İfade Özgürlüğü Nereye Kadar?
Transkript
İfade Özgürlüğü Nereye Kadar?
En Dinamik ve Vicdanlılar İçin Hukuk Avukatların Tutuklanması ve Yeni Paradigma: Olağanüstü’nün Olağanlaşması Sanata Sansür Yücel DEMİRER D. Çiğdem SEVER Av. Tuğçe İNAL 2 4 8 kocaeli barosu BÜLTENİ Sayı 1 / Yıl 2013 İfade Özgürlüğü Nereye Kadar? Ahmet ŞIK ile Söyleşi Av. Çiğdem DEMİRCAN Devamı Sayfa 6’da Meslekte Rekabet Yasağı Av. Çağatay ALP Devamı Sayfa 16’da Kızlık Soyadını Verebilmesi Av. Elvan BAĞ Devamı Sayfa 17’de Yaşam Hakkına Saygı Av. Mücella ELGİN Devamı Sayfa 18’de Avukat Hakları Merkezi Kocaeli Barosu Avukat Hakları Merkezi Devamı Sayfa 19’da Başkan’dan Av. M. TAMER SOLAKOĞLU KOCAELİ BAROSU BAŞKANI Sevgili Meslektaşlarım, İfade özgürlüğü insanların görüş, kanaat, düşünce ve taleplerini başlarına kötü bir şey gelmesinden korkmadan ifade edebilmeleridir. Bu anlamıyla ifade özgürlüğü çağdaş ve demokratik toplumun olmazsa olmaz kriterlerinden birisidir. Bir ülkede yeterli ifade özgürlüğü var ise, o ülkede diğer hak ve özgürlükler de vardır ve o ülke çağdaşlık seviyesine ulaşmıştır. İfade özgürlüğü korunması ve geliştirilmesi gereken bir haktır. Bu konuda ki en büyük görev ise yargı organlarına düşmektedir. Ancak ülkemizde yargı organları tarafından verilen kararların ifade özgürlüğünü geliştiren kararlar olduğunu söyleyebilmek olanaklı değildir. Aksine çoğunlukla yargı kararlarının ifade özgürlüğünü baskılayan, kısıtlayan kararlar olduğu görülmektedir. Ülkemizde ifade özgürlüğünün geliştirilmesi ve evrensel kriterlere uygun hale getirilmesi için yeni anayasa çalışmaları şanstır. Bu şansın iktidar ve muhalefet partileri tarafından birlikte değerlendirilerek ifade özgürlüğünün sınırlarının genişletilmesi sağlanmalıdır. Sevgili Meslektaşlarım; Baro Bültenimiz, siz değerli meslektaşlarımızın görüş ve düşünceleri ile hayat bulmaktadır. Bültenimizin sayfaları, tüm meslektaşlarımızın şiddet, hakaret ve suç isnadı içermeyen her görüşüne açıktır. Bu anlamda sizlerin görüşlerinizi içeren yazılarınızı bekliyoruz. Hepinize sevgi ve saygılar sunuyorum. Sahibi Kocaeli Barosu Adına Baro Başkanı Av. M. Tamer SOLAKOĞLU Yazı İşleri Müdürü Av. Çiğdem DEMİRCAN Yönetim Yeri Ankara Karayolu No: 111 Kocaeli Plaza K:5 İzmit/KOCAELİ 0262 321 41 12-0262 324 56 56 0262 321 13 90 www.kocaelibarosu.org.tr [email protected] Baskı - Tasarım Şen Matbaa Özveren Sokak 25/A-B Demirtepe - Ankara Tel: 0312 230 54 50 Faks: 0312 229 64 54 e-posta: [email protected] www.senmatbaa.com 2 İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ En Dinamik ve Vicdanlılar İçin Hukuk Yücel DEMİRER / Kocaeli Üni. Öğrt. Gör. ukuk normları ve uygulaması konusunda gerek akademik ve gerekse uygulamadan gelen bir ehliyeti olmayan bir yurttaş olarak, gençlere yönelik yönetsel ve hukuksal bir kısım uygulamalara olan itirazımı nasıl dillendirebilirim? Düşünce ve eylemin yetkinleşmesinde en önemli bileşen olan eleştirinin ülkemde sorun çıkarma, baş eğmezlik ve hatta teröristlik olarak tanımlanıp, soruşturma ve kovuşturmaya konu olmasına nasıl karşı koyabilir, bu konuda yargı organları ile üniversite yönetimlerinin ve bu arada kendi üniversitemin güvenlikçi ve tutucu yaklaşım tarzına karşı eleştirilerimi nasıl ifade edebilirim? Yapmayı arzu ettiğim itiraz ve uyarı dile getirilirken, ülkemizde hukuk alanının toplumsal değişimi gecikerek izleyen yapısına, yürütmenin yargı üzerindeki zaman zaman yönü değişse de varlığı ortadan hiç kalkmayan vesayetine, yönetici aklın çeşitli düzey ve düzlemlerde sıklıkla otoriterliğe varan yönetme biçimlerine vurgu yapılabilir. Örneklerine çokça rastlandığı üzere konu, siyasal bir dil üzerinden yargı ve akademi dünyasındaki anti-demokratik zihniyetler ve bunların üzerinde yükseldiği arka plan ve sonuçları üzerinden de tartışılabilir. Ben çokça görülen olgusal örnekler yerine, bu bağlamdaki tartışmamı, tarihsel eğilimler ve onun da ötesinde sosyolojik gerçeklikler üzerinden kurgulamak niyetindeyim. Bizim kolaylık olsun diye üzerinde tekil cümlelerle fikir yürütmeye alışık olduğumuz toplum ve toplumsal yaşam, aslında son derece karmaşık bir ilişkiler ağıdır. Ayrımlar denildiğinde ilk akla gelen sosyo-ekonomik, tarihsel, toplumsal bağlamlar; inanç, eğitim düzeyi, coğrafi bölge, kuşak farkı ve benzeri etmenler de işin içine girdiğinde daha da karmaşıklaşır. Seçkinci, yönetici iradesini asıl sayan ve eleştirel aklı sorun çıkarmaya indirgeyen tutum ve davranış yapılarının dikkate almaktan sıkça kaçındığı, en iyi olasılıkla bunlarla ilgili konularda “mış gibi” yaparak görüntüyü kurtarmaya gayret ettiği kategorilerin başında gençlik yer alır. Popülist bir yaklaşımın parçası olarak tüm siyasal eğilimlerce önemsendiği iddia edilen bu kategorinin yani gençliğin özgün doğasının anlaşılmadığı, en çok bu gruba dahil yurttaşlara dönük eylem ve işlemlerde açığa çıkmaktadır. Söylev düzeyinde bu kategorinin dinamizmine övgüler düzen, onun enerji dü- H zeyinden çoğu zaman karşılıksız olarak yararlanan, yöneticilerin ve genellikle ona tabi hukuksal aklın bu kategorinin özgünlüklerini hiçe sayan kararlara imza atmaktan çekinmediği sıklıkla görülür. Oysa Türkiye tarihinde ve günümüzde gençliğin çok önemli roller oynadığını biliyoruz. Otoriter tek parti döneminden, çok partili dönemin kutuplaşmış siyasal ortamına, darbelerden uzayıp giden bürokratik tahakküme kadar gençlik kategorisinin yüklendiği toplumsal ve siyasal sorumlulukların, kurumsallaşma düzeyi yüksek ülkelere göre daha yüksek olduğunu hep birlikte gözlemledik. Siyasal ve yönetsel mekanizmaların işleyişindeki eksiklikler ve otoriter uygulamalardan kaynaklanan bu durum günümüzde de devam etmektedir. Sendikalı olmanın, hak aramanın, gerçeği haykırmanın cesaret gerektirdiği toplumsal ve siyasal iklimimizde gençlerin aslında kurumsallaşmış mekanizmalarca dile getirilmesi gereken talepleri yükselttikleri sıkça görülmektedir. Ülkemizde, güvencesiz atölye ve işyerlerinde, yoksul mahallelerde, kırda, kentte gündelik geçim derdi ve baskı nedeniyle dile getirilemeyen itirazlar genç sesler tarafından cesaretle ifade edilmektedir. Önemli sosyolog Margaret Mead’ın yıllar öncesinden işaret ettiği gibi, tarihin sıkışık ve karmaşık dönemlerinde gençlerin yaşlı kuşakların öğretmeni olması gerçekliği, ülkemiz için neredeyse hiç değişmeyen bir durum. Aslında bu noktada şaşılacak bir durum mevcut değil. Hak ve özgürlük mücadelelerinin genel tarihi ve bunun yanı sıra Türkiye örneği, ilk olarak gençler tarafından dile getirilen ve sonradan halkın çoğunluğunca paylaşılan değer ve hedeflerle doludur. Gençler dün olduğu gibi, içinden geçtiğimiz altüst oluşu bol kesitte de yine en yüksek bedeli ödeyen kesimi temsil etmektedir. Bilindiği üzere Türkiye nüfusu genç bir ülke ve bu genç nüfusun aktif kesimleri anlaşılması hiçte zor olmayan nedenlerle politik mücadele içinde yer almaktadır. Gençler, toplumun aktif, nitelikli ve yaşam biçimleri gereği en vicdanlı kesimlerinden birinin özneleri olarak siyasal baskıyı göğüslemeleri yanında, ekonomik ve toplumsal baskılarla da karşı karşıya kalmaktadır. Bu mücadelenin özellikle öğrenci gençlik içinde yürütülen bölümüne yönelik şüpheci bakış değişik kuşaklar boyunca hoyratça kendini yeniden üretmeye devam etmiştir. Aydın kategorisini, kitap okumayı, dünya ve ülke meseleleri üzerine bilgi ve bilinç sahibi olmayı suç saymaya paralel güvenlikçi bir dil olağanüstü dönemlerde iş- kence, kitap toplatma ve benzeri biçimlerde yaşama geçirdiği baskıları bugün öğrencilere açılan sınırsız ve sorumsuz soruşturmalarla gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Siyasal ve toplumsal hak arama faaliyetinin gençlere kapatılması anlamına gelen soruşturmalar, bir yanıyla bu siyasal enerjiyi hareketsiz kılma hedefi taşırken, diğer yandan üniversite ortamını piyasa gereklerinin eline teslim etme hedefiyle uyum içindedir. Hak arama mecralarının hep asgari sınırları üzerinden meşru sayıldığı kamusal alanımızda, eleştiri ve her türden hak arama faaliyetini suç olarak gören ve gösteren bir zihniyetin ağırlığı giderek daha çok hissedilmektedir. Oysa gençlerin bu ülkenin enerjik birikimi olduğunu, bu ülke tarihinde genç siyasallaşmanın çok önemli bir pozitif mirası olduğunu göz ardı etmeden konuya yaklaşmak mümkündür. Hukuk alanının donmuş bir sınırlamalar dizgesi olmayıp yaşamı toplumun tüm kesimleri için yaşanılır kılacak bir gelişimin motoru olduğunu gören, üniversiteleri gelecek güzel günlerin, bir başka deyişle yarının dünyasının bugünden kurulduğu aydınlık ortamlar olarak algılayan bir zihniyetle yasakçılık ve soruşturmacı üniversite yöneticiliği bir arada düşünülemez. Unutulmamalıdır ki, üniversite ortamında gördüğümüz eylemselliklerin bir bölümü öğrencilerin akademik-demokratik taleplerinin yanı sıra ülke siyasetine ilişkin ve toplumsal değişimine yanıt niteliğindedir ve bu canlılık aslında ülkenin geleceği açısından mutlu olmayı gerektiren bir durumdur. Üniversitelerin işlevini yerine getirmesi için gereken özgürlüğün, siyasal iktidara yaranmanın gereklerine feda edilmesinin hem toplumsal ilerleme önünde engel olduğu hem de uzun döneme yayılmış sorunlarımızın çözümüne geciktirici etkisi olduğu her zaman akılda tutulmalıdır. Yapılması gereken, üniversitelerin toplumların temel düşünce üretme mekanizmaları olduğu gerçeğinin, her türden eleştiri ve hak arama faaliyetinin meşruiyetinin ve gençlerin kendilerine ilişkin kararlarda söz hakkı olduğunun daima akılda tutulması ve üniversite yöneticisinden kolluk kuvveti yöneticilerine, iddia makamından yargıçlara kadar güvenlikçi dil ve yaklaşım tarzlarının sahte rahatlama hissinden uzak durmayı başarabilmektir. Bu türden bir yaklaşımın yolu, özgür aklın iradesine saygı göstermekten ve ülkesinin tarihsel birikimi ve sosyolojik yapısıyla ilgisini kesmeyen bir hukuk anlayışından geçmektedir. İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ 3 AİHS Madde 10:İfade Özgürlüğü 1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ulusal sınırlara bakılmaksızın, bir görüşe sahip olma, haber ve düşünceleri elde etme ve bunları ulaştırma özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletin radyo yayıncılığını, televizyon ve sinema işletmeciliğini izne bağlamasına engel değildir. 2. Bu özgürlükleri kullanırken ödev ve sorumluluk içinde hareket edilmesi gerektiğinden, ulusal güvenlik, ülke bütünlüğü veya kamu güvenliği, suçun veya düzensizliğin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması, başkalarının şeref ve haklarının korunması, gizli bilgilerin açığa vurulmasının önlenmesi, yargılama organının otorite ve tarafsızlığının korunması amacıyla, demokratik bir toplumda gerekli bulunan ve hukukun öngördüğü formalitelere, şartlara, yasaklara ve yaptırımlara tabi tutulabilir. AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ GÜL VE DİĞERLERİ STRAZBURG / 08.06.2010 Av. Sibel AKTÜRK BASVURANLAR :Ercan Gül , Deniz Kahraman, Zehra Delikurt, Erkan Arslangezer OLAYLAR Başvuranlar, 3 Aralık 1999 tarihinde, Ankara DGM Cumhuriyet Savcısı önüne çıkarılmışlar ve yasadışı silahlı bir örgüt olan Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist-Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu –Türkiye Marksist Leninist Gençlik Birliği ile ilgili olarak sorgulanmışlardır. Cumhuriyet Savcısı, söz konusu gösterilerde, başvuranın üzerinde Partizan yazılı bir pankartın arkasında bulunduğunu ve TKP/ML-TİKKO genel sekreterinin posterini taşıdığını ileri sürmüştür. Zehra Delikurt’un bahsi geçen gösterilerde “Biz işçinin, köylünün yiğit sesiyiz, namluya sürülmüş halk mermisiyiz’ ve ‘Marks, Lenin, Mao, Önderimiz İBO, Savaşıyor Tikko’ şeklinde sloganlar attığı iddia edinilmiştir. Ayrıca, Zehra Delikurt’un Ankara’daki okulların duvarları ‘TKP/ML-TİKKO, İBO yaşıyor, TİKKO savaşıyor’, ‘Yaşasın partimiz TKP-MLTIKKO’, ‘Gerillalar ölmez, yaşasın halk savaşı’, ’Parti ve devrim şehitleri ölümsüzdür’, ’TKP/ ML-TİKKO işçi köylü el ele demokratik devrime’ gibi TKP/ML-TİKKO lehine sloganlar yazdığı iddia edilmiştir. Ayrıca, başvuranın kültür merkezlerinde ve sol görüşlü bir siyasi parti merkezinde düzenlenen seminerlere katıldığı iddia edilmiştir. Ayrıca, başvuranın Özgür Gelecek adlı gazeteyi sattığı da iddialar arasında yer almaktadır. Cumhuriyet Savcısı, Ercan Gül’ün 1997 yılında düzenlenen 1 Mayıs gösterisine katıldığını ve gösteride ‘Liderimiz İbrahim Kaypakkaya’, ‘Yaşasın halkın adaleti’, ’Yaşasın partimiz TKP-ML’, ‘İktidar namlunun ucundadır’, ‘Biz işçinin ,köylünün yiğit sesiyiz,namluya sürülmüş halk mermisiyiz’, ‘Liderimiz Kaypakkaya, işçi, köylü, gençlik halk savaşında birleştik’ gibi TKP/ML-TİKKO lehine sloganlar atıldığını kaydetmiştir. Cumhuriyet Savcısı, Ercan Gül’ün 1999 yılında yapılan gösteride yasadışı sloganlar attığını iddia etmiştir. Ayrıca, Ercan Gül’ün evinde bazı yayınlar, TKP/ML-TİKKO’ ya üye bir kişinin resmi ve bir kitap bulunduğunu da kaydetmiştir. Cumhuriyet Savcısı, Erhan Arslangezer’in 1996-1997 yıllarında düzenlenen 1 Mayıs gösterilerine, 1998 yılında düzenlenen Nevruz kutlamalarına ve 97 ve 98 yıllarında yapılan Sivas Katliamı’nı anma etkinliklerinin katıldığını iddia etmiştir. Başvuran, söz konusu gösterilerde ‘Yaşasın partimiz TKP/ML’, ’Faşizme isyan, halka önder partizan’, ’İktidar namlunun ucundadır’, ’Bizde hesapları namlular sorar’ şeklinde sloganlar atmış ve başvuranın evinde söz konusu örgüt yanlısı yayın ve kitapların bulunduğunu kaydetmiştir. Cumhuriyet Savcısı Deniz Kahraman’ın da 97-98 yıllarında 1 Mayıs gösterileri, 2 Temmuz 1998 anmaları ve Nevruz kutlamalarına katılıp, TKP/ML-TİKKO lehine sloganlar attığı iddia edilmiştir. Mahkeme TMK 7/2 maddesi uyarınca, Zehra Delikurt, Ercan Gül, Erkan Arslangezer ve Deniz Kahraman’ı şiddet yöntemlerine teşvik edecek şekilde örgüt propagandası yapmak suçundan hapis cezasına çarptırmıştır. HUKUK AİHS’NİN 10. MADDESİNİ İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI Başvuranlar, ilk derece mahkemesinin kendilerini bazı dergileri okumak, gösterilere katılmak ve slogan atmaktan dolayı mahkum etmesi nedeniyle mahkumiyetlerinin ve verilen cezanın AİHM 10. maddesine aykırı olduğu konusunda şikayetçi olmuşlardır. Hükümet, başvuranların görüşlerini ifade etmeleri veya toplantıya katılmaları nedeniyle değil, TCK’ nın 169. maddesi uyarınca yasadışı bir örgüte yardım ve yataklık etme suçundan yargılanıp mahkum edildiklerini ileri sürmüştür. AİHM, izlenen amaçların meşruluğuyla ilgili olarak, makamların ulusal güvenliği ve kamu düzenini korumaya çalıştıklarını gözlemlemektedir. Bu nedenle, şikayet konusu müdahalenin ‘demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı’ konusunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. AİHM, denetleme yetkisini kullanırken şikayet konusu müdahaleyi davanın bütünü ışığında incelemelidir. Özellikle, söz konusu müdahalenin ‘izlenen amaçlarla orantılı’ olup olmadığı yerel makamlar tarafından öne sürülen gerek- çelerin ‘ilgili ve yeterli’ olup olmadığı konularının AİHM tarafından açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Ayrıca, müdahalenin orantılı olup olmadığı incelenirken, uygulanan cezaların niteliği ve ağırlığı da göz önünde bulundurulmalıdır. Bu noktada, AİHM, söz konusu davadakine benzer sorunlar içeren bir çok davada AİHS’ nin 10. maddesinin ihlalini tespit ettiğini hatırlatır. (Yılma ve Kılıç/ Bahçeci ve Turan/ Kızılyaprak/ Feridun Yazar) Söz konusu davada, 97 ve 98 yıllarında yapılan 1 Mayıs gösterilerinde ve Sivas Katliamı anısına 2 Temmuz 1998 tarihinde yapılan gösteride ve Nevruz kutlamalarında başvuranların slogan attığı konusu taraflar arasında ihtilaflı değildir. Ayrıca, dava dosyasından, söz konusu gösterilerin sakin birşekilde sonuçlanmadığına veya gösterilerde şiddet eylemlerinde bulunulduğuna dair herhangi bir bilgi yer almamaktadır. AİHM, ‘İktidar namlunun ucundadır’, ‘Bizde hesapları namlular sorar’ gibi sloganların şiddet içerikli olduğunu gözlemlemektedir. Bununla birlikte, bu sloganların bilinen ve kalıplaşmış solcu sloganlar olduğu ve izinli gösterilerde slogan atıldığı göz önünde bulundurulduğunda, sloganların şiddete veya ayaklanmaya çağrıda bulunduğu düşünülemez. AİHM, yerleşik içtihadına göre, 10. maddenin 2. paragrafının yalnızca kabul gören veya zararsız veya kayıtsızlık içeren ‘bilgiler’ veya ‘ fikirlere ’değil, aynı zamanda kırıcı, şok edici veya rahatsız edici olanlara da uygulandığını hatırlatır. Bunlar ‘demokratik bir toplumun’ olmazsa olmazları olan çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirliliğin gerekleridir. Yukarıda anlatılanları göz önünde bulunduran AİHM, başvuranları, başkalarını şiddet yöntemlerine, silahlı direnişe veya isyana teşvik ederek ‘ulusal güvenliği’ veya ‘kamu düzenini’ etkilediğinin düşünülmeyeceği kanaatindedir. Yukarıdaki unsurları göz önünde bulunduran AİHM, söz konusu dava koşullarında, yapılan müdahalenin ‘demokratik bir toplumda gerekli olmadığı’ sonucuna varır. Buna göre, AİHS’ nin 10. maddesi ihlal edilmiştir. 4 İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ Avukatların Tutuklanması ve Yeni Paradigma: Olağanüstü’ nün Olağanlaşması, “Giydiği hükümden haberi yok mu bu adamın?” “Hayır” dedi subay, “Ona bunu bildirmekte mana yok. Nasıl olsa gövdesiyle, bizzat öğrenecek.”… ”Esas kaidem şudur: Suçtan şüphe edilemez.” F. Kafka, Ceza Sömürgesi1 D. Çiğdem SEVER Atılım Üni. Hukuk Fakültesi Öğretim Görevlisi B u öyküsünde Kafka, özel iğnelerle idam mahkumlarının sırtlarına suçlarını yazarak ölümlerine yol açan bir makinenin “adalet”i sağladığı bir Ceza Sömürgesini anlatır. Aynı zamanda bir hukukçu olan Kafka’nın yazdıkları hukuk, cezalandırma yetkisi ve ceza usul normları üzerine bir yeniden düşünme pratiği olarak da okunabilir. Yıllar önce okuduğum bu öykü Türkiye’de bir süredir bazı davalar üzerine yeniden gözden geçirilmesi gereken bir metin oldu. Kısa bir süre önce bir başka yazıda liberal hukuk teorisinin olağan/ olağanüstü ayrımını değerlendirerek olağanüstü rejimlerin hukuk sistemi bakımından “hakları yutan bir karadelik” değil, tam tersine hukuk sisteminin belirleyici unsurlarından ve bu anlamda da hakların sınırı olduğundan bahsetmiştim.3 Yazının temel argümanlarından biri hukuk sisteminin bu ikili yapısının tarihsel bir analizinin yapılmasının bugünü anlamak bakımından da önemli olduğuydu. Olağanüstü rejimler ilk olarak askeri makamların yönetimde etkin olarak olağanı aşan yetkilere sahip olması anlamıyla sıkıyönetim, ikinci aşamada ise belli bir durum, mekan ve zamana bağlı olarak olağanüstü hal olarak bildiğimiz durumu karşımıza çıkarmıştır. Bugün yaşadığımız dönem ve üçüncü aşama ise sadece Türkiye’de değil, dünyada da özellikle 2000’lerin başından itibaren terörle mücadele adı altında gelişmiştir. Bu dönüşüm olağanüstü rejimin askeri otoritenin elinden çıkması, ama daha da önemlisi zaman ve mekanla sınırlı olmaksızın, olağanüstü hal ilanı gibi özel bir işleme gerek olmadan ve yargının önemli bir aktör olduğu, bu bağlamda da siyasi aktörlerin de sadece normlar değil, aynı zamanda yargı organları eliyle meşrulaştığı bir evreyi beraberinde getirmiştir. Türkiye’deki sürece baktığımızda pek çok koşul aynı olmasına karşılık son on yıldır olağanüstü hal ilan edilmeyen ülkemizde binlerce insanın tutuklu yargılandığı politik davaların bir çığ gibi büyüdüğünü ve her ne kadar isimleri değişse de özel yetkili mahkemelere ilişkin yaşanan sorunların olağanüstü hal benzeri sonuçları beraberinde getirdiğini görürüz.4 Bunun için bazı rakamlar önemli birer gösterge5: 2008’de 1615, 2009’da 6345 ve 2010’da 7712, 2011’de 7403 kişi Terörle Mücadele Kanununa (TMK) göre mahkum edilmiştir. Bu üç yılda TMK kapsamında yargılanan ve mahkum olan kişi sayılarındaki artış beş katına yaklaşmaktadır. Bu davaların sadece tamamlanan davalar olduğu ve çok sayıda çok sanıklı davanın da devam ettiği düşünüldüğünde bugün Türkiye’de TMK’ dan yargılanan kişi sayısının çok yüksek olduğu görülecektir. Adalet Bakanlığı verilerine göre 2011 yılında TMK’ ya göre işlenen “suç sayısı” 12.020 olarak açıklanmıştır ve bu tür davaların genellikle çok sanıklı olduğu düşünüldüğünde6 sanık sayısının ne kadar yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Bunun dışında, terörle mücadele adı altında asıl sınırlandırılanın ifade özgürlüğü olduğu yine aynı verilerden ortaya çıkmaktadır. 2011 yılında bu yasa kapsamında yargılananların 7210’u TMK’ nın 7. maddesinin 2. fıkrasında yer alan propagandayla ilgili hükümden, 139 kişi ise 6/2. maddesinden yargılanmıştır. Ve görünen o ki ifade özgürlüğünün daha özel bir görünümü olan savunma hakkı da bu kapsama girme yolunda. Gelelim ÇHD baskınına ve neden yeni bir yazı yazmaya gerek olduğuna. Bunun en önemli nedeni bir yurttaş olarak yukarıdaki rakamların getirdiği endişelerin ötesinde -her ne kadar avukat kimliği kullanmasam da- bir hukukçu olarak yaşananların düşündürdükleri. Henüz yargılananlar dahi kendilerine avukatlık mesleğiyle ilgili sorulanlar ve basında yer alanlar dışında gizlilik nedeniyle tam olarak neyle suçlandıklarını bilmiyorlar ve yargılama süreci devam edecek, bu nedenle içeriğe ilişkin bir değerlendirme için çok erken. Ancak basına yansıyanlar ve çeşitli basın açıklamalarından anlaşıldığı kısmıyla dahi bugüne kadar yaşananlar yine bir “olağanlaşma” sürecinin tüm işaretlerini taşıyor. Emniyet Müdürlüğü’ nün “basın açıklaması” ile açıkça bir suçlama, kapılar kırılarak sabaha karşı baskınları, aramalarda baro temsilcisi bulunmaması7, hatta ÇHD bürosu aranırken baro başkanının alınmamaya çalışılması gibi uygulamalar8 ilgili avukatlar ve ÇHD açısından olduğu kadar avukatlık mesleği bakımından rencide edici ve aynı zamanda usul bakımından hukuka aykırılıklar içeriyor. Bu gelişmeler diğer yandan da savunma hakkı, örgütlenme özgürlüğü, avukatlık meslek kuralları ve etiği bakımından da endişe verici. Bunun ötesinde son yıllarda revaçta olan “kozmik oda”, “kriptolu şifre”, “casusluk”, “11 çelik kapı” gibi bir retorik ile doğrudan başbakanın dahi bu konularda adeta sa- İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ nıklar suçluymuşçasına yaptığı açıklamalar10, haberlerde avukatların şiddet eylemlerinin doğrudan failiymişçesine görüntülerin iç içe gösterilmesi, acil bir arama kararı olmamasına rağmen -tutukluluk kararından anlaşıldığı kadarıyla kaçma şüphesi olduğu düşünülen- Dernek Başkanı Selçuk Kozağaçlı Suriye’de iken arama yapılması ve arandığını öğrenip kendisi gelmesine rağmen uçaktan inerken sanki kaçakmış gibi muamele edilmesi gibi ayrıntılar barolar başta olmak üzere pek çok uluslararası ve ulusal kurumun/ kişilerin olayı kınamasına ve pek çok gösteriye neden oldu. Dokuz avukatın tutuklandığı bu davayla birlikte 45 avukatın mesleğiyle ilgili olarak tutuklu olduğu ülkemizde tutuklu öğrenci sayısı 845, Türkiye cezaevlerinde bulunan lise ve üniversite öğrencisinin toplam sayısı ise 2824. Başka bir önemli rakam ise yine tehlikeli(!) bir meslek olarak tutuklu gazeteciler: Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi’nin yıllık olarak yayınladığı ve dünyadaki tutuklu gazetecilerin sayısını açıkladığı rapora göre 1 Aralık 2012 itibariyle dünyada 232 gazeteci tutuklu bulunurken Türkiye’de son yıllarda bu rakamın 100’ü geçtiği zamanlar olmuştur ve raporda bu rakam 76.11 Bir Tutuklama Gerekçesi?: “Masumiyet karinesi” ya da “Suçtan şüphe edilemez” Yukarıdaki rakamlar, bu olay ve pek çok davada istisna ile kuralın yer değiştirdiğinin, bu anlamda olağanüstünün olağanlaştığı bir örneği tutuklu yargılanma meselesinde çarpıcı biçimde karşımıza çıkıyor. Oysa modern ceza hukuku adına belki de en önemli tarihsel kazanımlar yasallık ilkesi ile masumiyet karinesidir12 ve bu karinenin de doğal sonucu tutuklu yargılamanın “istisna” olmasıdır. Beccaria 1764 yılında yazdığı Suçlar ve Cezalar Hakkında’ da tutuklama başlığı atında suçlunun tutuklanmasına ilişkin belirti/kanıtların yargıç tarafından değil, yasa tarafından belirlenmesi gerektiğini vurgular. Çünkü Beccaria’ ya göre “yargıçların verdikleri kararlar bir yasa hükmünün özel uygulaması değilseler, her zaman özgürlükleri çiğneyici niteliktedir.”13 İkinci aşamada da yasada belirtilen bu durumların gerçekleştiğinin gerekçelendirilmesi önem taşımaktadır. Yani kuralın değil, istisnanın uygulanması için mutlaka gerekçeli bir kararla yasada belirtilen durumların gerçekleştiğinin belirtilmesi ve bu gerekçelerin oluşturulmasında da istisnaların dar yorumlanması şeklindeki evrensel hukuk ilkesinin uygulanması gerekir. Bu durum 6352 Sayılı Kanunla değişik 101/2. maddesinde de açıkça belirtilmiş olmasına rağmen mahkemelerin hala gerekçe olarak şablon bazı soyut ifadeler kullandıkları ve bu anlamda da gerçek anlamda bir gerekçe yazmadıkları görülmektedir. Oysa 6352 sayılı Kanunun gerekçesinde AİHM’ in bu nedenle Türkiye aleyhine kararlarına da atıfla14 “somut olayda tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu somut olgularla gerekçelendirmek” amacı da açıkça belirtilmiştir.15 “Tanık beyanları, takip vb.” şeklindeki soyut açıklama dışında gerekçenin bulunmaması ve soruşturmanın gizliliğine karar verilmesi birleştiğinde tutuklanan kişinin kendisini savunması imkansız hale gelmektedir. Sanığın Savunma hakkı ve Savunma Makamının Savunma Hakkı Yine modern ceza hukukunun olmazsa olmazlarından birisi de bir avukat tarafından temsil edilebilmedir ve bu hak savunma hakkının da çok önemli bir parçasıdır. Savunma hakkı Anayasa’da hak arama hürriyeti ve AİHS’ te adil yargılanma hakkı adı altında davacı ve davalı sıfatındaki kişilerin, özellikle de ceza yargılamasında sanığın kullandığı bir hak olarak görülür.16 Oysa görünen o ki artık sadece kendini savunma ve bir vekil aracılığıyla savunulma hakkının ötesinde savunma makamının vekilini savunma hakkını ve mesleki faaliyetleri nedeniyle yargılanma tehdidi hissetmemesi gerektiğini konuşmamız gerekiyor. Sonuç? Kafka’nın öyküsünün sonunda ne mi olur? Makineyi ve sistemi anlattığı yolcunun sistemi beğenmemesi üzerine subay (yani yargıç, infaz memuru..) makineyi “Adil ol” yazısına ayarlayıp kendisi makinenin içine girer. Adaletin aldığı her yara hem toplumu, hem de özel olarak mahkeme salonunda görev yapanları yaralıyor, yani o iğneler hepimizin sırtında. Bu nedenle hepimiz adaleti, adil yargılanmayı, savunma hakkını ve istisnanın kural olmamasını savunmak zorundayız. 5 1 Franz Kafka, Ceza Sömürgesi, İz Yayıncılık, 2001, s. 24. 2 Hak Mücadelesi ve Hukuk başlıklı sempozyumda sunulan bildirinin yazı hali Çağımızda Hukuk ve Toplum dergisinde yayınlanmıştır. D. Çiğdem Sever, “Olağanüstü Hal: Hukuk Sisteminin Karadeliği mi?”, Çağımızda Hukuk ve Toplum, 29/8, s. 21-27. 3 Ayrı bir çalışma konusu olabilecekse de 28 Ocak 2013 tarihinde TBMM Adalet Komisyonu’ndan geçen Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun tasarısının terörle mücadele kapsamını iyice genişletecek ve yeni yaptırım/önlemleri beraberinde getirecek bir kapsama sahip olduğu da belirtilmelidir. 4 İstatistikler Adalet Bakanlığı web sitesinden alınmıştır: www.adlisicil.adalet.gov.tr 5 KCK İstanbul davasında sanık sayısı 79 iken, KCK basın davasında 46, Ergenekon ana davasında 275dir ve Balyoz davasında 365 sanık yargılandı. Bu davaların genellikle yan davalarının da olduğunu belirtmek gerek. 6 İstanbul Barosu Avukat Hakları Merkezi Başkan Yardımcısı Ömer Kavili de, polisin baskın sırasında İstanbul Barosu’nu arayarak avukat istemediğini açıklamıştır. http://www.etha.com.tr/Haber/2013/01/31/ guncel/chdden-yalanlara-yanit/ 7 Bu durum İstanbul Barosu Başkanınca ileri faşizm olarak nitelenmiş ve kendisinin de alınmak istenmediği kınama açıklamasında belirtilmiştir. https://t24. com.tr/haber/istanbul-barosu-saldirilara-karsi-mesru-mudafaa-hakkimizi-kullanacagiz/222165 8 11 çelik kapının gerçek olup olmadığını görmek üzere bir gazetecinin doğrudan aranan mekanlara giderek yazdığı bir yazı için bkz. Onur Erem, “11 çelik kapıya kozmik takip”, Birgün, 4 Şubat 2013, http://www.birgun.net/actuels_index.php?news_code=1359968907&year=2013&month=02&day=04, Daha da ilginci bir başka gazetecinin 11 kapı retoriğini inandırıcı bulmayıp bu konuda haber yapmaktan çekinmesine ilişkin özeleştirisidir: Tuğçe Tatari, “Korkudan o meşhur 11 kapıdan geçemedim!”, Akşam, 6 Şubat 2013, http://www.aksam.com.tr/korkudan-o-meshur-11-kapidan-gecemedim-9064y.html 9 Bu açıklamayla ilgili ÇHD’nin suç duyurusunda bulunduğunu da belirtmek gerek. www.bianet.org, 5 Şubat 2013. 10 Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi açıklaması: JoelSimonand Bill Sweeney, “Türkiye eleştirel gazetecileri terörist olarak sunuyor”, (http://www. cpj.org/blog/2013/01/conflating-critics-with-terrorists-in-turkey.php) Bununla birlikte şu an itibariyle Türkiye’de kaç gazetecinin tutuklu olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Bu konuda ulusal bir veri tabanı olmadığı gibi bazı kaynakların gazeteci tanımını farklı yapabilmesi nedeniyle farklı rakamlara da ulaşmak mümkündür. Ancak avukatlıktan farkı olarak kendisine gazeteci diyen ve bu yönde faaliyet yürüten kişilerin gazeteci olarak kabul edilmesi gerektiğini de belirtmek gerek. 11 Bu durum Anayasanın 38. Maddesinin 4. fıkrasında da açıkça belirtilmiştir: “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz”. 12 CesareBeccaria, Suçlar ve Cezalar Hakkında, (Çev: Sami Selçuk), İmge Kitabevi, Ankara, 2004, s. 150. 13 Tutuklamanın istisnai olması ve gerekçe zorunluluğu uluslararası hukukta da düzenlenmiştir. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin R (80) 11 Sayılı tutukluluk hakkındaki Tavsiye kararı ile AİHS’in 5. maddesi bu anlamda önemli birer kaynaktır. Mahkemenin yerleşik içtihatlarına göre, “Madde 5. gereğince şüpheli veya sanığın “tutuksuz” olmasına ilişkin bir karinenin varlığı esastır. AİHM, Neumeistera.Avusturya, Başvuru No: 1963/63 sayılı kararı, Kudla V. Polonya Başvuru No: 30210/96 vb. 14 CMK’nın 100/3. maddesinde yer alan katalog suçların da tutuklamayı bu suçlar bakımından kural haline getirmediğini ve yine bir gerekçenin gerekli olduğunu da ayrıca belirtmek gerek. 15 Savunma hakkıyla ilgili genel bir çerçeve çizen bir çalışma için bkz. Zeki Hafızoğulları, “Genel Çizgileriyle Savunma Hakkı”, Ankara Barosu Dergisi, 1994/1, s. 20-40. 6 İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ Ahmet ŞIK ile Söyleşi Av. Çiğdem DEMİRCAN Kocaeli Barosu’ nun ifade özgürlüğüne ilişkin hazırladığımız bülteninde bizimle söyleşi yapmayı kabul ettiğiniz için öncelikle size teşekkür ediyoruz. İfade özgürlüğü kapsamında “yazdığı kitabın sakıncalı bulunması sebebiyle tutuklanmış bir gazeteci olarak” bir sembol haline geldiniz. Bu kapsamda Türkiye’nin düşünce ve ifade özgürlüğü alanında nereye gittiğini düşünüyorsunuz? Son bir kaç yıldır en çok tartışılan konulardan birisi olmakla birlikte Türkiye’nin düşünce ve ifade özgürlüğü sorununun bugüne ait bir mesele olmadığını söylemek gerekiyor. Eskiden de bundan farklı bir durum yoktu. Şimdilerde, neyse ki, daha fazla tartışılıyor o kadar. Ancak bu tartışmalar bizi evrensel demokrasi ilkelerini özümseyen bir ülke noktasına taşıyacak mı çok emin değilim. Bir kaç nedenden ötürü bu endişeyi taşıyorum. İlkin bugünlerde düşünce ve ifade özgürlüğünü dert ediniyor görününlerin geçmişte sorun yine yerli yerinde duruyorken bu meseleyi ilişkin rahatsızlık hissetmemeleri. Bunun nedeni de kanımca geçmişte de var olan faşizan yasalardan kaynaklı bu sorunun şimdilerde kendilerini de mağdur edebileceğini görmeleri sanırım. Örneğin 1990’lı yıllarda çoğu Kürt ve sosyalist gazeteci meslektaşlarımız devlet kaynaklı cinayetlerde öldürüldüğünde de, ya da TMK ve TCK’nin faşizan hükümleriyle hapsedildiğinde tipik devlet savunma refleksi de bugünküyle aynıydı: “gazeteci değil teröristler”. Bu yalanın arkasına devletin sığınıyor olması doğru değil ama anlaşılabilir. Ama gazetecilik meslek örgütlerinin ya da şimdilerde “muhalif” olduğunu öne süren kimi kişi ve grupların da bu söylemi benimsiyor olmasından bahsediyorum. Bu örneğin bize anlattığı, umarım yanılıyorumdur ama sanırım mevcut iktidar bile- şenlerinin siyasi zihniyetine uzak olmakla ilintili bir muhalefet anlayışından ibaret. Daha önce de bir yerlerde söylemiştim, Türkiye’nin demokrasi sorununu ya da bu konu özelinde düşünce ve ifade özgürlüğü sorununu bir sopa olarak tanımlarsak eğer Türkiye’de kimi muhalif odaklar için mesele sopanın kendisi değil sopayı kimin tuttuğundan ibaret. Yani bu iktidar alaşağı olsa ve şimdilerde muhalif görünenlerin savunduğu bir zihnniyet iktidarda olsa, eminim düşünce ve ifade özgürlüğü sorununda olumlu bir gelişme olmayacak ve bu sefer de tam karşıt zihniyetten yeni mağdurlar üretecek. Ama şimdinin kimi “muhalifleri” için bu sorun olmayacak. Demokrasi karşınızdakinin sıfatına ve kim olduğuna bakarak eğip bükeceğiniz bir olgu değil. Maalesef Türkiye’de bu noktaya gelmiş insan sayısı çok çok az. Bu bağlamda Türkiye’nin düşünce ve ifade özgürlüğü alanında gittiği noktayı daha da karanlık görüyorum. Çünkü mevcut iktidar bileşenleri memlekette düşünce ve ifade özgürlüğünün dolayısıyla kamusal denetim aracı olan ya da olması gereken gazeteciliğin de sınırlarını ve tanımını yeniden çiziyorlar. Kendileri gibi düşünmeyen, ifade etmeyen ve yazmayan herkesin faşist yasalar eliyle “terörist” ilan edilebileceğini, hapislerde çürüyebileceğini her gün yeni örnekleriyle kanıtlamaya devam ediyorlar. 29 Mart 2011 de İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi, ‘’Ergenekon’’ soruşturması kapsamında yazmış olduğunuz’’İmamın Ordusu’’ adlı kitap taslağının dağıtım ve satışını yasakladı. Mahkeme kararı İçişleri Bakanlığı tarafından Türkiye genelindeki tüm kitabevi ve kırtasiyelere gönderildi. Bakanlık, “İmamın Ordusu” isimli doküman ve kitap taslağının dağıtım ve satışının yasaklandığını belirtti. Buna rağmen internetten kitabınız 200 bin kişi tarafından indirildi. Sizce kitabınızla ilgili yapılan yasaklamalara karşı kitabınızın binlerce kişi tarafından okunması gelecek için bir ümit vaat ediyor mu? Her şeyden önce sizin aracılığınızla bu sivil itaatsizlik eylemine katılanlara teşekkür ederim. Elbette ki bilgiye zincir vurulamayacağını kanıtlamak açısından, gerici ve faşist bir zihniyete en güzel yanıt bu eylemle varılmış oldu. Ama mevcut olandan daha ümitli olmam için sanırım o 200 bin kişiyi sokakta görmeyi dilerdim. Belki yanılıyor olabilirim ama sanal aktivizm beraberinde bir tembelliği de getirmiş durumda. Klavyenin başında bir şeylere tepki göstermek, bir takım “eylemliliklere” katılmak küçümsenemez ancak ben hala umudu diri tutmanın sokak eylemliliklerinden geçtiğini düşünüyorum. Siz Oda TV davası kapsamında tutuklanana kadar daha önce de Hırant Dink suikasti sonrasında Nokta dergisinde yayımlanan “Asker İç Güvenlikten Elini Çekmeli” başlıklı röportaj ve “Hayata Dönüş” operasyonlarının yıldönümünde Bayrampaşa Cezaevi’nin kadın koğuşunda sağ kurtulan Münevver Köz ile yapılan “Bayrampaşa’da O gün” başlıklı söyleşi nedeniyle Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesinden yargılandınız. Bir gazetecinin TCK ‘nın 301. Maddesinden dolayı yargılanmasını nasıl görüyorsunuz? Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğünü kısıtlayan 30 civarında yasa var. 301. madde de bunlardan birisi. Faşizan özellikler taşıdığı çok açık bu yasa sadece gazetecileri ilgilendirmiyor ya da mağdur etmiyor. O yüzden bu yasa maddesinden kimsenin yargılanmamasını dilerim. Bırakın iktidar odakları ya da sözcüleri 301 ve benzeri yasaları gerekçe göstererek bizlere terörist desin. Önemi yok. İktidar dili böyledir. Dünyadaki otoriter, totaliter ya da faşist her baskı rejiminde iktidarın sahipleri ve sözcüleri bu yalanın ardına sığınır. Türkiye’de de yapılan bu. Elbette ki gazetecilerin suç işleme özgür- İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ lüğü olduğunu savunmuyorum. Ama 301 ya da benzeri özellikler taşıyan yasa maddeleri gerekçe gösterilerek gazeteci yargılamanın abesliği ortada. Gazetecilik her şeyden önce kamusal bir iş. Kamu adına denetim görevini gazeteciler yerine getirir. Ama siz yasaların cenderesi altında mesleği yapamaz hale getirirseniz bu başka ve daha büyük bir sonunun varlığına işaret eder. Demek ki halkın gözünden bir şeyleri kaçırmak peşinde olan bir iktidar vardır. Memlekette olan biten de bundan ibaret. Halen kitap yazmaya devam ediyorsunuz,yaşadıklarınız sizde hiç yılgınlık yarattı mı? Yani böyle bir soruya nasıl yanıt versem bilemedim.Yılgınlık yok elbette. Ama yorgunluk var mı derseniz düşünmeden evet derim. Çünkü Türkiye’de demokrasi mücadelesine öyle ya da böyle katkı sun- mak deyim yerindeyse tam anlamıyla iğneyle kuyu kazmaktan ibaret. O yüzden yılmadan yorulmaya devam edeceğim. Cezaevlerinde 100 e yakın tutuklu gazeteci var .Onlar için ne söylemek istersiniz? Hapisteki meslektaşlarım için Türkçenin güzel şairlerinden Adnan Yücel, çok sevdiğim “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek” isimli şiirini anımsatsam yeter herhalde. O güzel şiirinde Adnan Yücel şöyle der: “ey herşey bitti diyenler korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler. ne kırlarda direnen çiçekler ne kentlerde devleşen öfkeler henüz elveda demediler. bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!” 7 Son dönemde eylem yapan öğrencilerin tutuklandıklarına şahit oluyoruz. Sizce bu durum eylem yapan öğrencilerin düşünce ve ifade özgürlüklerini kısıtlamıyor mu? Düşünce ve ifade özgürlüğü sorunun sadece gazeteciler üzerinden tartışmak çok anlamsız. Ve maalesef bu şekilde ve eksik tartışıldığı için de sonuç almak kolay olmuyor. Elbette öğrencilerin yaptığı da düşüncenin ifade edilmesinden başka bir şey değil ve aynı kapsamda değerlendirilmesi gerekir. Tıpkı KCK davalarında yargılanan binlerce kişiye olduğu gibi. Kürt meselesini, öğrencilerin parasız, bilimsel eğitim görme hakkı talep etmesini ya da suyuna, toprağına sahip çıkarak doğanın talan edilmesine karşı çıkanların yaptıkları eylemleri suç olarak göremezsiniz. Bu kapsamda değelrendirilen her türlü ceza mantığı düşünce ve ifade özgürlüğünün kullanımına engeldir. Aslında baştan itibaren konuştuğumuz bu devasa sorunun çözümü basit. TMK’yi çöpe atmadan, TCK’nin faşizan hükümlerini evrensel demokratik çağdaş hukuk normlarına uygun hale getirmeden bu sorun bitmez. Tutuklu bulunduğunuz dönemde Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödülü aldınız. Bu bağlamda en son olarak Basın Özgürlüğü konusunda neler söylemek istersiniz? Gazeteciler bir araya geldi mi en çok meslek dedikodusu yaparlar. Laf ne kadar dolansa da nihayetinde mesleğin ne kadar kötüleştiğine mutlaka gelir. Her seferinde de “Bundan daha kötüsü yoktur” denir. Ama mutlaka daha kötüsüne dair örnekleri yaşamakta gecikmeyiz. Bugün gelinen nokta da bundan daha kötüsü olmayacağına dair bir hissiyat uyandırıyor. Çünkü oto sansür çok yaygınlaşan bir kural haline geldi. Sansür her daim vardı ki oto sansür de. Ama bu kadar yaygın kullanımına en azından son 20 yılda ben tanık olmamıştım. 12 Eylül faşist darbesi sırasında yaşanan kimi örneklerle kıyaslama yapılabilir ama adı üstünde o dönem faşist darbe yıllarıydı. Şimdi sivil bir iktidar döneminde yaşanıyor tüm bunlar. Gelecek günlerin daha güzel olacağına dair bir umudum yok açıkçası. 8 İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ SANATA SANSÜR Av. Tuğçe İNAL S anat,bireyin duygu ve düşüncelerini yaratıcılık özeliğini de kullanarak ifade etmesini sağlayan yöntemlerden birini oluşturmaktadır. Sanat kimi zaman var olanı betimleyerek insanların gözünde canlandırmayı sağlayıp, kimi zaman insanı insana anlatıp toplumu eğitmek, kimi zaman da kimsenin bırakın söylemeyi aklından dahi geçirmeye cesaret edemeyeceği şeyleri bir eser olarak halka sunmak amacına haizdir. Bu sebepledir ki sanat, tarih boyunca birileri tarafından lehe kullanılmakla birlikte birileri tarafından ise kendilerince belirlenen gerekçelerle kontrol altına alınarak sınırlandırılmıştır. İşte bu evrede sanatın, bireyin düşüncelerini serbestçe açıklayabilmesi olarak tanımlanması halinde sanat özgürlüğünün bir sınırı olması gerekip gerekmediği ve gerektiğinde sanat eserlerine sansür uygulanmasının yerinde olup olmayacağı soruları akla gelmektedir. Oysa ki sanatın kapsamı ve işlevi düşünüldüğünde sanatın sınırsız bir özgürlüğe sahip olması gerektiği yadsınamayacak bir gerçektir. Ancak bu özgürlüğün tek sınırının, kişilik hakları ile insan onuru olabileceği akla gelmektedir. Yalnız böyle bir durumda dahi söz konusu sınırlamanın somut olaya göre değerlendirilmesi gerektirmektedir ki bu durum da edebiyatımızda yer alan pek çok yazı türünü hiçe saymamız anlamına gelecektir. Bu çalışmada yıllardır var olan ancak son günlerde ülkemizde ayyuka çıkarak kanayan bir yara halini almış olan sanat ile sanat özgürlüğünün değerlendirilmesi üzerinde durulacaktır. 1982 Anayasasında sanata ve sanat özgürlüğüne ilişkin olarak iki madde bulunmaktadır. Bunlardan birini Kişilik Hakları ve Ödevleri bölümünde yer alan ve ayrı bir insan hakkı olarak nitelendirilen ‘Bilim ve Sanat Hürriyeti’ başlığı altında yer verilen 27. madde (MADDE 27-(1) Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir. (2) Yayma hakkı, Anayasanın 1 inci, 2 nci ve 3 üncü maddeleri hükümlerinin değiştirilmesini sağlamak amacıyla kullanılamaz.(3) Bu madde hükmü yabancı yayınların ülkeye girmesi ve dağıtımının kanunla düzenlenmesine engel değildir), diğerini ise Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler bölümünde yer alan ve ‘Sanat ve Sanatçının Korunması’ başlığı altında yer verilen 64. madde (MADDE 64 Devlet, sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur. Sanat eserlerinin ve sanatçının korunması, değerlendirilmesi, desteklenmesi ve sanat sevgisinin yayılması için gereken tedbirleri alır) oluşturmaktadır. Anayasamızın 27. maddesine baktığımızda söz konusu maddede sanatçının herhangi bir sınırlamaya maruz kalmadan eserini tamamladıktan sonra yayma hakkı dahi ele alınmış olup sadece yabancı yayınların ülkeye girmesi ve dağıtımı aşamasında kanunla bir düzenleme yapılacağına yer verilmiştir. Burada yabancı eserin içeriğine dair herhangi bir sınırlama yapılabileceği hususuna yer verilmemiştir. Anayasamızın 64. maddesinde ise sanat eserinin ve sanatçının korunması ve desteklenmesine dair tedbirler alınacağına yer verilmiştir. 1982 Anayasası göz önünde bulundurulduğunda; geçtiğimiz aylarda ülkemizde gündeme gelmiş olan Yunus Emre’nin yüzlerce yıllık 8 kıtadan oluşan ilahi türündeki ‘Bana Seni Gerek Seni’ şiirine yer verilen okul kitabından ‘‘Cennet cennet dedikleri/ Birkaç köşkle birkaç huri/ İsteyene ver onları/Bana seni gerek seni’’ dörtlüğü çıkartılarak söz konusu yazı türü yayınevi tarafından sansürlenmiş ve kitabı inceleyen Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu’nun da sansürlenmiş haline “beklenen kazanımlar sağlandığı” gerekçesiyle onay vermiş olmasını, aynı şekilde Kaygusuz Abdal’ın ‘Nefes’ adlı şiirinde Alevilik kültürüne ait kavramların yer aldığı dizelerin sansürlenmesini, Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’nde başlayan “Artnüyet” isimli sergideki resimlerin ise ters çevrildiğinin ortaya çıkmasını, tüm bunlar da yetmezmiş gibi Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ‘Dünya Edebiyatı -100 Temel Eser’ listesinde gösterilen kitaplar arasında yer alan John Steinback’in ‘Fareler ve İnsanlar’ adlı eserinin İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü Kitapları Değerlendirme ve İnceleme Komisyonu tarafından sakıncalı bulunması ve gayri ahlaki bölümler içermesi nedeniyle yasaklanmak istenmesini, ayrıca tüm dünyada çocukların ilgiyle okuduğu Jose Mauro de Vasconcelos’un ‘Şeker Portakalı’ adlı eserini okutan bir Türkçe öğretmeni hakkında velilerden birinin kitabın Türk örf ve adetlerine aykırı içeriğe sahip olduğunu ve kitabın içerisinde birçok küfür içeren argo sözcükler bulunduğunu belirterek yaptığı başvuru üzerine soruşturma açılmış olması nedeniyle söz konusu eserin sansürlenmek istenmesini hukukun filtresinden geçirmemiz gerekmektedir. Gündemde yerini almış sansüre ilişkin bu konular anayasaya aykırılık oluşturmakla birlikte yüzyıllar önce yazılmış bir şiirin sansürlenerek beklenen kazanımların gerçekleşmesi amacıyla bir kıtasının ya da bir kültüre dair kelimeler içermesi nedeniyle söz konusu kelimelerin çıkarılmış olması o şiirin bütünlüğü üzerinde oynamak anlamına gelip sanatçının düşüncelerine ket vurmaktan başka anlama gelmemektedir. Ancak bu husus, yıllardır ülkemizde değişmeyen bir durum olmakla birlikte sanatın hitap ettiği kesimin genişliğinden ötürü bununla da kalmayıp bugüne kadar tarihimizde pek çok sanat eseri yaratılmış olmasına rağmen bu eserlerin ya hiçbir zaman yayınlanmaması ya da yayınlanmaları için izin alınması gerekilen kişilerce kendi istekleri doğrultusunda sansürlenerek yayınlanmalarına izin verilmesi sanat özgürlüğünün bununla birlikte düşünce özgürlüğünün de ihlal edilmesidir. Sansür, sanat eserinin celladı olmaktan başka bir şey olmayıp sanat eserinin bütünlüğünün bozulmasının nedenini oluşturmaktadır. Sanatçının yaratmış olduğu bir esere okuyucunun, izleyicinin kendi bakış açısıyla farklı anlamlar yüklemesi mümkündür. Kaldı ki bu durum, sanatın amacının gerçekleşmekte olduğunu göstermektedir. Ancak bu sebeple yıllar önce yazılmış eserler hakkında birilerinin kendi düşüncelerine göre anlamlar yükleyerek, o eserin kendi isteği doğrultusunda yayınlanmasını sağlayarak onu halka sunmak tek tip insanlar yaratmaktan öteye gidemeyecektir. Her sanat eserinin ‘herkes tarafından beğenilmesi gerektiği’ gibi bir düşüncenin olması mümkün değildir ancak birilerinin kendisince yanlış olan bir eseri sansürlemekten ziyade o esere karşı bir eser yaratması, karşı düşüncelerini bu şekilde ortaya koyması en doğrusu olacaktır. Ancak böyle bir durumda ülkenin gelişmesi mümkün olup aksi durumda ülkede kültür seviyesi düşük, tek tip bir gençlik yetiştirmekten ileri gidilemeyecektir. İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ 9 AVUKATLARIN GÖZ ALTINA ALINMASI İLE İLGİLİ EGE - MARMARA BÖLGE BAROLARI BASIN AÇIKLAMASI 18 Ocak 2013 sabahı Dernek binaları ve Avukatların evlerine yapılan baskınlarda kapılar kırılmış, Kanunun Açık hükmüne rağmen Baro temsilcileri gelmeden arama işlemine başlanmıştır. Bizler Ege ve Marmara Baroları olarak savunma mesleğine yönelik bu saldırıyı şiddetle kınıyor, savunmayı savunmak için kararlılığımızı kamuoyunun bilgisine sunuyoruz. 18 Ocak 2013 sabahı TMK 10.Md.ile özel görevli İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatı ileİstanbul ve Ankara’da Çağdaş Hukukçular Derneği Şube Binalarıve ÇHD Genel Başkanı Av. Selçuk Kozağaçlı ve ÇHD Genel Merkez Yöneticisi Av. Oya Aslan, İstanbul Şube Başkanı Av. Taylan Tanay ve İstanbul Şubesi yöneticileri Av. Güçlü Sevimli, Av. Güray Dağ, Av. Gülvin Aydın ile önceki Şube Başkanlarından Av. Serhan Arıkanoğlu ve Efkan Bolaç, Ankara Şube yöneticisi Av. Betül Vangölü Kozağaçlı ve ile ÇHD üyeleri Av. Özgür Yılmaz, Av. Ebru Timtik, Av. Barkın Timtik, Av. Naciye Demir, Av. Günay Dağ ve Av.Şükriye Erden’in ev ve bürolarında sabah 04.00’ten itibaren arama ve gözaltı işlemleri başlamıştır. Dernek binaları ve Avukatların evlerine yapılan baskınlarda kapılar kırılmış, Kanunun Açık hükmüne rağmen Baro temsilcileri gelmeden arama işlemine başlanmıştır. Bu arada bazı basın yayın organlarına meslektaşlarımız terör örgütü üyesi olarak lanse edilmiş ve bu yönlü yayınlar yapılmıştır. Çağdaş Hukukçular Derneği 1974 yılında kurulan ve “ Hukukun, insanlığın binlerce yıllık tarihsel kazanımlar ışığında geliştirilmesi, insanın özgürleşmesi ve demokratiklik temeline dayalı, toplum bilinci ile güvence altına alınmış bir hukuk sisteminin kurulması, başta yaşam hakkı olmak üzere temel haklara ve insanlık onuruna yönelik her türlü saldırının önlenmesi için çalışma yapmak” amacıyla kurulmuş bir hukukçu örgütüdür. Haklarında arama, yakalama işlemi yapılan meslektaşlarımız ise bu amaçla etkin çalışma yapmaları ile bilinen ve toplumsal davalarda savunma görevini üstlenmiş, bu özellikleri ile hukukçu çevrelerin yakından tanıdığı kişilerdir. Bu operasyon, öncesinde yaşanan olay ve gelişmeler göstermektedir ki, meslektaşlarımızın yukarıda belirttiğimiz özellik ve faaliyetlerinin siyasi iktidarda yarattığı rahatsızlığın ürünüdür. Son dönemde mesleki faaliyetini ifa edişi sebebiyle çok sayıda meslektaşımız olağanüstü soruşturma ve kovuşturmanın hedefi haline gelmiştir. Nitekim bu olay savunma mesleğine saldırı ve tahammülsüzlüğün zirveye çıktığı noktadır. Bizler Ege ve Marmara Baroları olarak savunma mesleğine yönelik bu saldırıyı şiddetle kınıyor, savunmayı savunmak için kararlılığımızı kamuoyunun bilgisine sunuyoruz. Saygılarımızla İzmir Barosu Başkanı Av.Sema PEKDAŞ Aydın Barosu Başkanı Av.Sümer Germen Balıkesir Barosu Başkanı Av.Yaşar MEYVACI Bursa Barosu Başkanı Av.Ekrem DEMİRÖZ Çanakkale Barosu Başkanı Av.Bülent ŞARLAN Denizli Barosu Başkanı Av.Müjdat İLHAN İstanbul Barosu Başkanı Av.Doç.Dr.Ümit KOCASAKAL Kocaeli Barosu Başkanı Av.Tamer SOLAKOĞLU Muğla Barosu Başkanı Av.Mustafa İlker GÜRKAN Yalova Barosu Başkanı Av. Cevdet BEKLER 10 FAALİYETLER KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ Genç Avukatlar Meclisi Genel Kurulu Yapıldı Baro Aidat Borcu Olmayan Meslektaşlarımıza Ferdi Kaza Sigortası Yaptırıldı Baromuz Genç Avukatlar Meclisi’nin İkinci Olağan Genel Kurulu 21 Aralık 2012 günü Baro İdari Binası Av. Umut Gümüş Eğitim Salonu’ nda gerçekleştirildi. Genç Avukatlar Meclisi Genel Kurulu’ nda Divan Başkanlığı na Av. M. Haluk ÖNDER, Divan Katipliklerine ise Av. Selin SÜLOĞLU ve Av. Sara MUNGAN seçildiler. Genel Kurulu’ un açılış konuşması yapan Genç Avukatlar Meclisi Başkanı Av. Kadir Caner KARAKADILAR Genel Kurul’ un herkese hayırlı olmasını dileyerek, Kocaeli Barosu’ nun yaklaşık üçte birinin kıdemi beş yıla kadar olan avukatlardan oluştuğunu belirtti. Genç Avukatlar Meclisi’ nin öneminden bahsetti ve görev sürelerinde ellerinden geleni yaptıklarını bundan sonra yeni seçilen meslektaşlarımızın bu görevi layıkıyla yaparak genç avukatların yaşadıkları sorunları ve çözüm önerilerini Baro Yönetimi’ ne ileteceklerine inandıklarını söyledi. Dilek ve temenni konuşmaları sonrasında Genç Avukatlar Meclisi Yürütme Kurulu’ nun 30 kişilik seçimi gerçekleştirildi. Seçim sonucunda Veli Beyaztaş, Anıl Acurman, Batuhan Kandemir, Sırma Bengüer, Ali Güney, Eda Ayın, Ayşe Gürkan, Hilal Ceren Hatipoğlu, Seda Akyol, Senay Güner, Tamer Ejderoğlu, Yasin Erdil, Görkem Bora Taner, Mehmet Emre Kalaycı, Ender Oğuz, Şerife Manay, Erhan Gökbayrak, Alev Diler, Mustafa Berk Uluç, Mehmet Çakır, Buket Polatoğlu, Eray Selim Şener, Öznur Fırat, Muhammed Yurtkulu, Mehmet Hayrullah Doğan, Huriye Banu Canayakın, Özhan Kurt, Hakan Üstün, Serkan Çağlar Işık ve Burak Şahin Yürütme Kurulu’ na seçildiler. Baromuz, baro keseneği borcu olmayan meslektaşlarımızı, primleri Baromuzca ödenmek üzere Ferdi Kaza Sigortası yaptırmıştır. Baro keseneği borcunu henüz ödememiş olan tüm meslektaşlarımız, aidat borçlarını ödedikleri takdirde ferdi kaza sigortası kapsamına dahil edileceklerdir. Baromuz ile MAPFRE GENEL SİGORTA A.Ş. arasında yapılan anlaşma gereğince, her meslektaşımız 20.000,00 TL kazaen ölüm, 20.000,00 TL kazaen kalıcı sakatlık ve 1.000,00 TL tedavi gideri teminatlarını kapsayan ferdi kaza sigortası kapsamına alınmıştır. MAPFRE GENEL SİGORTA A.Ş. tarafından yapılan Ferdi Kaza Sigorta poliçeleri, MAPFRE GENEL SİGORTA A.Ş. Bölge Yöneticisi F. Elif KOCAMAN tarafından Baro Başkanımız Av. M. Tamer SOLAKOĞLU’ na 02 Ocak 2012 tarihinde teslim edildi. Borçlar Hukuku - Kira Paneli Yapıldı Baromuz tarafından düzenlenen ve Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Emre GÖKYAYLA’ nın konuşmacı olarak katıldığı “BORÇLAR HUKUKU - KİRA” konulu panel 05 Ocak 2013 Cumartesi günü 13.00 - 18.00 saatleri arasında Gebze Ticaret Odası Konferans Salonu’ nda yapıldı. Sayın Hocamız Doç. Dr. Emre GÖKYAYLA Borçlar Kanunu’ nun kira bölümünde yapılan değişiklikler ile ilgili uygulamadan örnekler vererek meslektaşlarımızı bilgilendirdi. Çok sayıda meslektaşımız “BORÇLAR HUKUKU - KİRA” konulu paneli ilgiyle izledi. FAALİYETLER KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ 11 “ODTÜ’DE POLİS ŞİDDETİ” BASIN AÇIKLAMASI Geçtiğimiz günlerde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, ODTÜ Kampüsü içerisindeki TUBİTAK Binasına Göktürk Uydusunun fırlatılmasını izlemek üzere geldiği sırada, demokratik bir hak olan protesto hakkını kullanmak üzere üniversite kampüsünde toplanan öğrencilere karşı polisin gösterdiği tavır ve şiddet, demokratik hukuk devleti içerisinde kabul edilebilir bir önlem değildir. Olaylar sonrası, ODTÜ Rektörlüğü tarafından yapılan açıklamadan anlaşıldığı gibi, öğrencilerin protesto eylemi, “Şiddet içermeyen, başkalarının özgürlüğünü kısıtlamayan, eğitim ve araştırma faaliyetlerini engellemeyen ve çevreye zarar vermeyen” nitelikteyken, polisin Başbakan’a karşı öğrenciler tarafından protesto yapılacağı istihbaratı üzerine, kampüse 20 panzer, 8 Toplumsal mücadele aracı (TOMA), 110 otobüs, yaklaşık 3000 Çevik Kuvvet sevk etmesi ve öğrencilere yönelik “ orantısız güç “ kullanımı tüyler ürperticidir. Demokratik Hukuk Devletinde kişi hak ve özgürlükleri devlet tarafından öncelikle korunması gereken haklardandır. Protesto hakkı da, demokrasinin içinde gelişen, özgürlük ortamının bir parçasıdır. Olayların görüntüsünden de anlaşılmaktadır ki, üniversite öğrencileri herhangi bir eyleme geçmeden polis gazlı, sopalı, basınçlı su ile saldırıya geçmiştir. Bilim ve özgürlük yuvaları olarak her türlü görüşe, bilimsel gelişmeye, araştırmaya açık olması gereken üniversitelerimiz ODTÜ’de yaşanan bu olay sonucu gittikçe tırmanan protestolara sahne olmaktadır. Bu gelişme ülkemizin geleceği açısından son derece endişe vericidir. Ortamın daha da gerilmesine hizmet edecek uygulamaların devam ettiğini, ODTÜ olayları nedeniyle çok sayıda öğrencinin gözaltına alınmasıyla öğrenmiş bulunmaktayız. Bu uygulama ve yöntemler, ancak ve ancak demokrasi karşıtlarının ekmeğine yağ sürecektir. Bu nedenlerle, ülkemizi idare edenlerin bir an önce demokratik hukuk devleti içerisinde karşıt görüş ve fikirlere, şiddet içermeyen en ağır eleştirilere, tahammül gösterilecek hoşgörü ortamının yaratılması için gerekli tavır ve davranışları göstermeleri ve bu yönde uygulamalara derhal ve eksiksiz başlamalarını bekliyoruz. “ Demokrasi, Özgürlük ve Hukuk ” her zaman, herkese lazım olacak evrensel ilkelerdir. Bu temel ilkelerin hiç bir zaman, hiç kimse tarafından akıldan çıkarılmaması gereklidir. Stajyer Avukatlarımız İle Kahvaltı Yapıldı Baromuz tarafından stajyer avukatlarımızın tanışma ve kaynaşmaları amacıyla düzenlenen kahvaltı organizasyonu yapıldı. 05 Ocak 2012 Cumartesi günü saat: 09.30’da Kocaeli Borsa Restaurant’ ta yapılan kahvaltıya Baro Başkanımız Av. M. Tamer SOLAKOĞLU, Yönetim Kurulu Üyeleri Av. Mehmet AKGÜL, Av. Gülhanım KARA, Av. Çiğdem DEMİRCAN, Av. Kadir Caner KARAKADILAR, Av. Melek Salih FIRAT, Av. Alattin ÇAKMAK, Av. Nuri ALMAZ, Staj Eğitim Kurulu Üyeleri Av. Türkan KESKİN, Av. Nalan ÖRENGÜL ile stajyer avukatlarımız katıldılar. Kahvaltı organizasyonu stajyer avukatların, avukatlık mesleğinin sorunlarının ve güncel sorunların konuşulduğu bir ortamda gerçekleşti. 12 FAALİYETLER KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ TBB ile ABB Tarafından Düzenlenen “Hukuk Mesleğinin Geleceği Bölgesel Baro Liderleri” Forumu Yapıldı “Hukuk Muhakemeleri Kanunu” Semineri Yapıldı Türkiye Barolar Birliği ile Amerikan Barolar Birliği’nin ortaklaşa düzenledikleri “Hukuk Mesleğinin Geleceği - Bölgesel Baro Liderleri” Forumu Ankara’da Türkiye Barolar Birliği’nin Av.Özdemir Özok Kültür ve Kongre Merkezi’nde yapıldı. Siirt ve İstanbul Barosu Başkanları’nın hava muhalefeti nedeniyle katılamadıkları uluslararası nitelikteki toplantıya konuşmacı olarak, Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcıları Av.Berra Besler, Av.Talay Şenol, İspanya, İrlanda, Belçika, Libya, Tunus, İran Baro Başkan ve liderlerinin yanı sıra Ankara, İzmir, Mersin, Muğla, Zonguldak Baro Başkanları ile Baro Başkanımız Av. M. Tamer SOLAKOĞLU katıldılar. Amerikan Barolar Birliği Önceki Başkanı Av. Robert Grey ve Türkiye Barolar Birliği Başkanı Av. V.Ahsen Coşar’ ın yaptıkları açış konuşması ile başlayan etkinlikte Baro Başkanımız Av. M. Tamer SOLAKOĞLU “Adil Yargılanma Hakkının Sağlanmasında Baroların Rolü” konulu bölümde adalete erişim ve mahkeme önünde hak aramanın adil yargılamadaki etkileri konusunda görüş ve düşüncelerini aktardı. Baromuz tarafından düzenlenen ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Usul ve İcra İflas Hukuku Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdurrahim KARSLI ve Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Usul ve İcra İflas Hukuku Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Cem BUDAK’ ın konuşmacı olarak katıldığı “HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU” konulu seminer 19 Ocak 2013 Cumartesi günü 13.00 -18.00 saatleri arasında Gebze Ticaret Odası Konferans Salonu’ nda yapıldı. Seminerde sayın hocalarımız, HMK’ da yapılan değişiklikler ve değişiklikler sonrası uygulamada yaşanan sorunlar ile ilgili bilgi ve görüşlerini aktardılar. Meslektaşlarımız “HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU” konulu semineri ilgiyle izlediler. KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ FAALİYETLER 13 “MAŞUKİYE’DE AÇILMAK İSTENEN TAŞ OCAĞI” BASIN AÇIKLAMASI II 28 Kasım 2012 tarihinde yaptığımız basın açıklamasında, “ Yüksek Hızlı Tren ” hattının yapımı için Kartepe - Maşukiye Bölgesi’ nde açılmak istenen taş ocağının bir doğa tahribatına yol açacağına işaret etmiş ve taş ocağının açılmasından vazgeçilmesini talep etmiştik. O günden bugüne, taş ocağının açılmasından vazgeçilmediği gibi, konunun giderek siyasi bir çekişmeye ve inatlaşmaya dönüştüğünü üzülerek görmekteyiz. Belirtmek isteriz ki, “ Yüksek Hızlı Tren Projesi ” ülkemizin önemli projelerinden biridir ve gelişmişlik göstergesidir. Yine belirtmek isteriz ki, bu proje kentimiz doğasına ve su kaynaklarına geri dönülmez zararlar verilmeksizin gerçekleştirilebilir. Maşukiye Bölgesi’ nde açılmak istenen taş ocağı ile, sadece koruma altına alınması gereken 35 - 40 yıllık kestane ve ıhlamur ağaçlarına zarar verilmeyecek, aynı zamanda Doğu Marmara Bölgesi’ nin tek içme suyu kaynağı olan Sapanca Gölü’ nün de kirlenmesine yol açılacaktır. Çünkü ; Taş ocağının açılacağı alan, Sapanca Gölü’ nü besleyen beş dereden biri ve en büyüğü olan Yanık Deresi’ nin yanıdır. Bu alan, Sapanca Gölü Havzası olup, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Çevre Düzeni Planı’nda da “ uzak mesafeli su koruma alanı ” olarak belirlenmiştir. Koruma alanında, madencilik faaliyeti yapılamayacağı gibi, Su Kirliliği Kontrolü Yönet- meliği’ nin 20. maddesi gereği dinamit patlatma yöntemi de kullanılamaz. Taş ocağı açılması ve dinamit patlatılarak mıcır temin edildiği takdirde ne kadar önlem alınırsa alınsın, Yanık Deresi ve dolayısıyla Sapanca Gölü kirletilecektir. Hatta dinamit patlatılması sonucu yer yüzeyinde oluşabilecek kırılmalar sebebiyle dereyi besleyen su kaynağının yön değiştirmesi veya kaybolması bile söz konusu olabilecektir. Kocaeli Barosu olarak, Doğu Marmara Bölgesi’ nde yaşayan tüm yurttaşlarımızın, hatta gelecek nesillerimizin hakkının olduğu içme suyu kaynağını, hiç kimsenin hiçbir gerekçe ile kirletme hakkı olmadığı düşüncesiyle; İçme suyu kaynağının kirletilmesi göze alınarak, Maşukiye’ de taş ocağı açılması istek ve inadından vazgeçilmesini, bu konuda kentimizi yönetenler başta olmak üzere, tüm Kocaeli’ lerin kentimizin doğasına ve suyuna sahip çıkmasını beklediğimizi, yüksek hızlı tren hattının yapımı için gerekli olan aynı nitelikteki taşın, Körfez İlçesi’ nde bulunan taş ocaklarından temin edilebileceğini belirterek, taş ocağının açılmasına yönelik idari işlemler aleyhine, Avukatlık Kanunu’ nun 76. maddesinin Barolara verdiği insan haklarını korumak görev ve yetkisine dayanarak yasal mücadele başlatacağımızı, Kocaeli kamuoyunun bilgisine sunarız. 14 FAALİYETLER KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ UĞUR MUMCU’YU ANDIK 24 Ocak 1993’te aracına düzenlenen bombalı saldırı sonucu hayatını kaybeden hukukçu, gazeteci, yazar Uğur Mumcu, ölümünün 20’nci yılında sivil toplum kuruluşlarının katılımı ile gerçekleştirilen törenle anıldı Törene Kocaeli Baro Başkanı Sayın Av. M. Tamer Solakoğlu, Kocaeli Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Sayın Halit YILMAZ, KYÖD Başkanı Sayın Haşmet BELEN, ADD Başkanı Sayın Mustafa KÜPÇÜ, ÇYDD Başkanı Sayın Gülşen MÜSTECAPLIOĞLU, CHP İl Başkanı Sayın Yalçın KUŞKAN, CHP İzmit İlçe Başkanı Sayın Selman YILDIRIM, SES Başkanı Sayın Murat HARATA’ nın yanı sıra birçok vatandaş katıldı. Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın ardından tüm sivil toplum örgütlerinin ortak imzasının bulunduğu basın açıklamasını Kocaeli Baro Başkanı Sayın M. Tamer SOLAKOĞLU okudu. Ortak basın açıklamasını okuyan Baro Başkanı Sayın Av. M. Tamer Solakoğlu, “Uğur Mumcu’yu katledilişinin 20’nci yılında anarken, aramızdan ayrılışının acısını yüreklerimizde ilk günkü gibi hissediyoruz. Uğur Mumcu’nun yaşadığı dönemde yazdığı, araştırarak ortaya koyduğu gerçeklerden ders alınsaydı, bugün şikayet edilen karanlık yapılanmaların, hukuksuzlukların önüne geçilmiş olacaktı” dedi. Sayın Solakoğlu, “Uğur Mumcu cinayeti ülkemizin gazetecileri, hukukçuları ve aydınlarının öldürüldüğü ne ilk ne de son faili meçhul cinayettir. Hala failleri bulamadılar. Çünkü araştırmak kimsenin işine gelmiyor. Biz faili meçhul cinayetleri aydınlatmadan demokratik bir hukuk devleti olamayız. Toplumu aydınlatma, kardeşçe yaşama ve yaşatma şiarını sürekli yansıtan bir gazeteci olarak Uğur Mumcu’nun, bir demokrasi şehidi olarak tarihimizde altın harflerle yerini aldığı ülkemizde yaşayan herkes tarafından kabul edilmektedir” ifadelerini kullandı. Basın açıklamasının ardından anma törenine katılanlar, Uğur Mumcu Büstü’ne karanfil bıraktılar. FAALİYETLER KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ 15 6352 Sayılı Kanunla İcra İflas Kanununda Yapılan Değişiklikler Getirdikleri Götürdükleri Av. Zehra BOZKURT umhuriyet tarihinden günümüz son değişikliğine kadar İcra iflas Kanunu toplamda 22 kez değişikliğe uğramıştır. En son 6352 sayılı yasayla bir kısım değişiklikler yapılmış ve yasanın bazı maddeleri değiştirilmiş, kanun yeni haliyle 05.01.2013 tarihinden itibaren uygulanmaya başlanmıştır. Yapılan değişiklikler her ne kadar yürürlük tarihinden önce biliniyor da olsa, uygulamada alt yapı eksiklikleri ve getirilen değişikliklerin nasıl uygulamaya geçirileceği hususunda hemen her icra müdürlüğü ve bununla birlikte her ilde farklılıklar görülmektedir. Bu da yaşanan sıkıntıların yapılan düzenlemeden değil, yapılan değişikliğin uygulanmasından kaynaklandığı gerçeğini açığa çıkartmıştır. Elbette gerek uygulayan memurların gerekse de avukat meslektaşların söz konusu yasa ve uygulamaya yönelik genelgenin ayrıntılarına vakıf olmaması bu konuda çokça mağduriyetlere sebep olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Bu nedenle yapılan birkaç değişikliğe ve değişikliklerin dayandırıldığı düzenlemelere değinilmesi gerektiğini düşünüyorum. Öncelikli tartışma konusu; 05.01.2013 tarihi itibariyle artık icra dairelerinde yapılan bütün işlemlerden doğan harçların adalet bakanlığıyla anlaşmış olan Vakıfbank’a yapılması konusudur. Yapılacak işlemlerde kolay olacağı ve icra dairesinde kurulu POS cihazının Vakıfbank’a ait olması ve bu şekilde Vakıfbank’ın tekelleştirilmiş olması meslektaşlar arasında tartışma konusu olmuştur. Ancak başka bankalarla çalışılması halinde hesap işletim ve havale ücretlerinin kesileceği iddiasıyla ve genelge de açıkça Vakıfbank’tan hesap açılması gerektiği ve bir çok icra müdürlüğü tarafından bu durum diretildiği için bir nevi kesinlik kazanmıştır. Son düzenlemeler yürürlüğe girdi tarihten itibaren avukatların tam anlamıyla uyum sağlaması her ne kadar bekleniyor ve bu konuda hiçbir imtiyaz sağlanmıyorsa bile alt yapı göz önünde bulundurulduğu icra dairelerinin düzenlemeye hazır olmadığı açıktır. Öyle ki ; memurların eğitilmediği ve en önemlisi mevcut memur sayısının son düzenlemelerin getireceği iş yükünü kaldırmaya yeterli olmadığı, icra dairelerinde ki tarama cihazlarının aktif olarak kullanılmadığı, havale işlemlerinde aksamalar yaşandığı ve en önemlisi günlük yüklüce işlemlerin yapılması gerekli olan Vakıf Bankası’nın alt yapısının yeterli olmadığı.. Bankaya yapılan havale işlemlerinde doğan sıkıntılar dışındaki bir diğer en önemli husus icra dairelerinde avukatın bilgisayarlara dokunmamasından başlayan yer yer esnetilen ancak temelinde UYAP üzerinden hukuka aykırı işlemlerin yapılmasını engelleyici kısıtlamalar getiril- C mesi.. İcra İflas yasası icra takibine başlanılması için icra müdürlüğüne yalnızca bir takip talebiyle başvurmanın yeterli olduğunu düzenlemiştir. Yasaya göre geri kalan bütün işlemler memurlar tarafından yapılacaktır. Ancak son dönem düzenlemelerine kadar ki dönemde iş yükünün ağırlığı ve vatandaşın mağdur edilmemesi adına icra dairelerinde görevli memurlar tarafından yapması gereken bütün işlemler avukat ve avukat katipleri tarafından yapılagelmiştir. 6352 Sayılı yasa avukatın bilgisayara dokunmasını engellemiyor elbette ancak uygulamada yapılacak bütün işlemlerin artık sadece icra memurları vasıtasıyla yapılması adı altında avukatın icra müdürlüklerinden uzaklaştırılması söz konusu olmaya başlanmış ve bunun yansıması olarak bir kısım icra memurları tarafından icra müdürlüklerine setler çekilmiş ve saygı sınırlarını zorlayıcı tedbirler alınmaya başlanmıştır. Tedbirin alınış amacı vatandaşın hakkını korumak ve görevli olmayan kişiler tarafından yapılması mümkün olan hukuka aykırı işlemlerin kontrol edilmesinin imkansız olmasıdır. Ancak bu durum avukatı hukuka aykırı eylemlerin yegane sorumlusu ve bir nevi tehlike olarak görmeyi ve saygı sınırlarını zorlayıcı tedbirler almayı haklı göstermez kanaatindeyim. Bu ve bunun gibi sorunların; aynı yargı çevresindeki meslektaşlarımız tarafındangündeme getirilmesi ve çözüm önerileri geliştirilmesi adına bir toplantı düzenlenmiş ve aksaklıklar dile getirilmiştir. Ancak bu toplantıda en çok dikkatimi çeken husus ‘Avukatlar barkodun arkasına geçmek için ısrar etmemeli’ tabiri olmuştur. Zannetmiyorum ki; hiçbir meslektaşım herhangi bir icra dairesinin boğucu kalabalık ve tozlu ortamında üç metre yükseklikteki dolaplardan dosya indirmek istesin veya takip açıldıktan sonra numaratörle uğraşsın, ödeme emri hazırlasın yada postane sırasında uzun süreler bekleyerek tebligat göndermek için can atsın.. Elbette herkesin işini yapması en güzeli ve bu sağlandığı sürece kimsenin itirazı olacağını sanmıyorum ancak, gerekçesi ne olursa olsun bu gün yaşanılan ve avukatın önüne bir set çekip barkodun arkasına geçemezsin bilgisayara dokunursan hakkında tutanak tutulur şeklinde bir tabirin uygulanması ve buna rağmen konunun sadece barkodun hangi tarafında kalındığı boyutunda anlaşılması kelimenin tam manasıyla mesleğim, meslektaşım ve meslek örgütüm adına utanç vericidir kanaatindeyim.Özellikle tüm dünyada saygı ve hürmetle karşılanan mesleğimizin ülkemizde en yakın çalışma arkadaşlarımız tarafından ayaklar altına alınmasını ve bununun yine meslek örgütlerimiz tarafından mantık zeminine oturtulmaya çalışılmasını esefle karşılıyorum. Bütün bunlar göstermiştir ki yasanın isabetli olmasının çokta önemli olmadığı önemli olan uygulayanların yasayı nasıl algıladığıdır. Ve yargının en önemli unsurlarından biri olan savunmanın iş kendi hakkını savunmaya geldiğinde nedense acizleştiği ve atıl kaldığıdır. Gelinen noktada; son durum yeni açılan bir takibin ilk sorgusundan başkaca hiçbir sorgulamanın icra müdürlüğünde yapılamayacağı, sorguların avukatlar tarafından ofislerinde ve Uyap üzerinden yapılacağı, her türlü taleplerinin sistemden taratılarak gönderileceği gibi bir çok farklılık içeriyor. Düzenleme bir yönden her ne kadar yerinden takip edilebilirlik açısından sağlıklı olsa da, aynı sorgulama işlemini önce ofisinden sistem üzerinden yapıp, daha sonrada akıbetini sorgulamak ve yapıldığından emin olmak için icra müdürlüğünden bizzat denetlemek zorunda olan avukatların işi oldukça zor. Bir gün içerisinden sistem üzerinden gelen taleplerin hepsinin karşılanması kontrol edilmesi yerine atılması ve işleminin yapılması icra müdürlüğündeki memur sayısı göz önünde bulundurulduğunda imkansız. Buuygulama amaçlandığı gibi yargılamanın hızlanmasına yarar mı zaman gösterecek ancak öncelikli olarak avukata fazladan iş yüküne neden olacağı, sonrasında ve en önemlisi ekonomik olarak da külfet anlamına geleceği açık. Zira 2006 yılından bu yana kullanılmakta olan Uyap sistemi bir süredir avukat kullanımına da açılmış ve bir kısım icra işlemleri Uyap üzerinden ücretli olarak yapıla gelmiştir. Ancak işlem başı fiyatın fahiş olması nedeniyle Barolar Birliğinin girişimleri sonucu bu ücrette indirim sağlanmış ve sorgulama işlemleri 5TL’den 2 TL’ye indirilmiştir. Ancak bu bedelin dahi yüksek olduğu ve Barolar Birliğinin bu konuda daha kararlı ve kesin adımlar atması gerektiği düşünesindeyim. Çünkü sorgulamanın ücrete tabi olması önce avukata ve tabi ki vatandaşa yansımakta ve sonuç olarak parası olmayan vatandaşın hakkını arayamayacağı sorusunu akıllara getirmektedir. Bu durumun sosyal devlet kavramıyla ne kadar bağdaştığı ise başkaca ve büyük bir tartışmanın konusu olacaktır kuşkusuz. Yukarıda açıklana hususlar başlıca ve günlük en sık karşılaşılan ve tartışılan konular. Elbette yasa bütün bunlarla beraber birçok farklı yenilik daha getirmiş olmakla beraber yeniliklere alışılması ve düzenlemenin işlevsel hale gelmesi öncelikle zaman ve daha sonra da karşılıklı anlayışla olacaktır kanısındayım. Keza bu sıkıntılar yalnızca baromuzda değil birçok baro mensubu meslektaşlar tarafından da yaşanmış ve yapılan başvurular sonucu adalet bakanlığı tarafından görevlendirilen Bakanlık yetkilileri düzeyinde ve birçok farklı baro bazında çözüm önerileriyle gündemde ve çözülmeye çalışılmaktadır.Ancak görülmektedir ki yeterli kararlı adımlar atılmadığı ve zamana bırakıldığı sürece buna da alışılacaktır. 16 FAALİYETLER KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ Meslekte Rekabet Yasağı Av. Çağatay ALP S on yıllarda avukat sayılarındaki artış dikkate alındığında piyasa koşullarının da beraberinde rekabet unsurunu doğurduğunu söylemekten kaçınamayız. TBB verilerine göre, 31.12.2002 tarihi itibariyle avukat sayılarındaki toplam rakam; 46.552 iken 31.12.2011 tarihi itibariyle bu sayı 74.452’ ye ulaşmış bulunmaktadır. 2013 itibariyle ise mevcut rakamların artmış olduğu tartışmasızdır. Piyasada koşullarının bu kadar dalgalı, gelgitler içerisinde olduğu, vatandaşının devletle derdi, sorunu bitmeyen bizim ülkemiz için belki bu sayı az bile denilebilir. Peki bu sayı gerçekten de az ve yetersiz mi? Sokağa çıktığımızda kafamızı kaldırdığımızda bu sayının gerçekten de az olduğunu söylemenin mümkün olmadığını belirtmek isterim. Avukatların iş elde etmek için, reklam sayılabilecek her türlü teşebbüs ve harekette bulunmalarının yasaklandığı Avukatlık Kanunu’nun 55. maddesinin, yargının üçlü unsurunun hukuk felsefesince ki hukuk felsefesi Hukuk Fakültelerinde önem verilmeyen bir derstir ancak bu bambaşka bir konudur, en önemli ancak ülkemizde değer görmeyen savunmanın temsilcisi olduğumuzu her defasında söylediğimiz, kamu hizmeti olduğunun göz ardı edilmesinden her defasında yakındığımız biz avukatlar kamu görevinin niteliğine uygun hareket etmekte miyiz? Yasanın yönetmeliğe bıraktığı düzenleme esaslarına baktığımızda, reklam yasağı hakkında tabelaların boyutundan, renginden, şeklinden basılı evraklara, internet ortamına kadar varan detaylı düzenlemeleri barındırdığını görmekteyiz. Yönetmelik tabelanın 70x100 boyutunu geçemeyeceğini ancak birden fazla avukatın aynı büroda çalışması halinde, hukuk bürosunun söz konusu olması halinde, bu ölçünün 100x150 cm’ ye kadar artırılabileceğini belirtmekte, bu tabelanın tek olacağını ve en çok tabelada iki renk olabileceğini de belirtmektedir. Cadde üzerinde kafamızı kaldırdığımızda ölçüye istisnalar hariç kimsenin pek aldırış etmediğini görüyoruz, böyle tabelalara sahip avukatlık bürolarının ve avukatların sanırım tek bir gerekçesi var. O da tabelacı firmanın işgüzarlığı ya da bir tanıdığımın hediyesi olması sebebiyle inisiyatifim dışında gelişen bir konu olması denilebileceğini, savunulabileceğini düşünüyorum. Tabela içeriğine baktığımızda; avukatlık unvanı ile ad ve soyadın, aynı büroda birlikte çalışma halinde, avukatlardan birinin veya bir kaçının adı ve soyadı veya sadece soyadının tabelaya yazılabileceği yönetmelikte belirtilmesine rağmen biz avukatlar bürolarımıza, akla gelen her türlü hukuki terim vs. kullanılmaktadır. İnternet olayına gelince ise, bu konu başlı başına bir sorun, reklamın ağababası, uygulayıcı meslektaşlar için savunma yolu yok çünkü arama motorlarında ön sıralara gelebilmek için servis sağlayıcılara belir miktarda ödemeler yapmak gerekmekte. Arama çubuğuna, hukuk dalının adı ve şehir adını yazdığımızda arama motoru bize en iyi olduğunu iddia eden ceza, boşanma ve diğer dallarda çalışan meslektaşlarımızı göstermekte. Meslektaşların boş vakitlerini değerlendirdiği internette yer alan portallarda adını, şehrini, adresini sakınmaksızın veren, dolu dolu cevaplar ile soru soran vatandaş ya da meslektaşın sorularını cevaplayan meslektaşımın kendi reklamını en güzel şekilde yapıyor olması da teknolojinin bir cilvesi. Başta da belirttiğim gibi demek ülkemizde avukat sayısı fazla, bu fazlalık rekabeti ve dolayısıyla reklam ihtiyacını doğuruyor. Toplum olarak da gösterişe düşkün ve meraklı olduğumuz için de zengin gösterenden yana tercih yapılıyor. Yasayı, yönetmeliği bir kenara bıraktığımızda aslında burada reklam yasağına aykırı davranan meslektaş diğer meslektaşların, mesleğin etik değerlerine aykırı davranıyor. Reklam yasağı konusunda beni en çok düşündüren ise, mesleğe yeni başlayan meslektaşlarımın bu yasağı en çok ayaklar altına alması oluyor. Çok değil bundan en fazla 2 yıl öncesine kadar staj eğitim derslerinde rekabet ve reklam yasağı konusunda mesleki etik konusunda eğitim alan arkadaşlarımın bunları umursamadan billboard vari tabelalar kullanması oluyor. Tüm meslektaşlarım daha çok kazansın ancak bu kazançların reklamsız, toplumun gösteriş merakından kaynaklı zaaflarının kullanılarak kandırılması yoluyla yapılmaması dileğiyle. FAALİYETLER KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ 17 ANAYASA MAHKEMESİ KARARI IŞIĞINDA KADININ VELAYETİ ALTINDAKİ ÇOCUĞUNA KENDİ KIZLIK SOYADINI VEREBİLMESİ Av. Elvan BAĞ Ü lkemizde soyadı kullanma zorunluluğu 21 Haziran 1934 yılında kabul edilen ve 2 Temmuz 1934 yılında resmi gazetede yayımlanan 2525 Sayılı Soyadı Kanunu ile başlamıştır. O dönem kabul edilen bir çok kanun gibi söz konusu kanun da İsviçre ‘den alınmıştır. Kanun incelendiğinde tıpkı Medeni Kanunu’ muz gibi erkek iradesine üstünlük tanıyan ve kadını ikincil plana atan maddelerin varlığı dikkat çekmektedir. Bunlardan biri de kanunun 4. maddesinin 2. fıkrasıdır. İlgili maddede “ Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı alır. “ denilerek eşlerin boşanması halinde çocuğun velayeti annesinde olsa dahi babasının soyadını taşıyacağı belirtilmiştir. Siirt Asliye Hukuk Mahkemesi’nde eşinden boşanan ve çocuğunun velayeti kendisine verilen anne tarafından, çocuğa velayeten açılan davada anne, çocuğuna kendi kızlık soyadının verilmesini talep etmiştir. Yerel Mahkeme’ de Soyadı Kanunu’nun 4/2. maddesinin Anayasa’nın 10., 13 ve 41. maddelerine aykırı olduğu kanaatine vararak iptali için Anayasa Mahkemesi’ ne başvurmuştur. Anayasa’ nın 10. maddesinde; herkesin, dil, ırk, renk cinsiyet ..... ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğu, kadınların ve erkelerin eşit haklara sahip olduğu, devletin ise bu eşitliğin hayata geçmesini sağlamakla yükümlü olduğu belirtilmiştir. Yine 41. maddede “Aile Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.” denilerek kadın ve erkek arasındaki eşitliğe vurgu ya- pılmıştır. Anayasa Mahkemesi gerek Anayasa’ nın ilgili maddeleri gerekse de Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi, ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ nin kadın ve erkek eşitliğine vurgu yapan maddelerine dayanarak 2525 Sayılı Soyadı Kanunu’ nun 4. maddesinin ikinci fıkrasının “ Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı alır “biçimindeki cümlesini Anayasaya aykırı bularak 08/12/2011 tarihinde İPTALİ’ ne karar vermiştir. Karar oybirliğiyle verilmiş olup, 14/02/2012 tarihinde resmi gazetede yayımlanmıştır. KARARDAN HEMEN SONRA AÇILAN DAVALAR... Anayasa Mahkemesinin söz konusu kararı vermesinden kısa bir süre sonra Körfez Asliye Hukuk Mahkemesinde açmış olduğumuz davada, annesinin velayeti altında bulunan U.Ç’ nin gerek Yüksek Mahkeme kararı gerekse de Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi gereğinde annesi ile aynı soyadını taşımasının üstün menfaatine uygun olacağını belirterek Ç... olan soyadının annesinin kızlık soyadı olan G... ile değiştirilmesini talep ettik. Yerel Mahkeme 31/05/2012 tarihinde talebimiz doğrultusunda karar vererek davamızı kabul etti. Sonradan açılan birçok davada da Türkiye’nin farklı yerlerinde benzer kararlar verildi. Söz konusu dava Asliye Hukuk Mahkemesinde açılmakta olup, davacısı küçüğü velayeten anne, davalısı ise baba ve Nüfus Müdürlüğüdür. Her ne kadar görevli mahkeme olarak Asliye Hukuk Mahkemeleri görülmekteyse de davanın içeriğine bakıldığında Aile Mahkemelerinin görev alanına girer mi şüphesi de doğmaktadır. Zira 01/03/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından son fıkrasındaki “KOCA” kelimesi İPTAL edilen Medeni Kanunu’muzun 173. maddesinde, eşinden boşanan kadının eski eşinin soyadını kullanabilme talepli yada eski eşinin soyadını kullanan kadının, kendi kızlık soyadını kullanmaya izin talepli açtığı davada görevli mahkeme Aile Mahkemesidir. Aile Mahkemeleri, aile hukukunun söz konusu olduğu durumlarda görevli mahkemelerdir. Dava her ne kadar soyadının değiştirilmesi talepli olsa da temel olarak, aile kaynaklı bir davadır. Zira MK’nin 173. maddesinin temeli ile de nerdeyse aynıdır. Fakat 173. maddenin MK’ da, 4/2. maddenin 2525 sayılı kanunda düzenlendiği ve Aile Mahkemeleri’nin görev alanının daha çok Medeni Kanununun Aile Hukukuna ilişkin bölümünden kaynaklandığı düşünülürse görevli mahkemenin Asliye Hukuk Mahkemeleri olduğu görülecektir. En azından şu ana kadar söz konusu mahkemede açılan davalar için görevsizlik adına Yargıtay’ca verilen aksine bir karar mevcut değildir. 18 FAALİYETLER KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ Yaşam Hakkına Saygı Av. Mücella ELGİN 1 .7.2004 tarihinde yayınlanan 5199sayılı Hayvanları Koruma Kanunu ve 12.5.2006 tarihinde yayınlanan Çevre ve Orman Bakanlığının Yönetmeliği incelendiğinde yerel yönetimler yani belediyeler,sahipsiz hayvanları kayıt altına almak,kısırlaştırmak,aşılamak, rehabilite etmek ve aldığı hayvanları tekrar aldığı yerine bırakmak zorundadır. 5199 sayılı yasanın 4/a-maddesi;Bütün hayvanlar eşit doğar ve bu kanun hükümleri çerçevesinde yaşama hakkına sahiptir. 4/b-Evcil hayvanlar,türüne özgü hayat şartları içinde yaşama özgürlüğüne sahiptir. Sahipsiz hayvanlarında,sahipli hayvanlar gibi yaşamları desteklenmelidir. 4/c-Hayvanların korunması,gözetilmesi,bakım ve kötü muamelelerden uzak tutulması için gerekli önlemler alınmalıdır. 4/j-Yerel yönetimlerin gönüllü kuruluşlarla işbirliği içerisinde ,sahipsiz ve güçten düşmüş hayvanların korunması için hayvan bakımevleri ve hastaneler kurarak bakımlarının ve tedavilerinin sağlanmaları ve eğitim çalışmaları yapmaları esastır” denilmekte ise de,ilimizde Kocaeli Büyükşehir Belediyesinin ve Gebze belediyelerinin Rehabilitasyon merkezi bulunmakta olup,diğer yerel yönetimler yasanın kendilerine verdiği bu yükümlülüğü yerine getirmemişlerdir. Kaldı ki,mevcut rehabilitasyon merkezlerinde tedavi için gerekli laboratuar,röntgen cihazı vs. gibi donanımlar bulunmamaktadır.Ayrıca hasta nakil aracıda bulunmamaktadır. Bu yükümlülüklerini yerine getirmeyen belediyeler,” vatandaşın şikayeti var” diyerek anne köpekler yiyecek aramaya çıktıklarında yavruları alarak Kocaeli Büyükşehir Belediyesi geçici bakımevine götürmekte, burada annesinden koparılmış anne sütüne ihtiyacı olan 1-2 aylık bebekler toplu yaşamadan doğan viral virüs ve yeterli bakım yapılmamasından ve aşısız olmalarından dolayı ölmektedirler. Ayrıca yerel belediyelerce şikayet üzerine toplanan köpekler yerleşim alanlarından uzak yerlere ve ormanlara atılmakta açlıkla mücadele etmekte ve alındıkları yerlere dönmek isterlerken ne yazık ki yollarda ölmektedirler. 5199 sayılı yasanın 20/D maddesi “sahipsiz hayvanlar öncelikle kafes ve ağ ile yakalanır, bu yakalamanın mümkün olmadığı durumlarda yakalama sopasıyla da yapılabilir, uyuşturucu tüfek ile yakalama veteriner hekim kontrolü altında yapılabilir” demekte ise de, sokak hayvanlarını yakalanması, veteriner hekim kontrolü olmadan, temizlik işçileri tarafından uyuşturucu iğne atılarak yapılmakta ve birçok hayvan daha yakalama safhasında ne yazık ki hayatlarına kaybetmektedirler. Yasa ve yönetmeliğe aykırı olarak Kocaeli Büyükşehir Belediyesine ait Rehabilitasyon Merkezi’ nde gönüllülerin hayvanları görmeleri ve onlara bakmaları yasaklanmıştır. Bu durumdan acilen geri dönülmesi gerekmektedir. Biz yüzyıllardan beri sokaktaki hayvanları ile birlikte yaşayan bir ulusuz. Uzun yıllardan bu yana ülkemiz sokaklarında kedi, köpek gibi evcil hayvanlar yaşamakta olup, bunların toplanarak barınaklara tıkılması, toplu yaşamaktan kaynaklanan viral hastalıklardan ölmelerine sebep olacaktır. Ayrıca doğal denge bozularak zararlı haşaratların artması ile insan sağlığına son derece zararlı durumlar oluşacaktır. 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’ nda yapılacak değişiklikleri kapsayan yasa tasarısı sahipli sahipsiz bütün hayvanları felaketin eşiğine getirmiştir. Mevcut yasanın 6. maddesinde “aşıla, kısırlaştır, aldığın yere bırak” maddesinin muhafaza edilmesi gereğine inanmaktayız. Hayvanları sokağında bakanlara destek verilmeli, idari kurumlarca bu kişilere yapılan psikolojik ve idari baskılara son verilmelidir. Bilinmesi gereken gerçek şudur ki TÜM CANLILARIN YAŞAM HAKLARINA SAYGI DUYULMASI GEREKMEKTEDİR. HİÇBİR CANLININ YAŞAM HAKKI ELİNDEN ALINAMAZ ve TARTIŞILAMAZ. “Bir toplumun büyüklüğünü ve gelişmişliğini anlamak için hayvanlara nasıl muamele ettiğine bakmak yeterlidir.” Mahatma Gandhi FAALİYETLER KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ 19 AVUKAT HAKLARI MERKEZİ Kocaeli Barosu Avukat Hakları Merkezi ocaeli Barosu bünyesinde 04.03.2010 tarihinden itibaren faaliyet gösteren Mesleki Sorunlar Ve Avukat Hakları Komisyonu Baro Yönetim Kurulu’nun 14.03.2012 tarihli kararı ile Avukat Hakları Merkezi’ ne dönüştürülmüştür. Avukat Hakları Merkezi; meslektaşlarımızın mesleklerini icra ederken ve meslekleri dolayısıyla yaşadıkları problemlerin çözümünde meslektaşlarımıza destek olmak, gerektiğinde müdahale ederek mesleğimizin saygınlığını arttırmak, hukukun üstünlüğünü, savunmanın ve yargının bağımsızlığını ilke edinerek, ulusal ve uluslar arası hukuk çerçevesinde avukat haklarının tanınması, uygulanması, geliştirilmesi ile mesleki sorunların tespiti ve çözümlenmesi konusunda uygulamaya yönelik araştırmalar ve çalışmalar yapmayı amaçlamaktadır. Mesleki Sorunlar Ve Avukat Hakları Komisyonu olarak faaliyetine başlayan Avukat Hakları Merkezi birçok alanda çalışmalar yürütmüş olup günümüze kadar yapılan çalışmaların özeti aşağıdaki gibidir: • Baromuz bünyesinde bulunan meslektaşlarımızın mesleklerini icra ederken karşılaştıkları sorunların tespiti ve çözüm yollarının belirlenmesine yönelik merkez üyeleri tarafından bir anket çalışması hazırlanmış ve meslektaşlarımızın katılımı ile bu çalışma tamamlanmıştır. Anket çalışması sonucu elde edilen verilerin meslektaşlarımız ile paylaşımı için Baro bülteninde yayınlamıştır. • Kanunlar tarafından avukatlara tanınmış olan hak ve yetkileri kullanan ve avukatlık mesleği üzerinden hukuka aykırı para kazanan, hukuki bilgiden yoksun bir şekilde iş takipçiliği yaparak birçok insanın hak kaybına uğramasına neden olan kişilerin faaliyet alanını ortadan kaldırmak için merkez üyeleri tarafından bir çalışma başlatılmış ve bu kapsamda ilçe temsilcileri ile de bağlantıya geçilmiştir. Bu hususta cezai soruşturma yapılabilmesi için delil toplama, vb. konularla ilgili Baro başkanlığına yazılı raporlar ibraz edilerek yardımcı olunmaya çalışılmıştır. Komisyonumuz tarafından tespit olunan deliller de nazara alınarak avukatın münhasır yetkilerine tecavüz ettiği tespit K • • • • • • edilen kişi ve kuruluşların bir kısmı hakkında Kocaeli Barosu tarafından Cumhuriyet Savcılıklarına suç duyurularında bulunulmuş ve yine bu kişilerin bazılarının idari para cezası alması sağlanmıştır. Bu hususta yapılan çalışmalar devam etmekte olup, avukat haklarının, münhasır yetkilerinin zedelenmesinin ve vatandaşların hak kayıplarının önüne geçilmesi hedeflenmektedir. Yukarıda belirtilen hususlara ek olarak avukata münhasır işleri yapmakta olan kuruluşlar ( hasar tespit merkezi vb.) hakkında cezai soruşturmanın başlatılabilmesi için delil toplama çalışması merkez üyeleri tarafından yürütülmüştür. Vatandaşların hak kaybına uğramasının önüne geçilmesi yönünde il ve ilçe adliyelere, bazı kurum ve kuruluşlara asılacak bilgilendirici afiş hazırlanması yönünde merkez üyeleri tarafından bir çalışma yürütülmüş ve hazırlanan afişler amaçlandığı gibi adliyeler, kurum ve kuruluşlarda yayınlanmıştır. Cezaevi girişlerinde avukat olarak meslektaşlarımızın yaşamakta olduğu arama problemleri ile müvekkil ile savunmaya ilişkin olarak paylaşılan belgelerin verilmesinde çıkarılan sorunlara yönelik panel düzenlenmiştir. Meslektaşlarımızın mesleklerini icra ederken mesleklerini icra ederken yaşadıkları problemlerde Avukat Hakları Merkezi olarak münferit olaylarda anında müdahale edilerek mesleki dayanışma sağlanmış ve çözüme ilişkin etkin rol üstlenilmiştir. Kocaeli Barosu Yönetim Kurulu tarafından komisyonumuza/ merkezimize havale edilen, meslektaşlarımızın anında müdahale gerektirmeyen fakat dilekçe ile baroya başvuru yaparak dile getirdikleri sorunlarla da ilgilenilmiş, gerektiğinde meslektaşlarla görüşme yapılarak destek sağlanmıştır. Özellikle başka Baro’lara kayıtlı meslektaşlarımızın Kocaali’de yaşadıkları sorunlar bakımından, dava incelemesi ve sair araştırmalar yapılarak, rapor halinde Kocaeli Barosu Yönetim Kurulu’na sunulmuştur. Arabuluculuk Kanun Tasarısı’nın yasalaşmasından önce tasarı, komisyon üyelerimizce incelenmiş; Kanun tasarısında arabulucuların hukuk fakültesi mezunu olması şartının öngörülmemiş olması başta olmak üzere eksiklikler tespit edilmiş ve hazırlanan rapor Kocaeli Barosu Yönetim Kuruluna sunulmuştur. • Avukatların yeşil pasaport hakkına sahip olabilmesi için yasal düzenlemeler ve başta Ankara Barosu olmak üzere diğer Barolar tarafından yapılan çalışmalar araştırılmış ve bu Barolar ile iletişime geçilmiştir. • Avukatlık Kanunu Tasarısı hakkında tartışmalar yapılarak tasarıda görülen eksiklikler bakımından yapılabilecekler hususunda planlama yapılmasına karar verilmiş ve çalışma başlatılmıştır. • Meslektaşlarımız (262) 322 36 36 telefon ve 0 533 741 55 77 GSM numarası ile Avukat Hakları Merkezi’ ne ulaşabilirler. Merkez’in meslektaşlara tanıtılması ve etkinliğinin artırılması için çalışmalarımız devam etmekte olup işbu yazının hazırlandığı şu günlerde tanıtım broşürlerimizin Kocaeli Barosu Başkanlığı ile koordinasyon içerisinde dağıtımı sağlanmaktadır. Meslektaşlarımızın savunmayı temsil işlevini yerine getirebilmesi için sahip olması gereken haklara ulaşması, bu hakların kullanılmasının önlenmesi yahut zorlaştırılması, mesleğin saygınlığını ve onurunu zedeleyecek tutum ve davranışlarla karşılaşmasının günümüzde münferit olaylardan sayılmayacak bir hal aldığı da göz önüne alındığında mesleki dayanışmanın önemi şüphe götürmez bir gerçektir. Mesleki dayanışmanın sağlanabilmesi ve amaca hizmet edilebilmesi için Avukat Hakları Merkezi bünyesinde çalışacak gönüllü meslektaşlara da ihtiyaç duyulmaktadır. Bu nedenle gönüllü olan meslektaşlarımızın Kocaeli Barosu Avukat Hakları Merkezi ne başvurarak bu mesleki dayanışmaya katkıda bulunmasını arzu ediyoruz. Unutmayalım; yanında olduğumuz her meslektaşımız, yanımızda olacak bir meslek camiası demektir. Mesleğimizin ve mesleki hayatımızın kalitesi, saygınlığı, huzuru, birlik ve beraberliği için kurulan Avukat Hakları Komisyonu da bu sebeple Avukat Hakları Merkezi haline getirilmiş olup meslektaşlarımızın katılımıyla da gün geçtikçe etkinliğini artıracaktır. 20 FAALİYETLER Av. Yusuf ALTINTAŞ LİNCOLN Yönetmen: Steven Spielberg Oyuncular: Daniel Day Lewis Tommy Lee Sones Sally Field Amerikanın en sevilen başkanının iç savaş döneminde,meclis içinde verdiği mücadeleyi anlatan film,Abraham Lincoln’ın hayatının son dönemini anlatıyor.Lincoln rolüyle son derece başarılı bir performans sergileyen Lawis Lincol’ne olan benzerliği de seyirciyi hayretler içinde bırakıyor. ANNA KARENİNA Yönetmen: Joe Wright Oyuncular: Keria Knightley Jude Law KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ Sinema Rehberi AŞK-AMAUR Yönetmen: Mishael Haneke Oyuncular: Emmenuelle Riva Jean Louis Trintignant Hanekenin altın palmiye ödüllü ve şu ana dek Amerika da verilen tüm yabancı film ödüllerini toplamış filmi. Filmin ele aldığı yaşlılık sorunları ile Aşk görülmeye değer bir film. Modern yaşamın fobisi haline gelen yaşlılık acı bir gerçeği de gözler önüne seriyor. OPERASYON ARGO Yönetmen: Ben Affleck Oyuncular: Ben Affleck Bryan Cranston Anna Karenina yenilikçi bir edebiyat uyarlaması.Yönetmen Joe Wright , Tolsyoy un ölümsüz eserini danstan ve tiyatrodan ilham alan bir yaklaşımla perdeye aktarmış. Gerçek bir olaydan yola çıkıyor.4 Kasım 1979 da militanlar Tahrandaki ABD büyükelçiliğine hücum eder. 52 Amerikalıyı rehin alır.6 rehin kaçarak Kanada büyükelçiliğinin evine sığınmayı başarır.Olaya müdahale Cin nin onları güvenli bir şekilde ülkeden çıkartması anlatılır.İran çekimleri İstanbul da yapıldı. Pİ NİN YAŞAMI (LİFE OF Pİ) UÇUŞ (FİGHT) Kanadalı yazar Yann Martel in 2001 yılında yayımlanan edebiyat ödüllerini kazanan aynı adlı romanından uyarlanan film yılın en merakla beklenen filmi.Gemi kazasının ardından bir Bengal kaplanıyla büyük okyanusta 227 gün boyunca hayta kalma mücadelesi veren genç Pi nin öyküsü.Spritüel bir dünyaya esrarlı bir yolculuk. Whip Whitaker (Danzel Washington) tecrübeli bir pilottur.Bir uçuş sırasında ciddi bir problem ortaya çıkar ve Whitaker uçağı yere çakılmaktan kurtararak indirmeyi başarır.Onun sayesinde yolcuların büyük bölümü sağ olarak kurtulur.Whitaker ulusal kahraman ilan edilir.Ancak zamanla ayrıntılar ortaya çıktıkça Whitaker ında kim olduğu,nasıl hata yapıldığı ve uçakta aslında neler olduğu gün yüzüne çıkar. Yönetmen: Ang Lee Oyuncular: Richard Parker Suraj Sharma DÜŞLER DİYARI (BEASTS OF TEH SOUTHERN WİLD) Yönetmen: Bent Zeitlin Oyuncular: Quvenzhane Wallis Dwight Henry Film , altı yaşındaki küçük zenci kız Hush puppy nin gözünden hikaye anlatılıyor.ABD nin en yoksul ,haşin iklimli,üstelik hep büyü ve sihirle ilişkilendirilmiş yöresi olan Lousiana çevresindeki bir avuç insanın sefil hayatını anlatmaktadır. Küçük oyuncu Quvenzhane Wallis harika oyunu görülmeyi hak ediyor. Yönetmen: Robert Zemeckis Oyuncular: Danzel Washington John Goodman BULUT ATLASI (CLOUD ATLAS) Yönetmen: Quentin Tarantino Oyuncular: Leonardo Dicaprio - Samuel L.Jackson Tarantino nun kariyerinin ilk westerni.Siyah ödül avcısı Django nun kendisini özgürlüğe kavuşturan dişçiyle birlikte karısını kurtarmak için acımasız bir plantasyon sahibine karşı girdikleri mücadeleyi anlatıyor. YASAK AŞK (A ROYAL AFFAİR) Danimarka,İsveç,Norveç,Finlandiya ortak yapımı Oyuncular: Mads Mikkelsen Alicia Vikander Berlin film festivalinde en iyi senaryo en iyi erkek oyuncu ödülünü kazanmış bir film.Danimarka tarihine ait mutlaka görülmesi gereken bir film.