GEZİ EYLEMLERİ VE DEMOKRATİKLEŞME SORUNU

Transkript

GEZİ EYLEMLERİ VE DEMOKRATİKLEŞME SORUNU
Gezi’nin Hatırlattığı
Hak: Barışçıl Toplantı
İyimser Bir “Gezi” Yazısı
Demokratikleşme
ve Barış Süreci
Kerem ALTIPARMAK
Av. Hakan LAMPER
Av. Kezban HATEMİ
3
6
12
kocaeli barosu
BÜLTENİ
Sayı 3 / Yıl 2013
GEZİ EYLEMLERİ VE
DEMOKRATİKLEŞME SORUNU
Başkan’dan
Av. M. TAMER SOLAKOĞLU
KOCAELİ BAROSU BAŞKANI
Sevgili Meslektaşlarım;
Bültenimizin bu sayısını
ülkemizin son yıllarda yaşadığı en önemli toplumsal olay
olan “ Taksim Gezi Parkı Eylemleri “ne ayırdık.
Taksim Gezi Parkı’nda,
Topçu Kışlası adı altında
AVM yapılmasını protesto
eden vatandaşlarımızın, kolluk güçleri tarafından orantısız güç ve şiddet kullanılarak dağıtılmak istenilmesiyle
başlayan eylemler neredeyse
tüm kentlerimize yayılarak
günlerce sürmüştür.
Ülkemiz genelinde çeşitli
illerde yapılan eylemler sırasında beş vatandaşımız ve
bir polis memurumuz ölmüş,
8163 vatandaşımız ve 900 polis memurumuz yaralanmış,
126 vatandaşımız da tutuklanmıştır.
Siyasi iktidar gezi eylemlerini, iktidara karşı faiz lobisi
ve uluslar arası güçler tarafından ülkemizin gelişmesini
engellemek için çıkarılmış
dış mihraklı olaylar olarak
değerlendirirken, eylemciler
ve muhalefet ise, bu eylemleri hiç bir politik amaç gütmeyen ve apolitik gençlerin
yeşiline, çevresine, kentine,
özgürlüklerine sahip çıkma
hareketi olarak değerlendirmiştir.
Devamı Sayfa 2’de
Kanada Basınında Gezi Parkı
Serbülent TURAN
Devamı Sayfa 7’de
Gezi’ye Dair
Stj. Av. Yiğit TİMUR
Devamı Sayfa 8’de
Meslektaşlarımıza Gezi Eylemlerini ve
Sonrasını Sorduk
Röportajlar
Devamı Sayfa 14’te
Sinema Rehberi
Av. Nesrin AKTAŞ
Devamı Sayfa 20’de
2
KENTSEL DÖNÜŞÜM
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
“TAKSİM GEZİ PARKI
PROTESTO OLAYLARI”
Başkan’dan
BASIN AÇIKLAMASI
Av. M. TAMER SOLAKOĞLU
KOCAELİ BAROSU BAŞKANI
Gezi eylemlerini herkes
kendi bakış açısından farklı
değerlendirebilir. Bu eylemlerin çıkışı, gelişimi ve sonuçları ile ilgili olarak çeşitli
görüş ve düşünceler ileri sürebilir. Ancak siyasal iktidarın son zamanlarda bireysel
hak ve özgürlükler, demokrasi ve hukuk devletini baskı
altına almaya yönelik politikalar uygulamaya başladığı
düşüncesi toplumda önemli
ölçüde taraftar bulduğu için,
Taksim Gezi Parkı Eylemleri
ülke genelini sarmış ve bu kadar ağır bilanço oluşmuştur.
Gezi eylemleri ülkemizde
geçmişte olduğu gibi, siyasal
iktidara ve egemen görüşe
muhalefet eden, farklı görüş
ve düşünceleri dile getirmeye
çalışan girişimlerin siyasal
iktidarlar tarafından şiddetle
bastırıldığını ve demokratikleşme sorunumuzun devam
ettiğini göstermiştir.
yeniden değerlendirilmesine
ve demokrasimiz hakkında
olumsuz düşüncelerin oluşmasına sebep olmuştur.
Bu anlamda, 1940’lı yıllarda çok partili hayata geçişte
başlayan ve askeri darbelerle sık sık kesintiye uğrayan
genç demokrasimizi güçlendirmek için, kişi hak ve özgürlüklerine müdahalenin sınırlarını yeniden belirlemek,
çoğunluklu değil çoğulcu demokrasiyi işletmek, tek tip
insan yetiştirme gayretinden
vazgeçmek gerekmektedir.
Bunun için de, kişi hak ve özgürlüklerini temel alan tüm
kurum ve kurallarıyla işleyen demokratik, laik, sosyal
bir hukuk devletinin inşasını temel alarak iktidarıyla,
muhalefetiyle bu yönde çaba
sarf etmemiz gerekmektedir.
Saygılarımla.
Bu eylemlere siyasal iktidarın göstermiş olduğu sert
tavır demokrasi kültürümüzün tüm dünya tarafından
Sahibi
Kocaeli Barosu Adına Baro Başkanı
Av. M. Tamer SOLAKOĞLU
Yazı İşleri Müdürü
Av. Çiğdem DEMİRCAN
Yönetim Yeri
Ankara Karayolu No: 111
Kocaeli Plaza K:5 İzmit/KOCAELİ
0262 321 41 12 - 0262 324 56 56
0262 321 13 90
www.kocaelibarosu.org.tr
[email protected]
Baskı - Tasarım
Şen Matbaa
Özveren Sokak 25/A-B
Demirtepe - Ankara
Tel: 0312 230 54 50
Faks: 0312 229 64 54
e-posta: [email protected]
www.senmatbaa.com
Taksim Gezi Parkı’ nda topçu kışlası görünümlü AVM
yapılmasına yönelik girişimi protesto etmek üzere, sivil
toplum örgütleri ve vatandaşlarımız tarafından başlatılan
eylemler, kolluk güçleri tarafından orantısız güç ve şiddet
kullanılarak bastırılmak istenilmiştir. Bunun sonucunda,
İstanbul’ da başlayan eylemler, neredeyse ülkemizin tüm
kentlerine yayılmıştır.
Çağdaş, demokratik devletin temel ilkelerinden biri, vatandaşların kamu işlerinin sevk ve idaresine katılma hakkıdır. Bu hak, yapılacak işlerle ilgili vatandaşların bilgilenmeleri, sürece dahil edilmeleri ve onaylarının alınmalarını
kapsar. Taksim Gezi Parkı Projesi de kent insanına sorulmadan, onayı alınmadan gündeme getirilmiştir. Vatandaşların kamu işlerine sevk ve idaresine katılma hakkı gözetilmeksizin yapılan işler antidemokratik olmaya mahkumdur.
Demokratik hukuk devletinde kişi hak ve özgürlükleri,
devlet tarafından öncelikle korunması gereken haklardandır. Hukuk devletinde kişiler haklarını kamu düzenini bozmadan barışçıl bir şekilde arayabilirler.
Bu anlamda, kentini, sokağını, ağacını, yeşilini korumak
isteyen ve bunun için demokrasinin sağladığı özgürlük ortamında var olan protesto hakkını kullanan vatandaşlarımıza
kolluk güçleri tarafından orantısız güç ve şiddet kullanılmıştır. Kolluk güçlerinin gösterdiği tavır ve şiddet demokratik
hukuk devletinde kabul edilemez. Demokratik haklarını
kullanan vatandaşlarımıza yönelik kolluk güçleri tarafından yapılan müdahaleler ne yazık ki, olayları ve gerginliği
arttırmış, vatandaşlarımız ile kolluk güçlerini karşı karşıya
getirmiştir.
Kocaeli Barosu olarak;
Siyasi iktidarı, vatandaşlarımızın demokratik taleplerini
dikkate almaya ve demokratik tepkilere karşı demokrasinin
özünde olan hoşgörüyü hayata geçirmeye davet ediyoruz.
Kolluk güçlerinin, vatandaşlarımızın kamu düzenini bozmayan barışçıl gösterilerine müdahale etmemeleri gerektiğini bir kez daha belirtiyoruz.
Vatandaşlarımıza demokratik taleplerini barışçıl bir biçimde ifade etmelerinin meşru olduğunu telkin ederek, provakatif eylemlerden kaçınmalarını istiyor ve herkesi sağduyulu olmaya çağırıyoruz.
GEZİ’NİN HATIRLATTIKLARI
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
3
GEZİ’NİN HATIRLATTIĞI HAK:
BARIŞÇIL TOPLANTI
Kerem ALTIPARMAK*
A
nayasa’da açıkça herkesin izin almaksızın toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı bulunmasına rağmen, Türkiye’de sıklıkla “izinsiz
toplantı” kavramının kullanıldığını gözlemlemek mümkündür. Yetkililerin, toplantının demokratik bir hak olduğunu
ancak bunun gösterilen zaman ve yerde yapılması gerektiğini vurgulamaları
bir yana, medyada da “izinsiz toplantıların” dağıtıldığını duymak şaşırtıcı değildir. Öyle ki, bu yaklaşım nedeniyle,
on yıllardır ülkenin Güneydoğu’sunda
neredeyse bütün siyasal toplantılar şu
veya bu şekilde yasaya aykırı bulunup
dağıtılırken “izinsiz toplantılar”ın dağıtıldığı şeklinde haberleştirilmektedir.
Gezi Parkı eylemleri sırasında, yüzbinlerce insan bu kez Batı’daki büyük
şehirlerin merkezlerine inince benzer
bir dilin tedavüle sokulduğunu görebiliyoruz. Bu dil kısaca şöyle özetlenebilir:
“İzinsiz toplantıya tabii ki müdahale edilecekti”, “Parkta oturulmasına, paçavraların asılmasına ne kadar müsaade
edilebilirdi?”, “Provokatörler vardı, artık bunlara barışçıl eylem denemezdi”,
“Polis tabii ki kuvvet kullanarak yasadışı toplantıları dağıtacaktı”, “Toplanmak
isteyen 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşü Yasasına göre toplanmalıydı”.
Oysa yasaklana yasaklana unutulan
toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının
özü bu iddiaların tamamının yanlış olduğunu gösteriyor. Gezi olayları, birçok
şey gibi toplantı ve gösteri yürüyüşü
hakkını da tekrar düşünmemizi mümkün kılıyor.
Barışçıl Toplantı İzin Gerektirir
mi?
Anayasa’nın 34. maddesine göre
“Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”
Bu nedenle izin almanın bir koşul olamayacağı açık. Bununla birlikte, bu hüküm anıldığında, hemen aynı maddenin
3. fıkrası hatırlatılıyor. 3. fıkraya göre:
“Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.” Burada bahsedilenin 2911 sayılı
Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası
olduğu, bu yasadaki usullere uyulmasının gerekli olduğu sıklıkla ifade ediliyor.
2911 sayılı Yasa ve barışçıl toplantı
üzerinde etkisine ilişkin bir kaç hususu
açıklamak gerekir. 2911 sayılı Yasa,
Anayasadaki izinsiz toplantı hakkını
ortadan kaldıramaz. Nitekim, Yasa izin
değil bildirim koşulu getirmektedir (Bkz.
md. 10). İkincisi, bu Yasa, 12 Eylül müdahalesinin hemen ardından çıkarılmış
bir darbe yasasıdır ve demokratik değerleri koruduğunu söylemek zordur.
Üçüncü olarak, 2911 sayılı Yasaya dayalı toplantı ve gösteri yürüyüşü engellemeleri defalarca Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM) tarafından Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) aykırı bulunmuştur. Bu nedenle, bu yasanın Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca
insan hakları sözleşmelerine ve AİHM
içtihadına uyumlu bir şekilde yorumlanması zorunludur.
Bu açıdan insan hakları hukuku bakımından barışçıl gösteriye ilişkin aşağıdaki ölçütlerin mutlaka gözetilmesi
gerekir.
Anayasa 34/3 Düzenleme Gerektiriyor, Kısıtlama Değil
Anayasanın 34. maddesinden anlaşılabileceği gibi yasal düzenlemenin
amacı sadece “Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller”i
düzenlemek olabilir. Bir başka deyişle
bu yasanın asli amacı, yasaya aykırı
davrananların cezalandırılması değil,
Anayasa’da koruma altına alınan bir
hakkın başka ve hak ve özgürlüklerle
uyumlu bir şekilde kullanılmasını sağlayacak güvenceleri düzenleme altına
almaktır.
Her ne kadar bu düzenleme içinde
yasal koşulları ihlal edenlere bazı yaptırımlar öngörülebilirse de, kural barışçıl
toplantının yapılması, istisnası bunun
sınırlandırılmasıdır. Bu nedenle, koşullara her uymayan toplantıyı, sırf yasaya
* Kerem Altıparmak, AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi, İnsan Hakları Merkezi
Bu yazı 03.07.2013 tarihinde Bianet’ te yayımlanmıstır.
aykırı diye şiddet kullanarak dağıtmak
izinsiz toplantı hakkını anlamsız bırakacaktır. 2911 sayılı Yasanın da bu şekilde yorumlanması mümkün değildir.
AİHM, toplantı ve gösteri yürüyüşünün bildirime ve hatta izne tabi olmasızın toplantı hakkını düzenleyen 11.
maddenin ruhuna aykırı olmadığını düşünmektedir. Bu yükümlülük, bir yandan başkalarının hakkını korumayı hedeflerken bir yandan da barışçıl gösteri
yapacakların haklarını güvence almayı
mümkün kılar. Örneğin, önceden bildirilmiş bir toplantı için trafik düzenlemesi
yapılması mümkün olurken, diğer yandan göstericilerin zarar görmesi halinde
acil müdahale etmek için ambülans bulundurmayı da olanaklı kılar.
Ancak yukarıda belirtildiği gibi yapılacak düzenlemenin amacı yasadışı toplantıları dağıtmak değil, barışçıl
toplantıları başka hak ve özgürlüklerle
birlikte mümkün kılmaktır. Bu nedenle,
Devletler toplantı ve gösteri yürüyüşünü düzenleme görüntüsü altında, bu
hakka yönelik makul olmayan dolaylı
sınırlandırmalardan da kaçınmak zorundadır[1]. 2911 sayılı Yasa, AİHS’e
aykırı olarak sözleşmede korunan barışçıl toplanma özgürlüğünü kısıtlayan
gizli engellerle[2] doludur. Gerek idare,
gerekse mahkemeler bu engelleri Sözleşme ile uyumlu bir şekilde yorumlamak yükümlülüğü altındadır.
Gezi Parkı eylemleri, bu gizli engellerin tipik örneklerini sergilemektedir.
2911 Sayılı Yasa’nın 10. maddesi toplantı yapılabilmesi için 48 saat önceden
bildirim yapılması gerekliliği getirmekte,
22. maddesi ise parklarda toplantı yapılmasını yasaklamaktadır. Aynı şekilde,
7. madde açık yerlerdeki toplantılar ile
yürüyüşler güneşin batışından bir saat
önceye, kapalı yerlerdeki toplantılar
saat 23.00’e kadar sürebileceğini düzenlemektedir. Eğer bu hükümler lafzi
olarak yorumlanırsa, bir parkın yıkımına
karşı çıkanların, o parkta değil ve fakat
örneğin Çağlayan’da eylem yapması
gerekir. Aynı şekilde, 48 saat önce bildirim verilmesi gerektiği için tüm ağaçlar
sökülünceye kadar toplantı ve gösteri
4
GEZİ’NİN HATIRLATTIKLARI
yapılması mümkün olmayacaktır. Saat
23.00 kuralı uygulanırsa, Başbakan’ın
yurtdışından dönüşünde yaptığı Havaalanı toplantısı otomatik olarak yasadışı
hale gelecektir.
2911 sayılı Yasa örneklerinin gösterdiği gibi ilk başta yasak değil düzenleme gibi gözüken kurallar toplantı
ve gösteri yürüyüşünü anlamsız hale
getirebilir. Bu gibi durumlarda, düzenlemeyi yapan yasa değil, doğrudan temel
hakkı güvenceye alan Anayasa/insan
hakları sözleşmesi uygulama alanı bulur. AİHM, mevcut olaya anında cevap
verme gereğinin doğduğu bazı özel durumlarda, anında toplanma hakkının
bildirim ödevinin önüne geçebileceğini
kabul etmektedir.[3] Özellikle, o an yapılmayan eylem daha sonra anlamsız
hale gelecekse, bildirim yükümlülüğe
uyulmaması toplantı özgürlüğünün doğal sonucudur[4]. Gezi Parkında başlatılan eylem de tam bu niteliktedir.
Parkın yıkılmasından sonra eylemin bir
anlamı kalmayacaktır. Benzer bir durumu yer bakımından da vurgulamak gerekir. 1 Mayıs tarihsel önemi nedeniyle
Taksim’de kutlanmalıdır. Yasal yer olarak gösterilen Çağlayan, Kadıköy gibi
yerler verilmek istenen mesajın engellenmesi anlamına gelir.[5]
Yasadışı Olsa da Barışçıl Toplantı
Engellenemez
Bir toplantı, yasada öngörülen koşulları yerine getirmese bile, şiddet içermediği sürece salt bu nedenle müdahale edilemez. Bazı toplantı ve gösteriler
hiçbir şekilde kamu düzenini bozmayabilir, kamu düzenine zarar vermeyebilir.
Halka açık bir alanda gerçekleştirilen
çoğu toplantı ise günlük yaşamın akışını belirli bir ölçüde bozacak bir karışıklığa ve düşmanca tepkilere yol açabilir.
Ancak AİHM, söz konusu düzeni bozan
durumun bile, tek başına, toplanma
özgürlüğü hakkına yönelik müdahaleyi
haklı kılamayacağı kanaatindedir. Mahkemeye göre, yasadışı hale gelmişse
bile şiddet kullanılmayan bir toplantıya,
11. maddede korunan toplanma hakkı
anlamını tamamen yitirmemesi için belirli bir ölçüde hoşgörü gösterilmelidir.[6]
Bu söylenenlerden şu alt sonuçları
çıkarmak mümkündür:
i. Yasadışı olsa bile şiddet içermeyen
toplantıya hoşgörü gösterilmeli, hemen
müdahale edilmemelidir.
ii. Belirli bir hoşgörü kavramı, birden
fazla ölçütü dikkate almayı gerektirir.
Toplantının kamusal tartışmaya katkısı
ve önemi, verilen süre içerisinde mesajın verilip verilmediği, toplantının devamının başka kişilerin hak ve özgürlüklerine etkisi gibi.
Gezi Olayları bu açıdan da ilginçtir.
Onbinlerce kişinin katıldığı ve toplumu
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
yakından ilgilendiren gösterilerin gerçekleştiği sırada, salt trafiğin tıkandığı
gerekçesiyle güç kullanarak toplantının
dağıtılması toplantı hakkını ihlal edecektir. Dahası, eylemin başkalarının
hak ve özgürlüklerini kısıtlama düzeyi
düştükçe, hoşgörü yükümlülüğü arttığı
için ilk günlerde parkta oturan eylemcilere karşı gerçekleştirilen ağır müdahalelerin, toplantı hakkının özüne dokunduğunu söylemek mümkündür.
Barışçıl Toplantının Süresi
Barışçıl bir toplantının ilelebet devam ettirilip ettirilemeyeceği de önemli
bir sorundur. Teorik olarak, başkalarının hakkını ve kamu düzenini etkilemediği sürece barışçıl toplantı hakkı sınırsız süreyle yürütülebilir. Cisse/Fransa
davasında yasadışı 200 göçmen, iki ay
süreyle Paris Aziz Bernard Kilisesini işgal etmiştir. Eylem barışçıl olduğu için
Kiliseye gidenlere zarar vermemiş ve
kamu düzenini bozmamıştır. AİHM 2.
ayın sonunda yapılan müdahaleyi, açlık
grevine girenlerin sağlık durumlarının
bozulmuş olması ve sıhhiye koşullarının tamamen yetersiz kalması nedeniyle zorunlu görmüştür.[7]
Çiloğlu ve Diğerleri/Türkiye davasında ise Cumartesi annelerinin 176. kez
Galatasaray Lisesi önünde gerçekleştirdiği toplantıya yapılan müdahale istenen mesajın verilmiş olması ve bu eylemin trafiği ve kamu düzenini etkilediği
gerekçesiyle sözleşmeye uygun bulunmuştur.[8] Karşıoy yazan yargıçların da
saptadığı gibi Mahkeme kendi içtihadı
ile çelişkili bir şekilde sınırlandırma gerekçelerini geniş yorumladığı bu kararda, önemli bir noktanın altını çizmiştir.
Kamu düzenini bozduğu iddia edilen bir
toplantı, barışçıl olduğu sürece mesaj
verilinceye kadar sürdürülebilir.
Gezi Parkında yapılan eylem için
başkalarının veya bizzat eylemcilerin
hakkının çiğnendiği iddiasını ileri sürmek mümkün değildir. Parkın başkalarının da hizmetine açılması iddiası ise
zaten eylemin parkın yıkılmasına ilişkin
iddialar nedeniyle gerçekçi gözükmemektedir. Ülke çapında yapılan eylemler söz konusu olduğunda ise gösterilerin süresi ile taleplerin önemi arasındaki
ilişkiye dikkat çekmek gerekir. Burada
makul bir süre vermek zor olsa da, kolluğun ilk günden itibaren yoğun kuvvet
kullandığı düşünüldüğünde toplantı
hakkının süreç boyunca ağır bir şekilde
ihlal edildiğini tespit etmek mümkündür.
Müdahalenin Yöntemleri Sınırsız
Olamaz
Hak ve özgürlüklerin bazı istisnai
hallerde sınırlandırılabilir olması, bu
sınırlandırmanın dilendiği şekilde yapılabileceği anlamına gelmez. Bir toplantıya kuvvetle müdahale edildiğinde
müdahaleden etkilenebilecek insanları
üç gruba ayırmak mümkündür: Barışçıl gösteri ve toplantı yapanlar, barışçıl
gösteriye şiddet karıştıranlar ve olaya
dışarıdan katılanlar.
Türkiye’de, kolluk güçlerinin toplantıları dağıtmasının rutin iki gerekçesi
bulunmaktadır. Bunlardan biri, toplantının yasa dışı olmasıdır. Yukarıda açıklandığı gibi barışçıl bir toplantının salt
yasadışı olduğu için şiddet kullanılarak
dağıtılması insan haklarına aykırıdır.
İkinci rutin gerekçe, provokatörlerin
göstericilerin içine karışarak şiddete
yöneldikleridir. AİHM, konuya ilişkin ilk
içtihatlarından itibaren, hak sahibi kişi
kendi davranışları ile hukuka aykırı bir
eylemde bulunmadıysa, çok önemli
olan toplantı hakkının başkalarının eylemleri nedeniyle kısıtlanamayacağını
belirtmektedir.[9] Genel olarak barışçıl
niteliğini kaybetmeyen bir toplantıda
yer yer şiddet olayları gerçekleşmişse,
kendi şiddet olaylarına karışmayan kişi,
toplantıyı terk etmediği için cezalandırılamaz.
Kolluk güçlerinin, barışçıl gösteri
yapanlarla şiddete başvuranları ayrıştırma ödevi vardır.[10] Mahkeme, bir
kişinin, kendisi davranış ve niyetlerinde barışçıl kaldığı bir gösteri sırasında
başkalarının arazi şiddet eylemleri veya
cezalandırılabilir davranışları nedeniyle
toplantı hakkını kullanmaktan mahrum
bırakılamayacağını belirtmektedir.[11]
Bu içtihat şu şekilde açıklığa kavuşturulabilir. Devletler, sadece kamu malını ve
düzenini değil ve fakat barışçıl gösteride bulunanları da şiddete başvuranlardan korumak zorundadır. Kamu düzeni,
Devletin vatandaşlardan korunduğu değil insanların temel hak ve özgürlüklerini maksimum düzeyde kullanabildiği bir
düzeni ifade eder. Bu nedenle, barışçıl
bir şekilde başlayan bir eyleme bir şekilde şiddet bulaştıysa, alınacak önlem
tüm gösteriyi sonlandırmak değil ve
fakat mümkünse şiddete başvuranları,
barışçıl eylemcilerden ayıracak kolluk
önlemleri almaktır. Gün ve Diğerleri davasında belirtildiği gibi barışçıl bir
gösterinin sonunda bazı kimselerin bu
fırsatı kullanarak şiddete başvurmaları,
niyeti barışçıl olan bir toplantıya katılanların toplanma hakkına müdahaleyi
haklı kılmaz.[12]
Gezi olaylarında bir kez daha görülen, kolluk kuvvetlerinin genel yaklaşımı
bu ilkelerle tamamen çatışma halindedir. Olaylar boyunca, kolluk hedef gözetmeksizin, şiddete başvuran başvurmayan ayrımı yapmaksızın, yoğun bir
şekilde gaz ve tazyikli su kullanmıştır.
Bu araçların gerçek amacının şiddete
başvuranları caydırmak olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü kulla-
GEZİ’NİN HATIRLATTIKLARI
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
nıldığı ifade edilen 130.000’i aşkın gaz
bombası onbinlerce barışçıl göstericiyi etkilemiş, bazı kişiler doğrudan gaz
kapsülünden yaralanmış, toplam yaralı sayısı 8000’leri bulmuştur. Böylesi
bir müdahalenin yukarıda ilkeleri ortaya koyulan, barışçıl gösterici-şiddete
başvuran gösterici ayrımını yapmadığı
açıktır. O nedenle, “şiddete başvuranlar
vardı, gaz kullanmaktan başka çaremiz
yoktu” açıklamasının da bir geçerliliği
yoktur.
Gösteriye katılmayan ama dışarıda
olmasına rağmen etkilenen kişilerin durumu da dikkate alınmalıdır. Toplantı ve
gösteri yürüyüşü hakkının kullanılması
şüphesiz başkalarının hak ve özgürlükleri ile çatışabilir. Bununla birlikte, salt
başkalarının rahatsız olması, bu hakkın
sınırlanması meşru kılmaz[13]. Ne var
ki, kolluk güçleri, toplantıya katılmayanların toplantıya yapılacak müdahaleden
zarar görmemesi için gerekli organizasyonel önlemleri almak zorundadır.
DİSK ve KESK davasında Hükümet,
bazı göstericilerin Şişli Etfal Hastanesine gizlendiğini, bu nedenle Hastaneye
yönelik gaz bombası kullanıldığını iddia
etmiştir. AİHM, bu müdahalenin zorunlu
ve orantılı olduğunu söylemenin imkansız olduğunu belirtmiştir.[14]
Gezi Olayları sırasında, başta Divan Oteli olmak üzere, kapalı alanlara
yönelik saldırıların tamamında aynı durum geçerlidir. İçeride bulunan kişilerin
sağlık durumları gözetilmeksizin, kapalı alanlara yönelik gaz atılması hem
toplantı ve gösteri yürüyüşünün hem
de kötü muamele görmeme yasağının
ihlali anlamına gelir.[15] Gazın keyfi ve
yoğun kullanımı başka sorunlara da yol
açmaktadır. Herkes evden çıkarken gideceği merkezi yerde polisin gaz kullanabileceğini hesaba katmak zorunda
değildir. Yaşlılar, çocuklar, sağlık sorunları olanlar toplantıya katılmasalar
bile keyfi gaz kullanımından yoğun bir
şekilde etkilenmektedir. Polisin, akrep
ismi verilen araçlarla ara sokaklara gaz
atması ile bırakınız dışarı çıkıp olaylardan etkilenenleri, yaz sıcağında camını
açan birçok insan gaz kullanımından
olumsuz etkilenmiştir.
Nihayet, müdahalenin meşru olduğu, şiddete başvuranlara yönelik kuvvet
kullanılması durumunda bile kullanılacak gücün sınırları iyi çizilmelidir. Sinek
öldürmek için balyoz kullanılması ifadesi, Türkiye’deki toplantılara yapılan müdahaleler için kullanılabilir. Bir kişinin
bedensel bütünlüğüne yapılan saldırı
ile kamu düzenin sağlanması arasında
bir tartı işlemi yapılamaz. Kolluk, yapacağı müdahalede kötü muameleye başvurmamak zorundadır. [16]
Dahası, Türkiye’deki cezasızlık so-
rununun bir uzantısı toplantılara yapılan müdahalelerdeki şikayetlerde
görülmektedir. Toplantı sonrasında
gerçekleşen gözaltı işlemlerinde kötü
muamele gördüğünü söyleyen kişilerin
yaptıkları başvurular, savcılar tarafından toplantının illegal olması gerekçesiyle reddedilmektedir.[17] Oysa bu gibi
davalarda incelenmesi gereken tek şey
toplantının illegal olup olmaması değildir. Evet yasal bir toplantıya müdahale
eden polis suç işlemiş olacaktır. Ancak,
yasaya aykırı olan bir toplantıya müdahale eden polisin de, yakalanan kişi şiddete başvurmuş olsa bile, dilediği gibi
davranma imkanı yoktur. Her bir vakada, somut olarak kullanılan şiddetin müdahalenin gerektiği sınırlar içerisinde
kalıp kalmadığı incelenmelidir.
Gezi olayları sırasında, yapılan gözaltılar da orantısız güç kullanıldığı sıklıkla ifade edilmiştir. Bunun kanıtlandığı
durumlarda Türk Ceza Kanununun 256.
maddesinde düzenlenen zor kullanma
yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçu işlenmiş olacaktır. Bununla birlikte, olaylara ilişkin bazı iddia ve görüntülerin
işkence suçundan incelenmesi gerekir.
Adından da anlaşılabileceği gibi 256.
maddenin uygulanabilmesi için kolluğun zor kullanma yetkisine sahip olması gereklidir. Kolluğun zor kullanma yetkisi yoksa ve insanlar üzerinde şiddet
kullanıyorsa, diğer koşulları da taşıması
koşuluyla burada artık işkence suçundan bahsetmek gerekir.[18] Antalya’da
bir otoparkta yakalanan ve hiçbir direniş göstermeyen iki gencin dayak görüntülerinin 256. madde kapsamında
değerlendirilmesi mümkün değildir. Bu
durumda polisin zor kullanma yetkisi
yoktur, eylem tipik bir işkence suçudur.
Toplantı ve gösteri yürüyüşüne
müdahale somut gerekçe gerektirir
Barışçıl toplantıyı dağıtmak için göstericiler taş attı vs. gibi genel ifadelerin
kullanılması yeterli değildir. Hükümet
bunu iddia ettiği takdirde, kimin nasıl bir
şekilde şiddet kullandığını göstermelidir.[19] DİSK ve KESK davasında, 1
Mayıs 2008’de izinsiz olarak İşçi Bayramı’nı Taksim’de kutlamak isteyen gruplara polis müdahale etmiş, Hükümet bu
müdahalenin nedenlerinden biri olarak
göstericilerin taş atmasını göstermiş
ancak bu iddiasını destekleyecek hiçbir
veri sunamamıştır.[20]
Benzer bir şekilde, Gün vd./Türkiye
davasında Hükümet, 2004-2011 yılları
arasında gerçekleşen olaylara ilişkin
istatistikler sunarak toplantı hakkını
kısıtlamanın neden gerekli olduğunu
göstermeye çalışmıştır. AİHM, somut
vakada nasıl bir zorunluluk olduğunun
araştırılmadığı durumda genel istatistiklere dayanarak sınırlamaya gitmenin
5
kabul edilemeyeceğini belirtmiştir.[21]
Gezi olayları açısından bakıldığında
da, bir yerde bir tarihte taş atılması nedeniyle her toplanmaya şiddetle cevap
verilebileceği anlamına gelmez. Her
bir şiddet kullanımının, genel ve muğlak sözlerden bağımsız olarak, neden
gerekli olduğunun delilleri ile gerekçelendirilmesi gerekir. “Elimizde şiddet
görüntüleri var, provokatörler var, yine
benzer oyunlar oynanacak” şeklinde
gerekçelere dayanarak toplantı hakkının kısıtlanması mümkün değildir.
Genel Nitelikli Toplantı Yasağı Koyulamaz
Gösterileri yasaklayan genel kararlar
alınması kural olarak mümkün değildir.
Böyle bir kısıtlama, ancak ve ancak
daha hafif önlemlerle giderilemeyecek
derecede ağır risklerin var olması halinde kabul edilebilir.
Şiddete teşvik ve demokratik ilkelerin reddi durumları hariç, yetkililer açısından şoke edici ve kabul edilemez
görüş ve kelimeler kullanılması, meşru
kabul edilemeyecek taleplerin ileri sürülmesi nedeniyle toplantı özgürlüğünü
kısıtlayan genel önlemler alınması demokrasiyi tehlikeye düşürecektir.[22]
AİHM, Cizre’de Abdullah Öcalan’ın
gözaltına alınmasının yıldönümü nedeniyle tüm toplantıların ertelenmesine
ilişkin kararı, böyle bir riskin bulunmaması nedeniyle Sözleşme’ye aykırı bulmuştur.[23]
Benzer bir durumun, belki fazlasıyla,
Gezi olaylarına ilişkin bir daha toplantı
yapılmasına izin verilmeyeceği gibi beyanlar açısından da bulunduğunu söylemek mümkündür. Bu tür genel kısıtlamalar, toplantı hakkının özüne aykırıdır.
Sonuç
Gezi olayları, yukarıda örneklediğimiz insan hakları içtihadından daha
geniş bir kitleyi ve talepleri ilgilendirmektedir. Süreç boyunca dile getirilen
taleplerin çok geniş bir kitlenin siyasi
talepleri olduğu çok açıktır. Tamamen
spontane bir şekilde birleşen toplulukların, 2911 Yasada öngörülen düzenleme kurulu oluşturma ve diğer koşulları
yerine getirmemiş olması çok doğaldır.
Bununla birlikte, bu durum, insanların
toplantı ve gösteri yürüyüşü haklarını
elinden almaya gerekçe olamaz.
Gezi sonrasında yapılması gereken,
yeni sosyal medya yasaları çıkarak ifade özgürlüğünü daha da boğmak değil,
çoğulcu bir demokrasinin doğal gereği
olan toplantı ve gösteri hakkını yeniden
tanımak ve genişletmektir. (KA/EKN)
6
GEZİ’NİN HATIRLATTIKLARI
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
İYİMSER BİR“GEZİ”
YAZISI
Av. Hakan LAMPER
O
n yıldan uzun süredir daha çok
öğlen yemeklerinde bir araya
geldiğimiz, yaklaşık on kişilik bir
meslektaş grubumuz var. Bir saatten
fazla süren öğlen yemeklerimizde genellikle günlük siyasi gündeme ilişkin konuları konuşuyoruz.
Bu grupta AKP li, CHP li, BDP li, MHP
li si ile siyasi yelpazenin hemen her kesiminden arkadaşımız var. Zaman zaman
tansiyon ve sesimizin tonu yükselse de
kalp kırmamaya, telafisi mümkün olmayacak kırılganlıklara sebep olmamaya
özen göstererek birlikteliğimizi sürdürüyoruz.
Ülke genelinde asla bir araya gelemeyen siyasi düşünceleri yıllardır en
azından öğlen yemeklerinde bir araya
getiriyor, karşılıklı olarak birbirimizden
öğreniyor, etkileşiyor ve farkında olmadan birbirimizi dönüştürüyoruz.
Aynı geminin içinde, aynı yöne gitmek zorunda olan insanlarız. Kuşkusuz
bu birlikteliği sağlamanın yolunun karşılıklı saygı ve tahammül olduğunun bilinci ile “yalnız ve güzel ülkem” insanının
da buna çok ihtiyacı olduğunu da arada
sırada içtenlikle ve özlemle dile getiriyoruz.
Bir aydan uzun süredir devam eden
“Gezi” gündemi ister istemez masamızın birincil konusunu oluşturunca konu
özelindeki toplumsal ayrışma masamızı
da etkiledi. Asla toplumda görüldüğü gibi
sert bir ayrışma yaşanmadı, aradaki çizgi bir nebze kalınlaşsa da kalıcı olmadı.
Ancak kaçınılmaz olarak ton sertleşti,
hararet yükseldi.
Sorumlu konumda olan ve gündelik çıkarlar doğrultusundaki siyaseti her
şeyin üstünde tutan siyasetçiler safları
sıklaştırmak, kitlelerini kemikleştirmek
uğruna soğuk savaş dönemi siyasetine
devam ederken öne çıkarılan malzemeler ister istemez farklılıkları derinleştirip
kitleleri birbirinden uzaklaştırıyor. Son
derece sağduyulu ve temkinli yaklaşsak
da masamız bu gerginlikten nasibini alıyor.
Olayların tahlilini yaparken insanlar
içinde ya da yakınında olduğu siyasi
grubun olayları ele alış şekline sahip çıkmaya çalışsa da, çağın gerisinde kalmış
siyasi anlayışlar taraftarlarını uzun süre
peşinden sürükleyemiyor. Bu anlamda
ne iktidarın “dış mihrak” senaryoları, ne
de muhalefetin 80 öncesinde kalmış sloganları gelişen bir toplumun geleceğinde
liderlik yapacak güce sahip değil. Seksen öncesinde adeta dondurulmuş olan
solcular hala “faşizme karşı omuz omuza” sloganı ile kitleleri heyecanlandırmaya çalışsa da etkileri en fazla halay ve
davul-zurnadan ibaret sendika eylemleri
kadar oluyor. O nedenle yıllardır süregelen eski tip siyasi eylemlerden farklı olan
gezi eylemleri dikkat çekiyor, etkili oluyor
ve iktidarda tedirginlik yaratıyor.
Günümüzdeki olaylar üzerinden kitlelere hitap ederken bir siyasi grubun
diğerine karşı haklılığını ispatlama çabasının argümanları ne 27 Mayıs darbesi,
ne de Sivas katliamı olmamalı. Hala bu
argümanlara başvuruyor olmak en azından ulaşılmak istenen kitleyi fazlasıyla
hafife almaktır. Bu toprakların tarihinde
kuşkusuz çok haksızlık, çok adaletsizlik
yaşandı. Gündelik siyaset yaparken kabuk bağlamaya yüz tutmuş yaraları kanatmak belki siyaseten tırnak içinde bir
başarı sağlayabilir, ancak yaralar kabuk
bağlamadıkça bir arada huzurlu bir gelecek hayal etmek pek mümkün değildir.
Toplumun gerisinde kalmış siyasi anlayışlar ve bunların temsilcileri ile yapılacak siyasetin bu toplumda “fayda” olarak
karşılığının olmadığını, bu tarzın özellikle
bizim gibi çok parçalı toplumlarda onarıl-
maz hasarlara yol açabileceğini anlamak
için daha fazla acıya ihtiyaç olduğunu hiç
sanmıyorum.
Yıllardır kalıplaşmış sloganların dışına çıkamayan siyasi literatürümüz Gezi
Eylemcileri sayesinde renkli ve eğlenceli
bir hale büründü. Siyasi arenada bol miktarda bulunan derinliksiz zekadan, anlamakta zorlandığı ve anlayamadığı için
de küçümsediği kuşağın zeka ve espri
dolu “Mustafa Keser’in askerleriyiz” sloganını tahlil etmesini beklemiyoruz elbet.
Ancak farklı kesimleri birbirine düşman
etmenin bu topluma fayda sağlamayacağını anlamak için de fazla zeki olmaya
gerek olduğunu sanmıyorum.
Ortalık duruldukça, yaşanan siyasi
atmosferi öğlen yemeklerinde tartışırken
bazen fazla gerilen ve kırıcı olabilen arkadaşlarımın bir arada olabilmek ve gönül almak için gösterdiği çaba umut verirken, aynı naiflikten yoksun siyasilerin
geçmişe ait ilkelliklerinden bir mahcubiyet hissetmemesi tabi ki insanın moralini
bozuyor. Ancak her şeye rağmen toplumun sığ siyasi anlayışları aşabileceğine
olan inancı yitirmemek, bu doğrultuda
umudu diri tutmak gerekiyor.
Bizim öğlen yemeği gurubu gezi eylemlerinin en hararetli döneminde dağılmadı. Zaman zaman yaşanan gerginlikler siyasi arenada ne yazık ki pek
rastlanmayan medeni bir tartışma üslubu ile her seferinde aşıldı.
Dilerim ki toplum da bir gün ortaçağda
kalmış siyasetçileri ve anlayışlarını aşarak geleceği mutlu bir şekilde paylaşacaktır. Farklı kesimlerin bir arada barış
ve huzur içinde yaşadığı günler siyasi
arenada yaratılan dalgalar nedeni ile
şimdilik uzak görünse de umutlu olmak,
geminin rotasını bu doğrultudan hiç saptırmamak gerekiyor.
Ne diyelim?
Diren “masa”, çare Drogba…
GEZİ’NİN HATIRLATTIKLARI
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
7
KANADA BASININDA GEZİ PARKI
Serbülent TURAN*
T
ürkiye ile arasındaki ciddi mesafeye rağmen Kanada basını
da 31 Mayısta Gezi Parkı’nda
başlayıp tum yurda yayılan protestolara duyarsız kalmadı. Haberlerin genel tonu Almanya’nın ünlü dergisi Der
Spiegel’in 17 Haziran haberinin sertliğinde değilse de (Der Spiegel ‘Istanbul’da Nefret Söylemi: Erdoğan Ateşe
Benzin Döküyor’1 başlıklı haberinde
Başbakan Erdoğan’ı ‘son iki haftanın
despotu’ ve ‘delirmiş bir despot görüntüsü çiziyor’ diye tarif etmişti) yine de
güçlü bir eleştirel ton gözden kaçacak
gibi değildi. Eleştirilerin özellikle, Erdoğan’in gösteriler karşısında takindigi anti-demokratik tutum ve polisin
göstericilere orantısız güç kullanması
konularına odaklandığı görüldü.
Kanada’nın devlet televizyonu CBC
(Canadian Broadcasting Corporation)
Haziran ayı sonunda gösterilerin bilançosunu 78 şehirde 9000den fazla
yaralı ve 4 ölü olarak verirken Kanada
genelinde neredeyse bütün haberler
olaylardan hükümeti ya da – daha sıklıkla – Başbakan’ı sorumlu tuttular.
Gösterilerin ilk günü olan 31 Mayısta ülke’nin en çok satan gazetesi
(yaklasik 1 milyon) Globe and Mail’de
çıkan kısa bir haber ‘ağaçları korumak
için yapılan barışçı gösterilerin polis tarafindan şiddetle dağıtılmasının
Türkiye çapında hükümet karşıtı öfkeli
gösterileri tetikledi’ğini yazdı.
Protestoların hız kesmeden devam
etmesi ve polis şiddetinin artması üzerine Kanada’daki haber kanallarının da
ilgisi artmaya başladı. CBC hem televizyonda hem de radyoda yayımlanan
5 Haziran tarihli haberini ‘Erdoğan:
Sultan mı Demokrat mı?’ başlığıyla
verdi ve Başbakan’ı ‘yeminli düşmanı
Beşar Esat’a benzemek’le suçladı.
Ülkenin en yüksek satışlı ikinci gazetesi Toronto Star 11 Haziran’da
Istanbul’daki yabancı gazeteci ve Insan Hakları Orgutleri’nden topladıkları
bilgilerle polisin kalabalığa hedef gözeterek gaz bombası attığını ve hastanelere dahi saldırıldığını yazdı. 72
avukatın da tutuklandığını yazan gazete ‘Adeta Savaş’ ibaresini kullandı.
Kanada’nın internet’teki haber kanallarından CJ News ise 14 Haziran’daki haberinde Türk basınının sessizliğine dikkat çekerek şunları yazdı:
‘gazetecilerin hükümetten aldıkları
emirle mi sustuğu yoksa haberlerini
tam bir itaat içerisinde kendilerinin mi
sansürlediği hala belli değil.’
15 Haziran’da Calgary Herald Gazetesi hem CNN Türk’teki penguen
belgeselinden hem de BBC muhabirinin hükümet tarafından ajanlıkla suçlanmasından bahsederek ‘Erdoğan
hükümeti protestoların boyutunu ve
* UBC, Siyaset Bilimi, Doktora
1
Hateful Speech in Istanbul: Erdoğan Throws Fuel on Flames’, Der Spiegel, 17 June 2013; www.spiegel.de
ne hakkında olduğunu saklamak için
elinden gelen her şeyi yapıyor’ dedi.
18 Haziran’da CBC protestolara
dair haberinde BM Insan Hakları Komisyonu Başkanı Navi Pillay’dan şu
sözlere yer verdi: ‘kolluk kuvvetleri
sorumlu tutulmalıdır ve hükümet polis
tarafından uygulanan aşırı şiddet kullanımı ve diğer insan hakları ihlalleri
mağdurlarına tazminat vermelidir.’
Son olarak 4 Temmuz tarihli hayli
uzun haberinde Globe and Mail Gazetesi ‘son ayda Istanbul’da meydana gelen şiddet ve baskı’yı senelerdir
Türkiye’nin Güneydoğu’sunda ‘Türklerin haberi olmadan yaşananlara’ benzetti ve Kürtler ve Aleviler ‘şimdi bizi
anladınız mı? diye soruyor’ diye yazdı.
Polis şiddetinden, ‘sindirilmiş medyanin oto-sansüründen’, protestocuların,
gazetecilerin, avukat ve doktorların
tutuklanmasından da uzun uzun bahseden gazete olayların Başbakan’ın
kontrolünden çıktığını ve tüm saklama
çabalarına rağmen Erdoğan hükümetinin karanlık yanını gösterdiğini yazdı.
Basında yer alan bu haberlerin
yanı sıra, sosyal medyada da Gezi
Parkı’na kayda değer bir ilgi vardı.
Kanada’nın önde gelen bazı Üniversitelerinde (York University, McGill University, University of British Columbia)
öğrenciler video klipler hazirlayarak
Gezi Parkı direnişine destek verdiler.
Genel olarak bakıldığında Kanada
basınının ve kamuoyunun Gezi Parkı
olaylarını ilgiyle izlediği, polisin ve hükümetin sert tutumunun ise eleştirildiği
söylenebilir.
8
GEZİ’NİN HATIRLATTIKLARI
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
GEZİ’YE DAİR
Stj. Av. Yiğit TİMUR
“tekerleği dönüyordu çağların
yaklaşıyordu bize doğru
bir yaratılmamış yarın”
Dünyamıza hoş geldiniz. Hoş geldiniz, çünkü bu yeni dünyayı tanımıyordunuz. Yarattığınız başka bir evrenin
içindeydiniz. Bu nedenle görmediklerinizi, göstermediniz de. Ama penguenlerin dünyasından başka hayatlar da
vardı. Ve insanlar, yalnız olmadıklarını
keşfettiler. ‘Vay be benim gibi binlercesi varmış’ diyecekler, yalnızlaştırıldıkları için kapıldıkları teklik hissinden
sıyrılacaklardı. Çünkü insanlar artık
hiç olmadıkları kadar iletişim halinde,
sahip olduğu, bu yolla özünde eşitliğe
evetler İzmir marşıyla uğurlanacaktı.
dayanan, özgürlükçü bir yaşam biçi-
Mini mini birlerimiz okuma yazma öğ-
yorlardı, umduğunuz gibi gizli ajanda-
mi, bir zihniyet meselesiydi. Ne var
renemeden birinci sınıfı bitirecek, ga-
ları da yoktu. Bir kişi için değil, herkes
ki çağlayan savunmanın cüppeleriy-
zetecilerimiz basın özgürlüğünde Çin
için sokağa dökülmüşlerdi. Bir çatıları
le yerlerde sürüklenmesi, Hipokrat’a
ve İran’la yarışacaktı. Devlet büyükle-
olmadığından seçmişlerdi sokakları
kelepçe geçirilmesi demokrasiye yeğ
rimiz sigaradan ekmeğin tuz oranına,
belki de. Bir düşünceye sokamadıkça,
tutulacaktı. ‘Mahkeme kararını bekle-
çoluktan çocuğun sayısına, hostesle-
bir kalıba girdiremedikçe, bir çatıya
yeceğiz’ açıklaması olağan bir durum
rin ruj rengine kadar hayatımıza mü-
hapsedemedikçe velhasıl somut bir
değilmiş gibi alkışlanacaktı. Güçler
dahale edecek, bir vatman dahi ahlak
düşman yaratamadıkça öfkelendiniz
ayrılığı size engeldi nasıl olsa. Yedi
dersi verir olucaktı.
üstadım. Üstelik öfkenizden toplumun
manşetin kiri, sabunlu ılık suyla çıka-
Ne var ki, güneşin kavuruşundan
tüm katmanları; sanatçılar, aydınlar,
mayacak kadar çok olacak, demok-
ağacın gölgesine sığınanlar, ulu bir
yazanlar, çizenler, vekiller, hekimler,
ratik talepler arzını yaratamayacak-
çınarın köklerini yeşertti. Öyle ki ben-
yargıçlar, avukatlar üzerlerine düşen
tı. Vaat ettiğiniz ekonomik ve siyasal
cileyin fidanlar can verdi de, öbek
payı alacaklardı. Bunca insanın söy-
liberalizme rağmen çoktan ikincisini
öbek sürü sürü çığlık çığlık kır çiçek-
lemine kulak vermek bir büyüklüktü,
ilkine tercih ettiğiniz anlaşılacak, siya-
leri, kilim kilim yayıldılar vatanın yaşla
bir erdemlikti, bir demokrasi gereğiydi
sal liberalizmi bir ayak bağı olarak gör-
sulanmış topraklarına. Umut ve inanç
oysa. Salt seçime indirgenemeyecek
düğünüz ortaya çıkacaktı. Askeri ve-
yüklü yüreklerin önünü ne sis perdele-
olduğunu Irak ve Afganistan model-
sayetten kurtulduğumuza dair naralar
ri durdurabilecekti ne de yaban biber
leriyle kolaylıkla kanıtlayacağımız de-
atılırken siyasi vesayet altında kaldığı-
tarlaları. Zira gelmişti kavurucu güne-
mokrasi, her bireyin eşit oy hakkına
mız su yüzüne çıkacak, yetmez ama
şin süpernovası.
eğitimli ve özgürlükçüydüler.
Sandığınız gibi politikadan anlamı-
FAALİYETLER
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
9
“YARGIYA MÜDAHALE EDİLEMEZ”
BASIN AÇIKLAMASI
22 Nisan 2013 tarihli Bizim Kocaeli Gazetesi’ nde, Kocaeli Adliyesi Hakimi Mesut ERBAŞ’ ın Halkevleri üyelerinin 2911
Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri
Kanunu’ na muhalefet nedeniyle gözaltına alınması sonrasında yapılan sorguları
sonucunda tutuklamayarak serbest bırakması sonrasında, polis memurlarınca
tutulan tutanağın Kocaeli Valiliği’ nce Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’ na gönderilerek, Hakim Mesut ERBAŞ’ tan şikayetçi
olunduğu haberi yer almıştır.
Belirtmek isteriz ki, 2911 Sayılı Kanuna muhalefet suçundan
şimdiye kadar gözaltına alınan tüm şüpheliler haklarında başkaca suç isnadı bulunmadığı takdirde kanunda öngörülen hükümler çerçevesinde tutuksuz yargılanmaktadırlar.
Her şeyden önce tutuklama kararı bir ceza değil, önlemdir.
Kural değil, istisnadır. Tutuklama kararı insanların özgürlük hakkını kısıtladığı için, mahkemelerce son derece dikkatli verilmesi
gereken kararlardandır. Bu sebeple, uluslararası hukukta, tutuklama kararı verilebilmesi için, kuvvetli suç işleme şüphesinin
varlığını gösteren olgular ile birlikte, şüphelinin kaçma ve delilleri
karartmasına yönelik kuvvetli şüphe hallerinin varlığının gerekli
olduğu kabul edilmektedir. Ülkemizde ceza yargılaması sırasında keyfi ve gereksiz tutuklamaların önemli bir sorun teşkil ettiği,
infaza dönüşmeye başlayan uzun tutukluluk süreleri sebebiyle
kişilerin adil yargılama hakkının ihlal edildiği, yüksek sesle dile
getirilmekte, bu sebeple yargı reformu kapsamında çıkartılan
yargı paketleri ile tutuklama konusunda yeni düzenlemeler getirilmektedir.
Halkevleri üyelerinin tutuksuz yargılanmak üzere serbest bı-
rakılmaları sonrasında, mahkeme hakimi
hakkında Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu’ na yapılan şikayet, yargıyı etkileme ve müdahale anlamına gelmektedir.
Yargı bağımsızlığına saygı duymak ve
yargı bağımsızlığına gölge düşürecek tutum ve davranışlardan özenle kaçınmak
öncelikle kamu görevi yapan kişi ve kurumların titizlikle uyması gereken bir kuraldır.
Yargının bağımsız ve tarafsız olması gerektiği her türlü tartışmanın dışındadır. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının gerekçesi
yargının işlevini yerine getirirken her türlü egemen güce karşı
korunmasıdır. Bu demokratik hukuk devleti anlayışının gereğidir.
Çünkü herhangi bir harici etki ve baskıya karşı korunamadığı sürece hakim adaleti hukuka uygun olarak dağıtamaz. Hakimi tek
bağlayıcı güç adalet anlayışı, hukuk ve vicdanı olmalıdır.
Anayasamızın 138. maddesinde “ Hakimler görevlerinde bağımsızdırlar. Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler ” denilerek yargı bağımsızlığı
güvence altına alınmıştır.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’ na yapılan şikayet sonrasında, yüksek kurulca Hakim Mesut ERBAŞ hakkında soruşturma açılması halinde bile, ilimizde yaşanabilecek benzer olaylarda Kocaeli Adliyesi’ ndeki tüm hakimlerin bundan etkilenerek
farklı kararlar verebilecekleri açıktır. Bu anlamıyla, yüksek kurula
yapılan şikayet, hakimlerin verecekleri tutuklama kararlarını etkilemeye yönelik açık bir müdahaledir.
Kocaeli Barosu olarak, bağımsız yargıyı etkileme çabasını kınıyor, hukukun üstünlüğüne ve yargı bağımsızlığına her zaman
sahip çıkacağımızı bir kez daha belirtiyoruz.
10
FAALİYETLER
“YENİ TÜRK TİCARET KANUNU”
KONULU SEMİNER YAPILDI
Baromuzun düzenlediği “YENİ TÜRK TİCARET KANUNU” konulu
seminer 11 Mayıs 2013 Cumartesi günü Gebze Ticaret Odası Konferans Salonu’nda yapıldı.
Sempozyuma konuşmacı olarak Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Özel Hukuk Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mehmet BAHTİYAR,
Kocaeli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi
Yrd. Doç. Dr. Levent BİÇER, Kocaeli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Aytaç KÖKSAL ve Kadir
Has Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Esra
HAMAMCIOĞLU katıldılar.
Meslektaşlarımız “YENİ TÜRK TİCARET KANUNU” konulu semineri ilgiyle izlediler.
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
KOCAELİ BAROSU 75. YIL
KÜTÜPHANESİ AÇILIŞ TÖRENİ
YAPILDI
Baromuzun 75. Kuruluş Yıldönümü sebebiyle, meslektaşlarımızın
katkılarıyla Yuvacık Levent Kırca - Oya Başar İlkokulu’ na yaptırılan “
KOCAELİ BAROSU 75. YIL KÜTÜPHANESİ “ nin açılış töreni 26 Nisan
2013 Cuma günü saat 10.00’ da Yuvacık Levent Kırca - Oya Başar
İlkokulu’ nda yapıldı.
Kocaeli Barosu 75. Yıl Kütüphanesi’nin açılış törenine Baro Başkanımız Av. M. Tamer SOLAKOĞLU, Başiskele Kaymakamı Ali PARTAL, Başiskele İlçe Milli Eğitim Müdürü Cemil AKKAYA, Başiskele İlçe
Emniyet Müdürü Adil ÖZTIRAK, Başiskele Belediye Başkan Yardımcısı Köksal AYABAKAN, Önceki Dönem Baro Başkanlarımızdan Av.
Tacettin DEĞER, Av. M. Bora ULUÇ, Av. Ersayın IŞIK, Baro Yönetim
Kurulu Üyelerimiz ve Baro Çocuk Hakları Merkezi Üyesi meslektaşlarımız katıldılar.
Saygı duruşu ve İstiklal Marşı ile başlayan açılış töreninde Yuvacık
Levent Kırca Oya Başar İlkokulu öğrencileri Kütahya ve Trabzon yöresi
halk oyunları gösterisi sergilediler. Oyunların ardından protokol konuşmalarına geçildi. Yuvacık Levent Kırca Oya Başar İlkokulu Müdür Vekili Halil Kocatürk konuşmasında, okullarına kazandırdığımız kütüphane
sebebiyle Baromuza teşekkür etti. Baro Başkanımız Av. M. Tamer Solakoğlu da konuşmasında, 1938 yılında kurulan Baromuzun bu yıl 75.
yıl kuruluş yıldönmünü kutladığımızı, Baromuzun kuruluşundan bugüne geçen süre içerisinde çağdaş demokratik hukuk devleti ve demokrasi hedefine ulaşmak için çalıştığını, ancak bu hedefe varabilmek için
öncelikle çocuklarımızın iyi eğitim almaları gerektiğine inandıklarını, bu
anlamda da bir sosyal sorumluluk olarak kuruluşumuzun 75. yılında bir
kütüphane yaparak eğitime az da olsa katkıda bulunmak istediğimizi
belirtti ve Kocaeli Barosu 75. Yıl Kütüphanesi’ nin çocuklatımıza yararlı
olmasını diledi.
Konuşmaların ardından Başiskele Kaymakamı Ali Partal, Baro Başkanımız Av. M. Tamer Solakoğlu’na kütüphanenin yapılmasına sağladığı katkı için plaket takdim etti. Daha sonra törene katılan protokol
üyeleri ve meslektaşlarımızca Kocaeli Barosu 75. Yıl Kütüphanesi’nin
kurdelesini kesilerek kullanıma açıldı.
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
“ÇALIŞMA YAŞAMININ GÜNCEL
SORUNLARI SEMPOZYUM V”
YAPILDI
Türkiye Barolar Birliği, Baromuz ve Kocaeli Üniversitesi tarafından düzenlenen ve bu yıl beşincisi gerçekleştirilen “ÇALIŞMA
YAŞAMININ GÜNCEL SORUNLARI” konulu Sempozyum, 04
Mayıs 2013 Cumartesi günü Kocaeli Ticaret Odası Meclis Salonu’nda yapıldı.
Kocaeli Barosu Çalışma Hukuku Komisyonu Başkanı Av. Dr.
Murat ÖZVERİ, Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. N. İlker ÇOLAK ve Kocaeli Barosu Başkanı Av. M. Tamer SOLAKOĞLU’ nun açılış konuşmalarıyla başlayan sempozyumda;
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi Tetkik Hakimi Bektaş KAR ve Melikşah Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Murat ŞEN
“Atipik İstihdam Sözleşmelerinin Geçerliliği”konusunda, Yargıtay
9. Hukuk Dairesi Tetkik Hakimi Şahin ÇİL “Atipik İstihdam Biçimlerinde Çalışanların Özlük Hakları” konusunda, Uludağ Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ahmet
SEVİMLİ “Kısmi Süreli Çalışanların Özlük Hakları”konusunda,
Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr.
Nurşen CANİKLİOĞLU “Atipik İstihdam Biçimlerinde Çalışanların Sosyal Güvenlik Hakkı” konusunda, Anadolu Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ufuk AYDIN”Atipik İstihdam Biçimlerinde Çalışanların Sendika ve Toplu Sözleşme Hakkı (Profesyonel Futbolcuların Örgütlenme Deneyimleri Işığında)”
konusunda tebliğler sundular.
Sempozyuma Yargıtay 9. Hukuk Dairesi Onursal Başkanı
Osman Güven ÇANKAYA, Yargıtay 10. Hukuk Dairesi Onursal
Başkanı
Necdet OKAY, Yargıtay’ ımızın İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku
Daireleri’ nin Başkan, Üye ve Tetkik Hakimleri, Akademisyenler,
Hakimlerimiz, Baromuz ve diğer kentlerden gelen meslektaşlarımız ile öğrenciler katıldılar.
FAALİYETLER
11
“2012 - 2013 DÖNEMİ STAJ EĞİTİM
PROGRAMI SERTİFİKA TÖRENİ”
YAPILDI
Baromuzun 2012 – 2013 Dönemi Staj Eğitim Programı Sertifika Töreni 24 Haziran 2013 Pazartesi günü KYÖD Sosyal Tesisleri’nde yapıldı.
Baro Başkanımız Av.M.Tamer SOLAKOĞLU’ nun ev sahipliğinde gerçekleşen sertifika törenine, Geçmiş Dönem Baro Başkanlarımız, yönetim kurulu üyelerimiz, staj eğitim programında
eğitim veren meslektaşlarımız ve stajyer avukatlarımız katıldı.
Törende staj eğitiminde görev alan eğitimci meslektaşlarımıza teşekkür belgeleri ile, staj eğitim programını tamamlayan stajyer avukatlara sertifikaları verildi.
Tören yapılan kokteyl ile sona erdi.
12
GEZİ’NİN HATIRLATTIKLARI
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
DEMOKRATİKLEŞME VE BARIŞ SÜRECİ
Av. Kezban HATEMİ
Bir Devletin Anayasasının, yasalarının,
yargı kurumlarının olması o devleti hukuk
devleti yapmaz ve o ülkede hukukun üstünlüğünü de sağlamaya yetmez.
Nitekim Uluslararası İnsan Hakları Hukuku bu konuyu özel olarak ele almıştır.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi insanın
zulum ve baskıya karşı son çare olarak
ayaklanmak zorunda kalmaması için İnsan Haklarının Hukuk Düzeni ile korunmasının temel bir gereklilik olduğunu vurgulamaktadır.
Bu ve buna benzer düzenlemeler İnsan
Haklarını güvence altına alma konusunda
devletlere önemli sorunlar yüklemektedir.
Sizin de çok iyi bildiğiniz gibi 12 Eylül 1980 sonrası büyük mağduriyetlerin
yaşandığı ülkemizde bu mağduriyetlerin 1402 sy Kanun nedeni ile mağduru
olan eşim Hüseyin Hatemi’nin büyük
bir haksızlığa uğraması yargı kararı
ile yeniden diğer meslektaşları ile üniversiteye dönmesi aşamasında bizim
mağduriyetimizin Diyarbakır Cezaevinde yaşanan mağduriyetlerle mukayese
dahi edilemeyeceğini idrak ettim.
O zamandan beri genç bir hukukçu
olarak her zaman mazlumun yanında yer
almaya çalıştım bu güne kadar da , haksızlığa karşı mücadele verdim.
Ülkemizdeki Kürk sorunu ile ilgili olarak
bölgede yaşanan ve maliyeti insan olan
hukuka aykırılıklar ve haksızlıklar ve cinayetler karşısında tavır aldım.
Dolayısı ile bu konu bölgeyi de yakinen
tanıyan bir hukukçu olarak hiç gündemimden düşmedi.
Bugün içinde bulunduğumuz süreçte
özellikle Uluslararası düzeyde Kürt sorunu çok tehlikeli yeni bir gelişmeyi potansiyel olarak bünyesinde barındırmaktadır.
Kürt sorunu kürtler ile devlet arasıda
bir siyasi sorun iken son dönemde sorun
hızla bir Türk-Kürt gerilimine, çatışmasına
ve toplumsal şiddet olaylarına dönüşme
tehlikesi göstermektedir.
Bu bağlamda toplumsal barışın tesis
edilmesi ve sorunun taraflarının birbirleri
ile konuşmalarının sağlanması amacı ile
çözümün oluşturulmasında şüphesiz hükümete, medyaya, Kürt ve Türk siyasilerine, aydınlara ve Sivil Toplum Örgütlerine
önemli roller düşmektedir.
Ancak, hepimizin çok iyi bildiği gibi
Türkiye’de gerçek anlamda Sivil Toplum
Örgütü yoktur.
Asıl olan kendiliğinden oluşan sivil insiyatiflerin bölgede kalıcı çözüm sürecini
desteklemesi ve barış sürecine katkıda
bulunmasıdır.
Dolayısı ile Akil Adamların görevi ve işlevi hiçbir talimat almadan bölge halkının
beklentilerini ve endişelerini hükümete
aktarmak ve köprü olmakdan ibarettir.
Geçtiğimiz yüzyılın sonlarında beliren ve sadece ekonomik ve kültürel
alanı etkilemekle kalmayıp doğrudan
siyaset yapma biçimini de değiştiren
yeni küresel ortam ülkeleri çok yönlü
bir adaptasyon zorunluğuyla karşı karşıya bıraktı.
Bu yeni oluşum barışçı ve uzlaşmacı bir yaklaşımı da siyasetin kurallarını
da demokrat bir çerçeve içinde yeniden
oluşturdu. Türkiye bu yapılanmaya Uluslararası ilişkiler açından hızlı biçimde uymakla birlikte aynı başarı iç siyasette gerçekleştirilemedi.
Uygulanması gereken Uluslararası
normlar Türkiye Cumhuriyet projesi ve yö-
netim geleneği açısından bir tehdit olarak
algılandı. Böylece kuramsal olarak bilinen
ancak nasıl yapacağını bilemeyen, bunları yapmaktan da idolojik olarak ürken bir
devlet yaklaşımı ortaya çıktı ve devletin
sıkıştığı en yoğun alan Kürt meselesi idi.
Uzun yıllar süren şiddet ortamının yarattığı baskı ve şiddet dili Kürt siyasetini de
tek düze hale getirdi.
Kürt sorununu görmezden gelen bir
devlet tavrı ile terör sorununa indirgedi.
Anayasa’nın başlangıç bölümü, Vatandaşlığın Türklük üzerine inşa edilmesi,
Türkiye Cumhuriyeti kavramını Türk devletine indirgemişdi.
Devletin Bölünmezliği anlayışı ise
Türklüğün dışında kalan hiçbir kültürel
kimliğin devlet tarafından eşitlik temelinde
görülmemesi ile sonuçlandı. Bu zihniyetin
altında oluşan Hukuk Sistemi Kürt Vatandaşlar açısından kötü niyet ve dışlanma
olarak algılandı.
Terör ve şiddet sebebi ile 40 bine yakın insanımız toprağa verildi.
İşte bu siyaset yapma biçiminin sürdürülebilirliğinin imkansız olduğunu anlayan
Hükümet SOSYAL RESTORASYON adını verdiği bir dönemi başlattığını söylemektedir.
Doğrusu Güneydoğu bölgesinde
çalışan biri olarak ciddi bir eleştiri almadığımız gibi son derece çoşku ve
sevgi ile karşılaştık.
GEZİ’NİN HATIRLATTIKLARI
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
Ancak eleştiri Demokratik toplumlarda
ve hukuk devletinde demokratik bir reflekstir.
Hakaret boyutuna geçmeyen her eleştiri şüphesiz sürece faydalıdır.
Sizin de çok iyi bildiğiniz gibi hükümetin karşısında maalesef güçlü bir muhalefet yoktur. Hemen her konuda siyasiler
sorunlara çözüm bulmak yerine sorun
üretmektedir.
Maalesef akil adamlar üzerinden muhalefet yapılmakta dolayısı ile bundan süreç zarar görmektedir.
Böyle bir dönemde sorunu siyasetin kısır çekişmelerin konusu olmaktan çıkartmak ve demokratikleşme sürecinde Kürt
sorununun Demokratik çözümüne yönelik
somut öneriler üretmek büyük önem taşımaktadır.
Akil insanların sürece katkısına gelince:
Her bölgenin hassasiyetleri ve beklentileri dikkate alınmakta özellikle toplumu
temsil eden çeşitli uzman, akademisyen
, bölgede etkin kanaat önderleri, siyasi
partiler, sivil toplum temsilcileri, vatandaş
, esnaf, kadın kuruluşları ile derinlikli görüşmeler yapılarak bölgenin kronikleşmiş
sorunları için konunun mağdurları ve aktörleri ile bilgi ve görüş alınmaktadır. Yapılan görüşmelerde toplumun hemen her
kesimini kapsayıcı bir yöntem izlenmiş
“radikal ve marjinal” addedilen guruplar
ve görüşler dahi dikkate alınmıştır. Var
olan farklı kesim ve kültürler arasında
yapılan görüşmeler sonucunda farklı taleplere rağmen hemen hepsinin ortak talebi barıştan ve sürencin hızlanmasından
yana olduğu gözlemlenmiştir.
Bölgede Akil İnsanların görevlendirilmesi, beklentilerin ve endişelerin aktarılması ve böyle bir sivil insiyatifin ve
araştırmanın başlatılması halkda ciddi
beklentiler yarattığı gözlemlenmiştir.
Şüphesiz hazırlanacak rapor Kamuoyu ile paylaşılacaktır.
Tüm bölgelerde çalışan heyetler
son derece şeffaf çalışmakta ve yazılı
13
ve görsel medya tarafından da yakinen
takip edilmektedir. Barış süreci zor bir
süreç olup sürecin doğası gereği gizli
bazı hususlar gizli olabilir.
Hukukçu kimliğimle Demokratik
Sosyal Hukuk Devletinde ifade özgürlüğü ve temel hak ve hürriyetler karşı
her türlü engellemeyi ve şiddeti kabul
etmem mümkün değildir.
Toplumsal barışı sağlamak için
herşeyden önce Sivil Anayasa’nın ve
buna bağlı hukuksal reformun yapılması sürecin doğasından kaynaklanan
bir gerekliliktir.
Şüphesiz heyetlerin bazı tavsiye ve
öneriler raporda yer alacaktır.
Süreç tahmin edilenin ötesinde son
derece iyi ve verimli bir şekilde ilerlemektedir. Bu süreç içinde kamuoyunun endişelerinin azaldığı çok açık bir şekilde gözlemlenmektedir.
Teşekkürler.
“SENDİKA HAKKI TEMEL BİR SOSYAL HAKTIR”
BASIN AÇIKLAMASI
Sanayiye doğasını, havasını, yaşam biçimini feda eden kentimize, bu fedakarlığı
karşısında vaat edilen tek şey istihdam ve
istihdama bağlı gelir artışı olmuştur. Kocaeli halkı, insana yakışan bir işte alın terini
dökerek insanca yaşayabilme umudu ile
sanayi için bedel ödemeyi göze almıştır.
Ancak, kentimizde bugüne kadar çalışma
hayatında yaşanan olumsuzluklar göze alınan bu bedelin karşılığı olmamıştır.
Uluslararası Çalışma Örgütü ILO tarafından uygun iş; insanların yeteneklerine uygun bir işte kendileri ve aileleriyle birlikte insan
onuruna yakışır bir ücretle çalıştıkları ve örgütlenme hakkını kullanabildikleri iş olarak tanımlanmaktadır. Bu tanıma uygun çalışma
yaşamını şekillendirme gayretleri dünyada olanca hızı ile gelişmektedir.
Dünyadaki bu gelişmeye rağmen üzülerek görüyoruz ki, gerek
ülkemiz genelinde, gerekse kentimizdeki yaygın anlayışa göre insanca bir iş, işverenlerin keyiflerine göre ücretleri belirledikleri, çalışma koşullarını şekillendirdikleri bir iş olarak tanımlanmaktadır.
İşçilerin örgütlenme hakkına saygı duymayan, örgütlenme hakkını
kullandığı için işçileri işten çıkartan, işçilerin sendika seçme özgürlüğünü ayaklar altına alıp, işçileri kendi istediği sendikaya üye olmaya zorlayan bir işveren anlayışını hukuken de, sosyal olarak da kabul etmek, anlayışla karşılamak bu günün dünyasında ve evrensel
hukuk ilkeleri kapsamında olanaklı değildir.
Ne yazık ki, geçmişte benzer örneklerine rastladığımız ve son birkaç ay içerisinde
kentimizde de çağ dışı bu anlayışın kendisini kurumsal işyeri olarak tanımlayan işyerlerinde de uygulanmaya başladığını görmekteyiz. Bir işyerinde işçilerin sendika seçme
özgürlüğüne müdahale edilerek, sendika
üyesi işçiler işten çıkartılarak, işçiler işverenin desteklediği bir sendikaya üye olmaya zorlanmakta, diğer bir
işyerinde ise sadece sendikaya üye oldukları için işçiler işten çıkartılmaktadırlar. Bu uygulamalar kabul edilebilir tutum ve davranışlar
değildir.
Belirtmek isteriz ki, örgütlenme ve sendika hakkı temel bir insan
hakkıdır. Sendika özgürlüğü olmadan sendika hakkı olmaz. İşverenden, devletten bağımsız olmayan bir sendikaya da sendika denilemez. İşçiler sendikalı olma ya da olmama haklarını işverenden
bağımsız olarak kullanma hakkına sahiptirler. Bu hakkın engellenmesi ise suç teşkil eder.
Kocaeli Barosu olarak, tüm işverenleri işçilerin örgütlenme ve
sendika hakkına saygılı olmaya çağırıyor, Anayasa’ dan ve evrensel hukuk ilkelerinden kaynaklanan temel hak ve özgürlüklerini
kullanan emekçi kardeşlerimizin yanında olduğumuzun bilinmesini
istiyoruz.
14
GEZİ’NİN HATIRLATTIKLARI
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
Meslektaşlarımıza Gezi Eylemlerini
ve Sonrasını Sorduk
Av. Kağan ÖZDEM
Gezi Parkı Eylemlerinin demokratikleşme sürecine katkısı ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Gezi Parkı eylemleri,
parktaki ağaçların kesilmesine engel olmak için sivil ve pasif olarak
direnen bir avuç gencin çadırlarının yakılması
üzerine ve buna tepki olarak gelişen sivil protestoya son derece aşırı ve her türlü sınırları aşan
polis müdahalesi ile patlak veren ve ülke çapında yayılan toplumsal protesto ve eylemlerdir.
Gezi Parkı eylemleri, özellikle genç kesimin her
türlü siyasi ögeden bağımsız olarak tepki vermesi noktasında önemsenmesi ve tüm siyasi
aktörlerin ders çıkarması gereken eylemlerdir.
Öte yandan hükümetin, yerel idarecilerin ve
özellikle emniyet güçlerinin olayların büyümesini
engellemek bir yana büyüten tavır ve davranışları Türkiye’de idarelerin sivil protestolara karşı
ne kadar duyarsız ve tepkisel olduklarını da göstermektedir. Kuşkusuz ki demokrasilerde protestolar olacaktır, olmalıdır. Demokratik gelişmişliği
gösteren de devletlerin sivil protestolara karşı
gösterdikleri tahammül sınırlarıdır. Bu yönden
gezi parkı eylemlerinin Türkiye’ deki demokratikleşme sürecine olumlu katkı sağladığı kanaatindeyim.
Eylemler sırasında devletin eylemcilere olan
müdahalesini anayasal haklar bakımından
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şiddet içermeyen her türlü protesto doğal ve
anayasal bir haktır. Gezi Parkı protestolarında
Devletin son derece aşırı ve anlamsız müdahalelerde bulunduğu tartışılmayacak derecede
gözler önündedir. Olayları sakinleştirmesi beklenen yöneticilerin olayları kışkırtıcı ve açıkça
provakatif söylemleri tepkinin artmasına olayların büyümesine yol açmıştır. Kişilerin protesto
da dahil anayasal haklarının kullanılmasının
engellenmesi Demokratik bir Hukuk Devletinde
kabul edilebilecek bir durum değildir.
İstanbul Adalet Sarayı’nda Gezi Direnişine
destek eylemleri esnasında 44 avukatın gözaltına alınması ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Açıkça Türkiye’ de siyasetin Hukuk’un üstüne
çıktığının ve yok saydığının çok acı ama açık bir
göstergesidir. Şiddetle kınıyorum.
Gezi ile başlayan bu sürecin ‘demokratik çözüm
sürecine ‘ ve ‘ yeni anayasa yapım çalışmalarına’ olası etkileri ile ilgili neler diyebilirsiniz?
Türkiye de belirli bir kesimin sorunlarının çözülmeye (!!!) çalışıldığı süreç “Demokratik çözüm
süreci” olarak adlandırılmakta. Ancak ülkemizde değişik kesimlerin farklı sorunları olduğu ve
her kesim için ayrı demokratik çözüm süreçleri
aramanın ve yaratmanın da anlamsız olduğu
kanaatindeyim. Gezi Parkı Protestoları ülkedeki demokrasi ve hukuk sorununun tüm kesimler
için ortak sorun olduğunu ortaya koyan gösteren
çok önemli bir süreç bir gösterge olmuştur. Bu
nedenle ortak çabanın Ülkemizdeki Demokrasi
çıtasının yükseltilmesi yönünde olması bir gereklilik bir zorunluluktur. Ve bunun yolunun ülkedeki tüm kesimleri kapsayan ve gözeten sivil,
demokratik ve çağdaş bir anayasadan geçtiği de
muhakkaktır. Aksi halde ikinci sınıf demokrasimizle yarınlarımızı da kaybedeceğiz ve tüm siyasi aktörler de bu vebali taşıyacaklardır.
Av. Erol PEKCAN
Gezi Parkı Eylemlerinin demokratikleşme sürecine katkısı ile ilgili ne düşünüyorsunuz.?
Niyet okumak gibi bir huyum yok ama soruların
bir kısmının eksik ve maksatlı olduğunu ifade
ederek sözlerime başlarsam kendime haksızlık
etmemiş olurum.
Genel olarak toplantı ve gösteri haklarının ve
kullanılmasının demokratik mekanizmanın gelişmesi ve kurumsallaşmasına katkı sağlayacağını düşünüyorum. Toplumun her kesiminin
düşüncesini, kaygılarını ifade etmesinin zemini
her açıdan güvenlikli olmalıdır. Hakların ve düşüncelerin kullanılmadığı ve ifade edilmediği zeminler, herkes için kaygı vericidir. Çoğunluğun
yönetimine herkes saygı göstermelidir. Buna
mukabil azınlık hakları en az çoğunluk hakları
kadar teminat altında olmalıdır. Haklar kullanılırken başkalarının ve kamunun hakları ihlal
edilmemeli, devletin sınırlandırmaları ise keyfi
değil hukuk kuralları içerisinde olmalıdır. Hakların kullanımında özgürlük esas, sınırlama istisna
olmalıdır. Toplum kesimleri olarak ta her hak kullanımı varlığımıza bir tehdit olarak görmeyip özgüven, sabır ve tahammülle karşılayabilmeliyiz.
Bu meyanda gezi parkı eylemlerinin başta yöneticiler olmak üzere herkes tarafından bütün
yönleriyle sağlıklı bir şekilde okunmasında ve
geleceğe dönük sonuçlar çıkarılmasında fayda
görüyorum. Zaten yeterince kamplaşmış bir ülkeyiz. Gezi parkı eylemleri üzerinden toplumun
yeni bir bölünmeler yaşaması hiç kimseye yarar
sağlamaz. Bu toraklarda birlikte yaşama iradesi
olan kişiler olarak kendimiz için istediğimizi başkaları için istemeli ve buna göre davranmalıyız.
Mutlaka Gezi parkı eylemlerinin iç ve dış faktörlerini birlikte ve eşzamanlı değerlendirmemizde
yarar vardır. Gezi eylemlerini ne salt komploya
bağlamak nede tamamen masum ve demokratik eylemler olarak okumak yanlış ve eksik olur.
Eylemlerin sebeplerini, gelişimini, amaçlarını,
katılanlarını, yönlendirenlerini, fırsata dönüştürüp kullananları, bunun üzerinden hükümetle ve
egemenlerle hesaplaşanları, siyasi yankılarını
iyi analiz edersek ülke barışına, demokratikleşmeye katkı sağlayacak sonuçlar çıkarabiliriz. Bu
olayları bütün yönleriyle en iyi şekilde okuması ve sonuçlar çıkarması gerekenin başında da
iktidar partisinin geldiğini düşünüyorum. Çünkü
tarihten gelen ana sorunlar başta olmak üzere ülkenin her ferdinin özgür, eşit, refah içinde
onurluca yaşamasını sağlama görevi ona aittir.
Diğer bir ifade küfe onun sırtındadır. Başkalarının sorumsuzluğu, iktidarın yükünü ve sorumluluğunu daha artırmaktadır. Korkuların gerçek olmaması algıların gerçek olmadığını göstermez.
Yersiz ve haksız algıları bertaraf etmek devlete
düşüyor. Bu olaylar sebebiyle hükümetin otoriterleşeceğinden korkanlar ve hatta ümit edenler
İnşallah yanılacaklardır.
Eylemler sırasında devletin eylemcilere olan
müdahalesini anayasal haklar bakımından
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslolan devlet değil insandır. Kutsal olan da devlet değil insandır. Şeyh Edebalinin Osmangazi
Nasihati olan “ Ey Oğul İnşanı Yaşat ki Devlet
Yaşasın” sözünü önemli buluyorum. Bu çerçevede insan hayatının önemini bilen kişiler olarak
en şerefli varlık olan insana en başta hazreti
insan gözüyle bakıyorum. İnsan insanın kurdu
olmamalı.
Bunun yanında devlet kötüdür, anlayışı ile hareket edip soyut bir mekanizma üzerinden farklı
kesimlerle hesaplaşma içine girilmesini de doğru
bulmuyorum. Gücü temsil eden devletin hukuk
ve demokratik mekanizmalarca sınırlandırılmasının bireyin menfaatine olduğu yadsınamaz
bir gerçektir. Devlet yönetiminde bulunanlar bu
gücü rakiplerini ezme ve sindirme amaçlı kul-
GEZİ’NİN HATIRLATTIKLARI
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
lanmamalıdır. Bu anlamda devlet yöneticilerinin
eylemcilere karşı kullanılan dile ve yöntemlere
azami derecede dikkat etmesi gerekir. Dostun
gülü düşmanın taşından ağır olduğu gibi Dil yarası Kurşun yarasından ağırdır. Zafiyet içinde olmadan, suhuletle, kötülükleri dahi en güzel şekilde bertaraf etmek devlet yöneticileri, sorumluluk
makamındaki diğer kişilere ve hatta toplumun
her ferdine düşen bir görevdir.
Bu çerçevede Gezi Parkı eylemlerinin başlangıcında polisin orantısız güç kullanması vicdan
sahibi hiç kimse kabul edilemez bir durumdur.
Hukuk dışına çıkan devlet memurlarının şeffaf
bir şekilde cezalandırılması devleti yönetenlerin
topluma karşı borcu ve ödevidir. Bu meyanda
Eskişehirdeki olayda geç olsa hukuki sürecin
şeffaf bir şekilde işlemesini önemsiyorum.Bilindiği üzere Hukuk devletinde ihkakı hak yasaktır.
Hukuk devleti görevini yapmazsa meydan, Mısırda Baltacılara kaldığı ülkemizde de Palacılara
kalır. Kaybeden ise hepimiz oluruz.
Göstericilerin şiddete başvurmaları ise kendi
masumiyetleri ve demokratik meşruiyetlerine
gölge düşürmüştür. Eylemleri kendi meşruiyetinden çıkarıp AK Parti ve özellikle Başbakanı
devirme isyanına çevirmek, Ankara ve Dolmabahçede eşzamanlı ve planlı şekilde Başbabanlık Ofisini ele geçirme eylemine dönüştürmek
Devletin orantısız güç kullanımından daha fazla
eylemlere zarar vermiş ve eylemlerin toplumsal
ve demokratik meşruiyetini yok etmiştir. Esnafın
zarara uğratılması, yerli ve yabancı turistlerinin
seyahat özgürlüğü başta olmak üzere diğer anayasal haklarını kullanamamaları, orada yaşayanların rahatsı edilmeleri, kamu alan ve araçlarına zarar verilmesini kabul etmek mümkün
değildir. Ayrıca Gezi Parkı eylemlerine destek
olmayanların siyasi linçe uğraması, aşağılanması, katılanlardan farlı düşünlerei de demokratik
bir olup buna da eylemcilerin saygı göstermesi
gerekmez mi? Eylemi desteklemek nasıl bir hak
ise karşı olmakta bir haktır.
Buradan hareketle her eylemi güvenlikçi bir anlayışla yasaklamak da doğru değildir. Barışçıl ve
demokratik eylemlere müdahale edilememelidir.
İstanbul Adalet Sarayı’nda Gezi Direnişine destek eylemleri esnasında 44 avukatın
gözaltına alınması ile ilgili ne düşünüyorsunuz ?
Avukatlık Mesleğinin toplumsal adaletin sağlanmasında ve hukuk devletinin yaşama geçirilmesinde önemi tartışma götürmez. Biz avukatlar
şahsımız için ayrıcalık istemiyoruz. Mesleğimiz
toplumsal saygınlığı bize ne kadar sorumluluk
yüklüyorsa devlet yöneticilerine de o kadar
sorumluluk yüklemektedir. Avukatlarda suç işleyebilir. Avukatlar içerisinde suç işeyenler olduğunda nasıl davranılacağı bellidir. Bu gibi
durumlarda bu usullere titizlikle riayet edilmesi
gerekir. Bu avukatlara sert biçimde müdahele
edilerek Avukatın yaka paça götürülmesi hem
devletin imajına hemde hukuk devletine zarar
vermektedir.
Bununla birlikte Gezi Eylemlerine destek amacıyla Adalet Hizmeti görülen Adliye içerisinde
adalet hizmetine engelleyecek tarzda eylem
yapmak ta bu eylemlere öncülük eden ve katılan Avukatlara yakışmamıştır. Kanaatime göre
Avukatlar Cüppeleriyle eylemleri ancak kendi
meslekleri ile ilgili sorunların çözümündeki eylemlerde kullanabilmeliler bunun dışındakilere
ise cüppeleriyle katılmalarının doğru bulmuyorum.
Gezi ile başlayan bu sürecin ‘demokratik
çözüm sürecine ‘ ve ‘ yeni anayasa yapım
çalışmalarına’ olası ile etkileri ile ilgili neler
diyebilirsiniz?
Yaşanan bu olayları aşabilmenin yolu geriye gitmek değil daha ileriye doğru bir hamle yapmaktır. Hiç gerekçe hele ki gezi olayları Türkiye’ nin
ayağındaki prangayı kıracak olan “ barış ve kardeşlik için birlikte çözüm sürecine “ ve Yeni ve
yaşanabilir bir ülkeyi inşa sürecinin temeli olan
demokratik ve katılımcı “ Yeni Anayasa” sürecini
engelleme bahanesi olmamalıdır. Aksi halde sorumlular tarih ve tolum vicdanında mahkum olurlar. Bu tür olaylar gerekçe gösterilerek çözümü
zamana bırakılmamalıdır.
Aksine bu olaylar göstermiştir ki yukarıda bahsedilen konular dahil diğer ana sorunlarımızı hep
beraber acilen çözmeliyiz. Bu yapamazsak bu
topraklarda birlikte yaşamımız daha zorlaşır ve
gelecek nesillere karşı da görevimizi yapmamış
oluruz. Heleki her şeyin bize emanet olduğunu
düşünen bizler bu konuda gövdemizi taşın altına
koymalıyız.
Herkes bizim gibi zorunda değilse de toplum
genel vicdanı bu iki ana meselede çözüm makamımda olanların yanındadır. Bu büyük fırsatın
kaçırılmayacağına inanıyor ve bu gibi ana meselelerin çözümüne öncülük eden başta Sayın
Başbakan ve Hükümet ile BDP yetkilileri ve diğer STK ve kesimlere teşekkür ediyor, başarılar
diliyorum.
Ayrıca ülkenin önemli sorunları konusunda düşüncelerimizi paylaşmamıza vesile olan başta
Baro Başkanımız ve yönetimi olmak üzere Dergiyi hazırlayan Yayın Komisyonu üyelerine teşekkür ediyor saygılar sunuyorum.
Av. Bahar Gültekin CANDEMİR
Gezi Parkı Eylemlerinin demokratikleşme sürecine katkısı ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Gezi Parkı eylemleri ilk bakışta park ile ilgili hukuki sürece karşı hükümetin vaki mukavemetine bir tepki olarak gözükse de aslında halkın
önemli bir kesiminin süreç içerisinde yaşanan
anti demokratik yaklaşım ve uygulamalara duyduğu tepkinin bir tezahürüdür. Demokratikleşme
sürecine bir katkısı olur mu bilememekle birlikte
bu toplumsal hareket demokrasi özleminin bir
sonucudur.Maalesef muhataplarınca doğru algılanmadığı sürece bu hareketin topluma yansıyan bir tezahürü olamayacağı kanaatindeyim
.Ancak olumlu sonuçları önümüzdeki yıllarda
muhakkak topluma yansıyacak ve 90 kuşağının
15
başlattığı ve hepimizi içine çeken bu hareket
olgunlaşacak,organize olacak ve ülke yönetiminde söz sahibi hale gelecektir.
Eylemler sırasında devletin eylemcilere olan
müdahalesini anayasal haklar bakımından nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Devletin eylemcilere karşı müdahalesinin, orantısız ve hukuka aykırı, evrensel tüm hukuki
kuralları ihlal eden nitelikte olduğu ortadadır.
Bununla birlikte Anayasa Madde 34.”Herkes,
önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”hükmü gereğince mevcut hükümet
vatandaşın gezi parkı olaylarındaki toplantı ve
yürüyüş hakkına müdahale de bulunmuştur.
Yine gezi olayları ve diğer anti demokratik uygulamalar hakkında düşüncelerini açıklayan ve
toplantılara katılan kimselere orantısız güç uygulayarak, Anayasa Madde 25 ‘. Düşünce ve
kanaat hürriyeti’ ve Madde 26’ Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti’ hükümlerini ihlal etmiştir
Ayrıca bu hükümleri ihlal etmek sureti ile Anayasa Madde 15 de düzenlenen Temel Hak ve
Özgürlüklerin istisnai olarak durdurulmasını öngören hükmüne aykırı davranmıştır.
Bununla birlikte Anayasa 17 maddesine aykırı
davranarak kişi dokunulmazlığı , maddi ve manevi varlığına hukuka aykırı bir şekilde müdahale etmiştir.
Yine Anayasa Gezi Parkı ile ilgili açılan davada
verilen Yürütmeyi Durdurma kararına rağmen
Topçu Kışlasının yapılacağı ısrarla ifade edilerek, İdarenin Yargısal Denetimini düzenleyen
Anayasanın 125. Maddesine aykırı hareket etmiştir.
İstanbul Adalet Sarayı’nda Gezi Direnişine
destek eylemleri esnasında 44 avukatın gözaltına alınması ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Bu husus mevcut iktidarın hukuka, Yargıya ve
Yargının unsurlarına bakış açısını ortaya koymaktadır. Bir süredir Avukatlara karşı devam
eden hukuka aykırı politikanın devamı niteliğinde olan bu hareket çok üzücü ve düşündürücüdür. Hak arama özgürlüğünün garantörü
durumundaki Avukatlar Adliyenin içerisinde darp
edilmiş, ellerine kelepçe takılarak Adliye dışına
çıkarılmıştır.Bu hareket ile Adalet darbe almış ve
yaralanmıştır.Dolayısı ile konu ile ilgili olarak gerekli İdari ve Cezai takibatın ivedilikle yapılması ve sorumlular hakkında gerekli yaptırımların
uygulanması sadece meslek onuru ve menfaati
gereği değil Adaletin gereğidir
Gezi ile başlayan bu sürecin ‘demokratik
çözüm sürecine ‘ ve ‘ yeni anayasa yapım
çalışmalarına’ olası ile etkileri ile ilgili neler
diyebilirsiniz?
Gezi olayları ile başlayan süreçte sergilenen tavır, toplumun önemli bir kesimi tarafından eleştirilen ve hükümet tarafından da anti demokratik, darbe Anayasası olarak nitelenen mevcut
Anayasadaki Temel Hak ve Özgürlüklere ilişkin
hükümlere dahi açıkça aykırı hareket edilmiş olması gerçekliği karşısında, mevcut hükümetin
demokratik Anayasa söyleminin samimiyetinin
tartışılması gerekliliğini ortaya koymuştur. Bu
anlamda güven bunalımı yaratıldığı ortadadır.
Söylem ve eylem paralelliğinin olmayışı, yakın
zamanda sergilenen ve sergilenmeye devam
eden anti demokratik ve hukuka aykırı müdahaleler bu konudaki toplumsal iyimserliğe darbe
vurmuştur.
16
GEZİ’NİN HATIRLATTIKLARI
Av. Mehmet Ali KARAASLAN
Gezi Parkı Eylemlerinin demokratikleşme sürecine katkısı ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
27 Mayıs 2013 tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından Taksim Yayalaştırma Projesi
kapsamında yürütülen çalışmalara karşı görünürde Taksim Dayanışması isimli organizasyonun öncülüğünde başlatılan ve yaklaşık bir aylık
periyotta başta İstanbul ve Ankara olmak üzere
ülkenin birçok bölgesinde muhtelif ölçeklerde
sürdürülen sokak gösterilerinden geriye şimdilik,
biri güvenlik görevlisi altı yurttaşın trajik ölümünün yanında yarım yüzyılı aşan demokratikleşme sürecine ilişkin fevkalade karamsar bir tablo
kaldığı düşüncesindeyim.
Sorunuzun bağlamından kopmamak adına olayların çıkış sebeplerine ilişkin değerlendirmede
bulunmaksızın belirtmek gerekir ki Gezi Parkı
dolayısıyla yaşanan sürecin sonunda toplumda
uzun süredir yumuşak bir şekilde varlığını sürdüren kutuplaşmalar bir anda keskinleşti. Bireysel
demokratik taleplerin dışavurumu olarak başlayan gösterilerin çok kısa bir süre içerisinde yerini
demokratik süreçleri yok sayan ve muhtelif renk
ve tonlarda totaliter rejimler kurgulayan marjinal
parti ve örgütlerin önderlik ettiği mini bir ihtilal
provası görüntüsüne bürünmesi, sıradan işinde
gücünde insanların mesai saatlerinden sonra
ciddi bir asayiş problemi haline gelmesi ülke tarihinde yeni bir sayfa olarak yerini aldı.
Olayların meydana getirdiği gerginlik sonucu aileler, akrabalar, dostlar-arkadaşlar birbirleriyle
ciddi iletişim problemleri yaşar hale geldiler. Tabiri caizse hayli uzun süren tek parti iktidarının
yol açtığı görece politik istikrar sebebiyle ülkede sıkışan fay hatları bir depremle yeni yerlerine oturdu. Yaşananlar bir ülkenin ne kadar kısa
sürede savaşa müsait bir ortama dönüşebileceğinin, birlikte yaşayan insanların bir anda nasıl
kolayca birbirlerini yok etmek isteyebileceğinin
mini bir ön gösterimi oldu.
Yaşananlar, ülkemizde kahir ekseriyetle hadiselerin kendi bağlamından ziyade mensubiyetler üzerinden değerlendirildiği gerçeğini bir kez
daha gözler önüne serdi. Yine sosyolojik olarak
grup çıkarları uğruna feda edilemeyecek neredeyse hiçbir “değer”in olmadığı da kendini gösteren bir başka gerçeklik oldu. Bu çerçevede
Taksim Dayanışması isimli organizasyon tarafından eylemlerin görünür gerekçesi olan Taksim Yayalaştırma Projesinin iptaline ilişkin açılan
davada Mahkemece 6 Haziran 2013 tarihinde
yürütmeyi durdurma kararı verildiğinin bilinmesine rağmen günlerce bu konuda hiçbir açıklama
yapılmaması, aynı şekilde Mahkemenin de ge-
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
rekçeli yürütmeyi durdurma kararını resmen tebliğ etmek için yaklaşık 1 ay beklemesi, bu süreç
içerisinde yaşananlar dikkate alındığında cevabı
aranması gereken son derece manidar tutumlar
olarak not edilmelidir.
Bu minvalde hadiseler ve ortaya çıkardıkları sonuçların demokratikleşme süreçleriyle olumlu bir
ilişkisinin olamayacağı açıktır. Çok kısa sürede
çığırından çıkabilecek bir ülke görüntüsü ancak
demokratik süreçlere tahammülsüzlüğün ve olgunluktan yoksunluğun ifadesi olabilir.
27 Mayıs’ta başlayıp Ramazan ayının ilk günlerine kadar devam eden ve şimdilik sona ermiş
gibi görünen bu sürecin Türkiye’nin yarım asırlık
demokratikleşme süreciyle olumlu bir etkileşim
içerisinde olabilmesi sorumluluk sahibi tüm kişi
ve kurumların nasıl bir ülke tasavvuruna sahip
olduğu hususunda ivedilikle değerlendirmelerini
yaparak yaşananlardan gerekli dersleri çıkarmaları ve demokratikleşmenin kendinden ziyade
ötekiyle ilgili bir süreç olduğu hususunu bu kez
altını daha da kalınca çizerek hatırda tutmalarıyla mümkün olabilecektir.
Eylemler sırasında devletin eylemcilere olan
müdahalesini anayasal haklar bakımından
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yaklaşık bir aylık süreçte yaşanan eylemleri bütünüyle tek bir kategoride değerlendirmek doğru
olmayacağı gibi kolluk kuvvetlerinin farklı zaman
ve zeminlerde gerçekleştirdikleri müdahaleleri
de tek bir kategoride değerlendirmek de doğru
olmayacaktır. Yer yer çok kritik ve yerinde müdahalelerin kamu düzeninin sağlanmasında çok
önemli işlev gördüğü gerçeği, çoklukla hiçbir
şekilde izahı mümkün olmayan, şiddet gösterisi
şeklinde kendini gösteren orantısız kolluk müdahalelerinin gölgesinde kalmıştır. Özellikle bir
müdahale aracı olarak gaz kullanımında ortaya
çıkan fütursuzluk, yol açtığı sonuçlar itibariyle
gösterilere ilişkin doğru-yanlış, haklı-haksız ayrımı yapmayı imkansız hale getiren ciddi bir sorun
haline gelmiştir.
İstanbul Adalet Sarayı’nda Gezi Direnişine destek eylemleri esnasında 44 avukatın
gözaltına alınması ile ilgili ne düşünüyorsunuz ?
Avukatların adliye binasından zorla alınarak emniyet müdürlüğüne götürülmesi, sorunuzda “gezi
direnişi” olarak tavsif edilen sokak gösterilerinden bağımsız olarak değerlendirilmesi gereken
ve başlı başına suç teşkil eden bir adli ve idari
eylemdir. En yüksek perdeden itiraz edilmesi ve
sorumlularının hukuk önünde hesap vermeleri
için gerekli tüm girişimlerin yapılması gereken
bu uygulamanın tekrarının engellenmesi topyekün bir karşı koyuşla mümkündür. Bunun için de
avukatlara yönelik bireysel ve idari hak ihlallerinde meseleyi hakkı ihlal edilen avukat/ların içinde bulunduğu durumu - sorunuzda olduğu gibi
- olumlayarak veya başka mecralarda yapıldığı
gibi olumsuzlayarak değil, bağlamından bağımsız olarak değerlendirmek ve bizatihi yasaların
avukatlara tanıdığı hukuki korumanın ve dolayısıyla hukukun savunulması şeklinde ele almak
ve bu doğrultuda tavır geliştirmek gerektiği düşüncesindeyim.
Gezi ile başlayan bu sürecin ‘demokratik
çözüm sürecine ‘ ve ‘ yeni anayasa yapım
çalışmalarına’ olası ile etkileri ile ilgili neler
diyebilirsiniz?
İlk sorunuza ilişkin olarak ifade etmeye çalıştığım
gibi her ne kadar yaşananların, katılımcıları tarafından mevcut kitle partilerinin dışarıda tutulduğu, yeni ve muhalif bir hareketin eseri gösteriler
gibi görünse de esas itibariyle çoğunlukla marjinal parti ve örgütlerin önderlik ettiği sürdürülebilir
politik bir hareket potansiyeli taşımaktan ziyade
kutuplaşmaların ortaya çıkardığı, duygusal yönü
önde marazi bir eylemsellik olduğu kolayca anlaşılmaktadır. Bu nitelikteki bir hareketliliğin şimdi
ya da tekrarı halinde‘demokratik çözüm sürecine‘ veya ‘yeni anayasa yapım çalışmalarına’
olumlu ya da olumsuz bir etkisi olacağını düşünmüyorum. Eylemleri ortaya çıkaran motivasyon
Kürt sorununa veya gerçekleştirilmesi hedeflenen yeni toplumsal sözleşmeye dair herhangi bir
ilgi/bağ içermemekte veya bunu dillendirmemektedir. Somut bir örnek olarak eylemlerin sözcülüğünü üstlenen Taksim Dayanışması isimli organizasyonun hiçbir açıklamasında ‘demokratik
çözüm süreci‘ veya ‘yeni anayasa yapım çalışmaları’ kendisine yer bulabilmiş değildir. Esasen
sosyal, siyasal, ekonomik veya bir başka düzlemde sınıfsal veya türdeş bir nitelik taşımayan
kalabalıkların eylemsel birlikteliğinin söz konusu
süreçlere etki edebilecek kararlı bir politik mecra
haline gelmesi mümkün değildir. Bilakis demokratik çözüm sürecinde ve yeni anayasa çalışmalarında kaydedilecek her aşamanın hangi saikle
olursa olsun yaşananların tekrar etmesine mani
olacağı kanaatindeyim.
Av. Şinasi SARI
Gezi Parkı Eylemlerinin demokratikleşme sürecine katkısı ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Elbette demokrasi testi yapılmıştır zannımca.
İktidar gücünüz ne olursa olsun, demokrasi nin
çoğunluğun diktası olarak kullanılmayacağına
dair bir işaret olmuştur bu eylemler.Ancak; süreç demokratik zeminde iyi yönetilemediği ve
çok başlılık olduğu için sonu başını nötrlemiştir
bence.Zira, bu zeminden pay devşirmeye çalışan suiniyetli zihniyetlere fazlaca prim verilmiştir
kanımca.
Eylemler sırasında devletin eylemcilere olan
müdahalesini anayasal haklar bakımından
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Orantısız güç kullanımı ve her zamanki gibi polisin bir noktadan sonra kontrolden çıkması söz
konusu olmuştur. Bu durum anayasal zeminde
meşruiyetini kaybetmiştir elbet.Her ne kadar ilk
gün yapılan müdahaleler haksızlık teşkil etmiş
ise de ( zaten eylemleri birden çığ gibi büyüten
de bu olmuştur!); daha sonraki müdahalelerde
sürecin kötü yönetilmesinden kaynaklı sabote edici tavırların da büyük katkısı olmuştur bu
sertliğe.
GEZİ’NİN HATIRLATTIKLARI
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
İstanbul Adalet Sarayı’nda Gezi Direnişine
destek eylemleri esnasında 44 avukatın gözaltına alınması ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Avukatların hele ki adliye içinde gözaltına alınmasına elbette makul yaklaşamam, büyük saygısızlıktır ve sahipsizliktir bence. Ancak; avukatların da, hukuk rehberi olarak demokrasi ve
insan hakları anlamında yapacakları eylem ve
protestolarını daha demokratik,daha alt yapılı ve
daha cübbelerine yakışır şekilde yapmaları lazım
kanımca!Sadece bir grubun hamiliğinde ve militan edasıyla yapılan eylemlerde avukatlık mesleğine yakışmamakta, hepimizin ortak paydası
olan saygınlığımıza gölge düşürmektedir!Ancak,
tüm bunlara rağmen avukatların karga tulumba
gözaltına alınması gibi yaklaşımlara asla tasvip
etmem!
Gezi ile başlayan bu sürecin ‘demokratik
çözüm sürecine ‘ ve ‘ yeni anayasa yapım
çalışmalarına’ olası ile etkileri ile ilgili neler
diyebilirsiniz?
Aslında her iki sürece de olumlu yansıması gereken bir süreç olması gerekir. Şöyle ki; bu süreçte okunması gereken dipnot; ‘demokrasilerde taleplere, azınlık talebi diye sırt çevrilemez’
mesajıdır. Ancak, tüm taraflar anlamında hala
demokrasiyi sindirememiş bir toplum ve bu toplumu temsil eden siyasi aktörler mevcudiyetini
en üst noktada hissettirdiğinden; toplum kutuplaşma anlamında daha ileri bir noktaya, biraz
küllenmişken yeniden ayrılıkçı yapıya büründürülmüştür kanımca. Temennim her iki sürece
katkı yapmasıdır ( olabilir de tabi, çünkü global
durumu da göz ardı etmemek lazım. Zira; artık
uluslar arası toplum yeni bir kimlik arayışında ve
her coğrafyada bir demokrasi dirilişi var sanki).
Ancak, ülkemiz anlamında maalesef siyasi oy
ve koltuk kaygısıyla, bu gelişime toplum-taban
yanıt vermeye çalışsa da siyasilerin buna müsaade edeceklerini pek zannetmiyorum!
Her ne kadar Anayasa barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını güvence altına almış ise
de; ülkemizde bu hakkın kullanılmasında devlet,
2911 sayılı yasada bulunan düzenlemeler ile sürekli fiili ve hukuki engeller çıkarmaktadır. Gezi
parkı eylemleri de bu engellemelerin somut bir
örneği olmuştur.
İstanbul Adalet Sarayı’nda Gezi Direnişine
destek eylemleri esnasında 44 avukatın gözaltına alınması ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Bilindiği gibi 2011 yılında Abdullah Öcalan’ın
avukatlığını yapan meslektaşlarımız, yine 2013
yılının Şubat ayında, ÇHD Genel Başkanı ve
ÇHD üyesi avukatlar gözaltına alınarak tutuklanmıştır. Ancak bu uygulamalar, avukatlar arasında yeterince gündem oluşturmamıştı. Çağlayan
Adliyesinde yapılan bu hukuksuz uygulama da,
bu uygulamaların bir devamıdır. Avukatlara yönelik bu tür uygulamalar, aslında genel anlamda
hak arama mücadelesine yönelik bir saldırıdır.
Gezi ile başlayan bu sürecin ‘demokratik
çözüm sürecine ‘ ve ‘ yeni anayasa yapım
çalışmalarına’ olası ile etkileri ile ilgili neler
diyebilirsiniz?
Ülkemizde hukuk dışı uygulamalar yeni değildir. Onlarca yıldır, ülkemizin bir kesiminde polis ve asker her türlü gösteriye çok sert şekilde
müdahale ederek çok sayıda insanın ölümüne
neden olmuştur. Ancak bu ölümler ülkenin diğer
kesiminde hiçbir şekilde gündem yaratmamıştır.
Gezi Parkı eylemlerinin belki de en önemli sonucu, insanların empati yapmaya başlamış olmasıdır. Bu durum çözüm süreci ve anayasa çalışmaları önündeki psikolojik engellerin kalkmasına
yardımcı olacaktır.
Av. Aysun KILIÇ
Av. Ferit KUNT
Gezi Parkı Eylemlerinin demokratikleşme sürecine katkısı ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Gezi eylemleri sırasında farklı kültür ve siyasi
görüşten olan birçok insan birlikte hareket etmiştir. Bu durum, ülkemizdeki sorunların çözümünde farklı kesimlerin ortak hareket edebileceğini
göstermekle birlikte; bu eylemlere katılan bazı
kesimlerin, bu süreci genel anlamda demokratik
kaygıların dile getirilmesinden çok, Cumhuriyet
Mitingleri benzeri bir eylem tarzına dönüştürme
çabaları ayrıca bir çelişkidir.
Eylemler sırasında devletin eylemcilere olan
müdahalesini anayasal haklar bakımından
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gezi Parkı Eylemlerinin demokratikleşme sürecine katkısı ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Kanaatimce; ülkemizde demokratikleşme süreci
değil; otokratikleşme süreci yaşanmaktadır. Bu
süreç, vatandaşları demokratik haklarının kısıtlanacağı yönünde bir endişeye sevk etmiştir.
Gezi Parkı Toplumsal Olayları bu farkındalığın
da bir patlamasıdır.
İktidarı elinde tutan siyasi güç, sanki anayasamızda kuvvetler ayrılığı ilkesi yokmuş gibi her
fırsatta %50 çoğunluktan söz etmektedir. Gezi
Parkı sürecinde yargının da anayasamızın eşitlik
ilkesine aykırı olarak verdiği bazı keyfi kararlar;
yargının tarafsızlığını yitirdiğini yürütmenin emrine girdiği algısını kuvvetlendirmektedir. Zaten
antidemokratik olarak seçim barajlarının yüksekliği nedeniyle TBMM’de oransız çoğunluğa sahip olan iktidar; yasama erkini torba yasalarla;
17
siyasi çıkarlar uğruna mevzuatı değiştirerek kötüye kullanmaktadır. Devlet yetkileri farklı görüşte olanları cezalandırmak; sindirmek; korkutmak için kullanılmaktadır. Kolluk güçlerinin özel
güvenlik personeliyle organize olarak avukatlara
yönelttiği keyfi, hukuksuz gözaltına alma ve şiddet ; devlet yetkisinin bir silah gibi kullanıldığını
kanıtlamıştır. Ülkemizde artık anayasaya aykırı
olarak kuvvetler birliği ilkesi fiili olarak uygulanmaktadır. Kuvvetler birliği ile yönetilen bir ülkenin
demokratik olma olanağı yoktur. Gezi Parkı sürecinde yaşananlar ülkemizde Cumhurbaşkanının, bakanların, valinin yetkilerini kullamadıkları
bir devlet yönetimi olduğunu kanıtlamıştır. Bu yönetim fiilen otokrasidir, diktatörlüktür. Gezi Parkı
toplumsal olayı; ülkemizde demokrasinin kağıt
üzerinde uygulandığını kanıtlamıştır.
Eylemler sırasında devletin eylemcilere olan
müdahalesini anayasal haklar bakımından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Demokrasi; her görüşten, inançtan, etnik kimlikten vb yurttaşların haklar ve yükümlülükler doğrultusunda; hukuk devleti ilkeleri içinde bir arada
yaşamasını hedefler. Demokratik sistem; tam
uygulanması halinde kullanmayı bile düşünmeyecekleri pek çok hakkı yurttaşlara tanınmıştır.
Bunlardan birisi de herkesin önceden haber vermeden ve izin almadan toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkıdır. Bu hak evrenseldir ve Türkiye’nin de taraf olduğu ve imzaladığı uluslararası
belgelerle de pekişmiştir. Temel insal hakları arasında yer alır. Bu hak kısıtlanamaz, daraltılamaz,
izne bağlanamaz. Yasalardaki “bildirim” yükümlülüğü “izin” anlamına gelmez. Bu nedenle güvenlik
güçlerinin barışçıl gösterilere müdahalesi yasal
değildir. Yurttaşların anayasal haklarının ihlalidir.
Orantısız güç kullanması; müdahale araçlarının
kullanım talimatları dışına çıkılarak bir silah gibi
kullanılması; intikam hisleriyle kullanılması; kendilerine verilen devlet yetkisinin ideolojik amaçlarla kendi yurttaşına karşı zarar vererek cezalandırma amacını taşıyarak kullanılması da suçtur. Suç
işleyenler kovuşturulmalı ve gereği yapılmalıdır.
İstanbul Adalet Sarayı’nda Gezi Direnişine
destek eylemleri esnasında 44 avukatın gözaltına alınması ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Barolar yasaların yurttaşlara tanıdığı hakların
savunucu olunca avukatlar diktatörleşen siyasi
iktidarın hedefi haline geldi. Görselliğin “ her şey”
olduğu günümüzde kameralarının önünde ; topluma avukatlar üzerinden korku salmak amacıyla kişisel görüşüme göre “avukatlık mesleğine”
devlet yetkisi kullanılarak bir saldırı düzenlendi.
Saldırı eşi görülmedik bir şekilde bir mesleğe ve
sembollerine karşı gerçekleştirildi. Rastgele ve
daha çok cüppeli avukatlara yöneltilerek göz dağı
verildi. Üstelik bu saldırı yetkisiz özel güvenlik
görevlileri ile eşgüdümlü olarak gerçekleştirildi.
Diktatörlerin öncelikle avukatları susturmaya
çalıştıkları tarihsel bir gerçektir. Ancak “Avukatlar tarih boyunca köle kullanmadılar ama hiç bir
zaman da efendileri olmadı”. İktidarın bu gerçeği
göz önünde tutması gerekir.
Gezi ile başlayan bu sürecin ‘demokratik çözüm sürecine ‘ ve ‘ yeni anayasa yapım çalışmalarına’ olası ile etkileri ile ilgili neler diyebilirsiniz?
Gezi Parkı Toplumsal olaylarının; yeni anayasa çalışmaları sürecindeki gelişmelere dikkatleri
daha çok yoğunlaştırcağına; anayasamızdaki
demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan
Türkiye Cumhuriyetinin niteliklerine yönelik değiştirme çabalarına karşı toplumsal bir direnç
oluşturacağına inanıyorum.
18
GEZİ’NİN HATIRLATTIKLARI
Stj. Av. Ali BEYAZ
Gezi Parkı Eylemlerinin demokratikleşme sürecine katkısı ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
İktidarı, icraatlarını ve yönetim anlayışını eleştirmek daha doğrusu eleştirebilmek demokrasinin
olmazsa olmazlarındandır. Bunun temsili demokrasilerde sağlanabilmesi için gerekli en önemli
vasıtalardan/haklardan biri şüphesiz toplantı ve
gösteri yürüyüşü düzenlenebilmesi olduğunu düşünmekteyim. Bu sayede yönetilenler yönetenleri ilk ağızdan uyarabilecekleri gibi yönetenler
de olumlu-olumsuz geri bildirimler alabilecek, bu
sayede mevcut durumlarını başka gözlerden görebilme şansını elde edebileceklerdir.
Gezi direnişini gerçekleştiren çoğunluk olan benim de içinde bulunduğum 90’lı nesil; 80 darbesini
öncesindeki keşmekeşi ve sonrasındaki baskıcı
dönemi yaşayan ebeveynlerin çocukları olduğumuz için oldukça apolitik yetiştirildik. Bu eylem
sayesinde siyasete bir şekilde müdahil olmaktan
çekinen yaşıtlarım bu korkularını yendiği gibi, bu
kadar güçlü ve dirençli muhalifleri olduğundan
bihaber olan mevcut hükümet de halka rağmen
halkın istemediği şeylerin yapılamayacağını yaşayarak görmüş oldu. Gezi direnişin ülkemizin
demokrasisini en büyük katkısı bu olmuştur diye
düşünüyorum.
Eylemler sırasında devletin eylemcilere olan
müdahalesini anayasal haklar bakımından nasıl değerlendiriyorsunuz?
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
Gerek İzmit’te dahil olduğum gösterilerde, gerekse medyadan takip edebildiğim diğer yerlerdeki
gösterilerde polisin eylemcileri dağıtmaya yönelik
kullandığı ilk argüman “kanunsuz/izinsiz gösteri
yapıyorsunuz” olmuştu. Oysa normlar hiyerarşisinin en üst kademesinde bulunan Anayasanın
34. maddesi açıkça “izin almaksızın” demek suretiyle izinsiz yürüyüşün mümkün olduğunu işaret
ettiği halde, hiyerarşik olarak Anayasadan daha
aşağıda bulunan Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri
Kanununun bu izinsizlik ilkesine aykırı hükümlerine dayanılarak bu yürüyüşler ilgili idari birimler
ve kolluk güçlerince anayasaya aykırı olarak kanunsuz ilan edilmiş, adeta yapılabilecek müdahaleler için “biz söylemiştik, siz kaşındınız” mesajı
verilmek istenmiştir. Bu hataya düşen ya da bunu
kasten gerçekleştiren sözde halka hizmet için
didinen, hizmet sektöründe çalışan ve ücretleri
halktan alınan vergilerle ödenen bu idari kurumlar
ve kolluk güçleri, Anayasadaki bu düzenlemenin
kanundan üstün olduğundan, Anayasanın 90. ve
13. maddelerinden haberdar dahi olmayan ya da
suistimal edip kanunsuz davranan kalifiye olmayan, niteliksiz elemanlar olduklarını göstermiş oldular. Yine aynı kimseler yine hükümeti protesto
edebilmek için hükümetten izin almamız gerektiğini düşünecek ve bunu dayatacak kadar trajikomik demokrasi anlayışına sahiptirler. Kısacası en
sıradan insanlar dahi bu haklarını kullanabilmek
için bu düzenlemelerin varlığının bilincindeyken,
sırf bunları bilmeyen ya da görmezden gelen ve
halkın üzerine sürülen kişi ve kuruluşlarca hak
kaybına uğratılmaktadırlar.
İstanbul Adalet Sarayı’nda Gezi Direnişine
destek eylemleri esnasında 44 avukatın gözaltına alınması ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Bu süreç boyunca yıllardır çevreden olumsuz geri
bildirimler almış olduğum mesleğimle defalarca
yeniden gurur duydum. Gerek yeni birlik başkanımızın gerekse olayların yaşandığı illerdeki baro
başkanlarımızın anti-demokratik uygulamalara
karşı olunduğu, orantısız güç kullanılması hususunda eylemcilere adli destekte bulunulacağı, gerekirse Uluslararası hukuk yollarına başvurulacağı beyanları; eylemlere katılan her yaştan ve her
görüşten insanımız için ayrı bir cesaret ve güven
kaynağı oldu. İlimizde de Gönüllü Avukatlar sa-
yesinde karakollarda yaşanabilecek olası hukukdışı uygulamaların önüne geçilmiş oldu. Yani bu
süreç boyunca sahaya pek fazla inmemiş olsalar
da avukatlar ve barolar oldukça etkin rol aldılar.
Bu nedenle aslında hiç olmaması gereken avukat göz altıları, oldukça demokratik ve çok sesli
bir hareket olan gezi direnişinin bastırılması ve
önüne geçilmesi için ne yazık ki iktidar tarafında atılması gerekli bir adımdı. Bu aynı zamanda
kolluğun güç gösterisi yapıp halkı harekete katılmaktan korkutmak amacı da güdüyordu. Adeta
eylemcilere “bakın sizi savunacak olanlar bile ne
haldeler ve hiçbir devlet otoritesinin buna karşı
olumsuz bir tutumu yok, avukatlara güvenmeyin”
mesajı verilmişti. Ama şundan da eminim ki bu
gözaltılar, baroların ve avukatların görevlerinin
yaptıklarını gösterir emareler oldukları için benim
adıma gurur vericidir, aynı zamanda anti-demokratik uygulamalara sessiz kalarak aslında haksızdan yana taraf olmadığımızın halkımız tarafından
fark edildiğini düşünmekteyim.
Gezi ile başlayan bu sürecin ‘demokratik çözüm sürecine ‘ ve ‘ yeni anayasa yapım çalışmalarına’ olası ile etkileri ile ilgili neler diyebilirsiniz?
Bireysel olarak gerek demokratik çözüm sürecinin
gerekse yeni sivil anayasa sözünün seçimlerden
seçimlere beklenti içerisindeki kesimleri oylarını
elde etmek için ortaya atılan konular olduğunu
düşünmekteyim. Çünkü her iki konu da hemen
hemen her akşam ana-akım medyanın ana haberleri ve tartışma programlarında dakikalarca
yer edinebilecek kadar medyatik oldukları halde
her ikisi hakkında da elle tutulur bir adım atılmış
değildir. Gezi olaylarının da her zaman yapıldığı
gibi mevcut iktidarca “mağduriyet” kisvesi altında
suiistimali gerçekleşeceğinden bu iki süreçten bağımsız olarak Gezi Parkı eylemlerini desteklemeyenlerin oylarını sahip olmak adına kullanılacağını
düşünmekteyim. Ayrıca uzun vadede yeni anayasayı hazırlayacak kurucu iktidar, bu tür halk hareketlerinin önünü almak ve daha sert bir biçimde
bastırabilmek adına anayasa ve ilgili kanunlarda
anti-demokratik düzenlemelere yer verebilme olasılığı da mevcuttur. Sanıyorum ki Gezi olaylarının
doğrudan etkilerini ve bu iki süreç üzerindeki izlerini ancak uzun vadede görebileceğiz.
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
FAALİYETLER
19
“ÇAĞLAYAN ADLİYESİ’NDEKİ AVUKAT GÖZALTILARI”
BASIN AÇIKLAMASI
11 Haziran 2013 günü İstanbul Çağlayan Adliyesi’ nde, İstanbul Barosu
üyesi meslektaşlarımıza çevik kuvvet
tarafından açıkça hukuka aykırı müdahale yapılarak, 50’ den fazla meslektaşımız yerde sürüklenerek, yaka paça
gözaltına alınmışlardır.
Avukatların Rolüne Dair Havana Kuralları’ nın 14. maddesine göre, “Avukatlar müvekkillerinin haklarını korurken ve adaletin gerçekleşmesine çalışırken ulusal ve uluslararası hukukun tanıdığı
insan haklarını ve temel özgürlükleri yüceltmeye çalışırlar.”
23. maddesine göre de, “Avukatlar özellikle hukukla adalet
sistemiyle ve insan haklarının geliştirilmesi ve korunması ile
ilgili konularda tartışmalara katılma hakkına sahiptirler.”
Bu ülkede yaşayan, bu toplumun içinden yetişen avukatların, ülkemizde veya kentimizde yaşanan olay ve gelişmeler ile ilgili olarak görüş açıklamaları, yapılan eylemlere katılmaları veya desteklemeleri avukatlık mesleğinin içeriğinde
bulunmaktadır. Bu anlamıyla;
İstanbul Barosu üyesi meslektaşlarımızın Çağlayan Adliyesi’ nde yapmak istedikleri tam da budur.
Savunma, gerek bireyler gerekse toplumun bütünü için
ortak ve vazgeçilmez nitelikte bir güvencedir ve yargılama
faaliyetini demokratikleştiren hukuk güvenliğini sağlayan asli
bir unsurdur. Bu nedenle savunma hakkı ulusal düzenlemeler ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmıştır.
Ayrıca da Avukatlık Kanunu gereği avukatların suçüstü hali dışında gözaltına alınması – aranması özel usul ve
esaslara tabidir. Tüm bu yasal düzenlemelere aykırı hareket
ederek hukuku ayaklar altına alma çabasını şiddetle kınıyoruz.
Muhalif eylemlere destek veren avukatların, siyasi dava ve dosyaları takip
eden meslektaşların hukuk dışı yollarla gözaltına alınması sindirilmeye çalışılması son yıllarda rutin uygulama
haline gelmiştir. Bu anlayış geçmişten
günümüze üstünlerin hukukunu devam
ettirme anlayışıdır. Bizim tüm kesimlerden tek dileğimiz ve
talebimiz demokratik hukuk devletini hep birlikte kurmak ve
yaşatmaktır. Herkesi ve her kesimi demokratik hukuk devletini tesis etmek için birlikte çalışmaya davet ediyoruz.
Önemli olan Çağlayan Adliyesi gibi Avrupa’ nın en büyük
adliye binasını kurmak değil, dünyanın gıptayla bakacağı
özgürlükçü hukuk devletini tesis etmektir.
Son yıllarda savunma mesleğine yönelik müdahalelerin
giderek arttığını görmekteyiz. Özellikle siyasi nitelikteki davalarda savunma hakkının kısıtlanması, celse cezaları, avukatların duruşma salonlarından çıkarılmaları ile başlayan
süreç, avukatların gözaltına alınmaları ve tutuklanmaları ile
devam etmiştir. Dün yaşanan olay ise son noktadır. Bilinmelidir ki, avukatlık mesleğine yönelik bu tür müdahaleleri
kabul etmemiz mümkün değildir. Bu tür müdahaleler bir kez
daha yaşanmamalıdır, bu olayların sonuna kadar takipçisi
olacağımızı kararlılıkla belirtiyor, İstanbul Barosu üyesi meslektaşlarımıza geçmiş olsun diyerek, sorumlular hakkında
yasal işlem yapılmasını beklediğimizi kamuoyunun bilgisine
sunuyoruz.
20
FAALİYETLER
KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ
AV. NESRİN AKTAŞ
Sinema Rehberi
PEKİ ŞİMDİ NEREYE?
Nadiana Labaki nin yönetmenliğini ve oyunculuğunu
yaptığı “peki şimdi nereye “ orta doğu dramını annelerin
gözüyle anlatan harika bir film. 2011 yapımı ve Toronto film
festivalinde halk ödülü almış.
Sabahı ezan ve çan sesleri ile uyanan Lübnan’ın ücra
bir köyünde geçer olaylar. Müslüman ve Hıristiyan çatışmalarından çok gözyaşı dökmüş, acı çekmiş anaların bir
daha aynı olayların yaşanmaması için gösterdikleri çabayı
anlatıyor.
Köy halkı “vizontele” filmi gibi televizyonu ortak seyretmekteler. Tek fark farklı kanalları olması. Hıristiyan ve Müslüman çatışmaları yeniden alevlenmeye başlamıştır. Köyün
kadınları, gelişmelerden habersiz köy erkeklerini çatışmaya sürüklememesi için, bir gece yarıısı uluyan kurtların ses-
lerine rağmen, gizlice TV ve radyo vericilerini parçalarlar.
Ukraynalı dansçı kızlar köye getirmek gibi daha birçok trajikomik önlemlere başvururlar.
Ancak bu tür çözümlerin yetersiz kaldığını anlayan kadınların, son buldukları çare ibret verici. Erkekler bir sabah
uyandıkların da annelerinin, eşlerinin din değiştirdiklerini
görürler. Müslüman kadınlar başlarındaki başörtüyü çıkarmış, ellerinde Hıristiyan haçı ile istavroz çıkarırken, Hıristiyan kadınlar başörtüleri ile sabah namazı kılmaktadır. Erkekler şaşkındır ama durumu kabullenmekten başka çıkar
yol bulamazlar. Bu arada çatışmada serseri bir kurşuna
kurban gitmiş Hıristiyan genç köy halkının sırtında tabutla
mezarlığa getirilir. Mezarlık yolunun bir tarafı Müslümanlara diğer tarafı Hıristiyanlara ait. Ellerinde tabut taşıyan halk
şaşkındır, annelere dönüp sorarlar “peki şimdi nereye”.
Traji komik işlenmiş olaylar, aslında ülkemiz coğrafyasına hiç de uzak bir konu değil. Ama her şey dışardan bir
gözle bakınca daha iyi anlaşılıyor herhalde. Ülkemizde terör belasından anneler çocuklarının askere gitmesindense
varını yoğunu vermeye hazır. Askerde çocuğu olan anneler
çocuğunun terhis gününü yüreği elinde bekliyor. Hele çocuğunu yitirmiş annenin yüreğine düşen acının tarifini bile
yapmak imkansız. Tabi bir da çatışmanın diğer tarafındaki
annelerin yüreğini de insansak hissetmek gerekmez mi?
Biliyoruz çok zor, kangren olmuş bu kanlı ve kirli davayı bitirebilmek. Ama imkansız değil. Örnekleri var İrlanda,
İspanya yıllar süren uzlaşma çabalarıyla bu sorunu çözebilmişler. Neden biz de de olmasın. Hele ki 1000 yıllık
ortak geçmiş, ortak gelenekler ve artık kimin hangi etnik
kökenden geldiği anlaşılamayan soy silsileleri gibi birçok
duygusal ve fiziksel konjonktüre rağmen.Öncelikle ; bu beceriksizliğin ve çözümsüzlüğün vebali siyasilerin ve aydınların üzerinde olacaktır. Ama çözümsüzlüğün günahını ve
bedelini yine genç canlar ve gözü yaşlı geride kalanlar ödeyecektir. Acılar acılarla katılaşacaktır.
Tarih yazarı Homeros “tarih yaşayanların geçmişlerini
bilerek aynı hatayı yapmamaları için bilinmelidir” der. Kürt
–Türk olgusuna resmi ve kurgusal tarih penceresinden yıllarca bakmak ve hala da slogan ideolojilerle bu bilgisizliğimizde diretmek, çatışmaları beslemekten başka bir şey
değil.
Nadia Labaki nin annelerin yüreğine gözleri çeviren filmini seyretmenizi tavsiye ederim.