar sağladığı gibi zarar
da verebilir. Anlatılara ilham olan bu tutum, kimi zaman bireysel, kimi
zaman toplumsal kimliklerde izlenir. Deli Dumrul, Tepegöz ve Deli Karçar
bireysel varoluş karmaşasının ‘kötü’ yönleri vurgulanmış karakterleri
olarak karşımıza çıkar.
Hikâye kahramanları kötü görünümleri altında, kötülüğe başkaldıran
kahramanlardır. Mesela Deli Dumrul.2 Duha Koca Oğlu Deli Dumrul,
hikâyenin başında delikanlılığının getirdiği hiddetten kaynaklı olarak
kötüdür. Bir kuru çay üzerine yaptırdığı köprüden geçenden otuz üç
akçe, geçmeyenden döve döve kırk akçe alır ve: “Benden deli benden
güçlü er var mıdır ki çıksın benimle savaşsın, benim erliğim bahadırlığım
kahramanlığım yiğitliğim Rum’a Şam’a gitsin, ün salsın.” der. Deli
Dumrul hem kendinin, hem de kötülük olarak gördüğü ‘ölüm’ olgusunun
varoluş sırlarına henüz ulaşamadığı için kötüdür. O, bu sırların bilgisine
ulaştığında içsel mutluluğuna ulaşır ve zorlamacı kötü kişiliğinden arınır.
“‘İnsanın tanımladığı bir evrende var olan insan’ aynı zamanda ‘kendini
var eden insan’dır. Bilinçli varoluş, kendini oluşturma, var etmedir; etkin
eylemliliği gerektirir” (Saydam 2013: 287). Sokrates’e göre eğitim,
insandaki iyilik tohumunu yeşerten ve yaşamı güzelleştiren erdemlerin
haznesidir. Kötülük yapan bir insan yeterince insanlaşmamıştır (Aydın,
2004: 15). Deli Dumrul’un zorlamacı kişiliğin dışında, ölüm karşısındaki
5
Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi
Bahar 2015 - 1 (1)
başkaldırışı, kötülüğün varlığının sorgulamasıdır. O, isyanını Tanrı yerine
Azrail’e yönlendirir.
Hikâyenin merkez bakış açısından ilk etapta kötüdür Deli Dumrul,
fakat onun merkez bakış açısından “canlar alan Azrail” kötü değil midir?
İyi ve güzel bir yiğit Allah’ın emriyle ölür. Deli Dumrul; kiminin oğul,
kiminin kardeş diye ağlamasını, kopan dehşetli “kara feryatlar”ı görür. O,
tanık olduğu bu kötülük manzaralarını; “Kim öldürdü?”, “Azrail ne kişidir
ki adamın canını alıyor?” diye sorgulayarak anlamlandırmaya çalışır.
Yiğidin canını geri alabilmek için Azrail’e kafa tutar.
Deli Dumrul, kişisel sorgulaması sayesinde aydınlanma yaşarken,
kitabın bakış açısından metinde gizli olarak sorgulanan “Tanrı kötülüğü,
özelde ölümü neden var etti?” sorusudur. “Allah Teala’dan buyruk oldu,
al kanatlı Azrail o yiğidin canını aldı” söylemi olgunun izlendiği ve
irdelendiğini belirten örneklerdir. Tanrı böyle bir kötülüğü, o güzel yiğide
ve duyulan acıdan kaynaklı olarak çevresindekilere neden yapar?
Diognes’e göre insan ancak acı ve yoksunluk içinde yaşayarak erdeme
ulaşır (Aydın, 2004: 18). İzlekten aydınlamaya ulaşan hikâye, gerçek
mutluluğa ulaşabilmek için acı çekmenin zorunluluğuna dikkat çeker. Bu
durumun olağanlığı, Tanrı’nın ölüm olayına ya da genel anlamda kötü
olarak algılanan kötülüklere müdahil olmamasıyla da onanır.
Tanrı, Deli Dumrul’a kötülük yaptığında değil, kendi varlığını
tanımadığında müdahale eder. Bu büyük resmin içinde Deli Dumrul’a
odaklandığımızda “kötülük- iyilik” izleği görülür. “Görür gözü görmez”,
“tutar elleri tutmaz”, “dünya âlem gözüne karanlık olan” ve Azrail’in
hiddetine maruz kalan Deli Dumrul, sonunda büyük bir iyiliğe, daha uzun
bir ömre sahip olur. Varoluşsal kötülük, Deli Dumrul’da olduğu gibi
varlığını merkezden anlamlandırmaya çalışan her bireyin problemidir.
Sorgulama süreci daima başkaldırıyla başlar, çatışma ve yenilginin
ardından zaferle sonuçlanır.
Ahlaki kötülükler, daha çok bireysel temalıdır. İnsanlık, varoluşunu
kendi merkezinden en çok bu noktada sorgular: “Fiziki, metafiziksel
kötülüklere maruz kalan ve bunlarla mücadelenin yanında bir de kendi
evrenimin ahlaksal kötülükleriyle mücadele etmek zorunda olan ben.”
Açıktır ki bu sorgulama, merkezinden varlığı anlamlandırmaya çalışan her
bireyin ya da daha genel bir ifadeyle her varlığın problemidir, Deli
Dumrul’da olduğu gibi. “Basat’ın Tepegöz’ü Öldürdüğü Boy” adlı anlatıda
da bireysel olarak ahlaki kötülüklere örnek teşkil eden kahramanlar
mevcuttur. Konur Koca Sarı Çoban’ın Peri kızına meyletmesi sonucu
6
Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi
Bahar 2015 - 1 (1)
meydana gelen ahlaki kötülüğün bedeli ‘Tepegöz’ gibi kötü bir
karakterdir. Bu durum Tepegöz’ün annesi Peri kızı tarafından şöyle dile
getirilir: “Çoban, yıl tamam olunca bende emanetin var gel al. Amma
Oğuz’un başına felaket getirdin.” Tepegöz adıyla anılan yaratık
bakıcılarına kötülük eder. O, sütünü emdiği dadının canını emerek alır;
birkaç dadı daha getirirler, onları da helak eder. Bu defa onu sütle
beslemeye karar verirler. Tepegöz, oğlancıkların kiminin burnunu,
kiminin kulağını yer.
Tepegöz kötü olmayı kendisi istememişti. Doğa, felaket olarak
göndermişti onu. Bu kötülüğe sebep olan Koca Konur Sarı Çoban ise
ahlaki bir kötülük sergilemiştir. Duygular ve istekler insanın bireysel
varoluşun özü olsa da, ahlaki kötülüğün bertaraf edilmesi, duyguların
kölesi değil efendisi olmayı gerekli kılar. Aruz; Tepegöz’ü döver, söver,
men eder bu tarz davranışlardan. Tepegöz yine de uslanmayınca Aruz
onu evden kovar. Hâlbuki Korkut Ata bu konuda mukaddimede
“Eloğlundan oğul olmaz” diyerek en başta uyarısını yapar. Dede
Korkut’un daha en başta yaptığı bu uyarı, hangi ahlaki kötülükten
kaynaklanmaktadır? Alametlik belirsiz bir nesne olarak varlık gösteren
Tepegöz’ün3
kötülüğü,
doğa-insan/
insan-doğa
düzleminde
irdelenebilecek çok boyutlu bir okuma gerektirir. Hikâyenin en başında
insanın doğaya eylem düzleminde bulunduğu kötülük, hazdan
kaynaklanan bir kötülüktür. Bu durum, Tepegöz’ün sergilediği kötü fiziksel ve davranışsal eksiklikler- yanlarını merkez bakış açısından
aydınlatabilmek için son derece manidardır. Kötülüğün, iyiliğin
sağaltılması için gerekli olduğu önermesi, birey olarak toplumda
barınamayan Tepegöz’ün varlığının işe yarar yönlerinin ortaya
konmasıyla ispatlanır. Bunun en açık kanıtı Basat’ın birey olarak kendini
sergilemesine imkân sağlamasıdır 4.
Varlığını kötü eylemlerle baskın kılan bir diğer karakter, Deli
Karçar’dır. Bireysel varoluş teminde onun üstleneceği rol, kendi
bireyselliğini ortaya koymanın yanı sıra bunu kendi adına sağlamak
zorunda olan Bamsı Beyrek’in yaşayacağı olaylar zincirini kurgulamak
olur. Hikâye, Deli Karçar’ın kız kardeşini isteyenleri öldürmesi teması
üzerinde ilerler. Kız kardeşinin bireysel hayatına müdahale eden Deli
Karçar, ‘öldürme’ eylemiyle de bireylerin varlığını ortadan kaldırır. Onun
‘yok edici, deli, haşin, uzlaşmasız’ kimliği, kötü olarak tanımlanabilecek
yönleridir. Nitekim kendisiyle uzlaşmaya gelen Dede Korkut’tan; “dişi
deve görmemiş bin erkek deve, hiç kısrakla çiftleşmemiş bin aygır, koyun
görmemiş bin koç, bin kuyruksuz kulaksız köpek, bin pire” isteyerek
7
Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi
Bahar 2015 - 1 (1)
uzlaşmaya niyeti olmadığını belli eder. İstekleri yerine gelmediği takdirde
de Korkut Ata’yı öldüreceğine dair tehdidi, makul olmadığı için kötüdür.
Deli Karçar’ın Bayındır Han’ın divanındayken Beyrek’ten on altı
yıldan beri haber alınamadığı için çoktan öldüğüne dair tezi ve onun
ölüm haberini getirene kız kardeşini vereceğine dair söylemi; Yalancıoğlu
Yaltacuk gibi kötü kişi, söz ve eylemleri harekete geçirir. Bu kötülük,
başta Banu Çiçek olmak üzere birçok kişinin Beyrek’in öldüğüne
inanmalarına, yasa girmelerine ve Kam Püre’nin gözlerinin kapanmasına
neden olur. Bu kötülükle sınananlar, ‘acı, sabır ve umut’la bireysel
kimliklerini oluştururlar.
“İnsan, kendine ve evrene ait tüm karşılıklı etkileşimler sürecinin
sorumluluğunu yüklenebilecek üstün bilincin adıdır. Evrensel anlamdaki
yaşamın olumlayıcı yönde ilerlemesi, bu üstün bilincin, kendini fark ediş
kılavuzluğunda yapıcı ve yaratıcı etkinliğe yönelmesine bağlıdır”
(Korkmaz, 2000: 269). Varlığı sorgulamak, farklı düşün tarzlarını zorunlu
kılar. Birçok olguda olduğu gibi bireysel varlığın oluşumu ya da
korunması da kötülüğe maruz kalmayı gerektirir. Kimileri Deli Dumrul
gibi içindeki kötülükten -delikanlılıktan- kaynaklı olarak sınanarak
bireysel varlığını oluştururken, kimileri Tepegöz gibi bir kötülük sonucu
oluştuğu için kötü olur, ama bunlar başka bireylerin varlığını sağlar.
Kimileri de Deli Karçar gibi kötü olmayı kendi seçer, ancak varlığıyla
başka bireylerin kimliklerini oluşturmasını sağlar. Kötülükle o ya da bu
şekilde ilgisi bulunan bu anlatı kahramanlarının içerisinde bulunduğu
kurgu, algılamamız kabul etmese de bireysel varlığın az ya da çok
kötülüğün çetin yollarından geçmek zorunda olduğunu ortaya koyar.
II. Toplumsal Varoluşun İzdüşümü Olarak Kötülük
Toplum, bireye bağlı veya ondan ayrı olarak kendine özgü yasalara
sahip bir varoluş sergiler. Bireyin kendi varlığına dair ortaya koyduğu
‘muhalefet’, ‘öfke’ gibi kötü olarak algılanan söz ve eylemleri; toplumun
varoluşunu sağlar. Toplumsal varlığın dinamiklerini oluşturan söz,
davranış ve kurallar iyi ve kötü düzleminde irdelenebilecek olgulardır.
Varlığın varoluş görüngüleri, ‘eylem’den ayrı, onunla eş zamanlı ya
da onun ardılı ve öncülü olarak görülebilir. Bu görüngülerden biri varlığın
evi olan ‘söz’dür. Gerçekleşen eylemlerin varoluş sebepleri için geride
kalan sözlere, eylemler için de ileriye gönderilen sözlere bakmak gerekir.
Dede Korkut Hikâyeleri’nin satır aralarında sıkışmış olan ‘kötü sözler’
varlığın hangi görüngülerini ortaya koyar? Söylenen kötü sözün, yani
8
Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi
Bahar 2015 - 1 (1)
kargışın ardıl sonuçları hikâyelerde de tespit edilir. Tanrısal bedduanın
yanında tanrısal söyleme yakın beşeri beddualar, Dede Korkut’un
dilinden şöyle ifade edilir: “Sert yürürken cins bir ata namert yiğit
binemez, binince binmese daha iyi. Çalıp keser öz kılcı namertler çalınca
çalmasa daha iyi. Çala bilen yiğide ok ile kılıçtan bir çomak daha iyi.
Misafiri gelmeyen kara evler yıkılsa daha iyi. Atın yemediği acı otlar
bitince bitmese daha iyi. İnsanın içmediği acı sular sızınca sızmasa daha
iyi. Baba adını yürütmeyen hoyrat oğul baba belinden inince inmese
daha iyi, ana rahmine düşünce doğmasa daha iyi.” Bir bilici olan Korkut
Ata’nın dilinden söylenen sözlerin kötü olması beklenemez. Bu sözler,
kötülerin ve kötülüklerin olmaması için sunulan dileklerdir.
Ozanın dilinden de benzer sözler söylenir. Bu sözlere de tümüyle
kötü demek mümkün değildir. Kötü formda sarf edilen sözler, kötünün
bertaraf edilerek iyinin icra edilmesini amaçlamaktadır: “Murada
maksuda erişmesin Evnük Kalesinin kâfirleri bunları casusladı.” ya da
“Murada maksuda ermesin kâfirin casusu bunları casusladı, varıp
Bayburd Hisarının beyine haber verdi. Murada maksuda ermesin o melun
yedi yüz kâfir ile dörtnala hücum etti.” Sözleri kötü olan kâfirlerin
engellenmesine ve toplumun varlığının korunmasına yönelik ifade
edilmiştir.
Tanrı’nın ‘bedduası’ olarak algılanan ‘çocuksuzluk’, söz ve eylem
bağlamında kendini gösterir. Tanrı, insana neden kötü söz iletmekte,
beddua etmektedir? Kam Gan Oğlu Han Bayındır, bu kötü sözün sebebini
şu sözlerle ortaya koyar: “(…) Oğlu kızı olmayana Allah Teala kargamıştır
biz de kargarız belli bilsin demiş idi.” Toplum tarafından ‘karganmak’,
kişinin bireysel varlığını oluşturmasının yanında toplumsal varlığın da
korunması içindir. Bay Püre’nin oğlunun olmaması o günün yaşam
şartları içinde hem onun neslinin devamını, hem de toplumun
varoluşunu tehdit etmektedir. Onun da toplumsal kurallara uymak
yönünde hareket ettirilmesi, yine toplumsal kimliğin varlığının
korunmasına dairdir.
“Dirse Han Oğlu Boğaç Han” ve “Bay Püre Oğlu Bamsı Beyrek” adlı
hikâyelerin sonunda karşıtlık ilkesi ekseninde “beddua- dua”, “kötü söziyi söz” karşılaşır ve kötünün karşısında iyi kazanır. Edilen dualar,
bedduayı bertaraf eder. Daha önce de ifade edildiği gibi, kötülüğün
varlığı, kimi zaman iyiliğin sağaltılması içindir. Bu merkez açısıyla Tanrı
tarafından “karganan” Dirse Han ve Bay Püre Bey’in topaç gibi birer oğlu
dünyaya gelir. Hem “Boğaç” hem de “Bamsı Beyrek” birer yiğit kahraman
9
Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi
Bahar 2015 - 1 (1)
olur. Burada, varlığın evi olan söz, var olan kötülüğün öncül sebebi olarak
değerlendirilmiştir. ‘Çocuksuzluk’ Tanrı’nın bedduası yani kötü söz
üzerine zuhur eden bir kötü olaydır ve dualarla yani iyi sözlerle yok edilir.
Bundan dolayıdır ki sonunda iki yiğit yetişir.
Dede Korkut Hikâyeleri’nde kötü sözle eylemin varoluş nedeni olan
ahlaki bakımdan ‘kötü insan’ların varoluş görüngüleri ‘casusluk,
kıskançlık, zorbalık’ gibi eksikliklerdir. İnsan, yaşamın özü olan zembereği
kurarken yani tasarımı kendisine ait bir varoluş yaratırken, kendi
arzularını merkeze alır. Bireysel varoluşun sağlanmasına yönelik yaşanan
kötülük örneklerinde belirtildiği gibi asıl önemli olan, bireyin iç
âleminden kaynaklanan ahlaki kötülüklerin bertaraf edilmesidir.
Toplumun varlığını olumsuz yönde değiştiren olayların başlangıcı, bu
duygulardan kaynaklanır.
Dede Korkut Kitabı’nın on ikinci hikâyesi, İç ve Dış Oğuz Beyleri’nin
düşmanlık eylemesi ve Bamsı Beyrek’in öldürülmesiyle sonuçlanan bir
dizi olayı anlatır ki, söz konusu duyguyla toplumsal bazı dinamiklerin
nasıl değiştiğini buradan okumak mümkündür. İlk olarak İç Oğuz Beyleri
Kazan’ın evini tek başına yağmalayarak toplumsal düzeni bozar.
Ardından Dış Oğuz Beyleri düşmanlık eyler. Aruz, Kazan’a başkaldırmak
için herkese yemin ettirirken, Beyrek bu teklifi kabul etmez ve bu onun
Aruz tarafından öldürülmesine neden olur. Aruz’un düşmanlık
besleyerek ilerlettiği bu kötülük nasıl bir toplumsal varoluşa doğru
ilerler? Beyrek’in ölüm haberini alan Kazan, dayısı üzerine gider ve olay
Aruz’un yani dayısının bir anlamda da ana soylu yönetimin sonu olur.5
Hiddet, isyan, ölüm gibi kötücül olayların ardılı Oğuzlar için yeni bir
toplum düzeni, toplumsal bir varoluştur.
Hiçbir şey kendiliğinden ne iyi ne de kötüdür. Onu iyi ya da kötü
yapan algılanma şeklidir. Salur Kazan’ın gördüğü “kara kaygılı rüya” da
bu türdendir. Renk, şekil gibi her türden varlığın kötüyle simgelenmesi
insanın algılarının bir ürünüdür. Kazan rüyasından şöyle anlatır: “(…)
Yumruğumda çırpınan benim şahin kuşumu ölüyor gördüm, gökten
yıldırım ak otağımın üzerine çakıyor gördüm, kuduz kurtlar evimi dişleyip
yırtıyor gördüm, kapkara duman yurdumun üzerine dökülüyor gördüm,
kargı gibi kara saçımı uzanıyor gördüm, uzanarak yüzümü örtüyor
gördüm, bileğimden on parmağımı kanda gördüm.” Ölüm, yıldırım, kara
duman, kara saçın uzaması, kuduz kurtlar ve kan kötülüğün
sembolleridir. Kara Göne; “Kara bulut dediğin senin devletindir, kar ile
yağmur dediğin senin askerindir, saç kaygıdır, kan karadır” sözleriyle
10
Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi
Bahar 2015 - 1 (1)
bunu açıkça ifade eder. Kazan’ın bu kötü rüyası onu yurduna dönmesi
için uyarmak bakımından iyi bir icra yöntemidir. Aklını dağıtan bu kara
kaygılı rüyayla dürtülen Kazan, esir alınanları kurtarır ve yeniden
yurdunun dirlik düzenini sağlar. Dağılmış olan toplumun varoluşu
yeniden sağlanır.
Toplum denen birliğin sağlanması, varlığının oluşumundan çok
korunması için çaba göstermeyi gerektirir. Solduran sop, dolduran top ve
bayağı kadınlar, çocuksuzluk, kâfirlerin casuslukları, kötü eylemlerde
bulunan kişilikle simgelenen yönetim şekli, yurdun içinde bulunduğu
kötü durumu sembolize eden kötü rüya; Oğuzların toplumsal varlığını
tehdit eden kötülüğün izdüşümleri olarak izlenebilir. Toplumun varlığını
korumak, bu kötülüklerden geçmeyi ya da onlara karşı tedbir almayı
zorunlu kılar.
Sonuç
Dede Korkut Hikâyeleri, bir değişim geçirerek varlığını oluşturmaya
devam eden toplumun sancılarını yansıtması bakımından son derece
önemli bir yapıttır. Kitabın mukaddimesinde Dede Korkut’un dilinden
aktarılan sözler, âdeta anlatılacaklara rehber niteliğindedir ve bazı
uyarılar taşır. Hikâyelerde çeşitli formlarda görülen kötülüğü de bu
merkezden algılamak gerekir. Dede Korkut, neyin neden olduğunu
açıklar ve varlık, Tanrı’nın yüce varlığında nihayete kavuşur. Ondan gelen
kötülük, iyiliğin sağaltılması içindir ve iyilik gibi varlığın özüdür. Asıl
sorgulanması ve ortadan kaldırılması gereken, içimizden kaynaklanan
ahlaki kötülüklerin bertaraf edilmesidir. Bu formda anlamlandırılmaya
çalışılan ‘kötülük’, Oğuzlar için birey ve toplumun var olmaya çalıştığı
alanlarda kendini gösterir. ‘Söz’, ‘eylem’, ‘his’, ‘rüya’, ‘karakter’, ‘renk’
gibi birçok görüngü kötüdür. “Anlama ve suçlama”: Suçladıklarımızı
anlamaya çalışırsak belki onları affetmekle yüz yüze kalırız ki, bu pek de
işimize gelmez. Hikâyelerde kötü olarak nitelendirdiğimiz ‘birey’ ya da
‘şey’leri anlayabilir miyiz? Bu makale, bir anlamda ve anlamlandırma
çabasıydı. Kötü olarak nitelendirdiklerimizden korkmadan, onları
suçlamadan bir okuma denemesi…
NOTLAR
1
“Kötülük problemi” ya da “şer problemi”, din felsefesinin de çalışma alanına
girer. Kötülük ile mutlak iyi olan bir Tanrı’nın varlığının nasıl bağdaştırıldığı
konularında sorulara cevap aranır. Bu sorulara cevap bulma çabasına da genel
olarak “teodise” denilir. “Teodise” kavramı, ‘Tanrı’ (Grek. theous) ve ‘adalet’
11
Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi
Bahar 2015 - 1 (1)
(Grek. dike) anlamına gelen iki kelimenin birleştirilmesinden oluşmuştur ve
“Tanrı savunusu”, “Tanrı'yı haklı çıkarma” anlamları taşır. Kavramı ilk olarak
kullanan Leibniz olmuştur. Felsefe tarihinde bilinen ilk teodise girişimi Platon’a
aittir. Sonradan geliştirilen birçok teodise düşüncesinin izleri Platon'un teodise
düşüncesinde bulunabilir. Din felsefesinde teodise, kötülük olgusu karşısında
Tanrı'nın adaleti ve haklılığını savunmak “kötülük problemi karşısında Tanrı’yı
savunma” anlamı taşır.” (Ayrıntılı bilgi için Bk. Charles, 2000).
2
“‘Delilik’ birçok duygulu varlığın yaşamın imkânlarından yararlanmasına engel
olan fiziki bir kötülüktür” (Yaran, 1997: 28.). Benzer şekilde Deli Karçar’da da
kötülük varlığını gösterir. Onun “Kısrakla çiftleşmemiş bin aygır, dişi deve
görmemiş bin erkek deve, koyun görmemiş bin koç, kuyruksuz kulaksız bin
köpek, ufacık karacık bin pire” istemesi ve hikâyede gerçekleştirdiği eylemler
kötülüğün varlığına işarettir. “Delilik” doğuştan mı vardır, sonradan mı edinilir
ve kişiye lakap olarak mı verilir sorusunun aydınlatılması kötülüğün varoluşsal
sorgulanmasında aydınlatıcı olacaktır. Her ne kadar burada Deli Dumrul
bireysel bir varoluş içinde değerlendirilmiş olsa da onun henüz insanlaşmamış
iptidai kimliğinde toplumun medenileşme süreci örneklendirilir (Ayrıntılı bilgi
için Bk. Saydam, 2013: 201- 212).
3
“Bayındır Han beylerle gezinti için ata binmişlerdi. Bu pınarın üzerine geldiler.
Gördüler ki bir alamet şey yatıyor başı kıçı belirsiz. Etrafına toplandılar. İndi bir
yiğit bunu tepti. Teptikçe büyüdü. Birkaç yiğit daha indiler teptiler.
Teptiklerince büyüdü. Aruz Koca da inip tekmeledi. Mahmuzu dokundu, bu
kütle yarıldı. İçinden bir oğlan çıktı, gövdesi adam tepesinde bir gözü var.”
Tepegöz’ün asıl problemi ahlaki olmaktan ziyade fiziki ve metafiziki bir kötülük
problemidir. Biçimsizlikler fiziki ve metafiziki (Yaran, 1997: 27- 28) kötülük
kavramı içinde değerlendirilebilir. “Bu tür kötülüğün anlamı, bir şeyin
formunun tamlıktan yoksun olması, yani varlığı itibariyle eşyanın yetkinliğinin
eksik olmasıdır. Leibniz’e göre eşyadaki bu metafizikî eksiklik, pozitif bir şey
olmayıp yetkinliğin eksikliğidir. Bu eksikliğin sebebi, Tanrı’nın yüce
hükümranlığının, bütün olası hükümranlık ve yönetimlerin en üstünü olması
hasebiyle, orada çok sayıda iyiliğin tam olarak gerçekleşebilmesi için az sayıda
kötülüğün bulunmasının kaçınılmaz olmasıdır” (Özdemir, 2001: 19). Kötülüğü
‘fizik’, ‘moral’ ve ‘metafizik’ kötülükler diye üçe ayıran Leibniz, gerek fiziki
kötülüğün gerekse moral kötülüğün kökenlerini ‘metafizik’ kötülükte bulur
(Yaran, 1997: 27).
4
Bk. Korkmaz, 2000: 259- 269.
5
“Anacıl Yönelimden Babacıl Yönelime: Bir Bilinç Sıçraması” Bk. Saydam, 2013:
213- 228.
KAYNAKLAR
Aydın, Ayhan (2004). Düşünce Tarihi ve İnsan Doğası, İstanbul: Gendaş Kültür
Yayınları.
Cevizci, Ahmet (2000). Paradigma Felsefe Sözlüğü, İstanbul: Paradigma
Yayınları.
12
Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi
Bahar 2015 - 1 (1)
Ergin, Muharrem (2000). Dede Korkut Kitabı, İstanbul: Boğaziçi Yayınları
Howard-Snyder, Daniel (1996). The Evidential Argument From Evil,
Bloomington: Indiana University.
Korkmaz, Ramazan (2000). “Fenomenolojik Açıdan Tepegöz Yorumu”,
Uluslararası Dede Korkut Bilgi Şöleni Bildirileri, Haz: Alev Kâhya–BirgülAysu Şimşek-Canpolat, Ankara: Atatürk Kültür merkezi Başkanlığı Yayınları,
259- 269.
Özdemir, Metin (2001). İslam Düşüncesinde Kötülük Problemi, İstanbul: Furkan
Yayınları.
Peck, M. Scott (2003). Kötülüğün Psikolojisi, (Çeviren: Göker Talay), İstanbul:
Kuraldışı Yayıncılık.
Saydam, Bilgin (2013). Deli Dumrul’un Bilinci, İstanbul: Metis Yayınları.
Schimmel, Annemarie (1998). Sayıların Gizemi, (Çeviren: Mustafa Küpüşoğlu),
İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Werner, Charles (2000). Kötülük Problemi, (Çeviren: Sedat Umran), İstanbul:
Kaknüs Yayınları.
Yaran, Cafer Sağdık (1997). Kötülük ve Theodise, Ankara: Vadi Yayınları.
13