mavi kelebek - velikaranfil.com

Transkript

mavi kelebek - velikaranfil.com
MAVİ KELEBEK
İKİ AYLIK KÜLTÜR SANAT EDEBİYAT DÜŞÜNCE DERGİSİ
0CAK-ŞUBAAT 2016 YIL BİR SAYI BİR
NİNNİ
Gün doğacak mı bilmem şehir ölmeden daha
Yağmur yağacak mı kan nehir dolmadan daha
Açacak mı bir çiçek çatlamış topraklarda
Uçacak mı kelebek gonca gül yapraklarda
Gezinir mi hayatın kıyılarında bir can
Uyuyabilir mi hiç doğranmış ekmeğe kan
Bekleyip dur beyhude çok uzaklarda haber
Başlıyor ansızın başlıyor öteye sefer
Konduğu kuru daldan birden uçuyor bir kuş
En tatlı yerinde yok yere kaçıyor bir düş
Ne tez uyandım bir an daldığım bu uykudan
Ne kaldı ne hiç ödünç aldığım bu öyküden
Yetişebilsem önden gidenlere bu ne hız
Yoruldum yaşamaktan yoruldum dermansız diz
Bekle dur hala bekle dur yeni bir diriliş
Ölüm kokar aldığım her nefes ölüm ne iş
Nerde kaldın ey hayat ölüm kusuyor çağlar
Her köşe bir anne bir baba bir çocuk ağlar
Dinmemişken Bosna'ya Çeçenya'ya bir ağıt
Afganistan, Suriye, Irak kanlı bir yazıt
Yaşamanın duvarlar ardında adı Gazze
Kaç senedir kanıyor bu yara hala taze
Parlıyor Bayırbucak parlıyor ölüm gözler
Harlıyor ateşleri harlıyor barış sözler
Kalmadı sabrım nerde kaldın vaad-i zafer
Bitmedi bit türlü bitmez ölüme gider sefer
Söyle ey veli söyle sen kar altında ninni
Nerde olursan gelir ve ölüm bulur seni
2 ocak 2016, zonguldak
MERHABA
Ağaran saçlar, bükülen beller, titreyen eller,
alaca bulaca gören gözler ve dahi titrek sözler,
yolun sonunu işaret çoğu zaman. Koca bir
ömrün nerede nasıl ne zaman geçtiğini bilemez
insan. Uzun veya kısa, geçip giden günlerden ne
kalmıştır geriye. Yüz yıl da yaşasan bir kelebek
kadardı r yaşadığın, geride ne bıraktın,
ne götürüyorsun yarına, budur asıl mühim olan.
Mavi kelebek, emeğin, ekmeğin, alın terinin
başkentinden, geleceğe seslenmek, geleceği
kuracak olan gençlerin sesini duyurmak,
ürünlerini paylaşmak için sanal dünyadan
reeline yol almayı düşünüyor ve düşlüyor.
Uzun yaşamak ve yaşlanmak herkese nasip
olmaz sanat edebiyet kulvarında.Belki kısa
ama bereketli bir ömür, bu dünyada güzel
bir iz bırakmak niyetimiz. Kelebeğin ömrü
kısa fakanrengarenktir çiçekten çiçeğe
dolaşır özgürce, ne harika bir sanat eseridir
sanatkarını gösteren.
Edebiyat aleminde ortayaşı, yaşlılığı yaşayan
ustalarıımızın bu sesi küçük görmemelerini
beklemek hakkımızdır diye düşünüyoruz.
Her biri bu dikenli yollardan geçtiler. Henüz
yolun başındakiler hor görmek, yok saymak,
burun kıvırmak bir şey kazandırmaz onlara ve
sanara. Onlarıın yerini ardından gelen gençler
dolduracak ve belki de onları geçecek belki de.
Şanlı dünü ve değerleriyle avunmak yetmez,
geleceğe mührünü vuracak yiğitler yetiştirmek
lazım. Ahiz zamanda harpler harflerle olacak,
buyuran gönüller Sultanı Efendimizin öğüdüyle
sarıldık kaleme ve kağıda.Ölmek ve öldürmek değil,
yaşamak ve yaşatmaktır biricik gayemiz.
Sevgi saygı şefkat merhamet ve hoşgörüden bir
dünya kurmak istiyoruz yeniden. Savaş, sömürü ve
zulmun olmadığı yeni bir dünyanın varlığına
uyanmak istiyoruz her sabah.
Selam ve dua ile...
..
MÜLTECİ
Ne giyer acıdan başka mülteci kadınlar
Paramparça pabuçlar hep dünyayı adımlar
Magmadan fışkırıyor gözleri ateş saçar
Nazlı ayaklar kimden ve sahi neden kaçar
Bir şey olmuş bir şey göç göç yollarda çocuklar
Gece midir karardı güpegündüz ufuklar
Tutunduk kıyına ey hayat tutunduk şükür
Tükür modern dünyanın yüzüne tükür tükür
Deli dalgalar arasında çırpınan bir kuş
Gece yarısı birden bölünen bir anlık düş
Yüzüşüm zayıf kollar kıpkızıl çöller su su
Nereye adım atsam tuzak içiçe pusu
Vurup duruyor başım üstünde sivri tokmak
Yürüyorum her adım bin bir ümitle bakmak
Yoklarım yeri bazen ve masmavi gökleri
Ellerim kan yolarım dağlar gibi bükleri
Geçerim her adım bir başka ateş çemberi
Buz tutmuş eteklerim temmuz günü zemheri
Kar yağsa lapa lapa boncuk boncuk terlerim
Yakar mahşer misali ne sıcak ben titrerim
Yırtıcı sırtlan gibi bakıyor ela gözler
Gördüm nihayet kaç bin maske örtüyor yüzler
Yazsam varlık destanı kim okur kim düşünür
Toprak kayar altımdan aşındıkça aşınır
Veli namerde derdin anlatma sakın sakın
Anlar seni anlayan sözü uzatma sakın
11 aralık 2015, Zonguldak
İÇİNDEKİLER
merhaba
ninni
mülteci
iltica ve mülteci
Rüştü OnurMuzaffer Tayyip Uslu
mescidi aksa
bir dava ve medeniyet
adamı
kardeşlik ve kardeşler
karardı mavi deniz
liman
ayna
köprü
zirvenin etekleri
iki usta iki şiir
osman Yüksel serdengeçti
niyazi yıldırım
gençosmanoğlu
bir yazar bir kitap
cambaz ile sihirbaz
MAVİ KELEBEK
kültür sanat edebiyat düşünce dergisi
yıl 1 sayı 1 ocak-şubat 2016
sahibi ve yazıişleri
veli karanfil
yazışma adresi
seyitonbaşı sok. No:1/a
merkez/zonguldak
email:
[email protected]
İLTİCA VE MÜLTECİ ÜZERİNE
1- Mülteci/Sığınmacı kimdir?
Irkı, dini, etnik kökeni, sosyal konumu ve siyasal
düşüncesi nedeniyle kendisini baskı altında hissederek
kendi devletine olan güvenini kaybeden, kendi ülke
devletinin kendisini koruma yükümlülüğünü yerine
getiremeyeceğini düşünen, ülkesinde zulüm ve işkence
gören, baskı altında tutulan, can, mal ve ırz
güvenliğini tehlikede hissederek ülkesini terk eden
başka bir ülkeye sığınmak zorunda kalan kişiler
mültecidir.
2- Mülteci ve sığınmacı kavramları arasındaki fark
nedir?
İki kavram arasındaki temel fark, Türkiye’nin 1951
tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Cenevre
Sözleşmesi’ne koyduğu çekinceden
kaynaklanmaktadır. Normal şartlar altında mülteci
tanımı, yukarıda açıklandığı gibi kabul edilmekle
sığınmacı da iltica etmeyi gerektiren sebeplerle
ülkesini terk eden ve henüz sığınma talebi, sığındığı
ülkenin yetkilileri tarafından ‘soruşturma’ safhasında
olan kişiyi ifade etmektedir.
Türkiye’nin anılan sözleşmeye ilişkin 1967 protokolü
ile ‘Coğrafi Çekince’ şartını kaldırmadığından ülkeye
sığınan yabancıların geldiği ülke ve bölgelere göre
statüsü değişmektedir. Buna göre Avrupa Konseyinin
siyasi sınırları içerisinde bulunan ülkelerden ülkemize
iltica eden kişiler ulusal ve uluslar arası mevzuata
göre mülteci olarak kabulü ile Türkiye nihai ülke
olarak kabul edilmekteyken Türkiye’nin asıl yükünü
teşkil eden Avrupa Konseyinin siyasi sınırları dışında
bulunan ülkelerden gelerek iltica talebinde bulunanlar
için ise sığınmacı kavramı kullanılmaktadır. Son halde
sığınmacılar yeni yasa metninde de geçtiği üzere şartlı
mülteci konumunda olup Birleşmiş Milletler
Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından güvenli
üçüncü ülke bulunana kadar Türkiye’de geçici
ikametlerine izin verilmektedir.
3- İltica/Sığınma başvurusu hangi makamlara ve ne
şekilde gerçekleştirilmektedir?
Türkiye’ye yasal yollardan giriş yapanlar
bulundukları il Valiliklerine (Emniyet Müdürlüğü,
Yabancılar Şube Müdürlüğü), yasadışı yollardan giriş
yapanlar ise giriş yaptıkları il Valiliklerine
gecikmeden müracaat etmeleri gerekmektedir. Bu
halde ülke sınırları içerisinde bulunmayan
yabancıların sığınma başvurusu alınamamaktadır.
Ayrıca Avrupa Konseyinin siyasi sınırları dışında
bulunan ülkelerden gelerek iltica talebinde bulunanlar
için öncelikle Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek
Komiserliği’ne(BMMYK) giderek üçüncü ülkeye
gönderilmelerini sağlamak üzere paralel bir başvuru
yapmaları gerekmektedir. BMMYK tarafından
işlemlerin sürdürülebilmesi için sığınma başvuru
sahibinin Emniyete daha sonra başvuru yapması
zaruridir.
4- İltica/Sığınma başvurusunda bulunabilmek için
bilgi ya da belge sunma zorunluluğu var mıdır?
Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmeler ile yürürlükte
bulunan iç mevzuat gereği sığınma başvurusu
sahiplerinin belge ibraz etme yükümlülüğü
bulunmamaktadır. Bununla birlikte belge ibrazı
halinde kimlik bilgilerinin tespiti veya haklı nedenle
ülkesini terk ettiğini gösteren evrakların varlığı
halinde sürecin olumlu sonuçlanmasının olası olacağı
da açıktır. Bunun haricinde şahsın bilgi verme
yükümlülüğü kendisi açısından faydası olmakla
pratikte zorunludur. Zira iltica talebini
değerlendirmeye alacak personelin hangi haklı
sebeplerle sığınma başvurusunda bulunulduğu
yönündeki tespiti yapabilmesi sunulan bilgilerle
mümkün olacaktır. Bu doğrultuda sürecin olumlu
sonuçlanabilmesi için başvuru sahiplerinin ayrıntılı ve
doğru bilgi vermeleri tavsiye olunmaktadır.
5-Sığınmacı başvurusu sonrası bulunduğum ilde ya da
arzu ettiğim başka bir ilde ikametime devam edebilir
miyim?
Ülke içerisinde iltica/sığınma başvuru sahipleri ile
mülteci ve sığınmacıların yerleştirildiği resen ikamet
izni verilecek iller (62 uydu il) mevzuat gereği
belirlenmiştir. Ayrıca, ülke içerisinde metropol
illerinde (Antalya, Ankara, İstanbul, İzmir v.b.)
sadece İltica/Sığınma başvuruları alınmakta, fakat bu
illerimizde ikametlerine izin verilmemektedir.
Öte yandan, ülkemizde bulunan sığınma başvuru
sahiplerinin başka illere sevk talepleri, Uygulama
Talimatının 15. maddesi çerçevesinde akrabalık
ilişkisi (anne, baba, kardeş, eş, çocuk, büyük anne,
büyük baba olduğunun anlaşılması halinde) ve sağlık
nedeniyle (ikamet ettiği ilde rahatsızlığını tedavi
ettiremediği için tedavisinin yapılması amacıyla)
değerlendirmeye alınmaktadır.
Ayrıca, akrabalık ilişkisi, sağlık nedeniyle vb. gibi
nedenlerle dilekçe vermek isteyen yabancılar,
doğrudan ikametine izin verilen ilin Emniyet
Müdürlüğü, Yabancılar Şube Müdürlüğüne
müracaatta bulunacaktır. Müracaat makamlarınca
alınan dilekçe başvuruları 3071 sayılı Dilekçe
Hakkının Kullanılmasına Dair Kanunun göre
değerlendirilecek, sonucu tarafınıza 7201 sayılı
Tebligat Kanununa göre tebliğ ettirilecektir.
6- Uydu kentlerde hangi hak ve yardımlardan
yararlanabilirim?
Yaşamak için gönderildiğiniz kentte, barınmanızı
kendi imkânlarınızla karşılamanız esastır. Uydu
kentlerin çoğunda polisin size ücretsiz barınma
sağlama imkânı yoktur. Ancak bazı uydu kentlerde
polis ve bazı yardım kuruluşlarının girişimiyle, maddi
durumu kötü olan sınırlı sayıda sığınmacıya barınma
ve yemek yardımı sağlanmaktadır. Sağlık
masraflarınızı da kendinizin karşılaması esastır.
Ancak maddi durumunuz yetersiz ise, polise
başvurarak sağlık giderlerinizin Valilik tarafından
karşılanmasını talep edebilirsiniz.
Kaydınız tamamlandıktan sonra Türkiye’de yasal
olarak bulunan bir yabancı olarak, çalışma izni
başvurusunda bulunabilirsiniz. Ancak bunun için
önce size yasal olarak iş verecek bir işveren bulmanız
gerekir. Türkiye’de 6–14 yaş arasındaki tüm çocuklar
için ilköğretim bir hak ve zorunluluktur. Kaydınız
tamamlandıktan sonra çocuklarınızı yaşadığınız ildeki
bir ilköğretim okuluna kaydettirebilirsiniz.
BMMYK ve polise yaptığınız başvurular dışındaki
hukuki problemleriniz için bulunduğunuz uydu
kentteki Baro’ya müracaat ederek, ücretsiz adli
yardım talebinde bulunabilirsiniz. Maddi sorunlarınız
ve karşılamakta zorlandığınız ihtiyaçlarınızla ilgili
olarak yaşadığınız uydu kentteki Sosyal Yardımlaşma
ve Dayanışma Vakfı’na müracaat edebilirsiniz. Ayrıca,
her uydu kentte sığınmacılara çeşitli konularda destek
sağlayan yardım kuruluşları mevcuttur.
Geri gönderme merkezlerinden iltica/sığınma
talebinde bulunmaya engel bir durum
bulunmamaktadır. Her yabancı merkezde bulunduğu
sırada talep etmesi halinde iltica/sığınma prosedürüne
alınabilmektedir. Bu husus sadece geri gönderme
merkezi ile sınırlı olmayıp geri gönderilmek üzere
bulunduğu her zaman ve yer içerisinde sınır dışı
işlemi gerçekleştirene kadar başvuru yapma hakkı
bulunmaktadır. Yapılan bu talepler ulusal ve
uluslararası mevzuat hükümleri çerçevesinde gerekli
değerlendirmeye tâbi tutulmaktadır.
8-Geri gönderme merkezlerinde kimler niçin
tutulmaktadır?
Türkiye’ye yasa dışı yollardan gelmiş, yasa dışı
konumda kalmış veya yasa dışı yollardan çıkış
yaparken yakalanmış olanlarla, geçimini meşru
yollardan kazanacağını belgeleyemeyenlerin ve
Türkiye’de kalması genel güvenliğe, idari ve siyasi
gereklere aykırı olan yabancılar 5683 Sayılı Kanun’un
19.maddesi hükümleri doğrultusunda Türkiye’den
çıkışlarının sağlanması için harekete geçilmektedir.
Söz konusu yabancılar, kamu düzeni, kamu güvenliği
ve kamu sağlığının korunması ile tekrar yasa dışı göçe
konu olmalarının engellenmesi amacıyla yine aynı
kanunun 23.maddesi hükmü gereğince geri gönderme
merkezlerinde sınır dışı edilene kadar idari gözetim
altında tutulmaktadır.
9-Geri Gönderme Merkezlerinde kalanlar hangi
haklardan faydalanabilmektedir?
Sınır dışı edilmek üzere idari gözetim altına alınan
yabancılara;
a. Sınır dışı işlemleri tamamlanıncaya kadar iaşe ve
ibatelerinin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nce
karşılanacağı,
b. Merkezde alıkonulma ve sınır dışı kararlarına karşı
idari yargı yoluna başvurabileceği,
c. Merkezde bulundukları sırada avukata erişim
haklarının olduğu,
d. Talep etmeleri halinde ülkemizdeki temsilciliği ve
menşe ülkelerindeki yakınları ile iletişim kurabilmek
için merkez yönetimi tarafından gerekli imkânların
sağlanacağı,
e. Merkez yönetimi ile yapacağı görüşmelerde
tercüman talebi olması halinde anlayabileceği bir
dilde tercüman temin edilebileceği,
f. Gönüllü olarak ülkesine geri dönmek istemesi
durumunda uluslararası kuruluşlar ile işbirliği
halinde gönüllü ve güvenli geri dönüş programı
kapsamında geri gönderilebileceği,
hususlarında tebliğ yapılmaktadır.
7- Geri gönderme merkezinde kalan bir yabancı
iltica/sığınma talebinde bulunabilir mi?
Ayrıca, sınır dışı edilecek yabancıların seyahat
masrafları ile merkezlerde kaldıkları süre içerisindeki
tedavi ve ilaç giderlerinin kendilerince karşılanması
esas olup, buna güç yetiremeyenlerin masrafları
devletçe karşılanmaktadır.
10- Türkiye’de mülteci/sığınmacılara tanınan hak ve
yükümlülükler nedir?
Öncelikle her yabancı güvenli sığınma hakkına
sahiptir. Ayrıca sığınma başvuru sahiplerine en
azından ülkede yasal olarak ikamet eden diğer
yabancılara sağlananlarla eşit haklar ve yardım, her
bireyin sahip olması gereken temel ihtiyaçlar dahil
olmak üzere, verilmelidir.
Benzer biçimde, sosyal ve ekonomik haklar diğer
bireylere olduğu gibi mültecilere de tanınır. Her
mülteci sağlık hizmetlerinden yararlanabilmelidir.
Her yetişkin mülteci çalışma hakkına sahip olmalıdır.
Hiçbir mülteci çocuk okula gitmekten
alıkonulmamalıdır.
Ülkemizden sığınma talebinde bulunan yardıma
muhtaç sığınma başvuru sahiplerinin çeşitli
kuruluşlardan (Sosyal Dayanışma ve Yardımlaşma
Vakfı, Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü, Belediyeler,
Kızılay ve özel kurum ve kuruluşlar ile STK’lar) gıda,
yakacak, nakit para, yiyecek ve giyecek gibi nakdi ve
ayni yardımlar alabilme imkanları ile ilgili hususlarda
ayrıntılı bilgi için bulundukları il valiliğine müracaat
etmeleri gerekmektedir.
Yine temel ihtiyaçların karşılanması noktasında sivil
toplum kuruluşları da önemli bir fonksiyonu
üstlenmektedirler.
Mülteciler belirli yükümlülüklere de sahiptir :
özellikle, sığındıkları ülkenin yasalarına uymalıdırlar.
11- Sığınma başvurusu sahibi, Türkiye’de yasal olarak
çalışmasını sürdürmesi, mümkün müdür?
Ülkemizde 6 ay ikamet tezkeresi sahibi olan
yabancıların çalışmaları konusunda herhangi bir
kısıtlama bulunmamaktadır. 4817 sayılı Yabancıların
Çalışma İzinleri Hakkındaki Kanunla Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı yabancıların çalışma izni
işlemlerini yürütmekle yetkili kılınmıştır.
12- “Geçici sığınma” başvurum hakkında olumsuz
karar verilirse ne yapabilirim?
Eğer “geçici sığınma” başvurunuzla ilgili olumsuz bir
karara varılırsa , bu size yazılı olarak bildirilecektir.
Hakkınızdaki olumsuz karara 15 gün içinde yazılı
olarak itiraz etme hakkınız vardır. Eğer 15 gün içinde
itiraz hakkınızı kullanmazsanız, sizden ülkeyi terk
etmeniz istenecektir. Yazacağınız itiraz dilekçesinde
ülkenize dönmekten korkma nedenlerinizi açık ve kısa
bir şekilde ifade etmeniz ve elinizde bulunan iddianızı
destekleyecek tüm belgeleri sunmanız önemlidir.
13- Hakkımdaki ilk olumsuz karara yaptığım itiraz
da reddedilirse ne yapabilirim?
Hakkınızdaki ilk olumsuz karara yaptığınız itiraz da
reddedilirse, bu size yine yazılı olarak bildirilecektir.
Hakkınızda verilen bu ikinci ret kararına itiraz
etmenin tek yolu, bir Türk avukat yardımıyla idare
mahkemesinde dava açmaktır. Bu itiraz davasının
ikinci ret kararı size yazılı olarak bildirildikten sonra
en geç 15 gün içinde açılması gerekir. Eğer 15 gün
sonunda dava açma hakkınızı kullanmamış
durumdaysanız, sizden Türkiye’yi terk etmeniz
istenecektir.
Hakkınızdaki ikinci ret kararına karşı açtığınız idare
davası sonucunda, mahkeme başvurunuzun yeniden
incelenmesine karar verebilir ya da hakkınızdaki
olumsuz kararı yerinde bulabilir. Bu durumda,
Türkiye’de kalmanız ancak İçişleri Bakanlığı’nın
talimatıyla mümkündür.
Kaynak:Mülteci Hakları Derneği
DEĞERİNİ BİLMEDİĞİMİZ DEĞERLERİMİZ
KÜLTÜR SANAT EDEBİYAT NEFERLERİMİZ
RÜŞTÜ ONUR VE MUZAFFER TAYYİP USLU
RÜŞTÜ ONUR KİMDİR
İstanbul'dan Zonguldak'a giderken
Rüştü Onur,"Garip şiiri'nin önemli
Anafartalar Vapurunda Mediha Sessiz adında
temsilcilerinden biri olarak kabul edilmektedir.
güzel bir kızla tanışır. Mediha'ya aşkının
O, Zonguldak'ta yaşamış şairler olan Muzaffer
ifadesi olan duygulu mektuplar ve şiirler yazar.
Tayyip Uslu ve Kemal Uluser'le birlikte simge
Önce nişanlanırlar sonra da 1942 yılında
adlardan biri olarak görülür.
evlenerek, Beşiktaş'ta Mediha'nın evine
Babası Mehmet Onur adında bir köy
yerleşirler.
öğretmenidir.
Ne yazık ki bir talihsizlik sonucu Mediha bir
İlköğretimini Devrek'te okur, liseye önce
karın zarı iltihabı geçirir ve 12 Kasım 1942'de
Kastamonu'da başlar sonra da Zonguldak'ta
yaşamını yitirir. Bu ölüm Rüştü Onur'a çok
bitirir.
fazla gelir. Eşinin ardından adeta canına
1938 yılında İnce hastalığına tutulduğu için o
kıyarcasına yaşamını boş verir.
yıl okuyamaz.
Yaşama sevdiği karısından sonra ancak iki
1941 yılının başında Rüştü Onur'un hastalığı
hafta dayanabilir. 2 Aralık 1942'de Beşiktaş'ta
yeniden şiddetlenir. Üç ay Zonguldak'ta
Şair Leyla Sokağı'ndaki evinde ciğerlerinden
hastanede kalır. Bu arada Heybeliada
fazla kan gelmesi nedeniyle boğularak ölür.
sanatoryumuna da başvurur.
Halen Ortaköy mezarlığında "Boğazın lacivert
1941 yılının son ayı ile 1942 yılının ilk iki ayını
sularına bakan" bir sırtta eşiyle yan yana
Heybeliada'da geçirir. 1942 Mart ayında
yatmaktadır.
sanatoryumdan çıktığında yedi kilo almış ve
hastalığı yenmiştir. Tekrar Zonguldak'a döner.
RÜŞTÜ ONUR İÇİN KİM NE DEDİ
Ölüm nefesinde nasıl olsa
Amma henüz vakit erken
Orhan Veli:
Daha gün
Karşı apartmanın balkonunda
"Son yıllarda Zonguldak üç büyük yetenek
Dur bakalım hele
yetiştirdi: Biri Rüştü Onur..."
Ben salata satayım
Şair Leyla Sokağı'nda
Behçet Necatigil:
Sen gene koş
Bez fabrikasındaki
"Gamlı gecelerin öncüsü Rüştü, artık
Tezgahının başına
hatıralarım arasına geçti."
Ölüm içimde
Ölüm dışımda
Salâh Birsel:
Ölüm talihsiz aşımda
Ölüm kuru başımda
"Rüştü Onur'un kısa bir şiir yaşantısı oldu.
Teselli benim gözyaşımda
Her gün sıtma geçirirdi. Şiir sıtması."
İTİRAF
Oktay Rifat:
I
Size açabilmeliydim içimi
"Rüştü Onur Türkiye'de geç başlayan bir
Geceler yalnız size
hareketin bayrağı altında şiir yazıyordu."
Ve yüzüm kızarmadan
Çocukluğumun küçük aşklarını
Cemal Süreya:
Anlatabilmeliydim
Geceler yalnız size.
"Rüştü Onur şiirleriyle hayatını, daha
II
doğrusu ölümünü, bir arada götürmüş."
Benim de aşklarım oldu
Ve alabildiğine günahlarım.
Doğan Hızlan:
Halbuki bigünah olmak istedim
Bütün ömrümce.
"O, insan kardeşlerine hep yaşam sevincinden
insancıl duygulardan bahsetti."
III
Anam,
RÜŞTÜ ONUR ŞİİRLERİ
Ben topaç çevirirken sokakta,
Benim güzel oğlum,
ŞAİR LEYLA SOKAĞI
Paşa olacak derdi...
Halbuki ben hâlâ
Payıma düşen toprak parçası
Senin de payına düşer
Ayrılık gayrılık yok
Topaç çeviriyorum sokakta.
MUZAFFER TAYYİP USLU KİMDİR
KAN
Önce öksürüverdim
Muzaffer Tayyip Uslu, Arnavut bir babanın
Öksürüverdim hafiften
İstanbul doğumlu oğlu olsa da, kısacık
Derken ağzımdan kan geldi
ömrünün yarısını geçirdiği Zonguldak'ta
Bir ikindi üstü durup dururken
yaşadıkları ve yarattıklarıyla oranın insanı
Meseleyi o saat anladım
olmuş ve "Zonguldaklı şair" olarak anılmıştır.
Anladım ama, iş işten geçmiş ola
Zonguldak'ta lise öğrenimi sırasında Behçet
Şöyle bir etrafıma baktım,
Necatigil'in öğrencisiydi. İstanbul Üniversitesi
Baktım ki yaşamak güzeldi hâlâ
Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ndeki
Mesela gökyüzü
yükseköğrenimini yoksulluğu ve hastalığı
Maviydi alabildiğine
nedeniyle sürdüremedi. Zonguldak'ta çalışmak
İnsanlar dalıp gitmişti
zorunda kaldı da arkadaşı Rüştü Onur gibi
Kendi âlemine...
veremden öldü. Necati Cumalı'nın notlarına
göre Muzaffer Tayyip'in bir gözü doğuştan
ÖLDÜKTEN SONRA
sakattır. Parasızlıktan sanatoryuma gidemez.
Diyecekler ki arkamdan
Zonguldak'ta hastalığı ilerledikçe bir deri bir
Ben öldükten sonra
kemik kalır. 24 yaşında havasız ve karanlık
O, yalnız şiir yazardı
babaevinde abdesthaneden yatağına
Ve yağmurlu gecelerde
götürülürken annesinin kucağında ölür. O
Elleri cebinde gezerdi
dönem yayınlanan şiirleriyle en iyi şairlerden
Yazık diyecek
biri kabul edilmiş, yaşamındaki acılara karşın,
Hatıra defterimi okuyan
gizli bir üzgünlük içinde yaşamanın güzelliğini
Ne talihsiz adammış
yazmıştı. Şiirlerini Şimdilik adlı bir kitapta
İmanı gevremiş parasızlıktan...
topladı (1945). Ölümünden sonra Necati
Cumalı şiirlerini ve yazılarından seçmeleri
BENDEN SİZE
Muzaffer Tayyip adlı bir kitapta topladı.
Yalnız ben mi inkâr ediyorum Allahı
MUZAFFER TAYYİP USLU ŞİİRLERİ
Mevsimler benden kâfir
Ya kuşlar ve ağaçlara, ne buyurulur
''Bir güzele güzelliğini hatırlatmak isterdim
Uzun söze lüzum yok
aynalardan evvel''
Şahidimdir
Beş parasız gezdiğim sokak
Bir zaman yaşadığıma
Ve bir hâtıra olsun diye
Benden size
Hiç sıkılmadan söyleyebilirim
Sarışın kızlara bayıldığımı...
MESCİD-İ AKSA
Mescid-i Aksa'yı gördüm düşümde
Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu
Varıp eşiğine alnını koydum
Sanki bir yer altı nehr çağlıyordu
Gözlerim yollarda bekler dururum
Nerde kardeşlerim diyordu bir ses
İlk Kıblesi benim ulu Nebi'nin
Unuttu mu bunu acaba herkes
Burak dolanırdı yörelerimde
Mi'raca yol veren hız üssü idim
Bellidir kutsallığım şehir ismimden
Her yana nur saçan bir kürsü idim
Hani o günler ki binlerce mü'min
Tek yürek halinde bana koşardı
Hemşehrim nebi'ler yüzü hürmetine
Cevaba erişen dualar vardı
Şimdi kimsecikler varmaz yanıma
Mü'minde yoksunum tek ve tenhayım
Rüzgarlar silemez gözyaşlarımı
Çöllerde kayıp bir yetim vâhayım
Mescid-i Aksa'yı görüm düşümde
Götür müslümana selam diyordu
Dayanamıyorum bu ayrılığa
Kucaklasın beni İslâm diyordu
Mehmet Akif İnan
BİR DAVA VE MEDENİYET ADAMI:
MEHMET AKİF İNAN
Sevgili dostlar!
Toplumları derinden etkileyen bazı düşünce ve
sanat adamları vardır.
Sessiz akan nehirler gibi sularlar kültür
toprağını, kısa ömürlerine bereketli ürünler
sığdırırlar.
Yaşadıkları zamanı ve sonrasını etkileyecek
kalıcı eserler ortaya koyarlar…
Bu gün size böyle bir medeniyet, dava, düşünce
ve sanat adamını, şair, yazar, sendikacı
Merhum Mehmet Akif İnan'ı anlatmak
istiyorum.
Aslında her bir yönü ayrı bir konferans konusu
olması gereken Mehmet Akif İnan'ın hayatını
ana hatlarıyla size sunmak istiyorum.
Onun hayatını bütünlüğü içinde üç ana
eksende anlamak ve anlatmak mümkündür.
Üçe endeksli bir hayat çizgisi var Akif İnan'ın.
1.Üç şehir:
Üç önemli şehir belirler hayat çizgisini onun:
12 Temmuz 1940'da Urfa'da başlar,
6 Ocak 2000 yılında Urfa'da biter hayat
hikâyesi.
Maraş ve Ankara diğer önemli duraklarıdır.
Soylu bir ailenin çocuğudur.
Babası Hacı Müslim, şehrin önde gelen
simalarından biridir.
Hem ana hem baba tarafından tüccar bir
ailenin çocuğudur.
Annesi Şakire hanım, Maraş'ın Dedeoğulları
soyundan, Hacı Tevfik Efendinin kızıdır.
Dede Hacı Tevfik Efendi, mücadeleci bir
adamdır.
Kurtuluş savaşı yıllarında Maraş'ı işgal eden
Fransızlara teslim etmemek için evini elleriyle
yakar.
Etrafındaki bütün evler de yanar tabi.
Fransızlar, şehre hâkim tepedeki bu konaktan
şehri toplarla ateş altına alacaklardır.
Şapka meselesinden dolayı da sıkıntıya düşen
Hacı Tevfik Efendi Antep'e yerleşir,
müteahhitlik yapar.
Hacı Tevfik Efendi kızı Şakire hanımı Urfalı
Hacı Müslim Efendiyle evlendirir.
Bir süre sonra da Maraş'a geri döner.
Bu evlilikten Mehmet Akif İnan dünyaya gelir.
Dirayetli bir baba ve tam bir Osmanlı kadını
olan annenin ellerinde yetişir.
Kültürlü bir aile ortamı kısaca.
Dinin, tarihin, sanatın, edebiyatın, musikinin
ortasında, gün görmüş misafirlerin arasında
büyür.
Doyumsuz sohbetlere tanık olur.
Büyük Doğu dergileri ve Necip Fazıl
düşüncesiyle henüz çocukken aile ortamında
tanışır ve okur.
Bunu kendisi şöyle anlatıyor bir söyleşide:
“Evce okumayı severdik.
Babam her çeşitten kitap okurdu.
Doğu ve batı klasiklerinin önemli eserlerini
bitirmiş biriydi babam.
Ayrıca çağdaş yazarları da tanırdı.
Şeyh Sadi'den Şekspire, Geothe'den Hamid'e,
Akif, Necip fazıl ve Nur Risalelerine varıncaya
kadar, geniş ve zengin bir okuma alanına
sahipti babam.
Sebilürreşad'dan Büyük Doğu'ya, oradan
mağazin dergilerine kadar, eve birçok dergi
taşırdı.
Evimiz gazete gelmedik gün olmazdı.”
Sevgili dostlar!
Böyle bir evden, böyle bir anne babadan
Mehmet Akif İnan gibi bir şair, yazar, dava ve
medeniyet adamı yetişiyor.
Bugün evlerimiz ve anne-babalarımız ne
durumda dersiniz.
İlk ve en önemli terbiyesini ailesinden, yaşadığı
muhit olan Urfa'dan alır.
İyi insan iyi ailelerde iyi anne babaların
arasında yetişiyor.
1965 yılında edebiyat öğretmeni Sevim
Hanımla evlenir.
Bu evlilikten bir kızı dünyaya gelir. 1967
doğumlu Şakire Bönü.
Akif İnan'ın hayattaki bu tek kızından başka
evlâdı olmamıştır.
Bu kızından biri kız diğeri erkek olmak üzere
iki torunu vardır.
VE MARAŞ YILLARI
İkinci önemli uğrak yeri Maraş…
Hayatı boyunca duygu, düşünce, davranış ve
dava birlikteliği yaşayacağı, Türk düşünce ve
edebiyatında birlikte iz bırakacağı YEDİ
GÜZEL ADAM'ı tanıdığı kent Maraş,
Kahramanmaraş…
Gözünü budaktan sakınmayan, sözünü
kimseden esirgemeyen, sonunu düşünmeden
hakkın adaletin yanında, haksızlığın ve zulmün
karşısında yer alır…
Olduğu gibi görünür, göründüğü gibi olur…
Adaşı Mehmet Akif Ersoy misali, sözüm odun
gibi olsun, doğru olsun tek, anlayışının
temsilcisidir…
Kavgadan çekinmeyen bir güzel adamdır
Mehmet Akif İnan…
Tahammül edemediği bir haksızlık ve yanlış
sebebiyle öğretmeniyle kavga eder, Maraş
Lisesine sürgün edilir.
Lise son sınıfı Maraş Lisesinde okur Mehmet
Akif İnan.
Yedi Güzel Adam'dan birisi olarak anılır
ondan sonra.
Kimdir bu Yedi Güzel Adam?
Nuri Pakdil, Alaaddin Özdenören, Rasim
Özdenören, Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu,
Mehmet Akif İnan, Ersin Nazif Gürdoğan.
Sanat ve Edebiyatla yakından ilgili olan, hece
ve aruz vezniyle şiirler yazar Mehmet Akif
İnan.
Maraş Lisesi'nde, “canlı ve verimli bir edebiyat
ortamına” düşmüştür.
“İleriki yıllarda gelişerek halk tarafından
büyük bir kabul görerek devam eden” yerli bir
edebiyat ve düşünce hareketinin temelleri
atılmıştır Maraş Lisesinde.
Hayatının her döneminde kendine özel bir
duruş sergileyen Nuri Pakdil öncülüğünde
Hamle adlı bir edebiyat dergisi çıkmaktadır
burada.
Öğretmenlerin sahiplendiği ve desteklediği bu
edebiyat ortamı, sanatsever gençlerin önünü
açacak ve Türk edebiyatına damgasını
vuracaktır.
İyi bir öğretmen veya öğretmenler, öğrenciler
için ufuk açıcı, geleceğine yön verici bir etkiye
sahiptir.
Maraş lisesinde böyle önemli öğretmenler
vardır.
Aynı okulda, aynı sınıfta bir araya gelen sanatedebiyat sevdalısı bu gençler, neredeyse her
gün her saat beraberdir. Gündemlerinin
biricik konusudur edebiyat, sanat VE ŞİİR.
Maraş'ın caddelerinde, sokaklarında, halkın ve
kadınların tuhaf bakışlarına, “deli bu
çocuklar” diye konuşmalarına aldırmadan
birbirine şiir okurlar.
Fuzuli, Nedim, Şeyh Galip gibi Divan şairleri
yanında İkinci yeni şairlerinden ezbere şiir
okurlar konuya göre.
Sanat edebiyat ve şiir delisidir onlar.
Zamanla onların bu hallerini sevecektir halk.
Ne yapsalar yeridir, diye düşüneceklerdir.
Akif İnan böyle bir ortamda yabancılık
çekmez, arayıp da bulamadığı bir dünyadır bu.
Klasik Divan ve Halk edebiyatı donanımına
sahiptir zaten.
Şiirler yazmaktadır.,
Üstelik aralarına katıldığı yeni arkadaşlarının
yeni tarz yazı ve şiirlerini beğenmez.
Sanat ve edebiyatla dolu dolu geçen bir yılın
ardından lise biter…
Üniversite okumak üzere Ankara'ya gider
Mehmet Akif İnan…
Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu
söyleyeyim, insan arkadaşının dini üzeredir,
sözünü hatırlamanın yeri değil mi burada.
İnsan iyi bir arkadaş çevresinde iyi yetişiyor,
iyi ve güzel alışkanlıklar elde ediyor. hayatta iyi
bir yere varıyor…
Kötü bir arkadaş çevresinde kötü oluyor, kötü
alışkanlıklar ediniyor, hayatta iyi bir yere
varamıyor.
ZİYAN OLUYOR sonuçta…
Güzel insanların arasında güzel adam oluyor
kısaca insan.
ANKARA YILLARI
Üniversite okumak için geldiği Ankara'da,
neredeyse hayatının sonuna kadar kalacaktır
Mehmet Akif İnan.
Sanat Edebiyat ve Sendikal faaliyetlerle ilgili
konferanslar için gitmediği şehir neredeyse
kalmayacaktır ülkede.
Artık Ankara'dadır.
Atatürk Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Türk
Dili ve Edebiyatı bölümü öğrencisidir Mehmet
Akif İnan.
Divan ve Halk Edebiyatı birikimiyle donanmış
olarak fakülteye gelen Mehmet Akif İnan,
hayal kırıklığı yaşar.
Hocalarının ders anlatışlarını beğenmez.
-Bu hocalar mı bana ders anlatacaklar, der ve
okulu bırakır.
Daha sonra, Nuri Pakdil'in, alacağın diploma
ileride lazım olur, uyarısıyla okula devam eder.
Bu okula devam etmenin ve bitirmenin bana
kazandıracağı tek şey diplomadır, der. Okulu
bitirir.
Akif İnan, Ankara'dan önce çok az bir süre
İstanbul'da kalır.
Cağaloğlu'ndan Yenikapı'ya birlikte yürüdüğü
Erdem Bayazıt ve Rasim Özdenören'e
ezberden Ahmet Haşim şiirleri okur.
Onun bütün şiirlerini ezbere bilmektedir.
Diyordu ki Akif İnan:
-Ahmet Haşim'in şiirleri sanıldığı kadar çok
değil, seksen kadardır!”
Rasim Özdenören'in dediği gibi o bu tavrıyla,
Haşim'in şiirlerinin azlığından çok, kendi ezber
yeteneği hakkında tevazu gösteriyordu.
Ankara yılları verimli geçer Akif İnan'ın
Bir an bile boşluk bulunmaz hayatında.
Hem okur, hem çalışır.
Yaşadığı şehre ve birlikte olduğu insanlara
silinmez izler bırakır.
Diğer arkadaşlarına göre sosyal bir adamdır.
Yerinde duramaz sanki. Her an bir faaliyet
içindedir.
Tam bir dava ve cemiyet adamıdır.
Ankara'daki ilk işi, o dönemin önemli
dergilerinden birisi olan Hilal'i yönetti. Yazı ve
şiirler yayınladı.
Diğer İslam ülkelerinde yetişen önemli
mütefekkirlerin çeviri kitaplarını yayınladı.
Bu dergi “Ankara'da, bir sanat edebiyat
düşünce ve fikir okulu” gibi çalıştı.
Peşinden görev yaptığı Türk Ocağı çevresinde
de aynı mantıkla çalıştı Akif İnan.
Bugün, genç nesillerin pek tanımadığı; Ali
Himmet Berki, Osman Yüksel Serdengeçti,
Salih Özcan, Osman Turan, Cevat Rifat
Atilhan, Zeki Velidi Togan, Ziyaeddin Fahri
Fındıkoğlu, Emin Bilgiç, Dündar taşer,
Mümtaz turhan, Tahsin Banguoğlu, Fevziye
Abdullah Tansel, Mehmet Kaplan, Kzım Nami
Duru, Mehmet emin Buğra, İsa Yusuf Alptekin
gibi zamanın önemli düşünce adamları ve
akademisyenleriyle bir arada bulundu, sohbet
etti.
Genç yaşında sendikal faaliyetlerde bulundu.
Edebiyat öğretmenliği yaptı.
Öğrencilerine sanat edebiyat şiir zevki aşıladı.
Güzel insanlarla geçen güzel ve verimli yılların
ardından hastalandı.
Doğduğu, doyduğu, ilk terbiyesini, bilgi, görgü
ve kültürünü edindiği memleketi Urfa'da, 2000
yılında, bir Ramazan günü, Şubat ayında bir
daha ölmemek üzere öldü ve ebediyyen güldü.
2.ÜÇ DERGİ
Sevgili Dostlar
Dergiler, fikrin hür kaleleridir, diyor Cemil
Ceriç.
Mehmet Akif İnan, henüz Urfa Lisesinde
okurken mahalli gazetelerde ses getiren
makaleler yazıyordu arkadaşlarıyla.
Demokrat Urfa gazetesinde yazıyordu özellikle.
O arkadaşlarının çoğu ve Mehmet Akif İnan,
önemli gazeteci ve yazarlardan olacaktır
Türkiye'de.
Lisede okuyan bir delikanlı olan Mehmet Akif
İnan, arkadaşlarıyla Derya adlı bir gazete
çıkarmaya başlar Urfa'da.
1958'den sonra yayınlanan önemli edebiyat ve
sanat dergilerinde yazı ve şiirleri çıkar.
Artık o ünlü dergilerde yazan önemli bir
kalemdir.
HİLAL DERGİSİ
MAVERA DERGİSİ
Hilal, Ankara'da Salih Özcan'ın önderliğinde
çıkan önemli bir düşünce sanat ve aksiyon
dergisidir.
İslam'ın ve İslam dünyasının meselelerini ele
alır, kültür sanat ve edebiyat ağırlıklıdır.
Okumak üzere Ankara'ya gelen Mehmet Akif
İnan aynı zamanda çalışır, geçimini sağlar.
Ortaokul ve lise yıllarında edindiği kültür,
sanat, edebiyat, okuma, yazma ve yayıncılık
birikimi onu Hilal dergisinin ve Hilal
yayınlarının yöneticisi yapar.
1960-1964 yıllarında bu dergiyi ve yayınevini
yönetir…
Şiir ve yazılar yayınlar bu dergide.
Zamanının önemli dergileri arasına girer Hilal.
Mavera Dergisi, edebiyat dergisinin devamı ve
tamamlayıcısı olarak düşünülebilir.
Yine Mehmet Akif İnan, Erdem Bayazıt, Rasim
ve Alaaddin Özdenören, Cahit Zarifoğlu ve
diğer arkadaşlarınca 1976 yılında
yayınlanmaya başladı Mavera.
1990 yılına kadar faaliyetine devam etti.
Türk edebiyatına önemli bir kuşak yetiştirdi.
Sol ideolojinin egemenliğinde olan Türk
Edebiyatını özgürleştirdi bir anlamda…
İslam düşünce etrafında da soylu bir sanat
edebiyat üretilebileceğini ortaya koydu.
Bugün Türk edebiyatında her biri birer köşe
taşı ve ekol olan Nuri Pakdil, Cahit Zarifoğlu,
Erdem Bayazıt, Rasim Özdenören, Alaaddin
Özdenören, İsmail Kıllıoğlu, Ali Haydar
Haksal ve diğer pek çok yazar, Edebiyat ve
Mavera dergisi çatısı altında yetişmiştir.
İki dergi de genç kuşaklar için birer okul
olmuştur.
Mehmet Akif İnan, her iki derginin, yani hem
Edebiyat, hem Mavera Dergisi'nin
kurucularından birisidir…
Yıllarca bu dergilerde sanat, edebiyat, şiir ve
şiir kuramı üzerine yazılar yazmıştır.
Bu anlamda Mehmet Akif İnan, yayıncı ve
yazar olarak edebiyat tarihimize adını altın
harflerle yazdırmış bir medeniyet, dava ve
düşünce adamıdır.
Eserlerini okuyanlar ve Mehmet Akif İnan
üzerine araştırma yapanlar bunu açıkça
göreceklerdir.
EDEBİYAT DERGİSİ
Kahramanmaraş'ta kurulan sarsılmaz dostluk,
arkadaşlık, sanat, edebiyat ve davada
birliktelik Ankara'da devam eder.
Türkiyede bir edebiyat kültür sanat fikir ekolü
haline gelen Edebiyat Dergisini doğurur
Ankara'da.
Nuri Pakdil'in karizmatik kişiliği, Mehmet
Akif İnan'ın toplumcu ve teşkilatçı yapısı,
Erdem Bayazıt ve Alaaddin-Rasim Özdenören
kardeşlerin düşünce derinliği birleşince,
Edebiyat Dergisi yayınlanmaya başlar 1969
yılında. Aralarına Cahit Zarifoğlu katılır
sonra.
Türkiye'de o güne kadar yayınlanan İslam
düşüncesi eksenli Sebilürreşat,
Sıratımüstagıym, Büyük Doğu, Diriliş gibi
mühim dergiler, daha ziyade bireysel
çıkışlardır. Sebilürreşat Mehmet Akif Ersoy'u,
Büyük Doğu Necip Fazıl Kısakürek'i, Diriliş
Sezai Karakoç'u aklımıza getirir.
Fakat Edebiyat Dergisi veya Mavera denilince
aklımıza Yedi Güzel adam gelir hemen.
Edebiyat ve Mavera dergileri, Türk
Edebiyatında bir ekoldür… Yeni ve bambaşka
bir akımdır sanat ve edebiyatta.
Yedi Güzel Adam'ın önderliği ve örnekliğinde,
yerli ve İslami düşünce eksenli, soylu bir kültür
edebiyat sanat ve şiir ortaya koyan ve etkisi
günümüz yazar ve şairleri üzerinde de açıkça
görülen bir çıkıştır bu.
Haddim olmayarak söyleyeyim, Türk
Edebiyatı Tarihi bu anlamda yeniden
yazılmalıdır aslında.
3.ÜÇ FAALİYET
Sevgili Dostlar!
Mehmet Akif İnan'ın hayatında üç önemli
faaliyet alanı var.
Ana hatlarıyla bunlar üzerinde durmakta
fayda görüyorum.
1-Sanat edebiyat şiir yazarlık ve yayıncılık
Okuyan kültürlü bir ailede yetişmenin doğal
bir sonucu olarak çok genç yaşta, henüz
ortaokul sıralarında şiir yazmaya başlar.
Aruz ve hece ile geleneksel şiirimize yaslanan
şiirler yazar önceleri.
Hemen her gün saatlerce kitap okur. On saate
varır bu okumalar bazan.
Urfa lisesinde okurken Demokrat Urfa
gazetesinde makaleler yazar.
Arkadaşlarıyla Derya adlı bir gazete çıkarır
Urfa'da.
Lise sıralarındayken; Türk yurdu, Türk
düşüncesi, Yeni İstiklal gibi dergi ve
gazetelerde şiir ve yazıları yayınlanıyordu.
Ankara'da üniversite okurken Hilal Yayınları
ve Hilal dergisini yönetir. Yazı ve şiirler
yayınladı bu dergide.
Diğer dönem edebiyat dergilerinde de yazdı.
1969'da Edebiyat dergisinin kurucu ve yazar
kadrosunda yer aldı.
İlk kitabı Edediyat ve medeniyet üzerine (1972)
adlı düşünce yazıları ve Hicret(1974) isimli şiir
kitabı, Edebiyat Dergisi yayınlarından, Din ve
Uygarlık(1985) Akabe yayınlarından, Tenha
sözler(1991) adlı şiir kitabı Yedi İklim
Yayınlarından çıktı.
1958-1969 arası değişik dergilerde yayınlanan
şiirlerini kitaplarına almadı.
Ayrıca Milli Gazete, Yani Devir, Yeni Mesaj
gazetelerinde fikir yazıları yayınladı.
Bu yazılar, Siyaset Kokan Yazılar adıyla
ölümünden sonra kitap olarak yayınlandı.
On bir kitaptan oluşan bütün külliyatı, üç cilt
halinde Eğitim-Bir Sendikası tarafından(2014)
yayınlandı.
2-Öğretmenlik
Sevgili Dostlar!
Bana göre Mehmet Akif İnan'ın, gazetecilik,
yazarlık, yayıncılık ve şairliği yanında, ONU
DAHA önemli kılan bir diğer özelliği
öğretmenliğidir.
Aslında o bize ve günümüz öğretmenlerine bu
işin, yani öğretmenliğin nasıl yapılması
gerektiğine dair önemli bir ders veriyor, yol
gösteriyor.
Bütünlüğü içinde eğitim sisteminin ve okulların
“adam öğütme” ve “yetenekleri köreltme”
mekanizmasına dönüştüğü bir zamanda, onun
öğretmenliğe ve öğrencilere bakışını iyi
anlamak ve uygulamak gerekir diye
düşünüyorum.
Şu örneğe öğretmenler iyi kulak versinler
lütfen.
Alaaddin Özdenören anlatıyor:
“Maraş lisesinde Felsefe Öğretmeniyim.
Mehmet Akif İnan'dan mektup.
Gerçek soyluluğun pazarlığa yanaşmayacağını
bir kez daha öğreniyorum.
Diyor ki Mehmet Akif İnan:
“Çocukları sınıfta bırakma!
Başımızdan geçenleri bilmiyor musun?
Çocukları incitmemek için elinden geleni yap!
Onları okumaya alıştır!”
İçimde bir bolluk oluşuyor.
Hem de ne bolluk.
Çocukları okumaya sürüklüyorum.
Okulun kütüphanesine çeki düzen veriyorum.
Çocuklar kütüphaneye alışıyor.
Beni seviyorlar.
Çocuksu gözlerinin acı bakışlarını üzerimde
hissediyorum.
Osman Sarı, İsmail Kıllıoğlu, Ali Doğan ve
diğerleri…
Bu öğrencilerin her biri sanat ve edebiyatta
önemli yerlere geleceklerdir.
Mehmet Akif İnan, daha öğretmen olmadan
önce nasıl öğretmenlik yapılması gerektiğini
anlatıyor arkadaşına.
Geç de olsa okulunu bitirince 1972'de
öğretmen olur Mehmet Akif İnan.
Önce Uşak İmam-Hatip Lisesinde, ardından
Gazi Eğitim Enstitüsünde çalışır.
En son vefatına kadar Ankara Fen Lisesinde
öğretmenlik yapar.
Gittiği her yerde öğrencilerine okumayı,
yazmayı, sanat, edebiyat ve şiiri, güzel insan
olmayı sevdirmeye çalışır.
Geleceğin düşünür, okur-yazar, sanatkâr ve
şairlerini yetiştirir.
Hep sever öğrencilerini ve “en sevilen
öğretmeni” olur onların.
Ne dersiniz, “insan kazanmak” için mi, yoksa
mevcut çarkın dişlileri arasında “adam
öğütmek” için mi yapıyoruz öğretmenliği…
SENDİKACILIK
Sevgili Dostlar!
Mehmet Akif İnan'ın sendikacılığı, Türk Taşıt
İşverenleri Sendikası'nda uzman olarak
çalıştığı, 1969-1972 yıllarına kadar uzanır.
1992'de Eğitim-bir Sendikası, 1995'te MemurSen'in kuruluşunda lider kadro içinde yer aldı.
Her iki sendikanın ilk genel başkanı oldu.
İdeolojik bir anlayışla değil Ahilik düşüncesiyle
sendikacılık yaptı.
Her kesimi kuşatan, ahlaki temellere dayanan
bir sendikacı oldu.
“Her eylem yeniden diriltir beni /
nehirler düşlerim göl kenarında” mısraları bu
bakışın ifadesidir sanki...
DOST VE ARKADAŞ ÇEVRESİ
Sevgili Dostlar!
Lise yıllarında yazmaya başlayan İnan'ın
ilkyazı ve şiirleri, Urfa Demokrat Gazetesinde
yayınlandı.
Urfa'da bir grup arkadaşıyla Derya adlı bir
gazete çıkardı (1958).
Hepsi de lisenin son sınıfında okuyan bu
arkadaşların her biri ileride ünlü gazeteci,
yazar ve yayıncı olacaklardır.
Abdülkadir Billurcu (Bizim Anadolu
gazetesinin yazı işleri müdürü)
Zübeyir Yetik (Bir dönem Milli Gazete genel
yayın müdürü)
Nihat Armağan (Fikir Yayınlarının kurucusu]
Cuma Beyboğa (Derya gazetesinin sahibi]
Nabi Kılıçoğlu, Mehmet Emin Balyan, Sabri
Aslan, İbrahim Kızılgöl, Cemal Kayar, Ahmet
Rüzgâr ve Yusuf Demirkol.
1950'li yıllardaki Urfa'nın şehir hayatı,
Urfa'daki sanatkâr ve musikişinas arkadaş
çevresi, Urfa'da yasayan insanların geleneksel
kültür ve edebiyatımızla olan yakın ilişkileri,
Mehmet Akif İnan'ı büyük ölçüde etkilemiştir.
Kendisi o günleri şöyle anlatmaktır;
“Hafta sonlarında birbirimizin evlerinde
toplanırdık.
Hem çiğ köftelerimizi yer, hem de konuşmalar,
tartışmalar yapardık. Kendi aramızda
münazaralar düzenlerdik.
Müzik de yapardık. Benim ayrıca şehrin önde
gelen hanende ve sazende takımıyla da
ahbaplığım vardı.
Mesire yerlerine gider, sabahlara kadar eğlenir,
fasıllar geçerdik.
Ayrıca arada bir Muhammed Hafız'a giderek
ondan eski yazı ve Farsça dersleri de
alıyordum.
Tabii baş tutkum ve uğraşı olanımsa şiirlerdi.”
Şiir ve sanat çalışmalarını etkileyen ikinci
arkadaş çevresi;
lise son sınıfının ikinci yarısında Urfa'dan
sürgün olarak gittiği Maraş lisesindeki
edebiyata ilgi duyan arkadaşlarıdır.
Burada tanıştığı arkadaşlarıyla bütün bir ömür
boyu ayrılmayarak edebiyat yapacak, edebiyat
dünyamızda önemli izler bırakan iki derginin
kurucuları arasında yer alacaktı.
Akif İnan'ın 1959'da Maraş Lisesi son
sınıfındayken tanıştığı, sanat ve edebiyata ilgi
duyan, şiir, hikâye ve denemeler yazan
arkadaşları arasında başta Nuri Pakdil olmak
üzere Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu,
Alaeddin Özdenören ve Rasim Özdenören
bulunmaktaydı.
Maraş'taki arkadaşlarının hepsi yeni edebiyat
taraftarı olmalarına karşılık Akif İnan”in
klâsik edebiyat geleneğimizden yana olması bu
iki farklı edebiyat yanlılarını ayırmaz, bilâkis
düşünce ve edebiyat dünyalarını daha da
zenginleştirir.
Maraş'ta öğrenciyken Hizmet adlı bir mahalli
gazetede sürekli yazılar yazar.
Kendi ifadesine göre oldukça ilgiyle karşılanan
“Urfalı Şairler” konulu bir de konferans verir.
Liseli bir öğrencinin konferans vermesi ne
kadar önemli.
Daha sonra yurdun dört bir yanında da
konferansalar verir.
Okul dışındaki zamanın önemli bir bölümünü
sanat bağlısı arkadaşlarla bir araya gelerek
geçirir.
Yazar ve şair Şeref Turhan'ın kitapçı dükkânı,
Çocuk Bahçesi, Batı Park arkadaşlarıyla
buluşma yerleridir Maraş'ta
Buluştuğu arkadaşlar arasında Erdem Bayazıt,
Hasan Seyithanoğlu, Cahit Zarifoğlu gibi fikir
ve sanat tiryakisi arkadaşları vardır hep.
Ankara'da, hemşehrisi Salih Özcan'ın
çıkardığı ve ilk sayısı Kasım 1958'de
yayınlanan, İslâmi Hilâl Yayınları dergisinin
(1962-1964 dönemi) müessese müdürlüğünde
bulunur.
Bir kısım yazıları bu dergide yayınlanır.
Hilâl dergisinin yayınlarını yönetir.
Bu dergi, 19601ı yılların en önemli aylık İslâmi
mecmualarından biridir.
M. Akif inan, 1964-1969 yılları arasında Türk
Ocaklarında önce müze ve kütüphane, sonra
merkez müdürlüğü yapar.
Daha öncede sözünü ettiğim, bugün, genç
nesillerin pek tanımadığı;
“Ali Himmet Berki, Osman Yüksel
Serdengeçti, Salih Özcan, Osman Turan, Cevat
Rifat Atilhan, Zeki Velidi Togan, Ziyaeddin
Fahri Fındıkoğlu, Emin Bilgiç, Dündar Taşer,
Mümtaz Turhan,
Tahsin Banguoğlu, Fevziye Abdullah Tansel,
Mehmet Kaplan, Kazım Nami Duru,
Mehmet Emin Buğra, İsa Yusuf Alptekin
gibi zamanın önemli düşünce adamları ve
akademisyenleriyle bir arada bulundu, sohbet
etti.
Bu dönemde başta Türk Yurdu olmak üzere,
Türk Ruhu, Filiz, Fedai, Orkun, Oku, Defne,
Yeni istiklâl gibi dergi ve gazetelerde şiir ve
yazıları yayımlanır.
Mehmet Akif inan'ın Ankara Seyranbağları,
Ballıbaba Sokak Gül Apartmanındaki evi,
annesinden kendisine kalmıştır. Bu evde
sürekli edebiyat ve sohbet toplantıları yapılırdı.
Bu alışkanlık ve gelenek, Urfa'dan tevarüs
ettirdiği sıra gecelerinden kaynaklanmaktadır.
Bu eve M. Akif İnan'ın Ankara'daki sanat
çevresindeki arkadaşlarından başka şair ve
düşünür Necip Fazıl Kısakürek da çok sık
gelmiş ve kalmıştır. Üstad Necip Fazıl'la
tanışması ise daha eski tarihlere dayanır.
M. Akif inan 1960lı yılların başında Büyük
Doğu mecmuasına şiir ve yazı gönderir. Bazı
şiirleri bu dergide yayınlanır,
l965'te Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinin
Dekanı Prof. Dr. Emin Bilgiç'tir.
Akif inan'ın ricası ve büyük gayretleriyle Necip
Fazıl İstanbul'dan Ankara'ya konferans
vermeye davet edilir.
Üstad, büyük ses getiren bu konferansını bu
fakültede İnan'ın gayretleri sayesinde
gerçekleştirir.
Bundan sonra aralarında hususi dostluk
başlar.
Necip Fazıl'ın en çok sevdiği ve takdir ettiği
birinci halkadan öğrencisidir Akif İnan.
Bir şiirinde kendisine Üstadın Büyük Doğu
Mecmuası'nın annelik ettiğini, hayatı boyunca
savunduğu bütün fikirlerini Büyük Doğu'dan
özümlediğini, adeta bir anneden süt emer gibi
emdiğini açıklar
ESERLERİ VE HAKKINDA YAZILANLAR
Kurucusu olduğu Eğitim-Bir Sendikası'nın
yayınladığı, her biri birer konferans konusu
olması gereken üç ciltlik külliyatı şu
kitaplardan oluşur:
Hicret
Tenha Sözler
Edebiyat ve medeniyet üzerine
Din ve Uygarlık
Yeni Türk Edebiyatı (ders kitabı)
Cumhuriyetten Sonra Türk Şiiri
Söyleşiler
Edebiyat Kültür ve Sanata Dair
Aydınlar Batı ve Biz
Mirası Kuşanmak
Siyaset Kokan yazılar
İslam Dünyası ve Ortadoğu
Hakkında Yazılanlar:
Yedi İklim Dergisi Mehmet Akif İnan Sayısı
Emanet Dergisi Mehmet Akif İnan sayısı
Mehmet Akif İnan Kitabı
Ölümünün 1.Yılında Mehmet Akif İnan
Medeniyetin Burçları/Mehmet Akif İnan
Anısına
Yedi Güzel Adam'dan Biri
İki adet mezuniyet ve bir tane Yüksek lisans
tezi
KARDEŞLİK VE KARDEŞLER
HAKKINDA
Müslümanın sözü senettir, yazılı belge
gibidir. Güvenilir insandır Müslüman.
Bedeli ne olursa olsun sözünden dönmez.
Yalan söylemez. Emanete ihanet etmez.
Müslüman Müslümanın kardeşidir.
Ona zulmetmez, zulüm ve haksızlık
yapılmasına izin vermez.
Kendisinden önce Müslüman kardeşini
düşünür Müslüman.
Bir vücudun organları gibidir
Müslümanlar. Birinin bir sıkıntısı, derdi,
tasası, kederi, üzüntüsü olsa, diğer
Müslüman onu kendi iliklerinde hisseder,
çözüm üretir, elinden gelen yardımı
fazlasıyla yapar.
Müslüman, diğer Müslümanın dilinden
ve elinden zarar görmeyen, güvende olan
insandır.
Bir Müslüman, diğer bir Müslümana,
aralarında kan bağı olan kardeşinden
daha fazla kardeştir.
Çünkü Kur'an müslümanları birbiriyle
kardeş ilan etmiştir:
“Müminler sadece kardeştirler. O halde
ihtilaf eden/aralarında anlaşmazlık olan
kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allaha
karşı gelmekten sakının ki Onun
merhametine nail olasınız/ulaşasınız.”
(Hucurat, 10)
Bu ayet, dünyanın neresinde olursa olsun
müminleri kardeş olarak ilan etmektedir.
Ashabdan Cerir b. Abdullah, Hz.
Peygamberin, kendisinden şu üç şeyi
yapmak üzere biat istediğini bildirir:
"Namaz, zekât ve bütün müslümanların
hayrını/iyiliğini istemek (nasihat)."
"Müslümana kötü söylemek
fasıklık/günah, onunla savaşmak
küfürdür/inkardır." (hadis-i şerif).
"Müslüman müslümanın kardeşidir; ona
zulmetmez, onu desteğinden mahrum
bırakmaz. Bir kimse için müslüman
kardeşini hakir/küçük
görmek/aşağılamak kadar büyük bir
kötülük yoktur." (hadis-i şerif)
İKİ ZONGULDAK MANZARASINA İKİ ŞİİR
KARARDI MAVİ DENİZ
batmasın bu güneş batmasın
yatmasın uykuya yatmasın
karartmasın içimi gece
kaybolup gitmesin bu ece
sabah olmak bilmez şehirde
kan ağlayanlar var kahırda
neden siyah akar bu sular
ne gezer bizim yolda pusular
nice zamandır unutulduk
dilde vaatler uyutulduk
bir güneşimiz var ufukta
çıkıp gelse bari şafakta
nasıl karardı mavi deniz
nasıl sarardı kızıl beniz
kirlendi yemyeşil örtümüz
ısınmaz kış günü sırtımız
toprağı yaban ot kapladı
kim sırtıma hançer sapladı
gurbeti mekan tuttu çocuk
acı lokmayı yuttu büyük
gidenler geriye gelmiyor
bu şehirde yüzler gülmüyor
gurtbet aldı kaç kardeşimi
bari çalmayın güneşimi
dağımız taşımız bak kömür
ışığa hasret çürür ömür
ölüm ne erken gelir bize
yoksulluk neden gelmez dize
babalar ölür analar dul
neye yarar ki paramız pul
sahipsiz çocuk yetim öksüz
cılız bir ağaç gibi köksüz
veli duyan olmaz sesini
boşa tüketme nefesini
LİMAN
-Zonguldak'auçun martılar uçun uçun/
gurbetten sılaya yol açın/
mavi denize dalar gözler/
gönül bu, hem sılayı özler/
gurbet aşı zehir yenilmez/
hiçbir kimseye bir şey denilmez/
kardeş ana baba orada/
ağrılar kanayan yarada/
sıla çöplük olsa geçilmez/
gurbet elin suyu içilmez/
saraydır derme çatma evler/
her an üstüme gelen devler/
bırak beni bırak gideyim/
gurbet ele veda edeyim/
aklımda gemiler ve liman
sılada dertlerime derman
veli bitmez dünya gurbeti/
kara toprak alır hasreti
Ve
güzel görünüyorsun uzak şehir
gurbette soluduğum nefes zehir
yaşanmaz her günün bir başka kahır
dönerim sana döneceğim ahir,
kapkara dereni özletiyorsun
burun direğimi sızlatıyorsun
VELİ KARANFİL
AYNA
Bugün senenin ilk günü ve ben tam otuz
yaşımdayım. Bir ömrün çeyreği geçmiş, nerede, ne
zaman, nasıl? Cahit Sıtkı Tarancı'ya kulak verirsem
yolun yarısına yaklaştım, kim bilir, sonundayım.
“Artık demir almak günü gelmişse zamandan”;
içinde ben, “meçhule giden bir gemi kalkar bu
limandan!”
Daha dün gibi...
Sırtımda keten gömlek, yalın ayak, çamurdan
araba yaptığım günler canlanır gözümde. Kesik
kesik, siyah beyaz film kareleri sanki. Ne çabuk
geçti bilmem. Çamaşır leğenini kim tanır, annem
bizi ağaç yalak içinde küllü suyla yıkardı. Çorap
giydiğimizi hatırlamıyorum. Nerede kaldı
kitaplarımı taşıdığım siyah heybem?
Beni tersimden gösteren çarpık ayna! Söyle,
benim mi bu çökmüş avurtlar, dökülmüş saçlar,
çürümüş dişler?
Kabak Öğretmenimin dereye
düşünce- sırtına bindirip köprüden geçirdiği
Tonton Veli'ye ne oldu böyle? Hadi yıllar geçti
acımadan, sen niye vefasızsın?
Saat on. Uykusuz geçen bir gece. Dağdan
odun taşımış gibi her yanım ağrıyor. Kafam
cinlerin ateşten oklarla çarpıştığı savaş meydanı.
Kendi evimizde, ana, baba, dede, kardeşler, eşim ve
çocuklarım arasında bile yalnız yaşıyorum.
Kaçmak geliyor içimden, nereye? Kayseri'den
yuvama koşarak gelmedim mi?
Düşüncelerim darmadağın, üstelik
ağlayamıyorum. Hüsranla geçen bir yıl. Gaflet ve
dalaletin sefahat çukurlarında, bin bir çeşit zehrin
yudumlanarak karşılandığı yeni sene. Halbuki
yenileşen sene değil, eskiyen bizleriz. İnsanlar
halen uykuda. Kadını, erkeği, çocuğuyla
televizyonların karşısında, programlı hissiz robotlar
gibi vakti katleden Ruhunu şeytanın uşaklarına
satmış insan suretli zavallılarız. Ve ben çaresizim.
Bataklığın içine boylu boyunca gömülen bizim
insanlarımız,üstelik çok rahat görünüyorlar. Bir şey
yapamamak ne kötü. Eve hapsettim kendimi.
“Gelin gerçek saadete!” diyemedim. Uzanmaya
çalıştım, tutulmadı ellerim. Öz kardeşlerim bile sırt
döndü bana, anam, babam, bacım da öyle.
Yorgunum, ebet uykusu dindirir sızımı
ancak. Yorgunum, dalalet çukurunda boğuldu
insanlar. Yorgunum, zindandan kara bir gece.
Yorgunum, kuduz bir köpek gibi salyalarını
akıtarak sürekli saldıran nefsimle boğuşmaktan.
“Allah-ü Ekber, Allah-ü Ekber!” Öğle ezanı
okumada Asımlar. Nefsime bir demir bukağı
namaz. Ey zalim nefsim, aleme insan gibi sultan
olmak varken, -köpeğe hakaret sayılırköpekleşmek niye?!!
Yeni başlayan bir senenin ilk günü için
hüzünlü, ağır bir manzara. Toprağı kaplayan tarifi
imkansız beyazın üzerinde bir leke gibi
dolanıyorum, içim kaldırmıyor ama, gerçekler acı
ve hüzünlü yazık ki. Nereden geleceğini
bilemediğim, belki içimde bir yerde gizli olan ümit
ışığını bekliyorum, önüm aydınlansın diye.
Kaybolmak korkusuyla titriyorum, yine de
yürüyorum derinliklerimde.
KÖPRÜ
“Kaplumbağa çıkınca kabını
beğenmezmiş!” diyorlar bizim köyde. Bir
kaplumbağa mıyım ben, kolay beğenemiyorum.
Kafam mı karışık, hava mı bulutlu, yağmur mu
yağıyor, gökler mi ağlıyor, gözlerim mi yaşlar
akıtan çeşme? Bütün günler birbirine mi benziyor?
Yoksa ben şaşırdım mı yolları, yönleri, zamanı?
Bilmiyorum, bilmek istediğimi de bilmiyorum.
Günlerdir eve kapandım. Sokağa bile çıkmıyorum.
Kalabalıklardan tecrit ettim kendimi. Yalnızlıkta
güzellikler arıyorum. Bulabilir miyim, umut fakirin
ekmeği ya, bulamasam da peşinden koşuyorum
zaman atlısının sırtında.
Kitaplarım en sadık dostlarım benim. Gerçek
huzur ve saadeti onlarla birlikte yaşıyorum. Veriyor,
hep veriyor, istemiyorlar. Bir karşılık beklemeden
her şeyini veriyorlar. Öylesine samimi ve vefakar,
asla sırt dönmüyorlar, kızıp küsmüyorlar. Yüzünü
asmıyorlar. Onlarla beraberlik hiçbir zevke feda
edilmez. Varlığın sırrına ermek ne güzel sayfalar
arasında. Satırların tebessümüne doymak mümkün
mü? Kelimelerle bulutların üstüne çıkmak, harflerin
sihriyle şahikalara göz kırpmak nasıl anlatılabilir?
Mesut minik ayaklarıyla ötelere taşıyor beni.
Bir küçük hareketiyle sevgi pınarlarım çağlıyor.
Dalga dalga coşuyor muhabbet ummanı. Sevmeyi
sevdiren Rabb'ime şükrediyorum.
Sokağa çıkıyorum akşam üzeri. Sokaklar...
Bir zamanlar, çelik çomak, uzun eşek, güvercin
taklası, bayrak bir oyunlarıyla coştuğum,
papatyalar arasında uzandığım kırlar.
Bir yabancı gibi dolaşıyorum etrafı.
Alabildiğine beyaz her yer, gözlerim kamaşıyor.
Yabancılaşan benim aslında. Kabuk mu
değiştiriyorum? Dünkü çizgim kırılıyor mu? Belki
hislerimin anaforunda boğuluyorum. Köyüm yarı
açık ceza evime dönüşüyor. Kendime mahkumum.
tam bir teslimiyet hali yaşıyoruz.
Ve kahvehane. Bir fincanına kırk yıl hatır
biçilen içeceğin yaygın mekanı. Eskilerin
kıraathane dedikleri, bir zamanların sohbet
halkalarının kurulduğu, düşlerin hayra yorulduğu,
hayatın teraziye vurulduğu ilim meclisleri.
Karşımda diz boyu gömüldüğü bataklığı gülistan
zanneden, güzelliğini yitirmişliğini hissedemeyen,
son kuruşunu tüketen müflisler ordusu.
Masalar tıklım tıklım, göz gözü görmüyor,
kulakları tırmalayan ve sağırlık yapacak kadar
güçlü bir ses karmaşası. Her ağızdan bir söz
çıkıyor, konuşan çok, dinleyen yok. Zaman
çürüyor, sağlık tükeniyor, kangrenleşmiş bir yara
sanki, iyileşme ümidi kalmamış. Ortalığı pislik
götürüyor. Elime verilen çay bardağı lekeden
görünmüyor. Duvarlarda müstehcen resimler, bira
reklamı içeriyor. Ağız içer amma, diğer yerlerin
açıklığı ne demeye geliyor? Şeffaflaşıyor muyuz?
Her şeyin içi görünüyor zifiri karanlıkta.
Sihirli kutu karşımda. Herkes gibi ben de
boynumu eğiyorum bu çağdışı çağdaş putumun
karşısında, ne kadar doğru bilemem ama, bir çeşit
tapınma bizimkisi. Her şeyimizle esir alıyor bizi,
“Yeni yılın kutlu olsun!” diyorlar. Teşekkür
ediyorum, buruk bir tebessüm donuyor dudağımda.
Kimin yeni yılını kutluyoruz, eskiyen ve tükenen
biz miyiz, seneler mi? Gölgesi üzerinde üç ayları,
regaibi, miracı hatırlayanımız var mı? Sorular
düğümleniyor dilimde, açamıyorum.
“Hiç uğramıyorsun kahveye!” sitemine
cevap veremiyorum. “Burada öldürülen sıhhat ve
harcanan zamana yazık!” diyebilecek kadar cesur
değilim. Oysa saatler sürerdi izahı.
“Diriliş yıkılışın olduğu yerden başlar.
Hak'kın emrine verilse, vahye tabi kılınsa,
hakikatlere tercüman olsa, bir neslin eğitim
merkezi, toplumu dirilten fikir ocağı olabilirdi
buraları!” diye düşünüyorum. Ağlamak lazım bir
ömrü hedere, ağlayacak göz yok ki bende. Çıkıp
gidiyorum hedefsiz.
ZULÜM ÇAĞINA HAK VE ADALET ÖYKÜLERİ
ZİRVENİN ETEKLERİ
İnsanlık tarihinin en zarif, ince ruhlu, hassas,
adil, dürüst, güvenilir, samimi, hayatının her anı ve
yaşadığı her şeyle, söylediği sözle, duygu, düşünce,
davranış ve uygulamalarıyla model, örnek ve
olundan gidenleri kurtuluşa götürebilecek insanı,
Güllerin Efendisi Hz. Muhammed Mustafa'dır(sav).
Her konuda bir zirvedir o.
İyilik ve güzellik namına neyimiz varsa o'na
borçluyuz.
Şimdi biz, bu bunalımlar ve zulümler çağından
aydınlığa, ancak o nurun, Kainatın Gülü'nün
eteklerine tutunarak çıkabiliriz.
Hak, adalet, özgürlük, insana sevgi, saygı,
şefkat, merhamet, değer verme, onurlandırma,
sıkıntılarını giderme, hakkını verme konularında en
güzel örnek olarak ancak onu ve onun izinden
gidenleri görebiliyoruz.
Bir gün Güllerin Efendisi bir yolculuğa
çıkıyordu.
Yanına yol arkadaşı olarak Ebu Züra'yı almıştı.
Birlikte deveye bindiler. Önde peygamberimiz,
arkasında Ebu Züra oturuyordu.
Böyle bir yolculukta Güllerin Efendisine eşlik
etmek ne büyük mutluluktu Ebu Züra için.
Onunla sohbet etmek, dost ve arkadaş olmak,
güzel sözlerini ve öğütlerini dinlemek her zaman
ele geçecek fırsatlardan değildi.
Yolculuk sırasında zaman zaman devenin hızlı
gitmesi için kamçıyı kullanmak gerekiyordu.
Kamçının ucuysa her seferinde Züra'ya değiyordu.
Gidecekleri yere varıp döndüler. Birkaç gün
geçmemişti ki, Gül Yüzlü Sevgili Ebu Züra'yı
yanına çağırdı. Birlikte peygamberimizin
koyunlarının bulunduğu yere gittiler. Koyunların
yüz yirmi tanesini ayıran En Güzel Gül, onları Ebu
Züra'ya hediye etti ve dedi ki:
-Ey Ebu Züra, yolculuk sırasında ola ki farkına
varmadan canını yakmış, hatırını kırmış ve seni
rahatsız etmiş olabilirim. Ona karşılık bunları kabul
et ve bana hakkını helal eyle!
Ebu Züra, peygamberler sultanının bu inceliği,
zarafeti, hassasiyeti, onurlandırışı, hakka riayeti,
kıymet bilirliği karşısında mahcub, mahzun ve
duygulu, kabul etmek istemedi ve dedi ki:
-Benim bu konuda bir sıkıntım ve şikayetim
yoktur ey Allah'ın rasülü, hakkım varsa size helal
olsun!
Güllerin efendisi verdiği hediyeleri geri almadı.
Ebu Züra bu ilgi ve sevgi karşısında mutluydu.
***
Peygamberimiz, bir insan, yönetici, asker, aile
reisi olarak herkesin hakkının gözetilmesine ve
verilmesine, kimseye haksızlık edilmemesine
büyük önem verirdi.
Kimi zaman çarşıya çıkar, esnafı ziyaret eder,
alış veriş edenleri izler, bazen de denetlemelerde
bulunurdu.
Bir gün yine çarşıya çıkmıştı.
Onu görenler etrafını kuşatıyor, bir güzeşl
sözünü duymak, hayır duasını almak, ikramda
bulunmak için birbiriyle yarışıyorlardı. O da yol
boyunca herkese tebessüm eder, hatırlarını sorar,
hayırlı kazançlar dilerdi.
Rast gele bir tezgahın önünde durdu. Çuvalda
yığılı duran buğdayın içine elini daldırdı. Adam,
ıslak buğdayı altına koymuş, üzerini kuru
buğdaylarla örtmüştü. Kimsa farkına varmıyordu.
Güllerin efendisi üzgün ve kızgın, adama sordu:
-Buğdayın ıslak tarafını niçin altına sakladın?
Adam ne diyeceğini bilemedi. Suç üzerine
yakalanmıştı. Dedi ki endişe ve korku içinde:
-Sabah yağan yağmurda ıslanmıştır herhalde!
Peygamberimiz buyurdu ki:
-Satın alacak insanlar görsün diye ıslak olan
tarafını üste niye çıkarmadın öyleyse?
Her şey ortadaydı. Daha ne diyebilirdi ki adam.
Güllerin efendisi mahzun bir çehre ve anlamlı
kelimeleriyle buyurdu ki:
-Bizi aldatan bizden değildir!
Adam hemen buğdayın ıslak tarafını üste
çıkardı.
Yaptığı hatayı anlamıştı.
Allah'tan bağışlanmayı diledi.
***
Güllerin Efendisi hastaydı.
Ateşler içinde yanıyor, boncuk boncuk ter
döküyordu.
O sıkıntılı halin içindeyken bile insanlara öğüt
veriyor, yol gösteriyor, doğruluktan, hak ve
adaletten ayrılmamalarını tavsiye ediyordu. Bir ara
buyurdu ki:
-Ey insanlar! Kimin malını aldıysam, işte malım,
gelsin alsın! Kimin sırtına vurduysam, işte sırtım,
gelsin vursun!
Yaşadığı sürece haksızlık, zulüm, kötülük, inkar,
isyan, ahlaksızlık, insanın ve toplumun aleyhine
olan her çeşit davranışın önlenmesi için uğraşmış
olan Gül Yüzlü Sultan, son anlarında bile hak ve
adaletin önemini bizzat göstererek anlatıyordu.
İnsanlık bu gün, bu çağda ve bundan sonra onun
getirdiği ilahi adalet ölçülerine ne kadar muhtaç.
Haydi hep birlikte tutunalım onun eteklerine ve
kurtulalım kötülüklerimizden…
USTALARDAN SEÇTİKLERİMİZ
Anneciğim
Ak saçlı başını alıp eline,
Kara hülyalara dal anneciğim!
O titrek kalbini bahtın yeline,
Bir ince tüy gibi sal anneciğim!
Sanma bir gün geçer bu karanlıklar,
Gecenin ardında yine gece var;
Çocuklar hıçkırır, anneler ağlar,
Yaşlı gözlerinle kal anneciğim!
Gözlerinde aksi bir derin hiçin,
Kanadın yayılmış, çırpınmak için;
Bu kış yolculuk var, diyorsa için,
Beni de beraber al anneciğim! ...
Ağa Camii
Havsalam almıyordu bu hazin hali önce
Ah, ey zavallı cami, seni böyle görünce
Dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım;
Allah'ımın ismini daha çok candan andım.
Ne kadar yabancısın böyle sokaklarda sen!
Böyle sokaklarda ki, anası can verirken,
Işıklı kahvelerde kendi öz evladı var...
Böyle sokaklarda ki, çamurlu kaldırımlar,
En kirlenmiş bayrağın taşıyor gölgesini,
Üstünde orospular yükseltiyor sesini.
Burda bütün gözleri bir siyah el bağlıyor,
Yalnız senin göğsünde büyük ruhun ağlıyor.
(1926)
Necip Fazıl Kısakürek
Kendi elemim gibi anlıyorum ben bunu,
Anlıyorum bu yerde azap çeken ruhunu
Bu imansız muhitte öyle yalnızsın ki sen
Bir teselli bulurdun ruhumu görebilsen!
Ey bu caminin ruhu: Bize mucize göster
Mukaddes huzurunda el bağlamayan bu yer
Bir gün harap olmazsa Türkün kılıç kınıyla,
Baştan başa tutuşsun göklerin yangınıyla!
Nazım Hikmet Ran
UNUTTUKLARIMIZ HATIRLADIKLARIMIZ
Osman Yüksel Serdengeçti ( 1917)- (10.11.1983
gazeteci, yazar, yayıncı
Antalya Eski Milletvekili
1917 yılında Antalya'nın Akseki ilçesinde doğdu.
Asıl adı Osman Zeki Yüksel'dır. Serdengeçti
dergisinde bu imzayla çıkan yazılarından dolayı bu
soyadla tanındı. Aralarında Ahmet Hamdı Akseki,
eski müftülerden Hacı Salih Efendi'nin de
bulunduğu alimler yetiştirmiş bir aileye mensuptur.
İlkokulu Akseki'de, ortaokulu yatılı olarak
Antalya'da okudu. Ankara'da Atatürk Lisesi'ni
bitirdi. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde 2. sınıf
öğrencisiyken 3 Mayıs 1944'te meydana gelen
olaylara karıştığı için öğrenimi yarıda kaldı. Nihal
Atsız ve Alpaslan Türkeş'le birlikte bir süre tutuklu
kaldı. Serbest bırakılınca fakülteye başvurarak
öğrenimine devam etmek istedi ancak kendisine izin
verilmedi. Bunun üzerine dönemin Milli Eğitim
Bakanı Hasan Ali Yücel'e hitaben "Yüksek
makamın alçak vekiline" sözleriyle başlayan bir
dilekçe yazdı. Dilekçe'yi bakana verme cesaretini
kimse bulamadı. Osman Yüksel yeniden
hapishaneye gönderildi.
Hapisten çıkınca ünlü 'Serdengeçti' dergisini
çıkarmaya başladı. Pek çok sayısı toplatılan bu
dergide çıkan yazıları nedeniyle hakkında çok
sayıda dava açıldı ve sık sık tutuklanıp serbest
bırakıldı. Başlığının altında “Allah, Vatan, Millet
Yolunda” cümlesi sürekli yer alan dergideki
yazılarında sık sık kullandığı “Açın kapıları Osman
geliyor” sözü yeni tutuklanmalara hazır olduğunu
bildiriyordu. Kendisine Serdengeçti unvanını
kazandıran bu dergi, sık sık kapanması ve çıkan
yazılarından dolayı çok sayıda mahkumiyet kararı
çıkması nedeniyle 33 sayı çıkabilmişti. (1947-Şubat
1962)
1952 yılında Bağrı Yanık adlı bir mizah gazetesi
çıkardı. Başlığı altında “Hak yolunda bağrı yanık
yolcular” sözü yer alan bu yayında inancının
mücadelesini zengin esprilerle sürdürdü.
Bir ara politikaya girdi. Adalet Partisi listesinden
Antalya milletvekili seçildi (1965-1969).
Batılılaşmayı protesto için meclise kravatsız giren
milletvekili olarak ün kazandı. Partisinin politikası
ve parti ileri gelenlerine yönelttiği eleştiriler
yüzünden AP'den ihraç edildi.
Cenk Türküsü
Sonraki yıllarda mücadelesine yine
yayınladığı yazı ve kitaplarla devam etti. Son
olarak Yeni İstanbul gazetesinde “Selam”
başlığı altında günlük yazılar yazdı.
Sabahlar olmadan çıktım köyümden
Ayrı düştüm yaranımdan evimden
Nedeyim vazgeçtim ben her şeyimden
10 Kasım 1983 tarihinde İstanbul'da vefat
etti.
ESERLERİ:
Mabetsiz Şehir, Bir Nesli Nasıl Mahvettiler,
Bu Millet Neden Ağlar, Gülünç Hakikatlar,
Ayasofya Davası, Türklüğün Perişan Hali,
Mevlana ve Mehmet Akif, Kara Kitap, Radyo
Konuşmaları, Müslüman Çocuğun Şiir
Kitabı.
HAKKINDA YAZILANLAR
1.Toros Yüzlü Adam/Osman Yüksel
Serdengeçti
Rasih Yılmaz
Timaş Yayınları
"Osman Yüksel 1983'e kadar tarihimizi,
medeniyetimizi, dinimizi imanımızı yazdı
söyledi. Bu uğurda çekmediği çile görmediği
cefa kalmadı. Nezaretler, hapishaneler onun
içindi. "Allah" demenin yasak olduğu
devirlerde yaşamak ne demekti? Bir
zamanlar gözyaşı döktüğümüz bir şahsı
unutmak... Bir kahramanı, bir fedaiyi
unutmak... Bizi biz yapan bir insanı mazide
bırakmak... Bu hal beni çok üzüyordu. Rasih
Yılmaz, Serdengeçti hakkında uzun süren
araştırmalar yapmış, onunla ilgili belgeler
toplamış. Nihayet eser önüme gelince anladım
ki bugüne kadar yazılanlardan çok daha
başarılı. Osman Yüksel'i doğumundan almış;
çocukluğu, tahsili ve nihayet 3 Mayıs 1944
hareketi... Kitap, yazılımayan tarihe ışık
tutuyor. Devlet adamlarından; idealistlere
kadar, rejimleri sistemleri anlatıyor. Müdellel
bir eser. Yazardan çok belgeler konuşuyor.
Köy Enstitüleri, Sosyalistler, Turancılar,
hapishaneden Meclis'e... Bu eserdeki
resimleri, mektupları, röportajları
başkasında bulmak imkansız. Mehaz bir
eser." -Hekimoğlu İsmail-
Vatansız malı mülkü ne derim
Elimde süngüm cenge giderim
Hısımlar komşular siz hoşça kalın
Ara sırada bir haber salın
Yurt için gidiyorum müsterih olun
Ne yapım böyle imiş kaderim
Elimde süngüm cenge giderim
Kara gözlü anam neden ağlarsın
Ağlarsında yüreğimi dağlarsın
Sabaha doğru ben gideceğim
Akşamdan azığımı bağlarsın
Ağlama kız ana Huda'mız kerim
Elimde süngüm cenge giderim
Gel ey ela gözlü güneş yüzlü yar
Gidip de gelmemek gelip de görmemek var
Son olarak beni bir kerecik sar
Vatanımdır şimdi benim sevgilim
Elimde süngüm cenge giderim
Dedem kayıp olmuş Yemen çölünde
Amcam şehit oldu urum elinde
Babamın ruhu Çanakkale'de
Beşikte bırakmış beni pederim
Elimde süngüm cenge giderim
Mübarek kaza ,cenk,düğüş,sefer
Böyle buyurmuş ulu peygamber
Demiş ki: “Yurt için can veren erler
Mahşerde benimle beraber”
Tanrının buyruğu buna ne derim
Elimde süngüm cenge giderim
Canlandı gözümde yeniden mazi
Ölürsem şehidim kalırsam gazi
Bitiyor Mehmet ' in burada sözü
Osman Yüksel Serdengeçti
Ayasofya
Söyle Ayasofya, söyle.
Seni puthane yapan hangi delidir?!...
Ey İslam'ın nuru, Türklüğün gururu Ayasofya!
Şerefelerinde fethin, Fatih'in şerefi,
Işıl ışıl yanan muhteşem mabet!...
Neden böyle bomboş, neden böyle bir hoşsun?
Elleri kurusun, dilleri kurusun!
Ayasofya! Ayasofya! Seni bu hale koyan kim?
Seni çırılçıplak soyan kim?!...
Hani minarelerinden göklere yükselen,
Ta maveradan gelen ezanlar?...
Hani o ilahi devir, ilahi nizamlar?...
Ayasofya ses vermiyor,
Ayasofya bir hoş,
Ayasofya bomboş!...
Hani nerede?
Şu muhteşem minberde,
Binlerce erin baş koyduğu şu temiz yerde,
Şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor?...
Ayasofya! Ayasofya!...Seni bu hale koyan kim?
Seni çırılçıplak soyan kim?!...
Hani nerede?
Gönüllerden kubbelere,
Kubbelerden gönüllere
Gürül gürül akan Kur'an sesleri?...
Kur'an sesleri dindirilmiş,
Müslümanlar sindirilmiş!...
Allah-Muhammed-Hülafa-i raşidinin
İsimleri kubbelerden yerlere indirilmiş!...
Fethin, Fatih'in mabedinden kitab-ı mübini,
Bu ulu dini kaldıran kim?
Dinimize, imanımıza saldıran kim?
Mabedimin göğsüne uzanan namahrem eli,
Kimin elidir?!...
Ayasofya,
Ey muhteşem mabet;
Gel etme,
Bizi terketme!...
Bizler, Fatih'in torunları, yakında putları devirip,
Yine seni camiye çevireceğiz...
Dindaşlarımızla,
Kanlı göz yaşlarımızla,
Abdest alarak secdelere kapanacağız,
Tekbir ve tehlil sadalarıboş kubbelerini yeniden
dolduracak
İkinci bir fetih olacak,
Ezanlar bu fethin ilanını,
Ozanlar destanını yazacaklar...
Putperest Roma'ya yeni bir mezar kazacaklar,
sessiz ve öksüz minarelerinden yükselen ezan
sesleri fezaları yeniden inletecek! Şerefelerin yine
Allah'ın ve O'nun sevgili peygamberi Hz.
Muhammed'in aşkına, şerefine ışıl ışıl yanacak;
bütün cihan Fatih Sultan Mehmed Han dirildi
sanacak!...
Bu olacak Ayasofya,
Bu muhakkak olacak...
İkinci bir fetih, yine bir ba'sü ba'delmevt...
Bugünler belki yarın, belki yarından da yakındır,
Ayasofya, belki yarından da yakın!...
Osman Yüksel Serdengeçti
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu
şair, yazar
destan şairi
1929 yılında Elazığ'ın Ağın ilçesinde doğdu.
İlköğrenimini burada gördü. Akçadağ Köy
Enstitüsü'nü bitirdikten sonra öğretmenliğe
başladı.
Çeşitli köy ve kasabalarda 19 yıl öğretmenlik
yaptı. Sonra sırasıyla ilköğretim müfettişliği,
Milli Eğitim Bakanlığı Yayımlar Genel
Müdürlüğünde şube müdür yardımcılığı, şube
müdürlüğü, genel müdür yardımcılığı,
İstanbul'da Devlet Kitapları Müdürlüğü
vazifelerinde bulundu. 1978'de emekli oldu.
Daha sonra Türk Edebiyatı Vakfı ve Doğu
Türkistan Vakfı'nda çeşitli idari vazifelerde
bulundu. Doğu Türkistan'ın Sesi dergisini
yönetti. Son olarak Türkiye gazetesinin KültürSanat köşesini idare etti. Vefatına kadar bu
vazifeyi yürüttü.
Üst üste üç defa beyin ameliyatı oldu.
“Aylardan Ağustos, günlerden Cuma” diye
başlayan Malazgirt Marşında belirttiği gibi,
1992 senesi Ağustos ayının 21'inde Cuma günü
İstanbul'da vefat etti.
Türk milletinin tarihine, kültürüne ve
meselelerine vakıf olan Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu, İslamiyetin ve Türklüğün en
güzel motifleriyle işlediği destanlarıyla Türk
edebiyatına çok şeyler kazandırdı. İlkokul
sıralarından itibaren şiir yazmaya başladı.
ESERLERİ:
İlk kitabı olan Bozkurtların Ruhu'nu 1952'de,
ikinci kitabı olan Gençosman Destanı'nı 1959
yılında yayınladı.
Destan türünde yazdığı diğer eserleri ise
şunlardır:
Kür Şad Destanı (1970), Malazgirt Destanı
(1971), Bozkurtların Destanı (1972), Kopuzdan
Ezgiler (1973), Salur Kazan Destanı (1974),
Boğaç Han Destanı (1978), Destanlarda
Uyanmak (1979), Destanlar Burcu (1990), Alp
Erenler Destanı (1991).
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu İle Söyleşi
Töre, Sayı: 22, Yıl:1973
Soru : Şiire nasıl başladınız? Niçin ve nasıl
devam ettiniz?
Cevap : Şiire 11 yaşında başladım. İlkokulun 4.
sınıfında idim. O yıl Erzincan zelzelesi olmuştu,
ilk şiirimi, Erzincan zelzelesi üstüne yazdım ve
okuldaki duvar gazetesine konuldu. Sonra
kendimi şair sanmış olacağım ki, çeşitli
konularda şiirler yazmaya başladım. Bugüne
kadar da hiç bırakmadım. Yazdıklarımdan
bilinmeyenler, bilinenlerden çoktur. Şiire niçin
devam ettiğime gelince; kısaca, en müessir
ifade tarzı olduğu için; deyebilirim.
şairlerden sevdiklerim çoktur. Kopuzu ile ilk
deyişi söyleyenden tutunuz da, sanatı aşk ve
iman olarak anlayan, gördüklerini,
duyduklarını, sezdiklerini anasının ak sudu ile
yoğurup ana diliyle söyleyen Türk şairlerinin
hepsini severim.
Mutlaka bir isim istiyorsanız; son büyük
şairimiz Yahya Kemal'dir.
Soru : Eserleriniz konusunda bir kaç söz :
Cevap : İlk eserim, "Bozkurtların Ruhu 1952",
"Gençosman Destanı 1959", "Kür Şad ihtilâli
Destanı 1970", "Malazgirt Destanı I97I",
"Bozkurtların Destanı 1972" ilk ikisini, şimdi
beğenmiyorum. Son üç destanın beğendiğim
tarafları vardır.
Soru : Şiirde "ölçü" sizce ne demektir; hangi
ölçüyü tasvib ediyorsunuz?
Cevap : Şiiri olan milletlerin, aynı zamanda şiir
gelenekleri, şiir kuralları da var demektir. Şiir,
bu kendine mahsus gelenekler ve kurallar
içinde gelişir, güzelleşir, büyür... "Ölçü" de,
şiirin kuralları cümlesin-dendir. "Ölçü" derken
"aruzu" ve "hece" yi kastediyorsunuz sanırım,
ikisi de bizimdir ve biri birinden çıkmış kadar
yakınlıkları, benzerlikleri vardır. Başka
milletlerin de aruzu kullanmaları, bu ölçünün
bizim "milli şiir ölçümüz" olmadığına delil
teşkil etmez.
Ölçüsüz (serbest) şiirin de kuralları gelenekleri
vardır; başıboş değildir.
Soru : Dil konusunda düşünceleriniz, şiirde
dil?
Cevap ; Dil deyince, konuşulan dili anlıyorum.
Dilin gelişip zenginleşmesinde, güzelleşmesinde
yazarların, şairlerin büyük görevleri olduğuna
inanırım- Aynı zamanda Türkiye'de
yayımlanan eserlerin, bütün Türk dünyasında
kolayca okunup anlaşılır bir nitelikte olmasına
taraftarım.
Şiirde dil, ana unsurdur. Kelimeler seçilir;
ölçülür, biçilir... Şiir dili, mensub olduğu dilin
kaymak tabakasıdır. diyebilirim.
Soru : Eski şairlerden ve yaşayanlardan
sevdikleriniz kimlerdir?
Cevap : Bu soru çok tehlikeli ve politik.-Eski
Yaşayanlara gelince; Şiiri heves ve caka satma
ölçüsünden çıkarabilmiş şairlerimiz vardır.
Arif Nihat Asya, yaşayan en büyük şairimizdir.
Soru : Genel olarak, san'atta gaye ne
olmalıdır? San'atta hedef söz konusu mudur?
Cevap : San'atta hedef, söz konusudur. Hedefi
olmayan san'at, aynı zamanda anlamı olmayan
bir meşgaleden ibarettir.
Edebiyat, musiki, mimarî, resim, heykel,
tiyatro, sinema, şiir... geçmişin derinliklerinden
günümüze ve geleceğe doğru filizlenen san'at
dallarıdır. Her dalın gayesi, beslendiği
toprağın, içtiği suyun, soluduğu havanın,
tadını, rengini, özsuyunu ihtiva eden en olgun
ve en güzel meyveyi verebilmek ve bu
meyvelerle milletinin ruhunu besleyebilmektir.
Soru : Kendine has bir "Millî Türk San'atının"
kaynakları neler olabilir, neler olmalıdır?
Cevap : Türk San'atının kaynaklan, pek tabii
ki, üç bin yıllık Türk harsı (kültürü) dır-Kökü
bu kaynağa varamayan san'at cılız kalmaya,
hattâ kurumaya mahkûmdur. Nitekim,
günümüzdeki, san'at anarşisi, köksüzlükten,
yani Türk harsının derin kaynaklarına
inmemekten ve onu inkâr etmekten ileri
gelmektedir.
Bugün şiirle uğraşan yüzlerce şairden pek azı,
divan şairimiz hakkında bilgi sahibidir. Divan
şiirimizi, halk şiirimizi bilmeyen; kimselerin,
bir san'at anlayışı olabileceğine de
inanamıyorum.
Soru : İktisadî gelişmeler, ananevi cemiyet
yapısında bazı derişiklikler yapmaktadır. Bu
değişmenin san ata yüklediği görevler var
mıdır? San'atla cemiyet töreleri arasında bir
münasebet bir dayanışma düşünülebilir mi?
Cevap : İktisadî gelişmeler, cemiyet yapısında
değişiklikler elbette yapar. Hatta, cemiyetin
başını döndürüp tepe taklak edebilir. İşte
marifet, bu baş dönmesini önlemek ve iktisadî
gelişmenin yaptığı sarsıntıya kaptırmadan
milleti, hedefine doğru yürütmektir. Bu iş,
san'atkârın görevidir, iktisadî hayat, günün
şartlarına göre kendine mahsus ölçülerle
değişebilen, değişmesinde de sakınca olmayan
bir olaydır. Ancak, san'at böyle değildir. San'at,
bir harsa (kültüre) bağlı olduğu için değişmez;
gelişir. Bu bakımdan, iktisadî gelişmenin
ölçüleri ile san'-attaki gelişmenin ölçüleri ayrı
şeylerdir.
İktisat, nasıl ki cemiyetin maddesi ise, san'at
manâsıdır. Bu bakımdan, manânın
bozulmaması san'atkârın sorumluluğuna
bırakılmıştır. Manâ, yukarıda söylediğimiz
gibi, üç bin yıllık bir geçmişten günümüze
getirdiğimiz ve geleceğe götüreceğimiz harsî
(kültürel) değerlerimiz olduğuna göre,
san'atkârın görevi, iktisadî gelişmenin baş
dönmesini millî değer ölçüleri dahilinde
gidermektir. Şayet san'atkâr da kendini iktisadî
gelişmenin hazzına kaptırmışsa cemiyet
dediğimiz gemi batar.
Soru : Memleketimiz göz önüne alındığı
takdirde, iktisadî ve sosyal gelişmelerin Türk
san'atına etkisi ne olmuştur? Batıya dönük bir
sosyal yapıyı öngören beyinlerin, san'atımız ve
sanatkârlarımız üzerinde ne dereceye kadar
tesirleri olmuştur? "Batıya dönük Türk san'atı
ne demektir?
Cevap : Memleketimizdeki iktisadî ve sosyal
gelişmelerin plânsız, programsız, anormal
oluşu, san'atkârı şaşırtmış; san'atı
öldürmüştür. Daha doğrusu, memleketimizde
sosyal ve iktisadî "gelişme" değil, "değişme
olmuştur.
İktisat, sosyal hayat, san'at hayatımız bir
anarşi içindedir. Anarşi bitmedikçe, bu soruya
sıhhatli bir cevap vermek mümkün değildir.
Batıya dönük sosyal yapıyı benimsemek,
batmaktır. Batının bin yıllık hedefi, Türk
milletini, kendilerine benzeterek yer yüzünden
silmektir. Türk kafası taşıyanlarda böyle
"beyinbulunamayacağı için, bunlar olsa olsa
beyinsizlerdir. Batıya dönük "Türk San'atı"
diye bir şey olmaz. Bu Batı taklitçiliği olur.
Nitekim olmuştur. San'at diye pazara getirilen
kırk yıllık san'at Batı mukallitliğinden başka
bir şey değildirler.
Soru : Halka dönük san'at ne demektir? Bu
deyimden anlaşılması lâzım gelen şey nedir?
Genellikle nasıl yorumlanmaktadır? Bu
yorumun Türk San'atını olumlu bir şekilde
etkilemesi mümkün müdür?
Cevap : Halka dönük san'at, halkta bulunan
işlenmemiş cevheri alıp işlemek ve halka
vermektir. "Halka dönük" deyimini
uyduranlar, bunu bizim anladığımız manâda
anlamazlar. Onlar, halkta bulunan işlenmiş,
işlenmemiş bütün cevherleri ufalayıp toz
etmekte, kısa zamanda onu da kendilerine
benzetmeye çalışmaktadırlar.
Bu "dönekler" taifesinin Türk san'atını olumlu
veya olumsuz hiç bir şekilde etkilemeleri
mümkün değildir. Kendileri çalar, kendileri
dinlerler... Ancak, bu gürültüyü kesmenin tek
çâresi vardır. O da Türkçü san'atkârların
yetişmesi ve canlarını dişlerine takıp
çalışmalarıdır.
Soru : Bugün "Türk San'atı millîdir." diyebilir
miyiz?
Cevap : Ortada Türk san'atı varsa, elbette
millîdir. Fakat Türkiye'de yaşıyor, Türkçe
konuşuyor diye her san'ata "millîdir>
diyemeyiz.
Soru : Türk san'atı millî kaynaklarından
kopmuş mudur? Niçin? Nasıl?
Cevap : Kopmuştur. Şöylece açıklayabiliriz;
Cumhuriyetimizin kuruluşuyla birlikte
Atatürk, Türk dilinin araştırılması,
geliştirilmesi için "Türk Dilini Tetkik
Cemiyeti" (Türk Dil Kurumu) ni kurdu.
Sebebi : yapılan inkılâbın meydana getirdiği
kopuklukları telâfi etmek ve millî kültür
kaynaklarımızın yolunu açmaktı. Sonra "Türk
Tarihi Tetkik Cemiyeti" (Türk Tarihi Kurumu)
nu kurdu Sebebi : Türk tarihinin, dolayısı ile
Türk kültürünün en derin kaynaklarına
inmenin yollarını aramaktı. Atatürk'ün
geçmesiyle adı geçen cemiyetler, önce adlarını
sonra istikametlerini değiştirdiler. Böylece
Atatürk'-ün, millî kaynaklarımızla kurmak
istediği bağı koparmış oldular. Bu bağı yeniden
kurmak için, millî kaynaklarımızı teşkil eden
ve her t"iri bir hazine değerinde olan eski
san'at ve harsımıza ait eserlerin gün ışığına
mutlaka çıkarılması gerekmektedir. Çünkü;
San'atımızın tılsımı, büyüsü, ihtişamı...
bütünüyle ortaya çıkmadan onu geliştirmek ve
büyütmek mümkün olamaz.
Soru : Türk san'atının ve san'atkârının millî
olabilmesi için gereken şartlar nelerdir? Siz
Türk San'at hareketlerine yön verecek tir kişi
olsanız, neler yaparsınız?
Cevap : Millî olmanın ilk şartı inanmak,
sevmek ve saymaktır. Sonra araştırmak ve
yorucu, sabırlı çalışmayı göze almaktır.
San'atın millî olabilmesi, millete benzemesi,
onu yansıtması demektir. San'atkâr da öyle;
şartlarını yukarıda saydık.
San'at araştırma işi olduğu kadar, aynı
gamanda bir eğitim işidir de. Bu bakımdan,
ciddi san'atkârlara bir takım imkânlar
hazırlanması, verilmesi lâzımdır.
Soru : San'atkârın, milletinin tarihi ve
gününün insanı ve olayları ile münasebetinde
bir denge düşünülebilir mi?
Cevap : Tarih, milletlerin hafızası olduğuna
göre, aklın ve mantığın işlemesinde de büyük
rolü vardır. Dünü hatırlayamayan bir insan,
bugünün manâsını anlayamaz. Yeni doğmuş bir
çocuk nasılsa, öyledir. Hâfızasızlık devam
ettikçe, çocuklukda devam eder. Milletler de
insanlar gibidir.
Geçmişlerini hatırlamaları, hattâ bu
hatıralarını daima canlı tutmaları gereklidir.
Geçmişteki acı olayların tekrar olmamasını
sağlamak; tatlı olaylar yaratmak, tarih! ve
tarihteki yerimizi, tarihi yapan atalarımızı
hatırlamakla mümkün olabilir.
Bu konuda san'at en uygun, en etkili bir
vasıtadır. San'atın konusu eski olmakla san'at
eski sayılmaz. Geçmişle gelecek arasında köprü
kuramayan san'atkâr, görevini kavrayamamış
demektir. Aynı zamanda san'atın manâsını da
anlayamamıştır.
Millet, sanatkârlarının verdikleri eserler
ölçüsünde vardır. San'at eserlerinin
aksettirebildiği manâ ile şahsiyet kazanabilir.
Öyleyse, geçmişle günümüz, hatta geleceğimiz
arasında denge kurmak ve "dün", "bugün",
"yarın"diyebileceğimiz dayanaklar üzerine
kurulan bir köprüden asıl hedefe yürümek
mümkün olabilecektir. Bu hedef, Türk
düşüncesinin, Türk san'atının dünya ölçüsünde
insanlığı kucaklamasıdır. Bu görevi Türk
milletine Tanrı'nın verdiğini unutmamalıyız.
Soru : "San'atkârın dünyası" denilen "dünya"
nedir, ne olmalıdır?
Cevap : San'atkârın dünyası, san'atını icra
ederken, içinde bulunduğu ruh halidir
diyebilirim. Bu icra sırasında san'atkâr,
yaşadığı çevreden uzaklaşır ve yeni bir çevreye
intikal eder, Yani kendinden geçer. Tasavvuf
deyimiyle, bir vecd ve istiğrak haline bürünür.
Bu deyimden anladığım budur ve doğrudur.
Gerçek sanat eseri, ancak böyle bir ruh haline
geçilmeden verilemez.
Soru ; Siz Türk şiirinde yepyeni bir çalışmanın
temsilcisisiniz diyebiliriz. Yani Destan'dan
bahsetmek istiyorum, destan nedir? Türk
sanatında yeri nedir, ne olmalıdır?
Cevap : Destan, milletin, en yüksek duygu,
düşünce ve isteklerini ifade eden ve değişmez
özelliği, kahramanlık olan eserlerdir. Bu
konuda, bir ingiliz şairi şöyle diyor: "Bir
kahramanlık şiiri, şüphesiz ki, insan ruhunun
başarabileceği en büyük eserdir>. (Türk Ans.
Cilt 13)
Türk destan kaynakları, pek çok zengin
olmakla beraber, hemen hemen (Maraş Destanı
hariç) hepsi ham madde halinde
bulunmaktadır. Henüz tam bir destan niteliği
kazandırılmadığı için destanımız, san'at
ölçüsünde'ifadesini bulamamıştır. Bu,
edebiyatımız sakatımız, şiirimiz top yekûn
harsımız bakımından büyük bir noksanlıktır.
"Türk Destanı" nı işlemek günümüzün
san'atkârı için bir vecibe olduğu kadar,
milletimiz için de büyük bir ihtiyaçtır.
Soru : "Kür Şad İhtilâli Destanı" ve
"Bozkurtların Destanı" adlı eserlerinizle
bugünün insanıma ve Türk milletine vermek
istedikleriniz nelerdir?
Cevap : Yukarıdaki cevaplarımızda uzak-yakın
temas ettiğimiz gibi, geçmişle, günümüzle ve
gelecekle bağlantı kurmak zorundayız. Millet
olarak var olmamızın, yaşayabilmemizin ve
atalarımızın Tanrı'dan alıp bize miras
bıraktıkları büyük ülkümüzü
gerçekleştirebilmemizin tek şartı budur. Destan,
tek başına bir konu olmakla beraber, san'atın her
dalına konu ve ilham veren derin, geniş ve gür bir
kaynaktır. Yukarıda adı geçen kitaplarımla bunu
yapmak istedim. Aynı zamanda destan, millî
şuuru dinç tutan, millî î dinamizmi yoğuran en
büyük amillerden biridir. Millî şuur olmadan,
millî hiç bir şey yapılamayacağına göre, gençlerin
şuurlarına, bilenmiş bir süngü parlaklığı ve
keskinliği kazandırmak istedim. Destanda
ibretler vardır; dünya görüşümüz vardır;
acılarımız, mutluluklarımız vardır... Bunları
yansıtmaya çalıştım. :
Soru : Türk şiirinin geleceği konusunda
düşünceleriniz, genç şairlere tavsiyeleriniz
nelerdir?
EDEBİ KİŞİLİĞİ
Şairin edebiyat, sanat, kültür, konu ve
şiir sanatı üzerindeki düşünceleri Töre
dergisinde yayınlanan bir röpörtajı sayesinde
açığa çıkmaktadır. Şaire göre sanatta "hedef
" söz konusudur. "Hedefi olmayan sanat aynı
zamanda anlamı olmayan bir meşgaleden
ibarettir." (4) Şairin şiirlerinde ve diğer
eserlerindeki hedef ise şiirlerinde yurt, millet,
milliyetçilik tarih sevgisini işlemek, milli
kültürü ve değerlşerini okura aşılamaktır.
Şaire göre Divan şiirimizi, halk şiirimizi
bilmeyen, bir şairin sanatçı ya da şair
olamayacağı düşündedir. Şiir gelenkelerimize
bağlı olarak arzu, ve heceye değer veren bir
yaklaşım içindedir. " İktisat cemiyetin
maddesi ise, saant da kültürün manasıdır"
fikrinde olan bir şairdir. Onun mana
kelimesinden anladığı şey ise " Manâ, üç bin
yıllık bir geçmişten günümüze getirdiğimiz
ve geleceğe götüreceğimiz harsî (kültürel)
değerlerimizdir. San'atkârın görevi, iktisadî
gelişmenin baş dönmesini millî değer ölçüleri
dahilinde gidermektir." Düşünceleri şiir de
ve sanata şairin gayesidir.
Ona göre sabnat ve toplum arasında
organik bir bağ vardır. Sanatçının görevi milli
ve manevi değerler ile bu organik bağı
kurmak, işlemek ve hatırlatmaktır. " Milletler
de insanlar gibidir.Geçmişlerini hatırlamaları,
hattâ bu hatıralarını daima canlı tutmaları
gereklidir. Geçmişteki acı olayların tekrar
olmamasını sağlamak; tatlı olaylar yaratmak,
tarih! ve tarihteki yerimizi, tarihi yapan
Cevap ; Türk şiirinin büyün bir geçmiş? vardır.
Bugün şiir, pek az ve zayıf, fakat kökü sağlam
olduğu için, deminden beri söylediklerimiz ölçü
olarak alınırsa Türk şiiri yeni bir merhaleye
girecek ve özlenen büyük şiir doğacaktır, sanırım.
Büyük şiir, daha doğrusu büyük san'at, durup
dururken, doğmaz. Büyük heyecan ister. Büyük
heyecanlar yaratılınca büyük san'atkâr da
kendiliğinden gelir. Geçmişte san'-atın her
dalında verdiğimiz büyük eserlerin, son bin yıllık
tarihimizdeki oluşlarını hatırlarsak, bu
iddiamızın doğruluğu meydana çıkmış olur. Şunu
da belirteyim ki, geçmişimiz bize en büyük
heyecan kaynağı olarak şimdilik yeter. Onu,
günümüze aktarıp dünü bugünle yoğurabilecek
san'atkâr ister. Genç şairlerimizin bu nokta
üzerinden hareket etmelerini tavsiye ederim
atalarımızı hatırlamakla mümkün olabilir."
Eserlerinde Savaş, kahramanlık,Türk
tarih ve kültürü başılca konularıdır. . Niyazi
yıldırım Gençosmanoğlu, ırkçı,Turancı bir
tarih ve milliyetçilik anlayışına sahip ve
eserlerinde bu konuları işleyen bir sanatçıdır.
Şiirlerini çoğunlukla hece ile yazan şairin
serbest ölçüde yazılmış şiirleri de vardır.
Dede Korkut hikayelerini manzum olarak
yazmayı denemiş, epik knulu bir çok şiirini
destansı bir dille anlatmıştır. Sade anlaşılır,
konuşaulan bir Türkçe ile şiirler yazamaya
çalışan şairin şiirlerinde Nihal Atsız'ın
tesirleri görülür. Eserlerindeki dil anlayışını
belirleyen temel etmenler yazılan eserlerin
tüm Türk Dünyasında anlaşılabilecek şekilde
yazılmış olması gerektiği şeklinde
belirginleşir.
Gençosmanoğlu, Cumhuriyet dönemi
şairleri arasında manzum destan türünde en
çok yazan şairimiz olarak karşımıza çıkar.
Milliyetçilik ve Türkçülüğü eserlerinin sabir
konuları ve fikri zemini olarak işleyen şair,
epik konuları işlerken zaman zaman doğallık
ve gerçeklik duygusunu yitiren bir yaklşım
içine de düşeblmiştir. Töre dergisinde
yayınlanan röportajında destan türü üzerinde
çok durmasıunın nedeni ile ilgili soruya
verdiği cevap şu şekildedir. " destan, millî
şuuru dinç tutan, millî î dinamizmi yoğuran
en büyük amillerden biridir. Millî şuur
olmadan, millî hiç bir şey yapılamayacağına
göre, gençlerin şuurlarına, bilenmiş bir süngü
parlaklığı ve keskinliği kazandırmak istedim.
Destanda ibretler vardır; dünya görüşümüz
vardır; acılarımız, mutluluklarımız vardır...
Bunları yansıtmaya çalıştım. :" (4)
Ölümü üzerine bazı arkadaşlarının şahsi
ve sanatçı kişiliği hakkında
değerlendirmelerinden bazıları: Dilaver
CEBECİ Niyazi Yıldırım için; "Kılıç gibi söz
söyleyen, düz sözü şiir eyleyen gahi bahadır
suretli, gahi Dedem korkut siretli,destanların
cılasunu..." (1) Sevinç Çokum: Onun iki türlü
gururu vardı.Biri Türklüğü,diğer
şairliği...""Parasını nasıl harcadığı bilmeyen
biriydi." Gürbüz AZAK Niyazi Yıldırım için;
"Net adamdı Niyazi bey.
Sevdimi,söyler;kızdımı gene söylerdi. O
tenezülsüz yaşadı. " "Dobralığı,dürüstlüğü ve
mesleği için yorulmayı öğütlerdi."
ESERLERİ:
Bozkurtların Ruhu (1952)
Gençosman Destan (1959)
Kür Şad Destanı (1970)
Malazgirt Destanı (1971)
Bozkurtların Destanı (1972)
Kopuzdan Ezgiler (1973)
Salur Kazan Destanı (1974)
Boğaç Han Destanı (1978)
Destanlarda Uyanmak (1979)
Destanlar Burcu (1990)
Alp Erenler Destanı (1991)
Ey Uyan Türk Oğlu
Er meydanlarından çekilir oldun
Çorak iklimlere ekilir o! dun
Eğilmek bilmezdin bükülür oldun...
Sürer mi bu gaflet; daha kaç sene?
Uyan ey Türk uyan! Uyumak nene?
Boşaldın boşaldın.. dolabilmedin,
Gidişin o gidiş.. gelebilmedin...
Döktüğün kanları alabilmedin...
Şah damarlarına yapışan kene
Sömürür mü seni: daha kaç sene?
Bakın şu Oğuz'un torunlarına;
Kara taş bağlamış karınlarına!
Umutsuz gözlerle yarınlarına
Bakarlar mı dersin; daha kaç sene
Uyan ey! ... Kendine dönmeyi dene!
Eski sandıklarda harsın, tören ey!
Hain, çaşıt dolu; yanın, yören ey!
Bağlı tutsak sanır seni gören ey!
Bu böyle sürer mi; daha kaç sene?
Uyan ey! ... Kendine dönmeyi dene.
Bak ne der Oğuz Han, Alparslan, Tuğrul:
Ey Bozkurtlar soyu! Yerinden doğrul!
Silkin! ... Öz mâyanla yeniden yoğrul!
İnsanlığı nûra kavuştur yine
Uyan ey! ... Kendine dönmeyi dene.
Acunda ne varsa kurudan, yaştan
Al Dede Korkut'tan, Hacı Bektaş'tan
Malazgirt ufkuna doğ yeni baştan...
Dilerim Tanrı'dan bu devran döne,
Uyan ey Türk! ... Uyan! Uyumak nene?
Seni aldatmasın 'Batı' denilen,
Onun mayasıdır 'katı' denilen,
Onun iç yüzüdür 'kötü' denilen...
Odur özsuyunu sömüren kene!
Sen uyan; onu da Düşün!
Kaç parçaya bölmüşler seni?
Sonsuz bir sahraya salmışlar seni...
Kanadını kırıp yolmuşlar seni..
Kalk, doğrul yerinden! Yürü, geç öne!
Uyan ey! ... Kendine dönmeyi dene.
Yıkıldın, yakıldın: 'devrim' dediler,
Soysuzlaştırıldın 'evrim' dediler,
Bozkurta it, ite 'yavrum' dediler..
Kalk, doğrul yerinden! Yürü, geç öne!
Uyan ey! ... Kendine dönmeyi dene.
Türk Bilge Kağan der 'İşitin beni!
Benim çağlar aşan, benim en yeni.
Ey Türk! Birgün gaflet basarsa seni
Gönül ver, kulak tut bendeki üne,
Uyan Ey! Kendine dönmeyi dene! '
'Üstten gök basmayıp yer çökmeyince
Hainler türeyip bel bükmeyince
Seni gafil bulup kan dökmeyince
Türk'ün bir düşmanı çıksa da bine
İlini, töreni bozamaz yine! '
Köklerinden koptu okumuşların,
Batıyı put yaptı okumuşların,
Yaptığına taptı okumuşların...
Ey Türk! Kendine dön! Yad, yaban nene
Kalk, doğrul yerinden, yürü geç öne!
Dinle! Dövülmekte... Çağrı kösleri,
Dinle! Yakındadır... ayak sesleri,
Bozkurtların sıcak, hür nefesleri
Ufkunu doğudan sarsın da yine
Kalk! Doğrul yerinden! Yürü, geç öne!
Sen, Oğuz Ata'nın has milleti, sen!
Sen, son Peygamberin has ümmeti. sen!
O seni boğmadan, boğ zilleti sen! ...
Uyan! Ey Türk oğlu! Uyumak nene?
Kalk, doğrul yerinden! Yürü, geç öne!
Medet ummaya gör kızıl surattan,
Seni mahrum koyar aşktan, muraddan,
Çağla Sakarya'dan, kükre Fırat'tan..
Kara, kızıl, sarı.. sür, topla yine;
Bunlardır özünü sömüren kene!
Destanlar yazılır, şanına lâyık,
Yine de erişmez ününe lâyık,
Olursan soyuna, dinine lâyık...
Geçer bu gafletin; sürmez çok sene,
Uyan ey Türk oğlu! Uyumak nene?
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu
GENÇ NEFESLER
Devran
Ey zalimler! Oynayın oyunlarınızı
Dik gösterin eğik boyunlarınızı
Elbet bu devran bir gün döner
Sizin de ocaklarınız bir bir söner
Çok uzak değil yakın
Yakın o günler
İşte o zaman canınızı sakının
Sakının canınızı almaya hazırız bizler
Hak
Bilmezsen hakkı ara bak
Bulamasan da,
Amaç hak için çalışmak
Lakin hakkı bulursan,
Söylemezse dil, olanı hak
O dile her şey müstehak
Bir araya gelse de seksen bir il
Yine hakkı söylemeli dil
Bu her yiğidin harcı değil
Ancak yiğit gibi yiğitte olur böyle dil
Hakkın yanındadır hak
Hakkı söyleyen ebabil
Hakkın karşısındaki olsa da fil
Mutlak galip hakkı söyleyendir bunu bil!
MUHAMMED YUSUF K.
BİR KİTAP BİR YAZAR
Mustafa Kutlu'nun yeni hikaye kitabı
Hesap Günü Dergah Yayınları'ndan
çıktı.
2015 yılında çıkan Hesap Günü
kitabı 158 sayfadan oluşmaktadır.
BİR ÖMRÜN HİKAYESİ KISACA...
MUSALLADA BİR ADAM VE
ETRAFINDA DOSTLARI....
“Musallada bir tabut, yeşil
örtü üstünde, yapayalnız…
İkindi okunmuş, namaz
kılanlar camiye girmiş,
kılmayan kalabalık cami
duvarına yanaşıp saçak
altına sığınmış. Alafranga
bir muhit; ama gelin
durumu izah edin. Erkekler
cami duvarında, kadınlar
şadırvan altında. Haliyle
haremlik selâmlık olmuş.
Böyledir…
CAMBAZ İLE SİHİRBAZ
hayat ve ben ip üstünde bir cambaz
cin çıkar lambada iki sihirbaz
bir gün sessiz çığlık acı bir feryat
yutmaz hiçbir kimse numara bayat
son birkaç kelime dua dudaklar
bir lahzada nasıl yakın uzaklar
yayılır yüzlere tebessüm ne hoş
bir ömür ip üstü koş babam koş koş
kurulmuş alaylar düğün mü var ne
kaplarda kalaylar öğün mü var ne
yükselir göklerde uçurtma mavi
bu ne şölen sesler yıkıyor evi
çalınır her yanda başka şarkılar
yeni bir davet mi aşka şarkılar
daha güzel açar sanki çiçekler
ne tarafa uçar ateş böcekler
kuş mu avlar çocuk elinde sapan
farkında mı bilmem yolunda kapan
karıştı mı siyah beyaz kırmızı
soldu mu desenler ayaz ve sızı
bir ömür gölgenin peşinde adam
beyhude güzellik düşünde madam
minare ve kılıf bahane yasal
sebebi telif ne şahane masal
mısra mısra sahi kime bu çağrı
yazıyor kalemim ince bir ağrı
yükseliyor göğe bir duman duman
yağıyor dağa ne kar aman aman
kıvranır yatakta hasta uykusuz
çatlamış dudakta su tasta susuz
kapanır nihayet kapanır yara
aranır ölümde aranır çare
bu ne çırpınış ey mavi kelebek
bekliyor seni ey gökevi melek
sorma boş ver kalsın sırları mahrem
kaç doktor gördü bak kanıyor yarem
yorma dili yorma anlamsız yemin
kayıyor altımdan amansız zemin
çıktım gidiyorum yola gönülsüz
yaktım gidiyorum bak yola çulsuz
cehennem sanki bu ne sıcak böyle
yanıyor çöl gibi köşe bucak böyle
ha bir metre ha bir karış derinlik
uzan veli uzan toprak serinlik

Benzer belgeler