içindekiler - Matbuat Yayın Grubu
Transkript
içindekiler - Matbuat Yayın Grubu
İÇİNDEKİLER HARİTALAR11 TEŞEKKÜR15 1 Çatışmanın Tohumları 1860 – 1923 17 2 Siyonistler ve Maruniler Kabul Edilemez Bir İlişki: 1923 – 1948 41 3 Ertelenen Hesap Lübnan Felaketin Sonuçlarından Etkilenmiyor: 1948 – 1967 67 4 Lübnan ve Filistinliler İç Savaşa Giden Yol: 1967 – 1975 101 5 Lübnan İç Savaşı Diğer Herkes İçin Vekâleten Savaş: 1975 – 1976 125 6 Emperyal Kendini Beğenmişlik İsrail, Lübnan’da ‘Seçilmiş Savaşı’ Sürdürüyor: 1977 – 1982 143 7 Sabra ve Şatilla Katliami İsrail’in Emperyal İntikamı: 1982 – 1985 175 8 Humeyni, İslamcılar ve Şii Başkaldırışı 1979 – 1985 202 9 İç Savaş Bitiyor Hizbullah Yükseliyor: 1985 – 1992 234 10 Savaşçı-İmamın Zaferi Hasan Nasrallah Siyon’un Gururunu Kırıyor: 1992 – 2000 272 11 Ortadoğu Haritasını Yeniden Çizmek 2001 – 2006 309 12 Suriye’yi Lübnan’dan Çıkarmak 2004 – 2006 328 13 Altıncı Savaş 2006 363 14 Kim Kazandı? 2006 – 2008 414 15Gazze 2009 438 SONSÖZ460 DİZİN471 1 Çatışmanın Tohumları 1860 – 1923 LÜBNAN: ORTADOĞU’NUN KÜÇÜK VE SEKTER DEVLETİ Doğu Akdeniz’de dağlık bir ülke olarak toprakları Galler bölgesinden veya ABD’nin Connecticut eyaletinden büyük olmayan Lübnan, uzun bir zamandır, büyüklüğüyle ve ilk bakışta taşıdığı düşünülen önemle orantısız bir uluslararası dikkati cezbetti. Bu dikkat, genel olarak saman alevi gibi parlayıp daha sonra aynı hızla sönme eğiliminde olan krizlerin tetiklediği dramatik sancılara yöneldi; krizlerin ateşi belki hızlı bir şekilde söndü ama söz konusu bu krizlere yol açan belirleyici nedenler varlıklarını sürdürmeye devam etti. Bu krizler elinizdeki bu tarihi anlatıma esin kaynağı olacak şekilde, nadiren de olsa, yoğunluklu zirve noktalarına ulaştı. 2006’nın Temmuz ve Ağustos aylarındaki 33 günü bu bağlamda görmek gerekiyor. Araplar bu 33 güne ‘Altıncı [Arap-İsrail] Savaşı’ adını verdi. Keza, uzmanların ve taraf tutan siyasi kesimlerin, ölçek olarak sınırlı ve en azından askeri anlamda bir sonuca ulaşmayan böyle bir DAVID HIRST KÜÇÜK DEVLETLERDEN SAKININ savaşa bu denli büyük ve neredeyse kozmik bir önem atfetmelerine de yine nadiren rastlanılır. Bir yanda, İsrail’e bağlılığını ateşli bir şekilde ortaya koyan Amerika’nın ünlü avukatı Alan Dershowitz bulunuyor. 2006’da yaşanan olaylar için Dershowitz şunları söyleyebilecekti: “Bu, terörist orduları ile demokrasiler arasındaki bir üçüncü dünya savaşının ilk çatışmasıdır. Bu, Yahudilerin Yahudi oldukları için, Tel Aviv de dâhil İsrail’in tamamını içerecek şekilde İslam topraklarının tümünü, ‘haçlıların elinden kurtarmak isteyen’ aşırı görüşlü İslamcıların yanı sıra uluslararası alanda tanınmayı meşru bir güç olarak gören bir uluslararası örgüt tarafından hedef alındığı ilk olaydır.”1 Öbür yanda ise Dershowitz’in tam zıttı olacak şekilde, Hizbullah’ın baş sponsoru olan İran İslam Cumhuriyeti de çatışmayı son derece manidar buldu. Kayhan gazetesi şunları yazacaktı: “Tahran’ı Lübnan halkına, Hizbullah’a ve Hamas’a destek vermemesi için korkutmaya çalışan kişi ve gruplar büyük bir dalga yaratmak için okyanusa küçük bir taş atan küçük bir çocuğa benziyor. Krizin başladığı dört hafta içinde Amerika, İsrail ve gerici Arapların oluşturduğu şeytan üçgeni yenilgiye uğratılmıştır ve söz konusu bu üçgen önümüzdeki dönemde geçerli olacak olan Ortadoğu ortamında varlık gösteremeyecektir.”2 Bu türden tumturaklı sözler en azından uzun yıllar boyunca dünyada kendisine seçkin bir rol biçen Lübnan’ın bu konumunu dramatize etmeye yarıyor. Rus anarşist Mikhail Bakunin 1870 yılında bir arkadaşına ‘Küçük devletlerden sakının’ diye yazmıştı. Avrupa’da savaşların yaşandığı ve jeopolitik fırtınaların estiği bir ortamda Bakunin’in söylemek istediği şey, bu türden küçük siyasi yapıların sadece tuhaf bir şekilde büyük yapıların tasarrufları nedeniyle mağdur olacak olmaları değil, ama aynı zamanda kendilerine eziyet çektiren büyük yapılar için sorun kaynağı olacak olmalarıdır.3 Bakunin’in aklında örneğin Belçika veya Baltık bölgesinde Çarlık Rusyası’nın emelleriyle Demir Şansölye Otto von Bismarck’ın liderliğindeki Prusya’nın elinde hamaset yüklü bir birleşme sürecinden geçen Almanya’nın arasında sıkışıp kalan Letonya bulunuyordu. Şüphe yok ki Lübnan da, coğrafi kriterlere göre Ortadoğu’nun ‘küçük devleti’ olarak kabul edilebilir. Lübnan’ın eski adı ile başkenti Beyrut’un dünya 1 Alan Dershowitz, The Israel-Hezbollah War (İsrail-Hizbullah Savaşı), An Amazon Short, 2006. 2 9 Ağustos 2006 3 Mikhail Bakunin, L’Empire Knouto-Germanique et la Révolution Sociale, Cenevre, Imprimerie Coopérative, 1871, s 50. 18 LÜBNAN ERTELENEN HESAP 1948-1967 meselelerin güç yoluyla çözüme kavuşturulmasını önlemek” için elinden gelen her şeyi yapacağını söylemiş ve eğer İsrail için duyulan “Yahudi sempatisinin kendisi üzerinde bir etkisi olacağını” düşünüyorsa “böyle bir hayale kapılmaması gerektiğini” iletmişti. O günlerde Amerika’nın İsrail’in refahına ve ayakta kalmasına yönelik taahhüdü, İsrail’le ve İsrail’in Filistinliler ile Araplara muamelesine o derece yakın olmanın Amerika’nın stratejik olarak hayati önemde olan Ortadoğu’yu Sovyet komünizmi ile mücadelede Batı’nın yanında tutma çabalarını olumsuz etkileyeceği inancı tarafından öteleniyordu. Eisenhower İsrail’i stratejik bir varlık olarak görmediği gibi Dışişleri Bakanı Foster Dulles da bir keresinde İsrail’in ‘boyunlarına asılı bir değirmen taşı’ olduğunu bile söylemişti.47 Eisenhower İsrail’i neredeyse koşulsuz olarak ve küçük düşürücü bir şekilde geri çekilmeye zorladı. Ama bu bir Amerikan başkanının İsrail ve ‘Lobi’ye’ karşı bu derece kararlı, ahlaki bir tavır takındığı son örnek oldu. Eisenhower’dan sonraki başkanlar böyle bir kararlılığının yakınına bile gelmedi. Söz konusu böyle bir eksiklikten, zaman içinde en acı şekilde etkilenecek olan Arap ülkesi Lübnan olacaktı. Ne var ki Lübnan şimdilik bunun bedelini ödemeyecekti. BEN–GURİON’UN ‘HRİSTİYAN LÜBNAN’ ÇABASI Böyle olmakla birlikte Lübnan hiçbir zaman için Ben-Gurion ve müdahalecilerin aklından çıkmadı. Üstelik en azından ilke bazında, diğer yerlerle karşılaştırıldığında en büyük emelleri Lübnan hakkındaydı. Ancak o dönemki koşullar altında hangi şekli almış olursa olsun bu emeller teori düzleminde kalmaktan ve ‘üzerinde fikir yürütülen bir mesele’ olmaktan öteye geçmiyordu.48 Birkaç sefer bu düşünceler hayata geçecekmiş gibi göründü ama sonuçta geçmedi. Bunda kısmen pragmatizmin şampiyonu olan Ben-Gurion’un güce başvurmak için bir fırsat doğmasının şart ya da en azından ileri derecede arzu edilen bir durum olduğu yolundaki inancı rol oynadı. Ve onun gözünde çoğu zaman istenilir koşulların yeteri kadar ortaya çıkar gibi göründüğü durumlar aslında hiçbir zaman için olgunlaşmadı. Bu kısmen Lübnan’ın Şarett ve müdahaleciliğe karşı olan kesimlerin müdahalecilikten yana olanları dizginleyebildikleri 47Şlaim, The Iron Wall (Demir Duvar), s. 204. 48 Schulze, A.g.e., s. 42. 87 DAVID HIRST KÜÇÜK DEVLETLERDEN SAKININ bir yer olmasından da kaynaklandı. Bunun genellikle böyle olmasının nedeni müdahaleci kesimin tasarladığı şeyin dev boyutlarda, cüretkâr ve gayrimeşru bir nitelik taşımasıydı; söz konusu bu kesimlere istedikleri her şeyi yapamayacakları gösterildi. Burada bir paradoks da vardı. Müdahalecileri harekete geçmek için Maruniler kandırmaya çalışıyordu ama aynı zamanda caydırıyorlardı da. Müdahalecilerin çok dinli Lübnan’ı o ‘Hristiyan devlete’ ve hayal ettikleri türden İsrail’in ‘doğal müttefikine’ dönüştürme yolunda enstrüman olarak kullanabilecekleri kimseler bizzat ‘Siyonizm yanlısı’ Marunilerden başkası değildi. Ama onların böyle bir şeyi yapmasına asla izin vermeyecek olan da ‘Arapçı’ Maruniler idi. Ve gelinen aşamada güç ‘Arapçıların’ elindeydi. ‘Arapçılar’ Ulusal Pakt’ın ruhuna uygun olarak ellerindeki bu gücü mümkün olduğu ölçüde doğru pan-Arap tavırları takınmak için kullandı ama bunu yaparken İsrail’in yol açtığı ‘sınır savaşları’ ve ‘açık savaşlar’ üzerinden Suriye, Ürdün ve Mısır’a yaptığı şeyi Lübnan için de yapmasına bahane oluşturacak bir saldırganlık ya da kışkırtıcılık içinde olmadı. Lübnanlı yetkililer en başından itibaren güney sınırı boyunca ‘sınır aşan’ eylemlere karşı çıktı ve sınırın denetlenmesi için mekanizmalar oluşturdu. Nüfusun yarısını oluşturan Müslümanları kızdırmadan, yapabildikleri her yerde, sınır yakınlarına gelen mültecileri ülkenin kuzeyine transfer edip Tire, Sayda ve Beyrut’ta bulunan kamplara yerleştirdiler. 1952 itibarıyla sınır aşan neredeyse tek bir eylem bile olmuyordu. Müftü’nün desteklediği ve Ürdün’den daha geniş çaplısını yaptığı türden sınır aşan eylemler 1953 yılında sınırlı ölçüde Lübnan’dan da olmaya başladı. Kendisini Rahman’ın Hizmetkârları olarak anan bir gerilla grubu ani bir şekilde ortaya çıktı ve bir zamanlar Saffuriya olarak anılan köyde yaşayan İsrailli iki yerleşimciyi öldürdü; gerilla grubunun bütün üyeleri 1948 yılında bu köyden kovulmuş kişilerdi, köy de bir anda ortadan kaybolmuştu. 1955 yılı geldiğinde İsrail’in kanlı Gazze baskınına yanıt olarak Gazze’den olduğu kadar Lübnan’dan da fedai saldırılarını düzenletme sırası Devlet Başkanı Nasır’a gelmişti. Lübnan ordusu sınır denetimlerini yoğunlaştırıp sınır boyunca 10 kilometre derinliğinde bir ‘güvenlik bölgesi’ ilan etti ve birliklerine bu bölgeye girenlere ‘ateş açma’ yetkisini verdi. Bunun bir sonucu olarak, söz konusu dönemde ve İsrail’deki müdahalecileri kızdıracak şekilde, Lübnan-İsrail sınırı İsrail’in büyük çaplı misilleme saldırılarında bulunmadığı tek sınır olarak belirdi.49 49Morris, Israel’s Border Wars (İsrail’in Sınır Savaşları), s. 63, 92-95. 88 6 Emperyal Kendİnİ Beğenmİşlİk İsrail, Lübnan’da ‘seçilmiş savaşı’ sürdürüyor: 1977 – 1982 BEŞİNCİ ARAP–İSRAİL SAVAŞI İsrail, 6 Haziran 1982’de kuzey komşusuyla savaşa girdi, kara, deniz ve hava saldırılarında üç ayda büyük çoğunluğu sivil olmak üzere 20.000 civarında insan öldürdü.1 İlkin Arap başkenti Beyrut’u kuşatma altına aldı; Yaser Arafat’ı ve FKÖ liderliğini kovdu; devlet içinde devlet olan gerillayı kırdı ve Falanjistlerin Sabra ve Şatilla katliamını yönetti, yirminci yüzyılın en büyük soykırımı ya da yarı soykırım katliamı değildi bu kesinlikle, belki en iğrenç ironik katliamıydı. Beşinci Arap-İsrail Savaşı’nın –ya da Temmuz/Ağustos 2006’dan beri bazı İsraillilerin dedikleri gibi, Birinci Lübnan Savaşı’nın– kökleri tarihsel iki gelişmede yatıyordu, ikisinin de Lübnan’la özel bir ilgisi yoktu. Biri, sağcı Likud Partisi’nin lideri Menahim Begin’in iktidara gelmesi, ikincisi İsrail-Mısır barış antlaşmasıydı. 1 Sean MacBride, Israel in Lebanon, Report of the International Commission (Lübnan’daki İsrail, Uluslararası Komisyonun Raporu), Ithaca Press, Londra 1982, s. 19. DAVID HIRST KÜÇÜK DEVLETLERDEN SAKININ Begin’in Mayıs 1977’deki seçim zaferi siyasal bir deprem olmuştu. Gördüğümüz gibi, İsrail’i kurulduğundan bu yana yöneten İşçi Partisi, görünüşte kabul etmese de, Revizyonist lider Vladimir Jabotinski’nin Demirperde doktrinindeki tavsiyesini uyguladı. Ama çöldeki yirmi dokuz yıldan sonra, burada Jabotinski’nin doğrudan siyasal varisi, o tarihteki bizzat en şoven ve en aşırı Siyonizm haline geldi. Begin, İrgun teröristlerinin başı olarak, 1948’de Deir Yasin’de Filistinlileri kaçırmak için herkesten çok zulüm eden insandı; Benjamin Gurion’un, onun konuşmalarını dinlediğinde, “Hitler’in sesini ve bağırmasını duyduğunu ve –iktidara gelirse– İsrail Devleti’nin yıkılmasına yol açacağını”2 söylediği kişiydi. Begin seçildikten iki gün sonra, “Yahudi halkının mülkiyeti” olan “Yahudiye ve Samiriye’nin kurtarılmış” topraklarının asla teslim edilmeyeceğini söylediği Batı Şeria’daki Kaddoum yerleşimini seçti. Bu, Arafat’ın ‘ılımlılık’ diplomasını aniden son derece anlamsızlaştırdı. Bu aynı zamanda, Amerika’nın Eisenhower’dan beri en az Filistin karşıtı başkanı olan ve ölçülü olmasıyla tanınan, Filistinlileri hak ettiği karşılığı alacağına inandıran ve İsrail’i ve Amerika’daki ‘İsrail’in dostlarını’ dehşet içinde bırakarak ‘bunca yıldır acı çeken’ mültecilere ‘vatan’ bulunması gerektiğini söyleyecek kadar ileri giden3 Jimmy Carter’a karşı yankılanan bir hiçe saymaydı. İsrail-Mısır barış antlaşması Yahudi devletiyle komşuları arasında yapılan bu türden ilk antlaşmaydı. Cumhurbaşkanı Sedat’ın Ekim 1977’de Kudüs’e ilk tarihi ziyaretiyle başladı ve Mart 1979’da sonuçlandı, bütün Ortadoğu’nun güç dengesinde temel bir değişiklik yaptı. Aslında, o tarihte çok sayıda Arap bunu, yirminci yüzyılda başlarına gelen daha öncekilerle aynı soydan –Sykes-Picot Anlaşması, Balfour Deklarasyonu, İsrail’in doğuşu ve 1967 Savaşı– tarihsel bir felaket diye algıladı. Arap ulusu kavramını tehlikeye attı. Zira Mısır, Mısır’ın ‘büyük gücü’ tamamıyla geri çekiliyor gibi görünüyor, Siyonist istilacılarla ittifak yapıyor, İsrail’in mevcut Arap düzeninden geriye kalanı sekteye uğratma gücünü büyük ölçüde artırıyordu. Bu, barışa doğru atılan kapsamlı bir adımdı; Carter böyle anlıyordu. Aslında, Begin ve müdahale yanlıları için altın bir savaş fırsatıydı.4 2 Michael Bar Zohar’ın Ben Gurion, C. IIII, s. 1547’den alınan Ben Gurion’dan Hayim Guri’ye 15 Mayıs 1963 tarihli mektubu; bkz. Middle East International, Londra, Ağustos 1977; Kapeliouk, Amnon, Le Monde Diplomatique, Haziran 1977. 3 Diplomatique, June 1977.3 Hirst, The Gun and the Olive Branch, s. 476. [Silah ve Zeytin Dalı, s. 528] 4 Schulze, A.g.e., s. 95. 144 DAVID HIRST KÜÇÜK DEVLETLERDEN SAKININ Filistin devleti öngörülmüyordu; plan aslında, Arafat’ın bir zamanlar İsrail’den biraz daha iyi olduğunu düşündüğü Haşimi yönetiminin Batı Şeria’ya dönüşünü haber veriyor gibiydi, üstelik eskiden Mısır’ın yönetiminde bulunan Gazze de plana dâhil olmuştu. Ama en azından bu da bir şeydi. Bu, Begin’i çileden çıkardı, Lübnan’ı ve FKÖ’yü ezerek işgal edilen toprakları geleceğin Büyük İsrail’ine topyekûn katmaya devam edebileceği beklentilerine son verdi. İsrail, beğenmediği diplomatik inisiyatiften memnuniyetsizliğini her zamanki gibi yine Lübnan’da belli etti. Tahliye antlaşmasını açıkça ihlal eden kara kuvvetleri Batı Beyrut’un eteklerindeki mevzilerinden Sabra ve Şatilla’nın kenarına doğru 600 metre ilerledi. Cemayel’i tartışmaya yer bırakmayacak bir şekilde Nahariye’ye, Begin ve Şaron’la toplantıya çağırdı. CESUR HRİSTİYAN SAVAŞÇI BAĞIRDI: ‘KELEPÇELERİNİZİ TAKIN; BEN, SİZİN KÖLENİZİM’ Ama bu insanlar, yardım ettikleri yeni seçilmiş cumhurbaşkanının kendilerine olan büyük borcunun ilk taksitini ödeme gününün geldiğini düşünüyorlardı. Ama onun yan çizdiğinin ve nankörlüğünün başka bir kanıtını gördüler. Onu iki saat beklettiler, sonra şampanyadan ve dostça karşılamalardan hızla vazgeçildi, Begin, en sert ses tonuyla ona, “cumhurbaşkanı olarak ilk yapman gereken, Kudüs’ü ya da en azından Tel Aviv’i ziyaret etmek” dedi. Cemayel karşı çıktığında, Begin barış antlaşmasını imzalamanın tarihini belirlemelerini istedi; içi öfkeyle dolup taşan seçilmiş genç cumhurbaşkanı buna yanıt bile veremeden önce, Begin bunun yılsonundan önce yapılması gerektiğine karar verdi. Sonunda Begin, Cemayel’in tiksindiği ve kaçtığı için yargılamak istediği Özgür Lübnan Ordusu komutanı Binbaşı Saad Haddad’ın, kendisinin yönetimine genelkurmay başkanı atanmasını önerdiğinde, ağız dalaşı ortaya çıktı. Ama Lübnan’ın İsrail’in elinde olduğunu ve İsrail’in –Haddad gibi– ondan beklediğini yapmasının tavsiye edildiğini belirtilerek, daha yüksek sesle bağıran Şaron’du. Bunun üzerine, cesur Hristiyan savaşçı, “kelepçelerinizi takın; ben sizin kölenizim”8 diye haykırarak iki kolunu öne uzattı. Toplantı sert sözlerle ve hiçbir anlaşmaya varılmadan sona erdi. Cemayel Lübnan’a döndüğünde babasına, “Bana çocukmuşum gibi 8 178 Schiff ve Ya’ari, A.g.e.,s. 233‒6, Shlaim, The Iron Wall (Demir Duvar), s. 415. LÜBNAN SABRA VE ŞATİLLA KATLİAMI 1982-1985 davrandı” diyerek içini döktü. Öfkesi şimdi kendi toplumunun şuurunda geniş ölçüde yayılmakta olan duyarlılıkla aynı nitelikteydi. Yakın alanda ve uzun bir periyotta çok sayıda İsrailli ile karşılaştıktan sonra, birçok Maruni, özellikle genç ve kadınsa, onlarda kendi abartılı mavi gözlü, açık renk tenli ‘Avrupalılar’ imgelemlerinden çok az şey buldu. Tam tersine, çok pejmürde, çapaçul, çok somurtkandılar, büyük çoğunun dış görünüşü kesinlikle ‘Araplara’ benziyordu; daha da kötüsü, bu ‘Arapların’ –aslen kökeninde birçoğu böyleydi– onlara, yani ‘soykırımdan’ kurtarmak için gönderilen Hristiyanlara, Arapların diğer bir türüymüş gibi tepeden baktıkları ortaya çıkacaktı. Ve artık bazıları, bütün dertlerin kaynağı olan bu sefil Filistinlileri kendi ülkelerinin sırtına yükleyen İsrailliler kim, diye yüksek sesle söyleniyordu. 9 ‘ŞEYH BEŞİR’İN’ ÖLDÜRÜLMESİ Beşir sağken zaten sorundu, ölümüyse daha büyük soruna davetiye çıkardı. ‘Arap’ yanlısı tutumları onu kurtaramayacak kadar geç kalmıştı, Ürdün Kralı Abdullah ve Cumhurbaşkanı Sedat gibi, düşmana hizmet etmekte çok ileri giden önceki Arap liderlerinin haliyle maruz kaldıkları sona o da uğradı. 14 Eylül’de cumhurbaşkanlığı taslayarak sadık insanların önünde haftalık konuşmasının sonuncusunu yaptığı Falanj partisinin genel merkezinde uzaktan kumandalı bir bomba patladığında onunla birlikte yirmi altı kişi öldü. Şaron için bu büyük terslikti; aslında, bütün siyasal geleceği şimdi tehlikeye giriyordu. Cemayel’in bizzat orta direği olacağı Lübnan’ın ‘yeni düzeni’ daha kurulmadan iskambil kâğıdından evler gibi yıkılıyordu. Şaron panikledi; esaslı bir eylem gerekiyordu. Ordusunun ve onunla birlikte Falanjistlerin Müslüman Batı Beyrut’a girmesi gerektiğine karar verdi. İsrail’in, Amerikalılara, asla yapmayacağının güvencesini resmen verdiği şeyi yapmasının resmi nedenlerinden ilki, Filistinlileri ya da Lübnanlı Müslümanları aynı Falanjistlerin olası intikamından korumaktı. Şaron’un gerçek nedenlerinden biriyse, Cemayel’in yerine her kim geçecekse, İsrail’in, ‘yeni düzeni’ biçimlendirilebilmeyi elinde tutmasını sağlama almaya çalışmasıydı. Falanjistler liderlerinin kaybının 9 Randal, A.g.e., s. 258; Schulze, A.g.e., s. 132. 179 DAVID HIRST KÜÇÜK DEVLETLERDEN SAKININ zira Fransızlar Falkland Savaşı’nda Arjantinlilerin, öldürücü etkisini İngilizlere karşı kullandıkları en yeni gemisavar füzeleri Exocet’in yanı sıra, Saddam Hüseyin’e beş Süper Etendard bombardıman uçağı sağlamak üzereydi. Artık umudunu neredeyse kaybeden Saddam bu silahlarla, savaşın devamının büyük ölçüde bağlı olduğu petrol ihracatını keserek, durumu düşmanın aleyhine bile çevirebilirdi. Onu yapma; bu ‘intihar edim’ine kalkışma, çünkü yaparsan ne sen ne de ABD ‘bir an olsun rahat” nedir bilmeyecek. İran Başbakanı Mir Hüseyin Musavi ve diğer üst düzey görevliler bu ve benzeri başka uyarıları neredeyse çatılardan haykırdı. Amerikalılar bile bu konuda Fransızlara nasihat etti. Ama Fransızlar aldırmadan yollarına devam etti. ‘DÜNYA ÜZERİNDE ŞİMDİYE KADAR MEYDANA GELMİŞ NÜKLEER OLMAYAN EN BÜYÜK PATLAMA’ Alınan bilgiye göre, 1983 Eylül’ünün son haftasında ABD deniz istihbaratı İran İstihbarat Bakanı’nın İran’ın Suriye Elçisi Ali Ekber Muhteşemi’ye gönderdiği bir mesajı yakaladı, ona İslami Emel’in şefi Hüseyin Musavi’yle temas kurup, Musavi’ye, Lübnan’daki ‘çok-uluslu’ kuvvete yapılacak saldırıya ABD Denizcilerine karşı ‘olağanüstü bir eylem’in dâhil edilmesini söyle talimatı veriliyordu.56 Musavi’nin adamları gerektiği şekilde bir Mercedes kamyon edindiler, patlayıcılarla donattılar ve denizci barakalarının yanında devamlı duran sarı su dağıtım aracına benzetmek için boyadılar. 23 Ekim 1983 Pazar günü şafakta gerçek kamyonu pusuya düşürdüler ve yerine bire bir benzerini gönderdiler. Her şeyin nasıl meydana geldiğini görenlerden tek sağ kalan erbaş Eddie DiFranco, sürücünün yerleşim alanına doğru hızlanırken gülümsediğini, kum torbaları ve dikenli tellerden koruyucu engeli yarıp geçtiğini, sabah 6:22 civarında barakaların ortasında aracını patlattığını belirtti. Pazar günleri yarım saat daha yattıkları için, Denizcilerin çoğu hâlâ uyuyordu.57 “Sonuçta meydana gelen patlama” –sonra, ABD Bölge Mahkemesi’nin bombalamadan İran’ı sorumlu bulduğu söylendi– “dünya üzerinde şimdiye kadar meydana gelmiş nükleer olmayan en büyük patlamaydı.” 56 Nathan Thrall, ‘How the Reagan Administration Taught Iran the Wrong Lessons’ (Reagan Yönetimi İranlılara Nasıl Yanlış Dersleri Verdi), MERIA Journal, C. 11, S. 2, Tel Aviv, Haziran 2007. 57 Robin Wright, Sacred Rage., s. 71. 222 LÜBNAN HUMEYNİ, İSLAMCILAR VE Şİİ BAŞKALDIRIŞI 1979-1985 7.500 ila 10.500 kilo TNT’ye eşit güçle, 256 ayak (78 m.) uzaktaki en yakın binanın kilitli kapıları çerçevelerinden söküldü. 370 ayak (113 m.) uzaktaki ağaçlar parçalanıp, tamamıyla pul pul döküldü. Bir kilometre uzaktaki Beyrut Uluslararası Havaalanı’nın bütün camları tuzla buz oldu. Dört katlı Denizci barakalarına gelince, 15 ayaklık (4.5 m.) moloz haline geldi, takviye edilmiş beton sütunları ‘lastik bantlar gibi’ esnedi.58 241 denizci öldü –yirmi saniye sonra başka bir intihar bombacısının vurduğu Fransız barakalarındaki 58 Fransız askeri de. BOZGUN İslami Cihad’ın iddia ettiği gibi, bu ‘ikinci ceza’ Amerikalıları çok sarsarken, en azından dışarıya karşı daha büyük bir kararlılık gösterisi yapmaları için de harekete geçirdi. Başkan Yardımcısı George Bush Beyrut’a uçtu ve ABD’nin bir grup ‘hain, ödlek teröriste’ boyun eğmeyeceğini duyurdu. Reagan; Suriye, İran ve ‘uluslararası suçlular ve şakiler’ aracılığıyla hareket eden Sovyetler Birliği’nin, Arabistan yarımadasındaki petrol alanları dâhil, bütün Ortadoğu’nun ‘yönetimini ele geçirmesine’ izin verilebilir mi, diye sesli hayret ederek sordu. Ama sadece kendi çukurlarını daha derin kazıyorlardı. Engellenen Dışişleri Bakanı’nın son derece gücenmesine ve başkanlık seçimleri yaklaşırken ‘Lobi’nin’ gazabına uğrama riskine rağmen, Reagan yönetimi ilkin, İsrail’in bu çıkmaza girmek için yaptıklarını görmezden gelip, sadece İsrail yanlısı yeni-muhafazakâr şahinlerin görüşlerine kulak vererek, tamamıyla İsrail yanlısı özüne döndü. ‘Stratejik varlık’ olarak değerinin yanlışlığının bu kadar kesin kanıtlandığı, şımartılmış ama başa çıkamadığı, yardım ettiği ülkeyle ilk ‘stratejik işbirliği anlaşmasını’ duyurdu. İsrail’e değerli ‘NATO dışı müttefik’ statüsü de verdi, ‘bir ülkenin başka bir ülkeye özgürce yaptığı en büyük para ve teknoloji transferini’ başlattı.59 Bu beklenmedik partnerliğin başlıca doğrudan mesajının, ‘Sovyetlerin desteklediği’ ‘radikal’ Arap devletlerini hatalarını tamir etmeye zorlamak için, İsraillilerle Amerikalıların artık kararlı bir 58 Judge Royce C. Lamberth, Memorandum Opinion, Peterson v. Islamic Republic of Iran (Ön Karar, Peterson - İran İslam Cumhuriyeti Davası) (US District Court for the District of Columbia, 2003), s. 8. 59 Neff, Donald, Middle East International, Londra, 5 Mart 1988. 223 DAVID HIRST KÜÇÜK DEVLETLERDEN SAKININ ‘BİRAZ KILIK DEĞİŞTİRMİŞ MACHTPOLITIK’LE SOLUK KESİCİ ÜTOPYACILIĞIN KAYNAŞMASI’ Ancak, Batı uygarlığının bu nimetleri bölge halkına zorla verilecekti. Son yarım yüzyılda ABD’nin savunma ve güvenlik siyasasına en azından resmen yol göstermiş olan ‘çevreleme siyaseti’ ve ‘caydırıcılık’ ilkelerinden ayrılan yeni muhafazakârlar onun yerine ‘önleyiciliği’ benimsedi. Uluslararası ilişkiler profesörü Andrew Bacevitch, bu ilkelerin resmen yüceltildiği 2002 Ulusal Güvenlik Stratejisi’ni “biraz kılık değiştirmiş Machtpolitik’le soluk kesici ütopyacılığın kaynaşması… Woodrow Wilson’la büyük Mareşal von Moltke arasında mümkün olmayan işbirliğinin ürünü” diye tanımladı.11 ABD’ye ya da müttefiklerine mevcut, potansiyel ya da sadece hipotetik herhangi bir tehdidi, gerçek ve yakın hale gelme şansını bulmadan çok önce, radikal yeni doktrinle silahlanarak önceden engelleyeceklerdi; Amerika’nın değerlendirmesine göre, İsrail’e ya da kendisine karşı böyle bir tehdit oluşturan Ortadoğu’nun ‘serseri devletlerinde’ ‘rejim değişikliği’ yapacaklardı. Bu durum, İsrail’in uzun zaman önce oluşturduğu stratejik ve siyasal hedeflere hizmet eden askeri kuvvet, yani ‘seçilmiş savaş’ teorisi ve uygulamasıyla apaçık bir benzerlik taşıyordu. Şu netti: Bu hedeflerin en önemlisine, yani ulaşılmaz Arapİsrail çözümüne, idealist, ‘misyoner’ denilebilecek, vitrin dekorasyonu demokrasiyle kıyasla, daha önce uygulanandan çok daha üst düzeyde bir dış baskı aracılığıyla ulaşılabilecekti. Aslında, Likudnik’in Ortadoğu ‘barışı’ versiyonu onlarca yıldır uluslararası diplomaside ABD dâhil dünyanın makul ve uygulanabilir diye baktığı iki devletli çözümde büyük bir gerilemeye yol açacaktı Yeni Bir Başlangıç’ın üstü kapalı olarak belirttiği gibi, büyük dönüşüm Bağdat’ta ‘rejim değişikliğiyle’ başlayacaktı. 9/11’in üstünden saatler geçmeden Savunma Bakanı Ronald Rumsfeld –yeni muhafazakâr olmasa da– personeline, “S. H.’yi [Saddam Hüseyin] UBL ile [Usame bin Ladin] aynı zamanda vurmak için ‘yeterli nedenler’ sağlayacak ‘ilgili ya da ilgisiz’ şeyleri araştırma emri veriyordu.12 Yardımcısı yeni muhafazakâr Paul Wolfowitz Amerika’nın önce, bin Ladin’in sığınağı Afganistan’a değil, Irak’a saldırmasını önerecek kadar ileri gitti, çünkü Afganistan 11 The American Conservative, 29 Eylül 2002. 12 Bamford, James, A Pretext for War, Anchor Books, New York, 2004, s. 285. 312 LÜBNAN ORTADOĞU HARİTASINI YENİDEN ÇİZMEK 2001-2006 ‘belirsizken’ Irak ‘mümkündü.’ 13 Karşı-terörizmden sorumlu hükümet yetklisi Richard Clarke, “karşılık olarak gidip Irak’ı bombalamamız Japonların bize Pearl Harbor’da saldırmasından sonra Meksika’yı işgal etmemize benzer” diyerek karşı çıktı.14 KÖTÜLÜĞÜN DÜNYASINI KURTARMA15 Bu durumda, ABD önce Afganistan’a saldırdı, Taliban’ı çökertti ama bin Ladin’i ele geçiremedi. Ancak dikkatini hemen Saddam Hüseyin’e çevirdi. Yeni muhafazakârlar baş caniye saldırı düzenlemenin gerekçesini oluşturmakta hiç zaman kaybetmedi. Bu durum Bush’un başlattığı küresel ‘terör savaşının’ kasıtlı esnekliği sayesinde gelişti. Terörizm ‘kötülüğün’ yeni biçimiydi. ‘Kötülüğün dünyasından kurtarma sorumluluğu’ ABD’nindi. İran, Kuzey Kore, ‘bunlar ve başka terörist müttefikleri gibi olan diğer devletlerin’ yanı sıra, Irak da ‘şer ekseninin’ bir üyesiydi. Bu, Saddam’ı El-Kaide’ye ve ‘İslami terörün’ bütün karanlık âlemine bağlayan ‘şerdi’. Daha özel olarak, yeni muhafazakârlar Bush’un söylemine sadece teröristleri değil, ‘onlara yataklık edenleri’ de hedef alma taahhüdünü yerleştirdiler. Saddam, Arap despotlarının en vahşisi ve terörizmin baş uygulayıcı olsa da, El-Kaide ve 9/11’le hiç ilişkisi yoktu. Ama yeni muhafazakârlar Amerikan halkını Irak’ın El-Kaide ve 9/11’le bağlantılı olduğuna ve sonuçta, ‘terör karşı savaş’ ile Irak savaşının birbirine göbekten bağlı olduğuna ikna etmekte olağanüstü başarılı oldular. Yönetim içinde, görevleri kadrolu istihbarat topluluğunun başaramadığı Irak - El-Kaide bağlantısını her nasıl olursa olsun kanıtlamak ve var olmayan başka bir savaş nedeni’ni, Saddam’ın sözde hâlâ geliştirmekte olduğu, ABD’yi ‘büyük ve ani dehşete’ düşürebilecek kitle imha silahlarını anımsatmak olan kendi özel amaçlı gizli servislerini kurdular. İsrail’de de Şaron Amerikan servisini yanlış istihbarat ile besleyen benzer bir birim kurdu.16 Gerçekten, Profesör John Mearsheimer’le Profesör Stephan Walt ‘Lobi’ konulu çığır açan çalışmalarında, İsrail ve ABD’deki ‘İsrail 13 Halper and Clarke, A.g.e., s., p. 204. 14 Clarke, Richard, Against All Enemies: Inside America’s War on Terror, Free Press, Londra, 204, s. 30–1. 15 Chernus, a.g.e,, s. 124–6, 153. 16 Bamford, a.g.e,, s. 287–331; Chernus, a.g.e,, s. 157. 313