Ekli dosyayı indirmek için tıklayınız.

Transkript

Ekli dosyayı indirmek için tıklayınız.
Körfez’de Kriz… Ama Bu Defa
Basra Körfezi’nde De¤il…
Şafak MERT*
Nisan ayının sonlarına doğru sadece kenarda gürültü yapsın ve okuduklarımı engellemesin diye yabancı bir kanalda açık tuttuğum TV’den bir felaket haberi aldım. İşin ilginci tüm dünyada
gündemin üst sıralarına çoktan oturmuş bulunan bu haber henüz yerli medyamızca duyurulacak
önemde bile görülmemişti. Beni daha da şaşırtan şey ise olayın üzerinden neredeyse bir haftaya yakın bir zaman geçmiş olmasıydı.
Dünya, pek çok insan kaynaklı felaket gördü. 1984’teki Bhopal1 faciasında bir gecede zehirlenerek ölen 8000’i aşkın insanın veya Çernobil felaketinin ülkemizin de dâhil olduğu geniş bir
coğrafyada yarattığı paniğin izleri kolay silinir değildir. Ancak insan eliyle yaratılmış belki de en
büyük çevre felaketi şu sıralarda ABD’nin güneyi ile Meksika’nın doğusunda bulunan devasa
bir alanda yaşanıyor. Ülkemizde ancak BP’nin (British Petrol) 20 milyar dolarlık bir tazminatı
vermeyi kabul etmesi ile ciddi bir haber olmayı başaran bu büyük felaketin gerçekte ne kadar
“büyük” olduğunu tartışmayı daha sonraya bırakırsak öncelikle yapmamız gerekenin durumu incelemek olduğu açıktır.
Olay ve Boyutları
ABD’nin Meksika körfezine bakan güney kıyıları çok önemli bir petrol alanıdır. Burada sayısız sondaj istasyonu bulunur ve yüzer platformlar aracılığıyla derinlerden petrol çıkarma çalışmaları da yapılır. BP lisansı ile üretim yapan bu platformlardan birinde 20 Nisan 2010 tarihinde meydana gelen ve 11 işçinin ölümü ile 17’sinin de yaralanmasına sebep olan bir patlama, platformun
altında bulunan ve deniz yüzeyinin 1500m altındaki bir kaynağın çıkış düzeneğini de tahrip etti.
Böylece bugün de hala petrol fışkırmaya devam eden bir okyanus dibi petrol sızıntısı(!) başladı.
Kesin bir ölçüm yapılamamakla beraber bu ağızdan her gün çıkan ham petrolün 16.000m3 (veya
100.000 varil/gün) kadar olduğu tahmin ediliyor.2 Okyanus tabanından yükselmekte olan büyük
miktardaki ham petrolün su üstüne vardığında yayılacağı alan bir yana, şu an yüzeyde kirlenmiş
bulunan alan hakkında bile kesin bir şey söylemek zor. NASA’nın uydularla takip ettiği kirliliğin
yüzeydeki boyutları günden güne değişmekle birlikte 6.500 ila 24.000km2 arasında değişiyor.
Tüm bu rekor değerlerin siz bu yazıyı okuduğunuz sırada çoktan yeni rekor değerlere ulaşmış olacağı da bir gerçek. Çünkü henüz bu kaynağı kapatmanın bir yolu bulunabilmiş değil. Üzerinde
hem fikir olunan tek şey BP’nin zararları tazmin için vereceği 20 milyar dolar.
*
1
2
Ankara Üniversitesi Biyoteknoloji Enstitüsü
Bhopal faciası: 2-3 Aralık 1984 gecesi ABD’li Union Carbide firmasının Hindistan’ın Madhya Pradesh bölgesindeki Bhopal yerleşiminde bulunan ve böcek öldürücü kimyasallar üreten fabrikasında meydana gelen gaz sızıntısı sonucu 500.000’den fazla insan etkilenmiş ve sayısı ancak yaklaşık olarak bilinen 8000’i aşkın kişi de ölmüştür. 8000
kişi daha takip eden haftalarda ölmüştür. Zehirli kimyasal madde sızıntısı ve kirliliğin bugün bile devam etmesi pek
çok tartışmaya neden olmaktadır.
Bu yazının yazıldığı sırada gelen BBC kaynaklı yeni haberler, başından beri yapılan tahminlerin, okyanusa karışan
gerçek petrol miktarının ancak yarısını yansıttığı şeklindeydi.
Ağustos ’10 • Sayı: 20
21. YÜZYIL
[49]
fiafak Mert
Olayın Ekolojik Etkileri
Ekoloji çok basit bir anlatımla canlıların birbirleri ve cansız doğa ile aralarındaki ilişkileri inceler. Tanımı basit olmakla birlikte araştırma yapması zor ve kapsamı da neredeyse sınırsız olan bir bilimsel alandır. Her gün okyanusların yüzeyinden fotosentez sonucu oluşup yükselen milyarlarca ton oksijen veya bir karınca kolonisinin toprağın yapısında meydana getirdiği değişiklikler sonucu normalde orada olamayacak başka bazı böceklerin söz konusu alana yerleşmesi gibi çok devasa boyuttan çok küçük boyuta kadar olan konular ekolojinin ilgi
alanına girer. Aslında ekoloji temel olarak canlıların, diğer canlılar ve pek çok cansız faktörün bulunduğu bir ortama uyumunu incelemesi nedeniyle evrimsel biyolojinin temel araştırma alanıdır. Bu nedenle araştırmalara hemen her zaman süreç içinde meydana gelen evrimsel değişimler de eklenir. Peki ekoloji bilimi açısından bakıldığında yaşanan bu olay nasıl tanımlanabilir?
Canlıların birbirleri ve çevreyle aralarında kurdukları ilişkiler kimi zaman çok kuvvetli kimi
zamansa çok zayıftır. Örneğin, elimizdeki tüm nükleer silahları kullansak bile dünyadaki solunum – fotosentez ilişkisini imha etmemiz neredeyse olanaksızken,3 sadece sıtma ile mücadele
amacıyla kuruttuğumuz bir iki bataklık nedeniyle baş gösteren bir seri olay ve devamında gelişen yanlış kararlar sonucunda bütün iç Anadoluyu kuraklığa sürüklememiz mümkün olabilmek3
[50]
Atmosferin 20km gibi çok yükseklerinden okyanusların tabanlarına, petrol kuyularından asitli ve kükürtlü kaynar su
pınarlarına kadar gezegenimizdeki her yerde sayısız bakteri çeşidi yaşar. Bu nedenle böyle nükleer bir olay bile dünyayı solunum ve fotosentez yapan bakterilerden arındıramaz. Böylece CO2’in ve O2’nin karşılıklı üretilip tüketilmeleri döngüsü sürer. Hatta en kötü durumda, oksijenin üretilip tüketilmediği yaşam biçimleri şeklinde de olsa madde döngüleri devam eder. Fakat yine de daha gelişmiş yapılı canlıların büyük çoğunluğunu imha etmeyi başarabilecek kadar silah sahibi olan ülkeler olduğu da üzerinde düşünülmesi gereken bir insanlık(!) gerçeğidir.
21. YÜZYIL
Ağustos ’10 • Sayı: 20
Körfez’de Kriz… Ama Bu Defa Basra Körfezi’nde De¤il…
tedir. Bu sırada yok olan sayısız canlı türü de cabası… Hatta bazen ormanlık bir alanın içine yangınla mücadele amaçlı bir yol açmak gibi zararsız görünen uygulamalar bile bazı canlı türlerinin
yok olmasına sebep olabilmektedir.4 O halde Meksika körfezinde yaşanan olay ne boyutta bir
etkiye sebep olacaktır?
Basitçe söylemek gerekirse olayın iki etkisi olacaktır. Birincisi, bu bölgede yaşam bir şekilde devam edecektir. Korku filmlerinden çıkmış bir “ölü bölge” meydana gelmesi söz konusu değildir. İkincisi ise, bu bölgedeki yaşamsal sistemlerin bir daha onarılamayacak bir zarar görecek
olduğu gerçeğidir. Yok olan ve / veya kitlesel boyutta ciddi bir tahribata uğrayan sayısız canlı türü olacaktır. Çünkü petrolün solungaçlarını tıkaması sonucu ölecek balıkların ve bu balıklar üzerinden beslenen, insan dâhil, canlıların görecekleri zarar son derece büyük boyutlarda olacaktır.
Dahası ekosistemin temelini canlıların yapısına enerjinin girdiği ve üretici dediğimiz (teknik terimle ototrof) canlıların bu enerjiyi kullanarak cansız maddeleri canlıların yapısındaki bileşikleri
oluşturmak için kullanması oluşturur. Bu temel basitçe güneş ışığından şeker üretmek olarak
özetleyebileceğimiz fotosentez mekanizmasıdır. Gezegenimizde fotosentezin en yoğun olduğu,
yani yaşamın ve oksijenin en çok köken aldığı yer sığ denizlerdir. Meksika körfezi de bu bölgelerin en önemlilerinden biridir. Burada yüzeye yayılarak fotosentezi durduran bir petrol kirliliği tüm yaşam ağacını daKirlili¤in yüzeydeki
ha başından çökertir. Yaşam elbette ki kendine pek çok başboyutlar› günden
ka yol bulur ancak mevcut yaşamsal döngü ve dengelerin
5
çökeceği kesindir.
güne de¤iflmekle
birlikte 6500 ila
Buradan itibaren, yarın sabah işe giderken bineceğimiz
24.000 km2
arabalarımıza kurulurken çoktan unutmuş olacağımız “iki
damla petrol için değer mi? Gözünüz çıksın emiii?” edebiyaaras›nda oldu¤u
tına girmeden incelemelerimize bilimsel biçimde devam etiddia edilmektedir.
memiz gerekir.
Yanardağdan Daha Tehlikeli Şirket
Olaydan haberdar olduğum akşam ünlü Amerikalı talk show’cu Cay Leno espriyi patlattı;
“İzlanda’daki yanardağ neden sönmüş biliyor musunuz? BP’nin körfezdeki marifetini görünce
‘tamam kabul ediyorum sizin şirket, doğaya benden daha zararlı’ demiş ve sönmüş”. İlk anda
çok komik gelse de bu espri gerçeği ne kadar yansıtıyor? Bizlerin kısa hayatlarımız içinde görebileceğimiz en büyük doğal felakete BP imza atmış olsa da dünya tarihi dikkate alındığında doğal felaketlerle kıyaslanabilir büyüklükte bir insan kaynaklı felaket sadece insanlığın kendisidir.
Yani varlığımızın gezegenin geneli üzerindeki olumsuz etkisi doğa tarihi içindeki yerini almıştır
ancak BP işine azimle sarılıp bütün Atlantik’i petrolle doldurana kadar(!) çok da doğal felaketlerle kıyaslanabilir bir etki yaratmış olamaz. Bu sadece tatsız bir espri değil tarihi bir gerçektir
de. Örneğin petrol sızıntısı, daha doğrusu “fışkırtısı” olayının olduğu bölge insanlık için varlığından çok önceki bir tarihe denk düşse de doğa tarihi açısından yakın bir jeolojik zamanda bir başka felakete sahne olmuştur. Günümüzden 65 milyon yıl önce gezegenimize düşen bir göktaşı
4
5
Çünkü bazı canlı türleri için yaşadığı alanın boyutları çok önemlidir ve ormanın içinden geçen bir yol sadece bu bölgeyi iki parçaya ayırmakla kalmaz bazı canlı türleri için asla geçilemeyecek bir sınır da oluşturur. Bu durumda ilgili ormanlık alanın her iki yakası da söz konusu canlı için yaşanamayacak kadar küçük birer alansa yok oluş kaçınılmazdır.
Bu haberi ilk aldığımda “Allah kahretsin” tepkisi vermeme sebep olan şey canlılar âlemindeki en ilginç göç yollarından ve üreme döngülerinden birine sahip olan yılan balıklarının bu bölgede ve okyanus tabanında ürüyor olmasıydı. Anguilla anguilla isimli bu yılana benzer balık türü Akdeniz ve Avrupa’nın kuzey batısında bulunan kuzey denizlerinde yaşamasına rağmen üreme zamanı geldiğinde tüm Atlantik’i geçerek Sargosso körfezine gelip okyanus
tabanında ürer. Oysaki şimdi oradan petrol fışkırıyor.
Ağustos ’10 • Sayı: 20
21. YÜZYIL
[51]
fiafak Mert
tam da Meksika’nın Yucutan bölgesine isabet etmiş ve dinozorların da yok olduğu büyük bir küresel felaket yaşanmasına sebep olmuştur.6 Bu tür olaylar gezegenimizin 4,6 milyar yıllık tarihinde pek çok defa yaşanmıştır.
Peki ya yanardağ faaliyetleri? İzlanda’nın adı değil söylenmesi, yazılması bile neredeyse imkânsız olan yanardağının7 geçtiğimiz aylarda gösterdiği etkinlik, yine doğa tarihi açısından bakıldığında “yok” hükmündedir. Çünkü etkileri çok kısa süre içinde, izleri ise birkaç yüz bin yıl içerisinde tamamen yok olacak boyutlardadır. Oysa ki Nisan 1815’te Endonezya, Sumbawa’da faaliyete geçen Tambora yanardağı püskürttüğü kül ve dumanın, özellikle de kükürtün etkisiyle
1816 yılını tarih kitaplarına “yazsız yıl (Year Without a Summer)” olarak geçirtmiştir. 71.000 kişinin öldüğü patlamalardan sonraki yıl 19.yüzyılın en büyük kıtlık felaketine sahne olmuştur. Buna rağmen bu yanardağ patlaması da pek çok başka volkanik alanın etkinliği yanında küçük kalmaktadır. Merak edenFotosentezin en yo¤un
ler bugün Endonezya’da Toba gölü olarak bilinen süper
oldu¤u, oksijenin en
volkanik alanın günümüzden 67500 ila 75500 yıl öncesine
çok köken ald›¤› yer
tarihlenen faaliyetinin etkilerini araştırabilirler. Bundan da
daha büyüğünü merak edenler ABD’deki Yellowstone mils›¤ denizlerdir.
li parkının altındaki volkanik alanın geçmişini araştırıp dehMeksika Körfezi de
şete düşebilirler.
bu bölgelerin en
önemlilerinden biridir.
Doğa İçin Küçük, İnsanlık İçinse Büyük Bir Felaket
Burada yüzeye
yay›larak fotosentezi
Açıkça ortadadır ki yaşanan felaket doğa tarihi ölçeğinden bakıldığında çok da felaket değildir. Ama biz insanlar
durduran bir petrol
hayatı milyon yıllar ölçeğinde yaşamıyoruz. Bu tür felaketkirlili¤i tüm yaflam
ler sonucu yok ettiğimiz canlılar da öyle… O halde bu felaa¤ac›n› bafl›ndan
keti insanlığın sebep olduğu felaketler içinde değerlendirçökertir.
meliyiz. Yani olayın boyutlarını ve ekolojik etkilerini incelemeliyiz ancak bunu yaparken doğaya her şeyin hiç bozulmadan devam edip gittiği bir cennet bahçesi gözüyle de bakmamalıyız. En azından yeşilci bir sivil toplum örgütü üyesi olmayan ve görüşlerini enerji sektörünün farklı kollarında faaliyet gösteren muhtelif şirketlerin lobi faaliyetleri sonucunda değil de bilimsel incelemeler neticesinde
kazanan bilim insanlarının böyle davranması gerekir. Böylece neyi ne kadar korumamız gerektiği hakkında da bir fikir sahibi olabiliriz. Dahası koruma kavramı hakkındaki görüşlerimiz de daha doğru bir zemine oturur. Buradan yola çıkarak insanoğlunun yarattığı bu sorunun gerçekte ne
anlama geldiğini ve kaynağı ile olası çözüm yollarını daha sağlıklı bir şekilde tartışabiliriz.
Evet, bu felaket gerçekten de büyük bir felakettir. Ancak insanlığın yarattığı felaketler içinde
“en büyük” olduğu ne kadar gerçektir? Bizler ilginçtir ki, kazaen ve kasten gerçekleşen olayların doğaya verdiği zararlara birbirinden farklı kriterlerle değer biçiyoruz. Örneğin hemen herkes
bu olayın tarihteki en büyük çevre felaketi olduğunu söyleme yarışı içerisinde ancak bu değerlendirme “kazalar” sınıflandırması altında yapılıyor. Bu böyle çünkü 2. Dünya Savaşı’nın yarat6
7
[52]
Düşen meteorun okyanus tabanında bıraktığı iz uydular yardımı ile bulunmuş durumdadır. Ayrıca bu olayda tamamen buharlaşıp atmosfere saçılan meteorun kalıntıları dünyanın her yerindeki 65 milyon yıl yaşındaki kayaçların
içinde bir iz halinde tespit edilebilmektedir. Bu olay sırasında tüm gezegene öyle büyük bir şok dalgası yayılmıştır
ki 20kg vücut ağırlığının üzerindeki tüm canlılar iç organlarının aldığı büyük tahribat neticesinde ölmüşlerdir. Ayrıca atmosferin yükselen tozlar neticesinde kapanması ile bitkiler ölmüş pek çok canlı da bu nedenle besin bulamayarak ölmüştür. Tüm bu olaylar neticesinde dünya genelindeki canlı türlerinin %67’si yok olmuştur! Çarpışmanın
güneyden kuzeye doğru bir yönde olması nedeniyle kuzey Amerika’daki bazı bölgeler doğrudan okyanus tabanından kalkan materyalle kaplanmış ve bu bölgelerde bugün incelenebilen fosilleşmiş ormanlar oluşmuştur.
Meraklısı için dağın adını internetten buldum: Eyjafjallajökull.
21. YÜZYIL
Ağustos ’10 • Sayı: 20
Körfez’de Kriz… Ama Bu Defa Basra Körfezi’nde De¤il…
tığı ekolojik yıkım elbette ki bu olaydan kat ve kat daha büyüktür. Ancak bu olay bir kaza olmadığı için “doğal olarak” değerlendirme dışı kalıyor. Aynı şekilde Vietnam’a atılan ve toplam sayısı 2. Dünya Savaşı sırasında Avrupa’ya düşen bombaların toplam sayısından çok daha fazla
olan bombalar ne kadar ekolojikti?8 Ya da Vietnam ormanlarındaki ağaçların yaprak dökmesini
ve Vietnam askerlerinin açığa çıkmasını sağlamak amacıyla uçaklardan serpilen 45.000.000 litre
“turuncu ajan” isimli kimyasal nasıl bir ekolojik etkiye neden olmuştu?9 Peki ya şimdiye kadar
dünya üzerinde denenen 2000’i aşkın nükleer silahın ekolojik etkisi? Hiroşima ve Nagazaki’nin
ötesinde, ABD’nin kendi toprakları üzerinde ve açık alanda yaptığı denemelerin sayısı bilindiği
kadarıyla 400’ün üzerindedir!
Kazara olan olaylar sınıflandırması bile epeyce kafa karıştırıcıdır. Çünkü nükleer denemeler
sırasında işler kontrolden çıktığı için yaşanan felaketler nasıl değerlendirilecektir.10 Tam tersi bir
mantıkla çıkarılan petrolün büyük kısmının askeri amaçlarla kullanıldığı petrol kuyusunda meydana gelen bir kaza ne kadar “kaza” sınıflandırması altında değerlendirilebilir? Durumu basitçe
özetlemek gerekirse, bize para kaybettiren ve bu nedenle istemediğimiz ekolojik felaketleri bi8
Bu bilgiyi, hayatından çıkarttığı dersleri anlattığı “The Fog of War (Savaşın Sisi)” belgeselinde, Küba füze krizi ve
Vietnam savaşı yıllarının efsane Amerikan savunma bakanı Robert S. McNamara’nın bizzat kendi ağzından duyabilirsiniz.
9 Bu kimyasalın üretimi sürecinde istenmeden oluşan dioksin isimli başka bir kimyasal bilinen en zehirli maddelerden biridir. Turuncu ajan Amerikan ordusuna bağlı ve fiili çarpışma halinde olan askerlerin bulunduğu bölgelerin
üzerine serpildiği için savaştan dönen askerlerin pek çoğunda ciddi sağlık sorunları meydana gelmesine neden olmuştur. Tüm bu sağlık sorunları “Vietnam sendromu” adıyla bilinin ve ilk yıllarda psikolojik nedenlerle bağlantılı
olarak açıklanmaya çalışılan sorunlara yol açmıştır. Turuncu ajanın içindeki bitki öldürücü ana bileşenler de çok tehlikeli kanser yapıcı (karsinojenik) maddelerdir.
10 1 Mart 1954 tarihinde ABD’nin Castle Bravo kod isimli operasyonu sırasında Marshall adalarına bağlı Bikini atolünde patlatılan ve Hiroşima bombasının 1000 katı gücündeki Ivy Mike isimli bomba 20.000 insanı inanılmaz bir
radyoaktif serpinti altında bırakmıştır.
Ağustos ’10 • Sayı: 20
21. YÜZYIL
[53]
fiafak Mert
rer “felaket”, isteyerek gerçekleştirdiğimiz ve bize para kazandıran ekolojik felaketleri ise “istatistik” olarak değerlendiriyoruz. Bu gerçeği tam olarak görmeden yaşadığımız ekolojik felaketlerin sağlıklı bir değerlendirmesini yapmak mümkün değildir.11
Felaketin Sebebi ve Olası Çözüm Yolları
Nasıl oluyor da okyanusun 1,5 km derinliğine boru döşeyebiliyoruz da bu boru tahrip olduğunda onu düzeltemiyoruz? Neden, bütün gezegeni mahvedebilecek kadar enerji üreten atom
bombaları12 yapabiliyoruz da ekosisteme müdahale edip birkaç tür kimyasal veya bakteriyi olay
yerine serperek petrol kirliliğini yok edemiyoruz? Bunlar olayı engelleme ve eğer çoktan yaşanmışsa etkilerini ortadan kaldırmaya yönelik düşünüşün temel soruları olabilir. Ancak ne olayın
engellenmesi ne de çözüm üretiminde temel oluşturabilecek doğru bir mantığı sergilemiyorlar.
Mesele sahip olunan teknolojinin miktarı değil, hangi teknik bilginin hangi amaçla kullanıldığıdır. Okyanusun tabanına boru döşemekten daha zorlu mühendislik problemlerinin çözümü
bilinmektedir. Hatta o boru hattının hiç denecek kadar düşük ihtimalle kaza üretecek kadar güvenli hale getirilmesi de teknik olarak mümkündür. Fakat burada karşımıza “maliyet” kavramı
çıkmaktadır. Maliyeti düşürmenin en iyi yolu da etkinliği artırmaktır.13 Daha doğru bir ifadeyle
“kâr maksimizasyonu” engeline takılmaktayız. Yani dikkatlice bakıldığında kazanın nedeni teknik yetersizlik değil, mevcut işi para kazandırdığı sürece devam ettirme davranışıdır. Olaya bu
boyutuyla baktığımızda kolayca göreceğimiz gerçek ABD’nin baskısıyla 20 milyar dolarından
olan BP’nin bundan sonra iki yoldan birine girmek zorunda olduğudur. Ya maliyetleri düşürerek ortalama her 20-30 yılda bir fazladan 20 milyar dolar tazminat ödeyerek kâr elde etmeye devam edebileceği bir kirli üretim modeli geliştirecek (yani işler doğa için daha da kötüye gidecek) ya da daha yüksek güvenlikli bir üretim modeline geçecek. Çünkü ne kadar düşük güvenlikli üretim yaparsa yapsın vereceği tazminatları karşılayacak ve bunlar düşüldükten sonra bile
kârda olacağı bir sistemin iktisadi olarak mümkün olmadığına karar verecek. BP’nin öncelikle
bir üretici olduğu dikkate alındığında küçük üreticileri de kendiyle aynı koşullarda çalışmaya
zorlayacak kararları aldırabileceği de kolayca görülür. Tüm bunlar ise doğa için işlerin iyi gittiği ikinci bir senaryodur.
Dikkatlice bakılacak olursa iyi senaryo gerçekleştiğinde bile görülebilecek düzelme, verilen 20 milyar dolarlık tazminatla orantılıdır. Bundan daha fazla bir iyileştirmenin ortaya çıkmasını sağlayacak fiili bir mekanizma yoktur. İşte bu gerçek, sorunun kökenini teknolojide aramanın ne kadar yanlış olduğunu ortaya koyar.
Peki ya çözüm? Kazanın sebebi ne olursa olsun, elimizdeki teknoloji ile neler yapılabilir?
Gerçekten de bu konu için geliştirilmiş çözüm önerileri var. Hatta uygulamalar bile var. İlk petrol sızıntısı kazalarında (ki bu kazaların en devasa büyüklükte olanı bile Meksika körfezindeki11 Tam bu noktada, bilimsel literatürde çevre kirliliği ile ekolojik sorunun eş anlamlı olarak kullanılmadığını belirtmekte yarar var. Çevre sorunu, insanı merkeze alarak insan varlığının, yine insanın doğal çevresinde yarattığı sorun olarak tanımlanır. Ekolojik sorun ise etkileri insana ulaşsın veya ulaşmasın yaşamsal döngü ve ilişkiler ağını bozan tüm
olgular için kullanılan bir terimdir. Tabiidir ki asıl önlem alınması gereken sorunlar ekolojik tahribat yaratanlardır.
12 Rusların 30 Ekim 1961’de atmosferde denedikleri “çar bomba (tsar bomba)”adıyla bilinen cihazları tasarımsal olarak 100 milyon ton TNT eşdeğeri güçteydi. Ancak Ruslar patlamanın yaratabileceği etkilerin boyutlarından emin
olamadıkları için cihazın gücünü 50 MegaTon ile sınırladılar. Bu haliyle bile Endonezya’daki Krakatoa yanardağının
1883’teki büyük patlamasının dörtte biri kadar enerji ortaya çıkartmıştır. Bu insanlık tarihinde yapılmış en güçlü nükleer silahtır.
13 Dipnot 8’deki “Fog of War” belgeselinde McNamara’nın hayatından çıkarttığı 4.ders “Maximize efficiency (verimliliğ maksimize et)” dir. İnanılmaz ama bunu savaşlarda en az maliyetle en çok faydayı(!) ortaya çıkarmak için salık veriyor. McNamara bu belgeselde savaşın haklılığı ve mantığını inceden inceye işliyor ve empati kavramını bile
“düşmanı en az çaba ile alt etmek için, onun aklından geçenleri okuyabilme yeteneği” olarak tanımlıyor.
[54]
21. YÜZYIL
Ağustos ’10 • Sayı: 20
Körfez’de Kriz… Ama Bu Defa Basra Körfezi’nde De¤il…
nin yanında gerçekten de sızıntı kalıyor) denize deterjan uygulanıyordu (muhtemelen hala uygulanıyordur ancak körfezdeki olayın boyutları bu sefer bunu uygulanabilir bir yöntem olmaktan
çıkarabilir). Deterjan, petrolün içeriğindeki yağlarla etkileşime girip onları suda çözünen çok küçük paketçiklere ayrıştırır. Bu şekilde hem petrolün dağılması kolaylaşır hem de yüzeyi kapatarak yaptığı ani ve büyük hasar büyük ölçüde azaltılmış olur. Ayrıca mikroorganizmalar tarafından tüketilmesi de kolaylaşır.
Bir diğer yöntem deniz yüzeyindeki petrolün yakılmasıdır. Okyanusu kurtarmak için onu ateşe vermek kulağa biraz acayip gelse de bazen uygulanan ve yüzeydeki petrol miktarını azaltabilen bir yöntemdir. Bazen de petrolü parçalama özelliğine sahip bakterilerin kullanıldığı uygulamalar gündeme alınmaktadır. Bu biyolojik mücadele teknikleri henüz tam olarak oturmadıysa da
umut vaat etmektedir. Çünkü doğanın kendisini yenileme yönteminin çeşitli kaza durumlarına
uyarlanmış bir biçimidir.
Şimdilerde ise genetik olarak değiştirilmiş bakteriler
kullanılarak bu tür kirlenmiş alanların temizlenmesi hedefleniyor. Bu amaçla farklı bakterilerin petrolün içindeki çeşitli
maddeleri besin olarak kullanarak tüketmesi sürecinde kullandıkları genler belirlenip, bu genler hızlı üreyen ve kolayca
yetiştirilip doğaya salınmasında bir sakınca görülmeyen bilinen bazı bakterilere aktarılıyor. Daha sonra bu bakteriler çoğaltılıp kirlenmiş bölgeye uygulanıyor. Bu yöntem ileri teknoloji gerektiren bir yöntemdir.
Olas› Çözüm Yollar›:
Petrol s›z›nt›s›n›n
üzerine deterjan
dökülmesi, deniz
yüzeyindeki petrolün
yak›lmas›, geneti¤i
de¤ifltirilmifl
bakterilerin
kullan›larak kirlenmifl
alanlar›n temizlenmesi.
Ancak tüm bu müdahale yöntemlerinin de çok ilginç sıkıntıları vardır. Mesela petrol sızıntısının üzerine dökülen deterjan petrokimya endüstrisinin bir ürünüdür ve bedava değildir. Yani? Soruna sebep olanın sorundan para kazandığı
acayip bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu kadar doğrudan bir ilişki durumu olmasa da temizleme
faaliyetlerinin yarattığı doğal etkiler de kabul edilebilir değildir. Ekolojik ilişkiler ağına hiçbir
şeyin değişmesine müsaade etmediğimizde en iyi korumayı sağladığımız durağan bir sistem gibi bakamayacağımız gibi, parçaları takılıp çıkarılabilen mekanik bir cihaz gibi de bakamayız. Bu
ilişkiler ağı, yaşayan ve evrimleşen bir sistemdir. Bu nedenle yapılabilecek en iyi koruma etkimizi en aza, eğer mümkünse biyolojik doğamızdan gelen kadarına indirmektir. Meseleye buradan bakılınca hemen her temizleme faaliyeti kullanılan cihazların yarattığı ekolojik etkiler dikkate alındığında “kaş yaparken göz çıkarma” çalışması gibi görünür.
Çok daha doğal görünen genetiği değiştirilmiş bakterilerle mücadele uygulaması da sorunsuz değildir. Genetik değişikliklerin doğal ortamda yaratabileceği etkileri uzun tartışmalara neden olabilecekleri gerekçesiyle bir kenara bıraksak bile bu teknolojinin uygulamalarının da enerji sektöründen bağımsız olmadığı kesindir. Dahası genetiği değiştirilmiş organizmaların dünya
iktisadi sisteminde yarattığı ciddi sorunlar vardır ve çoğunlukla haksız patent uygulamaları ve tekelleşme için kullanılmaktadırlar. Bilimsel bir değerlendirme, sorunun çoğunlukla onu yaratan bakış açısıyla çözülmeye çalışıldığı gerçeğini ortaya koyar. Bu bir çözüm çabasından
çok mevcut düzeni sürdürme çabasına benzetmektedir.
Kontrol Düğmesi Olmayan Sistem
Aslında elimizde doğayla dost ve refah içinde yaşayacağımız bir hayatın teknik bilgisi fazlasıyla mevcuttur. Fakat bu bilgiyi bir üst bakışla toparlayıp toplumu yeniden organize edecek sistemlerden yoksunuz. Tüm bu bilgi küçük yerel sorunlarımız için uygulanıyor. Aslında bunun
Ağustos ’10 • Sayı: 20
21. YÜZYIL
[55]
fiafak Mert
böyle olması çok da garip değil çünkü yaşadığımız büyük bilimsel üretim ve teknolojik ilerleme
henüz çok yeni. Bunun insanlığı yeniden şekillendirmesi için gereken süre daha geçmemiş olabilir. Belki de bu nedenle iktisadi ve idari ilişkilerimiz 2000 yıl önceki gibiyken teknolojimiz
uzay çağını çoktan geçip ilk yapay canlıyı14 ürettiğimiz bu günlere ulaştı. Sonuç olarak elimizdeki tüm bilgi ve teknolojiyi ortaya koyup ortak akıl üretebilecek bir tavrın çok gerisindeyiz.
Tüm bu felaketlere rağmen dünya yıkılmayacak burası kesin ama acıyı geniş toplum kesimleri çekecek. Bir yabancı kanalda Amerika’nın güney sahillerindeki balıkçılarla yapılan röportajlar yayınlandı. Açıklamaları Karadeniz çay üreticisinin Çernobil sonrası açıklamalarına ne kadar
benziyordu anlatamam. “Bizim buralarda kirlilik yok. O olay buraya çok uzakta”, “Biz kirliliğin olduğu yerde avlanmıyoruz”, “Olay abartılıyor, balıklarımız çok lezzetlidir”. Hem sonra
BP’nin bir kısmını bu insanlara vermek zorunda kaldığı 20 Milyar dolar kimin parası? İnsanlığın
örgütlü emeğinin sonucu olan bir para adeta sadakaya dönüşmüş durumda. Peki ne yapmalı?
İnsanın aklına ilk olarak uluslarüstü oluşumlar geliyor. Çok tartışılan Birleşmiş Milletler’e
hiç değinmeyeceğim ancak Dünya Bankası ile ilgili ilginç bir anımı paylaşmakla yetineceğim.
Dünya bankasının internet sitesinde bankanın dünyanın her tarafındaki gelişmekte olan ülkeler
için teknik destek ve finansman kaynağı olduğu yazılı. Dipnot 8’de bahsettiğim “Savaşın Sisi”
belgeselinde ise McNamara, hayatı boyunca savaşlarla iç içe olduğunu söylüyor ve hayatının savaşlı üç büyük dönemini şöyle sıralıyordu; “ABD ordusunda görevli olduğum yıllarda 2. Dünya
Savaşı, savunma bakanlığım sırasında Vietnam savaşı ve Dünya Bankası başkanlığını yaptığım
13 yıllık süre içinde dünyanın her tarafındaki savaşlar”. Oysa ki 2005 yılında davetli konuşmacı olduğum uluslararası bir tarımsal biyoteknoloji sempozyumunda “tarım politikamızın küresel
tekeller ve savaş lobisi ile ilişkili Dünya Bankası’nın kararlarına bırakılamayacağını” söylediğimde bir Türk profesör söz alıp, Dünya Bankası gibi saygın kuruluşlar hakkında bilip bilmeden
konuşulduğunu, bu tür görüşlerin sahiplerinin de genellikle komünizm gibi modası geçmiş bazı akımlara kapılmış kişiler olduğunu belirtmişti. Bu çelişkiye ne denir?
Ne denirse densin bir önemi yok. Asıl olan şey şu ki mevcut sistemimizin kontrol düğmesi yok. Özel şirketler şeytanca planlar kurmaya çalışıyor değiller ve her eleştirel bakış da
demokratik(!) emperyalizme karşı Stalinist emperyalizmi savunuyor değil. Ancak mevcut
düzen böyle kalmaya devam ettikçe hem doğa ile olan uyumsuzluğumuz ve bu nedenle yaşanan sorunlar artacak hem de sermayenin uluslarüstü kuruluşlar gibi çözüm arayışlarını manipüle etmeleri de doğalarından gelen bir özellik olarak devam edecektir. Böylece
petrol sızıntıları da, temizleme çalışmaları da, o büyük akıl ve bilimsel bilgi birikimimize
rağmen, insanlığı zehirlemeye devam edecektir. Şunu unutmamalıyız; dünya bizden önce
de vardı, bizden sonra da var olacak. Asıl olan nasıl bir dünyada yaşamak istediğimize karar vermemiz.
21. YÜZYIL
14 Bu büyük gelişme 20 Mayıs 2010 tarihinde ünlü bilimsel yayın Science’dan duyuruldu. Dr. J. Craig Venter uzun zamandır yapay yaşam çalışmaları yönetiyordu. Etik tartışmaları devam etmesine rağmen bunun hem teknoloji hem
de bilim tarihindeki kilometre taşı başarılardan biri olduğuna şüphe yok.
[56]
21. YÜZYIL
Ağustos ’10 • Sayı: 20