İndirmek için Tıklayınız!

Transkript

İndirmek için Tıklayınız!
Merhaba,
Aylık Sanat Dergisi
Sahibi:
İdil Kültür Sanat Bilimsel Araştırma
Yay. Org. Film. Tic. San. Ltd. Şti. adına
İRŞAD AYDIN
Yazıişleri Müdürü: Y A S İ
N ALİ TÜRKERİ
Yazışma Adresi:
İDİL KÜLTÜR MERKEZİ
DEREBOYUC.NO:110/55
80840 ORTAKÖY/İST ANBUL
TEL/FAX: (212) 261 3219-26146 53
İzmir:
İDİL K Ü L T Ü R MERKEZİ
863 S. 23/2
KEMERALTI /İZMİR
Antakya
CUMHURİYET M. GÜNDÜZ C.
MURAT S. BAKIRCI PSJ . NO:8
TEL: (326) 214 01 15
Geçen say ımızda y ine bu sayfada "Vatan topraklan kutsaldır" diy e girmiştik söze.
Ev et, halkın biny ıllar boy u uğrunda bedel ödediği vatan topraklarımızdan kalkan
uçaklarla mazlum halkların tepesine bombalar yağdırılırken, gözümüzde sahte yaşlar
değil, öfke olmalı. Öfkemiz bağımsızlığa duy duğumuz özlemin if adesi olmalıdır
zamanda.
İşte v atan... işte özgürlüğün, bağımsızlığın, halkların kardeş bayrağı... Adlan y a
da y aşadıkları çağ ne olursa olsun zalimleri, hasımlanmızı tanıy oruz. Anadolu halkları
kadar kim bilebilir ki bunu?.. Acıy ı v e isyanı iç içe y aşay ıp büyüten Anadolu
halklarının kültürünü yazmay a, anlatmaya, söylemeye devam edeceğiz.
Destanlarımızı bulacaksınız
bu say ıda. Dilden dile yay ılan, y ürekten y üreğe
haykıran, topraklarımızın her
köşesinde bir başka gerçeği, ayrı
bir güzelliği anlatan
destanlarımızı... Sonra
şenliklerimizi, adetlerimizi,
geleneklerimizi... Dağlardan
çağlara seslenen eşkiya
türkülerimizi, öykülerimizi...
Toroslarda Kozanoğlu'nu,
Kütahy a'da İslamoğlu'nu
tanıy acağız.
Ve tıpkı her sözünde, her
ezgisinde kurşun atan türkülerimiz
gibi türkülere geçen mav zerlerin,
çif telerin, martinilerin hikayesini
okuy acaksınız.
Ev et vatan topraklan kutsal...
Bunun için bu uğurda kav gaya
tutuşmak da kutsaldır.
Halklarımızın gav ura, işgalciye
olan öf kesini büyütecek, barışın
da, kardeşliğin de, özgürlüğün de
anlamına birlikte mücadeley le
v aracağız diy oruz.
Bu say ımızda siyasi y aşamına
ağırlık v ererek anlattığımız
Nazım'ın mısralany la sonluyoruz
sözümüzü.
14. say ımızda görüşmek
dileğiy le...
Almanya
HAGEDORNSTR.15
47169 DUİSBURG
TEL: (49-203) 401126
Abone Koş ullan (6
Aylık) 3.000.000 .-TL ( 1
Yıllık) 6.000.000.-TL
Hesap N o:
(TL):
1116-0346785 HAKAN ALAK
İŞBANKASI ORTAKÖY/İST ANBUL
(DM):
1116-301000 HAKAN ALAK
İŞBANKASI ORTAKÖY/İST ANBUL
Ofset H azırlık
TAVIR YAYINLARI
Bas kı
ASPAŞ
Dağıtım BİRLEŞİK
BASIN Y A Y I N DAĞITIM A.Ş.
Evet, v atan hainiyi m, siz vatanperversiniz, siz yurts eversiniz,
ben yurt hainiyi m, ben v atan hainiyi m.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve ç ek defterlerinizin içindekilerse vatan
vatan, şos e boylarında geber meks e açlık tan,
vatan, soğuk ta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa y azın
fabrikalarımızda al kanımızı iç mekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı il mühalse, v atan, polis c opuysa,
ödeneklerinizs e, maaşlarınızl a vatan,
vatan, Amerikan üsl eri, Amerikan bombası, Amerikan donanması, topuys a,
vatan, kurtul mamaksa k ok muş k aranlığınızdan,
ben vatan hainiyi m.
Yazın üç s ütun üstüne k apk ara haykıran puntolarla:
Nazım Hik met v atan hainliği ne dev am ediy or hal a."
Dostlukla!..
Destanlar
Sibel Dönmez.......................... 19-24
Karadeniz Horona Çağırıy or
Defne Gökmen ............................65
Karadeniz Y ayla Şenlikleri
Hamit Kavak ............................ 6364
Aşure
Can Yıldırım ............................. 7273
Bu Tarih Bizim Değil
Kemal Koray............................ 4849
Ay dınlar ve Ölüm Orucu
Hülya Saygın........................... 60-62
Çukurov a Y iğidi
Tank Kılıç ................................12-16
Gelin Görmek, Çey iz Görmek
Pınar Arda................................74-75
Tango
Oy un Gerçek Oluyor
Hakan Alak.............................. 76-77
Vatanımızın Toprakları Empery alizmin
Saldırı
Üssü Olmayacaktır.
Nesrin Taşçı .............................10-11
Deniz Çağırdı
Kenan Temiz ........................... 30-31
Hachfeld.....................................32
Ne Olur Y ardım Edin
Özgür Aksu............................. 33-34
Bir Görüş Günü Hesaplaşması
Hüseyin Gedik......................... 58-59
Hasan
Cemal
İsterse
Kızsın
O'na
Bir
Çif t
Sözümüz
Var
Şaban Öztürk.......................... 4547
Alişan ile Üzey ir
Mustafa Kaya ...........................68-69
Nazım Hikmet'in Siyasi Biyografisi
Hikmet Akgül ..............................49
Bektaşi Fıkraraları
Nevin Has..................................17-18
Br Önder Bir
Kahraman
Hüsey in Cevahir
Erkin Can................................. 25-26
Ayçe
Mehmet Sevinç .........................40-41
HalkTürküleri ve öyküleri
İslamoğlu
Özcan Şenver. ....................,...... 66-67
Kan Yerde Kalmaz
Sinah Er...................................70-71
Marko Paşa
İlhan Dağlı................................42-44
Kozanoğlu
Yasemin Özdemir. ......................50-57
İstanbul Kültür Sanat Vakf ı (İKSV)'ye
Soruşturma.................................. 78
Tiy atrolara Y asaklama................... 78
Cannes Film Festivali Sonuçlandı......... 79
Sinema Yazarları derneği (SİYAD)
E n İyi Y a b a n cı Fi l m in i S e çti ..................... 79
13. Geleneksel İTÜ Şenliği Y apıldı... 80
Derğişen Kurtların Öyküsü
Samet Yıldız.............................. 35-39
Türkülerde Silah
Volkan Yıldız ............................ 27-29
biyografi
h i km e t a kg ü l
1
921 y ılının ilk günü İstanbul'dan
Karadeniz'e doğru açılan "Yeni
Dünya" v apurun-daki dört genç
şairin amacı, Anadolu'daki milli
mücadeley e katılmaktı. Bu dört şairin en genci
ise 19 yaşındaki Nazım Hikmet idi.
Oysa O, daha kısa bir süre önce
Bahriy e Mektebi'ni bitirmiş ve güv erte
subay ı olmuştu. Vatanı işgal edilmiş bir
subay !... Çok geçmemiş, ardından
İstanbul da işgal edilmiş ve emperyalist
orduların askerleri sokakları arşınlamaya
başlamıştı. Bu, Nazım Hikmet gibi
milliy etçi v e vatansev er bir subay için ne
aşağılay ıcı bir durumdu.
Çok sürmez bu durum. Sağlık gerekçesiyle ordudan ihracı sağlanır Nazım
Hikmet'in.
Ve
sonra
Anadolu-ya
geçebilme aray ışları... Anadolu, İstanbul
gibi değildir; orada çeteler, ef eler,
köy lüler, bütün bir halk ayağa kalkmıştır.
1921 y ılının başlarında İnebolu'y a
ay ak basan bu dört genç şairden Faruk
Naf iz Çamlıbel v e Y usuf Ziya Ortaç,
"seciyesiz" bulunarak geri gönderilirken,
Nazım Hikmet v e Vala Nu-reddin kabul
edilirler.
O tarihlerde Ankara hükümeti,
Anadolu'daki dev rimci kesimleri tasfiy e
etmekle
meşguldür.
Vatanın
sav unulması için sav aşmaya gelmiş bu
iki gencin bundan haberi
y oktur. Karşılarına
çıkanlar, o sırada tasfiy e
edilmey e çalışılan
sosy alistler olur.
İnebolu'da karşılaştıkları
bu kişilere "Sparta-kistler"
denmekteydi. Almanya'da
öğrenim görürken
Spartakist-ler'den
etkilenerek sosy alist
olmuş bir Türk öğrenci
çev resiydi bunlar. Oysa,
Nazım Hikmet v e
arkadaşı Vala Nureddin'in
İstanbul'dan yola çıkmadan "kulakları bükülmüştür" bu tür akımlara
karşı. V. Nureddin, y
şadıkları sarsıntıy ı şöy le
anlatır
anıla rında:
"İnançlarımızda büyük bir deprem
oluyordu, manevi bir sarsıntı geçiriyorduk. İki kutup arasında bocalamaktaydık
Spartakistlerin aşıladığı sosyalist fikirle
ve o güne kadar kişiliğimizi yoğur muş
(1)
bulunan milliyetçi fikirler arasında."
Nazım Hikmet ve arkadaşlarının
Ankara'y a ulaşması Şubat ay ını bulur.
Mustaf a Kemal ile de tanıştırılan Nazım
Hikmet,
Ankara'daki
kargaşalık,
çekişmeler ve çatışmalardan dolay ı
düşkırıklığına
uğrar.
İstanbul'daki
Anadolu imajı sarsılmıştır bir bakıma.
Ankara hükümeti, sav aşmaya gelen
bu iki genci Bolu'y a öğretmen olatav ır / biy ografi /haziran '99 / say ı: 13
4
rak atar. İnebolu-Ankara, Ankara-Bolu
y olculukları Nazım Hikmet'i Anadolu
gerçeği ile tanıştırır. Bir y anda sos.y alist
f ikirler, bir yanda yoksul, aç. Anadolu
insanı. Bu yüzden Bolu'daki öğretmenlik
y aşantıları çok sürmez. Y eni aray ışları
başlamıştır artık. Annesi onu Paris'e
y anına çağırırken V a -la, Almanya'ya
öğrenim görmeye gitmey i önermektedir.
Nazım ise, y önünü kuzey e; Rusya'ya
döner. Bolu'da tanıştıkları Ağır Ceza
reisi de sosyalist çıkmış v e bu
seçimlerinde onlara katılmıştır. Üç
arkadaş, Ağustos sonlarında Bolu'dan
ay rılıp, Eylül başlarında Trabzon'a
v arırlar. Kentte korku kol gezmektedir.
Mustaf a Suphi v e y oldaşları katledileli
y edi ay olmuş ve
hala etkisini sürdürmektedir kentte. Bu
bile Nazım'ı y olundan çevirmez.
Mustaf a
Kemal'in
mücadelesine
katılmak için Anadolu'y a geçmiş olan
Nazım Hikmef i, Ankara hükümeti ancak
sekiz ay tutabilmiştir. Tanıştığı sosy alist
f ikirler v e Anadolu insanının hali, onu
başka bir dünyay a doğru y ola çıkarmıştır.
Nazım 1961 y ılında, bir üniv ersitede
y aptığı konuşmada Sovyetlere geliş
amacını şöy le anlatır: "Yoldaş Latin'i
gör mek, O'na devrimin nasıl yapıldığın ı
sormak ve ülkeme dönerek bizde de
(2)
aynısını yapmak istiyor-dum"
Nazmı v e Vala, sosyalist düny aya
adımlarını Batum'da atarlar. Kaf kaslar o
sıralarda daha y eni y eni Bolşev ik iktidarların kontrolüne girmekteydi. TKP'Ii,
İttihatçı, Kemalist, her kesimden insanın
f aaliyet y ürüttüğü bu bölgede, Nazım v e
Vala bir çok çev rey e girip çıkarlar. Ve
TKP'nin geride kalan kadroları ile
çalışmay a başlarlar. Bunların çıkardığı
"Kızıl Sendika" gazetesinde f aaliyet
y ürütürler.
Nazım Hikmet; Ahmet Cevat v e
Şevket Süreyya Aydemir'i burada tanır.
Milüy etçi ideallerle geldikleri Kafkaslarda
Bolşev ik olup TKP'ye giren bu iki
insandan Ahmet Cev at, sonraki y ıllarda
Mustaf a Kemal'in y anma giderek
milletv ekili seçilecek, Şevket Süreyya ise
Kemalizm ideolojisini kurmay a
çabalay acaktır. O y ılların atmosf erim
Vala şöy le anlatır: "Komüniz m fırtınası,
önüne k attığı her ş eyi, her kesi yerinden
oynattığı gi bi Şevk et'in bütün ideallerini de alt
üst etmişti. Ahmet Cevat gi bi o da Komünist
Partisine res men gir mişti."(3)
1922 ortalarında Nazım, Ahmet
Cev at'ın hocalık y apacağı KUTV'da
öğrenim görmek için, Vala v e Şev ket
Süreyya ile birlikte Moskov a'y a gider.
KUTV, Nazım'ın Marksist f ormasyonunu
aldığı okul olur. Sanatsal anlay ışı, siy asal
kişiliği bu süreçte gelişir. Kendisi, o
y ıllarını şöy le anlatır: "KUTV'da aldığım
ve beni adam eden
marksizm derslerini o za manki Sovyet tiyatrosunun projektörleri altında oku(4)
du m."
Gerçekten Nazım Hikmet'in bu
dönem ürünleri, marksist tezlerin ve
olay ların illüstre edilmesine yöneliktir.
Bu sırada VKP(b)'ye (SBKP) üy e de
olan Nazım Hikmet, bir taraftan da
TKP'nin legal organı konumundaki
"Aydınlık"ta y azmaya başlar. Nazım,
Moskov a'ya geldiği ilk zamanlarda,
hatipliği dolay ısıy la Troçki hayranı idi.
Vala'nın y azdığına göre kısa bir süre
sonra Stalin'in taraftarı oldu. Ama onun
asıl özelliği, Lenin'e olan hayranlığı v e
bağlılığ ı idi. Lenin'in ölümünden çok
etkilenir. Vala ile Le-nin'in ölümünü
öğrendiklerinde okulun duv arına
y aslanıp ağladıklarını v e Vala'nın
kendisine söy lediklerini y ıllar sonra
cezaev inde A. Kadir'e ş ö y l e a n l a t ı r
: "Nazım'cığım, dedi, erkek çe söz,
memleketi me dönünce ömr ümün sonuna
kadar beraberi m s eni nle, s özümden
dönersem namussuz um."(5)
Vala sözünden dönse de, Nazım
Lenin'e olan bağlılığını hep sürdürdü.
1924 ortalarında toplanan Komintern'in 5. kongresinde TKP'ye önemli
eleştiriler yöneltilir. Bunlar, burjuv azi ile
işçi sınıf ının işbirliğini istemek ve ulusal
burjuv azi iktidarı aldıktan sonra da ona
karşı eski politikay ı sürdürmek olarak
(6)
if ade edilir.
Gerçekten TKP, Mustaf a Suphile-rin
katledilmesinden sonra devrimci çizgisini
kay beder. Mustaf a Kemal'in reformlarını
destekleyen bir çizgiy e gelir. Bunun
nedeni TKP içindeki re formistlerin
egemenliği idi.
Kendini toparlamak isteyen TKP, 1925
başlarında İstanbul'da illegal olarak 3.
kongresini toplar. Nazım Hikmet'in de
Moskov a'dan gelerek katıldığı kongrede
Komintern'in y önelttiği eleştiriler tartışılır.
Şevket Sütavı r / b i y o g r a f i / haziran ' 9 9 / sayı : 13
reyya v e Vedat Nedim (Tör), ulusal
burjuv aziy i destekleme v e Komintern'den bağımsız hareket etme çizgisini
sav unurken, Şefik Hüsnü, Kemalizm
konusunda onlara katılırken, Komintern'e
bağlı bir politikay ı sav unur. Nazım
Hikmet'in tavrı bilinmemesine karşın,
sonraki
dönemde
izlediği
çizgiy e
bakarak, onun, Mustafa Suphi y olunda
dev rimci çizgiy i savunduğu tahmin
edilebilir.
Kongrenin a r d ı n d a n Nazım,
partinin illegal matbaasını kurmak v e örgütleme çalışmaları için İzmir'e gider.
İzmir'de olduğu tarihlerde doğuda Şey h
Sait ay aklanması başlar. TKP bu olay da
hükümeti destekler. Buna rağmen 4
Mart'ta çıkarılan Takrir-i Sükun kanunu
ile TKP'y e y önelik bir tevkif at da başlar.
Tutuklamaların
başlaması
üzerine
İzmir'de barınma olanağı kalmay an
Nazım, İstanbul'a döner. Tevkif atın
genişlemesi üzerine İstanbul'da da
çember daralır ve Nazım y emden, daha
bir y ılını doldurmadan Sovyetler'e döner.
1925 tev kifatı sonucu açılan dav ada
gıy abında y argılanan Nazım Hikmet, 15
y ıl hapis cezası alır. Bu tevki-fattan ve
v erilen cezalardan ürken Va-la partiden
ay rılacak ve gazeteciliğe başlay acaktır.
Nazım Hikmet'in 15 y ıl hapis cezasından sonraki ruh halini, gazeteci
olarak geldiği Sovy etler'de onunla görüşen
Vala'dan
öğrenebiliriz. Nazım'dan, aktif siyasetten çekilmesini v e
bunun sonucu kendisine açılacak
kapılan anlatan Vala, Nazım'ın tepkisini
şöy le
anlatır:
"Kendisinde
derhal
başlaması
gereken
bir
misyon
görüyordu. Mahkum olduğu Türkiye'ye
döne me mek ten üzülüyordu. Bense O'na
(7)
çapına göre mücadele diyordum."
Nazım'm derhal başlamay ı düşündüğü misyon ney di? Elbette, bir
üy esi olduğu partinin dev rimci bir çizgiy e
çekilebilmesi idi. 1925 Tevki-f atının
y aralarını sarmak için 1926'da
Viy ana'da bir konf erans toplanır. Konf eransta parti içindeki ayrışmalar netleşir.
Şevket Süreyya-Vedat Nedim ekibi
partiy i Kemalizmin soluna çekmey e
çalışıy or ve Komintern'den bağımsız
hareketi
istiy ordu.
Nazım'ın
bu
konf eransta Leninci ilkeleri savunduğu
(8)
belirtilmektedir.
Viy ana konf eransından bir y ıl sonra
parti içindeki tartışma, Katib-i Umumi
Vedat Nedim'in parti ev rakı ile polise
teslim olmasıy la sonuçlanır.
1927 tev kifatı olarak bilinen bu dava
dan, Vedat Nedim'in ihbarı ile Nazım
gıy abında üç ay ceza alır.
1927 tevkif atının etkili sonuçları olur.
Genç burjuv azi partiy i tepeden teslim
aldığı için v erilen cezalar haf if tutulur.
Teslim olanlar Kemalizmin ideologluğuna
soy unurlar. Tev kifat parti içinde Nazım
Hikmet'i öne çıkarır. 1927 tev kifatının
ardından Nazım Hikmet yurda dönmey e
karar v erir.
1928 Temmuz sonunda sınırı illegal
olarak geçerken İsmail Bilen ile Ho
pa'da y akalanır v e tutuklanır. Sınırı
pasaportsuz geçmek yüzünden Ho
pa'da, TCK'nun 146. maddesi nede
(9)
niy le de Rize'de idamla y argılanır."
146'dan beraat eden Nazım İstanbul'a
getirilir. 1925 y ılında gıy abında v eri
len 15 y ıl hapis cezasına itiraz eder v e
y eniden y argılanmay ı ister. Ankara'da
y eniden görülen dav adan 15 y ıl hapis
cezasından kurtulur, 1927 tevkif atından aldığı ceza onan ır. Bu sürey i de
y atmış olduğu için tahliye olur. Na
zım, 31 Temmuz ile 23 Aralık tarihleri
arasında Hopa, Rize, İstanbul v e An
kara hapishanelerinde altı ay hapis
y atmıştır.
Tahliy e olan Nazım Hikmet 1928'in
son günlerinde İstanbul'a gelir. Bu
süreçte babası, oğlu komünist diy e işten
çıkarılmıştır. Eski arkadaşlarının çoğu
artık ''yoldaş" değildir.
Bu koşullar altında Nazım, Zekeri-y a
Sertel'in çıkardığı "Resi mli Ay" dergisinde
musahhih (düzeltmen) olarak
işe başlar. Çok az üy esi ile f aaliyet yürüten TKP, 1929 y ılında uğradığı tevkif at ile bütün kadrolarını kay beder.
Nazım Hikmet'in 1929 başlarında
başlattığı siy asal-sanatsal atak, devrimci
hareketin yeniden canlanmasmı sağlar.
Pav li adasında bir toplantı düzenlenir.
Bu toplana, her ne kadar kongre olarak
değerlendirilmiş ve TKP'ye muhalef et
olarak görülmüşse de, bugünden
bakıldığında
daha
çok
TKP'y i
canlandırmak ve devrimcileş-tirmek için
y apılan
bir
mücadele
izlenimi
bırakmaktadır.
Resimli Ay'a musahhih olarak alınan
Nazım Hikmet'in, bir süre sonra şiirleri
gözükür dergi sayf alarında. Ardından
burjuv a sanat anlay ışına cepheden bir
saldırı başlatılır. İdeolojik olarak da
desteklenen bu saldırı, burjuv a çevreleri
şaşkına çev irir. Giderek Resimli Ay
dergisi Nazım Hik-met'in bir siy asal
organı konumunu kazanır. Zekeriya
Sertel bu süreci şöyle anlatır: "Nazım
Resi mli Ay'a tayfasıy-la beraber gelmişti.
Eski yeni ne kadar solcu arkadaşı varsa,
peyk gibi etrafında dolaşır, hemen her
(10)
gün matbaaya uğrarlar-dı."'
Nazım
Hikmet'in siyasal ve edebi çev relerde
y aptığı bu etki, ABD elçisinin ülkesine
(11)
gönderdiği rapora bile konu olur.
1929 y ılında Nazım Hikmet'in "835
Satır" v e "Jakond ile Si-Ya-U" adlı
kitapları y ay ınlanır. Y ine bir ilke imza
atar: Şiirlerini plağa okur. Plak, kitleler
üstünde etkili olunca hükümet taraf ından
y asaklanır. Nazım plağın etkisi için "yirmi
beyanname yayınlasa m bu kadar işçiye
( 12)
okutamazd ım" der.
Nazım Hikmet'in etkili çalışmalarının
karşısına,
1930
y ılında
partinin
Moskov a'dan gönderdiği Hasan Ah Ediz
çıkar. Nazım Hikmet'in faaliy eti, partinin
kontrolünü elinde tutan reformist kanadı
harekete geçirmiştir. Tam y etki ile
hareket eden H. A. Ediz, Nazım
Hikmet'in hareketine karşı "polis",
"troçkist" vs. suçlamalarla harekete
geçer. Bu H. A. Ediz, Nazım
tavı r/biyografi / haziran '99/sayı : 13
H i k m e t ' i n u z u n h a p i s cezasına
çarptırılacağı 1938 y ılında Milli Emniy et'e
gidecek v e siyasi faaliy eti bıraktığını
(13)
açıklay acaktır.'
H. A. Ediz, çıkarttığı illegal yay ınlarda
Nazım Hikmet v e arkadaşlarının partiden
ihraç edildiklerini açıklar. Bu kararlar için
Nazım Hikmet'in tavrı devrimcidir: "Parti
kimsenin babasının çiftliği değildir...
Partiye kendim girdi m. Beni kapıdan
(14)
kovarlarsa bacadan girerim."
Nazım 1931 y ılında, y ay ınlanan
kitaplarıy la ilgili y argılanmaya başlar.
Komünizm propagandası ithamlarına
karşı siyasi savunma y apar. "İddiana me'de 5-6 esas vardır. Bunların
başında, benim ko münist şairi olduğumu
ilan
etmekliği m
cürüm
telakki
edil mektedir. Evet, ben komünistim, b u
muhakkaktır, komünist şairim ve dah a
esaslı
komünist
olmaya
( 15)
çalışıyorum" Nazım bu dav ada beraat
eder.
1932 y ılında Darülbeday i'de oy unları
y asaklanır. Buna gerekçe, oy un çıkışları
halkın nümay iş yapmasıdır. 1933 y ılında
Nazım Hikmet aleyhine üç dava açılır.
18 Mart'ta tutuklanan Nazım, Bursa'daki
dav ada gizli TKP'nin lideri olduğu için
idamla y argılanır. Bu dav adan beş y ıl
hapis cezası alır v e tahliye olacağı 1934
y ılına kadar hapis yatar. Nazım Hikmet,
hapisten çıktıktan sonra etkili f aaliy etini
çeşitli dergi ve gazetelerde sürdürür.
Av rupa'da y ükselen faşizm ve onun
ülkemizdeki
etkileri
üzerine,
asıl
f aaliyetini buray a ay ırır.
Komintern 1936 y ılında TKP ile ilgili
desantralizasy on karan alır. Bu kararla
TKP, bir tür kendini f eshediy or ve CHP
v e diğer kuruluşlar içinde anti-f aşist
mücadeley i oluşturmaya sevkediliy ordu.
Nazım Hilmet'in anti-faşist mücadelesi y apıtlarına da y ansır. "Taranta
Babu'ya Mektuplar", ırkçılığı eleştiren
romanı "Kan Konuşmaz", "Sovyet Ana-
1936
y ılında
Nazım Hikmet, Dr. Hik
met Kıv ılcımlı ile
beraber tutuklanır. Suçlama y ine ay nıdır.
"Polisin
düzenlediği ve
mahke meye
gönderdiği tu
tanağa göre,
Nazım
Hikmet'in başkanlı
ğında,
komü
nistliğe tahrik
a macına yönelik
bir gizli cemiyet kurulduğu
(17)
iddia ediliyordu.'"
Nazım Hikmet bu polis
komplosu nedeniy le üç
ay hapiste kalacak , sonra beraat edecektir.
1937
y asası", "Alman Faşizmi ve Irkçılığı" bu
Ende y apıdandır.
"Si mavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin"
de bu dönemde çıkar. Nazım, bu
kitabıy la tarihe sınıf sal açıdan y aklaşır v e
dev rimci hareketin ulusal köklerine
uzanır. Nazım, bu kitabı için kendisine
y öneltilen "milliyetçi" suçlamalarına karşı,
Lenin'in "Büyük Rusların Ulusal Gururu
Üstüne" broşürünü , "Milli Gurur" ismiy le
kendi imzasıy la
y ılında
Nazım Hik
met
Anka
ra'y a çağrılır.
Şimdi Kema
list saf lara geç
miş eski y olda
şı Şev ket Sürey
y a onu Şükrü
Kay a
ile görüştürür. Ş. Kaya
Nazım'a
Ankara'da
kalmasmı
ve
kendi
saf larında
f aaliy et
y ürütmesini önerir. Nazım bu teklif i
(18)
redde-der.
Bu, Kemalistlerin ilk teklif i
değildir. Bir çok kez onu saf larına katmak için cazip tekliflerde bulunmuşlardı.
Bunlardan biri de Necip Ali aracılığıy la
y apılmıştı. Hapishanede Nazım'la yaptığı
görüşmey i Niy azi
Berkes'e şöy le
anlatacaktır
Necip
Ali:
"Azizim,
...konuştum, konuştum, diller döktüm.
Her türlü vaatlerde bulundum. Onu ne
pahasına olursa olsun kazanma-
tavı r/biyografi/haziran '99/sayı: 13
lıydık (...) Onu kazanabilseydik hem büyük bir şair kazanırdık, hem de komünistliğini yok ederdik. (...) Azizim, bana mısın
de medi. Kaya gibi adam. Hiç bir menfaat
karşısında eğilmeyecek bir adam. Niyazi,
(19)
bizde öyle adam yok."
İstanbul'a dönen Nazım Hikmet
çalışmalarım sürdürür. 1936 desantralizasy on kararından sonra etkili devrimci
hareketlilik y aratan tek o kalmıştı. Teklifi
geri çev rilen rejim ise onu tasfiy e etmeye
karar v ermişti.
Özellikle şiirlerinin
Harbiy e'ye
kadar
sızması,
orada
taraf tarlarının
oluşması
bu
süreci
hızland ırdı. Bu harbiy eli-lerden biri olan
A. Kadir, anılarında Nazım'ın o y ıllarda
üzerindeki etkisini açıkça belirtir.
Harbiy e öğrencilerine yönelik tev -kif at
başlay ınca, Nazım, bunun ucunun
kendisine geleceğini farkeder. Çünkü
Harbiy eli öğrencilerin onunla görüşme
girişimleri olmuştu v e o bu girişimleri
kuşkuyla
karşılamıştı.
Har-biy eli
öğrencilerin tutuklanmasından bir süre
sonra Nazım Hikmet 18 Ocak 1938'de
tutuklanır. Öğrencilerden işkence ile
Nazım aley hine if adeler alınır. Bu
if adelere
dayanılarak
hazırla nan
iddianamey le dav a 15 Mart'ta başlar.
Komünist olduğunu savunan Nazım
Hikmet, öğrencilerle ilişkisi olmadığım
belirtir. Kısa süre soma v erilen kararla
Nazım Hikmet, orduyu isy ana teşvik
etmek suçlamasıy la 15 y ıl hapis cezası
alır.
Nazım Hikmet'in Ankara'da 15 y ıl
hapis cezasına mahkum olduğu günlerde
bir dav a da İstanbul'da başlar. Nazım'ı
Ankara'da Kemalist saflara ikna etmeyi
başaramamış olan Adalet Bakanı Şükrü
Kay a'nın emri ile Nazım Hikmet
İstanbul'daki dav a için oray a götürülür.
İstanbul'da bir denizaltıy a konan Nazım,
olup bitenlerden şaşkındır.
Ankara'daki davarım iddiası İstanbul'da da tekrarlanır. Bu kez de Nazım'ın
kitaplarını okuy an bahriy eliler
gisine uy mayan v e içinde af dileği bulunan bu mektup Mustafa Kemal'e
ulaşmay acaktır. Ancak bu girişimler yine
de bir sonuç v erir. Nazım Hikmet v e Dr.
Hikmet 1939 ortalarmda altı ay şartlı
olarak tahliy e edilirler. Hiç kuşkusuz bu,
y eniden hapse girmemek için iy i bir
imkandı.
Tahliy e olan Nazım Hikmet parti
y etkililerine başvurur. Ancak parti ne
onları saklamay ı, ne de yurtdışına çı(21)
karmay ı kabul eder.
Dr. Hikmet'in
bireysel kaçma teşebbüsü y akalanma ile
sonuçlanır v e Nazım Hikmet ile Dr.
Hikmet yeniden cezaev ine girerler.
Hitler ordularının f aşist saldırılarına
başladığı
zamanda
Nazım
cezaev indedir. İstanbul'dan Çankırı'y a, oradan
da 1940 sonlarında Bursa Cezaev i'ne
gelir. Nazım gibi bir kav ga adamı dört
duv ar arasında ne yapacaktır? Bir
mektubunda iç dünyasını şöyle aksettirir:
"Yaşamak beni m için sadece bir vazife
oldu. Ve işte bundan dolayı da korkunç,
kahrolası bir kuvvete ulaştım, taşın,
(22)
de mirin,
kuru
tahtanın
kuvveti."
Cezaev indeki zamanını, dövüşenlerin
saf ında
çalışmalarına
ay ıracaktır.
"...Yaz dıklarımla
ölçüşemeyecek
kadar
mük emmel ş eyler yaz mak , dövüşür gibi
yaz mak vazifemdir. Dövüşte yapılan vazi fe ise
gurur filan gibi
vazifedir."(23)
v ardır. Onlardan alınan if adelerle açılan
bu dav a "Donanma Davası" olarak tarihe
geçecektir. Davada Nazım ile beraber Dr.
Hikmet Kıv ılcımlı v e Kemal Tahir de
y argılanmaktadır. Ankara'daki davada
sergilenen komedi, İstanbul'daki dav ada
trajediy e dönüşür. Erkin Denizaltısı'nda
Nazım
Hikmet'e
kurşuna
dizme
senary oları
düzenlenir.
Donanma
dav asında açıklanan karar ile Nazım
Hikmet 20 y ıl, Dr. Hikmet ile K. Tahir 15
y ıl hapis cezası alırlar.
1938 y argılamaları için hukukçular,
adli bir hata y apıldığım v e bu dav aların
uy durma olduklarmı söy lemektedirler.
Bu, elbette doğrudur. Ancak
bu
y argılamalar siyasal açıdan an-
laşılırdır. Bu y argılamalar,
Nazım
Hikmet'in 1929-1938 arası siy asi f aaliy etinin bir bedelidir; haksızdır, hukuken
sakattır ama siyasal olarak bir tasf iye
etmedir. Nitekim, kendisiy le Ankara'da
görüşmüş v e onu kazanamamış Ş. Kaya
bu y argılamaların sonucu ile ilgili şöy le
diy ecektir: "Asi şair damgasını vurup,
Nazım'ı
serbest
bırakama zdık.
Kalabalıklar
üzerinde
müessir
(20)
oluyordu."
Nazım Hikmet'e haksız y ere v erilen
cezalar üzerine, ailesi çeşitli girişimlerde
bulunur. Day ısı Ali Fuat Cebesoy,
Nazım'ı cezaev inde ziy aret eder. Bu
girişimlerin sonucu, Nazım Hikmet
imzası ile Mustaf a Kemal'e y azılan bir m
e k t u p olur. Nazım 'ın çiztavır / biyografi / haziran '99 / sayı: 13
ş eylerden
uzak,
sadece
Nazım Hikmet'in bir vazif esi de,
cezaev indeki gençleri yetiştirme, onları
dev rimci harekete kazanma kavgasıdır.
Orhan Kemal, A. Kadir, Balaban, K. Tahir
gibi bir çok sanatçının y etişmesine
katkıda bulunur. Bu arada yazdığı şiirler
çeşitli y ollarla dışarı çıkarılır, takma
isimlerle dergilerde y ay ınlanır.
Faşizmin bütün dünyada y enilmesinden sonra Türkiye'de de çeşitli gelişmeler yaşanır. Demokrat Partinin
kurulmasından y ararlanan sosy alistler,
Türkiy e Sosyalist Partisi v e Türkiye
Sosy alist Emekçi Köy lü Partisi'ni kurarlar
Ancak burjuvazi bu iki parti-
nin hızla büyümesinden
ürker
ve onları
kapatır. Sosyalist partilerin kapatılmasına
karşın faali yetler sürdürülür. Bunun bir c ephesi
yarattı. (...) O yalnız bütün dünyanın en büyük
adamı değil, şahsen bana aydınlık veren en
büyük kaynaktır."(25)
let
dönemini,
ül kenin
dağlarına
çıkarak
kırdılar. Ölümünden bir s üre önce dile getirdiği
duyguların, bir gün gelip gerçekleş eceğini
elbette biliyordu: "Ülkemden ayrıl makl a hata
etti m. Dağlara çık mak ve çetecilik yapmak
de 1948 yılından başlayarak N azım Hikmet'i
hapisten kurtar ma kampanyası ol ur. Ülke
Nazım Hikmet'e Sovyetler Birli-ği'nde ç ok
içinde ve dışında geniş destek bulan bu
kampanyaya ilerici, yurtsever, demokrat ve
önem verilmiş, bir ç ok imkan sağlanmıştır.
Oyunları
çeşitli
tiyatrolarda
defalarca
devrimci aydınlar destek verirler. Çeşitli
bas kılarla karşılaşmasına karşın kampanya
oynanmış, bir çok uluslar arası topl antıda
devrimci sanatçı kimliği ile sos yaliz mi temsil
gerekirdi. H alkının gelec eği için mücadel e
eden insanın halkıyla canlı bir bağ içinde
ol mas ı gerekir. Bugün gerçekçi olan tek y ol
budur. Öldürülürdük. F akat ne çıkar bundan?
toplumda geniş bir yankı bulur. Devletin bu
kampanyaya ilgisiz kal ması üzerine Nazım
etmiştir. Nazım Hikmet'in Sovyetler Birliği'nde
bulunan T KP Harici Büro'daki siyasi faali yeti
Bir kaç yüz şiir daha az yazıl mış, ne önemi v ar
bunun?.."(27)
Hikmet açlık grevine başlar. "B en açlık
grevine, bir yeisin, herhangi bir yeisin neticesi
çok sınırlı kalmıştır. Bunda TKP'nin başında
bulunan reformist kliğin etkisi olduğu kadar,
değil, bir hak aramanın son i mk anı ol arak
yatac ağım"' (24) Açlık grevi etkili olur ve 1950
onun 1930'lardaki muhalif faali yeti nin de payı
olmuş tur. Yine de Sovyetl er Birliği'nde geçen
seçimlerinin ardından parlamento genel af
çıkarır.
dönemi, İs mail Bilen ile çatışmal ar ve
çekiş melerle geçmiştir. Özellikl e es ki yoldaş-
Nazım Hikmet 15 T emmuz 1950' de
tahli ye olsa da, özgürlüğüne kavuşamamıştır.
larının İ. Bilen tarafından tasfi ye edil miş
olmasına karşı savaş açmış ve bu alandaki
tahribatı gidermeye çalışmıştır.
12 yıl hapislikten sonra dışardaki hayata
adapte olmaya ç alışan Nazım'ın üzerinde
Nazım Hikmet yutdışına çıktıktan hemen
geniş bir polis terörü estirilir. Amaç, bir yolunu
bularak Nazım Hikmet'i yeniden haps e
sonra 1951 Tevkifatı olarak bi linen geniş
tutukl ama operas yonu gerçekleşir. TKP ile
koymaktır. Bu amaçlarına Nazım'ı askere
alarak ulaş mak isterler. Oys a Nazım, Bahriye
ilgisi
olmayanların
da
cez aevl erine
doldurulduğu bu tutuklamalar, devleti n Nazım
Mektebi'ni bitirmiş, güverte s ubayı olmuş ve
sağlık gerekç esiyle ordudan i hraç edilmiştir.
Hik-met'in özgürlük kampanyasına karşı bir
misilleme olduğu düşünülebilir.
Sivas'ın Zara ilçesine er olarak sev- ki
çıkan Nazım Hi kmet, as kerliğini yaptığını
kanıtlayabil mek için bir hafta süre alır. Böyle
bir belge alamayacağını bilen Nazım'ın amacı,
ülke dışına çıkmaktır.
Gerekli irtibatl an kuran Nazım Hikmet,
polisi de atlatar ak 19 Haziran 1951'de bir hız
motoru ile İs tanbul'dan
ayrılır. Önce
Romanya' ya, oradan da M os kova' ya ulaşır.
Havaalanında TASS Ajansına verdiği demeç
günlerce radyodan yayınlanır: "B ana yapılan
bu karşılamayı şahsıma al mıyorum. Ben de
Nazım Hikmet'i ömrünün son yıllarında
etkileyen en önemli olay Küba Devri mi oldu.
Küba'ya gittikten s onra yazdığı "Havana
Röportajı" ve şiirinde doruk noktası olan
"Saman Sarısı", bu etki yle yazıldı. Zekeriya
Ser-tel, Nazım'ın bu görüşlerini şöyle anlatır:
"Nazım Hik met Castro'ya bayılır dı. Küba
önderi tam N azım'ın hay al ettiği devri m
kahramanıydı. Onun gibi ol mak isterdi. Ve
olamadığına üz ülürdü. Cas-ro'nun hay atını ve
savaşımını dikkatle iz liyor, günden güne ona
olan hayranlığı artıy ordu."(26)
3 Haziran 1963'de öl dü. Öldükten
sizlerden biriyim. Bu karşılamayı Türk halkına
yapıl mış s ayıyorum." Ve ardından Stalin'i över:
"Stalin beni m için çok mühi mdir. Gözümün
ışığıdır. Fikirlerimi n kay nağıdır. Beni o
sonra T ürki ye'de devri mci hareket
önemli atılımlar yaptı. Devri mci har eketin
önc üleri,
sol
hareketin
uz un
tavır / biyografi / haziran '99 / sayı: 13
ata-
NOT LAR 1- Vala Nureddin, Bu Dünyadan Nazım
Geçti, Remzi Kilabevi, 1965, İst., sf. 69
2- Ekber Babayev, Yaşamı ve Yapı tları ile Nazım
Hikmet, Cem Yay., 1976, İst., sf. 69
3- V. Nureddin, age, sf. 238
4- E. Babayev, age, sf. 307
5- A. Kadir, 1938 Harp Okulu Olayı ve Nazı m
Hikmet, Hilal Mat., 3. bası m, 1977, İst., sf. 142
6- Mete T uncay, T ürkiye'de Sol Akı mlar-H. Belgeler, BDS Yay., 1991, İst., sf. 559
7- V. Nureddin, age, sf, 383
8- İsmail Bilen, Çetin Savaş, Konuk Yay., 1978,
İst., sf. 27
9- Atilla Coşkun, Nazı m'ı n Davaları , Cem Yay.,
1989, İst., sf. 44
10- Zekeriya Sertel, Hatı rladı kları m, Gözlem Yay.,
3. bası m, 1977, İst., sf. 160
11- M. T uncay, T ürkiye'de Sol Akı mlar (1925-1936),
BDS Yay., 1992, İst., sf. 78
12- Sabiha Sertel, Roman Gibi, Belge Yay., 2. bası m, 1987, İst., sf. 121
13- Emin Karaca, Nazı m Hikmefin Şiirinde Gizli
T arih, Belge Yay., 1992, İst., sf. 137-138
14- Rady Fish, Nazı m'ı n Çilesi, Ararat Yay., 3.ba sı m, 1975, İst., sf. 317
15- A. Coşkun, age, sf. 64
16- E. Babayev, age, sf. 184-185
17-A. Coşkun, age, sf. 108
18- Yalçın Küçük, Aydı n Üzerine T ezler, T ekin Yay.,
1986. İst., 4. cilt, sf. 27
19- Niyazi Berkes, Unutulan Yı llar, İletişim Yay.,
1997, İst.-sf. 82-83
20- V. Nureddin, age, sf. 395
21- Orhan Cemil, Bir Komünist: Nazım Hikmet,
Devrim Dergisi, sayı . 20, 1993, İst., sf. 41-42
22- Nazı m Hikmet, Bursa Cezaevinden Va-Nu'la-ra
Mektuplar, Cem Yay., 1986, İst., sf. 271
23- Nazı m Hikmet, Kemal T ahir'e Mapushane-den
Mektuplar, Bilgi Yay., 2. bası m, 1975, İst., sf. 121
24- Kemal Sülker, Nazı m Hikmet'in Gerçek Ya şamı ,
Yalçın Yay., 1989, İst., 6. cilt, sf. 154
25- Fethi T evetoğlu, T ürkiye'de Sosyalisi ve Komünist Faaliyetler, 1967, Ank., sf. 469
26- Zekeriya Sertel, Na zı m Hikmet'in Son Yı lları ,
Milliyet Yay., 1978, İst., sf. 236
27- Vera T ulyakova Hikmet, Nazı m'la Söyleşi,
Cem Yay., 1989, İst., sf. 133
güncel
n e s r i n t aşç ı
E
mpery alist haydutların saldırı
karargahı olan NATO, y aklaşık
iki ay dır Y ugoslavya halkları
üzerine bombalar y ağdırı- y or.
Son bir ay dır bu saldırılara Türk
uçakları da katılıy or. Bu saldırılarda
y erleşim y erlerini, hastaneleri, okulları,
telev izy on
binalarını, yabana
ülke
elçiliklerini, y olcu trenlerini, köyleri v e sivil
ne kadar alan v arsa hemen tümünü
bombalay arak, tüm dünyanın gözü
önünde büy ük bir katliam gerçekleştiriy orlar. Y aptıkları katliamları gizlemek v e meşrulaştırmak için de satılmış,
uşak ruhlu basın-y ay ın kuruluşlarını
sef erber ederek perv asızlıkta sınır tanımıy orlar. Empery alist dev letlere ait basıny ay ın kuruluşlarının y etmediği noktada
dev reye işbirlikçi "dev letçiklerin" medy a
kuruluşları
sokuluy or.
Y ugoslavya
halklarına y apılan saldırı v e katliamlar
haklı v e meşru gösterilmeye çalışılıy or.
Onursuzluk v e namussuzlukta öylesine
ileri gidiliy or ki; -tıpkı Türkiy e oligarşisine
ait basın-y ay ın kuruluşlarının y aptığı gibiNATO'nun bile kabul etmek zorunda
kaldığı sivillere yönelik bombala maları,
"Sırpların yalanı", "yanlışlık oldu" ... gibi
çarpıtmalarla ört-bas etmey e çalışıy orlar.
Türkiy e
oligarşisisi
açısından
bu
y önlendimelerin ve çarpıtmaların nedeni
açıktır. Amaçlan; bu savaşa katılan
işbirlikçi Türkiy e Cumhuriy eti Ordusu'nun
hangi emeller için sav aştığını gölgelemek
v e Türkiye halklarından gelebilecek antiempery alist tepkilere engel olmaktır.
Hitler'in dev amcı-
sı olan empery alist hay dutlar v e işbirlikçileri, y aptıkları saldın ve katliamlara
rağmen, Y ugoslavya halklarını teslim
alamay acaklardır. Bunun en güzel kanıtını y ine, Y ugoslavya halkları NATO'nun bu alçakça saldırılarına karşı
çocuğu, genci, yaşlısı, kadını, erkeğiyle
bedenlerini siper ederek, meydan okuy arak tüm düny aya göstermiştir. Y u goslavy a halklarının emperyalist saldırılar
karşısındaki bu güçlü karşı çıkışı
empery alistleri korkutmuş, onları y eni
kararlar almaya zorlamıştır. Çünkü, söz
konusu olan, sömürü üzerine kurulu
egemenliklerinin yitip-yitmemesidir. Ve
bu y üzden emperyalist haydutlar, gerek
düny a
üzerindeki
etkinliklerinin
azalmaması, gerekse de NATO'nun
halklar üzerinde y arattığı askeri üsleri de
harekete geçirme planlarını önlerine ilk
hedef olarak koymuşlardır. Bu doğrultuda, özellikle Türkiy e oligarşisine
askeri üslerini v e hava alanlarını ha zır
v aziy ete
getirmesini
emretmişlerdir.
Türkiy e haricindeki diğer ülkeler NATO'nun önerilerine v e emrine soğuk
bakarken, Türkiy e oligarşisi sadakatini ve
uşaklığını kanıtlamak için kendine verilen
görev i başarıy la y erine getireceğini
söy ley erek, NATOnun bir emir eri
olduğunu göstermiştir.
Türkiy e oligarşisi, 1945'lerde başlay an, 1947'lerde ikili anlaşmalarla daha da
derinleşen işbirlikçileşme süreci ile,
1952'y e gelindiğinde NATO'y a üy e olarak
boy nuna tasmay ı takti. Ülkemizin dört bir
y aranda 112'nin üzerinde NATO üssünün
kurulmasına izin vererek ülkemizi
empery alizme peşkeş keş çekti. Kurulan
bu üsler iş olsun diye kurulmamıştır.
Gelişen u l u s a l ve sınıfsal mücadeley e
karşı kullanılmanın yanında geçmişte
SSCB ve bugün Ortadoğu, Kafkas ve
Balkan halklarına yönelik saldın amacı ile
kurulmuştur.
Başta ABD olmak üzere, tüm empery alistlerin
ittif akıy la,
balkanlarda
başlatılan "küçük uydu devletçikler kurma" v e istedikleri gibi bu dev letleri kullanma politikalarına Türkiy e oligarşisi en
başından büy ük bir şevkle destek verdi.
Ecev it tavrını, "NATO üyesi olma-
Düny anın neresinde, empery alizmin
çıkarına bir savaş v arsa TC ordu-su '
nun bütün enerjisi ve uşaklık ruhuyla bu
sav aşta görev alması bu anlaşmaların
bir
sonucudur.
Türkiye
ordusu
düny anın birçok y erinde empery alizmin çıkarları için katliamlar
tavır/güncel / haziran'99/sayı: 13
sının getirdiği yükümlülüklerle bu fiili desteğin olmazsa olmaz şartı" o l d u ğ u n u
söylüy or. Türkiye gibi y eni-sömürge ülkenin aksi karar alabilmesi, bağımlılık
ilişkilerinin doğasına aykırıdır zaten.
Türkiy e oligarşisi, empery alizmin
çıkarları için halkına saldırdığı gibi, Y u goslav halklarına karşı da sav aşmak
zorundadır. Çünkü empery alizmin tasmalı köpeği konumundadır. Türkiy e;
özellikle 1945'lerden bugüne değin artarak süren işbirlikçileşme, sömürgeleşme sürecinde bağımsızlığını tamamen
yitirmiştir.
Ordu ise;
adım adım
empery alizmin, istenildiğinde hemen her
y ere müdahale eden, işgal ordusu haline
getirilmiştir.
gerçekleştirmiş, binlerce insanı ölüme
göndermiştir.
Kore'de 4500 asker ABD çıkarları için
Kore halkına karşı sav aşa gönderilmiş,
bir çoğu, belki de adını dahi duymadıkları
bir halka karşı emperyalistlerin çıkarları
için ölmüştür. Burada amaç, empery alist
ef endilerine kendilerini kanıtlamak v e
NATO'y a girebilmekti. Ve nihayet Türkiy e
oligarşisi bu çabasıy la 1952'de muradına
erdi. Ev et ABD'nin v e NATO'nun çıkarları
için onlarca değil y üzlerce askerini v e
v atan ev ladını y ok edebilecek bir
anlay ışa sah i p olanlar hiçbir z a m a n
bu
sav aşa
neden
katıldıklarını
halklarımıza
açıklama
cesaretini
gösterememişlerdir.
Ay nı şey Somali için de geçerlidir.
Somali halklarıy la Türkiy e halklarının ne
alıp v eremediği v ardır? Somali'y e neden
asker gönderilmiştir? Sonuçta, amacın
Somali'y e barış götürmek olmadığı
ortay a çıkmıştır. Somali halklarının
empery alistlerden barış beklemedikleri
de... Empery alistlerin de böyle bir niy etleri olmadığı, somali halkına y aptıkları
işkenceler, insanları sopalara bağlay arak
ateşte kızartmalarıy la ortaya çıkmıştır.
T.C. askerlerinin Somali'de ABD petrol
kuy ularını beklediği, ABD'nin askerleriy le
Somali halkını katlettiği, işkenceler
y aptığı elbette halklarımıza açıklanacak
konular değildir. Tekrar soruy oruz,
Somali'y e neden asker gönderilmiştir?
Körf ez savaşında Irak halkının üzerine y ağdırılan tonlarca bombanın, katledilen y üzlerce Iraklı'nın katillerinden biri
de Türkiy e oligarşisi ve onun ordusudur.
İncirlik'ten kalkan ABD uçakları Irak
halkına kan küstürmüştür. Türkiy e
oligarşisi şimdi de Y ugoslavya halklarına
kan kusturmak için tereddüt etmeden tüm
onursuzluğuy la savaşın içindedir. Kim
için? Kosova halkı için olmadığı
empery alistlerin Kosov alıları katletmesi
ile açığa çıktı. Kosov a'da uğruna
sav aşılanlar Kosov a halkı değil, bir kez
daha empery alizmin çıkarlarıdır.
Daha mücadele başlamadan, belki
de NATO'dan bile önce Türkiy e Genel
Kurmay ı hazırlıklara başlamış; bu doğrultuda Mamak'taki Zırhlı Tugay hazır
edilmiş, F-16'lann say ılan arttırılmış, sav aşa aktif katılma kararı son sürat alınmıştır. Kısaca ef endilerinin gözüne girebilmek için ellerinden ne geliyorsa
y apılmıştır. Nedeni ne olursa olsun,
kendisi de bir NATO üyesi olmasına
rağmen bu haksız sav aşa şu y ada bu
oranda karşı çıkan Y unanistan kadar bir
tav ır göstermekten acizdir. Türkiy e
oligarşisi. Bu acizlik empery alist uşaklığın ne boy utta olduğunu bize gösteriyor.
Olanlar bize göstermektedir ki; Türkiy e
oligarşisi v e onun ordusu empery alizmin
v e daha özelde ABD'nin hizmetinde v e
onların ordusu konumundadır. Hiçbir
ilerici, y urt-v atan-millet sev er yanları
y oktur. Onur, namus, ahlak, özgürlük v e
bağımsızlık namına zerre kalmamıştır
bunlarda.
T.C.
Ordusu
bugün
empery alizmin ve
ABDnin,
başta
Anadolu
topraklan
olmak
üzere,
Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar'daki işgal
ordusu v e diğer halklar üzerinde bir
tehdit unsuru konumundadır.
ABD'den izinsiz, ABD'y e rağmen tek
bir hareket özgürlüğü bile olmay an,
kendi topraklarını bombalay an bu ordu
hiçbir y anıy la Türkiye halklarının ordusu
olamaz. İşte bu y üzden bugün
NATO'nun Y ugoslavya halklarına karşı
y ürüttüğü alçakça saklında hiç tereddüt
etmeden F-16'lannı sav aşa dahil etmesi,
askeri üslerini ve hav aalanlarını açması
şaşılacak bir şey değildir. O üsler, y ani
askeri
hav aalanları
gerçekte
empery alistlerin üsleri, asker de empery alistlerin askeridir.
DSP v e MHPnin "milliyetçilik" demagojisi ile halkı aldatmay a çalışan
burjuv a-faşist partiler, emperyalistlerin
uşaklan oldukları ortadadır. Milliy etçilik,
özü itibariy le anti-emperyalistliktir. Ait
olunan milliy ete sevgi ve saygı duymak,
onun çıkarlarını empery alizme karşı
korumaktır. Bağımsızlık, özgürlük, milli
duy gular başlıca ilkeleridir. Ancak bugün
tam halklarımız şahit olmuştur ki;
burjuv a-faşist partilerin milliyetçiliği bir
demagojiden başka bir şey değildir.
Türkiy e oligarşisinin v e onun uşak ruhlu
partilerinin tüm çirkef y üzleri, NATO'nun
Y ugoslavya halklatavır / güncel / haziran '99 / sayı: 13
rına karşı y apacağı çok y önlü saldırılarda Türkiy e'nin F-16'lannı Y ugoslavya
halklarının üzerine göndermesiy le v e
topraklarını kullanıma açmasıy la bir kez
daha ortay a çıkmıştır. NATO Türkiy e'den
bir isterken, Türkiy e oligarşisi onlara on
v ermiştir. Bu tav ırlarından dolay ı da
başta ABD başkanı Clinton olmak üzere
NATO'dan büy ük bir af erin almışlardır.
Şimdi tüm halklarımız bu milliy etçi
geçinen v atan hainlerine sormalıdırlar;
Türkiy e ordusunun bu sav aşta işi nedir?
Türkiy e halklarının bundan çıkan nedir?
Bu y ağmacı haydutlar 35 mily on
metrekare toprağımızı kim adına işgal
etmişlerdir? Ve bu topraklan onlara kim
v ermiştir? Kullandıkları üsleri ne için
kullanmaktadırlar?...
Elbette ki, adları milliy etçi olan bu
empery alizmin uşakları halklarımıza bu
soruların cev aplarını v eremeyceklerdir.
Ç ü n k ü v atanımızı empery alistlere
sunan v e onların hizmetinde olan
kendileridir, öylesine onursuz ve namussuz bir durumdadırlar ki; Irak halkına
kan kusturan, bombalar y ağdıran ABD
askerlerini
Antaly a'da
törenle
karşılamışlar, diskolarda eğlendirmişler,
genç kızlarımızı peşkeş çekmişler,
coniler için genelevleri restore etmekten
bile geri durmamışlardır. Bu ırz düşmanı
v atan hainlerinin milliyetçilikleri ise sahte
bir maskeden başka bir şey değildir. Bu
her gün daha da çok açığa çıkmaktadır.
Hepsinin
maskeleri
düşecek
halklarımızın umudu olmadıkları çok kısa
sürede görülecek, dün kimlere hizmet
ettiyseler bugün de onlara y ani
empery alistlere hizmet edeceklerdir.
Hiçbir güç, hiçbir politika, hiçbir demagoji
oligarşinin,
onun
bur-juv a-faşist
partilerinin v e esasta empery alizmin
hizmetinde
olan
ordusunun -y ani
MGK'nın- kimin için var olduğunu
gizley emeyecektir.
Halklarımıza v e tüm düny a halklarına
karşı sürdürülen empery alist hay dutluğun destekçileri, suç ortaklan v e
şakşakçıları y aptıklarının hesabını er y a
da geç halklarımıza ödey eceklerdir. Bu
onların kaçamayacaktan bir sonuçtur.
deneme
tarık kılıç
Çukurova Yiğidi
Çukurovam,
kundağımız,
kefen
bezi mi z
Kanı esmer, yüzü ak.
sıcağında sabır taşları çatlar
çatlamaz
ırgatın
yüreği
dilerse
buluttan ak
köpükten
yumuşak
verir
pamuğu
Külhan,
kavgacıdır
delikanlısı...
oroslar y iğit halk kahramanlarıy la
anılır...
İnce
Memed akla ilk gelen isimlerdendir. Tarık, şehit düştüğü
v akit, "İnce Memed" ismiy le
anılır oldu.
Bir ömrü kav ga dolu y aşay an Tarık
Koçoğlu Osmaniy e'y e bağlı Cev-detiye
kasabasında doğdu, y ıl 1961'di. 1977'de
dev rimci
mücadeley e
Osmaniy e'de
katıldı. 1980'de tutsak düştü. 1990
y ılında tahliye oldu. 1992 y ılında Akdeniz
bölge komitesi siy asi sorumluluğuna
atandı. 31 Temmuz 1993 tarihinde İçel'e
bağlı Silifke ilçesinin Korobası mevkiinde
y aralı y akalandı, y olda katledildi...
"Bayrağımız
ülkenin
her
yerinde
dalgalanacak" şiarıy la daha da gelişen
mücadele, kısa zamanda y ankısını
Anadolu'nun
tüm
topraklarında
bulmuştu.
Tarık v e Mustaf a 31 temmuz günü
şehit düştüklerinde Toroslar'da gerillanın
konakladığı y erde şanlı bay rağımız
dalgalanıy ordu...
İkindi v akti, Adana'nın sıcağının
y umuşadığı, insanlarının daha bir canlı
olduğu, her y anın kıpır kıpır bir hal aldığı
günün en canlı vaktinde minibüsten indi.
Kendinden emin, kalabalık caddeden
karşı kaldırıma doğru hızlı adımlarla
y ürüdü..
Randev usunu
aksatmak
düşüncesi onu tedirginleştiriy ordu.
Saatine baktı... Daha bir saat vakti
v ardı. Geçtiği y erleri büy ük bir dikkatle
kontrol ede ede yürüy ordu.
Randev u y erine iyice bir y aklaştığında kendisini bekley en y oldaşını
görür görmez büy ük bir tatlı bir
sev ecenlikle gülümsedi. Gözleri daha bir
ay dınlandı.
-Merhaba!
-Merhaba Tarık Abi..
-Nasılsın, görmeyeli neler var?..
-Abi sen sor, bende söy ley eyim..
geçen gün randevu ayarladığın y eni
arkadaşla görüştüm; sabırsız v e hey ecanlıy dı.
-Nasıl buldun?
-İstekli birisi, görüştüğümüz yarım
saat içinde durmadan "ben örgütlenme
y apmak istiy orum" deyip durdu.
-Biz eğiticilik görevimizi yerine sıkı bir
şekilde getirmeliyiz. Çünkü ona bi çim
verecek olan bizleriz. Nasıl şekil verirsek
yaşantısıda öyle sürer... Onun için daha
bir dikkatli olmalı. Devri mci liğin inceliğini,
ustalığını öğret meliyiz. Birden bire değil
a ma hızl ı da eğitebilmeliyiz.
tavır/Çukur ova / haziran '99/ sayı: 13
-Birde, çok genç Tarık Abi... yaşını
sordum on beş dedi. Ama 15 yaşında
birisi gibi değil, daha olgun. Y aşını
öğrenince biraz şaştım.
-Neden şaşırıyorsun, savaş gelişip
büyüdükçe tıpkı Filistin'in çocuk generalleri gibi bizi mde çocuk generallerimiz
olacak. Büyük düşün... Hele bir savaş
boyudansın
halkı
için
savaşan
gençlerimi z daha da çoğalacak. Fakat
şunu unutma, eğitirken bir Devrimci
Solcu olgunluğuyla yaklaşmalıyız. Yaşından dolayı yaklaşımlarımız çocukça
ol ma mal ı. Olgun ve ona şekil veren, değer veren bir biçimde olmal ı.
Randev u saati bitipte hav a karardığı
v akit, yapılması gerekenleri bir bir
anlatmıştı, "silahlanmak gerekli" demişti
ısrarla.
-Herkes kendi silahını kendisi bulacak, beklemek yok öyle, Devrimci Solcular artık silahsız geze mez. "Savaş" diyorsak, silahımızı halktan bulacağız..
dedi. Ve bu şekilde de her zaman y aptığı
gibi mahallenin, birimin, alanın bir çok
özel v e genel sorununu tartışarak,
tartıştırarak d ü ş ü n c e aldı v e en son
ay rılırken güçlü ve büy ük elleriyle
tokalaştı.
-Görüşürüz.. Perşembe günü her
za manki yerde.. Olur mu?
-Olur Tarık Abi.
-Hadi... kendine iyi bak...
Ayrıldılar
"Adana'yı ikiye ayıran Seyhan nehrinin üzerindeki taş köprüden karşıya
yürüyerek geçeyim" diy e düşündü...
Y ay aların geçtiği yerde y av aşlattı
y ürümesini... Seyhan nehrinin akışına bakmaktan kendini alamadı...
(...)
Ev e gidip birkaç lokma bir sey
atıştırdıktan sonra, masanın başına
oturdu. Tek tek y aptığı randev uları
düşündü. Raporları tek tek okudu...
Gelişimi gördükçe bey ninin bütün
kıvrımları ona gerillay ı düşündürüyordu.
Soluklandı bir ara... Gerillanın ihtiy acı
nedir? Nasıl temin ederiz? Ama en kısa
sürede y apmalı bunları. Y aratıcılık v e
emek bu işin tek çözümü...
Saatler epey ilerlemişti.,. Günün son
sigarasını da içtikten sonra yatmay a
hazırland ı. Sabah y apacağı işleri tekrar
gözden geçirdi. Gerilla düşüncesiy le
uykuy a daldı.
Ertesi gün, sabah bir yoldaşıy la
randev usu v ardı. O gün y apacakla-rını
tek tek düşündü. Kahv altısını dahi
y apmadan ev den çıktı. Bakkalı, manav ı
selamladı.. Randevu y erine giderken bir
y andan düşünüy or, diğer y andanda
y eraltı kurallarını büy ük bir ustalıkla
y erine getiriy ordu. Büroy a uğray ıp
y apılacak işlerini de halledeceklerdi.
-Tarık!.. Tarık!..
Tarık y önünü sesin geldiği taraf a
döndü v e ay nı anda silah sesleri gelmey e başladı. Güçlü bir ref leksle Ta-rık
v e yoldaşı kendilerini y ana attı-lar.
Silahla saldıran kişi gençten biriy di. İkisi
de silahsızdı karşılık v e-rebilecek
durumları y oktu.
-Ayrılalım, dur ma!dedi Tarık.
Düşman bu anı ref leksi görünce
şaşırdı... Tarık'ın peşine takılmak istedi.
Ama korkuyordu. Elleri titre-mey e
başladı. Bir kaç adım koşmak istedi.
Y apamadı Korkusu büy üdü. Tank
av ucunun içi gibi bildiği Osmaniy e
sokaklarında kay boldu.
Y ürümeye başladı. Göğsü körük gibi
inip
kalkıy ordu.
Her
zamanki
soğukkanlılığıy la kendini y okladı.
-Allah kahretsin...
Sıkılan merminin birisi ceketinin sol
göğsünü delip geçmişti. Ceketi-nin sol iç
cebini y okladı, cüzdanı delinmişti.
Kimliğini çıkardı. Mermi cüzdanı deldiği
gibi kimliği de delip geçmişti.
Bölgeden çıktıktan sonra kendisini
sağlama alarak az biraz soluklanmak
istediği belirdi içinde. Bir çay ocağının
önüne geçip durdu. içeri girdi.
-Selamün Aleyküm usta, bana demli bir çay verir misin?
-Hemen y iğenim, diy e y anıtladı çay
ocağının sahibi Tarık daha sigarasını
y eni y akmıştı ki demli çay ı getirdi çaya.
-Sağol emmi
Y oldaşını düşündü... "Acaba ne oldu,
fazlada bilme z buraları kendisi.
tavır / çukurova / haziran '99 / sayı:13
He men irtibata geçip öğrenmek gerek
yaralanmad ı inşallah.. Daha bir ür-perdi.
Y oldaşının durumunu bilememek onu
iy ice tedirgin etti... "Be nim ceketi delip
geçen kurşunlardan biri ona gelmişse
evet
bir
an
önce
durumunu
öğren meliyi m" Sonra olay ı anımsadı. Bir
f ilm şeridi gibi gözlerinin onune getirdi.
Silahla saldıran düşman büy ük
olasılıkla bizi bir tesadüf sonucu gördü
v e f ırsat bu f ırsat dey ip ateş etti. Y ani tek
başına
"kahraman "
ol mak
istey enlerden... Organize ol-muş olsay dı,
şimdi yaşamıy or olacaktı.
Çay ını v e sigarasını bitirir bitir-mez
içtiği çay ın pasını ödey ip çıktı. Oturduğu
çay ocağında herseyi gözlemlemişti,
çev re temizdi. Daha da kontrollü olarak
y oluna dev am elti.
O gün kısa sürede bağlantıların ı kurdu.
Başlarından geçenleri anlattı bir başka
y oldaşına.
-Tarık Abi kabul etmey eceğini biliy orum ama, en azından daha güv enli...
Cümlesini bitirmeden Tarık söze girdi,
-Kabul etmeyeceğim birşey olduğunu
biliyorsan o halde... Güvenlikse sokaklar
bizi mdir. Bu iş biraz "kelle koltukta"
yürümek
zorunda...
Gerisi
bizim
becerilerimize kalmıştır. Önemli olan bir
Devrimci Sol'cu için gerekli olan savaş
kurallarımızı hayata geçirmektir... Hem
bugün aksatacağımız bir görüş me bize
kazandır maktan çok kaybettirir. 600 bin
kişilik bir şehir merkezinde, sen hatalı ve
kuralsız davranmadıkça düşmanın sana
ulaşması mü mkün değil... Belki bunu
yoldaşına olan sevgisinden, duyarlılığından düşündün... Ama savaş bu işte.
Birimi z mutlak o kervana katılacağız..
Birilerimizde devredilen bayrağı taşıyacak.
Tarık sev ecenlikle kolunu omzuna
doladı. Bir süre daha birlikte yürüdüler.
Tarık'ın kaf asında tek bir düşünce v ardı..
Y oldaşının ne y aptığı... Bunu bir an önce
netleştirmeliy -di.
Ertesi gün y oldaşının sağ salim
bölgesine
ulaştığını
öğrendiğinde
sev inmişti.
Şimdi v azgeçemey eceği
Adana kebabını y iy ecek kadar içi rahattı.
Y oldaşlık... Zorlu kav galardan, ateş
çemberinden geçerek sınanıy or. Böy le
anlam buluy or y oldaşlık.. Her keresinde
içi içine sığmıy or.. Kahkahalar dahi
atmak istiy ordu. Sabo'yu düşündü,
y oldaşlık
sev gisinin
büyüklüğünü,
bağlılığ ını, v efay ı...
Tarık'ın
emekleriy le,
özv erisiyle
Akdeniz bölgesi tarihinde görülmemiş bir
biçimde gelişiy ordu.
Adana'nın,
Antep'in,
Hatay'ın
v aroşlarında v e dağlarında Tarık'ın girip
çıkmadığı ay ak basmadığı y er adeta y ok
gibiy di.
"Kelle koltukta" sürekli koşturdu.
Bir çocuğu büy ütmenin sabrı ve
özv erisiyle, coşku dolu sesiyle örgütlüy or,
kuruy or...
Daha
büy ük
düşünüy ordu.
Israr v e kararlılıkla "en kötü"den dahi
iy i bir y an çıkarıy ordu. Bütün hücrelerine
kadar da özv eriliy di. Sav aş dişe diş bir
mücadeley le
sürüy ordu.
Sav aşı
Akdeniz'e y aymak, görev ini lay ıkıy la
y erine getirmek, Toroslar'ın doruklarında
gerillay la varolmak onun tek yaşam
biçimiydi.
Sav aş gerçeğini kav rıy or, kavratıy or,
y eni atılımlarla büy ütüyordu Akdeniz'i v e
Toroslar'ı...
İşte böylesi bir kararlılıkla ülkede
sav aş gelişip serpilirken savaş gerçeğini
kav ramayan,
kavray ıpta
savaşın
bedellerinden
korkanlar
hırs
ve
kariy erizmle bencilliklerini donatan üç
beş
hainin
oluşturduğu
güruhun
darbesiy le devrimci hareketin karşı
karşıy a
kaldığını
öğren diğinde,
darbeciliği
mahkum
eden
diğer
y oldaşları gibi, o da darbeciliğe karşı
çıktı..
Artık
randev ularında
y apılacak
çalışmaların y anı sıra darbeciliğin daha
net anlaşılmasında da kaf a y oruy ordu..
-Darbeciliği anlamadıkça, kavramadıkça iç düşmana karşı savaşı etkin bir
şekilde sürdüremeyiz. İşte bunun için de
sürecin bütününe hakim ol mak gerekir.
Mücadele gazetesini daha bir özenle
okuma mız gerekir.. Kimsenin kafasında
en ufak bir soru dahi belirme me-li...
Uzun
uzun
anlattı
darbeciliği,
önderliğin
y aşamından,
kişiliğinden
örnekler v erdi, yanındaki yoldaşına.
-Bundan sonra ekonomik olarak ta
sıkıntı çekeceğiz. Bunun içinde harcamalarımıza dikkat etmeliyiz. Harekete
yeni olanaklar sunmalı, yeni olanaklar
yaratmalıyız.
Y oldaşının y apacağı görev leri tek tek
anlattı. O gün randevunun ayrılık zamanı
gelince sordu;
-Üzerinde para var mı?..
-Y ok Tarık abi.
Tüm ceplerini tek tek yokladı
tavı r / çukurova / haziran '99 / sayı : 13
üzerinde ne kadar parası v arsa masanın
üzerine koy du. Bozuk para da dahil,
toplam altmışbin lira çıkmıştı üzerinden.
Y irmibin lirasını ay ırıp cebine koy du.
Geri kalan kırkbin liray ı ise yoldaşına
uzattı. Y oldaşı her ne kadar itiraz etse
de, en son ikna etti.
Hiç bir görev ini aksatmadan, cebindeki y irmibin lirayla üç gün y arı aç
gezdi. Darbecilik sürecini düşünüy or,
bölgeden harekete daha fazla nasıl yarar
sağlay abileceklerini tek tek kafasında
tartışıy ordu.
Önderliğe onay metni eline ulaşmıştı.
Bölge siy asi sorumlusu olarak onay
metnini hiç vakit kay betmeden y azmaya
başladı. Kağıdı kalemi eline aldı,
masay a oturdu.
"Önder yoldaş" diy erek başladı onay
v erdiği yazıy a.. "Önce somut olanı
ortaya koymalı" dedi. Peşinden kalemi
kağıdın üzerinde hızla hare ket etti...
"Onay isteyen yazınızı, hemen tü m
ilişkilerin yeni baştan kurulacağı, yeniden
atılım sürecine geçeceğimiz döne min ilk
doğal işleyişi olarak değerlendiriyorum.
Yoksa darbecilerin önderliğe yönelik
iddialarına ben de diğer yoldaşlarım gibi
pratikte cevap verdim.."
Önderlikle birlikte hapiste yattığı
y ılları, onu özgürlüğe uğurladıkları
günleri hatırladı.. Büy ük bir duy gu seline
kapıldı. İkinci paragraf ına bu güzellikleri
anımsay arak başladı.
"Bugüne kadarki süreçte yaratılan
tüm gü zelliklerde, hareketin doğuşundan
mutlu ol maya başladığımız bugüne
kadarki süreçte, önder yoldaşın yönetiminde, onun iradesinde bir örgüt olduk.
Onun yönlendiriciliğini, belirleyiciliğini
hep hissettik,
hissettim.
'Önderlik
mücedele içinde kazanılır' diyorsak, bunu
hakederek kazanan, 'önder' niteliğini
kendi yaşamınla hak eden bir yoldaş
oldun gözü mde."
Her satırda y arının t o p l u m u n a
y ürüyor, o gün geldiğinde y oldaşla-rıy la
atacağı
kahkahaları
düşünüy ordu.
Çünkü darbecilik pisliği, ancak yarının
toplumuna olan inançla
aşılırdı.
Onay y azısının
gelmişti...
son
paragraf ına
"Bugünkü süreci senin önderliğinde
aşacağımıza, geleceğimi zi senin yönetiminde kuracağımıza, savaşı senin önderliğinde geliştireceğimize inanarak,
'YAŞASIN ÖNDERİMİZ DURSUN
KARATAŞ!..' diyorum.
Sela mlar, sevgiler...
Tarık Koçoğlu (Azmi)
Akdeniz Bölgesi Siyasi Sorumlusu"
Kalemi kağıdın y anına bıraktı. Tekrar
okudu y azdıklarını... Ev et...
Birliğe götürülecek malzemeleri tek tek
kontrol etti. "Bir eksik var mı ' diy e
hesapladı. Bu görüşme son buluşmaları
olacaktı.
-Tarık abi, işlerin y oğun, istersen biz
malzemeleri y ukarı çıkartalım, diy e
sürekli ısrar ediy ordu y oldaşları.
-Son bir defa yukardaki yoldaşları
görmek istiyorum. Ayrıca birebir konuşacaklarımda var. Bir daha görmek kimbilir ne za man nasip olur. Onun için fazla
ısrar etmeyin...
Y aşamının her saniyesinde bir gerilla
gibi y aşayan Tarık, nereye baksa, ney i
bulsa "gerillaya lazım olur mu?"
düşüncesiyle hareket ediy ordu. Gerilla
için malzeme, giysi, y iyecek, istihbarat,
halk
ilişkisi,
kısacası
gerillanın
gereksinim duy acağı ne v arsa bulmay a
çalışırdı. Gerillay a daha fazla ihtiyaç
olacak ilkesiyle şehir çalışmalarını genel
ihtiy açlarını kısardı. Toroslar'a da binbir
zah metle de olsa gerilla çıkmıştı.
Y oldaşına
gerillanın
sav aştaki
önemini anlatıy ordu.
"Bir yerde, yeni bir işe ilk adımın ı
atan her zaman na mlunun ucundadır"
dey işine bir çok y oldaşı sohbetlerinde
tanık olmuştu.
31 Temmuz sabahı tüm hazırlıkların ı
y apmış, y ola çıkmay a hazırdı. Tarık,
y oldaşıy la
tokalaşıp
y ola
çıktı.
Toroslardaki gerilla birlikleri ile ilk
randev ulaştıkları y er, Mersin'in Silifke
ilçesinin Kırobası mevkisi idi.
Kır obasına giden minibüslerden
birisine bindi. Gerilla için hazırladıkları
malzemeleri tek tek yerletir-di. Minibüs
Kır obasına doğru hareket etti. Toroslar
daha bir y üceliy ordu şimdi...
Birliğin üy eleriyle tek tek selamlaştı.
Komutan y ardımcısı Ulaş'la (Mustaf a
Sef er) uzun uzun konuştu.
-Belki bir daha nasip olmaz görüşmek, ihtiyaçlarınızı karşılayacağız. Siz
de zaten ihtiyaçlarınızı, isteklerinizi kurye
ile iletirsiniz.
Sohbetleri dev am ediyordu. Düşman
askerleri çemberi gitgide daraltıy ordu.
Tarık v e y oldaşları ihbardan habersiz, y oldaş sıcaklığının en güzel
demlerini y aşıy orlardı.
Düşman askerleri iki sav aşçıy a (Tarık
v e Mustaf a) bir kurşun atımlık uzaklığa
geldiklerinde düşman subay ı işaret verdi.
İlk ateş edecekleri gerilla olacaktı. İlk
mermi büyük bir gürültüy le patladı.
Susamış toprağın bağrını delen kan,
arsızca her oluğa girdi.
Toprak, bağrındaki tohumu çatlatacak hay at sıv ısına ulaştı. Tarık, ani
v e hızla aşağıy a doğru seri bir şekilde
koştu. Çemberi y arıp çıktı. Elinde silah
y oktu. Bu arada birlik üy eleri silahlarına
dav ranamadan düşman askerlerinin
silah namlula-rıy la karşı karşıy a kaldılar.
Köy lüler ilk gerillay ı görmenin merakıy la
hemen geldiler..
İhbarcılardan birisi tutsak gerillalara
tek tek baktı. Boy lu boyunca yerde yatan
gerillay a da şöy le bir baktı. Az ötede
tutsak
gerillalara
işkence
y apan
askerlerin arasına daldı. Ağzından akan
saly alarıy la bağırdı.
-Aranızda karay ağız biri daha v ardı,
o nerede. Size eşy a getiren, nerde o?
Özel tim gerillalara işkence yapmay a
dev am ediyordu.
-Ben y ola bakmaya gidiyorum. Başka
bir y ere gidemez o...
Bu sözlerin üzerine özel tim ve bir
grup asker ihbarcının ardına ta kıldı.
İhbarcı Jawa marka motosikletine atlay ıp
y ol üzerine doğru sürmey e başladı.
Aradan f azla zaman geçmeden y ola
y akın bir y erde Tarık tutsak düştü.
Silahının y anında olmaması çok ağırına
gitti.
"Alçak köpekler, bunun hesabını soracağız sizlerden", dedikçe ihbarcılar
y üzlerini kapatmaya çalışıy ordu. Özel tim
v e asker Tarık'ın ellerini ar kadan
bağlay ıp
saçlarından
çekerek
ve
ellerindeki uzun namlulu silahların
dipçikleriy le vurarak köy e y akın bir y erde
olan bir ağaca bağlamaya çalıştılar.
Tarık direndikçe onlar daha da
kuduruy ordu. Kudurganlaştıkça da daha
f azla vuruy orlardı. Her bağladıklarında
Tarık kendini kasıy or, sonra gevşetiy or,
ipte kendiliğinden çözülüy or, kay ıp
düşüy ordu.
Üç def a ardarda başarısız kalan
düşman askeri hem Tarık'ın ağzın ı
kapatıy or, hem de onu ağaca bağlamay a
çalışıy ordu.
Dördüncü denemede Tarık yapılan
işkencelerle
bitkin
düşmüştü.
En
sonunda ağaca bağlay abildiler. Tarık
yine de boş durmuy or, çevrede bulunan
köy lülere kim olduğunu, niçin bu
dağlarda olduğunu anlatıy ordu. Düşman
askeri köy lülere bağırdı:
-Hadi taşlay ın hain teröristi.
Köy lüler
y apılan
işkencelerden
ürkmüş, v ahşeti seyrettiklerine dahi
anlam v eremiy orlardı.
-Hadi, hadi taşlay ın haini diy erek
birkaç taş önce özel timler attı. Sonra
dört ihbarcı muhbir taşladı. Düşman
subay ı daha yüksek sesle bağırdı:
-Taşlay ın teröristi, siz öldürmez-seniz
bunlar sizi öldürür.
Tarık y üksek sesle bağırdı;
-Beni bu köpeklere teslim etmeyin,
öldüreceksenizde siz öldürün.
Bir süre sonra özel timciler v e birkaç
ihbarcı taş atmay ı kestiler.
Toroslar
Tarık'ın
y ankılanıy ordu.
tavı r / Çukurova / haziran '99 / sayı : 13
sloganlarıy la
Polis v e jandarma telsizleri "başarılı"
operasy onlarını merkeze
bildiriy or...
Gelecek talimatları bekliyorlardı. Tutsak
gerillalar hızla askeri araçlara bindirildiler.
Tarık, bitkin düşmüş, bay ılmıştı. Aceley le
ipleri çözdüler, düştüğünde tekmelediler.
Sonra kaldırıp jipe y erleştirdiler. Gelen
telsiz
anonslarından
durumun
ne
olduğunu sordular, telsizdeki su-bay a
y aşadığını söy lediklerinde "işini bitirin"
karşılığını aldılar.
Jandarma
kasaturasını
çıkarıp
Tarık'ın şahdamarına sapladı... Ölüm
utandı.. Tarık'ın suskun gürültüsünü
Toroslar dinledi.
Çukurov a'nın hey betli dağları İnce
Memed'i kalbine gömdü.
Toroslar'ın dorukları v e yay laları
bizimdir artık.
Çünkü akan kanımızla sulanmıştır
Toroslar. Artık ne Toroslar bizden, ne biz
Toroslardan uzak kalırız.
31 Temmuz g ü n ü , toprağın en bereketsiz bahtına bereket taşıy an Çukurov a'nın yiğit insanları Tarık'ı sordular,
öğrendiler. Çukurov a'nın Karacaoğlan'ı,
İnce Memed'i bir ömrü kav ga kav ga
y aşadı v e öğrendiler; Torosların hey betli
doruklarından bir selam yolladığını.
İnce Memed'in selamı
gözümüz üstüne diy erek
eğildiler.
başımız
say gıy la
Y oldaşları,
Tarık'ın
cenazesini
morgdan alıp, doğduğu, çocukluğu ve
delikanlılık çağının ilk günlerini geçirdiği
v e ailesinin y aşadığı Osmaniy e'nin
Cev detiye kasabasına getirdiler.
Ayşe Ana ilkin inanmadı, karaoğlunun öldüğüne. Y oldaşları, dostları,
arkadaşları tek tek gelipte doldurduğunda
ev lerinin bahçesini... Ağıtlar y ükseldi.
Kav ga andları içildi sesli, sessiz.
Ev lerinin bahçesine Tarık'ın cansız
bedeni eller üstünde girdiğinde bir marş
tuf anı koptu. Sol kollar ha-
v alandı. Tüm yürekler gür bir akışla,
haykırdı kararlılıkla;
Kavganın alevlidir rüzgarı
Yayılır gider ılık
Dağların, başakların üzerinden
Buğday gibi bereketli
Akarsu gibi aydınlık
kim de miş ölü m var diye bize
Kardeş kardeş atan bu yürek bizim
BİZE ÖLÜM YOK
BİZE ÖLÜM YOK!
Bu yürek hiç durmayacak
Bu yürek hiç susmayacak.
Kızıl bir örtüy le sardılar bedenini v e
çiçeklerle bezediler her y anını.. Sonra
karanf illerle bezenmiş resmini getirip
koy dular başucuna. Etraf ına mumlar
diktiler. Tarık'ın ışık saçan gözlerindeki
canlılığı da ha bir aydınlandı.
Herkes sol göğsünün üzerine Tarık'ın
resmini
y erleştirdi.
Gün
akşama
dev rildiğinde, ev in etraf ını zulmün
askerleri sardı. Y olları tuttular. Kimseler
kasabay a ne alınıy or, ne de kasabadan
dışarı bırakılıy ordu. Zulüm, çaresizdi.
Şimdi, şu evde; ışıkların gökyüzüne
doğru y ay ıldığı şu evde kanla y azılan
tarihimizden bir miras, kırmızı bir örtü
altında boy lu boyunca y atıy or.
Şu anda; tüm gözler, mirası sahiplenmenin görev iyle kıpırtısızca kırmızı
örtü altında uyuy an bedene bakıy or.
Tarık Y oldaş, kav ga dolu yaşamının
mirasını dev retmek için tören y erinde.
Bu miras, Adana toprağını delikanlılık
çağında birlikte kızıllaştır-dıkları Mehmet
Büçkün'ün v e Mehmet Mart'ın mirasıy dı.
Bu miras, Adana'nın v aroşlarında
düşmanla
çarpışan
Ali
Ay gül'ün
mirasıy dı.
Bu miras, Türkiy e halklarına v e
y oldaşlarına y eni bir gelenek bırakmanın
y üceliğini,
umudun
adını
duv ara
kanlarıy la nakşeden Sıd-dık'ın, Esma'nın,
G ü v e n ' i n mirasıy dı.
tavır / çukurova / haziran '99 / sayı: 13
Y oldaşları gerilla nöbeti tutmak için
hazırl ıklara giriştiler.
Tabutun sol yanına gelip hazırol-da,
dimdik durdu. Boğazı ilkin acı acı
düğümlendi. Y üreğindeki ince sızıy ı,
damarlarında dolaşan kanın basıncını
hissediy ordu. Ayşe ananın ağıtlarını
duymuy ordu
artık.
Koçoğ-lu
ile
y aşadıkları bir f ilm şeridi gibi geçti
gözlerinin önünden. Ve söze girdi
kimseler
duymadan.
Dudakları
kıpırtısızd ı.
"Sen feda kuşağının yiğit bir komutanısın yoldaş! Sen ölüme aldırışsız olmanın kahramanısın. Ölmek
kolay değil..."
Özv eri ister, kararlılık ister, örgütüne,
önderine bağlılık, dev rime inanç ister...
Sen bunların y üceliğin-dey din, and olsun
dev rettiğin bayrak yere düşmeyecek...
Nöbeti dev ralacak yoldaşı beliri-v erdi
y anında. "Ne çabuk" dedi içinden. Büy ük
bir sessizlik içinde nöbeti dev retti. Ay şe
Ana'nın ağıtlarını duy du y eniden.
"Yiğidi m,
aslanım,
karaoğlanım.
Kalkıp konuşsana benimle, ana desene
gene. Silahın yanında değil miydi Karaoğlum? İki kurşunda sen sıkamadın mı?
Sana nasıl kıydılar?.. Demek bedeninde
kurşun yarası yokmuş. Kalksana oğlum,
kalkta ana desene, buradayım desene karaoğlu m... 'Ana derdi 'sen benden de
karasın', sen kalk hele karaoğlum, şu
anan kara da olur. Gene boynuma sarıl.
Varsın şu anan hepten kara olsun. Karaoğlu m, yiğidim, aslanım..."
Sabahtan
gündoğumuna
kadar
y oldaşları gerilla nöbetini tuttular...
O gün komutanlarının cenazesinde
bulunarak,
son
görev lerini y erine
getirmek isteyen savaşçıları, sav aşın bir
y asasına daha boy un eğdiler...
O gün; sabaha kadar uyumadılar
ev lerinde. Onu düşündüler. Birlikte
y aşadıkları anları, v erdiği talimatlarını,
mütev aziliğini,
eğiticiliğini
ve
şu
Toroslar'da gerillanın şen kahkahalarının
çoğalmasını nasıl arzu ettiğini.... •
mizah
nev in has
BEKTAŞİ FIKRALARI
"Bana İnat Olsun Diye Yaptı"
cev aplığı, ince zekası dinley en herkesin
ektaşi bir kasabaya uğramış.
Bakmış ki çoluk-çocuk bütün hoşuna gider. Bazen güler, bazen
düşünürüz. Genelde Allah'la arası bozuk
kasaba halkı toplanmış f ery at
onunla
uğraşan
softalara,
v e f igan ediyorlar. Bektaşi olan,
y obazlara
tepeden
bakıp
onları
merakla soruş:
küçümsey
en
olarak
Bektaşi'yi
görürüz.
-Ne oluyor yahu?
Bektaşi
f ıkralarını
y akından
-Y ağmur duasına çıkıy oruz.
incelediğimizde
görürüz
ki,
Bektaşi
-Bir yağmur için bu kadar feryat edilir mi?
f
ıkraları
Alev
i
f
ıkralarıdır.
Bektaşi'de
Ben size istediğiniz kadar yağdırayım...
simgelenen
Alevi
düşüncesinin
o
-Y ağdır bakalım, demişler.
Bektaşi bir tas su istemiş. Su gelince döneme göre dolaysız anlatımıdır.
gömleğini çıkarıp ıslatmış. Sıkış , Alev iler Bektaşi diy erek kendi kimliklerini
Saklamak
zorundadırlar.
kurusun diye bir çalının üstüne asmuş. saklarlar.
Çünkü,
Alev
iler
Osmanlı
döneminde
Birkaç dakika sonra sel gibi y ağmurlar
katledilen
ve
soyu
kurutulmak
istenen bir
boşanmay a başlamış, halk, Bektaşi'nin
halktır. Bu y üzden kimliklerini ve
elini öperek:
ibadetlerini gizlice yapmak zorunda
-Evliy a mısın? Nesin be mübarek,
kalmışlardır. Bektaşi işte bu dönemde
demişler.
doğmuş ve Alevi halkı taraf ından bugüne
Baba eliy le göky üzünü göstererek:
kadar getirilmiştir. Osmanlı döneminde
-Bugünlerde aramız bozuk, demiş. bu işi
baskı v e zulüm altında tutulan Alevi halkı
gö mleği m kuru masın diye yaptı, y o k s a
ben de ne evliyalık ne de kerametten eser kendi kültürünü özgürce sürdürememiş
v e gizliden gizliy e yaşatmışlardır. Bu
var.
y üzden Alevi kültürü yazılı olarak
bırakılamamıştır tarihe. Çünkü bunlar
Bektaşi f ıkralarını duymay an ya
"suç kanıtı" olarak gösterilip katline f erbilmey en var mıdır? Onun hazırman olmuştur. İşte bu y üzden sözü
tavı r / mizah / haziran '99 / sayı : 13
kullanan v e sohbeti temel alan bir kültür
olarak şekillenmiştir.
Alev i mizahı halkın günlük y aşantısının belirli bir kesimini içerir.
Alev iler sözün gücünü y aşayarak
öğrenmiş, bunu en iy i şekilde kullanmasını
bilmiştir.
Y aşadıklarını
f ıkralaştırmış, siv ri dili ile düşmanı
aşağılamıştır. Müslümanlıkta mizaha
baktığımızda gerek Sünni gerek Alev i
halkın mizahı İslami öğelerle y üklüdür.
Bunu o dönemin koşullarına göre
düşünmek gerekir. Çünkü, Osmanlı
döneminde toplumun yapısı din ü zerine
kurulmuş v e ona göre şekillenmiştir.
İslam motif lerinin içinde bulunmadığı
mizah oldukça azdır. Bu y üzden islam
motifleriy le süslenseler de bu mizah
siy asi içerik taşır. Anadolu halklarının
kendine y önelik saldırılara, Osmanlı'nın
y asalarına karşı tepkilerini anlatan
biçimlerinden biri de mizahtır.
Anadolu topraklarına baktığımızda
görürüz ki bu tepkilerini simgeledikleri
kişilerle açığa çıkarmışlardır. Her birinin
ay rı hünerleri v ardır. Y ani ustalıkla
konuşabileceği bir söz alanı v ardır
hepsinin. Örne-
ğin Nasreddin Hoca, Keloğlan, Karagöz ve Hacivat bunlardan birkaçıdır.
Bektaşi de bunlardan biridir. Ama
Bektaşi yeni bir akımın temsilcisi olarak
çıkmış v e din alanında ustalaşmıştır.
Bektaşi f ıkraları dinin gerici bölümlerini atıp, Anadolu kültürü olan v e
Alev i inancıy la şekillenen y anları ön
plana çıkarıp insanın özünü ara ması,
insan sevgisi, insanlara değer v ermey i
bağnazlığ ın karşısına koy ar v e insan
sev gisini y üce say ar. Herşe-yin, iy iliğin
de kötülüğün de insandan geleceğine
inanırlar. Alev i mizahında ön plana çıkan
güldürmekten çok düşündürmektir. Bu
mizahın ders v erici, eğitici y anları v ardır.
Bu y anıy la insanları eğiterek doğruy u
göstermeye çabalar. Bir çok Bektaşi
f ıkrasında y obazlara karşı iğneley ici
sözlerle, onlarla doğruyu gösterme
çabası v ardır. Ay nı zamanda bu y anlış
düşüncelerin teşhiri vardır. Çünkü onlar
halkı ileriy e değil geriy e götürürler v e bu
y üzden Bektaşi dev amlı mollalarla
mücadele eder. Bektaşi bütün f ıkralarda
tek başına-dır. Oysa Bektaşi tek kişiy i
değil, her dav ranışında, düşüncesinde
kendinde simgelenen Alev ileri temsil
eder. Onların duy gu, düşüncelerinin if adesidir.
Bektaşi f ıkralarında basitçe üç ana
bölüm görürüz:
1-Dinsel Yaşamla İlgili Olanlar:
Burada, Alev i felsefesinin Batıni
(içsel) niteliğiyle Sünni f elsef esinin
zahiri(biçimsel-y aptırımcı) niteliğinin gizli
bir sav aşımı gündeme gelir. Bireysel
y aşama karışma olgusuna karşı çıkılır.
Din, kişinin v icdanıy la sınırlanır.
2-Toplumsal
Olanlar:
Yaşamla
İlgili
Batıni f elsefey e bağlı olarak eşitlikçi
bir toplumsal yaşam önerirler.
3-Kişisel ilişkilerle ilgili olanlar:
Y ine öze önem veren felsefe sonucu
birey lerde
paylaşımcı
bir
kişilik
y aratmaya yönelik içerik yükle-
nir f ıkralara. Bu kişilik kendisini neredeyse hakir gören, alçakgönüllü,
y umuşak bir y apıy a sahiptir. Melamiliğin
etkisi açık açık kendisini gösterir. (Alevi
Bektaşilerde
Mizah,
Pertev
Naili
Boratav 'dan Akta-ran:Rıza Zely ut, Sf:14)
şey in kendi elinde olduğunu anlatır.
Bektaşi halktan y ana olmay an düzeni
takmaz. İster padişah, ister hoca olsun
onlara y aranmak için yalan söylemez.
Onlar karşısında dobra dobra konuşur v e
onlardan elaman dilenmez.
Bektaşi
f ıkralarında
y aşanan
y oksullukları da görürüz. Bu f ıkraların hiç
birinde zengin değildir. Y oksulluğu en
ağır biçimde yaşamıştır. Y aşadığı
y oksulluğun dinde söylenen "cennette
son bulacak" sözlerine inanmaz.
Hangisi Daha Uğursuzmuş?
Avcı Sultan Mehmet diy e anılan 4.
Mehmet bir gün av da akşama kadar
uğraştığı halde b ü t ü n attıkları boşa
gitmiş. Bunun sebebini sabahley in ilk
gördüğü
adamın
uğursuzluğuna
bağlay arak "saraydan çıkarken kapı
önünden sallana sallana birisi geçiyordu.
Sivri külahlı, sırtı kambu rumsu... Bana
çabuk bulun" Emrini v ermiş. Hemen
tanımışlar. Ünlü Bektaşi Ayyaş Hamza.
Karakullukçular y aka paça adamı huzura
getirmişler. Öyle bir u ğ u r s u z u n
y aşam hakkı olmadığı için derhal
asılmasını buy urmuş padişah.
Ahirette Canlanacaklar
Tahtacı Alev ilerinden birisi yoksul mu
y oksul. İlçeye inmiş. Sabah yediğiy le
akşamı etmey e çalışırken canı sıkılmış.
Bir köşeye çekilip oradaki çamurlarla
uğraşmay a
ve
şekiller
y apmay a
başlamış. Bu sırada oradan, semiz,
sakallı, göbekli bir hoca geçmekteymiş.
Hoca
bu
Alev ileri
giy iniş
ve
dav ranışlarından tanıdığı için hemen laf
atmış:
-Hey koca zındık. Orada çamurlardan ne y apıy orsun?
Canı sıkkın Tahtacı bezgin v e öfkelenmiş:
-Ne yapacağım, çamurdan ada m yaratıyorum.
Bu sözleri duy an hocanın kan
bey nine çıkmış:
-Bre zındık... Onlar ahirette canlanacaklar;
Tahtacı bu kez kahkahay ı patlatmış:
-Ulan avanak adam! Bunlar bu dünyada benim gibi aç kaldıktan sonra öbür
dünyada canlansalar neye yarar.
Bektaşi f ıkralarında dini y anın ağır
basması aynı zamanda bir eleştiridir.İnsanların cennete gitmek için
içinden gelmediği halde y aptıkları
iy iliklere tepki duy ar. Çünkü iyilikler
herhangi bir çıkar gözetmeden, insan
sev gisinden dolay ı yapılmalıdır. Ve
Bektaşi'nin en çok uğraştığı "kader"
anlay ışıdır. İnsanın kader taraf ından
y önlendirilmediğini, hertavı r / mizah / haziran '99 / sayı : 13
Bektaşi demiş ki:
-Sabahleyin ilk beni gördüğünüz için
iki keklik bile vuramadınız. İyi a ma
padişahım beni m de bu sabah ilk gördüğü m siz oldunuz. Si z iki keklikten oldunuz, ben ise canımdan oluyoru m. Şi mdi
insaf edin de söyleyin, asıl uğursuz
kimmiş?
Bektaşi devamlı iy iyi v e güzeli
aramakta ve bunun içinde iğneley ici,
ağdalı
sözlerle
karşısındakini
eleştirmekte ve hep halkın y ararına
şey ler
istemektedir.
Bektaşi
halk
kültürünün bir özelliğidir. Bu kültür
giderek y ok olmay a başlamıştır. Onun
y erine saçma sapan, anlaşılmay an,
belden
aşağı
Amerikan
f ıkraları
y erleştirilmey e
çalışılmaktadır.
Her
y önüyle
yozlaşmanın
yaşandığı
günümüzde Keloğlan'lara, Nasreddin
Hoca'lara, Haciv at v e Karagöz'lere sahip
çıkmak kendi kültürümüze sarılarak bu
dejenerasyonu
durdurabiliriz.
Y okedilmey e çalışılan kültürümüz ancak
sahiplenilerek
ve
y eni
nesillere
aktarılarak yaşatılabilir. •
inceleme
sibel dönmez
estan, bir halkın y aşamını
y akından ilgilendiren sav aş,
göç, isy an vb. gibi tarihi
olay ları,
olağanüstü
kahramanlık
serüv enlerini
coşkulu ve törensel bir üslupla
anlatan manzum eserlere verilen
addır.
Kelimenin kökeni Farsçadan gelmektedir v e "kıssa, hikaye, masal,
manzu m hikaye" anlamındadır. Bunun Batı dillerindeki karşılığı ise, e p
e e (epos)tur.
tıklar, bu çeşit v arlıkların kendi aralarında y ada insanlarla alış-v erişleri,
sav aşları konu edilmektey di.
Doğa olay larının gerçek nedenlerini
çözümley en insanın aray ışına cev ap
oluşturan
destanlar,
insanlığın
sonsuzluğa, ölümsüzlüğe olan özleminin
if adesinden başka bir şey değildi.
b)Kahramanlık Çağı Destanları:
Bir kav imin y a da topluluğun
geçmişindeki önemli olayları bir y anıy la
ölümsüz tanrılara y aklaşan, diğer y anıy la
1-Sözlü Destanlar:
Destanlar, yazılı v e sözlü olmak üzere da
insan
kalan
kahramanların
iki k a t a g o r i y e ayrılırlar. Sözlü
sav aşlarını, çelişkilerle dolu y aşamlarını,
destanlar, toplumların y azı öncesi
başarılarını, y enilgilerini, toplumu daha
y ıllarında oluşmuş, gelişmiş yapıtlardır. rahat bir yaşama ulaştırma çabalarını
O çağlarda, h e m "yaratılış" v e
konu edilmekteydi.
dönüşümlere, tanrılara ve çeşitli
olağanüstü varlıklara, hem de topSözlü Destanların Özellikleri
lumun geçmişine ilişkin bilgileri
Destanlar, şölenler, av törenleri ya da
destanla verirlerdi. Y azı öncesi
saray larda bazen ozanların, bazen de
dönemin destanlarının konularını iki
sav aşçıların söy lediği şiir v e şarkıların
ana kümede top----ak mümkündür.
gelişmesiyle ortay a çıktı. Ancak içerikleri,
uzunlukları v e üsluplarının f arklılığından
a)Yaratılış Destanları:
ötürü kısa kahramanlık şiirlerinden, iddiBunlara, ev ren-doğum (kozmoloji) v e asız halk öy külerinden v e şarkılarından
mitolojik konuları içeren anlarda
da f arklılık gösterdiler. Destana ayrı bir
denilmektedir. Bu des-arda; evrenin ve tür niteliğini kazandıran özellikleri, genel
y eryüzündeki varlıkların y aratılışları;
olarak şöyle belirlemek mümkündür.
tanrılar, tansı insanlar-v arlıklar
a) Destanlar, toplumdaki iç çelişkileri,
(tanrılarla insanların birleşmesinden
birey lerin y a da sınıf ların türlü
doğmuş kimseler), dev, ejder, v b . gibi
ilişkilerini değil, toplumu y öneten,
şeytansı kötü güçleri cisimlendiren
ona önderlik eden "ideal" kişiy aratavı r / folklor / haziran '99 / sayı : 13
lerin dış güçlerle, olağanüstü yaratıklarla
olan sav aşlarını anlatır, destanda toplum
bir bütün halinde v erilir v e kahramanlar
da, bu bütün adına iş görürler.
Sınıf laşma
ya
da
toplumsal
f arklılaşmanın getirdiği ay rı düşünüş v e
görüşler,
kahramanlar
arasında
görülmez. Keza olağanüstü özelliklerle
y üceltilen bu kişilerin ey lemleri, destansı
hay al gücünün özünden doğan bir özellik
taşırlar.
b) Tarihe bağlı olmakla beraber,
tarihin say ılmay an, toplumun ortak
ideallerini y ansıtan destanların ortaya
çıkmasını sağlayan bir "yaratma ze mini"
v ardır. Bu da; savaş, din değiştirme, göç,
kuraklık v b. gibi büy ük olay ların halkın
vicdanında
y arattığı
sarsıntılardır.
Y aşanan
çağın
bu
sorunlarının
destanlarda
işlenmesi,
düny anın
y orumlanmasından başka bir şey
değildir.
c) Destanın kahramanları soylu
kişilerdir. Destancı soy lular sınıf ının ideal
tiplerini çizmek, toplumu y öneten bu
kişileri övmek amacını da güder. Ancak,
destan
kahramanları
çerçev esinde
gelişen olay lar zinciri, bir bütün olarak
toplumun edebiyat ihtiyacını da karşılar.
d) Destanların önemli özelliklerinden
biri de, toplumun kollektif bir yaratım
ürünü olmalarıdır. Çünkü ilk çağlardan
bize kadar ulaşan destanlar ilk çıktığı
dönemdeki halini korumazlar; zaman
içinde çeşitli ozanların
katkılarıy la
birleşerek
anonim bir karakter kazanırlar. Destanlardaki bu anonim karakteri zenginleştiren bir başka boy ut da, en eski
çağlarda bile, toplumlar arasındaki kültür
alış-v erişlerinin v arlığıdır. Öy leki, bir
toplumda doğan inanış sistemi, özünü
yitirmeden kısa sürede diğer toplumları
etkiley ebilmiştir. Halkların ortak bilincini
y aratan, destanlardaki benzer temaları,
motif leri aynılaştıran da toplumlar arasındaki bu alış-v erişler olmuştur. Gerek
bir toplumun ozanlarının nesilden nesile
katkıları, gerekse de diğer toplumlarla
girilen kültürel etkileşimler, destanlara
kollektif bir kimlik kazandırsa da, y ine de
bu ürünler kendiliğinden doğmazlar.
Bilinçli bir çabanın, y aratıcı bir sanatçının
damgasanı da taşırlar.
e) Destanlardaki gerçek ile gerçeküstü iç içedir. Olaylara doğaüstü
v arlıkların katılması, insanın doğa
karşısındaki
y etmezliğinden,
bilgisizliğinden ötürüdür. Buna rağmen
destanlar, insanların doğay la v e doğaüstü güçlerle ilişkilerini gerçeğe
y akınlaştıran bir anlatımla verirler. Öyle
ki, eski çağlarda insanlar, inanışlarının v e
geçmişe ilişkin bilgilerinin kay nakları olan
destanlarda anlatılan şeyleri, "gerçekten
olmuş" sayarlardı. Ama toplumların
gelişimine paralel bu durumda değişti.
Artık destan anlatıcılarını anlatmaya girişirken (örneğin Manas Destanı anlatıcıları), "yarısı yalan, yarısı gerçek" yada
"çoğu yalan, çoğu gerçek" demek
zorunda kalıy orlardı. Bu sözler, destanlara dönük eski kesin inanışın y itirildiğine işaret etmektedir. Bununla
beraber, y ine de destanın tümden "yalan"
olmadığı,
içinde
gerçeklerinde
bulunduğunu y adsımamaktadır.
f) Destanlardaki bir başka özellikte,
üslup v e söy leyişte ortay a çıkmaktadır.
Uzun anlatımlar, tasvirler, konuşma
bölümleri sözlü destanlara egemendir.
Olay ların akışı, geriy e dönüşlere, yan
konulara atlamalara, anımsamalara izin
v erecek bir tempoda işlenir. Ama, bu, en
coşkulu destanlarda bile ağır, sakin bir
üs-
lupla gerçekleştirilir. Bireysel bir anlatım
y erine, törensel bir söy leyiş söz
konusudur. Y alnız burada, destancının
bellek y ükünü haf ifleten, ona olayların
sırasını bozmadan, şaşırmadan anlatma
kolay lığını sağlay an araçlarda y ardımcı
olur. Destan anlatıcısının dağarcığında
olan hazır benzetme, öv me, tanımlama,
öğütleme v b. kalıplar ile uy aklarla
çağrışıma y arayan sözbirlikleri kullanılır.
Bunlar say esinde destancı, hem destanını süslemek, hem de boşlukları
doldurmak olanağını bulur. Öte y andan
destancı, sadece uzun süren çıraklık
y ıllarından
bellediğini
olduğu
gibi
tekrarlamakla y etinen biri değildir.
Çev resinden,
günlük
olaylardan,
dinley icilerini
ilgilendiren
türlü
sorunlardan esinlenmesini bilen, gerek
içeriği v e gerekse biçime bunlardan
süsler, motifler, düşündürücü, eğlendirici
ekler katabilen-dir. Destan, ancak bu tür
destancıların elinde v e dilinde gelişir; bu
tür ustaların kalmadığı koşullarda ise
destan, "yaşayan bir gelenek" olmaktan
çıkar, f arklı anlatım y olları kendini
gösterir.
"Epos" niteliğindeki sözlü destanlar,
uzun soluklu bir anlatıma day anırlar.
Çoğunlukla
nazım
şeklinde
düzenlenmişlerdir. Ay rıca, söz, ezgi v e
sey irlik (dramatize) anlatımı birleştiren
bir nitelik taşımışlardır. Y ani, ezgiy e eşlik
eden
bir
biçimde,
ölçülü
sözle
söy lemişlerdir.
Ancak
kimi
sözlü
geleneklerde, ölçülü sözle düz konuşma
dili anlatımının birleş tirildiği destan
örnekleri de vardır.
2-Yazılı Destanlar:
Eski çağlardan beri her toplumun
kendine özgü bir sözlü destan geleneği
v ardır. Sözlü destan ürünleri, yazının
bulunmadığı dönemlerde oluşmuş v e
ağızdan
ağ ıza
geçerek
v arlığını
sürdürmüştür. Hatta, y azı, kültür aracı
olarak bütün bir ulusun y ararlanacağı
ölçüde y ay ıl-madığı, bir azınlığ ın imtiy azı
olarak kaldığı dönemde dahi, sözlü gelenekte yaşayan bir tür olarak dev am
etmiştir. Özellikle, destan edebiyatı -nm
merkezi say ılan ve ilk çağ büy ük
toplumlarının
y erleştiği
Akdeniz
çev resi, Ortadoğu bölgesi bu açıdan
büy ük bir zenginliği taşımaktadır.
Ancak bu dönemden sonradır ki
destanların y azıy a geçirilme dönemleri
de başlamıştır.
Destanların y azıy a geçirilmeleri üç
ana şekilde kendini göstermiştir.
Bunlardan birincisi, toplumların geleceğini tehlikeye düşüren büy ük altüst oluşların, dış düşmanlara karşı
v erilen
savaşların
y aşandığı
dönemlerde, destan geleneğini iy i bilen
güçlü bir şairin, y aşay an sözlü destan
parçalarını kendi çağının da v e
üslubuy la kaleme almasıy la ortaya
çıka. İkinci şekli, bir destancı ozan nın
sözlü anlatmasının, değiştiril-m e d e n
y a da bir okur-y azarın aracılığıy la
y azıy a
geçirilmesiyle
oluşudu
Üçüncüsü ise, destan geleneğinin
sürdüğü bir dönemde rastlantı olarak
değil de, y erli -yabancı halkbihincilerinin y a da halk kültürünün
sanatına ilgi duy an ay dınların bilinçli
çabasıyla, gerçek destancıların dilinden
y apmış oldukları derlemelerden oluşur.
Bu y ollardan yazıy a geçmiş destanlar, yine de sözlü halk destanlarının
gereçlerine day andığı için anonim
karakterini korurlar. Ancak zaman
içinde kay nağı v e y aratıcısı belli olan
y azılı destanlarada kapı açtıklarını
söy ley ebiliriz.
Düny anın ilk y azılı destan örrne-ği,
en eski Sami dili olan A r a p ç a v e
Babilce y azılmış metinlerden oluşan "
Gılgamış Destanıdır". M.Ö. 4. v e y a
3. yy. da çiv i y azısıy la tabletlere
geçirilen destan , Sümer efsanelerine
day anan bir Mezopotamya şiiridir.
içinde, y etenekli bir kişinin sav aş v e
zaf erleri, doğa güçlerini y enen insan
çabası, kadere boyun eğmeme, aşk,
dostluk, ölümsüzlüğü aray ış, yaşamı
anlamlı kılma çabası, y enilik, ölüm v b.
gibi pek çok gerçek v e gerçek üstü
olay a y er v erilmiştir.
Düny anın bilinen bu ilk destanını
başka halkların destanları izle-
tavı r/folklor/haziran '99/sayı : 13
mistir. Hint destanları olan Ramayana v e
Mahabharata; İran destanı sa-y ılan
Fırdevsi'nin
Şehname'si
Homeros
taraf ından
kaleme alınan
Y u-nan
destanları İly ada ve Odysseia, Roma
destanı olan Virjil'in Acneis'i; Fin destanı
Kalev ala v b. bunlardan bazılarıdır.
Türklerde Destan
En eski Türk destanlan, Ortaas-ya'da
y aşay an
Türk
boy ları
taraf ından
y aratılmıştır. Göçebe Türk boylarında av
törenleri, şölenler ve yas törenleri
y apılırdı. Bu törenlerin en önemli
konukları, çeşitli Türk boy la-rının Şaman,
Kam, Baksı, ozan gibi değişik adlarla
andıkları şairlerdir. Bu kişiler şairliğin
y anı sıra büy ücülük, hekimlik, oyunculuk,
müzisy en-lik gibi görevler de üstlenirdi.
Ozanlar, "Kopuz" adı v erilen sazlarının
eşliğinde
törenlerin y apılış
amacına uy gun şiirler söy lerlerdi. Bu
şiirler, aşk, doğa üzerine v ey a ağıt
şeklinde olabildiği gibi, destan şeklinde
de olabilirdi. Söy lene söy lene halkın
haf ızasına y erleşen, toplum taraf ından
benimsenen ve y aygınlaşarak halkın malı
haline getirilen bu şiirler, sözİü destan
geleneğinin
olmasının
da
başlıca
temeliy di. Ancak Türklerin y erleşik
düzene geçememeleri v e yazıy ı geç
kullanmaları sonucu, bu destanların pek
çoğu günü-müze kadar ulaşamadı Çin,
Arap, Iran v e çeşitli Türk kay naklarında
kendini gösteren y azılı destan parça ları
ise, özgün destan örnekleri olmaktan çok,
bütünlüğünü y itirmiş, biçim ve içerik
değişikliğine uğramış örneklerdir.
Şairlerin hemen hepsi aynı kavimin
ortak duygularını, ortak yaşa-y ışlarını,
mutluluklarını, acılarını di-le getirirlerdi.
Ana temalar, sav aşlar, y iğitlik, doğa
sev gisi, hüzün, y urt özlemi, göç vb. idi
Y azarı belli olma-yan bu ürünler,
manzum şeklinde, hece ölçüsüne v e
genellikle dörtlük-lere day alı bir şekilde
y aratılırdı.
Türklerin islamiyet öncesi y aşam
biçimini v eren bu destanlardan en
bilinenlerinden bazıları şunlardır: Saka
Türkleri'nin Alper Tunga Destanı ve Şu
Destanı; Hun Türklerinin Oğuz Kağan
Destanı
ve
Siyenpi
Destanı;
Göktürklerin Bozkurt Destanı v e
Ergenekon Destanı; Uygur Türkleri'nin
Türeyiş Destanı v e Göç Destanı; Oğuz
Türkleri'nin Dede Korkut Destanı vb.
dir.
Türklerin büy ük çoğunluğunun 9.
yydan itibaren islamiy eti benimsemey e
başlamalarıy la birlikte, ya-şayan sözlü
destan geleneği de değişikliğe uğradı.
Hun'lar
döneminden
başlay an v e
Göktürkler'le dev am eden "Alp'lik ideali"
Kur'an-ı v e İsla-miyeti egemen kılma
anlay ışının getirdiği "Cihad ideali" ile y eni
bir senteze büründü. Y abancı etki altında
gelişen bu destan türü, savaş maceraları
ile, din ideali uğrunda girişilen çabaları
y ansıtmay ı amaç edini-yordu. Y azılı
destana yol açan bu eserler, Kaşgarlı
Mahmut'un Divan-ı Lügat-it Türk'ünde
kay dedilen,
is-lamiyeti
benimsemiş
türklerle Budist Uy gurlar arasındaki
sav aşları anlatan destan parçalan,
Karahanlıların
islamiy ete
girişinin
doğurduğu Manas Destanı, Cengizname
v b. gibi destanlardı. Aynı şekilde. Türklerin Anadolu'y a gelişiy le birlikte y aratılan
Battal Gazi Destanı (Battal-name).
Danışmend
Gazi
Destanı
(Danişmendname),
daha
sonraki
dönemlerde. Osmanlı y ay ılışının coşkulu
idealini
halk
y ığınlarına
y aymay ı
amaçlay an Gazav atname-ler de aynı
geleneğin dev amıdır.
Du destan şeklinin ikinci bir çeşi-dini,
islam dininin y ay ıcıları v a da tasavvuf
akımlarının önderleri ol muş kişilerin
menkıbelerini bir aray a getiren eserlerde
görürüz. Örneğin, Hacı Bektaşi Velinin,
Sarı Sal tık' v b. nin y apııklan işleri konu
edinen Menakıpnameler (y a da Vilay etnameler). Hz. Ali, Hz. Hamza'nın
Cenknameler'i bu kümey e girer Bu
y apıdan
destana y aklaştıran
şey
içeriklerinde olağanüstü öğelerin y er
almasıdır.
Ancak
onlar
gerek
destanlardan ve gerekse de Gazatavı r / folklor / haziran '99 / sayı :13
v atnamelerden f arklılıklar da gösterirler.
Bu f arklılıkların başında gelen ise
kahramanların sav aşlarının " ma nev i"
bir alana dönüşmüş olmasıdır. Sav aş
hünerlerinin y erini kerametler, silahın
y erini etkili söz al-mışt ır . Amaç, ülkeler
f ethetmek, ganimetler elde etmek değil,
gönülleri v e bilinçleri kazanmaktır.
Anadolu'da 13. yy. sonrası ortay a
çıkan destan y aratımlarında, islamiyet
öncesi v e sonrası Ortaasy a Türk
destanlarının izlerini net olarak göstermek
mümkün
değildir.
Çünkü
Türklerin sözlü destanları gibi, yazılı
destanlannın da. kesin ne zaman
başladığı bilinmemektedir. Elde edilmiş
en eski yazılı belge, 6. yy.a ait olmakta
birlikle, bu destan değildir Ancak y ine de
sözlü gelenekte y aşay an kimi masal,
efsane, türkü temaları v e motifleri olan
Tepegöz hikay eleri, Beyrek Hîkay esi v e
Deli Dumrul Hikay esi, Oğuz Destanlarından Anadolu'y a önemli bir ak-tarım
y apıldığını göstermektedir.
Anadolu'da Destan
Türklerin Anadolu'y a gelişiyle birlikte
destan kay nakları zenginleştiği gibi,
destan türleri de çeşitlenmiştir. İslam
kültürü etkisi altında "destan" kelimesi,
div an, halk v e modern edebiy at olmak
üzere üç ana türdeki y aratımları if ade
eder olmuştur.
a-) Divan Edebiyatında
Destanlar:
Destan kelimesi İran etkisiyle ön-ce
div an edebiyatına v e oradan da genel
halk diline geçmiştir. Manzum y a da
mensur bir olay dizisini anlatan uzun v e
konulu eserlere destan denilmesi,
kelimenin
Farsça
karşılığına
da
uy gundur.
Roman v e hikay e türlerinin bulunmadığı Div an Edebiyatında, uzun v e
konulu anlatımları mesnevi denilen
nazım şekli karşılardı. İran edebiyatının
malı olan mesnev i (kelime Arapçadır),
islam kültürünün ortak bir ürünü olarak
Osmanlı di-
v an edebiy atına da taşındı. Çünkü, bu
edebiy at, içerik ve biçim açısından Arap
v e İran edebiyatının y oğun etkisi
altınday dı. Konularını genellikle islamdan,
biçimlerini ise, bu kültürünün edebi
zev klerinden
alıyordu.
Kalıp
manzumlarının
v arlığı,
bey itlerde
sınırlama olmaması, kafiy e disiplinine
ihtiy aç duy ulmaması v b. özellikler,
anlatım olanaklarını elv erişli kıldığı gibi,
şairlerin
sanatsal
üretimlerini
de
belirliy ordu.
Bunlardan bazı örnekleri şöy le sıralay abiliriz: Aruz v ezni v e mesnevi
şekliy le yazılmış dini hikay eler (Yusuf ve
Zeliha ile Cümcüme Sultan), Aruz v ezni
v e mesnevi şekliyle y azılmış düşünce v e
tasavvuf y apıtları, Aruz Vezni v e mesnevi
şekliy le y azılmış aşk hikayeleri (Hüsrev
ile Şirin, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile
Şirin, Yusuf ile Züleyha), mensur
nasihatnameler, manzum vakayinameler,
mensur tarihi eserler, manzum masallar,
mensur biy ografik romanlar, mensur epik
karakterli eserler, saz şairlerinin her türlü
toplum olay ını içine alan şiirleri v b.
Herşey den önce, mesneviler v e
genelde de Div an Edebiy atı, kurulu
düzenle çatışmay ı reddeden bir içeriğe
sahipti. Bundan dolay ı onlar, ilk çağ
destanlarının
y ozlaşmış
bir
şekli
olmaktan
öteye
gidememişlerdir.
Egemenlerin beğenisini y ansıtan, şiirsel
olma kaygısı taşıy an ürünler olmaları,
onların halk taraf ından ilgi görmemesini
de
getirmiştir.
Y alnız,
kimi
aşk
hikay elerinde insanlığın ortak sorunlarına
değinildiği için, bunlara halkın y aklaşımı
daha f arklı olmuştur. Divan edebiyatı
esas olarak saraylarda, egemen sınıf ın
konaklarında v e aydınlar çev resinde
y aşatılmış tır.
b) Halk Edebiyatında Destanlar:
Halk edebiyatı, kendi içinde çok
değişik dallara ay rılan, bir halkın sanat
y aratımlarından oluşur. Halk edebiy atı
içindeki bu dallardan biri de, Aşık
edebiy atıdır v e destan yaratımlarını
koşullay anda odur. Bu ede-
biy atın ortay a çıkışı, ilk ürünlerini v erişi
16.yy dır. Y aratıcısı y ine bu y üzy ıllarda
ortay a çıkan ve "aşık" olarak adlandırılan
sanatçı tipidir.
13. v e 15. yy.lar arasındaki dönemde
halk şiirine din v e tarikat konularını
işlemiş kişiler damgasını v urmuştur. Bu
dönemde din v e tarikat dışı halk
şairlerinin
(aşıkların)
örnekleri
bulunmamaktadır. Ama bu dönemin
şairlerinden Y unus v e Kay gusuz,
kendilerini din v e tekke konularıy la
sınırlamamışlar, kendilerinden sonra
gelen aşık şiirini de etkilemişlerdir.
Saz şairi, halk şairi, halk ozanı
şeklinde de adlandırılan aşık, bir y önüy le
eski destan geleneğini sürdüren ama
başka bir y önüyle de "sevda şiirleri"
söy lemekle görev lenmiş bir sanatçıdır.
Halk inanışına göre aşık, şairlik gücünü
v e yeteneğini, düşünde gördüğü Pir'inin
sunduğu "Aşk Badesi"ni içerek v e "ideal
sevgili"nin hay alini görmekle kazanır.
Onlara, Badeli Aşık, Hak aşığı denilmesi
de bundandır. Onun y aratıcılığı şiir
y azmaktan
değil,
doğaçlama
şiir
söy lemekten gelir. Bütün bu söyleyişlerine müzik icra ederek bir başka
özelliğini de katar. Bundan dolay ıdır ki,
Aşıklar, düz konuşma ile şiir söy lemey i,
"dilden söylemek" v e "telden söylemek"
dey imleriy le ay ırırlar.
Aşık y aratmaları her ne kadar bi rey
ürünleri, imzalı y apıtlar ise de, ay dın
sanatçı yapıtlarından bir çok bakımdan
ay rılırlar. Sözlü gelenekte oluştukları,
geliştikleri, kuşaktan kuşağa sözlü
aktarma
yoluy la
ulaştıkları
için,
bireyciliklerini zamanla yitirmişlerdir.
Anonim, halk şiiri (türkü, ağıt v b.)
ürünlerine dönüşmeleri de bundandır.
Halk dili ile eser veren aşıklar, sadece kendi ürünlerini değil, başka
aşıkların şiirlerini de köy, kasaba, şehir
merkezlerinde türlü ezgilerle söy lerlerdi.
Bu özellikleri v e hemen çoğu zaman
sey ahat etmeleri, eski ozanlık geleneğini
de sürdürdüklerini göstermekteydi.
tavı r / folklor / haziran '99 / sayı : 13
Aşıkların destan anlatımları iki
kümede toplanır. Birincisi, nazım şeklinde
düzenlenen destanlardır. İkincsi ise,
nazım-nesir katışık olarak anlatılan halk
hikay eleridir. Nazım şeklinde düzenlenen
destanlar, dörder dizelik bentlerden
mey dana gelir. Bend say ısı 120'y i bulan
destanlar
olduğu
gibi,
8'i-10'u
geçmeyenler
de
v ardır.
Ölçüsü
çoğunlukla U'li hece ölçüsüdür. Konuları
ile destanlara yaklaşan 8 heceli şiirlere
nadiren de olsa rastlanır. Uy ak düzeni
ise, koşma biçimindedir.
Destanların anlatım tekniği ise,
çeşitlidir. Kimi destanlarda aşık olay ları
kendi ağzından anlatmakla y etinir.
Kimilerinde, kısa bir girişten sonra
destanın önemli kişilerini de konuşturur.
Her bendte kişilerden biri söz alır,
destanın sonunu aşık yine kendi
sözleriy le v e adını v ererek bağlar.
Aşık destanları; ordu aşıklarının,
gezici aşıkların, k e n t v e kasaba-köy
aşıklarının dilinden, toplumu geniş ölçüde
ilgilendiren olay ları konu edinirler. Bunlar
sav aşlar,
sav aş
kahramanlarının
serüv enleri, deprem, sel baskını, y angın,
salgın hastalık v e kıtlık gibi af etler; halk
ay aklanmaları, eşkiya v e ünlü kişilerin
başlarına gelenler, gülünç tipler, doğa
tasv irleri v b. olay lardır. Ay rıca öğüt
destanı, y aş destanı şeklinde ciddi konuları işley en destan örnekleriy le; siv ri
sinek, pire, tahta kurusu, züğürtlük gibi
ciddi olmay an destan parodileri; gelinkay nana, y er-gök,
ev li-bekar
gibi
"değişmeli destan" örnekl erine de
rastlanır.
İkinci tür destanlar ise; Köroğlu,
Emrah ile Selvihan, Kerem ile Aslı,
Aşık Garip, Aşık Kurbani, Tahir ile
Zühre v b. gibi halk hikay elerini, İran v e
Arap edebiy atından geçmiş hikay eleri
kapsar. Bu anlatı geleneğinin bugün dahi
canlı kaldığı bölgeler (Kars, Erzurum,
Maraş, Çukurov a vb.) v ardır. Aslında bu
anlatı geleneği destanileşmiş masallardır.
Vey a destan özelliklerini yitirmiş, masallarla karışmış destanlardır. Masal
unsurlarının en f azla şehirlerde geliştiği,
destan unsurunun ise, kırsal alanda
egemen olduğu da başka bir özelliktir.
Bu halk hikay elerinin büy ük çoğunluğunun 17. yy. dan sonra meydana
geldiğini
biliy oruz.
Zira
bunların
kahramanları olan şairler, bu y üzy ılda y a
da ondan sonra y aşamışlardı. Ay rıca,
hikay elerdeki aruz-lu şiirler, tasavvuf
etkisi, dinsel temalar div an edebiy atının
halk
şairleri
üzerindeki
etkisini
göstermektedir ki, bu da 17.yy'dan sonra
kendini gösteren bir durumdur.
Bu türün, eski ozanların anlatma
geleneği olan destanın (epope) y erini
aldığın ı, o gelenekten pek çok şey i
taşıdığını görüy oruz. Anlatıy a sazın v e
ezginin koşulması, mimik v e ses
taklitlerinin önemli bir yer tutması,
anlatımın büy ük boy utu (üç-beş-ye-di gün
süren hikayeler olmaları) anlatıcının uzun
bir
eğitim
sürecinden
geçerek
uzmanlaşması, hikayelerin çoğu kez
erkek v e yetişkinlere seslenmeleri,
anlatıcı-dinley ici ilişkilerinin benzerliği v b.
gibi özellikler hi kay eleri destanlara
y aklaştıran özelliklerdir.
Bunlara rağmen, halk hikayelerinin
biçim v e üslûpları destanlardan farklıdır.
Destanlarda üçüncü şahısa day alı
anlatım parçaları nazımla düzenlediği
halde, hikay elerde nazım, kimi etkin
konuşmalarla sınırlanmıştır v e anlatım
tamamen nesir olarak y ürütülür. Örneğin
Köroğlu hikay eleri gibi konuları destansı
olanlar
dahi,
üslup,
teknik
ve
anlatımlarının
nitelikleri
bakımından
hikay e türünde sunulurlar.
Konuları v e toplum içindeki rolleri ile
de, halk hikay eleri destanlardan ay rı
özellikler gösterirler. Destanlarda, bir
toplumun
tümünü
temsil
eden
kahramanların,
dış
düşmanlarla,
tanrımsı, şeytanımsı güçlerle olan
ilişkilerini, sav aşlarını bulurken; halk
hikay elerinde kahramanların toplum içi,
birey ler y a da tabakalar arasındaki
ilişkilerini,
çelişkilerini,
çatışmalarını
buluruz. Ay rıca hi-
kay elerde olağanüstü öğelerin azaldığı,
olay ların v e kişilerin gerçekliğe doğru bir
konuma çekilmesi de söz konusudur.
Üstün v e ay rıcalıklı kişilerin, doğaüstü
güçlerin y erine sıradan insanların
sorunları işlenir. Toplumsal, dinsel
anlaşmazlıklar
(As-lı'nın
Kerem'e
v erilmemesi), aşıkların özel y aşamları,
gerçeğe uy gun söylenceler, egemen
düzene başkal-dıran kahramanların
serüv enleri
(Köroğlu, Celali
Bey,
Kirmanşah vb.) konu edinilir.
Bu, destanın biçim değiştirme sürecine girmesinden başka bir şey değildir. Matbaanın bulunmadığı, okury azarlığın toplumun geniş kesimlerine
y ay ılmadığı koşullarda halk hikay eciliği,
destandan modern hikayeciliğe v e
romana geçişin bir türü olarak karşımıza
çıkar.
Sonuç olarak, aşık şüri sözlü gelenekte oluşan ve gelişen bir sanattır.
Aşıklar, destana konu olan şiirler
y arattıkları gibi, yarı manzum y arı
mensur halk hikay elerini de anlatır v e
belletirler. Çünkü destanlardan modern
hikay e ve romana giden y olda onlardan
başka sözlü taşıy ıcı, y ay ıcı kimse yoktur.
Halk hikayeciliği de onların tekelindedir.
Bütün bu f aaliy etlerinde onlar, halkın
dertlerini, acılarını, sev dasını, kav gasını
işlerler: Halkın alçak gönüllü bir sözcüsü,
ay dınlatıcı bir gazetecisi olurlar.
Yeni Destan Anlayışı ve
Nazım Hikmet
Aşıklar, 16.yy dan etkilerini yitirdikleri
1960 lara kadarki, 450 y ıllık süre içinde,
y ararattıkları v eya y aydıkları destanlarla
halkın belleğinde derin izler bırakmış,
beğenilmiş, seslerini kendi çev relerinin
v e çağlarının ötesine taşıy abilmişlerdi.
Çünkü Y unus, Kaygusuz, Karacaoğlan,
Da-daloğlu v b. gibi aşıkların şiirlerinde,
büy ük tutkuların y a da y üzy ıllar boyunca
değiştirilemeyen
alıny azıları-nın,
dindirilemey en özlemlerinin sesi vardı.
Aşıklardan v e y arattıkları dest a v ı
tavı r / f o l k l o r / haziran '99 /sayı : 13
tanlardan bu dönemde etkilenen sadece
halk değildi. Ay dınlar da bu et kiy i
derinden hissetmişlerdi.
Ancak bir
kısmının etkilenmesi biçimsel olmaktan
ötey e
gidememiş,
y eni
destan
geleneğinin y aratılmasından çok, eskiy i
tekrarlay an
bir
destan
anlay ışını
sürdürmüşlerdir. Osmanlı döneminde
padişahların y aşamlarını, sav aşlarını,
y aptıkları işleri manzum eserlerle dile
getirenleri bu çerçev ede görebiliriz. Keza
1908'den sonra siyasette ve edebiy atta
bir nev i romantizm akımı sayabileceğimiz
Türkçülük akımını kendine rehber
y apanların destanlarını da, aynı katagoriy e sokabiliriz.
Örneğin Ziya
Gökalp'in
Şaki
İbrahim Destanı,
Balkanlar Destanı, Altın Destanı, Kara
Destan, Ak Destan v b. manzumeleri bu
dönemin belli başlı eserlerindendir.
Y eni Destan anlay ışının ilk örneklerini, Kuvay-ı Milliye v e Şeyh Bedreddin Destanı ile Nazım Hikmet
v ermiştir. Her şey den önce Nazım,
toplumların artık olağanüstü kişilikte
kahramanlara inanmadığını gör müş,
bundan dolay ı da eski destan geleneğini
sürdürmenin gereğine inanmıştı.
Nazım Hikmet'in temellerini attığı y eni
destan anlay ışı, şu temel özellikleri
gösterir;
a) Destanlar, emekçi halkın y aşadığı
acıları, kav gaları işlemelidir. Ülkenin
içinde bulunduğu görünümü, sınıf ve
tabakaların
durumunu,
cardı
ve
karakteristik tipler çizerek v ermelidir. Bu
resmediş; sömürüye,
baskıy a son
v ermek v e özgürlüğe ulaşmak için
mücadele eden halkın özlemleri ile
tamamlanmalıdır.
Tarihe
dünün
özlemleriy le değil, bugünün ve hatta
geleceğin gözüy le bakmak y aşanan
olay ları
matery alist
bir
y öntemle
geleceğe mal etmek gerekir.
b) Destanlar, yüce kişilerin, kahramanların serüv enleri y erine, insanın
doğay la, toplumla v e kendi kendisiy le
olan çatışmasını konu edinmelidir.
İnsanların değişmeden suren ana iç
güdülerine ancak böy le ce-
v ap verilebilir. Y ani bireysel duy arlılık,
coşku ve dirençlerin hikaye edilmesi,
olağanüstü durumları y aşay an halkın
serüv enleriy le kaynaştırılma-lıdır. Çünkü,
"tarih yapan" asıl kahramanlar onlardır.
c) Eski
destan
kahramanlarının
y adsınması, eski destan geleneğinin
y adsınması demek değildir. Tarihe v e
insana sınıfsal açıdan y eni bir gözle
bakmaktır.
Destanlarda,
hikay elerde
idealleştirilen kahramanlar y erine, inançlı
kav ga adamlarını canlı v e abartıy a
kaçmadan, gerçekçi bir tarzda çizmek
gerekir. Birey sel serüvenlerin, toplumsal
serüv enlere bağlamanın y olu da buradan
geçer.
d) Destanlar, gerçekçi bir görüş v e
doğal bir anlatıma sahip olmalı, ilgiy le
izlenen, serüv enli, hareketli ama o ölçüde
de duy gulandırın v e düşündürücü
kılınmalıy dı.
e) Destanlar, halkın başından geçen
olay ları, koşukla düz yazı biçiminde
hikay e etmelidir. Ama sadece hikaye
etmekle kalmamalı, bu söylenenleri
sınıf sal bir bakış açısıy la geleceğe
taşımalıdır. Koşukla düz yazı karışımının
zenginleştirilmesine olanak tanınmalıdır.
Bunun için halk hikay elerinden türkülere,
halk şiirinden div an şiirine kadar pek çok
gelenekten yararlanılmalıdır. Hiç bir geleneğe ön y argıy la y aklaşılmamalı,
aksine bu gelenekler, y aratılan y eni şiir
bileşiminin hizmetine koşulmalı-dır.
Geniş halk y ığınlarının acılarını,
sev inçlerini, umutlarını v e direnişini
y ansıtan Nazım Hikmet'in Kuvay-i
Milliye v e Şeyh Bedreddin Destanı'ndan sonra yeni destan örnekleri de
kendini
göstermiştir.
Fazıl
Hüsnü
Dağlarca'nın Çakır'ın Destanı, Ata-ol
Behramoğlu'nun
Mustafa
Suphi
Destanı, Gülten Akın'ın Maraş'ın v e
Ökkeş'in Destanı, M. Cevdet An-day'ın
Ölümsüzlük Ardından Gıl-gamış, Ozan
Telli'nin İshakça v e benzeri örnekler, bu
geleneğin y eni halkaları olarak görülebilir.
Yeni Destana Yeni Müzik
Müzikle destanın ilişkisi, ilk söz-
lü destanların ortay a çıkışı ile birlikte
başlar. En eski dönemlerde salt çalgısal
bir müzik, sözsüz bir müzik yoktu.
Y aratılan en güzel şiirler, müzik eşliğinde
okunmak için y aratılırdı. Tek bir o zan
taraf ından seslendi-rildiği gibi, koro
olarak da (örneğin Y unan Destanları'nda
olduğu gibi) seslendirilirdi.
İlk çağ şiirlerinin ortak niteliği olan
sözün, müzik eşliğinde sunuluşu, sonraki
y üzy ıllarda da dev am etmiştir. Türklerde
saz aşıklarının, Kürtlerde dengbejlerin,
Y unanlılarda
ozanların
(Homerosoğulları'nın Lir eşliğinde şiir
okumaları) y aptığı, bu eski geleneği
günün koşullarına uy arlamaktan başka
bir şey değildi. Bu şairler doğaçtan
hikay e
anlatma y eteneğine
sahip
oldukları gibi iy i de saz çalarlardı. Elinde
saz v e belleğindeki hikaye, şiir toplamıy la
kitlelerin karşısına çıkan aşıklar, sadece
kendi eserlerini sergilemezler, anonimleşmiş şiirler ve destani hikayeleri de
köy köy, şehir şehir yay arlardı.
Gazetelerin, rady o v e TV'lerin kültür
taşıy ıcısı işlev i gördüğü ve bunları en
ücra köşelere kadar y aydığ ı, köy den
kente göçün arttığı, plak, kaset sanay inin
geliştiği günümüz koşullarında aşık
geleneği de eski misy onunu yitirerek y ok
olma sürecine girdi. Bugün artık bu gelenek f olklorik bir öge olarak her y ıl
düzenlenen aşıklar bay ramına konu
olmaktan öte bir değere sahip değildir.
Aşık geleneğinin y ok olmaya yüz
tuttuğu bugün ki süreçte, destanlar nasıl
bir değişime uğramışlarsa, destan müzik
buluşması
da,
y aşanan
sürecin
ihtiy açlarına cevap v erecek tarzda
y eniden biçimlenmek durumundadır. Y eni
destan anlay ışı, y eni bir müzik ihtiyacını
doğurmaktadır. İçinde pek çok müzikal
biçimi barın-dırabilen bu y eni müzik türü,
tek bir saz y erine, ulusal v e evrensel
sazlarla harmanlamay ı da beraberinde
getirmiştir. Müzikteki bu sentezi yakalamak, destan müzik buluşmasının
tavı r / folklor / haziran '99 / sayı : 13
günümüz koşullarına uy arlanmasının da
anahtarı olmuştur.
Nazım'm y arattığı y eni destan
geneği, müzisy enleri de harekete geçirdi
v e destanla müziğin y eni bir örneğinin
doğmasına y ol açtı. Bu köprüyü kuran ilk
kişi,
"Kuv ay-ı
Milliy e
Destanı'nı"
müziklendiren Zülfü Livaneli izledi.
Şüphesiz bu çabalar çok fazla y ay gınlık
kazanmadı.
Kimi
ilerici-demokrat
sanatçıların
birey sel
duy arlılıklarını
işlediği (Musa Eroğlu'nun Kerbela Destanı gibi) eserler, istisnai olmaktan öteye
gidemedi. Bu olumsuz gelişmede, elbette
müzik piy asasının ticari kay gılarının da
önemli bir yeri vardır.
Ruhi Su ile başlay ıp Zülf ü Liva-neli ile
dev am eden destan-müzik buluşması,
günümüzde Grup Y orum ile farklı bir
noktay a ulaşmıştır. Artık tarihsel olayların
destanının
müziklendirilmesi
değil,
y aşanan
anın
destanının
y azılıp
müziklendi-rilmesidir söz konusu olan.
Grup Y orum'un Sibel Y alçın destanı v e
ardından gelen "Ölüm Orucu Destanı"
(Boran Fırtınası), bu y eni anlay ışın
ürünleri olmuştur. Şimdi sorun, bu
y oldaki üretimleri çoğaltmaktır. Zira,
bugün için destan-müzik ilişkisini bu y eni
perspektifle ele almanın maddi koşulları
f azlasıy la v ardır.
Dev rimcilerin
işkencehanelerde,
dağlarda,
şehirlerde
kahramanlıklar
y arattığı; Anadolu halklarının sömürüy e,
baskıy a ve zulme karşı ay aklandığı,
namus v e onur kavgası y ürüttüğü bir
ülkede y aşıy oruz. Sanatçılar tanıklık
ettikleri bu sürecin sanatsal üretimlerini
kitlelere sunmakla görevlidir.
Halklarımızın zengin destan geleneğini v e müzik kültürünü içsel-leştiren,
onların renginden, sesinden beslenen
y eni destan ve müzik anlay ışı, y aşadığı
araç
olduğu
gibi,
kitlelerin
dönüştürülmesinde
ve
estetik
beğenilerinin zenginleştirilmesinde de
önemli bir olanak sunmaktadır.
yıldönümü
e r k i n can
ereddüt
etmediler,
nam
lulara,
tehditlere,
gözdağlarına,
akrabalarının
y alvarışlarına
kulaklarını
tıkay ıp gelecek güzel günlerin
inancına sarıldılar. Ve gele cek günlerin
mert, tok sesiy le seslendiler Türkiy e
halklarına. "Yaşasın Tam Bağıms ız
Türkiye".
Kan düşüyordu devri me.
Cephenin açtığı bayrak, dökülen kanla
kızıllaştı. Kızıl yalnızca bir renk de ğildi
artık. İstanbul Maltepe'de kahpece
vurulmuştu Cevahir, öfkeyle dalgalandı
bayrak." (Kızıldere, Adalılar ın Türküsü,
Boran Y ay ınevi Sf:38)
Tarih 1971'in 17 May ıs'ı. İsrail İstanbul Başkonsolosu Ef raim Elrom,
Mahir, Hüseyin, Ulaş taraf ından rehin
alındı. İstekleri hapishanede tutuklu
bulunan tüm dev rimcilerin derhal serbest
bırakılmasıdır. Ve bu ey lem sonrası
y aşadıkları süreç onları bir direniş
üssüne çev irdikleri Maltepe'y e götürdü.
Egemenler bir başkonsolosun kaçırılması
karşısında hemen harekete geçtiler. Tüm
azıl ı katiller toplandı. General Faik Türün
de bu
işin başmday dı. Amerika'dan öğrendiği
y öntemleri uy gulayarak devrimcilerin
peşine düşüp, bulacaktı onları. Hemen
operasy ona bir isim buldular. Böy lesi
daha iy i olacaktı. Şataf atlı bir gösteriyle
dev rimciler yakalanırsa dev let daha
güçlü görünecek, kimse bu gücün
eünden kaçamay acaktı. Ve adına
"Fırtına Operasyonu" dediler. İstanbul'un
tüm mahalleleri ev ev aranmaya
başlandı. Mahir’in, Ulaş'ın, Hüsey in'in
boy boy resimleri süsledi şehrin tüm
duv arlarını. Resimleri yapıştırıp altına
"aranıyor"
y azmay ı
Amerika'dan
öğrenmişlerdi. Ef endilerine iy i bir öğrenci
olduklarını kanıtlay acaktı Amerikan uşakları. Dev rimcilerse bu koşuşturma içinde
tüm güçleriy le mücadeleye sarılmışlardı.
Peşlerinde dev letin "koca ordusu"
olmasına rağmen onlar devrimi, savaşı
büy ütmeyi
düşünüy orlardı,
Elrom'u
kaçırırken istekleri y erine getirilmezse
v uracaklarını,
El-rom'u
cezalandıracaklarını söy lemişlerdi. Ve
Amerikan uşaklarına tanınan süre
dolmuştu. Dev rimciler ilke-
tavı r / yıldönümü / haziran '99 / sayı : 13
lerine bağlıy dılar. Bu işin şakası olmadığını,
söy lediklerinin
ciddiy e
alınmasını sağlamalıy dılar. Ne söy ledilerse y apmalı, ne y aptılarsa sav unmalıy dılar. Ve tetiği bu kararlılıkla
çektiler. Aramalar sürüyordu . Gece
aramalarında Elrom'un cesedi bulundu.
Egemenler bu eylemle devrimcilerin
kararlılığın ı görmüştü. Şimdi ABD'y e ne
söy ley eceklerdi. Abilerinin öğrettiği gibi
başlamıştı operasyon ama Elrom'u
kurtarama-mışlardı.
Elrom
cezalandırılmıştı.
Şimdi
daha
bir
azgınlaşmışlardı. Ta rih 1971'in 28
May ıs'ını gösterdiğinde Ulaş Bardakçı
Erenköy 'de y akalandı. Mahir v e Hüsey in
bu kuşatmadan kurtulmay ı başardılar.
Küçüky alı'da
bir
ev de
kalmay a
başladılar. Ancak şüphelenen komşuları
taraf ından ihbar edildiler.
Bir polis, bir astsubay, iki bekçi ve
mahallenin muhtarı dairenin kapısına
geldiler. Uzun uzun kapıy ı çaldılar.
Kapıy ı kimse açmadı. Kapıy ı y okladılar,
içerden kilitli olduğunu gördüler. Ek
kuvv et getirmek için su-
bay ve polisler gittiler. Muhtar bir tanıdığ ını görüp, konuşmak için bir süreliğine uzaklaştı. Bekçi İbrahim Keskin
kapıda nöbetçi olarak kaldı. Kapıdaki
gürültüler
kesilince
Mahir
gidip
gitmediklerini anlamak için kapıy ı araladı
v e bekçiy le karşılaştı.
-Ne var, ne istiyorsunuz?
-Kapıy ı neden açmadınız, bir da kika
karakola gelebilir misiniz?
-Karakola gidecek bir durum yok, niye
gideceğiz?
- Bana öy le söy lediler. Karakola
gelmeniz lazım.
-Peki, üstüme değiştirip geleyim.
İçeri girdi, silahlarını kuşandı, kapıy ı
açtı, yanında Hüseyin Cev ahir vardı.
'Kımıldama' dediler, bekçiy e, bekçi
kaçmaya kalkıştı, Mahir silahını ateşledi.
Bekçi 'y andım anam' diy erek kaldırıma
y ığılırken Cev ahir'le Mahir ellerinde silah,
mermi dolusu valizle caddeye çıktılar.
Herşey göğüs göğüsey di artık. Ellerinde
silahları birbirlerini koruy arak çekildiler.
Kov alayanlar gittikçe artarken onlar hem
ateş açarak çekilmekte, hem de "Tam
Bağımsız
Türkiye"
diy e
slogan
atmaktay dılar. Çember daraldı. Cevahir
v e Çay an, Maltepe Orhangazi Caddesi
Küçükbağ Sokak 8 no'lu apartmana
girdiler. Bahçe duvarlarından atlay ıp
birinci katın kapısını açtılar"
Düşmanla göğüs göğüse geldiklerinde çatışacaklardı. Ama girdikleri ev de
halktan insanlar v ardı. Önce onların can
güv enliğini almalıy dılar. Evde y aşlı bir
kadın, kızları v e torunları v ardı. Onları
ev den güv enli bir şekilde çıkardılar. Onlar
çıkar çıkmaz çatışmaya başladılar. PartiCephe'nin
gelenekleri
böy lesi
çatışmalarla, kuşatmalarla adım adım
şekilleniy ordu.
Daha
savaşın
başlangıcıy dı ama biliy orlardı tohum ne
kadar v erimli olursa kökleri o kadar
sağlam, meyvesi de o kadar bol olurdu.
Bu bilinçle hareket ettiler. Kaldıkları ev
çatışmaya uygun değildi. Daha iy i bir
y ere geçmeye karar v erdiler. Ay nı
binanın üst katına çıktılar. Ev dekileri
dışarı çıkardılar. Y alnızca birini rehin
aldılar. "Sibel
Erkan"dı rehin alınan. Ev Binbaşı Dinçer
Erkan'ındı. Parti-Cephe'liler geleneklerini
y azmaya devam ediyorlardı. Sibel'i
güv enlikli bir y ere y erleştirdiler. Ve
kapıy a barikat kurup katiller sürüsüne
seslendi Mahir v e Hüseyin; "Asla teslim
ol mayacağız. Bizim buradan ölümüz
çıkar. Çocuğa dokunmayacağız. Çocuk
ancak sizin ateşinizle ölebilir. Silahımızı
da asla teslim etmeyeceğiz. Erkek adam
silahını teslim etmez. Bi zi teslim al maya
gelirseniz silahımız size dönecektir."
(Age, Sf:32)
Ve marşlarla, sloganlarla, silah tarakalarıy la başlattılar çatışmay ı. Tüm
azıl ı katiller oraday dı. ABD'li öğretmenlerinden, abilerinden öğrendiklerini
y apmak için kolları sıv adılar. Evin
etraf ına keskin nişancılar y erleştirip,
projektörlerle aydınlattılar. Ve 51 saat
sürecek direniş destanı başladı. Ay nı
saatlerde Nurhaklar'da Sinan Cemgil'ler
düşmanla çatışarak şehit düştüler. Mahir
v e Hüseyin Sinan'ların şehit düştüğünü
öğrendiler. Şehit y oldaşlarını çatışmanın
içinde de olsalar marşlarla, sloganlarla ve
silah tarakalarıy la uğurladılar. Düşman
şaşkındı bu tablo karşısında. Amerika'da
aldıkları eğitim y eterli olmuy ordu. Son bir
y ol kalmıştı. Kendilerince dev rimcileri
zay ıf
noktalarından,
ailelerinden
v uracaklardı. Ama içerdeki savaşçıları
daha
tanıyamamışlardı.
Oy unları
bozuldu. İkisi de mertti, yiğitti. Bu yola
baş-koymuşlardı. Geri dönüş y oktu. "Ya
Ölüm Ya Zafer" diy e haykırıy orlar-dı. Ve
tarih o büy ük ana tanık oldu. 1971'in 1
Haziran'ı. Katiller binanın içini görecek
şekilde
iy ice
y erleştiler.
Mutf ak
penceresine gizlice merdiv en dayadılar.
Öğlene doğru Hüsey in Cev ahir camda
belirdi. Sibel'i serbest bırakıp çatışmaya
dev am edeceklerini açıklarken kahpece
v urdular O'nu. Sinsice binay a y erleşen
katillerden biri O'nu çenesinden v urdu.
Ve Cevahir bu çatışmada bereketli
Anadolu toprağına kavuştu. Mahir ise
y aralı olarak gözaltına alındı.
THKP-C'nin
kuruluşundan
ektikleri dev rim tohumunu kanıy la
tavı r / yıldönümü / haziran '99 / sayı : 13
beri
suladı. O bu tohumdan boy v eren filizlerin damarındaki kan. O halkın
öncüsü, y oldaşı. O halkın y iğit evladı,
sav aşçısı. O'nu katletmeleri y etmedi. 25
kurşun daha sıktılar. Ama bu kurşunlar
tarihi silmey e, tarihi yok saymaya
y etmedi. O; kavganın en ön saf larında
Partisi'ne, önderine, halkına, vatanına
bağlılığ ın,
cesaretin,
özv erinin,
kahramanlığın adı. Dersim'liydi Cev ahir.
Demirci Ka--alardan, Seyit Rıza'lara, Pir
Sultanlara uzanan bir tarihin, bir halkın
bağrında acıları v e özlemleri, sevdalan
v e umutları y ükley ip gelmişti bu kavgay a.
Zulme boyun eğmek, teslimiy et yoktu. Ve
sav aş böy le sürmeliy di. Militanca,
çıkarsız, hesapsız. Böy le düşünen say dı
insanlardan biriy di.
Cev ahir öğrencilik y ıllarında tanışmıştı Mahirle. Ve DEV-GENÇ saflarında birleşmişlerdi. Bu birliktelik onları
doğru dev rimci çizgiy le mücadeley i
dev rime taşıy acak olan örgütü kurmaya
götürdü.
50
y ıllık
rev izy o-nizme,
oportünizme rağmen inançlarına daha
sıkı sarılarak birbirlerini tamamlay arak
kav ganm yükünü birlikte omuzladılar.
Mahir'in önderliğinde Ulaş'la birlikte
THKP-C'y i Anadolu topraklarına y aydı.
Çay da, tütünde, f ındıkta, buğdayda
sömürüy e karşı mitingleri örgütledi. Bir
y andan halkı örgütledi, bir y andan da elde silah eylemden eyleme koştu. Gerilla
f aaliyetlerinde de, işçi direnişlerinde de,
toprak işgallerinde de her f aaliyette
tereddütsüz en öndey di. Çünkü öncüy dü
o. Kav gada tereddütsüz en öne atılan
halkın y iğit evladı, y oldaşı, önderi
Cev ahir... Şimdi senden öğrenen binlerce
y ürek bugün senin gibi geleneklere yeni
gelenekler ekley erek şehit düştüler. Bugüne dek senin ektiğin tohumları hiç
susuz bırakmadılar, bırakmay acaklar. Ta
ki dev rime kadar. Tek yolun dev rim
olduğunu, kurtuluşun sizin y olunuzda
y ürümek olduğunu, kurtuluşun savaşta
olduğunu biliy or bu y ürekler. •
araştırma
v olkan y ıldız
t, Avrat, Silah" diy e üç
değerli olgudan biri olarak
halkımızın
kültüründe,
y aşamında yer edinmiştir
silah. Halk silahı
namusu belleyip kuşanmıştır.
Geleceğinin, kendi yaşamının güv encesini onda görmüştür. Zalimin
elindeki adaletsizliğin simgesi olan silahın
karşısında halk kendi silahını adaletin
simgesi olarak koymuştur.
Zalimin
zulmüne başkoymak için kuşanmıştır.
Türkülerine de konu etmiştir silahını.
Kimi zaman namus olmuş, kimi zaman
mey dan okumanın adı olmuş, kimi
zaman onu kullanan en sadık dostu
olmuştur silah.
Halk, türkülerinde silaha olan sevgisini,
güv enini, onunla kazanacağı umudunu
işlemiştir. Köroğlu;
"Köroğluyum kayaları yararım Halkın
kılıcıyım hakkı ararım Şahtan padişahtan
hesap sorarım Uykudan uyanan katılır
hana"... dey ip bir başka türküsünde de;
"Düş man geldi tabur tabur dizildi Alnımıza
kara yazı yazıldı Tüfek icat oldu mertlik
bozuldu Eğri kılıç kında paslanmalıd ır"
derken silahı iki farklı yönüy le işlemiştir.
Halkın elindeki silahın adaletin, mertliğin;
şahın, padişahın elindeki silahın ise
namertliğin, adaletsizliğin simgesi
olduğunu.
O dönemler halkın elindeki silah;
kılıçtır. Tüf ekse yeni icat olmuştur v e
y alnızca şahın, padişahın elindedir.
Köroğ-lu
halkın
kılıcıdır.
Adaletidir.
Bolubeyi'nin zulm ü n d en
koruy andır.
Köroğ-lu
mertçe
döğüşür,
Bolubey i gibi
namert değildir. Gözleri
oy ulan babasının, beyin
zulmü
altoda ezilen
halkm kılıcıdır, halkm adaletidir, halkın
silahıdır Köroğlu. Çünkü Bolubey i'nin
zulmüne karşı koy an tek yiğittir. Halk
ondan cesaret alır. Diğer y iğitler onun
cesaretinden
etkilenerek
katılırlar
Köroğlu'na, bunun içindir Köroğlu'nun
halkm silahı olması.
Dadaloğlu silaha olan güvenini işlemiştir;
"Beli mizde kılıncımız kirmani
Taşı deler mızrağ ımın temreni
Hakkımızda devlet vermiş fermanı
Fer man padişahın dağlar bizi mdir"
diy erek. Çünkü Dadaloğlu bilir ki onları
padişahm zulmünden koruyacak olan
bellerindeki kirmani kılıçlarıdır, temreni
taşı bile delen mızraklarıdır. Bir de
dağları v ardır sırtlarını
tavı r / folklor / haziran '99 / sayı : 13
y aslıy acakları. Dadaloğlu bilir ki; padişahın zulmünün önünde sav unmasız
silahsız durulamaz, zulmüne boy u n
eğerekde y aşay amaz. B u n u n için
ellerinde silah y erine geçen ne v arsa
kendilerini koruy acak olansa odur. Bu
y üzdendir silahlarına güv enleri.
"Oy Mustantik Mustantik
Tabanca mı ver bana
Tabanca mın yüzünden
On yıl verdiler bana"
diy en ozan tabancasına özlemini
anlatır. Biri ay rı düşerse silahından
v ücudundan bir parçası eksilmiş demektir. Bir taraf ın koptu benden der. Et'le
tırnak gibidir silahını değerini bilene
silahı. Hiç ayrılmak, yanından ay ırmak
istemez
onu.
Ay rı
düştü-müydü
silahından y arine hasret kalır gibi hasret
kalır silahına.
Hekimoğlu,
Ağa'nın
kendisiy le
v uruşma çağrışına;
"Heki moğlu, derler benim aslıma
Aynalı martin yaptırdım
kendi neslime"
diy erek vuruşmay ı kabul ettiğini ilan
eder. Ay nalı martiniyle girer sav aşa, çıkar
sav aş
meydanına.
Başedemez
düşmanları Hekimoğlu'y la. Aklı v e silahıy la y arar çıkar düşmanlarının hain
pususunu
Hekimoğlu.
Destanlaşır
dillerde.
Kürtoğlu'nun silahına düşkünlüğü;
"Kürtoğlu der ki teslim olma m
Elimdeki silahı vereme m"
sözleriy le işlenir. Kürtoğlu bir Kürt
eşkiy adır. Dev letle çatışır. Karşısında
Mehmet Çav uş denen satılmış biri v ardır.
Her def asında Kürtoğlu'ndan silahını
bırakıp teslim olmasını isteyen Mehmet
Çav uş'a Kürtoğlu'nun karşılığı ölüncey e
kadar "ölürü m de teslim et me m silahımı"
olmuştur. Çünkü o namustur ve namus
ölene kadar korunur. Teslim edilmez y ok
edicilere, teslim ederse düşmanına
silahını na musunu
teslim
etmiştir
düşmanına.
Kürtoğlu'nun attığı kurşunlar saplanırken düşmanlarının bağrına, y üreğine
bir f erahlık iner. Bunun içindir ki Kürtoğlu
anlatılırken silahından mutlaka bahsedilir.
Adi bir suçtan içeri düşen v e daha
sonra hapisten kaçarak dağlara çıkan
Gıldolağ isimli eşkıy anın mav zerinin
kendisine olan dostluğu, arkadaşlığı
karısının kendisi için yaktığı;
"Gıldolağ'ın eğlencesi Karataş
Ne ana m var, ne gardaş
Beşli mavzer olsun bana arkadaş
Alınan avlandım ben ona yanarım"
ağıdmda dillendirilir. Silah arkadaştır
Gıldolağ'a. Eşittir, dosttur onu taşıy ana
silah. Terketmedikçe o terket-mez
kimsey i, bir başına bırakıp gitmez adamı.
Olur da iy i bakmazsan kızar y arı y olda
kor seni çünkü sen bakmay arak y an
y olda koymuşsundur onu. Nasıl bakarsan
y arine, nasıl incitmezsen y arini, silahına
da bak öy le, incitme bir taraf ını silahının.
Y oksa dar günde bulamazsın y anında
silahını.
İnce Memed'de zalime meydan
okumanın adı olur silah;
"Mor menevşedir martini min de miri
Teslim ol ma m ölü m allah e mri"
diy erek Toroslar'dan gürler İnce
Memed. Buhurcular kulak v erip dinler
onu, Abdo Ağa titrer ininden bu sesle.
Bolkarlar bağrına aldı İnce Me-med'i.
Abdo Ağa'nın zulmü altındaki köy lüy e
umuttur İnce Memed'in mey dan okuy an
sözleri.
Arguv anli Ali, ağanın tuzağın a
düşünce silahının y aranda olmadığına
hay ıf lanır;
"Gır atımı çekin binem üstüne
(1)
Verin tüfengimi destime
Argavun'un Kürdü gelsin üstüme"
diy en Arguv anh Ali namertçe, silahsız v urulmuştur. Arguv an'ın Ağası, ola
ki elinde silahı olan da gitsey di Arguv anh
Ali'nin üstüne baş edemezdi Arguv anh
Ali'y le. Gır atana binip, silahını eline
aldımıy dı artık kimse durduramaz, zarar
v eremezdi Ali'y e. Ve Arguvanlı Ali
öğütler der ki, ay ırma silahı hiç bir
zaman y arandan. Çünkü odur seni
koruy acak olan.
"Ünlü Ali Efendim ünlü
Tüfeginin ucu kanlı
Yirmiiki kelle kesmiş
Düş manına deve kinli
(daha kinli)
Alo'nun kinidir, intikamıdır, tüf eği.
Demircioğlu'nun adamlarının sermiştir
leşini y ere. ama Anasını kirleten,
anasınm katili, halka jandarmayla birlikte
zulmeden, Elif kızı döv erek y ataklarına
düşüren, Demircioğlu'na kinlidir Alo.
Hesap
günü
gelip
de silahının
namlusunu Demircioğlu'nun bey nine
day ay ıp parçalarını saçtığında ortalığa
alır intikamını, son verir Demircioğlu'nun
zulmüne. Kahramanlığı ebedileşir halkın
belleğinde.
Bunlar gibi y üzlerce örnek v ardır
türkülerde.
Miçan'da;
"Martinimin pulları
Gece kestim yolları
Aslan Mican geliyor
Sayma z karakolları"
Karay ılan'da;
"Al şu kılıcı beline bağla
Karataş içine toplar kuruldu
Vura vura kolum yoruldu
tav ır / f olklor / haziran '99 / say ı: 13
Yılan beyim koltuğundan vuruldu"
Çete
Türküsü'nde;
"Zabalan
(Sabahleyin) gaktım güneş parlıyo(r)
Oturmuş çeteler tüfek yağlıyo(r)
Yunan askerleri yaman ağlıyo(r) Dini
bi uğruna ölen çetele(r) Garali
Türküsü'nde; "Garali dedikleri bir kara
(2)
dana Çekti bıçağı tüngüdü
meydana Garali'yi doğuracak birdebir
ana İnersem İzmir'e yakarım dedi
Garali" türkülerinde olduğu gibi
y üzlerce
örneklerle doludur, türkülerde silah
temasının işlenmesi.
Ev et halk türkülerinde silah f arklı
temalarla işlenmiştir. Çünkü halk için
silahın tek bir anlamı değil birçok anlamı
v ardır. Bu y üzden hep farklı f arklı
temalarla türkülerde karşımıza çıkar
silah.
Marşlarımızda da, kav ga türkülerimizde de "silah" bunlardan f arklı işlenmiştir. Çünkü bizim marşlarımızın,
türkülerimizin kay nağı halkın kav gasıdır,
halkın y aşamıdır, halkın v e haklının
mücadelesidir.
Marşlarımızda Silah
Karadeniz...
Bunu duysun derinliklerin;
O ateşli göğüsleri delen hançerin
kabzasını biz alacağız eli mize
Marş olarak bestelenmiş olan Nazım
Hikmet'in Mustaf a Suphi v e 14 yoldaşı
için y azdığı bu dizide kabzasını biz
alacağız elimize derken on-beşlerin
kav gası
Karadeniz'in
o
hırçın
dalgalarında
kay bolmamıştır.
Çelikleşmiş, daha bir hırçınlaşıp, delerek
Karadeniz'in bağrını dalgalar ını dev rim
için çaptırmıştır. Onbeşler'in çe-likleyen
kav gası bugüne miras olarak taşınmıştır.
Ey DEV-GENÇ'li
Savaş vakti yaklaştı
Al silahı vur beline
E mperyalizme karşı
(oligarşiye karşı)
Gençliğe çağrıdır bu. Savaş vaktidir.
Artık silahlar kav ranılmalı, savaşa
girilmelidir.
Davulla, zurnayla, sazla
Topla, tüfekle, silahla
Kurtuluş savaşımıza
Uyandık hey geliyoruz.
Kurtuluş sav aşımız için davulla, sazla,
topla, tüf ekle, silahla derken her şey in
elimizde silah olduğu, bir dav ulun, sazın,
zurnanın elimizde nasıl silaha dönüştüğü
anlatılmaktadır.
Ulaş'ın elinde mavzer
Mavzeri türküye benzer
Bizi mkiler böyle ölür
Böyle ölür bizimkiler
Ulaş'ın elindeki mav zer bir türküdür.
Dolaşır dilden dile, elden ele. Böy le ölür
bizimkiler; elerinde silahlarıy la son
mermisine dek türkü söyler gibi, tıpkı
Vietnam'da silah tarakalarının sesini
türküley en Vietkonglar gibi türkü söy ler
gibi çatışarak ölür bizimkiler. Bu türkü
Anadolu'nun her karış toprağında dillenir.
Alnında yıldızl ı bere
Elinde mavzeriyle
Çıkıp Dersi m dağlarında
Türkü söylemek var ya.
Oy Cemo..
Cemo elindeki mav zeriy le kazınır
bilinçlere, alnında y ıldızlı beresiy le ta
Küba dağlarından sav aşan da, elinde
mav zeriy le Dersim dağlarında v uruşanlar
da birdir. Ve o sav aşın; elinde mav zeriyle
Dersim dağlarında türkü söylemenin,
türkü söyler gibi savaşmanın coşkusu,
sev inci başkadır. O özlemle y anar y a
şimdi binlerce yürek.
Çekip alıyor soframdan
Uğruna alınteri döktüğüm
Ekmeği mi tütünümü ne varsa
Düş man çizmesi altında yurdum
Hava barut kokuyor
Harita m kan içinde
Söz eylemini bitir miş
Silahın eylemidir şi mdi
Göğsümü zde u mudun çapraz fişekliği
Artık sözün eylemi bitmiştir. Silahın
ey lemidir.
Söylenecek söz çoktan
söy lenmiştir. Şimdi artık savaşma zamanıdır. Cephanemiz umuttur. Düşmanın
baskısından, sömürüsünden kurtulmanın
y olu savaşmaktır.
Elleri mizde silahlarımız
Sloganlar dillerimi zde
Kucaklıyor ölümü
Varsa cesaretiniz gelin
Silahınız bo mbanızla gelin
Varsa cesaretiniz gelin.
Ölümü,
ellerimizde
silahlarımız
dillerimizde sloganlarımızla kucakla-
rız. Düşman silahı,
bombası
korkutamaz
bizleri, bizim
silahımız ces aret le,
umutla,
bili nç li
ateşlenir.
Ölüncey e
kadar hiçbir zaman
düşmez
silahımız
e l i m i zden.
Hasretin O büyük güne
Savaşarak varacağız
Silahımız
söyleyece
k
son
sözü
Haklıyız kazanacağız
Hasretimiz olan o büy ük güne
v armanın y olu savaşmaktır. Ve bu sav aşta son sözü söyley ecek olan, o görkemli günü yaratacak olan elimize
kabzasını aldığımız o ateşli göğüsleri
delen hançerdir; silahımızdır. Şehitlerimize armağan olacak olan o günü
silahımızla
kazanacağız;
Silahımız
bey nimizdir.
Silah kimileri için ürkütücü bir nesne,
kimileri için y ar, kimileri için zulüm aracı,
kimileri için eş, dost, kardeş, yoldaş,
kimileri için düşman, kimileri için
düzenlerinin dev amı sağlay acak tek güç,
kimileri içinse Adalet'in onurun, namusun
simgesi, onların korunması aracıdır.
Sonuçta silah bir araçtır v e onu kullanan
onu nasıl y önlendirirse o da amaca
hizmet eder. Bunun için;
Zalimin elinde,
silah; zorbalıktır.
silah; adaletsizliktir
silah; namertliktir
silah; ölüm kusan makinadır.
Halkın v e haklının elinde
tavı r/folklor/haziran '99/sayı: 13
Silah; gelecektir
Silah; öçtür
Silah; namustur
Silah; adalettir
Silah; özlemdir
Silah; umuttur
Silah; yardır
Silah; mazlu ma hayat verendir
Silah; zalimin zul müdür.
Bu silah hiçbir zaman y ere düşürülmeden y üzy ıllardan bu y ana elden ele
miras bırakılarak bu günlere taşınmıştır.
Bu günden y arma taşıy ıcıları ise biz
dev rimcileriz.
Ve
hiçbir
zaman
düşmanımıza teslim etmey eceğiz. Namusumuzdur, halkın namusudur O.
(1) Destine:
Kürtçe bir kelimedir "elime" anlamına gelir.
(2) Tüngu mak:
Birden sıçrayıp orta ya çıkmak.
Kaynak:
Öyk üleriyle Halk Anlatı Türküleri/ Mehmet Ba yrak.
öykü
kenan t e m i z
A
lacakaranlığın
sessizliğini
y ırtan motor sesleriyle sulan
y ara yara günlük rızkına
açılan teknelerde, güv ertede,
dümen başında görmey e
alışık olduğumuz y üzler... Başlarında el
örgüsü başlıkları, mevsim ne olursa olsun
y akası yüksek boğazlı kazaklar, üstüne
y ün keçeden ya da deriden y elekleriy le
denizin ırgatları, balıkçılar.
"Bismillah" çekip çalıştırılan motorlarla
hareketlenen
teknelerden
birbirlerine "rastgele" dileklerini bağırarak
düşüy orlar yola.
Y ol dememiz ağız al ışkanlığındandır elbette. Denizde y ollar geçi
cidir.
Teknelerin ardında
bıraktığı
izin ömrü kadardır yolların ömrü.
Çanakkale'den
İskenderun'a,
Ege'nin, Akdeniz'in dalgalarıy la oy arak
oluşturduğu irili ufaklı yüzlerce koyu y uva
bellemiş
tekneler...
Teknelerin
y anıbaşında
eller
ağ
örmekte...
Y engeçlerin parçaladığı, deldiği ağlar
onarılmazsa ekmek çıkmaz denizden.
Y engeçler, ağlar karidesle dolduğunda
karides kokusunu alır almaz kıy ıdan
başlarlar ağlara doğru y üzmeye. Geç
kalınır sa, ağ toplanmazsa zamanında,
işte hem ağdan, hem de karidesten olursun...
Kıy ıda eller ağlarda, bir y andan koy u
bir sohbet,
geçmişten, bugünden,
birbirlerinin
sev inçlerinden,
sıkıntılarından... Deniz kaynaştırır balıkçıy ı,
saf laştırır, y an y ana, omuz
omuza getirir. Fırtınası, dalgası, kıtlığı,
bereketi
hep
birlikte
y aşay anlar
birbirlerinin y alnız iy i günlerinde değil,
kötü günlerinde de can olurlar. Ekmektir
deniz, rızktır. Ve deniz herkese rızkın ı
v erir. Bu y üzden denizde kıskançlık
olmaz...
Kıy ıda balıktan dönenler kimi zaman
"y a nasip" okuy arak, kimi zaman
sev inçle
indirir
balığını.
Ge çerler
çardağa, demli bir çay
eşliğinde
birbirlerinin sözlerini kese kese, hem
herkes konuşur, hem herkes herkesin
konuştuğunu anlar. Öy le bir güzelliktir
hergün y aşanan. Ama zaman ilerledikçe
kelimeler sey relir, bir eksiklik, bir boşluk
v ardır, bir türlü rahat bırakmaz hiçbirini.
Birinin dudağından çıkar: "Reis gelmedi".
Önce hepsi birden "gelir gelir, dur hele"
derler, aslında hepsinin içine kurt
düşmüştür. Zaman ilerledikçe hiçbir laf ın
anlamı, hiçbir şey in tadı tuzu kalmaz,
kalkılır, y ürünür motorlara. Reisin açıldığı
bölgey e v e çev resine çevrilir teknelerin
burnu. Bazen saatler, hatta günler boyu
bıkmadan, usanmadan taranır deniz. En
kötü durumda, tekne batmışsa da
mutlaka bulunur bir iz. Duramaz balıkçı
y erinde. Bu y üzden dostlukların da
anasıdır deniz, sev ginin de...
Kimi zaman yürek yakan sevdaları
besler dalgalar. Koy larındaki sular gibi
duru, saf, temiz.
Denizine bir sevdadır Selimiyeli
Ay nur Reis'in y üreğine 18 y ıl önce
tavı r / öykü / haziran '99 / sayı : 13
düşen. Beş y aşınday ken babasının
teknesinde tanımıştır y aşamı. Y aşam,
uçsuz
bucaksız
denizden
ekmek
kazanma kavgası. 18'ine vardığında usta
bir denizcidir. Sabahlardan bir sabah
Sedat Reis gür sesiyle "Haydi rastgele"
diy e bağırdığında başını kaldır ıp bakmış,
ağzında dü ğümlenmiş sözü. Sessizce
çıkıv er-m i ş f ısıltı gibi "sana da
rastgele". Gözgöze gelmişler bir tekne
boy u zamanda. Öy le dolambaçlı y ollara
sarmamışlar işi. Denizine tutulmuşlar y a,
birbirlerine kav uşmuşlar balıkçı töresine.
Ay nur Reis için değişen tek şey, bir
tekneden başka bir tekney e geçmek
olmuş. O kadar y alın, o kadar sade. Ve
şimdi üç çocuk büy ütmüş bir ana.
Çocuklarına deniz analık etmiş.
"Denize ne verirsen onu alırsın."
Bütün balıkçılar gibi ağ örmenin, ağ
sarmanın, ağ toplamanın, tekne temizlemenin ustası. Ev inin de direği,
çocukların anası. Denizden emekli o l m
a k y oktur. Beş nüf us beslemek kolay
mı? Barbun'u, mer-can'ı, sabiya'y ı
(mürekkep balığı), palumutu... bir de
ahtapotu her şey iyle bilir, tanır. Hele de
ahtapotu onun kadar ne Sedat bilir
Selimiye'de, ne de bir başkası. Motorun
sesini k e s i p y avaşlay ınca, başlar
gözleriy le ahtapotun y attığı kay alığı
taramay a. Nereye gitse bulur onu Ay nur
Reis. Nice güçlü sarılsa onca kollarıy la
kay ay a, zıpkını y edi mi, gücü kuvveti
kesilir, bir de Ay nur
Reis'in kolunu daldırıp pençesiy le
kav ramasından kurtuluş y oktur. Ay nur
Reis, Sedat Kaptan'ın karısı, çocuklarının
anası, denizin ustası... Doğduğunda
kendi çığlığını duy amamış Kadriy e Ana.
Gözleri açıldığında anasının dudakların ın
kıpır dadığını görüp gülmüş. Arkasında
ona seslenen, el çırpan babasının
"Kadriye" diy e seslenişini de duymamış.
Şimdi de Fethiy e'den kıy ılarında, ne
otomobillerin gürültüsünü, ne balıkçı
teknelerinin motor seslerini... Bir tek sesi
duymuş, denizin sesini, denizde ne varsa
onların seslerini. Babasının teknesinde
denize ilk açıldığı gün sevinçle kolunu
kaldırıp bir y önü göstermiş. Anlamamış
önce koca reis. Y ılların usta balıkçısı,
çocuk şaşkınlığına v ermiş, ama çırpınıp
durmuş Kadri-ye.
Koca reis, küçük Kadriye'y i sevindirmek için teknenin burnunu çevirmiş
onun gösterdiği y öne, bir süre yol almış,
sonra o şaşkınlıktan çırpınmış sevinçle.
İşte balık... Fethiye kıy ılarından y ukarıy a
y a da aşağıy a, tüm kıy ılarda balığın y erini
en iy i o biliy or. Gözleri bıçak gibi keskin.
Elleri, o ağ onarırken y a da y eni bir ağ
örerken
ellerine
göz
yetişemiyor
Başındaki baş örtüsü bürücük, sırtında el
örmesi hırka, üstünde pa-
zar eteği, ay aklarında el örmesi y ün
çorap. Arap Ahmet'in her şeyi... Karanlık
içinde av a çıktığı gün gör müş Kadriye'yi,
bakışmışlar, konuşmuşlar. Kadriy e ne
söy ley ecekse bıçak keskini gözleriy le
söy lemiş. Arap Ahmet'in her şey i
oluv ermiş.
Her
şeyi;
karısı,
üç
çocuğunun anası, teknesinin kılav uzu,
ağlarının ustası, ömrünün yarısı.
Bir gün aniden lodos çıkmış, deniz
kabarmış. Ağları toparlayana kadar lodos
sarmış denizi boy dan boy a. Tekne beşik
olmuş sallanıy or. Kadriy e tekneye
kılav uz, batırmamak için av azının
çıktığınca bağırıy or. Avazı... O, denizdeki
sesleri duy uyor, deniz onun sesini. O,
denizin arkadaşı...
Ayşe, kınalanmadan önce Çanakkale'de kendi halinde bir ev kızıd ır.
Çağı geldi diy e, iyi bir sanatı var diy e,
berber Ramazan'a kesmişler sözü.
Ramazan baba ocağından balıkçı.
Denizden
ekmek
kazanmak
iy ice
zorlaşınca sanat öğrenip dükkan açmış.
Önce Ay nur'u vermiş kınalı Ayşe
Ramazan'ın kucağına. İki y ıl sonra
Aykut'u. Dükkan dar gelmiş Ramazan'a.
"Haydi kınalım" de miş,
"deniz bizi
çağırıyor".
Küçük bir sandala değişmiş dükkanı.
Kınalı denizi bilmezmiş önceleri. Elleri
şişmiş ağ çekmekten,
tavı r / ö y k ü / haziran '99 / sayı : 13
y arılmış kınalı elleri soğuktan. Dökülmüş
kınaları da hiç ses etmemiş. Y av rular
ekmek
ister,
Ramazan
ekmek
peşindey ken ne yapmalıy dı?
Sarılmış y arılan ellerine inat ağlara,
kov a kova suy u çekip y ıkamış tekneyi
her akşam. Çocukları y atırıp erkenden,
alacaşaf ağa varmadan açılmış y ine
denize. Deniz onu sevmiş, o denizi
kabullenmiş. 20 y ılını v ermiş sulara,
büy ütüp okutmuş çocuklarını. Şimdi
öv ünüyor;
biri
öğretmen,
ötekisi
üniv ersitede diye. Onlara da öğretmiş
tekney i, balığı, denizi. Bir gün, bir gün
deniz çağırırsa diy e...
Onlar
denizin
ustaları.
Onlar
dalgaların arkadaşları. Onlar ana, onlar
öpülesi kınalı elleriy le hayatın reisleri.
Çocuklarının adın ı teknelere y azmışlar.
Onlar denizin anaları. Y av ruları çağırmış,
durmak olur mu? Vurmuşlar sulardan
sulara.
Onları deniz çağırmış. Rastgele
Ay nur Reis, rastgele Kadriye, rast-gele
Kınalı.
O emekçi elleriniz alacaşafakta bir g
ü n en güzel güneşi doğuracak. Mutlaka
doğuracak; size yine de rastgele... •
öykü
ö z g ü r a ksu
K
üçük oğlu Murat'ı da okula
gönderince, mutfağa gidip
çay ı ısıttı Zeynep. Kahvaltı
sof rasına temiz bir bardak
getirip çay doldurdu. Bir
y andan kahvaltısını y aparken, bir yandan
da izlediği sabah programını kaçırmamak
için telev izy onu açtı. Kocasından v e
çocuklarından
daha
erken
kalkıp
kahv altılarım hazırladığı halde onlar
ev den çıkana kadar kendisi kahvaltı
y apmazdı. Bir y andan oğlunun nereye
koy duğunu
bilmediği
defterlerini,
kitaplarım ararken, bir y andan da kızının
üstünü başını hazırlad ı. Kocası y a
çorabını y a gömleğini ister, Zey -nepse
sabah sabah tüm bunların y anında bir de
onların çay ını doldururdu. Bu kadar işin
arasında oturup da bir bardak sıcak çay
içemezdi. Aslında böy lesi daha f azla
hoşuna gidiy ordu Zey nep'in. Hem sakin
sakin kahvaltısını y apıy or hem de
telev izy on izliy ordu.
Kumanda aletini eline alıp kanallarda
neler v ar dey ip, şöy le bir dolaştı... Bu
saatte bütün kanallarda neredey se
birbirinin ay nısı programlar v ardı. Bir
kadın bir erkek sunucu garip kıy afetler
giy iyor, birbirlerine şakalar y apıy orlardı.
Bolca da klip y ay ınlanıy ordu. Sonra bir
de y emek tarif leri, def ile görüntüleri...
Arada sırada bir "doktor" çıkıp estetik
ameliy a-
tın ne kadar fay dalı olduğunu vey a hangi
rejimle daha çabuk kilo v erileceğini
anlatıy ordu... Bu programlanıl ardından
dizi f ilmler başlıy ordu. Her kanalda
birbirinin kopy ası olan garip pembe
diziler v ardı. Bütün kanallar aynı saatte
başladığı için Zey nep yalnızca birini
izley ebiliy ordu, ama olsun. Ara sıra
diğerlerine de bir göz atıy ordu. Hem
komşuları da anlatıy ordu o dizileri.
Böy lelikle az çok onları da izlemiş
oluy ordu.
İzlediği f ilmin başlamasına daha bir
saate
y akın
zamanın
olduğunu
f arkedince Zeynep hızla ev i temizlemey e
başladı. Bardağında kalan son y udumu
da aceley le içerek sofray ı topladı.
Ortalığı süpürdü, temizledi... Temizlik işi
bitince mutf ağa geçti. Akşam yemeğini
hazırlay acaktı. Bugün rahattı. Her gün
y aşadığı gibi saatlerce "bugün ne
pişireceğim" diy e düşünmey ecekti. Daha
kocası maaşını alalı birkaç gün olmuştu.
Her ne kadar ellerinde pek bir şey
kalmasa da dün pazara gidebilmişti y a.
Hiç
olmazsa
yemeklik
birşey ler
alabilmişti. Onun için rahattı bugün. "Ne
pişireceğim"
di ye
saatlerce
düşünmey ecekti. Fasulye pişirecekti
bugün. Taze f asulye. Fasulyeleri plastik
bir sepete koyup salona gitti.
Pembe dizi de y eni başlıy ordu.
Başrol oy uncusu olan uzun saçlı katavı r / ö y k ü / haziran '99 / sayı : 13
dın kızkardeşiy le kocasının v e kocasının
sekreteriyle babasının ilişkileri olduğunu
öğrenmiş ağlıy ordu. "Zavallı kadın hep
böyle acı çekiyor" diye düşündü, Zeynep
bir y andan fasulyeleri ay ıklarken.
Fasuly elerin yarıdan f azlası çürük
çıkıy ordu. "Eee sen ucuz olsun diye
pazarın dağıl ma saatinde gidersen bir de
üç kuruş az vermek için yarım saat
pazarlık yaparsan böyle çürük çarık olur"
dedi kendi kendine. "Ama başka ne
yapabilirim?
Hüseyin'in
kazandığı
maaşla başka türlü nasıl geçinebiliriz
ki?" dedi kendi kendine. Sonra kendini
dizi f ilmin temposuna kaptırdı y ine.
Öğley e kadar öy lece oturup fasulye
ay ıkladı, film sey retti. Öğle y emeği
y apmazdı zaten. Bir tek Murat gelirdi bu
saatte. Ona da dün akşamdan kalan bir
tabak yemeği yedirince tamam olurdu
herşey . Kendisi f azla bir şey yemezdi ki.
Öğlenden sonra f asuly eyi ocağa koy du.
Dantelini aldı eline. Hafta sonuna kadar
elindeki danteli bitirmesi gerekiy ordu.
Çünkü,
ördüğü
dantelleri
sattığı
mağazanın sahibi telef on edip, yeni
siparişler var, hafta s o n u n d a gelip
onları alırsın demişti. İy i ki bu dantel
örme işini bulmuştu. Kocasının maaşı
dört boğaza y etmiy ordu ki. Hiç değilse
ellerine 3-5 kuruş da bu sayede
geçiy ordu. Aslında Zey nep'e kalsa başka
bir iş de y apar,
o da başkaları gibi gider çalışırdı y a,
Hüsey in izin v ermiyordu. "Ben karımı
böyle dışarda elin ada mların ın yanında
çalıştırma m, na musu mu ikiparalık ettirme m" diy ordu. Haksız da say ılmazdı
Hüsey in. Doğru y a, elalemin hırsızı v ar,
arsızı v ar. Kimin ne olduğu belli değil ki.
Öy le herkesin yanında güv enilip de
çalışılmaz bu dev irde. Tanımadığı,
bilmediği adamların y anında çalışması
olmazdı. Ama bu dantel işi öy le değildi.
Hem y ıllardır y aptığı, bildiği bir işti. Hem
de
ev inde y apıy ordu.
Oturuyordu
telev izy onun karşısına bir y andan dizi f ilm
sey rediy or, bir yandan da dantelini
öry ordu.
Namusuyla
kazanıy ordu,
kazandığı 3-5 kuruşu. Akşama kadar bir
hay li dantel ördü Zey nep. Bir hay li dizi
f ilm sey retti. Bu arada çocukları da okuldan gelmişti. Murat hergünki gibi
çantasını bir köşeye atmış, bir iki lokma
y emek y eyip, sokağa koşmuştu. Kızı Filiz
ise biraz derslerine bakmış, sonra
annesiy le birlikte pembe dizi sey retmeye
koy ulmuştu.
Hav a kararmaya başlarken Zey -n e p
dantellerini topladı. Torbasma koyup her
zamanki y erine, kapının arkasına astı.
Mutf ağa gidip y emeği hazırlamay a
başladı. Filiz de annesine ardım ediy ordu.
Biraz sonra Murat gel di. Ardından her
günkü y orgun haliyle Hüsey in girdi sokak
kapısından. Anne kız sof ray ı hazırlarken
Hüsey in telev izy onu açtı. Haberler
başlamıştı... Y ine her akşam ki görüntüler
v ardı telev izy on ekranında. "Şu siyasi
partinin lideri, şunu dedi, bunu söyledi, bu
böyle konuştu..." Herkes
bol bol
konuşuy ordu... 10-15 dakika süren bu
haberlerinden ardındansa "hangi po p
şarkıcısı konserinde hangi elbiseyi giydi.
Hangi manken neresine estetik ameliyat
yaptırdı. Hangi futbolcu sevgili değiştirdi
vb." haberler v eriliy ordu. Ekran yine neredeyse tamamen çıplak kadın görüntüleriy le doldu, içinden "la havle" çekti
Hüsey in. Başka bir kanalı açtı. Biraz
sonra orada da benzer görüntüler çıktı.
Y ine değiştirdi kanalı. Bir y andan da
söy leniy ordu. "Gösterdikleri haberlere
bak. Ailece oturup insan haber bile izle-
yemiyor" diy e. Sof ray ı topladıktan sonra
aceley le çay ı getirdi Zeynep. "Başladı
mı?" diy e sordu. "Yok anne, daha
başlamadı" d e d i M u r a t . M u r a t ' ı n ,
Filiz'in v e Hüseyin'in gözleri sanki ekrana
sabitlenmiş gibi duruy orlardı.. Hüsey in,
telef onun kablosunu salonun ortasına
kadar uzatmıştı. Telev izy onun tam
karşısına oturmuş, hiç durmadan ay nı
numaralara basıy ordu. Zey nep çaylarını
v erip kanepenin ucuna oturdu. Şimdi
onun gözleri de ay nı noktadaydı.
Nihay et garip bir müzikle başladı
y arışma programı. Ekranda may olu, mini
etekli kadınlar dans ediy ordu. Bir süre
sonra müzik y ükseldi, spikerin sesi
duy uldu. Acay ip kılıklı bir adam koşarak
geldi sahney e. Y an çıplak dans eden
kadmlar sardılar çev resini. Kimi adama
sarılıy or, kimi kolunu tutuy or, kimi elini
boy nunu doluyordu. Adam tüm bunlarm
arasında
y ılışık
y ılışık
program
sunuy ordu. Hüsey in tüm bunlardan
rahatsız
olsa
da
biraz
sonra
kazanacağmı hay al ettiği mily arları
düşünerek bir şey de-miy ordu. Başka
zaman böy le görüntüler çıksa mutlaka
küf ür eder, kanal değiştirirdi. Eh zaten
görüntüler de izlenecek gibi birşey
değildi. Ama kazanılacak olan mily arlar
tüm bunları izlettiriy ordu ona.
Spiker ilk telefon bağlantısını kurmuştu. Sesinden hay li ihtiyarlamış olduğu anlaşılan bir kadın, sunucunun
sorduğu deh saçması gibi uy duruk bir
soruy u bilemiy or, adama yalv arı-y ordu.
"Ne olur yardım edin. Bu paraya çok
ihtiyacım var, n'olur, n'olur yardım
edin." Kadın telev izy onun v erdiği paray ı
almak
için
sunucuy a yalv ardıkça
y alvany ordu,
neredeyse ağlayacaktı
kadın. Sunucu sürekli "başka ne
yapabilirim ki" diy or, bir yandan da
y anınadaki çıplak kadınlarla birlikte
kikirdiy ordu. Bu sahne bir süre dev am
etti. Sonra y aşlı kadının y akarma ve
hıçkırıkları arasında spiker telefonu
kapattı.
Hüsey in'in
parmakları
y arışma
başladığından beri hiç durmadan aynı
ritimle tuşlara basıy ordu. Sunucu
tavı r / öykü / haziran '99 / sayı : 13
y eni bir telef on bağlantısı kurulmasını
anons ederken, Hüseyin'in kulağında
telef on sesi bitmişti. Telef on çalıy ordu.
Hüsey in
telefondan
gelen
sesin
değişikliğiy le birden irkildi. Parmaklarıy la
hep ay nı hareketi tekrarlay ıp, hep ay nı
sesi duyduğu için, belki de telefonun
çalacağını
beklemiy ordu.
Telef on
çalıy ordu. Bir kadın açtı telef onu,
Hüsey in'in adını, soyadını sordu. Sonra
bağlantı kurulana kadar beklemesini
söy ledi. Ev dekiler hepsi Hüsey in'in
çev resine birikmiş, "telefon düştü mü"
diy e soruyorlardı. Hüsey in hiçbir ses
duymuy ordu oysa. Aklında hep biraz
önce y aşadığı daha doğrusu biraz önce
gördükleriy le
kavradığı
gerçekler
geliy ordu.
Y aşadığı
y oksulluklara,
y oksulluğun
getirdiği
y oksulluğa,
horlanmışhğa son verecek olan 10 milyar
liray ı alabilmek için insanların nasıl
düşkün bir hale getirdiği gözlerinin önüne
geldi. Bugüne kadar hep namusu için,
onuru için y aşamamış mıy dı? Haketmediği, alınteriy le kazanmadığı tek lokma
geçmemişti
boğazından.
Aslında
telev izy onlarda patronların dağıttığı 10
mily arda kendi alınteri vardır ama...
Aması v erdi işin. Y a o rezillikleri izlemek,
onların v ereceklerini onların v ereceklerini
v aatettikleri paralar için onur diy e, namus
diy e, değer diye bildiği herşey in
kirletilmesine göz y ummak, ya o
y alvarışlar, ya o garip kılıklı, insanın en
temiz, en saf y anına kendi pisliklerini
bulaştırmak istey en züppeler, fahişeler...
Tüm bu pislikleri her gün ekrana taşıy an
şu karardık ekran. Hüseyin'in kafasında
tüm bunlar dolanıp durdu o kısa bekleme
süresinde.
Telef onun diğer ucunda ve ay nı anda
telev izy ondan duy ulan spikerin sesiy le
düşüncelerinden
sıy rıldı
Hüsey in.
Sunucu, her harfi sünrüdere sündürü
ağznı y aymış konuşuyordu. "Aaalllooo!
Buyrun efendim..." önce bir şey demedi
Hüsey in, y utkundu. "Al lah belanızı
versin" dedi sonra. Stüdy oda ince bir
siny al sesi çınladı.
Hüsey in telefonu kapatmıştı. •
masal
sa m e t yı l d ı z
"Tık tık tık...
ajans haberlerine bakıy or, etraf ın-dakileri
tık tık tıık tıııkkkk"
dinlemekle yetiniyorlardı.
Bülbülün iç çekerek özlemle baktığı
köhne
ahırda
ise
y emin
töreni
Ağaçkakanlar koca çınarın geniş
Bir anlık sessizlikten sonra "kurtlara
y apılmaktaydı. Ahıra seçilen eşekler,
göv desine son haberleri gagalıy orlardı.
geçit yok!" diy e cılız bir ses yükseldi.
y ılanlar, tilkiler v e güvercinler kurtlarla
"Kovuklar açıldı! Kurtlar büyük bir oy
Bülbüldü bu. Daldan kanatlanıp aşağıy a
y anyana oturmuş sıray la kürsüye çıkıy or,
patlaması yaparak ahıra girdiler"
indi.
anırıy or,
"Arka daşlar
kurtlara
Çınar ın önünden geçenler, son ajans
haberlerini kay gıy la okuyorlardı.
karşı
birleşmeliyiz
koymalıyız"
ve
diy e
"Şi mdiye kadar aklın neredeydi" diye
girdiği
bağırtılar,
görüldü.
çığlıklar
Her
taraf tan
gelmeye
başladı.
Özellikle güv ercinler dişi tilkiye büy ük bir
çıkıştı karınca.
Eyvahlar olsun, şimdi ahıra girdiler, gayrı
soyumuzu tüketirler" dedi serçe.
şapırdatıy or,
Bir ara ortalık karıştı. Dişi bir tilkinin
ahıra
yuvama girip, yu murtalarımı çalıyorlardı.
ağız
konuşmasını sürdürdü. Tüm hayvanlar
gülmey e başladılar.
"Bunlar ahıra seçilmeden önce de
tıslıy or,
uluy or, ötüy orlardı.
tepki gösteriy or, cikliyor, tüy lerini y olmak
"Seçimlerde bana oy verseydiniz
istercesine
havalanıy orlardı.
Derken
güv ercinlerin şef i kürsüye kadar gelerek
böyle olmazdı" diy e diretti bülbül.
"Beni m için ahıra ki min seçildiği
söz aldı v e bu dişi tilkinin bu ormanın bir
öne mli değil" dedi balansı v e ekledi:
"Sen de gül bahçesine dadanıp gü le
v atandaşı olmadığını, d o m u z l a r
"Ki m seçilirse seçilsin kovanla-rımdaki
feryad-ı figan edeceğine bizim aramızda,
ülkesinin kimliğini taşıdığını söy ley erek,
ballarımı hep ayılara yediriyor"
derdi mizde, tasamızda olsaydın belki oy
ahırdan atılmasını istedi.
verirdik" diye v ızıldadı balarısı.
"Tilkilerle
meslerde
kurtlar bir
tavuk
olacak,
kalmayacak"
küdiy e
kay gısını belirtti horoz.
Ortalığın
Bülbül
ise
oturumun
Gey ikler, sincaplar, kaplumbağalar
cev ap
y apıldığı
v ermedi.
ahıra
İlk
çev irdi
pazarlıklar
gözlerini." Ahhh" diy e derin bir iç çekti.
Güv ercinlerle
"Onca
y apacakları
anırmanın,
havlamanın,
sakinleşmesinden
sonra
oturuma d e v a m edildi. Ahırda sıkı
y apılmaya
kurtların
söy leniyordu.
başlamıştı.
koalisy on
Orman
v e özellikle de koy unlar ne y apacaklarını
tıslamanın,
birbirine
sakinleri ise bu tartışmaları kay gıy la
bilemez
karıştığı ahıra bir bülbül sesi ne kadar
izliy orlardı. Kimileri b u n a ihtimal
da güzel giderdi" diy e düşündü.
v ermiy or; özellikle keklik, turna, san kuş
bir
halde
göv desine gagalanan
koca
çınarın
ulumanın,
ve
tavı r / çocuk / haziran '99 / sayı : 13
bıldırcınlar güv ercinlerin böy lesi ortaklığa
ma sesi yükseldi. Kurtlar dağıldılar.
zorunlu kılıyor"
y anaşmayacaklarını düşünüy orlardı.
Ormandakiler ise kaygıy la toplantının
Kargalar
Oysa durum tam tersiy di. Emir büy ük
"gak"
diy or,
aslanlar
sonucunu bekliy orlardı.
kükrüy or, köpekler hav lıy or; hep bir
y erden gelmişti. Domuzlar ülkesi kimi
ağızdan
hey etler göndererek ahıra seçilen kurtlar,
söy leniy ordu. Cilalı imaj devrine uy gun
haklıy dılar. Kovuklar açıldıktan sonra
güv ercinler v e y ılanlarla
postmodern bir kurt resmi çizilmey e
ormanın her bir köşesini kurt ulumaları
başlanmıştı.
kaplamıştı. Seçimlerin hemen sonrası
görüşmeler
y apmış; ormanlar kralı aslan v e ay ılar da
kurtların
"değişim"
türküsü
bu koalisyona yeşil ışık yakmışlardı.
de
aslan
ziy aretlerinde
ve
konuşulan
ay ıların
tek
konu
kurtların y eni imajı ile ilgiliydi. Hepsi de
kurtların
ne
anlatıy or,
kadar
yeni
konusunda
da
değiştiklerini
politikalara
kurtlara
sakinleri
kay gılanmakta
zaf er sarhoşu olan kurtlar koy aklarda,
Gerek domuzlar ülkesinin heyetinin,
gerekse
Orman
uymaları
Kurtların reisi tüm bu gelişmeler
v adilerde, yamaçlarda, çalılıklarda, su
üzerine y av ru kurtlarını y anına çağırdı.
kenarlarında sürüler halinde dolaşmay a
Y ay lada
başlamışlardı.
toplantı
kurtlarına
başlamıştı.
Reis,
döneme
ilişkin
y eni
izley ecekleri
postmodern
stratejiy i
bir
kurt
anlatıyor;
Kurt ulumalarına, köpek havlamaları
olunur
da karışıy ordu. Seçim sonuçlan onları da
nasıl
sev indirmiş,
ay rıntılarıy la göstermey e çalışıy ordu.
y öntemler
öneriy orlardı. Bu değişimi göstermeleri
için kurtlara sürekli y ol gösteriy or; kurtlar
da y eni görev lerine a d a p t e olmak için
ellerinden geleni y apıy orlardı.
saldırganlaştırmıştı
büsbütün. Çimenlerde, çalılıklarda, su
"Yavru kurtlarım, başarınızdan dolayı
kenarlarında, ağaçlarda bir kaç hayvanın
öncelikle hepinizi kutlarım. Görevlerinizi
y anyana
hepiniz zaten biliyorsunuz. A ma dikkat
edemiy or;
etme miz gereken hususlar var. Bugünden
y ıllardan beri tek sıra halinde y uvalarına
sonra
yiy ecek
ağzınızın
kokma ması
için
gezmesine
bile
dağıtıy orlardı.
taşıy an
tahammül
Hatta
karıncalara
hatta
bile
"Tık tık tık tııııkkk tık tık tıık
tarlalardan
tııkkkkkk"
çalmayacak, arı kovanlarından bal aşırıp
bulunmaması
tatlı yeyip tatlı uluyacaksınız. Özelikle
karttırıy orlardı. Bir tek gökyüzünde katar
kuzulara
katar gezen turnalara bir şey y apamıy or;
Sahibinin sesi ağaçkakanlar da iş
başınday dı.
Durumdan
kalemunlar
v azif e
kağıda
çıkaran
kaleme
bu-
sarılmış;
ay ıların, aslanların v e d o m u z -ların
görüşleri doğrultusunda son gelişmeleri
ağaçkakanlara gagalatıy orlardı.
"Tık tık tık tııııııkkkkkkk" "Kurtlar
değişmiştir" "Geçmişi unutalım,
uzlaşalım" "Dün dündür bugün de bugün"
"Kurtlarla güvencinlerin politikaları aynı"
"Or man seçimleri bu koalisyonu
soğan
ve
yaklaşımımız
ıl ıml ı
sarımsak
olacak,
müdahale ediy or; kov anlarda fazla arının
genelgeler
kaf alarını
sürüleriyle
hiddetle bakıy or, boğazlan patlay ıncay a
ağzınızın
suyunun akma ması için bol bol tu z
kaldırarak
çı-
kardeşlik ve barıştan bahsedecek; koyun
karşılaştığımızda
göğe
için
turnalara
kadar hav lay ıp duruy orlardı.
yalayacaksınız.
İşte tüm bunlardan dolay ı orman
Kaygılan manıza gerek yok. Kimse nin
sakinleri kaygılıy dılar. Hepsi merakla
kursağı boş kalmayacak. Daha uygun
y ayladaki bozkurt toplantısının sonucunu
yöntemlerle, kitabına uydurarak daha çok
beklemekteydi.
kuzu yiyeceğiz. Ama ön celikle biraz
dişinizi sıkmanız gerekecek. Unutmayın
Tam o sırada toplantıdan dönen genç
ki, artık bu orman hükümetinin büyük bir
bir kurt y anlarına doğru y aklaştı. İlk
ortağıyız.
değerlendirme mi z,
kaçan ise "kurtlara geçit yok!" diy en
ormanımızın menfaatları için gereklidir.
bülbül oldu. Kanat çırparak bir dala
Ta ma m mı, anlaşıldı mı?"
tünedi.
Bunu iyi
Reisin konuşmasının ardından y ayladan
y oğun bir alkış ve ulutavı r / çocuk / haziran '99 / sayı : 13
"Daha iyi semirsin de etlensin diye
Bir kuzu ise anasının ardına saklandı.
ağızlar ının
yoncayı veriyor" dedi karınca.
Tir tir titremektey di.
"Ağzından bal akıyor" diy e ekledi
Kurt
ise
gözlerinden
ışıltılar,
sincap.
hav adan sudan bahsetti biraz. Bir ara
tamamladı balarısı.
artık
sarımsak ve soğan çalmıy or;
ağız-
larından tüy lerine doğru sızan ballar
tatlı
y ey ip
tatlı
ulumuş
Kurtların, güv ercinlerin v e y ılanların
koalisy on pazarlıkları da sonuçlanmış
Kurt ise y oncay ı kuzunun ağzına
tıkıştırdıktan
bulamadığından
sonra f azla
olacak
"çatlak ses" çıkartanlara ise aba altından
y üz
sopa gösterilerek "kes sesini" denilmiş;
oradan
domuzların, aslanların v e ay ıların istediği
büzülüp duruyorsun, bak sana çayırların
uzaklaştı. Giderken de "bülbül kardeş, o
en lezzetli yoncasını getirdim" dedi.
güzel sesinle barış
Hayv anları bir şaşkınlık aldı.
dağıtıy or;
"Beni m kovanlara dadanmıştır" diy e
zorla
"Sevgili kuzu kardeş neden orada
kokmaması
oluy orlardı.
anasının ar dına saklanan kuzuy a ilişti
gözleri.
gülücükler
için
say esinde
dudaklarından gülücükler f ırlatarak geldi
y anlarına. Herkesin halini hatırını sordu,
tercesine
olmuştu.
şarkılarını şakı,
kavgalar bitsin, herkes dost olsun" dedi.
Ahırda büy ük tepki çeken dişi tilki ise
Bülbül tam şakımay a başlayacaktı ki,
orman v atandaşı olmadığı için ah ıra
orman sakinleri susturdular onu.
gelip gidemez olmuştu.
Bülbül "ne güzel ne güzel, yaşasın
barış, kardeşlik" dediyse de, diğerleri
Günler birbirini kovaladı.
pek de öyle düşünmüy orlardı.
Ahır her zamanki gibi anırma ları,
ulumaları, tıslamaları v e cik-lemeleri ile
Kurtlar her gittikleri yerde ne kadar
sarsılırken, orman sakinleri de kay gıy la
değiştiklerini kanıtlamak is-
gelişmeleri iz-
tavı r / çocuk / haziran '99 / sayı : 13
liy orlardı.
v eriyor hem de açık açık:
Genç kurt karnı gurulday a gu-rulday a
dolaşmay a devam ediy ordu. Bir ara
Kurtların
ilişkin
"Biz hiç değişmedik" "Yani sizleri çiğ çiğ
riv ay etler de almış başını gidiy or-d u .
yiyeceğiz" "Gün yüzü göstermeyeceğiz"
Öy le
demek istiyordu.
ki,
değiştiklerine
kurtlar
bile
hikay esinden sıkılmaya
bu
değişim
"Ohh sayın kurt hazretleri ne kadar
başlamışlardı.
Alttan alta homurtular y ükseliy ordu.
bukalemunla karşılaştı.
da değişmişsiniz" dedi bukela-mun.
Reisin bu sözlerini y anlış anlayan v e
Kimi kurtlar açlıktan yakınıy or, tüm
canlılar ellerinin altınday ken onları bir
y aşlı kurdun bir altın çağ gibi bahsettiği o
Y anındaki papağan da " ne kadar da
y ılların özlemiy le kendinden geçen kurt
değişmişsiniz ne kadar da de ğişmişsiniz"
ise ormana dalıv erdi.
diy e tekrar etti. Kurt uyuz oldu her ikisine
lokmada yutmay ışlarına esefleniy orlardı.
Hele hele y aşlı abilerinin eski günlere
de. Bukalemuna dönerek "siz de her
Ne de olsa bir kurttu. Kan içmey ince,
za manki gibi çok değiş mişsiniz. A ma
saldırmay ınca yaşayamazdı. Hele hele
unutma yın bize yaranabilmek için bunlar
alabildiğine akıtıy or; ne kadar tuz y alar-
günlerdir
yetmez. Kurt olmal ısınız kurt" dedi öf -
larsa
katıldığında
dair
anlattıkları
ağızların ın
y alasınlar
suy unu
midelerinin
gurul-
aç
kaldıkları
or manda
da
hesaba
dolaşan
kimi
damasına engel olamıy orlardı. Kuzuy a
kurtların neyin peşinde oldukları daha iyi
çay ırların en güzel y oncasını v eren genç
anlaşılıy ordu.
"Kurt da oluruz" dedi bukalemun
kurt ise y aşlı kurdun bir anlattığı anılar ı
zev kle, hem de ağzı sulanarak dinliy ordu.
y altaklanarak.
Genç kurt gecenin bir vakti, derisi
kemiklerine
"Sürüler halinde saldırırdık koyunlara.
key le.
yapışmış
bir
v aziyette
ormanda dolaşmay a dev am ediyordu. Bir
"Kurt da oluruz kurt da oluruz" diy e
tekrar etti papağan.
bo ğar,
an bir meşenin kov uğundan v ızıltılar
dişlerimi ze takar yuvalarımıza taşırdık.
geldiğini duydu. Ağır ağır y aklaştı ağaca.
Siniri daha da artan kurt onların
Kimse bize birşey diyemezdi. Köpekler de
Ağzının suy u akmay a başlamıştı. Ko-
y anından da ayrıldı. Açlığın day nılmaz
kuzuları boğ ma mıza bir şey deme zler
v uğun kenarlarından bal sızmaktay dı.
dürtüsü onu tahrik ediyordu. Hele bir de
bilakis yardımcı olurlar dı. Eh allaha şükür
"Nasıl olsa reis ağ zın ızdan bal aksın
karşılarına
devletimiz bi zi
aç
de mişti." diy erek dilini ağaca uzattı v e
bahsedenler
bırak madı. A ma kovuklar açılalı beri bu
şapur şupur balı y alamay a başladı. O
öfkeleniy ordu.
diş
sırada daldan bir ar ının hav alandığını
değişmeye" dedi içinden. Tırnaklarıy la
gördü, hemen toparlandı.
toprağı eşeledi. Bir solucanı hızla ağzına
En
tombul
sıkma
körpe
bu
kuzuları
or manda
hikayesi
beni
hiç
bir
hayli
kızdır maya başladı." Sustu y aşlı kurt.
Çev resinde
biriken
kurtlar
da
may ışmışlardı. Genç kurt ise kendisine
bir altın çağ olarak anlatılan o eski y ıllara
"Vay arı kardeş ne de güzel vızıl-
ironi y aparak.
diy e
demeç
verdi.
Ağaçkakanlar sektirmeden gagaladılar
"Lanet
fazla
olsun
bu
halde
koy un
saldırdıkları geçmiş günleri anımsadı.
kuzuy u midey e indirmişti
"Hepi mi z kardeşiz" dedi kurt, sıv ıştı
hemen,
arının
sürülerine
Gerçi daha birkaç ay evvel körpe bir
olan reis ise y ine ay nı y ay laya kurtlan
değişmedik"
daha
dıyorsun" dedi.
"Ağzından bal da ml ıyor" dedi arı,
hiç
mu
girmedi.
Kitlesel
topladı v e ay ılar medy asının önünde "biz
oldu
"değişimden"
attı. Ama solucan dişinin kovuğuna bile
dalıp gitmişti.
Kurtlardaki hoşnutsuzluğun f arkında
geçip
ne
demek
istediğini
anlamıştı.
bu haberi. Reis hem tabanına mesaj
ama y aşlı
kurdun bir altın çağ gibi anlattığı o eski
günleri
hatırladıkça
midesindeki
asit
salgısı artmay a dev am ediy ordu. Bir de
Reis'in "sabredin biraz yakında nice
körpe kuzu midelerinize inecek" deyi-
tavı r / çocuk / haziran '99 / sayı : 13
katili yargılay acağına inanmamış, orman
şi aklına geliyor, tereddüt ediyordu.
Böy lece
Ama
artık
sabredecek
ahırdan
y apılan
tüm
kanunlarına göre cezası verilmişti.
dermanı
demagojiler tuzla buz olmuştu. Orman
kalmamıştı. Ormanda ilerlemeye dev am
sakinlerinin tepkisinden çekinen aslanlar
etti. Günün ilk ışıklan da ağır ağır ormana
v e ay ılar hemen köpeklere haber verdiler.
harekata geçerek kovuklarda, yuv alarda,
çökmekte, horozlar "üüürrrüüüü" diy erek
İtler kuyruklarını sallay arak tüm ormanda
kov anlarda,
şaf ağın atışını muştulamaktay dılar. Kurt
güv enlik aldılar.
başladılar. Ağaçkakanlar ise koca çınarın
telaşa kapıldı. Tam o sırada dağın
y amaçlarına ağır ağır tırmanan koyun
Köpekler
bunun
üzerine
operasy on
he men
çekmeye
göv desine "orman hainlerinin" d e r h a l b
Koca
çınarın
göv desi
ise
y eni
u l u n a c a ğ ı n a ilişkin son ajans
sürüsünü gördü. Arkalarından sinsice
haberlerle gagalanmaktay dı. Bu-kelamun
ilerledi, iki gün evvel çay ırların en güzel
"bu münferit bir olaydır" diy or; f osilleşmiş
y oncasını v erdiği kuzu sürüden kopmuş,
bir dinazor "pro vokasyona gelmeyin" diy e
Esas kaygı ise kurtlar cephesindey di.
geride kalmıştı.
uy arıy or; bülbül ise kendime dokunmayan
Hem gerçek y üzleri bir kez daha açığa
y ılan bin y aşasın mantığıy la
çıkmış,
"barış,
haberlerini gagalıy orlardı.
hem
de
içlerini
bir
korku
hemen şimdi" türküsünü söylüy ordu.
kaplamıştı. Geçen toplantıda o altın çağ
çıkarmamaya dikkat ederek, ağaçların
Eğer
dediği y ılları anlatan y aşlı kurt yanına
arkasına gizlene gizlene kuzuy a y aklaşü.
saldırırlarsa y eniden şidddet baş gösterir
Melemesine f ırsat vermeden kuzunun
v e güle nağmeler dökemez olurdu.
Çimenlerin
üstüne
basarak
ses
orman
sakinleri
de
kurtlara
"Evet sevgili yavrukurtlarım, o yıllarda
boy nunu kavradı v e boğduktan sonra bir
kaç dakika içinde midesine indirdi.
Koca çınar tık tık tıklarla çatırdıy or,
O sırada kov uğundan çıkmakta olan
y avru kurtları toplamıştı.
sürüler
halinde
kuzulara
saldırıp
kurdun bulunup mutlaka yargılanacağına
boğazla mıştık ama her şey bu kadarla da
ilişkin
çınara
sınırlı değildi. Ben sizlere hi kayenin geri
herkesi
kalan kısmın ı anlat mak isteme mişti m.
ajans
haberleri
bir sincap, kurdu gördü. Kurt hemen
gagalanıy ordu. Tık
tık
tıklar
ağaca koşarak kov uğun içine daldırdı
sükunete dav et ediy ordu. Kargalar "gak"
A ma
bacaklarını. Ama kov uk derin olduğu için
diy or, aslanlar kükrüy or, köpekler havlı-
gerekiyor" dedi y aşlı kurt. Oldukça üzgün
bir türlü sincapa erişemedi. Ay nı a n d a
y or, papağanlar ise "bu münferit bir
görünüy ordu. Hikayenin kalan kısmını öğ-
ay nı ağacın dalına türemiş olan bir
olaydır bu münferit bir olaydır" diy e
renmek
güv ercinle karşılaştı. Güvercin şaşkın
tekrarlay ıp duruyorlardı.
abilerine bakıy orlardı.
bazı
gerçekleri
için
y avru
artık
kurtlar
bil meniz
merakla
şaşkın ona bakmaktayken bir çırpıda ona
saldırdı
ve
y olmadan
Ama alınan tüm önlemlere, y apılan
Y aşlı kurt onları daha f azla bek-
midesine indirdi. "Olan oldu artık ha bir
tüm demagojilere rağmen olanlar oldu.
letmedi. Özgün bir ses tonuyla "evet
eksik ha bir fazla" diy e geçirdi içinden.
Orman
anırmalara,
körpe
Hızla uzaklaştı.
hav lamalara,
ciklemelere
iniyordu ama bir çok kurt kardeşimizin
aldırmamış; ağaçkakanların koca çınara
postu da orman hainlerinin sırtına gocuk
gagaladıkları
oluyordu" diy e bitirdi yaşlı kurt. Y avru
Sabahın
kurdun
tüylerini
olmasıy la
y aptıkları
bile
birlikte
tüm
genç
ormanda
sakinleri
ahırdaki
ulumalara,
"-provokasyona
gel meyeli m" haberlerine kulak asmamış;
mideleri mi ze
bol
bol
kutlan bir titreme almıştı.
duy ulmuştu. Sincap kurdun uzaklaştığını
bukalemunların
görünce hemen harekete geçmiş durumu
bülbüllerin "her türlü şiddete karşıyız"
tüm hayvanlara iletmişti.
sözleri kar etmemiş; genç kurdun leşi bir
ciklemeler,
dere
ediy ordu. •
kenarında
"uzlaş ma"
kuzular
çağrıları;
bulunmuştu.
ahırdakilerin o
t a v ı r / ç o c u k / haziran '99 /sayı: 13
Kimse
Ahırdan ise anırmalar, hav lamalar,
ulumalar gelmeye dev am
şiir
mehmet s ev inç
Hiç bir uykudan
sensiz düşlerle kalkmadık ülkem
bundandır tenimizin
yanık ete benzer esmerliği...
Ayçe...
Çiçek ismi olabilir
Asi ve halklar renginin en güzelinde
mermer direkleriyle ihtişam saçan bir o
kadar korkak, şarlatan kulelerini halk
bıçağının kesmesi gırtlağını
vatansatanların..
Ayçe...
Bir su olabilir
Akışı suyun
serin ferah
Ama durgun yüzü, berrak
Az sonra kayalıklardan çağlayacak olan
köpük köpük
bir su...
Ayçe bir koku olabilir, sıcacık tüten bir
çorba, buğusundaki nane,':' yağmur
sonrası topraklar örneğin...
Ayçe...
Bir kitabın adı, "Darağacından Notlar"ı
Fuçik'in,
"Direnme Savaşı",
şiir kitabı,
destan
Bedrettin,
Baba İshak
Ayçe..
Bir renk olabilir
milyonlarca çiçeğe konmuş kelebeğin,
gökku şağının,
köylü kızlarının gergeflerinde cıvıldaşan
beyazın
kırmızının tonu...'"
Ayçe...
henüz yazılmamış bütün kitaplann
ortak teması...
Ayçe..
Bir ulusun dili olabilir
bütün dünya lehçelerinde "DİRENÇ" demek mesela
belki yalınca kavga
Ayçe...
Bir türkü olabilir
tavı r / şiir / haziran '99 / sayı : 13
ev ladı kay bolmuş analara ait.
Halk türküsü
"Belimizde kılmamız kirmani hey" deyiv eren
coşkulu
cesur...
Onunla son randevuy u anımsamak
kucaklaşmay ı
"hoşçakal"ı
"görüşürüz"ü...
Ayçe, işkencecileri ininde y enme onuru...
Ayçe...
y apıdan gelen ilk not, adımıza
titrey en ellerle bir türlü açamamak
açmak sonra
"merhaba"y ı y üzlerce kez okumak.
Ayçe...
Bir tablo
"Guernika"sı Picasso'nun.
Fotoğrafta olabilir...
y oksul kara Af rika'nın
aç gezen milyonlarının
bembey az dişleriyle gülümseyişleri bize,
bebeğini emziren bir annenin masumiyeti,
gecekondusuna
elinde ekmek
cebinde şekerlemeleriyle dönen bir işçinin hey ecanı,
bekleşen çocukların af acanlığı,
ev in kadınının sev ecenliği,
bacalarmdan tüten dumanın neşesi...
Ayçe...
bir ses olabilir
slogan
-mert, namusluhaykırış barut
namlu...
Ayçe...
bir düş
çöplüklerden ekmek toplay an,
köprü altlarında sabahlay an sokak çocuklarının
istasyon banklarında ay az bir geceyi geçirecek olanın
memleket düşü,
sırtına
kalın bolşev ik dokuma bir kaban
belki sadece avuç içlerine...
usulca bir hohlay ış...
Ayçe, her doğan çocuğumuzun alın yazısı, Ayçe,
y oksulluğa, başkaldırı, Ayçe, adaletsizliğe
isy an...
Ayçe...
Bir duy gu
kaplay ıv eren içimizi,
tanımsız
özgürlük ey leminin ilk anı,
son anı,
koşarak kucaklamak v aroşları,
hiç tanımadığımız bir kapının
bize açılması,
dost gülücüklerinde gizlenmek,
polis sirenlerinden, bir de
ring penceresinden izlerken dalgın
kendi halinde
kaldırımları
ansızın bir y oldaşı görmek
tetik adımlarla yürüy en
dikkatli
Ev et, Ayçe bir namlu
halk düşmanlarının bey nine dayalı,
tutuş onu sımsıkı,
kav ray ış
asılış tetiğe
-ihanet, asla!
bir daha!
-geri durmak, asla!
bir daha!
12 kez daha
-ZAFER!
Ayçe...
MİTRALY ÖZ...
Ayçe...
O bir v atan
Bebelerinin y üzleri hep güleç
sof ralar bereketli
hasatlar coşkulu
gönderinde onurlu bir kızıllık dalgalanan
Ayçe...
Vatan
Ayçe...
ÖZGÜR VATAN!...
NOTLAR;
1-Anadolu'nun bir çok yerinde gergeflerde ve kilimler de
renklerin dilleri vardır. Beyaz ayrılık demektir. Kırmızı sevda
yada hasr ettir.
2-Yine Anadol u'da nane kokus u için "A na Kokusu" derler.
Tarçın'a çocuk, kekik'e de yar kokusu derler.
tavı r / şiir / haziran '99 / sayı : 13
mizah
ilhan dağlı
T am 53 y ıl önceydi. Marko-paşa adında
bir mizah gazetesi basın-y ay ın düny asına
bomba gibi düştü. Düştü düşmesine ama
Marko-paşa'nın başına gelenler de
pişmiş tavuğun başına gelmedi.
Çıkarları sarsılanlar o güne dek hiçbir
gazetenin başına gelmedik biçimde
hücuma geçtiler, iftira ettiler.
Matbaacılara bu gazetey i basmamaları için gizli emirler v erildi. Bay iler
Markopaşa'y ı satmamaları için el altından
tehdit edildiler.
Bu gazetey i satıp, ekmek parası
kazanan çıplak ay aklı çocuklar toplanarak parmak izleri alınmak suretiy le
v esikalılar sınıf ına dahil edildi.
Birçok ilde satışını engellemek için
resmi makamlar taraf ından zorluklar
çıkarıldı. Hatta yasaklandı.
Bu gazetey i satanlardan -Türkiy e'de
ilk def a olarak- seyyar satıcılık v esikası,
muay ene kağıdı soruldu. Y ine Türkiy e'de
ilk def a olarak bir gazete 15 y aşından
küçük diy e çocuklara sattırılmadı.
izin v erilmeyen Marko-paşa'nın
serüv enlerini, y azının ilerley en
bölümlerinde okudukça bugüne
dair daha pek çok benzerlikler
bulacak; ama şaşırmayacaksınız. Zira egemenlerin korkusu
yine ay nı korku; halktan y ana
y ay ın y apanların başlarına gelenler de cabası.
Markopaşa
Doğuy or.
1964 y ılının may ısıdır. Rıf at Ilgaz v e
Aziz Nesin o sıralar y eni açılan Türkiy e
Sosy alist Partisi'ne gidip gelmektedirler.
Parti üy esi işçiler bir mizah gazetesi
çıkarılmasını
isterler.
Adını
da
bulmuşlardır: Markopaşa. işçiler kendi
aralarında para bile toplarlar. Hatta hatta
gazete çıkmadan partinin toplantı
odasının
duv arlarına
"Markopaşa
çıkıyor" duy urusu asılmıştır bile.
Bunları okur okumaz 53 y ıl öncesinden değil, bugünden bahsedildiğini;
düşünebilirsiniz. Hak vermemek elde
değil. Zira y ıllar ne kadar geçse de
y aşananların ay nı olması ülkemiz basıny ay ın hay atının bir kara-mizahıdır.
Ve 25 Kasım 1946'da Markopa-şa'nm
ilk say ısı y ay ınlanır. Büy ük bir ilgiy le
karşılanan gazete o dönemin en çok
satan
gazetesi
olur.
Cumhuriyet
gazetesinin 17 bin sattığı bir dönemde
gazetenin 60 bin adet satılmış olması
Markopaşa'nın
uy andırdığı
ilgiy i
f azlasıy la göstermektedir.
Y alnız y ukarıda anlatılanlarla sınırl ı
değildi, Markopaşa'nın başına gelenler.
İnsanı hay rete düşürecek derecede
hırpalanan, yaşamasına
Gazetenin sahibi v e yazıişleri müdürü Sabahattin Ali'dir. 6. say ısından
sonra ise yazıişlerinde Aziz Nesin'i
görüy oruz. Her iki görev i 15. say ıdan
tavı r / mizah / haziran '99 / sayı : 13
itibaren Mücaf Nedim Ofluoğlu, 21.
say ıdan itibaren de Mustaf a Uykusuz
üstlenirler.
Markopaşa daha y ay ın hay atının
başındadır ama sıkıy önetimin tepkisini
çekmekte gecikmez. 4. say ısında çıkan
"topunuzun
köküne
kibrit
suyu"
y azısından dolay ı Sabahattin Ali, başka
bir broşürden dolay ı da Aziz Nesin
tutuklanırlar.
Toplumsal mizah anlay ışıy la fincancı
katırlarını ürküten Markopaşa 16.
say ısını bastıracak matbaa bulamaz v e
bir teksir makinesiy le iki sayfa olarak
bastırılır.
22 nisan 1947'deki 19. say ıda y ay ınlanan "Dediğin" başlıklı şiirden dolay ı
gazete hakkında koğuşturma açılır. Ve
geçici bir süre kapatılır.
Kapatılmasından bir haf ta sonra
Markopaşa'nın y erini Merhumpaşa alır.
Artık çeşitli Paşa isimlerinden oluşan
logosuy la y ay ın hay atımızın ısrarlı bir
parçası olacak; Merhum Paşa'dan sonra
Malum Paşa, Maz-
lum Paşa, Yedi Sekiz Hasan Paşa,
Öküz Mehmet Paşa, Alibaba v e Başdan adları altında y ay ın hay atına dev am
edecektir.
Geçici bir süre kapatılan Marko-paşa
8 Ey lül 1947'de y oluna Malum Paşa ile
dev am eder. Özünde v e sözünde tam bir
Markopaşa olan Malum Paşa'da "bir
gazete çıktı" başlığıyla y ay ınlanan yazıda
ancak 22 say ı basılabilen Markopaşa'nın
başına gelenler tüm çıplaklığıy la anlatılır.
"22 sayıda İstanbul, Ankara ve İzmir'de, daha başka vilayetlerde 33 defa
nü mayişler tertip ettirildi. Gazeteler
yırttırıldı. Ayaklar altında çiğnettirildi.
Hatta şöyle bir vaka oldu;
Bir vilayette, alakalılar, yahut kendilerini alakalı sananlar işçilere para dağıtarak, bu gazeteyi alıp yırtmalar ı, miting
yapmalar ı için emir verdiler. Filhakika
miting yapıldı. A ma işçiler kendilerine
verilen para ile, söylenilen gazeteyi değil,
Ulus Gazetesini alıp yırttılar.
Bir vilayette de miting hazılandı. Gazete istasyona çıkar çıkmaz yırtılacaktı.
Fakat gazete, çıkarılan zorluklar yüzünden geç kaldığı için o vilayete beklenilen
trenle yetişemedi. Bu suretle yapılamayan miting için, ertesi gün gazetelerde
şöyle bir havadis iletildi: 'dün ... gazetesi
aleyhinde bir miting tertip edilmişse de,
idari maka mlar mani ol muşlardır'
22 sayıda bu gazete dört neşriyat
mü dürü, biri şapirograf olmak üzere 11
mat-ba değiştirmek zorunda kaldı.
Bu 22 sayıda on defa mahkemeye verildi. İç muharrir muhtelif müddetlerle, üst
üste mahkum oldu. Öyle İzmir'deki gibi
sürülerek değil, takılmak suretiyle bütün
İstanbul'da kelepçeli dolaştırılarak teşhir
edildi.
Bütün bunlar neden yapıldı? O ga zete komünistmiş dediler. Halbuki değildi.
22 sayısında komünizme ait bir keli me
bulanların alnı karışlanır."
Markopaşa'nın Başına Gelenler
6 Ekim 1947 pazartesi günü y apılan
duruşmada Markopaşa beraat edince
Malumpaşa 5. v e son say ısı basılır. Ve
ardından Markopaşa oku-y ucusuyla
y eniden kucaklaşır.
Fincancı
katırlarının
onca baskısına göğüs
gerenler bu de fa f arklı
bir
saldırıy a
maruz
kalırlar. Sorumlu müdür
Orhan
Erkip
y azı
stoklarını v e kiliselerini
Asmalı-mescit'teki Çinili
H a n ' d a n alarak
Baba-ali'y e kaçırır. Bedii
Faik ile işbirliği y aparak
Malumpaşa'yı sağcılar
adına
çıkarmay a
başlarlar. Ama halk bu
aldatmacaya
gelmez.
On beş bin basan
Malum Paşa ancak bir
kaç bin satar. İkinci
say ısı ise ancak bin
civ arında
basüır v e
gazetey i
kapatmak
zorunda kalırlar.
Ay nı oy un Markopaşa üzerinde de oynanınca Rıf at Ilgaz
v e Sabahattin Ali, Merhum Paşa'nın
ikinci say ısmı çıkarırlar. 1. sayfada
"Markopaşa'nın başına gelenler" başlıklı
y azıda
"Na mertlik
me zarına
gö mdüğü mü z
Marko-paşa
yerine,
elinize hürriyet, demokrasi ve halk
menfaatlarının
yeni
müdafaacısı
Merhumpaşa'yı
veriyoruz.
Kuvvetini
halktan, halkın ızdırabından, onun engin
kudretinden aldıkça satılmışların bü tün
şaşırtmacalarına, bütün kuvvetimizle
haykıracağımızı Türk Efkarı U mu miyesi'ne bir kere daha ilan etmeyi lüzumsuz addederiz" y azılıdır.
Haramilerin
saldırısı
sürdükçe
Markopaşa geleneği y eni isimler altında
dev am eder. Önce "Alibaba Kırk
Hara mi melere Karşı", ardından da
"Başdan" gazetesi çıkar. Başyazarlığını
Sabahattin Ali'nin y aptığı Aliba-ba'nın ilk
say ısında
Sabahattin Ali'nin
ünlü
"na muslu olmak ne zor şeymiş meğer"
y azısı
çıkar.
Aziz
Ne-sin'in
karikatürleriyle katıldığı gaze tede Rıf at
Ilgaz ise hastanede v e öğretmenlik
y ıllarında y aşadıklarını y azmaktadır.
tavı r / mizah / haziran '99 / sayı : 13
29 Ekim 1948'de Orhan Erkip'ten
imtiy azı alan Rıf at Ilgaz'ın sorumluluğunda Markopaşa y eniden çıkartılır.
Gazetenin dördüncü v e beşinci say ısı
polis taraf ından toplatılır. Bu toplatmalar
üzerine Markopaşa 7. say ısında basın
sav cısına teşekkürlerini iletir:
"Açık Teşekkür,
Para mız ol madığ ı için gazete mizin
reklamını yapa madığ ımız cü mlenin malu mudur. Bu eksik tarafımız gözünden
kaçmayan Basın Savcısı Hicabı Dinç,
gazete mizin mevcudu kalmayan nüshalarını toplat mak suretiyle, gazetemizin
bedava reklamını yaparak, bizden devaml ı şekilde yardımlar ını esirge miyor.
Kendilerine alenen teşekkürü bir borç biliriz."
"Açık Teşekkür''de de görüldüğü gibi
Markopaşa üzerindeki baskıları dahi bir
mizah malzemesi yaparak, çizgisinden
tav iz v ermeden y ay ın hay atına dev am
etmey e çalışır.
G a z e t e n i n 8. say ısında "Krallar"
başlıklı y azısnda İngiliz Kraliçesine, İran
Şahı'na v e Cumhurbaşkanı'na
hakaret ettiği gerekçesiyle Rıf at Ilgaz
hakkında soruşturma açılır. Ve Cerrahpaşa Hastanesi'nde tedav i gören Rıf at
Ilgaz'ın odası aranır. Baskın ha beri
okuy ucularına şöy le duy urulur:
"Neler Bulundu?
Cerrahpaşa Hastanesi'nde yatmakta
olan Rıfat Ilgaz'ın dolabı ani bir baskınla
zabıta kuvvetlerimiz tarafından aran mış
ve Rıfat Ilgaz'ın sevgilisinden gelen aşk
mektupları, ödenme miş ve öden mesine
şimdilik i mkan görül meyen borç senetleri
ele geçirilmiştir.(...)
Masanın üstündeki kırmızı etiketli ilaç
şişeleri, Basın Savcısı tarafından incelenmek üzere isten mişse de, bu şişeler
'esrar-ı hastane' olduğundan dışarı çıkartılmasına doktorlar tarafından müsaade
edil me miştir.
Yapılan ara mada bir hayli basile
(mikrop) ratlan mışsa da bu basillerin
me mleketi mize has, kökü içeride ve milli
olduğu anlaşıldığından üre melerine müsaade edilmiştir."
Gazetenin yazarları "eh bu kadar da
ol maz" dedirtircesine gözaltına alınır,
y ıpratılmaya çalışılırken Markopa-şa'y a
da
bol
bol
malzeme
çıkıy ordu.Y aşadıklarıy la,
günümüz
y ay ın
hay atının bir tablosu olan Markopa-şa
baskılar, saldırılar süredursun bildiğini
okumay a dev am eder.
7 Ocak 1949'da Markopaşa on birinci, Markopaşa'nın ise ilk say ısı çıkar.
Her iki gazetedeki fotoğraf, yazı v e
karikatürler ay nıdır.
Fiy atı on kuruş olan Markopa-şa'nın
2. say ısı "Bir Perdelik Manzum Piyes"
altbaşlıklı
y azısının
y ay ınlanması
y üzünden toplatılır. Y azıda mecliste
geçen olay lar anlatılmıştır. Çünkü
dönemin
milletv ekilleri
de
tıpkı
bugünlerdeki gibi bol bol kav ga ediy or,
meclis oturumlarında küfürler, kav galar
gırla gidiy ordu.
"... Perde açıldığı za man bir kongre
topluluğu görülür. Solda muhalifler, sağda muvafıklar, daha sağda münafıklar
oturmaktadır:
Reis kürsüden:
-Açtım oturak aleminin celsesini,
çok söyleyenin patlatırım ensesini.
(soldan bravo sesleri)
sağdan
bir
ses;
patlatamazsın
Reis:Patlatırım.
Rıf at ;Ilgaz'ın sahipliğini y aptığı Hür
Markopaşa Gazetesi'nin
son
iki
say ısı
hapishanelere ay rılmıştı.
Hapishanelerdeki esrar
ticaretinin
nasıl
y apıldığ ını kimlerin kumar
oy natıp, harç aldığını
anlatan y azılar Sultanahmet Hapishane-si'nin
müdürünü
t e l a ş l a n d ı r m ış .
Matbaay a
gelerek
y azıların
hemen
durdurulmasını
istemiştir. Ama Rıf at Ilgaz
bunu reddeder. Hem de
Sultanahmet Hapishanesi'ne
y eniden
düşeceğini,
müdürle
karşılaşacağını bile bile...
mutlaka
Dışarıdan Beslenen
Mizah Dergileri
14 May ıs 1950'de Menderes'in başını
çektiği Demokrat Parti iktidara gelir.
İktidara yeni gelmişlerdir ama önceki
dönemin CHP'sinin anasını ağlatan
Markopaşa'dan
alabildiğine
korkmaktadırlar. Ay nı çizginin kendilerini
de v uracağını bildiklerinden daha
hükümet olmadan, hükümet programına
"dışarıdan beslenen mizah dergileriyle
de uğraşacağız" cümlesini koymakta
gecikmezler. Hem de iktidar olduğu
1950'li y ıllarda "dışarıdan" alabildiğince
beslenip,
vatan
topraklarını
empery alizme peşkeş çektiren DP'liler
bunu söy lemektedirler. Görünen o ki,
dönemin iktidarlarının literatürleri de
bugünle büy ük benzerlik içindedir.
DP
hükümetinin
programında
kendileriy le ilgili olan bölümü Rıf at Ilgaz
şöy le yorumlar: "Dergiye o günlerde
çektiğim manşet şuydu: 'Giden Pa-
tavı r / mizah / haziran '99 / sayı : 13
şa'm a ma gelen Ağa' m değil!' Düşünün
bir iki mizah yazarıyla uğraş mayı programa alan bir hükümet çıkmıştı karşımıza!... (Y okuş Y ukarı, sayfa 97, Rıf at Ilgaz)
Markopaşa tarihi Menderes hükümetinin baskılarına pabuç bıraktıklarından değil de Rıf at Ilgaz'ın kendi
dey işiy le "devrini tama mladığ ı" için ağ ır
ağır
y ay ın
hayatmdan
çekilir.
Y azarlarmca belli bir tarihsel dönemin,
çağın ürünü olarak değerlendirilen:
üzerine düşen görev i fazlasıy la y aptığı
söy lenen
Markopaşalar
toplumsal
mizah anlay ışı, halktan yana çizgisi v e
pişmiş tav uğun basına gelmey en
serüv en dolu tarihiy le yay ın hay atımızın
önemli bir kilometre taşı olmuştur.
Markopaşalar, döneminin ay nasıdırlar. Çünkü y ıllar geçse de fincancı
katırlarını
ürkütenlere
y ine
aynı
y öntemlerle saldırıy orlar. Her hükümet
halktan yana y azanlarla uğraşmay ı
programına almay a dev am etse de
halktan y ana y azan dergileri v e
gazeteleri bir türlü susturamıy or-lar. •
eleştiri
şaban öztürk
Hasan Cemal İsterse Kızsın
O'na Bir Çift Sözümüz Var
k im se
k ı z m a s ı n / k e n d i m i yazdım!
G
azeteci Hasan Cemal'in
"Kimse Kızmasın Kendimi
Yazdım"
adlı
kitabı,
kendisinin de ifade ettiği ellili
y aşlara ertelediği
y azılı
bir
iç
hesaplaşma. Ancak, bu iç hesaplaşma
kişinin kendi özel y aşamına değil, siy asal
y aşamına ilişkin v e oklar devrimcilere
çev rili olunca, ne kadar ilgisiz kalmaya
çalışsak da bizleri de ilgilendiriy or. Çünkü
Hasan Cemal geçmiş
"cuntacılık"
günlerini sosyalizm, Marksizm-Leninizm
ambalajıy la sunuy or. Liberalizme çark
edişini de bunları olumsuzla-y arak
y apıy or. Ay nı zamanda görüşlerine
katılmasak da değerli bir ay dın, samimi
bir y urtsever v e davasının adamı olarak
gördüğümüz
Doğan
Avcıoğlu'nun
kemiklerini de sızlattığına tanık oluyoruz.
Hasan Cemal'in günah çıkarmalarını okurken, daha önce cun-
__hasan cemal
tacılığa bulaşmış, sonra liberalizmde
karar kılmış Prof. İdris Kü-çükömer'i de
say gıy la hatırladık. Ne yazık ki, tipik bir
sağcı gibi an-ti-komünist histerilere
kapılmış Hasan Cemal aynı say gıy ı uyandırmadı bizde. Çünkü liberal de olsa,
Prof. İdris Küçükömer halkına karşı
sorumluluk duy up Türki-
y e'nin sorunlarına kafa y ormuş, düşünce
üretmey e çalışmış bir aydındır. Oy sa
Hasan Cemal sığ ve hafifmeşrep bir tarzı
benimsemiş; içini döküy or. Ve ilk
rahatlamasını bakın , nasıl y apıy or : "İşte
ben de kendi siyasi maceramı kağıda
dökmek istiyorum. Bu beni m kendi
tarihim. Kendi mi
yazdım!
Bir
za manlar mis-
tavı r / eleştiri / haziran '99 / sayı : 13
yon duygusuyla yüklü yaşadım. Bir
misyon, yani kurtarmak! Türkiye'yi ve
dünyayı..." (Kimse Kızmasın Kendimi
Yazdım/Hasan Cemal-sf.25) Geçmişine
ilişkin bu görev tespitini y aptıktan sonra,
Milan Kundera'dan beslenerek, nasıl rahatladığını anlatıy or: "Misyon dediğin
sersemce birşey... Misyonum yok benim.
Özgür olduğunu, bütün misyonlardan
arın mış olduğunu fark etmen o kadar
büyük bir ferahlama ki..." (a.g.e-sf.25)
Görüldüğü üzere, Hasan Cemal
"Varolmanın
Dayanıl maz
Hafifli-ği"ni
y aşıy or.
Bu
ukalaca
ifadelerden
anlaşılıy or ki "zat-ı muhtere m", tarihte rol
oy nayan bireyin, misyon adamının kendi
kendine
"ben
misyon
ada mıyım"
demesiy le oluşmadığını bilmiy or. Bireye
tarihte rol oy nama misyonunu, onun dışındaki tarihsel koşullar v e o koşullara
bağlı gelişmiş bilinç v e yetenekler y ükler.
Fakat her y urtsever ülkesine, halkına
karşı sorumluluk duy ar. Bu da ülkenin
bağımsızlığ ı v e halkın mutluluğudur.
Hasan Cemal, y aşadığı tarih diliminde,
tarihi rol oy nayan bir birey değildir.
Öy leyse
kurtulduğunu
söylediği
sorumluluklar, sıradan bir y urtseverin
sorumluluklarının ötesine geçmez.
Söy lediklerimiz
kendi
sübjektif
düşüncelerimiz değil. Hasan Cemal
kitabın 226. sayfasında kendi kendisiyle
konuşurken bizi doğruluy or. Bakın, ne
diy or: "1970'te Doğan Bey'in -Doğan
Avcıoğlu'nu
kastediyorbir
müridi
sayılırdın." Y ine kitabının 261. sayfasında,
Doğan Av cıoğlu'nun kendisini v e Uluç
Gürkan'ı "çocuk bulduğunu" yazıy or. Y ani
Hasan Cemal, büyük misy on bırakma
tav rına karşın, özeleştirisini verdiği
y ıllarda, büyük misy on adamı değildir.
Hiç bir belirley ici rolü y oktur.
Zigzaglı
siyasal
gelişiminin
başlangıcında, ilk etkilendiği kişi Siyasal
Bilgiler Fakültesinden hocası Sadun
Aren'dir. Bu etkiy i kitabının 119.
sayf asında, şimdiki kafasıy la şöy le
y orumluy or: "...Ama bu arada aklımız
ufak ufak paranteze alınıyordu. Tek
doğrulardan oluşan bir dünya kurmanın
peşine düşüyorduk." Aklın parantez altına alınmasından dem v uran hazret, şu
tüketim toplumunda aklı ipotek altına
alınmış, robotlaştırıl-mış insanı, özgür
insan diy e sunuyor.
okumamış! Sonra da onca sosy alist
fraksiyon
v arken
Marksist-Le-ninist
olmay an birinin, Doğan Av-cıoğlu'nun
y anına gidiy or. 1969'da Dev rim dergisi
çıkmay a başlıy or, orada çalışıy or. O
ay dınlanmay la ola ola cuntacı oluy or.
175. sayfada bu kitapların etkisini şuna
bağlıy or: "Kafamın içi o denli boş
ol masa, bu kadar kolay olabilir miydi? Bir
kitap bu kadar derin izler bırakabilir
miydi? Böylesine köklü bir zihinsel
değişikliğe yol açabilir miydi?"
Ney se; Hasan Cemal'in gelişimine
göz atmay ı sürdürelim. Bir süre
Av rupa'da kalır, 1967 sonbaharında
askere gider. Anılan süreçte MarksistLeninist soldan etkilendiğini, kendisi
if ade
etmektedir.
Kitabın
173.
sayf asında, asıl değişimini Almanya
dönüşünde
okuduğu
bir
kitapla
y aşadığını şöy le ifade ediy or: "Bir gün bir
kitap okudum, hayatım değişti!" Bu alt
bölüm başlığıy la, konuy a gereken önemi
v eriyor. Bir kitap okuy up hay atı değişen,
Soljenitsin gibi birkaç örnek de sıralıy or.
İlginçtir, saydığı ünlüler de önce bir kitap
okuy up sosyalistleşiyorlar, sonra da tıpkı Hasan Cemal gibi- en azılı
sosy alizm düşmanı oluy orlar. Kitabı; yani
Georges Politzer'in "Felsefenin Temel
İlkeleri" adlı kitabını okuduktan sonra
kendisinde oluşan değişimi ise şöyle anlatıy or:
"(...)
Başlayınca
elimden
düşme mişti. Heyecanlanmıştım. Çok
anlaşılır bir kitaptı. Bitirdiğim za man
gerçekten dünyam değiş mişti! Hayatı,
dünyayı ve insanı çözmüş tüm! Yeni bir
siyasi kimlik edinmiştim artık. Türkiye'yi
çok çabuk, çok kolay değiştireceğime
kesin inanmış-tım"(a.g.e-sf. 174-175).
Siy asal Bilgiler Fakültesinde okuyor,
Oxf ord'a ziy arete gidiy or, Almanya'da
kalıy or; demek ki pek çok olanağa sahip,
ama hala kaf a boş.
Kahramanımız bir iki de roman
okuduktan sonra Marksist-Leninist, hatta
Stalinci oluyor. Dikkat ediniz; bilimsel
sosy alizmin klasiklerinden söz etmiy or.
Demek ki
tavı r / eleştiri / haziran '99 / sayı : 13
12 Mart darbesi tüm hay allerini
y ıkıy or. Kitapta da bunu sık sık
v urguluyor. 1980'lerde Kari Pop-per'in
kitaplarını okuy or v e bir daha değişiy or.
Liberal oluy or. Kitabında, geldiği noktay ı
şöy le özetliy or: "(...) Pazar ekonomisiyle
de mokrasinin içiçe olduğunu ya da
ol madığ ını gösteren örnekler vardır.
Pazar ekono misi otoriter rejimler al tında
da gelişir. Fakat pazar ekonomisi, yani
ekonomide rekabetçi yapılar olmaksızın
de mokrasinin, çoğulculuğun yeşermesi
imkansızdır. Ekono mi de mekanizmaların
devlet elinde tutulduğu merkeziyetçi
komuta
ekonomilerinde,
fikirlerin
serbestçe yarıştığı politik bir ortamın, sivil
toplumun geliş mesi mü mkün değildir.
Bunun gibi pazar ekonomisiyle çoğulcu
demokrasinin za man içinde oluşan ve
birbirlerini geliştiren birlikteliğini yadsımak
olanaksızdır.
Ekonomik ve siyasal
birlikteliğini
yadsımak
olanaksızdır.
Ekonomik ve siyasal liberalizm birbirlerini
tama mlar." (a.g.e-sf.118) Tipik liberal
sağcı görüşler.
Hasan
Cemal
kitap
boyunca
toplumsal y apıy a bakışında v e ona
getirmey e çalıştığı açıklamalarda bildik
egemen açıklamalara
sığmıy or.
Meseleleri
birey lerin
iç
düny alarındaki
bozukluklara
yada
Sovyetler
Birliği'nin
dıştan
gelen
müdahalelerine bağlıy or. Kendisinin de
kıy ısından köşesinden bulaştığı 1960'lı
y ılların öğrenci hareketlerine ilişkin olarak
şu y aklaşımı sergiliy or: "1960'larda
üniversite öğrencilerinin istekleri makul
karşılanmış olsaydı dahi gençlik rahat bırakılmayacaktı. Çünkü Türkiye'nin rahat
bırakıl mayacak kadar önemli, kritik yada
belalı bir coğrafyası vardı. İki blokun,
Doğuyla Batı'nın en kritik hesaplaşma
merkezlerinden biriydi bu coğrafya."
Sanırsınız ki, bu iki blok arasında bir
taraf sızlık sergiliy or, her ikisine de eşit
mesaf ede duruyor. Hay ır, eşit mesafede
durmuy or. Çünkü alıntı y aptığımız
düşüncesini, düştüğü dipnotta (Birinci
bölüm, yedinci dipnot) bir ABD'li Prof.'dan
alıntıy la besliyor. Sözünü ettiğimiz dipnot
da şu: "Ünlü Ortadoğu ve Türkiye tarihçisi
A meri kalı Profesör Bernard Lemis,
kendisiyle
1998'in
aralık
ayında
İstanbul'da Şahin Alpayla yediğimiz
yemek sırasında şöyle demişti: 'Türkiye
1950'le-rin başında NATO'ya üye olunca,
Sovyetler, Türkiye'yi istikrarsızlaştır-mak
için dört alanı hedef olarak bellemişti:
Kürt sorunu, Ermeni sorunu, sol, TürkYunan ilişkileri.'" (a.g.esf.349)
Peki, Türkiy e'y i istikrarsızlaş-tırmak
için ABD'nin hangi alanları hedef olarak
bellediğini y azıy or mu Hasan Cemal?
Hay ır y azmıy or, çünkü o Amerikancı.
Bernard Le-wis doğruları mı söy lüy or?
Elbette ki hay ır. Bilindiği gibi, resmi kay naklar bugüne kadar Kürt isy anlarının
(Şey h Sait, Dersim) arkasında "genç
Cu mhuriyeti yıkmak isteyen başta
İngilizler olmak üzere batılıların olduğunu"
iddia etmişlerdir. Ermeni sorununda da,
yine batılıların, özellikle Fransa v e
ABD'nin
olduğu söy lenmiştir. Bilindiği gibi, ASALA
v e ülkücülerin CIA kontrolünde o dönem
örgütlendirilip y önlendirildiği sır olmaktan
çıkmıştır. Bu konuda Suat Par-lar'ın Kirli
İşler İmparatorluğu adlı kitabında, sayfa
255-281'e v e Tav ır dergisinin 9.
say ısındaki "Tarihsel gerçekler ASALA ve
Gladio
vatanseverlerini
birleştiriyor"
başlığını taşıy an, Suat ParlarTa y apılmış
söy leşiye bakılmalıdır. Sola y önelik
Levvis'in attığı if tiray ı, ABD'li-ler v e y erli
uşakları hep y apmışlardır. Şimdi, Hasan
Cemal de bunlara ortak oluy or. TürkY unan ilişkilerindeki problem ise Sovyetlerden önce de v ardı, sonra da v ar
olmay a dev am ediy or. Bu iki ülke
arasındaki sorunları kaşıy anlar ise çok
açık. Bunlar her iki ülkey e de silah satıp
tatlı kârlar elde edenler ve onların
güdümündeki her iki ülke oligarşileridir.
Hasan Cemal olay lara açıklık getirmey e
uğraşırken, Amerikancı propaganda yaklaşımından kurtulamıy or, sığlaşı-y or. Sığ
politik tahlillerine 77. sayf ada şunları
ekliy or: "(...) sağ iktidarların siyaset
mi nderini
de mokrasi
adına
yalnız
kendilerine
ayırmaları,
Türkiye'de
politikanın
çatışma
yörüngesine
oturmasın ı sağladı. Yine bu politika
Moskova'nın Türkiye'yi istikrarsızlaştırma
çabalarına da yaradı." Hasan Cemal bu
açıklamalarıy la, toplumbilimden bihaber,
an-ti-komünist ucuz kasaba politikacısı
tav rı sergiliyor. Türkiye'deki toplumsal
çelişkileri,
sosy al
sınıfların
y aşantılarındaki derin uçurumları, halka
y önelik ekonomik v e siyasal baskıları hiç
hesaba katmıy or. İlerley en bölümlerde de
seviy esiz bir şekilde empery alizm
olgusuna değiniy or, sorunlarımızın asıl
kay nağının
empery alist
sömürüy e
bağlanmasının ne kadar y anlış olduğunu
tartışıy or kendisiy le; tabii okuyucusuy la
da.
Sonuçta
durumu
"kabahati
kendimi zde değil başkalarında arama"
eğilimi
tavı r / eleştiri / haziran '99 / sayı : 13
olarak if ade ediyor ve 107. sayfada
şunları diy or: "Bizi 'geri bıraktıranlar'
onlardı. Yani e mperyalizmi O yüzden
onlar bu kadar zengin biz ise fakir..."
Tüm özeleştirilerini bu sistemde
y aşamay ı hak etmek için nedamete
dönüştürüy or v e bunu şöyle dillendiriy or:
"Geçmişi ko mplekssizce sorgulayalım ki,
de mokrasi ve insan haklarının da mgasını
vurduğu devlet ve toplum düzenlerinde
yaşamayı hak edeli m. Kötülüklerin
kaynağını kendi içimi zde ara maktan, soruml uluk payımızı saptamaya çalışmaktan
kaçmayalım."
(a.g.e-sf.49)
Böy lece Doğan Av cıoğlu müritliğinden,
holdinglerin müritliğine geçiyor.
Hasan Cemal'in hay allerini y ıkan 12
Mart darbesi, içinde y er aldığı politik
tutumu ortadan kaldırmıştır. Bu nedenle
kimse ona dönek demey ecektir. Ama o
anti-ko-münist tutumunu liberal söy lemlerle sürdürürken, sola y önelik sık sık
yinelediği f anatikliği, tersten düşünüp
kendilerinin
if lah
olmaz
f anatikler
olduklarını söy lemeden edemeyeceğiz.
Hasan Cemal dönek değildir, ama
"nedir", "ne yapmaktadır" diy e soracak
olursanız; ona da cev abımız şudur:
Hasan Cemal v e onun gibiler, egemen
sömürücü güçlerin kategorilerine v e o
zeminden
y ola
çıkarak
sistemin
sahiplerinin
özlemlerine,
projelerine
uy gun f ormüllere dört elle sarılıy orlar.
Sosyalistleri, dev rimcileri dogmatik-likle
suçlay ıp, söv üp say ıyorlar. Tüm bunlara
karşın, onlar kendilerini burjuv azinin
siy asal liberalizm dogmasına mahkum
ediy orlar. Onun gibilerin dogmatizmi,
burjuv a kadınsılığı edasında arzı endam
ediy or. Onlar artık yaşlı burjuva fikir
yosmalarıdır ve öylece de ölüp
gideceklerdir. •
değerlendirme
kemal
D
kor ay
aha okuma-yazmay ı sökmemişken,
küçücük
belleklerimiz geçmişin öv gü|leriy le dolduruldu. Bu geçmiş
öy le
"büyük",
öy le
"görkemliydi" ki, daha o y aşta nedenini
anlay amay acağımız bir kibir dolardı
içimize. Neden o çağda y aşay amadığımıza hay ıf lanır, üzülürdük. Tarihte her
dönem kendi devletine sahip olmuş bir
milletin, "Türk gibi güçlü" dey imini Avrupa
kentlerine y azdıran, Orta Asy a'dan gelip
Viy ana kapılarına
day anan,
koca
Akdeniz'i Türk gölüne çev iren, y edi iklim,
üç kıtada hüküm süren... diy e daha
onlarca süslü cümle hala belleklerimizde
değil mi?
İşte bu "görkemli" tarihin daha da
"görkemli" bölümü olan Osmanlı Devleti
bundan tam 700 y ıl önce kuruldu.
Tarihteki son Türk dev lerinin yetkilileri
ay larca önceden başlay arak bu büy ük
olay ı sanma yaraşır şekilde kutlamak için
kampany a başlattılar. Devlet yetkilileri bu
şanlı tarihe karşı öyle duy arlılar ki, daha
75. y ıl kampanyası bitmemişken, 700. y ıl
kampany asıy la bu tarihin sanma şan
katmaya
hazırlandılar.
75.
y ıl
kampany asını
hazırlay anlar
dev let
kasasmdan y ani
halkın
cebinden
y üzlerce
trilyonun
kimlere
nasıl
aktarıldığını unutmadı. Ve sonra neden
örneğin 56. y ılda y a da 69. y ılda değil de
75. y ılda böy le geniş bir kampany anın
organize edildiği sorusunun cev abını da
unutmadı.
Ve şimdi 700. kuruluş y ıldönümü...
Kurulan, Osmanlı İmparatorluğu'nun
ilk hali, Osmanlı Bey liği. Sempozy umlar,
paneller, mehtaran bölüğü gösterileri,
y abancı konukların tarihi mekanlarda
gezi programları, saray lardaki y aşamı
tasv ir eden canlandırmalar, vs. vs. v s...
Bir y andan devlet, bir y andan onlarca
v akıf
görünümündeki
mirasyediler
broşürler hazırlıy or, kitaplar bastırıy or,
etkinlik afişleri hazırlatıy orlar. Konuklar
geliy or, konuklar gidiyor. "Bilim ada mı"
etiketliler
kürsülerde
konuşuy orlar.
Konuştukça
coşuyor,
coştukça
konuşuy orlar. Ve dinley enler; işadamları,
holding patronları, üst düzey bürokratlar,
üst rütbeli subaylar, emekli generaller,
polis şefleri, onların eşleri, yakınları...
Konuşmacıların "pek bili msel" v e bir o
kadar da süslü, öv gü sözleriy le
may ışmışlar, zevkle dinliy orlar.
Onlar beş y ıldızlı otellerin şataf atlı
salonlarında huşu içindeyken, sokaklarda ev ine ekmek götürmek için, gün
boy u çok az satabildiği malına belki bir
iki müşteri çıkar diy e son bir umutla
bağıran pazarcının sesi çınlıy or. Az
ötede daha dün aldığı borç paray ı, en
y akın kaç ay sonra ödey ebileceğinin
hesabıy la derin derin düşünen bir memur
duruy or. Y anıbaşında, sağ dizi delinmiş
pantolonunun cebine bir elini sokmuş,
diğer eli kirden simsiyah, bir küçük
torbay ı tutan çocuk. Sonra işçiler,
işsizler, öğrenciler, okulsuzlar, kadınlar,
erkekler, analar... Y ani halk. Sokakta,
ekmek kavgasında. Ekmek kav gası...
İşte tarihin yaratıcısı, motoru. Y aşanmış
v e y aşanacak ne v arsa
tavı r / değerlendirme / haziran '99 / sayı : 13
hepsi bu kav ganın bir y ansıması.
Ve Osmanlı, kendinden önceki Selçuklu'nun dev let geleneği adına herşey inin devamcısı. Bu tarihte ne köy ünden kopmuş gelmiş, eline tutuşturulan kılıcıy la vuruşan, ölen, öldürülenlerin adı v ardır ne de kadılara rüşvet
v ermediği için zindana atılan mazlumlar.
Bu tarihte herşey öylesine altüst
edilmiştir ki, o görkemli sarayların
aşılmaz duv arlarının harcındaki kan
kokusu, lav anta kokularıy la örtülmüştür.
Hangi görkemli tarih anlatılıy or? Bütün
gücünü kılıç zoruy la, yağmacılık v e
talancılıktan elde eden bir şataf atın
tarihi. Kendi halkına zulmetmekte
düny ada eşi benzeri çok az bulunur bir
zorbalığ ın görkemi. O şatafat ki, erkeklerini kılıçtan geçirdiği halkın mallarından bir kısmını askerlere dağıtıp,
gerisini saray ın depolarına doldurup, har
v urup harman savuran bir şataf at.
Kadınların ı, genç kızların ı gençlik,
güzellik testinden geçirip, saray haremine köle yapan, geri kalanları askerlere
ganimet olarak dağıtan bir geleneğin
şataf atı. Ve o şataf atın sürmesi için,
Anadolu köy lüsünün kıraç topraklarda
binbir güçlükle ürettiği buğdaya tek bir
av uç kalmamacasına el koyan bir
dev letin geleneği...
Öv ünülen tarihin adına "Türk tarihi"
diy erek y ıllardır şov enist, faşist, ırkçı
ideolojiy i tüm halka benimsetmey e
çalışanlar, Selçuklu v e Osmanlı saray larında Türk halkı için söy lenenleri
bilmezler mi? Saray ın y azar- çizerlerinden Aksaraylı Kerimeddin Mah-
mut'un, Ulu Dev letlü Sultanı'na Türkleri
anlatırken: "Hunlar, Türkler, köpek ve kurt
gibidirler; ellerine fırsat geçerse yağmayı
gani met bilirler. Fakat düşman kuvvetliyse
kaçarlar." (Zeki Velidi Togan, Umumi
Türk Tarihine Giriş, cilt 1, sayfa 215Aktaran; Çetin Yetkin, Türk Halk
Hareketleri ve Devrimler, sayfa:
4) diy e tarif ediy or. Daha başka birçok
saray tarihçisinden, yazarından Türkler
için ne sıf at kullandıklarını y azmaya
sayf alar y etmez.
Peki nereden böy le bir cesaret alıy orlardı? Hem de ulu Türk hakanının
huzurunda nasıl böy le konuşabiliyorlardı? Konuşuy orladı, çünkü halktan
nef ret ediyorlardı. Hakanların, padişahların da halktan nef ret ettiğini biliy orlardı. Zaten onlar asla kendilerini Türk
olarak görmediler. Halkla en ufak bir
benzerliklerinin
kalmaması
için
kendilerine Selçuklu, Osmanlı dediler. Ne
zaman Türk sözünü duy salar tüyleri
diken diken oldu. Halktan bu kadar nef ret
etmelerinin de nedeni vardı elbette.
O halk ki, göçebe y aşamlarını sürüdürebilmek için ihtiy açlarını karşılamay a
geldikleri
kent
merkezlerine
sokulmay andır. O halk ki devleti yalnızca
kılıçlı, mızraklı, pusatlı atlıların ellerindeki
paşa buy ruğuyla gelip zorla ürünlerini
gaspetmesiy le tanır. Bir de nedenini hiç
bilmediği,
hiç
soramadığı,
askere
alındığ ında... Halktan nefret etmelerinin
nedenleri v ardır. Korkuyorlardı halktan.
Nasıl korkmasınlar ki? Onurlu, adil bir
düzen aray ışının sözcüsü Baba İly as'la,
onun öğretisine komutanlık eden Baba
İshak'la
nasıl
da
bütünleşmişlerdi.
Haksızlıkların olmadığı y eni bir düny a için,
v arını y oğunu ortaya koyan Türkmenler,
Baba İs-hak'ın ihtilal için v ereceği işareti
v eriyorlardı. Mallarını, mülklerini satıp silahlanmışlardı. İşareti aldıklarında "...
karınca v e çekirgeler gibi hemen ay aklanmış ,
sözleştikleri gün ve saatte isyan bayrağını
(İbni Bibi, Anadolu
Selçuklu Devleti Tarihi, sayfa:208Aktaran age. sayfa.55) Ve Adıy aman'dan, Amasy a'y a geçtikleri y erde
binlerce çoğalarak, her v uruşmada
kaldır mışl ardır."
binlerce can v ererek yürüdüler. Amasy a'da Baba İshak hileyle katledilip kale
duv arlarına asıldığında, bu dertten
kurtulacaklarını,
halkın
sineceğini
sanmışlardı. Ama daha inançlı, daha
kararlı sürdü halkın sav aşı. Ve başkente,
Kony a'y a yürüdüler. O görkemli dev letin
ulu
hakanı,
yenilmez
ordusuna
güv enemedi. Kendi halkını katletmek için
300 bin f lorin karşılığında Frank
ordusunu kiraladı. Kendi halkını 300 bin
f lorine sattı. O şataf atlı saray y aşamı işte
böy le korunmay a çalışıldı.
Osmanlı, Selçuklu'dan ay nı geleneği,
halkını katletme geleneğini devraldı.
Öy le nef ret ediyor, öy le korkuy orlardı ki;
saray a halktan, Anadolu halklarından
hele hele Türkmenlerden hiç kimseyi
sokmadılar.
Dev let bürokrasisinde adlan müslüman adına çev rilmiş paşalann, v ezirlerin büy ük çoğunluğu y a devşirmey di,
y a da dönme. Kendilerine v erilen
topraklar, malikhaneler karşılığın da güy a
müslümanlığı, kabul eden Mihal Gazi,
Ev renos Gazi'nin değiştirmedikleri adlan
her şey i anlatmıy or mu? Av rupa'dan
dav et edilen y üksek dev let görev lileri,
Osmanlıy la
ilgili
demeçlerinde
Osmanlı'nın
ne
kadar
hoşgörülü
olduğunu, ülkelerine girdiğinde halkın
dinine, inançlarına, yaşama biçimine hiç
karışmadığını
söy ley erek
öv güler
diziy orlar. Doğruydu, Osmanlı oralara
girdiğinde, halkı inim inim inleten y erli
hristiy an egemenlere, hükümranlığı kabul
etmeleri karşılığında, o güne kadar nasıl
sömürü-y orlarsa, aynı şekilde sömürü v e
zu lüm uygulamalarını sağlay acak unv anlar verdi. Onlar memnundular, y a
halk?
Halk zulüm altındadır. Merkezi v e
y erel egemenlerin zulmünün sınırlanın
anlatmak için kalem yetmez.
Bir tek Bedreddin gerçeği bile herşey i ortaya koy ar. Bedreddin sömürü-üz, kardeşçe, ortakça bir yaşam için yola
çıktığında, o güne kadar aşağılanmış
müslüman, hristiy an, hangi dinden v e
hangi halktan olursa olsun bütün
ezilenleri kardeşlik bay rağı altında bir
aray a getirebilmiştir. Ve işte o kartavı r / değerlendirme / haziran '99 / sayı : 13
deşlik ormanını korumak için kadını,
erkeğiy le ölümü hiçe sayarak savaşmış,
direnmişlerdir.
Y a sonra Celaliler? Anadolu'da Osmanlı'nın tarihi boy unca süren onlarca
ay aklanma,
neden?
Neden
onca
ay aklanmalar kanla, eşi görülmedik
zulümle bastırılmışken y eniden y eniden
ay aklandı Anadolu halklan?. Koçi Bey
tanığıdır ki; "...Bu zulme reaye nasıl
dayansın? Bütün millet bu haksızlığı nice
geçirsin?.. Velhasıl şimdiki reaya fukarasına olan zulü m hiçbir tarihte, hiç bir iklimde, hiçbir padişah me mleketinde olma mıştır." (Katip Çelebi, Düstur-ül Amel-i
İslahi'l Halel, Seçmeler, sayfa.47-Aktaran Age. sayfa:112)
Kampany ay ı düzenley enler, saraydaki padişah y altakçısı şairlerin, düny adan, y aşamdan kopuk, soyut düny alarında en süslü laflan bulmaktan
ibaret olan sanatlarına övgüler diziy or,
geceler düzenliy orlar. Ama ay nı Osmanlı'nın zulmettiği halkın da sözcüleri
v ar. Halkın durumunu, acısını anlatıy orlar.
"Bu yıl bu dağların karı erimez. Eser
bad-ı saba yel bozuk bo zuk. Türk men
kalkıp yaylasına yürümez. Dağıl mış
aşiret el bozuk bozuk."
Bozuktur düzen. Ve nerede zulüm
v arsa orada direnmek haktir. Osmanlı'nın
700.
kuruluşunu
kampanyalarla
kutlay anlar düzenin bozukluğunu, halkın
acılarını geçici de olsa unutturmanın,
"görkemli" geçmişe özlemle, bugünden
uzaklaşsın istiy orlar. Ama ne kadar
uğraşırlarsa uğraşsınlar, anlatılan tarih
bu halkın tarihi değildir. Ne mehter
takımları, ne şatafatlı törenler, ne akıtılan
trily onlarla binbir türlü gözboy ama
manev raları
bu
halkın
acıların ı
unutturamaz. Çünkü dünün zorbalarıy la,
bugünün
katilleri,
rüşv etçileri,
işkencecileri,
hırsızları,
y ol-suzları
birbirlerine göbekten bağlıdırlar. Çünkü
dün zulme karşı direniş bay rağını
y ükselten halkın öncüleri v ardı. Bugün
de v ar. Ve zulüm düzeni bütün "görkemi"
ile y erle bir oluncaya kadar hergün
çoğalarak var olacaklardır.
araştırma
y a s e m i n ö zd e m i r
R
eşit Paşa, "Sultan Abdülha-ziz,
pa muk üretmek isteyen-lere
boş
toprakların
karşılıksız
verilmişini, bu topraklarda beş
yıl süre ile vergi alınma masın ı,
pa muk dışsatımından al ınan vergi
oranlan ma düşürülüp ya muk işle mek için
dışarıdan getirilecek araç-gereç ve
makinelerin gü mrük vergisinden muaf
tutulmasını kabul etti. İskenderun-Basra
de miryolu proje-sini de beni msiyoruz.
A ma bu za man alabilir" dedi
"Mükemmel" dedi Pizane. "İngi liz
hükümeti size minnettardır. Peki ya
7
göçerlerin durumu ne olacak Koca
ovada toprağı ekecek tek bir insan yok.
Esat mesele bu insanların ovaya indi
ni metidir."
Reşit Paşa hemen cev ap v ermedi.
Div anhane'nin göz kamaştıran dekoruna
baktı bir süre. Sonra duvardaki acem
halısından aldı gözle rini, Pizane'nin mav i
gözlerine dikti. "Bunun sırası değil" dedi.
"Kozan'ın devlete isyanı sürdükçe buraya
yabancı eli girebilir Ayrıcalıklı bir hükümet
kurularak Al-i Osmanlı'nın başına be la
olur. Iskanı Kırım Harbi sonrasına
bırak mak gerek".
Pizane, isteksiz bir olur dercesi-nc
kaf asını haf ifçe sağ yanına doğru salladı.
Y aklaşık iki saattir bu-lunduğu Paşa
Div anhanesinden ayrıldı. Sekbanların
arasından geçerken, elde ettiği ödünlerin
sev inci kurnaz bir gülümseme olmuş,
gözlerine konmuştu. "Şimdilik bu kadarı
iyi. Biz istemesek de Osmanlı nasıl ol-sa
o göçerleri dağdan indirmeye çalışacak.
Bize düşen bu yarayı deşmek, iskanı
hızland ır maya
çatışmaktır"
diy e
düşünerek y ürüdü. Y üzündeki kurnaz
gülümseme sekbanların gözünden de
kaçmamıştı.
"Hükü metin bu İngiliz baş tercümanı,
tercümanlık dışında her bir işi yapıyor,
sultanın ağzından girip, burnundan
çıkıyor" dedi sekbanbaşı. Pizane konuk
odasına geldiğinde, içeriye meraklı bir
gözaltı. Kimsecikler y oktu. O esnada
y anına
gelen
kapı
kethüdasının
eşliğinde, acele adımlarla dışarı çıktı.
Pizane dağlarda göçebelik y apan
Türkmenlerin "y abanıl" y a-şantısına
şaşıy or; düze inip toprağı işlemey işlerini,
uy gar
İnsanlar
gibi
y aşamay ı
seçmeyişlerini kafası almıy or; '19. yy'da
insanlar hala dağlarda mı yaşıyor?" diy e
kendi kendi-ne hay retle soruy ordu.
Manchester Cotton Supply Associalion Şirketi'nin bürosuna v ardığında
Mr. Gout'y a rastladı: "Ben de seni
arıyordu m" dedi "Os manlı talepleri mizi
kabul etti. Hem de hiç eksiksiz."
"Bu çok iyi bir haberr peki ya göçerler?" diy e heyecanla sordu işadamı,
"Göçerlerin yerleştirilmelerini Kırım
Harbi sonrasına bıraktılar. Ayrıca
İskenderun-Basra demiryolu projesine
sıcak takıyorlar."
"Mükemmel bir iş başardın Pizane.
Düşünsene Çukurova pamuktan beya-
tavı r /tarih / haziran '99 / sayı :13
za kesmiş, insanlar güneşin altında bu
kar örtüsüne dağılmış, binlerce balya
pa muk fabrikalara ve oradan da de miryolu vasıtasıyla Basra'ya akıyor, ve ardından İngiltere'ye, güneşin bulmadı-ğ ı
ülkeye doğru bir yolculuğa çıkıyor.
"Eh, üçüncü fabrikanı da açmışsın,
senin yerinde kim olsa böyle hayaller
kurardı."
"Evet Adana ve Mersin'den sonra
Tarsus'taki de faaliyete geçti, şu an
doksan çırçır makinesi, iki su cenderesi,
iki de su türbini var. Toprak varr tokum
var, makine var a ma o kahrolası
yabanıllar dağlarda yan gelip yatma-ya.
keyif çatmaya devam ediyorlar"
"Sabırlı ol mal ısın Mr. Goui. Osma nlı
o yabanıllara bizden daha fazla düşman.
Bu işi Kırım sonrasına ertele-dilerse, işi
kökünden çözmek içindir Hiç mer ak
etme, yakında toroslarda çiçeklerden,
böceklerden ve hayvanlardan başka
canlı kalmayacak."
"Hayvanlar düze inecek yani" diy en
Gout, kendi sözlerine katıla katıla güldü.
"Dur bakalım, böyle konuşma O
hayvanlar olmazsa senin makinelerin
pas tutar. Gelecekte müstakbel işçile-rin
olacak bu adamlar hakkında böyle
konuşmar mal ısın"
'Sen boşver bunları. Elimizi çabuk
tutmalıyız Pizane Al man ve Fransızların
da bölgede gözü olduğunu ve giz-Ii gizli
faaliyetlerde bulunduklarını unutuyorsun"
diy en işadamı, Pıza-ne'a bir kitap uzattı,
kitabın ismi Türkmen Aşiretleriydi. Pizane
kita-
bin kapağına bir gö z attı. Dr. Fre-ilich v e
Mühendis Radlig imzalıy dı. Soru dolu
bakışlarla Gout'ya baktı. "Bizler işi
ağırdan alıp, gevezelik ederken dağ-taş
de meden Çukurova'yı, To-rosları gezen
Almanlar bölgenin adeta haritasını
çıkarmışlar" diy e çıkışlı Mr Gout.
Pizane susuy ordu. Nasıl olmuş da
"uçan kuştan haberi olan" kurnaz
Pizane'ın kitaptan haberi olmamıştı.
Görev ini tam yapamamanın suçluluğu v e
hırçınlığ ıy la
sayfaları
sinirli
sinirli
çev irmey e başladı. Bir sayfaya takıldı
gözleri, okumay a başladı : "... bunun için
yöreye
Türkmenler
yerleştirilebilir.
Buralarda yerli halkın inançları ile
Türkmenlerin inançları arasında büyük bir
fark vardır. Kent halkının bir bölü mü
islam ve sünnidir, Türk menlerin çoğu
kızılbaş-tır Bölgede gerçekleştirilecek
ekonomik kalkın ma ve nüfus artışı
Türkmenlerin iş yaşanıma sokacak
vegelecek
kuşaklar olumlu
yönde
değişeceklerdir.. " Piza-ne içinden "v ay
anasına biz uyurken adamlar ne
dü menler çeviriyorlarmiş" diy e geçirirken,
Cout'ya dönerek, Bunlar zaten bilinen
şeyler" diye kestirip attı.
"İşi daha da sıkı tutmalıyız Pizane.
Anerikada çıkan iç savaş sonrası pamuk
krizi gittikçe derinleşiyor ve İngiltere'yi
zora sokuyor. Çukurova bu krizi tersine
çevirip, karlarımıza kar katabilir, bu çek
öne mli"
Baştercürnan ve işadamı Gout
sohbetlerine dev am ederken, Reşit Paşa
da Paşa Div anhanesi'nde gö-çerlerin
iskanını düşünüy ordu. Pızane gibi üç,
beş y ıldır değil y üz-lerce y ıldır, Osmanlı
Türkmen'i düze indirmenin hesabını
y apıy or, ama bir türlü de istediği sonucu
alamıy ordu.
Fermanlar
çıkarmış,
olmamış; kılıçtan geçirmiş. y ılmamış
sürgün
etmiş,
Türkmen
y erinde
durmamıştı. En son Kırım harbi için
Kozan
ve
Gavur
dağlarındaki
aşiretlerden asker istenmiş; aşiretle-rin
asker v ermey i reddetmesi bardağı
taşıran son damla olmuştu. Reşit Paşa,
Pizane gibi aceleci değil-
di. Biraz daha sabretmek gerekliği ni
düşünüy ordu. "Sabretmek ve harp
sonrası hemen tepelerine binmek, hem
de bir daha hiç inmeme-ceslne" diy e
y üksek sesle düşündü Reşit Paşa. Sonra
sultanın
odasına
gitmek
için
div anhaneden çıktı.
Başın görünmü yor
dumandan pustan
Bağışır g eyiğin durulmaz sesten
Sığ yanın Saraycık, solun Elbi stan
Övülmeye d eğer d ilin Binboğa...
diy e bir türkü tutturan Dada-loğlu
y ayla y olunu tutmuşu. Beyaz v e gri
taşlarla, kay alar arasına serpiştirilmiş
gibi
duran
sütleğenlerin,
abdest
bozanların
arasından
y ürüy erek
y ukarılara doğru tırmanıy ordu.
Akaçlar pürçünü açmış, gökyü-zünde
kuşlar kılav uzunu seçmiş diy erek önce
y amaçlara ardından da göky üzüne
çev irdi bakışlarını. Kışın aklığı erimiş,
Aladağ y eşil donunu giymiş, Toroslara
bahar gelmişi. Zamanlı ırmağının baharla
gelen gürley işini dinley en Dada-loğlu
gev enlere,
sütleğenlere,
çoban
y astıklarına merhaba diy or, baharın
temiz hav anını ciğerlerine doldurup
boşaltıy ordu.
Pınarları süt may alı, dorukları puslu
kay alı Atadağ'ını benim diyerek seslendi
doruklara. Duruklar y amaçlara v erdi bu
sesi, ses yankılandı gey iklerin, kuşların,
kurtların, çamların, çiçeklerin, y edi gollerin seslerine karıştı v e ılgıt ılg ıt esen bu
bahar y eli olup Dadaloğ-lu'nun yüzünü
sev giy le y aladı.
Saatlerdir süren tırmanış Dadaloğlu'nu y ormuştu. Durdu. Dinlenmek için
bir sedirie v erdi sırtını. Ormanların
gözdesi, prensesiy di sedirler Binlerce y ıl
Önce Toroslardan ta Lübnan'a kadar tüm
dağlar sedirlerle kaplıy mış Ama iklim
şartlan değiştikçe kuraklık baş gösterdikçe, Lübnan'dan bu y ana soyu tükenir
olmuş. O gün bugündür de sadece
Torosların bir çocuğu olmuş sedirler
Tıpkı kardelenler gibi onun da adı
toroslarla anılmaya
tavı r / tarih / haziran '99 / sayı :13
bağlamış.
Dadaloğlu sazını hey besinden çıkardı.
Ve y üreğinden kopup gelen
duy gular
sazın
tellerinden akıp, hav ada
uçuşmaya başladı. Dadal'ım der binbir
dağı gezerim Alad âğ'ı da bir yapılı gözerim
Hak vergisi şıvgalarım ezer im Bağ ışla gör
mor sümbüllü A'l amı Ge zerdi Dadaloğlu
y aylalar, obalar, ov alar, köyler boy u;
Bolkar,
Binboğa,
Kozan, Nurhak,
Erciy es, Gav ur dağınca gezer, çalar,
söy lerdi. Her dağ her oba, her aşiret ozanı bellemişti onu. Ünü dört bir y ana
y ay ılmış, türküleri dilden dile söy lenir
olmuştu.
Sedirler arasında çok eğlenmedi. Bir
an evv el y aylay a v armalı, beyîne
haberleri ulaştırmalıy dı. Haberler içaçıcı
değildi. Kara haberler almıştı dört bir
y andan. Kırım harbi bitmek üzrey dı v e
Osmanlı Türkmenin üzerine y ürümey e
hazırlan ıy ordu.
Akdenizde, Toroslarda zulüm kol
gezer de, aşıklar durur muy du?
Dadaloğlu da durmamıştı. Dağla-ra,
y aylalar, ovalara v armış; Akbez-lilere,
Rey hanlılara, Ulaşlılara, To-rosların
bilcümle aşiretine uğra-mış, y oldanbelden,
kurttan-kuş-tan,
obalıdanköy lüden
haber
al-mış
v akit
kay betmeden
y ay lasının
y olunu
tutmuştu. Çukurov ada dolaşan ecnebiler
görmüş, tarlalara konan makinelere
şaşkınlıkla bakmış, Osmanlının hazırl ık
y aptığını aşiretleri bastırmak için hain
tuzaklar kurduğunu, ohalan bir kay gının
aldığın ı
duy muş,
görmüştü.
İşte
bundandır ki, baharın cana can ka lan,
insani y eniden y aratan, coşkun çağrısına
içdinginlığiy le kulak v e-remiyor, bu
görkemi tadına v ara vara sindiremiyordu.
Bu bahar nice bir bahar olacaktı,
belirsizdi. Za-mantı suy u kanlı mı
akacaktı, Me-detsiz Tepesi yangından
dumana
mı
kesecek,
kuşların,
ormanların
uğultusuna
ağıtlar mı
karışacak, belirsizdi.
Mersin, def ne ve tesbihleri ardında
koy up, çam ormanına gireli
epey
olmuştu.
Köpek hav lamaları
duy ulup,
çadırların
görülmesiyle
Dadaloğlu da adımlarını hızlandır mıştı.
İlkin oba çocukları karşıladı onu. Sonra
kazanlarda bulgur kay -n a t a n kadınlar,
ellerinde su testisiy-le kuy udan su çeken
kızlar onu gö rüp koşuştular. Ardından bir
anda, genci-y aşlısı, çoluğu-çocuğu, kadını- erkeğiy le Kozan obası Dadaloğ-lu'nun
çev resini sardı. Dadaloğlu çocukları öptü,
oba halkıy la kucaklaştı. Kozan beyi Y usuf
v e diğer ileri gelenler de duy up
gelmişlerdi. Hepbirlikte çadırlara doğru
y ürümey e başladılar. H e m yürüy or h e
m de sohbet ediyorlardı. Çadırlara
v ardıklarında her zaman kinin aksine oba
halkı, Dadaloğlu'ndan bir türkü bile
dinley emeden, beyler, Aşık'ı y anlarına
alıp otağa götürdüler. Sadık Bey , Osman
Ali, Göbekoğ-lu, Herekçioğlu, Duharoğlu
gibi bey ler; Koca Aslan Kenan, Kodaz Ali,
Terkeşli Veli gibi ünlü sav aşçılar da
içeride y erlerini almıştılar.
"Anlat hele Dadaloğlan" dedi Y usuf
Bey : "Gezdiğin, gördüğün yerlerde ne
işittin, ne duydun?"
Dadaloğlu bey inin y anına oturmuştu.
Sev ilmesinin yanında bir o kadar da
say ılır, sözü dinlenirdi. Ozan v e aşık
Türkmenin gözü, kulağı, ulağıy dı çünkü.
Osman Ali "Biz de günlerdir oturmuş,
tartışırız. Hep kara haberler gelir, durur.
De bakalım Dadaloğlu Çukurda durum ne
haldır?" dedi.
"Ata töresini nicedir unutmuş olan
Osmanl ı ovayı ecnebilerle doldurmuş,
mağrıptan gelen ada mlar çukuru makinalarla donatmakta. Lakin toprağı sürebil mek için obaları düze indirme telaşındadır. Bu ecnebiler çukurdaki ağalarla
bir olmuş, yöredeki halka düze inmenin
ni metlerini anlatır dururlar mış. Osmanl ı
ecnebiyle bir olmuş, bizleri kırmak ister."
"Baban Kul Musa 'Osmanlı'yla dost
ol man, yeniden görme ile alışveriş
etmen, bil mediğinize sır aç man' derdi "
dedi Herekçioğlu.
"Aşiretler ayaktadır Koca
Yusuf.
Derler ki Osmanlı Kırım harbini bitirmiş
ve de Türk men ü zerine yürü mek için
ordu
toplarmış.
Bolkarları,
Gavur
dağlarını, Nur dağların ı, Tahtalı ve
Binboğaları bir telaştır almış. Kimi korkar
ol muş, ihanetin peşinde, kimi de savaş
hazırl ığı yapar. Gördüğüm, duyduğumu z
budur"
"Kozan ve Gavur dağlarındaki aşiretlerin Kırım harbi için asker vermeyişine sultan çok kızmış, kini artmış tır.
Desen Osmanlı kanımızı içmeye yemin
etmiştir"
ca Yusuf. Dadaloğlu de me miş mi ki,
avşar uşağı şöhretli gezer, on beş yirmi
atlı bir ordu bozar diye, bunun üzerine
avşar uşağı daha ne söylesin ki? Gayrı
bize de ölü m pahasına da olsa, yaylamızı, yatağımızı savunmak düşer" y iğitlerin
sözleri Kozanoğlu Y usuf u sevindirmişti.
"Kalkın gayrı, fazla ne gerekiyorsa
yapılsın. Davlumbazlara bir iyici vurulsun,
çukurdakiler duysun avşarın savaş
naralarını. Dadaloğ-lan sen de sazını,
sözünü
esirgeme
bizden,
haydin
davranın gayrı"
"O bahanedir Gökoğlu. Hepi miz de
bil mekteyiz ki, düze indirmek, yiğitlerimi zden asker, terimizden ekin, ekinimi zden vergi almak ister. Almak ister-ki,
kahbe sultan haremine daha fazla taze
katsın, daha güzel yemekler zıkkıml ansın"
Bey ler, y iğitler otağdan ay rıldılar.
Kozan y aylasında bir yandan toy, diğer
y andan da savaş hazırlıkları görülmey e
başlandı.
"Yusuf Beyimiz haklıdır. Türk men
düze inende silahsız ve soluksuz kalır.
Osmanl ı elinin altındaki Türkmeni daha
güzel ve de kolay kırar" diye ekledi Sadık
Bey.
"Düze in dirdikten öte varsın kırmasın
Türkmeni. Düze in mek zaten öl mek
de mek değil midir? Düze in mek
geleneklerin, törenin, koca bir tarihin
unutulması de mektir. Bunlar yitip gittikten
sonra yaşasan ne olur? Dada-loğlu de
bakalım, aşiretler ne haldadır, ne
düşünürler?"
"Ulaşlı aşiretleri yaylaklarında savaş
hazırl ığındad ır. Koca Yusuf bilirsin
Osmanl ıyla kan davalıdır onlar. Osmanlı
da bu kızılbaş aşiretini kırmak ister.
Ulaşlı
beyleri
düze
inmek-tense
savaşarak
ölürüz
demektedirler.
Bozdoğanlar, Geritliler, Tecirler kurultay
toplamış tartışmaktadır. Gavur dağının
güney doğusunda Çobanoğlula-rının
e mrindeki Dağlular'dan Hacılar, Tiyek ve
Akbez beyleri kararsızdır. De mek o ki,
doğusu, batısı ve güneyiyle Toroslar bir
karmaşa halindedir. Savaş ola ki, ak
koyun kara koyun er meydanında görüle"
"Bre sizler niye susarsınız yiğitler" dedi
Kozanoğlu. Koca Asker Kenan, Kodaz
Ali, Terkeşli Veli v e nice y iğit sav aşçı
gülümsey erek baktılar bey lerine. "Nice
diyelim Kotavı r/tarih/haziran'99/sayı :13
Div anda herkes yerini almıştı. Sultan
Abdülaziz çatık kaşlarıy la paşaları süzdü.
"Seni dinle mek isteriz Derviş Paşa, iskan
birliklerinin duru mu nedir?"
Dördüncü Orduy u Hümayun Müşiri
Derv iş Paşa sultana y altaklanarak, el
etek öptükten sonra "Sultanım, Balkan
isyanlarında kullandığımız ve bugüne
kadar İşkodra sancağımızda bulunan
birliklerimizden Arnavutların oluşturduğu
yedi tabur seçme asker ayırdık, Diğer
kuvvetler ile birlikte on beş tabur piyade,
iki alay süvarimiz, beş yüz altı yüz
civarında Gürcü, Çerkez ve Kürt
atlılarımız var. Beş kıtamızın hepsi de
Şeşhaneli
dağ
topuyla
donatılmış
bulun maktadır."
"Gürcü, Arnavut, Çerkez ve Kürtlerden tabur oluşturulması isabet olmuş,
aferin. En azından bizleri yarı yolda
bırakıp saf değiştirmezler. " diyen Sultan
sonra hukukçu v e tarihçi olan Cev det
Paşa'y a çevirdi kafasını. "Bir kez daha
söylüyorum Paşa, Fırka-i islahiye sadece
bir ordu harekatı değildir. Bugüne kadar
yapıl mış tü m harekatlardan farklıdır.
Düze indirilen aşiretlerin yerleştirilmesi ve
toprağa bağlı kılınması, zapturapt altına
alın ması esastır. Bundan dolayıdır ki,
düze indirilen her oba, hemen uygun bir
ev-kiye yerleştirilmeli, aşiretlerin ileri gelenleriyle işbirliği yapılarak kent mec-
Üsleri kurulmal ı ve tabi her kasabada bir
kışla inşa edilip, kışlanın yöre halkınca
yapılması emredilmeli"
"Emredersiniz ulu hünkarımız" dedi
Cev det Paşa.
"Ahali, devletin varlığına inandırılmak,
devlet
sevdirilmeli,
kan
dökmek
istemediğimi z ve evvelki suçlarını affettiğimiz söylenmeli. Ola ki, bu yabanlar
bir olur, Fırka'yı uğraştırırlar. Aralarına
nifak sokup, mü mkün olan beyler satın
alınmalı ve dahi bu bela Osmanlı'nın
tarihinden silinmeli" dedi Abdülaziz,
sertçe. Bu kararlılığına kendisi de
şaşmıştı.
"Devletlü hünkarım hiç kaygulanmayın.
İskenderun'dan,
Amanoslara,
Kozan'dan, Kilis, Maraş ve Elbistan
Sancaklarına, Adana eyaletinden, Niğde,
Kayseri ve Sivas eyaleti hududuna kadar
tüm bölge itaat altına alınacaktır."
Kaptan-u dery ay a dönerek "Vapurlar
tez elden hazırlansın ve yol hazırlığ ı
görülsün" diy en Abdülaziz, paşalara y ol
gösterdi. Y aklaşık bir saattir kendisini v e
paşaları imrenerek dinley en Pizane'e
dönerek "Na sıl, iyi bir uşak mıyım"
dercesine soru dolu gözlerle baktı.
Pizane, aldı bu bakışı ve "İngiliz hükümeti
size minnettardır sultanım" diy erek cev apladı. Mutluluktan havalara uçuy ordu.
"Ne zamandır ki, Mr. Gout beni sıkıştırıyor, koca Çukurova'da pamuk
ekecek adam yok diye kıvranıp duruyordu. Göreceksiniz Osmanlı ve İngiltere'nin işbirliğiyle, Anadolunun güneyi ve
daha bir çok bölgesi zenginleşecek,
uygarlaşacak ve düşmanlarımız çat diye
çatlayacaklar"
Pizane sev incinden gev ezelik edip
dururken, Abdülaziz de dolaptan bir İskoç
viskisi çıkarıp, iki ayrı kadehe boşalttı.
Sultanın ikramını memnuniy etle kabul
eden Pi-zane, kadehini zaf er için kaldırdı
v e To your health" dedi, Abdülaziz,
gülerek "o da ne demek" diy e zorun-ca,
"Sağlığın ıza sultanım" diy erek kadehi bir
y udumuda bitirdi Piza-
Sev incini Mr. Gout v e İngiliz hükümeti
ile pay laşmak için saray ın dışına attı
kendini. Ilık bir nisan hav asında İstanbul
daha bir güzel gözüktü gözlerine.
Kendisini
bir
kuş
kadar
haf if
hissediy ordu.
Pizane, mutlu haberi işadamı Gout ve
hükümete y etiştirmek için koşaradım
şirkete giderken, Derviş v e Cev det
paşalar da harekatın son hazırlıkların ı
y apmay a
başlamışlardı.
Harekata
katılacak taburları denetlemey e giden
Derv iş
Pa-şa'nın,
nihai
sonucu
alacaklarına olan güveni tamdı. Dünyay ı
f ethe çıkan bir kumandanmışçasına
mağrur bir eday la birliklerini denetledikten sonra, iskeleye, v apurları
görmey e gitti. Beş büy ük vapur
hazırlanmış, sef er için bekliy ordu.
Kendisi için her türlü konf oru düşünmüş,
y olculuk esnasında tüm ihtiy açlarını
karşılay acak
eşy ay ı
kamarasına
doldurmuştu.
"Neyse daha vaktimiz çok. Kalanını
da uzun deniz yolculuğunda tama mlarız"
dedi Cev det Paşa. Uykusuzluktan v e
gün
boy u
koşturmaktan
y orgun
düşmüştü.
Sabaha
dinç kalkmak
istiy ordu. Çünkü sabah erkenden gemiler
demir alacaktı.
Kozanoğlu Y usuf Bey'in çağrısıy la
toy hazırlıkları hemen başlamıştı. Bir
y andan hazırlıklar tüm hızıy la sürerken
okuntular da çevre obalara, ulaştırılmıştı.
O güne dek görülmemiş bir toy hazırlığ ı
y apılıy ordu. Savaş öncesi, Türkme-nin
birliğini, dirliğini gösterecek; savaşma
azmi bilenecekti. Bu yüzdendir ki, okuntu
ulaşmay an yayla, oba, ov a, köy
kalmamış, Ala-dağ'ın dört bir y anına
haber ulaşmıştı. Kuşlar kılav uzlarıy la,
soğuk sulu Zamantı dereleri v e pınarlarıy la, ağaçlar ılgın ılg ın esen rüzgarlara
v erdiği dallarıy la dört bir y ana haber
saldılar. Toy muştusu dağlardan aştı,
gev enlerin,
sütle-ğenlerin
içinden
makilere varıp Çukurov a'ya ulaştı. Dağıtaşı, ova-
tavı r / tarih / haziran '99 / sayı : 13
sı, obası, toyu d u y d u ve Aladağ
y ollara, bellere düşen insan kalabalığıy la coştu.
Kopuzunu,
curasını,
sazını
omuzlay ıp gelen ozanlar, aşıklar;
obasını, aşiretini alıp y ollara düşen ünlü
bey ler, ağalar, Kozan y ay lasına geliy or;
misaf irler bizzat Koca Y usuf taraf ından
karşılanıy or; kollar, omuzlar, göğüsler
kenetleniy or, kucaklaşılıy ordu. Y aklaşan
sav aş avşarı kaynaştırmış, şölene daha
şimdiden bir isyan havası katmıştı.
Y ay lada koca kara kazanlarla
bulgurlar kay natılıy or; koçlar, davarlar
kurban edilip, ateşlerde çevriliy or; meyve
v e sebzenin y üzlerce çeşidi tepeleme
y ığılıy or,
Aladağ'ın
soğuk
sulu
pınarlarından y apılan y ay ık ay ranları
ağaçlarda çalkalanıp duruy ordu. Tüm
çadırlardaki siniler, şahanlar, kazanlar,
çanaklar toplanmış; Avşar kadınları tüm
hünerlerini ortay a dökmüş, kimi düny anın
en leziz aşların ı pişirmiş; kimileri de ipek
minderleri, keçeleri, postları sermiş;
oturakları, masaları dizmiş; sofralar
kurmuştu.
Avşar'da töre bozulmamıştı. En başta
obanın y aşlıları, bey leri, aşıkları v e
misaf irler oturmuş, diğerleri ardı sıra
dizilmişlerdi. Say alı, ipek işlemeden
y ağlıkları, üç etekleriy le genç kızlar;
şalv arlı,
çuhadan
gömlekleri
ve
y elekleriy le delikanlılar hizmette kusur
etmiy orlardı. Kozan bey i Koca Y usuf
şöleni başlatmak için ay ağa kalktı. Tüm
obaların, bey lerin aşıkların adlarını andıktan sonra herkese birden hoş-geldiniz
dedi. O, konuşmay a başlay ınca herkes
sustu. Pür dikkat dinlemey e başladı.
"Alt yanımızda zali m hain tuzak lar
peşindedir. Dumandan, pustan dorukları
görül meyen dağlarımızı, Osmanl ı bize
çok görmektedir. Bizleri serin sulu
pınarlarımızdan, burcu burcu kekik kokan
yaylalarımızdan
koparıp,
Çukurun
cehennem ateşinde yakmak istiyorlar.
Osmanl ı çok geldi üzeri mi ze, çok kırdı
avşarı. Çok sürdü kılıç zoruyla.
Ama
atlarımızı her defasında
yine Aladağ'ın doruklarına sürdük.
Za mantı kıyılar ına yerleştik. Osmanlı çok
döktü kanımızı, çok kanını döktük. Bu
sefer
yüzyılların
kiniyle,
ecnebinin
kışkırtmasıyla ve de para hırsıyla daha
sıkı geliyor. Bizler özgür insanlarız. Nasıl
ki,
ağaç
kökünden
koparıldığında
çürümeye yüz tutarsa, avşar da düzde
barına ma z, çürür. Kahbe Osmanlıya
aman yok. Öleceksek düze inmeden ata
yatağımızda ineceğiz." Y usuf Bey'in
gözleri nemlenmişti.
Ama yaşların
akmasına
izin
v ermedi.
Herkes
duy gulanmış, bir o kadar da coşmuştu.
Şölen başladı. Kozan gençleri
misaf irlerinin etraf ında dört dönüyor,
Kozan soy una lay ık bir toy y apmak için
hiçbir şey esirgenmiyordu. Y eniliyor,
içiliy or, sinilerden birisi boşalıy or, öteki
doluy ordu. Sonra sohbetler aldı yürüdü.
Özel likle çocuklar, gençler dedelerinin,
nenelerinin v e de ozanların etraf ını
çev irmiş;
eski sav aşları, isy anları,
çarpışmaları dinliy orlardı.
"Bir buçuk asır olmuştur belki. Babalarımız Rakka'ya sürülmüş, yıllarca
çıkama mışlar Rakka denilen cehennemden. Orada da yaylak varmış emme; ne
suları Aladağ'ın p ınarları gibi karpuz
çatlatır; ne çiçeği, böceği, kuşu bizim
dağlarımızdakiler gibi misk kokar ve
bülbül gibi öter miş. Neyse lafı uzat mayalım. Avşar ayağa kalkmış bir gün.
Vur muş kendini yollara, çatışa çatışa,
vuruşa vuruşa Aladağ'a varmış. Za mantı
ır mağ ının çevresine yerleşmiş. Sonra
tıpkı bugünkü gibi bir de toy kurmuş ki
hala anlatılır durur. Tepele me etler,
meyveler yığıl mış, kazanlar dolusu aşlar
yapıl mış, Torosların en ünlü ozanları
doluşmuş obaya. Çalıp söylemişler, çalıp
coşturmuşlar" diy en Recep Dede'nin
kanındaki isy an birden depreşiv ermişti.
Uf ak bir gedik bulsa hiç durmamacasına
akacak gibi kaynamıştı kanı. Herkes, çok
def a dinlediği bu anıların coşkusuy la
sanki o günleri bizzat y aşıyordu. Çocuklar
v e gençler Recep Dede'ye türlü türlü
sorular soruy or. Dede de Rakka'dan geri
dönüşü,
Osmanlı'nın nasıl bezdiğini, y eniden
y aylay a gelince herkesin nasıl da
mutluluktan hav alar uçtuğunu anlata
anlata bitiremiyordu. Gö-koğlu da,
Aspalık'ı anlatıy ordu. "Bir vuruşta
Osmanl ının
kaypak
askerini
ikiye
böler miş. Cehd eder Elbistan'ı basar,
Bağdat kapısına kilit asar, 'vurun
aslanlarım' diye naralar atıp, yiğitleri
coştururmuş."
Bir başka köşede bir y iğit delikanlı
ise "Yarsuvat ile zıncarlı arasın da
Kozanoğulları çok şehit vermişler. Gülek
boğazı kandan bir ır mak ol muş-da
akmaya başla mış. Osmanl ı iskan için en
büyük gücünü bizlere ayıracaktır. Avşara
da böylesi yakışır zaten." dedi.
Bey lerin aşiretlerin ileri gelenlerinin
oturduğu y erde ise yapılan sohbetler
y aklaşan sav aşa y önelikti. Toy bir
bahane olmuştu. Avşarın ünlü bey leri bir
aray a gelmiş, nasıl savaşacaklarını,
nereleri tutacaklarını tartışıy or, güçlerini
gözden geçiriy or, çevre dağlardaki
aşiretler üzerine sohbet ediy orlardı.
Şölenin ilerley en saatlerinde delikanlılar atlarında kılıçlarıy la sav aş
dansları y aptılar. Sonra bileğine, gücüne
güv enenler güreşe tutuştular. Akşama
doğru y eniden sof ralar kuruldu ve
ardından sözü aşıklar aldı. Onlar
türkülerini söyler, destanlarını anlatırken
çocuklar dahi konuşmadı, bebekler bile
ağlaşmadı.
En son Dadaloğlu aldı sözü. Harkes
de sabırsızlıkla onu bekliyordu zaten.
Onun y urt, sev da, y iğitlik v e de sav aş
üzerine söy lediği türküler, okuduğu şiirler
tüm To-rosların, Nurhakların, Amanosların, Erciy eslerin dilindeydi. En güzel
sev da türkülerini o okur, Ala-dağ'ları en
güzel o anlatır, kahramanlıkları dört bir
y ana onun sazı v e sözü taşırdı.
Dadaloğlu v urdu sazın teline, daha f azla
bekletmedi şölendekileri:
Aşağıdan
iskan
ev i
geliy or
Bezirganlar
koçy iğide
gülüyor
Kitabın dediği günler doğuy or Y oksa
dev ir döndü ahir zaman mı
tavı r / t a r i h / haziran '99 / sayı : 13
Aşağıdan iskan ev i gelince
Sararıp da gül benzimiz solunca
Malım mülküm seyfi gözlüm kalınca
Kahbe Osmanlı size aman mı
Dadaloğlu'm sevdası var başında
Gündüz hay alimde gece düşümde
Alışkan tüfekle dağlar başında
Azrailden başkasına aman mı
1865 y ılının 28 May ıs günüy dü. Beş
b ü y ü k v apurla İstanbul'dan hareket
eden Fırkı-i islahiy e taburları, İskenderun
y akınlarında karaya ay ak bastılar. Derviş
Paşa askerlerini Belen'de, Çev rey e
hakim tepeler ü z e r i n e yerleştirdi.
Tepeler askerin çadırlarıy la siyaha,
bürün-m ü ş t ü . Kendi özel çadırlarında
Derv iş Paşa v e Fırka-i Islahiyenin diğer
komutanları toplantı y aptılar. İlk elden
halka, padişah Abdüla-ziz'in buy ruğu
iletilecek, düze inmeleri söylenecek, aynı
anda Kurt v e Amanos dağlarına doğru
harekat başlatılacaktı.
Sultanın emirleri aşiretlere ulaştırıldı.
Fırka-i
Islahiy enin
dağlara
kadar
götürdüğü
talimnamede
kan
dökülmesinin istenmediği, iskan v e
İslahat hareketine girişildiği, düze
inerlerse kendilerine toprak v erileceği,
v ergi borçlarının v e o güne kadar
işledikleri
suçların
affedileceği
belirtiliy ordu. Bu yalanların aşiretlere
ulaştırıldığı günlerde Fırka-ı Islahiy e
Derv iş Paşa komutasında Amanoslara
v e Kurt dağlarına doğru çoktan harekete
geçmişti.
Daha önceden düze inip, sonra
y eniden dağlara çıkmış Reyhaniy e
aşiretinin boybey leri Fırka-i Islahi-ye'y e
bağlılıkların ı bildirip tekrar düze inince
Derv iş Paşa'nın kendine olan güv eni
arttı.
Paşa
divanhanesinde
harita
üzerinde y aptıkları planlar uy gulanmay a
başlanmıştı. Gavur dağının güney
doğusunda y aşay ıp, dev lete isy an
halinde bul u n a n dağlıları itaat altına
almak isteyen Fırka, İncesu mevkiinde
y e-
ni ordugahını kurdu. Dadaloğlu'nun
'kararsızlar' dediği Akbez, Tiy ek ve
Hacılar bey leri, hiç savaşmadan teslim
oldular. Bunun üzeri ne harekatın siy asi
sorumlusu v e İslahat işlerinden sorumlu
olan Cevdet Paşa y örede bir kaç y üz
hanelik bir kasabanın kurulması için harekete geçti. İlk ay ak basan taburun
adından dolay ı, buray a Hassa adı v erildi.
Tıpkı Sultan Abdülaziz'in dediği gibi
Hacılar,
Tiy ek
ve
Akbez
ileri
gelenlerinden
üç
ve
gay rı-müslümlerinden bir aza alınarak dört kişilik bir
kent meclisi oluşturdu. Hassa kasabası
üç mahalleye bölündü. Ve güv enliğini
sağlaması için bir zabıta kuvveti bırakıldı.
Henüz birkaç haf ta önce dağıttığı bildirilerde v ergilerin affedileceğini söy leyen
Fırka-ı
Islahiye
sözünden
çabuk
dönmüştü. Düze inen aşiretlerden v ergi
borçlarının karşılığın da y apılacak kışla
için
dağlardan
kereste
indirmeleri
emredilmişti.
İlerley işini sürdüren Fırka-i Isla-hiye
Amanoslar çevresinde bulunan kimi
küçük aşiretleri de bastırarak Gav ur
dağlarının doğu kısmında bulunan
göçerlerin üzerine y ürüdü.
Çerçili civ arında bulunan tarihi Nigoli
kalesine vardıklarında Derviş Paşa
ordugah kurulması için emir v erdi. Kale,
Çukurov a'dan Halep'e, Amik Ov asına
geçiş yollarının tam merkezindey di.
Cev det Paşa, Derviş Paşa'ya burada bir
kasabanın kurulması için her şey in uy gun
olduğunu söy ledi. Ünlü bir tarihçi olan
Cev det Paşa kalede bulunan Y unanca bir
y azıy ı Derviş Pa-şa'y a göstererek "ne
yazıyor biliyor musun?" diy e sordu.
Kaf asını "hayır" diy e iki y ana sallay an
Derv iş
Paşa'nm,
cevap
istey en
bakışlarını "İskender burada ceza
kanunlarını tesis etti yazıyor" diy erek
y anıtladı. Bu kısa ve öz cümle Derviş
paşa'nm
hoşuna
gitti.
"Biz
de
İskender'den sonra, Derviş ve Cevdet
Paşalar burada ceza kanununu tesis etti
diye yazdıralım mı, ne dersin?"
"Büyük İskender Payas ile Ayas
arasında Darius ile savaşmış ve buraya
gelerek kaleyi tamir ettir miş, sonra da bu
kitabeyi yazdırmıştır. Benim düşüncemi
soracak olursan burada kurulacak olan
kasaba için bu kalenin tamiri gereklidir.
Önerine gelince, bence biri Kerkütlü
tarafında, diğeri de Çerçili boğazında
ol mak üzere iki kule yaptıralım ve adlarını
da Cevdet ve Derviş Paşa koyalım" dedi.
"Peki paşam. Fırka'nın isminden
dolayı da, buradaki kasabaya Islahiye
adını vereli m buna ne dersin?"
"Uygundur"
"Lakin, önce, bu Islahiye'ye yerleşecek göçerin üzerine yürüyelim, eşkiya
bastırıldıktan sonra gerisi kolaydır"
Paşalar Nigoli'den indiler. Derviş
Paşa orduy a Kurt v e Katranlı dağlarına
doğru y ürüme emrini v erdi. Cevdet Paşa
da Islahiye de yapılacak hükümet
konağının, askeri kışlanın planlarını
çiziy or, nüfus say ım ve kay ıt işleri ile
v ergi tesbit çalışmalarının nasıl düzenleneceğine
ilişkin
çeşitli programlar
hazırl ıy ordu.
Dağlarda Türkmen kanı akmay a
başlamıştı. Dumdum ov asında kışlay an
delikanlı v e Islahiye kendisine direnen bu
aşiretleri değil düze indirme, y oketme
pahasına katletmey e başlamıştı. Küçük
birer aşiret olan Delikanlı v e Çelikanlı
aşiretleri Fırka'nın önünde day anamamış,
katliamlar sonrası y akalananlar türlü
işkenceler v e baskılarla y eni mekanlarına
y erleştirilirken,
dağların
y üksek
kesimlerine kaçan kimi gruplar canlarını
zor kurtarabilmişlerdi.
Türkmen kanını dökerek, Toros-ları
insan cesetleriy le dolduran Paşalar
sonuçtan epey memnundular. Son olarak
kimi Kürt aşiretlerinin de kendiliğinden
gelerek Fırka-i Islahiye'ye bağlılıklarını
bildirmeleri
keyif lerini
büsbütün
arttırmıştı. Dağlarda zulüm kol gezer,
binlerce y ıllık gelenek zor y oluy la öldürülürken, dorukların özgür dağ dav ası y erini
esarete bırakırken, Derv iş
tavı r/tarih / haziran '99/sayı : 13
Paşa haremindeki kadınlarla alem
y apıy or, halkın akan kanından damıttığı
şarabı zevkle içiy ordu.
Y üzlerce y ıldır hep baskıy a maruz
kalmış, ama teslim olmay ıp hep isy ana
kalkmış, saray ı sultanları sallamış olan
aşiretler tarihlerinin en zorlu günlerini
y aşıy orlardı.
Ölenlerin
kurtulmuş
say ıldığı, y akalanıp da düze indirilenlerin
ise diri diri mezara gömüldükleri bir
zulümdü bu.
Derv iş Paşa ve Cevdet Paşa tüm
paşaları v e üst düzey komutanları
merkez çadırda toplantıy a çağırmıştı.
"Paşalar, Fırka'nın büyük komutanları, düzeni miz önünde iki büyük
hedef kalmıştır. Şi mdi bir kaç yüzyıldır
Al-ü devlete isyan ve ihanet halinde
bulunan Ulaşlı ve Kozan aşireti üzerine
yürünecektir. Önce Ulaşlı ağaları itaat
altına alınacaktır. Ulaştılar müs lüman
ol mayıp, sapkın bin kızılbaş aşiretidir.
Kırım harbinde asker verme yen, vergi
nedir
bilmeyen,
ahaliyi
soyan,
hayranlarını arazi ürerinde mah sus
sürerek ekine zarar veren, Gavur
dağlarının en saru yerlerine sahip olan
bu haydut çetesinin katli vaciptir. Ve-zir-ü
Aza m
Reşit
Paşa,
başdanışman
Pizane'a bu aşiretin mutlak surette dağıtılacağına dair söz vermiştir. Bu yabanıl sapkın haydutlar, haycanlarıyla
pa muk tarlalarını defalarca çiğnemiş,
İngiliz dostlarımızın fabrikaları pamuksuzluktan çalışamaz duru ma gelmiştir. Oldum olası Os manlıyla kanlı olan
bu aşiretin düze inmesi de caiz değildir.
Öyle bir aşirettir ki, düze de inse
kanından şekavet akmaya devam eder.
Bu Ulaşlı ağaları iyice bir kırıla ve artıkları da düze indirildikten sonra son
büyük hedefe Aladağ'a gidile, sultanımızın e mirleri budur" dedi Cev det Paşa.
"Ulaşlı ağalarının en kuvvetlisi Ali
Bekiroğlu'dur.
Islahiye'den
ayrılıp,
Hanağzı üzerinden A manoslara hare ket
edip, Kişnaz Köyü karargah seçilerek
aşiret sıkıştırılabilir."
"Ulaşlı ağalarıyla harbedilirken Te-
cirlilerle de karşılaşmak olasıdır. Yaylak
olarak Uzunyayla'dadırlar. Aşiretlerin
yaylaya çıkmasına yasak konma sına
rağ men, bu aşiretler söz dinlememişlerdir. Görünen o ki, kanları ak ma dan
da da düze in meyeceklerdir" dedi Mecit
Paşa. Kendisi, Kozanoğlu aşiretini düze
indirmek
için
özel
olarak
görev lendirilmişti.
Son sözü alan Cev det Paşa, bu
aşiretlerin düze indirilmesi sonrası
Çukurov a'y a doğuy a ve güneye bağlay an
geçiş noktasında büy ük bir y erleşim
merkezi kurulmasının düşünüldüğünü
söy ledi. "Evet Paşalar, Sultan Abdülaziz,
eşkiyanın
bastırıldığ ı
müjdesini
beklemektedir. Ulaştı ağaları kırıld ıktan
sonra, yüzlerce yıldır devletin başına bela
olan, asker vermeyen, vergi nedir
bil meyen, isyana kalkıp duran, nereye
sürsek yerinde durmayıp yaylasına
dönen Kozan dere-beyinin üzerine
yürünecektir. sözü olan var mıd ır? buyur
paşa"
"Fırka' mızın eşkiyayı düze indireceğinden şüphemiz yoktur. Lakin bugüne
dek düze inen veyahut indirilen
aşiretlerden dağlara kaçan bir kısmın ın
bu Ulaşlı ağalarının etrafında toplandığın ı
da göz önüne almak gerek"
"Bundan malu matımız vardır paşa
hazretleri. Onun içindir ki, Kozana
varmadan önce bu Ulaşlıların belinin
kırıl masın ı düşün mekteyiz. Artık fazla
uzat maya gerek yoktur. Tez davranıl-sın.
Yarın Gavur dağından eşkiyayı tama men
kazımak
üzere
Fırka
harekete
geçirilecektir."
Ordugahın merkez çadırında bunlar
konuşulurken,
paşalar
ve
Fırka-i
Islahiy e'nin diğer komutanları taburlarına
dağıldılar. Ertesi gün şaf akla harekat
başlay acaktı.
Aladağ'da Kozan aşireti Osmanlı'y ı
karşılamay a hazırlanıy ordu. Duharoğlu,
Deli Hacı, Halloğlu'lar, Herekçioğlu,
Hösükoğulları, İre-cepliler, Kocahallılar,
Sarı Veli Oğulları v e daha nice ünlü
Avşar bey leri, Zorpehliv anoğlu, Deli Osman Ali, Küçük Alioğlu, Kodaz Ali,
Kabak Hasan ve Gökoğlu gibi nice yiğit
sav aşçı hazırdı. Kirmaniler, pusatlar,
cudalar, zağlılar v e de tüfenkler hazırdı.
Tav lalardan ulam ulam atlar çekilmiş,
öfke kuşanılmış, andlar içilmişti.
Koca Y usuf, Çukurov a'daki gelişmelerden ve Kozan'ın batısını y öneten
kardeşi Ahmet bey'in ikircikli durumundan
kay gılıy dı. Y anına gelen Dadaloğlu'na
"Gavur dağında savaş nice olmuş, bir
şeyler öğrenebildin mi" diy e sordu.
"Bir atlıya ıras geldim. Ulaşlı ve
Tecir'linin çok kanı akmaktaymış, Gavur
dağı kızıla kes miş, yıldırda makta dedi
atlı. Fırka, Kişnaz'ı karargah yapmış,
he men
yukarıda
Ulaşlılarla
zorlu
çarpışmalar ol muş, çok can vermiş Ulaşlı
aşireti, ama diren mekteymiş. En sonu
dağların doruklarına doğru çekilmişler,
daha fazla dayanabilecekleri şüphelidir."
"Bunlar taze haberler değil. Ola ki,
aşiretler bastırıl mış, Fırka kuzeye yürümeye başlamıştır, tedbiri elden bırakma mak gerek Koca Yusuf"
"Doğru söylersin sarı Veli. Ben deri m ki
Kodaz Ali'nin yanına beş on atlı ve iki de
ulak katalım, Aladağ'ın aşağısında duru m
nedir, araştırsın gelsin" Bey ler kafalarını
sallay arak 'olur' dediler. Duharoğlu,
Kodaz Ali'nin y anına v ardı, ne y apması
gerektiğini anlattı. Eğlenmedi Ko-daz Ali
de. Y edi tane yiğit aldı y anına v e
üzengine basıp, bir sıçray ışta atma bindi.
Y iğitler de bindiler. Y ola düştüler.
Toy
mey danında
obalılar yine
toplanmış,
Dadaloğlu'nu
dinlemektey diler. "Vur Dadaloğlu kardeş, vur sazın
teline, vur savaş türküleri" diyordu bir
y aşlı dede. Dadaloğlu da durur mu, bu
sözlerin üzerine coşuyor, coşturuyordu:
kalktı havalandı ey deli gönül v arır bir
merzile erişir bir gün mey dan benim diy e
kabak asanlar çıkar koçyiğitler döğüşür
bugün sıkılır tüf ekler tütünler tüter çalınır
dav ullar mehterler öter kesilir kelleler
mey danda yatar İleşler ayağa dolaşır
bugün
tavı r/tarih / haziran '99 /sayı : 13
Oba halkı, Dadaloğlu'nun türküleriy le
coşuy ordu. Aşık'ın sazından kopup
gelenler içlerindeki duy gulara tercüman
oluy ordu.
Bey ler ise kendi aralarında güçleri
pay laştırmış, kadın-erkek, genç-yaşlı,
herkesin görev yerleri belirlenmiş,
Osmanlı'nın geleceği beller, y amaçlar v e
geçitlere
kimlerin
y erleştirileceği
kararlaştırılmış, y ediden yetmişe tüm
kozan aşireti y urtlarını sav unmak için
sef erber olmuştu.
Obada tüm bu hazırl ıklar sürerken
gecey arısına doğru Kodaz Ali v e diğer
atlıların geldiği görüldü. Y usuf Bey v e
diğerleri y anan bir ateşin başınday dılar.
Atlıların gelmesiy le beraber sesler kesildi,
sazlar sustu, gözler gelenlere kilitlendi.
"Koca Yusuf Fırka-i Islahiye Ala-dağ'a
doğru yürüyüşe geçmiş" diy e ünledi
Kodaz Ali. Aladağlarda sav aş davulları
çalmay a başlamıştı.
Fırka-i Islahiy e Aladağ'a doğru
y ürüyordu. Ulaşlı
Türkmenleri dağıtılmıştı. Osmanlı, Ulaşlıların soyunu
kurutmaya ahdetmişçesine köpek gibi
saldırmış; Gav ur dağı Ulaşlı y iğitlerin
kanlarıy la sulanmıştı. Y aşanan tam bir
v ahşetti. Bu dünyada onlara ait tek bir
şey bı-rakmamacasına çadırları y akılmış,
sürüleri dağıtılmış, kadınlarına-kız-larına
tecav üz edilmiş, sağ y akalananların sonu
ise işkence v e zulüm olmuştu. Ulaşlının
çok azı inebil-mişti düze
Fırka-i Islahiye'nin y ürüyüşü devam
ediy ordu.
Torosların
gözü
Ko zan
aşiretindey di
artık.
Aladağ
f ırtına
öncesinin sessizliğindey di. Torosların
kaderi bir daha değişme-mecesine
belirlenecekti. Bugüne dek nice iskan
teşebbüslerini boşa çıkaran Kozan
üzerine y ürümeye ceraset edemey ecekti,
gemiler y akılmıştı.
Fırka-i Islahiy e y önünü Ala-
dağ'a doğru çevirmiş, y ürümey e devam
ediy ordu. Derviş Paşa'nın elinde padişah
hazretlerinin y azdığı bir f erman v ardı.
Div itin ucundan kan damlatırcasına, kinle
y azılmış bir f ermandı bu. Sanki Aladağ'ın dümdüz edilmesini; içindeki tüm
canlılarla-ağacı, otu, çiçeği, kurdu kuşu,
gey iğiyle-y akılmasını; Kozan aşiretine ait
tek bir canlının sağ bırakılmamasnı
emrediy ordu. Fetva v erilmiş, katli v acip
denilmişti.
Bir ara durdu Sultan
Abdülaziz, eğildi duv arda duran haritanın
üzerine, ezmek istercesine Ala-dağ'ın
üzerine bastırdı elini. Div iti y ine
parmaklarının arasına aldı: "Aladağ
eşkıyası azmıştır bastınla" diy e y azdı.
Fermanı aldı Aladağ. Karaçalılar,
gev enler, çamlar, sedirler, çalılarını,
y apraklarını, dallarını hışırdattı; çay lar,
pınarlar, nehirler sularını şoruldattı; y edi
göller, düdenler doldu taştı; kurtlar uludu,
kuşlar ötüştü; koy aklar, geçitler kıpraştı;
kay alar sarplaştı; aldı f ermanı Ala-dağ;
cudalar, kirmaniler, pusatlar, kılıçlar,
tüf enkler toplaştı; öfke bilendi y ürekde
dillendi. Sazına düzen v erdi bir aşık; öfke
tellere, y ürek ellere, eller parmaklara
v erdi sesini; dokundu sazının teline Dadaloğlu;
sütleğenlerde,
sedirlerde,
koy aklarda, yamaçlarda, pınarlarda,
kurtta, kuşta, y ürekte, atışta, patladı öfke;
Aladağ aldı f ermanı,
"ferman padişahınsa dağlar bizimdir"
dedi Toroslar, dav lumbazlar gürledi, aktı
y amaçlardan avşar elleri.
Osmanlı y ürüdü alt y andan, Kozanoğlu y ürüdü üstüne. Aladağ'da
karşılaştı iki ordu, iki hasım. Oluk oluk
kan akmaya başladı. Geçitlerde bellerde,
y amaçlarda. Y eşil ala boy andı, kayalar
kızıl kızıl parladı ay ışığında.
"Davranın kardeşler bize ündür bu"
dedi Dadaloğlu, kodu sazını bir y ana,
pusatını kuşandı. Hoğladı y iğitler, öne
atıldılar Balıklı derede Tayy aroğlu,
Sarıaslan y olunda Ars-
lan Ali, Binboğalılar'da Genç Ali, Kozan
Dağı'nda Terkeşli aman v ermediler
zalime.
Mağara önünde kav ga kuruldu. Binler
Fırka üzerine y ürüdü. Sekiz y üz avşar
kırıldı kanlı geçitte. Gülek'te kanlar akıttı
Kodaz Ali. Kanlar ırmak oldu, akmağa
durdu, kanları süzdü y atağına, sonra
koy aklardan, yamaçlardan karsularını
emdi, taştı zamantı ırmağı, gürledi
gümbürdedi taştı Fırka'nın üzerine.
Kay alar oynadı, f ay lar kırıldı, y uvarlandı
f ırkanın üzerine.
Şelf eler oynadı, zırhlar söküldü.
Gömleği kanlandı beylerin, yiğitlerin.
Aladağ'lar, dağ oluv ereli böyle bir sav aş
görmemişti. Aladağ, dağ oluv ereli bunca
y avrusunu bağrına basmamıştı. Aladağ
ihaneti de gördü. Kozanoğlu Y usufun
kardeşi Ahmet Bey ihanet etti. Teslim etti
Kozan'ın batısını, sattı y urdunu, y atağını
bir kay makamlık uğruna. İçten vuruldu
avşar aşireti. Ama y ılmadılar. Aladağ'ın
soğuk sularını, ulu pınarlarını sav undular.
Aylarca sürdü kav ga. Alt y anda sav aş
güç oldu. Kırıldı birbir y iğitler. Koca
Y usuf, Kozan'ın bir y iğit bey i, tutsak
düştü Derv iş Paşa'y a. Paşa sürgüne
y olladı Koca Y usuf'u.
Ama obalar y ılmadılar. Her bir
kuy tuluk dahi ala boy anmadan geri
çekilmediler. Kan kırmızıy a kesti Aladağ.
Bey az köpüklü sular ala boyandı. Y eşil
donu kızıla kesti To-rosların.
Bir grup sav aşçı, y olunu kesti
Fırkanın. Kozan bey i Y usuf u kaçırdılar.
Koca Y usuf topladı avşarı y ürüdü bir kez
daha Osmanlı'nın üstüne. Y ürüdü,
umutsuz da olsa, yürüdü; söz v ermiş,
andiçmişti
çünkü;
ölecekse
ata
toprağında, avşar yatağında ölecek; düze
ancak cesedi inecekti. Y ürüdü Koca
Y usuf, y ürüdü bir avuç kalmış obalı.
Sonra v urdular Koca Y usuf 'u. Vurdular
ünlü Kozan Bey ini. Ölüsünü konağının
önüne attılar. Y aklaşmak y asak dediler.
Dağıldı
koca
Kozan
aşireti.
y ükseldi dotavı r / t a r i h / haziran '99 / sayı : 13
Ağıtlar
ruklara.
kozana eller kozana
akıl ermez bu düzene
öldürmüşler beyimizi
y asak mezarın gezene
Kadınlar dul, bebeler öksüz kaldı.
Ağlaştı analar, oğullar gelmedi. Y akıldı
çadırı, konağı av şarın. Soldu gülü, çiçeği
avşarın.
Dağıldı Kozan aşireti. Soğuk sulu
pınarlardan, Çukurov a'nın ce-h e n n e m
i n e dağıldı. Y ıllar kov aladı birbirini. Irgat
oldu av şarlar el kapısında.
Dağıldı Kozan aşireti. Oba-oba, köy köy , ev-ev, hücre-hücre dağıldı. Y ıllar
geçti. Y eni Pizane'lar, y eni Reşit Paşa'lar
peşkeş çekti v atanı.
Dağıldı Kozan
aşireti,
dağıldı
Ulaşlılar,
Tecirler,
Kürt
aşiretleri,
dağıldılar
tarlalara,
mey danlara,
f abrikalara;
köylere,
kasabalara,
gecekondulara dağıldılar.
Dağıldı ağıtlara dört bir y ana, dağıldı
öfke hücre hücre.
Öç dağıldı, direnç de dağıldı aynı
zamanda. Y ıllar geçti. Y ıllar boşa
geçmedi ama...
Geçip giden y ıllar, bir büyük acıy ı, bir
büy ük öfkeyi emzirdi zamanın koynunda.
Ve gün dönüp v akit erişince, bir ırmak
misali yatağını buldu, akmağa başladı
yine dağlara.
Say aların, y ağlıkların, üç eteklerin,
çuhadan gömleklerin y erine Aladağ'ın
y eşil donunu giy di kızlar, delikanlılar, bir
de y ıldızlı bere ler geçirdiler başlarına. Bir
toy kuruldu dağlarda. Bir toy kuruldu
dağlarda, o güne dek hiç görülmemiş;
toy okuntusu gönderildi dört bir y ana.
Okuntu ulaşmay an y ayla, oba, ov a köy
kalmadı. Torosların dört bir y anına haber
salındı. Kuşlar kılav uzularıy la, soğuk
sulu Za-mantı ise dereleri ve pınarlarıy la,
ağaçlar ılgın esen rüzgarlara v erdiği
dallarıy la haber saldılar. Okuntu v erildi
dosta, toya dav et edildi. Okuntu verildi
düşmana dağlara dav et edildi: "Ferman
Padişahınsa Dağlar Bizimdir" denildi. •
öykü
h ü s ey in ge d i k
A
rabasının
ön v e
arka
lastiklerini kontrol etti. Sol
arka lastiğinin havasının haf if
inik
olduğunu
f arketti.
"Yoldaki bir benzinllikten
hava
bastırırım"
diy erek
direksiy ona geçti. Arabada götüreceği
eşy aları, ruhsatı, emniy et kemerini
kontrol etti. Herşey yerli yerindey di. Artık
y ola çıkabilirdi. Her dükkan kirasını aldığ ı
günün ertesi sabahında y apardı bu işleri.
Hapisteki kardeşini ziy arete gitmekti bu
hazırl ıklar. Birkaç kilo sebze meyve
alırken mev sime göre y eşil soğanda
almay ı ihmal etmemişti.
Y ıllar önce demir parmaklıkların
ardında, kör lambanın ışığın da, y üksek
taş duvarlı, tel kafesli hav alandırmadaki
kısa süreli voltalarda okuduğu şiiri hala
zev kle mırıldanırdı.
"... Görüşmeci m yeşil soğan göndermiş Karanfil kokuyor cıgaram..."
Sebze poşetinden sarkan y eşil soğan
y apraklarını görünce dalı-v ermişti yine
y ıllar öncesine. Neredey se 20 y ıl,
koskoca 20 y ıl geçmişti cuntanın
gelmesinin üzerinden. "O vakitler ben
tutsaktım. Şimdiyse o zaman henüz
ilkokula başlamış olan kardeşim tutsak.
Kim de miş
cunta 83'te bitti diye".
Y üzü asıldı. Kırmızı ışıkta geçecekti
neredeyse. Büyük şehrin trafiğinin
işkenceye dönüşen stresli tıkanıklığından
biran önce kurtulup denizden esen
meltem rüzgarlarının y aladığı asf alt yolda kıv rıla kıv rıla y amaçlarda süzülmek
için sabırsızlanıy ordu. Her akşam TV
reklamlarında gördüğü o son model
Renault arabanın süzüldüğü y ollar
gibiy di geçtiği yollar. Ah şu direksiyon
salladığı düldülü de y eniley ebilsey di. O
zaman bunca y ılın y orgunluğuna değmiş
olacaktı. Ama bu hay at şartlarında
depoy u bile doldurmak bir hay li hesap
kitap gerektirirken yeni bir araba hayaldi.
İsy anla karışık bir hüzün duygusu
sardı y üreğini. Kardeşinin hapiste
olmasının v erdiği biri hüzündü. Hapise
girmemiş olsay dı kaç y ıllık öğretmen
olacaktı şimdi. "Araba taksitinin bir ayını
o bir ayını ben verir altı ayda çekerdik altımıza. Oysa şimdi o hapiste bizde
yıllardır bu düldülle hapishane yollarındayız. Gel de isyan etme be".
Göstergedeki kırmızı siny ale takıldı.
"Hay aksi" depoy u henüz y arı tahmin
etmişti oysa. Az ilerdeki benzilliğe girdi.
Otomatiğe
tavı r / öykü / haziran '99 / sayı : 13
bağlanmış f iy at panosunu görünce
gözleri f altaşı gibi açıldı... Otomobil
sef ası hayalleri tuzla buz oldu. Bu benzin
f iyatlarının otomatiğe bağlanmış zamla
satılması alışılabilecek bir şey değildi.
Her ay y ekünün yüzde beşi daha eklenerek zamlanıy ordu. Ardından tüm
piy asay a zincirlerinden boşa-lırcasına
zam y ağıy ordu. Her ay cebinden
birönceki aydan daha f azla para
çıkıy ordu. Kırmızı kaplı banka cüzdanına
y azılan rakamlar her ay daha da
azalıy ordu.
Geleceği
y oksulluğa
düşmeden yaşayabilmek için bugün
y aptığı tasarruflarda küçülüyordu.
"En iyisi iki ya da üç ayda ziyarete
gitmek. Nasıl olsa durdukları yerde
duruyorlar. Hapishanede ben de kaldım.
Za man
geç mek
bilme z.
Her-gün
biröncekinin tekrarıdır. Yer içer biraz da
okur-yatarsın. Her ay her ay hapishaneye
gitmeye ne gerek var sanki" diy e geçirdi
içinden. Kararını v erdi. Artık her ay
kardeşinin
ziy aretine
gitmeyecekti.
Nihay et işte şehrin dışına çıkmıştı. Geniş
muntazam asfalt y olun uyumlu akışına o
da düldülüy le katıldı. Aslında elden
düşmede olsa iyi bir arabay ı almay ı
denemişti.
Ama
peşin
paray ı
denkleştirme sorunu çıkmıştı. Babasının
y ardımını istemeyi düşünmüş, konuyu
açmıştı. Saçlarında tek bir siy ah teli
kalmamış y aşlı adam yüzünde tek bir kas
oy namaksızın donup donup bakmıştı
ardından da. "Alman Markı olarak verir
aldı ay sonrada isterim "demişti. Demişti
y a o günden bu y ana da y üreğinde babasının v erdiği o beklenmedik cevabının
y arası duruy ordu.
Elli-altmışta y avaş yav aş sürüyordu
arabay ı. Güneşin deniz üzerine v uran
ışıkları y akomozlara kesmişti y olun sol
y anını. "Ah" çekti içinden. "Bu genç yaşta
bu
güzelliklerden
mahru m
kalıp
hapishanelerde çürüyorlar. Değer mi ne
geçiyor sanki ellerine? Dışarıda onlara iyi
yaptılar, bizde arkalarındayız diyen mi
var? Herkes gününü gün ediyor işte."
Deniz kıy ısında güneşlenenler, suy a
girenler, koşup oynay anları gördükçe
kaf asındaki hüznü atmay a çalıştı.
Üzülmemek lazımdı. "Kendi etti kendi
buldu" dedi. "Ben kaç defa dedim ona
uğraşma sağ-sol meselesiyle. Bak biz
uğraştıkta ne oldu. 12 Eylül'ü gördük
oturduk yerimize. Uğraşmayanda yaşayıp
gidiyor pekala. Mücadele edene oluyor
ne oluyorsa."
Bir sigara çıkardı cebinden, uzun
f iltresinden tutup ateşledi ucunu.
"Üç-dört ayda gelir, ziyaretimi yapar
döneri m, vazifemi yapmış oluru m. Gerisi
de artık kendisine kalmış" dedi.
Vicdanın v erdiği sıkıntıy la kaçan
keyf ini düzeltmiş olarak yolun sağından
ilerledi gitti. Hava güzel, doğa güzel,
y olculuk güzeldi. Bir de bu yolculuğun
dönüşü, birde geri döndüğünde ertesi
gün şehrin yoğun traf iğine dönüp ekmek
teknesini çalıştırmak olmasay dı. "Her
yolculuğun bir de dönüşü var. Tek
dönüşü olmayan ebedi is-
tirahate giden yol" dey ip dikiz aynasına
baktı. Tenha y olda etraf ın güzelliklerini
gözlerine y edire y e-dire ağır ağır sürdü
arabasını.
Bir an suçluluk duy gusuna kapılmadan edemedi. Bu güzel ha vada
tarlalarda güneşin altında kavrulan
ırgatları görmek, ev de, okulda bıraktığı
çocuklarını, eşini hatırlamak sanki şu
cennet parçası mekanda sırf keyfini
bozmak için y oluna çıkıy ormış geldi ona.
Sonra kardeşinin, dört duvar demir
parmaklıklar ardındaki kardeşinin de
y oksunluklarını düşünmekten kendini
alamadı. Büsbütün sıkılmıştı. "Yok
arkadaş" dedi. Bir kere girmiş, kanımıza.
"Zevk-ü sefa sürüp eşe gardaşa, dosta,
ırgata, yoksula nispet eğlemek değil
bizi m işi mi z. Ol muyor işte. İçimiz yaralı.
Yoksulun, mazlu mun hakkını yiyenleri
kalkındırıp
bizi m
gibileri
yollara,
gardaşları mapus da mlarına dök melerine
ne demeli? Gücü mü z yok ki keselim
kaflarını. En iyisi dokunma mak bu kanlı
zali mlerin tezgahına. Ne gücümü z var bizi m şu altımızdaki ek mek teknesinden bir
de ayda bir kirası gelen dükkandan
başka. Çocuklar, ya çocuklar. Onlarda bu
me mlekette büyüyecek uzayda değil ya.
Onlar nasıl başa çıkacak bu dünyanın
belalarıyla. Elinden geldiğince onları
daha ileride bir yerde bırakmalıyım. Ben
taksi şöfürlüğü yapıyorum, oğlum taksi
durağı sahibi ol malı. K ızım annesi gibi
fabrikada işçi değil fabrikanın teknisyeni
ol malı. Ona göre atmalı her adımını.
Okutmalı, yetiştirmeli, ne gerekiyorsa
yapmal ı. Çocuklarım benden daha ileri
durakta kalmalı."
Dağların v adilerin arasından gidiy or,
ara ara güneşin parlak ışıklarıy la yüzü
y ıkanıy ordu. "Yok arkadaş dedi. Bu
yolda herkes kendi hedefine koşturuyor.
Beni m yolum aile mi daha öteki duraklara
taşımal ı. Kardeşimin yolu ise belirsiz.
Onun durağı bile yok. Onu taşıyama m
ben.
tavı r/öykü / haziran'99 / sayı : 13
He m ne olur ne olma z, siyasi davadan
tutuklu
adamın
yakınlarını
da
enseliyorlardı 12 Eylül'de. Az sonra
hapishane avlusunda bir elin enseme
yapışmayacağı garanti mi? Bu dünya
acımasız bir dünya. Acımasız ol ma yan
bu dünyada yaşayamaz. Karde şim de
za man ında acımasız olsaydı bugün bu
hapishanede olmazd ı. Neymiş, sürülen
halkmış, neymiş okulsuz çocuklarmış,
parasız eğiti mmiş, çöplükten ekmek
toplayan yoksullar-mış, yabancı tekellere
satılan yollar, limanlar, fabrikalarmış...
Toplu msal kurtuluş olmadan, bireysel
kurtuluş olmazmış... Şimdi onu kim
kurtaracak
mapus da mından." Bir
kapanıp bir açılan güneşin önüne geçen
bulutların altında daha hızlı sürmey e
başladı arabay ı. Kah kardeşine kızıy or,
kah y iğit çocuktu aslında diy ordu. Henüz
çocuk
y aşta
kendisiy le
beraber
çalışmay a hev eslenmesinden belli etmişti
kendisini . "Hem okuyup hem çalış mayı,
eve yük olma mayı ister, tatil deme den
çalışırdı.
Alınteriyle
okudu. Sonra
nereden gelip karıştı bu işlere. Tam eline
ekmeği al mışken elindeki ekmeği alıp
hapse koydular. Bizi m de ayağımızı
mapus yollarına."
Hapishane önüne bu duy gularla
geldi. Hapishane bahçesinden her
zamankinden daha fazla bir kalabalık
birikmişti. Bir de gazeteciler, kameralar...
Sonra hemen arkasında duran askeri
birliği, ambulansları, itfaiy e kamyonlarını
f arketti. Bir an gözüne birkaç y ıl önceki
görüntüler
geldi.
Y er
Buca'ydı.
Vakitlerden de y ine bu aylardı. Y ine
hapishane önü, y ine ambulaslar, y ine
askerler, y ine it-f aye ve sedyelerde
cesetler. Hemen öne atılacak oldu. Kan
bey nine sıçramıştı.
- "Alçaklaarr!" diy e haykırdı.
"Alçaklar, yediniz yine kardeşleri mizi.
Alçaklar yediniz yine evlatlarımızı..."
değerlendirme
hülya s a ygı n
AYDINLAR VE ÖLÜM ORUCU
radan üç yıl geçti. Üç yıl
önce, bu ülkenin aydınları
ve
sanatçıları
yıllar
boyunca
hiç
yaşamadıkları şeyleri yaşadılar. İnsanım diyenin yüreğinde,
beyninde depremler yaratan bir tarih
yazılırken, onlar hiç yaşamadıkları bir
sı kıntı, bir sancı içindeydiler. Bu
ülkede katliamlar yaşanıyordu, onlar
su skundular. Bu ülkenin sokakları, bu
ülkenin gerçek sahipleri olan işçilere,
memurlara, gençlere yasaklanıyordu;
onlar suskundular.
Bu ülkenin meydanlarında yaşlı
analar, babalar ithal coplarla dövülüp, yerlerde sürüklenerek işkencehanelere götürülüyordu, onlar
su skundular.
Bu ülkede milyonlar köylerinden,
vatanlarından sökülüp kovuluyordu,
onlar sükundular.
ler
katlediliyordu
sükundular...
ve
onlar
yine
Onlara sorsan suskun f ilan değildiler.
Y azı masalarının başında her gün
saatlerce çalışıy orlardı. Bir sonraki sergi
için tuv allerinin başında günlerce f ırça
sallıy orlardı. Bir y andan hazırlanmış oy unun
bilmem
kaçıncı gösteriminde
oy narken, bir y andan da yeni oy unun
hazırl ığı için çalışıy or, neredeyse ev lerini
sahney e taşıy orlardı. O konser senin, bu
dinleti benim dey ip turnelere çıkıy or, son
kasetleri
için
notaların
arasında,
stüdy oda
gecelerini
gündüzlerine
katıy orlardı. Paneller, söyleşiler, dav etler
derken, sıcaklarda bastırmışken, şöy le
deniz kenarında bir tatile ne kadar da
ihtiy açları vardı...
Onlar ay dındılar. Memlekette ne olup
bitiy or, ne olmalı, nasıl y apmalı, onlardan
sorulurdu. Onlar herşey in en doğrusunu
bilirdi. En etkili y azıy ı, en çarpıcı öykü-
y ü, en yürek kabartan şiiri, en güzel renk
uy umunu, en duygulu notaları onlar
üretebilirlerdi.
Onlar her şey den haberdardılar.
Memleketteki tüm olumsuzluklardan da
haberleri v ardı. Binlerce tutsak birlikte
ey leme
geçmiş,
açlık
grev ine
başlamışlar. Haberi öğrendiklerinde hiç
birinin kılı bile kıpırdamadı.
"Yine mi açlık grevi ne gereği var ki?
Sorunları diyalog yoluyla çözmek
varken..." En duy arlı olanları böyle
düşündüler. Günler birbiri ardına akıp
geçti. İstanbul'da "kentsel sorunlar" ile
ilgili düny a çapında bir organizasy on
v arken, tüm yay ınev lerinin katılacağı
kitap f uarı hazırl ıkları v arken, sonra birbiri ardına f estivaller başlıy orken,
hapishanedeki eylemleri düşünmenin
sırası mıy dı?
Günler birbiri ardına akıp geçti.
Habitat-II başlamış, bütün ay -
Bu ülkede, halkın özgürlüğü için
ömürlerini adamış devrimcitavı r / aydı nlar / haziran '99 / sayı : 13
dın çev relerin gündemi dolmuşken;
y aşları onbeşten yetmişe v aran birileri,
ellerinde döv izleriy le geldiler. Kuş
uçurtmuyordu
güv enlik
görev lileri,
joplarını
uçurdular
hav alarda
ve
saldırdılar kadın, erkek, genç, y aşlı
demeden, işte o gün zorunlu olarak
gündeme girdiler. Ne istiyorlardı, neden
böy le bir ey leme başvurmuşlardı, üstelik
aralarına y abancı dav etlilerden insanlar
da katılmıştı. Bir iki gün konuştular. Açlık
grev leri 30'lu günleri aşsa da, bu güç
gösterisinden başka bir şey değildi. En
f azla 40'lı günlerde bitecekti nasılsa. Hep
böy le olurdu...
Herşey i bilenler, hep böyle olmadığını
düşünmediler, düşünemediler. Günler
akıp geçti, gazetelere geçilen bir haber
dikketlerini çekti: Ölüm Orucu... Biraz
şaşırdılar belki, biraz da tedirgin oldular.
Tedirginlikleri "Ölüm" sözcüğün-dendi.
Her gün onlarcası y aşanı-y ordu. Ama bu
başkay dı,
insanlar
"Biz
öleceğiz"
diy orlardı. Bile bile, istey erek, kendi
iradeleriy le...Ha-y ır, hay ır... Bu en son
söy lenecek şey di... Ölmek kolay mıy dı?
Devlet de bu işi f azla uzatmadan bitirirdi.
Öy le ya da böy le bitirirdi. Hep bitirmemiş
miy di? Böy le düşündüler ama böy le
düşünürken ne tarihten ne de dev rimci
inançtan, iradeden pek haberdar değildiler. '84'leri çoktan unutmuşlardı. Belki
IRA önderlerini, Boby Sands'leri bilirlerdi
ama onlar çok uzaklarday dı.
Y aşamının bir bölümünde devrime
inanmış, bu y üzden hapishane görmüş
olanlar da v ardı aralarında. Onlar hiç
hatırlamak istemedikleri günleri; o
günlerin inanç dolu, halk sev gisiy le dolu,
kararlı, savaşçı ruhunu hatırladıkça içleri
burkulurdu.
Bir sancı sardı içlerini ama yine de
kalemleri yazamadı, dilleri
söy ley emedi.
Birbiri ardına patladı zaf er topları.
Artık susamazlardı. Y ıllardan bu y ana ilk
kez
y aşadıkları
duygularını,
hesaplaşmalarını, kaygılarını, korkularını
döktüler satırlara...
Mehmet Ali Birand, "Durdurun şu
Ölü m Oruçlarını" diy e f eryat ediyordu.
"Yeter. Yeter artık. Ne yapacaksanız
yapın ve durdurun bu
(1)
Mehmet Altan, "Çığlık çığlığa bir
felakete
doğru
gitmekteyiz.
Biz
bağırıyoruz. Bilmiyorum, siz duyuyor
musunuz?" diy e soruy or v e adına "devlet
( 2)
zul mü" diy ordu.
Büy ük çoğunluk dev letin tanımını
keşf etmiş,
hukukun
üstünlüğünü,
dev letin ne olursa olsun hukuku
uy gulaması gerektiğini, bu insanların terörist bile olsalar-haklarını koruması
gerektiğini öğütlüy orlardı. Ama kapitalizm
çıkarlar düny asıy dı v e çıkarları düzene
öy le bağlıy dı ki örümcek ağı gibi beyinleri
öny argılarla örülmüştü bir kez. O ağı
parçalamak kolay olmuy ordu.
Ferai
Tınç'un
rahatsızlığı
da
bundandı: "Devletin yetki ve soru mluluk
alanında duru ma haki m ola ma masının
sonucu olan cezaevi ölümleri koskoca bir
ülkeyi marjinal örgütlerin çekim alanına
sürüklüyor" diy or v e saldırıy ordu: "Bunun
vebali militanlarını ya da sempatizanlarını
ölü me
mahku m
eden
örgütlerin
liderlerinde midir sade-
İnsan olduklarını belki y ıllardır ilk kez
hissedenler de bu önyargılarından,
örümcek ağlarından kurtulamıy ordu.
Yavuz
Gökmen, ölümünden iki y ıl
önce, insan olduğunu unut-
tavı r / aydı nlar / haziran '99 / sayı : 13
may ıp y azanlardandı. " Sapır sapır
ölecekler mi bu çocuklar? Önce bir parça
can gitti. Sonra peşi sıra gittiler. Belki
daha birçokları böyle gidecekler. Ve biz
hala hiçbir şey yapama yacağız. Kimi miz
nutuk söyleyeceğiz. Kimi miz hiçbir işe
yaramayacağını
bile
bile
yazılar
yazacağız. Bunları yazmadan önce
içimizi sıkıntılar basacak. Ve bu sıkıntılar
yazılar bittikten sonra da geçmeyecek."
Bu kadar aciz miy diler? Bu ka-d a r
çaresiz m i y d i l e r ? Hiçbir şey i
değiştiremeyeceklerini
düşünüp,
çaresizliklerine
ağıtlar
yakmalarına
sebep ney di? Düzen bu kadar mı
güçlüy dü, zulüm bu kadar mı hey betli?
Y oksa, yoksa onlar mı bu kadar
güçsüzdüler?
Hani
her-şeyin
en
doğrusunu onlar biliy ordu? Hani bir
konuştu mu, dünyanın altını üstüne
getirip analizler y apıy or, yöntem dersleri
v eriyorlardı? Ne olmuştu, neden bu kadar aciz, çaresiz, zav allıy dılar? Oysa ölü
toprağını üstlerinden silkeley ecek bir
depremdi
y aşanan.
Üstlerine
çöreklenmiş külleri sav urup dağıtacak bir
f ırtınay dı, Boran Fırtınası. O f ırtına, o
deprem hepsine kendi gerçeklerini
gösterdi.
Güçsüzdüler, çünkü gücün kay nağı
bir arada olmak, örgütlü olmaktı;
örgütsüzdüler.
Her biri kendini y aşıy ordu. Her biri
kendi köşesindeydi; köşey i dönmeye
çalışıy orlardı. Köşey i dönmek, büy ük
patronların iki dudağı arasınday dı. Büy ük
patron ölüme y atanların en azıl ı
düşmanıy dı. Geriye ne kalırdı ki?
Düşüncelerini özgürce ifade ettiklerini ne
kadar söy leseler de gerçek bu değil
miy di? İşte belki de ilk kez patronlara,
dev lete aykırı düşüncelerini söy leme
cesareti buldular. Ama, ama y etmedi.
Hep o eleştirdikleri, şurasından burasından tamir edilmesini istedikle-
ri düzenlerine kıy amadılar.
Hasan Pulur, bir y andan sorunun
çözülmesini istediğini ifade ederken, bir
y andan da, "Diyelim, cezaevlerindeki
bütün istekleri kabul edildi, siyasi ve
insani istekleri, mü mkün değil ya. Niye
mü mkün değil? O za man devletin
(4)
kapısına kilit asmak lazım da ondan."
diy erek kıyamadı düzenciğine.
Y av uz Donat bir gün önce, "Devlet
bazı
cezaevlerine
giremiyor- muş.'
Girilme dik yer' varsa, o devletin 'devletliği'
nerede kalır?" derken, bir gün sonra da
(5)
"Ölürlerse ölsünler, diyemeyiz."
diy e
y azıy ordu. Ne istediğinin kendisi de f arkında değildi. Oysa önerdiği şey, "zorla
gireriz" tehditlerine destek vermekten
başka birşey değildi.
Şahin Alpay, daha y umuşak bir
çözüm
öneriy or,
o
güne
kadar
y aşananlardan, dev letin hapishanelerdeki
uy gulamalarından,
dahası
dev letin
niteliğinden
bihaber
olduğunu
gösteriy ordu: "Bunca sorunu olan bir ülke,
bu sorunlardan kaynaklandığı iyi bilinen
tepkileri sadece baskı ve zor kullanarak
değil, esas olarak gönülleri kazanarak sorunların adım adım çözüleceğini göstererek kontrol altına alabilir. Şiddet
şiddeti doğurur, sonunda herkes kay(6)
beder."
Onlar, "aydın" sıf atını taşıy anlar, onun
y üklediği sorumluluğun ağırlığını hiç bu
kadar hissetmemişlerdi. Omuzlarının bu
y ükü kaldıracak kadar güçlü olmadığını,
y üreklerinin bu sorumlulukla haykıracak
kadar cesur olmadığını hiç bu kadar
açıkça görmemişlerdi. Sorumluluklarının
boy utunu f arkeden v e bunun ezikliğini
dürüstçe dile getirenler de v ardı.
"... Görevlerini çağdaş ve eleştirel
düşüncede ve toplumuna karşı sorumlu
insanların yetişmesi olarak gö-
ren biz aşağıdaki öğretim elemanları,
yaşadığımız toplumsal intihar karşısında
sadece bu toplumun bireyleri olarak
değil, toplum bilincinin oluşmasında
birinci dereceden sorumlu luk taşıyanlar
olarak
da
çaresizliğimizi
ve
huzursuzluğu mu zu
dile
ge tirmek
istiyoruz." Bu ilan gazetelerde "Öğretim
Elemanlarından Açıklama" başlığı ile y er
aldı. Oysa ölüme y atmış y üzlerce can, birer üçer ölümsüzleşen kahramanlar v e
y anı başlarında öf ke dolu gözleri, sıkılı
y umruklarıy la
binlerce
tutsak,
düşüncelere vurulan zinciri, ağızlara
v urulan kilidi parçalamay a y ürüyordu.
Oysa analar v ardı; babalar, kardeşler,
sonra işçiler v ardı, me-murler v ardı,
gençlik
v ardı.
Sokakları,
okulları,
işy erlerini, mahalleleri ey lem y erine
çev irmişlerdi. Ölüm Orucu haberini alır
almaz kızıl band ı alnına takmak için
y arışan analar, babalar, işçi önderleri
v ardı. Ne kadar yalın değil mi? Ne kadar
tereddütsüz.
Çünkü
inanıy orlardı.
İnanıy orlardı
ki
haklıy dı tutsaklar,
haklıy dı zulüm görenler, haklıy dılar v e
halktılar. Şehit yoldaşlarının başında
nöbete duranları, y üzündeki huzurlu
gülümsey işiy le kataf alkında uzanmış
Y emo'y u gördüler. Sarsıldılar bir kez
daha. Hele az ötede sırasını bekley enleri
düşününce tutamadılar gözy aşlarını. O
anda, insanlığın böy lesine y üceldiğini,
koca
tarih
içinde
pek
az
rastlay abileceklerine
inandılar.
Söz
v erdiler, İzleme Komitesi'yiz dediler.
"Bu iş çözülürken oradaki arkadaşlara söz verdik, sonuna kadar tu(7)
tacağız bu sözü."
Sonu ney di ki?
Zulüm düzeni v ar oldukça, içeride,
dışarıda bu sav aş sürecekti. Anlık bir
adım mıy dı, bir türlü ikinci, üçüncü
adımlar atılamadı?
Zulmün zindanlarında direniş-
ler sürerken neden söz v erenler bir daha
katılamadı?
Ve
onlar,
sanatçılar,
tutsakların büy ük çağrısına cevap vermek
için ney i bekliyorlar?
Sinemacılar; f ilm karelerine bir tarih
taşımanın onuru için, y azarlar; ölümün
nasıl zaf ere dönüştürüldüğünün en
görkemli
eseri
için,
tiy atrocular,
müzisy enler, ressamlar... Ney i beklediniz,
ney i bekliyorsunuz?
"Ölü m Orucu'na dönüşen açlık
grevine nasıl bir 'dayanışma' gösteri(8)
lebilirdi, kestiremedi m, bile me-di m..."
diy enlerden misiniz? Bakın işte Grup
Y orum yüzlerce insanın önerisi, eleştirisi,
emeğiy le Boran Fırtınası'nı y aptı. Fırtına
dinmedi, dinmey ecek. Siz yeter ki bir
adım daha atın. Köhnemiş statüleri
y ıkmanın zamanı değil mi?
Başka bir y ol v ar mı?
Notlar
1) Mehmet Ali Birand Sabah, 25
Temmuz 1996
2) Mehmet Altan Sabah, 25
Temmuz 1996
3) Ferai Tınç Hürriyet, 26
Temmuz 1996
4) Hasan Pulur Milliy et, 27
Temmuz 1996
5) Y av uz Donat
Milliy et, 26-27 Temmuz 1996
6) Şahin Alpay Milliy et, 27
Temmuz 1996
7) Oral Çalışlar ile röportaj
Kurtuluş Gazetesi,
10 Ağustos 1996
8) Cengiz Çandar
Sabah, 27 Temmuz 1996
tavı r / aydı nlar/ haziran ' 9 9 / sayı : 13
inceleme
hamit kav ak
K
aradeniz dağı, taşı, ormanı,
deniziy le
Anadolu
topraklarının
"cennet"
diy arlarından biri. Kimilerine
göre
bir
başka me-kan
Karadeniz... Karadeniz denince akla
çay ı, tütünü, f ındığı, balığ ı, v e y emyeşil
ormanları gelir. Karadeniz denince ilk
anda akla gelen başka özellikleri de
v ardır elbette Karadeniz'in. Hele hele
bahar ay larının başında v e y az ay larında
sorarsanız ilk söy leneceklerden biri belki
de Y aylalar v e yay la Şenlikleridir.
Karadeniz'in güzelliğinin bir başka
parçasıdır y ay lalar.
Ve Karadeniz
halkının y aşamında uzun y ıllar hep
önemli bir yere sahip olmuştur.
Y ay lacılığın tarihi eskilere dayanır. Ve
tabi y ayla şenliklerinin de. Eskiden
y aylalara yöre halkının hemen hepsi
çıkarmış. Özellikle Karadeniz bölgesinin
topraklarının tarıma elv erişsiz oluşu,
y aylaları daha da önemli kılmış. Bu
y üzden hem geçim derdinin, hem birlik v e
beraberliğin, değerlerin, geleneklerin bir
anlamda simgelerinden biridir y aylacılık
v e yay la şenlikleri... Bununla birlikte
y aylacılık ve y ayla şenlikleri Karadeniz'de
içiçe geçmiştir. Y emyeşil bir diy arın
üzerine kurulu y aylalar hemen tüm
Karadeniz illerinde bulunur. Ve genel
olarak Doğu Karadeniz'de y aygın olmak
üzere Y ay la şenlikleri kutlar Karadeniz
halkı. Bu şenliklere "yayla ortası
şenlikleri" de denir.
En ünlü yay la
şenliklerinden
Kastamonu'da Ilgaz, Niksar'da Çe-mişi,
Trabzon Kadir; 'enlikleri ( Otçu Haftası
olarak da bilinir 1 gün sürer) Sultan
Murat, Simdağı, Sürmene, Ordu'da
Bektaş, Giresun'da Kümbet, Rize'de
Ay der, Artvin'de Kafkasör şenlikleri örnek
v erilebilir.
Bu şenliklere Türkiy e'nin dört bir
y anından
hatta
Av rupa'ya
göç
edenlerden de gelenler olur. Genel
olarak Nisan sonu'nda başlayan yay laya
çıkma, Ağustos hatta bazen Ey lül
başlarına kadar sürer. Y ay lalarda karlar
erimey e başladığında y ay laya çıkış
zamanı da gelmiş demektir.
Bir manide bunu şöyle anlatır
Karadenizli "Ey çiçekli yaylalar Sizde de
geldi mi yaz Yine gönlü m sendedur Her
taraf olsa beyaz" (Sürmene)
Geçimini büyük oranda hayvancılıkla
sağlay an halk y aylay a davarını, ineğini
beslemek,ay nı zamanda da y ağ, peynir,
süzme y oğurt, kaymak v b. y apmak için
çıkar. Bunlar için çıkılsa da herkes bilir ki
Karadeniz'in doğası, tertemiz hav ası da
buraları çekim merkezi y apar. Y ani
sağlığı için bile çıkan olur y ay lalara. İşte
yine bir Karadeniz manisinde bakın nasıl
anlatılır bu durum;
"(...) Oy benum sevdacuğum
Olur mu böyle kader
Of, Sürmene yaylası
(...) Onbeş doktora bedel
Yaylanın soğuk suyu Deldi
bağrımı deldi
tavı r / folklor / haziran '99 / sayı : 13
Karagözlü sevdiğum
Yine akluma geldi
Y ay laya çıkma hazırlıkları günler
öncesinden yapılır. Çadırlar, uy uyacak
y ataklar, kap, kaşık, tencere b ü t ü n
eşy alar denkleştirilir. Y ay laya çıkmak için
herkes
heyecanla
bekler.
Bütün
kadın,erkek, çoluk çocuk yay laya hep
beraber çıkılacaktır. Nihay et yay laya
çıkma günü geldiğinde sabahın en erken
saatleri seçilir. Köy lülerin sabahın kar a
n l ı ğ ı n d a y aylalara d o ğ r u göçü
başlar. İnekler ve yörelere göre yaylay a
çıkarılan hayv anlar süslenir. İneklerin
başlarına güller takılır, bo y u n l a r ı n a
zil takılır. Bazı y e r l e r d e boy unlarına
boncuk takılarak süslenir.
Neşey le dayanışma içinde çıkılmıştır
y ola. Elde kemençe, y a da y öresine
göre tulum, davul, zurna eşliğinde d a h
a y ay laya çıkışta başlarlar eğlenmeye.
Mola
y erlerinde
azıklar
çıkarılır,
y emekler yenir v e tekrar güle oy nay a
y aylay a doğru ilerlenir. Çıkılacak
y aylalar karın d u r u m u n a göre
belirlenmesine karşın, örneğiın Giresun
bölgesinde y aylay a kademe kademe
çıkılır. Aşağıda oturanlar bir üste, bir
üste oturanlar kend: üstüne, onların
üstündekilerde daha tepey e çıkarlar.
Böy lece yukardan aşağıya herkes
oturduğu alana göre bir yukarı çıkarak
kademe kademe y aylay a çıkılır. Ancak
y ayla şenlikleri zamanı geldiğinde farklı
olarak en y üksek yay la seçilir. Kıv rı-la,
kıvrıla giden y ollardan y ay laya doğru
çıkılır. Bugün her ne kadar kamyonlarla,
arabalarla çıkılsa da eskiden toplu halde
böy le çıkılması y ay gınmış. Köy lerde
y aylacılara teslim edilen hayv anlar
burada çobanlara v erilir. Çadırlar kurulur
y a da burada bulunan küçük y ayla ev lerine y erleşilin... Kemençeler, davullar,
zurnalar, tulum, hep bir ağızdan türküler
söy lenir, horonlar çekilir.
Y ay lalarda silah sesleri horonların
"uy" seslerine karışır. Kadınlar da
eskiden bol silah atarlarmış y aylalarda.
Ancak 93'lerden sonra silah kullanma
y asağı getirilmiş dev let taraf ından. Ama
yine de bu y asak onların silahlara olan
tutkusunun önüne geçememiş. Y ay la
şenlikleri bütün y az çekilen emeğin
sonucu olarak bir f inal oluy or Karadenizli
için. Y ağlar, pey nirler, kaymaklar y apılmış, kış ay ında hayvanların beslenmesi
için otlar biçilmiş, hayvanlar beslenmiştir
artık.
Birbirine benzer olsa da kimi y erlerde
f arklı geleneklerle başlar yay la şenlikleri.
Örneğin Artv in'in boğa güreşleri ünlüdür.
Giresun Kümbet yay lası şenlikleri en
y üksek paranın v erilerek y ay la ağasının
seçildiği koçlarıy la, yine Trabzon'da
Gençlerin kaymak toplamaları ünlüdür.
Trabzon'daki "kay mak toplama " oy ununa
"sis kovma oy unu" da denir. Sis kovma
oy unun da y aylalara sis çökmey e
başladığı zaman genç ler biraray a
toplanır, bütün köylüleri gezerek kaymak
toplamay a başlarlar. Amaç bu yağları
serperek
sisleri
kovmak
aydınlığı
bulmaktır. Her ne kadar böy le olsa da
asıl amaç birlikte yemek y emek v e
eğlenmektir özünde. Araklı, Sürmene gibi
bölgelerde y apılan bu oy unda gençlerin
ellerinde tencereler kapı kapı gezdikleri
sırada bir de mani söy lenir;
"Kuzu kuzu Kud kunuza
Allahtan yağmur Hatunlardan
kaymak isteriz
Verenin kaymağına bereket
Ver meyenin kaymağı
Ver meyenin kaymağına
Büyük bir pospol düşsün (ya da fare
düşsün)
Vermey enler
gençler
taraf ından
topluca protesto edilir... Y ayla şenliklerine dışarıdan da gelenlerle bir likte
binlerce insan toplanır, kimi y erde bir
gün kimi y erde iki üç gün sürer yay la
şenlikleri. Bir taraftan yöresel y emekler
hazırlan ır,bir
taraf tan
el
emeği
ürünlerinin sergilendiği pazarlar kurulur.
Pazarlar genelde ticaret amaçlı v e büyük
y ayla Şenliklerinde kurulmaktadır. Kadın-erkek hep birlikte horona durulur,
atmalar söylenir. Atmalar bir çeşit
taşlamaya benzer karşılıklı manilerin
söy lenmesidir.
Karadenizlinin
hoş,
esprili, biraz da muzır dörtlükleri
y ankılanır kemençe sesleriyle.
Y ay la Gazeli'nde şenliklerde y apılan
oy unlara ilişkin şöy le denir;
"(...) Peştamalım beli mde içinde kara
üzü m At ma türküleriyle başlar, horonla
sürer sözüm (...) Nama zgahın mihrab ı
kara taştan
işleme baba mın ufağıyım e
kız bakma peşi me
(...) Kadırgaya sis düşer,
mavzerlere ses düşer
bırakıp gidiyorsun ocağıma
yas düşer
(...) ben bir komar gülüyüm
takama yazın buni mavzerler
yanık okur, ne başı var ne soni
Y üzlerce kadın-erkek horon çekmek
için biraray a toplanır. En güzel taraf ı bu
horonların coşkuyla büyük bir kalabalık
taraf ından
oy nanmasıdır
zaten.
Kocaman bir daire olur y aylaların
üstünde... Gazel'de dediği gibi atmaların
arkasından çekilen horonlara bir de
mav zerlerin y anık türküleri eşlik eder
horonlara. Y öretavı r / folklor / haziran '99 / sayı : 13
sel y emekler y apılmış, et kesilmiş,
duruma göre mangallar y akılmıştır. Bir
de bu şenliklerde giy ilen kıy afetler v ardır
ki,
Karadenizli'y e
has
kadınların
peştamalleri,
erkeklerin
şalv arları,
cepkenli y elekleri
üzerlerinde
bu
oy unlarda
rengarenk
bir
görüntü
oluşturur. O gün özel olarak giy inip
süslenilmiş, temiz düzenli olunmuştur.
Karadeniz'de y aylacılık v e y ayla
şenlikleri bugün açısından turizm amaçlı
kullanılması
y aygınlaştırılmaktadır.
Y ay lalara tesisler
açılıy or, turizm
şirketleri bu illere seferler düzenliy orlar.
Y ıllarca sürmüş bu güzel gelenek,
kapitalizmin heryer-de yaptığı gibi
gelenekleriy le, görenekleriy le,
doğal
güzellikleriy le bozulmakla, y ozlaşma
tehlikesiyle karşı karşıy a. Bununla birlikte
son y ıllarda Karadeniz'de mücadelenin
y ükselmesiyle birlikte, halkın gerillay a
v ereceği destekten korkan devlet y ayla
y asaklarıy la
kimi
y aylaların
da
kullanımını y asaklıy or. Bütün bunlarla
birlikte
yay lalar
Karade-nizli'nin
kültürünün köklerine kadar nüf uz etmiş,
koparılıp atılması zor geleneklerden.
Y ay lalar, birlik ve dayanışmanın,
kardeşliğin, yardımlaşmanın, sev ginin,
türkülerin, horonların y aşadığı, çay ırları,
çimenleri,
çiçekleri,
otları
olmuş.
Y oksullukla başbaşa olan Karadeniz
halkı için de büy ük bir geçim kay nağı
olan y aylacılık v e y ayla şenlikleri halkın
y aşamından sökülüp alındığında çok
daha zorlu koşullarda y aşay acak yöre
insanları... Y ine y ayla şenlikleri dev letin
müdahaleleriy le y ozlaşmakla y üz y üze
bulunuy or. Çünkü y ayla şenlikleri özünde
halkın kendi içinde geliştirip organize
edildiği; hiçbir kurumun, kuruluşun bu
şenlikleri
planlamadan
gerçekleşen
şenlikler. Halk kendiliğinden iş bölümü
y aparak, eğlencelerini hep birlikte organize ediy orlar.
Karadeniz halkının bu güzel ge leneği
bu sene de başladı, y az sonunda,
adından y ine söz ettirecek.
deneme
d e f n e gö km e n
Ç
kin uşaklar çekin, Heen aldık ırgatı. Geliyor
bir sert poyraz, Vuralım iki katı". Ağustos
sıcağı v urduğunda sararmay abaşlar mısır
y aprağı. Püskülleri iy ice kurur, y el estikçe
dokülü-v erir. Kesim zamanıdır artık.
Oraklarla mısır tarlasının bir başından
girişilir. Kesilen mısırlar üçer-beşer
püsküllerinden saç örgüsü gibi bağlanır.
Bağlar bi-raray a toplanır, daire olacak
şekilde tarlanın ortasında toplanır. Adına
horom (horum) derler ki, kollan hav ada
birleşmiş, sıra sıra dizilip horona
tutuşmuş gibidir. Horon adının da
buradan geldiği riv ayet edilir.
Hangi mevsim olursa olsun, Karadeniz'de dalgalar eksik olmaz. En rüzgarsız hav ada bile, sabah değilse öğle
sonrasında çalkalanacaktır. Hele bir de
poy raz görmüşse, kayalarla amansız bir
döv üşe tutuşur. Sularını toplar toplar
v urur. Dalgaların y ükselişi, sonra geri
çekilişi,
hırçınlığı öy le yansımıştır
Karadenizli'y e. Horona tutuşanlar daha
horon kurmay a başlarken, denize selam
gönderirler. Eller hav ay a ileriye üç adım
y ürür, üçüncü adımda kayalara v urmuş
gibi y ükselip, hızla geriy e doğru çekilirler,
bir daha, bir daha vurmak için. Dalgasız
deniz, deniz değildir Karadenizli'nin
gözünde. "Deniz dalga-sız ol maz, güzel
sevdasız olmaz".
Deniz, kendisine emek verenden
rızkın ı esirgemez, kim ki, "deniz başımın
tacı" demiş, onu ekmek kapısı bellemişse, alır rızkını. Onlarca çeşit balık sunar,
serin sularına serilmiş ağlara bırakır.
Karadenizli'y e sorarsan balık başkadır, hamsi başka. Ekmeğine, pilav ına
katar onu, tuzlay ıp kışa saklar, kurutup
çiroz eder ki, her zaman kullanabilsin.
Sorarsan y irmiy e y akın hamsili y emek
say arlar sana. Karadenizli'nin yaşanımda hamsi bu kadar önemliyken, onu
halkoy unlarında, türkülerinde işlemez
olur mu?
Horon kurulmuş, dalgalar heybetli
hey betli vurmuş kay alıklara, hızla geri
çekilirken, birden bire bir titreme başlar. O
kadar hızlıd ır ki, ay aklar nasıl hareket
ediy or, bedenler nasıl böyle sıralanıy or,
bilmey en için şaşılacak bir durumdur.
Ama Karadenizli genci y aşlısı, kadını
erkeğiy le hamsiy i yaşar. Sarp sınırından
Sinop'a kadar uzanır horonun ucu.
Gürcü'sü,
Laz'ı, Ermeni'si,
Rum'u,
Muhaciri,
Çerkes'i,
Arnavut'u,
Müslüman'ı, Hristiyan'ı y üzlerce y ıldır
birbirini kollamış, sahiplenmiştir. Artvin'in
y aylalarında
akordiy onla
horona
durulurken, az biraz batıy a doğru tulum
sesiy le birleşir. Çifte kamışlı tulumun sesi,
öte
dağdan
duyulur.
Kaç-karların
eteklerinde, Erzurum'dan gelen zurna
iy ice küçülür, sesi tulum gibi, kemençe
gibi incecik hale gelir. Davul öy le vurur ki,
oralarda y aşamay an zor ay ak uydurur.
Kıy ıy a doğru, deniz kokusunu almay a
başlay ınca,
kemençe-nin
hakimiy eti
başlar. Rum balıkçıları-nın sev dasıdır
kemençede yankılanan. Balıkçı sandalı
gibidir kemençenin y apısı. Kulağından
tuttun mu, bir balığın kuyruğundan tutmuş
gibi durur. Balığın çırpınışı gibi hızlı,
hareketlidir ezgiler. O küçük kemençe,
30-40 kişinin yan yana durduğu horonun
y öneticisi olur. Biraz daha batıy a doğru,
ırmak boy larındaki düzlüklerde Anadolu'nun telli kuranıy la, binlerce y ıl öteden,
samanlıktan gelen dav ul zurna eşlik eder
horona. Söğüt dalından, erik ağacmdan,
kartal kemiğinden düdükler, kav allar da
eksik olmaz. Horona
tavı r / deneme / haziran '99 / sayı : 13
duranlar, kah tarlada mısır kesiy ordur,
kah denizde balık ağlarını çekiy ordur.
Ağızlardan hep birlikte "Hey emola" diye
çıkan sese, tek tek hareketleri anlatan
komutlar eklenir. Horonda mıdır, tarlada
mı, denizde mi... belirsizleşir.
Her halk kendini de katar horona. Bu
y üzden her yörey e özgü f arklılıkla-n if ade
etmek için y öre adıy la anılır ho ronlar.
Hemşin horonu, Sis Dağı horonu, Maçka
sallaması, Tony a... Belli diziler izlenir
oy nanırken.
Önce horon kurmay la
başlanır,
ardından
y ukarı
horon,
dağlama, kozan gel, bıçak horonu... Y a
da horonu kurduktan sonra sallama,
sıksana, kız horonu, atlama, iki ayak...
Daha onlarca dizi y apılabilir. Karadenizli'nin hırçınlığ ı y alnızca doğay a karşı
v erdiği mücadelenin bir gereği değil, ay nı
zamanda y üzy ıllardır sürekli istilalara,
kıy ımlara karşı mücadeley le oluşan
sav aş kültürünün yansımasıdır. Bıçak
oy unu sav aşta, döv üşte maharetin,
yiğitliğin sembolüdür. Kadınlarm ayn
oy nadıktan horonlar da v ardır. Bu
horonlarda kadınlar maniler dizerler ki,
her biri bir mesajdır. Sanıldığı gibi hep
ay rı ayrı değildir horonlar. Kadın erkek,
genç y aşlı y aylalara çıkıldığında bir
horona tutuşulur ki, y üzlerce kişiyi saf saf
bir aray a getirir. Topal Osman çetelerinin
gazabından kaçan Hıristiy an halklar,
egemenlerin
kıy ımına,
düşmanlık
politikalarına, zulmüne uğrayarak toprağından sürülse de, horonlarda onların
izleri v ardır. Ve hangi zalim, ne denli
güçlü olursa olsun, hangi zorba ne denli
kuşatırsa
kuşatsın,
Karadenizli'nin
y üreğinde v e bilincinde özgürlük umudu
saklıdır. O umut büy üy or. Horona katılan
çoğalıy or. Karadeniz horona çağıny or... •
araştırma
özcan ş env er
Halk Türküleri ve Öyküleri -8-
İslamoğlu Türküsü
İ
slamoğlu, öteki adıy la Can Mustaf a
19. y üzy ılda yaşamış bir isy ancıdır.
Halk arasında tanınmış, sev ilmiş
v e adına türküler y akılmış bir
yiğittir. Kütahy a ilinin Gediz ilçesine
bağlı
Şaphane
bucağında
doğmuştur.
İslamoğlu,
bucak
okulunda okumuş, birazda medrese
öğrenimi görmüştür.
Mustaf a, 18 yaşında, öğrenimi v e
y akışıklılığı ile bucağın en seçkin delikanlısıymış. Öy le ki Mustafa köy içinde
dolaşırken, kızlar dam başlarına çıkar ona
maniler atarlarmış.
Bir gün köyden birisinin tav uğu
kay bolmuş. Mustafa'y ı çekemey en köy
delikanlıları, tav uğu Mutaf a'nın çaldığını
gördüklerini söyley erek, onu nahiye
kadısına şikay et etmişler, yalancı şahitlik
de y aparak Mustafa'y ı mahkum ettirmişler.
Mustaf a, bu haksızlık karşısında
düşmanlarından intikam almay a ahd
ederek, hapishaneden çıkar çıkmaz
tüf eğini omuzuna alarak dağa çıkmış.
Köy delikanlıları, Mustaf a'y ı kaçak
diy e bir tutanakla resmi makamlara ihbar
etmişler.
Bunun
üzerine
zaptiy e
müf rezesi Mustafa'y ı izlemeye başlamış.
Zaptiy eler, Mustaf a'nın köydeki ailesine
işkence y apmay a başlamışlar. Mustaf a,
ailesine y apılan bu zulüm karşısında
teslim olmaya razı olmuş ve bu takdirde
affedileceğini v adeden hükümet taraf ından derhal zincire v urularak hapse
atılmış. Mustaf a 1854 y ılında Kütahya
hapishanesinin duvarlarını delerek üç
arkadaşıy la kaçmış ve bu tarihten
itibaren de Mustaf a artık 'eşkiy a' olarak
y aşamış. Zenginlerden alıp f akirlere
v ermiş. Irza v e namusa tecav üz edenleri
cezalandırmış. Fa-
kir kızları çey izlendirmiş. Kötülüğe v e
haksızlığa karşı amansız bir mücadele
açarak Aydın, İçel ve konya yörelerinde
tam bir egemenlik kurmuş.
İslamoğlu, yedi y ıl süren maceralarının son zamanlarında, şekav etten
v azgeçip kendi arzusu ile Gediz'in
Orhanlar köy ünde bir ev yaptırmış v e
oturmay a başlamış. 1868 y ılında bu
köy ü kuşatan müf rezeler, İslamoğlunu
sıkıştırarak, teslim olmay a zorlamışlar.
Kuşatma çemberini y arıp geçmey e
çalışan İslamoğlu, bu sırada kendisine
ihanet eden Gökçe adında bir köy lünün
attığı bir kurşunla yaralanmış, bir ceviz
ağacının ardına sığınarak son kurşununa
kadar
kendisini
korumuş,
ancak
kurşunlarının bitmesi y üzünden aldığı
y aralarla orada düşüp ölmüş.
İslamoğlu kule yapar taşınan
Gözlerim doldu al kanınan yaşınan
nere gidem bu talihsiz başınan
İslamoğlu derler benim adıma
Tavlada bağlı kaldı kır atım
Düşmanları öldürmekti muradım
Beri gel, beri gel ben adam yemem
Şunun şöylesine ben yarim demem
Nolaydı nolaydı gündüz olaydı
Can Mustafam düşmanları göreydi
İslamoğlu çifte yapar kuleyi
Kır at dursun, çekin İsli Kula'yı
Görülmez mi bu işlerin kolayı?
İslamoğlu inip gelir yokuştan
Her yanları görünmüyor gümüşten
Billahi vebalim yoktur bu işten
Eyvahlar olsun saçlı doru şanına
Beş yüz çakmak çalan gelsin yanıma
Bereli de her yanları bereli Biz
severiz kara gözlü dilberi
tavı r / t ü r k ü / haziran '99 / sayı: 13
İslamoğlu kulelerin yıkılsın
Yıkılsın da yerine bostan ekilsin
Hey kaymakam senin de belin bükülsün
Yeşil çam üstünde leylek yuvası
Yeşillendi Karahisar ovası Kıyma
bana hey canından bulası
Yazık oldu saçlı doru şanına
Beş yüz çakmak çalan gelsin yanıma
Beri gel beri gel adam yemem
Şunun şöylesine ben yarim demem
Cevizin dalını nacakladılar
Kellesiz gövdeyi kucakladılar
Kaymakam bey seni acapladılar
Merdiven altında büküldü belim
Nereye varsam da ayrılık ölüm
Çifte guburlara değmedi elim
Hükümet önünde dikili taşı
Hakime gösterin gödesiz başı
Beri gel beri gel adam yemem
Şunun şöylesine ben yarim demem
tavı r / t ü r k ü / haziran '99 / sayı: 13
öykü
m ust af a kaya
İnsanın kemiklerini sızlatan bir soğuk var
dışarda. Ev in içi de dışardan çok farklı
değil. Sadece duv arlar esen rüzgara,
y ağan kara siper oluy or. Onun dışındaki
soğuk her yerde aynı. Y organı tepesine
kadar çeken Üzey ir, ısınmay a çalışıy ordu.
Sabahı düşündükçe içi içine sığmıy ordu.
Çocukluk arkadaşı Alişan'la birlikte
çalışmay a gideceklerdi. "Yarın akşamdan
itibaren bu soğuk kemiklerimi ze kadar
işlemeyecek. Şurada boş duran demir
yığını sobanın yanan çıtırtısını şimdiden
duyar gibiyim. Sonra o sobaya ekmekleri
dizip, yağlayıp yağlayıp yiyeceğiz." diy e
düşündü Üzey ir. İşten atılalı üç ay
olmuştu. Ha bugün, ha yarın buldum,
bulacağım derken, ortada kalakalmıştı.
Birkaç gün önce de Alişan haber göndermişti: "Gelsin, işi buluruz ona" diy e.
Gidip gitmeme konusunda kararsızdı.
Soğuklar iy ice bastırınca gitmeye karar
v erdi. Karar v erdiği gün de tesadüfen
Alişan'la sokakta karşılaştı. Alişan'ın işi
zordu. Hep dışarday -dı işi, kazandığıy la
ancak karnını doy urabiliyordu. Evin uf aktef ek ihtiyaçlarını giderebiliy ordu.
İkisinin de askerlik sorunu olduğu için
dev let dairelerinde iş bulamıyorlardı.
Alişan küçük y aşlardan beri işportacılık
y apıy ordu. Az çok piy asay ı biliy ordu. Ama
sermay esi
olmadığından
işlerini
büy ütememişti. Şimdi dev let kurumlarının
önünde v ergi iadesi zarf ı v e selpak
mendil satıy ordu. Üzey ir'i de y anına,
çalışma-
mayacaksın. Yoksa harcarlar seni. Fazla
iş yapamazsın, anladın değil mi Üzeyir.
Üzey ir, "anladım" anlamında başını
salladı.
-Ben
hep
yanında
olacağım.
Zabıtala rı tanıdığım için ben onlara
bakacağım. Onlar gelince ıslıkla sana
haber gönderirim. Sen de hemen
kaçacaksın. Zaten malların büyük
bölü mü bendeki çantada olur, sendeyse
tezgahtakiler kadar. Ama yine hiçbirini
kaptırma mak
lazım.
Onlardan
parçabaşına para kazanıyoruz. Ona
tavı r/öykü / haziran '99/ sayı : 13
kerden dönüşte her şey değişir.
“Rahatça iş bulacağım" diy e düşündü.
Sonunda askere gitme zamanı geldi.
Üzey ir askere gitti. Alişan, hala işportada
çalışıy ordu.
İşlerini
biraz
olsun
genişletmek için bir yandan para biriktiriyor, diğer y andan ev in ihtiy açlarını
karşılamay a
çalışıy ordu.İşpor-tada
çalışmadığı günlerde bir arkadaşının
aracılığıy la lokantada bulaşıkçı olarak
çalışıy ordu.
Ev dekilere
bulaşıkçı
olduğunu söy lememişti. İlk za-
manlar kendisi de y adırgamıştı. "Erkek
kısmı bulaşık mı yıkar mışl", ama
mecburdu. Bir arkadaşından y azın
eriklerin iy i satıldığını duymuştu. Ve o
gün kaf asına koymuştu. Bir erik tezgahı
alacaktı. Bütün çabası o tezgah içindi.
Bu arada Üzey ir acemiliğini Balıkesir'de yapmıştı. Doğu'y a gitmemesine
sev inmişlerdi. Ne de olsa orada sav aş
v ardı, "ne olur ne olmaz, ölüp bir kenarda
kalabilir", diye düşünüy orlardı. Üzey ir'in
askerden izne geldiği gün, Alişan o
hay alini kurduğu erik tezgahını almıştı.
Üzey ir'in kura sonucu belirlenene kadar
birkaç gün birlikte çalıştılar. Üzey ir'in izni
bitmiş, kurası Tunceli'y e çıkmıştı. Önce
korktu, orada hep çatışmaların olduğunu
duymuştu. Acemiyken, "şu acemilik bir
bitse" diye düşünürdü, ama acemiliğini
y aptığı y er daha rahattı. "Gitmesem" diy e
düşündü.
Ama
olmazdı,
mutlaka
bulurlardı. O zaman daha zor olurdu. En
iy isi gitmek ve bir y olunu bulup hav a
değişikliği y apmak,
diy e düşündü.
Düşüncelerini Ali-şan'la paylaştı.
-Bir hiç uğruna oralarda öl mekten
çok korkuyorum Alişan. Sence gitsem
mi ? A ma git mezse m o za man böyle
kaçak
nasıl
yaşarım?
Evdekileri
düşününce... Onların hayalleri, umutları
beni m askerden dönüşüm ü zerine. Ana m
şimdiden gelin adaylarına bakıyor muş.
Baba m da 'Oğlum askerden gelip bir iş
kuracak, bizi de bu yoksulluktan
kurtaracak' diyor. Mecburen bu işi
bitirecem, ama çok korkuyorum Alişan.
Bizi m ace mi birliğinden bir arkadaşın
akrabası o taraflarda askerlik yapmış,
çocuk sonunda kafayı yemiş. Gülhane'de
tedavi altına alın mış. İyileşti' diye eve
gönder mişler. Sonra da çocuk evde
kendini asmış. Başka birini de çatışmada
kendi arkadaşları arkadan vurmuşlar.
Bunları duydukça daha çok korkuyoru m
Alişan. Ya benim için de 'eğitim za-iyatı'
derlerse.
-Korkma Üzey ir. Öy le bir şey i sezinlersen sen bizi ararsın. Biz hemen
geliriz. Bir y olunu bulup oradan al-dırtırız
seni. Hem dur bakalım, daha y eni y ere
gitmedin. Tamam, çok çatış-
ma oluy or. Duyduğuma göre gerillalar
kendilerine ateş edenlere ateş ediy ormuş. Baktın çatışma çıktı, sen de
siperden kafanı hiç kaldırma. Kurşunlarını da hav ay a boşalt. Kim anlay acak oğlum orada senin çatışmadığını.
Bak ne diy eceğim sana, sen askerden
gelirsin, şu erik tezgahmda birlikte
çalışırız, sen sağlam bir iş bulana kadar.
Sonra ben üniv ersite sınav larına daha iy i
hazırlanacağım. O zaman üniv ersitey e
gideceğim. Bak o zaman şu tezgah boş
mu dursun. Birlikte çalışırız. Ben
okurum, sen de yeni bir işle beraber
burda çalışır, işleri ilerletirsin ha, ne
dersin.
-Olur olur. Hele şu askerliği hayırlısıyla bir bitirelim de, dedi.
Bu konuşmadan sonra kahv eye
gittiler. Arkadaşlarıy la biraz oturup
konuştular.
Sonra evlerine gittiler.
Üzey ir'in iki günü kalmıştı. O iki günü de
hep dışarda arkadaşlarıy la geçirmek
istiy ordu. Öyle de yaptı. Y ola çıkma saati
geldiğinde mahalleden arkadaşları ve
ailesi garajlardan gönderdiler. Hepsinin
y üreğinde Üze-y ir'le aynı korku vardı.
Ama hiçbiri cesaret edip de korkusunu
söy ley emedi.
Sadece
annesi
gözy aşlarıy la korkusunu belli etmişti.
Alişan'ın gözleri dolmuştu, ama o kötü
düşüncey i
hiç
aklına
getirmek
istemiyordu. Otobüs garajdan ay rılana
kadar da oradan ay rılmadılar. Ertesi gün
Ali-şan y ine erik tezgahının başınday dı.
Sabahtan öğlene kadar bir iş y apmamıştı. Zabıtalar hiç nef es aldırmıy ordu.
Hele bir tanesi v ardı ki, tam murtazay dı.
İlk başlarda öy le değildi. Bir kere amirine
y akalandıktan sonra o da murtaza
olmuştu. Bir keresinde kenara çekip
konuşmuştu:
-Sen nasıl bu meslekten para kazanıyorsan, karnını doyuruyorsan ben de bu
işten para kazanıyorum. Ve bu işle evdekilerin karnını doyuruyorum, burası bizi m
ekmek kapımız. Yedi nüfusun rızkı var,
git bize bulaşma, demişti. Ama murtaza
murtazalığından v azgeçmedi. Kaf ay a
koy du Alişan, "akşama da aynı şeyi
yaparsa onu bir temiz döve-ce m", dedi.
Akşam üzeri işçilerin çıkış
tavı r / ö y k ü / haziran '99 / sayı : 13
saatinde yeniden açtı tezgahını. Daha
y eni yeni satış y apmay a başlamıştı.
Zabıtaların geldiğini söylediler. Diğer
işportacıların hepsi kaçtı. Alişan ancak
tezgahını toplay abilmişti. Gelen yine ay nı
zabıtay dı. Tutanak tutup mallarını zab ıta
karakolundan
dilekçey le
geri
alabileceğini, söy ledi v e ekledi: "Ama
önce şu makbuza yazdığ ım para
cezasını öde men gerekiyor".
Tezgah ını v e eriklerini v ermek istemedi. Kapıştılar. Belindeki bıçağını
çıkardı. Zabıta telsiziy le y ardım istedi. Bir
anda etraf ları kalabalıklaştı. Eğer bu
erikleri bugün satamazsa çürüy ecekti v e
sermay esini yemiş olacaktı. Erikleri aldığı
toptancıy a
olan
borcunu
ödey emey ecekti. Tezgahıy la kurduğu
hay allerini düşündü. Lanet olası şu
zabıta her şey i engelliy ordu. "Allah
yarattı demeyip bıçağı şu kasıklarından
daldıracan" diy e düşündü. Bir anda
düny ası karardı. Etraf ındaki sesleri
uğultu olarak duy uyordu. Y erde y ığılı
duran zabıtay ı v e elindeki kanlı bıçağı
f ark etti. Kaçmak istedi. Sırtında önce bir
soğukluk istedi, ardından ılık bir şey in
aktığını. Daha fazla uzaklaşamadan
olduğu y ere y ığıldı. Erik tezgahındaki
erikler y erlere saçılmış, genç zabıtanm
kanı eriklere karışmıştı. Az ilerde Alişan
boy lu boy unca yatıy ordu.
Alişan v e zabıtanın üzerine gazete
örtüldü. Gerekli işlemler y apıldıktan
sonra morga kaldırıldı. Alişan'ı ailesi
ancak iki gün sonra alabildi. Mahalleye
cenaze arabası girdi. Alişan'ların evinin
önü kalabalıktı. Cenaze arabası iki ev
aşağıda, Üzey ir'lerin ev inin önünde
durdu. Üzey ir'in annesi y anlış y erde
durduğunu söy lemek için arabanın
y anına gitti. Araçtan rütbeli bir asker ve
er indi. Tam bu sırada mahalley e ikinci
cenaze arabası girdi. Cenaze ev indeki
herkes donup kaldı. Üzey ir'in annesi
olduğu y ere y ığıldı. Mahalleli hemen
y anma koştu, ikinci cenaze arabası
Alişan'ların ev inin önünde durdu. Ağıtlar
ağıtlara karıştı. Tüm mahalle iki genç için
ağlaştı. Alişan'la Üzey ir'i yan yana
gömdüler.
tanıtım
sin an er
Kan Yerde
Kalmaz
"Josey Vales'in Öç Günlüğü"
Forest Carter Say
Yayınları
F
orest Carter, Küçük Ağa cın
Eğitimi, Dağlardan
Sorun
Beni ve Batı Barut Kokuyor
adlı kitaplarıy la tanınmış bir
y azar. Forest Carter, Kan Y erde
Kalmaz isimli kitabında da
Amerikanın v ahşi batı tarihinde efsanev i
bir kişilik olan Josey Vales v e onun
sav aşçı kişiliğini anlatıy or.
İç Savaşın ilk y ıllarında karısının v e
küçük oğlunun öldürülmelerinin öcünü
almak için Y ankee askerlerini öldüren,
sav aşın
acıma-sızlaştırdığı
bi r
konf ederasyon gerilla sav aşçısıdır Josey
Vales. Ve sav aş bittiğinde de kan
dav asından v azgeçmey i reddeder. Hızlı
at sürme v e hızlı silah kullanma becerileri
banka soymak için uy guladığı gerilla
taktiklerine dönüşür. Y aşamak
için
öldürmek zorunda kalan, aranan bir
kanun kaçağı haline gelir, ölü y ada diri
y akalanması için başına ödül konmuştur.
"Meksika 1868... Kanayan Meksika.
Montezuma, Cavahtam- Cortes'ten beri
bu yara hiçbir zaman kapan mad ı. Artık
Fransız efendilerinin
yeni
serbest
bıraktığı kontr-gerillalar kırsal kesimde
dolaşıyordu. Bandido orduları. Kafa derisi
yüzen,
yağmalayan...
Rurale'ler
(Korucu)."
Rurale'ler,
y alnızca
Apaçi
kamplarında
kadın-çocuk
demeden
y üzlerce Apaçi'yi katletmekle kalmıy or,
gittikleri
kasabalarda
da
terör
estirmektedirler. Escobedo li-
derliğindeki kafa avcıları y ani Ru-rale'ler
Josey Vales'in dostları olan Rose'u
öldürmüş ve On Nokta-y ı'da öldürmek
için y anlarında götürmüşlerdir. Ve bunun
üzerine öç günleri yeniden başlamıştır
Jo-sey Vales için.
Çünkü; dostluk, dosta bağlılık onun
için herşey den önemlidir. Jo-sey Vales
için
dostlarına
duy duğu
bağlılık
y aşamdan hatta ölümden bile güçlüdür.
Dostlarının intikamını alacak v e On
Noktay ıda Es-cobedo v e adamlarının
elinden kurtaracaktır. Ve Josey Vales,
Sığırtmaç Chato ve Çif tçi Pablo ile
dostlarının intikamını almak için yollara
düşmüştür.
Hiç biri şu soruyu düşünmedi: On
Nokta adlı bir kumarbaz için tehlikey e
atılmak gerekir mi? Hepsi Josey Vales'in
sadakat y asasını biliy ordu. Dağların
y asasıy dı bu.
Bu y asa, dağların kıraç topraklarında
y aşamak için İskoçy a y ada Gallerde ki
kay alık arazide yaşamak için olduğu
kadar gerekliydi. Aşiret insanlarının
y asası. Toprakta zenginlik, güç sahibi
kişilerin oluşturduğu hükümetlerin dışında y aşamak için didinip duran insanlara
böy le y asasız bir yer yoktu.
Parası olmay anın sözü paray dı.
Sadakati, kişiye bağlılığıy dı. Bu ortamda
doğan bir düzen karşıtıydı o. Y ükümlü
olduğu insanların zarar görmesi ona
karşı y apılmış
tavı r / kitap / haziran '99 / sayı : 13
bir hareketti.
Josey Vales, bu dağ y asası ile
büy ümüştür ve Tennesse dağ kavgalarının içinde y etişmiştir.
Josey Vales ve arkadaşları günlerce
Escobedo v e adamlarının ardından
giderler. Doğanın tüm zorluklarına,
güçlüklerine karşın Ru-raleler'den hesap
sorma düşüncesinden v azgeçmezler.
Çölde
günlerce
at
sırtında
koşturulacaktır, gerektiğinde at üzerinde
y emek y enilecek v e uyunacaktır. İzler takip edilecek, ay ırtedilecek... İz sürülecek
v e Ruralelere ulaşılacaktır.
Doğanın tüm güçlüklerine rağmen
doğa ay nı zamanda gerillanın y aşamının
bir parçasıdır. Önemli olan bir gerilla gibi
düşünebilmek, y aratıcı olmaktır. Bir
meskit dalı v ey a çalı parçası mı?
Düşmanı y anıltmak için izler silinecektir
çalı parçasıy la. Y eri geldiğinde bir çatışma esnasında güneşi arkana alacak
v e düşmanı güneşe karşı çatışmak
zorunda bırakacaksın. Göky üzü, y ıldızlar
arkadaşın olacak zamanı bildirecektir
sana.
"Missouru-Kansas sınırında yüzlerce
savaş deneyimi yaşamış bir gerillanın
tecrübeleri Josey Vales'te kural haline
gel miştir. Gerillanın düşüncesi ikilidir.
Karşısındaki ne düşünüyordu? Planı
neydi. Karakteri nasıldı? Ne u muyordu?
Bir gerilla için gerekli düşüncelerdi
bunlar; çünkü onun ki esnek, katı
ol mayan, gücü hareket başlatamayacak
kadar az, kendi
darbe yaşamıydı. Onun için savaş akıl
savaşıydı, beklenmeyen bir şey, düşmanın bekle mediği bir şeyi yapması
gerekirdi, yoksa kendisi ölürdü."
Düşman güçlerine ait hedef lerin en
zay ıf olduğu, saldırıy a hazır olmadığı anı
iy i kollayarak, bu doğrultuda düşmanı
beklemediği anda vurmak... Josey Vales,
düşmanın tüm gücüne karşı düşmanının
en ince ay rıntısına kadar tanıyarak neler
y apabileceğini
bilerek
hareket
etmektedir.
"Gece yarısı hep gardiyan değiştirirler. Diyelim ki On Noktayı şimdi gidip
kurtardık, geceyarısı nöbetini almaya
geldiklerinde ölü gardiyanları yarım saat
içinde bulurlar. Geceyarısı saldırmak için
en iyi za mandı. Herkes ya içkili, ya yarı
uykulu,
ya
uykuda
olurdu.
Geceyarısından sonrayı bekleyeceğiz; bu
da dört, belki altı saat demek, nöbetlerin
ne kadar uzun olduğuna bağlı, tabi
şanssızlığımız tutup
ta
biri
ölü
gardiyanları kazara bulmazsa..."
Josey Vales'in, On Nokta'y ı kaçırmasından sonra bir an önce tehlikeli
olan bölgeden çıkma günleri başlamıştır.
Escobedo ve adamları peşindedir şimdi
onların. Josey Va-les'in sav aşı küçük bir
grubun kalabalık bir gruba karşı
sav aşıdır. Josey Vales'in grubu Çiftçi
Pablo, Kumarbaz On Nokta, ağır yaralı
Chato v e On Noktay la beraber kaçırılan
Apaçi kızdan oluşmaktadır. Onları
kov alay anlardan kurtulmak için hız
y apmak üzere bir aray a gelmiş bir grup
değildir.
"A ma Josey Vales, Sınır savaşında
gerilla savaşını öğren miştir. Felaket
yemek za man ı kadar dü zenli bir bi çimde
gelirdi. Bunlara ne a man verilir, ne a man
dilenirdi. Josey Vales, liderin adamlar ına
cesaret verdiğini de öğrenmiştir. İyi bir
savaşçıdır o, basit ve yalın. Gözüpektir.
Savaşçının içinde ki ruh ve savaşçının
büyüklüğüyle yolculuk ettiğini biliyordu,
kaçışına yas tutmak ya da kaderine razı
ol makla değil."
Düşmanın
kovalamasından
kurtulmaları için dakikalar değerlidir onlar
için. Josey Vales tek başına da rahatça
başarabilecektir. Ama bu düşünce bir an
olsun bile aklına gelmez. O durumları ne
kadar kötü olursa olsun arkadaşlarını
bırakmaz.
Sadakat
bağı,
bağlılık
y aşamdan daha güçlüdür, hatta ölümden
bile.
Y ine de Josey Vales grubunun t ü m
o l u m s u z l u ğ u n a v e eksikliğine karşın
y alnız değlidir. Bir Apaçi grubu onların
peşinden gitmekte ve onları takip
etmektedir. Bu Ge-renimo'nun grubudur.
Apaçiler Jo-sey Vales v e arkadaşlarının
On Nokta ile birlikte hapishaneden
kaçırılan Apaçi kız En-lo-e'y e şefkatle
baktığını görmüşlerdir.
Apaçi düşmanını da dostunu da
unutmazdı. Apaçi de, Josey Va-les gibi
Rurale'lere
karşı
sav aşmaktadır.
Escobedo'nun Rurale'le-ri taraf ından
katledilmiş, kafa derileri y üzülmüş kadın
v e çocuklarının intikamının peşindedir
Apa-çi.
"Apaçi yüzyıllardır savaşın içerisindedir. Apaçi'nin yaşamı savaşla
bütünleşmiştir. Savaş Apaçi'nin yaşamının bir parçasıdır. Apaçinin savaşı
gerilla savaşıdır.
Apaçi kendinden üstün bir gücün
saldırısına uğrarsa, dört bir yana koşarak saldırganı şaşırtıyor, ama yeniden
bir araya gelmek için belirlen miş za man ı
biliyordu.
Asla önden saldımazd ı. Asla ölüme
dayanmak gibi naif kahramanlık ları
yoktur;
kaçar-koşar-saklanırdı.
Saldırganın düşüncelerini dağıt;sab-ret,
bekle, aklı dağıldığı za man saldır.
Kanatlarına cephe gerisine vur-kaç.
İkili düşünme sistemi vardı. Önce
senin düşüncelerin, sonra düşmanın
düşünceleri. Ne düşünüyor, alışkanlıkları, yaşam biçimi, ihanet yolları nedir?
Kendi
düşman ının
düşüncelerine,
planlarına dayanarak kendi planlamana
geri dön.
Hareket et. Rançheria'ları hareket ettir.
Hareketli
bir
hedefe
karşı
eylem
düzenle mek her za man zordur, nere-
tavı r / kitap / haziran '99 / sayı : 13
deyse olanaksızdır.
Apaçi savaşçısı günde yetmiş mil
koşabilir, beş gün yiyeceksiz yol alabilirdi. Bir su kaynağından su içerek
susuzluğunu giderdikten sonra ağzını
suyla
doldurur,
ancak
saatlerce
koştuktan sonra avurdundakini yutardı.
Dili da mağına yapış madan elli mil daha
gitmesini sağlardı bu duru m.
Apaçi bir su kaynağının yanına asla
kamp kur ma z, her za man uzak durur,
çünkü düşman su kaynaklarına gelirdi,
düzlerdeki bir ağacın göl gesini ya da bir
kişiyi saklayacak büyüklükte bir çalılığı
asla aramazd ı. Ancak bir tavşanı
gizleyecek büyüklükte bir çalılığı seçer,
onunla konuşur, onu severdi, çalının bir
parçası olursa o da senin bir parçan olur.
Me-xiconalar ve soluk benizliler o zaman
seni görmez. Gerçekten de görünmez
Apaçiler.
Düzlüklerde devriye gezen Soldado'lar görüldüğünde Apaçi savaşçılarını
ileri sürerdi. Bir saat içinde korkmuş bir
Apaçi Soldadoların üç yüz metre önünde
koşmaya başlardı, askerler atlarına
binerek zig zag çizerek kaçan Apaçi'nin
peşinden pusu kurulması olanaksız
düzülğe çıkardı. A ma mızraklarıyla
Apaçi'ye tam ulaştıkları sırada Apaçiler
yerdeki canlı me zarlıklardan çıkar ve
Solda-doları atlarından aşağıya çekerek
öldürürdü. Pusu kurulması olanaksız
yerde pusu kurardı Apaçi..."
Ve Kan Y erde Kalmaz Forrest
Carter'in Josey Vales'in kişiliğinden
gerillay ı, gerilla savaşını anlattığı, sade
v e akıcı bir dili, okuyucuy u sürükleyen
olay larıy la bir solukta okunacak bir kitap.
Ay rıca Josey Vales'in her hareketinde,
düşünce tarzında gerilla y aşamına v e
y aratıcılığına ilişkin y akalay acağımız
onlarca ay rıntı kitabı macera romanı
olmaktan öte bir noktay a taşıy or.
Okumak y a da okumamak elbette size
kalıy or. Ama bizce, gelin bu kitabı
okuy un deriz...
inceleme
can y ıld ır ım
halklar
mozay iğiny anın başka bir bu
kadar
kültürü
ulusların birbiriy -dar
ay naştığı ülke v ar
mıdır
bilemey iz.
Ama bildiğimiz Anadolu topraklarının bu
y önde çok zengin olduğudur. Kuzey inde,
Güney inde,
Doğusunda,
Batısında
y aşay an halkların herbiri birbirinden
f arklıdır. Hiçbiri birbirini tutmasa da
benzey en yanları da vardır. Doğu'da
Karaçor oy nanırken kuzey inde horon,
batısında zey bekler, güneyinde kaşıklı
oy unları. Bazı oy unların ise hangi
memlekette oy nandığı bilinmez. Çünkü
hery erde oy nanır.
Anadolu halkları bin y ıllardır bi-rarada
y aşamanın etkisiy le kaynaşmışlardır.
Birbirine kız alıp v ermişlerdir. Rum'u
Y ahudi'si, Türk'ü Kürt'ü, Ermeni'si Laz'ı
Gürcü'sü, Alev isi, Sünnisi... Say makla
bitiremey eceğimiz
uluslardan,
milliy etlerden
ve
mezheplerden
insanların Ahmet Arif in de dediği gibi
"tavuklarımız birbirine karışmıştır". Bu
y azıda bu zengin Anadolu mozay iğinin
sadece birini, aşurey i tanıtacağız.
Senenin belli günlerinde kapımız çalınır
v e karşımızda elinde bir tas aşure
uzatmış komşumuz y a da akrabamızı
görürüz. İşte bu halkımızın pay laşma
geleneklerinden
biridir.
Aşure
Anadolu'nun birçok bölgesinde y apılır.
Alev i halkta aşurenin nedeni f arklıdır,
sünni halkta farklı. Y apılış nedeni f arklı
da olsa birbirine dağıtüır.
Aşure
malzemeleri
biraray a
getirilip
de
hazırl ıklar başladığı za man kimi yerde
dışarıda ateş yakılıp koca koca kazanlar
hazırlan ırken, kimi y erde de ev in içinde
hazırlan ır. Aşure y apılmaya başlandığı
za-
man mahalledeki kadınlar y ardıma
gelirler. Herkes işin bir kenarından tutup
y ardım eder. Eğer dışarıda y apılıy orsa
çocuklar ateşe patates atar, ama
kadınlar çocukları aşurenin y anma pek
y aklaştırmazlar, saçları dökülmesin, toz
toprak düşmesin diy e. Aşure pişene
kadar hem sohbet ederler, hem de
birbirini kollay ıp y orulanın y erine kazanın
başına geçip çevirmeye başlarlar. Ev in
gençlerine aşureyi dağıtma görevi düşer.
Eğer ev de genç y oksa başka gençler
dağıtıma yardım eder. Aşure bol bol
dağıtılır. Her ev in nüf usu gözönüne alınır. Aşure dağıtıldıktan sonra mahalle
halkı biraray a gelip Aşureyi sohbetlerle,
türkülerle bitirirler. Mahallenin gençleri
sazlarını al ıp çalmay a başlarlar. Kadınlı
erkekli birarada sohbet ederler. Gençler
de kendi içlerinde sohbet ederler. Aşure
bittiği zaman hep birlikte yine temizlik
işlerine başlarlar. Bulaşıklar y ıkanır, etraf
temizlenir v e öy le ev lerine giderler.
Araştırmacı-y azar
Postnişin
Bedri
Noy an'a göre Muharrem ay ı Arap
takv iminin ilk ay ıdır v e bu ay ın onuncu
gününe aşure denir. Araplar bu günü
islamdan önce kutsal say ıp oruç tutarlar.
Mey dan Larousse ansiklopedisine göre
ise islamdan önce Y ahudiler aşure günü
oruç tutmaktadırlar. Tev rat bugünü
"kefaret" (bedel ödeme) günü olarak
gösterir. Başka inanışlar şöyledir: "Genel
inanış
odur
ki,
Hz.Musa
kendi
toplumunun, firavunun şerrinden 10
Muharrem günü kurtardı. Yine 10 Muharre m'de tanrı, Hz. Ade m'in tövbesini
kabul etti. İdris peygamber, bu gün semaya vardı. Yakup peygamber kuyuya
atılan oğlu Yusuf a bugün kavuştu. Nuh
peygamberin ge misi bugün Cudi dağın-
tavı r/folklor/ haziran '99/sayı : 13
da karaya oturdu. İbrahim peyga mber
bugün doğdu ve 'Halilullah' (Allah'ın
dostu) adını aldı. Yine bugün Ne mrut'un
ateşe attığı İbrahim peygamber ateşte
yanmad ı, kurtuldu. Tanrı tövbesini kabul
ettiği Süleyman peyga mbere mülkünü
geri verdi. Tenine kurt düşen Eyüp
peygamber, bugün şifa buldu. Yunus
peygamber, yutulduğu balığın karnından
bugün kurtuldu. İsa peygamber gördüğü
işkence sonucu bugün göğe ağdı... Ve
zali m
Ye zid'e
boyun
eğ meyen
mazlu mların şahı İ ma m Hüseyin, bugün
72 sahabesiyle birlikte şehit edildi..."
(İnanç Boyutuyla Alevilik Nedir, Ne
değildir? Lütfi Kaleli, sayfa:220)
Tüm bu say dıklarımız Muharrem
ay ının onunda olan şeylerdir v e inanışa
göre bu y üzden kutsaldır bu ay.
Aşure'nin
nedenlerinden biri Nuh
pey gamber ile ilgilidir. Nuh'un gemisi
karay a oturur. Gemide bulunanlar
tuf andan kurtuldukları için Allah'a şükran
borcu olarak gemide arta kalan çeşitli
hububatı birbirine katıp çorba pişirirler.
Adına da aşure derler. Ve her y ıl
Muharrem'in onunda aşure pişirilerek
bunu geleneksel-leştirirler.
Alev i inancına göre ise İmam Hüsey in öldürüldüğü için ay nı acıy ı
kendileri y aşarlar. 12 gün oruç tutarlar.
İmam Hüsey in'in Alev ilerde önemli bir
y erinin olmasının nedeni Hz.Ali'nin oğlu
olması v e Y ezit taraf ından Kerbela'da
susuz bırakılarak öldürülmesidir. 12 gün
olmasının nedeni de 12 İmam'ı temsil
eder. Ve bu 12 gün boy unca gülünmez,
eğlenilmez, su içilmez, düğün yapılmaz,
et y enilmez. Oruç bittiğinde ise Kerbe-la
olay ından sağ olarak kalan İmam
Zey nel'in sev inci için aşure y apılır.
Y apılan Aşurede 12 çeşit olur. Her bir
çeşit bir imam'ı temsil eder. Bunlar
genellikle buğday , un, su, incir, elma,
armut, ayva, üzüm, nohut, f asuly e, ceviz,
badem, çekirdek, f ıstık, f ındık, karanf il,
zencef il, şeker v ey a pekmez gibi
yiy eceklerdir. 12 çeşitten fazla da
katılabilir. Bazı y erlerde aşure tuzlu
y apılır. Sütle yapılanı da v ardır. Görüldüğü gibi f arklı f arklı nedenlerden
dolay ı aşure yapılır. Kimi Nuh'un tuf andan sonra yaptığına inandığı için, kimi
de inancının simgesi olarak yapar.
Aşure
halkların
geleneklerinden
sadece birisidir. Anadolu topraklarında
birçok inanış, birçok gelenek v ardır. Ama
hepsinin özünde pay laşım v ardır. Gerek
kurban
bay ramında
gerek
şeker
bay ramında
gerekse
de
diğer
geleneklerde halklar şu vey a bu
nedenden dolay ı pay laşımlarını dev am
ettirmişlerdir. Ve halklar birbirlerinin
geleneklerine karşı saygıy la
y aklaşmışlardır.
Bugün, pay laşımlar azaltılarak halklar
birbirine y abancılaştırılmay a çalışılıy or.
Her
dönem
halklar
böl-parçala
politikasıy la
güçsüz
düşürülmey e,
halkların
bu
kültürel zenginlikleri,
inanışları birbirine karşı kullanılmay a v e
düşmanlaştırılmay a çalışılmıştır. Bunun
en bariz şeklini Y av uz Sultan Selim
döneminde
Alev i
halkı
"mu m
söndürüyorlar, dinsizler" v b. diyerek
katledilmiş v e bu y alanı halkların içine
y ayarak
birbirine
düşman
ettirilip
katliamlar yaptırılmıştır. Daha y akın bir
tarihte ise Ermenileri, Y ahudileri, Rumları
düşman olarak gösterip büy ük katliamlar
y aşanmasına neden olunmuştur. Çorum'da, Sivas'ta, Maraş'ta, Madımak
Oteli'nde bu anlay ış dev am etmiştir.
Egemenler halkları birbirine kırdırarak
kendi
egemenliklerini
dev am
ettirmişlerdir. Çünkü birbirine düştavı r / f o l k l o r / haziran '99 / sayı : 13
man olan halk egemenlere başkaldırmay acak, böylece onun saltanatı devam
edecektir.
Egemenler, bugün ise laiklik-şeri-at
diy erek
suni
ayrılıklar
y aratarak
Susurluk'ta açığa çıkan y üzünü gizlemey e çalışmaktadır. Mafy acı, çeteci
y üzü açığa çıkan dev let hemen halkın en
duy arlı olduğu şey leri ön plana
çıkmaktadır. Oysa halklar onlar olmadan
Türk'üy le, Kürt'üy le, Çerkeş'i, Arap'ı,
Y ahudi'si, Alev i'si, Sünni'si, Hıristiy an’ıy la
biny ıllardır
kardeşçe
yaşamıştır.
Halkların bu kültür zenginlikleri birbirlerini
sahiplenmeleri ortak bir kültür y aratmıştır. Bugün y aratılmak istenen suni
düşmanlıklar halkların birbirini sahiplenmesiy le alt-üst olacaktır. Bu da
ancak halkın iktidarında, halkların eşit
olduğu bir düzende y aratılabilir.
E
skiden taa çok eskiden
y ani televizy on icad edilmeden, bencillik, birey cilik
tohumları halkın içine
serpilmeden, halklar arası
düşmanlık, kin, husumet
y ok iken, y ozluk, yobazlık
böy le
açıktan
sav unulmazken
halkımız gele neklerini y aşatıy ordu.
Komşuluk,
dostluk,
ahbaplık,
kirv elik...gibi.
Y ardımlaşma,
day anışma,
acıları,
sev inçleri
pay laşma
gibi.
Düğünlerde,
bay ramlarda hep beraber sev inmek,
y emek içmek gibi...
Eskiden taa çok eskiden böy le
güzel gelenekler v ardı. Her biri
y aşamın içinde oluşmuş, ihtiyaçları
karşılamış, küçükte olsa yarala-
ra merhem olmuş gelenekler. İşte
gelin görmek, y ada çey iz görmekte
bu geleneklerden biridir. Her genç kız
v akti geldiğinde gelinliği giy diğinde
mutlu bir y uva kurmak ister. Muradına
erer v e toplar çeyizini, artık bundan
sonra y aşamını sürdüreceği ev e
gider.
İşte gelin görmek y ada çey iz
görmek, yeni gelin için tanımadığı bir
mahallede, semte kurulacak y eni
dostluk v e paylaşımların aracıdır.
Daha gelin olarak geldiği ilk gün
odasını çey iziy le süsler. Komşuları
çey izini görmeye gelir. Çey iz bahane
görülmek istenen gelindir. Çalışkan
mı, hünerli mi, hünersiz mi, tembel
mi, temiz mi,
tavır/folklor/haziran '99 /sayı: 13
74
pasaklı mı, sevilen mi, sev ilmey en mi,
her bir şey ini anlamak için odasına
astığı çey izine bakar komşuları.
Gördükleri üzerinden v erirler gelinin
notunu. Sonra gelen tüm komşular
otururlar. Çaylar içilir, sohbetler edilir.
Y enilecek şeyler y endikten sonra
gelenlerde kendi hediy elerini katarlar
çey izin içine. Genci, y aşlısı, gelinlik
kızı hepsi gelir. Hemen hepsi kendi
deney imlerini, başından geçenleri,
nasıl y apılması gerektiğini, gelin
olmanın ne demek olduğunu anlatırlar
bir bir. İy i geçinsin, gariplik çekmesin
diy e, ne biliy orlarsa anlatır, ne
gerekiy orsa
y aparlar.
Her ana baba bilir ki gelin ev i ölüm
ev idir. Artık telli duvaklı gittiği bu ev den
ölüsü çıkacak, ölene kadar y urdu yuv ası
orası olacaktır. Çocuklarını orada doğurup büy ütecektir. Y aşamını orada
geçirecektir. Analar, babalar tüm bunları
düşünür, hazırlıkların ı y ıllar öncesinden
y apmay a başlarlar. Gelin de boş durmaz
tabi. Daha eli iğne tığ tutmaya başlar
başlamaz, el emeği, göz nuru oy alar bir
bir dökülür kumaşların üstüne. Bütün
hay atı gelin olana kadar çeyizini
düzmekle geçer dey im y erindeyse.
Gözleri kör olsada v az geçmez inci gibi
oy alar örmekten, desen desen nakış
düzmekten.
Kızlar ı,
oğulları
15-16
y aşına
geldiğinde
ana-babaların
y üzlerinde
bahar açar. Artık çocukları ev lenecektir.
Y a gelin olacaktır bir ev e, ya da gelin
getirecektir. Her ikisinde de değişen bir
şey olmaz. Onlar her ikisinde de
çocuklarının
mürv etlerini
görmenin
sev incini
yaşayacaktır.
Torunları
olacaktır. Kimbilir belki de kızına oğluna
peşpeşe düğün y apacaktır. Torunlarını
sev ecek, ölmeden muradına erecektir.
Bir
ana-baba
bu
duy guları-y aşarken
bir
y andan da, gelin edeceği
kızına y a da ev e gelecek
geline
ne
hediy e
v ereceğini
düşünmeye
başlar. En değerli şeylerini
saklar, en güzel eşyay ı
v erecek
olmanın
umuduy la y aşar. Ay nı
mutluluğu, sev inci akrabaları da pay laşır onlarla.
Görülmey e değer asıl
telaş onlardadır. Kardeşinin, abisinin, ablasının
hısım akrabası neyse hiç
f arket-mez
onlar
için.
Önemli olan gelin-
lerini görmenin sev inci, telaşıdır. Öy le
üç-beş kuruşla, elde avuçta ne v arsa
denilip
gidilmez
gelin
görmey e.
Gönülden kopandan başkası v erilmez.
Ama gönül rahat durmaz ki. En güzelini
v ermek, en iy isini seçmek ister. Öyle her
zaman değil çünkü, bir kere v erilir.
Verdiği muratlığı, ahiretli-ğidir gayri. Belki
de y ıllarca onunla öv ünecek, kimbilir
belki de gelinleri onu hep v erdikleriyle
anacaktır. Verilen her hediye gönüllere
ölümsüzlük düşünü serperken v efanın,
bağlılığ ın da to humlarını ekecektir.
Herkes kendi görümlüğüyle anılacaktır.
Gelin görmek bir gelenektir. Asıl
önemlisi de daha önceden hiç tanımadığı
komşuların gelmesidir. Herbirinin elinde
birer hediye paketi... Kimi çey iz sandıklarından çıkmış el emeği, kimi y ıllarca
dökülen alınteriy le birikmiş emeğin ürünü
ama hepsi, hepsi göznuru. Mahalley e
gelen bir ge lini görmek için mutlaka
gidilir. Gitmeyene iy i gözle bakılmaz.
Elinde av ucunda ne v arsa, gönlünden ne
koparsa götürmesi ge-
tavı r / f o l k l o r / haziran '99 / sayı : 13
rekir. Çünkü böy le tanışılacak, dostluklar,
arkadaşlıklar,
komşuluklar
böy le
güzelleşecektir.
Y ardımlaşma,
day anışma gerçek anlamına böy le
kav uşacaktır. Daha düny ay ı tozpembe
gören gelin y aşamın acıları, zorluklarıy la
henüz tanışmamıştır. Ama gelin geldiği
ev e eşikten adımı attıktan sonra yaşamın
acı gerçekleri, açlık, y oksulluk onları
beklemektedir. Ellerinde çey izlerinden
başka
hiçbir
şey
olmadan
ev
kuracaklardır. Çoluk çocuk sahibi olacak,
onları bü yütecek, okutacak kendisi gibi
evlenme çağına getirecektir. Y uv ay ıkuracak olan gelin olacaktır. İşte gelin
görmek için getirilen her hediy e bu
kurulacak yuv aya konulacak bir çöp
olacaktır. Ama önemli bir parçası
olacaktır.
İşte bir gelin, y uvasını anasının,
babasının
v erdiği;
akrabalarının,
komşularının
getirdikleriy le,
öğrettikleriyle kuracaktır. Koca bir ömrü
gelinliğinin
ilk
günlerinde
aldığı
görümlüklere
sarılarak
geçirecektir.
Sarıldığ ı dostluk, kardeşlik, y ardımlaşma
olacaktır.
değerlendirme
ha k a n a I ak
1
9. yy'ın sonlarında ortay a çıkan
sinema ses ile ilk buluşmasını
sözden önce müzikle yapmıştır.
Lumiere
kardeşlerin
icadı
sinema makinasınm ilk gösterimi ile
birlikte müzik, uzun bir dönem sesli
sinemanın
hay ata
geçişine
kadar
sinamanın en büy ük destekçisi olmuştur.
Y aklaşık 104 y ıldır sinema v e müziğin
dostluğu hiç bozulmadan süre gelmiştir
diy ebiliriz. Y önetmenlerin -istisnalar hariçgörsel zenginliği artırmak için başv urdukları hemen hemen ilk yöntem
müziktir.
1940-1960 y ılları arasında Amerikan
sinemasında gelişen müzikal f ilm akımı bu
dönemde epey y aygınlaşmış; sinema v e
müzik birlikteliği dansla beslenmiştir. Bu
f ilmlerin nitelikleri inişli-çıkışlı graf ikler
gösterse-de, ortay a çok f azla kalıcı ürün
çıkmasa da müzikal f ilmler sinema dilinin
gelişimi açısından y eni açılımlar getirmiştir.
Müzikaller günümüzde eski popülaritesini korumasa da bu dilin üzerinde
üretim yapan, bundan başardı sonuçlar
alan y önetmenler de v ar. Bunlardan biri
de İspanyol yönetmen Carlos Saura.
Geçmiş
y ıllarda
"Flamenco",
"Carmen", "Kanlı Düğün" gibi f ilmler
y apan Saura bu dönemde tango dansını
ana temaya oturtarak bir öykü y aratmış,
"Tango" f ilmi işte bu öyküyü anlatıy or.
Bir tango gösterisi hazırlay an Ma-
rio Suarez isimli y önetmenin bu hazırlıklar sırasında y aşadıklarını anlatıy or
f ilm. Eşi taraf ından terkedilen, bunun
etkisinden kurtulamayan ama çalıştığı
oy una yoğunlaşan yönetmen, gösterinin
sponsorlarından bir kişinin sevgilisine
oy unda rol v eriy or v e ona karşı y avaş
y avaş ilgi duymaya başlıy or. Bu ilişki
içerisindeki hesaplaşmaları, gösteriy e
kattığı politik nitelik, bunun y arattığı sorunlar f ilmde işlenirken, y önetmenin
hazırlad ığı oy unla, gerçek içiçe geçiyor.
Bu f ilmin detaylarına y azımızın
ilerley en
bölümlerinde
değineceğiz.
Fakat, önce Saura'nın sinema dili
üzerine birkaç söz söylemek istiyoruz.
Saura'nın Destanlara Yaklaşımı
Carlos Saura'nın bugüne kadar ki
f ilmograf isine baktığımızda karşımıza
çıkan tablo daha çok müzikal ve aşk
f ilmleri ağırlıklı olduğu y önündedir. Ama
Saura f ilmlerine böy le bir etiket
y apıştırmak daha çok y üzeysel bir
y aklaşımın sonucudur. Çünkü bu f ilmlerin
iy ice incelenmesi halinde görülecektir ki,
bunlar asıl olarak halk destanlarıdır.
Y önetmen de hikay elerine bu halk
destanlarını temel almıştır. Y üzy ıllardır
kendini koruyarak süregelen bu halk
destanları y önetmenin elinde yeniden
şekillenmiştir. Saura, destanlara -biçimolarak y eni bir açılım getirmiştir. Onu,
günümüzün ilişkileriyle, y aşam biçi-
tavı r / sinema / haziran '99 / sayı: 13
miy le y eniden y orumlamış ve klasik
destan tanımının sınırların ı genişletmiştir. Y aşadığımız sürece karmaşıklığın
üzerinden bakınca destanı, eski y alınlığı
ile y orumlamak hikayey i birçok noktadan
eksik bırakacaktır. Saura da bu gerçeği
görerek
hikayelerini
buna
göre
kurmuştur. Onun için Saura'y a bugün
y aklaşıldığı gibi müzikal tutkunu, dans
tutkunu gibi yakıştırmalar yapmak eksik,
y üzeysel bir y aklaşımdır. İyice bakıldığında görülecektir ki Saura'nın her f ilmi
politik göndermelerle yüklüdür. Bu
y üzden de tek başına dans tutkunu
diy emey iz. Ama sinemasının dilini
beslemek için destanlardan v e danslardan beslenmeyi sev en bir yönetmendir
Saura.
Filmin Söyledikleri Anlattıkları
Bir telev izy on kanalı için gösteri
hazırlay an Mario Suarez, bu gösteri için
çeşitli sponsorlardan destek almaktadır.
Fakat hazırladığı gösteriy i basit bir dans
gösterisi olmaktan öteye taşımak
istemekte, Arjantin'i tüm süreçleriyle
gözler önüne sermek istemektedir.
Sürgünler, göçler, politik mücadeleler,
askeri darbe, kay ıplar...
Tüm bunları bir aşk öy küsünün
f onuna yerleştirmektedir. İşte burada,
destanların özünü kav ray ış vardır.
Destanlar, genel olarak aşk v aya
kahramanlık öykülerini içerirler. Ama
hepsi toplumsal olguy u anlatırlar. Hiçbir
şey toplumsal gelişmelerden bağımsız
değildir. Bu öyküyü
kurgulay an f ilmdeki y önetmenin y aklaşımı da böyledir.
Örneğin,
bizdeki
Ferhat ile Şirin destanını
ele alalım. Ferhat, sevdiği
uğruna dağları delmiştir
ama
sadece
sevdiği
uğruna mı? Dağları delmiş
v e halkına su getirmiştir.
Öy leyse bu aşkı sadece
birebir ele alabilir miy iz?
Onu toplumsal bağlarından
soy utlayabilir miyiz? İşte
f ilmde de Saura bunu
oluşturmaya çalışıyor.
Saura, f ilmdeki yönetmene y üklediği bu misy ona y ine toplumsal gelişmenin geldiği boy utla cev aplar v eriyor, çelişkiler, çatışmalar y aratıy or. Sponsorlar, hazırlanan oy unun
sıradan bir dans gösterisi
olmasından
rahatsız
olurlar. Ve onu politik boy utundan sıy ırmay a çalışırlar. Mario ise buna karşı
oy ununu savunur. Kabul edilmiyorsa
oy undan çekileceğini açıklar. İşte burada
aslında Saura, Su-arez üzerinden
kendiy le
hesaplaşı-y or.
Sponsor
kültürüne karşı tav ır alamay ışına yönelik
bir hesaplaşma ve özeleştiri y apıy or. Ona
karşı bir idealist yaklaşım sunma ile işi
sonuca bağlıy or. Y ani kendi düny asına
karıştırmıy or. Sponsorluk varolacak ama
ben kendi işime karıştırtmayacağım ama
onun desteğini de alacağım. Y a da
burjuv azi tüm düny ay ı kirletecek ama ben
temiz kalacağım. Olur mu böy le şey ? İşte
buradaki y aklaşımı onaylamıy oruz. Ama
y önetmen de siv il toplumcu denebilecek
bir noktada tav ır almasına rağmen,
sponsor
kişiliğini
bir
mafyacıy a
y üklemekle izley iciy e açık bir mesaj
gönderiy or.
Y ine f ilmin en çarpıcı noktalarından
biri, askeri darbe ortamını, kay ıpları v e
toplu katliamlarını resmettiği an olmuş
diy ebiliriz.
Oyunun
y önetmeninin
kurgusuy la v erilen bu bakış bir tiy atro
sahnesini koca bir ülkey e çeviriy or.
Sahne üzerine kuru-
lan mezarlar, buralara toplu gömülen
çıplak insanlar, işkence seansları,
askerlerin darbe y aptıkları an. Hepsi
muhteşem bir çapıcılıkla anlatılmış.
Tamamen tango dansıy la anlatılan bu
sahnelerde klasik tango gigürleri-ni
y eniden kurgulay ıp sunmuş. İzleyicinin
tüy lerini ürpertecek denli iy i kurgulanan
bu sahnelerin bir göndermesi de Arjantin
cuntasına. Çünkü cunta sırasında
işkencelerdeki insan çığlıkları tango
müziğiy le bastırılıy ordu. Y önetmen de
cuntay ı yine Tango'yla yargılıy or.
Oyun mu Gerçek mi?
Saura, f ilminde sey irciy e sık sık bu
soruy u sorduruy or. Oyunda yaşananlar
ile y önetmenin hesaplaşmaları sık sık iç
içe geçerken ortey e şu gerçek çıkıy or:
Oy un aslında gerçektir. Oy un, gerçeğin
derinine iner v e onun asıl y üzünü ortay a
çıkarır. O yüzden oy un tam da gerçeğin
kendisini anlatır. Y önetmen, bu y üzden
bu noktay ı çok iyi yakalamış. Filmi izlerken, final sahnesinde arka sıradan bir
ses duyduk:
tavı r/sinema/haziran '99/sayı :13
77
"A, oyun gerçek oldu!"
Oy un aslında gerçektir. Ve sey ircimizin y aşadığı şaşkınlıkta belki de bu
y üzden oldu.
Oy un aslında gerçektir!
Tango dansı, köken olarak Güney
Af rika'dan gelmektedir. Güney Afrika
y erlilerinin bolluk v e v erimlilik
ay inlerinin dansıdır. Zaman içerisinde
köleler aracılığıy la İspany a'y a taşınan
bu ay in oradaki yerlilerin gittikleri
y erlerde bu ayini yaşatmalarıy la
kay bolmamıştır. İspany a'y a gelen
Mağripliler, bu danstan etkilenmiş,
öğrenmiş ve gittikleri yerlere bu dansı
taşımışlardır. Bugün Arjantin, Küba,
Brezily a, Meksika'da y aygın olan
tangonun en ünlüsü Arjantin
Tangosu'dur. Tango, iki dörtlük
ritminde bir danstır.
HABER YORUM
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV)'ye Soruşturma
İSTANBUL- İstanbul Tiy atro Festivali'nin açılışında sergilenen "Faust Sürüm 3.0"
adlı oy undaki çıplaklık temasına Flash TV v e Kanal 6'dan tepki geldi. İsa'nın
doğumunu anlatan bölüme ilişkin olarak oy unun "porno tiyatro" olduğu gerekçesiyle iki
özel telev izy on kanalının v erdiği tepkiy i dikkate alan Bey oğlu Kaymakamlığı "Türk
ahlak anlayışını bozduğu" gerekçesiyle İKSV hakkında soruşturma başlattı.
Bu gelişmeler üzerine İKSV y etkilileri taraf ından y apılan açıklamada; "Olay gerçek
değildir. Gerçek çarpıtılmıştır. Bu nedenle biz de bunlar hakkında dava açacağız."
denildi.
Grup Yorum
Tiyatrolara Yasaklama
10 Nisan 1999
Sanat y önetmenliğini Ahmet Leventoğlu'nun yaptığı Tiy atro Stüdyosu, geçtiğimiz
günlerde Tarsus'ta, senaryosunu David Mamed'in y azdığı "Bağla Şu İşi" adlı oy unla
sahne aldı.
Oy unu, kaymakamla birlikte Tataristan'dan gelen bir hey etle Tarsus Belediye
Başkanı'da izledi. Oy unun sergilendiği sırada "konusunu beğenmediğini" söy leyen
kay makam, oyunun durdurulmasını v e direnenlerin polis kullanılarak tiy atrodan
çıkarılmasını istedi. Bunun üzerine bir kısım sey irci tiy atroy u terkederken, geriye kalan
sey irciler v e tiyatro oy uncuları salonu terketmemekte direndi. Gelişen bu olayların
ardından oy un, kesildiği y erden dev am etti.
"Bağla Şu İşi" adlı oyun sahnelendikten sonra Tarsus Belediy e Başkanı, yaptığı
açıklamada; "bu oyunun Türk mizah anlayışına uygun olmadığ ım" belirtti. Daha sonra
TOBAV lokalinde bir basın açıklaması düzenley en Ahmet Leventoğlu, iktidarı ve
kamuoy unu biraz daha duyarlı olmaya çağırdı v e yapılan bu baskılan kamuoyuna
şikay et etti.
Ruhi Su Kültür Vakf ı'nda bir söyleşi
y aptı v e küçük bir dinleti verdi.
10 Nisan 1999
İngiltere'nin Londra kentinde y aklaşık
2000 kişinin izlediği bir geceye katıldı.
20 Mavıs 1999
13.Geleneksel İTÜ Şenliği'nde
yaklaşık 1500 kişiye seslendi.
29 Mayıs 1999
Düzeltme ve Özür :
12. Say ımızda y er alan Hikmet Akgül'ün y azdığı Mustaf a Suphi ve Çerkeş
Ethem yazısında teknik bazı aksaklıklar nedeniy le hatalar oluşmuştur. Düzeltir,
özür dileriz. Doğrular aşağıdaki gibidir.
1. sayfa, 1. Sütun, 3. paragraf, 5. satır
(...) Ekim Dev rimi'nin ardından Makedony a'ya gelen Mustafa Suphiler... Ekim
Dev rimi'nin ardından Moskov a'y a gelen Mustafa Suphiler,
3.sayfa, 2. sütun, 1. paragraf, 7. satır
(...) Başkanlığını Zinsuy ev 'in yaptığı kurultay... Başkanlığını Zinovyev 'in
y aptığı kurultay,
3. sayfa, 3. sütun, 2. paragraf, 6. satır
(...) M. Suphi de geldiğinde bu partide çalışmay a y eralacaktır... M. Suphi de
geldiğinde bu partide çalışmay a zorlanacaktır... şeklinde olacaktır.
Ay rıca y azıda geçen bütün 1923'ler 1920 şeklinde olacaktır. □
tavı r / haber yorum / haziran '99 / sayı : 13
Antaly a'da, Antaly a Koleji Spor
Salonu'nda yaklaşık 2500 kişiye seslendi.
2 Haziran 1999
Div riği Kültür Derneğinin düzenlediği
geleneksel pilav şenliğinde yaklaşık 2500
kişiye seslendi.
5 Haziran 1999 Fransa'nın Lyon
kentinde
Cannes Film Festivali Sonuçlandı
düzenlenen Anadolu Halkları Dostluk
Gecesi'nde y aklaşık 500 kişiye seslendi.
6 Haziran 1999
Pariste düzenlenen Anadolu Halkları
Dostluk Gecesi'nde yaklaşık 800 kişiye
seslendi.
Özgürlük Türküsü
14 Mayıs 1999
İTÜ Şenliği kapsamında geceleri
düzenlenen çadır etkinlikleri kapsamında
yaklaşık 300 kişiy e seslendi.
Ankara Hacettepe Üniversitesi Beytepe
Kampüsü'nde "Öğrenci Derneği Kuruluş
Şenliği"nde yaklaşık bin kişiye seslendi.
Aynı gün Beytepe Kampüsü Y
urdu
önünde düzenlenen senliğe de katıldı.
Ankara Siyasal Bilimler Fakültesi'nde
düzenlenen "Bahar Şenlikleri'ne
katılarak yaklaşık
İSTANBUL- Bu yıl 52. si yapılan ve 12 Mayıs 1999 Cuma günü
başlayan Uluslararası Cannes Film Festivali 23 Mayıs Pazar akşamı
verilen ödüllerin ardından sona erdi.
Nikita Mikhalkov'un "Sibirya Berberi" ile başlayan Cannes Fil m
Festivali bu yıl bir çok tartışmaya sahne oldu. Geçtiğimiz yıllara oranla
sönük geçen festivalde bu yıl toplam 22 film yarıştı. Sürpriz bir şekilde
sonuçlanan festivalde ödüller beklenenin aksine ustalara değil, yeni
sinemacılara verildi. Festivalin en büyük ödülü olan Altın Palmiye Ödülü,
Belçikalı Luc ve Jean Pierre Dardanne kardeşlerin yönetmenliğini
yaptığı "Rosetta" adlı filme verilirken diğer ödüller ise şöyle sıralandı.
Jüri Büyük Ödülü, Bruno Dumont'un "L'humanite ( İnsanlık)" adlı
filmine,
En İyi Kadın Oyuncu Ödülü, "L'humanite (İnsanlık)" filmindeki rolü ile
Severine Caneele'e,
En İyi Erkek Oyuncu Ödülü, "L'humanite (İnsanlık)" filmindeki rolü ile
Emmanuel Schotte'ye,
En İyi Yönetmen Ödülü, "Annem Hakkında Herşey" filmiyle Pedro
Almodovar'a,
En İyi Senaryo Ödülü, "Moloch" adlı filmiyle AJeksandr Sokoruov'a
Jüri Ödülü, "Mektup" (imindeki rolü ite Manuel De Oliveris'ya,
Ses ve Görüntü Ödülü de Çen Kaige'in "İmparator ve Katil" filmine
verildi.
Altın Palmiye Ödülünü alan "Rosetta" adlı filmde, genç bir kız ın
yaşamı konu ediliyor. Filmin tamamında müzik kullanılmamış ve bu
haliyle "Rosetta" saf bir sinema örneği oluşturuyor.
Ödül töreni sırasında seyirciler, "Annem Hakkında Herşey" isimli
filmin yönetmeni Pedro Almodovar'a büyük ödül olan Altın Palmiye
Ödülü'nü vermeyen jüriyi uzun süre protesto ettiler.
Sinema Yazarları Derneği (SİYAD)
Yılın En İyi Yabancı Filmlerini Seçti
İSTANBUL- Sinema Yazarları Derneği, 1998-99 sinema
mevsiminin en iyi yabancı 20 filmini seçti. 28 May ıs Cuma günü
TURSAK'ta yapılan ve 17 sinema yazarının katıldığı seçmelerde,
Terrence Malick'in yönetmenliğini yaptığı "İnce Kırmız ı Hat" en iyi film
olarak seçildi.
Sinema eleştir menlerinin seçtiği diğer f ilmler ise şöyle:
Başka Bir Dünya (The Svveet Hereaf'ter), Truman Show , Aşk ve
Para (Out of Sight), Büyük Lebovvski (Big Lebow ski), Er Ryan'ı
Kurtarmak (Saving Pr ivate Ryan), Barut Fıç ıs ı (Bure Baruta), Benim
Adım Joe ( My Nane İs Joe), I VVant You, Gizemli Şehir ( Dark City),
Meleklerin Düş Yaşamı (La vie Revee Desanges), Hayat Güzeldir
(Life Is Beautiful), Bıçağın İki Yüzü (Blade), Geç mişin Gölgesinde
(American History X), Velvet Goldmine, Lanetli Sevgili ( The House of
Yes), Yılan Gözler (Snake Eyes), Kara Kedi Ak Kedi (Black Cat White
Cat), Tatlı Kaçamaklar (Afterglovv), Kusursuz Çember (The Perf ect
Circle).
SİYAD tarafmdan seçilen filmler 17 Haziran 1999 Cuma gününden
itibaren Beyoğlu Sinemas ı'nda gösterilmeye başlanacak.
tavı r / haber yorum / haziran '99 / sayı : 13
HABER YORUM
13. Geleneksel İTÜ Şenliği Yapıldı
İSTANBUL- 13. Geleneksel İTÜ Şenliği 11-20 Mayıs tarihleri arasında İTÜ Ayazağa kampüsünde gerçekleştirildi.
Şenlik programı, İTÜ Öğrenci Meclisi Girişimi çatısı altında, İTÜ bünyesinde yer alan amatör tiyatro gruplarının,
amatör müzik gruplarının, klüplerin ve şenliğe katkıda bulunmak isteyen herkesin kollektif bir çalışması sonucu
oluşturuldu.
Şenlik programlan, 11-20 Mayıs tarihlerinde kurulan ve adına 1978'de faşistler tarafından katledilen İTÜ'nün
demokrat hocalarından Ord.Prof. Bedri Karafakioğlu'nun adının verildiği 4. Gençlik Kampı alanında yapıldı.
Şenlik 11 Mayıs günü yapılan açılış konserleri ile başladı. Açılıştaki grupların çoğu okul öğrencilerinin oluşturduğu
amatör müzik grupları idi. İlk gün İsimsiz Ezgiler, Zülfikar, Kent Ozanları, Volkanlar, Grup Lazy gibi gruplar yer aldı.
Şenlik boyunca her gün aydın-yazar-şair-sanatçılar-yönetmenler vs. ile yapılan söyleşilere katılım yoğundu.
Geceleri de alanda kurulan çadırlarda kalındı.
Şenlikte Ataol Behramoğlu, Murathan Mungan, Toktamış Ateş, Nevzat Çelik, Afşar Timuçin, Ali Ozgentürk, Öner
Yağcı, Suat Parlar, Berrin Taş - Cengiz Gündoğdu, Ali Nesin gibi sanatçılarla söyleşiler gerçekleştirildi. Şenlik Aralık
98'de okulun mediko-sosyal biriminin ilgisizliği ve yanlış teşhisi sonucu hayatını kaybeden İTü öğrencisi Hüseyin
Renkli'ye atfedildi.
Şenlik 20 Mayıs günü gerçekleştirilen kapanış konserleri ile sona erdi. Son gün Grup Yorum, Yaşar Kurt, Yırtık
Uçurtma, Zülfikar sahne aldı. Grup Yorum'a, İTÜ ve diğer okullardan gelen öğrencilerin yanısıra okulda çalışan
memurlann ve işçilerin de ilgisi dikkat çekiciydi. Grup Yorum iki saate yakın bir süre içerisinde yaklaşık 1500 kişiye
se slendi. Şenlik akşam saatlerinde sona erdi.
tavı r / haber yorum / haziran '99 / sayı : 13

Benzer belgeler