İfade Özgürlüğü Nereye Kadar?

Transkript

İfade Özgürlüğü Nereye Kadar?
En Dinamik ve
Vicdanlılar İçin Hukuk
Avukatların Tutuklanması ve
Yeni Paradigma: Olağanüstü’nün
Olağanlaşması
Sanata Sansür
Yücel DEMİRER
D. Çiğdem SEVER
Av. Tuğçe İNAL
2
4
8
kocaeli barosu
BÜLTENİ
Sayı 1 / Yıl 2013
İfade Özgürlüğü
Nereye Kadar?
Ahmet ŞIK ile Söyleşi
Av. Çiğdem DEMİRCAN
Devamı Sayfa 6’da
Meslekte Rekabet Yasağı
Av. Çağatay ALP
Devamı Sayfa 16’da
Kızlık Soyadını Verebilmesi
Av. Elvan BAĞ
Devamı Sayfa 17’de
Yaşam Hakkına Saygı
Av. Mücella ELGİN
Devamı Sayfa 18’de
Avukat Hakları Merkezi
Kocaeli Barosu Avukat Hakları Merkezi
Devamı Sayfa 19’da
Başkan’dan
Av. M. TAMER SOLAKOĞLU
KOCAELİ BAROSU BAŞKANI
Sevgili Meslektaşlarım,
İfade özgürlüğü insanların
görüş, kanaat, düşünce ve taleplerini başlarına kötü bir şey gelmesinden korkmadan ifade edebilmeleridir. Bu anlamıyla ifade
özgürlüğü çağdaş ve demokratik
toplumun olmazsa olmaz kriterlerinden birisidir. Bir ülkede
yeterli ifade özgürlüğü var ise, o
ülkede diğer hak ve özgürlükler
de vardır ve o ülke çağdaşlık seviyesine ulaşmıştır.
İfade özgürlüğü korunması ve geliştirilmesi gereken bir
haktır. Bu konuda ki en büyük
görev ise yargı organlarına düşmektedir. Ancak ülkemizde yargı organları tarafından verilen
kararların ifade özgürlüğünü geliştiren kararlar olduğunu söyleyebilmek olanaklı değildir. Aksine çoğunlukla yargı kararlarının
ifade özgürlüğünü baskılayan,
kısıtlayan kararlar olduğu görülmektedir.
Ülkemizde ifade özgürlüğünün geliştirilmesi ve evrensel
kriterlere uygun hale getirilmesi için yeni anayasa çalışmaları şanstır. Bu şansın iktidar ve
muhalefet partileri tarafından
birlikte değerlendirilerek ifade
özgürlüğünün sınırlarının genişletilmesi sağlanmalıdır.
Sevgili Meslektaşlarım;
Baro Bültenimiz, siz değerli
meslektaşlarımızın görüş ve düşünceleri ile hayat bulmaktadır.
Bültenimizin sayfaları, tüm meslektaşlarımızın şiddet, hakaret ve
suç isnadı içermeyen her görüşüne açıktır. Bu anlamda sizlerin
görüşlerinizi içeren yazılarınızı
bekliyoruz.
Hepinize sevgi ve saygılar
sunuyorum.
Sahibi
Kocaeli Barosu Adına Baro Başkanı
Av. M. Tamer SOLAKOĞLU
Yazı İşleri Müdürü
Av. Çiğdem DEMİRCAN
Yönetim Yeri
Ankara Karayolu No: 111 Kocaeli
Plaza K:5 İzmit/KOCAELİ
0262 321 41 12-0262 324 56 56
0262 321 13 90
www.kocaelibarosu.org.tr
[email protected]
Baskı - Tasarım
Şen Matbaa
Özveren Sokak 25/A-B
Demirtepe - Ankara
Tel: 0312 230 54 50
Faks: 0312 229 64 54
e-posta: [email protected]
www.senmatbaa.com
2
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
En Dinamik ve Vicdanlılar İçin Hukuk
Yücel DEMİRER / Kocaeli Üni. Öğrt. Gör.
ukuk normları ve uygulaması konusunda gerek akademik ve gerekse uygulamadan gelen bir ehliyeti olmayan bir
yurttaş olarak, gençlere yönelik yönetsel ve
hukuksal bir kısım uygulamalara olan itirazımı nasıl dillendirebilirim? Düşünce ve eylemin
yetkinleşmesinde en önemli bileşen olan eleştirinin ülkemde sorun çıkarma, baş eğmezlik
ve hatta teröristlik olarak tanımlanıp, soruşturma ve kovuşturmaya konu olmasına nasıl
karşı koyabilir, bu konuda yargı organları ile
üniversite yönetimlerinin ve bu arada kendi
üniversitemin güvenlikçi ve tutucu yaklaşım
tarzına karşı eleştirilerimi nasıl ifade edebilirim?
Yapmayı arzu ettiğim itiraz ve uyarı dile
getirilirken, ülkemizde hukuk alanının toplumsal değişimi gecikerek izleyen yapısına,
yürütmenin yargı üzerindeki zaman zaman
yönü değişse de varlığı ortadan hiç kalkmayan vesayetine, yönetici aklın çeşitli düzey ve
düzlemlerde sıklıkla otoriterliğe varan yönetme biçimlerine vurgu yapılabilir. Örneklerine
çokça rastlandığı üzere konu, siyasal bir dil
üzerinden yargı ve akademi dünyasındaki anti-demokratik zihniyetler ve bunların üzerinde
yükseldiği arka plan ve sonuçları üzerinden
de tartışılabilir.
Ben çokça görülen olgusal örnekler yerine,
bu bağlamdaki tartışmamı, tarihsel eğilimler
ve onun da ötesinde sosyolojik gerçeklikler
üzerinden kurgulamak niyetindeyim. Bizim
kolaylık olsun diye üzerinde tekil cümlelerle
fikir yürütmeye alışık olduğumuz toplum ve
toplumsal yaşam, aslında son derece karmaşık bir ilişkiler ağıdır. Ayrımlar denildiğinde ilk
akla gelen sosyo-ekonomik, tarihsel, toplumsal bağlamlar; inanç, eğitim düzeyi, coğrafi
bölge, kuşak farkı ve benzeri etmenler de işin
içine girdiğinde daha da karmaşıklaşır. Seçkinci, yönetici iradesini asıl sayan ve eleştirel aklı sorun çıkarmaya indirgeyen tutum ve
davranış yapılarının dikkate almaktan sıkça
kaçındığı, en iyi olasılıkla bunlarla ilgili konularda “mış gibi” yaparak görüntüyü kurtarmaya gayret ettiği kategorilerin başında gençlik
yer alır. Popülist bir yaklaşımın parçası olarak
tüm siyasal eğilimlerce önemsendiği iddia
edilen bu kategorinin yani gençliğin özgün doğasının anlaşılmadığı, en çok bu gruba dahil
yurttaşlara dönük eylem ve işlemlerde açığa
çıkmaktadır. Söylev düzeyinde bu kategorinin
dinamizmine övgüler düzen, onun enerji dü-
H
zeyinden çoğu zaman karşılıksız olarak yararlanan, yöneticilerin ve genellikle ona tabi hukuksal aklın bu kategorinin özgünlüklerini hiçe
sayan kararlara imza atmaktan çekinmediği
sıklıkla görülür.
Oysa Türkiye tarihinde ve günümüzde
gençliğin çok önemli roller oynadığını biliyoruz. Otoriter tek parti döneminden, çok partili
dönemin kutuplaşmış siyasal ortamına, darbelerden uzayıp giden bürokratik tahakküme
kadar gençlik kategorisinin yüklendiği toplumsal ve siyasal sorumlulukların, kurumsallaşma düzeyi yüksek ülkelere göre daha yüksek
olduğunu hep birlikte gözlemledik. Siyasal ve
yönetsel mekanizmaların işleyişindeki eksiklikler ve otoriter uygulamalardan kaynaklanan
bu durum günümüzde de devam etmektedir.
Sendikalı olmanın, hak aramanın, gerçeği
haykırmanın cesaret gerektirdiği toplumsal
ve siyasal iklimimizde gençlerin aslında kurumsallaşmış mekanizmalarca dile getirilmesi
gereken talepleri yükselttikleri sıkça görülmektedir. Ülkemizde, güvencesiz atölye ve işyerlerinde, yoksul mahallelerde, kırda, kentte
gündelik geçim derdi ve baskı nedeniyle dile
getirilemeyen itirazlar genç sesler tarafından
cesaretle ifade edilmektedir. Önemli sosyolog Margaret Mead’ın yıllar öncesinden işaret
ettiği gibi, tarihin sıkışık ve karmaşık dönemlerinde gençlerin yaşlı kuşakların öğretmeni
olması gerçekliği, ülkemiz için neredeyse hiç
değişmeyen bir durum.
Aslında bu noktada şaşılacak bir durum
mevcut değil. Hak ve özgürlük mücadelelerinin genel tarihi ve bunun yanı sıra Türkiye örneği, ilk olarak gençler tarafından dile getirilen
ve sonradan halkın çoğunluğunca paylaşılan
değer ve hedeflerle doludur. Gençler dün olduğu gibi, içinden geçtiğimiz altüst oluşu bol
kesitte de yine en yüksek bedeli ödeyen kesimi temsil etmektedir. Bilindiği üzere Türkiye
nüfusu genç bir ülke ve bu genç nüfusun aktif
kesimleri anlaşılması hiçte zor olmayan nedenlerle politik mücadele içinde yer almaktadır. Gençler, toplumun aktif, nitelikli ve yaşam
biçimleri gereği en vicdanlı kesimlerinden birinin özneleri olarak siyasal baskıyı göğüslemeleri yanında, ekonomik ve toplumsal baskılarla
da karşı karşıya kalmaktadır. Bu mücadelenin
özellikle öğrenci gençlik içinde yürütülen bölümüne yönelik şüpheci bakış değişik kuşaklar
boyunca hoyratça kendini yeniden üretmeye
devam etmiştir. Aydın kategorisini, kitap okumayı, dünya ve ülke meseleleri üzerine bilgi
ve bilinç sahibi olmayı suç saymaya paralel
güvenlikçi bir dil olağanüstü dönemlerde iş-
kence, kitap toplatma ve benzeri biçimlerde
yaşama geçirdiği baskıları bugün öğrencilere
açılan sınırsız ve sorumsuz soruşturmalarla
gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Siyasal ve
toplumsal hak arama faaliyetinin gençlere
kapatılması anlamına gelen soruşturmalar,
bir yanıyla bu siyasal enerjiyi hareketsiz kılma hedefi taşırken, diğer yandan üniversite
ortamını piyasa gereklerinin eline teslim etme
hedefiyle uyum içindedir. Hak arama mecralarının hep asgari sınırları üzerinden meşru
sayıldığı kamusal alanımızda, eleştiri ve her
türden hak arama faaliyetini suç olarak gören
ve gösteren bir zihniyetin ağırlığı giderek daha
çok hissedilmektedir.
Oysa gençlerin bu ülkenin enerjik birikimi
olduğunu, bu ülke tarihinde genç siyasallaşmanın çok önemli bir pozitif mirası olduğunu
göz ardı etmeden konuya yaklaşmak mümkündür. Hukuk alanının donmuş bir sınırlamalar dizgesi olmayıp yaşamı toplumun tüm
kesimleri için yaşanılır kılacak bir gelişimin
motoru olduğunu gören, üniversiteleri gelecek
güzel günlerin, bir başka deyişle yarının dünyasının bugünden kurulduğu aydınlık ortamlar
olarak algılayan bir zihniyetle yasakçılık ve
soruşturmacı üniversite yöneticiliği bir arada
düşünülemez. Unutulmamalıdır ki, üniversite
ortamında gördüğümüz eylemselliklerin bir
bölümü öğrencilerin akademik-demokratik
taleplerinin yanı sıra ülke siyasetine ilişkin ve
toplumsal değişimine yanıt niteliğindedir ve
bu canlılık aslında ülkenin geleceği açısından
mutlu olmayı gerektiren bir durumdur. Üniversitelerin işlevini yerine getirmesi için gereken özgürlüğün, siyasal iktidara yaranmanın
gereklerine feda edilmesinin hem toplumsal
ilerleme önünde engel olduğu hem de uzun
döneme yayılmış sorunlarımızın çözümüne
geciktirici etkisi olduğu her zaman akılda tutulmalıdır.
Yapılması gereken, üniversitelerin toplumların temel düşünce üretme mekanizmaları
olduğu gerçeğinin, her türden eleştiri ve hak
arama faaliyetinin meşruiyetinin ve gençlerin
kendilerine ilişkin kararlarda söz hakkı olduğunun daima akılda tutulması ve üniversite
yöneticisinden kolluk kuvveti yöneticilerine,
iddia makamından yargıçlara kadar güvenlikçi dil ve yaklaşım tarzlarının sahte rahatlama
hissinden uzak durmayı başarabilmektir. Bu
türden bir yaklaşımın yolu, özgür aklın iradesine saygı göstermekten ve ülkesinin tarihsel
birikimi ve sosyolojik yapısıyla ilgisini kesmeyen bir hukuk anlayışından geçmektedir.
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
3
AİHS Madde 10:İfade Özgürlüğü
1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ulusal sınırlara
bakılmaksızın, bir görüşe sahip olma, haber ve düşünceleri elde etme ve bunları ulaştırma özgürlüğünü de içerir. Bu
madde, devletin radyo yayıncılığını, televizyon ve sinema işletmeciliğini izne bağlamasına engel değildir.
2. Bu özgürlükleri kullanırken ödev ve sorumluluk içinde hareket edilmesi gerektiğinden, ulusal güvenlik, ülke
bütünlüğü veya kamu güvenliği, suçun veya düzensizliğin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması, başkalarının şeref ve haklarının korunması, gizli bilgilerin açığa vurulmasının önlenmesi, yargılama organının otorite ve
tarafsızlığının korunması amacıyla, demokratik bir toplumda gerekli bulunan ve hukukun öngördüğü formalitelere,
şartlara, yasaklara ve yaptırımlara tabi tutulabilir.
AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ
GÜL VE DİĞERLERİ
STRAZBURG / 08.06.2010
Av. Sibel AKTÜRK
BASVURANLAR :Ercan Gül , Deniz Kahraman, Zehra Delikurt, Erkan Arslangezer
OLAYLAR
Başvuranlar, 3 Aralık 1999 tarihinde, Ankara
DGM Cumhuriyet Savcısı önüne çıkarılmışlar ve
yasadışı silahlı bir örgüt olan Türkiye Komünist
Partisi/Marksist-Leninist-Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu –Türkiye Marksist Leninist Gençlik
Birliği ile ilgili olarak sorgulanmışlardır.
Cumhuriyet Savcısı, söz konusu gösterilerde, başvuranın üzerinde Partizan yazılı bir pankartın arkasında bulunduğunu ve TKP/ML-TİKKO genel sekreterinin posterini taşıdığını ileri
sürmüştür. Zehra Delikurt’un bahsi geçen gösterilerde “Biz işçinin, köylünün yiğit sesiyiz, namluya sürülmüş halk mermisiyiz’ ve ‘Marks, Lenin,
Mao, Önderimiz İBO, Savaşıyor Tikko’ şeklinde
sloganlar attığı iddia edinilmiştir.
Ayrıca, Zehra Delikurt’un Ankara’daki okulların duvarları ‘TKP/ML-TİKKO, İBO yaşıyor,
TİKKO savaşıyor’, ‘Yaşasın partimiz TKP-MLTIKKO’, ‘Gerillalar ölmez, yaşasın halk savaşı’,
’Parti ve devrim şehitleri ölümsüzdür’, ’TKP/
ML-TİKKO işçi köylü el ele demokratik devrime’
gibi TKP/ML-TİKKO lehine sloganlar yazdığı iddia edilmiştir. Ayrıca, başvuranın kültür merkezlerinde ve sol görüşlü bir siyasi parti merkezinde
düzenlenen seminerlere katıldığı iddia edilmiştir.
Ayrıca, başvuranın Özgür Gelecek adlı gazeteyi
sattığı da iddialar arasında yer almaktadır.
Cumhuriyet Savcısı, Ercan Gül’ün 1997 yılında düzenlenen 1 Mayıs gösterisine katıldığını ve
gösteride ‘Liderimiz İbrahim Kaypakkaya’, ‘Yaşasın halkın adaleti’, ’Yaşasın partimiz TKP-ML’,
‘İktidar namlunun ucundadır’, ‘Biz işçinin ,köylünün yiğit sesiyiz,namluya sürülmüş halk mermisiyiz’, ‘Liderimiz Kaypakkaya, işçi, köylü, gençlik
halk savaşında birleştik’ gibi TKP/ML-TİKKO
lehine sloganlar atıldığını kaydetmiştir. Cumhuriyet Savcısı, Ercan Gül’ün 1999 yılında yapılan
gösteride yasadışı sloganlar attığını iddia etmiştir. Ayrıca, Ercan Gül’ün evinde bazı yayınlar,
TKP/ML-TİKKO’ ya üye bir kişinin resmi ve bir
kitap bulunduğunu da kaydetmiştir.
Cumhuriyet Savcısı, Erhan Arslangezer’in
1996-1997 yıllarında düzenlenen 1 Mayıs gösterilerine, 1998 yılında düzenlenen Nevruz kutlamalarına ve 97 ve 98 yıllarında yapılan Sivas
Katliamı’nı anma etkinliklerinin katıldığını iddia
etmiştir. Başvuran, söz konusu gösterilerde ‘Yaşasın partimiz TKP/ML’, ’Faşizme isyan, halka
önder partizan’, ’İktidar namlunun ucundadır’,
’Bizde hesapları namlular sorar’ şeklinde sloganlar atmış ve başvuranın evinde söz konusu
örgüt yanlısı yayın ve kitapların bulunduğunu
kaydetmiştir.
Cumhuriyet Savcısı Deniz Kahraman’ın da
97-98 yıllarında 1 Mayıs gösterileri, 2 Temmuz
1998 anmaları ve Nevruz kutlamalarına katılıp, TKP/ML-TİKKO lehine sloganlar attığı iddia
edilmiştir. Mahkeme TMK 7/2 maddesi uyarınca,
Zehra Delikurt, Ercan Gül, Erkan Arslangezer ve
Deniz Kahraman’ı şiddet yöntemlerine teşvik
edecek şekilde örgüt propagandası yapmak suçundan hapis cezasına çarptırmıştır.
HUKUK
AİHS’NİN 10. MADDESİNİ İHLAL
EDİLDİĞİ İDDİASI
Başvuranlar, ilk derece mahkemesinin kendilerini bazı dergileri okumak, gösterilere katılmak ve slogan atmaktan dolayı mahkum etmesi
nedeniyle mahkumiyetlerinin ve verilen cezanın
AİHM 10. maddesine aykırı olduğu konusunda
şikayetçi olmuşlardır.
Hükümet, başvuranların görüşlerini ifade etmeleri veya toplantıya katılmaları nedeniyle değil, TCK’ nın 169. maddesi uyarınca yasadışı bir
örgüte yardım ve yataklık etme suçundan yargılanıp mahkum edildiklerini ileri sürmüştür.
AİHM, izlenen amaçların meşruluğuyla ilgili olarak, makamların ulusal güvenliği ve kamu
düzenini korumaya çalıştıklarını gözlemlemektedir. Bu nedenle, şikayet konusu müdahalenin
‘demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı’
konusunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
AİHM, denetleme yetkisini kullanırken şikayet konusu müdahaleyi davanın bütünü ışığında
incelemelidir. Özellikle, söz konusu müdahalenin ‘izlenen amaçlarla orantılı’ olup olmadığı
yerel makamlar tarafından öne sürülen gerek-
çelerin ‘ilgili ve yeterli’ olup olmadığı konularının
AİHM tarafından açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Ayrıca, müdahalenin orantılı olup olmadığı incelenirken, uygulanan cezaların niteliği
ve ağırlığı da göz önünde bulundurulmalıdır.
Bu noktada, AİHM, söz konusu davadakine
benzer sorunlar içeren bir çok davada AİHS’ nin
10. maddesinin ihlalini tespit ettiğini hatırlatır.
(Yılma ve Kılıç/ Bahçeci ve Turan/ Kızılyaprak/
Feridun Yazar)
Söz konusu davada, 97 ve 98 yıllarında yapılan 1 Mayıs gösterilerinde ve Sivas Katliamı anısına 2 Temmuz 1998 tarihinde yapılan gösteride
ve Nevruz kutlamalarında başvuranların slogan
attığı konusu taraflar arasında ihtilaflı değildir.
Ayrıca, dava dosyasından, söz konusu gösterilerin sakin birşekilde sonuçlanmadığına veya
gösterilerde şiddet eylemlerinde bulunulduğuna
dair herhangi bir bilgi yer almamaktadır.
AİHM, ‘İktidar namlunun ucundadır’, ‘Bizde
hesapları namlular sorar’ gibi sloganların şiddet
içerikli olduğunu gözlemlemektedir. Bununla birlikte, bu sloganların bilinen ve kalıplaşmış solcu sloganlar olduğu ve izinli gösterilerde slogan
atıldığı göz önünde bulundurulduğunda, sloganların şiddete veya ayaklanmaya çağrıda bulunduğu düşünülemez. AİHM, yerleşik içtihadına
göre, 10. maddenin 2. paragrafının yalnızca
kabul gören veya zararsız veya kayıtsızlık içeren ‘bilgiler’ veya ‘ fikirlere ’değil, aynı zamanda
kırıcı, şok edici veya rahatsız edici olanlara da
uygulandığını hatırlatır. Bunlar ‘demokratik bir
toplumun’ olmazsa olmazları olan çoğulculuk,
hoşgörü ve açık fikirliliğin gerekleridir.
Yukarıda anlatılanları göz önünde bulunduran AİHM, başvuranları, başkalarını şiddet
yöntemlerine, silahlı direnişe veya isyana teşvik
ederek ‘ulusal güvenliği’ veya ‘kamu düzenini’
etkilediğinin düşünülmeyeceği kanaatindedir.
Yukarıdaki unsurları göz önünde bulunduran
AİHM, söz konusu dava koşullarında, yapılan
müdahalenin ‘demokratik bir toplumda gerekli
olmadığı’ sonucuna varır. Buna göre, AİHS’ nin
10. maddesi ihlal edilmiştir.
4
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
Avukatların Tutuklanması ve Yeni Paradigma:
Olağanüstü’ nün Olağanlaşması,
“Giydiği hükümden haberi yok mu bu adamın?”
“Hayır” dedi subay, “Ona bunu bildirmekte mana yok.
Nasıl olsa gövdesiyle, bizzat öğrenecek.”…
”Esas kaidem şudur: Suçtan şüphe edilemez.”
F. Kafka, Ceza Sömürgesi1
D. Çiğdem SEVER
Atılım Üni. Hukuk Fakültesi Öğretim Görevlisi
B
u öyküsünde Kafka, özel iğnelerle idam mahkumlarının sırtlarına
suçlarını yazarak ölümlerine yol
açan bir makinenin “adalet”i sağladığı bir Ceza Sömürgesini anlatır. Aynı
zamanda bir hukukçu olan Kafka’nın
yazdıkları hukuk, cezalandırma yetkisi
ve ceza usul normları üzerine bir yeniden düşünme pratiği olarak da okunabilir. Yıllar önce okuduğum bu öykü
Türkiye’de bir süredir bazı davalar
üzerine yeniden gözden geçirilmesi
gereken bir metin oldu.
Kısa bir süre önce bir başka yazıda liberal hukuk teorisinin olağan/
olağanüstü ayrımını değerlendirerek
olağanüstü rejimlerin hukuk sistemi
bakımından “hakları yutan bir karadelik” değil, tam tersine hukuk sisteminin
belirleyici unsurlarından ve bu anlamda da hakların sınırı olduğundan bahsetmiştim.3 Yazının temel argümanlarından biri hukuk sisteminin bu ikili
yapısının tarihsel bir analizinin yapılmasının bugünü anlamak bakımından
da önemli olduğuydu.
Olağanüstü rejimler ilk olarak askeri makamların yönetimde etkin olarak
olağanı aşan yetkilere sahip olması
anlamıyla sıkıyönetim, ikinci aşamada
ise belli bir durum, mekan ve zamana
bağlı olarak olağanüstü hal olarak bildiğimiz durumu karşımıza çıkarmıştır.
Bugün yaşadığımız dönem ve üçüncü
aşama ise sadece Türkiye’de değil,
dünyada da özellikle 2000’lerin başından itibaren terörle mücadele adı altında gelişmiştir. Bu dönüşüm olağanüstü rejimin askeri otoritenin elinden
çıkması, ama daha da önemlisi zaman
ve mekanla sınırlı olmaksızın, olağanüstü hal ilanı gibi özel bir işleme gerek
olmadan ve yargının önemli bir aktör
olduğu, bu bağlamda da siyasi aktörlerin de sadece normlar değil, aynı
zamanda yargı organları eliyle meşrulaştığı bir evreyi beraberinde getirmiştir. Türkiye’deki sürece baktığımızda
pek çok koşul aynı olmasına karşılık
son on yıldır olağanüstü hal ilan edilmeyen ülkemizde binlerce insanın tutuklu yargılandığı politik davaların bir
çığ gibi büyüdüğünü ve her ne kadar
isimleri değişse de özel yetkili mahkemelere ilişkin yaşanan sorunların
olağanüstü hal benzeri sonuçları beraberinde getirdiğini görürüz.4 Bunun
için bazı rakamlar önemli birer gösterge5: 2008’de 1615, 2009’da 6345 ve
2010’da 7712, 2011’de 7403 kişi Terörle Mücadele Kanununa (TMK) göre
mahkum edilmiştir. Bu üç yılda TMK
kapsamında yargılanan ve mahkum
olan kişi sayılarındaki artış beş katına
yaklaşmaktadır. Bu davaların sadece
tamamlanan davalar olduğu ve çok
sayıda çok sanıklı davanın da devam
ettiği düşünüldüğünde bugün Türkiye’de TMK’ dan yargılanan kişi sayısının çok yüksek olduğu görülecektir.
Adalet Bakanlığı verilerine göre 2011
yılında TMK’ ya göre işlenen “suç sayısı” 12.020 olarak açıklanmıştır ve
bu tür davaların genellikle çok sanıklı
olduğu düşünüldüğünde6 sanık sayısının ne kadar yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Bunun dışında, terörle mücadele adı altında asıl sınırlandırılanın
ifade özgürlüğü olduğu yine aynı verilerden ortaya çıkmaktadır. 2011 yılında bu yasa kapsamında yargılananların 7210’u TMK’ nın 7. maddesinin
2. fıkrasında yer alan propagandayla
ilgili hükümden, 139 kişi ise 6/2. maddesinden yargılanmıştır. Ve görünen
o ki ifade özgürlüğünün daha özel bir
görünümü olan savunma hakkı da bu
kapsama girme yolunda.
Gelelim ÇHD baskınına ve neden
yeni bir yazı yazmaya gerek olduğuna. Bunun en önemli nedeni bir yurttaş olarak yukarıdaki rakamların getirdiği endişelerin ötesinde -her ne kadar
avukat kimliği kullanmasam da- bir
hukukçu olarak yaşananların düşündürdükleri. Henüz yargılananlar dahi
kendilerine avukatlık mesleğiyle ilgili
sorulanlar ve basında yer alanlar dışında gizlilik nedeniyle tam olarak
neyle suçlandıklarını bilmiyorlar ve
yargılama süreci devam edecek, bu
nedenle içeriğe ilişkin bir değerlendirme için çok erken. Ancak basına yansıyanlar ve çeşitli basın açıklamalarından anlaşıldığı kısmıyla dahi bugüne
kadar yaşananlar yine bir “olağanlaşma” sürecinin tüm işaretlerini taşıyor.
Emniyet Müdürlüğü’ nün “basın açıklaması” ile açıkça bir suçlama, kapılar
kırılarak sabaha karşı baskınları, aramalarda baro temsilcisi bulunmaması7, hatta ÇHD bürosu aranırken baro
başkanının alınmamaya çalışılması
gibi uygulamalar8 ilgili avukatlar ve
ÇHD açısından olduğu kadar avukatlık mesleği bakımından rencide edici
ve aynı zamanda usul bakımından
hukuka aykırılıklar içeriyor. Bu gelişmeler diğer yandan da savunma hakkı, örgütlenme özgürlüğü, avukatlık
meslek kuralları ve etiği bakımından
da endişe verici. Bunun ötesinde son
yıllarda revaçta olan “kozmik oda”,
“kriptolu şifre”, “casusluk”, “11 çelik
kapı” gibi bir retorik ile doğrudan başbakanın dahi bu konularda adeta sa-
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
nıklar suçluymuşçasına yaptığı açıklamalar10, haberlerde avukatların şiddet
eylemlerinin doğrudan failiymişçesine
görüntülerin iç içe gösterilmesi, acil
bir arama kararı olmamasına rağmen
-tutukluluk kararından anlaşıldığı kadarıyla kaçma şüphesi olduğu düşünülen- Dernek Başkanı Selçuk Kozağaçlı Suriye’de iken arama yapılması
ve arandığını öğrenip kendisi gelmesine rağmen uçaktan inerken sanki kaçakmış gibi muamele edilmesi gibi ayrıntılar barolar başta olmak üzere pek
çok uluslararası ve ulusal kurumun/
kişilerin olayı kınamasına ve pek çok
gösteriye neden oldu.
Dokuz avukatın tutuklandığı bu davayla birlikte 45 avukatın mesleğiyle
ilgili olarak tutuklu olduğu ülkemizde
tutuklu öğrenci sayısı 845, Türkiye
cezaevlerinde bulunan lise ve üniversite öğrencisinin toplam sayısı ise
2824. Başka bir önemli rakam ise yine
tehlikeli(!) bir meslek olarak tutuklu
gazeteciler: Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi’nin yıllık olarak
yayınladığı ve dünyadaki tutuklu gazetecilerin sayısını açıkladığı rapora
göre 1 Aralık 2012 itibariyle dünyada
232 gazeteci tutuklu bulunurken Türkiye’de son yıllarda bu rakamın 100’ü
geçtiği zamanlar olmuştur ve raporda
bu rakam 76.11
Bir Tutuklama Gerekçesi?: “Masumiyet karinesi” ya da “Suçtan
şüphe edilemez”
Yukarıdaki rakamlar, bu olay ve
pek çok davada istisna ile kuralın yer
değiştirdiğinin, bu anlamda olağanüstünün olağanlaştığı bir örneği tutuklu
yargılanma meselesinde çarpıcı biçimde karşımıza çıkıyor. Oysa modern ceza hukuku adına belki de en
önemli tarihsel kazanımlar yasallık ilkesi ile masumiyet karinesidir12 ve bu
karinenin de doğal sonucu tutuklu yargılamanın “istisna” olmasıdır. Beccaria 1764 yılında yazdığı Suçlar ve Cezalar Hakkında’ da tutuklama başlığı
atında suçlunun tutuklanmasına ilişkin belirti/kanıtların yargıç tarafından
değil, yasa tarafından belirlenmesi
gerektiğini vurgular. Çünkü Beccaria’
ya göre “yargıçların verdikleri kararlar
bir yasa hükmünün özel uygulaması değilseler, her zaman özgürlükleri
çiğneyici niteliktedir.”13 İkinci aşamada da yasada belirtilen bu durumların
gerçekleştiğinin gerekçelendirilmesi
önem taşımaktadır. Yani kuralın değil,
istisnanın uygulanması için mutlaka
gerekçeli bir kararla yasada belirtilen
durumların gerçekleştiğinin belirtilmesi ve bu gerekçelerin oluşturulmasında da istisnaların dar yorumlanması
şeklindeki evrensel hukuk ilkesinin
uygulanması gerekir. Bu durum 6352
Sayılı Kanunla değişik 101/2. maddesinde de açıkça belirtilmiş olmasına
rağmen mahkemelerin hala gerekçe
olarak şablon bazı soyut ifadeler kullandıkları ve bu anlamda da gerçek
anlamda bir gerekçe yazmadıkları
görülmektedir. Oysa 6352 sayılı Kanunun gerekçesinde AİHM’ in bu nedenle Türkiye aleyhine kararlarına da
atıfla14 “somut olayda tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu somut olgularla
gerekçelendirmek” amacı da açıkça
belirtilmiştir.15 “Tanık beyanları, takip
vb.” şeklindeki soyut açıklama dışında
gerekçenin bulunmaması ve soruşturmanın gizliliğine karar verilmesi birleştiğinde tutuklanan kişinin kendisini savunması imkansız hale gelmektedir.
Sanığın Savunma hakkı ve Savunma Makamının Savunma Hakkı
Yine modern ceza hukukunun olmazsa olmazlarından birisi de bir
avukat tarafından temsil edilebilmedir
ve bu hak savunma hakkının da çok
önemli bir parçasıdır. Savunma hakkı Anayasa’da hak arama hürriyeti
ve AİHS’ te adil yargılanma hakkı adı
altında davacı ve davalı sıfatındaki
kişilerin, özellikle de ceza yargılamasında sanığın kullandığı bir hak olarak
görülür.16 Oysa görünen o ki artık sadece kendini savunma ve bir vekil aracılığıyla savunulma hakkının ötesinde
savunma makamının vekilini savunma
hakkını ve mesleki faaliyetleri nedeniyle yargılanma tehdidi hissetmemesi
gerektiğini konuşmamız gerekiyor.
Sonuç?
Kafka’nın öyküsünün sonunda ne
mi olur? Makineyi ve sistemi anlattığı
yolcunun sistemi beğenmemesi üzerine subay (yani yargıç, infaz memuru..)
makineyi “Adil ol” yazısına ayarlayıp
kendisi makinenin içine girer. Adaletin
aldığı her yara hem toplumu, hem de
özel olarak mahkeme salonunda görev yapanları yaralıyor, yani o iğneler
hepimizin sırtında. Bu nedenle hepimiz adaleti, adil yargılanmayı, savunma hakkını ve istisnanın kural olmamasını savunmak zorundayız.
5
1 Franz Kafka, Ceza Sömürgesi, İz Yayıncılık, 2001, s.
24.
2 Hak Mücadelesi ve Hukuk başlıklı sempozyumda sunulan bildirinin yazı hali Çağımızda Hukuk ve Toplum
dergisinde yayınlanmıştır. D. Çiğdem Sever, “Olağanüstü Hal: Hukuk Sisteminin Karadeliği mi?”, Çağımızda Hukuk ve Toplum, 29/8, s. 21-27.
3 Ayrı bir çalışma konusu olabilecekse de 28 Ocak
2013 tarihinde TBMM Adalet Komisyonu’ndan geçen Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında
Kanun tasarısının terörle mücadele kapsamını iyice
genişletecek ve yeni yaptırım/önlemleri beraberinde
getirecek bir kapsama sahip olduğu da belirtilmelidir.
4 İstatistikler Adalet Bakanlığı web sitesinden alınmıştır: www.adlisicil.adalet.gov.tr
5 KCK İstanbul davasında sanık sayısı 79 iken, KCK
basın davasında 46, Ergenekon ana davasında
275dir ve Balyoz davasında 365 sanık yargılandı. Bu
davaların genellikle yan davalarının da olduğunu belirtmek gerek.
6 İstanbul Barosu Avukat Hakları Merkezi Başkan Yardımcısı Ömer Kavili de, polisin baskın sırasında İstanbul Barosu’nu arayarak avukat istemediğini açıklamıştır. http://www.etha.com.tr/Haber/2013/01/31/
guncel/chdden-yalanlara-yanit/
7 Bu durum İstanbul Barosu Başkanınca ileri faşizm
olarak nitelenmiş ve kendisinin de alınmak istenmediği kınama açıklamasında belirtilmiştir. https://t24.
com.tr/haber/istanbul-barosu-saldirilara-karsi-mesru-mudafaa-hakkimizi-kullanacagiz/222165
8 11 çelik kapının gerçek olup olmadığını görmek
üzere bir gazetecinin doğrudan aranan mekanlara giderek yazdığı bir yazı için bkz. Onur Erem, “11
çelik kapıya kozmik takip”, Birgün, 4 Şubat 2013,
http://www.birgun.net/actuels_index.php?news_code=1359968907&year=2013&month=02&day=04,
Daha da ilginci bir başka gazetecinin 11 kapı retoriğini inandırıcı bulmayıp bu konuda haber yapmaktan çekinmesine ilişkin özeleştirisidir: Tuğçe Tatari,
“Korkudan o meşhur 11 kapıdan geçemedim!”, Akşam, 6 Şubat 2013, http://www.aksam.com.tr/korkudan-o-meshur-11-kapidan-gecemedim-9064y.html
9 Bu açıklamayla ilgili ÇHD’nin suç duyurusunda bulunduğunu da belirtmek gerek. www.bianet.org, 5 Şubat
2013.
10 Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi açıklaması: JoelSimonand Bill Sweeney, “Türkiye eleştirel gazetecileri terörist olarak sunuyor”, (http://www.
cpj.org/blog/2013/01/conflating-critics-with-terrorists-in-turkey.php) Bununla birlikte şu an itibariyle
Türkiye’de kaç gazetecinin tutuklu olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Bu konuda ulusal bir veri tabanı
olmadığı gibi bazı kaynakların gazeteci tanımını farklı
yapabilmesi nedeniyle farklı rakamlara da ulaşmak
mümkündür. Ancak avukatlıktan farkı olarak kendisine gazeteci diyen ve bu yönde faaliyet yürüten kişilerin gazeteci olarak kabul edilmesi gerektiğini de
belirtmek gerek.
11 Bu durum Anayasanın 38. Maddesinin 4. fıkrasında
da açıkça belirtilmiştir: “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz”.
12 CesareBeccaria, Suçlar ve Cezalar Hakkında, (Çev:
Sami Selçuk), İmge Kitabevi, Ankara, 2004, s. 150.
13 Tutuklamanın istisnai olması ve gerekçe zorunluluğu
uluslararası hukukta da düzenlenmiştir. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin R (80) 11 Sayılı tutukluluk
hakkındaki Tavsiye kararı ile AİHS’in 5. maddesi bu
anlamda önemli birer kaynaktır. Mahkemenin yerleşik
içtihatlarına göre, “Madde 5. gereğince şüpheli veya
sanığın “tutuksuz” olmasına ilişkin bir karinenin varlığı esastır. AİHM, Neumeistera.Avusturya, Başvuru
No: 1963/63 sayılı kararı, Kudla V. Polonya Başvuru
No: 30210/96 vb.
14 CMK’nın 100/3. maddesinde yer alan katalog suçların da tutuklamayı bu suçlar bakımından kural haline
getirmediğini ve yine bir gerekçenin gerekli olduğunu
da ayrıca belirtmek gerek.
15 Savunma hakkıyla ilgili genel bir çerçeve çizen bir çalışma için bkz. Zeki Hafızoğulları, “Genel Çizgileriyle
Savunma Hakkı”, Ankara Barosu Dergisi, 1994/1, s.
20-40.
6
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
Ahmet ŞIK ile Söyleşi
Av. Çiğdem DEMİRCAN
Kocaeli Barosu’ nun ifade özgürlüğüne ilişkin hazırladığımız bülteninde
bizimle söyleşi yapmayı kabul ettiğiniz
için öncelikle size teşekkür ediyoruz.
İfade özgürlüğü kapsamında “yazdığı
kitabın sakıncalı bulunması sebebiyle tutuklanmış bir gazeteci olarak” bir
sembol haline geldiniz. Bu kapsamda
Türkiye’nin düşünce ve ifade özgürlüğü alanında nereye gittiğini düşünüyorsunuz?
Son bir kaç yıldır en çok tartışılan konulardan birisi olmakla birlikte Türkiye’nin
düşünce ve ifade özgürlüğü sorununun
bugüne ait bir mesele olmadığını söylemek gerekiyor. Eskiden de bundan farklı bir durum yoktu. Şimdilerde, neyse ki,
daha fazla tartışılıyor o kadar. Ancak bu
tartışmalar bizi evrensel demokrasi ilkelerini özümseyen bir ülke noktasına taşıyacak mı çok emin değilim. Bir kaç nedenden ötürü bu endişeyi taşıyorum. İlkin
bugünlerde düşünce ve ifade özgürlüğünü
dert ediniyor görününlerin geçmişte sorun
yine yerli yerinde duruyorken bu meseleyi
ilişkin rahatsızlık hissetmemeleri. Bunun
nedeni de kanımca geçmişte de var olan
faşizan yasalardan kaynaklı bu sorunun
şimdilerde kendilerini de mağdur edebileceğini görmeleri sanırım. Örneğin 1990’lı
yıllarda çoğu Kürt ve sosyalist gazeteci
meslektaşlarımız devlet kaynaklı cinayetlerde öldürüldüğünde de, ya da TMK ve
TCK’nin faşizan hükümleriyle hapsedildiğinde tipik devlet savunma refleksi de
bugünküyle aynıydı: “gazeteci değil teröristler”. Bu yalanın arkasına devletin sığınıyor olması doğru değil ama anlaşılabilir.
Ama gazetecilik meslek örgütlerinin ya da
şimdilerde “muhalif” olduğunu öne süren
kimi kişi ve grupların da bu söylemi benimsiyor olmasından bahsediyorum. Bu
örneğin bize anlattığı, umarım yanılıyorumdur ama sanırım mevcut iktidar bile-
şenlerinin siyasi zihniyetine uzak olmakla
ilintili bir muhalefet anlayışından ibaret.
Daha önce de bir yerlerde söylemiştim,
Türkiye’nin demokrasi sorununu ya da bu
konu özelinde düşünce ve ifade özgürlüğü sorununu bir sopa olarak tanımlarsak
eğer Türkiye’de kimi muhalif odaklar için
mesele sopanın kendisi değil sopayı kimin tuttuğundan ibaret. Yani bu iktidar
alaşağı olsa ve şimdilerde muhalif görünenlerin savunduğu bir zihnniyet iktidarda
olsa, eminim düşünce ve ifade özgürlüğü
sorununda olumlu bir gelişme olmayacak
ve bu sefer de tam karşıt zihniyetten yeni
mağdurlar üretecek. Ama şimdinin kimi
“muhalifleri” için bu sorun olmayacak. Demokrasi karşınızdakinin sıfatına ve kim
olduğuna bakarak eğip bükeceğiniz bir
olgu değil. Maalesef Türkiye’de bu noktaya gelmiş insan sayısı çok çok az. Bu
bağlamda Türkiye’nin düşünce ve ifade
özgürlüğü alanında gittiği noktayı daha da
karanlık görüyorum. Çünkü mevcut iktidar
bileşenleri memlekette düşünce ve ifade
özgürlüğünün dolayısıyla kamusal denetim aracı olan ya da olması gereken gazeteciliğin de sınırlarını ve tanımını yeniden
çiziyorlar. Kendileri gibi düşünmeyen, ifade etmeyen ve yazmayan herkesin faşist
yasalar eliyle “terörist” ilan edilebileceğini,
hapislerde çürüyebileceğini her gün yeni
örnekleriyle kanıtlamaya devam ediyorlar.
29 Mart 2011 de İstanbul 12. Ağır
Ceza Mahkemesi, ‘’Ergenekon’’ soruşturması kapsamında yazmış olduğunuz’’İmamın Ordusu’’ adlı kitap taslağının dağıtım ve satışını yasakladı.
Mahkeme kararı İçişleri Bakanlığı tarafından Türkiye genelindeki tüm kitabevi ve kırtasiyelere gönderildi. Bakanlık,
“İmamın Ordusu” isimli doküman ve
kitap taslağının dağıtım ve satışının
yasaklandığını belirtti. Buna rağmen
internetten kitabınız 200 bin kişi tarafından indirildi. Sizce kitabınızla ilgili
yapılan yasaklamalara karşı kitabınızın
binlerce kişi tarafından okunması gelecek için bir ümit vaat ediyor mu?
Her şeyden önce sizin aracılığınızla bu
sivil itaatsizlik eylemine katılanlara teşekkür ederim. Elbette ki bilgiye zincir vurulamayacağını kanıtlamak açısından, gerici
ve faşist bir zihniyete en güzel yanıt bu
eylemle varılmış oldu. Ama mevcut olandan daha ümitli olmam için sanırım o 200
bin kişiyi sokakta görmeyi dilerdim. Belki
yanılıyor olabilirim ama sanal aktivizm
beraberinde bir tembelliği de getirmiş
durumda. Klavyenin başında bir şeylere
tepki göstermek, bir takım “eylemliliklere”
katılmak küçümsenemez ancak ben hala
umudu diri tutmanın sokak eylemliliklerinden geçtiğini düşünüyorum.
Siz Oda TV davası kapsamında tutuklanana kadar daha önce de Hırant
Dink suikasti sonrasında Nokta dergisinde yayımlanan “Asker İç Güvenlikten Elini Çekmeli” başlıklı röportaj ve
“Hayata Dönüş” operasyonlarının yıldönümünde Bayrampaşa Cezaevi’nin
kadın koğuşunda sağ kurtulan Münevver Köz ile yapılan “Bayrampaşa’da O
gün” başlıklı söyleşi nedeniyle Türk
Ceza Kanunu’nun 301. maddesinden
yargılandınız. Bir gazetecinin TCK ‘nın
301. Maddesinden dolayı yargılanmasını nasıl görüyorsunuz?
Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğünü kısıtlayan 30 civarında yasa var.
301. madde de bunlardan birisi. Faşizan
özellikler taşıdığı çok açık bu yasa sadece gazetecileri ilgilendirmiyor ya da mağdur etmiyor. O yüzden bu yasa maddesinden kimsenin yargılanmamasını dilerim.
Bırakın iktidar odakları ya da sözcüleri
301 ve benzeri yasaları gerekçe göstererek bizlere terörist desin. Önemi yok.
İktidar dili böyledir. Dünyadaki otoriter,
totaliter ya da faşist her baskı rejiminde
iktidarın sahipleri ve sözcüleri bu yalanın
ardına sığınır. Türkiye’de de yapılan bu.
Elbette ki gazetecilerin suç işleme özgür-
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
lüğü olduğunu savunmuyorum. Ama 301
ya da benzeri özellikler taşıyan yasa maddeleri gerekçe gösterilerek gazeteci yargılamanın abesliği ortada. Gazetecilik her
şeyden önce kamusal bir iş. Kamu adına
denetim görevini gazeteciler yerine getirir.
Ama siz yasaların cenderesi altında mesleği yapamaz hale getirirseniz bu başka
ve daha büyük bir sonunun varlığına işaret eder. Demek ki halkın gözünden bir
şeyleri kaçırmak peşinde olan bir iktidar
vardır. Memlekette olan biten de bundan
ibaret.
Halen kitap yazmaya devam ediyorsunuz,yaşadıklarınız sizde hiç yılgınlık
yarattı mı?
Yani böyle bir soruya nasıl yanıt versem bilemedim.Yılgınlık yok elbette. Ama
yorgunluk var mı derseniz düşünmeden
evet derim. Çünkü Türkiye’de demokrasi
mücadelesine öyle ya da böyle katkı sun-
mak deyim yerindeyse tam anlamıyla iğneyle kuyu kazmaktan ibaret. O yüzden
yılmadan yorulmaya devam edeceğim.
Cezaevlerinde 100 e yakın tutuklu gazeteci var .Onlar için ne söylemek istersiniz?
Hapisteki meslektaşlarım için Türkçenin güzel şairlerinden Adnan Yücel, çok
sevdiğim “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya
Dek” isimli şiirini anımsatsam yeter herhalde. O güzel şiirinde Adnan Yücel şöyle
der:
“ey herşey bitti diyenler
korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler.
ne kırlarda direnen çiçekler
ne kentlerde devleşen öfkeler
henüz elveda demediler.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!”
7
Son dönemde eylem yapan öğrencilerin tutuklandıklarına şahit oluyoruz.
Sizce bu durum eylem yapan öğrencilerin düşünce ve ifade özgürlüklerini
kısıtlamıyor mu?
Düşünce ve ifade özgürlüğü sorunun
sadece gazeteciler üzerinden tartışmak
çok anlamsız. Ve maalesef bu şekilde ve
eksik tartışıldığı için de sonuç almak kolay
olmuyor. Elbette öğrencilerin yaptığı da
düşüncenin ifade edilmesinden başka bir
şey değil ve aynı kapsamda değerlendirilmesi gerekir. Tıpkı KCK davalarında yargılanan binlerce kişiye olduğu gibi. Kürt
meselesini, öğrencilerin parasız, bilimsel
eğitim görme hakkı talep etmesini ya da
suyuna, toprağına sahip çıkarak doğanın
talan edilmesine karşı çıkanların yaptıkları eylemleri suç olarak göremezsiniz. Bu
kapsamda değelrendirilen her türlü ceza
mantığı düşünce ve ifade özgürlüğünün
kullanımına engeldir. Aslında baştan itibaren konuştuğumuz bu devasa sorunun
çözümü basit. TMK’yi çöpe atmadan,
TCK’nin faşizan hükümlerini evrensel demokratik çağdaş hukuk normlarına uygun
hale getirmeden bu sorun bitmez.
Tutuklu bulunduğunuz dönemde
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödülü aldınız. Bu bağlamda en
son olarak Basın Özgürlüğü konusunda neler söylemek istersiniz?
Gazeteciler bir araya geldi mi en çok
meslek dedikodusu yaparlar. Laf ne kadar dolansa da nihayetinde mesleğin ne
kadar kötüleştiğine mutlaka gelir. Her seferinde de “Bundan daha kötüsü yoktur”
denir. Ama mutlaka daha kötüsüne dair
örnekleri yaşamakta gecikmeyiz. Bugün
gelinen nokta da bundan daha kötüsü olmayacağına dair bir hissiyat uyandırıyor.
Çünkü oto sansür çok yaygınlaşan bir
kural haline geldi. Sansür her daim vardı ki oto sansür de. Ama bu kadar yaygın
kullanımına en azından son 20 yılda ben
tanık olmamıştım. 12 Eylül faşist darbesi
sırasında yaşanan kimi örneklerle kıyaslama yapılabilir ama adı üstünde o dönem
faşist darbe yıllarıydı. Şimdi sivil bir iktidar
döneminde yaşanıyor tüm bunlar. Gelecek günlerin daha güzel olacağına dair bir
umudum yok açıkçası.
8
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
SANATA SANSÜR
Av. Tuğçe İNAL
S
anat,bireyin duygu ve düşüncelerini
yaratıcılık özeliğini de kullanarak ifade
etmesini sağlayan yöntemlerden birini
oluşturmaktadır. Sanat kimi zaman var olanı
betimleyerek insanların gözünde canlandırmayı sağlayıp, kimi zaman insanı insana anlatıp toplumu eğitmek, kimi zaman da kimsenin
bırakın söylemeyi aklından dahi geçirmeye
cesaret edemeyeceği şeyleri bir eser olarak
halka sunmak amacına haizdir. Bu sebepledir ki sanat, tarih boyunca birileri tarafından
lehe kullanılmakla birlikte birileri tarafından ise
kendilerince belirlenen gerekçelerle kontrol
altına alınarak sınırlandırılmıştır. İşte bu evrede sanatın, bireyin düşüncelerini serbestçe
açıklayabilmesi olarak tanımlanması halinde
sanat özgürlüğünün bir sınırı olması gerekip
gerekmediği ve gerektiğinde sanat eserlerine
sansür uygulanmasının yerinde olup olmayacağı soruları akla gelmektedir. Oysa ki sanatın kapsamı ve işlevi düşünüldüğünde sanatın
sınırsız bir özgürlüğe sahip olması gerektiği
yadsınamayacak bir gerçektir. Ancak bu özgürlüğün tek sınırının, kişilik hakları ile insan
onuru olabileceği akla gelmektedir. Yalnız
böyle bir durumda dahi söz konusu sınırlamanın somut olaya göre değerlendirilmesi gerektirmektedir ki bu durum da edebiyatımızda yer
alan pek çok yazı türünü hiçe saymamız anlamına gelecektir. Bu çalışmada yıllardır var
olan ancak son günlerde ülkemizde ayyuka
çıkarak kanayan bir yara halini almış olan sanat ile sanat özgürlüğünün değerlendirilmesi
üzerinde durulacaktır.
1982 Anayasasında sanata ve sanat özgürlüğüne ilişkin olarak iki madde bulunmaktadır. Bunlardan birini Kişilik Hakları ve Ödevleri bölümünde yer alan ve ayrı bir insan hakkı
olarak nitelendirilen ‘Bilim ve Sanat Hürriyeti’
başlığı altında yer verilen 27. madde (MADDE 27-(1) Herkes, bilim ve sanatı serbestçe
öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu
alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir.
(2) Yayma hakkı, Anayasanın 1 inci, 2 nci ve
3 üncü maddeleri hükümlerinin değiştirilmesini sağlamak amacıyla kullanılamaz.(3) Bu
madde hükmü yabancı yayınların ülkeye girmesi ve dağıtımının kanunla düzenlenmesine
engel değildir), diğerini ise Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler bölümünde yer alan
ve ‘Sanat ve Sanatçının Korunması’ başlığı
altında yer verilen 64. madde (MADDE 64 Devlet, sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur.
Sanat eserlerinin ve sanatçının korunması,
değerlendirilmesi, desteklenmesi ve sanat
sevgisinin yayılması için gereken tedbirleri
alır) oluşturmaktadır. Anayasamızın 27. maddesine baktığımızda söz konusu maddede sanatçının herhangi bir sınırlamaya maruz kalmadan eserini tamamladıktan sonra yayma
hakkı dahi ele alınmış olup sadece yabancı
yayınların ülkeye girmesi ve dağıtımı aşamasında kanunla bir düzenleme yapılacağına yer
verilmiştir. Burada yabancı eserin içeriğine
dair herhangi bir sınırlama yapılabileceği hususuna yer verilmemiştir. Anayasamızın 64.
maddesinde ise sanat eserinin ve sanatçının
korunması ve desteklenmesine dair tedbirler
alınacağına yer verilmiştir.
1982 Anayasası göz önünde bulundurulduğunda; geçtiğimiz aylarda ülkemizde gündeme gelmiş olan Yunus Emre’nin yüzlerce
yıllık 8 kıtadan oluşan ilahi türündeki ‘Bana
Seni Gerek Seni’ şiirine yer verilen okul kitabından ‘‘Cennet cennet dedikleri/ Birkaç köşkle birkaç huri/ İsteyene ver onları/Bana seni
gerek seni’’ dörtlüğü çıkartılarak söz konusu
yazı türü yayınevi tarafından sansürlenmiş ve
kitabı inceleyen Milli Eğitim Bakanlığı Talim
ve Terbiye Kurulu’nun da sansürlenmiş haline
“beklenen kazanımlar sağlandığı” gerekçesiyle onay vermiş olmasını, aynı şekilde Kaygusuz Abdal’ın ‘Nefes’ adlı şiirinde Alevilik
kültürüne ait kavramların yer aldığı dizelerin
sansürlenmesini, Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’nde başlayan “Artnüyet” isimli sergideki
resimlerin ise ters çevrildiğinin ortaya çıkmasını, tüm bunlar da yetmezmiş gibi Milli Eğitim
Bakanlığı tarafından ‘Dünya Edebiyatı -100
Temel Eser’ listesinde gösterilen kitaplar arasında yer alan John Steinback’in ‘Fareler ve
İnsanlar’ adlı eserinin İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü Kitapları Değerlendirme ve İnceleme
Komisyonu tarafından sakıncalı bulunması
ve gayri ahlaki bölümler içermesi nedeniyle
yasaklanmak istenmesini, ayrıca tüm dünyada çocukların ilgiyle okuduğu Jose Mauro de
Vasconcelos’un ‘Şeker Portakalı’ adlı eserini
okutan bir Türkçe öğretmeni hakkında velilerden birinin kitabın Türk örf ve adetlerine aykırı
içeriğe sahip olduğunu ve kitabın içerisinde
birçok küfür içeren argo sözcükler bulunduğunu belirterek yaptığı başvuru üzerine soruşturma açılmış olması nedeniyle söz konusu
eserin sansürlenmek istenmesini hukukun filtresinden geçirmemiz gerekmektedir.
Gündemde yerini almış sansüre ilişkin
bu konular anayasaya aykırılık oluşturmakla
birlikte yüzyıllar önce yazılmış bir şiirin sansürlenerek beklenen kazanımların gerçekleşmesi amacıyla bir kıtasının ya da bir kültüre
dair kelimeler içermesi nedeniyle söz konusu
kelimelerin çıkarılmış olması o şiirin bütünlüğü
üzerinde oynamak anlamına gelip sanatçının
düşüncelerine ket vurmaktan başka anlama
gelmemektedir. Ancak bu husus, yıllardır ülkemizde değişmeyen bir durum olmakla birlikte sanatın hitap ettiği kesimin genişliğinden
ötürü bununla da kalmayıp bugüne kadar
tarihimizde pek çok sanat eseri yaratılmış olmasına rağmen bu eserlerin ya hiçbir zaman
yayınlanmaması ya da yayınlanmaları için
izin alınması gerekilen kişilerce kendi istekleri
doğrultusunda sansürlenerek yayınlanmalarına izin verilmesi sanat özgürlüğünün bununla
birlikte düşünce özgürlüğünün de ihlal edilmesidir. Sansür, sanat eserinin celladı olmaktan
başka bir şey olmayıp sanat eserinin bütünlüğünün bozulmasının nedenini oluşturmaktadır.
Sanatçının yaratmış olduğu bir esere okuyucunun, izleyicinin kendi bakış açısıyla farklı
anlamlar yüklemesi mümkündür. Kaldı ki bu
durum, sanatın amacının gerçekleşmekte olduğunu göstermektedir. Ancak bu sebeple
yıllar önce yazılmış eserler hakkında birilerinin kendi düşüncelerine göre anlamlar yükleyerek, o eserin kendi isteği doğrultusunda
yayınlanmasını sağlayarak onu halka sunmak
tek tip insanlar yaratmaktan öteye gidemeyecektir. Her sanat eserinin ‘herkes tarafından
beğenilmesi gerektiği’ gibi bir düşüncenin olması mümkün değildir ancak birilerinin kendisince yanlış olan bir eseri sansürlemekten
ziyade o esere karşı bir eser yaratması, karşı
düşüncelerini bu şekilde ortaya koyması en
doğrusu olacaktır. Ancak böyle bir durumda
ülkenin gelişmesi mümkün olup aksi durumda
ülkede kültür seviyesi düşük, tek tip bir gençlik
yetiştirmekten ileri gidilemeyecektir.
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
9
AVUKATLARIN GÖZ ALTINA ALINMASI İLE İLGİLİ
EGE - MARMARA BÖLGE BAROLARI
BASIN AÇIKLAMASI
18 Ocak 2013 sabahı Dernek binaları ve Avukatların
evlerine yapılan baskınlarda kapılar kırılmış, Kanunun
Açık hükmüne rağmen Baro
temsilcileri gelmeden arama
işlemine başlanmıştır. Bizler Ege ve Marmara Baroları
olarak savunma mesleğine
yönelik bu saldırıyı şiddetle
kınıyor, savunmayı savunmak için kararlılığımızı kamuoyunun bilgisine sunuyoruz.
18 Ocak 2013 sabahı TMK
10.Md.ile özel görevli İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatı ileİstanbul ve
Ankara’da Çağdaş Hukukçular Derneği Şube Binalarıve
ÇHD Genel Başkanı Av. Selçuk Kozağaçlı ve ÇHD Genel
Merkez Yöneticisi Av. Oya Aslan, İstanbul Şube Başkanı
Av. Taylan Tanay ve İstanbul Şubesi yöneticileri Av. Güçlü
Sevimli, Av. Güray Dağ, Av. Gülvin Aydın ile önceki Şube
Başkanlarından Av. Serhan Arıkanoğlu ve Efkan Bolaç,
Ankara Şube yöneticisi Av. Betül Vangölü Kozağaçlı ve ile
ÇHD üyeleri Av. Özgür Yılmaz, Av. Ebru Timtik, Av. Barkın
Timtik, Av. Naciye Demir, Av. Günay Dağ ve Av.Şükriye
Erden’in ev ve bürolarında sabah 04.00’ten itibaren arama
ve gözaltı işlemleri başlamıştır.
Dernek binaları ve Avukatların evlerine yapılan baskınlarda kapılar kırılmış, Kanunun Açık hükmüne rağmen
Baro temsilcileri gelmeden arama işlemine başlanmıştır.
Bu arada bazı basın yayın organlarına meslektaşlarımız terör örgütü üyesi olarak lanse edilmiş ve bu yönlü
yayınlar yapılmıştır.
Çağdaş Hukukçular Derneği 1974 yılında kurulan ve “
Hukukun, insanlığın binlerce yıllık tarihsel kazanımlar ışığında geliştirilmesi, insanın özgürleşmesi ve demokratiklik
temeline dayalı, toplum bilinci ile güvence altına alınmış
bir hukuk sisteminin kurulması, başta yaşam hakkı olmak
üzere temel haklara ve insanlık onuruna yönelik her türlü
saldırının önlenmesi için çalışma yapmak” amacıyla kurulmuş bir hukukçu örgütüdür.
Haklarında arama, yakalama işlemi yapılan meslektaşlarımız ise bu amaçla etkin çalışma yapmaları ile bilinen ve
toplumsal davalarda savunma görevini üstlenmiş, bu özellikleri ile hukukçu çevrelerin yakından tanıdığı kişilerdir.
Bu operasyon, öncesinde yaşanan olay ve gelişmeler
göstermektedir ki, meslektaşlarımızın yukarıda belirttiğimiz özellik ve faaliyetlerinin siyasi iktidarda yarattığı rahatsızlığın ürünüdür.
Son dönemde mesleki faaliyetini ifa edişi sebebiyle çok
sayıda meslektaşımız olağanüstü soruşturma ve kovuşturmanın hedefi haline gelmiştir.
Nitekim bu olay savunma mesleğine saldırı ve tahammülsüzlüğün zirveye çıktığı noktadır.
Bizler Ege ve Marmara Baroları olarak savunma mesleğine yönelik bu saldırıyı şiddetle kınıyor, savunmayı savunmak için kararlılığımızı kamuoyunun bilgisine sunuyoruz.
Saygılarımızla
İzmir Barosu Başkanı
Av.Sema PEKDAŞ
Aydın Barosu Başkanı
Av.Sümer Germen
Balıkesir Barosu Başkanı
Av.Yaşar MEYVACI
Bursa Barosu Başkanı
Av.Ekrem DEMİRÖZ
Çanakkale Barosu Başkanı
Av.Bülent ŞARLAN
Denizli Barosu Başkanı
Av.Müjdat İLHAN
İstanbul Barosu Başkanı Av.Doç.Dr.Ümit KOCASAKAL
Kocaeli Barosu Başkanı
Av.Tamer SOLAKOĞLU
Muğla Barosu Başkanı
Av.Mustafa İlker GÜRKAN
Yalova Barosu Başkanı
Av. Cevdet BEKLER
10
FAALİYETLER
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
Genç Avukatlar Meclisi
Genel Kurulu Yapıldı
Baro Aidat Borcu Olmayan
Meslektaşlarımıza
Ferdi Kaza Sigortası Yaptırıldı
Baromuz Genç Avukatlar Meclisi’nin İkinci Olağan Genel Kurulu 21
Aralık 2012 günü Baro İdari Binası Av. Umut Gümüş Eğitim Salonu’
nda gerçekleştirildi.
Genç Avukatlar Meclisi Genel Kurulu’ nda Divan Başkanlığı na Av.
M. Haluk ÖNDER, Divan Katipliklerine ise Av. Selin SÜLOĞLU ve Av.
Sara MUNGAN seçildiler.
Genel Kurulu’ un açılış konuşması yapan Genç Avukatlar Meclisi
Başkanı Av. Kadir Caner KARAKADILAR Genel Kurul’ un herkese hayırlı olmasını dileyerek, Kocaeli Barosu’ nun yaklaşık üçte birinin kıdemi beş yıla kadar olan avukatlardan oluştuğunu belirtti. Genç Avukatlar
Meclisi’ nin öneminden bahsetti ve görev sürelerinde ellerinden geleni
yaptıklarını bundan sonra yeni seçilen meslektaşlarımızın bu görevi layıkıyla yaparak genç avukatların yaşadıkları sorunları ve çözüm önerilerini Baro Yönetimi’ ne ileteceklerine inandıklarını söyledi.
Dilek ve temenni konuşmaları sonrasında Genç Avukatlar Meclisi
Yürütme Kurulu’ nun 30 kişilik seçimi gerçekleştirildi. Seçim sonucunda
Veli Beyaztaş, Anıl Acurman, Batuhan Kandemir, Sırma Bengüer, Ali
Güney, Eda Ayın, Ayşe Gürkan, Hilal Ceren Hatipoğlu, Seda Akyol,
Senay Güner, Tamer Ejderoğlu, Yasin Erdil, Görkem Bora Taner, Mehmet Emre Kalaycı, Ender Oğuz, Şerife Manay, Erhan Gökbayrak, Alev
Diler, Mustafa Berk Uluç, Mehmet Çakır, Buket Polatoğlu, Eray Selim
Şener, Öznur Fırat, Muhammed Yurtkulu, Mehmet Hayrullah Doğan,
Huriye Banu Canayakın, Özhan Kurt, Hakan Üstün, Serkan Çağlar Işık
ve Burak Şahin Yürütme Kurulu’ na seçildiler.
Baromuz, baro keseneği borcu olmayan meslektaşlarımızı, primleri Baromuzca ödenmek üzere Ferdi Kaza Sigortası yaptırmıştır. Baro
keseneği borcunu henüz ödememiş olan tüm meslektaşlarımız, aidat
borçlarını ödedikleri takdirde ferdi kaza sigortası kapsamına dahil edileceklerdir.
Baromuz ile MAPFRE GENEL SİGORTA A.Ş. arasında yapılan
anlaşma gereğince, her meslektaşımız 20.000,00 TL kazaen ölüm,
20.000,00 TL kazaen kalıcı sakatlık ve 1.000,00 TL tedavi gideri teminatlarını kapsayan ferdi kaza sigortası kapsamına alınmıştır.
MAPFRE GENEL SİGORTA A.Ş. tarafından yapılan Ferdi Kaza Sigorta poliçeleri, MAPFRE GENEL SİGORTA A.Ş. Bölge Yöneticisi F.
Elif KOCAMAN tarafından Baro Başkanımız Av. M. Tamer SOLAKOĞLU’ na 02 Ocak 2012 tarihinde teslim edildi.
Borçlar Hukuku - Kira Paneli
Yapıldı
Baromuz tarafından düzenlenen ve Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Emre GÖKYAYLA’ nın konuşmacı
olarak katıldığı “BORÇLAR HUKUKU - KİRA” konulu panel 05 Ocak
2013 Cumartesi günü 13.00 - 18.00 saatleri arasında Gebze Ticaret
Odası Konferans Salonu’ nda yapıldı.
Sayın Hocamız Doç. Dr. Emre GÖKYAYLA Borçlar Kanunu’ nun
kira bölümünde yapılan değişiklikler ile ilgili uygulamadan örnekler vererek meslektaşlarımızı bilgilendirdi.
Çok sayıda meslektaşımız “BORÇLAR HUKUKU - KİRA” konulu
paneli ilgiyle izledi.
FAALİYETLER
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
11
“ODTÜ’DE POLİS ŞİDDETİ”
BASIN AÇIKLAMASI
Geçtiğimiz günlerde Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’ın, ODTÜ
Kampüsü içerisindeki TUBİTAK Binasına Göktürk Uydusunun fırlatılmasını izlemek üzere geldiği sırada,
demokratik bir hak olan protesto
hakkını kullanmak üzere üniversite
kampüsünde toplanan öğrencilere
karşı polisin gösterdiği tavır ve şiddet, demokratik hukuk devleti içerisinde kabul edilebilir bir önlem değildir.
Olaylar sonrası, ODTÜ Rektörlüğü tarafından yapılan açıklamadan
anlaşıldığı gibi, öğrencilerin protesto
eylemi, “Şiddet içermeyen, başkalarının özgürlüğünü kısıtlamayan,
eğitim ve araştırma faaliyetlerini engellemeyen ve çevreye zarar vermeyen” nitelikteyken, polisin Başbakan’a karşı öğrenciler tarafından
protesto yapılacağı istihbaratı üzerine, kampüse 20 panzer, 8 Toplumsal mücadele aracı (TOMA), 110 otobüs, yaklaşık 3000 Çevik Kuvvet
sevk etmesi ve öğrencilere yönelik “ orantısız güç “ kullanımı tüyler
ürperticidir.
Demokratik Hukuk Devletinde kişi hak ve özgürlükleri devlet tarafından öncelikle korunması gereken haklardandır. Protesto hakkı
da, demokrasinin içinde gelişen, özgürlük ortamının bir parçasıdır.
Olayların görüntüsünden de anlaşılmaktadır ki, üniversite öğrencileri
herhangi bir eyleme geçmeden polis
gazlı, sopalı, basınçlı su ile saldırıya
geçmiştir. Bilim ve özgürlük yuvaları olarak her türlü görüşe, bilimsel
gelişmeye, araştırmaya açık olması
gereken üniversitelerimiz ODTÜ’de
yaşanan bu olay sonucu gittikçe tırmanan protestolara sahne olmaktadır. Bu gelişme ülkemizin geleceği
açısından son derece endişe vericidir.
Ortamın daha da gerilmesine hizmet edecek uygulamaların devam
ettiğini, ODTÜ olayları nedeniyle çok
sayıda öğrencinin gözaltına alınmasıyla öğrenmiş bulunmaktayız. Bu
uygulama ve yöntemler, ancak ve ancak demokrasi karşıtlarının ekmeğine yağ sürecektir.
Bu nedenlerle, ülkemizi idare edenlerin bir an önce demokratik hukuk devleti içerisinde karşıt görüş ve fikirlere, şiddet içermeyen en ağır
eleştirilere, tahammül gösterilecek hoşgörü ortamının yaratılması için
gerekli tavır ve davranışları göstermeleri ve bu yönde uygulamalara
derhal ve eksiksiz başlamalarını bekliyoruz.
“ Demokrasi, Özgürlük ve Hukuk ” her zaman, herkese lazım olacak evrensel ilkelerdir. Bu temel ilkelerin hiç bir zaman, hiç kimse tarafından akıldan çıkarılmaması gereklidir.
Stajyer Avukatlarımız İle Kahvaltı Yapıldı
Baromuz tarafından stajyer avukatlarımızın tanışma ve kaynaşmaları amacıyla düzenlenen kahvaltı organizasyonu yapıldı.
05 Ocak 2012 Cumartesi günü saat: 09.30’da Kocaeli Borsa Restaurant’ ta yapılan kahvaltıya Baro Başkanımız Av. M. Tamer SOLAKOĞLU, Yönetim Kurulu Üyeleri Av. Mehmet AKGÜL, Av. Gülhanım
KARA, Av. Çiğdem DEMİRCAN, Av. Kadir Caner KARAKADILAR,
Av. Melek Salih FIRAT, Av. Alattin ÇAKMAK, Av. Nuri ALMAZ, Staj
Eğitim Kurulu Üyeleri Av. Türkan KESKİN, Av. Nalan ÖRENGÜL ile
stajyer avukatlarımız katıldılar.
Kahvaltı organizasyonu stajyer avukatların, avukatlık mesleğinin
sorunlarının ve güncel sorunların konuşulduğu bir ortamda gerçekleşti.
12
FAALİYETLER
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
TBB ile ABB Tarafından Düzenlenen
“Hukuk Mesleğinin Geleceği Bölgesel Baro Liderleri”
Forumu Yapıldı
“Hukuk Muhakemeleri
Kanunu”
Semineri Yapıldı
Türkiye Barolar Birliği ile Amerikan Barolar Birliği’nin ortaklaşa düzenledikleri “Hukuk Mesleğinin Geleceği - Bölgesel Baro Liderleri” Forumu Ankara’da Türkiye Barolar Birliği’nin Av.Özdemir Özok Kültür ve
Kongre Merkezi’nde yapıldı.
Siirt ve İstanbul Barosu Başkanları’nın hava muhalefeti nedeniyle katılamadıkları uluslararası nitelikteki toplantıya konuşmacı olarak,
Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcıları Av.Berra Besler, Av.Talay
Şenol, İspanya, İrlanda, Belçika, Libya, Tunus, İran Baro Başkan ve
liderlerinin yanı sıra Ankara, İzmir, Mersin, Muğla, Zonguldak Baro
Başkanları ile Baro Başkanımız Av. M. Tamer SOLAKOĞLU katıldılar.
Amerikan Barolar Birliği Önceki Başkanı Av. Robert Grey ve Türkiye
Barolar Birliği Başkanı Av. V.Ahsen Coşar’ ın yaptıkları açış konuşması
ile başlayan etkinlikte Baro Başkanımız Av. M. Tamer SOLAKOĞLU
“Adil Yargılanma Hakkının Sağlanmasında Baroların Rolü” konulu bölümde adalete erişim ve mahkeme önünde hak aramanın adil yargılamadaki etkileri konusunda görüş ve düşüncelerini aktardı.
Baromuz tarafından düzenlenen ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Usul ve İcra İflas Hukuku Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Abdurrahim KARSLI ve Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Medeni Usul ve İcra İflas Hukuku Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.
Dr. Ali Cem BUDAK’ ın konuşmacı olarak katıldığı “HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU” konulu seminer 19 Ocak 2013 Cumartesi günü
13.00 -18.00 saatleri arasında Gebze Ticaret Odası Konferans Salonu’
nda yapıldı.
Seminerde sayın hocalarımız, HMK’ da yapılan değişiklikler ve değişiklikler sonrası uygulamada yaşanan sorunlar ile ilgili bilgi ve görüşlerini aktardılar.
Meslektaşlarımız “HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU” konulu semineri ilgiyle izlediler.
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
FAALİYETLER
13
“MAŞUKİYE’DE AÇILMAK İSTENEN TAŞ OCAĞI”
BASIN AÇIKLAMASI II
28 Kasım 2012 tarihinde
yaptığımız basın açıklamasında, “ Yüksek Hızlı Tren ”
hattının yapımı için Kartepe
- Maşukiye Bölgesi’ nde açılmak istenen taş ocağının bir
doğa tahribatına yol açacağına işaret etmiş ve taş ocağının
açılmasından vazgeçilmesini
talep etmiştik.
O günden bugüne, taş ocağının açılmasından vazgeçilmediği gibi, konunun giderek
siyasi bir çekişmeye ve inatlaşmaya dönüştüğünü üzülerek görmekteyiz.
Belirtmek isteriz ki, “ Yüksek Hızlı Tren Projesi ” ülkemizin
önemli projelerinden biridir ve gelişmişlik göstergesidir. Yine
belirtmek isteriz ki, bu proje kentimiz doğasına ve su kaynaklarına geri dönülmez zararlar verilmeksizin gerçekleştirilebilir.
Maşukiye Bölgesi’ nde açılmak istenen taş ocağı ile, sadece koruma altına alınması gereken 35 - 40 yıllık kestane ve
ıhlamur ağaçlarına zarar verilmeyecek, aynı zamanda Doğu
Marmara Bölgesi’ nin tek içme suyu kaynağı olan Sapanca
Gölü’ nün de kirlenmesine yol açılacaktır. Çünkü ;
Taş ocağının açılacağı alan, Sapanca Gölü’ nü besleyen
beş dereden biri ve en büyüğü olan Yanık Deresi’ nin yanıdır.
Bu alan, Sapanca Gölü Havzası olup, Kocaeli Büyükşehir
Belediyesi Çevre Düzeni Planı’nda da “ uzak mesafeli su koruma alanı ” olarak belirlenmiştir. Koruma alanında, madencilik faaliyeti yapılamayacağı gibi, Su Kirliliği Kontrolü Yönet-
meliği’ nin 20. maddesi gereği
dinamit patlatma yöntemi de
kullanılamaz. Taş ocağı açılması ve dinamit patlatılarak
mıcır temin edildiği takdirde ne
kadar önlem alınırsa alınsın,
Yanık Deresi ve dolayısıyla
Sapanca Gölü kirletilecektir.
Hatta dinamit patlatılması sonucu yer yüzeyinde oluşabilecek kırılmalar sebebiyle dereyi
besleyen su kaynağının yön
değiştirmesi veya kaybolması
bile söz konusu olabilecektir.
Kocaeli Barosu olarak, Doğu Marmara Bölgesi’ nde yaşayan tüm yurttaşlarımızın, hatta gelecek nesillerimizin hakkının olduğu içme suyu kaynağını, hiç kimsenin hiçbir gerekçe
ile kirletme hakkı olmadığı düşüncesiyle;
İçme suyu kaynağının kirletilmesi göze alınarak, Maşukiye’ de taş ocağı açılması istek ve inadından vazgeçilmesini,
bu konuda kentimizi yönetenler başta olmak üzere, tüm Kocaeli’ lerin kentimizin doğasına ve suyuna sahip çıkmasını
beklediğimizi, yüksek hızlı tren hattının yapımı için gerekli olan aynı nitelikteki taşın, Körfez İlçesi’ nde bulunan taş
ocaklarından temin edilebileceğini belirterek, taş ocağının
açılmasına yönelik idari işlemler aleyhine, Avukatlık Kanunu’
nun 76. maddesinin Barolara verdiği insan haklarını korumak
görev ve yetkisine dayanarak yasal mücadele başlatacağımızı, Kocaeli kamuoyunun bilgisine sunarız.
14
FAALİYETLER
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
UĞUR MUMCU’YU ANDIK
24 Ocak 1993’te aracına düzenlenen bombalı saldırı sonucu hayatını kaybeden hukukçu, gazeteci, yazar Uğur Mumcu,
ölümünün 20’nci yılında sivil toplum kuruluşlarının katılımı ile
gerçekleştirilen törenle anıldı
Törene Kocaeli Baro Başkanı Sayın Av. M. Tamer Solakoğlu, Kocaeli Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Sayın Halit YILMAZ,
KYÖD Başkanı Sayın Haşmet BELEN, ADD Başkanı Sayın
Mustafa KÜPÇÜ, ÇYDD Başkanı Sayın Gülşen MÜSTECAPLIOĞLU, CHP İl Başkanı Sayın Yalçın KUŞKAN, CHP İzmit
İlçe Başkanı Sayın Selman YILDIRIM, SES Başkanı Sayın
Murat HARATA’ nın yanı sıra birçok vatandaş katıldı. Saygı
duruşu ve İstiklal Marşı’nın ardından tüm sivil toplum örgütlerinin ortak imzasının bulunduğu basın açıklamasını Kocaeli
Baro Başkanı Sayın M. Tamer SOLAKOĞLU okudu.
Ortak basın açıklamasını okuyan Baro Başkanı Sayın Av.
M. Tamer Solakoğlu, “Uğur Mumcu’yu katledilişinin 20’nci yılında anarken, aramızdan ayrılışının acısını yüreklerimizde ilk
günkü gibi hissediyoruz. Uğur Mumcu’nun yaşadığı dönemde
yazdığı, araştırarak ortaya koyduğu gerçeklerden ders alınsaydı, bugün şikayet edilen karanlık yapılanmaların, hukuksuzlukların önüne geçilmiş olacaktı” dedi.
Sayın Solakoğlu, “Uğur Mumcu cinayeti ülkemizin gazetecileri, hukukçuları ve aydınlarının öldürüldüğü ne ilk ne de son
faili meçhul cinayettir. Hala failleri bulamadılar. Çünkü araştırmak kimsenin işine gelmiyor. Biz faili meçhul cinayetleri
aydınlatmadan demokratik bir hukuk devleti olamayız. Toplumu aydınlatma, kardeşçe yaşama ve yaşatma şiarını sürekli
yansıtan bir gazeteci olarak Uğur Mumcu’nun, bir demokrasi
şehidi olarak tarihimizde altın harflerle yerini aldığı ülkemizde
yaşayan herkes tarafından kabul edilmektedir” ifadelerini kullandı. Basın açıklamasının ardından anma törenine katılanlar,
Uğur Mumcu Büstü’ne karanfil bıraktılar.
FAALİYETLER
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
15
6352 Sayılı Kanunla İcra İflas Kanununda Yapılan
Değişiklikler Getirdikleri Götürdükleri
Av. Zehra BOZKURT
umhuriyet tarihinden günümüz son değişikliğine kadar İcra iflas Kanunu toplamda 22 kez değişikliğe uğramıştır. En son
6352 sayılı yasayla bir kısım değişiklikler yapılmış ve yasanın bazı maddeleri değiştirilmiş, kanun yeni haliyle 05.01.2013 tarihinden itibaren
uygulanmaya başlanmıştır.
Yapılan değişiklikler her ne kadar yürürlük
tarihinden önce biliniyor da olsa, uygulamada alt
yapı eksiklikleri ve getirilen değişikliklerin nasıl
uygulamaya geçirileceği hususunda hemen her
icra müdürlüğü ve bununla birlikte her ilde farklılıklar görülmektedir. Bu da yaşanan sıkıntıların
yapılan düzenlemeden değil, yapılan değişikliğin
uygulanmasından kaynaklandığı gerçeğini açığa çıkartmıştır.
Elbette gerek uygulayan memurların gerekse de avukat meslektaşların söz konusu yasa
ve uygulamaya yönelik genelgenin ayrıntılarına
vakıf olmaması bu konuda çokça mağduriyetlere sebep olmuştur ve olmaya devam etmektedir.
Bu nedenle yapılan birkaç değişikliğe ve değişikliklerin dayandırıldığı düzenlemelere değinilmesi
gerektiğini düşünüyorum.
Öncelikli tartışma konusu; 05.01.2013 tarihi itibariyle artık icra dairelerinde yapılan bütün
işlemlerden doğan harçların adalet bakanlığıyla
anlaşmış olan Vakıfbank’a yapılması konusudur. Yapılacak işlemlerde kolay olacağı ve icra
dairesinde kurulu POS cihazının Vakıfbank’a ait
olması ve bu şekilde Vakıfbank’ın tekelleştirilmiş
olması meslektaşlar arasında tartışma konusu
olmuştur. Ancak başka bankalarla çalışılması
halinde hesap işletim ve havale ücretlerinin kesileceği iddiasıyla ve genelge de açıkça Vakıfbank’tan hesap açılması gerektiği ve bir çok icra
müdürlüğü tarafından bu durum diretildiği için bir
nevi kesinlik kazanmıştır.
Son düzenlemeler yürürlüğe girdi tarihten itibaren avukatların tam anlamıyla uyum sağlaması her ne kadar bekleniyor ve bu konuda hiçbir
imtiyaz sağlanmıyorsa bile alt yapı göz önünde
bulundurulduğu icra dairelerinin düzenlemeye hazır olmadığı açıktır. Öyle ki ; memurların
eğitilmediği ve en önemlisi mevcut memur sayısının son düzenlemelerin getireceği iş yükünü
kaldırmaya yeterli olmadığı, icra dairelerinde ki
tarama cihazlarının aktif olarak kullanılmadığı,
havale işlemlerinde aksamalar yaşandığı ve en
önemlisi günlük yüklüce işlemlerin yapılması gerekli olan Vakıf Bankası’nın alt yapısının yeterli
olmadığı..
Bankaya yapılan havale işlemlerinde doğan
sıkıntılar dışındaki bir diğer en önemli husus
icra dairelerinde avukatın bilgisayarlara dokunmamasından başlayan yer yer esnetilen ancak
temelinde UYAP üzerinden hukuka aykırı işlemlerin yapılmasını engelleyici kısıtlamalar getiril-
C
mesi..
İcra İflas yasası icra takibine başlanılması
için icra müdürlüğüne yalnızca bir takip talebiyle başvurmanın yeterli olduğunu düzenlemiştir.
Yasaya göre geri kalan bütün işlemler memurlar tarafından yapılacaktır. Ancak son dönem
düzenlemelerine kadar ki dönemde iş yükünün
ağırlığı ve vatandaşın mağdur edilmemesi adına icra dairelerinde görevli memurlar tarafından
yapması gereken bütün işlemler avukat ve avukat katipleri tarafından yapılagelmiştir. 6352 Sayılı yasa avukatın bilgisayara dokunmasını engellemiyor elbette ancak uygulamada yapılacak
bütün işlemlerin artık sadece icra memurları vasıtasıyla yapılması adı altında avukatın icra müdürlüklerinden uzaklaştırılması söz konusu olmaya başlanmış ve bunun yansıması olarak bir
kısım icra memurları tarafından icra müdürlüklerine setler çekilmiş ve saygı sınırlarını zorlayıcı
tedbirler alınmaya başlanmıştır. Tedbirin alınış
amacı vatandaşın hakkını korumak ve görevli
olmayan kişiler tarafından yapılması mümkün
olan hukuka aykırı işlemlerin kontrol edilmesinin
imkansız olmasıdır. Ancak bu durum avukatı hukuka aykırı eylemlerin yegane sorumlusu ve bir
nevi tehlike olarak görmeyi ve saygı sınırlarını
zorlayıcı tedbirler almayı haklı göstermez kanaatindeyim.
Bu ve bunun gibi sorunların; aynı yargı çevresindeki meslektaşlarımız tarafındangündeme
getirilmesi ve çözüm önerileri geliştirilmesi adına
bir toplantı düzenlenmiş ve aksaklıklar dile getirilmiştir. Ancak bu toplantıda en çok dikkatimi
çeken husus ‘Avukatlar barkodun arkasına geçmek için ısrar etmemeli’ tabiri olmuştur. Zannetmiyorum ki; hiçbir meslektaşım herhangi bir icra
dairesinin boğucu kalabalık ve tozlu ortamında
üç metre yükseklikteki dolaplardan dosya indirmek istesin veya takip açıldıktan sonra numaratörle uğraşsın, ödeme emri hazırlasın yada postane sırasında uzun süreler bekleyerek tebligat
göndermek için can atsın..
Elbette herkesin işini yapması en güzeli ve
bu sağlandığı sürece kimsenin itirazı olacağını
sanmıyorum ancak, gerekçesi ne olursa olsun
bu gün yaşanılan ve avukatın önüne bir set çekip barkodun arkasına geçemezsin bilgisayara
dokunursan hakkında tutanak tutulur şeklinde
bir tabirin uygulanması ve buna rağmen konunun sadece barkodun hangi tarafında kalındığı
boyutunda anlaşılması kelimenin tam manasıyla mesleğim, meslektaşım ve meslek örgütüm
adına utanç vericidir kanaatindeyim.Özellikle
tüm dünyada saygı ve hürmetle karşılanan mesleğimizin ülkemizde en yakın çalışma arkadaşlarımız tarafından ayaklar altına alınmasını ve
bununun yine meslek örgütlerimiz tarafından
mantık zeminine oturtulmaya çalışılmasını esefle karşılıyorum. Bütün bunlar göstermiştir ki yasanın isabetli olmasının çokta önemli olmadığı
önemli olan uygulayanların yasayı nasıl algıladığıdır. Ve yargının en önemli unsurlarından biri
olan savunmanın iş kendi hakkını savunmaya
geldiğinde nedense acizleştiği ve atıl kaldığıdır.
Gelinen noktada; son durum yeni açılan bir
takibin ilk sorgusundan başkaca hiçbir sorgulamanın icra müdürlüğünde yapılamayacağı,
sorguların avukatlar tarafından ofislerinde ve
Uyap üzerinden yapılacağı, her türlü taleplerinin
sistemden taratılarak gönderileceği gibi bir çok
farklılık içeriyor. Düzenleme bir yönden her ne
kadar yerinden takip edilebilirlik açısından sağlıklı olsa da, aynı sorgulama işlemini önce ofisinden sistem üzerinden yapıp, daha sonrada
akıbetini sorgulamak ve yapıldığından emin olmak için icra müdürlüğünden bizzat denetlemek
zorunda olan avukatların işi oldukça zor. Bir gün
içerisinden sistem üzerinden gelen taleplerin
hepsinin karşılanması kontrol edilmesi yerine
atılması ve işleminin yapılması icra müdürlüğündeki memur sayısı göz önünde bulundurulduğunda imkansız.
Buuygulama amaçlandığı gibi yargılamanın
hızlanmasına yarar mı zaman gösterecek ancak
öncelikli olarak avukata fazladan iş yüküne neden olacağı, sonrasında ve en önemlisi ekonomik olarak da külfet anlamına geleceği açık. Zira
2006 yılından bu yana kullanılmakta olan Uyap
sistemi bir süredir avukat kullanımına da açılmış ve bir kısım icra işlemleri Uyap üzerinden
ücretli olarak yapıla gelmiştir. Ancak işlem başı
fiyatın fahiş olması nedeniyle Barolar Birliğinin
girişimleri sonucu bu ücrette indirim sağlanmış
ve sorgulama işlemleri 5TL’den 2 TL’ye indirilmiştir. Ancak bu bedelin dahi yüksek olduğu
ve Barolar Birliğinin bu konuda daha kararlı ve
kesin adımlar atması gerektiği düşünesindeyim.
Çünkü sorgulamanın ücrete tabi olması önce
avukata ve tabi ki vatandaşa yansımakta ve sonuç olarak parası olmayan vatandaşın hakkını
arayamayacağı sorusunu akıllara getirmektedir.
Bu durumun sosyal devlet kavramıyla ne kadar
bağdaştığı ise başkaca ve büyük bir tartışmanın
konusu olacaktır kuşkusuz.
Yukarıda açıklana hususlar başlıca ve günlük en sık karşılaşılan ve tartışılan konular. Elbette yasa bütün bunlarla beraber birçok farklı
yenilik daha getirmiş olmakla beraber yeniliklere
alışılması ve düzenlemenin işlevsel hale gelmesi öncelikle zaman ve daha sonra da karşılıklı anlayışla olacaktır kanısındayım. Keza bu
sıkıntılar yalnızca baromuzda değil birçok baro
mensubu meslektaşlar tarafından da yaşanmış
ve yapılan başvurular sonucu adalet bakanlığı tarafından görevlendirilen Bakanlık yetkilileri
düzeyinde ve birçok farklı baro bazında çözüm
önerileriyle gündemde ve çözülmeye çalışılmaktadır.Ancak görülmektedir ki yeterli kararlı adımlar atılmadığı ve zamana bırakıldığı sürece buna
da alışılacaktır.
16
FAALİYETLER
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
Meslekte Rekabet Yasağı
Av. Çağatay ALP
S
on yıllarda avukat sayılarındaki artış
dikkate alındığında piyasa koşullarının da beraberinde rekabet unsurunu
doğurduğunu söylemekten kaçınamayız.
TBB verilerine göre, 31.12.2002 tarihi itibariyle avukat sayılarındaki toplam rakam;
46.552 iken 31.12.2011 tarihi itibariyle bu
sayı 74.452’ ye ulaşmış bulunmaktadır.
2013 itibariyle ise mevcut rakamların artmış
olduğu tartışmasızdır.
Piyasada koşullarının bu kadar dalgalı, gelgitler içerisinde olduğu, vatandaşının
devletle derdi, sorunu bitmeyen bizim ülkemiz için belki bu sayı az bile denilebilir.
Peki bu sayı gerçekten de az ve yetersiz mi? Sokağa çıktığımızda kafamızı kaldırdığımızda bu sayının gerçekten de az
olduğunu söylemenin mümkün olmadığını
belirtmek isterim.
Avukatların iş elde etmek için, reklam sayılabilecek her türlü teşebbüs ve harekette
bulunmalarının yasaklandığı Avukatlık Kanunu’nun 55. maddesinin, yargının üçlü unsurunun hukuk felsefesince ki hukuk felsefesi Hukuk Fakültelerinde önem verilmeyen
bir derstir ancak bu bambaşka bir konudur,
en önemli ancak ülkemizde değer görmeyen savunmanın temsilcisi olduğumuzu her
defasında söylediğimiz, kamu hizmeti olduğunun göz ardı edilmesinden her defasında
yakındığımız biz avukatlar kamu görevinin
niteliğine uygun hareket etmekte miyiz?
Yasanın yönetmeliğe bıraktığı düzenleme esaslarına baktığımızda, reklam yasağı
hakkında tabelaların boyutundan, renginden, şeklinden basılı evraklara, internet ortamına kadar varan detaylı düzenlemeleri
barındırdığını görmekteyiz.
Yönetmelik tabelanın 70x100 boyutunu
geçemeyeceğini ancak birden fazla avukatın aynı büroda çalışması halinde, hukuk
bürosunun söz konusu olması halinde, bu
ölçünün 100x150 cm’ ye kadar artırılabileceğini belirtmekte, bu tabelanın tek olacağını ve en çok tabelada iki renk olabileceğini
de belirtmektedir.
Cadde üzerinde kafamızı kaldırdığımızda ölçüye istisnalar hariç kimsenin pek aldırış etmediğini görüyoruz, böyle tabelalara
sahip avukatlık bürolarının ve avukatların
sanırım tek bir gerekçesi var. O da tabelacı firmanın işgüzarlığı ya da bir tanıdığımın
hediyesi olması sebebiyle inisiyatifim dışında gelişen bir konu olması denilebileceğini,
savunulabileceğini düşünüyorum.
Tabela içeriğine baktığımızda; avukatlık
unvanı ile ad ve soyadın, aynı büroda birlikte çalışma halinde, avukatlardan birinin
veya bir kaçının adı ve soyadı veya sadece
soyadının tabelaya yazılabileceği yönetmelikte belirtilmesine rağmen biz avukatlar bürolarımıza, akla gelen her türlü hukuki terim
vs. kullanılmaktadır.
İnternet olayına gelince ise, bu konu
başlı başına bir sorun, reklamın ağababası,
uygulayıcı meslektaşlar için savunma yolu
yok çünkü arama motorlarında ön sıralara gelebilmek için servis sağlayıcılara belir
miktarda ödemeler yapmak gerekmekte.
Arama çubuğuna, hukuk dalının adı ve
şehir adını yazdığımızda arama motoru bize
en iyi olduğunu iddia eden ceza, boşanma
ve diğer dallarda çalışan meslektaşlarımızı
göstermekte.
Meslektaşların boş vakitlerini değerlendirdiği internette yer alan portallarda adını,
şehrini, adresini sakınmaksızın veren, dolu
dolu cevaplar ile soru soran vatandaş ya da
meslektaşın sorularını cevaplayan meslektaşımın kendi reklamını en güzel şekilde yapıyor olması da teknolojinin bir cilvesi.
Başta da belirttiğim gibi demek ülkemizde avukat sayısı fazla, bu fazlalık rekabeti
ve dolayısıyla reklam ihtiyacını doğuruyor.
Toplum olarak da gösterişe düşkün ve meraklı olduğumuz için de zengin gösterenden
yana tercih yapılıyor. Yasayı, yönetmeliği
bir kenara bıraktığımızda aslında burada
reklam yasağına aykırı davranan meslektaş
diğer meslektaşların, mesleğin etik değerlerine aykırı davranıyor.
Reklam yasağı konusunda beni en çok
düşündüren ise, mesleğe yeni başlayan
meslektaşlarımın bu yasağı en çok ayaklar
altına alması oluyor. Çok değil bundan en
fazla 2 yıl öncesine kadar staj eğitim derslerinde rekabet ve reklam yasağı konusunda
mesleki etik konusunda eğitim alan arkadaşlarımın bunları umursamadan billboard
vari tabelalar kullanması oluyor.
Tüm meslektaşlarım daha çok kazansın
ancak bu kazançların reklamsız, toplumun
gösteriş merakından kaynaklı zaaflarının
kullanılarak kandırılması yoluyla yapılmaması dileğiyle.
FAALİYETLER
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
17
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI IŞIĞINDA
KADININ VELAYETİ ALTINDAKİ ÇOCUĞUNA KENDİ
KIZLIK SOYADINI VEREBİLMESİ
Av. Elvan BAĞ
Ü
lkemizde soyadı kullanma zorunluluğu 21 Haziran 1934 yılında kabul edilen ve 2 Temmuz
1934 yılında resmi gazetede yayımlanan 2525 Sayılı Soyadı Kanunu ile
başlamıştır. O dönem kabul edilen bir
çok kanun gibi söz konusu kanun da
İsviçre ‘den alınmıştır. Kanun incelendiğinde tıpkı Medeni Kanunu’ muz
gibi erkek iradesine üstünlük tanıyan
ve kadını ikincil plana atan maddelerin varlığı dikkat çekmektedir. Bunlardan biri de kanunun 4. maddesinin
2. fıkrasıdır. İlgili maddede “ Evliliğin
feshi veya boşanma hallerinde çocuk
anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı alır. “
denilerek eşlerin boşanması halinde
çocuğun velayeti annesinde olsa dahi
babasının soyadını taşıyacağı belirtilmiştir.
Siirt Asliye Hukuk Mahkemesi’nde
eşinden boşanan ve çocuğunun velayeti kendisine verilen anne tarafından,
çocuğa velayeten açılan davada anne,
çocuğuna kendi kızlık soyadının verilmesini talep etmiştir. Yerel Mahkeme’
de Soyadı Kanunu’nun 4/2. maddesinin Anayasa’nın 10., 13 ve 41. maddelerine aykırı olduğu kanaatine vararak iptali için Anayasa Mahkemesi’ ne
başvurmuştur.
Anayasa’ nın 10. maddesinde; herkesin, dil, ırk, renk cinsiyet ..... ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin
kanun önünde eşit olduğu, kadınların
ve erkelerin eşit haklara sahip olduğu,
devletin ise bu eşitliğin hayata geçmesini sağlamakla yükümlü olduğu belirtilmiştir. Yine 41. maddede “Aile Türk
toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.” denilerek kadın
ve erkek arasındaki eşitliğe vurgu ya-
pılmıştır.
Anayasa Mahkemesi gerek Anayasa’ nın ilgili maddeleri gerekse de
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi, Birleşmiş
Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi, ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ nin kadın ve erkek eşitliğine
vurgu yapan maddelerine dayanarak
2525 Sayılı Soyadı Kanunu’ nun 4.
maddesinin ikinci fıkrasının “ Evliliğin
feshi veya boşanma hallerinde çocuk
anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı alır “biçimindeki cümlesini Anayasaya aykırı
bularak 08/12/2011 tarihinde İPTALİ’
ne karar vermiştir. Karar oybirliğiyle
verilmiş olup, 14/02/2012 tarihinde
resmi gazetede yayımlanmıştır.
KARARDAN HEMEN SONRA
AÇILAN DAVALAR...
Anayasa Mahkemesinin söz konusu kararı vermesinden kısa bir süre
sonra Körfez Asliye Hukuk Mahkemesinde açmış olduğumuz davada, annesinin velayeti altında bulunan U.Ç’
nin gerek Yüksek Mahkeme kararı
gerekse de Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi
gereğinde annesi ile aynı soyadını
taşımasının üstün menfaatine uygun
olacağını belirterek Ç... olan soyadının annesinin kızlık soyadı olan G... ile
değiştirilmesini talep ettik. Yerel Mahkeme 31/05/2012 tarihinde talebimiz
doğrultusunda karar vererek davamızı
kabul etti. Sonradan açılan birçok davada da Türkiye’nin farklı yerlerinde
benzer kararlar verildi.
Söz konusu dava Asliye Hukuk
Mahkemesinde açılmakta olup, davacısı küçüğü velayeten anne, davalısı
ise baba ve Nüfus Müdürlüğüdür. Her
ne kadar görevli mahkeme olarak Asliye Hukuk Mahkemeleri görülmekteyse de davanın içeriğine bakıldığında
Aile Mahkemelerinin görev alanına
girer mi şüphesi de doğmaktadır. Zira
01/03/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından son fıkrasındaki
“KOCA” kelimesi İPTAL edilen Medeni Kanunu’muzun 173. maddesinde,
eşinden boşanan kadının eski eşinin
soyadını kullanabilme talepli yada
eski eşinin soyadını kullanan kadının,
kendi kızlık soyadını kullanmaya izin
talepli açtığı davada görevli mahkeme
Aile Mahkemesidir. Aile Mahkemeleri, aile hukukunun söz konusu olduğu
durumlarda görevli mahkemelerdir.
Dava her ne kadar soyadının değiştirilmesi talepli olsa da temel olarak,
aile kaynaklı bir davadır. Zira MK’nin
173. maddesinin temeli ile de nerdeyse aynıdır. Fakat 173. maddenin MK’
da, 4/2. maddenin 2525 sayılı kanunda düzenlendiği ve Aile Mahkemeleri’nin görev alanının daha çok Medeni
Kanununun Aile Hukukuna ilişkin bölümünden kaynaklandığı düşünülürse görevli mahkemenin Asliye Hukuk
Mahkemeleri olduğu görülecektir. En
azından şu ana kadar söz konusu
mahkemede açılan davalar için görevsizlik adına Yargıtay’ca verilen aksine
bir karar mevcut değildir.
18
FAALİYETLER
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
Yaşam Hakkına Saygı
Av. Mücella ELGİN
1
.7.2004 tarihinde yayınlanan 5199sayılı
Hayvanları Koruma Kanunu ve 12.5.2006
tarihinde yayınlanan Çevre ve Orman
Bakanlığının Yönetmeliği incelendiğinde yerel
yönetimler yani belediyeler,sahipsiz hayvanları kayıt altına almak,kısırlaştırmak,aşılamak,
rehabilite etmek ve aldığı hayvanları tekrar aldığı yerine bırakmak zorundadır.
5199 sayılı yasanın 4/a-maddesi;Bütün
hayvanlar eşit doğar ve bu kanun hükümleri
çerçevesinde yaşama hakkına sahiptir.
4/b-Evcil hayvanlar,türüne özgü hayat
şartları içinde yaşama özgürlüğüne sahiptir.
Sahipsiz hayvanlarında,sahipli hayvanlar gibi
yaşamları desteklenmelidir.
4/c-Hayvanların korunması,gözetilmesi,bakım ve kötü muamelelerden uzak tutulması
için gerekli önlemler alınmalıdır.
4/j-Yerel yönetimlerin gönüllü kuruluşlarla işbirliği içerisinde ,sahipsiz ve güçten
düşmüş hayvanların korunması için hayvan
bakımevleri ve hastaneler kurarak bakımlarının ve tedavilerinin sağlanmaları ve eğitim
çalışmaları yapmaları esastır” denilmekte ise
de,ilimizde Kocaeli Büyükşehir Belediyesinin
ve Gebze belediyelerinin Rehabilitasyon merkezi bulunmakta olup,diğer yerel yönetimler
yasanın kendilerine verdiği bu yükümlülüğü
yerine getirmemişlerdir. Kaldı ki,mevcut rehabilitasyon merkezlerinde tedavi için gerekli
laboratuar,röntgen cihazı vs. gibi donanımlar
bulunmamaktadır.Ayrıca hasta nakil aracıda
bulunmamaktadır.
Bu yükümlülüklerini yerine getirmeyen
belediyeler,” vatandaşın şikayeti var” diyerek
anne köpekler yiyecek aramaya çıktıklarında
yavruları alarak Kocaeli Büyükşehir Belediyesi geçici bakımevine götürmekte, burada annesinden koparılmış anne sütüne ihtiyacı olan
1-2 aylık bebekler toplu yaşamadan doğan
viral virüs ve yeterli bakım yapılmamasından
ve aşısız olmalarından dolayı ölmektedirler.
Ayrıca yerel belediyelerce şikayet üzerine
toplanan köpekler yerleşim alanlarından uzak
yerlere ve ormanlara atılmakta açlıkla mücadele etmekte ve alındıkları yerlere dönmek
isterlerken ne yazık ki yollarda ölmektedirler.
5199 sayılı yasanın 20/D maddesi “sahipsiz hayvanlar öncelikle kafes ve ağ ile yakalanır, bu yakalamanın mümkün olmadığı durumlarda yakalama sopasıyla da yapılabilir,
uyuşturucu tüfek ile yakalama veteriner hekim
kontrolü altında yapılabilir” demekte ise de,
sokak hayvanlarını yakalanması, veteriner
hekim kontrolü olmadan, temizlik işçileri tarafından uyuşturucu iğne atılarak yapılmakta ve
birçok hayvan daha yakalama safhasında ne
yazık ki hayatlarına kaybetmektedirler. Yasa
ve yönetmeliğe aykırı olarak Kocaeli Büyükşehir Belediyesine ait Rehabilitasyon Merkezi’
nde gönüllülerin hayvanları görmeleri ve onlara bakmaları yasaklanmıştır. Bu durumdan
acilen geri dönülmesi gerekmektedir.
Biz yüzyıllardan beri sokaktaki hayvanları
ile birlikte yaşayan bir ulusuz. Uzun yıllardan
bu yana ülkemiz sokaklarında kedi, köpek
gibi evcil hayvanlar yaşamakta olup, bunların toplanarak barınaklara tıkılması, toplu
yaşamaktan kaynaklanan viral hastalıklardan
ölmelerine sebep olacaktır. Ayrıca doğal denge bozularak zararlı haşaratların artması ile
insan sağlığına son derece zararlı durumlar
oluşacaktır.
5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’
nda yapılacak değişiklikleri kapsayan yasa
tasarısı sahipli sahipsiz bütün hayvanları felaketin eşiğine getirmiştir. Mevcut yasanın 6.
maddesinde “aşıla, kısırlaştır, aldığın yere bırak” maddesinin muhafaza edilmesi gereğine
inanmaktayız.
Hayvanları sokağında bakanlara destek
verilmeli, idari kurumlarca bu kişilere yapılan
psikolojik ve idari baskılara son verilmelidir.
Bilinmesi gereken gerçek şudur ki TÜM CANLILARIN YAŞAM HAKLARINA SAYGI DUYULMASI GEREKMEKTEDİR. HİÇBİR CANLININ YAŞAM HAKKI ELİNDEN ALINAMAZ
ve TARTIŞILAMAZ.
“Bir toplumun büyüklüğünü ve gelişmişliğini anlamak için hayvanlara nasıl muamele
ettiğine bakmak yeterlidir.” Mahatma Gandhi
FAALİYETLER
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
19
AVUKAT HAKLARI MERKEZİ
Kocaeli Barosu Avukat Hakları Merkezi
ocaeli Barosu bünyesinde 04.03.2010
tarihinden itibaren faaliyet gösteren
Mesleki Sorunlar Ve Avukat Hakları Komisyonu Baro Yönetim Kurulu’nun
14.03.2012 tarihli kararı ile Avukat Hakları
Merkezi’ ne dönüştürülmüştür.
Avukat Hakları Merkezi; meslektaşlarımızın mesleklerini icra ederken ve meslekleri dolayısıyla yaşadıkları problemlerin
çözümünde meslektaşlarımıza destek olmak, gerektiğinde müdahale ederek mesleğimizin saygınlığını arttırmak, hukukun
üstünlüğünü, savunmanın ve yargının bağımsızlığını ilke edinerek, ulusal ve uluslar
arası hukuk çerçevesinde avukat haklarının
tanınması, uygulanması, geliştirilmesi ile
mesleki sorunların tespiti ve çözümlenmesi
konusunda uygulamaya yönelik araştırmalar ve çalışmalar yapmayı amaçlamaktadır.
Mesleki Sorunlar Ve Avukat Hakları Komisyonu olarak faaliyetine başlayan Avukat
Hakları Merkezi birçok alanda çalışmalar
yürütmüş olup günümüze kadar yapılan çalışmaların özeti aşağıdaki gibidir:
• Baromuz bünyesinde bulunan meslektaşlarımızın mesleklerini icra ederken
karşılaştıkları sorunların tespiti ve çözüm
yollarının belirlenmesine yönelik merkez
üyeleri tarafından bir anket çalışması hazırlanmış ve meslektaşlarımızın katılımı
ile bu çalışma tamamlanmıştır. Anket
çalışması sonucu elde edilen verilerin
meslektaşlarımız ile paylaşımı için Baro
bülteninde yayınlamıştır.
• Kanunlar tarafından avukatlara tanınmış
olan hak ve yetkileri kullanan ve avukatlık mesleği üzerinden hukuka aykırı para
kazanan, hukuki bilgiden yoksun bir şekilde iş takipçiliği yaparak birçok insanın
hak kaybına uğramasına neden olan
kişilerin faaliyet alanını ortadan kaldırmak için merkez üyeleri tarafından bir
çalışma başlatılmış ve bu kapsamda ilçe
temsilcileri ile de bağlantıya geçilmiştir.
Bu hususta cezai soruşturma yapılabilmesi için delil toplama, vb. konularla ilgili
Baro başkanlığına yazılı raporlar ibraz
edilerek yardımcı olunmaya çalışılmıştır. Komisyonumuz tarafından tespit olunan deliller de nazara alınarak avukatın
münhasır yetkilerine tecavüz ettiği tespit
K
•
•
•
•
•
•
edilen kişi ve kuruluşların bir kısmı hakkında Kocaeli Barosu tarafından Cumhuriyet Savcılıklarına suç duyurularında
bulunulmuş ve yine bu kişilerin bazılarının idari para cezası alması sağlanmıştır. Bu hususta yapılan çalışmalar devam
etmekte olup, avukat haklarının, münhasır yetkilerinin zedelenmesinin ve vatandaşların hak kayıplarının önüne geçilmesi hedeflenmektedir.
Yukarıda belirtilen hususlara ek olarak
avukata münhasır işleri yapmakta olan
kuruluşlar ( hasar tespit merkezi vb.)
hakkında cezai soruşturmanın başlatılabilmesi için delil toplama çalışması merkez üyeleri tarafından yürütülmüştür.
Vatandaşların hak kaybına uğramasının önüne geçilmesi yönünde il ve ilçe
adliyelere, bazı kurum ve kuruluşlara
asılacak bilgilendirici afiş hazırlanması
yönünde merkez üyeleri tarafından bir
çalışma yürütülmüş ve hazırlanan afişler
amaçlandığı gibi adliyeler, kurum ve kuruluşlarda yayınlanmıştır.
Cezaevi girişlerinde avukat olarak meslektaşlarımızın yaşamakta olduğu arama
problemleri ile müvekkil ile savunmaya
ilişkin olarak paylaşılan belgelerin verilmesinde çıkarılan sorunlara yönelik panel düzenlenmiştir.
Meslektaşlarımızın mesleklerini icra
ederken mesleklerini icra ederken yaşadıkları problemlerde Avukat Hakları
Merkezi olarak münferit olaylarda anında müdahale edilerek mesleki dayanışma sağlanmış ve çözüme ilişkin etkin rol
üstlenilmiştir.
Kocaeli Barosu Yönetim Kurulu tarafından komisyonumuza/ merkezimize havale edilen, meslektaşlarımızın anında
müdahale gerektirmeyen fakat dilekçe
ile baroya başvuru yaparak dile getirdikleri sorunlarla da ilgilenilmiş, gerektiğinde meslektaşlarla görüşme yapılarak
destek sağlanmıştır. Özellikle başka Baro’lara kayıtlı meslektaşlarımızın Kocaali’de yaşadıkları sorunlar bakımından,
dava incelemesi ve sair araştırmalar
yapılarak, rapor halinde Kocaeli Barosu
Yönetim Kurulu’na sunulmuştur.
Arabuluculuk Kanun Tasarısı’nın yasalaşmasından önce tasarı, komisyon üyelerimizce incelenmiş; Kanun tasarısında
arabulucuların hukuk fakültesi mezunu
olması şartının öngörülmemiş olması
başta olmak üzere eksiklikler tespit edilmiş ve hazırlanan rapor Kocaeli Barosu
Yönetim Kuruluna sunulmuştur.
• Avukatların yeşil pasaport hakkına sahip
olabilmesi için yasal düzenlemeler ve
başta Ankara Barosu olmak üzere diğer
Barolar tarafından yapılan çalışmalar
araştırılmış ve bu Barolar ile iletişime geçilmiştir.
• Avukatlık Kanunu Tasarısı hakkında
tartışmalar yapılarak tasarıda görülen
eksiklikler bakımından yapılabilecekler
hususunda planlama yapılmasına karar
verilmiş ve çalışma başlatılmıştır.
• Meslektaşlarımız (262) 322 36 36 telefon ve 0 533 741 55 77 GSM numarası
ile Avukat Hakları Merkezi’ ne ulaşabilirler. Merkez’in meslektaşlara tanıtılması
ve etkinliğinin artırılması için çalışmalarımız devam etmekte olup işbu yazının
hazırlandığı şu günlerde tanıtım broşürlerimizin Kocaeli Barosu Başkanlığı ile
koordinasyon içerisinde dağıtımı sağlanmaktadır.
Meslektaşlarımızın savunmayı temsil işlevini yerine getirebilmesi için sahip olması gereken haklara ulaşması, bu hakların
kullanılmasının önlenmesi yahut zorlaştırılması, mesleğin saygınlığını ve onurunu
zedeleyecek tutum ve davranışlarla karşılaşmasının günümüzde münferit olaylardan
sayılmayacak bir hal aldığı da göz önüne
alındığında mesleki dayanışmanın önemi
şüphe götürmez bir gerçektir. Mesleki dayanışmanın sağlanabilmesi ve amaca hizmet
edilebilmesi için Avukat Hakları Merkezi
bünyesinde çalışacak gönüllü meslektaşlara da ihtiyaç duyulmaktadır. Bu nedenle
gönüllü olan meslektaşlarımızın Kocaeli
Barosu Avukat Hakları Merkezi ne başvurarak bu mesleki dayanışmaya katkıda bulunmasını arzu ediyoruz.
Unutmayalım; yanında olduğumuz her
meslektaşımız, yanımızda olacak bir meslek camiası demektir. Mesleğimizin ve mesleki hayatımızın kalitesi, saygınlığı, huzuru, birlik ve beraberliği için kurulan Avukat
Hakları Komisyonu da bu sebeple Avukat
Hakları Merkezi haline getirilmiş olup meslektaşlarımızın katılımıyla da gün geçtikçe
etkinliğini artıracaktır.
20
FAALİYETLER
Av. Yusuf ALTINTAŞ
LİNCOLN
Yönetmen: Steven Spielberg
Oyuncular: Daniel Day Lewis
Tommy Lee Sones
Sally Field
Amerikanın en sevilen başkanının iç
savaş döneminde,meclis içinde verdiği mücadeleyi anlatan film,Abraham
Lincoln’ın hayatının son dönemini anlatıyor.Lincoln rolüyle son derece başarılı bir performans sergileyen Lawis
Lincol’ne olan benzerliği de seyirciyi
hayretler içinde bırakıyor.
ANNA KARENİNA
Yönetmen: Joe Wright
Oyuncular: Keria Knightley
Jude Law
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
Sinema Rehberi
AŞK-AMAUR
Yönetmen: Mishael Haneke
Oyuncular: Emmenuelle Riva
Jean Louis Trintignant
Hanekenin altın palmiye ödüllü ve
şu ana dek Amerika da verilen tüm
yabancı film ödüllerini toplamış filmi.
Filmin ele aldığı yaşlılık sorunları ile Aşk görülmeye değer bir film.
Modern yaşamın fobisi haline gelen yaşlılık acı bir gerçeği de gözler
önüne seriyor.
OPERASYON ARGO
Yönetmen: Ben Affleck
Oyuncular: Ben Affleck
Bryan Cranston
Anna Karenina yenilikçi bir edebiyat
uyarlaması.Yönetmen Joe Wright ,
Tolsyoy un ölümsüz eserini danstan
ve tiyatrodan ilham alan bir yaklaşımla
perdeye aktarmış.
Gerçek bir olaydan yola çıkıyor.4
Kasım 1979 da militanlar Tahrandaki ABD büyükelçiliğine hücum eder.
52 Amerikalıyı rehin alır.6 rehin kaçarak Kanada büyükelçiliğinin evine
sığınmayı başarır.Olaya müdahale
Cin nin onları güvenli bir şekilde
ülkeden çıkartması anlatılır.İran çekimleri İstanbul da yapıldı.
Pİ NİN YAŞAMI (LİFE OF Pİ)
UÇUŞ (FİGHT)
Kanadalı yazar Yann Martel in 2001
yılında yayımlanan edebiyat ödüllerini
kazanan aynı adlı romanından uyarlanan film yılın en merakla beklenen
filmi.Gemi kazasının ardından bir Bengal kaplanıyla büyük okyanusta 227
gün boyunca hayta kalma mücadelesi
veren genç Pi nin öyküsü.Spritüel bir
dünyaya esrarlı bir yolculuk.
Whip Whitaker (Danzel Washington) tecrübeli bir pilottur.Bir uçuş sırasında ciddi bir problem ortaya çıkar ve Whitaker
uçağı yere çakılmaktan kurtararak indirmeyi başarır.Onun sayesinde yolcuların
büyük bölümü sağ olarak kurtulur.Whitaker ulusal kahraman ilan edilir.Ancak zamanla ayrıntılar ortaya çıktıkça Whitaker
ında kim olduğu,nasıl hata yapıldığı ve
uçakta aslında neler olduğu gün yüzüne
çıkar.
Yönetmen: Ang Lee
Oyuncular: Richard Parker
Suraj Sharma
DÜŞLER DİYARI
(BEASTS OF TEH
SOUTHERN WİLD)
Yönetmen: Bent Zeitlin
Oyuncular: Quvenzhane
Wallis
Dwight Henry
Film , altı yaşındaki küçük zenci kız Hush puppy nin gözünden hikaye anlatılıyor.ABD nin
en yoksul ,haşin iklimli,üstelik
hep büyü ve sihirle ilişkilendirilmiş yöresi olan Lousiana
çevresindeki bir avuç insanın
sefil hayatını anlatmaktadır.
Küçük oyuncu Quvenzhane
Wallis harika oyunu görülmeyi
hak ediyor.
Yönetmen: Robert Zemeckis
Oyuncular: Danzel Washington
John Goodman
BULUT ATLASI (CLOUD ATLAS)
Yönetmen: Quentin Tarantino
Oyuncular: Leonardo Dicaprio - Samuel L.Jackson
Tarantino nun kariyerinin ilk westerni.Siyah ödül avcısı Django nun kendisini özgürlüğe kavuşturan
dişçiyle birlikte karısını kurtarmak için acımasız bir plantasyon sahibine karşı girdikleri mücadeleyi anlatıyor.
YASAK AŞK
(A ROYAL AFFAİR)
Danimarka,İsveç,Norveç,Finlandiya ortak yapımı
Oyuncular: Mads Mikkelsen
Alicia Vikander
Berlin film festivalinde en iyi
senaryo en iyi erkek oyuncu
ödülünü kazanmış bir film.Danimarka tarihine ait mutlaka
görülmesi gereken bir film.

Benzer belgeler