İlhami Bekir Tez (1906

Transkript

İlhami Bekir Tez (1906
İlhami Bekir Tez (1906-1984)
• Önceleri hece ölçüsü ile yazdığı şiirlerini Milli
Mecmua adlı dergide yayımlamıştır. Daha
sonra Serbest ölçüyü kullanmaya başlayan şair
1940 kuşağı öncesinden serbest ölçülü şiirler
yazan ozanlarından biri olan Serbest şiir
tarzında Orhan Veli ve arkadaşlarından önce
örnekler veren İlhami Bekir Tez’in şiir serüveni
Milli Mecmua ve Servet-i Fünun’la başlar.
Heceli ilk şiirlerinden sonra 1929-1930’larda
sosyalist gerçekçi bir şair olarak dikkat çekmiş
Nazım Hikmet etkisinde serbest ölçülü şiirler
yazmaya başlamıştır.
• Edebiyat dünyasında adını yazdığı şiirlerle duyuran şairin ilk
önemli kitabı, bir işçinin yirmi dört saatini anlattığı “24 Saat”
(1929) adlı eserdir. Sonraki süreçte şair "Birinci Forma A"
(1930) ve "Herhangi Bir Şiir Kitabıdır" (1931) kitaplarını
yayımlamıştır. İlhami BekirTez, şiirimizde Serbest şiiri Nâzım
Hikmet’ten önce başlatmıştır. Daha ilk kitabındaki şiirleri
arasında bile serbest ölçülü şiirleri vardır. İlk şiirlerinden
itibaren yenilikçi ve değişimci bir tavır sergilemiş, nidaları
kuvvetli, seslenmeleri kuvvetli anlam yönünden inceliklerle
yüklü bir şiir dili oluşturmuştur. Onun şiirlerinin Nâzım
Hikmet’in gölgesinde kaldığı öne sürülmüştür. Bekir Tez,
Nâzım Hikmet’in edebiyat anlayışını ve ideolojik görüşleri
benimsediğini reddetmez ancak şair kendi tavrını Nâzım
Hikmet’e göre “daha millî” olarak nitelendirir.
• Edebiyatımızda şair kimliği ile ön plana çıkmasına rağmen İ.
Bekir Tez’in romancılığı da dikkat çeken diğer bir yönüdür.
Yazarın İstanbul’un Suadiye semti çevresindeki sosyal
değişimleri konu edinen ilk romanı "Asfalt" (1928); savaşın
insanlar ve toplum üzerindeki psikolojik etkilerini anlattığı
ikinci romanı "Taşlıtarla’daki Ev" (1944), üçüncü ve son
romanı ise "Herhangi Bir Roman Kitabıdır" (1965) adını taşır.
Tez’in gazetelerde tefrika hâlinde kalmış veya
yayımlanamamış çocuk kitapları ve romanları da
bulunmaktadır.
• "Herhangi Roman Kitabıdır" önce adından başlayarak, gerek
içeriği gerekse bu içeriği ifade etme biçimleriyle farklı bir bakış
açısının ürünüdür. Bu romanda Tez, bir yandan geleneksel
romanın pek çok özelliğini terk edip daha serbest ve parçalı
bir anlatım dili kurarken, bir yandan da Libya ve Cezayir'deki
sömürgeci işgallere karşı çıkan muhalif duruşun bir örneği
olarak okur karşısına çıkar.
Ey
Hayatta - kitapta
Kurşuna dizilen!
Peşinde devriye gezilen!
Ey ağaçta yürüyen su!
Göğüste atan yürek!
Ey yürümek,
Ey uçmak, inmemek!
Gidip dönmemek!
Ey sen vatandan üstün olan!
Sen "Ey! ki sensiz vatan
Bir cesettir üstünde
Akbabaların dolaştığı...
Sen ey vatandaşların hür ıslığı
çığlığı
sırrı
HÜRRİYET
"Emret ki; ölelim,
EMRET!"
Ceyhun Atuf Kansu (1919-1978)
• Çocukluğu, Kurtuluş Savaşı yıllarının
Ankara’sında geçen Kansu’nun sanatının
temeli burada şekillenir. Ulusçu kimliği ise
İstanbul’da okuduğu Tıp Fakültesi yıllarına
rastlar. Kansu’nun halktan ve onun
sorunlarından sıkça bahsetmesi, Atatürk’ün
“Halkçılık” ilkesine sıkı sıkıya bağlı
oluşundandır.
• Hekimliği, insanları ve özellikle de çocukları daha
yakından tanıma fırsatı sağlar. Bu özelikler, onu
çağdaşı birçok şairden ayırır. Kansu’nun fikir
dünyasında başta Yunus Emre olmak üzere
Anadolu’nun kültür ve manevi hayatında etkili olan
isimlerin tesiri olduğu görülür. Pir Sultan, Hacı
Bektaş-ı Veli ve Köroğlu gibi haksızlığa başkaldırının
isimleri, onun şiirlerinde fazlasıyla yer bulur. Bu
manevî isimlerin dışında Tevfik Fikret, Ziya Gökalp,
Mehmet Akif ve Ömer Seyfettin’in de etkisinde
kaldığı görülür. Kansu’nun sanat anlayışı, üç temel
unsur üzerine inşa edilmiştir. İlki, bütün güzellikleri
içine alan şiir; ikincisi, Atatürk sevgisine bağlantılı
olarak ortaya çıkan vatan sevgisi; üçüncüsü ise çocuk
ve dolayısıyla insandır.
• Hem düzyazı hem de şiir alanında birçok eser veren
Kansu’nun daha çok şiirleriyle ön plâna çıktığı görülür. Bir
Çocuk Bahçesinde (1941) adını taşıyan ilk şiir kitabında,
çocukluğa özlem, anne ve vatan sevgisi gibi temalar yer alır.
Henüz Tıp Fakültesi’nde öğrenciyken yayımladığı Bağbozumu
Sofrası’nda (1944) çocuk temasının yanı sıra yaşama sevinci
de ön plâna çıkar. Tabiat, çocuk ve yurt sevgisinin dile
getirildiği bu eserlerden sonra mesnevi tarzında yazılmış
Çocuk Gemisi (1946) adlı eserinde sosyal konulara ağırlık
verdiği görülür. Turhal Şeker Fabrikası’nda doktor olarak
çalıştığı yıllarda Yanık Hava (1951), Haziran Defteri (1955) ve
Yurdumdan (1960) adlı eserleri yayımlanır. Çocuk ve Anadolu
bütünleşmesinin sağlandığı Yanık Hava’da Kansu’yu çocuklar
şairi yapan adımların atıldığı görülür. Haziran Defteri ise hayal
ve hakikat çatışmalarının hissedildiği şiirlerden oluşur.
Memleket sevgisi ve millî değerlerin yoğunlaştığı Yurdumdan
adlı şiir kitabı, bir Anadolu güzellemesi olarak ortaya çıkar.
Bağımsızlık Gülü
Yerden alıp o gülü
Hangi gülü?
Bir topçu neferinin
Sakaryalı yaz toprağında
Sıcak kan gülü.
Alıp koklamak o gülü
Hangi baharda?
Türkçenin özgür kırlarında
Türkülerde burcu burcu,
Bilgeliğin ana gülü!
Ercüment Behzat Lav (1903-1984)
• Dadaizm, fütürizm, kübizm ve sürrealizm
akımları etkilerini şiirine yansıtmış,
Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde serbest
ölçünün ilk uygulayıcılarından olan bir şairdir.
Toplumsal konuları ve ülke meselelerini
irdeleyen şiirler yazar. Her Türlü dogmanın
karşısına diyalektik materyalizm anlayışını
koyan şair Marksist bir düzlemde toplumcu
şiirleri vardır. Şiiri biçimsel açıdan radikal ve
değişken olan Lav, aynı zamanda bir aktör
olup çeşitli Türk filmlerinde oynamıştır.
• İlk kitabından başlayarak, ölçülü-uyaklı şiire ilk
karşı çıkan Orhan Veli’den önce serbest tarzda
şiirler yazan Serbest şiiri Nazım Hikmetl’e aynı
yıllarda ilk deneyen şairdir. Ercüment Behzat
Lav gerçeküstücülük, fütürizm ve kübizm gibi
akımları ilk deneyenlerden biri oldu. Ama
Doğan Hızlan'ın deyişiyle, "araya sıkışan şair"
olarak kaldı.
OYNUYOR AY
Oynuyor ay
Mor salkımlı suda
Oynuyor ay
Üşüyor kalp
Şehvet durunca
Üşüyor kalp
Düşüyor baş
Kara taş yastığa
Düşüyor baş
Enver Gökçe (1920-1981)
• Enver Gökçe 1940 toplumcu sanatçılar
kuşağının kendine özgü bir şiir dünyası kurmuş
şairlerinden biridir. İlk dönem şiirlerinde,
yetiştiği bölgenin dil özelliklerini, halk türküleri
ve halk şiirinin deyişlerini kullanarak, yaşadığı
zor yılların acılarını konu etmiştir. 1973-1979
arasında ikinci döneminde, seçtiği sözcükleri
alt alta dizerek yazdığı şiirlerde, o günlerin
toplumsal hareketliliğinin ortak temalarını ele
almıştır. Siyasal cinayetleri, yokluğu, doğa ve
üretim koşullarına vurgu yapmıştır.
• Enver Gökçe’nin şiiri bir tür ‘bileşim’dir. Bu bileşimin unsurları
olan halk şiiri, divan şiiri, Nazım Hikmet şiiri ve sonunda Dede
Korkut arasındaki yolculuğunu 1945’lere gelmeden önce
tamamlamıştı. Uzun bir süreyi kapsayan ‘şiir yükü yoğun
sözcükler’ seçme işi ve bunları kendi süzgecinden geçirerek
tarz oluşturması, sonunda bu etkilerin hepsinin izlerini taşır.
Yaklaşık 10 yıl süren bu dönem, onun en değerli ve en verimli
dönemidir.
• Arif Ay’a göre: “Esasında, o dönem şairlerinden Ahmet Arif ve
Niyazi Akıncıoğlu ile birlikte Enver Gökçe, diğer toplumcu
şairlerden yapıtları ile ayrılıyorlardı. Diğerleri imgesiz şiirler
yazmayı seçiyor, ufuklarını Nazım Hikmet ile sınırlıyorlardı.
Oysa bu üç şair, yerel ögeler ağırlıklı olarak yazdıkları şiirleri ile,
ama birbirlerinden farklı kaynaklardan da etkilenerek,
söyleyişleri ve şiir kurguları itibariyle de ayrılıyorlardı. Daha
özgün ve daha renkli bir şiir kurgusuna sahiptiler. Gökçe de,
geldiği yörenin dil kullanımından yararlanarak şiire açılımlar
sağlayarak Nazım’ın biçimsel etkilerine kapılmadan kendi
şiirini kuruyordu.”
AH LEN AH
Üşürülmüş
Yılan
Dilli
Bir
Hançerdi
Kardeşim
Yüreğime
Göğsüme
Kollarıma
"Bir
Dönüm
Mülk
Kan
Değerdi
Bizim
Buralarda
Kebanda
Ezirganda
Al
Sizin
Olsun
Helal.
Şükran Kurdakul (1927-2004)
• Şiirde ilk denemelerini Tomurcuk (1943) ve Zevklerin ve
Hülyaların Şiirleri (1944) adlı kitaplarda toplamıştır. 1943-1953
yılları arasında çeşitli dergilerde yayımlanmış şiirlerinden
sonra toplumcu-devrimci sanata yönelmiştir. Kurdakul'un
şiirleri eleştirmenler tarafından genellikle “duyarlı ve kitleler
önünde yüksek sesle okunmaya elverişli toplumcu gerçekçi
şiirler” olarak tanımlanmaktadır. Şirlerinde cezaevinin ve
Nazım Hikmet’in etkisini bulmak mümkündür. Kurdakul,
şiirlerinde özgürlük temasını fazlaca vurgulamıştır. Bunun yanı
sıra sevgi, dostluk tabiat onun şiirlerinde sıkça rastlanılan
öğelerdir. Kurdakul, şair ve öykücü kimliği kadar inceleme ve
araştırmalarıyla datanınmaktadır.
• Kurdakul, daha on altı yaşında ilk şiir kitabı
Tomurcuk ile edebiyat dünyasına adım
atar. Şiirde ilk denemelerini Tomurcuk (1943)
ve Zevklerin ve Hülyaların Şiirleri (1944) adlı
kitaplarda toplamış daha sonraki zamanlarda
da diğer şiir kitaplarını değişik tarihlerde
yayımlamıştır. 1950 yılından sonraki şiirlerinde
Devrimci Sosyalist çizgiler içinde kalan
içeriklerde şiirler yazmıştır. Nazım Hikmet
etkisi Şükran Kurdakul üzerinde altmışlı yıllara
kadar devam etmiştir. Özellikle, Nazım
Hikmet’in “Kuvayi Milliye Destanı” Kurdakul’
un yurtseverlik duygularını körükleyen
kaynaklardan biridir.
• Yetmişli yıllarda yaşanan toplumsal değişimler
ve politik biçimlenmeler Şükran Kurdakul’un
şiirlerindeki tema ve yaklaşımlara tesir etmiş
şiirde kendi söylemini, kendi şiirini
oluşturmaya çalışmıştır. Slogan şiirlerden
kurtulmaya çalıştığı bu dönemlerde Toplumcu
Lirik bir şiir söylemi oluşturmaya gayret
etmiştir.
BENDEN SOR
Bunca acının çiçeği içimde büyüdü
Mahpushane saksılarındaki baharı benden sor...
Kulak ver gecenin sessizliğinde ağan sese,
Ölümcünün böldüğü uykuları benden sor.
Silahlar doğanın yüreğini arıyor durmadan,
Bu kan kokusunun ürettiği soruları benden sor...
Gördük ki, türkülerin sonu yok dilimizde,
Kopup geldikleri dağları benden sor.
Mehmet Başaran (1926)
• Şiir ve yazılarında köycülük konusunu işleyen
Mehmet Başaran şiirlerinde ve yazılarında siyasetçi
kimliğini ve düşüncelerini hiç bırakmaz. Bu yönüyle
şiiri bir propaganda şiiridir. Ezilenlerin, fakirliğin geri
kalmışlığın ve çaresizliğin nedenlerini sorgulayan
şairin bu temaları "Ahlat Ağacı" ve "Nisan
Haritası"ndan sonra şiir kitaplarına yansır. Önceleri
köylülük, modernleşme, Atatürkçülük gibi bir çizgi
takip eden Başaran sınıf ayrımcılığı, ezilenler, ezilen
yoksullar, sosyal adaletsizlik vb konulu şiirler,
hikâyeler ve romanlar yazmıştır.
A. Kadir [Abdülkadir Meriçboyu
(1917-1985)]
• Nazım Hikmet'in okulda propaganda yaptığı gerekçesiyle
açılan davada yargılanan şair 10 ay hüküm giydi ve askeri
okuldan uzaklaştırıldı. Hapse düşen şair, hapishanede hayranı
olduğu ve düşüncelerini paylaştığı şair Nazım Hikmet’le aynı
cezaevinde birlikte oldu. Hapisteyken tanıştığı Nazım
Hikmet’in düşüncelerinden ve şiirlerinden daha da etkilendi.
Ses ve Yeni Edebiyat dergilerinde yayımlanan şiirlerinde bu
etki açıkça görülür. Yurt sevgisini dile getiren ilk kitabı
Tebliğ'de savaşa açıkça karşı çıkarken, yoksul insanları
gerçekçi bir bakışla yansıttı. Sürgünden dönüşünde şiirlerini
zaman zaman dergilerde yayımladı. Abdülbaki Gölpınarlı ile
Farsça aslından düzyazı olarak çevirdikleri Mevlâna'nın
şiirlerini serbest nazma dökerek Bugünün Diliyle Mevlâna
adıyla bir kitapta topladı (1955).
• Bireysel konularda yazdığı şiirlerinde bile
toplumsal sorunları bireysel konular ile birlikte
işler. Olgunluk dönemi şiirlerinde konuşma
diline yakın bir dil kullandı, türküler, halk şiiri
ve gelenekleri motiflerinden yararlandı. Savaş,
yoksulluk, sürgünlük, hapislik acılarını yaşayan
insanın duygularını, iyiye, doğruya, eşitliğe
olan özlemini yalınlık, gerçeklik ve lirizmle
yansıttı. Çarpıcı bitişler, yinelemeler, iç uyaklar
ve ses uyumları belli başlı şiirsel biçimleri.
1940'lı yılların toplumsal gerçekçi şiirinin ortak
temaları ve biçimleriyle, Orhan Veli kuşağının
bazı söyleyiş özelliklerini kaynaştırarak
sentezci bir şiire ulaştı.
• Kimi şiirlerinde yurt sevgisini dile getiren şair
savaşa karşı ve barışa tutkun şiirler yazmış,
toplumsal sorunlara sosyalist bir çizgiden
bakarak, yoksulluk, sürgün, hapis acılarını
yaşayan insanların duygularını dile getiren
temalar işlemişti. Bireysel sorunları toplumsal
dramların örnekleri şeklinde düşünerek
geleneksel şiirin motiflerinden ve
özelliklerinden de yararlanmaya çalıştı.
"Havasız bir delikte
Gıcırdayan somya üstünde yatakta
Yakalanmışsın berbat bir öksürüğe
Gel de şarkı söyle.
Ama yine de sarı saçlı adam
Devam etti kemanı çalmaya
Dirildi içimizde ölü düşler.“
“Tekmil haklar alınır.
Tekmil hürriyetler kısılır.
Tekmil köşe başları, tekmil kapılar tutulur.
Gökyüzü tıkılır dört duvar içine.
Bütün bunlara karşı, dümdüz, apaydınlık kalır
seni bana getiren yol.”
Hasan İzzettin Dinamo (1909-1989)
• 1928 yılında Serveti Fünun dergisinde de hece
vezniyle şiirleri yayımlanan Dinamo, 1929 yılında aruz
ölçüsünü denemiş, ancak tekrar ölçüsüne
dönmüştür.
• Nâzım Hikmet Rusya'dan yurda dönüp “835 Satır”
adlı şiir kitabını çıkardıktan sonra ondan etkilenmeye
başlar. Zaten onunla da Resim Bölümünde öğrenci
iken tanışmış sonraları da yazışmaya başlamıştır. 835
Satır adlı eserden sonra heceyi bırakarak serbest
tarzda şiirler yazmaya başlar. Serbest vezinle yazdığı
şiirlerinden bazılarını Nâzım Hikmet’e de
göndermiştir.
• Şiirlerinde doğayı ve yaşamın çeşitli kesitlerini
vermeyi, bir yandan da toplumsal gerçeği
anlatmaya çalışmış, ezilen sömürülen acılar
çeken insanların yaşamlarını ve sosyal yaraları
ele almaya çalışmıştır. Pastoral nitelikli lirik
şiirleri de olan şair divan edebiyatı
kalıplarından yararlanarak tuyuğlar yazmıştır.
• En tanınmış eseri sekiz ciltten oluşan Kutsal İsyan
adlı eseridir. Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş
Savaşı'nı konu alan bu romanı, yedi ciltlik Kutsal
Barış tamamlar. Türk Kelebeği ile Savaş ve Açlar,
savaş yıllarını daha değişik yönden ele alan iki
romanıdır. Türk Kelebeği adlı eseri savaşı ve savaşta
esir düşenleri ele alan bir eseridir. Savaş ve Açlar,
Birinci Dünya Savaşı ve öncesinde, zenginlerin daha
zengin olup yoksulları sömürüşünü ele almıştır.
Öksüz Musa, Açlık, Musa'nın Mapusanesi, Koyun
Baba, Musa'nın Gecekondusu, yazarın babasını ve
Ağabeyi’ni yitirdikten sonra yaşamının evrelerini
veren romanlardır. Bu romanları bir anlamda kendi
biyografisi şeklindeki romanlardır.
“Aziz Türk işçisi!
Senin bahtın,
Yaralı parmaklarınla ayıkladığın
Malum tütünün zifiri kadar karadır.
Haydi, sen de aslanlar gibi göster boyunu,
Böyle süklüm püklüm durduğunu
Gören kahpe vurguncular ve onların hükümeti,
Bırakıp senin nasırlı ellerine
Bu güzel memleketi,
Savuşsunlar birer köşeye, çil yavrusu gibi.”
Saf (Öz) Şiir Anlayışını
Sürdürenler
• Türk edebiyatında “Saf Şiir” (Öz Şiir) eğilimi Ahmet
Haşim’in “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar” adlı
makalesiyle (Türk edebiyatında ilk poetika örneği
kabul edilir.) başlar.
• Sanatın bir form sorunu olduğuna inanan bu şairler
için önemli olan iyi ve güzel şiir yazmaktır. Bu
anlayışla kendilerine özgü özel bir imge düzeni
oluştururlar. Özgün ve yaratıcı olan bu imgeler, dilin
mantığına uygun ve dilin anlam alanını genişletip dile
yeni olanaklar sunacak bir yapıya sahiptir. Dilde
saflaşma düşüncesi, kendini rahat şiir yazma şeklinde
başat öğe olarak gösterir. Şiirsel söylemin zirvesine
ulaşmak düşüncesiyle dilin yücelişi paralellik gösterir.
• Şiirde her türlü ideolojik sapmanın dışında
kalarak sadece okuyucuda estetik haz
uyandıran şiir yazma eğilimi, bu şairleri -Yedi
Meşaleciler hariç- her türlü topluluk eğiliminin
dışında kalıp müstakil şahsiyetler olarak şiir
yazmaya yöneltmiştir.
• Saf şiir anlayışında estetik tavır ön plandadır.
Bu anlayıştaki şairler didaktik bilgiden uzak
durup; bir şey öğretmeyi değil, musikiyle ya da
musikinin çağrıştırdığı, uyandırdığı imgelerle
insanın estetik duyarlılığını doyurmayı amaç
edinirler. Kısacası bu şairler şiirde anlama fazla
önem vermezler. Anlaşılmak için değil;
duyulmak, hissedilmek için şiir yazarlar.
• Şiiri soylu bir sanat olarak kabul eden bu
şairlerde düşsel (hayali) ve bireysel yön ağır
basar. İçsel ve bireyci bir yaklaşımla evrensel
insan tecrübesini dile getirirler.
• Şiirde biçim endişesi duyan bu şairlerde dize
ve dil baş tacıdır. Disiplinli çalışarak
mükemmele varan halis şiir yazma endişesi
kendini hissettirir.
• Gizemsellik, simgecilik, bireysellik, ruh, ölüm,
masal, rüya, mit temalarının yoğunca işlendiği
bu şiirler zekâ ve bilincin disipliniyle
bütünleştirilerek yazılmıştır.
Yedi Meşaleciler
• Edebiyatımızın ilk toplulukları olan Servet-i Fünun ve
Fecr-i Ati'den sonra, Cumhuriyet döneminin ilk
yıllarında (1928-1933) Yedi Meşale topluluğu dikkati
çekmektedir. Altı şair ve bir öykü yazarı gençten
oluşan bu topluluk, kendisini, adını aldığı Yedi
Meşale başlıklı kitapla tanıtmıştır.
• 22 Mart 1928 tarihli Servet-i Fünun dergisinde, yeni
bir kitabın yayımlanacağı haberi dikkati çeker:
"Mecmuamızın hey'et-i tahririvesini teşkil eden
gençlerden Sabri Esat, Cevdet Kudret, Yaşar Nabi,
Yasfi Mahir, Muammer Lûtfi, Ziya Osman ve Kenan
Hulusi Beyler müntehap yazılarını YEDİ MEŞALE isimli
bir kitapta topladılar. Pek yakında intişar edecek bu
olgun eseri karilerimize tavsiye ederiz."
• Kitaptaki sıralanışı bile ortaklaşa karar vererek
düzenleyen gençler, kitabın başına kovdukları,
amaçlarını belirten önsözü de her biri birer cümle ya
da paragraf yazarak ortaklaşa hazırlarlar. 1928
nisanında çıkan kitabın önsözünde aşağıdaki
görüşlere yer verilmiştir:
• "Bu eser size her türlü müşkilâta rağmen yalnız sanat
aşkıyla çalışan birkaç gencin bir senelik edebî
mahsulünü takdim ediyor. Yazılarımızı müştereken
neşretmemizin sebebi memleketimizde son edebî
cereyanları gösterecek toplu bir eser vücuda
getirmek arzusudur. Biz bu eserle, gençliğin yazılarını
takip etmek külfetine bile girmeden, yalnız fuzulî bir
tefahur ve malumat-füruşlukla ‘Edebiyatımız öldü,
ölüyor!’ diye kıyametler koparan bazı sanat
kâhinlerine yanıldıklarını isbat etmek istiyoruz.
• Yazılarımızda ne dünün mızmız ve soluk
hislerini, ne son zamanların renksiz ve dar
Ayşe, Fatma terennümünü bulacaksınız. Biz
her şeyden evvel duygularımızı başkalarının
manevî yardımına muhtaç kalmadan ifade
etmeye çalıştık. Eğer muvaffak olduysak, bu
da bize kâfi bir şeydir.
• Canlılık, samimiyet ve daima yenilik : Bizi
müşterek bir eser neşrine teşvik eden
fikirlerimizi bu suretle izah edebiliriz.
• Bu bilgiler ışığında Yedi Meşaleciler’in
Özellikleri:
• Dünün mızmız ve soluk hisleri ve Ayşe Fatma
terennümleri terk edilecek.
• Yalnız duygular ifade edilecek.
• Şiirin konu ve temaları genişletilecek.
• Yıllardır değiştire değiştire verilen fikir ve
konulardan vazgeçilecek.
• Şiirde canlılık samimiyet ve yenilik esas olacak.
• Gerçek bir sanat eseri meydana getirmek için
şiirlerde sanat ve inceliğe dikkat edilecektir.
• Bu şairler Türk edebiyatından Servet-i Fünun
ve Fecr-i Ati şairlerinin etkisinde kalmışlardır.
Bu hareket fazla uzun sürmez. Yedi Meşale’yi
çıkaran gençlerin çoğunda şiir faaliyeti bir
gençlik hevesi olarak kalır.
• Sanat, sanat için olmalıdır.
• Edebiyatta taklitten kaçınılmalı, daima yenilik,
içtenlik, canlılık aranmalıdır.
• Batılı ilkelerle sanat yapılmalı, geleneksel
temalar yerine yeni temalar bulunmalıdır.
• Şiirde konu zenginliği sağlamak için hayalden
yararlanılmalıdır.
• Şiirde hece ölçüsünü kullanmışlardır.
Ziya Osman Saba (1910 – 1957)
• Ziya Osman Saba'da belirgin olan, anılarına
bağlılığıdır. Şiirlerinde temayı, çoğunlukla
geçmişe, özellikle çocukluk günlerine özlem
oluşturur. 1950'ye değin yazdığı şiirlerde,
çocukluk günlerini yeniden yaşama isteği
görülmektedir:
Açılın, açılın tekrar
Çocuk dizlerimdeki yaralar.
Hepiniz benimsiniz:
Mektebim, sınıflarını, oturduğum sıralar
Çocukluk günlerinden sonra, yaşamında önemli
bir yeri olan sokağa ve oturduğu eve duyulan
özlem dikkati çeker:
Ah şimdi hâtıralar mahallesinde
Misakımillî sokağı No. 37
Orası bütün evler, bütün ömür içinde,
Mesut olduğumuz evdi.
• Ziya Osman Saba, insan sevgisiyle dolu,
yaşama tutkusu olan, küçük şeylerden
mutluluk duyan bir insandır. En büyük
mutluluğu da ailesinde bulur. Deniz kıyısında
düşlenen bir küçük kulübeden başlayarak her
şey, "Nefes Almak" şiirini bitiren
“Anlıyorum, birbirinden mukaddes,
Alıp verdiğim her nefes.”
dizelerinde görüldüğü gibi, nefes alıp vermek
bile, insanları mutlu etmeye yeter. İnsan
sevgisinde çocukların ayrı bir yeri vardır.
• Yaşama bağlı, küçük şeylerle mutlu olabilen
Saba'nın şiirlerinde ölümün de yer aldığını
görülür. Zaman zaman ölümün karşısında
varlık ötesini merak ederek korkuya kapılmışsa
da genelde ölüme, kadere boyun eğer.
• Ziya Osman Saba, Yedi Meşaleciler arasında
söyleyiş bakımından, ötekilerden ayrılarak
kendi kişiliğini bulmuş tek şairdir. Türkçeyi en
iyi kullanan, şiirimizde Cahit Sıtkı Tarancı ve
Ahmet Muhip Dıranas'la başlayan yapmacıksız,
yalın şiir söyleyişini yürütenlerden biridir.
Şiirlerinde kendine özgü benzetme ve
kelimeler kullanmıştır.
Cevdet Kudret Solok (1907 – 1992)
• İçlerinde Ahmet Haşim'den en çok etkilenen
kişi olan Cevdet Kudret'te hece ölçüsü
kullanımı, değişik kalıplara doğru bir
genişleme gösterir. Seçtiği temalarda,
İstanbul'da, oturduğu, özellikle çocukluğunun
geçtiği semtin büyük etkisi vardır. Yapılan
ayinler, ölüler için düzenlenen törenler
şiirlerine tema olmuştur.
• "On Ölüm Şiiri" dizisini oluşturan şiirlerinden "Cenaze
Alayı ve Cenaze İlâhisi", kendi söyleyişiyle "mızmız ve
soluk” (hatta karanlık) hislerin tâ kendisidir.
Şiirlerinde ayrıca, daha çok akşam saatlerinde
İstanbul, doğa güzellikleri çeşitli eşya tema
olmuştur. Daha çok akşam vaktini tema alması ve
kimi dizelerdeki
“Bir kızıl perde gibi camlara indi akşam”
“Akşam üryan bir kadın gibi kalkıyor yerden.”
gibi söyleyişlerle, şiirlerine verdiği "Son Kalan Kuşlar",
"Gece Yarısı Akşam", "Bir Günün Sonunda" gibi adlar,
ondaki Ahmet Haşim etkisini ortaya koyar.
• 1930-1943 yıllan arasında önce halk şiirinin
sonra da I. Yeniler'in etkisi altında kalarak
serbest şiir denemeleri yapan Cevdet Kudret,
bu şiirlerinde toplumsal temalar üzerinde
durmuştur. Önce heceyle yazdığı şiirlerde
hece ölçüsünün değişik kalıplarını kullanmış,
daha sonra serbest şiire geçmiştir. Serbest
şiirlerinde de kafiyeden ayrılmayan Cevdet
Kudret, nazım biçimi olarak daha çok
üçlükleri kullanmıştır.
• Cevdet Kudret’in edebiyatla ilgili önemli
inceleme ve araştırmaları vardır. Dil üzerine
denemeler de yazmıştır. (Edebiyat Bilgileri,
Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman, Orta
Oyunu, Karagöz)
Sabri Esad Siyavuşgil (1907 – 1968)
• Yedi Meşale kitabının önsözünde belirtilen ilke ve
görüşlere en çok bağlı kalan Sabri Esat'tır diyebiliriz.
Şiirlerinin temalarını daha çok doğa, eşya, insan ve
insanın doğa ve eşya ile bağlantısı oluşturur.
Örneğin, akşamın oluşu,
“Akşam, bir bakır kalkan gibi kapandı suya
dizesiyle aktarılırken, doğayla insan ilişkisi,
Bir gün oldu, gönlümde kaybettim ilkbaharı
En acı tevekkülle saydım dakikaları;
Semtime gelmez oldu baharda gelen kuşlar.”
dizelerinde yansıtır.
• Yer yer sembolizm ve empresyonizmi
çağrıştıran söyleyişleriyle Yedi Meşalecilerin
amaçlarına oldukça yaklaşmış olduğu görülür.
Nazım biçimi olarak üçlük ve dörtlükleri
benimseyen Sabri Esat Siyavuşgil, hece
ölçüsünün değişik kalıplarını kullanmıştır.
Türkçeyi iyi kullanması, kelime seçimine özen
göstermesi ve söyleyişi yönünden ilk zamanlar
Yedi Meşaleciler içinde en çok ilgi toplayan
şair olmuştur.
• Sabri Esat’ın “İstanbul’da Karagöz ve
Karagözde İstanbul, Psikoloji ve Terbiye
Bahisleri, Karagöz, Folklor ve Milli Hayat,
Roman ve Okuyucu” gibi araştırma ve
incelemeleri vardır.
Yaşar Nabi Nayır (1908 – 1981)
• Şiirlerinde, Yedi Meşale'nin önsözünde belirttiklerinin
aksine kendi aşk ve duygularını da dile getiren Yaşar
Nabi Nayır, toplumun sorunlarına ve acılarına
eğilmiş bir şair kimliğindedir. Kimi şiirlerinde,
“Şair dalgın yürüyor. . Saçları kar, içi kar. .
Bahçesi leylaklarla donanmışsa ne çıkar
Ne çıkar sevdasına güller açmışsa kucak?”
söyleyişinde olduğu gibi duygularını anlatır. Kimi
şiirlerinde ise toplumda sınıf ayrılığını ortaya koyan
dizelerle karşılaşılır.
• Toplumsal temalı şiirlerinde onu, özellikle toplumda
maddî olanaksızlıkları yaşayan insanların ve
"Uçuruma Gidene", "Kahpeler", "Bar Dansözü" gibi
şiirlerinde dile getirdiği kötü yola düşen kadınların
ilgilendirdiği görülür.
• Nazım biçimi olarak üçlük ve dörtlüklerden
ayrılmayan ve hece ölçüsünü kullanan Yaşar
Nabi'de, Beş Hececiler'in etkisi görülmektedir.
Kafiyelenişte değişiklik yaparak nazım biçimlerini
yenileştirme çabaları göstermiştir. İlk şiirlerinde
söyleyiş yönünden de onlara yaklaşışı açıkça görülür.
Giderek yalın bir söyleyişe doğru giden şiirlerinde
kimi kelimelere tutkusu olduğu ve bunları yinelediği
dikkati çeker.
• 1933 yılında çıkarmaya başladığı Varlık
dergisini ömür boyu devam ettirmiştir. Bu
dergi Türk edebiyatının gelişmesinde, yeni
kabiliyetlerin yetişmesinde ve tanıtılmasında
önemli rol oynar. Ayrıca Varlık yayınlarıyla da
bir edebiyat kütüphanesi kurmuştur. Kendi
adıyla ya da Muzaffer Reşit takma adıyla
derlediği, hazırladığı antoloji ve tanıtma
kitaplarının sayısı altmışı geçer. Bir ara yalnız
çağdaş dünya edebiyatını konu edinmiş, aylık
Cep dergisini çıkardı.Asıl ününü yayıncılıkla
sağlamıştır.
Vasfi Mahir Kocatürk (1907 – 1961)
• İlk şiirlerinde değişik temaları işleyen Vasfi
Mahir Kocatürk'te Beş Hececiler'in, özellikle
Faruk Nafiz'in etkisi vardır. "Dağların Derdi"
şiirinde göze çarpan aşağıdaki dizeler, bu
etkiyi açıkça yansıtır:
“Dert içinden yedikçe kanburlaşmış koca dağ
Bir yanı günden güne çöken bir kanlı yardı
Koynunda gezdirirdi sevdiği bir ceylanı:
Sultanına bir sedir vücudunun her yanı”
• Doğaya tutkun olan Yasfi Mahir, ona bir dost sevgisiyle
bağlanmıştır. Kimi şiirlerinde ise toplum yaşamındaki olayları
yansıtır. Onu Yedi Meşaleciler'den ayıran yanı da ulusal
duyguları besleyen kahramanlık şiirleri yazmasıdır. Nöbet
bekleyen bir eri,
“Gözlerinde tanrının ışddar sanki nûru
Alnının bir alevden çelenk olan gururu,
Tuttuğun yol götürür milleti halka doğru,
Adın zulüm düşmanı, ünvanm er oğlu er...”
dizeleriyle anlatırken de Mehmet Emin'in söyleyişini
anımsatmaktadır. Başta Atatürk olmak üzere tarihimizin
kahramanları da onun şiirlerinde yer alır. Hece ölçüsüyle
yazdığı şiirlerinde, bir manzumede değişik hece kalıpları
kullanmayı denemiş, ayrıca serbest şiirler de yazmıştır.
Bununla birlikte Yedi Meşaleciler'in ortak nazım biçimi olan
üçlük ve dörtlükleri kullanmayı sürdürür.
• Vasfi Mahir “Saz Şiiri Antolojisi, Türk
Edebiyatı Antolojisi, Türk Nesir Antolojisi,
Meşhur Beyitler, Türk Edebiyatı Tarihi” gibi
önemli edebiyat araştırmaları yapmıştır.
Muammer Lütfi Bahşi (1903 – 1947)
• Topluluğun en az tanınan şairi Muammer
Lûtfi'dir. Yedi Meşale kitabında çıkan
şiirlerinden başka, adına Meşale dergisinde ve
dönemin diğer tanınmış dergilerinde de
rastlanmayan Muammer Lûtfi, şiirlerini
kitaplaştırmamıştır. İlk şiirlerinde aruz
ölçüsünü kullandıktan sonra heceye geçmiştir.
Muammer Lûtfi'nin, pek tema çeşitliliği
olmayan şiirlerinde, kendine özgü bir söyleyişi
olmadığı, Türkçeyi kullanmakta titizlik
göstermediği dikkati çeker.
“Ey gölgesinde hatıralar gizleyen saray!
Bahçende sonbahar gibi solgunlaşırken ay
Çamlıklarında parladı kaç bûsenin sesi,
Anlat dünün bir iskelet olmuş numunesi!”
Kenan Hulusi Koray (1906 – 1944)
• Yedi Meşale''de yayımlanan "Denizin Zaferi",
"Abajur", "Bir Mezarcının Hayatı" başlıklı üç
kısa öyküsüyle adını duyurmuştur. Öyküleri
toplumsal ve psikolojik konulu olmak üzere
iki grupta toplanabilir. Psikolojik konulu
öykülerinde başta aşk olmak üzere, korku,
acıma, hayvan sevgisi, özlem, insanlardaki
çeşitli zaaflar gibi çeşitli duyguları işlemiştir.
• Toplumsal konulu öykülerinde ise, bilgisizlik,
köylünün dertleri, toplum içinde
rastlanabilecek olaylar gibi değişik konulara
rastlanır. Bu konuların yanı sıra Arabistan'da
geçen masalımsı öyküleriyle çeşitli savaşlara
dayalı öyküleri, onun öykü yazarlığındaki
renkliliğini ortaya koymaktadır.
• Konu çeşitliliği gösteren öykülerindeki kişilerin
bir kısmı yaşamdan alınmış, bir kısmı yazarın
idealindeki kişilerdir. Kimi öykülerinde ise
hayvanların kahraman oldukları görülmektedir.
Ancak, kişilerin fizikî ve psikolojik yapıları,
sosyal durumlarıyla pek ilgilenmemiş; bu
yüzden kişiler oldukça yüzeysel olarak
yansıtılmıştır. Yerel konuşmaları canlı olarak
vermeye özen gösteren Kenan Hulusi, temiz
bir Türkçe, genellikle kısa cümlelerle ahenkli
bir anlatım kullanmıştır.
Cahit Sıtkı Tarancı (1910-1956)
• Cumhuriyet döneminin etkili şairlerinden olan
Cahit Sıtkı Tarancı (1910-1956) şiir yazmaya
lise yıllarında başlar. İlk şiirleri Muhit ve
Servet-i Fünun dergilerinde (1930) çıkan Cahit
Sıtkı, sağlığında şiirlerini “Ömrümde Sükût”
(1933), “Otuz Beş Yaş” (1946) ve “Düşten
Güzel” (1952) isimleriyle kitaplaştırır. Cahit
Sıtkı’nın şiirleri, öyküleri, mektupları ve diğer
düzyazıları ölümünden sonra “Sonrası” (1957),
“Bütün Şiirleri” (1983), “Ziya’ya Mektuplar”
(1957), “Gün Eksilmesin Penceremden” (2006)
adlarıyla bir arada yayımlanır.
• Ramazan Korkmaz, Cahit Sıtkı’nın tükenmez bir şiir sevdası
taşıdığını ve şiire bağlılığının kıskanç bir sevgili gibi ömür boyu
sürdüğünü belirttiği yazısında şairin; sağlam bir dil anlayışı
bulunduğunu, sanatta tabiiliği düstur edindiğini, sun’i
imgelere ve çarpıcı olmak uğruna dili anlaşılmaz kılmaya itibar
etmediğini, tek gayesinin orijinal olanı yakalamak olduğunu
söyler.
• “Otuz Beş Yaş” şairi; yaşadığı hayatın geçiciliği karşısında,
sürekli kendisini düşünce kapsamında bulur. “Geçen an”,
“yaşananlar”, “tabiat”, “uçan kuş”, “çocuklar”, “kaybolan
gençlik” ve kâinat düzeninin o “aşk” unsuruna endekslenmiş
olduğu gerçeği, kendisini en fazla meşgul eden devinimlerdir.
Çünkü bütün bunlar “ölüm” ile sona ermektedir. Ölümün
“bütün idealizmi, güzellikleri tek ‘rapor’la halledecek kadar
kaba ve acımasız” olduğu gerçeği, şairin asla
kabullenemediği bir neticedir.
• Cahit Sıtkı dili mükemmel bir şekilde kullanma
endişesi taşır. Kaleme aldığı mektupların atmosferini
bile sanki mensur bir şiir havası ile doldurmaktadır.
Can yoldaşı sanat arkadaşı Ziya Osman Saba’ya
yazdığı mektupta dile getirdiği gibi “şiir bizi
tımarhanelik etmeli” sözü, şiire ne kadar bağlı
olduğunu gösterir.
• Cahit Sıtkı Tarancı, şiirlerinin formu konusunda da
özgün fikirlerle hareket eder. Yani bazı şiirlerin aruzla,
bazılarının hece ve serbest tarzda yazılabileceğini;
hep aynı kalıpla şiir yazanların ses monotonluğunu
kıramamalarının sebebinin, bu bağnazlıktan ileri
geldiğine işaret ederek, bunu; şiirin kendi bünyesine
ve şairin tercih seçeneğine ve maharetine bırakılması
gerektiğini belirtir.
• Şiirlerinde anlaşılmazlığa düşecek kadar kapalı
sembollere karşı olmuş mecazlarında ve
sembollerinde kolay anlaşılır olmaya özen
göstermiştir. Alışılmamış bağdaştırmalar
kullanmayı sevmeyen şair, anlaşılması güç
çağrışımlara ve hayal oyunlarına
başvurmamış ama anlaşılması kolay imajlar
ve sembolleri de yer verebilmiştir.
• Şiirlerinde en çok yaşama sevinci ve ölüm
temalarına yer vermiş, hep ölümün üstüne
gitmiştir. Ayrıca yitik aşklar, mutlu sevdalar,
yalnızlık, yaşadığı bohem hayatın
buruklukları, çocukluk özlemi de şiirlerine
konu olmuştur.
“Ölmek varsa günün birinde gayri
Göz nuru, el emeği, alın teri
Yaşadığım iyi kötü günleri
Değişmem hiçbir cennet masalına.” (İnsanoğlu)
“Kabrime çiçek getirenlere gülerim;
Gafil kişilermiş şu insanlar vesselâm;
Bilmezler ki, bu kabirle yoktur alâkam;
Ben o çiçeklerdeyim, ben o çiçeklerim.” (Bir Ölünün Ağzından)
“Öldük, ölümden bir şeyler umarak.
Bir büyük boşlukta bozuldu büyü.
Nasıl hatırlamazsın o türküyü,
Gök parçası, dal demeti, kuş tüyü,
Alıştığımız bir şeydi yaşamak…” (Ölümden Sonra)
• Tarancı, bazı yönleriyle egzistansiyalist bir
görünüm yansıtır. Egzistansiyalizm
(varoluşçuluk), insanın anlamını yitirmeye
başlaması ve toplumla bağlarının koptuğu bir
varlığa dönüşmesiyle ilgilidir. Varoluşçuluk,
kısa ifadeyle, var olma problemi üzerinde
durur. İnsan, özünü eliyle
oluşturmak/yaratmak zorundadır. Bu anlayış
insanın bunaltı yönünü ele alır. İnsan
hayatının sınırlı oluşu, yok olma/ölüm
tedirginliğini sürekli hissetmesi, isteği dışında
bu dünyaya gönderilişi/atılışı ve korumasız
kalışı bunaltının asıl sebepleridir.
• Cahit Sıtkı, memleket sevgisini dile getiren, bu
toprakları “barış ve kardeşlik içinde görmek”
istediğini ifade eden şiirler de yazmıştır.
“Mehmetçik”, “İstiklal Marşını Dinlerken” ve
“Memleket İsterim” bunlardan bazılarıdır.
“Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.”
Ahmet Muhip Dıranas (1901-1980)
• Halk şiiri, Fransız şiiri ve divan şiirinden aldıklarını
sentezleyerek kendine özgü bir söyleme ulaşan
Ahmet Muhip Dıranas, geç Cumhuriyet dönemi
şairlerini besleyen önemli şairlerden biridir.
Ortaokuldayken Faruk Nafiz Çamlıbel, lisedeyken
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın öğrencisi olan Dıranas,
Tanpınar’ın kendisine verdiği ve mutlaka okumasını
istediği Baudelaire’in Kötülük Çiçekleri adlı
kitabından çok etkilenmiştir. Dıranas’ın düşünce
dünyasında Ahmet Hamdi Tanpınar’ın büyük etkisi
olduğunu şair “O benim için büyük bir adamdı.
Tabiatın bana verdiğinden biraz daha fazlasını
vermiştir.” diyerek ifade eder.
• Dıranas’ın şiirlerinde modernizmle birlikte yok
olmaya yüz tutan dostluk, aşk, insan sevgisi,
merhamet, komşuluk gibi temalar önemli bir
yer tutar
• Dıranas’ın şiirlerinde hep yalnızlık ve hüzün
hâkimdir. Doğa sevgisi şiirlerinin tamamına
yakınında görülmektedir. Onun müzik ve
resme olan sevgisi de dizelerine yansır.
Dizelerindeki resmin etkisi adeta izlenimci bir
ressamın bakışı biçiminde, müziğin etkisi ise
uyak, ölçü, tekrarlar; aliterasyon ve
asonansla ortaya koyduğu ritm ve armonide
kendini gösterir.
• Ahmet Muhip Dıranas şiirlerini hece ölçüsüyle
ve uyaklı olarak yazmıştır. İstisnaları olsa da
çoğunlukla 11'li hece ölçüsünü kullanır. Kelime
seçiminde titizlik gösterir ve mısrada ahengi
önemser. Bu yüzden heceyi genellikle duraksız
kullanır. Şekil düşkünü ol-madığı için de zaman
zaman ölçüyü aksattığı olur. Onda asıl olan
kelimelerin güzelliği ve sesin doğal ahengidir.
• Orhan Veli ve arkadaşlarının çağdaşı olmasına
rağmen, şiirde sürekliliği bozmaları ve geçmişiyle
arasında bir kesintiye yol açmaları sebebiyle onların
şiirine mesafeli durur. “Bence sanatta yenilik, kendi
kendini inkâr eden, bir takım değişmelerle yapılan bir
şey değildir. Bir sanatın yeniliği, bulunan bir küçük
tohumun yeşertilebilmesi, büyütülebilmesi ve bir
ağaç haline getirilebilmesi için sanatçının gösterdiği
çabada gizlidir. Orhan Veli ve arkadaşlarının şiiri
ortaya çıktığı zaman, bu doğrudan doğruya bir sanat
iddiasıyla değil, bir yenilik iddiasıyla ve
tartışmalarıyla birlikte ortaya gelmişti.” diyerek
mesafeli duruşuna açıklık getirir.
“Söylenmemiş aşkın güzelliğiyledir
Kağıtlarda yarım bırakılmış şiir;
İnsan, yağmur kokan bir sabaha karşı
Hatırlar bir gün bir camı açtığını,
Duran bir bulutu, bir kuş uçtuğunu,
Çöküp peynir ekmek yediği bir taşı...
Bütün bunlar aşkın güzelliğiyledir.”
• Dıranas'ın halk edebiyatından yararlanmakla
birlikte folklora mesafeli durması, çağdaş
Fransız şiiri ve Baudelaire'in etkisinde
gözükmesi, İslâm tasavvuf düşüncesiyle
Bergson düşüncesini zaman zaman
harmanlamaya çalışması, onun, şiirde çağdaş
bir bütünlük arayışının tezahürüdür.
Parçalanmamış bütünsellik, geçmişten
kopmadan gelişmek, süreklilik ve bir çeşit
senteze ulaşabilme çabası. Geçmişle geleceğin,
doğuyla batının, insanla evrenin
bütünleştirilmesi.
Behçet Necatigil (1916-1979)
• Behçet Necatigil, halk kültüründen gelen
unsurları Batı şiiri ile birleştirmiş, Türkçenin
tevriye ve cinas imkânlarından sonuna kadar
yararlanmıştır. Onun şiirlerinde kendi
çevresinin çok basit görünen insanları vardır
ve bu şiirler şairin çekingen mizacının da
göstergesidir. Necatigil, çok sevdiği "ev
içleri"ni de şiirlerinde yansıtır. Ona "evler
şairi" de denir.
• Necatigil'in şiirlerinde bireysellik ile toplumsallık bir
arada görünür. Bu nedenle, her ne kadar şiirlerinde
bireye çok yer vermişse de Necatigil'in salt bireyci bir
ozan olduğu söylenemez.
• Şairin, yaşamak üstünde çok düşündüğünü görülür.
Ancak, ona göre yaşam güçlüklerle, sıkıntılarla
doludur. Bu yüzden de şiirlerinde en çok üstünde
durduğu konu yaşamın güçlükleri''dir. İlk kitabı Kapalı
Çarşı‘ın ilk şiirindeki "yaşamak azaptır çok zaman"
dizesindeki yargı Necatigil'in şiirinde başından
sonuna dek varlığını koruyan kalın bir çizgidir. Bir
şiirinde yaşamı kumara benzetir:
“Hayat kumara benzer
Nerde bende o talih
Hiç el tutamıyorum.”
• Ölüm de şairin üstünde çok durduğu
temalardan biridir. Yaşamın güçlüklerinden
usanan Necatigil, neredeyse kurtuluş sayar
ölümü, özlemle arar. Dahası, ölmeyi bir
anlamda özgürlük olarak görür:
“Ölüm bir yüksek dağdır
Yüksek dağlarda çevre yok
Ömrüm dolup ölünce
Yaşadığımdan da hür
Geleceğim ben size”
• Necatigil'in belirgin özelliklerinden biri de şiirlerinde
mutsuzluğun, hüznün egemen olmasıdır. Fakat
ondaki mutsuzluk, sözcüğün ilk çağrıştırdığı
anlamdan, bilinen anlamından farklıdır. Büyük bir
mutsuzluk değil, ama ince ve derin bir duygudur.
Yitirilen güzellikler, yaşanamayan ya da
açıklanamayan sevgiler, karşılaşılan
vurdumduymazlıklar; incelikten, saygıdan yoksun
durumlar, umutların tükenişi, düş kırıklıkları...
Oldukça derin bir duygu dünyası olan şairimiz,
bunların hepsini görür. Bu nedenle de mutlu olamaz.
Fakat mutsuzluğunu, üzüntüsünü yüksek sesle
söylemez. Hep inceden inceye, hep derinden
hissettirir.
“Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.”
• Necatigil'in dünyasında ev'in önemli bir yeri
vardır. Bu nedenle de evle ilgili şiirlerinin sayısı
hayli kabarıktır. Dahası, "Evler" adını vermiştir
kitaplarından birine. Necatigil, evlerle ilgili
şiirlerinde çoğunlukla insanın, evine bağlı
olarak yaşadığı ekonomik güçlükler, kaygılar,
üzüntülerden söz eder.
“Vurulmuş vurgunların yücelttiği evlerde
Kalbi kara insanlar oturdu.
Gündelik korkuların çökerttiği evlerde
O fıkara insanlar oturdu.
Evlerde nice nice cinayetler işlendi,
Ruhu bile duymadı insanların”
Necip Fazıl Kısakürek (1905-1983)
• Türk şiirinin yetiştirdiği en büyük şairlerden
olan Necip Fazıl, şiirimizde İslam mistisizminin
en büyük temsilcisidir. O da Nazım Hikmet gibi
bir ideolojinin, dünya görüşünün bayrak şairi
olmuş, şair kimliğiyle birlikte ideolojik
kimliğiyle ön plana çıkartılmıştır.
• Necip Fazıl, Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde şiirin
estetiği üzerinde ısrarla duran ve bu konudaki
düşüncelerini programlı bir şekilde poetika haline
getiren nâdir sanatkârlardan biridir. 1940’lardan
itibaren gittikçe gelişen ve yaygınlaşan yeni şiir
akımına, özellikle onun ilk temsilcileri olan Garip
topluluğuna ilgisiz kalan Necip Fazıl, şiiri dengeli bir
duygu ve düşünce muhtevasını kavrayan sağlam bir
şeklî yapı, bir estetik form olarak kabul eder. 1946
Eylülündeki Büyük Doğu’larda ‘İdeolocya Örgüsü’nde,
ütopik bir cemiyet yapısının ayrıntısı içinde birkaç
bahis şeklinde yazdığı “poetika”sını 1955’te, uzun
zamandır kitap haline getirmediği şiirlerini bir araya
topladığı Sonsuzluk Kervanı kitabına bir bütün olarak
ilâve eder.
• Necip Fazıl, şairi alelâde insandan ayırıp ‘üstün
idrak sahibi’ ve ‘ilâhî emanetin temsilcisi’
olarak tarif eden ve ona madde, bitki, hayvan
basamaklarından sonra insanla Tanrı
arasında bir yer veren Necip Fazıl böylece şiiri
daha ilk planda mistik bir temele oturtur.
Poetikasının bu karakteri metin içinde sık sık
geçen ‘esrar, büyü, tılsım, sır’ gibi spiritüel
kavramlarla desteklenir.
• Necip Fazıl henüz on sekiz yaşında döneminin
önde gelen şairleri tarafından “genç şair”
olarak kabul görür. Yirmi üç yaşında yazdığı
“Kaldırımlar” şiiri ile şöhretini perçinleyen ve
ömrünün sonuna kadar şiir yazmaya devam
eden şair sadece şiir yazmakla kalmaz, şiiri
üzerine düşünerek onu sistematik bir hale
getirmeye çalışır. Yazdığı “Poetika” ile kendi
şiiri üzerinde düşünür. Necip Fazıl, şairliğinin
yanında gazetecilik, tiyatro ve hikaye yazarlığı
gibi geniş bir ilgi yelpazesine sahiptir.
• İlk dönem şiirlerinde ölüm, yalnızlık ve gece
motifleri Necip Fazıl’ın en çok işlediği konulardır.
Özellikle onun kendi “ben”ini oluşturmadaki ölüm
fikri -algılanış şekli değişse de- en önemli konuma
sahiptir. O, kendisini zihnen ve ruhen tatmin edecek
bir şey aramaktadır. Bu felsefi düşüncelerini şiir ile
birleştirir.
“Bir çözülmez bilmece;
Hep sayı, harf ve hece…
Peçe üstünde peçe…
Böyle aynı noktanın
Üstünde saatlerce,
Benliğime eğilsem,
Sabah, akşam ve gece” (Ne İleri Ne Geri)
• Necip Fazıl, paradokslar içinde kılavuzsuz
gidip-gelirken Abdülhakim Arvasi ile tanışır.
Bu tanışmadan sonra büyük bir değişim yaşar.
Çok ani gelişen süreç içerisinde o zamana
kadar sahip olduğunu düşündüğü her şey,
farklı renklere bürünür. Aklın hükmünden
kurtulur. Madde planında ve aklın ekseninde
çözmeye çalıştığı varlık bilmecesi, ruh eksenli
bir çözüme dönüşecektir.
• Necip Fazıl ikinci döneminde merdiven gibi
dikey düzlemde boyutlanarak, metafizik
âleme yönelir. Bu döneminde şiiri, yeni bir
gayeyi üstlenmiştir: Allah’ı aramak.
“Sonsuzluk Kervanı”nda belirttiği gibi; şairin
biricik niyeti ölmezi bulmaktır. Bu kervanın
kendisini, kaostan kozmosa götüreceğine
inanır. Kervanla birlikte sonlunun ufkunu
aşarak sonsuzda erimek ve mutlak (salt) benle
bütünleşmek ister.
• Necip Fazıl, buhranlı dönemini atlattıktan
sonra, bu dönemleri bölümler halinde “Çile”
şiirinde işlemiştir. Kenan Akyüz, “Çile” şiirinin
Necip Fazıl’ın yeni anlayışını ortaya koyması
adına başarılı bulur. Bunu uzun bir nefis
mücadelesinden sonra belli bir noktaya varma
olarak görür; ancak bu anlayışının tam bir şuur
hali olmasa da daha önceden başlamış
olduğunu söyler.
• Necip Fazıl, şiirlerinde hayatın işleyişi
karşısında insanın trajik çıkmazını ortaya
koyar. Hayatla insanın karşılaşması, insanın
kendini hayat karşısında sonsuzlama
arzusuyla büyük bir çatışmaya dönüşür. Şaire
göre hayat, insana emanet edilmiş kutsal bir
süreçtir. İnsana emanet olarak verilen bu
kutsal süreç, onu kendi kaderiyle baş başa
bırakır. Tek başına kendi rolünü oynayan insan,
her ne kadar hayatı dizginlemeye çalışsa da
bunu başaramaz.
“Ne acı, kaybetmek için sahiplik!
Ölümlüyü sevmek, ne korkulu iş!..
Hayat mı, püf desen kopacak iplik,
Çıkmaz sokaklarda varılmaz gidiş.”
• Kısakürek, şiirlerinde anlaşılmayan ayak
sesleri, periler, cinler, hayaletler, kâbuslar,
siyah kediler, geceleri insanın etrafında fıldır
fıldır dönen kambur cüceler gibi ürpertici
motiflerle, birtakım gerçeküstü varlıklara yer
vermiştir. Necip Fazıl, yaşadığı sıkıntıların;
korkusunu, esrarını ve derinliğini anlatmak için
bu ruh halini yansıtacak kelimeleri seçmiştir.
• Tiyatroyu güzel sanatlar arasında bir zirve
kabul eden Necip Fazıl’ın oyunları da şiirleri
gibi trajik bir karakter gösterir. Şiirlerinde
soyut olarak hissedilen korku, dehşet, sıkıntı,
vehim, şüphe, yalnızlık gibi duygu ve temalar
tiyatrolarında kahramanların kişiliklerinde
âdeta somutlaşır. Bu oyunlarda günah
duygusu, vicdan azabı, kader-irade, akılduygu-sezgi ilişkileri, madde-ruh mücadelesi,
bilinmeyenin araştırılması, aklın sınırlarının
zorlanması, her şeyin ötesinde bir sır
bulunduğu inancı gibi metafizik ve psikolojik
problemler işlenmiştir.
• Yazı hayatının ilk yıllarından itibaren şiir ve
tiyatro kadar olmamakla beraber hikâye ile de
uğraşan Necip Fazıl, 1928 yılında Cumhuriyet
gazetesinde çıkan ilk hikâyelerini 1933’te
“Birkaç Hikâye Birkaç Tahlil” adı altında
toplamıştır. Daha sonraki yıllarda bunlara
ilâvelerle “Ruh Burkuntularından Hikâyeler”,
“Hikâyelerim” yayımlanmış, ölümünün
ardından dergilerde kalmış olanlarla beraber
elli iki hikâyesi Hikâyelerim adıyla bir araya
getirilmiştir. Bu hikâyelerden sekizi kumar ve
hasta kumarbaz tipi etrafında gelişmiştir ki
yazarın “Nâm-ı Diğer Parmaksız Salih”
oyunuyla konu ve tema ortaklığı gösterir.
Asaf Halet Çelebi (1907-1958)
• Türk şiirinin en “orijinal” şairlerinden kabul edilen
Asaf Halet Çelebi, döneminde pek anlaşılamamış, yer
yer alaylara maruz kalmış, değeri sonradan anlaşılmış
şairlerdendir.
• Divan edebiyatı, Garip akımı, Budizm ve Mevleviliği
sentezleyerek “zatı şahsına münhasır” şiirler yazan
Asaf Halet Çelebi, “şiirin esrarlı iç âlemlerden
çıkacağına” inanmıştır. Bu esrarlı iç alemlerden
bahsederken beslendiği kaynaklar, vardığı sentez ve
o güne kadar Türk şiirinde görülmemiş Budist-Hint
ögelerine yer vermesi onun şiirinin yadırganmasına
yol açmıştır.
• Âsaf Hâlet Çelebi’nin şiirinde birbirinden farklı
üç dönemin varlığı gözle görülür niteliktedir.
İlk dönemi, eski kültürümüze bağlı olarak
divan şiiri anlayışıyla yazdığı gazellerdeki şiir
anlayışı. İkinci dönemi, Garip şiirinin yaygın
olduğu dönemlerdeki şiirlerinin mizah
gazetelerine bile konu olan garip tutumu.
Üçüncü ve çok belirgin dönem, İslâm tasavvuf
kültüründen yararlanan nev’i şahsına
münhasır bir şiir anlayışı ve ürünleri.
“İçip içip yine mest-i şarâb-ı nâb olalım
Düşüp de yerlere âlûde-i türâb olalım
Cihanda olmadı bir lâhza gönlümüz âbâd
Bu bâğ-ı köhne harâb olmadan harâb olalım”
“bakanlar bana
gövdemi görürler
ben başka yerdeyim
gömenler beni
gövdemi gömerler
ben başka yerdeyim”
• Şiirde şaşırtıcı olanın yakalanmasına yönelen
Garip şiiriyle bazı yönlerden kesişen Âsaf
Hâlet şiirinin, Osmanlı-Türk şiir kültürü, Doğu
ve Uzakdoğu kültürü, tasavvuf, kutsal
kitaplar, masallar, tekerlemeler, çocukluk
hatıraları, mitoloji ve tarih gibi unsurları
içinde barındırması onu Garipçilerden ve diğer
tüm Türk şairlerinden ayırır.
• Asaf Hâlet Çelebi’nin şiirindeki mistisizm üç
farklı bölümde ele alınabilir. Bunlar, Mevlânâ
ve Mevlevîlik dâir tasavvufî anlayış, Vahdetü’lVücûd anlayışı, Uzak Doğu medeniyetleri ve
dinlerine dayalı mistik anlayıştır. Tasavvufu
şiirinin eksenine oturtan Âsaf Hâlet, Budizme
dair öğeleri bile tasavvufî imgelere dönüştürür:
“büyük köşe vur
bütün sesler bir seste boğuldu
Mansûr
mansûuur”
“vurma kazmayı
ferhaaat
he'nin iki gözü iki çeşme
aaahhh”
• Türk şiirinde ne kendisinden önce ne de
kendisinden sonra Hint ve Budist kültürüyle,
modern anlamda tasavvufla, yer yer Ortadoğu
ve Arap Yarımadası’ndan kıssalarla onun kadar
ilgilenen hiçbir bir şair vardır. Asaf Halet, Türk
edebiyatının en “ilginç” şairlerinden biridir.

Benzer belgeler

Kafdağı`nı Yüklenen Toz Kanatlı Kelebek: Necip Fazıl

Kafdağı`nı Yüklenen Toz Kanatlı Kelebek: Necip Fazıl yazan ozanlarından biri olan Serbest şiir tarzında Orhan Veli ve arkadaşlarından önce örnekler veren İlhami Bekir Tez’in şiir serüveni Milli Mecmua ve Servet-i Fünun’la başlar. Heceli ilk şiirlerin...

Detaylı