Selçuk Üniversitesi Selçuklu Araştırmaları Merkezi Yrd. Doç. Dr. Z

Transkript

Selçuk Üniversitesi Selçuklu Araştırmaları Merkezi Yrd. Doç. Dr. Z
Selçuk Üniversitesi
Selçuklu Araştırmaları Merkezi
Yrd. Doç. Dr. Z. Kenan BİLİCİ
Seyahatnamelerde Alanya
Bundan yaklaşık iki yüzyıl önce, coğrafya araştırmaları yapmak üzere Anadolu'da
seyahat eden ve 9 Mart 1800 tarihinde Manavgat üzerinden Alanya'ya gelen William
Martin Leake, bu harap, bakımsız ve yorgun şehri dolaşıp 10 Mart'ta günlüğüne
notlarını düşerken, ne kendisi ne de orada yaşayanlar, vaktiyle doğu Akdeniz
tarihinin büyük serüvenlerine sahne olmuş bir "saraykenf'in, soylu ve görkemli
geçmişinden kalan Ortaçağ dekorları arasında bulunduklarının farkındaydılar. Oysa
Leake'den 468 yıl önce, Suriye'nin Lazkiye limanından Martalomin adında bir
Cenovalının "Kurkura" denilen büyük gemisine binerek, on günlük bir yolculuktan
sonra, 1332 yılının Aralık ayına doğru (2) karaya ayak basan Tancalı bir seyyahı
konuk ettiği sıralarda burası"... dünyanın en güzel memleketi" ve "Tanrının,
güzelliklerini öteki ülkelere ayrı ayrı dağıtırken, burada hepsini bir araya getirdiği"(3)
bir şehir olarak, 19. yüzyılın başındaki halinin aksine, denizaşırı ticaret sayesinde
hala canlılığını koruyordu. Nitekim sadece Kahire, İskenderiye ve Suriye tüccarları 4)
değil, aynı zamanda Ceneviz, Venedik ve ihtimal Kıbrıs tüccarları da(5) "bu şehre
gelip alış veriş ediyorlar"; kerestesi pek bol olmak itibariyle, buradan yüklenen
hamule, deniz inşaatlarında (gemi yapımı için) kullanılmak üzere, ziftle birlikte Mısır'a
ihraç edilirken, Mısır'dan da baharat, keten ve şeker geliyordu(6). Bu ticaret hayatına
tanık olan Tancalı seyyahın adı, İbn Batuta lakabıyla şöhret yapmış Şemseddin Ebu
Abdullah Muhammed idi ve oldukça uzun sürecek Anadolu gezisine "Alaiye"den
başlıyordu. Seyyah, şehrin ahalisinin Türkmenlerden meydana geldiğini; limanın
üzerinde yükselen "sarp ve acaip" kalenin, büyük sultan Alaeddin-i Rumi'nin
(Alaeddin Keykubad'ın) eseri olduğunu; şehirde kadı Celaleddin Erzincan ile
tanıştığını ve Cuma günü birlikte kaleye çıkarak namaz kıldıklarını yazmaktadır(7).
Seyyahın sözünü ettiği "Cuma Camisi"nin, ilk inşaatı Alaeddin Keykubad dönemine
ait olup, sonradan 16. yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman tarafından büyük ölçüde
tamir ettirilen ve şimdi Süleymaniye Camisi diye bilinen Yukarı Şehir'deki cami olduğu
muhakkaktır(8). Fakat bütün bu notlardan, şehrin tarihi topografyası ve daha pek çok
konuyu aydınlatmaya yarayacak doyurucu bilgiler çıkarma imkanı yoktur. Aynı
şekilde, seyyahın kaleye çıktığı halde, özellikle İçkale'deki Selçuklu Sarayı'ndan
sözetmemesi de ilgi çekicidir. Gerçekten de, şehrin 1221'de Sultan Alaeddin
Keykubad tarafından fethinden sonra, kısa bir süre içinde inşaatı tamamlanan ve
sultanın 1229 yılında Celaleddin Harzemşah'ın gönderdiği ikinci sefaret heyetini
burada huzuruna kabul edişini, ünlü Selçuklu tarihçisi İbn-i Bibi'nin uzun uzun
anlattığı(9) bu görkemli sarayı, İbn Batuta'nın da görmesi; hatta Alanya'ya Aralık
ayına doğru geldiği dikkate alınırsa, şehrin yöneticisini de bu kışlık sarayda ziyaret
etmesi beklenirdi. Şu halde Sultan Keykubad'ın inşa ettirdiği bu sarayın,- büyük bir
ihtimalle- ya kullanılamaz bir hale geldiği ya da zamanla yıkılarak ortadan kalktığı ve
14. yüzyılın ikinci çeyreğinde, İçkale'de bir sarayın bulunduğunun hafızalardan
tümüyle silinmiş olduğu düşünülmelidir. Nitekim seyyahın, çok yaşlandığı için
saçlarını siyaha boyatmak zorunda kalan Alaiye Bey'i Yusuf'u, tıpkı gezisinin daha
sonraki bölümlerinde Peçin veya Safranbolu Emirlerini olduğu gibi(10) - İçkale'de
değil de, "şehrin on mil uzağındaki" sarayında huzuruna varıp ziyaret etmesinin(11)
nedeni de kanımca bu olmalıdır(12).
Ibn Batuta'dan yaklaşık iki yüzyıl sonra(13), Piri Reis'in 1525 tarihli notlarından
anlıyoruz ki, Osmanlı hakimiyeti döneminde şehrin "aşağı tarafı mamur, yukarı, dağ
kısmı ıssız" bir haldeydi(14). "Bu ıssız olan yerden yukarda, bir başka hisar" yer
alıyor ve içinde de "hisar erenleri" bulunuyordu(15). Aşağıda ise, "deniz kenarında
tuğladan yapılmış büyük bir kule" vardı ve "küçük gemiler bunun güney tarafında,
(tersanenin önünde) baştan ve kıçtan palama vererek yatarlardı. Gemilerin önünde
de "kagir olarak yapılmış beş (gözlü) tersane" bulunmaktaydı. Usta gemicinin, bugün
Kızıl Kule diye anılan bina için, "tuğladan yapılmış büyük bir kule" demesi, herhalde
bir yanılgı olsa gerektir. Nitekim haritasında, söz konusu binanın batı cephesinde,
kaba yönü taş sıralarını hatırlatan kesik çizgiler görülür. Aynı haritada, tersane
gözlerinin dıştan kırma çatılar ile örtüldükleri ve kiremit kaplı oldukları dikkati
çekiyorsa da, bugün için bunları doğrulamanın imkanı yoktur. Bundan başka,
haritada, Süleymaniye Camisi'nin civarında kümelenmiş binalar Yukarı Şehri, Kızıl
Kule'nin güneyinde, tersanenin üzerinde yamaca doğru yükselen düz damlı evler de
Aşağı Şehri göstermektedir. Aşağı Şehir ile tersane ve Kızıl Kule'yi birbirinden ayıran
ve Meyyit Kapısı'nın bulunduğu sur duvarının haritada işaretlenmemiş olması dikkat
çekicidir. Kalenin sağ üstünde Ehmedek yer alırken, en tepedeki bayrak da İçkale'nin
yerini işaret ediyor olmalıdır. Surlar dışında, sahilde , yüksek ve tek kubbeli bir bina
olarak bir ayazma, bunun hemen kuzey-batısında ise bir hamam bulunmaktadır(16).
Kuzey-güney yönünde uzanan binanın güney ucunda, üzerinde aydınlık feneri
bulunan kırma çatıyla örtülü bir soyunmalık (camekan) ünitesi görülür. Cephesinde
altlı üstlü ikişer pencere vardır. Soyunmalığa bitişik olarak dizilen soğukluk, sıcaklık
ve halvet üniteleri birer kubbe ile taçlanmışlardır ve kubbe yüzeylerinde de "filgözü"
tabir olunan tepe camları dikkati çeker. Gerek ayazma ve gerekse hamam, bugün
için ortadan kalkmışlardır ve yerlerini dahi tespit etme imkanı yoktur. Haritada
hamamın hemen kuzeyinde görülen çıkrıklı kuyunun ise, şimdi çarşı merkezinde yer
alan 1796 tarihli(17) Kuyularönü Camisi yakınında bulunduğu ve camiye de bu
nedenle "Kuyularönü" denildiği muhakkaktır.
Piri Reis'in haritasındaki şehirle ilgili kimi boşlukları (18), haritacılık tarihi bakımından
oldukça önemli bir başka haritadan tamamlama imkanı bulunabilir. Söz konusu
harita, ilk kez R. Mason tarafından yakın bir tarihte ayrıntılı olarak yayınlanmış(19)
olmasına karşılık, yazarının Alanya'yı bizzat görmemiş olması nedeniyle, topoğrafik
bakımından hala yoruma muhtaçtır (20). Padova'daki Lazara kontluğunun arşivinde
yer aldığını öğrendiğimiz ve 1609-15 yılları arasına tarihlendirilen harita, adı
bilinmeyen bir ressam tarafından çizilmiştir ve Medici donanmasının "Laia"ya
saldırısını tasvir etmektedir. Bir başka kaynakta, Tuscany'li st. Stephen'a göre, 16031623 yılları arasında Medici donanmasının komutanı olarak görev yapmış Amiral
Jacopo Inghirami di Volterra kumandasındaki donanmanın, güney ve batı Anadolu
kıyılarına saldırarak yağmaladığı ; 1608 yılının Ağustos ve Eylül aylarında "Laia"ya
da saldırıldığı, fakat şehir "çok iyi tahkim edildiği için" bir sonuç alınamadığı yazılıdır
(21). işte bu saldırıyı tasvir ettiği düşünülen haritada, ayrıntılarını bir başka
çalışmamızda ele almak üzere, şimdilik sadece şu noktaların üzerinde durmakla
yetinelim: Öyle anlaşılıyor ki, 17. yüzyılın başlarında Yukarı Şehir büyük ölçüde
boşalmış; İçkale tamamıyla terkedilmiş; askeri ağırlık ise, limanı korumak üzere, Kızıl
Kule ve tersane tarafına kaydırılmıştı. Aşağı Şehir, Piri Reis'in notlarında yazıldığı
gibi, hala "mamur" durumdaydı ve sur içi nüfus da esas itibariyle burada
yoğunlaşmıştı. Haritada, surlar dışında görülen tek kubbeli binanın, Piri Reis'in
haritasındaki ayazma olup olmadığı anlaşılamamaktadır. Aynı şekilde, sahildeki
kırma çatılı binanın da ne olduğu bilinmemektedir. Haritanın en sağında görülen bağ,
bahçe ve tarlalar ise, surlar dışında teşekkül etmiş yerleşme sahaları olmalıdır(22).
17. yüzyılın büyük seyyahı Evliya Çelebi'nin gördüğü tarihte de Yukarı Şehir boştu ve
tepede "ta zirvei alada evci semaya münkalib çarküşe bir şeddi ye'cucdur" dediği
büyük Içkale vardı (23). O vakitler burası, artık "sarnıç kalesi" diye anılıyor; halk su
almaya geldiğinde, pabuçlarını "biri kuzeye, biri de batıya bakan ve onar onbeşer
basamakla çıkılan" kale kapılarında bırakıyordu. Öyle anlaşılıyor ki, İçkale'deki
görkemli binalar tamamıyla ortadan kalkmaya başlamış ve kale boşalıp "bir çemenzar
düz sahra" olmuş; bu arada, kanımca kimi eski bina artıkları ve vaktiyle zahire
ambarları ya da silah depoları olarak fonksiyon gören zemin katlar da, muhtemelen
büyük bir su sıkıntısı yaşandığı için, Çelebi'nin deyimiyle "üçyüz altmış somakiler
üzre derya misal su sarnıcı" haline getirilmiştir. Ortahisar'da "üçyüz toprak örtülü
kargir ev" bulunurken, bugün otel olarak kullanılan "bedesten" işlemez vaziyetteydi.
"Sultan Süleyman Camisi"nin minaresi, "yıldırım düştüğü için yıkılmıştı (24). "Küçük iç
Kale" (Ehmedek)'de ise sadece dizdar oturuyordu. Buna karşılık , "aşağı kale", altı
mahalleden oluşan sekizyüz toprak örtülü evle daha "mamur"du ve burada cami,
medrese, han, hamam ve sıbyan mektepleri bulunuyordu. Sahilde ise, üstü çam
örtülü ve limana bakan cephelerine balyemez toplar yerleştirilmiş bir "kule-i azim"
vardı; tersane gözleri tarafında bir kule de (Tophane) limanı muhafaza ediyordu.
Tersane hala işler durumdaydı.
Aradan geçen uzun yıllar, eski çağların Coracesium'u ve korsan yatağı olan , Bizans
döneminde Kalonoros veya bunun Yunanca bozulmuş şekli olarak Candelore
denilen(25), 1221'de Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad tarafından fethedilen ve
yeniden imar edilerek fatihine izafeten "Alaiyye" diye anılmaya başlanan, bazı
Catalan haritalarında ise Castel Ubaldo, Çap Ubaldo veya Çap Baldo şeklinde
lokalize edilen Ortaçağ'ın bu görkemli "liman ve saray kentine ait son hatıraları da
unutturmuş; şehir gitgide önemini kaybetmiş, ona canlılık kazandıran ticaret yok
olmuş ve geriye yaşlı, yorgun bir şehir kalmıştı. İşte 9 Mart 1800 tarihinde Alanya'ya
gelen W.M. Leake, geçmiş hatıraları zamanla harabeye dönen böyle bir şehir
karşısında bulunuyordu(26). Yukarı Şehir'deki evler tamamıyla terkedilmişti; Aşağı
Şehir'deki hayat ise binbir güçlükle devam ediyordu. Tersanenin üzerinde yamaca
doğru yükselen ve "çoğu harabe halindeki evlerin çatılan, birbirlerinin terasını teşkil
edecek şekilde" inşa edilmişlerdi ve "aynı zamanda bir sokak gibi de fonksiyon
görüyorlardı. Seyyaha göre "Cenevizliler tarafından yapılmış olması muhtemel" (27)
tersane, askeri ve ticari merkez olma durumunu çoktan kaybetmiş ve "şimdi kırlangıç
denilen, genellikle üç direkli ve üçgen şeklinde bez yelkenleri bulunan küçük
teknelerin çekildiği bir yer" haline gelmişti. Ağırlığı 20-60 ton arasında değişen daha
büyük gemiler ise, şehrin doğusunda, tersanenin önünden başlayarak kumsal
boyunca demirliyorlardı.
1811-12 yıllarında Anadolu'nun güney kıyılarında yaptığı bir deniz yolculuğu
sırasında Alanya'ya uğrayan kaptan Beaufort gördüğünde de (28) durum pek farklı
değildi. Bindiği İngiliz Kraliyet gemisi, altı top atışı ile selamlanan kaptan için, ertesi
gün büyük bir tören düzenlenmiş; kendisine yakın çevredeki pek çok eski yerleşme
ve tapmaklar hakkında bilgi verilmiş; hatta kıyı şeridindeki bu kalıntıları görebilmesi
için at ve bir yardımcı tahsis edilmiş, fakat bu uzun seyahat gerçekleştirilememiştir.
Bir paşalık merkezi olmasına karşılık, fazla büyük olmayan bu kasabada ("nüfus
1500 ya da en fazla 2000 kişidir") "göz alabildiğine uzanan surlara" hayran kalan
seyyaha göre, "sokaklar ve evler acınacak halde"dir. Öte yandan "pek az cami
kullanılmakta, en ufak bir ticari canlılık da görülmemekte"dir Sağda solda antik
döneme ait bazı duvar kalıntıları ve birkaç kırık sütun ile karşılaşan Beaufort, şehirde
hiç bir Yunan kitabesi bulamadığını, sadece "Kale kapısı" üzerinde, "büyük fatih
Alaeddin"in adı yazılı Arapça bir kitabe gördüğünü söyler. Alanya Koyu'nun güney
rüzgarlarına açık olduğunu vurgulayan seyyah, demirledikleri yeri yetersiz bularak ne
liman ne de iskelenin olduğundan yakınır; buna karşılık gravüründe, Kızıl Kule
önünde bir dalgakıranın yapıldığı dikkati çeker. Nitekim, Beaufort'tan sonra Alanya'ya
gelen Carne de, bu dalgakıranın varlığından söz etmektedir(29). Alanya'yı "Osmanlı
imparatorluğu'nun hızla yıkılan bir parçası" olarak tanımlayan Carne, konum itibariyle
önemli bir yerde bulunmasına karşılık, şehirde hiç bir endüstriyel faaliyetin
görülmediğine ve deniz ticaretinin yok olduğuna tanık olur. insanlar hakkında trajik
gözlemlerde bulunan seyyaha göre, eski binalar ilgisizlikten yıkılma aşamasına
gelmiş; sokaklar ve evler giderek harabeye dönüşmüş ve belki cemaat azaldığı için
birkaç cami de kapatılmış; bu arada çevrenin yeşili azalarak, bu küçük Paşalık
merkezi "faydasız bir toprak parçası" haline gelmişti. Gerçekten de, Osmanlı
İmparatorluğu'nun denizci niteliği giderek kaybolup, imparatorluk giderek Akdeniz
kıyılarından yavaş yavaş elini çekmeye başlayınca, bu kıyıdaki diğer şehirlerde
olduğu gibi, Alanya da bu olumsuz durumdan etkilenmiş; 13, yüzyılda, Alaeddin
Keykubad sayesinde kazandığı Akdeniz hinterlandına hakim ve ayrıca Selçuklu
donanmasının Akdeniz'deki askeri üssü ve nihayet hiç değilse Keykubad döneminde
bir süre devletin idare edildiği "başkent" olma konumunu zamanla kaybederek, 19.
yüzyılda bir taşra kasabası durumuna düşmüştü. Gerçi, Carne'den kısa bir süre önce,
Kadı Abdurrahman Paşa tarafından şehirde bir kışla, kendi maiyyeti sekban ve
süvarileri için ondört odalı bir han ile küçük bir hamam ve dört dükkan yaptırılmıştı
(30); fakat şehir panoramasına katılan bütün bu yeni unsurların, kanımca, şehre
büyük bir canlılık kazandırdığı söylenemez. Nitekim, yüzyılın ortalarına doğru şehre
gelen Bartlett ve Allom gördüğünde de durum pek değişmemişti(31). iki seyyah da,
ahalinin misafirperverliğinden ve bazen sivri, bazen de sanki renkli izlenimi veren ve
deniz kuşlarının çığlıkları ile yankılanan derin kayalıkların çevirdiği şehrin muhteşem
görüntüsünden övgüyle söz ederler; fakat sokaklar ve evlerin hali aynıdır. Üstelik,
kısa bir süre önce şehre gelen Carne'nin verdiği gravürde sağlam durumda olduğu
anlaşılan Kızıl Kule de, şimdi üstten yıkılmaya başlamıştır. Yüzyılın ortasında bir ara
Alanya'ya uğrayan St. Martin de, "Konya Selçuklu Sultanı Alaeddin adını taşıyan" ve
"adeta bir tiyatro gibi inşa edilmiş, etrafı sarp kayalıklarla çevrili bu güzel şehrin harap
görünümünden söz eder(32).
Yüzyılın sonlarına doğru, Anadolu'nun idari taksimatı ve nüfusu üzerine birkaç ciltlik
bir eser yayınlayan Cuinet'ye göre, Alanya kazasında 32 cami ve türbe, 9 medrese, 1
Türk hamamı, seyyahlar için 3 han, güzel bir kışla ve Ortodoks Rumlara ait 5 kilise
vardı(33). Buna karşılık, şehrin nüfusunun değişmemiş olması şaşırtıcıdır (34). Kaldı
ki, surlar dışında, şimdiki çarşı bölgesinde, öteden beri yerleşme bulunduğu gibi,
daha ilerilerde, şehrin kuzeyinde, bugün Şekerhane diye anılan kesimde de bahçeler
ve şimdi neredeyse yokolma tehlikesi ile karşı karşıya olan bağ evleri de
bulunuyordu. Eski şehirde ise, hala kurucusu Alaeddin Keykubad'm hatıraları yad
ediliyor; fakat onun dönemine ait kimi binalar ilgisizlikten yıkılırken, bir yandan da
Aşağı Şehir'de gösterişli yeni evler inşa ediliyordu (35).
Aradan bunca yüzyıl geçtiği halde, şehrin yaşadığı dramın 20. yüzyıldaki son perdesi
henüz kapanmamıştı. Gerçi Yukarı Şehir, öteden beri canlılığını kaybetmişti;
İçkale'deki görkemli Selçuklu Sarayı çok önceleri yıkılıp tarihe karışmış; "bedesten"
ve etrafındaki arasta, hiç değilse 17. yüzyıl ortalarında, Evliya Çelebi gördüğünden
beri ticari merkez olmaktan çıkmış, üstelik arasta, herhalde geçen yüzyılın
sonlarından itibaren mezarlık haline getirilmişti. Diğer yandan, tarihi yarımadaya
çarpıcı bir görünüm ve boyut kazandıran surlar, büyük ölçüde yıkılmış; vaktiyle
Selçuklu donanmasını barındıran tersane ve onu korumak üzere inşa edilmiş Kızıl
Kule de giderek harap olmuştu. Bunları Aşağı Şehir takip etti ve 19. yüzyılda bile az
çok canlılığını koruyan şehrin bu kesimi de yavaş yavaş kaderine terk edilerek kısa
zamanda harabeye döndü. Nihayet sıra surlar dışına gelmiştir ve özellikle son 10-15
yıldır, bu görkemli Ortaçağ şehrinin her geçen gün biraz daha yok oluşuna uzaktan
tanıklık eden kuzeydeki bağlar, bahçeler ve bunların aralarındaki bağ evleri ve
konaklar, hatta kimi Selçuklu dönemi kalıntıları, sistematik bir şekilde ortadan
kaldırılarak, yerlerini sıradan apartman tarlalarına bırakmışlardır. Şehrin son sahipleri
kendini yine de surlar sayesinde koruyabilen yarımadanın tarihi dokusunu
değiştirmeye ve eski yapıların orasını burasını kemirmeye devam etmektedir. Bu
durumda, şehrin şimdiki halini, artık hiçbir "modern seyyah" anlayamayacak ve
korkarım herhalde anlatamayacaktır.
Ankara Üniversitesi D.T.C.F. Öğretim Üyesi
1. Bu makale, 25 - 26 Nisan 1992 tarihleri arasında Alanya'da düzenlenen "II. Tarih
ve Kültür Semineri"nde tebliğ olarak sunulmuştur. Eğer ömrü vefa etseydi, hocamız
sayın Prof. Dr. Yılmaz Önge de bu seminere katılacaktı. Hocamıza Allah'tan rahmet
diliyor; aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyorum.
2. YERASIMOS, S., Leş Voyageurs Dans L' empire Ottoman (XIVe - XVIe siecles),
Bibliographie, Itineraires et Inventaire deş Lieux Habites, Ankara. 1991, p. 97.
3. Ibn Batuta Seyahatnamesinden Seçmeler.Haz: l. Parmaksızoğlu, M.E.B. 1000
Temel Eser Serisi No: 59, istanbul. 1971, s. 3.
4. Ibn Batuta Seyahatnamesi'nden..., s. 5.
5. CAHEN, C., Osmanlılar'dan Önce Anadolu'da Türkler, Çev: Y. Moran, istanbul.
1979, s. 315.
6. HEYD,. W., Yakın-Doğu Ticaret Tarihi, Çev: E.Z. Karal, Ankara. 1975, s. 612'de
bunlardan başka Alanya'dan Mısır'a Hıristiyan ve Türk esirlerin de gönderildiğinden
bahseder. Öte yandan denizaşırı ticaret zaman zaman kesintiye de uğramaktaydı.
Nitekim Memlûk Sultanı Kalavun'un 1287'de bir Ceneviz gemisini Suriye'den
dönüşünde İskenderiye'ye yanaşırken yakalatması üzerine, 1289'da Ceneviz kaptanı
Benedetto Zaccaria da, Kefe konsolosu Paolino Doria ile birlikte hareket ederek,
Alaiye hizasında şeker, biber ve keten yüklü bir Memlûk gemisini ele geçirerek,
misillemede bulunmuştu. (A.g.e, s., 465-466).
7. Ibn Batuta Seyahatnamesi'nden..., s. 5.
8. Sözkonusu caminin inşa tarihi ve arşiv belgelerinde geçen kayıtlar için bkz;
KONYALI, l.H., Alanya (Alaiyye), İstanbul. 1946, s., 294-297.
9. KONYALI, l.H., A.g.e, s. 73. Daha ayrıntılı bilgi için bkz; TURAN, O., Türkiye
Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar, Metin, Tercüme ve Araştırmalar, Ankara.
1988 (2), s. 91.
10. Ibn Batuta Seyahatnamesi'nden ..., s. 20,56.
11. Ibn Batuta Seyahatnamesi'nden .... s. 5.
12. Burada sözü edilen sarayın, Oba Sarayı olduğu ileri sürülmüştür. Bkz; KONYALI,
l.H., A.g.e, s. 353.
13. KHITROVVO, B.de., Itıneraires Russes en Orient, Traduits Pour la Societe de L'
orient Latin, 111, Geneve. 1988, p., 167-191'den anlıyoruz ki, yüksek rütbeli bir
papaz olan Grethenios da 1400 yılma doğru Alanya'ya gelmişti. Onun kaleme aldığı
"Pelerinage de l'archimandrite Grethenios du couventde la Sainte Vierge" adlı eserini
görme imkanımız olmamıştır. Esasen bu eserin nerede bulunduğu da
bilinmemektedir. Grethenios'un gezdiği şehirler için bkz; YERASIMOS, S., A.g.e, s.
102.
14. Kitab'ı Bahriyye, 2. Cilt, Haz: Y. Senemoğlu, Tercüman 1001 Temel Eser, No.19
(Basım Yeri ve Tarihi yok) s. 272.
15. Piri Reis'in sözünü ettiği ve içinde "erenlerin bulunduğunu belirttiği hisar, hiç
kuşku yok ki, İçkale'dir. Şu ifade bile, Selçuklu Sarayı'nın tümüyle ortadan kalktığı
anlamına geldiği gibi, İçkale'nin eski anlam ve fonksiyonunu kaybedip zamanla, halk
hafızasında ve ağzında menkülata dayanan yeni ve mistik bir anlam kazandığını
gösterir.
16. Kanuni dönemine ait 1530 tarihli bir yazıcı defterinden anlıyoruz ki, 16. yüzyılda
surlar dışında Taşpazarı mahallesi denilen yeni bir yerleşme teşekkül etmişti (bkz;
KONYALI, l.H., A.g.e, s. 246).
17. KONYALI, l.H., A.g.e, s., 332-333.
18. YERASIMOS, S., A.g.e, p., 397-398'de, 1588-89 tarihinde Jacob Ullfeld adlı bir
seyyahın kaleme aldığı "Jacob Ullfgeldtz Danmarckis Rigens Cancelers Reigser
(M.S. Copenhague, Kongelige Bibliotek, MS. Thott, 1294, 4°, I7f)" adlı eserinde,
Candeloro, Alaja" hakkında bir bilgi bulunduğu yazılıdır. Bu eseri görme imkanımız
olmamıştır.
19. MASON, R., "The Medici - Lazara Map of Alanya", Anatolian Studies vol. XXXIX,
Ankara. 1989, pp.,85-105, PI.XIX-XXII.
20. LLOYD, S., "Back to Alanya", Anatolian Studies, Vol. XL, Ankara. 1990, pp., 219221.
21. MASON, R., A.g.m, pp., 85-88, Fiğ. 1.
22. Şehrin bu kesimi, daha önce Piri Reis'in haritasında Şekerhane olarak lokalize
edilmiştir. Burada yakın zamana kadar bulunduğunu bildiğimiz ve fakat yeni
yapılaşmalar sırasında giderek ortadan kaldırılan kimi kalıntılar, hiç kuşku yok ki,
Selçuklu dönemine ait idiler. Dolayısıyla, daha Selçuklu döneminde, surlar dışında,
-ihtimal yine aynı adla anılan- bir yerleşme bulunuyordu ki, Dim Çayı'na ve hatta
daha da ilerilere doğru uzanan şehrin bu kesimi, belki de Selçuklu sultanlarının av
bahçesi olmalıydı.
23. Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Anadolu, Suriye, Hicaz (1671-1672), 9. Cilt,
İstanbul. 1935, s. 296.
24. Evliya Çelebi..., s. 296. Bu husus, Medici - Lazara haritasındaki Süleymaniye
Camisi'nin neden minaresiz olarak tasvir edildiğini de açıklayabilir, (bkz; MASON, R.,
A.g.m, Pl. XIX, XXII b).
25. HEYD, W., A.g.e, s. 611 dipnot. 1997.
26. LEAKE, W.M., Journal of a Tour in Asia Minör, with comparative remarks on the
ancientand modern geography of that country, Hildesheim. New York. 1976, (London
1824 nüshasının fotokopisi), PP., 124-125.
27. LEAKE, W.M., A. g.e, p. 125.
28. BEAUFORT, F.R.S., Karamanla, ör a brief description of the south coast of Asia
Minör, ad of the remains of Antiquity, London. 1817, pp., 160-168.
29. CARNE, J., La Syrie la terre-sainte l'asie Mineure, London. 1836, p. 56.
30. UZUNÇARŞILI, l.H., "Nizam-ı Cedid Ricalinden Kadı Abdurrahman Paşa",
Belleten, Cilt: XXXV, No:139, Ankara. 1971, s. 449.
31. BARTLETT, W. H-ALLOM, T., Voyage en Syrie et dans L'Asie Mineure,
Troisieme Partie, Paris. London. 1841 (?), P., 61-62.
32. SAINT-MARTIN, M. Vivien de., Descriplion Historique et Geographique de L'Asie
Mineure, Tome II, Paris. 1852, p.535..
33. CUINET, V., La Turquie D'Asie, Geographie Administrative, Statistique
Descriptive et Ra-isonnee de Chaque Province de L'Asie - Mineure Tome Premier,
Paris. 1892, p. 869. Cuinet'nin sözünü ettiği bütün bu yapıların, Süleymaniye Camisi
hariç tutuiursa, büyük bir ihtimalle Yukarı Şehirde değil, Aşağı Şehir ve surlar
dışında, şimdiki çarşı kesiminde bulundukları düşünülmelidir. Nitekim, yakın bir
tarihte, Tophane semti ve civarında tespit edilen yayınlara geçmemiş birkaç kilisenin,
Cuinet'nin sözünü ettiği yapılar olabileceği düşünülmüştür, (bkz; ARİK, M.O., "Alanya
Kalesi 1985 Yılı Kazı Çalışmaları", VIII. Kazı Sonuçları Toplantısı, II, Ankara
1986,5.339.).
34. ALISHAN, P.L.M., Sissouan ou L'Armeno - Cilicie, Description Geographique et
Historique, Venise, S. Lazare. 1899, p. 374.
35. ALISHAN, P.L.M., A.g.e, p. 374. Seyyahın notları arasında, Aşağı Şehirde
birbirine paralel ve birinin çatısı diğerinin taraşı olacak şekilde inşa edilmiş küçük
ahşap evler bulunduğu; sayısız küçük cami ile bunun dışında bir - iki kilise gördüğü
yazılıdır.

Benzer belgeler