LİBERAL DÜŞÜNCE GELENEĞİNİN OLUŞUMU VE JOHN LOCKE

Transkript

LİBERAL DÜŞÜNCE GELENEĞİNİN OLUŞUMU VE JOHN LOCKE
LİBERAL DÜŞÜNCE GELENEĞİNİN OLUŞUMU VE
JOHN LOCKE
Fikret ELMA
Qafqaz Üniversitesi
Kamu Yönetimi Bölümü
Bakü / AZERBAYCAN
ÖZET
Liberalizm, Batı’da Ortaçağ düzeninin çözülmesi, reform hareketleri ve uluslaşma süreci boyunca, burjuvazinin
öncülüğünde gelişen bir ideolojidir. Liberalizm, bireye, bireysel özgürlük-lere ve ekonomide bireysel girişime öncelik
veren siyasi ve iktisadi bir kuramdır. Liberal düşüncede devlet “nötr” bir hizmet teşkilatı olarak görülmekte ve “en az
yönetenin en iyi yönetim” olduğu savı kabul edilmektedir. Liberalizm, 17. yüzyılda John Locke’un düşünceleriyle
öncelikle siyasi bir akım olarak doğmuş ve gelişmiştir. Daha sonra gelen liberal düşünürlerin teoriye katkıları ve
pratikdeki gelişmelerle liberalizm, siyasal-toplumsal ve ekonomik bir felsefe haline gelmiştir. Bu makalede, liberal
düşüncenin doğuşu ve John Locke’un bu sürece katkıları incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Liberalizm, liberal düşünce, ortaçağ düzeni, süreç.
THE FORMATION OF LIBERAL THOUGHT AND JOHN LOCKE
ABSTRACT
Liberalism is an ideology which has been developed on the leadership of the bourgeoisie. Liberalism started in
western countries after the middle-age order lost its power in Europe. Liberalism is a political and economical theory
which gives some freedom to the individual and individual liberties and individual enterprise to the economy. In liberal
theory, a government is considered to be a neutral service organization. Liberalism developed in the 17th century as
political movement on the leadership of John Locke, after that it had become political-social and economical
philosophy. In this article the liberal thought formation and contribution of John Locke to this process are analyzed.
Key Words: Liberalism, liberal thought, middle age order, process.
I. GİRİŞ
Liberalizm, bireyin özgürlüğünü, özerkliğini, temel haklarını garanti altına almayı
amaçlayan ve bu nedenle siyasal iktidarın sınırlandırılması üzerinde duran bir düşüncedir. Bu
düşünce tedricen, bireylerin kendi tercihlerinde, inançlarında, günlük yaşamı etkileyen ekonomik
ve siyasi olaylarda özgür olma istemlerinin sonucunda gelişmiştir.1 Bu bakış açısıyla liberalizmle
serbest piyasa ekonomisi ve demokrasi arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır.
Gerçekten de, liberalizm, günümüzün belki en çok tartışılan fakat en çokda benimsenen
ekonomik ve siyasal sistemine (piyasa ekonomisi ve demokrasi) alt yapı teşkil etmesiyle temel bir
öneme sahip bulunmaktadır. Bu konuda Giavanni Sartori de, liberalizmin, demokrasinin üzerine
oturabileceği ahlaki ve felsefi temeller sağladığını ve liberalizmsiz demokrasinin, bugün
demokrasi adını verdiğimiz şey olamayacağını tarihi tecrübenin de ortaya koyduğunu ifade
etmektedir.2 C.B. Macpherson gibi bazı düşünürler de, tarihi süreçte liberal demokrasinin
gelişimini anlatırken, öncelikle liberal düşüncenin ve liberal devletin daha sonra demokrasinin ve
demokratik devletin geliştiğini ifade etmektedirler.3 Dolayısıyla, bu ifadelerden de anlaşılacağı
üzere, liberalizmin demokrasi öncesi gelişimiyle ona altyapı ve içerik hazırladığını görmekteyiz.
1
2
3
David Held, Models of Democracy, Cambridge: Polity Press, 1987, s. 41.
Giovanni Sartori, Demokrasi Teorisine Geri Dönüş, çev. T. Karamustafaoğlu ve M. Turhan, Ankara: Yetkin Yayınları,
1996, s. 415-430.
C.B. Macpherson, Demokrasinin Gerçek Dünyası, çev. Levent Köker, Ankara: Birey ve Toplum Yayınları, 1984, s. 7-8;
Georg Sorensen, Democracy and Democratızation, San Francisco: Westwiev Press, 1993, s. 5.
Günümüz toplumlarının bir ideali olmaya devam eden demokrasinin alt yapısını ve temel
değerlerini içeren liberal düşüncenin oluşumu ve John Locke’un bu sürece katkıları, bu
çalışmanın konusunu oluşturmaktadır.
II. ORTAÇAĞ DÜZENİNİN YIKILIŞI ve LİBERAL BİRİKİMİN OLUŞUMU
Liberalizm, Batı Avrupa’da Ortaçağ feodal düzeninin yıkılışı ve skolastik anlayışın anlam
ve inandırıcılığını yitirmesi ile doğar. Diğer bir ifadeyle liberalizm, Ortaçağ Hristiyan
skolastizmine dayalı hiyerarşik kurumlara ve baskıcı monarşilere karşı gelişmiştir.4 Ortaçağ
düzeni de, üç otorite (güç) merkezinin (papa, imparator ve lokal güçler) karşılıklı bağımlılığına
dayanır.5 Fakat bu otorite odakları arasında kilisenin ağırlığı ve üstünlüğü fazladır ve bu durum
ulus devletlerin kuruluşuna kadar sürmüştür. Çünkü kilise diğerlerinin otorite ve iktidarlarını
tasvip merciidir ve hayatın her alanında (ekonomik, sosyal, siyasal) kilisenin güçlü bir örgütlenişi
vardır. Dahası her otoritenin olduğu gibi kilisenin de güçlü bir üretim tabanı vardır. Yani kilise de
diğer otoritelerde olduğu gibi verimli topraklara ve üzerinde köle olarak çalışan insanlara sahiptir.
Bu durum kiliseyi çok güçlü kılmıştır.
Bütün ilişkilerin ve çatışmaların çerçevesini ve herşeyin temel referans kaynağını oluşturan
tek, bütün ve bölünmez bir “Hristiyan Ülkesi” (Societas Christiana veya Repuplica Christiana)’
nin varlığı söz konusudur.6 Ortaçağda bu düşünce varlığını 18. yüzyıla kadar sürdürecektir.
İktidarın yukarıda da değinilidiği gibi bir çok otorite arasında dağılımı ve parsellenmesi
sözkonusudur. Bu yönetim birimleri arasındaki bağımlılıkta hiyerarşiktir. En üstte Papa ve
İmparator yer alır. Bunun altında da güç sırasına göre diğer otoriteler yer alır.
Bu dönemde İmparatorun dünyevi sahada evrensel nüfuz iddiası pratikte hiç bir zaman
gerçekleşmemiş olmasına rağmen bu düşünce 14. yüzyılda ulus devletin temelini oluşturacak olan
mutlak monarşilerin kuruluşuna kadar sürecektir. Papalığın uhrevi sahadaki evrensel nüfuz
iddiası ise bütün Avrupa’ya yayılan muazzam kilise bürokrasisi sayesinde gerçekten çok etkili
olmuş ve “modern anlamıyla, Ortaçağın gerçek devleti kilisedir”, ifadesini bu durum
doğrulamaktadır. Papalığın evrensel yönetimi, 1416 Constance Konsülü sonrası ulusal kiliselerin
oluşmasıyla dağılmaya başlamıştır.7
Ortaçağ, imparatorluk ve kilise arasında sürekli bir üstünlük ve güç mücadelesine sahne
olmuştur. Başlangıçta kilise galip konumdadır. Fakat her iki kurumun da zayıflayıp çözülmeye
başlaması ve “reformasyon hareketi” ile güç mücadelesi ulus devletler içerisine taşınır. Bu defa
güç ibresi krallardan yanadır ve kilise ikinci plana düşmeye başlar.
Özetle: Feodal düzen, alttan üste bağlılıklar, üstten alta himaye sistemi ile kurulmuş,
piramide benzer hiyerarşik bir düzendir.8 Aynı zamanda siyasi, hukuki, iktisadi ve sosyal bir
düzen olan feodal düzende devlet birliği mevcut değildi. Feodalitenin siyasi açıdan getirdiği en
büyük özellik devlet iktidarının parçalanmış olması ve halkın doğrudan doğruya devlete değil,
toprak sahibi olan senyörlere tabi durumda olmalarıdır.9 Aslında Ortaçağ Düzeninde, otorite tek
olarak gözükmesine rağmen (İmparator, Kilise), bu otorite total ve mutlak değildir. Bu tek
otoritenin altında bir çok otorite birimi vardır. Otoritenin meşruiyeti ise Tanrısal buyruklarla ya
da “kilise doktrini” ile açıklanabilir. Dolayısı ile “ideolojik” bir totaliteden bahsetmek
mümkündür. Bu totalite altında liberalizmin doğuşuna imkan yoktur, dahası liberalizmin itici
gücü olan burjuvazi (ticaret sınıfı ) de bu dönemde çok zayıftır.10
4
5
6
7
8
9
10
Sorensen, aynı, s. 5.
Murat Sarıca, Siyasi Düşünce Tarihi, İstanbul: Gerçek Yayınevi,1993, s.41.
A. Nuri Yurdusev, “Liberalizmin Türkiye Atağı”, Türkiye Günlüğü, n.22, Bahar 1993, s.103.
Yurdusev, aynı, s.103.
Alaeddin Şenel, Siyasal Düşünceler Tarihi, Ankara:S.B.F Yayını,1982, s.271.
Sarıca, aynı, s.36.
Yurdusev, aynı, s.104.
Ortaçağ Düzeninin çözülüşü ve bu çözülme sonrası liberalizmin doğuşu nasıl
gerçekleşmiştir? Çözülmenin nedenleri arasında doğu ile alış-verişten (Haçlı Seferleri) doğan
ortam ve sonra gelişen Rönesans hareketinin kilisenin temel referanslarının doğruluğuna indirdiği
darbe; yine “reformasyon hareketinin” aynı referansların tekliğine indirdiği darbe; bu ikisinin
sonunda gelişen sekülarizasyon: Keşif ve kolonizasyon hareketinin ve bunu başlatan krallıkların
gücünü konsolide etmesi, yerel-feodal beyliklerin kısıtlamalarından kurtulmak isteyen
burjuvazinin krallarla yaptığı ittifakın konsolidasyonu arttırması ile zaten hiç bir zaman mutlak
denetim kuramamış olan imparatorluğun yerini mutlak monarşilere bırakması ve ekonomik
durgunluk sayılabilir.
Çözülme iki yönlü olmuştur: Bir yandan kilise ve imparatorlukla ifade edilen tepedeki
ideolojik ve politik totalizm yıkılmış, diğer yandan küçük otorite birimleri büyük birimlerce
yutulmuştur. Yani Ortaçağ otorite piramidi üstten ve alttan budanma ile hiyerarşik yapıdaki
dikeylik azaltılmıştır. Artık kilise yerine kiliseler (katolik, protestan, anglikan) ve imparatorluk
yerine de mutlak krallıklar (İngiltere, Fransa, İspanya, Hollanda) vardır.
Böylece liberalizmin doğuşu; Ortaçağ düzeninin çözülmesiyle ortaya çıkan ulus devletlerin
sosyal organizasyon arayışlarının, eski düzenin reddi sonucu yeni düzen oluşturma çabalarının,
eski referans noktasının (kilise) reddi ile yeni bir referans noktası bulma ihtiyacının ve yükselme
eğilimine giren burjuvazinin kendisine toplumda ve devlette (yönetimde) pay isteyişinin
sonucudur. Liberalizmin dayandığı yeni referans noktası Hristiyanlık değil, bireylerin
oluşturduğu ulus devlettir. Referans noktası olarak dinsel ögelerin yerini daha çok akıl, tek
yorumcu papanın yerini de rasyonel birey alır. Sosyo-ekonomik düzen toprak sahibi feodal
lordlar hakimiyetine değil, ticaret ve sanayi sınıfına (burjuvaziye) dayanır. Birey üzerinde duran
papalık ve imparatorluk otoritesinin yerine birey egemenliğinin gerisine itilen ulus devlet
gelmiştir. Reformasyon hareketi (Protestanlık) kapitalist toplumun temellerini atarken, özellikle
kilisenin dikte ettiği hayat felsefesini (skolastik anlayışı) yerle bir etmiştir. Gerçekten
reformasyon hareketinin (protestanlık hareketi) Ortaçağ düzeninin yıkılışında ve liberalizmin
doğuşunda etkisi çok büyüktür. Erich From bu durumu şöyle ifade etmektedir: “Rönesansın
ortaçağ toplumsal kalıplarını parçalayıcı etkisi, reformasyonun etkileri yanında küçük kalır.” 11
Elbetteki bütün bu arayışların tek sonucu liberalizm olmasa bile özellikle Batı Avrupa’da en
önemli akım liberalizm olmuştur. Konservatizm ve sosyalizm de liberalizmin ilk akla gelen
rakipleri veya yol arkadaşlarıdır, diyebiliriz. Böylece liberalizm, “kökleri Rönesans ve
Reformasyona dayanmakla birlikte, daha çok 18. y.y. da sağlam temellere oturan felsefi bir
akım”12 olmuştur.
Liberalizmin ortaya çıkışı niye ulus devletlerle beraber olmuştur? sorusu akla gelebilir.
Bunun tarihsel nedenleri vardır. Öncelikle Ortaçağ düzeni liberalizmin oluşumuna en büyük
engeldir. Bireylerin özgürlüğü ve eşitliği çok kısıtlı olup köle düzeni hakimdir. Ekonomi kapalı
bir özellik arz etmektedir. Ayrıca liberalizmin taşıyıcısı olan sosyal sınıfın (önceleri tüccar sınıfı,
sonraları burjuvazi) bu dönemde çok zayıf oluşu önemli etkenlerdir. Liberalizme geçişte, taşıyıcı
sınıf olan burjuvazinin ulus devletin ilk örnekleri olan mutlak krallıklarla yapmış oldukları ittifak
önemlidir. Bu ittifakla güçlenen devletin gücünü sınırlama ve azaltma mücadelesini de, yine ne
gariptir ki, sonraları liberalizm yapacaktır.
Liberalizmin burjuva sınıfının ideolojisi olduğu çoğu liberale hiç de hoş gelmeyecek bir
iddiadır. Ama bunu böyle gören bir anlamda bundan olumsuz anlam çıkarmayan liberaller de
vardır. Sosyalist eğilimlerine rağmen hayatının sonuna kadar liberal kalan Laski, liberalizmi
“reformasyon hareketi” ile Fransız Devrimi arasında devletin kontrolünde payını tam olarak kuran
bir sosyal sınıfın düşüncesi veya ideolojisi olarak tarif eder.13 Öte yandan birbaşka liberal olan
11
12
13
Edward McNall Burns, Çağdaş Siyasal Düşünceler, 1850-1950, çev. Alaeddin Şenel, Ankara:Birey ve Toplum
Yayınları,1984, 389-390.
Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, Ankara: Ekin Yay.,1996, s.336.
Burns, aynı, s.192.
Mineogue’a göre ise liberalizm bir görüşün bir bakışın entellektüel ürünüdür. Sabine ise bu konuda
şöyle diyor: Başlangıçta liberalizm ekonomideki rolü ile orantılı bir politik pozisyon kazanmak
isteyen veya gittikçe güçlenen sanayi sınıfının çabalarını yansıtan bir orta sınıf hareketidir. Ama bu
liberalizmin sadece bir sosyal sınıfın çıkarlarınca oluşturulduğunu doğrulamaz.14 Sonuç olarak liberalizm toplumsal pratikle (hareketle) teorik sürecin içiçeliği ile gelişen entel-lektüel bir birikimin
adıdır, diyebiliriz. Liberalizmin doğuşunda ve gelişiminde burjuvazinin rolü çok büyük olmuştur
ancak bu demek değildir ki, liberalizm sadece bir burjuva ideolojisidir. Liberalizm gelişme
döneminde evrensel bir nitelik kazanmıştır ve günümüz demokrasilerinin de özünü oluşturmuştur.
III. LİBERAL TEORİNİN DOĞUŞU
Yukarıda liberalizmin Batı Avrupa’da Ortaçağ düzeninin yıkılmasıyla doğduğunu
belirtmiştik. Ayrıca bu süreçte burjuvazinin yeni oluşan krallıklarla, feodal düzenin
kısıtlamalarından kurtulmak için ittifak yaptığını, fakat ileride bu ittifakla güçlenen devletin
gücünü sınırlama ve azaltma mücadelesini de yine liberalizmin yaptığını ifade etmiştik.
Gerçekten de, liberalizmin özgürlük mücadelesi, Ortaçağ sonrasında artık mutlak yönetimlere
karşı gerçekleştiril-meye başlanır.
Ortaçağ feodalitesinden sonra Batı’da yükselen baskıcı ve güçlü merkezi krallıkların katı
ve adaletsiz yönetim anlayışları Batılı toplumları özgürlük mücadelelerine, Batı aydınlarını da
özgürlükçü teorilere yönlendirmiştir. 17. yüzyılda mutlakiyetçi görüşlere ağır bir darbe indiren
John Locke, liberal devlet düzeninin de öncüsü olarak sahneye çıkmıştır.15 Her ne kadar liberal
düşünce geleneğinin doğuşunu Magna Carta’ya ve hatta daha eskiye Yunan şehir devletlerine
kadar götürenler varsa da bu konuda genel kabul gören yaklaşım, liberalizmin 17. yüzyılın ikinci
yarısında John Locke’un eserleri ile doğma devresine girdiğidir.16 Özellikle İngiltere’de baskıcı
krallara karşı verilen özgürlük mücadeleleri ve kralın yetkilerinin kısıtlanması hususunda verilen
uğraşılar liberal teorinin hızla gelişimini sağlamıştır.
Liberalizmin başlangıç dönemi olarak 16. yüzyıl kabul edilirse doğum tarihi 17. yüzyıldır.
Nitekim ilk ideologları da Locke gibi, bu yüzyılda eserlerini verirlerken, toplumsal taşıyıcı (social
agent) burjuvazi de bu yüzyılda gücünü gösterir (1648 ve 1688 İngiliz Devrimleri). 18. yüzyıl
liberalizmin büyüme çağıdır.
17. yüzyılın en büyük düşünürlerinden biri olan John Locke (1632-1714), siyasi
liberalizmin kurucusu ve babası olarak kabul edilir. Liberalizmin ekonomik yönünü ilk kez
sistemli bir şekilde inceleyen düşünür ise, Adam Smith’dir. Bu açıdan ekonomik liberalizmin
kurucusu olarak kabul edilir. Esasen liberalizmin gelişimi ile birlikte ekonomik ve siyasi
liberalizm bir bütünlük oluşturmuştur.17 Günümüzde liberalizm ekonomik, siyasi ve sosyal bir
doktrin hüviyetini kazanmıştır.
İngiliz düşünür Locke, 1690 da yayımlanan “Sivil Hükümet Üzerine İki İnceleme” adlı
eseriyle liberalizmin öncülüğünü yapmış ve günümüzde “Klasik Liberalizm” dediğimiz
doktirinini, “evrensellik” temeli üzerine kurmuştur.18 Locke’a göre toplum halinde yaşayan
insanlar üç temel doğal hakka sahiptirler. Bunlar: Hayat hakkı, mülkiyet hakkı ve özgürlük
hakkıdır. Locke insanın bütün doğal haklarının korunmasını, bunun içinde devletin gerekli
olduğunu savunmuştur. Locke ile başlayan özgürlükçü teori David Hume, sonra Lord Acton ve
Edmun Burke gibi İngiliz düşünürlerle önemli gelişmeler göstermiştir. David Hume (1711-1776),
büyük ölçüde Locke’den etkilenmesine rağmen düşünceleriyle anti-rasyonalist liberalizmin ilk
savunucularından birisi olmuştur. Hume’a göre toplumsal kural ve kurumlar, belirli bir aklın
bilinçli, önceden planlanarak yaratılmış eseri değildir. Hume, kural ve kurumların kendiliğinden
14
15
16
17
18
Aynı.
Ayferi Göze, Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, (İstanbul: Beta Yayınları,1989), s.153.
Atilla Yayla, “Liberalizme Bir Bakış”, Türkiye Günlüğü, n.17, Kış 1991, s.32-33.
Coşkun Can Aktan, Gerçek Liberalizm Nedir?, İzmir: T Yayınları,1994, s.20.
Kazım Berzeg, “Yeni Dünya Düzeni ve Liberalizm”, Polemik, n.13, Mayıs-Haziran 1994, s.23.
oluştuğunu ve bunların işleyişine müdahale edilmemesini savunur.19 Öte yandan İngiliz
liberalizminin temelinde önemli bir yeri olan Faydacı Görüş ya da Okulun önde gelen
isimlerinden Jeremy Bentham’a (1748- 1832) göre, insan doğası gereği kendisine haz veren
şeyleri ister ve yapar. Fakat kendisine maliyet yükleyen şeylerden kaçınır. Böylece Bentham’ın
faydacılık anlayışı ile liberalizmin önemli bir ilkesi olan “özel çıkar maksimizasyonu” düşüncesi
ön plana çıkmıştır. Ona göre insanların davranışları sınırlanmadığı ve baskı altında tutulmadığı
sürece, gerçek mutluluğa, refaha ulaşmak mümkün olacaktır. Başka bir ifade ile bireylerin kendi
mutlulukları peşinde koşmaları sonucu toplumun mutluluğu da gerçekleşmiş olacaktır. Toplumsal
mutluluk bireysel mutlulukların toplamıdır. Fakat bu ifadeler pratiğe fazla yansımamıştır.
Faydacı felsefenin diğer önemli savunucuları ise James Mill ve oğlu John Stuart Mill’ (18001879)dir.20
Liberalizm bir doktirin olarak İngiltere’de doğduktan sonra Amerika, Fransa ve
Almanya’da önemli gelişmeler göstermişti. Amerikan ve Fransız Devrimleri bu bağlamda ele
alınabilir. Fransa’da başta Montesqueiu (1689-1755) olmak üzere, Jean-Jacques Rousseau (17121778), Alexis de Tocqueville (1805-1859) liberalizmin öncülüğünü yapmışlardır. Öte yandan
Almanya’da; Immanuel Kant ve Freedrich von Shiller, Amerika’da ise James Madison ve John
Marshall gibi düşünür ve devlet adamlarını liberalizmin doğuşunda önemli isimler olarak
sayabiliriz.21 Liberalizm konusunda asıl önemli gelişmeler 18. yüzyılın ilk yarısında yaşanmıştır.
Fizyokratlar ve ardından klasik iktisatçılar liberalizmin bir doktirin olarak siyasi ve iktisadi
düşünceler içerisinde yer almasında önemli rol oynamıştır.
IV. JOHN LOCKE
1632 yılında, İngiltere'nin Wrington kasabasında doğdu. Babası Puriten mezhebine
bağlıydı ve parlemantoyu desteklemekteydi. Oxford Üniversitesinde okuyan Locke, dinden
felsefeye-politikaya kadar çağının aydınlarını ilgilendiren bütün konulara eğilmiştir. Meslek
olarak doktorluğu seçmesine rağmen uğraşı alanı daha çok politika olmuştur.
John Locke'un 1690 yılında yayımlanan "Hükümet Üzerine İki Deneme" adlı eseri, O'nun
politika ve devlet öğretisini açıklamaktadır. John Locke bilgi kuramını deneyciliğe ve aklın
kurallarına bağlamakla birlikte politika anlayışını doğuştan varolan bazı haklar üzerine
kurmuştur. Aslında Locke doğuştan varolan bu hakları da kendince akıl ve mantık kurallarından
çıkarmıştır.22
Gerek felsefesinde gerekse politika öğretisinde mutluluğa erişmeyi en önemli amaç olarak
gören Locke'a göre mutluluk; hem güven, hem barış, hem de özgürlük demektir. Politikanın
insanların mutluluğunu gerçekleştirmek için varolması gerektiğini savunan Locke, bundan
dolayıdır ki mutlak iktidara hayatı boyunca karşı çıkmıştır.
V. JOHN LOCKE ve SOSYAL SÖZLEŞMESİ
Locke'a göre doğa durumunda yani siyasi toplumun kurularak devletin varlık alanına
girmesinden ve pozitif hukukun doğmasından önce bütün insanlar hayat, hürriyet ve mülkiyet
haklarına eşit olarak ve ellerinden alınamaz şeklinde sahiptirler ki, işte bu haklar insan haklarının
temel taşlarıdır.23
Locke, siyasal itaat yükümlülüğünün temelini ve modern devletin anayasa öncesi
durumunu sosyal bir sözleşme varsayımına dayandırmıştır. Böyle bir varsayımın amacı, siyasal
iktidarın kaynağının bireylerin özgürlüğünde olduğunu göstermek suretiyle onu sınırlamaktır.24
19
20
21
22
23
24
Coşkun Can Aktan, “Klasik Liberalizm, Neo-Liberalizm ve Libertarianizm”, Amme İdaresi Dergisi, c:28, n.1,Mart 1995,
s.8.
Aktan, aynı, s.8-9.
Aktan, Gerçek Liberalizm Nedir?, s.21.
İlhan Akın, Kamu Hukuku, İstanbul: Beta Yay.,1990, s.126-129.
Mustafa Erdoğan, Liberal Toplum Liberal Siyaset, Ankara: Siyasal Kitabevi, 1993, s.20.
Erdoğan, aynı, s.12.
Locke'un toplum sözleşmesine göre sözleşme öncesinde, tabiat halinde bir güven ve düzen
vardı. İnsanlar özgür ve eşit durumdaydılar. Fakat buna rağmen bazıları bu güveni bozucu, tabiat
kanunlarını ihlal edici hareketlerde bulunabiliyorlardı. Bundan dolayı insanlar daha güvenli
yaşamak ve özgürlüklerini korumak için sivil topluma geçme ihtiyacını duymuşlardır. Bu amaçla
bir sözleşmeyle tabii haklarını saklı tutarak siyasal yönetime (devlete) ulaşmışlardır. Siyasi
yönetimin amacı temel hak ve özgürlüklerin korunması ve güvenliğin sağlanmasıdır. İtaat
edilmenin şartı budur. "Locke'a göre hayat, hürriyet, mülkiyet hakları ile bunların türevlerinin
korunması esastır"25. Eger devlet koruma görevinin dışına çıkar ve adaletsiz davranırsa
meşruluğunu yitirir ve halkın direnişiyle karşılaşır. Yani bu durumda halkın direnme hakkı vardır.
Locke'a göre devlet gücünün birey haklarını tehdit etmesini önlemenin en önemli aracı yasama
ve yürütme gücünün birbirinden ayrılmasıdır.26
Locke'un sosyal sözleşmeden tarihi bir gerçekmiş gibi bahsetmesine karşılık, Kant ilk
sözleşmenin fiktif karakterini açıkça belirtmiştir. Ona göre ilk sözleşme aklın ürettiği bir fikir
veya aklın temel bir postülasıdır. Özünde liberal bir bakış açısı bulunan sözleşmecilik için, sosyal
sözleşmenin tarihi bir gerçek veya metodolojik bir varsayım olmasının bir önemi yoktur. Çünkü
bu yöntemin arkasında yatan düşünce önemlidir. Herşeyden önce burada insanları bir ödevle
bağlamanın, onların kendi iradelerine dayanan bir söz vermeden türetilebileceği fikri söz
konusudur.27
Bireyleri toplum öncesi bir durumda yani ondan bağımsız olarak var kabul eden sözleşme
yaklaşımı, bunun sonucu olarakta bireylerin toplum veya onu temsilcisi sayılan devlet tarafından
haklarından yoksun bırakılmayacak-larını kabul etmektedir ki, liberal yaklaşımın özü de budur.
VI. JOHN LOCKE " DOĞAL HAKLAR SİSTEMİ" TABİİ HUKUK ve İNSAN
HAKLARI
Locke'un sosyal teorisinin özünü doğal haklar oluşturmakta ve sistemi "doğal haklar
sistemi" olarak adlandırılmaktadır. Tabii ki, kuvvetler ayrılığı sistemi de Locke'un teorisinde
önemli bir yer tutmaktadır. Aynı zamanda bilgi teorisinde emprizmin kurucularından olan
Locke'un sosyal teorisi, sosyal sözleşmesinin incelenmesinden de anlaşılacağı üzere
rasyonalisttir. Bu anlamda bilgi teorisiyle sosyal teorisi arasında bir tutarsızlık olduğu
söylenebilir. Ancak Locke'un rasyonalizminin kartezyen- kurucu rasyonalizme ulaşmadığı ve
insan toplumlarına yukarıdan aşağıya ve zora dayanarak uygulanabilecek kurallar geliştirmeye
kalkışmadığı da unutulmamalıdır.28
Aydınlanma Çağında tabii haklar hakkında çok şey söylenmiştir. Çünkü bu çağ aynı
zamanda bir devrimler çağıydı. Locke, 1688'de İngiliz Devrimiyle ilişkilendirilen yazılarında
modern dünyaya tabii haklar doktirininin en önemli teorisyeni olarak kabul edilmesini sağlayacak
bazı tezler öne sürmekteydi. İnsanların yaşamak, hürriyet ve mülkiyet sahibi olmak için tabii bir
hakka sahip olduğunu ayrıntılı bir şekilde anlatmaktaydı. İngiliz parlementosu tarafından 1689'da
çıkarılan Haklar Bildirgesi bu tabii hakları pozitif haklara dönüştürmek üzere hazırlanmıştır.
Locke'un teorisi ve İngiliz Haklar Bildirgesi örneği baştanbaşa Batı Dünyası'nda büyük bir
etki yapmış ve birçok ülkede bu haklar kabul edilmiştir. Günümüz İnsan Hakları Doktirinin
özünde de Locke'un bu doğal haklar sistemi yatmaktadır.29
Locke insanların yaşamları, özgürlükleri ve mülkiyetleri üzerindeki hakların korunmasını
devletin baş görevi yapmıştır. Kişinin özgür alanını belirleyen bu doğal, vazgeçilmez haklar aynı
zamanda devletin sınırlarını çizerler ve devlet bu sınırları aştığı zaman meşruiyetini yitirir.
25
26
27
28
29
John Locke, "Uygar Yönetim Üstüne İki İncelemeden Seçme Parçalar", Batı'da Siyasi Düşünceler Tarihi -2, Der. Mete
Tuncay, Ankara: Yeniçağ, 1969, s.166.
Locke, aynı, s.241-247; George Sabine, Siyasal Düşünceler Tarihi-2, çev. Alp Öktem, Ankara: Yeniçağ Yayınları, s.108.
Sabine, aynı, s.108.
Yayla, aynı, s.34.
Maurice Cranston, "İnsan Hakları Nelerdir?",çev. Atilla Yayla, Yeni Forum, Haziran -1990, s.41.
"Locke'un kuramı, aslında, Platon'dan günümüze büyük bir canlılıkla süregelen fevkalade değişken
ve canlı bir siyaset felsefesi geleneğinin, doğal-ussal geleneğin bir parçasıdır."30
Bugün bütün siyasal söylemlerimizde sık sık geçen "vazgeçilmez", "evrensel" haklar
temasını bu geleneğe borçluyuz. Gerçekten de liberalizm bir ideoloji olarak gücünü belli bir
deneyimin ussal ve evrensel ilkeler şeklinde sunulmasından almıştır. Locke'un Second Treatise
on Civil Government'ını birtakım soyut ve evrensel ilkeler bütünü olarak kabul edip, bu ilkelerin
sonradan yürürlüğe konduğu ya da konması gerektiği fikri Batı siyasal düşünce ve pratiğinde
yaygın bir tutumdur. Fakat aslında Locke 17. yüzyıl İngilteresinde gündemde olan siyasal
görüşler ve yerleşmekte olan kurumlar üzerinde düşünmüş ve eserlerinde bunlara tercüman
olmuştur. Locke doğal haklar sistemiyle bağlantılı olarak devletin anayasal sınırları konusuyla
ilgilenmiştir. Doğal haklar çerçevesinde şekillenen devlet kuramı, bu hakların birer sınırı olarak
her devleti kısıtlaması fikri üzerinde odaklanmıştır. 31
Bireyciliğin entellektüel gelişimi de öncelikle Locke'la başlamakla birlikte, özgürlük de
onun liberalizminin olmazsa olmaz ilkesidir. Locke özgürlüğü üç doğal hak içerisinde sayarak ne
kadar önemli olduğunu vurgulamıştır. Locke'dan sonra gelen bütün liberal düşüncenin sosyal
teorilerin özünü yine özgürlük oluşturmuştur.
John Locke'nin savunduğu üç temel hak doğal olarak birey içindir. Kollektif varlıklar için
değildir. Locke'un ve liberalizmin bireye toplumdan ve diğer kollektif varlıklardan daha fazla
değer atfetmesinin nedeni; bireyin toplumdan önce varolması ve dolayısıyla bireyin haklarınında
toplumdan önce varolmasıdır. Tabii haklar anlayışının temelinde de bu fikir yatmaktadır.
Rasyonalist olarak bilinen Locke'un doğal haklar teorisi teorik kurgular olmanın ötesinde aktüel
gerçekliğe taşınırsa kendiliğinden düzenin ve piyasa ekonomisinin temellerini oluşturur.
VII. SONUÇ YERİNE
Modern tarihte Locke ve Montesguieu'nun eserlerinde ifadesini bulan kuvvetler ayrılığı
prensibi de, devlet iktidarını birey özgürlükleri lehine sınırlan-dırmanın bir aracı olarak
düşünülmüştür. Tabii hukuk teorisi insanın devletten önce ve devlet gücünün üstünde olan haklarını
esas alır. John Locke ve onun liberal takipçilerine göre tabii hukuk, tabiatta var olan, insan aklının
vicdan süzngecinden geçirmek suretiyle ortaya koyduğu kaidelerin tümü olarak kabul edilir.
İnsan haklarıyla doğal hukuk arasında bir örtüşme vardır. Doğal hukuk çağımızda insan
hakları anlayışının en büyük dayanağı konumundadır. Günümüzde insan hakları doktrini, devletin
sınırlandırılması taleplerinin temel gerekçesi olduğu gibi, aynı işlev geçmişte de sözkonusu
olmuştur. Locke'un tabii ve vazgeçilmez saydığı üç temel hak ve bunların türevleri, bireye devlet
karşısında özerk bir alan tanınması talebinin ahlaki temeli işlevini görüyordu. Yine tabii hukuk
düşüncesinin yeni çağda hukukun laikleştirilmesindeki rolü liberalizmin bir başarısı olarak
görülmüştür.
Doğal hukukun laikleşmesiyle birlikte doğal hukuk teorilerinde insan hakları ön plana
çıkmış ve bireylere ve haklar üzerinde öncelik taşıyan moral görevler seti geri plana itilebilmiştir.
İnsan hakları mefhumu da doğal hukukun laikleşmesine paralel olarak gelişmiş, 18 ve 19.
yüzyıllarda iyice olgunlaşmış ve dünyamızdaki popülaritesini kazanmıştır.
KAYNAKÇA
−
−
−
−
30
31
AKTAN, Coşkun Can; Gerçek Liberalizm Nedir?, İzmir:T Yayınları,1994.
----------; “Klasik Liberalizm, Neo-Liberalizm ve Libertarianizm”, Amme İdaresi Dergisi,c:28, n.1,Mart 1995.
AKIN, İlhan; Kamu Hukuku, İstanbul: Beta Yay.,1990.
BERZEG, Kazım; “Yeni Dünya Düzeni ve Liberalizm”, Polemik. n.13, Mayıs-Haziran 1994.
Ruhdan Yumer, "Devlet Kuramında Liberal Temalar," Toplum ve Bilim, n. 31/39 Güz, 1985 s. 52.
Yumer, aynı , s. 52-53.
−
−
−
−
−
−
−
−
−
−
−
−
−
−
−
−
BURNS, Edward McNall; Çağdaş Siyasal Düşünceler, 1850-1950, çev.Alaeddin Şenel, Ankara: Birey ve
Toplum Yayınları,1984.
CEVİZCİ, Ahmet; Felsefe Sözlüğü, Ankara: Ekin Yay.,1996.
CRANSTON, Maurice; "İnsan Hakları Nelerdir?", çev. Atilla Yayla, Yeni Forum, Haziran- 1990.
ERDOĞAN, Mustafa; Liberal Toplum Liberal Siyaset, Ankara: Siyasal Kitabevi, 1993.
GÖZE, Ayferi; Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, İstanbul: Beta Yayınları,1989.
HELD, David; Models of Democracy, Cambridge: Polity Press, 1987.
LOCKE, John; "Uygar Yönetim Üstüne İki İncelemeden Seçme Parçalar", Batı'da Siyasi Düşünceler Tarihi 2, der. Mete Tuncay, Ankara: Yeniçağ, 1969.
MACPHERSON, C.B.; Demokrasinin Gerçek Dünyası, çev. Levent Köker, Ankara: Birey ve Toplum
Yayınları, 1984.
SABINE, George; Siyasal Düşünceler Tarihi-2, çev. Alp Öktem, Ankara: Yeniçağ Yayınları.
SARICA, Murat; Siyasi Düşünce Tarihi, İstanbul: Gerçek Yayınevi,1993.
SARTORI, Giovanni; Demokrasi Teorisine Geri Dönüş, çev. T. Karamustafaoğlu ve M. Turhan, Ankara:
Yetkin Yayınları, 1996.
ŞENEL, Alaeddin; Siyasal Düşünceler Tarihi, Ankara: S.B.F Yayını,1982.
SORENSEN, Georg; Democracy and Democratızation, San Francisco: Westwiev Press, 1993.
YAYLA, Atilla; “Liberalizme Bir Bakış”, Türkiye Günlüğü, n.17, Kış 1991.
YUMER, Ruhdan; "Devlet Kuramında Liberal Temalar," Toplum ve Bilim, n. 31/39 Güz, 1985.
YURDUSEV,A. Nuri; “Liberalizmin Türkiye Atağı”,Türkiye Günlüğü, n.22, Bahar 1993.