sayi 34 k - Sağlik Ve insan Dergisi

Transkript

sayi 34 k - Sağlik Ve insan Dergisi
YAYIN DANIŞMA KURULUMUZ
Prof. Dr. Ahmet Oğul ARAMAN
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Ahmet SERPER
Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Ali İhsan DOKUCU Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi ve Çocuk
Ürolojisi Klinik Başkanı
Bülent AKARCALI
Eski Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanı Eski Turizm Bakanı
Prof. Dr. Bülent ZÜLFIKAR
İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Pediatrik HematolojiOnkoloji Bilim Dalı Başkanı / Türkiye Hemofili Derneği Başkanı
Prof. Dr. Cevdet ERDÖL
Ankara Milletvekili
Esra KAZANCIBAŞI ÖZTEKİN
Sağlık Editörü / Yazar / Yayıncı
Prof. Dr. Hasan Fevzi BATIREL
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Haydar SUR
Biruni Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. İskender PALA
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi
Prof. Dr. Metin DOĞAN
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. M. İhsan KARAMAN
Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı
Prof. Dr. Murat TUNCER
Hacettepe Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Mustafa SOLAK
Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR
TBBM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşleri Komisyonu Başkanı Adana
Milletvekili
Prof. Dr. Nesrin DİLBAZ
Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi
Osman GÜZELGÖZ
Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü
Öznur ÇALIK
TBMM Nüfus ve Kalkınma Grubu Başkanı Malatya Milletvekili
Prof. Dr. Sabahattin AYDIN
Medipol Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Başhekimi,
Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) Başkanı
Prof. Dr. Tuncay DELİBAŞI
Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şefi
Prof. Dr. Uğur DİLMEN
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Yunus SÖYLET
İstanbul Üniversitesi Rektörü Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Üyesi
Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği Başkanı
EDİTÖRDEN
Sağlıklı Bireyler
ve Sağlıklı Bir Gelecek İçin…
Sağlık Bakanlığı, sağlıkta hizmet sunum kalitesini artırma, koruyucu
sağlık hizmetleri gibi toplumun ve gelecek nesillerin sağlığını ön planda
tutan plan ve projeleri başarıyla sürdürüyor. Bakanlığın sağlıklı yaşamı
desteklemek için yürüttüğü bu çalışmalar 2011 yılında Sağlık Bakanlığı ve
bağlı teşkilatların yeniden yapılandırılması ile kurulan Türkiye Halk Sağlığı
Kurumu tarafından yönetiliyor.
İnsan merkezli yaklaşımla, birey ve toplum sağlığını korumak ve
geliştirmek, sağlık için risk oluşturan faktörlerle mücadele etmek, halkın
yaşam kalitesini yükseltmek ve halk sağlığını tehdit eden konularda gerekli
önlemlerin alınması misyonuyla kurulan Türkiye Halk Sağlığı Kurumu bu
misyonuna uygun program ve projeler geliştiriyor.
Ekim sayımızın kapak konusunu, daire başkanlıkları, başkan yardımcılıkları
ve diğer birimleriyle sayfalarımızda sık sık yer verdiğimiz, sağlık alanında
önemli hizmetlere imza atan Türkiye Halk Sağlığı Kurumuna ve “halk
sağlığına” ayırdık.
Göreve geldiği günden bu yana halk sağlığına yönelik çalışmaları ve pozitif
duruşu ile dikkat çeken, kendisi de bir halk sağlığı profesörü olan Sağlık
Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı Prof. Dr. Seçil Özkan’ın
röportajını, Kurumun yapısını ve yürüttüğü projeleri, halk sağlığına dair
önemli bilgiler içeren yazı ve makaleleri kapak dosyamızda bulabileceksiniz.
“Sağlığımız için” bölümümüzde yer alan sağlık bilincimizi artıracak yazılar,
Sağlık Bakanlığı ve sağlık sektöründen haberler, Hocalarımızın katkı
sağladığı gezi ve film çalışmalarıyla hazırladığımız Ekim sayımızı ilgiyle
okuyacağınızı düşünüyoruz.
Esra Öz de Bizimle
Sağlık iletişiminin önemli isimlerinden Esra Öz’ün de katılmasıyla Sağlık ve
İnsan Dergisi ailemiz büyümeye devam ediyor. Sağlık sektöründen renkli
haber çalışmaları, röportaj ve yazılarla aramızda olacak Yayın Editörümüz
Esra Öz’e hoş geldiniz diyoruz.
Sevgi ve saygılarımızla…
AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ
Yıl: 3 Sayı: 34 • EKİM 2014 ®ISSN: 2146-829X ÜCRETSİZDİR.
EsasMedya Ltd. Şti. adına
/saglikinsandrg
Ayşe Aydın
/saglikveinsandergisi
www.saglikveinsandergisi.com
www.saglikveinsandergisi.com
[email protected]
Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: M. Suat GÜZELGÖZ Genel Yayın Koordinatörü: Ayşe AYDIN Yayın Editörü: Esra ÖZ Hukuk Danışmanı:
Av. Bekir EREN Kurumsal İletişim ve Reklam: Ensar ÜSTÜN Görsel Yönetmen Mustafa HORUŞ Grafik Tasarım: EsasMedya Tasarım
Yayın İdare Merkezi: Aşağı Öveçler 1328. Sokak 15/3 Çankaya / Ankara Tel : 0312 472 44 63 Faks: 0312 472 44 83
Yayın Türü: Yaygın Süreli Basım Yeri: İmaj İç ve Dış Ticaret A.Ş. Macun Mah. 3. cad. No: 2 (A Girişi) İstanbul Yolu 6. km. Yenimahalle /
ANKARA Tel : 0312 397 91 40 Basım Tarihi: Ekim 2014, ANKARA
Kaynak gösterilmeden yazılar iktibas edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir.
Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir. Yayınlanan reklamların hukuki sorumluluğu reklamverenlere aittir.
04
“Günde 2 Kez 2 Dakika”
06
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı
16 PROF. DR. SEÇİL ÖZKAN
44
Zayıflama ve Beslenmeye
Yeni Bir Bakış Açısı
Türkiye’de “Çocuk ve Ergen Sağlığı”
Çalışmaları
24
Kanserden Korunmada
Doğrular/Yanlışlar
68
Akdenizin Tanrıçası: KIBRIS
76
Ankara Üniversitesi
haber
“GÜNDE 2 KEZ 2 DAKİKA”
Sağlık Bakanlığı, topluma ağız ve diş sağlığı bilinci kazandırmak için kolları sıvadı. Sağlık Bakanı
Dr. Mehmet Müezzinoğlu, ‘Günde 2 kez 2 dakika’ sloganıyla başlatılan kampanya kapsamında
ilköğretim öğrencilerine, içinde fırça ve macun bulunan ağız ve diş sağlığı seti dağıttı.
Sağlık Bakanlığı, ağız ve diş sağlığı
seferberliği başlattı. Topluma diş sağlığı bilinci kazandırmak için başlatılan kampanya kapsamında ilk olarak
5 milyon 650 bin öğrenciye diş fırçası
ve diş macununu dağıtılacak.
Kampanya “Günde 2 kez 2 dakika”
sloganıyla Başkent Ankara’dan başlatıldı. Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu Batıkent Refika Aksoy İlköğretim Okulu öğrencilerine içinde diş
fırçası ve diş macunu bulunan ağız ve
diş sağlığı seti dağıttı.
TBMM Sağlık Komisyonu Başkanı
Prof. Dr. Necdet Ünüvar›ın da katıldığı dağıtım töreninde minik öğrencilerle tek tek ilgilenen Sağlık Bakanı
Dr. Mehmet Müezzinoğlu, öğrencilerden sağlıklı beslenmelerini, dişlerini günde en az iki kez fırçalamalarını
ve anne-babalarını da uyarmalarını
istedi.
Bakan Müezzinoğlu konuşmasını
şöyle sürdürdü: “Ne yazık ki sağlıklı
bir yaşamın kültüründe bilinç düze4
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
yimizde sıkıntılar var. Bunlardan biri
ağız ve diş sağlığı özellikle aile düzeyinde toplumumuzun yüzde 50’sinden fazlasında diş fırçalama ve ağız
diş sağlığına dikkat etmekte sorun
var. Hanelerimizin yüzde 50’sinden
fazlasına diş fırçası ve diş macunu
girmemiş durumda. Bunu bir kültüre
dönüştürme sorumluluğumuz var. O
nedenle bu yıl bakanlık olarak 8 milyon diş fırçası ve diş macunu dağıtım
programını başlattık. İnşallah seneye
bunu 10 milyonlu rakamlara çıkartacağız.”
“Günde 2 Defa En Az 2 Dakika”
Koruyucu sağlık hizmetlerinin önemine vurgu yapan Bakan Müezzinoğlu şunları kaydetti: “Sağlıklı bir
beslenmeyi, hareketli yaşamı önemsiyoruz. Ağız diş sağlığında da sağlıklı çürümemiş ve çekilmemiş dişleri
önemsiyoruz. 2013 yılında ağız ve diş
sağlığı polikliniklerimize başvuran
hasta sayısı 23 milyondan fazla. 0-18
yaş arası hasta sayımız 5 milyonun
üzerinde. Biz 0-18 yaş grubundaki
tüm çocuklarımızı, ağız ve diş sağlığını kontrol eden, hastalanmadan
takiplerini yaptıracak bilince ulaştırmak istiyoruz. Başlatılan bu kampanyanın temel amacı da budur. 2002
yılında bin 475 olan ünite sayımızı
7 bin 500’lere çıkardık. Burada arzu
ettiğimiz olabildiğince erken yakalamak ve olabildiğince sağlıklı ağızlar, sağlıklı dişler, sağlıklı beslenme
ile geleceğimizi çok daha sağlıklı bir
şekilde planlayabilmek. Gençler, anne-baba ve ailelerinize bugün Sağlık
Bakanı, okul müdürü ve sınıf öğretmenimiz bize şu cümleyi söyledi diye
mutlaka ifade edin “günde 2 defa en
az 2 dakika.”
Diş sağlığı seti dağıtım töreninde
uzman diş hekimi tarafından öğrencilere, uygulamalı olarak doğru diş
fırçalama eğitimi verildi. Tören sonrasında, 81 ilde öğrencilere uygulamalı
eğitim verilecek olan ağız ve diş sağlığı gezici tarama tırları da yola çıktı.
ŞiRKETiNiZ iÇiN
BAŞARI REÇETESi
AVEA TEKNOLOJiSi
Acıbadem Mobil Sağlık’ın, kronik hastaları evden takip etmek için Avea teknolojisiyle sunduğu Teletıp hizmetiyle hastalar
evlerinde yaptıkları tansiyon ve şeker ölçüm sonuçlarını anında Medikal Çağrı Merkezi ve sağlık uzmanlarıyla paylaşabiliyor.
Avea, sunduğu çözümlerle işletmelerin hayatını değiştirmeye devam ediyor.
kapakkonusu
TÜRKİYE’DE “ÇOCUK VE ERGEN
SAĞLIĞI” ÇALIŞMALARI
Sağlık Bakanlığı
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu
Çocuk ve Ergen Sağlığı Daire Başkanlığı
Çocuklar, bir ülkenin geleceği ve
umudu olmalarının yanı sıra, toplumun en kırılgan grubunu da oluşturmaktadırlar. Bu nedenle en iyi
koşullarda dünyaya gelmelerinin
sağlanması, büyümeleri ve gelişmeleri için en uygun ortamın hazırlanması, geleceğe dönük fiziksel, ruhsal
ve zihinsel donanımlarının en üst
düzeyde oluşturulması ülkenin geleceği açısından yaşamsal önem taşımaktadır. Bu görevler, ayrıca anayasa
ve yasalarla da ilgili kişi ve kurumlara
yüklenmiştir.
Günümüzde çocuk sağlığına yönelik
programların temel hedefi artık yalnızca yaşatma olmaktan çıkıp, sağlık
sorunlarının yarattığı diğer olumsuzlukları önlemek ve gidermek olmaktadır. Bu amaçla sağlık hizmet sunumuna eskiye oranla daha farklı bir
bakışla ve kapsamlı olarak yaklaşmak
gerekmektedir.
6
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
İnsana yapılan yatırımın geri dönüşü
ile ilgili yaptığı hesaplamalarda, en
yüksek getirili yatırımın, erken yıllardaki beyin gelişimine yapılan yatırım
olduğu gösterilmiştir. Biyolojik, psikososyal ve gelişimsel problemlerin
tanı, tedavi ve rehabilitasyonuna yönelik önemli hizmetler sunan, okul
öncesinde her çocuğu izleyen tek
sistem, sağlık sistemidir. Türkiye Halk
Sağlığı Kurumunun Çocuk ve Ergen
Sağlığı alanında misyonu; yeni bilgi
ve teknolojileri deneyimlerle birleştirerek bebek, çocuk ve gençlerin sağlığını korumak, geliştirmek, engelliliği önlemektir.
Bu çerçevede kurulan Çocuk ve Ergen
Sağlığı Daire Başkanlığının görevleri:
çocuk ve ergen sağlığının korunması
ve geliştirilmesi için gerekli stratejileri belirlemek, çocuk ve ergen sağlığı
hizmetlerinin yurt genelinde tüm
kurum ve kuruluşlarda standart, etkili ve sürekli bir şekilde yürütülmesini sağlamak, çocuk ve ergen sağlığı
konularında sağlık çalışanları ve halk
için eğitim, lojistik ve hizmet ihtiyaçlarını belirlemek, dünyada ve ülkedeki gelişmeleri izlemek, yeni yaklaşım
ve bilgilerin hizmet yönetimi ve uy-
gulamalara entegrasyonunu sağlamaktır.
Bu amaçla çeşitli programlar yürütülmektedir. Yürütülen programlar
içerisinde; çocuklarda olabilecek
sağlık sorunlarını erken tanıyarak bir
an önce tedavi ve rehabilitasyonunu sağlayarak yaşamlarını bu sağlık
sorunu yüzünden zarar görmeden
ya da en az zarar görecek biçimde
sürdürmelerini amaçlayan tarama
programları, çocuklarımızın bütün
potansiyellerine erişebilmelerini için
onları destekleyen ve uzun erimli
olarak daha az sağlık sorunu yaşamalarını amaçlayan beslenme programları çok önemli bir yer tutmaktadır.
Ayrıca çocuk izlemi, birinci basamak
çocuk sağlığı ve hastalıkları hizmetlerinin temelini oluşturmaktadır. Tüm
çocukların büyüme ve gelişmelerinin
izlendiği, sağlıklı olup olmadığının
değerlendirildiği, aşı ve sağlık eğitimi
gibi koruyucu hekimlik uygulamalarının sunulduğu bir sağlık hizmetidir.
Hekimler, çocuk sağlığı hizmetlerinin
köşe taşını oluşturan ön bilgilendirme ve koruyucu hekimlik uygulama
olanağını en çok rutin sağlam çocuk
kontrolleri sırasında bulurlar. Bu hiz-
metten yararlanmak her çocuğun en
doğal hakkıdır. Sağlam çocuk izleminde amaç; sağlıklılığı sürdürmek,
bebek ve çocuk ölümlerini, hastalık,
sakatlıkları azaltmak ve önlemektir.
Daha geniş anlamda, sağlığın geliştirilmesi ve desteklenmesini sağlamaktır.
Yürütülen çocukluk çağı tarama
programları aşağıda yer almaktadır:
Ulusal Yenidoğan Tarama Programı:
Yenidoğan Tarama Programı ile tüm
yenidoğanların Konjenital Hipotiroidi, Fenilketonüri ve Biyotinidaz Eksikliği yönünden taranması, oluşacak
zekâ geriliği, beyin hasarları ve geri
dönüşümsüz zararların engellenerek,
topluma getirdiği ekonomik yükün
önlenmesi, akraba evliliklerinin azaltılması konusunda toplum bilincinin
artırılması, tanı konan bebeklerde
bu hastalıklar nedeniyle oluşacak rahatsızlıkları önlemek amacıyla uygun
tedavi başlanması ve böylece belli bir
zekâ seviyesine ulaşmalarının sağlanması amaçlanmaktadır. 1994 yılından beri yürütülmekte olan fenilketonüri taramasına, 2006 yılı sonunda
“Konjenital Hipotiroidi”, 2008 Aralık
ayında da Biotidinaz Eksikliği ilave
edilmiştir. 2014 yılında Kistik Fibrozisin tarama paneline eklenmesi için
gereken çalışmalar tamamlanmıştır.
2015 yılında artık 4 hastalık taranacaktır. Ülkemizdeki yenidoğanların
neredeyse tamamı tarama kapsamındadır. (2012 %98.5, 2013 %98.6).
Yenidoğan İşitme Taraması Programı:
İşitme kaybı görülme sıklığı; yenidoğan döneminde 1-3/1000, çocukluk
dönemi 6/1000 olarak literatürde
yer almaktadır, yılda beklenen vaka
1800-2500 olmaktadır. Bu program
“işitme kaybıyla doğan ya da doğum
sonrası dönemde işitme kaybı ortaya çıkan çocuklarda işitme kaybının
çocuğun konuşma gelişimini etkilemeden ve psikoloji ve sosyal açıdan
sağlıklı bir birey olarak toplumdaki
yerini almasını sağlayacak şekilde erkenden saptanması ve bu konunun
önemi konusunda sağlık personelinin ve toplumun bilinçlendirilmesi”
amacıyla başlatılmıştır. 2005 yılında
başlanan program kapsamında 2013
yılında 900 tarama merkezine ulaşılmıştır. Tarama oranları 2013 yılında
%90’a ulaşmıştır.
Gelişimsel Kalça Displazisi Taraması:
Gelişimsel kalça displazisi (doğmalık kalça çıkıklığı), kalçayı oluşturan
yapıların anne karnında oluşumları
sırasında normal olmalarına karşın,
çeşitli nedenlerle sonradan yapısal
bozulma gösterdiği dinamik bir hastalıktır. Yürütülen program ile; yenidoğan döneminde tüm bebeklerin
kalça çıkığı açısından muayenelerinin yapılması, riskli ve klinik muayenede şüpheli grubun ileri tetkik için
yönlendirilmesi, tedavi gerektiren
olgularda erken ve uygun tedavinin
başlatılması, kalça çıkığı için yapılacak cerrahi tedavi sayısı ve muhtemel
komplikasyonların en aza indirilmesi
amaçlanmaktadır. Ortopedi ve radyoloji dernekleri ile işbirliği yapılarak
eğitim programı ve program altyapısı hazırlanmıştır. GKD için tarama
programı 2013 yılında başlatılmıştır.
Kan Hastalıkları Kontrol Programı:
Ülkemizde, talasemi ve orak hücre
anemisi başta olmak üzere, kalıtsal
kan hastalıkları önemli bir halk sağlığı sorunudur. Türkiye’de, beta-talasemi taşıyıcı sıklığı %2,1 olup, yaklaşık
1.300.000 taşıyıcı ve 4500 civarında
hasta vardır. Bu program ile evlenecek çiftlere tarama testleri yapılarak
ortaya çıkabilecek hastalıklar öncesinde önlemler alınması amaçlanmıştır. Rutin sağlık hizmetlerine destek
olmak üzere, hemoglobinopatilere
bağlı morbidite ve mortalitenin azaltılması amacıyla 2000 yılında Ulusal
Hemoglobinopati Kontrol Programı
başlatılmıştır. Talasemi için riskli 33
ilde yürütülmekte olan programa
2013 yılında 8 il daha eklenmiştir. Tarama oranları 2003’teki değeri olan
%32’yi 2,5 kattan fazla aşmış, 2013’de
%77’ye ulaşmıştır.
Başlanması planlanan tarama
programları:
Okul Çağı Çocuklarda İşitme Tarama
Programı: İlkokul 1. Sınıflara tarama
odyometri testi ile işitme taraması
yapılması planlanmaktadır. Tarama
odyometri cihazlarının alımı için yapılan ihale süreci devam etmektedir.
Programda taramalara 2015 yılında
başlanacaktır.
Görme Taraması: 3 yaş çocuklarda
kırma kusurlarının erken dönemde
saptanmasına yönelik tarama prog-
ramıdır. Bilim Komisyonu kararı ile
taramanın nerede nasıl kimlerle yapılacağı konularında kararlar alınmış ve
uygulama sürecine geçilmiştir. Halen
eğitim ve eşel alımı için ihale süreçleri sürmektedir. Tarama 2015 yılında
başlatılacaktır.
Konjenital Kalp Hastalıkları Taraması
Programı: Ülkemizde sıklığı bilinmemekle birlikte bebek ölümleri içerisinde son beş yıldır hep ilk 5 neden
içerisinde olan konjenital kalp hastalıklarının erken tanı ve tedavisini
amaçlayan Program 2014 yılında
başlatılmıştır. Halen bilim komisyonu
ile program stratejileri belirlenmektedir. Pilot tarama çalışmaları 2015
yılında başlatılacaktır.
Beslenme programları:
Beslenme sorunlarından en çok etkilenen yaş grubu bebekler ve 5 yaş altı
çocuklardır, özellikle doğumu izleyen
ilk 18 aylık dönemde büyüme ve gelişme çok hızlı olduğundan, bebek ve
küçük çocukların beslenme durumu,
çocuğun daha sonraki fiziksel, zihinsel ve sosyal gelişimi açısından büyük önem taşır.
Anne Sütünün Teşviki ve Bebek Dostu Sağlık Kuruluşları Programı: Sağlıklı beslenmede atılması gereken
ilk adım anne sütü ile emzirmedir.
Anne sütüyle emzirme, sağlıklı beslenmenin üç temel öğesini oluşturan
yiyeceği, sağlığı ve bakımı kusursuz
biçimde kaynaştırmaktadır. 1991 yılından bugüne kadar temel amacı
emzirmenin korunması, özendirilmesi ve desteklenmesi olan program sürdürülmektedir. Dünya Sağlık
Örgütü’ nün önerdiği ve yürütülen
programa göre “ bebeklerin doğumdan hemen sonra emzirmeye başlatılması, ilk 6 ay sadece anne sütü
verilmesi ve 6. aydan sonra uygun
besinlerle beraber emzirmenin 2 yaşına kadar sürdürülmesi” temel mesajdır. 2013 yılı itibariyle 1007 hastane “Bebek Dostu Hastane” 81 ilimizin
tamamı “Bebek Dostu İl”, 48 ilimiz ise
“Altın Bebek Dostu İl’dir. Doğumların
% 93’ü artık bebek dostu hastanelerde yapılmaktadır. Ayrıca 2013 yılında
Aile Hekimliklerinin % 46,2’si Bebek
Dostu Aile Hekimi olmuştur.
Tamamlayıcı Beslenme Programı: Bebeğin sağlıklı gelişimi için prenatal
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
7
dönemden itibaren annenin sağlıklı
beslenmesi, doğumdan sonra bebeğin hemen emzirilmeye başlanması,
altıncı ayından itibaren uygun ek
besinlerin anne sütü ile birlikte verilmesi ve emzirmenin 2 yaşına kadar
sürdürülmesi, ek besinler verilirken,
besinin içeriği, temizliği, kıvamı kadar, beslenme sırasında çocuğun
psikososyal gelişimine göre kurulacak ilişkinin de çocuğun beslenmesi,
büyümesi ve gelişiminde rol oynadığının göz önünde bulundurulması
gereklidir. Bunun için, ailelere uygun
beslenme eğitimi, gerekli durumlarda ise çocuklara ek destekler verilmelidir. Çocuk sağlığı izlemlerinde ve
çocuğun her sağlık kuruluşu başvurusunda çocuğun büyümesi ve gelişim basamakları değerlendirilmeli ve
erken dönemde uygun girişimler yapılmalıdır. Bebek beslenmesinde en
çok sorun yaşanan ve bu sorunların
kronik malnutrisyonla sonuçlandığı
6–24 ay bebek ve küçük çocuklar için
Bakanlığımız bu programı başlatmıştır. Programda eğitimli sağlık personeli kanalıyla annelere ve bebeğe
bakım veren kişilere beslenme konusunda bilgi aktarmak ve desteklemek
amaçlanmaktadır.
Demir Gibi Türkiye: Mikrobesinler
8
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
büyüme, gelişme ve hastalıkların
önlenmesi için gereklidirler. Çocuklar fiziksel ve mental yeteneklerini
geliştirmek ve anemiden korunmak
için demirden zengin besinlere ihtiyaç duyarlar. Demir eksikliği, infant
ve çocuklarda fiziksel ve mental gelişimi olumsuz etkileyebilmekte, hatta
hafif eksikliklerde dahi entelektüel
gelişim bozulabilmektedir. İki yaş altı
çocuklarda anemi, koordinasyon ve
denge problemlerine yol açabilir, çocuk içine kapanık ve çekingen görülebilir. Bu durum çocuğun etkileşim
yeteneğini ve entelektüel gelişimini
sınırlayabilir. Demir, hayvansal gıdalarda (karaciğer, yağsız et ve balık
gibi), ayrıca bakliyatlarda bulunur.
Diğer kaynaklar ise demirle zenginleştirilmiş gıdalar ve demir takviyeleridir. Buğday ve un, tuz, balık sosu
veya soya sosu, mısır bazen demir ile
zenginleştirilmiş olarak bulunabilen
gıdalardandır. Yapılan çeşitli araştırmalarda elde edilen sonuçlara göre;
Türkiye’de genel olarak 0-5 yaş grubu
çocukların ortalama %50’sinde, okul
çağı çocuklarının %30’unda, emzikli
kadınların ise %50’sinde anemi görülebilmektedir. Bebekleri demir eksikliğinden korumak için ücretsiz demir
damlası ile desteklemeyi amaçlayan
program 2004 yılından bu yana sürmektedir. Bu güne dek 9,5 milyonun
üzerinde bebeğe ulaşılmıştır.
Bebeklerde D Vitamini Yetersizliğinin
Önlenmesi ve Kemik Sağlığının Geliştirilmesi Programı: Ülkemizde uzun
süredir D vitamini yetersizliğinin bebek ve çocukları etkileyen önemli bir
sorun olduğu, raşitizm hastalığının
sıklığının % 1.67-19 arasında değiştiği bildirilmektedir. Raşitizm kalsiyum
depolanmasının yetersiz olmasıyla
karakterize bir hastalık olup, sıklığı
artan önemli sağlık sorunlarından birisidir. Raşitizm kemiklerde kalsiyum
depolanmasının yetersiz olmasına
bağlı olarak ortaya çıkan sekil bozukluklarına verilen genel bir isimdir ve
hastalık en çok 3-24 aylar arasında
görülebilmekle birlikte her yaşta grubunda da görülebilmektedir. En sık
olarak görüleni, D vitamini eksikliğine bağlı olarak süt çocukluğu döneminde gelişen raşitizmdir ve tedavi
edilmezse 2-3 yaşında kendiliğinden
kemiklerde şekil bozuklukları bırakmaktadır.
Bebeklere ücretsiz D vitamini desteği
sağlamayı amaçlayan program 2005
yılından beri sürmektedir. Toplamda
9 milyonun üzerinde bebeğe ulaşılmıştır.
37,500’ü
• Son on yılda yıllık ortalama %5.1’lik nominal GSYİH • Avrupa, Kafkaslar, Orta Asya, Orta Doğu ve
artışı ile Avrupa’nın en hızlı büyüyen ekonomisi ve
Kuzey Afrika’ya erişim
dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri
(2004-2013)
• Kamu- özel sektör işbirliğinde 1.1 trilyon $ GSYİH
ile dünyanın 16. büyük ekonomisi (IMF 2013)
• Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD)
ülkeleri arasında %5.2 ortalama yıllık büyüme
beklentisiyle en hızlı büyüyen ekonomi
(OECD 2012-2017)
• Yüksek rekabete dayalı yatırım teşvikleri ve özel
Ar-Ge desteği
• Yarısı 30.4 yaşın altında olan 76.6 miyonluk nüfus
• Yılda yaklaşık 610.000 üniversite mezunu
kapakkonusu
TÜTÜN VE DİĞER BAĞIMLILIK YAPICI
MADDELERLE MÜCADELE
Sağlık Bakanlığı
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu
Tütün ve Diğer Bağımlılık Yapıcı
Maddelerle Mücadele Daire Başkanlığı
Türkiye Halk Sağlığı Kurumunun, insan merkezli yaklaşımla, birey ve toplum sağlığını korumak ve geliştirmek,
sağlık için risk oluşturan faktörlerle
mücadele etmek, halkın yaşam kalitesini yükseltmek ve halk sağlığını
tehdit eden konularda tüm önlemleri
alma misyonundan hareketle; Daire
Başkanlığımız, başta gençler olmak
üzere tüm toplumun sağlığını tehdit
eden risk faktörleri arasında yer alan
tütün, alkol ve uyuşturucu maddelerle mücadele kapsamında faaliyetlerini sürdürmektedir.
Tütünle Mücadele Çalışmaları
Türkiye’de tütünle mücadele, Sağlık
Bakanlığı’nın koordinasyonunda başarıyla yürütülmekte ve bu mücadele
sırasında tüm dünyada kabul gören
üç temel strateji izlenmektedir. Bunlar:
1.Çocuklar ve gençler başta olmak
üzere bireylerin sigaraya başlamalarının önlenmesi,
2.Sigara içenlerin bu davranışlarını
bırakmalarının desteklenmesi,
3. Sigara dumanından pasif etkileniminin engellenmesidir.
10
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
Sigara Dumanından Pasif Etkileniminin
Engellenmesi
4207 sayılı Kanun’un etkili şekilde uygulanmasını sağlamak için güçlü bir
denetim mekanizması geliştirilmiştir.
İlgili kamu kurum ve kuruluşlarda
görevli personellerden (sağlık personeli, emniyet kuvvetleri, milli eğitim, belediye zabıtası vb.) denetim
ekipleri oluşturulmuştur. Denetimler,
Valilikler ve Kaymakamlıklarca yetkilendirilmiş denetim ekiplerince rutin
denetimler ve Bakanlığımızın ALO
184 iletişim hattına yapılan ihbarlara
yönelik denetimler şeklinde yürütülmektedir.
Ülkemizdeki denetimlerin daha hızlı
ve etkin yapılması, denetim verilerinin anlık olarak izlenip değerlendirilebilmesi, bizzat denetim ekiplerince
ihlal tekerrürlerinin sistem üzerinden
görülerek takip edilebilmesi, ihlallerin tespit edilmesi durumunda delil
niteliği taşıyacak fotoğraf ve video
kayıtlarının alınarak merkeze iletilmesi, ihbar sonucunda verilen adresin kolaylıkla bulunabilmesi, denetim
esnasında yaşanabilecek herhangi
bir acil durumda merkezin derhal
uyarılması ve gerekli önlemlerin alınması amacıyla Eylül 2012 tarihinden
itibaren GPS destekli tablet bilgisayarlarla online denetim sistemine
(Dumansız Hava Sahası Denetim Sistemi) geçilmiştir.
Temmuz 2009 – Haziran 2014 tarihleri arasında ülke genelinde yaklaşık 1800 denetim ekibi ile 7.669.415
denetim
gerçekleştirilmiş
olup
86.375.802 TL idari para cezası kesilmiş ve tahsil edilen ceza tutarı
11.766.799 TL olmuştur.
Sigara Bırakmak İsteyenlere Destek Olmak Amacıyla;
Sigara Bırakma Polikliniklerinin sayısı artırılmış olup 2014 yılı itibariyle
412 Sigara Bırakma Polikliniği’nde
hizmet sunulmaktadır. Ocak 2009Haziran 2014 tarihleri arasında Polikliniklerdeki Toplam Muayene Sayısı
978.539’dir. Ayrıca ülkemizde henüz
geri ödeme kapsamında olmayan
sigara bırakma ilaçlarından 2010 yılında, Bakanlığımız sigara bırakma
faaliyetlerini desteklemek amacıyla
sigara bırakma tedavisinde kullanılan
Vareniklin ve Bupropion etken maddeli ilaçlardan toplam 360 bin kutu
satın alarak Bakanlar Kurulu Kararına
istinaden uygun görülen 250.000 sigara bağımlısının tedavisinde kullanılmak üzere 2011 yılında sigara bırakma polikliniklerine ücretsiz olarak
sunmuştur. Benzer bir uygulamanın
2015 yılı itibariyle yeniden hayata
geçirilmesi planlanmaktadır.
Sigara bırakmak isteyenlere destek
olmak amacıyla ikinci aşama olarak
ALO 171 “Sigara Bırakma Danışma
Hattı” kurulmuştur. Sigarayı bırakmak isteyen kişilere yüzden fazla
operatörle 24 saat canlı destek verilmektedir. 27 Ekim 2010 – 30 Haziran 2014 tarihleri arasında ALO
171 Sigarayı Bırakma Danışma Hattı
santraline düşen toplam Çağrı Sayısı
14.137.195’tir. Bu aramalarda opera-
törler, isteyen vatandaşlarımıza sigara bırakma planı yapmakta ve bir yıl
süreyle bu kişileri belirli periyotlarla
arayarak sigara bırakma çabalarına
destek olmaktadırlar. Bu kapsamda 1
Ocak 2012-30 Haziran 2014 tarihleri
arasında toplam 161.178 kişiye sigara
bırakma planı yapılmıştır.
2014 yılında Dünya Tütünsüz Günü
Etkinlikleri kapsamında Congresium Ankara, ATO Uluslararası Kongre
ve Sergi Sarayı’nda, 4 Haziran 2014
tarihinde Sağlık Bakanlığı, Tütün ve
Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu ve
Türkiye Yeşilay Cemiyeti işbirliğinde
“Dünya Tütünsüz Günü Etkinliği ve
Sağlıklı Yaşam Yürüyüşü” gerçekleştirilmiştir. Sağlık Bakanımız Dr. Mehmet MÜEZZİNOĞLU, Maliye Bakanı
Mehmet ŞİMŞEK ve Dünya Sağlık
Örgütü Avrupa Bölge Direktörü Zsusanna JAKAB’ın da katılımıyla gerçekleştirilen etkinlikte, Türkiye’de tütün
kontrolü çalışmalarının temelini oluşturan ve 2014-2018 yıllarını kapsayan
“Tütün Kontrol Programı ve Eylem
Planı”nın sunumu, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı Prof. Dr. Seçil ÖZKAN tarafından yapılmıştır. Ülkemiz,
DSÖ tarafından 2013 yılında Tütünle
Mücadele kapsamında yürüttüğü çalışmalarla Dünya Lideri olarak gösterilmiştir. 2014-2018 yıllarını kapsayan
eylem planı doğrultusunda yürütülecek çalışmalarla ülkemizin tüm dünyaya örnek teşkil eden liderliğinin
devam etmesi hedeflenmektedir.
Alkol Mücadele Çalışmaları
Gençlerin sigara ve alkole ulaşılabilirliğinin önlenmesi, bağımlılığa giden
yolun kesilmesi bakımından önemlidir. Alkolün başka bağımlılık yapan
maddelere öncülük etmesi nedeniyle de alkol kullanımı ve zararlarının
azaltılması, tüm dünyada önemli bir
hedef haline gelmiştir.
Dünya Sağlık Örgütü’nün alkol kontrolü için önerdiği uygulamalardan birisi “Eğitim ve bilgilendirme” dir. Günümüzde alkol kullanımının zararlı
sonuçları hakkında halkın bilgilendirilmesi, uyarılması ve farkındalığının
artırılması amacıyla alkol şişe/kutuları üzerine sağlık uyarı mesajlarının
konulması, dünyada bir alkol kontrol politikası olarak kullanılmaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölge
Ofisi tarafından hazırlanan “20122020 Avrupa Eylem Planı” da Ulusal /
Yerel Düzeyde Alkol İçecek Kapları /
Şişeleri Üzerine Yasal Açıdan Gerekli
Sağlık Uyarı Etiketlerinin Konulması
gerektiğini tavsiye etmektedir.
Bu kapsamda ülkemizde Bazı Kanunlar ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamede Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanunun resmi gazetede yayınlanmasını takiben Tütün ve
Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu
(TAPDK) tarafından Bakanlığımızın
görüşü alınarak “Alkollü İçki Ambalajları Üzerine Konulacak Uyarı Mesajlarıyla İlgili Tebliğ” hazırlanmış ve ilgili
tebliğ, 11 Ağustos 2013 tarihinde
28732 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
Bu düzenlemeyle birlikte, tüketicilere
ve toplumun geneline alkolün olağan bir ürün olmadığını hatırlatmak,
özelikle gençler arasında alkolün
sağlık riskleri olan bir madde olduğu
ve kullanımının sosyal sonuçlara neden olacağı bilgisini artırmak ve farkındalık oluşmasını sağlamak hedeflenmiş ve piyasaya arzına izin verilen
alkollü içkilerin tabanı hariç iç ve dış
ambalajlarında, aşağıda yer alan üç
adet grafik uyarı mesajı ve bir adet
yazılı uyarı mesajı birlikte kullanılmaya başlanmıştır.
Ayrıca alkollü olarak trafiğe çıkan
sürücülerin engellenmesi ve trafik
güvenliğinin sağlanması amacıyla
Karayolları Trafik Kanunun 48’inci
Maddesi gereği Halk Sağlığı Müdürlükleri bünyesinde yer alan Sürücü
Davranışlarını Geliştirme Eğitimi
(SÜDGE) birimlerinde, ikinci defa alkollü araç kullanmaktan geçici olarak
sürücü belgelerine el konulan sürücülere eğitim verilmektedir.
Ülkemizde alkol kontrol çalışmalarının yasal dayanağını oluşturan
11 Haziran 2013 tarihindeki alkol
mevzuat değişikliği ve Dünya Sağlık
Örgütü Avrupa Bölge Ofisi tarafından hazırlanan “2012-2020 Alkolün
Zararlı Kullanımını Azaltma Avrupa
Eylem Planı” temel prensipleri ışığında ülkemizde yürütülecek alkol
kontrol çalışmalarının belli bir plan
dahilinde yürütülebilmesi için Türkiye Alkol Kontrol Programı ve Eylem
Planı hazırlanması ihtiyacı ortaya
çıkmıştır.
Eylem planı çalışmalarına ilgili diğer
kamu ve sivil toplum kuruluşlarının
temsilcileri ile akademisyenlerden
oluşan bilimsel kurul ile yapılan toplantılarla başlanmıştır. Devam eden
süreçte bilimsel kurul üyeleri, ilgili
kamu ve sivil toplum kuruluşlarının
temsilcileri ve akademisyenlerden
oluşan yaklaşık 100 kişilik bir ekiple
bir çalıştay yapılmıştır. Çalıştay sonrasında oluşturulan taslak eylem planı
resmi görüşlerin alınması için ilgili
kurumlara gönderilmiş olup taslak
metin üzerinde çalışmalar devam etmektedir.
Taslak Eylem Planı 4 yıllık aktiviteleri
planlayacak şekilde hazırlanmıştır.
Eylem Planı, ilgili kurum ve kuruluşların işbirliği ile alkolün zararlı etkilerinden başta gençler olmak üzere tüm toplumun korunması, alkol
kaynaklı sorunları önlemek suretiyle
toplumda sağlıklı yaşam biçiminin
geliştirilmesi ve yaşam kalitesinin
yükseltilmesini amaçlamaktadır.
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
11
kapakkonusu
AVRUPA BİRLİĞİ TÜTÜN ÜRÜNLERİNE
YENİ KURALLAR GETİRİYOR
Avrupa Birliği (AB) Komisyonunca
sürdürülen çalışmalar sonucunda
3 Nisan 2014 tarihinde 2014/40/
EU Sayılı ‘AB Tütün Ürünleri Direktifi’
yayımlandı. Bu Direktif ile 2001 yılından beri yürürlükte olan kurallar,
belirlenen geçiş süreleri sonrasında
değişmiş olacak. AB, yolla özellikle
henüz bir düzenlemeye tabi olmayan
elektronik sigara gibi ürünler için de
bir düzenlemeye gitmeyi ve genç nüfusta sigara kullanımın azaltılmasını
hedefliyor.
Sigara Paketlerinin Yeni Görünümü
Direktif ile gerçekleşen değişikliklerden biri sigara paketlerinde sağlık
uyarılarının daha fazla yer kaplaması.
Paketin ön ve arka yüzünün % 65’i
sağlık uyarı olması planlanmakta. Bu
uyarılar kapağın üst tepe noktasından başlayacak ve kapağı da içine
12
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
alacak şekilde tasarlanacak. Bandrolün mecburi olduğu ülkeler için bu
hükümlere ilişkin bir yıllık ilave bir geçiş süreci de öngörüldü. Ülkemizde
olduğu gibi ürün güvenliği ve takibi
için paket üzerinde bandrol kullanan
ülkelere yönelik olarak, bandrolün
paket üzerindeki konumunun yeniden belirlenmesi için bir yıllık ilave
bir geçiş süreci de öngörüldü.
Bütün sağlık uyarılarının boyutları,
renkleri ve bu uyarıların metin ve resimleri Komisyon tarafından tedarik
edilen resim ve metinler içerisinden
seçilecek. Yazılı uyarılar halihazırda
söz konusu Direktif’in Ek 1’indeki 14
farklı şekilde belirlenmiştir:
“Sigara içmek 10 akciğer kanseri vakasından 9’una sebep olur”,
“Sigara içmek ağız ve gırtlak kanserine neden olur”,
“Sigara kalp krizine neden olur”,
“Sigara damar tıkanıklığına neden
olur”,
“Sigara inme ve engelliliğe neden
olur”,
“Sigara körlük riskini artırır”,
“Sigara içmek size, çocuklarınıza, ailenize ve arkadaşlarınıza zarar verir”
“Sigara dişlerinize ve dişetlerinize zarar verir”
“Sigara doğmamış çocuğunuzu öldürür”
“Sigara içenlerin çocukları sigaraya
başlamaya daha meyillidir”
“Sigarayı bırakın- yakınlarınız için hayatta kalın”
“Sigara doğurganlığı azaltır”
“Sigara kısırlık riskini artırır”
Avrupa Komisyonu halihazırda yeni
birleşik sağlık uyarılarına yönelik de
bir çalışma yürütüyor. 12 Mart 2014
tarihinde yayımlanan 2014/39/EU
sayılı Direktif ile bu sürecin uzaması nedeni ile yeni sağlık uyarılarının
benimsenmesine yönelik zaman
çizelgesinde iki yıllık ek süre verildi
ve bu uyarıların uygulaması 28 Mart
2016 ve geçiş süreci talep eden Üye
Devletler için 28 Mart 2018’e kadar
ertelendi.
Paketlerin yan yüz alan toplamının
% 50’sinde de sağlık uyarılarına yer
verilecek. Her bir yan yüzde “Sigara
İçmek Öldürür” veya “Sigara İçmek
Öldürür- Şimdi Bırakın” ve “Sigara dumanı kanser yapan 70’ten fazla madde içerimektedir” uyarıları halihazırdaki nikotin, zifir ve karbon monoksit
seviyesini belirten uyarıların yerini
alacak.
Sarmalık tütün için de benzer kurallar
geçerli olacak ve paketlerin % 65’lik
alanı uyarılar ile kaplanacak. Paketler
asgari 30 gr tütün ihtiva edecek.
Beyaz Paket Uygulamasına Geçilecek mi?
Sağlık uyarıları her ne kadar paket
üzerinde önemli bir yer tutsa da,
mevcut durumda sigara paketlerinin üzerinde marka görünürlüğünün
sağlanması için belirli bir alan bırakılmakta. Üye devletler, gerekli görmeleri halinde paketlemenin standartlaştırılmasına yönelik ilave tedbirler
almaları konusunda serbest bırakıldı.
Ancak, bu tedbirlere orantılı olmaları
ve hiçbir şekilde üye devletler arasında ticarete engel teşkil edilmemesi
ön koşulu getirildi.
İlk olarak Avusturalya’da başlayan
beyaz paket uygulamasının uluslararası ticaret ve fikri mülkiyet mevzuatını ihlal ettiği gerekçesiyle Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) nezdinde
uyuşmazlık çözüm süreci başlatıldı.
Avusturalya’nın beyaz paket uygulamasının DTÖ yükümlülükleri ile
uyumsuz olduğu kararına varılırsa,
Avusturalya’nın bahse konu düzenlemede değişiklik yapması veya ticari misilleme de dahil olmak üzere bir
takım olası yaptırımlarla karşı karşıya kalması söz konusu olacaktır. Söz
konusu davanın önümüzdeki 2-3
yıllık sürede sonuçlanması beklenmektedir.
Aroma ve Katkı Maddelerine İlişkin Yeni
Düzenleme Geliyor
E-Sigara Üretici ve Tüketicilerini Bekleyen
Değişiklikler
Direktif sigara ve sarmalık tütünün
ayırt edici bir aromaya sahip olmasını da yasaklıyor. Mentol, halihazırda
ayırt edici bir özellik olarak kabul
görmüş durumda. AB içerisinde 4
yıllık aşamalı olarak yasaklanma sürecine tabi olması öngörülmekte. AB
içerisinde %3’ten fazla pazar payına
sahip tüm ayırt edici aromaya sahip
ürünler için de bu 4 yıllık süreç geçerli olacak. Bu alanda öngörülecek
düzenlemeler için AB Komisyon ve
üye devletler bağımsız bir danışma
komitesinin desteğini talep edebilecekler.
E-sigaralarda azami nikotin seviyesi
ve kartuş, tank ve nikotin sıvılarının
azami hacim seviyeleri yer alacak.
Nikotin ihtiva eden bu sigaralarda
nikotin seviyesi normal seviyeler ile
uyumlu ve her bir nefeste eşit şekilde
alınacak biçimde ayarlanmalı.
Sigara üretiminde diğer katkı maddelerinin kullanımına ise devam edilebilecek.
Tütün Ürünlerinin Yasadışı Ticaretine
ilişkin Önlemler
Yeni Direktif yasadışı ticaretin engellenmesine yönelik takip ve izleme sistemiyle görünür ve görünmez yeni
güvenlik özellikleri gibi önlemlere
de yer vermekte. Bu önlemler cezaları artırırken tüketicilerin yasadışı
ürünleri tespitini kolaylaştıracak.
Direktif ile, tütün ürünlerinin ticaretinin yeniden yasal yollara yönlendirilmesi ve üye devletlerin yasa dışı
ticaret nedeniyle oluşan gelir kaybının önlenmesi hedeflenmekte. Bu
sistem aşamalı olarak uygulamaya
konulacak.
Elektronik Sigara Satışına Düzenlemeler
Yolda
Elektronik sigaraların nikotin içermesi nedeni ile güvenlik ve kalite konusunda bazı düzenlemeler yapılması
öngörülmekte. Bu kurallar nikotinli
e-sigaraların AB içerisinde eşit kurallara tabi olmasına yönelik. Nikotinsiz
e-sigaralar ise söz konusu direktif
kapsamının dışında tutulmakta.
Aromalar, yaş sınırları gibi belirli konularda düzenlemeler ise üye devletlerin inisiyatifine bırakıldı. Yeni
kurallar tıbbi e-sigaralara uygulanmayacak.
E-sigara paketlerinde uyarıların yer
alması zorunlu hale getirilecek. Bu
uyarılarda toksik değerler, bağımlılık seviyeleri, ürünün muhteviyatı ve
ürünün nikotin değeri yer alacak ve
paketlerde hiçbir promosyona yer
verilmeyecek.
Üye devletler ve AB Komisyonu söz
konusu ürünlerin güvenliğine dair
herhangi bir durumda müdahil olabilecek. E-sigaraların özellikle genç
ve sigara kullanmayan nüfusta nikotin bağımlılığı yapma veya sigara kullanımına yol açma ihtimali denetim
altında bulundurulacak. AB Komisyonu, güvenlik kaygıları ve pazar gelişimi hakkında araştırma ve raporlama
yapacak.
E-sigara üreticileri yeni ürünlerini
pazara çıkarmadan önce üye devletlere bildirecek. Bu bildirim ile üretici
kendisi hakkında bilgi, ürünün muhteviyatı, emisyon, nikotin dozu, ürün
ve ürün süreçleri ve ürünün normal
kullanımında kalite ve güvenliğinin
üreticinin tüm sorumluluğunda olduğunu beyan edecek.
Üreticiler ürünlerinin satış hacmini,
kullanıcı tip tercih ve eğilimlerini yıllık
olarak üye devletlere raporlayacak.
Üye devletlerde tanıtım ve tütün
ürünlerinin promosyonu hakkındaki
düzenlemeler e-sigara için de geçerli
olacak.
Yeni Düzenlemenin Yürürlüğe Giriş Tarihi
Direktif 24 Nisan 2014 tarihinde yürürlüğe girdi. Ancak, Üye devletlerin
Direktifi ulusal mezuata aktarmaları
için 20 Mayıs 2016 tarihine kadar geçiş süreci tanınacak. Direktif ayrıca
üretici ve perakendecilere stoklarını
eritebilmeleri için geçmiş direktif ve
diğer düzenlemeler çerçevesinde
faaliyetlerine devam edecekleri bir
yıllık ek bir süreye de (20 Mayıs 2017
tarihine kadar) imkan vermekte.
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
13
haber
“YÜREĞİNİZE SAĞLIK” YÜRÜYÜŞÜ
İSTANBUL’DA GERÇEKLEŞTİRİLDİ
“2014 Sağlıklı Yaşam ve Hareket Yılı” etkinlikleri kapsamında, Dünya Kalp Günü dolayısıyla
Küçükçekmece Gölü kenarında, Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun da katılımıyla “Yüreğinize
Sağlık” temalı yürüyüş düzenlendi.
Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, “Bizim için önemli olan tabii
ki hasta olan vatandaşımızı tedavi
etmek. Ama ondan da önemli olan,
sağlıklı vatandaşlarımızın sağlıklı bir
yaşam sürmelerine katkı sağlamak.
Onun için bir kültür, yaşam felsefesi
oluşturmalıyız. Bu nedenle 2014’ü,
Sağlıklı Yaşam ve Hareket Yılı olarak
ilan ettik” dedi.
Yürüyüş sonrası konuşan Bakan Müezzinoğlu, Sağlık Bakanlığı olarak gerek yerel yönetimlerle gerekse diğer
paydaşlarla öncelikle sağlıklı bireyi
ve aileyi önemsediklerini söyledi. Bunun sadece Sağlık Bakanlığı politikası
olmadığını, hükümetlerinin de programı olduğunu dile getiren Müezzinoğlu, “Sayın Başbakanımız Prof. Dr.
Ahmet Davutoğlu Bey’e geçtiğimiz
salı günü verdiğim bilgilendirmede,
bu konuyu ilettik. Kendisinden de en
üst düzeyde destek vereceğinin sözünü aldık.” dedi.
Müezzinoğlu, sağlıklı beslenmeye,
harekete önem verdiklerini belirterek, “Diyabete, hipertansiyona, be14
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
yin felçlerine ve obezitenin getirdiği
diğer problemlere, kansere muhataplığımız çok daha aşağılara inecek,
sevdiklerimizle birlikte daha sağlıklı
hayal kuran ve ideallerin peşinde bir
yaşam süreceğiz. Hasta olup da iyi
olma hayali kurmaktansa sağlıklı bir
yaşamın gereklerini yapmak bizim
kültürümüzün bir parçası olacak.”
şeklinde konuştu.
etmeden ne okula ne sokağa bırakmayalım. Birlikte kahvaltı sağlıklı
beslenmenin en az yüzde 70’idir.
Şayet çocuğunuzu o kahvaltı sofrasında doğru bir beslenmeyle gönderirseniz hiç tereddüttünüz olmasın ki
çocuğunuzun sağlıklı geleceğine en
güçlü harcı koymuş olursunuz. Onun
dışında en az hafta sonları ailecek yürüyüş, bir sportif ya da hareket etkinliğini yapmalısınız.”
“Çocuğunuzun Sağlıklı Geleceğine Güçlü
Harçlar Koyun”
Gelecek yıl bisiklet yolu yapan belediyeye, her bir metre için bir bisiklet
armağan edeceklerini anlatan Müezzinoğlu, “Biz yaşamımızı artık medeni koşullara taşımalıyız. Bütün çalışmalarımızı planlarken sağlığımızı da
sağlıklı geleceğimizi de planlamalıyız.” diye konuştu.
Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, Başbakan Ahmet Davutoğlu’ndan, 13 Ekim
Pazartesi günü, Bakanlar Kurulu’nu,
yürüyüş yaptıktan sonra toplamayı
talep ettiklerini aktararak, şöyle devam etti: “ Annelerden, babalardan,
toplumun önde gelenlerinden istediğimiz şu; Ne olur kendinize değer verin, sevdiklerinize değer verin ve zor
gibi görünüp de zor olmayanı gelin
hep birlikte yapalım. Birlikte ailecek
kahvaltı kültürünü yeniden sofralarımıza ve kültürümüze kazandıralım.
Sabahleyin çocuğumuzu kahvaltı
Kötü hava koşulları nedeniyle iptal
edilmesi planlanan daha sonra ise
yapılmasına karar verilen “Dragon
Bot Yarışları”nın başlangıcı için Bakan
Müezzinoğlu ve beraberindekiler,
botla göle açıldı.
Müezzinoğlu, yarışmacıların yerlerini
almasıyla yarışı başlattı.
kapakkonusu
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı
PROF. DR. SEÇİL ÖZKAN:
“Kurumumuzun amacı Sağlık Bakanlığının politika ve hedeflerine
uygun olarak, temel sağlık hizmetlerini yürütmektir”
Röportaj: Esra ÖZ
Bağımlılık Yapıcı Maddeler ve Bağımlılıkla Mücadele kapsamında Ulusal Eylem Planı doğrultusunda,
81 ilde İl Uyuşturucu Koordinasyon Kurulları oluşturduklarını belirten Türkiye Halk Sağlığı Kurumu
Başkanı Prof. Dr. Seçil Özkan, Sağlık ve İnsan Dergisi’nin sorularını yanıtladı.
Türkiye Halk Sağlığı Kurumunun misyon
ve kuruluş amacı nedir?
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu;
2.11.2011 tarihinde, 663 sayılı Sağlık
Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun
Hükmünde Kararname ile 19 Mart
2012 tarihinde kurulmuştur. Kurumumuzun amacı Sağlık Bakanlığının
politika ve hedeflerine uygun olarak,
temel sağlık hizmetlerini yürütmek,
misyonumuz ise insan merkezli yaklaşımla birey ve toplum sağlığını
16
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
korumak ve geliştirmek, sağlık için
risk oluşturan faktörlerle mücadele
etmek, halkın yaşam kalitesini yükseltmek ve halk sağlığını tehdit eden
konularda gerekli tüm önlemleri almaktır.
Kurum ana hatlarıyla hangi konularda
faaliyet gösteriyor?
Kurumumuz halk sağlığının korunması ve geliştirilmesi, sağlık için risk
oluşturan faktörlerle mücadele başta
olmak üzere birinci basamak sağlık
hizmetlerinin yürütülmesi; bulaşıcı bulaşıcı olmayan, kronik hastalıklar
ve kanser ile anne, çocuk, ergen, yaşlı
ve engelli gibi risk gruplarıyla ilgili
hizmet vermek. Yaşam kalitesini yükseltecek alışkanlıkları kazandırarak
toplumdaki tüm bireylerin sağlığının
geliştirilmesi; hatalı beslenme alışkanlıkları, obezite, sigara ve benzeri
zararlı maddelerin yol açtığı sağlık
riskleri ve tehditleri ile mücadele
edilmesi için çalışmalar yapılıyor. Birey, toplum ve çevre sağlığını etkileyen ve genel sağlığı ilgilendiren her
tür etkenin incelenmesi, içme suları
ve biyosidal ürünler gibi görev alanına giren konularda tüketici güvenliği
ile ilgili tedbirlerin alınması konuları
en yoğun ilgilenilen konuların başında gelmektedir.
Koruyucu sağlık hizmetleri ile ilgili hangi
çalışmaları yürütüyorsunuz?
Tüm toplumumuz çok yakından bildiği için başta aşılardan bahsetmeliyiz sanırım. Ana başlıklarla ifade
etmek gerekirse bebek ve çocuklarımızın izlenmesi; anne sağlığı hizmetlerimiz ki bu sağlıklı bir gebeliğin
izlenmesinden, hastane ortamında
güvenli doğuma kadar bir süreç; 15
- 49 yaş arası kadınların izlenmesi
yer alıyor. Ayrıca 3 farklı kanser türü
için risk grubundakilerin taranması;
obezite ile mücadele, bulaşıcı hastalıklara karşı sadece bebek ve çocukların değil tüm halkımızın aşılanması;
içme ve yüzme sularının izlenmesi
ki halkımız bu
konuyu damacanalı sular olarak takip
ediyor, gibi birçok
alanda halkımızın
sağlığını korumak
için faaliyet gösteriyoruz.
• Ulusal Enterik Patojenler Referans
Merkez Laboratuvarı,
• Ulusal Yüksek Riskli Patojenler Referans Merkez Laboratuvarı,
• Ulusal Parazitoloji Referans Merkez Laboratuvarı,
• Ulusal
Moleküler Mikrobiyoloji
Referans Merkez Laboratuvarı hizmet sunmaktadır.
Bulaşıcı hastalıkların kontrolünün
sağlanmasına yönelik yürütülen
program ve projeler kapsamında
Mikrobiyoloji Referans Laboratuvarlarında; klinik ve gerek duyulduğunda klinik dışı diğer örneklerden halk
sağlığını tehdit eden, insanlarda sağlık sorununa neden olan bakteriyel,
paraziter, mantar ve viral etkenlerin,
tanı, doğrulama ve tiplendirilmesine
yönelik mikrobiyolojik incelemeler
Ülkemizin Tek Kimyasal Savaş Tanı ve
Doğrulama Laboratuvarı
Laboratuvar alt
yapınız nedir? Ne
gibi laboratuvar
hizmetleri
veriyorsunuz?
Kurumumuzda Mikrobiyoloji Referans
Laboratuvarları, Tüketici Güvenliği Laboratuvarları ve Halk Sağlığı
Laboratuvarları
Daire
Başkanlıkları bulunmaktadır. Mikrobiyoloji Referans
Laboratuvarları Daire Başkanlığımıza
bağlı olarak;
• Ulusal Tüberküloz Referans Merkez Laboratuvarı,
• Ulusal Viroloji Referans Merkez Laboratuvarı,
• Ulusal Bakteriyoloji ve Mikoloji Referans Merkez Laboratuvarı,
jik surveyansı, moleküler sürveyans,
laboratuvara dayalı her türlü tiplendirme, ilaç duyarlılık testleri, metodolojik araştırma ve saha araştırmaları ile ilgili çalışmalar yürütülmüştür.
Ayrıca spesifik laboratuvar eğitimleri,
laboratuvar kalite eğitimleri, 15189
akreditasyon çalışmaları ve laboratuvar standartlarına yönelik çalışmalara devam edilmektedir. Tüm bu
çalışmaların yanı sıra Bulaşıcı Hastalıkların Epidemiyolojik Sürveyansı ve
Kontrolü Projesi (TR0802.16),Ulusal
Antimikrobiyal
Direnç
Sistemi
(UAMDS), Türkiye Rotavirüs Sürveyans Ağı (TÜROSA), Ulusal Antitüberküloz İlaç Direnci Laboratuvar
Sürveyansı Programı, Ulusal Enterik
Patojenler Laboratuvar Sürveyans
Ağı (UEPLA) proje ve programlar yürütülmektedir.
yapılmaktadır. Bilimsel çalışmalarda
kullanılmak üzere suş ve hücre kültürü bankası hizmetleri, laboratuvar
tanı standardizasyonu, epidemiyolojik ve Ar-Ge çalışmaları ile halk
sağlığını tehdit eden mikrobiyolojik
etkenlere yönelik seroepidemiyolo-
Tüketici Güvenliği Laboratuvarları Daire Başkanlığımızda 5 farklı disiplinde faaliyet gösteren
laboratuvarlarımız
yer
almaktadır.
Türkiye
Halk
Sağlığı Kurumu
Merkez
Teşkilatında yer
alan laboratuvar grupları
Mikrobiyolojik Araştırma
Laboratuvarlarımız, Kimyasal araştırma
Laboratuvarlarımız, Biyosidal
Ürünler Araştırma
Laboratuvarlarımız,
Kalibrasyon Laboratuvarlarımız ve halen yeni
oluşum süreci devam eden
Sterilite Kontrol Laboratuvarımızdan oluşmaktadır. Mikrobiyolojik
Araştırma Laboratuvarlarımızda Doğal Kaynak-içme suyu, Doğal Mineralli Sular, İçme ve Kullanma Suları,
Havuz Suları, Kaplıca Sularının İlgili
Yönetmeliklere göre mikrobiyolojik analizleri yapılmaktadır. Kimyasal Araştırma Laboratuvarlarımızda
Doğal Kaynak-İçme Suyu, Doğal
Mineralli Sular, İçme ve Kullanma
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
17
Suları, Havuz Suları, Kaplıca Sularının
İlgili Yönetmeliklere göre kimyasal
analizleri yapılmaktadır. Kimyasal
Araştırma Laboratuvarlarımızın alt
grubunda yer alan Kimyasal Savaş
ve Tanı Doğrulama Laboratuvarımız
kimyasal savaş ajanı olarak tanımlanan kimyasal maddelerin tayinini
gerçekleştiren ve resmi sonuç veren ülkemizin tek Kimyasal Savaş
Tanı ve Doğrulama Laboratuvarıdır.
Biyosidal Ürünler Araştırma Laboratuvarlarımız, halk sağlığı amaçlı olarak kullanılan Biyosidal Ürünler ile
ilgili analizlerin ülke mevzuatına ve
uluslararası normlara uygun olarak
yapılmasını geliştirerek sürdürmektir. Kalibrasyon Laboratuvarlarımızda, Terazi ve terazi kalibrasyonunda
kullanılan kütlelerin kalibrasyonu,
Pistonlu Pipet, Büret, Dispenser, Tek
ve Taksimatlı Cam pipet, Balon Joje,
Büret, Ölçülü Silindir kalibrasyonu ile
Sıcaklık Kontrollü Hacimler, Cam ve
Sayısal Göstergeli Termometrelerin
Kalibrasyonları gerçekleştirilmektedir. Sterilite Kontrol Laboratuvarımız,
TS EN ISO/IEC 17020 “Muayene hizmeti gerçekleştiren kuruluşlar için
genel faaliyet kriterileri” standardı
uyarınca C Tipi muayene kuruluşu
olarak Kurumumuza ve diğer devletözel hastane, laboratuvarlara ait mik-
18
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
robiyoloji güvenlik kabinleri, laminair flow (yatay akışlı hava cihazı) ve
çeker ocak cihazlarının performans
testlerini yapmayı amaçlamaktadır.
Halk Sağlığı Laboratuvarları 11 L1
Hizmet Tipi (İstanbul’da 3, Adana,
Ankara, Antalya, Bursa, Diyarbakır,
Erzurum, İzmir ve Samsun’da 1) ve 72
L2 Hizmet tipi olmak üzere toplam 83
Halk Sağlığı Laboratuvarı olarak hizmet vermektedir. L1Tipi Halk Sağlığı
Laboratuvarları L2 tipi halk sağlığı laboratuvarlarının Analiz, Eğitim, Standardizasyon ve Kalite kapsamındaki
çalışmalarına katkıda bulunur. L1 Tipi
Halk Sağlığı Laboratuvarlarının yetkili
olduğu analizler: Sağlık Bakanlığının
ruhsat, denetim ve izleme yetkisinde
olan suların ilgili mevzuat kapsamındaki analizleri (İçme, içme kullanma,
kaynak, doğal mineralli, kaplıca, talassoterapi amaçlı deniz suyu,yüzme
ve havuz suyu vb.), Çevresel Ürün
Analizleri (biyosidal vb.), Klinik Laboratuvar
Hizmetleri(Legionella,
Talasemi, Tüberküloz vb.), Yerel ve
Özel Talepler Doğrultusunda Gerekli
Analizler, Araştırma ve geliştirmeye yönelik diğer analizleridir. L2 Tipi
Halk Sağlığı Laboratuvarlarının yetkili olduğu analizler: Sağlık Bakanlığının, kontrol izlemesi yetkisinde olan
suların ilgili mevzuat kapsamındaki
analizleri (İçme, içme kullanma, kaynak, doğal mineralli, kaplıca, yüzme,
havuz suyu. ), Peloid, Klinik Laboratuvar Hizmetleri (Talasemi,Tüberküloz
vb.)’dir.
Gündeminizde yer alan yeni çalışmalarla
ilgili bilgi verir misiniz?
Öncelikle son zamanlarda bütün kamuoyunun gündeminde olan madde
bağımlılığı ile ilgili çalışmalarımızdan
söz etmek isterim. Bağımlılık Yapıcı
Maddeler ve Bağımlılıkla Mücadele
kapsamında Türkiye Uyuşturucu ve
Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi (TUBİM) koordinatörlüğünde
hazırlanmış olan Ulusal Eylem Planı
doğrultusunda, 81 ilde İl Uyuşturucu
Koordinasyon Kurulları oluşturduk.
Sekretaryaları Halk Sağlığı Müdürlüklerince yürütülen söz konusu kurullarda ilgili kurum ve kuruluşların
taşra teşkilatları temsilcileri bulunmaktadır. Ulusal Uyuşturucu Eylem
Planında yer alan önleme ve halka
yönelik eğitim ve bilgilendirme faaliyetleri illerdeki tüm kurum ve kuruluşların işbirliği ile yürütülmektedir.
Ancak son zamanlarda bonzai olarak
adlandırılan sentetik uyuşturucuların
gündemde yoğun olarak yer alması
probleme acil olarak çözüm önerileri
getiren bir müdahaleyi zorunlu kıldı.
Bu sebeple konuya en üst düzeyde
sahip çıkılarak 7 Bakanımız bir araya
geldi ve altta teknik komitenin bir
acil eylem planı hazırlamasına karar
verildi. Bu kapsamda hazırlanan acil
eylem planı Bakanlar Kurulumuza ve
Sayın Başbakanımıza sunuldu. Sayın
Başbakanımız da 23 Eylül 2014 tarihinde acil eylem planını kamuoyuna
lanse etti. Eylem planı kapsamında;
ülkemizde yürütülmekte olan bu farkındalık çalışmaları ve eğitimler yapılmaya devam edecek. Eğitimlerin
kategorize edilmiş gruplara yönelik
standart eğitim modülleri ile verilmesi sağlanacak. Vatandaşların uyuşturucuyla mücadele kapsamında 7/24
danışmanlık hizmeti alabilecekleri bir
danışma hattı kurulacak. Madde bağımlılığının erken tanı ve tedavisinde
rol alan tüm mekanizmalar güçlendirilecek. Bu kapsamda Aile hekimlerinin süreç içinde aktif olarak rol almaları sağlanarak madde kullanıcılarının
daha bağımlı hale gelmeden tedavi
ve rehabilitasyonları yapılacak, bağımlı olanların ise psikiyatri klinikleri
veya AMATEM’lere yönlendirilmesi
sağlanacak. Madde bağımlılarının entoksikasyon ve yoksunluk durumlarıyla karşı karşıya kalan 112 acil personeli ve tüm hastane acillerinde görev
yapan personel madde bağımlılığına
acil müdahale konusunda eğitim alarak teknik kapasiteleri güçlendirilecek. AMATEM’lerin sayı ve etkinlikleri
artırılarak bağımlıların tedaviye erişimleri kolaylaştırılacak. Tedavi sonrası tıbbi rehabilitasyon mekanizması
güçlendirilerek sosyal rehabilitasyon
sürecine de destek verilecektir.
PROF. DR. SEÇİL ÖZKAN KİMDİR?
1992 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun
oldum ve aynı yıl Artvin Yusufeli Merkez Sağlık Ocağında
göreve başladım. 1999 yılında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk
Sağlığı Anabilim Dalı’nda Uzmanlık Eğitimimi tamamladım. 1999
yılından itibaren bir yıl süreyle Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri
Genel Müdürlüğünde Sağlık Ocakları Daire Başkanı olarak görev yaptım.
2002 yılında Gazi Üniversitesinde “Eğitim Yönetimi ve Denetimi” alanında
yüksek lisans eğitimini tamamladım. 2000 yılından itibaren dört yıl süre ile Gazi
Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda Öğretim Görevlisi olarak
görev yaptım. 2004 – 2006 yıllarında Yardımcı Doçent Doktor olarak görev yaparken
2006 yılında Doçent Doktor, 2011 yılında da aynı üniversitede Profesör Doktor olarak
göreve devam ettim. 2010-2013 yılları arasında Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri
Enstitüsünde, Enstitü Kurul Üyeliği ile aynı üniversitede Kazaların Demografisi ve
Epidemiyolojisi Bilim Dalı Başkanlığı ve Tıp Fakültesi Başkoordinatör Yardımcılığı
görevlerini yürüttüm. 2012 yılında Gazi Üniversitesinde Rektör Danışmanlığında
bulundum. 2013 yılında Gazi Üniversitesinde Etik Komisyonu Başkanlığı ve
Eğitim – Öğretim Komisyonu üyeliği yaptım. Halk sağlığı alanında faaliyet
gösteren çeşitli derneklerde ve sivil tolum kuruluşlarında üyelik
ve yöneticilik görevlerinde bulundum. Ulusal ve uluslararası
hakemli dergilerde yayımlanan birçok makalem, ulusal
ve uluslararası bilimsel toplantılarda sunulan
bildirilerim ve ödüllerim bulunmaktadır.
kapsamda 13
Ekim 2014 Pazartesi günü Sayın Başbakanımızın önderliğinde Bakanlar
Kurulu, tüm kabine üyeleri ve halkımızın katılımıyla Ankara Altınpark’ta
yürüyeceğiz.
“Kronik Hastalıklar Eylem Planı”
Bulaşıcı olmayan hastalıklar konusu-
na da değinmek istiyorum. En
sık ölüm nedenleri arasında ilk 5 neden bulaşıcı olmayan hastalıklardır.
Bu nedenle Kurumumuz bu durumu
değerlendirerek “Kronik Hastalıklar
Eylem Planını” hazırlamakta ve bu
hastalıklarla mücadele çalışmalarını
sürdürmektedir.
2014 “Sağlıklı Yaşam ve Hareket Yılı”
Bildiğiniz üzere 2014 yılı Bakanlığımızca “Sağlıklı Yaşam ve Hareket Yılı”
olarak ilan edilmişti. Biz de Türkiye
Halk Sağlığı Kurumu olarak yaptığımız etkinliklerle sağlıklı beslenme ve
fiziksel aktivitenin önemini vurgulamaya devam ediyoruz. Her ayın son
pazar gününde 81 ilde Halk Sağlığı
Müdürlüklerimizin belirdiği yerlerde halkımızla beraber yürüyoruz. Bu
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
19
kapakkonusu
KANSERİN EN İYİ VE ETKİLİ TEDAVİSİ
ERKEN TANI VE KORUNMA
Onkoloji Hastaları Yardımlaşma ve Sevgi Derneği tarafından bu yıl 7’ncisi düzenlenen “Uluslararası
Onkoloji Günleri”, kansere karşı el ele yürüyüşü yapıldı. Kansere dikkati çekmek ve farkındalık
oluşturmak amacıyla düzenlenen programa, 14 ülkeden ve Türkiye’nin çeşitli kentlerinden bilim
adamları ve sivil toplum kuruluşu temsilcileri katıldı.
20
Onkoloji Hastaları Yardımlaşma ve
Sevgi Derneği tarafından bu yıl 7’ncisi düzenlenen “Uluslararası Onkoloji
Günleri”, kansere karşı el ele yürüyüşü yapıldı. Kansere dikkati çekmek
ve farkındalık oluşturmak amacıyla
düzenlenen programa, 14 ülkeden
ve Türkiye’nin çeşitli kentlerinden bilim adamları ve sivil toplum kuruluşu
temsilcileri katıldı. Muş Belediyesi
önünde toplanan katılımcılar, halaylar çekti. Kansere dikkati çekmek
için el ele tutuşan katılımcılar, şarkı
söyleyerek, Muş Valiliği önüne kadar
yürüdü.
kolle ve obeziteyle olan mücadelede
ve çok önemli kanser stratejilerinde
hep beraber el ele vermek ve başarılı
olabilmektir. Özellikle tütün kontrol
programında göstermiş olduğumuz
başarıları önümüzdeki birkaç yıl içerisinde kanser istatistiklerinde de
göreceğimizi düşünüyoruz. En son
kanser istatistiklerimizde erkeklerde
akciğer kanseri artış bazının ilk defa
beklediğimizden daha az olduğunu
ve durakladığını gördük. Bu da bizim
için çok iyi bir haber. Önümüzdeki
yıllarda tütün kontrol programımızı
daha da genişleterek büyüteceğiz.”
Kanserle mücadelede sivil toplum
örgütlerine çok büyük görevler düştüğünü dile getiren Sağlık Bakanlığı
Kanserle Mücadele Daire Başkanı
Doç. Dr. Murat Gültekin, şunları kaydetti: “Amacımız buradan bir farkındalık hareketi doğurmak. Kansere
karşı el ele verebilmek. Tütünle, al-
Sağlık Bakanlığı Tütün ve Diğer Bağımlılık Yapan Maddelerle Mücadele Daire Başkanı Dr. Sertaç Polat
da Türkiye’nin tütünle mücadelede
dünya lideri olduğunu belirterek,
“2008’den 2012 yılına kadar yaklaşık
2,5 milyon vatandaşımız sigarayı bıraktı. Bunun olumlu etkilerini özel-
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
likle kanserde görüyoruz. Muş’taki
bu atmosferi gördükten sonra
Türkiye’nin bu başarısını da kesinlikle
hak ettiğine inanıyoruz” diye konuştu.
Kanserin En İyi ve Etkili Tedavisi Erken
Tanı ve Korunma ile Olur
Toplantı kapsamında yapılan basın
toplantısında konuşan Türk Tıbbi Onkoloji Derneği üyesi Prof. Dr. Özlem
Er, en önemli sağlık sorunlarından
biri olan kanser konusunda farkındalık oluşturmak için düzenlenen etkinliğe katıldıklarını söyledi. Türkiye’de
yaklaşık 350 bin ile 400 bin kanser
hastası bulunduğunu ifade eden
Prof. Dr. Er, “ Türkiye›de yaklaşık 350
bin ile 400 yüz bin kanser hastası bulunmaktadır. Her yıl yaklaşık olarak
150 bin yeni kanser tanısı konmaktadır. Erkeklerde en sık görülen kanser
akciğer ve prostat iken, kadınlarda
ise meme kanseridir. Kanserin en iyi
ve etkili tedavisi erken tanı ve korunma ile olur. Kanserin yaklaşık yarısını
alınan önlemlerle azaltmak mümkündür. Önemli bir kısmı tütüne
bağlı kanserdir. Tütün kullanımının
önlenmesi, güneşten korunma, ideal
kiloyu sağlama, düzenli spor yapma
ve dengeli sebze ve meyvelerden
zengin beslenme ile kanser sıklığını
azaltabiliriz. Erken tanı ile birçok kanseri yüzde 90›ı geçen başarı oranları
sağlamaktadır. Kanserin her evresin
de tedavi konusunda çok önemli ve
hızlı gelişmeler olmaktadır. “ dedi.
Özellikle cilt kanseri olan melanomda
immunoonkoloji tedavisinin uygulandığını söyleyen Er, “İmmunoonkoloji ise vücudun bağışıklık sistemini
aktive ederek kanser hücrelerini yok
etmesini sağlayan tedavi yöntemleridir. İmmunoonkolojik tedavilerin
önemli rol aldığı kanserlerden biri cilt
kanseri olan melanomdur. İlerlemiş
melanom tedavisinde 2009’a kadar
yalnızca kemoterapi uygulanmakta
ve etkisi sınırlı iken dönüm noktası
bağışıklık sistemini aktive eden ilacın
etkili olduğu gösterilmiştir. Yaşam
süresinde uzama ve uzun süreli kalıcı
iyileşme sağladığı bir grup hasta olmuştur. Yani ilaçların geliştirilmesine
ve kullanılmasına yol açmıştır. Kanser
tedavisinde başarı hikayeleri devam
etmektedir” diye konuştu.
Buğday Çimi İçerek , Tilki Kulağı Keserek
Bir Şeye Ulaşmak Mümkün Değil
Buğday çiminin içilmesi gibi konulara internette bu gibi yazılarla karşılaştıklarını belirten Er, “Bunlarla
karşılaşmamanız için Türk Tıbbi Onkoloji Derneği olarak çalışma yapıyoruz. www.kanser.org isimli internet
sitemizde hem sağlık çalışanları için,
hem de çalışanlar için alternatif tedaviler başlığı altında bilgilendirme var.
Bunlara alternatif demek yanlış olur.
Tamamlayıcı tıp uygulamaları var,
gevşeme egzersizleri, spor yapmak,
dua etmek gibi tamamlayıcı manevi
yöne destekleyeceği şeyler olabilir.
Buğday çimi içerek , mercan kökü
yiyerek, tilki kulağı keserek bir şeye
ulaşmak mümkün değil. Eğer öyle
olsaydı zaten çok kolay olurdu, bu da
gündeme gelirdi” diye konuştu.
Önlenebilir İki Kanser Ajanına Dikkat Çekilmeli
Önlenebilir iki tane kanser yapan
ajan olduğunu belirten Prof. Dr. Sıdıka Kurul, “Bunlardan bir tanesi sigara ve hava kirliliği, diğeri de güneş
ışınlarıdır. Akciğer kanseri, sigaradan
korunma ve çevre faktörlerinin minimalize edilmesi hava temizliği, ikincisi de güneş ışınlarına çok maruz kalırsanız cilt kanseri olursunuz” şeklinde
konuştu.
Benlere Bıçak Değebilir
Melanom erken tespit edildiğinde öldürücü bir hastalık değildir” diyen Kurul, şunları dile getirdi: “Benlere bıçak
değebilir. Ameliyatla çıkarılması neredeyse melanomun neredeyse tümüyle önlenebilmesini sağlayabilir. Erken
evre melanomun tedavisi cerrahidir.
Bütün tedavi kararları, multi disipliner
bir şekilde verilmelidir.”
Kanser Yüzde 40 Oranında Önlenebilir
Genç Birikim Derneği Başkanı Salih Yüce, kanserin 2030 yılında tüm
dünyada yılda 20 milyon yeni hasta
ve 12 milyon ölüme yol açarak ölüm
nedenleri içinde birinci olacağının
bilindiğini aktararak, şunları söyledi:
“Kanser, Dünya Sağlık Örgütü verileriyle de ortaya konulduğu gibi
yüzde 40 oranında önlenebilir, erken
yakalandığında ve doğru yöntemler
kullanıldığında tedavi edilebilir, ileri vakalarda da yaşam kalitesi yükseltilebilir bir hastalıklar grubudur.
Kanseri önleme faaliyetleri çerçevesinde öncelikle kanseri oluşmadan önlemek asıl amaç olmalıdır ki
dernek olarak en önemli hedefimiz
bunu sağlayabilmektir. Kontrolsüz
güneşlenenler, ailesinde deri kanseri
öyküsü bulunanlar ve yanlış yaşama
alışkanlıkları gibi risk faktörlerini ortadan kaldırmak, korunma ile ilgili
tedbirlerin alınmasını sağlamak ve
toplumsal farkındalığı arttırmak kanserle mücadele konusunda yapılan
toplumsal mücadelenin ana eksenini
oluşturmaktadır.”
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
21
Kanser hastalığının nedenlerinin çok
iyi bilinmesi ve başta aileler ve gençler olmak üzere toplumsal bir bilinç
oluşturulmasının çocukların ve gençlerin kansere karşı korunabilmesi
açısından hayati önem taşıdığını dile
getiren Yüce, “Çocuklara, gençlere
ve ailelere ulaşmak, sağlıklı bir yaşam tarzı benimsemeleri konusunda
bilinç kazanmalarını sağlamak kolaylıkla hayata geçebilecek bir konu
değildir. Hastalar ve hasta yakınları
bu sorunla her gün yüzleşen insanlar
olarak, çevrelerine bu konuda bilinç
kazandırabilmek için aktif roller üstlenebilmelidirler. Hastaların ve kanserle mücadele konusunda çalışan
sivil toplum kuruluşlarının ulusal ve
uluslararası gelişmeleri izleyebilmeleri, bunların aktif parçaları olabilmeleri ve tüm bunları paylaşabilmeleri
için uluslararası platformlarda yer
almaları, yurtdışında ve yurtiçinde
düzenlenen faaliyetlere katılmaları
gerekmektedir. Onkoloji Günleri bu
konuda sivil toplum kuruluşlarına ve
gençlik merkezlerine eşsiz bir imkan
sunmaktadır. Onkoloji Günleri sayesinde Türkiye’den kansere karşı mücadele eden birçok sivil toplum kuruluşu uluslararası ve ulusal düzeyde
ilişkilerini geliştirme fırsatı bulmuştur. Türkiye kanserle mücadele konusunda dünyaca tanınan çok başarılı
bilim insanlarına sahiptir. Kanserin
Türkiye’de geçmiş yıllara göre daha
az korkulan ve tedavi edilebilir bir
hastalık olması gerçeğinin arkasında
Türk bilim insanlarının büyük mücadelesi vardır. Sivil toplum kuruluşları,
tıp dünyasının yaptığı çalışmaların
22
topluma aktarılması ve kansere karşı korunma konusunda büyük bir
destek noktası olmuşlardır. Başka bir
değişle tıp dünyası, hastalar ve sivil
toplum birbirini tamamlayıcı roller
üstlenmektedir. Bu kesimler arasında
bir işbirliği olmaksızın kanserle mücadele konusunda büyük sonuçlar
elde etmek çok zor olacaktır. Diğer
taraftan çevresel kanserojenler konusuyla mücadele eden Türkiye’den
ve dünyadan sivil toplum kuruluşları ve bilim adamları bulunmaktadır.
Kansere karşı mücadele eden sivil
toplum kuruluşlarının ve gençlik
merkezlerinin bu geniş kesim ile bir
araya gelmesi ve işbirliği yapmaları,
konunun çarpan etkisinin artması
ve daha geniş bir çevreye yaygınlaşmasına imkan sağlayacaktır. Bu yönüyle 6. Uluslararası ’Yeşeren Bir Bitki
Onkoloji Günleri’ eğitsel hem de far-
kındalık yaratma boyutlarıyla dikkat
çekici bir proje olma özelliği taşımaktadır” dedi.
Onkoloji Günleri’nin süreç içerisinde
sadece Genç Birikim Derneği’nin düzenlediği bir proje olmaktan çıktığını
belirten Yüce, sivil toplum kuruluşları, gençlik merkezleri ve uluslararası
kuruluşların içinde yer aldığı bir network oluşumunu sağladığını kaydetti. Yüce, Tanıtma Fonu’nun katkılarıyla düzenlenen Onkoloji Günleri’ne
uluslararası kuruluşlar, bilim adamları, kamu kurumları ve sivil toplum
tarafından desteklenen ve uluslararası alanda tanınan bir etkinlik haline
döndüğünü sözlerine ekledi.
Toplantıda Prof. Dr. Ertuğrul Aydemir
ve Halk Sağlığı Müdürlüğü Bulaşıcı
Olmayan Hastalıklar Şube Müdürü
Tekin Güler de yer aldı.
kapakkonusu
KANSERDEN KORUNMADA
DOĞRULAR/YANLIŞLAR
Prof. Dr. İsmail ÇELİK
İç Hastalıkları
ve Medikal Onkoloji Uzmanı
Kanser Epidemiyolojisi Bilim Uzmanı
Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü
Kansere yol açtığı söylenen ajanlarla
ilgili her gün yeni bir haber çıkar. Aslında her gün sayıca artan (!) kanserojenler medyatiktir, bilimsel değildir.
Kanser olmak için bir maddeye maruziyetin dozu ve süresi çok önemlidir.
Akşam bir madde ile temas edip sabah kanser olmayız. Haberlere konu
olan ve bilgi kirliliğine yol açan bu
maddeler günlük yaşamımızın içindedir ve çoğumuzun bunlarla teması
ya çok sınırlı sürede ya da çok çok az
miktarlarda olur. Vücut bu tip zararlı
24
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
maddelere karşı savunmayı ve arınmayı mükemmel bir şekilde başarır;
yaşayan organizmalar herhangi bir
zehirli madde ile temas edince yok
olacak güçsüz ve savunmasız değildir-korunma mekanizmaları mükemmel çalışır.
Günlük yaşantıda çoğumuza sorun
olmayan söz konusu maddeler ancak mesleksel olarak ve uzun yıllar
boyunca maruz kalanlarda kansere
yol açabilirler. Örneğin çevremizdeki
kum elle temasta hiçbir tehlike içermezken kömür işçileri yıllar boyu
kaya tozlarını soludukları için akciğer
kanseri riskleri artar. Benzer şekilde
mobilyacılarda odun tozu, tersane
işçilerinde asbest, üzüm işçilerinde arsenik, ayakkabı boyacılarında
benzen de mesleksel karsinojenlerin
belli başlı örnekleridir. Çevremizdeki
çoğu maddenin kansere yol açması
için mesleksel olarak ve uzun yıllar
boyunca maruziyet gerektirmesi,
Paracelsus’un 16. Yüzyılda “Her mad-
Prof. Dr. İsmail ÇELİK
de zehirdir. Zehir ile zehir olmayanı
ayıran dozdur” cümlesinde de vurguladığı gibi, modern toksikolojinin
temel taşıdır.
Sanıldığının aksine, genetik geçiş
gösteren (ailevi kanserler) tüm kanserlerin binde birinden azdır. Kanserin sebepleri çoğunlukla yaşam tarzı
kökenlidir:
• Tütün
• Diyet/Obesite/Fizik aktivite
• Alkol
• Enfeksiyonlar (Hepatit B ve HPV)
serviks kanserine neden olduğu bilinmektedir. Özellikle akciğer kanseri
ile içilen sigara miktarı arasında açık
bir ilişki vardır. Sigaraya başlama yaşı,
sigara kullanma süresi, inhalasyon
miktarı ve günlük tüketilen sigara
miktarı, kanser riskini belirlemektedir. Sigaranın zararlı etkisi, sigara
bırakıldıktan 10-15 yıl sonra bile devam etmektedir. Sigara dumanında
4000’e yakın sayıda kimyasal madde
bulunmakta olup bunun 50’ye yakını kanserojendir. Başlıca kanserojen
maddeler nikotin, nitrozaminler, nikel, kadmiyum, vinil klorid, katekol,
benzopiren ve dibenzantrasendir.
Dünyada, 15 yaş üstü 1.2 milyar kişi
sigara içmekte olup bu rakamın
2025’te 1.6 milyara ulaşması beklenmektedir. Her yıl dünyada 5 milyon
kanser sebeplerinin %90-95’ini oluşturur (Şekil 1).
Tütün
Tütün kullanımı her çeşit kanseri arttırır. Tüm kanserlerin yaklaşık yarısının sebebi tütün ve tütün mamülleri
kullanımıdır. Sigara, kanser ile ilişkisi
ortaya konmuş en önemli tüketim
maddesidir. Sigaranın başta akciğer
kanseri olmak üzere larenks, farinks,
ağız boşluğu, özofagus, mesane,
böbrek, pankreas, idrar yolları ve
(Şekil 1)
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
25
insan sigaraya bağlı hastalıklar nedeniyle yaşamını yitirmektedir: diğer bir
deyişle “6 saniyede 1 kişi” ölmektedir.
(2. Dünya savaşında 20 milyon, 1.
Dünya savaşında 8.5 milyon kişi öldü,
dünya tarihindeki en büyük deprem
1976 Çin’de 800,000 kişi hayatını kaybetti, Atom bombası yüzünden 1945
yılında Hiroshima ve Nagazaki’de
ölüm sayısı ise 220,000’dir). 2030’da
ise 8 milyon kişinin sigara ve tütün
kullanımına bağlı hastalıklardan hayatını kaybedeceği ve bu ölümlerin
yüzde 70’inin de gelişmekte olan ülkelerde olacağı öngörülmektedir.
Ülkemizde yılda 120 bin insan sigaraya bağlı hastalıklar nedeniyle yaşamını yitirmektedir. Bu günde yaklaşık
300 kişinin ölmesi anlamına gelir. 70
milyonluk Türkiye nüfusunun 20 milyonu aktif olarak sigara kullanmakta
olup sigaraya bağlı hastalıklardan
ölen kişi sayısı, trafik kazalarında
ölenlerin (5000 kişi) 25 katı, İzmit
depreminde resmi rakamlara göre
ölü sayısı 35,000’in 4 katı, terörle mücadelede 30 yılda kaybettiğimiz insan sayısının 40,000 üç katıdır.
Pasif içicilik de kanser sebebidir. Tütün dumanı ana akım ve yan akım olmak üzere ikiye ayrılır. Bir sigaradan
ortama saçılan dumanın çok büyük
çoğunluğu yan akımdan oluşmaktadır. Bazı kanser yapıcı maddelerin
miktarı yan akım dumanda ana akıma göre 10-200 kat daha fazladır.
Çevresel tütün dumanına maruziyet akciğer ve meme kanseri riskini
arttırmaktadır. Pasif içicilikten her yıl
dünyada milyonlarca, ülkemizde ise
yaklaşık 17 bin kişi hayatını kaybetmektedir. Çevreye yayılan duman,
sigarada süzülmeyip direkt havaya
karıştığı için içerdiği zehirli maddeler
açısından daha zengindir. ABD Çevre
Koruma Örgütü havaya karışan sigara dumanını, hardal gazı, benzen ve
arseniğin de içinde bulunduğu “A
Grubu insan kanserojen” grubuna almıştır. Pasif sigara içiciliği ile, akciğer
kanseri de dahil olmak üzere meme
kanseri, rahim ağzı kanseri, kan kanseri gibi sigara içen kişide görülen
her türlü kanser çeşidi ve bronşit,
amfizem, kalp krizi gibi her türlü hastalık artmış oranda görülmektedir.
Evde ailesi sigara içen çocuklar günde 5 sigara içmiş kadar zehirlenmekte ve kocası sigara içen kadınların ak26
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
ciğer kanserinden ölme riski 2-3 kat,
meme kanseri gelişme riski ise 2 kat
daha fazla olmaktadır.
Sigara hem fiziksel, hem psikolojik
bağımlılık yaptığından destek almadan bırakılması zordur. Ancak unutulmamalıdır ki sigarayı bırakmak için
hiç bir yaş geç değildir. Tütün ve tütün mamullerini kullanan kişinin hemen bırakma girişiminde bulunması
ve bunun için tıp kuruluşlarına bağlı
profesyonel sigara bırakma merkezlerinden yardım alması gerekmektedir. Sigara bağımlığında tıbbi destek
çok önemlidir ve ancak farmakolojik
tedavi ile başarı oranı artmaktadır.
Destek almaksızın kendisi sigara bırakan kişilerde bir yıl sonunda sigara
içmeme oranı yüzde 5’de kalmakta,
profesyonel destekle başarı şansı
yüzde 15’e çıkmakta, farmakolojik
tedaviyle yüzde 25-30’ların üzerinde
başarı sağlanmaktadır.
Diyet- Obesite ve Fizik Aktivite
Sigara dışındaki en önemli kanser nedeni diyet-kilo-fizik aktivite bileşenlerinden oluşan “yaşam biçimi” alışkanlıklarıdır. Sigara kullanımı, beslenme
alışkanlığı ile beraber gerek yaygınlık
gerekse de risk büyüklüğü açısından
en önemli iki kanser nedeni olarak
karşımıza çıkmakta olup her iki faktör
birlikte ele alındığında tüm kanserlerin yaklaşık %80-90’undan sorumlu
oldukları düşünülmektedir.
Şişmanlık, sebebi ne olursa olsun
kanseri arttıran bir etmendir. Fazla
kalori alınması ve şişmanlık, rahim,
pankreas, safra yolları, barsak, böbrek ve meme kanseri riskini arttırmaktadır. Zararsız olduğu, kolesterol
içermediği söylenen yağlı gıdaların
(zeytinyağı veya kuru yemiş de dahil
olmak üzere) çok miktarda alınmasının obeziteye yol açabileceği unutulmamalıdır. Gençlik dönemindeki
fazla kilo ve şişmanlığın tüm hayat
boyu devam ettiği bilinmektedir.
Dolayısıyla gençlik çağında şişman
insanların fazla olduğu günümüz
şartları göz önünde bulundurularak
gelecekte kanser vakalarının artacağından endişe edilmektedir.
İnsanların çoğu sağlıklı bir yaşam
biçimi edinmek isteseler de günümüzde bunu başarmaya çalışırken
önemli engellerle karşılaşmaktadır-
lar. Yüksek kalorili yiyeceklerin ve lokanta yemeklerinin kolay ulaşılır ve
uygun fiyata olması bu yiyeceklerin
tüketiminde artışa sebep olmaktadır.
Yanı sıra fiziksel aktivitedeki azalma
her yaştaki ve her toplum kesimindeki insanlarda şişmanlık salgınına
katkıda bulunmaktadır. Uzun çalışma
saatleri ve ev halkının çoğunun çalışması, yemek hazırlamaya ayrılan zamanı azaltmaktadır. Bu da ev dışında
çoğunlukla işlenmiş besinler ve “fast
food” tüketiminde artışa neden olmaktadır. Boş vaktin azalması, ulaşım
için otomobillerin kullanılması, elektronik eğlencenin ve iletişim araçlarının kullanımının artması hepsi daha
az aktif bir yaşam tarzı oluşmasına
katkıda bulunmaktadır.
Şişmanlığın önlenmesi sağlıklı beslenme ve fizik aktivite ile olur. Kanser
ve diğer hastalıkları engelleyen fiziksel aktivitelere küçük yaşta başlanması en büyük faydayı vermektedir
ancak yine de her yaşta egzersiz yapmanın faydalı olduğu ispatlanmıştır.
Amerikan Kanser Derneğinin bireylere
yönelik beslenme ve fizik aktivite önerileri
şöyledir:
1) Başta bitkisel kaynaklı olmak üzere
sağlıklı besinler tüketiniz:
• Her gün 5 veya daha fazla porsiyon sebze ve meyve çeşitlerinden
yiyiniz
• İşlenmiş (rafine) tahıllar ve şekerler
yerine, ham tahılları tercih ediniz
• Kırmızı etin, özellikle yağlı ve işlenmiş olanların, tüketimini kısıtlayınız.
• Sağlıklı kiloyu korumaya yardımcı
olacak besinleri seçiniz
2) Fiziksel olarak aktif bir yaşam tarzı
benimseyiniz.
• Yetişkinler haftanın 5 ya da daha
fazla günü 30 dakika ya da daha
fazla orta derecede aktivitede bulunmalıdır. Haftanın 5 yada daha
fazla günü 45 dakika yada daha
fazla orta-şiddetli derecede aktivitede bulunmak meme ve barsak
kanseri riskini azaltmaktadır.
• Çocuklar ve gençler haftanın en az
5 gününde günde en az 60 dakika
orta-şiddetli derecede fiziksel akti-
vitede bulunmalıdır.
3) Yaşam boyu sağlıklı kiloyu koruyunuz.
• Kalori
alımını fiziksel aktiviteye
göre dengeleyiniz.
• Son zamanlarda fazla kilolu ya da
şişman iseniz kilo veriniz.
4) Alkollü içeceklerin tüketimini sınırlayınız.
Beslenme ile ilgili çok fazla sayıda yanlış
inanış mevcuttur:
• Soyanın içindeki kadınlık hormo-
nu olan östrojene benzer maddeler, yüksek dozda alındığında
meme ve rahim kanserlerine yol
açabilir.
• Domates, brokoli ve lahana gibi
gıdaların yüksek miktarlarda tüketilmesinin kanserden koruduğuna
dair veriler yeterli değildir.
• Ganoderma
Lucidum (sözde
ölümsüzlük mantarı!), içinde bir
nevi “kadınlık hormonu” ve teratojen olan dietilstilbestrol (DES)
maddesini içerdiği için önceleri
prostat kanserinde kullanılmış
ancak sonradan ilaç olarak kullanılması 2002’de FDA tarafından
yasaklanmış ve piyasadan kaldırılmış olan PC-SPES’in 8 bitki karışımından biridir. Reishi kullanımına bağlı karaciğer yetmezliği ve
arkasından ölüm ile sonuçlanan
vakalar tıbbi literatürde bildirilmiş olup basında geçtiği şekliyle
Reishi’nin yan etkisinin olmadığı
bilgisi kesinlikle yanlıştır. Sık görülen yan etkileri bulantı ve kusma
(kemoterapi alanlarda önemli bir
sorundur) ve “fare zehiri” diye de
bilinen warfarin benzeri etki ile
kanamaya yol açmasıdır. Tedavi ile
ilişkili en önemli sorunlardan bir
diğeri de bu mantarın, daha önceden greyfurt suyunda da tanımlandığı şekilde karaciğer sitokrom
enzimleri üzerinden etki ederek,
kemoterapi veya beraberinde kullanılan bulantı önleyici ilaçların etkilerinin azalmasına neden olmasıdır. Bulantı, kusmaya yol açması,
kanama yan etkisi, kemoterapi ve
diğer ilaçların etkilerini azaltma
sorunları yüzünden özellikle kemoterapi ile beraber kullanılması,
kemoterapiden önce ve/veya sonra alınması kesinlikle sakıncalıdır.
• Aspartam ve sakarin gibi yapay
tatlandırıcıların kansere neden olduğu bilgisi ispatlanmamıştır.
• Kahve tüketiminin kansere neden
olduğu ve yeşil çayın kanserden
koruduğuna dair bilimsel bir bulgu yoktur.
Alkol
Alkol kanseri tetikler. Az miktarda
bile olsa alkol kanserojen etki gösterir. Alkolün neden olduğu kanserler
ağız boşluğu, larinks, özefagus ve karaciğer kanserleridir. Alkol kullanımı
yanında sigara içimi de varsa kanser
riski, her biri için 5 kat iken, 25 kata
çıkmaktadır.
Sonuç
Kanserden korunmak için yaşam
biçimimizi değiştirmemiz ve sigara
dumanına maruz kalmayan, sağlıklı
beslenen, şişman olmayan ve fiziksel
olarak aktif olan bireyler olmamız gerekli ve yeterlidir.
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
27
haber
NÖROENDOKRİN TÜMÖRLERİN
TEŞHİSİ ÖNEM TAŞIYOR
Nöroendokrin tümörlerin endokrin
fonksiyonları olan organlardan kaynaklandığını ve teşhisinin zorluğu
nedeniyle çok sinsi ilerleyip diğer
organlara yayıldığını söyleyen Prof.
Dr. Metin Özkan, eskiden ileri evrede
yaşam sürelerinin çok kısa olduğu bu
kanser türünde yeni tedavi seçenekleriyle kanserin stabil tutulabildiğini
ve yaşam sürelerinin 5 ila 10 yıl arasında uzatılabildiğini söyledi.
Nöroendokrin tümörlerin endokrin
fonksiyonu olan, salgısal fonksiyonları olan organların hepsinden kaynaklanabileceğini belirten Erciyes
Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim
Üyesi Prof. Dr. Metin Özkan, “Bizim
en sık gördüğümüz tipleri daha çok
sindirim sisteminden, pankreas, ince
ve kalın bağırsaklardan kaynaklanıyor. Sindirim sistemi organlarından
en çok pankreasta karşılaşılıyor. Bunlar aslında yıllardır bilinen bir tümör
grubu ama tanı konmasında problem var” dedi.
Yavaş Seyirli Ama Sonuçları Çok Ciddi
Nöroendokrin tümörlerin çok yavaş
seyirli tümörler olmasına rağmen yıllar içinde diğer organlarda çok büyük
kitlesel yapılar oluşturabildiğini ifade
eden Prof. Dr. Özkan, “Bu tümörler
28
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
pankreasın bez, endokrin fonksiyon
gören kısımlarından kaynaklanıyor.
Pankreas sindirimde hem enzimatik
bir salgı yapıyor hem de endokrin bir
fonksiyon görüyor yani insülin salgılıyor, ona benzer çeşitli hormonlar
salgılıyor. Bunlarda daha çok pankreasın kuyruk ve gövde kesiminde yerleşiyorlar, baş kesiminde yerleşmiyor.
Bu tümörler aslında çok yavaş seyirli tümörler olmasına rağmen yıllar
içerisinde başka organlara çok ciddi
sıçrama yapabiliyorlar. Karaciğere
sıçrayıp karaciğerde çok ciddi harabiyetler yapabiliyor. Asıl tümör kaynağı
pankreas oluyor. Yavaş ilerlemelerine rağmen zaman içerisinde bu tümörler hastayı çok kötü durumlara
düşürebiliyorlar. En sık gördüğümüz
pankreas, ince bağırsaklar ve kalın
bağırsaklar yani sindirim sisteminin
bulunduğu kısım” diye konuştu.
“Teşhis Edilmesinde Sıkıntı Var”
Eskiden Nöroendokrin tümörlerinin
tespit edilmesinin çok zor olduğunu
söyleyen Prof. Dr. Özkan, şimdi ise bu
tümör hücrelerinin yüzeyindeki bazı
hedeflerin daha net ortaya konmaya
başlandığını söyleyerek, “Patolojik
olarak tanınmaları önceleri çok zordu hem de radyolojik olarak görün-
tülenmeleri ve
tespit edilmeleri
oldukça zordu. Bu
konu çok önemli aslında, burada bu tümör
hücrelerinin yüzeyindeki bazı
hedefler daha net bir şekilde ortaya
konmaya başlandı. Son yıllarda buna
dayalı olarak da tedavide ciddi gelişmeler yaşandı. Özellikle salgı fonksiyonunu yöneten bazı reseptörler var
tümör hücrelerin yüzeyinde bunlara
karşı geliştirilen ilaçlar var. Bu ilaçlar
bu salgı bezlerinin, salgı yapan tümör hücrelerinin fonksiyonlarını bloke ediyorlar. Bunların da uzun etkilileri son yıllarda daha etkin bir şekilde
kullanılmaya başlandı. İlk çalışma
2006 yılında ABD’de açıklandı, daha
sonra arkasından ikinci bir ilacın büyük çalışması açıklandı. Bundan son-
ra artık bu ilaçlar
rahatlıkla bu tümörü kontrol altına
almada ilk basamak
tedavi olarak kullanılmaya
başlandı” şeklinde konuştu.
“Hedefe Yönelik İlaçlar Yaşam Sürelerini
Önemli Oranda Uzattı”
Hedefe yönelik akıllı ilaçlar sayesinde
hastalığın artık kontrol altına alınabildiğini ve hastaların yaşam sürelerinin
anlamlı bir şekilde uzadığını belirten
Prof. Dr. Metin Özkan şunları söyledi:
“Tanısal amaçla bazı testler yapılıyor.
Bu reseptörlerin yoğunluğuna bakılıyor. Aynı zaman da patolojik incelemede bunların hızlı çoğalan mı yavaş
çoğalan mı oldukları belirleniyor. Yavaş çoğalan cinslerinde daha etkin
olduğu biliniyor, hızlı çoğalanlarda
fazla etkinlikleri yok, o grupta kemoterapi kullanılıyor. Bunların ardından
yeni dönemde akıllı ilaçlarda bu tümörlerde kullanıma girmeye başladı.
Tümörün damarlanmasını azaltan
ilaçlar tümörde büyüme yolaklarının alt gruplarına etki eden ilaçlar
veya çoklu fonksiyon gören ilaçlar.
Yani birkaç fonksiyonu bir arada gören ilaçlar bu hastalıkta kullanılmaya
başlandı ve bu tedaviler ışığında artık
daha etkin bir şekilde hastalık kontrol altına alınabiliyor ve hastalar daha
uzun yaşayabiliyor.”
rolüne katkı sağlıyor. ilaçların gidip
bu tümör hücrelerini tahrip etmesi
sağlanıyor. Tümörün üzerine yapışarak radyo terapiye, ışın tedavisine
benzer etkinlik yapan moleküller
yerleştiriliyor. Hastanın vücuduna verildiği zaman gidip hücrenin yüzeyindeki reseptöre yapışarak onu tahrip
ediyor. Bunların hepsi hedefe yönelik
tedavi olmuş oluyor. Bu kadar ileri
evre olan kanserlerde uzun dönem
yaşam şansı hiç yokken şuan çok ileri
evre olmalarına rağmen hastalar 10
yıl, 5 yıl, 7 yıl yaşama şansı bulabiliyor” dedi.
Hücrenin Yüzeyindeki Reseptöre
Yapışarak Onu Tahrip Ediyor
“Bu Konuda Uzman Eksikliği Var”
En büyük problemin tanı koymakta
yaşandığını söyleyen Prof. Dr. Özkan bu kanserin genellikle ilermiş
dönemde yakalandığını belirterek,
“Tanı koymada aslında fazla şansımız
yok. Tümör salgı yapmıyorsa hastalık
semptom vermiyorsa başka organa sıçradıktan sonra bize geliyor. O
dönemde ilerlemiş oluyor ama bu
tümörler yavaş seyirli olduğu için
cerrahinin yine yeri var mesela tümör
yükünü azaltan cerrahi. Tümörün
hepsini çıkarmasanız bile önemli bir
kısmını bile çıkarmak hastalığın kont-
Yaşanan en büyük sıkıntının ise özelleşmiş merkezler dışında bu kansere
tanı konmasının zorluğu olduğunu
söyleyen Prof. Dr. Metin Özkan, “En
büyük sıkıntı burada oluşuyor. Bu
tümörlerin tespitinde birileri bir şeyler görüyor gördükten sonra hastayı
daha ileri merkezlere sevk ediyorlar.
Gerek Türkiye’de olsun gerek dünyada olsun böyle özelleşmiş merkezler
dışında bu hastalığa yaklaşımda çok
fazla tecrübe yetersizliği var. Fakat
biz Erciyes Üniversitesi olarak bu konuda referans merkezlerden birisiyiz”
şeklinde konuştu.
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
29
haber
KALP SAĞLIĞINDA YENİ BİR TARTIŞMA KONUSU:
TUZ
Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Erdem Diker, Günlük normal bireyler için tuz ihtiyacı 3- 7 gr (ortalama
5 gr) arasına iken ülkemizde yapılan araştırmalarda bunun 3 katı kadar tuz tükettiğimizi belirtti.
Fazlası zararlı. Azı da zararlı mı ?
Günlük normal bireyler için tuz ihtiyacı 3- 7 gr (ortalama 5 gr) arasına
iken ülkemizde yapılan araştırmalarda bunun 3 katı kadar tuz tükettiğimiz tespit edilmiştir. 5 gr tuz kabaca
1 çay kaşığı tuza denk gelmektedir
ve bu miktar yemeklere tuz eklenmeden doğal günlük tüketilen yiyecek
ve içeceklerle de sağlanabilmektedir. Bu açıdan ülkemizin dünyada en
çok tuz tüketen ülkeler arasında yer
aldığı söylenmektedir. Yüksek miktarda sodyum tüketiminin sağlık problemlerine neden olduğu bilinmesine
rağmen, dünyanın birçok yerinde
insanlar almaları gereken miktardan
çok daha yüksek miktarda tuz tüketebilmektedirler.
Bazı kişilerde böbreğin tuz atma kapasitesi sınırlı olabilir ve gereğinden
fazla tuz alınması, hipertansiyonun
ortaya çıkmasına veya en azından hipertansiyon tedavisinde başarısızlığa
yol açabilir. Ülkemizde 2004 yılında 15
milyon olan yüksek tansiyonlu hasta
sayısı 2008 yılında 18 milyona çıktığı
ve bu artışta tuz tüketimin önemli rol
oynadığı iddia edilmektedir. Yapılan
çalışmalarda her 6 gramlık tuz alımında kan basıncının 8.2 milimetre civa
civarında arttığı bulunmuştur. Diyet
içeriğinde ki tuzun 1 gram azaltılmasının hipertansiyonu olan kişilerde,
felçlerde % 5, kalp krizlerinde ise %
3’lük bir azalmaya yol açabileceği
düşünülmektedir. Fakat son zamanlarda farklı veriler de ortaya çıkmış
durumdadır. Düşük sodyum tüketenlerde hipertansiyon gelişiminin tuz
tüketimi ile ilgili olmayabileceği ve
30
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
bu grupta tuz tüketimi kısıtlanmasının faydası olmayacağına dair veriler
vardır. Sonuçta tüm toplumda genel
bir tuz kısıtlanması yapmanın hem
uygun hem de faydalı olamayacağı
iddia edilmektedir. Bunun yanı sıra
son zamanlarda aşırı tuz azaltılmasının çeşitli sağlık sorunlarına davetiye
çıkardığını iddia eden çalışmalar da
yapılmıştır. Bu nedenle günlük 3.5-5
gr’dan daha az tuz tüketimini uluslar
arası tıbbi tedavi kılavuzlarında sorgulanmaya başlanmıştır. Bu amaçla
toplanan konferanslarda bazı hasta
alt gruplarında (diyabetli, kalp yetmezlikli, böbrek yetmezlikli) az tuz
tüketiminin zararlı olabileceği ile
ilgili de bilgiler elde edilmiştir. Alternatif olarak potasyum içeren diyetin
arttırılmasına elverecek stratejilerin
geliştirilmesi önerilmiştir. Düşük tuz
diyetinin fayda ve zararları ile ilgili
daha kaliteli bilgilere ihtiyaç olduğu
vurgulanmıştır.
Eskilerin tabiri ile “ifrat ve tefrit” in
yani çoğun da azın da iyi olmayacağını düşünerek şöyle pratik öneriler
getirebiliriz;
Günlük 5 gr (1 çay kaşığı) tuz tüketimi hedef değer olmalıdır,
Ev dışında yemek yeniyorsa az tuzlu gıdalar tercih edilmelidir,
Hazır gıda alırken mutlaka paketindeki tuz içeriğini kontrol edelim,
Evde yemek hazırlarken tuz miktarını azaltalım,
Yemeğin ve salatanın tadına bakmadan tuz ilavesi yapmaktan kaçınılmalıdır. Tuz yerine maydanoz,
•
•
nane, kekik, dereotu, rezene, fesleğen veya reyhan gibi baharatlar
kullanılabilir.
Turşu, ketçap, salça, salamura peynir, zeytin, soya sosu, salata sosları
vb. yiyeceklerin tuz içeriği yüksektir. Bu besinlerden uzak durunuz
ya da çok nadir tüketiniz.
Meyve ve sebze gibi potasyumdan zengin diyeti arttırmalıyız,
Sonuçta tuz önemli bir mineral olarak günümüzde de popülerliğini koruduğunu belirten Prof. Dr. Erdem
Diker, ‘’Sağlık açısından, tuz alımı ile
kalp damar hastalıkları arasındaki
pozitif ilişki gösterilmiştir. Tuz alımının azaltılması ile başta hipertansiyon olmak üzere çeşitli kalp damar
hastalıklarının tedavilerinin daha
kolay olduğu da gösterilmiştir. Bu sayede ekonomik yük de azalmaktadır.
Ancak hangi hastalarda ne kadar tuz
azaltılacağı ile ilgili bilgiler halen net
bir sınırla çizilmemiştir.’’ diye konuştu.
•
•
•
•
•
Prof. Dr. Erdem Diker
kapakkonusu
TÜRKİYE’DE UYUŞTURUCU
MADDE KULLANIM YAYGINLIĞI:
RİSK ETMENLERİ VE ALGILAR
Prof. Dr. Mustafa N. İLHAN
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Türkiye Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme
Merkezi Bilim Kurulu Üyesi
Avrupa Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme
Merkezi Ulusal Uzmanı
Giriş
Uyuşturucu
madde
kullanımı
önemli bir halk sağlığı sorunu olup,
Türkiye’de diğer Avrupa ülkelerinde
olduğu kadar yaygın görülmemekle
birlikte, tüm boyutları ve risk etmenleri ile birlikte ortaya konması gereken tıbbi, hukuki, sosyal ve güvenlik
boyutları olan bir konudur.
Ülkemizde 2011 yılında TUBİM tarafından ülke örnekleminde ilk kez yapılan Türkiye’de Genel Nüfusta Tütün,
Alkol ve Madde Kullanımına Yönelik
Tutum ve Davranış Araştırması (TUBİM GPS Araştırması) ve Türkiye’de
Okullarda Tütün, Alkol ve Madde Kullanımına Yönelik Tutum ve Davranış
Araştırması (TUBİM SPS Araştırması)
sonuçlarına göre esrar dahil herhan32
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
gi bir uyuşturucu maddeyi en az bir
kez deneyenler (yaşam boyu madde
kullanımı prevalansı) 15-64 yaş grubunda % 2,7, 15-16 yaş grubunda ise
% 1,5 olarak belirlenmiştir. 2011ve
2012 Türkiye Uyuşturucu Raporlarında uyuşturucu madde kullanımı
Türkiye’de sorunun boyutu ortaya
konmuştur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi 2008
yılında madde bağımlılığının araştırılması ve alınacak önlemlerin belirlenmesi amacı ile bir araştırma
komisyonu kurmuş ve sorunu tüm
boyutları ile değerlendirerek çözüm
önerileri geliştirmiştir. Alandaki tüm
tarafları bir araya getiren 2.Ulusal
Uyuşturucu Politika ve Strateji Belgesi” (2013-2018) ile bu belgenin uygulanmasına yönelik faaliyetleri içeren “Ulusal Uyuşturucu Eylem Planı”
(2013-2015) yürürlüğe konulmuştur.
Ülkemizde eylem planını gerçekleştirebilmek için madde kullanımı risk
gruplarını ve toplumsal algıyı belirlemeye yönelik bilgi, yol haritasını
oluşturmaktadır. Bu yazıda Türkiye’de
genel nüfusta yapılan uyuşturucu
madde kullanımı araştırmasının ilgili
sonuçları sunulacaktır.
Genel Nüfusta
Uyuşturucu Madde Kullanımı
Risk Etmenleri
Genel nüfusun yaş, cinsiyet, eğitim,
medeni durum, en uzun yaşadıkları
yer ve gelir gruplarına göre yaşam
boyu uyuşturucu madde kullanma
durumlarının dağılımları, Tablo 1, 2,
3, 4, 5 ve 6’da sunulmuştur.
Prof. Dr. Mustafa N. İLHAN
Tablo 1: Genel Nüfusun Yaş Gruplarına Göre Yaşam
Boyu Uyuşturucu Madde Kullanma Durumlarının
Dağılımı
Yaş
Grubu
15-24
25-44
45-64
Yaşam Boyu Uyuşturucu Madde Kullanımı
Var (%)
Yok (%)
2,9
97,1
2,8
97,2
2,3
97,7
p=0,323
15-24 yaş grubunda yaşam boyu
uyuşturucu madde kullanımı %2,9
iken, 25-44 yaş grubunda %2,8, 4564 yaş grubunda %2,3’tür.
Tablo 2: Genel Nüfusun Cinsiyet Gruplarına Göre
Yaşam Boyu Uyuşturucu Madde Kullanma Durumlarının Dağılımı
Cinsiyet
Erkek
Kadın
Yaşam Boyu Uyuşturucu Madde Kullanımı
Var (%)
Yok (%)
3,5
96,5
2,6
97,4
p=0,078
Erkeklerde yaşam boyu uyuşturucu
madde kullanımı %3,5 iken, kadınlarda %2,6’dır.
Tablo 3: Genel Nüfusun Eğitim Gruplarına Göre Yaşam Boyu Uyuşturucu Madde Kullanma Durumlarının Dağılımı
Eğitim Durumu
Eğitimsiz
İlkokul Mezunu
Ortaokul Mezunu
Lise Mezunu
Üniversite Mezunu
Yaşam Boyu Uyuşturucu
Madde Kullanımı
Var (%)
Yok (%)
2,6
97,4
2,4
97,6
3,2
96,8
2,6
97,4
3,1
96,9
p=0,521
Eğitimsizlerde yaşam boyu uyuşturucu madde kullanımı %2,6 iken, ilkokul mezunlarında %2,4, ortaokul
mezunlarında %3,2, lise mezunlarında %2,6, üniversite mezunlarında
%3,1’dir.
Tablo 4: Genel Nüfusun Medeni Durum Gruplarına
Göre Yaşam Boyu Uyuşturucu Madde Kullanma Durumlarının Dağılımı
Medeni Durum
Bekar
Evli
Dul/Boşanmış/Ayrı
Yaşıyor
Birlikte Yaşıyor/ Çok Eşli
Yaşam Boyu Uyuşturucu
Madde Kullanımı
Var (%)
Yok (%)
3,8
96,2
2,4
97,6
1,5
98,5
p=0,005
100,0
Bekarlarda yaşam boyu uyuşturucu
madde kullanımı %3,8 iken, evlilerde %2,4, dul, boşanmış ya da ayrı
yaşayanlarda %1,5’dir. Bekar olmak
istatistiksel olarak anlamlı biçimde
uyuşturucu madde kullanımını artırmaktadır (p=0,005).
Tablo 5: Genel Nüfusun En Uzun Yaşadıkları Yerleşim
Yeri Gruplarına Göre Yaşam Boyu Uyuşturucu Madde Kullanma Durumlarının Dağılımı
Yerleşim
Yeri
Tablo 7: Genel Nüfusun Yaşam Boyu, Son 12 Ay ve
Son 30 Gün Tütün, Alkol ve İlaç Kullanma Gruplarına
Göre Yaşam Boyu Uyuşturucu Madde Kullanma Durumlarının Dağılımı
Yaşam Boyu
Uyuşturucu Madde
Kullanımı
Yok
Var (%)
(%)
Yaşam Boyu Uyuşturucu Madde
Kullanımı
Var (%)
Yok (%)
İl Merkezi
2,6
97,4
İlçe Merkezi
2,9
97,1
Köy/Kasaba
2,7
97,3
Yaşam
Boyu
Tütün
p=0,850
İl merkezinde yaşayanlarda yaşam
boyu uyuşturucu madde kullanımı
%2,6 iken, ilçe merkezinde yaşayanlarda %2,9, köy ve kasabada yaşayanlarda %2,7’dir.
Tablo 6: Genel Nüfusun Gelir Gruplarına Göre Yaşam
Boyu Uyuşturucu Madde Kullanma Durumlarının
Dağılımı
Gelir Durumu
kullanımı oldukça etkili olup, Tablo
7’de yaşam boyu, son 12 ay ve son
30 gün tütün, alkol ve ilaç kullanma
gruplarına göre yaşam boyu uyuşturucu madde kullanımı sunulmaktadır.
Yaşam Boyu Uyuşturucu Madde
Kullanımı
Var (%)
Yok (%)
500 TL’den az
5,6
94,4
500-1000 TL
2,2
97,8
1001-2000 TL
2,6
97,4
2001 TL ve
üzeri
2,9
97,1
p=0,001
Geliri aylık 500 TL (200 EU) ve altında
olanlarda yaşam boyu uyuşturucu
madde kullanımı %5,6 iken, 5011000 TL (201-400 EU) arasında olanlarda %2,2, 1001-2000 TL (401-800
EU) olanlarda %2,6, 2001 TL (800 EU)
ve üzerinde olanlarda %2,9’dur. Gelir
düzeyi aylık 500 TL (200 EU) ve altında olmak istatistiksel olarak anlamlı
biçimde uyuşturucu madde kullanımını artırmaktadır (p=0,001).
Tütün, Alkol ve Hekim Önerisi Dışında İlaç
Kullanımı Durumuna Göre Uyuşturucu
Madde Kullanımı
Uyuşturucu madde kullanımını etkileyen önemli etkenler içinde tütün,
alkol ve hekim önerisi dışında ilaç
Alkol
İlaç
Var
Yok
Var
Yok
Var
Yok
3,0
2,3
3,9
2,2
3,3
2,6
97,0
97,7
96,1
97,8
96,7
97,4
Var
Yok
Var
Yok
Var
Yok
3,6
2,2
5,4
2,2
3,4
2,7
96,4
97,8
94,6
97,8
96,6
97,3
Var
Yok
Var
Yok
Var
Yok
3,6
2,3
6,0
2,3
3,0
2,7
96,4
97,7
94,0
97,7
97,0
97,3
p=0,046
p=0,001
p=0,260
Son 12 Ay
Tütün
Alkol
İlaç
p=0,001
p=0,001
p=0,344
Son 30 Gün
Tütün
Alkol
İlaç
p=0,001
p=0,001
p=0,715
Yaşam boyu, son 12 ay ve son 30 gün
tütün ve alkol kullanımı uyuşturucu
madde kullanımını istatistiksel olarak
anlamlı biçimde artırmaktadır.
Yaşam boyu tütün kullanmış olanların %3’ü, son 12 ay kullanmış olanların %3,6’sı, son 30 gün kullanmış
olanların %3,6’sı istatistiksel olarak
anlamlı biçimde tütün kullanmayanlara göre daha fazla uyuşturucu
madde kullanmaktadır (p=0,046,
p=0,001, p=0,001).
Yaşam boyu alkol kullanmış olanların
%3,9’u, son 12 ay kullanmış olanların
%5,4’ü, son 30 gün kullanmış olanların %6’sı istatistiksel olarak anlamlı biçimde alkol kullanmayanlara
göre daha fazla uyuşturucu madde
kullanmaktadır (p=0,046, p=0,001,
p=0,001).
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
33
Esrar Kullanımı
yip bırakamadığını belirtmiştir.
Toplumda Madde Kullanımı Algısı
TUBİM Genel Nüfusta Madde Kullanım Araştırması’nda esrar en çok
kullanılan uyuşturucu madde olarak
belirlenmiş olup, diğer uyuşturucu
maddelerin de çok düşük sıklıkta kullanıldığı belirlendiğinden esrar kullanımı ayrıca incelenmiştir. İncelenenlerin yaşam boyu, son 12 ay ve son 1
ay esrar kullanma prevalansları Tablo
8’de sunulmuştur.
Son kullanılan esrar en çok aile ve
arkadaş çevresinden sağlanmakta,
en çok bir arkadaşın evinde kullanılmaktadır. Esrar kullananların yarısı 24
saat içinde esrar bulmayı “kolay” olarak değerlendirmiştir.
Bu bölümde katılımcıların tütün, alkol ve uyuşturucu madde kullanımına ilişkin algıları sunulmaktadır.
Tablo 8: İncelenenlerin Yaşam Boyu, Son 12 Ay, Son
3 Ay, Son 1 Ay ve Araştırmanın Yapıldığı Anda Uyuşturucu Madde Kullanma Prevalansları
Esrar kullanma
prevalansı (%)
Kişi sayısı
Yaşam boyu
0,7
56
Son 12 ay
0,3
23
Son 1 ay
0,2
13
Esrar kullananların %14’ü kullanımın
kontrolleri dışına çıktığını düşünürken, yine %14’ü bir doz bile atlama
olasılığının kendilerinde endişe yarattığını belirtmekte, %19,3’ü esrar
kullanımı ile ilgili kaygı yaşamakta ve
%35,1’i esrarı bırakmayı istemektedir.
Esrar kullananların %86,7’si kullandıkları zamanlarda günde 1-4 saat
arasında sarhoş olduklarını belirtirken, %7,3’ü her gün en az 6 saat sarhoş olduklarını belirmiştir.
Esrarı ilk kez kullanma yaşı ortalaması
20,89±3,99, ortancası 20,00’dir.
Esrar kullananların %76,8’i son 1 ay
içinde esrar kullanmamıştır. Esrar kullananlar en çok kenevir bitkisinden
esrarı elde etmekte (gonca, yonca,
ot), en çok da tütüne karıştırarak kullanmaktadır. Toplumun %0,2’si esrarı düzenli kullandığını belirtmekte
olup, bu grubun yarıya yakını haftada 4-7 kez esrar kullanmaktadır. Esrar
kullananların yarısından fazlası deneyip esrarı bırakabildiğini, 1/5’i dene-
Tablo 9: Genel Nüfusun Uyuşturucu Madde Kullanma Konusundaki Suç Algısı Durumlarının Dağılımı
Esrar kullananların %9,1’i her gün
esrar kullanmayı durduramadığını,
%10,9’u kendisinden normal koşullarda beklenenleri yerine getirmediğini, %9,1’i güne başlayabilmek için
tekrar esrar kullandığını, %18’i pişmanlık yaşadığını, %35,1’i konsantrasyon sorunu yaşadığını belirtmiştir.
Esrar kullananların %6,9’unun kendisi ya da bir başkası esrar kullanımı
sonucu yaralanmıştır. Esrar kullananların %16,9’una akraba, arkadaş ya
da doktorlar kullanımı azaltmaları ya
da bırakmaları konusunda öneride
bulunmuştur.
Uyuşturucu Madde Bağımlısı Algısı
%
Daha çok suçlu
14,9
Daha çok hasta
48,4
Ne suçlu ne de hasta
6,0
Hem suçlu hem hasta
25,9
Kararsız
4,7
Toplumda uyuşturucu madde kullananlar %48,4 sıklıkla “daha çok hasta” ve %25,9 sıklıkla hem suçlu hem
hasta” olarak değerlendirilmektedir.
Bir başka deyişle toplumda her 4
kişiden 3’ü uyuşturucu madde kullananları hasta olarak değerlendirmektedir.
Toplumun %81,9’u “insanlar tıbbi nedenlerle esrar kullanabilmeli”
önermesine katılmazken, “insanlar
eğlence amaçlı esrar kullanabilmeli” önermesine katılmayanlar %96,4,
“insanlar esrar kullanabilmeli” önermesine katılmayanlar %96,6’dır.
Sonuçlar toplumun esrar kullanımı
konusunda çok az toleransa sahip olduğunu göstermektedir.
Kesinlikle
katılıyorum
(%)
Katılıyorum
(%)
Kararsız
(%)
Katılmıyorum
(%)
Kesinlikle
katılmıyorum
(%)
Bilmiyorum
(%)
3,3
6,2
4,2
11,2
70,7
4,4
0,4
0,6
0,8
9,9
86,5
1,7
0,4
0,3
0,9
9,8
86,8
1,7
İnsanlar tıbbi
nedenlerle
esrar
kullanabilmeli
İnsanlar
eğlence
amaçlı esrar
kullanabilmeli
İnsanlar esrar
kullanabilmeli
Tablo 10: Genel Nüfusun Esrar Kullanma Konusundaki Görüşlerinin Dağılımı
34
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
Hoş görüyorum
(%)
Kısmen hoş
görüyorum
(%)
Hiç hoş
görmüyorum
(%)
Bilmiyorum
(%)
1-2 kez ekstazi denemek
0,5
1,6
92,2
5,6
1-2 kez eroin denemek
0,3
0,7
95,3
3,7
Günde 10 adet sigara içmek
8,1
16,4
73,1
2,4
Haftada birkaç kez 1-2 içki içmek
7,4
12,9
77,1
2,7
Ara sıra esrar içmek
0,6
1,0
95,3
3,1
Tablo 11: Genel Nüfusun Tütün, Alkol ve Uyuşturucu Madde Kullanma Konusundaki Hoşgörülerinin Dağılımı
Toplumun %90’dan fazlası esrar,
ekstasi ve eroin denemeyi “hiç hoş
görmezken”, günde 10 adet sigara
içmeyi %73,1’i, haftada birkaç kez
1-2 içki içmeyi %77,1’i “hiç hoş görmemektedir”. Sonuçlar tütün ve alkol
konusunda görece daha hoşgörülü
olan toplumun uyuşturucu madde
kullanımı söz konusu olduğunda
hoşgörüsünün çok azaldığını ortaya
koymaktadır.
Toplumun %1’den az bir bölümü
tütün, alkol ve uyuşturucu madde
kullanımı risksiz olarak görmekle birlikte, %90’dan fazlası tütün, alkol ve
uyuşturucu madde kullanımını orta
ve ağır derecede riskli olarak değerlendirmektedir. Her üç bağımlılık
yapıcı madde için de toplumun risk
algısı benzerdir.
Sonuç
Küresel ölçekte uyuşturucu madde
kullanımı azalmakla birlikte ülkemiz-
Günde 1 veya daha
çok paket sigara
içmek
Hafta sonu 5 veya
daha çok içki içmek
Düzenli olarak esrar
içmek
1-2 kez ecstasy
denemek
1-2 kez kokain veya
crack denemek
de son 10 yıla bakıldığında genel olarak aynı sıklıkta olduğu bilinmektedir.
Ancak, Türkiye’de ilk kez 2011 yılında
yapılan genel nüfus ve okul çocukları
araştırmalarının belli sıklıklarla tekrarlanarak hem kullanım sıklığını gerçekçi olarak saptamak, hem alınan
önlemleri değerlendirmek doğru
bir yaklaşımdır. İvedilikle düşük gelir
düzeyi gibi özellikli gruplara yönelik
politika geliştirilmesi uygun olacaktır. Bonzai gibi sentetik uyuşturucular
zaman zaman ön plana çıksa da ülkemizde en önemli uyuşturucu maddenin esrar olduğu unutulmamalıdır,
yeni çıkabilecek benzer maddeler
için de önleme stratejisi başta olmak
üzere ivedilikle mücadele edilmelidir.
Toplumun büyük çoğunluğunun
uyuşturucu madde kullananları hasta olarak görmesi, uyuşturucu madde kullanımı ile mücadelede özellikle
koruma ve önleme faaliyetlerinde
ve bağımlıları topluma geri kazandırmada kullanılacak önemli bir argümandır. Bunun yanında toplum
uyuşturucu madde kullanımını hiç
hoş görmemekte, uyuşturucu madde, alkol ve tütün kullanımı benzer
risk düzeyinde algılamaktadır; toplumda uyuşturucu madde kullanımını önlemede tütün ve alkolle birlikte
topyekün bir mücadele yapmak etkili
bir önleme stratejisi olarak değerlendirilebilir.
Kaynaklar
1. Türkiye’de Genel Nüfusta Tütün, Alkol ve
Madde Kullanımına Yönelik Tutum ve Davranış Araştırması Raporu, TC İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü, Kaçakçılık
ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi Başkanlığı, 2012.
2. Ulusal Uyuşturucu Politika ve Strateji
Belgesi’nin Uygulanması için Ulusal Uyuşturucu Eylem Planı, Türkiye Cumhuriyeti,
Başbakanlık, 2013.
3. Uyuşturucu Başta Olmak Üzere Madde Bağımlılığı ve Kaçakçılığı Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin
Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu, TBMM, 2008.
Risksiz
(%)
Hafif derecede
riskli (%)
Orta derece
riskli (%)
Ağır derecede
riskli (%)
Bilmiyorum
(%)
0,3
2,3
9,6
86,0
1,8
0,8
3,0
11,7
82,0
2,4
0,1
0,2
1,6
95,8
2,3
0,2
0,5
2,3
92,3
4,7
0,1
0,3
1,8
93,6
4,1
Tablo 12: Genel Nüfusun Tütün, Alkol ve Uyuşturucu Madde Kullanma Konusundaki Risk Algısının Dağılımı
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
35
sağlığımıziçin
MİKROPLARIMIZ VE BİZ
Vücudumuzda bizimle birlikte yaşayan milyarlarca mikroorganizma
bulunmaktadır. Sağlıklı insan vücudunda, kişiye zarar vermeden denge içinde yaşayan mikroorganizma
toplulukları normal floramızı oluşturur. Normal flora, deri ve dış çevre ile
çeşitli bağlantılar aracılığıyla ilişkili
olan yüzey, boşluk ve organların mukozalarına yerleşir. Bu mikroorganizmaların bir kısmı zararsız bir şekilde
bizimle yaşar, bir kısmı vücudumuz
için faydalı vitaminleri metabolitleri
sentezler, bir kısmı ise fırsat bulunca
hastalık yapar. Vücudumuzun savunma sistemindeki rolleri ise ayrı önem
taşımaktadır.
sakta bulunan mikroorganizmalar
mikrobiyota olarak adlandırılır. Bağırsak mikrobiyotası, son yılların en
çok araştırma yapılan konusu olarak
ön plana çıkmaktadır. Bağırsak mikroflorası hem mikroorganizma sayısı
hem de türleri bakımından bireysel
farklılıklar gösteren dinamik bir sistemdir. Doğumdan sonra hızla bağırsaklarımız bakteri, mantar, virüs ve
diğer canlılarla kolonize olmakta ve
ilerleyen yaşlarda yaşam tarzı, antibiyotik kullanımı, anne sütü gibi çevresel etkenlerden etkilenerek o kişiye
özel mikrobiyota yapısı oluşmaktadır.
Bağırsak mikrobiyotasında yer alan
organizmaların hücre sayısı insan vücudundaki hücre sayısının 10 katıdır.
İnsanı bu kadar fazla mikroorganizma topluluğuyla birlikte büyük bir
makroorganizma olarak düşünmek
mümkündür ve bu büyük metabolik
birlikteliği anlamak karmaşık birçok
tıbbi incelemeyi gerektirmektedir.
Flora içeren bölgeler arasında en
ilginci şüphesiz bağırsaktır. Bağır-
Bağırsak mikrobiyotası sağlık ve hastalıkta insan için önem taşımaktadır.
Prof. Dr. Meltem YALINAY ÇIRAK
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı
36
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
İmmün sistem ile bağırsaklar arasında önemli düzeyde etkileşim bulunmaktadır. Doğumdan sonra ilk kolonize olan bakterilerden laktobasiller
ve bifidobakteri gibi kommensal bakteriler, enterik immün sistem hücrelerini neye karşı nasıl yanıt vereceklerini belirlemek için eğitim verirler.
Yapılan çalışmalarda, steril ratlarda
doğumdan itibaren sindirim sistemi
hücrelerinin gelişemediği, kan akımının ve peristaltizmin yavaşladığı,
enfeksiyona karşı yanıt veremediği, lenfoid sistemin çöktüğü, alerjik
hastalıklara eğilimli olduğu, oral tolerans kaybı olduğu görülmüştür.
Bu nedenle çevresel faktörlere karşı
savaşabilmek için, ilk oluşan mikrobiyotanın içeriği oldukça önemlidir.
Yapılan çalışmalarda, 2 yaşına kadar
mikrobiyotanın dalgalanmalar gösterdiği ve stabil olmadığı, 2-5 yaş
arasında mikrobiyotanın temel şeklini aldığı ve erişkin yaşlara bu şekilde
bozulmadan geldiği anlaşılmıştır. Ancak özellikle bu erken yaşlarda kullanılan antibiyotikler, yararlı bakterileri
öldürerek mikrobiyotayı kalıcı olarak
bozabilmektedir. Bu durumda erişkin yaşlarda obezite ve inflamatuvar
bağırsak hastalığı görülme riski 2-3
kat artmaktadır. Yiyecek ve beslenme
tarzımız da mikrobiyotayı değiştirmektedir.
Prebiyotik adı verilen bağırsaklarımızda yararlı bakterileri selektif
olarak çoğaltan lifli gıdalar bağırsak
mikrobiyotasını olumlu etkilemektedir. Bunun dışında ülkemizde yaygın
olarak tüketilen geleneksel besinlerden yoğurt, kefir, ayran da laktobasil ve bifidobakterileri artırmaktadır.
Batı tipi yaşam tarzı artık ülkemizde
de giderek artmaktadır. Batı tipi yaşam tarzı denilince sadece beslenme değil (fast-food kültürü, früktozkarbonhidrat ağırlıklı, doymuş trans
yağlardan zengin beslenme) daha
az aktivite, artmış sosyal stres gibi
faktörler anlatılmak istenmektedir.
Bu tip yaşam tarzı, bağırsak mikrobiyotasını değiştirmektedir. Bazı çalışmalarda, gelişmiş ülkelerde sık görülen hastalıklardan alerjik hastalıklar,
otoimmün hastalıklar, bazı kanser
tipleri, obezite, diyabetes mellitus,
psikiyatrik hastalıklar, inflamatuvar
bağırsak hastalığı, çölyak hastalığı
bağırsak mikrobiyotasının olumsuz
etkilenmesine bağlı olduğunu ortaya
koymuştur.
Probiyotikler yeterli miktarda konakçıya verildiğinde sağlık yönünden
yarar sağlayan mikroorganizmalardır. Bunların başında laktobasiller ve
bifidobakteriler gelmektedir. İlaç sanayisi bu bakterileri ticari olarak piyasaya sunmuş ve halen yaygın olarak
kullanılmaktadır.
İnsan mikrobiyotasını araştırmak üzere ABD “Human Microbiome Project
(HMP) - İnsan Mikrobiyom Projesi”ni
başlatmıştır. Amacı insan vücudunun
tüm bölgelerindeki mikrobiyotanın
haritasını çıkarmak ve gelecekte yapılacak tanı ve ilaç çalışmaları için
veri bankası oluşturmaktır. Benzer şekilde Avrupa Birliği 2008 yılında “MetaHIT” projesini başlatmıştır. Benzer
projeler Çin gibi ülkelerde de yürütülmektedir. Mikrobiyota projeleri ile
sağlıklı bir insanın normal florasında
daha önceden kültürü yapılamadığı
için bulunduğu bilinmeyen yeni türler dahil bütün bakterilerin nitelik ve
niceliği ortaya çıkarılmaktadır.
Başta bağırsak mikrobiyotası olmakla birlikte, bizimle yaşayan mikroorganizmaları araştırmalarla ortaya
koymak, sağlık ve hastalık üzerine
etkilerini anlamak bu mikroorganizma dengesinin korunma yollarının
belirlenmesi önemlidir.
Mikroplarımızla birlikte sağlıklı günler dileğiyle…..
Prof. Dr. Meltem YALINAY ÇIRAK
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
37
haber
SAĞLIK SEKTÖRÜNÜN DİJİTAL GELECEĞİ
DHS 2014’TE KONUŞULDU
Bu yıl üçüncüsü gerçekleştirilen Digital Health Summit 2014 İstanbul Park Bosphorus Hotel’de
yapıldı. Sağlık sektörüne vizyon kazandıracak yenilikçi dijital sağlık çözümleri başta olmak üzere
birçok farklı konunun ele alındığı zirvede, ilaç sektörünün uluslararası alandaki başarılı projeleri,
dijital mecralarda hukuksal sınırlar ve Sağlık Bakanlığının sürdürmekte olduğu dijital projelerde
diğer dikkat çekici başlıklar arasında yer alıyor.
Türkiye’de düzenlenen ilk ve tek dijital sağlık zirvesi olma özelliğini taşıyan Digital Health Summit Turkey’in
üçüncüsü Eylül ayında gerçekleşti.
Avea’nın ana sponsoru olduğu zirve
PTMS tarafından düzenlendi. Zirvede sağlık sektörünün tüm paydaşları
dijital sağlık ve teknolojik ilerlemeler ile ilgili deneyimlerini, projelerini
paylaştılar.
17, 18 Eylül tarihlerinde gerçekleştirilen DHS Turkey, 200’ün üzerinde
katılımcıya ev sahipliği yaptı. Zirvede
26 oturum ve 53 konuşmacı yer aldı.
Sağlık sektöründe dijital kanalların
kullanımı ile ilgili gelişmeleri ve deneyimleri aktarmayı hedefleyen vizyoner zirvede; “Sağlığın Geliştirilmesinde Dijital Projeler”, “Sağlıklı Dijital
Stratejinin Formülü”, ”Dijital Sağlıkta
Hukuksal Sınırlar”, “Büyük Verinin Etkili Kullanımı”, “Dijital Teknolojilerin
Evrimi”, “Dijital Dünyada Kronik Hastalıklar”, “Uzaktan Çok Yönlü İzleme”
gibi farklı başlıklar konuşuldu.
38
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
Sağlık Bakanlığı 3 TV Açacak
Dijital sağlık alanında gelişmelerin
ele alındığı toplantıda Sağlık Bakanlığı Sağlığın Geliştirilmesi Genel
Müdürü Yrd. Doç. Dr. Ömer Tontuş,
yaptıkları dijital çalışmalar hakkında
şunları söyledi: “Gebe WEBTV, Sağlık
TV ve Sabim TV olmak üzere 3 kanal açılacak. SABİM TV ile yatan ve
ayaktan hastalarla ilgili bilgilere ulaşılabilecek. Sağlık WEB TV, internet
üzerinden halkımızın sık karşılaşılan hastalıklar konusunda güvenilir
kaynaktan rafine bilgiye ulaşmaları
için tasarlandı. Ülkemizde 686 çeşit
hastalıkla karşılaşılıyor. Örneğin, Kist
Hidatik hastalığını İngiltere’de göremezsiniz ancak, ülkemizde görülmektedir. Bu portallarda sık karşılaşılan hastalıklara yer verilecek. GEBE
TV’de ise, hamilelik sürecinde anne
adaylarının ve babalara yönelik bilgilendirici içerikler olacak.”
Aranan Kelimelerin
Yüzde 77’si Sağlık Bilgisi
İnternet kullanıcılarının yüzde 97’sinin en az bir kez sağlık ile ilgili bir
temayı web üzerinden araştırdığını
belirten Tontuş, internet erişimi olan
bireylerin hastalandıklarında eğer
erişim imkanı varsa yüzde 100’ü hastalıkları ile ilgili web üzerinden bilgi
aradıklarını belirtti. Sağlık bilgisine
erişmek isteyenlerin yüzde 77’sinin
arama motorlarını kullanarak arama
yaptığını kaydeden Tontuş, son bir yıl
içinde Türkçe en çok aranan kelimeler listesinde sağlık, diyet ve kanser
kelimeleri düzenli olarak var olduğunu dile getirdi.
Tontuş, yapılan çalışmalardan birinin de Aile Hekimliği Çağrı Merkezi
olduğunu ve kaydedilen bireylerin
durumları ile ilgili otomatik mesajlarla hatırlatmaların yapılabileceğini
kaydetti. Tontuş, çalışma hakkında şu
örneği verdi; yeni doğan ve kaydedi-
len bir çocuğun aşı takvimine göre
hatırlatmaların yapılacak. Kayıtlı olan
bireylere sağlığıyla ilgili bilgiler iletilecek.
Çocuklara Mobil Sağlık Oyunları
Sağlık Bakanlığının gelişen dijital
sistemlere uyum sağlamak için mobil uygulamalar yaptığını kaydeden
Tontuş, çocuklara oyun oynayarak
sağlık alanında bilgilerini öğrenebilecekleri yeni seçenekler sunacaklarını
ifade etti.
Kanıta Dayalı Tıp Rehberi
Aile hekimlerine yönelik hazırlanan
Kanıta Dayalı Tıp Rehberi sayesinde,
hastanın şikayetine göre rehber sayesinde tanı ve tedavi sürecinde yardımcı olacak.
Ulusal Sağlık Sistemi Geliyor
Sağlık Bakanlığının “Ulusal Sağlık
Sistemi”ni hazırladığını belirten Tontuş, “Kişisel bilgilerin yer alacağı sistem tüm sağlık bilgilerini içerecek.
Kişi bilgilerini kimlerin görmesini isterse kendisi belirleyebilecek.
Dijital Sağlıkta Bölgesel Lider: İstanbul
Her şey 2000’li yılların ortalarında
başladı. Akıllı telefonlar ceplerimize
girdi, tanıtım uzmanlarımız tablet
kullanmaya başladı ve hatta küçücük çoçuklar annelerine gidip “ipad
parmağım uf oldu” demeye başladı.
Özellikle 2008’den sonra çok hızlanan bu süreci tüm sektörler kucaklarken ilaç sektörü hep şüpheci yaklaştı.
Dijital dünya ne kadar rahatsa, ilaç
sektörü de bir o kadar kurallara bağlı
çalışmak durumundaydı. “Dijital Sağlıkta Bölgesel Lider: İstanbul” başlıklı
sunumunda GSK İlaç MEA/CIS Bölgesi Terapi Alanı Medikal Direktörü Dr
Burkay Adalığ, şunlara değindi: “Son
6-7 yılı kapsayan bu süreçte elbette
önemli adımlar attık; Amerika ve Avrupa odaklı dijital araştırmalar ışığında kendi modellerimizi oluşturduk ve
hatta Türkiye spesifik veriler üstünden konuşmaya başladık. Bugün geldiğimiz noktada pek çok ilaç firması
İstanbul’u bölgesel üs olarak kullanmaya başladı ve “Ortadoğu – Afrika – CIS” bölgesine rehberlik eden,
stratejik yardım sağlayan bir konuma
geldik. Bu bölümde bölgenin dijital
sağlıktaki yerini inceleyecek ve dijital
sağlıktaki “coğrafi” ufkumuzu genişleteceğiz.”
GSM Operatörü Yöneticisi Gözüyle Mobil
Sağlık Nereye Gidiyor?
İçinde bulunduğumuz dönemi en
iyi tanımlayan kelime dönüşüm. Kişiler, toplum ve elbette iş yapma
biçimlerinde temel dönüşümler yaşanmakta. Bu dönüşüm teknolojinin
de ivmelendirmesiyle neredeyse her
şeyi zaman ve mekan bağımsız hale
getiriyor. Mobilitenin bu dönüşümün önemli bir bölümü olduğunu
belirten Avea Kurumsal İş Çözümleri Departman Müdürü Murat Erim,
“GSM Operatörü Yöneticisi Gözüyle
Mobil Sağlık” başlıklı sunumunda
şunları söyledi: “Artık kitlesele yönelik standart olmayan kişiye özel
hizmet söz konusu. Kurumlar için iş
yapma şekillerinin evrimleşmesin-
de mobilite etkileri çok daha somut.
Mobilite sayesinde her yerden her
zaman erişilebilir olan kişiler sürekli
“iz bırakıyorlar” ve bu bilgi artık toplanıp işlenebilir hale geldi. Avea bu
dönüşümde yerini farklılaşan kurumsal ürün ve çözümleriyle yerini alarak
kurumlardaki mobil dönüşüme eşlik
etmekte.”
Tele-Medikal Ortamlarda ve Doktor
Muayenehanelerinde Hızla Uygulama
Sağlığın IT gurusu olarak bilinen Shahid Shah’ın “Sağlıkta Büyük İş Fırsatları” başlıklı konuşmasında yeni teknolojilerin hastanelerde, tele-medikal
ortamlarda ve doktor muayenehanelerinde hızla uygulamaya konulmasının gerekliliğinden bahsetti. Sağlık
Bakanlığı, Anadolu Kuzey Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreteri Prof.
Dr. Kemal Memişoğlu’nun sunumu
ise Bakanlık bünyesinde İstanbul’da
yürütülen büyük verinin etkili kullanılması ile ilgili çalışmaları büyük ilgi
uyandırdı.
Tüm dünyada en sık görülen kronik
hastalıklardan biri olan “Diyabet” bu
yıl zirvenin ana teması olarak yerini
aldı. Diyabet oturumunda hem hekimlerin hem de diyabet hastalarının
penceresinden dijital uygulamalar,
web tabanlı iletişim platformları değerlendirildi. Ayrıca sosyal medyada
ses getiren “ALS Hastalığı Farkındalık Kampanyası” dernek temsilcileri
tarafından bilinen ve bilinmeyen
yönleriyle katılımcılarla paylaşıldı.
Ayrıca zirvede yer alan ‘ Mobil Sağlık
Aplikasyonlarında İkna Stratejileri’
paneli ve start up sunumları oldukça
ilgi çekti.
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
39
haber
PFİZER TÜRKİYE, DAHA SAĞLIKLI
BİR YAŞAM İÇİN SEN ÇOK YAŞA GÜNÜ’NÜ
ORTAKÖY MEYDANI’NDA KUTLADI!
Pfizer Türkiye, Sen Çok Yaşa Günü’nü 30 Eylül’de İstanbul, Ortaköy Meydanı’nda çok sayıda ziyaretçinin
katılımıyla kutladı. Katılımcılar gün boyunca sağlıkları hakkında merak ettikleri birçok soruya yanıt alırken,
uzman diyetisyenler, spor eğitmenleri ve doktorların danışmanlığında daha sağlıklı bir yaşama adım attı.
Pfizer Türkiye’nin Beşiktaş Belediyesi’nin desteğiyle gerçekleştirdiği Sen Çok Yaşa Günü’nde halka
açık etkinliklerde katılımcılar, sağlıklı
yaşam ve düzenli egzersiz, sağlıklı
beslenme gibi konularda bilgilendi.
Pfizer’in, her yaşta daha sağlıklı bir
yaşam için gerekli olan tarama, beslenme, egzersiz ve hastalıklardan korunma olmak üzere 4 tema üzerine
odaklandığı etkinlik büyük ilgi gördü.
Ortaköy Meydanı’nda ziyaretçiler
farklı konularda bilgilenirken, düzenlenen yarışmalarla eğlendiler
ve etkinlik sonundaki mini konserle
keyifli bir gün geçirdiler. Alanda 10
farklı hastalık hakkında bilgilendirici
stantlar, sağlıklı atıştırmalıklar, egzersiz alanı, çocuk parkı, vücut kitle
indeksi ve tansiyon ölçümü bölümleri yer aldı. Hekimlerden öneri ve
yorumlar, profesyonel spor eğitmenleri eşliğinde pilates dersleri, uzman
diyetisyenlerin beslenme tavsiyeleri
ile belirlenen bölümlerin tamamını
ziyaret edenler, sağlıklı yaşama bir
adım atmış oldu.
Pfizer Türkiye Genel Müdürü Elif Aral
Sen Çok Yaşa Günü’nün Pfizer için
önemine şu sözlerle değindi. “Hepimiz yaşlanıyoruz. Yaşam süreleri
42
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
uzarken yaşam kalitesinde de artış
bekleniyor. Orta yaş üstü bireylerin
ülke nüfuslarındaki oranı artarken,
insanların yaşlanma hakkında duygu
ve düşüncelerini daha çok konuşabilmesi ve mutlu bir yaşlılık dönemi için
hazırlanmaları giderek önem kazanıyor. Pfizer Türkiye de bu projeyle toplumun tümünü kucaklayarak sağlıklı
yaşlanmaya vurgu yapıyor, yaşamları
daha fazla yıl, yılları daha fazla yaşamla doldurmak için ‘Sen Çok Yaşa’
diyor.”
Pfizer Türkiye Kurumsal İletişim Müdürü Yasemin Ayginin, “Biz Pfizer’de
görevimizin dünyanın dört bir yanında daha çok sayıda kişiye ulaşarak,
onların dolu dolu uzun bir ömür ya-
şamalarına yardım etmek olduğuna
inanıyoruz. Çocukları, gençleri ve
yaşlıları hastalıklardan koruyarak,
hasta olduklarında iyileşmelerini
sağlayarak, yaşam kalitelerini artırıp
dolu dolu yaşayabilecekleri sağlıklı
bir yaşama kavuşmaları için çalışıyoruz. Bir sağlık kuruluşu olarak milyonlarca insanın hayatına dokunan bir iş
yapıyoruz. Sen Çok Yaşa Günü’nde
de bir kez daha yaşamlara dokunmak istiyor, sağlığa bakış açısına
yeni bir soluk getirmeyi amaçlıyoruz.
Bizim için bu son derece önemli günde, 30 Eylül Sen Çok Yaşa Günü’nde
herkesi bizimle birlikte olmaya ve
stantlarımızı ziyaret etmeye davet
ediyoruz” diye konuştu.
Türkiye ilaç endüstrisi, dünyanın
en büyük ve kapsamlı ilaç fuarı
CPhIWORLDWIDE’da, Türkiye İlaç ve
Tıbbi Cihaz Kurumu ile Türkiye İlaç
İhracatçıları Platformu’nun ortaklaşa
yer aldığı stantta tanıtıldı.
CPhIWorldwide Paris, bu yıl 7-9 Ekim
tarihlerinde Paris’te gerçekleşti. Üç
gün süren CPhIWorldwide Paris süresince; Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz
Kurumu (TİTCK) ve İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası (İEİS) tarafından
koordinasyonu yürütülen Türkiye İlaç
İhracatçıları Platformu’nun ortaklaşa yer aldığı stantta Türkiye ilaç endüstrisi tanıtıldı. Etkinlik kapsamında
birbirinden önemli konuşmacıların
yer aldığı panel ve oturumlar gerçekleştirildi. Türkiye de, “Global Oyuncu
Olarak Türkiye İlaç Endüstrisinin Dinamikleri” başlıklı bir panelle gündeme taşındı.
ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkan Yardımcısı Hakkı Gürsöz Türkiye sağlık
sistemi reformları hakkında yaptığı
konuşmada ‘’Dünya Sağlık Örgütü
Anayasası’nda belirtildiği gibi sağlık
herkes için temel bir insan hakkıdır.
Bunu özümseyen ve yaptığı tüm işlerin merkezine insanı koyan bir yaklaşımla ikinci bin yılın başında ülkemiz
sağlık sistemi analiz edilmiş ve aksayan yönleri ortaya konmuştur. Eş zamanlı olarak bu sorunlara odaklanan
kapsamlı bir reform paketi olan Sağlıkta Dönüşüm Programı hazırlanmış
ve hayata geçirilmiştir. Bu programla
12 yılda eşine az rastlanır bir şekilde
halkımızın sağlık düzeyi yükselmiş
ve memnuniyeti artmıştır. Bugün en
önemli görevimiz mevcut kazanımlarımızı koruyarak kararlılıkla 2023 hedeflerimize yürümektir.‘’ dedi.
haber
TÜRKİYE İLAÇ ENDÜSTRİSİ,
CPHIWORLDWIDE PARİS FUARI’NDA TANITILDI
İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası
Genel Sekreteri Turgut Tokgöz ise
yaptığı konuşmada “İlaç endüstrimizde, uzun yıllara dayanan uluslararası
kalite standartlarında üretim deneyimi mevcuttur. Kaliteli insan gücü
ve yüksek teknolojisi ile gelişmiş ülkelerle rekabet edebilecek potansiyele sahip olan endüstrinin ürünleri,
150’den fazla ülkeye ihraç edilmektedir. İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası olarak, endüstrimiz için, dünyanın
önde gelen ilaç üreticilerinden ve ihracatçılarından birisi konumuna gelmek ve Ar-Ge yetkinliğimizi artırmak
hedeflerini belirledik.’’ dedi.
Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı
Fransa Danışmanı Utku Bayramoğlu
ise Türkiye ilaç sektöründe yatırım ortamı ve fırsatları hakkında bilgi verdi.
Türkiye “Global Oyuncu Olarak Türkiye
İlaç Endüstrisinin Dinamikleri” Başlıklı
Panelde Tartışıldı
İlaç sektörünü temsil eden çok sayıda yerli ve yabancı katılımcının izlediği Türkiye panelinde Türkiye İlaç
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
43
sağlığımıziçin
ZAYIFLAMA VE BESLENMEYE
YENİ BİR BAKIŞ AÇISI
Dr. Nurhayat GÜL
Zayıflama gerekliliği genellikle kış
biterken bir gereklilik olarak ortaya çıkar. Aslında doğa yenilenirken
vücudumuzun yenilenme isteğine
girmesi de anlaşılır ve mantıklı bir
durumdur. Zayıflama bazılarımız için
kışın farkına varmadan veya engelleyemediğimiz birkaç kilo; kimilerimiz
ise yıllardan beri. Kim bilir belki kaç
bahardan beri ertelediğimiz ve artık
gözümüzde büyüyen birkaç 10 kilo
olabilir. Bugüne kadar beslenme ve
diyet yapma konusunda artık bilmediğiniz bir şey kalmadığını düşünüyor olabilirsiniz. Belki bugüne kadar
denemediğiniz zayıflama programı,
mucize cihazlar kalmadı. Kilolar yerine umudunuzu kaybetmiş olabilirsiniz.
Kimileriniz için ise kilo ile problemi
yoktur ama sağlıklı olmaya ve ideal kilonuzu korumaya önem veriyor
olabilirsiniz. Peki, bu konuda bildikleriniz dünyada son bilimsel çalışmalarla ne kadar uyumlu? Artık yanlış
olduğu bilinmesine ve aksi yöndeki
güçlü kanıtlara rağmen toplum tarafından yaygın olarak kabul edilmiş
olduğu için değişmesi zor olan bilgiler tarafından yönlendiriliyor olabilirsiniz.
Diyetler işe yaramaz. Çünkü sadece
kaloriye odaklanırlar. Günlük kalori
limitleriniz dahilinde istediğiniz her
şeyi yiyebileceğinizi söylerler, sanki
bu iyi bir şeymiş gibi. Günlük kalori hakkınızın hepsini birden yememenizi, küçük porsiyonlara bölerek
yerseniz (aynı miktarı bölüyorsunuz,
fazladan eklenen bir şey yok) metabolizmanızı hızlandırarak daha çok
yağ yakacağınızı ve kan şekerinizin
düşmesinden koruyarak çok acıkmaya fırsat vermeden iştahınızı kontrol
44
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
edebilmenizi kolaylaştıracağını da
iddia ederler. Sebzelerin, meyvelerin
kanser savaşçısı olduklarını bilirler
ancak her şeyi yemek istediğiniz için
onu da sizi iyileştirecek oranlarda
değil, kalori limitleriniz dahilinde tüketmenizi söylerler. Diyetler işe yaramaz ve şu yaptıklarına bakınca aynı
zamanda korkunçtur. Diyet yapıyor
olmak da kötü bir şeydir. Hayatınızı
bir daha asla diyet yapmanızı gerektirmeyecek şekilde ayarlamanız gerekiyor. Bilimsel çalışmalar yılda yarım
bile kilo almanın meme kanseri riskini arttırdığını gösteriyor. Obezitenin tek başına kansere neden olma
oranı %17. Tüm dünyada bir kanser
patlaması yaşanıyor ve bu azalmayıp
artacak. O halde artık sağlıklı beslenme ve diyet mitlerini son bilimsel
çalışmalar ışığında yeniden gözden
geçirelim.
Sık Sık Ye, Az Az Ye. Yanlış!
Yakın zamanlarda yapılan bir çalışma
daha fazla kalori tüketmemize neden
olan başlıca 3 etken saptandı.
• Porsiyon miktarı
• Yemeye sebep olan olayların sayısı
• Yenilen yemeklerin kalorisi
şamazsınız. Bu konuda tam tersi yaygın inanışa rağmen bugüne kadar
hiçbir bilimsel çalışmada sık sık ve
azar azar yemenin kilo vermeye veya
verilen kiloyu korumaya yararı olduğu gösterilmedi. Ara öğün yapmak
bir sonraki öğünde daha az yiyerek
doymanıza neden olmaz. Aslında ara
öğün yapmak bütünde baktığınızda
alınan günlük kalori miktarında artma anlamına
gelmektedir. Bundan başka günlük tüketeceğiniz toplam kaloriyi bölerek tüketmenin kilo
vermeye avantaj sağlamadığı birçok
çalışmada gösterilmiştir.
Bu nedenle gerçekten aç olduğunuz
zaman yemek yiyin. Gerçekten sağlıklı bir beslenme veya zayıflama pla-
Ara öğün yapma çoğu insan için ara
öğün atıştırmaları, genellikle sağlıksız beslenenlerde ortaya çıkan rahatsızlık veren çekilme belirtilerini
gidermeye yarayan bir tepki olarak
yaparlar. Daha sık yedikçe vücudumuz daha toksik olur ve daha çok yememize ve yemezsek daha çok kötü
hissetmenize neden olur.
Yüksek kalorili ama düşük besin kaliteli beslenme tarzı yerine tam tersine
kalorisi düşük ama kalitesi yüksek
olan yeşillikler, tüm sebzeler ve meyveleri daha fazla miktarda beslenmenize dahil ettiğiniz zaman hem aldığınız kalori azalır hem daha kaliteli
beslenir ve yanı sıra kilo problemi ya-
Dr. Nurhayat GÜL
nında en fazla 3 öğün olmalıdır. Kilo
vermenin sırrı yediklerinizin kaliteli
kalori olmasıdır. Sağlıklı yiyecekler
daha fazla doygunluk hissi oluşmasını sağlayarak toplam kalori tüketiminizi azaltmanızı ve sağlıklı kilonuzda
kalmanızı sağlar.
Metabolizmam yavaş, o yüzden kilo
veremiyorum ve kolayca kilo alıyorum. Hızlandırmak için sık sık yemem
gerekiyor. Yanlış!
oluşur. Yanan sobanın ısı verirken,
bacasından çıkan duman örneğini
verebiliriz. Bunlar hücrede DNA, proteinler ve yağlara zarar verir. Buna oksidatif hasar diyoruz. Doğal olarak bu
serbest radikalleri ortadan kaldıran
antioksidan savunma sistemlerimiz
vardır ancak oksidatif hasar yine de
meydana gelebilir. Eğer özellikle beslenmemiz yeterli antioksidan içermiyorsa oksidatif hasar yaşlanmayı
hızlandırır. Bu vücudun fizyolojik işlevlerinde zamanla azalma olmasıdır
ve önce doku sonra organ hasarına
yol açar. Sonuç olarak kronik hastalıklar ve ölüm riski artar.
Vücudumuz neden yaşlanır? Çeşitli
faktörlerin bir araya gelmesi sonucu.
Hücre ve dokuda oksidatif stresin
zamanla birikimi yaşlanmayı hızlandırır. Ayrıca hücredeki makinenin
hızlı kullanımı son kullanma tarihini
Metabolizma terimini kullandığımızda genellikle istirahat halindeki
metabolizma hızımızı kastederiz. Bu
bazal metabolizma hızı olup, vücudun istirahat haindeyken günlük işlevlerini sürdürebilmek için gereksinim duyduğu enerji miktarıdır. Çoğu
insan bu hızın artmasının
veya hızlandırılmasının iyi
bir şey olduğunu düşünür, çünkü
daha çok kalori yakabilecek ve kilo
vermesi daha kolay olacaktır. İçinde
yaşadığımız şişmanlatıcı yiyecek ortamında metabolizma hızının biraz
bile düşük olmasının bazı insanların
kolay kilo almasına neden olduğuna inanılır. Ancak metabolizmanızın
hızlanmasının sizin bilseydiniz hiç
istemeyeceğiniz bazı başka etkileri
vardır. Ayrıca her şeyden önce metabolizmanızın hızlı olması kilo probleminizin tek çözümü değildir.
Metabolizmanın Toksik Yan Ürünleri ve
Biyolojik Yaşlanma
İçinde bulunduğumuz çağda hastalıkların bu kadar artmasından sorumlu tuttuğumuz çevresel toksinlerin
yanı sıra, vücudumuz her gün normal fizyolojik işlevleri sonucunda toksik bir takım yan ürünler ortaya çıkarır. Özellikle
hücrenin enerji üretimi esnasında yan
ürün olarak serbest oksijen
radikalleri
de erken getirecektir. Hayvanlarda
metabolizma hızı ile yaşam süresi
arasında ters oran olması bu tezi desteklemektedir. Hızlı metabolizmanın
anlamı enerji dönüşümünde hızlanma, daha fazla serbest radikal oluşumu ve sonuçta oksidatif hasarın
artmasıdır.
Tiroid fonksiyonları konusunda
2010’da yayınlanan iki çalışmada tiroid işlevlerinin azalmasının yaşam
süresini uzattığı gösterildi. 2011’de
yapılan yeni bir çalışmada da metabolik hızın günlük 100 kalori artmasının doğal nedenlerle ölüm riskini
%25-29 arttırdığı ortaya konuldu.
Bu çalışmada metabolizma hızının
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
45
haber
yavaş olmasının bizim için çok iyi olduğunu gösteren bilimsel kanıtlardır.
Peki metabolizma hızının yavaş olmasının iyi bir şey olduğunu bildiğimize göre yavaşlatmak için yapabileceğimiz bir şey var mı sorusuna
cevap arayalım. Bazal metabolizma
hızımız genel olarak genetiğimiz tarafından belirlenir. Ancak düşük kalorili beslenme ve yediğinden fazla
harcama bazal metabolizma hızını
yavaşlatırken, karşıtı olarak fazla yemek yemek, daha doğru bir deyimle
harcadığından daha fazla kalorili yemek metabolizmayı hızlandırmaktadır. Ayrıca hayvan deneyleri kalori
kısıtlamanın maksimal ömrü %60
arttırdığı ortaya konulmuştur.
Burada aklımızda tutmamız gereken
egzersiz yaparken fazladan harcadığımız kalori artmasına karşın bu
bazal metabolizma hızını arttırmayacaktır. Egzersiz, yağ olarak biriktirdiğimiz her bir kalorinin harcanmasını
aktive eder, yağsız kas kütlesini arttırır ve harcadığımız kalori miktarını
arttırmanın tek güvenli yoludur. Üstelik birçok bilimsel çalışma egzersizin ömrü uzattığını gösteriyor.
Metabolizmanızı hızlandırmak sizi
daha zayıf ve sağlıklı yapmaz. Muhtemel gerçek sizi daha hızlı yaşlandırır. Kilo vermek için metabolizmanızı
hızlandırmak yerine, daha uzun ve
sağlıklı bir yaşam için daha düşük kalorili ama yüksek mikrobesin içerikli
bir beslenme ile metabolizmanızı yavaşlatın.
Sevdiğiniz her şeyden az yemeniz sizi zayıf
yutacaktır. Yanlış!
Peki, ya sevdiğim şeyi az yiyemiyorsam? Tamamını bitirmem için bir ısırık almam yeterli ise? İşte madde bağımlılığı veya bağımlılık davranışının
bazı karakteristikleri:
• Sağlık üzerine olumsuz etkileri ol-
masına rağmen ve sosyal sonuçları olmasına rağmen dürtüye karşı
koyamama
• Zamanla
tolerans gelişmesi ve
aynı tatmini alabilmek için miktarın arttırılmasına ihtiyaç duyulması
46
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
• Ara verildiği zaman yoksunluk belirtilerinin olması (toksik açlık)
• İçinde Dopamin’inde olduğu ödül
mekanizmalarının beyinde aktivasyonu
Çoğumuz kalorisi yüksek ama besin
içeriği boş olan bazı fastfood ve şekerli tatlılar gibi yiyecekleri yediğimiz
zaman beynimizden gelen şu emri
duymuşuzdur. DAHA ÇOK YEMEK
İSTİYORUUUM!! Tamamen kontrolümüzü kaybederiz ve sağlıklı yaşamak
için verdiğimiz kararların birdenbire
hiçbir önemi kalmaz. Bu duygular
beyinde dopamin ödül sisteminden
gelir. dopamin motivasyonu düzenleyen ,memnuniyeti arttıran, özellikle
yiyecekler gibi bazı uyaranlarca tetiklenen uyarıları daha da güçlendiren
bir beyin kimyasalıdır. Memnuniyetin
derecesini belirleyen, yenilen yiyecekle tetiklenen beyinden salgılanan
dopamin miktarıdır.
Obez Kişilerde Dopamin Reseptör Sayısı
Daha Azdır
Zayıf kişilerle kıyaslandığında, obez
bireylerin beyninde daha az sayıda
dopamin reseptörü (D2 reseptörü
diyoruz) bulunduğu bilinmektedir.
Bunun sonucunda yiyeceklere karşı
ödül cevabı daha az hassastır ve bunun sonucunda açığı kapatmak için
daha çok yemek yeme davranışı gelişmesine neden olabilir.
Aşırı yemek yeme davranışı dopamin
ödül cevabını körleştirerek, daha da
fazla yemeye neden oluyor.
Neden obez insanlar daha az sayıda
dopamin reseptörü sayısına sahiptir. Madde istismarında olduğu gibi
zamanla beyin bu duruma dopamin
reseptör sayılarını azaltarak uyum
sağlıyor. Fazla yemek yemede aynı
sonuca neden oluyor. 2011’de yapılan bir çalışmanın ortaya çıkardığı
sonuç ilginçtir. Damak tadını fazla
uyaran yiyecekler (tatlı,tuzlu ve yağlı)
tüketerek 6 ay içerisinde önemli miktarda kilo alan kadınlarda dopamin
sistem cevabında belirgin miktarda
azalma görüldü. Benzer bir dopamin azalması bulimianervosa hastası
kadınlarda da gözlendi. Bu sonuçlar
bize damağı uyaran yiyeceklerin çok
fazla yendiği takdirde bunun daha da
fazla yemeye ve kilo almaya bu mekanizma ile neden olduğunu düşündürmektedir.
Damağı güçlü uyaran yiyecekler
obez bireyler ve aşırı yiyenler tarafından daha yoğun hissediliyor.
Zayıf bireylerle kıyaslandığında dopamin ödül sistemi obez bireylerde
azalmış olsa da aslında damağı güçlü
uyaran yiyeceklerde dopamin salgılanması daha da artmıştır. Özetle
yeni çalışmalar aşırı yemek ve obez
olmanın damağı uyaran yiyeceklere karşı daha da artan bir iştaha neden oluyorlar. Fakat dopamini daha
fazla salgılatan bu yiyeceklere karşı
zamanla azalan dopamin cevabı sonucunda bağımlılık giderek daha da
kötüye gidiyor.
Bağımlılık davranışı geliştirmeye
hassasiyetimiz genetik yatkınlığımız
ve duygusal durumumuz tarafından
belirleniyor. Buna rağmen yine de
damağı fazla uyaran yiyecekler fizyolojik olarak bağımlılık geliştirme
özellikleri var. Sadece bir ısırık bile
almak dopamin ödül sistemini harekete geçiriyor ve beyin daha fazla
yeme emrini veriyor. İrade, mantık,
sağduyu hiçbiri asla bağımlılık davranışını durdurmaya yetecek güce
sahip değiller. Diğer bağımlılıklarda
olduğu gibi bağımlılık yapan maddeden kurtulmak için o maddeden
kaçınmak gereklidir. Nasıl bir alkolik
sadece bir yudum alarak tekrar alkole
başlama riski taşıyorsa aynı şey yiyecek bağımlılığı için de doğrudur.
Doğal bitki kökenli yiyecekler, işlenmiş yiyecekler gibi dopamin ödül
sistemini uyaracak şekilde yoğun
şeker, tuz veya yağ tadı içermezler.
Tam, gerçek ve doğal yiyecekler yemek bağımlılık geliştirmeden doğal
yiyeceklerin keyfine varmanızı sağlar.
Bu tuzağa karşı uyanık olmalı, kendinizi ve ailenizi bu şekilde sizi iyi
besleyen doğal yiyeceklerden vazgeçmemelisiniz. Eğer sizde yiyecek
bağımlılığı olabileceğini düşünüyorsanız o halde bir lokma bile kontrolü kaybettirebilir. Yiyecek bağımlılığı
çok güçlüdür ve destek almanız gerekebilir.
haber
GELİŞEN DÜNYA
DEĞİŞEN HASTANELER
Doç. Dr. Elgiz YILMAZ
Galatasaray Üniversitesi
İletişim Fakültesi
Kişilerarası İletişim Anabilim Dalı Başkanı
“Dijital davranış” ve “dijital düşünce
sistemi” geliştirmemizi sağlayan yeni
teknolojilerin yanı sıra “mobilite” hemen her sektörde son 10 yılın yükselen değeri oldu. Giderek kişiselleşen
bir sağlık sisteminde internetin, tabletlerin ve akıllı telefonların sağlığın
sürdürülmesinde, hastalıkların uzaktan yönetilmesinde ve kronik durumlarla baş edilmesinde anlamlı bir yarar ve katma değer kazandırıyor.
Son iki-üç yılda, akademisyenler, hekimler, hastaneler, ilaç sektörü, eczaneler gibi sağlık sektörünün tüm paydaşlarının yanı sıra, hizmet ajansları,
mobil operatörler, kablosuz erişim
sağlayıcılar, uygulama ve yazılım firmaları gibi sektöre servis sağlayan
48
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
firmalar dijital kanalların sağlık sektörüne entegrasyonu için yoğun işbirliği içine girdiler. Hatta bu çözüm
ortaklıklarına ait deneyimlerin paylaşıldığı networking amaçlı toplantılar
bile düzenlenmeye başladı.
Sağlık sektörünün önemli aktörleri
olan hastaneler, klinikler, ilaç firmaları geleneksel iletişim ve pazarlama
yöntemleriyle dijital iletişim ve pazarlama yöntemlerini entegre ederek
ekonomik ve zaman kazandıran iş
modelleri kuruyorlar. Bu yaklaşım sayesinde doktorlarla iletişimde ve hasta odaklı çözümlerde yüksek etkinlik
düzeyine erişmeyi hedefliyorlar.
Sağlık sektörü söz konusu olduğunda, her doktorun tıbbi uzmanlığı ve
dolayısıyla mesleki ihtiyaçları farklı,
her doktor için her hastası ve şikayetleri bir ve tek olduğu için, hemşirelerin hasta bakımında, tedavinin
takibinde rolü çok önemlidir. Bu
nedenle sektör ve servis sağlayıcılar
bireysel ve kurumsal web sitelerini,
sosyal medya uygulamalarını, çoklu iletişim kanalı etkinliklerini, dijital
pazarlama uygulamalarını, B2C stratejilerini oluştururken “sosyal CRM”
vurgusunu ön planda tutmalıdır. Dijital kanallar sayesinde sağlık bilgisine, sağlık hizmetine erişim giderek
kolaylaştığı için nihai ve potansiyel
hasta ve hasta yakınlarının anlık geri
Doç. Dr. Elgiz YILMAZ
bildirimleri anlık kişiye özel “offer”lar
şeklinde kullanılabilmeli ve hastanın
hizmet alımında süreklilik sağlayacak şekilde değerlendirilebilmelidir.
Öte yandan sağlık sektöründe veri
madenciliğinin en temel malzemesi
hasta kişisel ve tıbbi bilgileri olduğu
için veri gizliliği, hasta haklarının ve
mahremiyetinin korunması, sağlık
okuryazarlık seviyesi göz önünde bulundurularak hastalara ve yakınlarına
bilgi akışı sağlanması ve kişiye özel
hizmet sunulması altı çizilmesi gereken başlıklardır.
Hastaneler dijital medya uygulamalarının öneminin farkında olmalarına
rağmen daha çekingen davranıyorlar.
Ancak öne çıkan iyi örnekler zamanla
bu çekingenliği azaltacaktır. Örneğin;
Dünya Göz Hastanesi’nin dijital iletişim faaliyetleri oldukça dikkat çekici
ve başarılı. Öyle ki; hastanenin 2011
yılında Facebook üzerinden lazer
tedavilerinde teknolojinin ve hasta
seçiminin önemini vurgulamak amacıyla düzenlendiği “Bakışını Değiştir”
projesi dünya genelinde 54 farklı ül-
keden katılan 500’ün üzerinde sosyal
medya kampanyası arasında birinci
seçildi.
Öte yandan özel hastaneler ve sağlık kuruluşlarının kullanıcılarına ambulans çağırma, en yakın hastaneyi,
eczaneyi, doktoru öğrenebilme, ilk
yardım uygulamaları hakkında bilgi
verme, hastanede doğan bebeklerinin fotoğraflarını paylaşabilme imkanı veren mobil uygulaması, mobil
uygulama üzerinden takip edilebilen
«Sigara Bırakma Projesi» ve kamu
ve özel hastanelerin online randevu
veren, grup hastanelerinde görev yapan doktorların bilgilerine ulaşılabilen, hastaların tahlil sonuçlarını takip
edebildikleri mobil uygulaması öne
çıkan projelerden.
Ayrıca kamu hastanelerinin de teşhis ve tedavi üniteleri ile tıbbi kadro bilgisi, tetkik sonuçları öğrenme,
güncel sağlık bilgisi gibi önemli konu
başlıkları açısından içeriği zengin
kurumsal web siteleri olduğunu da
belirtmemiz gerek. Sağlık Bakanlığı
tarafından hayata geçirilen Merkezi
Hastane Randevu Sistemi sayesinde,
hastalar istedikleri devlet hastanesinin istedikleri uzmanlık alanında istedikleri doktordan istedikleri tarihte
randevu alabiliyorlar.
Deneyim paylaşımı ve etkileşimin en
hızlı olduğu sağlık alanında doktorların tıbbi literatüre ulaşma, online tıbbi, cerrahi eğitim videolarına ve platformlarına erişme, ilaçlara ait detaylı
(görsel ve yazılı) bilgileri edinebilme,
sosyal güvence sistemiyle ilgili yenilikleri takip edebilme, hastaları için
kişiye özel bilgilendirme içerikleri
oluşturma, tablet uygulamaları (Poster Maker projesi) gibi farklı ihtiyaçları karşılamak amacıyla geliştirilen
dijital teknolojiler özellikle doktorlar
ve hemşireler tarafından beğeniyle
karşılanmaktadır.
Şu noktanın altını çizmekte fayda var;
dijitalleşen dünyada farklılaşmanın
yolu; sağlık alanında dijital global
projelerin Türkiye uygulamalarını ve
ülkemizde tasarlanan özgün yerel
projeleri kurgularken, sağlık sektörünün etik ve regülatif ilkelerine
dikkat etmek çok çok önemlidir. Her
ülkenin sosyo-ekonomik, kültürel
yapısı farklılık gösterebildiğinden;
toplum bireylerinden oluşan nihai ve
potansiyel hastaların, sağlık profesyonellerinin ve sağlık kuruluşlarının
ihtiyaçlarını doğru tespit etmek, bu
verilerden yola çıkarak dijital düşünce sistemi oluşturmak gerekir.
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
49
haber
KARDİYOVASKÜLER HASTALIKLAR
TÜRKİYE’DE BİRİNCİ SIRADA
YER ALIYOR
Sağlık Bakanlığı ve Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Avrupa Bölgesi işbirliği çerçevesinde hazırlanan
ülke raporu, “Bulaşıcı Olmayan Hastalıklara Yönelik Daha İyi Sonuçlar İçin Sağlık Sistemi Zorlukları
ve Fırsatları” konulu toplantıda açıklandı.
Sağlık Bakanlığı ve Dünya Sağlık
Örgütü (DSÖ) Avrupa Bölgesi işbirliği çerçevesinde hazırlanan ve ülke
raporunun açıklandığı “Bulaşıcı Olmayan Hastalıklara Yönelik Daha İyi
Sonuçlar İçin Sağlık Sistemi Zorlukları ve Fırsatları” konulu toplantı Bera
Otel’de yapıldı.
Türkiye’nin sağlıkta oldukça iyi bir yol
aldığını belirten Türkiye Halk Sağlığı
Kurumu Başkanı Prof. Dr. Seçil Özkan,
ülke olarak yaşam süresinin 76 yaşa
yükseldiğini ve giderek yaşlı nüfus
olma yoluna gidildiğini ifade etti.
50
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
Türkiye’de Birinci Sırada Kardiyovasküler
Hastalıkları Görüyoruz
Kronik ve bulaşıcı olmayan hastalıklarda artış beklediklerini kaydeden
Özkan, şunları söyledi: “Bu süreçte
hem yaşlanıyoruz hem de yaşam süremiz uzuyor ama yaşam tarzımızda
da değişiklikler oluyor. Yaşamımızdaki risk faktörlerini artırmaya başladık.
Fiziksel aktivite, yeterli ve dengeli
beslenmeme gibi nedenler de bizim
için önemli risk faktörleridir. Veriler,
ölüm nedenlerine baktığımızda da
bizi destekliyor. Türkiye’de birinci sırada kardiyovasküler (kalp ve damar)
hastalıkları görüyoruz. İlk 3 neden de
bulaşıcı olmayan hastalıklar var. Dolayısıyla doğru yoldayız, ülke raporundaki öneriler de bizim için önemli
bir yol çizecek.”
Fiziksel Aktivite Yapma Konusunda Toplumumuzun Farkındalığını Artıracağız
Kronik hastalıklardan korunmak, kaliteli ve sağlıklı yaşamak için belli şeyler yapılacağını belirten Özkan, “İlk
olarak risk faktörleriyle savaşacağız.
Fiziksel aktivite yapma konusunda
toplumumuzun farkındalığını artıracağız ve fiziksel aktif olarak yaşayan
bireyler olmaya çalışacağız” ifadesini
kullandı.
Hastalıklar çıkmadan önce önlemlerin alınması gerektiğini vurgulayan
Özkan, hastalık çıktıktan sonraki yükün her anlamda daha fazla olduğunu söyledi. Özkan, erken tanının da
çok önemli olduğunu belirterek, etkili tedaviyle komplikasyonları azaltmayı amaçladıklarını aktardı.
Sağlık Bakanlığı olarak her ayın son
pazar gününde sağlık yürüyüşlerinin yapıldığını hatırlatan Özkan, yürüyüşlerin bundan sonra her hafta
pazar günü yapılacağını ve yürüyüşe
diğer kamu kurum ve kuruluşlarının
da katkı vereceğini kaydetti.
Çok Sektörlü Sağlık Sorumluluğu Projesi
Bütün bunların yapılabilmesi için
Türkiye’de sağlık alanında çok sektörlü çalışılması gerektiğini vurgulayan
Özkan, “Birçok bakanlığın olacağı bir
yapılanmanın olması gerekiyor. Sağlık Bakanlığının geliştirdiği “Çok Sektörlü Sağlık Sorumluluğu Projesi”ni
Başbakanımıza sunduk ve olur aldık.
Bundan sonra da hayata geçirilmesi
için mevzuat hazırlığına da başladık”
diye konuştu.
Özkan, yakın zamanda gıda sektörüyle de bir çalıştay hazırlayacakları
bilgisini verdi.
Her 2 Bin Nüfusa Bir Aile Hekimi Düşmesini Planlıyoruz
Şu anda 3 bin 500 nüfusa bir aile hekimi düştüğünü, her 2 bin nüfusa bir
aile hekimi düşmesini planladıklarını
da bildiren Özkan, «Aile hekimleri
kendine kayıtlı bilgileri sistemden takip ediyorlar. Aile hekimleriyle görüşmelerimizde, koruyucu hizmetlerin
çok daha önemli olduğunu ifade ediyorlar. Aşılama yüzdelerinde çok iyi
gidiyoruz, bebek-çocuk izlemlerinde
de çok iyi gidiyoruz. Biz, el birliğiyle
fedakarlık içindeyiz» dedi.
Aile hekimlerinin mekanlarında da
sıkıntı yaşadıklarına değinen Özkan,
bazen belediyelerin kira almadan
verdiği aile sağlığı merkezleriyle ya
da kamudan alınanlarla toplumda,
hekime güvenilirliği daha da yükseltmeye çalışacaklarını anlattı.
13 Ekim’de Bakanlar Kurulumuz Yürüyüş
Yapacak
Bir gazetecinin “Geçtiğimiz günlerde
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nu
ziyaret ettiğinde ‘Bakanlar Kurulu olarak yürüyeceğiz’ dedi. İleride
Davutoğlu’nun katılacağı bu yürüyüş
için bir planlama yapıldı mı?” sorusu
üzerine Özkan, şunları kaydetti: “Sayın Başbakanımıza Sağlık Bakanlığı
olarak brifing verdik. Sayın Başbakanımız, hem çok sektörlü sağlık sorumluluğunu hem de obezite ile mücadele programlarını destekleyeceğini
ifade etti ve ‘Her zaman yanınızdayım’
dedi. 3 Ekim ‘Dünya Yürüyüş Günü’,
tatile denk geldiği için 13 Ekim’de
Bakanlar Kurulu bir yürüyüş yapalım,
farkındalığa katkımız olsun’ dedi. Bunun organizasyonunu biz yapacağız.
13 Ekim’de Bakanlar Kurulumuz bir
yürüyüş yapacaklar. Başbakanımızın
başkanlığında Meclise yakın bir yerde
yürüyüş yapacağız, arkasından Bakanlar Kurulu’na geçecekler.”
Özkan, daha sonraki hafta ise illerdeki bürokratlarla sağlık yürüyüşlerinin
yapılacağını, farkındalık yaratmak
için farklı hedef grupları ile yürüyüşlerinin devam edeceğini de sözlerine
ekledi.
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
51
haber
MEDYA FARKINDALIK KAMPANYALARI
MADDE BAĞIMLILIĞININ ÖNÜNÜ KESİYOR
Medya farkındalık kampanyaları, hedef kitlenin doğru seçilmesi ve doğru mesajlar verilmesi
halinde, madde bağımlılığının önüne geçebiliyor.
Türkiye Yeşilay Cemiyeti’nin ev sahipliğini yaptığı, “Uluslararası Uyuşturucu Politikaları ve Halk Sağlığı
Sempozyumu” devam ediyor. Sempozyumun ikinci gününde madde
bağımlılığında “Medya Farkındalık
Kampanyaları” tartışıldı.
Stockholm Sosyal Gelişim Birimi,
Sosyal İşler İdaresi Bölümünde Gelişim Departmanı Yöneticisi Richard
Ives, uyuşturucuyu önlemenin çok
kolay olmadığını belirterek, uyuşturucunun ancak çeşitli kampanya ve
reklamlarla önüne geçilebileceğini
söyledi. Kampanyalarda neyi değiştirmek istiyorsanız gençlere o yönde
mesajların verilmesi gerektiğini belirten Ives, “Aynı zamanda bilgilendirme yapılmalı ve ebeveynlere de yer
verilmelidir” diye konuştu. Ives, dizi
ve filmlerde farkındalık oluşturulabilineceğinin de altını çizdi.
Gençler eğitilmeli
Biyoloji Uzmanı Dr. Christian Mirre ise
medyanın kullanılarak farkındalık yaratılmasının oldukça önemli olduğu52
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
nu vurguladı. Uyuşturucusuz Avrupa
Vakfı’nda çalıştığını belirten Mirre,
vakıf olarak 22 Avrupa ülkesinde faaliyet gösterdiklerini ifade etti.
“Gençleri korumak için medya taktikleri kullanarak onları eğitmeliyiz”
diyen Mirre, uyuşturucunun gerçek
zararlarının gençlere anlatılması gerektiğini vurguladı.
Vakıf olarak bağlı oldukları Uyuşturucusuz Dünya Vakfı’nın çok kullanılan
oniki uyuşturucu maddesi ile ilgili
kampanyalar düzenlediğini dile getiren Mirre, şunları kaydetti: “Dünyanın
birçok yerinde pek çok kampanya ve
etkinlik düzenlendi. Birçok işletme
hazırlanan afişleri kendi işyerlerine
astı. 50 milyondan daha fazla broşür hazırlandı. 16 tane ödüllü spot
düzenlendi. Yüzlerce TV kanalı bizim
videolarımızı yayınladı. Posterler hazırlandı, okullarda müfredatlarına
uyumlu materyaller uygulandı. 25
milyondan daha fazla kitapçık, 15
milyondan fazla materyal dağıtıldı.
Kampanyayla 200 milyondan daha
fazla kişiye ulaştık.”
Korkutucu mesajlardan uzak durulmalı
Varşova Sağlık Bakanlığı Uyuşturucu
Önleme Ulusal Bürosunun Müdür
Yardımcısı Boguslawa Bukowska, iyi
bir kampanyanın verilerinin doğru
toplanması ve hedef kitlesinin doğru seçilmesi gerektiğini belirterek,
“İnsanlara korkutucu mesajlar verilmemelidir. İkna edici kampanya
mesajları verilerek, bazı soru işaretleri oluşturulmalıdır. Ve o mesajlara
cevaplar verilmelidir. Kampanyada
sosyal pazarlama prensipleri eğer
mümkünse uygulanmalıdır. Etkili
kampanyalar 3 yıl devam etmeli ve
birden çok kanal aracılığıyla kampanya uygulanmalıdır. Bunlar ebeveynlere de ulaşılabilir bir biçimde hazırlanmalıdır” diye konuştu.
Tıp Doktoru Elias Allara da kampanyaların uyuşturucuyu önlemede büyük
potansiyellerinin olduğunu söyledi.
Bazı basın kampanyalarının yasadışı
ilaçları hedef aldığını belirten Allara,
“Bu kampanyalar ekonomik ve kamu
sağlığı bakımından tehlikeli sonuçlar
doğurabiliyor” diye konuştu.
Hastanelerinizin
daha etkin
yönetimi ve
verimliliği için...
TIP ETİĞİ AÇISINDAN
KOMPOZİT DOKU NAKLİ
Prof. Dr. Nesrin ÇOBANOĞLU (MD, PhD)
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Tıp Etiği ve Tıp Tarihi
Anabilim Dalı Başkanı
Tıp Etiği Nedir?
Mesleki kişisel bir kimlik olarak hekim kimliği, insanları iyileştirmeye
yönelik bilgiler, beceriler ve değerlerle donanmış kişileri belirtir. Hekim
kimliğinin oluşumunda mesleki bilgi
birikimi ön koşuldur, bununla birlikte
yeterli değildir; hekimin bilgisini uygularken ve sunarken benimsediği
değer ve tutumlar hekimliğin niteliği
hakkında belirleyicidir. Hekimler, aldıkları tıp etiği eğitimi ile etik sorunları ayırt etme, bu sorunlar üzerinde
sistemli düşünme ve çözüm yolları
üretme ve amacına en uygun davranışı seçme becerisine sahip olmalıdır.
Öznesi ve nesnesi insan olan, uygulamalı bilimsel bir etkinlik olarak tanımlanabilecek tıp alanında; hasta
ile ilgili bir konuda karar verme ya
da hastanın karar vermesi konusunda hekimlerin omuzlarında bir çok
sorumluluk bulunmaktadır. Hekim
hastasına sunduğu ve birlikte karar
aldıkları tedavi seçeneklerinin arasında hasta ve bazen ilgili diğer bireyler
için en uygun olanı seçip karar vermek zorundadır. Aldığı kararlar her
ne kadar hastanın onayı alınarak verilmiş kararlar olsa da, hekimin bilgisi
doğrultusunda olduğu için, örnekleriyle yaşadığımız bazı durumlarda
hekim bunu yeterince açıklayamazsa
sonuçların sorumluluğunu tek başına taşımak zorunda kalmaktadır. Bu
nedenle, ileri cerrahi bilgi ve beceri
gerektiren bir çok operasyon için
sağlam bir tıp etiği bilgisi de gereklidir. Tıp etiği, hekimlik bilgilerimizle
tıbbi-bilimsel kararlar verirken, “en
iyi” kararı verme uğraşıdır, uygulamalı etik alanlarından birisi olarak, en
eski meslek etiğidir.
Kompozit Doku Nakillerinde Etik Önemli
midir?
Tıp son derece dinamik ve hızla gelişen bir uygulamalı bilimsel etkinliktir. Tıp uygulamaları doğrudan insan
üzerinde yapıldığı için öteki bilimsel
alanlara göre etik açısından her
adımda çok özenli olmayı
gerektirir. Geçmişten günümüze, özellikle her yeni
uygulamada hekim, mutlaka evrensel tıp etiği ilkelerine
göre davranmalıdır.
Kompozit Doku Nakillerinin tıp
etiği açısından en belirleyici özelliklerine bakarsak; doğrudan yaşamsal etkisi olmayıp, yaşam kalitesini yükselten nakillerdir. Mevcut tıbbi
bilimsel durumda, hasta bu nakilden
sonra ömür boyu ilaç kullanmak zorundadır. Bu nakiller niteliğine göre
bazı işlevlerin sürdürülmesi amacıyla
yapılıyorsa, ameliyat endikasyonu bilimsel ölçütlere göre iyi hesaplanarak
saptanmalıdır. Yarar-zarar dengesi
çok iyi kurulmalıdır.
Prof. Dr. Nesrin ÇOBANOĞLU
54
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
Kompozit Doku Nakli Merkezleri
Yönergesi’nde; Vaskülarize Kompozit
Doku: “tipik olarak ektoderm ya da
mezodermden köken almış; deri, yağ
dokusu, kas, sinir, lenf nodu, kemik
ve kıkırdaktan en az ikisinin kombinasyonunu içeren ve nakledildiği
alıcıda damar anastomozları ile yaşa-
tılan dokuları” tanımlamak amacıyla
kullanılmaktadır. Vaskülarize kompozit dokuların nakli, tıbbi açıdan ileri
düzeyde cerrahi bilgi ve beceri gerektiren; cerrahi hekimlik açısından,
günümüzde mükemmelliğin ulaştığı
son noktalardır. Özellikle günümüzde kök hücreden bronş üretiliyorken
ve öteki organların da, bireylerin kök
hücrelerinden üretilmesi çalışmaları
sürerken, yaşam kalitesi açısından
önemli olan kompozit doku nakillerinin de giderek artan sayıda ve çeşitlilikte başarılı operasyonlarla gelişeceği görülmektedir.
Gelecekte şu an tıbbi yeterliliklerimiz
açısından yaşadığımız bir çok sorun
ortadan kalkacaktır. Kendi hücrelerinden üretilmiş bir doku nakli ile
gelecekte, hastanın hayatı boyunca
sürekli immun sistemini baskılayan
ilaç kullanması gerekmeyecektir. Bununla birlikte şu anda hastalar immunosupressif ilaç tedavisini ömür boyu
kullanmak zorundadır. Çok ileri cerrahi yetenek gerektiren vaskülarize
kompozit doku nakilleri başarısı için,
sadece cerrahi anastomoz becerisi
yeterli değildir; buna ek olarak birçok
tıbbi bilimsel alandaki bilgiyle eşgüdüm içerisinde sürdürülebilir. Tıp
etiği açısından hepsi bir bütün olarak
değerlendirilmelidir. Bu nedenle “endikasyon kararı” çok önemlidir.
Kompozit Doku Nakilleri, genellikle
yaşamsal olmayan, fakat yaşam kalitesi açısından önemli fark yaratabilen cerrahi operasyonlar olduğuna
göre, burada etik açıdan en kritik
durum; “tıbbi endikasyon” kararıdır.
Genellikle ulusal sağlık mevzuatında
hekimin özerklik sınırları içerisinde
kalan “endikasyon” kavramı kompozit doku nakillerinin toplumsal etik
ve tıbbi etik açısından en tartışılan
yönünü oluşturmaktadır. Yarar-zarar
dengesinin çok iyi kurulması önemli
bir sorumluluktur. Mutlaka farklı uzmanlık alanlarından oluşturulmuş
yetkin bir kurul tarafından
nakil endikasyonu kararı
verilmelidir. Tıbbi açıdan; işlevsel, psikolojik, cerrahi ve
tıbbi etik açılarından değerlendirme yapılmasının yanı
sıra toplumsal, kültürel ve hukuki açıdan da değerlendirmenin
yapılabileceği nitelikte bir kurul
tarafından karar verilmelidir.
Günümüzde bilimsel-teknolojik gelişmeler o kadar hızla ilerlemektedir
ki, insanın yapabildiği bazı şeyleri
“yapmaması” gerektiğini unutabiliyoruz. Günümüzde insan klonlamak
mümkündür ama gelecek kuşaklar,
amaç-araç ilişkisi, insan onuru gibi
etik kaygılarla evrensel bir kararla,
insanlık onurunu zedeleyecek yönleri nedeniyle yapmıyoruz. Nakil yapılabilen her kompozit dokuyu, her
isteyene nakletmek etik açıdan kabul edilemez sonuçlar doğurabilir.
Hasta Hakları Açısından Kompozit Doku
Nakilleri
4-5 Nisan 2008 tarihinde Türk Tabipleri Birliği Etik Bildirgeler Çalıştayında
hekimin sorumluluklarına ilişkin bir
rapor oluşturulmuştur. Bunlardan
bazıları şunlardır (5):
Hasta Hakları Bir İnsan Hakkı ve sağlık hizmetlerinin vazgeçilmez bir
unsurudur. Hekimlik mesleğinin insan onuruna saygılı ve hekim hasta
ilişkisinde tıp etiği ilkelerinin öncelendiği koşullarda yürütülmesinde
hasta haklarının önemi göz önünde
tutulmalıdır. Türk Tabipleri Birliği sağlık hizmetlerinin sunumunda hasta
haklarına saygı gösterilmesini iyi hekimliğin vazgeçilmez bir unsuru olarak kabul eder. Türk Tabipleri Birliği
hasta haklarıyla ilgili olarak aşağıdaki
ilkeleri benimser:
• İnsan
haklarının tıp alanındaki
uzantısı olan hasta hakları, genel olarak sağlık hizmetlerinden
yararlanma, bilgilenme ve seçim
yapma unsurlarını içermelidir.
• Sağlık hizmetleri sunumunda hastanın kendi kaderini belirleme ve
özgür seçim yapma hakkı korunmalıdır. İnsan onuru ve bütünlüğüne saygının ifadesi olan aydınlatılmış onam veya ret hakkı, her
tür tıbbi uygulamanın temeli olarak bütün hastalara tanınmalıdır.
Hastanın hekimini, tedaviyi, bilgilenmeyi seçme hakkı vardır.
• Hastanın
güvenli sağlık hizmeti
alma hakkı vardır.
Hastanın uygulanacak operasyonu
istemesi yeterli midir?
Hasta hakları gereği hastayı hastalığı
ile ilgili bilgilendirme, önerilen tüm
tedavi seçeneklerinden haberdar
olarak tedaviyi birlikte seçme gibi
yükümlülükler hekimin görevi olarak tanımlanmıştır. Bununla birlikte
hastanın güvenli sağlık hizmeti alma
hakkı nedeniyle bu konuda yine de
öncelikle hekime sorumluluk yüklenmektedir.
Güvenliği kanıtlanmamış, yeni bir tıbbi
tedavi yapılabilir mi?
Tıbbın ilerlemesi için yeni tedavi yönSAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
55
temi ve operasyonlar denenmelidir.
İnsanlar üzerinde yapılacak araştırmalar, deneme niteliğindeki cerrahi
uygulamalar mutlaka bazı evrensel
tıp etiği ilkeleri ve hekimlik mesleği
kurallarına uygun yapılmalıdır.
Güvenli olduğu kanıtlanmamış bir
tedaviyi, kanıtlanmış tedaviler için
uygulanan normal prosedürlere uygun yapmak yeterli görülmez. Bazı
yeni uygulamalar ya da ilk operasyonlar yapılırken çok daha dikkatli
olmak gereklidir. Bu tür yeni ya da
ilk uygulamalar tıbbi araştırma niteliğinde olup; WMA (World Medical
Assosiciation) tarafından yayınlanan
Helsinki Bildirgesi’ne, Anayasa’nın 90.
Maddesi nedeniyle iç hukuka yansıtılan Oviedo Konvansiyonu ve Tıbbi
Deontoloji Nizamnamesi’ne göre
özel koşullarda uygunluk denetimi
gerektirirler.
Hukuki Durum
Konumuzla ilgili olarak Türkiye’de,
Kompozit Doku Nakli Merkezleri Yönergesi hazırlanmıştır. Sağlık
Bakanlığı’nın 29.03.2011 tarihli ve
13984 sayılı onayı ile yürürlüğe girmiştir. Bu Yönerge; 29/05/1979 tarihli
ve 2238 sayılı Organ ve Doku Alın-
56
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
ması, Saklanması ve Nakli Hakkında
Kanun hükümlerine, 13/12/1983 tarihli ve 181 sayılı Sağlık Bakanlığı’nın
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun
Hükmünde Kararname’nin 43 üncü
maddesine ve 01/06/2000 tarihli ve
24066 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Organ ve Doku Nakli Hizmetleri Yönetmeliğinin 16 ncı maddesine
dayanılarak hazırlanmıştır.
Bu Yönergenin amacı; vaskülarize
kompozit homogreft doku nakli yapacak merkezlerin taşıması gereken
şartlar ile çalışmalarına dair usul ve
esasları belirlemektir. Herhangi bir
embriyonel katmandan köken alan;
barsak, trakea, larinks gibi dokuların
vaskülerize homogreft olarak nakilleri de bu Yönerge kapsamındadır.
Karaciğer, böbrek, akciğer, pankreas,
kalp, kalp-akciğer gibi organlar ile
kök hücre nakli amacıyla alınan kemik iliği ve kornea nakilleri bu Yönerge kapsamı dışındadır.
Yönerge, etik ve toplumsal boyutları
açısından çok önemli etkiler yaratabilecek kompozit doku nakillerinin
yapılacağı merkezleri ve gereken
nitelikleri ayrıntılı olarak tanımlamıştır. Başka bir çok tıbbi uygulama için
böyle bir mevzuat düzenlemesi yok-
ken, organ doku nakilleri için bir yasa
vardır. Bu yasa ile her tür organ ve
doku nakli yapılabilir. Bununla birlikte bu nakillerin özel niteliğine göre;
alıcı ve verici açısından ve ilgili öteki
koşullarla ilgili daha ayrıntılı yönetmeliklerle organ ve doku aktarımı ile
ilgili mevzuat geliştirilmiştir. Kompozit doku nakilleriyle ilgili yönergede
endikasyon sınırları tanımlanmış, endikasyon kararını tek hekime bırakmayarak, endikasyon konulması bir
kurula verilmiştir. Kurul kararı alınmadan kompozit doku nakli yapılamayacağı karara bağlanmıştır. Ayrıca,
operasyon sonrasında da endikasyona uygunluk denetiminin yapılması
ve uymayan merkezlerin uyarılması
ya da ruhsat iptaliyle kapatılmasına
karar verilebileceği belirtilmiştir. Hekimin özerklik alanındaki endikasyon
kararının kompozit doku nakillerinde
bu kadar denetlenir olmasının nedeni; yaşam kurtaran nakillerden farklı
olarak, yaşamını sürdürebilen bir çok
hastada nakil nedeniyle oluşacak
birçok olumsuz durumun önlenmesi
amacını taşımaktadır.
Öncelikle tıbbın gelişmesi açısından,
yeni yöntemlere, ilk defa yapılacak
ameliyatlara müsaade edilmiştir. Ancak, hekim açısından riski artırma ya-
sağı vardır. Bu itibarla, hekim mevcut
metotlardan en az riskli olanı seçmek
zorundadır. Türk Uygulaması’nda da
bu görüş, hâkim görüştür: Hekim, riski en az, başarı şansı en yüksek yöntemi seçmelidir. Hekim, “çeşitli tedavi
yöntemleri arasında seçim yaparken
hastanın özelliklerini göz önünde
tutmalı, onu gereksiz risk altına sokmamalı, en emin yolu seçmelidir”.
Böylece, ameliyat dışındaki daha
risksiz yöntemlerle tedavi edilebilecek bir hastalık için ameliyat yoluna
başvurulması halinde hekim sorumlu
olabilir. Bu kural, hekimin her zaman
en güvenilir yöntemi seçmesi gerektiğini ifade etmemektedir. Hekim,
somut olayın koşullarını ve güvenilir yönteme yönelik haklı eleştirileri
göz önünde bulundurabilir. Daha
yüksek bir risk, somut olayın gereklilikleri veya daha elverişli bir iyileşme
tahminine dayanılarak üstlenilebilir.
Dolayısıyla orantısız bir riske neden
olunmamalıdır. (Hakeri, medimagazin 12 Mart 2012)
Etik Kuramlara Göre Değerlendirme
Bir eylemin etik değerini irdelerken,
etik yaklaşımlara göre temellendiririz. Evrensel olarak kabul gören dört
ana yaklaşımdan söz etmek olasıdır.
Bunlar Kant’cı, Utilitaryen (yararcı),
Komunitaryen, Liberal yaklaşımlardır.
Tıbbi Etik alanında en çok Kant’cı ve
Utilitaryen görüşler dikkate alınır.
Günümüzde en çok bilinen dört etik
yaklaşımı / görüşü burada tartışacağız. Bunlardan özellikle ilk ikisi tıbbi
etik alanında yaygın olarak kullanılmaktadır. (Beauchamp ve Childress,
1994)
Kant’ın Görüşüne Göre
Bireyin sorumluluk duygusu ve özgür istenciyle, içsel değerleri doğrultusunda tutum alışı önemlidir. İyiyi
“iyi”, olduğu için bir ödev yaklaşımıyla istemelidir. Araç - amaç ilişkisi eylemin niteliğine ilişkin bir değerlilik
yaratmaktadır. Eylemin sonucu ne
olursa olsun yola çıkarken saptanan
amacın niteliği eylemin değerini belirler. Bireyin sorumluluk duygusu ve
iyiye yönelik içsel değerleri güçlendirilerek yapılmayan, özgür istenç
olmaksızın gerçekleştirilen eylem
sonucu ne olursa olsun değersizdir.
Ayrıca, insan, gerekçesi ne olursa olsun hiçbir amaç için araç olarak kullanılmamalıdır. (Kant, 1982, s.36-38)
(Beauchamp ve Childress, 1994, s.56)
Yararcı “Utilitaryen” Yaklaşıma Göre
Bu görüşte en fazla kişinin iyiliğini
sağlayan eylem en iyisidir. Bireyin
içsel değerleri önemsenmez. Az sayıda olan insanların daha çok zarar
görecek olması da, iyiliği çok olanların yanında ihmal edilebilir. Burada
dar anlamda alındığında araç - amaç
ilişkisi eylemin değerini belirlemez.
Gerçekleşen eylemin sonuçları eylemin değerini belirler. (Beauchamp
ve Childress, 1994, s.47-55) Burada
eylemin değeri açısından, eylemden
etkilenen bireylerin sayısı ve eylemden etkilenme dereceleri önemlidir.
Komunitaryen Yaklaşıma Göre
Toplumu oluşturan her bir birey değerlidir. Tüm toplumun hep birlikte
daha iyiye gitmesine yol açacak eylem en iyisidir. Burada da eylemin
değerini tüm bireyleri daha iyi konuma hep birlikte ulaştıracak eylemin
sonuçları önemlidir. Bireylerin içsel
niyeti ve eylemin amacı önem taşımaz. (Beauchamp ve Childress, 1994,
s.77-84)
Liberal Yaklaşıma Göre
“Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” sözüyle ekonomide tanımlanan
liberal görüş için özgür davranabilme ve bireyin kendi istenci doğrultusunda eylemde bulunabilmesi ve bu
eylemin iyiye ulaşması değerlidir. Bu
görüş, her bir bireyin kişisel özellikleri ve yeterliliği oranında “hak ettiği
iyi”ye ulaşmasından yanadır. (Beauchamp ve Childress, 1994, s. 69-76)
Tıbbi Etik İlkeler
Akademik bir alan olarak Tıbbi Etik
alanında, uygulamalar sırasında tıbbi
etik ilkeler göz önünde bulundurulur. Eylemin değerini hangi yaklaşıma göre sorgularsak sorgulayalım,
evrensel olarak geçerliliği olan dört
temel etik ilkeye uygun davranılmalıdır. Bazen ilkelerin birbiriyle karşıtlık ilişkisi taşıdığı olaylarda, koşullar
bağlamında en uygun ilke kullanıl-
malı ve en az değer kaybıyla en fazla
ilke kullanılarak tıbbi eylem gerçekleştirilmelidir. Şimdi bu ilkeleri kısaca
irdeleyelim. (Beauchamp ve Childress, 1994)
Aydınlatma ve özerkliğe saygı ilkesi
Aydınlatma; Hekim hastasını hastalığı hakkında bilgilendirmekle yükümlüdür. Bu bilgilendirme açık, anlaşılabilir bir dille ve ve hastanın kültür
düzeyine uygun şekilde sevecen bir
yaklaşımla anlatılmalıdır. Hekim yargılayıcı değil hastalık hakkında bilgilendirici olmaya özen göstermelidir.
Özerklik ilkesi; Hasta yeteri kadar
bilgilendikten sonra kendisiyle ilgili, bağımsız olarak düşünüp karar
verebilme ve bu karar doğrultusunda eylemde bulunma yeterlik ve
yetkinliğine sahipse özerklik ilkesi
gündemdedir. Gelişen hasta hakları kavramıyla orantılı olarak özerklik
ilkesi hekimlik uygulamalarında yer
almaktadır.
Özerklik ilkesinin yaşama geçirilmesinde hekim-hasta arasındaki bilgisel
eşitsizliğin gereken oranda giderilmesi ve hastanın düşünüp, karar verip kendisi için uygun gördüğü eylemi uygulayabilmesi gereklidir. Hekim
bilgilendirme ve hastasının kararına
saygı gösterme şeklinde bu ilkenin
yaşama geçmesine yardımcı olur.
Özerklik ilkesi, uygulamada özerkliğe
saygı ilkesine dönüşür.
Tanı ve tedavi sürecinde hastanın
alacağı kararların yaşama geçirilmesi ve alınacak kararlara katılımına
bu ilke doğrultusunda davranarak
olanak tanımalıdır. Bununla birlikte
hastaların limitsiz bir özerkliği diğer
hastalar ve toplum açısından problem doğuracak şekilde eylemlere yol
açıyorsa, bu noktalarda özerkliğin sınırları çizilmelidir.
Araştırma ve yayın etiği açısından,
araştırmacı / hekim – denek / hasta / katılımcı ilişkisinde katılımcıya
bilgi verildikten sonra araştırmaya /
önerilen tedaviye katılımı için onayı
alınmalıdır. Buna Tıbbi Etik alanında
aydınlatılmış onam diyoruz.
Hekimler bilgisel üstünlükleri nedeniyle özerklik ilkesini, yararlık ilkesi
lehine gözardı edebilmektedirler. Burada hasta yeterliliği söz konusuysa,
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
57
hastanın özerkliğine saygı göstermeye özen gösterilmelidir. Bireyin yararını, en iyi kendisinin değerlendireceğinden yola çıkılarak bu konudaki
karşıtlık giderilebilir.
Sır Saklama İlkesi
Hipokrat And’ında da yer verilmiş
olan sır saklama ilkesi, tıbbi etik ilkeler içinde en eski olanlardandır.
Tıbbi Deontoloji Tüzüğü’nde önemle
vurgulanmıştır. TCK.198. md. sinde
de hekimin sır saklama ilkesi yükümlülük olarak tanımlanmıştır. Bu konuda da diğer ilkelerde olduğu gibi
hekimin sorumluluğunu etik açıdan
irdeleyeceğiz.
Hekim mesleği gereği ulaştığı bilgileri sır olarak saklamak zorundadır. Kişinin HIV + olması da bu sırlardan biridir. Umumi Hıfzısıhha Kanunu’nun
57. Md. si 64. Md. yaptırımıyla bulaşıcı hastalıkların bildirilmesini zorunlu
kılar. Burada vurgulayacağımız nokta
kişinin özel bilgilerini saklamanın
hekim-hasta arasındaki sözleşme gereği, güven sağlayıcı önemli bir ilke
olduğu için çok zorlayıcı yaşamsal bir
sebep, reddedilmesi başka değer kayıplarına yol açacak hukuki bir şahitlik durumunda veya hastanın onayı
dışında asla açıklanmamalıdır. Hastanın bireysel özellikleri her koşulda sır
olarak kalmalıdır.
Adalet ve eşitlik ilkesi; Adalet ilkesinin yaşama geçirilmesinde ülkelerin sağlık sistemleri önemli bir belirleyen olmaktadır. Sağlık, kişiden
kişiye değişen bir olgudur. Mutlak
eşitlik mümkün değildir. Doğumsal
nedenlerle başlayan, bireysel yaşam
alışkanlıkları, yapısal faktörler, çevresel etkilerle süren sağlık düzeyi bir
insandan diğerine değişmektedir.
Sağlık gereksinimleri de, insandan
insana ve toplumdan topluma sosyokültürel olarak değişebilmektedir. Sağlıkta eşitlik, bütün insanların
eşit sağlık durumunda olması değil,
bir ülkedeki ilgili yurttaşlara sağlık
hizmetlerine eşit ulaşma olanağının
sağlanmasıdır.
Sağlığın düzeyinin korunmasında
ve yükseltilmesinde bireysel ve toplumsal sorumluluklar vardır. Sağlık
düzeyinin yükseltilmesi, sağlığı geliştirme olarak değerlendirilebilir.
Sağlık politikaları bireyin ve toplumun sağlık düzeyini geliştirmek
58
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
amacıyla oluşturulurlar. Sağlıkta
“eşitsizlik” kavramının ahlaki ve
etik bir boyutu vardır. Sosyal devlet, bireyin haklarına ve toplumun
tümüne değer veren bir anlayış
gereği, tüm yurttaşlarına eşitlik ve
adalet ilkesi doğrultusunda temel
gereksinimleri karşılayacak oranda
hizmet sunumundan sorumludur.
Sağlık hizmetleri bireysel bir sorun
değil toplumsal bir sorumluluktur.
Bu sorumluluğu devlet hukuki ve
yönetsel düzenlemelerle yerine getirir. Sağlıklı yaşatmak için, devletin
bireylere, gereksindikleri oranda,
sağlık hizmeti sunumunu sağlık politikası olarak hukuki yönden düzenlemesi ve bunu yurttaşlarına temel
düzeyde, eşit ulaşabilecekleri adil
bir sistemle iletmesi gerekmektedir.
Pahalı ve sürekli bakım gerektiren
hastalıklarda tedaviye ulaşma şansı
çok boyutlu eşitsizlikler yaratabilmektedir. Tedaviye ulaşma şansını bir
araştırmaya katılmakla bulan hastalar, korku ve endişe ile kaygılanmaktadır. Bunlara araştırmaya katılmayı
bıraktıklarında, başlanan tedavinin
sürdürüleceği garantisinin verilmesi,
aydınlatılmış onamı anlamlı kılacaktır.
Yararlılık ilkesi
Başkalarına yardımcı olma anlamına
gelen yararlılık terimi, hekimlik uygulamalarında hasta bireylerin yararını
artırmaya yönelik eylemler olarak,
“her tür koşulda hasta yararına öncelik verilmelidir” şeklinde yükümlülük
haline getirilerek yararlılık ilkesine
dönüştürülmüştür. Mutlak yararlı olmak ve yararla zararın dengelenmesi diye iki grupta değerlendirilebilir.
“Zarar vermeme ilkesi” kimi yazarlar
tarafından ayrı bir ilke olarak ele alınsa da günümüzde, hiç zarar vermeden mutlak yararlı olan bir uygulama
pek mümkün gözükmemektedir. Bu
nedenle “yarar ve zararın dengelenmesi” ve yarar lehine ağırlıklı kararların, yararlılık ilkesi uyarınca yaşama
geçirilmesi daha doğru gözükmektedir. Ayrıca, organ nakillerinde “önce
zarar vermeme ilkesi” gönüllü verici
için tamamen tersine uygulanmaktadır. Bu ve benzeri kaygılarla güncel
bilgiler ışığında bu ayrı bir ilke olarak
değerlendirilmemektedir.
Son yıllarda artan hasta hakları ve
aydınlatılmış onam kavramlarıyla
hastanın özerkliğine saygı ilkesiyle
hekim tarafından değerlendirilen yararlılık ilkesi zaman zaman çatışmaktadır. Koşullara göre değişen biçimde
temellendirilmek koşuluyla uygun
olan ilke kullanılmalıdır.
Değerlendirme
Etiğin felsefenin alt dalı olarak tıp
uygulaması içindeki farklılaşmış
uzantısını “Tıbbi Etik” olarak tanımlıyoruz. Tıp etiği içinde önemli sorun
kümelerinde gündeme gelen olumsuz olayları tanımlar ve yorumlarken,
karşıtı olan iyi eylemleri tanımlamış
oluyoruz. Bu alanda yapılan, yapılacak olan tartışmalar, etik açısından
sorun olan durumların saptanması
ve çözüm önerilerinin geliştirilmesini
sağlayacaktır. Genel olarak tıp etiği
konusunda bilgilenme ve bilgilendirme arttıkça, etik dışı olarak nitelenen
olaylar azalacaktır.
“Bir kişinin doğal bilme yeteneklerinin geliştirilmesi, genel temel eğitimiyle ilgilidir. Etik değerlendirme ve
değerler konusunda eğitim görmesiyse, insan ilişkileriyle ilgili deney
kazanması demektir. Çünkü değerler bilgisinin kaynağını bulduğu yer,
yaşanan insanlar arası ilişkilerdir.”
(Kuçuradi, 1988) Güncel olaylara yön
verecek doğru çıkarsamalar yapmak
için, koşulların doğru bilgisi yanında,
değerler bilgisi de gereklidir. Ayrıca,
o eylemin yapıldığı koşullar da seçeneklerin oluşturduğu ayrılıklar, başka
eylem olanaklarının bulunması da,
eylemin değerini belirleyici özellikler
taşır. Kişi değer sistemiyle uyumlu
eylemlerde bulunduğu dönemler de
kendini daha güvenli hisseder. Önderlik, iletişim ve toplumsal uyum
sağlayabilme yeteneklerine ek olarak
bilginin, istençsel amaçları sürdürmekte katkısı olabilir. İnsanlar arasında uyumun önemli olduğu, bireyin
istençlerinin toplumla dengelenerek
etik yönelimi belirlediği gözlenmektedir. Kişinin bütünlüğüne yönelik
etik değerler tortusu, o kişinin yaşamının değerler bütünlüğü ile etkileşir
ve yaşantı ortaya çıkar. Kişi normatif
kurallar bütünü ve istencinin itkisiyle bir eylemde bulunur. Değer yargıları ve çıkarlarının çatışmalı olduğu
yerde, değerler bilgisi ve eylemleri
arasında koşutluk yok olacaktır. (Reichenbach, 2000) Tıp etiği hekimliğin
bütün uygulanma biçimlerini kapsa-
malıdır. Klinikte alanına özgü iletişim
becerisini geliştirmesi, etik ilkelere
uygun muayene ve tedavi konusunda özenli olması tek başına yeterli
değildir. Hekimin üstlendiği sorumluluklarının tamamında (araştırma,
bilimsel yayınlar, hayvan deneyleri,
medya ile ilişkiler...) tıp etiği açısından
özenli olması gerekir. Araştırmacı olarak hekim uygulamalarında, araştırma ve yayın etiği bağlamında değerler bilgisi ve eylemlerin etik niteliği
arasındaki koşutluk yok olduğunda,
araştırma ve yayın etiği bir etik sorun
kümesi olarak yansımaktadır.
Etik etkinlik sonucu önerilen olgusal
çözümler, deontolojik ve hukuki kurallar biçiminde yaşantıya /araştırma
ve yayın alanına yansıtılmalıdır. Bu
konuda değerler bilgisi ve etik ilkelere uygunluğun, etkili kurumlarca,
normatif kurallarla denetlenmesi,
etik açısından “kötü” eylemlere rastlanma olasılığını düşürecektir.
Bireyin grupla etkileşimi hem grubun
hem bireyin davranışında değişikliğe
yol açar. Toplumun etik yönelimi kişilerin birbiriyle uyum sağlama çabasının ortak sonucudur. Bu bağlamda,
dengeyi sağlamada etkin güçler,
toplumsal örgütlenmeler, Dünya
Tabipler Birliği’nin mesleki bildirgeleri, Türk Tabipleri Birliği, sınıfsal
birleşmeler(sendikalar ve sağlık hakkı), hasta hakları dernekleri, uzmanlık
dernekleri, etkili bilimsel kurumlar,
seçkin bireylerin örnek yönlendirici
tavırlarının... oluşturduğu sosyal ilişkilerin denetimindeki iktidar ilişkilerini etkileyecek etik yönelimi biçimlendirmek üzere, aktif bir tutumla,
hekimin çalışma yaşamında tıp etiği
ilkeleri vurgulanmalıdır.
Tıp Etiği İlkeleri Açısından
Hangi yaklaşım temel alınırsa alınsın,
tıbbi etik açısından olayları ve olguları değerlendirirken etik ilkelerin
ne oranda ve nasıl kullanıldıklarına
bakarız. Tıp alanında benimsenen
temel etik ilkeler; aydınlatılmış onam
ve özerkliğe saygı ilkesi, sır saklama
ilkesi, adalet ve eşitlik ilkesi, yararlılık
ilkesi... olarak sıralanabilir .
Bazen ilkelerin birbiriyle karşıtlık ilişkisi taşıdığı olaylarda, koşullar bağlamında en uygun ilke kullanılmalı
ve en az değer kaybıyla en fazla ilke
kullanılarak tıbbi eylem gerçekleştirilmelidir. Şimdi bu ilkeleri kısaca irdeleyelim.
Aydınlatma ve Özerkliğe Saygı İlkesi
Aydınlatma; Hekim hastasını hastalığı hakkında bilgilendirmekle yükümlüdür. Bu bilgilendirme açık, anlaşılabilir bir dille ve hastanın kültür
düzeyine uygun şekilde sevecen bir
yaklaşımla anlatılmalıdır. Hekim yargılayıcı değil hastalık hakkında bilgilendirici olmaya özen göstermelidir.
Özerklik ilkesi
Hasta yeteri kadar bilgilendikten
sonra kendisiyle ilgili, bağımsız olarak düşünüp karar verebilme ve bu
karar doğrultusunda eylemde bulunma yeterlik ve yetkinliğine sahipse
özerklik ilkesi gündemdedir. Gelişen
hasta hakları kavramıyla orantılı olarak özerklik ilkesi hekimlik uygulamalarında yer almaktadır. Özerklik
ilkesinin yaşama geçirilmesinde
hekim-hasta arasındaki bilgisel eşitsizliğin gereken oranda giderilmesi
ve hastanın düşünüp, karar verip
kendisi için uygun gördüğü eylemi
uygulayabilmesi gereklidir. Hekim
bilgilendirme ve hastasının kararına
saygı gösterme şeklinde bu ilkenin
yaşama geçmesine yardımcı olur.
Özerklik ilkesi, uygulamada özerkliğe
saygı ilkesine dönüşür.
Hekim-hasta ilişkisinde hastaya bilgi
verildikten sonra önerilen tedaviye
katılımı için onayı alınmalıdır. Buna
Tıbbi Etik alanında aydınlatılmış
onam denilmektedir. Hekimler bilgisel üstünlükleri nedeniyle özerklik ilkesini, yararlık ilkesi lehine göz
ardı edebilmektedirler. Burada hasta
yeterliliği söz konusuysa, hastanın
özerkliğine saygı göstermeye özen
gösterilmelidir.
Hastaya açık, anlaşılır bir dille hastalık, tedavi seçenekleri ve tedavi sürecine ilişkin her türlü bilgi verilmelidir. Hastanın anlatılanları anladığına
emin olduktan sonra hastanın onayı
ile işlemler sürdürülmelidir. Bu konuda hazırlanmış ve uygulanan standart
aydınlatılmış onam formları vardır, fakat özel durumlar için ayrıca hastanın
el yazısı ile belirttiği durumlar da olmalı ve bunlar dikkate alınmalıdır.
Kompozit doku nakillerinde, öncelikle ömür boyu ilaç kulllanması gerektiğini ve bu nakille birlikte işlevselliğin ne olacağı, nakledilen kol,
bacak ile hangi hareketleri ne kadar
yapabileceği önceden mümkün olduğunca anlatılmalıdır. Olası komplikasyon (en sık görülenler) ve zararlar
mutlaka anlatılmalıdır. Bu ve buna
benzer bir çok faktör göz önünde
bulundurularak, hastanın mümkün
olduğu kadar bağımsız olarak günlük yaşam aktivitelerini sürdürmesi
istenir. Temel amaç hastanın yaşam
kalitesini mümkün olduğu kadar en
yüksek düzeyde tutmak yani en iyiye
ulaşmaktır.
Adalet ve Eşitlik İlkesi
Adalet ilkesinin yaşama geçirilmesinde ülkelerin sağlık sistemleri
önemli bir belirleyen olmaktadır.
Sağlık, kişiden kişiye değişen bir olgudur. Mutlak eşitlik mümkün değildir. Doğumsal nedenlerle başlayan,
bireysel yaşam alışkanlıkları, yapısal
faktörler, çevresel etkilerle süren
sağlık düzeyi bir insandan diğerine
değişmektedir. Sağlık gereksinimleri de, insandan insana ve toplumdan topluma sosyokültürel olarak
değişebilmektedir. Sağlıkta eşitlik,
bir ülkedeki ilgili yurttaşlara sağlık
hizmetlerine eşit ulaşma olanağının
sağlanmasıdır. Sağlığın düzeyinin
korunmasında ve yükseltilmesinde
bireysel ve toplumsal sorumluluklar
vardır. Sağlık düzeyinin yükseltilmesi, sağlığı geliştirme olarak değerlendirilebilir. Sağlık politikaları
bireyin ve toplumun sağlık düzeyini
geliştirmek amacıyla oluşturulurlar.
Sağlıkta “eşitsizlik” kavramının ahlaki ve etik bir boyutu vardır. Sağlıklı
yaşatmak için, devletin bireylere,
gereksindikleri oranda, sağlık hizmeti sunumunu sağlık politikası olarak hukuki yönden düzenlemesi ve
bunu yurttaşlarına temel düzeyde,
eşit ulaşabilecekleri adil bir sistemle
iletmesi gerekmektedir. Pahalı ve sürekli bakım gerektiren hastalıklarda
tedaviye ulaşma şansı çok boyutlu
eşitsizlikler yaratabilmektedir.
Kompozit doku naklinde sınırlı kaynakların hakkaniyetle kullanımı son
derece önemlidir. Nakil gerektiren
hastalar, bu uygulama ile tedaviye
ulaşma konusunda ne yazık ki eşit
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
59
koşullara sahip olmamaktadır. Sınırlı
kaynaklarının kullanımı söz konusu
olduğu için, bu tedaviye ihtiyacı olan
bütün hastaların sadece “tıbbi uygunluk” ölçütüyle tedaviye ulaşması
mümkün olamamaktadır.
Adalet ilkesi bağlamında; Kompozit
Doku Nakillerinde “kim”in, “hangi koşullarda” bu hizmete erişiminin sağlanacağı konusunun ekonomik boyutu da çok önemlidir. Günümüzde
etik kurul tarafından uygun görülen
“eğitim vakalarına uygulanması”nın
yanı sıra, gelecekte ekonomik açıdan durum ne olacaktır? SGK hangi
koşullarda ne kadarını ödeyecektir?..
gibi sorular etik nedenlerle ekonomik boyutuyla ilgili kaygılarımızın
temelini oluşturmaktadır. Sağlık hizmetlerinde sınırlı kaynaklarının kullanımı konusunda yaşanan sıkıntılar
nedeniyle bu hizmetlerin ticari bir
sektöre dönüşmesi kaçınılmaz olur.
Kurulacak özel kompozit doku nakil
merkezleri ile toplumun ihtiyacı olan
sağlık hizmetlerinin bir kısmının karşılanmasının yanı sıra, olumsuz bir
yön olarak bu hizmetten sadece bu
hizmetinin bedeli ödeyebilen bireyler yararlanabilecektir. Ekonomik boyut, bir çok etik sorunu birlikte getiren, koşullayan önemli bir belirleyen
olarak etkilidir.
Yararlılık İlkesi
Başkalarına yardımcı olma anlamına gelen yararlılık terimi, hekimlik
uygulamalarında hasta bireylerin
yararını artırmaya yönelik eylemler
olarak, “her tür koşulda hasta yararına öncelik verilmelidir” şeklinde yükümlülük haline getirilerek yararlılık
ilkesine dönüştürülmüştür. Mutlak
yararlı olmak ve yararla zararın dengelenmesi diye iki grupta değerlendirilebilir. “Zarar vermeme ilkesi”
kimi yazarlar tarafından ayrı bir ilke
olarak ele alınsa da günümüzde, hiç
zarar vermeden mutlak yararlı olan
bir uygulama pek mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle “yarar ve
zararın dengelenmesi” ve yarar lehine ağırlıklı kararların, yararlılık ilkesi
uyarınca yaşama geçirilmesi daha
doğru gözükmektedir.
Teknoloji alanında sağlanan gelişmelerinin sağlık alanındaki uygulamalara yansıtılmasının temel amacı
60
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
sağlığı geliştirmek, hastalıklarının
tedavisi sağlanmak ve yaşam süresini
uzatmaktır. Kompozit doku nakillerini uygularken, “primum non necere”
öncelikle zarar vermeme ilkesini asla
unutmamak gerekir!
Toplumsal Etik Boyutları
Organ nakilleri tüm dünyada ve
Türkiye’de sadece tıp etiğinin kapsamı içinde olmayıp, önemli bir toplumsal etik bir konudur. Öncelikle
organ bağışı olmadan bu konuda
adım atılması ve tıbbi başarılar elde
edilebilmesi zordur. Bu nedenle organ bağışı hakkında toplum bilinçlendirilmelidir. Topluma yansıyan
olayların oluş ve yansıtılma biçimi bu
açıdan oldukça önemlidir. Sağlık profesyonelleri tıp etiği ilkelerine uygun
davranmalı ve toplumsal etik yönünden hassas bir dengeyi korumalıdır.
Öncelikle yaşamsal organ bağışı
özendirilmeli ve uygun vericilerden
kompozit doku nakilleri için de bağış
desteklenmelidir. Fakat, kompozit
doku nakilleri, yaşamsal gereksinim
olmadığı halde yüz nakli, kol- bacak
nakli... vb gibi son derece göz önünde ve insan onuru ile yakından ilgili
sonuçlar doğuran ve yaşam kalitesi
için yapılan nakillerdir. Toplumun ve
tıbbın birlikte benimsemesi ile başarının mümkün olduğu organ nakillerinde; kompozit doku nakillerinde
yaşanabilecek etik ve tıbbi hatalar
tüm topluma yansıyan ve böylece
toplumsal etik açısından tüm toplumu ilgilendiren sonuçlar doğurmaktadır.
TTB’nin 2012 yılında yayınladığı kompozit doku nakli raporunda bu konu
vurgulanmıştır; Türkiye’de organ
bağışlanması desteklenmeli, hayat
kurtarıcı organ nakilleri ön planda
değerlendirilirken, uygun kompozit
doku nakli bekleyen uygun kişilerin
de bu bağışlardan faydalanması
sağlanmalıdır. Ancak, kompozit doku
nakli diğer solid organ nakillerinden
oldukça farklı bir konudur. Türkiye’de
konunun olması gereken insani
değerler ışığında ele alınması, “medyatik bir tüketim gündemi” olmaması
için herkesçe özen gösterilmesi gerekmektedir. Türkiye için yeni denebilecek bir gelişme ve ilgi sürecinin
başladığı organ bağışının doğru bir
mecrada yürümesi ve tek tek bireylerin bağışa yüreklendirilmesi ancak bu
özenle insani bir temelde gelişebilir.
(TTB, 2012)
Sonuç ve Değerlendirme
İleri teknoloji gerektiren ve böylece ekonomik yönü önemli bir etik
etki yaratan bu tedavi yönteminde
prosedürler özenle hazırlanmalı,
güncellenmeli ve takip edilmelidir.
Endikasyon kararı mutlaka bir kurul
tarafından alınmalıdır. Cerrah kompozit doku naklini yapmadan önce
tüm yönleriyle tekrar değerlendirmeli ve kendisi uygun görmezse, kurul kararına karşın nakli yapmaktan
vazgeçebilmelidir. Olası başarı - başarısızlık durumundan uygulamada en çok etkilenecek kişi hastadan
sonra nakli yapan cerrah olacaktır. Bu
nedenle, sorumluluklarının farkında
olarak en doğru kararları almak yönünde çalışmalıdır.
Bu nakillerin yapıldığı tıbbi ortamların yeterliliği, uygulanacak kişilerin
seçimi, endikasyon kararlarının yerindeliği açısından merkezi denetimler yapılmalıdır. Denetimler, uygun
aralıklarla düzenli sağlanmalıdır. Bu
hastalarla ilgilenecek sağlık profesyonellerine yönelik, vakaların tartışıldığı, özel etik eğitimleri belli zaman
aralıkları ile verilmelidir. Böylece bu
profesyonellerin farkındalıkları artırılarak, etik sorunları ayırt etme ve
çözümleme becerileri güçlendirilecektir.
Kaynaklar
1. ÇOBANOĞLU N, “Felsefedeki Etikten Tıbbi
Etiğe” Kuramsal ve Uygulamalı Tıp Etiği,
1. Baskı, Eflatun Yayınevi, Ankara, 2009, s.
9-20.
2. TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ ETİK BİLDİRGELER
ÇALIŞTAYI SONUÇ RAPORLARI, Türk Tabipleri Birliği Hasta Hakları Bildirgesi Sonuç
Raporları, 1. Baskı, Ankara, Türk Tabipleri
Birliği Yayınları, Haziran 2008, s. 11-12.
3. BEAUCHAMP T L, CHILDRESS J F, Principles
of Biomedical Ethics, 4. Ed., Oxford Universty Press, New York, 1994.
4. HAKERİ H, Medimagazin 12.3.2012
5. KANT, I., (1982): Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, 1. Bas. Meteksan yay., Ankara
6.TTB Kompozit Doku Nakilleri Raporu;
http://www.ttb.org.tr/images/stories/file/
kompozitrpr_2012.pdf
DÜNYA RUH SAĞLIĞI GÜNÜ 10 EKİM 2014
“ŞİZOFRENİ İLE YAŞAMAK”
Prof. Dr. Ayşe ESEN DANACI
Türkiye Psikiyatri Derneği
Şizofreni ve Diğer Psikotik Bozukluklar
Çalışma Birimi Koordinatörü
Doç. Dr. Haldun SOYGÜR
Şizofreni Dernekleri Federasyonu
62
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
Dünya ruh sağlığı günü, ruh sağlığı
konusunda toplumun bilinçlendirilmesi ve bu alanda yaşanan sorunlara kamuoyunun dikkatinin çekilmesi
amacıyla her yıl 10 Ekim tarihinde
kutlanmaktadır.1948 yılında kurulan Dünya Ruh Sağlığı Federasyonu,
1992’den bu yana her yıl o döneme
damgasını vuran bir ana tema üzerinde durarak dikkatleri ruh sağlığı
sorunlarına çekiyor. Türkiye Psikiyat-
ri Derneği bugüne dek Dünya Ruh
Sağlığı günlerinde hem dünya hem
de ülke gündemi için önemli olan
“yaşlılık”, “küresel bir kriz olarak depresyon”, “en iyi yatırım ruh sağlığına
yatırım”, “ruh sağlığını ve ruh sağlığı
hizmetlerini tüm dünyada, tüm ülkelerde toplumun tüm kesimlerinin
öncelikli konusu yapmak, küresel bir
öncelik haline getirmek”, “ruh sağlığını geliştirmek, birinci basamakta ruh
sağlığı hizmetlerini yaygınlaştırmak
ve ruhsal tedavi olanaklarını artırmak” gibi önemli konu başlıklarında
açıklamalar yapmış, kampanyalar
düzenlemiştir. Bunun yanında günümüzde özellikle Ortadoğu’da yoğunlaşan, ülkemizi yoğun biçimde etkileyen savaş, silahsızlanma, kadına
yönelik şiddet, insan hakları ihlalleri,
yoksulluk, ekonomik kriz gibi ruhsal
ve toplumsal etkileri olan birçok konuda etkin çalışmalar yürütmüş ve
yürütmeye devam etmektedir. Dünya Ruh Sağlığı Federasyonu tarafından bu yıl ki tema “Şizofreni ile yaşamak” olarak belirlenmiştir.
Şizofreni, genellikle genç yaşlarda başlayan, kişinin dış dünyadan
uzaklaşarak içine kapandığı; duygu,
düşünce ve davranışlarında önemli
bozuklukların ortaya çıktığı, beynin
yapı ve işleyişinde değişikliklerin
saptandığı, süreğenlik gösteren, biyolojik, ruhsal ve toplumsal bütünlük
içinde değerlendirilmesi gereken bir
beyin hastalığıdır. Bu hastalarda gerçek dışı algı ve düşünceler, toplumdan uzaklaşma, özbakımda, düşünce
üretiminde, soyut düşünme becerisinde azalma ve duygusal ifadelerde
kısıtlanma sık görülen belirtilerdir. Şizofreni belirtilerde alevlenme ve yatışmalarla seyreden bir hastalıktır ve
bu belirtiler her hastada her zaman
görülmeyebilir. Dünya Sağlık Örgütü
yetişkin nüfus için şizofreni yaygınlığını % 0,7-1 olarak bildirmektedir.
Buna göre ülkemizde en azından 500
bin şizofreni hastası olduğu tahmin
edilmektedir. Şizofreni, tedavi edilmediği takdirde, hem rahatsızlığı
yaşayan bireyin kendisi için hem de
hastaların yakınları ve aileleri için,
çok sayıda zorluk yaratır.
Şizofreninin süreğenlik göstermesi
ve bir beyin hastalığı olması, tedavi
edilemediği anlamına gelmez. Süreğenlik gösteren pek çok bedensel
hastalıkta olduğu gibi, şizofrenide
de hastadan hastaya farklı düzeyler
göstermekle birlikte iyileşme mümkündür. Şizofreni tedavisinde yararlandığımız ilaçlar, sürekli bir ilerleme
ve gelişim göstermektedir. Toplum
temelli bir tedavi anlayışı çerçevesinde gerçekleştirilen psikoterapi uygulamaları ve toplumsal müdahaleler,
şizofreni hastalarının toplumla yeni-
den bütünleşmeleri için önemli kazanımlar sağlamıştır. Özellikle erken
tanı ve tedavi ile çok başarılı sonuçlar alınabilir. Ancak dünya genelinde
şizofreni hastalarının %50’si uygun
şekilde tedavi görmemekte, bu bizim
gibi gelişmekte olan ülkelerde ise
daha yüksek oranlara çıkmaktadır.
Şizofreninin başarılı tedavisinin ve
hastanın yeniden topluma kazandırılmasının önündeki en önemli
engeller; hastalıkla ilgili olumsuz
önyargılar, damgalama ve ayrımcılıktır. Aslında burada bir kısır döngü
söz konusu olmaktadır. Damgalama,
tedavi olanaklarından yeterince yararlanmayı olumsuz etkilerken, yetersiz tedavi ve hastalığın gidişinin
kötü olması da damgalamayı körüklemektedir. Toplum içinde herhangi
bir nedenle damgalanmak ve olumsuz önyargılara maruz kalmak, stres
dolu bir yaşam deneyimi anlamına
gelir. Damgalanmış insanlar, önemsiz ve değersiz bir toplumsal kimliğe
bürünürler. Bu değersizlik durumu ve
bunu izleyen sonuçlar, damgalanmış
insanları şiddetli ve süreğen diğer
stres etkenlerinin baskısı altında bırakır. Damgalanan kişi önyargı veya
ayrımcılığın hedefi durumundadır.
Damgalanmış bir grubun üyelerinin
alay edilme, dışlanma, ayrımcılık ve
şiddete maruz kalma gibi durumları damgalanmamış insanlara göre
daha fazla yaşadıkları konusunda
somut kanıtlar vardır. Bu nedenle,
damga kişinin benliğine yöneltilen
tehditlerin yoğunluğunu ve sıklığını
arttırmaktadır. Damganın ikinci ana
özelliği, kişinin toplumsal kimliğindeki değersizliğin farkında olmasıdır.
Damgalanmış bireyler, diğer insanların kendilerine değer vermediklerinin, saygı göstermediklerinin, onlar
tarafından beğenilmediklerinin farkındadır.
Böyle bir durum damgalanmış bireyin benlik saygısına ciddi bir tehdittir.
Damgalanmış insanlara karşı gösterilen ayrımcılık, onların hastane,
barınma, eğitim ve iş edinme gibi
olanaklara ulaşmasındaki zorluklar
damgalamanın en olumsuz sonuçlarıdır. Tedaviyle tam ya da büyük ölçüde iyileşen hastalar da damgalama
nedeniyle toplumun dışına itilmek-
tedir. En büyük sorunlarından birisi
çalışabilecekleri bir iş bulamamaktır.
Oysaki hak ve olanaklar bir toplumun her bireyini kapsamalıdır. Damgalanmış insanların yaşamları, daha
zengin ve statüsü daha yüksek olan
insanların yaşamlarına göre daha
fazla günlük sıkıntılara ve süreğen
gerginliklere uğrayabilir. Damgalanmış insanların toplum tarafından
reddedilmesi, yalnızlığa ve toplumsal desteğin azalmasına yol açabilir.
Şizofreni hastalarının tedavisi önündeki en büyük engel olan damgalamayı azaltmak ve ortadan kaldırmak,
bizim elimizdedir. Dışlamadan, yok
saymadan, önyargısız bir tutumla
hareket etmek, şizofreni hastalarıyla toplumsal temas kurmaya açık
olmak, şizofreni hastalarına önemli
katkılar sağlar.
Tüm bu gerçekler göz önünde tutulduğunda, şizofreni hastaları, yakınları ve ruh sağlığı çalışanlarının öncelikli talepleri aşağıda sunulmuştur.
1. Ruh sağlığı yasası bir an önce çıkarılmalıdır.
2. Ruh sağlığı politikaları kağıt üstünden yaşama geçirilmelidir..
3.Ülkemizde ruhsal bozuklukların
ortaya çıkmasını önlemeyi temel
görev edinen koruyucu ruh sağlığı anlayışıülkeyi yönetenler dahil
toplumun her kademesinde yerleşmeli ve uygulanmalıdır.
4. Ruhsal bozukluklar ortaya çıktığında, mevcut tüm tedavi olanakları hastalıktan muzdarip birey
için seferber edilmeli ve tedavi
sonrası bireyin sevmek ve üretmek kapsamındaki yetilerini ifade
edebilmesi için olabilen en kapsamlı zeminin oluşturulmalıdır.
5. Ruhsal hastalığı olup toparlanan
insanlarımıza iş olanağı sağlanmalıdır.
6. Toplum şiddetten arınmalı, ruhsal
hastalığı olan bireylerin şiddetin
sebebi olmak bir yana, mağduru
olduğu gerçekliği tanınmalıdır.
7. İçinde yaşadığımız toplum, farklı olanları, ruh hastalığı olanları
damgalanmayan, dışlamayan, ayrımcılık uygulamayan bir toplum
olmalıdır.
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
63
dijitalsağlık
APPLE’IN YENİ SAĞLIK KİTİ
MEDİKAL DATANIZI DOĞRUDAN
SAĞLIK KAYITLARINA AKTARIYOR
Dr. Sertaç DOĞANAY
Tek Doz Dijital ve Social Touch Kurucusu
Apple, iHealt ve HealtKit’i ilk duyurduğunda sektörün sağlık verileri
konsundaki beklentilerine bütüncül
olarak yaklaşacağını belli etmişti.
Uygulama, bir çok hastanenin tasarımına dâhil olduğu sürekli gelişen ve
gelişmeye devam edecek bir kişisel
elektronik sağlık kaydı platformu olmayı hedefliyor.
iHealth’in medikal aygıtları Apple’ın
HealtKit’i ile tamamen bütünleşik çalışıyor. Bu şu anlama geliyor; iHealt ay-
gıtlarının izini sürdüğü ve gözlemlediği tüm sağlık verileri otomatik olarak
aplikasyona aktarılıyor, ayrıca elektronik ortamdaki sağlık kayıtlarınız arasında da doğrudan yer alabiliyor.
Bu gerçekten heyecan verici bir haber. Tabii ki uygulamaya kısaca göz
atan herkesin aklına gelecek ilk soru
medikal aygıtlar aracılığıyla toparlanan verileri doktorlara ve sağlık kayıtlarına nasıl ulaştırılacağı. Apple’ın
bu duruma cevabı çoktan hazır.
Apple iHealt’i tasarlarken artık gelenekselleşmiş anlayışını sürdürerek
yine mümkün olduğunca basit ve
kullanıcı dostu bir deneyim yaşatmayı amaçlamış. Veri paylaşımı ve aygıtlar arası veri transferi oldukça kolay.
Ayrıca uygulamaya manuel olarak
veri girmek de mümkün. Sonuç oldukça etkileyici.
Sistemi iOS 8’e yükselterek aygıtlardan uygulamalara pürüzsüz bir veri
akışı sağlayabilir, verilerinizin zaman
içindeki değişimlerine göz atabilirsiniz. Eğer doktorunuz da uygulama
kullanıcısı ise bir dahaki randevunuzda verilerinizi kolayca doktorunuza
yollayabilirsiniz. Uygulamanın kullanımının doktorlar arasında yaygınlaşması doğal olarak büyük öneme
sahip. Bu nedenle HealtKit yakın zamanda kesinlikle daha çok doktor ve
hastane ile işbirliği yapacaktır.
Tıp dünyası ile dijital dünya işbirliğinin günlük hayatın bu denli içine
girebileceği günler bir zamanlar sadece birer bilimkurgu unsuruydu.
Apple en iyi yaptığı işlerden biri olan
kullanıcı dostu tasarım bu kez de
uygulamanın günlük hayatımızda
büyükçe bir yere sahip olmasını sağlayacak gibi görünüyor.
iHealth’in CMO’su Jim Taschetta bir
röportajında doktorların uygulama
aracılığıyla toplanan verilerden faydalarak rahatlıkla ilaç yazabileceklerini belirtti ve ekledi “ Dijital gözlemlemenin gerçekten fark yaratabileceği
bir noktadayız ve bu çok heyecan verici.” Kendisine gönülden katılıyor ve
ekliyorum; bu daha başlangıç!
64
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
haber
KORUYUCU
MASTEKTOMİ
VE EŞ ZAMANLI
MEMENİN
YENİDEN
YAPILMASI
ÖNEMLİ
“Meme Kanserinden Sonra Meme Onarımı Farkındalık Günü” (Breast Reconstruction Awareness
Day-BRA Day), ​Türk Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Derneği’nin öncülüğünde, T.C Sağlık
Bakanlığı, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, Kanser Dairesi Başkanlığı, Ankara Meme Hastalıkları
Derneği, Türkiye Meme Hastalıkları Dernekleri Federasyonu ve Kanserle Dans, Europa Donna ve
Kansersiz Yaşam Dernekleri gibi meme kanseri ile ilgili sivil toplum kuruluşlarının işbirliği ile ATO
Congresium Ankara’da etkinlik düzenlendi.
“Meme Onarımı Farkındalık Günü”,
kadınların kanser nedeniyle memelerinin alınması sonrasında meme
onarımı hakkında bilgilendirilmesi,
farkındalık oluşturulması ve bu imkana ulaşabilmesi için tasarlanmış
olan bir sosyal sorumluluk projesi. Etkinliklerden önce düzenlenen basın
bilgilendirme toplantısına ise, Sağlık
Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Kanser Dairesi Başkanı Doç. Dr.
Murat Gültekin, Türk Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Sühan Ayhan,
Türk Plastik Rekonstrüktif ve Estetik
66
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
Cerrahi Derneği Basın ile İlişkiler Sorumlusu Prof. Dr. Eksal Kargı ve Ankara Meme Hastalıkları Derneği Başkanı
Prof. Dr. Bülent Alıç katıldı.
Toplantıda, hastaların kanser tedavisinden sonra tam ve dolu bir yaşamın
mümkün olduğuna, ayrıca meme
kanseri gelişme riski yüksek olan kadınların da, kanserle yüzleşmeden
korunmanın bazı yolları olduğuna,
ilaç tedavisinin yanısıra koruyucu
mastektomi ve eş zamanlı olarak memenin yeniden yapılmasının, meme
kanserinden büyük oranda koruduğuna dikkat çekildi.
Ülkemizde Yüzde 1-2’si Meme Onarımı
Yaptırıyor
Basın toplantısında konuşan Türk
Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr.
Sühan Ayhan, alınan memelerinin
yeniden yapılandırılma şansı bulunduğunu hatırlatan ve meme kanserinden sağ kalım süresinin uzadığını
belirterek şu bilgileri verdi: “Kadınlar
meme onarımına önem vermeye,
memelerini geri istemeye başladı.
Önemli olan kadınların bu ameliyatların yapılabildiğinden haberdar
olmaları. Meme kanseri ameliyatı
olan kadınların ABD’de yüzde 25’i,
Kanada’da yüzde 15’i, bizde ise tahminlerimize göre maalesef sadece
yüzde 1-2’si meme onarımı yaptırıyor. Bu oranlar aslında çok düşük. Söz
konusu onarım, sürekli hasta olduklarını hatırlatan fiziksel bir eksiklikten
ve yaşamlarını zorlaştıran sütyen içine yerleştirdikleri protezden bir kurtuluş. Psikolojik durumu düzelten,
özgüveni ve yaşam kalitesini yükselten, iş yaşamında başarıyı artıran ve
özel yaşamda daha mutlu olmalarını
sağlayan bir araç. Hastaların memeleri alındığında yeniden yapılabileceğini bilmeye hakları var. Bu nedenle
cesaretleri kırılmamalı, aksine cesaretlendirilmeli ve bir plastik cerrahi
uzmanına yönlendirilmeliler.”
Meme Onarımını SGK Karşılıyor
Hastaların ameliyat sonrası meme
onarımı ve seçenekleriyle ilgili doğru bilgiye ulaşmasının çoğunlukla
çok zor olduğunu, bu durumun da
çoğu kez hastalarda kafa karışıklığına, umutsuzluğa, çaresizliğe yol
açabildiğini belirten Prof. Dr. Ayhan,
“Meme onarımı yapacak, gayet yetkin cerrahlarımız var ve söz konusu
ameliyatlar da birçok yerde yapılıyor. Kanserin tanı ve tedavisiyle iş
bitmiyor. Tedaviden sonra hastaların
yaşam kalitesi de çok önemli. Meme
onarımıyla beraber psikolojisi, fizyoterapisi, beslenmesi gibi konular da
göz ardı edilmemeli. Ayrıca bu işlemler SGK tarafından da karşılanıyor”
dedi.
Meme Kanseri, Yılda Yaklaşık
15 Bin Kadını Etkiliyor
Meme kanserinin tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kadınlarda
en sık görülen kanser türü olduğuu
söyleyen Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Kanser Dairesi Başkanı Doç. Dr.
Murat Gültekin, “Meme kanseri, yılda
yaklaşık 15 bin kadını etkilemekte.
2000’li yıllardan beri tüm kanser istatistiklerimizde kadın kanserlerinin
yüzde 20-25’i meme kanseridir. Risk
faktörleri arasında ailede meme öyküsü, erken ilk adet yaşı, geç menopoz, çocuk emzirmeme ve obezite
sayılabilir. Erken teşhise yönelik yapılan meme kanseri taramaları, bu
kanserlerden ölümleri ve hastalığın
sıklığını azaltmada en etkili yöntemdir” diye konuştu.
Merkezlerde Yüzde 85 Oranında Erken
Evrede Teşhis Edilmektedir
Meme kanserinde erken evrede tedavi başarısının yüzde yüz sağlanabildiğini belirten Doç. Dr. Gültekin, ileri
evrelerde hem yaşam süresinin kısıtlı
olduğunu hem de hastanın yaşam
kalitesinin önemli ölçüde düştüğünü
dile getirdi. Bu nedenle taramaların
çok önemli olduğunu vurgulayan
Gültekin, şunları söyledi: “Türkiye’de
teşhis edilen meme kanserlerinin
yaklaşık yarısı ne yazık ki ileri evrede
olup, meme koruyucu cerrahi oranlarımız hala istenilen düzeyde değildir.
KETEM ve toplum tabanlı taramaların
yapıldığı merkezlerde yüzde 85 oranında erken evrede teşhis edilmektedir. Erken teşhis hayat kurtarır, meme
koruyucu cerrahiler ve meme onarımı ise hayata bağlar.”
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
67
gezelimgörelim
AkdenizinTanrıçası
Prof. Dr. Serdar KULA
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Her ne kadar bilinen ilk yerleşim
10.000 yıl öncesine dayansa da, Kıbrıs adasının kıyılarına ilk ayak basan
Afrodit’tir. Botticelli’nin “Venüs’ün
Doğuşu” isimli tablosunda da resmettiği gibi, denizden doğan Afrodit (Venüs) Kıbrıs kıyılarında karaya
çıkmıştır. Belki de eşsiz güzellikteki
kumsallarının ardında da bu güzel
aşk tanrısının hikayesinin gerçekliği
vardır!
Kıbrıs, hem mitolojinin hikayelerinde hem de insanlık tarihinde hep
ilgi odağı olmuş, ama buna karşın
toplumlar için vatan olmak yerine
bir araç olmaktan öteye gidememiştir. Bu hazin gerçek onun sessiz burukluğunun ve zengin kültürünün
açıklayıcısıdır. Akdeniz’deki diğer
adalardan biraz daha uzakta ve tek
başına, etrafını çeviren denizin ismini anımsatırcasına durur. Latince’de
“dünyanın ortası” anlamına gelen
68
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
KIBRIS
“mediterraneus” kelimesinden adını
alan Akdeniz1 gibi Kıbrıs, gerçekten
de kadim medeniyetlerin ortasında
yer alır.
Kıbrıs, bir çoğumuzda otelleri ve
kumarhaneleri ile sıradan bir algıya
sahiptir. Hatta, ada oluşu ve küçük
yüzölçümüne atfen çoğu kez küçümsenir ve gitmeye değer olmadığı yargısına varılır. Oysa bir yeri
tanımanın en iyi yollarından biri,
halkı ile tanışıp birlikte vakit geçirmektir. Sokaklarında dolaşmadan,
toprağına yalın ayak dokunmadan o
şehri ya da ülkeyi gerçekten tanımış
ve ziyaret etmiş olamazsınız. Tıpkı,
Red Hot Chili Peppers’ın “Under the
bridge”şarkısında söylediği gibi; siz
sokaklarında yürürken, yokuşlarına
tırmanırken şehir rüzgarıyla sizi öper.
Babam hep der ki, “bir şehirdeki Atatürk heykelini görmeden ve o şehrin
şarkısını öğrenmeden o şehri gerçekten görmüş olmazsın”. İşte öylesi
bir Kıbrıs ziyaretini sizinle paylaşmak
isterim. Sanırım sadece küçük bir kısmını bu sayfalara sığdırabileceğim
Kıbrıs’ın, aslında ne kadar büyük ol1 Akdeniz = Mediterranean : Latince’de medius orta, terra ise toprak, yerleşim anlamlarına gelir.
duğunu düşünmekten almayacaksınız kendinizi.
Aslında, birçok kez pek çoğumuz gibi
sadece bilimsel aktiviteler için gittiğim Kıbrıs’ta, sadece otellerde geçirilen zaman ve yakın şehirlere yapılan
kısa ziyaretler Kıbrıs’ı pek de çekici
kılmamıştı. Eşimin ısrarı üzerine adada bir tatil planı yapmak amacıyla
internet sayfaları arasında dolaşırken
Karpaz bölgesinde bir otelin sayfasına ulaştım. İskele ilçesinin Kumyalı
beldesinde yer alan bu butik otelin
internet sayfasında arka planda çalan yerel müzik hemen içimi ısıtmıştı.
Detaylı incelemeler sonrası bu butik
otelin renkli bir Kıbrıs gezisi için ideal
bir konaklama yeri olacağına karar
verdim. Adrasan bölgesindeki tatilimizin bitimine rast gelecek şekilde
yapılan ayarlamalarla Antalya’dan
sabah erken bir saatte uçağımıza binerek yeni güne Lefkoşa’da başladık.
Otelimize ulaşmak ve daha sonrasında yapacaklarımız için araç kiralamamız gerekiyordu. Öncesinde pek çok
arkadaşım tarafından efsaneleştirilerek anlatılan, soldan akan bir trafikte
araç kullanma tecrübesini yaşamak
üzereydim. Bu ilk tecrübem, önceleri
her sinyal verişte sileceklerin çalışması ve ilk birkaç kilometre
boyunca bilinçli olarak solda kalmak
düşüncesini canlı tutmak dışında hiç
de efsanelerdeki gibi olmadı ve trafiğe kolayca adapte oldum.
Kumyalı bölgesine doğru olan yolculuğumda biraz da gece yolculuğunun etkisi ile yanlışlıkla girdiğim
Mehmetçik Köyü’nde, bahçesinde
sabah kahvesini içen Kıbrıs’ın yerlisi
olduğu şivesinden belli olan Hasan
Bey’in “Sanırım kayboldum!” diye
başladığım cümleye kahkaha ile verdiği yanıtı unutamayacağım “El kadarcık adada nasıl kaybolasın!”. Sonrasında sıcak bir ifade ile soluklanıp
bir kahve içmem teklif edildi. Bundan
sonra da anlayacağımız üzere, bizim
de pek hoşumuza giden her fırsatta
Türk Kahvesi içme alışkanlıkları vardı
Kıbrıs halkının.
Kumyalı’ya girer girmez tipik köy evleri ile karşılaştık ve oteli bulmamız
zor olmadı. Otelimiz de duvarları
beyaz boyalı geniş bir avlu içerisinde
yer alan çok eski bir köy eviydi. Daha
sonraki sohbetlerimizde otelin sahibi Zekai Bey’in (Altan) bahsettiğine
göre 400 yıllık bir evmiş. Zekai Bey ve
eşi Kader hanım sıcak bir şekilde karşıladılar bizleri. Evin bahçesinde yer
alan bir taş binadaki sekiz odadan
ibaret olan otelimizde bize hazırlanan ilk kahvaltı bu tatilin gerçek bir
keşif olacağının işaretiydi. Sadece yöreye özgü kahvaltılıklar, tüm yorgunluğumuzu almıştı. İlk kez tanıştığımız
sumada ve supurga gibi tadların yanı
sıra bizi en çok şaşırtan semiz otu reçeliydi. Zekai Bey’in anlatımına göre
200 yılllık bir geçmişi olan bu reçelin
lezzeti tarifsiz.
Her fırsatta bir bahane ile içilen Türk
kahvesi eşliğinde Zekai Bey’den aldığımız bilgilerle Baf
bölgesinde bir gezi
planı yapıyoruz
ve sonrasında unutamayacağımız
tecrübelerle dolu eşsiz bir Kıbrıs tatiline adım atıyoruz.
Bölgede mutlaka ziyaret edilmesi
gereken yerlerden biri Karpaz Milli
Parkı. Adanın en uç noktasında yer
alan bu parkta bölgenin en tanınmış
hayvanları eşekleri yakından görme
şansınız olacaktır. İnsanlara oldukça
alışık olan bu eşekler, hemen yanınıza sokulmakta ve onlara dokunmanıza hiç itiraz etmemektedirler. Bu
ziyaretinizde adanın en uç noktasındaki Türk bayrağını da görme şansınız olacaktır.
Akdeniz’deki bir çok ada gibi Kıbrıs’ın
da birbirinden nadide ve doğallığını koruyan plajlarında denize girme
fırsatınız var. Kumyalı ve Dip Karpaz
arasında bu plajlardan çokçası yer
almakta. Ama içlerinde sizi derinden etkileyecek olan “Golden Sands”
Kıbrıs’ı tekrar ziyaret ettirecek güzellikte. Yaklaşık 4 km boyunca uzanan
incecik kumlardan oluşan geniş kumsal, tatlı bir eğimle derinleşen sıcak
ve sakin bir denizle buluşuyor. Belki
de bu kadar güzel olmasının nedeni
Afrodit’in bu sahilde karaya çıkmasıdır, ne dersiniz?
Neredeyse birinin sona erdiği yerde
bir diğerinin başladığı küçük köylerini bir bir aşarken, yolunuz Kıbrıs adasına özgü endemik bir lale türü olan
ve halk arasında Medoş lalesi (Tulipa
cypria) olarak bilinen lalelerin yetiştiği Avtepe köyünden geçer. Sadece
Mart-Nisan aylarında açan bu laleler
türünün yok olma tehlikesi nedeniyle
koruma altındadır.
Yolculuğunuz sırasında Zekai Bey’in
de tavsiyesi ile uğramanız gereken bir
başka durak da Kaleburnu köyüdür.
Tıpkı Zekai Bey gibi, Kıbrıs kültürünün
yok olmasını önlemek ve yeniden canlandırmayı kendine bir görev edinmiş
olan Kemal Deveci ile burada tanışacaksınız. Kıbrıs yaşamına dair pek çok
eşya ve doküman Kemal Bey’in evinin
altındaki “Kıbrıs Evi” oluşumu ve Kaleburun ilkokulunun bir kısmında kendisine ayrılan “Kıbrıs Etnoğrafya Evi” içerisinde sergilenmektedir. Kemal Deveci
aynı zamanda bir halk ozanıdır2.
Eğer Eylül ayında Kıbrıs gezinizi planlarsanız Shakespeare’in Othello’sunun geçtiği yer olarak da bilinen Gazi
Mağusa şehrindeki “Palm Beach” plajında caretta carettaların doğumuna
şahitlik edebilirsiniz.
Guinness rekorlar kitabına dünyanın
en büyük asma ağacı olarak giren
Verigo cinsi asmanın da bulunduğu
Yeşil ırmak plajı da adanın batı kısmında gözden uzak sessiz bir gün
geçirmek için ideal bir seçenek.
Yine de akşamları büyük otellerin
“casino”larını denemek isteyebilirsiniz ama Zekai Bey kendisine ait bağda sizin için içinde şeftali kebabı olan
bir etkinlik düzenlemiş olabilir. Belki
de Kıbrıs’a ait tarihi ve kültürel bilgilerle bezenmiş, dibek taşında kendi
ellerinizle öğüttüğünüz Türk kahvesi
eşliğinde uzayıp giden hoş bir sohbet aklınızı çelebilir. Sabah erkenden
kalkıp Kader hanımla beraber mayaladığınız anasonlu geleneksel Kıbrıs
ekmeğini taş fırında yaktığınız ateşte
pişirip kahvaltınızı bu ekmek ile yapmak da çok hoşunuza gidecek.
Tüm bunları yapınca Kıbrıs hala tüm
hazinelerini sizinle paylaşmış olmayacak. Yine de diğer ziyaretleriniz
için yapacak pek çok şey, gidilecek
pek çok yer ve tanışılacak pek çok kişi
olacak Kıbrıs’ta.
Her nesnenin “cık-cik” eki ile sevgiye
bezendiği bu güzel adayı ve insanını
tanımak için daha fazla beklemeyin
derim.
2 h t t p : / / w w w . y o u t u b e . c o m /
watch?v=wY7iKYHv4IE
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
69
kampus
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
Ankara Üniversitesi, Cumhuriyet
tarihini ve misyonunu milletiyle özdeşleştirmiş, bütünleştirmiş bir üniversitedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin
kurulması, salt bir yönetim biçimini
değiştirmenin çok ötesinde, çağdaş
bilime, çağdaş demokratik değerlere ve kurumlara dayalı büyük bir
toplumsal dönüşüm sistemi olduğu
gibi; Ankara Üniversitesinin açılışı
da, bilinen üniversite amaçlarının yanında, özel bir misyonun somutlaşmasını gösterir. Ankara Üniversitesi,
Atatürk ilkeleri ve Cumhuriyet devrimlerinin dayanaklarını oluşturmak,
bu ilke ve devrimleri yurt geneline
yaymak, kökleştirmek ve çağdaşlığın,
bilimin ve aydınlığın ifadesi olan bu
değerlerin yılmaz savunuculuğunu
yapmak üzere, temeli bizzat yüce
Atatürk tarafından atılmış bir üniversitedir. Genç Cumhuriyetin yüksek öğretim alanındaki ilk ve çarpıcı
uygulamaları; laik ve demokratik
Cumhuriyetin yeni hukuk düzenini
gerçekleştirecek hukukçuları yetiştirmek için 1925’te kurulan Hukuk
Mektebini, Türk çiftçisine hizmet etmek üzere 1933’te öğretime başlayan Yüksek Ziraat Enstitüsünü, zen70
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
gin Anadolu kültürünü araştırmak
ve Türkiye’nin dünya ile dil ve kültür
köprüsünü kurmak amacıyla 1935’te
açılan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesini, 1859’dan beri “Mektebi Mülkiye”
adıyla üst düzey kamu yöneticileri
yetiştiren ve 1936’da Ankara’ya taşınan Atatürk’ün özel emir ve ilgileri
ile kurulan Siyasal Bilgiler Okulunu
açmak olmuştur. Bunlara, hazırlıkları
Atatürk tarafından başlatılan ancak
kuruluşu II. Dünya Savaşı nedeniyle
1940’ların başına kalan Fen (1943)
ve Tıp Fakültelerini (1945) de eklemek gerekir. Üniversitemiz her biri
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda önemli görevler üstlenen Hukuk,
Siyasal Bilgiler, Dil ve Tarih-Coğrafya,
Fen ve Tıp Fakülteleriyle 1946 yılında
kuruluşunu tamamlamıştır. Bu tarihten sonra Veteriner Fakültesi (1948),
İlahiyat Fakültesi (1949), Eczacılık
Fakültesi (1960), Eğitim Bilimleri Fakültesi (1964), Diş Hekimliği Fakültesi (1973), İletişim Fakültesi (1992),
(1965’de Basın Yayın Yüksek Okulu
olarak kurulmuştu) Sağlık Bilimleri
Fakültesi (1994), Mühendislik Fakültesi (2001), (Fen Fakültesi’nden ayrılarak bağımsız fakülte oldu) ve Spor
Bilimleri Fakültesi’de (2013) (1993’de
Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu
olarak eğitim-öğretime başlamıştı)
kuruluşlarını tamamlayarak Ankara
Üniversitesi’ne katılmıştır. Bugün Ankara Üniversitesi’nin 15 fakültesi bulunmaktadır.
Ankara Üniversitesine bağlı enstitülerde bilime hizmet etmek, bilim yolunda özgür, yenilikçi ve girişimci çok
boyutlu düşünme yeteneği kazandırmak ve bilim alanı ile ilgili, özgün ve
katma değer sağlayan bilgi, beceri ve
teknoloji üretmek amacıyla tezli ve
tezsiz yüksek lisans, doktora ve sanat
dallarında yapılan sanatta yeterlik
programlarından oluşan lisansüstü
eğitim-öğretim
sürdürülmektedir.
Akademik takvim lisansüstü eğitimlerde yarıyıl, yaz dönemi, yeterlik
ve benzeri tarihleri içerecek şekilde
Üniversite Senatosu tarafından belirlenerek, ilgili enstitülerce ilan edilen
eğitim dönemini kapsar.
ENSTİTÜLER
• Adli Bilimler Enstitüsü
• Biyoteknoloji Enstitüsü
• Eğitim Bilimleri Enstitüsü
• Fen Bilimleri Enstitüsü
• Gıda Güvenliği Enstitüsü
• Hepatoloji Enstitüsü
• Hızlandırıcı Teknolojileri Enstitüsü
• Kök Hücre Enstitüsü
• Nükleer Bilimler Enstitüsü
• Sağlık Bilimleri Enstitüsü
• Sosyal Bilimler Enstitüsü
• Su Yönetimi Enstitüsü
• Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü
Bu enstitülerde Sanat Tarihi, Uluslararası Hukuk, Temel İslam Bilimleri, Eğitim Ekonomisi ve Planlaması, Ölçme
ve Değerlendirme, Tarımsal Yapılar,
Tarım Ekonomisi, Zootekni, Ağız Diş
ve Çene Sağlığı, Pedodonti, Farmakoloji, Sosyal Hizmet, Çocuk Gelişimi,
Tıbbi Biyoloji, Genetik, Kök Hücre v.b
81 tezsiz yüksek lisans, 215 tezli yüksek lisans, 198 doktora programı açılmaktadır.
YÜKSEKOKULLAR
• Adalet Meslek Yüksekokulu
• Başkent Meslek Yüksekokulu
• Beypazarı Meslek Yüksekokulu
• Elmadağ Meslek Yüksekokulu
• GAMA Meslek Yüksekokulu
• Haymana Meslek Yüksekokulu
• Kalecik Meslek Yüksekokulu
• Nallıhan Meslek Yüksekokulu
• Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu
Ayrıca Devlet Konservatuvarı ile hazırlık sınıflarının yer aldığı Yabancı
Diller Yüksekokulu bulunmaktadır.
Ankara Üniversitesinin görevi, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir”
sözünün ışığında, evrensel bir bakışla
bilim ve sanat alanlarında topluma
yön verecek bireyler yetiştirmek;
yaptığı özgün ve nitelikli araştırmalarla bilim, teknoloji ve sanat üretimine katkı sağlamaktır.
Ankara Üniversitesi yürüttüğü eğitim-öğretim programlarıyla; sorgulamayı, soru sormayı, sorun çözme-
yi bilen, ‘bilen güçlüdür’ bilinciyle
kendine güvenen, özgür düşünceli,
önyargılardan uzak, toplumsal ve
evrensel değerlere saygılı bireyler
yetiştirir.
Ankara Üniversitesi aynı zamanda,
farklı bilimsel alanlara odaklanmış 35
araştırma ve uygulama merkeziyle
ürettiği bilgi ve teknoloji birikimini
insanlığın yararına sunar.
Ankara
Üniversitesi,
Türkiye
Cumhuriyeti’nin ilk üniversitesi olmakla sahip olduğu öncü kimliğini,
yaptığı nitelikli bilimsel araştırma ve
eğitim çalışmalarıyla sürdürmeyi ve
dünyanın en saygın üniversitelerinden biri olmayı amaçlar.
Katılımcılık, şeffaflık, adalet, fırsat
eşitliği, yeterlik gibi değerleri ilke
edinen Ankara Üniversitesi, gelişim
ve değişime açık, yenilikçi, çeşitliliği
zenginlik sayan bir yönetim anlayışını benimser. Bu bağlamda gelişim ve
yenilenmeye katkı sunan tüm öğretim üyelerini, öğretim elemanlarını,
idari personelini, öğrencilerini, mezunlarını ve emeklilerini özendirerek
bu katkıların sürekliliğini sağlayacak
olanaklar hazırlar.
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
71
Ankara Üniversitesi sürekli eğitimin
merkezidir. Ülkenin ve toplumun
gelişme-kalkınma bakımından öncelikli gereksinimlerini dikkate alarak bilimsel araştırma ve geliştirme
projeleri yaratmak; bilimsel araştırmalara üniversite içi ve dışı, ulusal ve
uluslararası bağlamlarda olanakları
ölçüsünde en fazla kaynağı ayırarak
destek olmak; bilimsel araştırma etkinliklerinde üniversite-sanayi işbirliğine önem vermek; teknoloji geliştirme bölgesi oluşturmak, mevcut
teknoloji geliştirme merkezini bölge
ile bütünleştirerek ulusal üretime
bilimsel, teknolojik yeniliklerle ivme
kazandırmak, üniversitenin geniş bir
yelpaze oluşturan bilimsel disiplinler
kapsamını dikkate alarak eğitim-öğretim ve araştırmada disiplinler arası
yaklaşımları öne çıkarmak; örgün ve
yaygın eğitim türünde diploma programları yanı sıra kamu, özel sektör ve
uluslararası kurum, kuruluş ve kişilere gereksinim duydukları alanlarda ulusal ve uluslararası düzeylerde
kurslar, seminerler, konferanslar ve
eğitim programları planlamak ve düzenlemek üniversitenin birimlerinde
bu amaçla yürütülen her türlü etkinliğin eşgüdümünü sağlamak, meslek
içi eğitim, kurumlara eğitim, sertifika
72
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
programları, seminerler, sözleşmeli
seminerler, çeşitli kesimlere konferanslar düzenleyerek sürekli eğitim
programları Sürekli Eğitim Merkezi
(ANKÜSEM) tarafından yürütülmektedir.
UZAKTAN EĞİTİM
• Adalet
Uzaktan Önlisans (ADU-
ZEP)
• Bankacılık ve Sigortacılık Uzaktan
Ön Lisans (BAS)
• Bilgisayar
Programcılığı Uzaktan
Ön Lisans (BİPRO)
• Tıbbi Dokümantasyon ve Sekreterlik Uzaktan Ön Lisans (TDS)
• Turizm ve Otel İşletmeciliği Uzaktan Ön Lisans (TOİ)
• İlahiyat Uzaktan Lisans Tamamlama (İLİTAM)
• İnsan İlişkileri, Sağlık Kurumları Yönetimi
Gazetecilik ve Sosyal Hizmet Uzaktan
Tezsiz Yüksek Lisans programları hazırlamak ve böylece etkili bir toplumüniversite işbirliği oluşturmak üzere
de Uzaktan Eğitim Merkezi (ANKUZEM) çalışmalarını sürdürmektedir.
Ankara Üniversitesi’ne bağlı 15 fakülte, 1 yüksekokul, 9 meslek yüksekokulu ve 1 Devlet Konservatuvarı’nda
ön lisans ve lisans; 13 enstitü bünyesinde de lisansüstü eğitim sürdürülmektedir. 35 Araştırma ve Uygulama
Merkezi’nde değişik disiplinlerde bilim insanlarınca araştırma çalışmaları
yapılmaktadır. 38 ön lisans, 109 lisans
programıyla çok geniş bir yelpazeye
sahip olan Üniversitemizde, Haziran
2014 tarihinde 5425 ön lisans, 39343
lisans, 16346 yüksek lisans ve doktora öğrencisi olmak üzere 61114 öğrenci eğitim-öğrenim görmektedir.
Üniversitemizde isteyen öğrenciler
için ilk yıl yabancı dil hazırlık sınıfı bulunmaktadır. Ankara Üniversitesi’nde
öğretim üyesi ve öğretim elemanı
olarak toplam 3618 akademik personel, 5289 idari personel görev yapmaktadır.
Ankara Üniversitesinin birimleri Ankara kent merkezi ile Beypazarı, Elmadağ, Kalecik, Haymana, Nallıhan
ve Gölbaşı ilçelerinde bulunmaktadır. Ayrıca, Ilgaz, Antalya/Manavgat-Çolaklı, Gölbaşı ve Elmadağ’da
eğitim, sosyal ve spor tesisleri yer
almaktadır. Bu tesislerden öğrenciler,
akademik ve idari personel yararlanmaktadır. Bunlara ek olarak Vete-
riner Fakültesi’nin Kazan’da, Ziraat
Fakültesi’nin Haymana ve Ayaş’ta
araştırma ve uygulama çiftlikleri,
Kalecik’te Bağcılık Araştırma ve Uygulama İstasyonu, Eskişehir Çifteler’de
Tatlısu Balıkçılığı Araştırma ve Uygulama İstasyonu ile Gemlik’te Zeytincilik Araştırma ve Uygulama İstasyonu
bulunmaktadır.
Ankara Üniversitesi’nin 2500 yabancı
uyruklu öğrencisi ve dünyanın birçok ülkesinden çeşitli yükseköğretim
kurumlarıyla 150’den fazla işbirliği
protokolü bulunmaktadır. Bu sayılar
gün geçtikçe artmaktadır. Küreselleşme çağında üniversitemiz, kelimenin
tam anlamıyla “evrensel” bir konuma
ulaşmaktadır.. Türk Cumhuriyetleri
ve dost ülkelerden gelen öğrencilerimiz sayesinde Ankara Üniversitesi
zenginleşerek çok kültürlü bir yapıya
kavuşmakta ve bilginin evrensel bir
niteliğe sahip olduğunu kanıtlamaktadır.
Uluslararasılaşma kavramını her
zaman gündeminde tutan Ankara
Üniversitesi bu bağlamda, Erasmus
hareketliliği başta olmak üzere, uluslararası alanda öğrenci-akademik
personel değişimine ve akademik
işbirliğine büyük önem vermektedir. Bu yoğun çabanın sonucu olarak
2012-2013 eğitim-öğretim dönemi verilerine göre Erasmus öğrenci
değişiminde Ankara Üniversitesi,
Türkiye Cumhuriyeti Yükseköğretim
Kurumları arasında birinci sıraya yerleşmiştir. Özellikle Erasmus Plus’ın
yürürlüğe girmesiyle 33 program ülkesi dışında kalan ve ortak ülke ola-
rak adlandırılan 23 komşu ülke ile bu
alanda daha fazla ortak çalışma gerçekleştirme olanağı doğacaktır.
2013 yılında uygulanmaya başlayan
Mevlana programı kapsamında yer
alan protokoller sayesinde Avrupa
Birliği dışında bulunan çok sayıda
Türk Cumhuriyetlerle doğrudan Türkiye Cumhuriyetinin kaynak sağlamasıyla daha yakın çalışma olanağı doğmuştur. Ankara Üniversitesi
Avrupa’dan Asya’ya, Amerika’dan
Okyanusya’ya kadar geniş bir coğrafyada bulunan yükseköğretim
kurumlarıyla Mevlana protokolü imzalayarak bu alanda da etkinliğini
göstermiştir. Şu anda yirmiden fazla
ülkeyle Mevlana protokolü bulunan
Ankara Üniversitesi’nin KırgızistanTürkiye Manas Üniversitesiyle de protokolü vardır.
2006 yılında Avrupa ve civarında yerleşik 800 üniversitenin üyesi olduğu
Avrupa Üniversite Birliği’nin incelemesinden ve 2011 yılında izlemesinden başarıyla geçerek gerçek bir
Avrupa Üniversitesi olduğu saptanmıştır. Öğrencilerine IAESTE ve AISEC
kanalı ile ayrıca dünyanın her yerinden 100’ün üzerinde üniversite ile
imzalamış olduğu ikili değişim protokolleriyle yurtdışı staj ve öğrenin
olanağı sunmaktadır.
Ankara Üniversitesi Öğrenci Konseyi öğrencilerimizi temsil eden resmi
kurumdur. Hiç bir kişi, kurum, siyasi
oluşum ve ideolojinin hakimiyeti altına girmeden çalışmalarını yürütmektedir. Konsey öğrencilerimizin sosyalleşme sürecine katkıda bulunmak
amacıyla bir takım etkinlikler gerçekleştirmektedir. Ayrıca öğrencilerimizi
etkin olarak yer aldıkları 274 öğrenci
kulüp ve topluluğu bulunmaktadır.
Ankara Üniversitesi, eğitim-öğretim
etkinlikleri yanında bilimsel araştırmalara ağırlık vererek bu alanda da
söz sahibi olduğunu, üstlendiği ve
yürütmekte olduğu projelerle de
göstermiştir. Ankara Üniversitesinin
çeşitli araştırma ve uygulama merkezlerinde toplum yaşamını kolaylaştırmak amacıyla birçok araştırma
yapılmaktadır. Ankara Üniversitesi bireylerle doğrudan iletişim içerisinde
olarak, kurulduğu günden günümüze, çağdaş bilimin toplum hizmetinde olması için üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmektedir.
Ankara Üniversitesi, öğrenimine devam edebilmek için ekonomik desteğe gereksinimi olan öğrencilerine
çeşitli katkılar sağlamaktadır. Fakülte
ve yüksekokullarda yer alan burslar
komisyonunun belirli ölçütlere göre
seçtiği öğrencilerimize kısmi zamanlı
çalışma karşılığı katkı, ücretsiz öğle
yemeği ve öğrenci evlerinde barınma
olanaklarından birisi sağlanmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti ve yabancı uyruklu öğrencilerin bir yükseköğretim
kurumundan diğerine ya da aynı üniversitenin bir bölümünden diğerine
geçişleri, Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenen “Yüksek Öğretim
Kurumlarında Ön Lisans ve Lisans
Düzeyindeki Programlar Arasında
Geçiş, Çift Ana Dal, Yan Dal” uygulaması doğrultusunda yapılmaktadır.
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
73
Bilgi teknolojilerinden en üst düzeyde
yararlanma Ankara Üniversitesi’nin
önde gelen ilkelerinden biridir. Üniversitemizin ağ altyapısı fiber omurgalı ve yıldız topolojisine sahiptir.
600 Mbps hızında Metro Ethernet
bağlantısı ile ULAKNET üzerinden internet erişimine sahip olan Üniversitemizin tüm toplanma noktalarında
fiber optik kablo bulunmakta ve tüm
kullanıcılara aktif ağ ucu sağlanmaktadır. Akıllı sınıflarda teknolojinin
tüm olanakları kullanılarak eğitim
verilmektedir.
Ankara Üniversitesi’nin Ankara’da
beş ve Beypazarı’nda bir öğrenci evi
bulunmaktadır. Maltepe’de bulunan
Vehbi Koç Erkek Öğrenci Evi’nde
başarı düzeylerine göre seçilmiş
200 öğrenci barınmaktadır. Dışkapı
Yerleşkesi’ndeki Yıldırım Beyazıt Kız
ve Erkek Öğrenci Evlerinde toplam
300 öğrenci, Cebeci Yerleşkesi’ndeki Milli Piyango Kız Öğrenci Evi’nde
328, Dikimevi Yerleşkesinde bulunan
Cumhuriyet Kız Öğrenci Evi’nde ise
175 öğrenci kalmaktadır. Beypazarı
Fahriye Özaka Kız Öğrenci Evi’nde ise
100 öğrenciye barınma olanağı sağlanmaktadır.
Ankara Üniversitesi’nin bugüne ka-
74
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
dar 135 uyruktan yaklaşık 250 bin kişiye 23 ayrı dilde eğitim veren tescilli
markası Türkçe ve Yabancı Dil Araştırma ve Uygulama Merkezi (TÖMER)’i
vardır. TÖMER Ankara (Merkez, Kızılay
ve Yenişehir), İstanbul (Taksim ve Kadıköy), İzmir, Antalya, Alanya, Bursa,
Samsun ve Trabzon olmak üzere toplam 11 şubede hizmet vermektedir.
Üniversitemiz müze konusundaki
çalışma ve uygulamalara çok önem
vermektedir. Eczacılık Fakültesi’nde
İlaç ve Cihaz Müzesi, Mühendislik
Fakültesi’nde Jeoloji Müzesi, Eğitim
Bilimleri Fakültesi’nde Oyuncak Müzesi, Veteriner Fakültesi’nde Anatomi
Müzesi, Ziraat Fakültesi Müzesi ve
Türk İnkılap Tarihi Müzesi yer almaktadır.
Ankara Üniversitesi öğretim üyelerince gerçekleştirilen bilimsel çalışmaları, bilgi ve akademik alandaki birikimleri sanayi ile buluşturarak Ülkemizin
gelişme ve kalkınmasına sunmak,
Üniversite-Sanayi işbirliğinin hızlı ve
etkin bir şekilde eşgüdümünün sağlanmasına yönelik çalışmalar yapmak
üzere Ankara Üniversitesi Teknoloji
Geliştirme Bölgesi 2007 yılında tüzel
kişiliğini kazanarak hizmete girmiştir.
Ankara Üniversitesi’nin eğitim-öğ-
retim yanında en önemli akademik
etkinliklerini bilimsel çalışmalar oluşturmaktadır. Yapılan araştırmaların
sonuçları uluslararası saygın bilimsel
dergilerde yayınlanmaktadır. Ankara
Üniversitesi bu yayınlar, bilimsel kitaplar ve raporlar yoluyla uluslararası
bilim birikimine önemli katkıda bulunmaktadır. Bu bağlamda Üniversitemizde öğretim üyeleri ve doktora,
tıpta uzmanlık ve sanatta yeterlik eğitimini tamamlamış araştırmacılar tarafından yönetilen bilimsel araştırma
proje önerilerinin değerlendirilmesi,
kabulü, desteklenmesi bunlara ilişkin
hizmetlerin yürütülmesi, izlenmesi
ve sonuçlarının kamuoyuna duyurulması amacıyla Ankara Üniversitesi
Bilimsel Araştırma Projeleri Koordinasyon Birimi Koordinatörlüğü (BAP)
kurulmuştur. Yüksek Lisans ve Doktora araştırmaları maddi olarak desteklenmektedir. Üniversitemizde Afrika
Gündemi, Ankara Üniversitesi Bülteni, ATAUM e-Bülten, LAMER e-bulten,
TÖMER Haber ve Tanıtım Bülteni,
Üni-Bilgi gibi 48 adet süreli bilimsel
dergi yayımlanmaktadır.
Yabancı bilim insanlarının başta bitki
taksonomisi olmak üzere botanik ile
ilgili diğer alanlarda çalışma olanağı
buldukları, 1933 yılında kurulan ve
uluslararası kodu ANK olan Herbaryumda 150 binin üzerinde bitki örneği bulunmaktadır.
Üniversitemiz, Ankara Valiliği, Kızılcahamam Kaymakamlığı, Kızılcahamam
Belediye Başkanlığı, Çamlıdere Belediye Başkanlığı ve Jeolojik Mirası Koruma Derneği’yle ortaklaşa yürütülen
Çamlıdere ve Kızılcahamam’da 23 ayrı
duraktan oluşacak, Ülkemizin ilk Jeoparkı olma özelliğini taşıyan projenin
çalışmaları hızla devam etmektedir.
Jeolojik Parkı her yıl çok sayıda yerli ve yabancı turistin ziyaret etmesi
bunun da bölgeye ekonomik canlılık
kazandırması beklenmektedir.
Üniversitemiz, tüm dünyayı çalışma alanı olarak ele alan araştırma
ve uygulama merkezlerine sahiptir.
Her biri bir bölgeyi ele alan bu merkezlerin inceleme alanlarının toplamı, dünya alanını oluşturmaktadır.
Türkiye’de Afrika Kıtası’nı daha iyi tanımak, Afrika’nın tarihine, coğrafyasına ve kültürüne dikkat çekmek, Afrika ülkelerinde de Türkiye’nin daha
iyi tanınmasını sağlamak amacıyla
kurulan Afrika Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi (AÇAUM),
Latin Amerika ülkeleri ile ilgili bilimsel çalışmalar yapmak, araştırma
ve incelemelerde bulunmak, Latin
Amerika konusunda uzman araştırmacılar yetiştirmek amacıyla kurulan
Latin Amerika Araştırma ve Uygulama Merkezi (LAMER), Ülkemizde
ve Güneydoğu Avrupa’da akademik
kuruluşlarla ortak kültürün ortaya
çıkarılmasına yönelik bilimsel çalışmalar yapmak, projeler geliştirmek,
bölge ülkeleri arasında kültür-sanat,
bilim ve ekonomik işbirliği köprülerini sağlamlaştırmaya hizmet etmek
amacıyla kurulan Güneydoğu Avrupa Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (GAMER) ile kamu ve özel
sektör çalışanlarına Avrupa bütünleşmesinin çeşitli yönleriyle ilgili eğitim
vermek, etkinlik alanı ile ilgili konularda kendi başına ya da diğer yerli
ve yabancı üniversite ve kuruluşlarla
işbirliği halinde araştırmalar yapmak,
bu etkinliklerin sonuçlarını Türkçe ve
diğer dillerde yayınlamak, Türkiye
ve Avrupa Birliği ilişkileri konusunda
kamuoyu oluşturmak amacıyla kurulan Avrupa Toplulukları Araştırma
ve Uygulama Merkezi (ATAUM) faaliyetlerine devam etmektedir. Dört
yeni bölge araştırma ve uygulama
merkezimizin kurulma çalışmaları
sürdürülmektedir. Bunlar Ortadoğu
Çalışmaları Araştırma ve Uygulama
Merkezi (ODAM), Kuzey Amerika
Çalışmaları Uygulama ve Araştırma
Merkezi (KUAM), Avrasya, Rusya ve
Doğu Avrupa Uygulama ve Araştırma Merkezi (AVRUDAM), Asya-Pasifik
Çalışmaları Araştırma ve Uygulama
Merkezi (APAM) dır.
DİĞER ARAŞTIRMA
VE UYGULAMA MERKEZLERİ
• Afrika
Çalışmaları Uygulama ve
Araştırma Merkezi (AÇAUM)
(KİGAUM)
• Latin Amerika Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi (LAMER)
• Onkoloji Araştırma ve Uygulama
Merkezi
• Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi
• Özel Eğitim Araştırma ve Uygulama Merkezi
• Ölçme ve Değerlendirme Uygulama ve Araştırma Merkezi
• Politik Psikoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi
• Psikiyatrik Kriz Uygulama ve Araştırma Merkezi
• Akarsu Göl ve Denizlerde Jeolojik • Su Ürünleri Araştırma ve UygulaAraştırma Merkezi (AGDEJAM)
ma Merkezi
• Ankara Çalışmaları Araştırma ve • Sualtı Arkeolojik Araştırma ve UyUygulama Merkezi (ANKAMER)
gulama Merkezi
Uygulama Merkezi (ATAUM)
Uygulama Merkezi
• Astronomi ve Uzay Bilimleri Araş- • Süper İletken Teknolojileri Uygulatırma ve Uygulama Merkezi
ma ve Araştırma Merkezi
• Avrupa Toplulukları Araştırma ve • Türkiye Coğrafyası Araştırma ve
• Beyin Araştırmaları Uygulama ve • Üreme Sağlığı, Teşhis, Tedavi, EğiAraştırma Merkezi
tim, Araştırma ve Uygulama Mer• Çevre Sorunları Araştırma ve Uy- kezi (ÜSAUM)
gulama Merkezi
• Yaşlılık Çalışmaları Uygulama ve
• Çocuk Bilim Merkezi Koordinatör- Araştırma Merkezi
lüğü
• Yer Bilimleri Uygulama ve Araştır• Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Araş- ma Merkezi
tırma ve Uygulama Merkezi (COGEM)
• Çocuk Kültürü Araştırma ve Uygulama Merkezi (ÇOKAUM)
• Deprem Araştırma ve Uygulama
Merkezi
• Fikri ve Sınai Haklar Araştırma ve
Uygulama Merkezi (FİSAUM)
• Güneydoğu
Avrupa Çalışmaları
Uygulama ve Araştırma Merkezi
• İletişim Araştırmaları ve Uygulama
Merkezi (İLAUM)
• İnsan Kaynakları ve Kariyer Danış-
manlığı Araştırma ve Uygulama
Merkezi
• Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (KASAUM)
• Kalkınma Çalışmaları Uygulama ve
Araştırma Merkezi (AKÇAM)
• Küçük İşletmecilik ve Girişimcilik
Araştırma ve Uygulama Merkezi
Gerçek bir üniversite olmanın öğretim etkinlikleri dışında da gerekleri
olduğunun farkında olan Ankara Üniversitesi bu eksende sosyal sorumluluk alanlarına büyük önem vermektedir. Bir kent üniversitesi olmanın
bilinciyle Ankara Üniversitesi sosyal
sorumluluk alanında da Türkiye’nin
önde gelen yükseköğretim kurumları
arasında yer alabilmek için çalışmalarına devam etmektedir.
Ankara Üniversitesi ailesi çağdaşlığın aydınlattığı yarınlara, her zaman
olduğu gibi, güvenle bakmaktadır.
Ankara Üniversitesi, üniversitelerin
kurulmasını sağlamış, kendisinden
sonra kurulan üniversitelere destek
vermiş, o üniversitelerin öğretim üyelerini yetiştirmiş Türkiye’nin bir ana
üniversitesidir. Ankara Üniversitesi
yalnız Türkiye’ye değil, Avrupa’dan
Asya’ya, tüm Türk Cumhuriyetleri’ne
ve akraba topluluklara da bu hizmeti
sunabilecek birikim ve güçtedir.
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
75
haber
PROF. DR. ERKAN İBİŞ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ
Ankara Üniversitesi, koşullar ne olursa olsun düşük bir yörüngeye takılıp kalmaya hiçbir zaman razı olmamış; toplumun artan beklentilerine cevap verme ve hızlanan rekabete uyum sağlama çabasını korumuş, öncü geleneğini her
zaman sürdürmüştür. Bu bilinçle öncü geleneğimizi sürdürmek ilk hedefimizdir. Dünyada ilk 500 üniversitenin içerisindeyiz. Bu noktada da hedefimiz daha iyi basamaklara tırmanmak. Daha çok toplumla buluşma ve sosyal sorumluluk
etkinliği, kültür-sanat ve spora daha çok destek, araştırmayı daha fazla desteklemek.
AGROPARK
Geleceğin en önemli ihtiyaçlar arasında gıdayı sayabiliriz. Gıda da tarım ve hayvancılık esasında oluşan bir ürün. Bu
bağlamda ülkemizin kendi kendine yeter hale gelmesi ve gıda konusunda güçlü bir konumda olması gerekir. Bunun
için Türkiye’deki daima ilk yapılanmaları kuran öncü üniversite olarak teknopark alanında gıdaya özel bir yapılanma
planlıyoruz. Bu, AgroPark adı altında oluşturulacak gıda teknoparkı, ürün verimlilikleri ile ürün kalitesinin artırılması,
uygulamaya dönüştürülmesi ve tecrübelerin çiftçilere aktarılması noktasında çok önemli roller üstlenecektir.
SAĞLIKTA MÜKEMMELİYET
Üniversitemize Sağlıkta Mükemmeliyet Merkezi için Sayın Başbakanımız tarafından Bağlıca›da bin 500 dönümlük arazi tahsis edildi. Bu arazide tam teşekkürlü teşekküllü hastanenin yanı sıra kök hücre, medikal teknopark, biomedikal,
biyoteknoloji gibi ileri teknolojilerin kullanılacağı araştırmalar ve endüstri ile işbirliği yapacak birimler yer alacak. Gerek eğitim ve araştırma alanlarında gerekse tanı ve tedavi alanlarında uluslararası bir merkez olmasını hedefliyoruz.
YURTDIŞINA YERLEŞKE
Üniversitemizin geleceğine dair pek çok projeyi hayata geçirmeye başladık. Bunların dışında 2 bin 500 olan yabancı öğrenci sayımızı 5 bine
ulaştırmak istiyoruz. Üniversitemizin yurtdışında da yerleşkesi olması da
önemli hedeflerimizden.
Üniversite olarak sosyal sorumluluk esnasında çok sayıda iş gerçekleştirdik. Hepsini sıralamak imkansız. Ancak bilim-araştırma dışında özetle
sıralamak gerekirse:
• Ankara Üniversitesi ve Mamak Belediyesi’nin işbirliğinde Kalkınma
Ajansı’nın da desteği ile
• Türkiye’de ilk kez 3 bin 350 metrekarelik alanda “Çocuk Dostu Sokak”
açıldı.
• Ankara Üniversitesi’nin “Hayat Bağışlamak Elinizde” sloganıyla baş-
lattığı organ bağışında farkındalık kampanyasına çeşitli sivil toplum
kuruluşlarının yöneticileri ve üyeleri de organ bağışında bulunarak
destek verdi.
• Üniversitemiz Çevre Koordinatörlüğü tarafından “Temiz Çevre Engelsiz Ankara Üniversitesi Atık
• Yağ Toplama”, “Atık Pil Toplama” kampanyaları hayata geçirildi.
• Türkiye Üniversitelerinde ilk kez bünyemizde “Cinsel Tacize Karşı Destek Birimi” kuruldu.
• Mobbing ile mücadelemiz ödün verilmeden devam ediyor. Çağdaş
toplumlar risklere karşı bu gibi uygulamalarla etkin caydırıcı önlemler
alırlar.
• İlk kez Türkiye›den ABD›ye kök hücre naklini gerçekleştirdik.
• Tarım, Sağlık, Fen, Eczacılık, Veteriner ve Çocuk gibi birçok başlık ile
fakültelere müzeler açtık.
76
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
film
haber
KARANLIK
YOLCULUK
Prof. Dr. Hamdi AKAN
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hematoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi
2001 yılında gösterime giren Donnie Darko bir bağımsız yapım. Başlangıçta karışık eleştiriler alan film,
zaman içerisinde bir kült film haline geldi ve halen döneminin en iyi
filmlerinden biri olarak kabul ediliyor. Filimin özelliği, içerdiği simgeler ve olaylar dizisi nedeni ile çok
tartışılması ve çok değişik yorumlanabilmesi. Film gençlik öfkesinin
yansıması, paranoid şizofren bir
gencin sanrıları, paralel evrenler, zaman yolculuğu gibi çeşitli açılımlara
sahip. Filimin kahramanı genç bir
erkek öğrenci (Donnie Darko) ve sü-
78
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
rekli karşısına çıkan bir dev tavşan
(oldukça korkutucu bir tavşan ama).
Donne Darko’nun evine bir uçağın
motoru düşüyor, Tavşan (Frank) 28
gün sonra dünyanın sona ereceğini
söylüyor. Donnie’de tavşanın yönlendirmesi ile olmayacak işler yapıyor. Bu arada paranoid şizofren tanısı alıyor. 28 gün sonra olaylar başa
sarılıyor ve eve düşen uçak bu sefer
Donnie’nin ölmesine yol açıyor. Sanırım pek bir şey anlamadınız ancak filmin yönetmeni Richard Kelly
(Southland Tales, The Box) filmi o
kadar başarılı tasarlamış ki, sonunda kafanızda çok etkili bir film seyretmiş olarak ve de bir sürü soru ile
çıkıyorsunuz. Bir seyretme ile yetinmek ve sorulara yanıt bulmak zor.
Tekrar seyrederken, bazı ayrıntılar
daha çok anlam kazanıyor. Filmin
müzikleri ise çok başarılı. Özellikle
Tears for Fears’ın akustik Mad World
cover’ı Gary Jules’ın sesi ile ruhunuza işliyor.
Bu günlerde farklı bir şey izlemek
isterseniz Donnie Darko’dan daha
iyisi yok.
Prof. Dr. Hamdi AKAN
Orijinal Adı: Donnıe Darko
Yapımcı ve Yönetmen: Richard Kelly
Oyuncular: Jake Gyllenhaal, Drew Barrymore, Patrick Swayze,
Maggie Gyllenhaal, Noah Wyle, Jena Malone, Mary McDonnell.
Tür: Bilim Kurgu
Süre: 113 dakika
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
79
kitap
BİLİŞSEL EGZERSİZ TERAPİ YAKLAŞIMI
Yazar: Edibe Ünal
Yayınevi: Pelikan Yayın evi
Yayın Tarihi: 2014
Sayfa Sayısı: 324
Bilişsel egzersiz terapi yaklaşımı olarak açıkladığımız, biyopsikososyal modele uygun
bir tekniğin kısaltılmış ifadesidir. Biyopsikososyal model tanımı 1970’li yıllardan sonra
gündeme gelmeye başlamıştır. Bu modelde insanın felsefedeki tanımı dikkate alınır,
yani insan biyopsikososyal bir varlıktır. Dolayısıyla tedavileri de biyolojik, psikolojik ve
sosyolojik kapsamlı olmalıdır. BETY, bir fizyoterapist tarafından geliştirilen, biyopsikososyal modele uygun, romatizmal hastalarla birlikte oluşturulan, bütüncül yaklaşım
içeren inovatif bir tekniktir. Türkiye ve Dünyada ilktir. Tekniğin içinde klinik pilates egzersizleri ana egzersiz modeli olarak kullanılır. Ağrı yönetimi, duygu-durum bilgi yönetimi, akıl-beden bilgi yönetimi bir seansın içinde bütünleştirilir. Dans terapi, sağladığı
otantik hareket ile duygu-durum, ağrı, spazm kısırdöngüsünü kırmak için seansa ilave edilir. Amaç, bedenin kontrolünü öğretmek ve buradan hastalığa değişim için bir
fırsat gözü ile bakma anlayışını, hayatın kontrolünde kullanmaktır. Bir başka deyişle
“bedenini somut olarak yöneten bir zihin, hayatını da soyut olarak yönetebilir” bilgisi
ile bilişsel açıdan desteklenir. Bilişsel yeniden yapılandırma esastır.
Kitapta romatizmal hastalıklardan bahsediyoruz. Erişkin ve çocuk romatizmal hastalıklar ülkemiz koşullarında oldukça önemli bir hastalık grubu. Kronik ağrıya eşlik eden
kas-iskelet tutulumları yanı sıra, iç organ tutulumları ile de yaşam kalitesini oldukça
etkileyen geniş kapsamlı hastalıklar grubu.
Bu geniş yelpazede fizyoterapist, egzersiz yaklaşımları ile fonksiyonelliğin sürdürülmesinde ve yaşam kalitesinin artırtılmasında oldukça önemli bir göreve sahip.
ŞİFACI
Yıl 945. Bizans’ın kolları ve Roma’nın gölgesi Sicilya’nın üstündedir…
Sultanının ve öz oğlunun ölümünün ardından Sami; tüm ihtişamını, hekimliğini
ve kendine inancını kaybeder. Şehirden kaçar, bitkilerle ve ayla konuşur, doğayla
bütünleşir. Cinlerle tedirgin edici bir dostluk kurar ve nihayet önce bedenini sonra
ruhunu tedavi edecek bir keşişin eline düşer.
Yazar: Ahmad ‘Abd Al Waliyy
Vincenzo
Yayınevi: Timaş Yayınları
Yayın Tarihi: 2014
Sayfa Sayısı: 304
Kurgunun bir parçası haline getirilen dönemin tıbbi yöntemlerinden ve gündelik
yaşamından izlerle bambaşka bir katman kazanan Şifacı, aynı zamanda ustaca
kurulmuş bir tarihi polisiye, sürükleyici bir roman. Gülün Adı’nın diyarından aynı
tatta, aynı heyecanda!
Şifacı: Sicilya Tatulası, bir hekimin tam ortasında kaldığı çılgınca felaketlerin, isyanların, entrikaların, dostlukların ve ihanetin; tarihin talihsizliklerinin ve gizeminin hikâyesi...
SAĞLIĞIN CAN DAMARI
‘Sağlığın Can Damarı’ Sağlıklı yaşam konusunda binlerce yıl öncesinin tecrübe
ve bilgi birikimini sunuyor. Bunlar; Osmanlı tıp kitaplarında yer alan uygulanmış
ve olumlu sonuçlar alınmış sağlıklı yaşam kurallarıdır.
Yazar: Ayten Altıntaş
Yayınevi: YediverenYayınları
Yayın Tarihi: 2013
Sayfa Sayısı: 248
80
80
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014
Osmanlı tıp kitaplarının büyük bir kısmı nasıl sağlıklı yaşanır konusuna ayrılmıştır. Çünkü doktor yerine kullanılan hekim sözcüğünün anlamı, sağlığı koruyan
demektir. Hekimlerin birinci görevi; sağlığın korunması için çalışmaktır. İnsanı
hasta edebilecek unsurları tespit edip önlem almak, sağlıklı yaşam konusunda
halkı bilinçlendirmek hekimlerin görevleri arasındadır. Evlerin inşası, yenilen yemeklerin yapılışı, temizliğin şekli ve tüm yaşam tarzı hekimlerin belirlediği kurallara göre yapılır.
Elinizdeki bu kitap, güvenilir ve önemli Osmanlı tıp kitaplarında yer alan sağlıklı
yaşam kurallarını anlaşılır bir şekilde vermektedir.

Benzer belgeler