Küreselleşen Dünyamızda Yeni Şirket Gündemi

Transkript

Küreselleşen Dünyamızda Yeni Şirket Gündemi
KÜRESELLEŞEN DÜNYAMIZDA
YENİ ŞİRKET GÜNDEMİ:
KURUMSAL YÖNETİM
Dr. Murad KAYACAN (smmm)
(Aralık 2006)
TEDMER
Türkiye Etik Değerler Merkezi Vakfı
Yayın No: 1
Baskı Tarihi : Aralık 2006
Baskı Adedi : 2.000
ISBN : 9944 – 5996 – 0 – 3
Tasarım Matbaacılık Hizmetleri Ltd. Şti.
Telefon : (212) 612 05 00
Faks : (2129 612 05 00
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ...........................................................................................i
GİRİŞ ............................................................................................iii
ANONİM ŞİRKETLERİN SOSYAL SORUMLULUKLARI VE ETİK
DEĞERLER ...................................................................................1
KURUMSAL YÖNETİMDE FİNANSAL VE YÖNETSEL KONULAR :
“KURUMSAL YÖNETİM İLKELERİ”NİN İÇERİK ANALİZİ ........23
KÜRESEL MALİ PİYASALARDA ‘KURUMSAL YÖNETİM’
KAVRAMININ GELİŞİMİ VE ÜLKEMİZE YANSIMALARI...........44
KURUMSAL YÖNETİM İLKELERİ VE ULUSAL FİNANSAL
RAPORLAMA STANDARTLARI AÇISINDAN GELİŞMELER....60
Önsöz – “Daha İyi Bir Türkiye İçin”
Yeni yüzyılın ilk evrelerini yaşamakta olduğumuz günümüzde Türkiye
ekonomik, siyasi, idari ve kültürel alanlarda bir değişim süreci içinde
bulunmaktadır. Dünya ile bütünleşmek için bu değişim sürecinin başta bilgi
olmak üzere; fırsat eşitliği, düşünce özgürlüğü, hukuk devleti, demokrasi,
saydamlık, sorumluluk, süreklilik ve etik değerler gibi temel ilkeler etrafında
şekillenmesi gerekmektedir.
Bugün yolsuzlukların altında yatan, etik değerlerin ve ilkelerin eksikliği,
Türkiye’nin temel sorunlarından biridir. Etiğe aykırı her olay zincirleme bir
etkileşimle toplumun diğer kesimlerini de etkilemekte ve yozlaşma tüm
topluma yayılmaktadır. Etik bilincinin yerleşmediği bir toplumda güven
ortamının olmaması, kaynakların verimli kullanılamaması, gelir dağılımının
bozulması ve bir iyileşme sağlanamadığından ulusal ekonomik performansın
gelişememesi kaçınılmazdır.
Etik değer bilincinin toplumda yerleşmesi için devlet, özel sektör ve özellikle de
sivil topluma büyük görev düşmektedir. TEDMER, Türkiye Etik Değerler
Merkezi Vakfı, etik konusunda çalışmalar yapacak, özel sektör, kamu sektörü
ve sivil topluma yol gösterecek bir kurumun gerekli olduğuna inanan kişi, şirket
ve sivil toplum kuruluşları tarafından kurulmuştur.
Vakfımızın amacı tüm iş sektörleri ve mesleklerle ilgili etik değerlerin
araştırılması, değerlendirilmesi, etik standartlarının ve ilkelerinin belirlenmesi,
yurt sathında duyurulması, eğitiminin yapılması, etik değerlerle ilgili her türlü
bilimsel çalışmanın yapılması, uluslar arası işbirliklerinin kurulması ve bu
konularda her türlü şirket, oda, dernek, vakıf, birlik, meclis, enstitü, kurum,
kuruluş ve eğitim ve araştırma kurumlarına hizmet verilmesidir. Tamamen
bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olan TEDMER çalışmalarını toplumun tüm
kesimlerinden destek alarak üniversite, özel sektör, devlet kurumları ve uluslar
arası etik merkezleri ile işbirliği halinde sürdürmeyi hedeflemektedir.
Bir yandan Avrupa Birliği’ne girme sürecini yaşamakta olduğumuz bu
dönemde etik konusunda yapılacak her çalışmanın AB hedefimize ulaşmada
olumlu katkı sağlayacağı da yadsınamaz bir gerçektir. Etik bilincinin tüm ülke
sathında yayılması ve yerleşmesi amacıyla yapılacak bu çalışmaların
ulusumuzun ekonomik ve sosyal alanlarda gelişmiş ülkelerin standartlarını
yakalaması yolunda çok önemli bir adım olacağına inanmaktayız.
Etik bilincinin yerleşmesi adına özellikle topyekün ulusal üretim ile
istihdamımız ve dolayısıyla refah ve kalkınmamızın esas kaynağı olan
şirketlerimizin de küreselleşme rüzgarları ile artık karşı karşıya kaldıkları
bugünlerde ‘sosyal sorumluluk’ kavramı ve yapısal unsurlarını iyice algılayarak
gündemlerine yerleştirmeleri kaçınılmaz olmuştur. Elinizdeki bu çalışma söz
konusu bilincin yerleşmesi ve şirket içinde etik kuralların çok daha etkin bir
şekilde uygulanabilmesinin yegane anahtarı olan kurumsal yönetim ya da iyi
yönetişim kavramının çeşitli boyutlarını incelemekte olup; öncelikle halka açık
anonim şirketlerimiz olmak üzere ve ama aslında tüm üreten şirketlerimizin
göz önüne alması gereken husus ve gelişmelere değinen çeşitli makaleler
sizlere sunulmuştur.
Böyle bir çalışmanın TEDMER’in 1. Nolu yayını olarak kamuoyunun ilgisine
sunulmasında sevgili Murad Kayacan’a öncelikle teşekkür eder; etik değerlerin
egemen olduğu bir Türkiye için atılmış ilk adımlardan biri olan TEDMER’in, bu
hedeflere ulaşma da daha da etkin olacağı inancı ile kuruluşunda ve
çalışmalarında emeği geçen tüm kurucularımıza, üyelerimize ve
destekleyicilerimize teşekkür ediyoruz.
Saygılarımla,
Ali MİDİLLİLİ
TEDMER
Yönetim Kurulu Başkanı
GİRİŞ
Öncelikle gelişmiş finansal piyasalarda yaşanarak yeşerdikleri toplumlarda
ciddi bireysel yansımalar ve ekonomik yapıya güvensizlikler yaratan Enron,
Parmalat, World.com gibi şirket mali fiyaskolarından çıkarılan dersler ışığında
hem düzenleyici otoritelerin hem de finansal piyasa kullanıcılarının gündemine
oturmuş olan “Kurumsal Yönetim” son zamanlarda hem literatürde hem de
uygulama da sıkça vurgu yapılan bir kavram olma özelliğini taşımaktadır.
Çeşitli uzmanlarca “kendini ortadan kaldırmaya eğilimli” olmakla suçlanan
serbest piyasacı kapitalist ekonomik düzenin özellikle herhangi bir
alternatifinin kalmadığı günümüzde, hakim olduğu toplumlarda düzenin bel
kemiği olan özel müteşşebbis şirketlerin duçar olduğu yönetsel ve finansal
muhasebeleştirmeye ilişkin kötüye kullanım ve zafiyetlerden kaynaklanan mali
fiyaskolar yüzünden bireylerin tasarruflarınin ve geleceğe ilişkin mali
güvencelerinin çok ani bir şekilde erimekte olduğu gözlemlenmektedir. Bu da
kapitalist ekonomik düzen içerisinde toplumu oluşturan bireylerin kişisel
rafahının artırılarak seviyenin korunabilmesi için açık bir ‘ince ayar’ ve yeniden
yapılanmayı kaçınılmaz kılmıştır ki bu süreçte kurumsal yönetim kilit rolü
oynamaktadır.
Öte yandan genel kabul gören tüm kurumsal yönetim yaklaşımlarında olmazsa
olmazlar olarak yerini alan eşitlik, şeffaflık, hesap verilebilirlik ve sorumluluk
kavramlarını içinde barındıran kurumsal yönetim (iyi yönetişim) olgusunun
aslında küreselleşme süreci ile beraber uluslararası ölçeğe ulaşmış tüm özel
müteşşebbis şirketlerin, üretim yaptıkları toplumlar tarafından zamanla
yapılandırılan güncel mevzuat çerçevesinde uyum sağlamaya yönlendirildikleri
yeni şirket değerlerinden birisi olduğu görülmektedir. Etik değerler gibi
kurumsal yönetimin de vazgeçilmez unsurlarını oluşturduğu ‘anonim
şirketlerin sosyal sorumluluğu’ başlığını taşıyan değerler bütünü tüm
dünyada, özel müteşşebbis şirketler için yeni bir gündem oluşturmaktadır.
Küreselleşmenin tüm dünyayı tek bir pazar haline getirmesi, artan rekabet ve
ulusal hükümetlerin uluslar üstü şirketlere baskısı ile ortaya çıkmış olan ve
‘anonim şirketlerin sosyal sorumluluğu’ kavramında ifadesini bulan; üretim
yapılan ülkenin beşeri sermayesi ile diğer yer üstü ve yer altı kaynaklarının
kullanımına karşılık olarak toplumsal bazı taleplerin şirketlerce karşılanması
manasında gündeme yerleşen temel ilkeler ise aşağıdaki şekilde
sıralanabilmektedir:
Küresel Hukuki Uygunluk
Etik İş Uygulamaları
Fesat Karıştırmanın Önlenmesi ve Şeffaflık
İyi Yönetişim
Sağlık, Güvenlik ve Çevresel Şartların Korunması
Farklı Kültürlere Saygı
İnsan Hakları
Yerel Toplum Tarafından Kabul Görme
Çocuk İşgücü Çalıştırmama Dahil Çalışma Esasları
Cari Mevzuatın Uygulanması
Sürdürülebilir Gelişme
Serbest Piyasa Ekonomisi ve Yapılarının, Toplumsal ve Siyasi Sistemlerin
Demokratikleştirilmesi Yolu ile Desteklenmesi
Konusunda tek ve uluslararası olarak kabul görmüş bir sivil toplum kuruluşu
olan Türkiye Etik Değerler Merkezi (TEDMER)’ne, yukarıda bahsi geçen ve
serbest piyasa ekonomilerinde taraf olan tüm paydaşları açıkca menfi
etkileyen yönetsel ve finansal muhasebeleştirmeye ilişkin yetersizlik kaynaklı
sorunların ortadan kaldırılmasında anahtar rolü oynayan ‘kurumsal yönetim’
bazlı uygulama ve tedbirleri ele alan makaleleri derleyen böyle bir çalışmayı
yayınları arasına katttığı için teşekkür ederim.
Dr. MURAD KAYACAN (smmm)
TEDMER Yönetim Kurulu Üyesi
ANONİM ŞİRKETLERİN SOSYAL SORUMLULUKLARI VE ETİK
DEĞERLER*•
I. KÜRESEL TEMAYÜLLER
Kişisel olarak benimsesek de benimseyemesek de günümüz
toplumlarının gündeminde yerini alan küreselleşme süreci ile kol kola kendini
gösteren devlet yapısı, ekonomi, siyaset yapısına ilişkin bazı gelişme ve
temayüllerin altını çizip; bu gelişmeleri iyi algılamak gereklidir. Cünkü dikkatli
algılanması gereken bu gelişme ve temayyüller özellikle günümüzün yükselen
değerleri arasında çok dikkat çekmekte olan ve Batılı sermayenin bayrak
yaptığı “sosyal sorumluluk, etik değerler, iyi yönetişim, hukuki uyum” gibi
ilkelerin anlaşılmasında büyük yarar sağlayacaktır. Söz konusu gelişmeler
toplumlar ve kültürler arasında benzerlik gösteren davranış biçimlerinden üst
yapı unsurlarının genel kullanım eğilimlerine kadar geniş bir alanda kendini
gösterebilmektedir. Söz konusu temayülleri sırasıyla aşağıdaki şekilde ele
almak mümkündür:
1. Uluslararası şirketler hemen tüm ulusal ekonomilerde gerek yerli
şirketlerle oluşturdukları ortaklıklar gerekse de birleşmeler yolu ile
giderek ulusal ekonomilerde birer oyuncu haline gelmektedirler. Bu
gelişimi en karlısından başlamak üzere tüm sektörlerde gözlemlemek
mümkündür.
2. Uluslararı şirketlerin gün geçtikçe ulusal ekonomilerde daha fazla
kendini göstermesi ile ülkede mevcut mevzuatın her bir ekonomik
birime aynı şekilde uygulanması gerekliliği öne çıkarmış olup; gerek
yasama ve gerekse de yürütmede kamu erkini kullanan kurum ve
bireylerin görev ve sorumluluklarını eşitler arasındaki rekabeti bozucu
şekilde kullanmaları ile sonuçlanan tasarruflarının da ortadan
kaldırılmasına yönelik düzenlemelerin hızla yapılması yönünde ciddi bir
baskı oluştuğu gözlemlenmektedir. Özellikle kamusal alanda şeffaflığın
sağlanması ve rüşvetçiliğin önlenmesi yönünde atılan ortak adımlar
dikkat çekici olup; Türkiye ile AB ilişkilerini yapılandırmak ve AB
müktesebatına uyum amacıyla çıkarılan yasa ve düzenlemeler bu
küresel temayüle örnek olarak gösterilebilir.
3. Uluslarası rekabetin ulusal ekonomilerde de kendini göstermesi
neticesinde gelişmekte olan ülkelerde mali piyasalara hakim olan
mevcut hukuksal yapının da Kıta Avrupası ya da yöresel hukuk
*
Dr. Murad Kayacan, İMKB Eğitim ve Yayın Müdürü, 212-2982425,
[email protected]
•
Bu tebliğ İSMMMO tarafından 20-23/04/2005 tarihlerinde Belek/Antalya’da düzenlenen I.
Uluslararası Muhasebe Denetimi Sempozyumunda sunulmuş ve İSMMMO Yayın No:58
olarak Mart 2006’da basılmıştır.
1
sistemlerinden Anglo-sakson hukuk sistemlerine doğru kaymakta
olduğu görülmektedir. Örneğin Türkiye’deki sermaye piyasalarının
gelişimi incelendiğinde tüm hukuksal süjelerin kuruşlarından itibaren öz
düzenleyici1 olarak yapılandırıldığı ve böylelikle yasama, yürütme ve
yargı gibi erklerin bir kısmının bağımsızca kullanılabilmesi ile özellikle
finans sektöründe yaşanan sorunların, çok hızlı çözümlenmesine
imkan tanındığı ve parlamenter demokrasilerin genel sıkıntısı olan
siyasilerin kişisel çıkar bazlı müdahalelerinden de, sistemde feodal çok
başlılığa doğru bir kayış olmaktadır suçlamalarına rağmen bir ölçüde
kurtulma imkanı bulunduğu gözlemlenmektedir.2 Gerek Sermaye
Piyasası Kurulu (SPK), Rekabet Kurulu (RK), Enerji Üst Kurulu (EK) ve
İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) ve gerekse de Türkiye
Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) ile yeni yapılandırılmış ilk özel
hukuk tüzel kişisi sermaye piyasası borsası olan İzmir Vadeli İşlemler
Borsası (VOBAS) örneklerinde de görüldüğü gibi özerk bütçeli ve idari
olarak bağımsız bu yapılarda Kıta Avrupası hukukundaki kaçınılmaz
merkezi hükümetin müdahale olasılığı iyice zayıflatılmıştır.
4. Yukarıda bahsedilen, ulusal ekonomilere uluslararası şirketlerin sızma
temayülü neticesinde medya ve iletişimde ulusal oyuncuların yanında
uluslararası oyuncular da yerine almakta ve buna karşın ekonomi
teorisinin ayakta kalabilmeye ilişkin temel kuralları gereği uluslararası
Batı menşeli medya tekelleri yanında yerel medya şirketleri de sadece
ulusal seviyede rekabetçi olmanın yeterli olmadığını gün geçtikçe daha
fazla anlamaktadırlar. İşte bu yüzden hemen her ülkede CNN, BBC,
FOX TV gibi yayın mecraları çok bilinir hale gelmiştir. Bu yüzden ulusal
yayın şirketleri de uluslararası rekabetçiliklerini koruyabilmek için çeşitli
adımlar atmak zorunda kalmışlardır. Bu gelişmeyi bölgesellikten
uluslararası pazara geçişin şart olduğunun anlaşılması şeklinde de
yorumlamak mümkündür. Uluslararası bir dilde de yayınlara başlama
ve gerek içi ve gerekse de dış pazarda kaliteyi artırma çabaları da hep
bu kabilden faaliyetler olarak gözlemlenmektedir. (mesela El-Cezire)
5. Ulusal ve uluslararası ekonomideki sayılı büyük oyunculara karşı
çevrenin ve çalışanların haklarını korunması için ortak hareket eden
çeşitli sivil toplum örgütleri gittikçe daha etkin olup; ses getirir
olmuşlardır. Uluslararası Şeffaflık Örgütü3, Uluslararası Af Örgütü4,
Yeşil Barış Örgütü5, ve Uluslararası Standartlar Örgütü6 gibi birçok
1
Self-regulatory
Bkz. Manipülasyon ve İçeriden Öğrenenlerin Ticaretine ilişkin tespit ve cezalara ilişkin
olarak Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) ilke kararlarına, www.spk.gov.tr
3
Transparency International
4
Amnesty International
5
Grenpeace
6
International Standarts Organization (ISO)
2
2
örneklerini sayabileceğimiz bu yapıların ulusal gündemleri takip eden
bağlı örgütlerinin de gittikçe daha fazla ses getirdikleri ortadadır. Söz
konusu sivil toplum örgütlerinin belirgin özellikleri ise doğrudan veya
dolaylı hiçbir devletle maddi ya da siyasi işbirliği kurmuyor olmaları
olup; ulus devletlere ve diğer uluslararası şirketlere de aynı mesafede
durma iddialarının altını çizmekte yarar vardır.
6. Küreselleşen dünyada ulus devletlerin de gelişmeleri yönlendirmek ve
sorunlara silah kullanımı ve sıcak çatışma dışında çözüm bulmayı
amaçlayan çeşitli uluslararası örgütlerin de ulus devletler desteği ile
varlıklarını sürdürüp daha müdahil oldukları da dikkat çekmektedir. Bu
örgütlere de çok çeşitli örnekler vermek mümkündür. Mesela Birleşmiş
Milletler7, Dünya Bankası8, Uluslararası Para Fonu9, Uluslararası
Finans Örgütü10, Ekonomik İşbirliği ve Gelişme Örgütü11, Amerikan
Devletleri Örgütü12, Uluslararası Çalışma Örgütü13, Dünya Sağlık
Örgütü14 ve Avrupa Birliği15 başlıcaları olarak sıralanabilir. Böyle bir
devletler ve uluslar üstü sorunun çözüm çabasına örneği ise Birleşmiş
Milletlerden vermek mümkündür. Buna göre sürdürülebilir ve kapsamlı
bir küresel ekonomi için ortak bir tavır alınmasına yönelik olarak Genel
Sekreter Kofi Annan tarafından 31.01.1999 tarihinde Dünya Ekonomik
Forumu’nde önerilen ve Haziran 2000’de uygulamaya geçilen ‘Küresel
Sözleşme’16 ile uluslararası şirket ve iş çevrelerine insan hakları,
işgücü ve çevre ile ilgili çeşitli kurallara uyum konusunda çağrı
yapılarak üye devletlerin de bu yönde işbirliği istenmiştir.
7. Yukarıda bahsi geçen temayüllere bağlı olarak tarihsel süreç içerisinde
ulus devletlerde yoğunlaşmış olan gücün, yavaşça diğer uluslararası
oyunculara kaymakta olması bir diğer ve çok çarpıcı gelişmedir.
Gerçekten de ulusal hukuk yapı ve normlarının yeknesaklaşması ile
öncelikle ulusal ekonomilerdeki rekabetle başlayan itme uluslararası
oyuncular ve uluslararası destekli sivil toplum örgütleri yardımıyla
hükümetlerin baskı altına alınması ile küreselleşmenin etkilerinin arttığı
görülmektedir. Ve böylece ulusal hukuk sistemleri ile kamusal
oyuncuların davranış biçimleri diğer küreseşlleşme ile daha önceden
tanışmış ulusların benzeri yapı ve kalıpları ile benzerlik göstermeye
7
United Nations (UN)
Word Bank ( WB )
9
International Monetary Fund ( IMF )
10
International Finance Corporation ( IFC )
11
Organization For Economic Corperation and Development ( OECD )
12
Organization Of American States
13
International Labor Organization ( ILO )
14
World Health Organization ( WHO )
15
Avrupa Birliği ( AB )
16
The Global Compact
3
8
başlamaktadır. Bu gelişmeye esas neden olan iktisadi dengeler ise
ulusal nüfusların hızla artıyor olması ve dolayısıyla söz konusu nüfusun
beslenmesi için gerekli kaynak ve istihdam potansiyeline ulaşmada
yabancı sermaye ve müteşebbise olan ihtiyacın hızla artmasıdır. Söz
konusu uluslararası şirketlerin mali büyüklükleri ile ülke gayri safi milli
hasılaları kıyaslandığı zaman sermaye gücünün büyüklüğü gerçekten
şaşırtıcı olmaktadır. Mesela General Electric şirketi eğer bir ulus devleti
olsaydı dünya üstündeki 25. en büyük gayri safi milli hasılaya sahip
olacaktı. Ya da bugün Nijerya da petrol işletmeleri olan BP gibi petrol
şirketlerinin tek tek veya toplamda hakim oldukları mali büyüklükle ulus
devletin senelik bütçesi ya da gayri safi milli hasılası karşılaştırıldığında
da aynı şaşırtıcı resim kendini göstermektedir.
II. SOSYAL SORUMLULUK VE YENİ ŞİRKET DEĞERLERİ
Günümüzde özellikle yoğun kapital birikimi olan Batı ülkelerinde izlerini
açıkça takip edebildiğimiz iş dünyasının devlerinin topluma yönelik
“hayırseverlik” faaliyetleri, ülkemizde olduğu gibi tüm gelişmekte olan ülkelerde
de yerli yabancı tüm şirketlerin bütçelerinin reklamlara ayrılan kaleminden
sonraki en büyük kalem olarak kendini göstermektedir. Mesela okullar, öğrenci
yurtları, kütüphaneler inşa edilerek işletmesinin kamusal alanda görevli
kurumlara devredilmesi hep bu kalemden faaliyetler olarak sayılabilecek olup;
hatta Fatih Sultan Mehmet Köprüsünün Anadolu tarafında göndere çekilen
büyük Türk bayrağı bile böyle bir harcamanın sonucudur.
Bu nevi harcamalara ilişkin sebep analizinde şirketlerin çevreye ve
topluma karşı işledikleri geçmiş günahların öngörülebilir sonuçları yani
“DİYETİ” olarak kabul edilen bahsi geçen hayır işlerini, biraz duygusal bir
yorumla kapitalizmin ilk günlerinde yola çıkan sanayici ve ticaret erbabının
biriktirdiği zenginliğin kişisel vicdanlarında yaptığı baskıdan kaynaklanan ve
fakirlerin çektiği sıkıntıyı hafifleterek kütüphaneler, tiyatrolar ve müzeler gibi
zenginliğin kültürel tadlarını maddi gücü olmayan yığınlara sağlamayı
amaçlayan yardım ve hayırseverlik faaliyetleri olarak da tanımlamak
mümkündür.
Günümüzde bu tanım, hizmet ve mal üretimi ile kar amacı güden
kapitalist şirketlerin yapmak zorunda olduğu DİYET ödemelerinden ziyade
şirketlerin sosyal sorumluluk tanımı altındaki birçok faaliyetten biri olarak ön
plana çıkmaktadır. Böylece hayırseverlik faaliyetleri, geçmiş günahların (!)
hafifletilmesi için zengin şirketlerden hiçbir şeyi olmayanlara kaynak aktarma
şeklinde karikatürize edilerek yapılandırılmış tanımın çok ötesine geçmektedir.
Tabi yine de söz konusu kapitalist şirketlerin, sosyal sorumluluk
kavramını kendilerini balinaları, yağmur ormanları ya da yabancı ülkelerdeki
siyasi mahkumlarla, çocukları korumayı amaçlayan Sivil Toplum Örgütlerinin
4
pençesinden kurtarmak için kullandıkları bir iş hayatı manevrası olarak da
görmek mümkündür!!!
O zaman soruyu iyi kurgulamak konuya ilişkin doğru cevaba ulaşmak
açısından şart olmaktadır: “Uluslararası büyük şirketlerin misyon ve kısa
dönemli mali amaçları içerisinde yerini alan sosyal sorumlulukla alakalı
hedeflerin esbab-ı mucibesi nedir?”
Kanaatimizce cevap, özetlenmek gerekirse topluma karşı GÜVEN
tazelemektir.
Teorik çerçeveden baktığımızda meselenin uzmanlarının tümü
açısından bir oy birliği gerçi mevcut olmasa da, birçok uzman kar amaçlı bir
işletmenin toplum tarafından yaşamasına izin verilme nedeninin toplumun
ortak çıkarına uygun davranması olduğunda hem fikirdir. İşletmeler toplumun
tabi ve entellektüel kaynaklarını söz konusu toplumun ihtiyaçlarını gördükleri
kadar kullanmaya izinlidirler. İşletmeler; ürün, hizmet ve istihdam sağladıkları
için ortak kaynakları da kullanabilirler. Tabi ödedikleri vergi, yarattıkları altyapı
ve içinde bulundukaları toplumun daha iyi yaşamasına yönelik tüm yaptıkları
hep bu toplumsal yarar amacının ayrılmaz parçasıdır.
Gerçekten de insan oğlunun sanayileşme devriminden sonrak yakın
sanayileşme tarihi birçok büyük uluslararası şirketin
kötüye kullanma,
sömürme ve açgözlülük içeren eylemlerle dolu!!! Bu Sivil Toplum Örgütlerinin17
( devlet dışı örgütler ) altını çizerek gündeme getirdiği bir sorun günümüzde...
Ortaya konan deliller ise dev kapitalist şirketlerin Dünya Ticaret Örgütü18,
Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu19 öncesinde dünyamızın kaçınılmaz
kirlenmesi ve kaynaklarının geri dönüşü olmaksızın sonlandırılmasına ilişkin
sorumlu olduklarını açıkça ortaya koymaktadır. Fakat görünen odur ki
sözkonusu uluslararası şirketlerin vakıf, sosyal hizmet programları ve diğer
yardım kurumlarına olan destekleri de bir yandan bu gerçeğin medyada
dillendirilmesinin önüne geçmektedir.
İşte uluslararası büyük şirketler 40 yıl ve daha fazladır büyük bir
cömertlikle karlarının bir kısmını bu amaçla dağıtmaktadırlar.
Böylece
literatürde bazı uzmanlarca vurgulanan “zimni anlaşma”20 yaklaşımına göre
kapitalist şirketler toplumla aralarında yıllardır mevcut olan hizmet ve diğer
yararlar üretme karşılığında ortak kaynaklara erişim imkanını veren ikili
anlaşmaya olan sadakatlerine iman tazelemektedirler!! Sanıyoruz ki bu
17
non-governmental organizations ( NGOs)
World Trade Organization ( WTO )
19
World Bank and International Monetary Fund ( IMF )
20
Bu kavram için bkz. ‘Corporate Social Responsibility: A New Standart’, Frank J. Navran,
www.ethics.org
18
5
‘anlaşma’ hala ilgili tüm taraflar için geçerliliğini sürdürüyor. Özellikle de
kominist dünya görüşünün yıkılarak kapitalist üretim, dağıtım süreçlerine
alternatif bir görüşün haklılığının savunulamadığı bugünlerde...
Öyle ya da böyle bahsi geçen bu zımni anlaşma nedeniyle şirketler
topluma ait kaynaklardan aldıklarının karşılığını veriyorlar. Gerçi gün geçmiyor
ki tekel karşıtı davalar açılmasın ve konuya ilişkin yargılamalar dünya
basınında ses duyurmasın! Bu manşetlerin hepsinin ortak noktası da
şirketlerin sosyal sorumululuklarına ilişkin zımni anlaşmayı ihlalden başka
birşey değil! Demek ki şirketlerin söz konusu zımni anlaşmaya ilişkin
taahütlerini yerine getirmeleri yönünde alabildiğine baskı olmasına rağmen
yine de yerine getirmediklerini gösteren yüzlerce olayı cımbızla çıkartmak
maalesef içten bile değil!!!
Tabi meseleye bir de iyi tarafından bakacak olursak görüyoruz ki
küresel anlamda genel bir kanı var ve tüm taraflar en azından bu zımni
anlaşmaya olan bağlılıklarını açıkça ifade ediyorlar. İktisat tarihinin
sayfalarındaki uzun ve sancılı ekonomik gelişmeler sürecinin akabinde en
azından günümüzde, kalkınmış batı ülkelerinde yerine oturmuş olan anlayışın
uluslararası şirketlerin söz konusu “zımni anlaşma”nın gereklerini yani
kendilerine düşen edimleri, anlaşmanın tarafı olarak yüklenmek ve yerine
getirmek olduğunu müşaade ediyoruz. Tabi konuştuğumuz tarafa göre bu
yükümlülüklere para ayırmaya ilişkin ifade edilen esas sebepler çok çeşitli
olup, farklılık arzetmektedir. Tabi uluslararası toplumların da gelişmişlik
düzeyine göre şirketlerden istedikleri gittikçe artmakta ve küreselleşme ile bu
ihtiyaç ve talepler listesi her coğrafyada kendini göstermektedir.
İşte bu nedenle günümüz uluslararası şirketlerinin bahsi geçen “zımni
anlaşmanın” gereklerini yerine getirirken yeni bir gündem geliştirme mesajı
verdiklerini tespit etmekte fayda var!! Bu gündem de “toplumun güvenini
kazanmak için kendilerinin temel imkan ve değerlerini iyileştirmek”
olarak ifade edilebilir. Yani içinde bulundukları toplumun ihtiyaçlarına tek tek
cevap vermeden önce kendi çalışanları ve paydaşlarına sundukları imkanları
artırmak ve onlara karşı kullandıkları yöntemlere dayanak teşkil eden temel
değerleri belli bir seviyeye çıkarmak. İyileştirme yapılacak değer ve imkanların
listesi uzun olmakla beraber toplumun istekleri sürekli geliştiği için listedeki
temel değerlerin aşağıdaki gibi sıralanması mümkündür:21
1. Küresel Hukuki Uygunluk22: Toplum kanunları yapar ve
şirketlerde bu mevzuat çerçevesine uymak zorundadır.
Şirketlerin üretim faaliyetlerinin kanuni olup olmadığının
21
Şüphesiz küreselleşmenin etkileri ve yarattığı olumsuzluklarla beraber bundan sonra da
sayıları artabilecek olan sözkonusu temel değerlerin ingilizce karşılıkları da okuyucuya
kolaylık olması için sırasıyla verilmiştir.
22
Global Legal Compliance
6
değerlendirilmesinde kullanılan ve ulusal ve uluslararası
düzenleyici
yapılar
tarafından
dayatılan
kanun
ve
düzenlemelere söz konusu şirketlerin etkin bağlılığı ve kararlığı
olarak da tanımlanabilir. Fakat şirketler harf ve kelimelerin
arkasına saklanarak değil kanunun ruhuna uyarak mevzuata
uymak zorundadırlar.
2. Etik İş Uygulamaları23: Şirketlerin adil olma, dürüstlük,
sorumluluk, denetlenebilirlik, mükemmeliyetçilik ve saygı gibi
daha birçoğunu sayabileceğimiz temel değerlere hem kendi
aralarındaki hem de toplumla ilgili işlerde uyumlu hareket
etmeleri gereklidir.
3. Rüşvet (İrtikap) ve Fesat Karıştırmanın Önlenmesi ve
Şeffaflık24 : Şirketlerin, hükümetlerin toplum menfatine
çalışması yönünde katkıda bulunması gerekir. Özellikle de
hükümetleri toplumları ile karşı karşıya getiren rüşvetçilik ve
kokuşmanın önlenmesi için şirketlerin özellikle çaba
göstermeleri gerekir. Asla şirketin karını artırmak amacıyla
hükümetlerdeki bürokrat ve siyasilerin rüşvet karşılığı
şirketlerini kayırması yönünde talepte bulunmamalı ve kamudan
bu şekilde gelen taleplere de olumlu yaklaşmamaları gerekir.
Şirketlerden rüşvetçiliğin engellenmesi ve bozulmayı önleyici
mevzuata da tam bir uyum beklenmektedir.
4. İyi Yönetişim25: Toplum, şirketlere kendi kendilerini yönetme
özgürlüğü vermektedir. Enerji devi Enron, kapitalist dünyada dış
denetimin dört büyüğünden biri olan Arthur Anderson gibi yakın
ve Barings ve Sumitomo Bank gibi daha önceki örnekler şirket
yönetim kurulları ve üst düzey yöneticilerinin kendi maddi
çıkarlarına öncelik vererek son planda şirket ve toplum
ihtiyaçlarını dikkate almadığını ortaya koyduğundan toplum,
şirketlerin sahip olduğu yönetim yapılarının, kural ve süreçlerin
örgüt ve topluma yararlı olarak kurgulanması ve şirket
faaliyetlerini gözetim ve denetiminin de bu amaca uygun
yapılandırılması hususlarında ısrarcı olmaktadır. İyi yönetişim,
işletmenin toplumla arasında var olduğunu varsaydığımız
“zımni anlaşmayı” algılayıp gereğini yapmasını emretmektedir.
5. Sağlık, Güvenlik ve Çevresel Şartların Korunması26: Toplum
tabi ki şirketler için kaynak kullanımını mümkün görmektedir
23
Ethical Business Conduct
Transparency, Anti-bribery and Anti-corruption
25
Good Governance
26
Health, Safety and Environmental Standarts
7
24
ama kaynakların tamamen tüketilerek ya da bir daha
kullanılamaz hale gelmesi anlamına gelen bir sömürüyü değil!
Şirketler çalışmalarını, kamuyu ve çevreyi makul bir sağlık,
güvenlik ve çevre koruması seviyesini gerçekleştirmek şartıyla
sürdürebilirler ve bu temel ilkeleri şirket faaliyetlerinde
benimsetmek ya da ulusal ya da uluslararası mevzuatta bu
yöndeki her türlü kurala uyum sağlamak için her türlü maddi
külfete katlanmak zorundadırlar.
6. Farklı Kültürlere Saygı27: Geçen yüzyıllar boyunca ulusal ve
kültürel sınırları aşan örgütlerin ekonomik emperyalizm ve
sömürge temayüllü olduğunu gören toplum, temel değerlerinin
muhafaza edilmesi konusunda ısrarcıdır. Saygı bu değerlerin
başında gelmektedir. Tabidir ki, işletmeler farklı kültürlerin
hakim olduğu coğrafyalarda faaliyet gösterirken, bu süreçte
sözkonusu farklı kültürlerin de zarar görmemesine azami özeni
göstermelidirler.
7. İnsan Hakları28: İşletmeler şirket faaliyetleri için istihdam
ettikleri insan sayısından çok daha fazlasını etkilerler. Kendini
oluşturan bireylerin haklarının korunması da tabi ki toplumun ilgi
alanına girmektedir. Toplum, şirketlere işinizi yapınız ama
temas ettiğiniz süjelerin haklarını ayaklar altına almayınız
demektedir. Ve tabi toplum adil olma, dürüstlük, sorumluluk,
denetlenebilir olma ve saygı gibi belirtilen temel değerlere
uygun olarak kar amacı güden faaliyetlerin yürütülebileceğinin
altını çizmektedir.
8. Yerel Toplum Tarafından Kabul Görme29: Genellikle ‘iyi şirket
vatandaşlığı’ olarak da özetlenebilecek bir ilke olup; şirketlerin
içinde faaliyet gösterdikleri toplumda kabul ve saygı görecek bir
şekilde faaliyet göstermeleri şartını ifade eder.
9. Çocuk İşgücü Çalıştırma Dahil Çalışma Standartları30:
Şirketlerin çocuk işciler de dahil istihdam ettikleri tüm
çalışanlara uygulayacakları muamelelere ilişkin ulusal ya da
uluslararası kurallara uygun davranmaları gerektiğini ifade eden
bir ilkedir.
27
Respect for Differing Cultures
Human Rights
29
Acceptance by Local Communities (Good Corporate Citizenship)
30
Labor Standarts – Including Child Labour Concerns 8
28
10. Kanunun
Uygulanması31:
Toplum
şirketleri
yanında
hükümetlerinde yapılanmasına izin vermektedir ve hükümetler
de şirketler gibi mükemmellikten uzaktırlar. Toplum şirketlerden
faaliyetleri ve sivil toplum üzerinde kamusal yetkisi olan devlet
kurumlarının desteklemesini ister ki böylece sivil toplum
güçlenebilsin.
11. Şirket Sosyal Sorumluluğu32: İşletmelerin ortak ve
sahiplerinin kar amaclı hizmet ve mal üretimine yönelik
çalışmalarında toplumun entellektüel sermayesi dahil tüm
kaynaklarını kullandırma yönünde uygun vermesi için toplumun
genel ihtiyaçlarının şirketçe karşılanması ilkesidir. Bu aynı
zamanda şirketle toplum arasında imzalandığı varsayılan zımni
anlaşmanın
gereklerini
yerine
getirmek
olarak
da
değerlendirilmektedir.
12. Sürdürülebilir Gelişme33: Bu da toplumun ilgi alanların en
yenisi olarak uzmanlarca vurgulanmaktadır. Çünkü bu noktada
dikkat edilmesi gereken unsur toplumla işletmeler arasındaki
“zımni anlaşmanın ” ancak toplumun refahından geriye
gidilmediği sürece varolabileceğidir. Yani tabi ki toplum içinde
işletmeler de varlıklarını sürdüreceklerdir ama bu durum
toplumun her sene refahının biraz daha artması sonucu da
beraberinde getirdiği müddetçe mümkün olabilecektir. Toplum,
şirketlere kaynakları kullanıp mal ve hizmetlerinizi üretin ve
bireylere de sonunda bir önceki duruma göre somut bir iyileşme
sağlayın demektir. Uygulama da mesela gelişmekte olan
ülkelerde bu ifade, yeni yollar, okullar, hastaneler, ticareti
öğrenen çalışanlar, vergi toplayabilen hükümetler anlamına
gelmektedir.
13. Serbest Piyasa Ekonomisi ve Yapılarının Toplumsal ve
Siyasi
Sistemlerin
Demokratikleştirilmesi
ile
Desteklenmesi34: Şirketlerin faaliyet gösterdikleri ülke ve
bölgelerde serbest piyasacılığı desteklemesi ile mevcut
toplumsal ve siyasi sistemlerin demokratikleştirilmesi yönünde
çaba göstermesi şarttır.
Özellikle bu ilke ve bunla ilintili olarak yabancı şirketlerin ulusal
alanda ortaya koydukları çaba, doğrudan yatırım yapan uluslararası sermaye
şirketlerinin veya portföy yatırımı yapan yabancı yatırım şirketlerinin ulusal
31
Rule of Law
Corporate Social Responsibility
33
Sustainable Development
34
Emerging Free Market Systems and Structures
9
32
ekonomilerde faaliyet göstermeye başladıktan sonra en çok eleştirildiği ve
ulusalcı güçlerce şüpheyle izlenen noktadır. Bu iki durumu da küreselleşmenin
yaşanmış örnekleri ışığında gözden geçirirsek aşağıdaki analiz
yapılabilecektir:
1) Birinci durumda yabancı uluslararası şirket, dışa kapalı
ekonomilerde yoğun olarak karşılaşılan kemikleşmiş feodal ilişki ve
taraflı uygulamaları ortadan kaldırmak ve rekabetçiliğine ket vuran
her türlü ulusal engeli aşmak böylece ulusal rakipleri ile eşit şartlara
ulaşmak için haklı çaba gösterir. Bunun da gerçekleşebilmesi için
siyasi sistemde ve devlet yapısında şeffalık sağlanması ve rüşvet
yapısının kırılarak liberal bir ekonomi yapısının canlandırılması
gerekir. Bu durumda muhtemelen kendilerini ulusalcı olarak
isimlendiren bir grup özel veya tüzel hukuk kişisinden kaynaklanan
milli kaynak ve imkanların peşkeş çekildiği yönündeki bir vaveyla
ve ilgili tarafların içine yerli yersiz çekildiği bir tartışma tüm
gelişmekte olan ve sermaye ihtiyacı nedeniyle yabancı yatırıma
açılan ülkelerde yapılmış ve yapılmaktadır. Eğer i) gerekli rekabet
mevzuatı, ii) yukarıda sayılmış on üç ilkenin gereklerinin ulusal
toplum adına yabancı şirketlere dayatıldığı mevzuat altyapısı ve iii)
son olarak da söz konusu şirketin yer aldığı sektörde istihdam
edilebilecek ulusal beşeri sermayenin de halihazırda yeterince
mevcut ve yurtdışındaki eşitlerinin yerlerini alma teşebbüsüne karşı
gerek kişisel yeterlilikleri ve gerekse de ancak uluslararası
karşılıklılık esasına dayalı işgücünün seyyaliyetini imkan veren
ulusal mevzuat altyapısı ile korunmaları sağlanmışsa; o zaman iç
rahatlığı ile yerli ortak ile birleşerek veya özelleştirme süreciyle
ekonomiye giren yabancı şirketlerin, doğrudan yatırım yaptıkları
düşünüldüğünde kısa ve uzun vadede ülke yararına katkı
sağlayacakları tartışma götürmezdir. Bunun nedeni ise çok açıktır:
i) sermaye ihtiyacı olan ulusal ekonomiye nüfusun beslenebilmesi
ve ek istihdam yaratılabilmesi için yeni sermaye girişi olmaktadır ve
ii) aynı zamanda uluslararası piyasalara ulusal ekonominin riskinin
alınabildiği gösterildiği için uluslararası arena da ulusal ekonominin
eşitleri arasında itibar artışı gerçekleşecek ve daha sonraki
yatırımlar için uluslararası camiadan daha kolay ve ucuz finansal
destek bulunabilecektir.
2) İkinci durumda ise gerçekten sıcak para girişi ulusal ekonominin
sermaye ihtiyacını geçici bir süre gidermektedir ama gerek para
gerekse sermaye piyasaları vasıtası ile her an ülke terkedebileceği
için ulusal ekonomiye kalıcı bir rahatlık sağlanamayacaktır; bu
nedenle söz konusu sermaye girişlerinin ulusal ekonominin nabzını
tutan kamusal otorite tarafından dikkatle takibi şarttır. Çünkü
gelişmekte olan ülke ekonomilerinde çok sık yaşanan örneklerde
10
olduğu gibi bahsi geçen ani çıkışlarda ulusal para ve sermaye
piyasalarında kalıcı hasarlar oluşabilmektedir.
Bütün bu analiz ışığında şu tespiti de dile getirmek sanıyorum
yerinde olacaktır: Yabancı yatırımcının doğrudan yatırım yapmak üzere ulusal
ekonomiye gelişine ve eşitler arasında adil bir rekabeti yaratmak için var
gücüyle sisteme baskı yapmasına olağan şartlarda direnmek kanatimizce iki
şeye delalettir: 1) O tarihe kadar siyasi destekle iktidar olan siyasetçilerin;
hükümet aygıtını ulusal ekonomiyi uluslararası rekabete hazırlayıcı gerekli
düzenlemeleri yapmak üzere kullanmadıkları ve daha ziyade kişisel refahlarını
artırıcı ve kamusal kaynakları oya tahvil edici faaliyetlerle ülkenin kaynaklarını
popülist amaçlara peşkeş çekip çarçur ettiklerine, 2) Ya da şüphesiz
Cumhuriyetimizin kurulduğu yıllarda çok yerinde bir karar olarak uygulanmış
olan milli sanayinin korunması yaklaşımının artık miyadını doldurduğu modern
zamanlarda, yerli sanayicilerin; siyasileri kişisel çıkar bazlı çeşitli yöntemlerle
sözkonusu kamusal korumayı muhafaza ettirerek duvarının arkasında o güne
kadar tatlı ve rahat karlara olan alışkanlıkla uluslararası rekabet öncesi
bünyelerini kuvvetlendirecek yapısal tedbirler hazırlayacak ve makine parkları
ile teknolojilerini üretimlerini artırma yolunda geliştirecekleri yerde günlerini
kişisel refahlarını yurtdışında istiflemek ve yerli siyasilerle işbirliği imkanlarını
rüşvet ve benzeri yollarla artırıp yeni kamusal ihalelerin yollarını
gözlediklerine.
Tüm gelişmekte olan ekonomilerde uluslararası ekonomilerle iletişime
geçildiğinde hep benzeri senaryolar yaşanmakta olup; yukarıdaki analizin
gerçekçiliğini kişisel çıkarları nedeniyle görmezden gelen bir kısım sözde
ulusalcı direniş odaklarının da eninde sonunda uluslararası şartlar ve dengeler
nedeniyle tutunmasına imkan kalmamakta ve maalesef olan gerek toplumla
şirketler arasında ‘zimni anlaşmayı’ dayatan mevzuatın eksikliği nedeniyle
ulusal tüketiciye ve iş gücünün seyyaliyetine ilişkin karşılıklılık esaslı
düzenlemelerin yapılmamış olması nedeniyle de ulusal işgücüne olmaktadır.
Şu açıktır ki, bu analizin ayırdında olmayan bürokrat ve siyasiler, ülkemiz
olduğu gibi ilk seçimler sonrasında ve öte yandan korunma duvarları
arkasında palazlanmış ulusal tatlı su sanayicileri de bir süre sonra uluslarası
rakipleri tarafından oyun dışı bırakılmaktadırlar.
O zaman biraz önce şirketlerin gelirlerinin bir kısmını niye toplum için
harcadıklarına ilişkin sorduğumuz sorunun cevabına tekrar dönelim...
Sosyal sorumluluk, toplum için iyi olduğundan tüm yönleri ile şirketler
için de iyidir. Şirketler içinde bulundukları toplum onlara kaynaklarını verdiği
için varlıklarını sürdürebilirler. Böylece eğer toplumlar refah ve gönençlerini
artırıyorlarsa zımni anlaşmadan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getiren
şirketler de zenginlik düzeylerini artırıyor demektir.
11
Sosyal sorumluluğu dayatan bu ilişkiye ve umulan sonuca ister
şirketlerin terbiye edilmiş kişisel çıkarları diyelim ya da başka bir isim verelim
ama sonuç olarak şirketler sayılabilecek birçok nedenden ötürü doğru olanı
yapmaktadırlar ve toplumların ayrılmaz bir parçası olarak, şirketler yapılacak
en doğru işin sosyal sorumluluğa sahip çıkarak iş hayatlarına devam etmek
olduklarını anlamak zorundadırlar.
Makalenin başında bahis edilen ve günümüze damgasını vuran
uluslararası camiada mevcut temayüller, şüphesiz öncelikle bazı ulusların ve
onların hükümetlerinin menfaatine ve karlılığına çalışabilecektir. Ama genel
olarak ve eninde sonunda tüm toplumların yararına olan bazı değerleri ve
hatta keşifleri öncelikle ilk doğduğu ya da yapılandırıldığı belli bazı öncü
toplumlara yarar sağlıyor diye küçümsemek ve kötülemek aslında her özgün
kültürde yeri olan ahlaki zorunlulukların atıfta bulunduğu temel insani
değerlere sırt çevirmek anlamına geleceği için yanlış bir tutumdur ve ‘muasır
medeniyet seviyesine’ ulaşma yolunda Ulu Atatürk’ün işaret ettiği hedeften
sapmak anlamına gelecektir. Ayrıca yönetimsel anlamda da gittikçe şartları
ağırlaşan iş ve aş bulmada güçlüklerle karşılaşan ulusla bizatihi devletin
küsmesi ve kopmasını doğuracağı için, kısa vadeli ve reddiyatçı tepkilerden
ziyade uyumlaştırıcı adımlar atılması gelişmekte olan ülkeler gerçeğinde çok
daha yerinde olacaktır.
III. SOSYAL SORUMLULUK VE ETİK GİBİ YENİ DEĞERLERİN TERCİH
EDİLMESİNE KATKI SAĞLAYAN SÜREÇ VE KAVRAMLAR
Son on senede iş hayatında hem artan rekabet hem de gerek iletişim
imkanlarının gelişmesi gerekse de para ve sermaye piyasalardan ateşlenen
ulusal ekonomilerin bütünleşme süreçleri nedeniyle hızla etkinliğini artıran
küreselleşme süreci, toplumla şirketler arasında teorik olarak mevcut olduğu
varsayılan ‘zimni anlaşma’ya uyumun şirketler tarafından gittikçe daha çok
ihmal edilmesine sebep olmuştur. Ve artık
söz konusu anlaşmanın
korunabilmesinin kapitalist sistemlerin varlığını sürdürebilmesi için sin qua non
(olmazsa olmaz) bir hal aldığı tartışmasız kabullenilmiştir.
Örneğin Barings Bankın batışı, Güneydoğu Asya Krizi ve Rusya Krizi
gibi oluşumlarda; ulusal ve bölgesel karakteri başat olan krizlerin küreselleşme
nedeni ile çok daha fazla yapısal ilişkide oldukları ulusal ekonomiler boyunca
hızla yayılarak doğdukları coğrafyalardan çok farklı coğrafyalarda da etki
göstermesinin mümkün olduğu gözlemlenmiş ve böylece finans literatürüne de
‘sistemik risk ve kriz35 ile bulaşma etkisi36 gibi çeşitli yeni kavramlar girmiştir.
Böylelikle mesela Güneydoğu Asya’da Tayland’ın para birimi bahtın keskin
düşüşü bir anda Japonya’da söz konusu coğrafyaya kredi kullandırmış
bankaların bilançolarını bozup ve bu bankaların ABD devlet tahvilleri
35
36
Systemic risk and crises
Contagion effect
12
portföyünü satma riskini ortaya çıkarmış; bu da ABD faiz piyasalarında
faizlerin beklenmedik bir şekilde düşmesi beklentisine sebebiyet vermiştir.
Buna benzer World.com, Enron şirketleri gibi sektörlerinin önemli
oyuncularının da özellikle yönetim kurulları ve üst yönetimlerinin, paydaşların
çıkarlarından ziyade kişisel zenginliklerini ön plana alan faaliyet ve
ihmallerinden kaynaklanan krizler ve hemen akabinde anglo-sakson sistemin
güvenilirliğinin kilidi durumundaki bağımsız dış denetim firmalarından Arthur
Anderson’da meydana gelen denetim sorumluluğunun danışmanlık işlevinden
kaynaklanan gelirin gölgesinde kalarak
şaibe altına düşmesi ve denetim
şirketinin tasfiyesi ile sonlanan zafiyeti; gündeme sosyal sorumluluk ve
beraberinde etik değerler gibi temel değerlere atfedilen önemin artmasını
getirmiştir.
Tabi tüm bu krizler hem Batı ülkelerinde hem de sermaye piyasaları
ile menkul kıymet piyasalarının yeni geliştiği ve yabancı şirketlerin de yavaş
yavaş rekabetçi olduğu gelişmekte olan ulusal piyasalarda sadece etkin
denetim yeknesaklarının iyice gözden geçirilmesini değil aynı zamanda
istihdam edilecek bireylerin sosyal sorumluluk ve etik gibi yeni değerlerle
teçhiz edilmiş olmasını gerekli kılmıştır.
İş hayatının çok çeşitli boyutlarının algılanmasında şirketlerin
karşısına çıkan sosyal sorumluluk ve bunun bir parçası olarak etik değerler
şirketlerin aldığı kararlarda, uyguladıkları politikalarda ve aldıkları önlemlerde
kendisini göstermektedir. Etik kurallar büyük ölçüde paydaşlar37, çıkardaşlar ile
beraber belirlenmekte olup; sosyal sorumluluğun bir parçası olarak etik
değerlerinde misyon, vizyon gibi şirket tarafından önceden belirlenip
duyurulmasında tüm taraflar açısından uzmanlarca fayda mülahaza
edilmektedir. Tabi bu noktada unutulmaması gereken husus etik kurallar
uluşturulurken kanuni süreçlere uygunluk ve kanuni olarak oluşturulmuş
mevzuat çerçevesinin paydaşlarca aşılması öncesinde engelleyici bir duyarlılık
yaratmak esas olmalıdır.
Öte yandan özellikle şirketler açısından büyük önem arzeden kalite
sürecine ilişkin yapılan ölçümlerde de bir kuruluş sadece finansal yeterliliği ile
değerlendirilmeyip finansal olmayan yönleri ile de değerlendirilmekte olup; bu
yönlerin başında kuruluşun sosyal ya da toplumsal sorumluluğu gelmektedir.
Yani bir kuruluşun toplumla arasındaki ‘zimni anlaşma’ gereği topluma karşı
kabullendiği ve gereğini yerine getirmek zorunda olduğu taahhütler dikkate
alınmaktadır.!! Değerlendirmede şirketin toplum üzerindeki olumlu etkilerini
artırıp, olumsuz etkilerini de mümkün olduğu kadar aza indirme cabası prim
toplamaktadır. Önceleri kalite sadece müşteri memnuniyeti olarak
algılanıyorken şimdi yeni eklemelerle büyük ölçüde iş etiği ve iyi yönetişim
kavramlarını içerir hale gelmiştir.
37
Sermayedar, yönetim, çalışanlar, tüketici, tedarikçi, devlet ve toplumdur.
13
Bugünlerde çok gündemde olan diğer bir kavram olan ‘kurumsal
yönetişim’38 konusuna da göz attığımızda etik kuralların sürecin ayrılmaz
parçası olduğu gözlemlenmektedir. Bunun nedeni sadece müşterinin değil,
tüm paydaşların, çıkarı ve ilgisi olan tüm tarafların şirketin faaliyetlerinden
memnun olmasının amaçlanmış olmasıdır.
IV. İŞ HAYATINDA ETİK OLMAYAN DAVRANIŞLAR VE NEDENLERİ
Hangi konularda daha çok etik sorunlar çıktığı husunda yapılan çeşitli
araştırmalarda yöneticilerin en çok şikayette bulunduğu etik olmayan
davranışlar arasında şunlardan bahsedildiği görülmektedir: amire yalan
söylemek, kayıtları ve belgeleri değiştirmek, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı,
çıkar çatışmaları ve bunun neden olduğu verimsizlikler, şirketin malını özel
nedenlerle kullanmak, hırsızlık, hediye almak, firma politikasına aykırı
davranışlarda bulunmak. Görüldüğü gibi şirket bünyesindeki bu ve benzeri
tüm uygulamalar şirket yönetsel yapısında hangi seviyede olunursa olunsun
sonuçta menfi bir etkinin ortaya çıkmasına ve bir kar müessesesi olan
işletmelerin üretim kabiliyetlerinin düşerek birim zamandaki üretim
kapasitelerinin azalmasına neden olmaktadır.
Çalışma hayatında niçin böyle sorunlarla yani etik olmayan
davranışlarla karşılaşıyoruz sorusuna da genelleme yapılarak verilecek
cevaplar aşağıda sıralanmış olup; çok daha çeşitlendirilebilir:
1) Yöneticinin çalışanlara ulaşılması zor ya da gerçekçi olmayan
hedefler koyması,
2) Çalışanların iş programına yetişme kaygısı ve zamanın iyi
kullanılamaması,
3) Batmamak için kriz zamanında her yöntemin denenebilmesi,
4) Şirket yönetiminin nepotizme (hısımcılık) tavır alacak kadar
profesyonel olmaması,
5) Şirket ile çalışanların ya da çalışanla diğer bir çalışanın
çıkarlarının çatışması (şirket için tamam da benim için burda ne
kazanç var sorgulaması),
6) Çalışanların ödüllendirmesinde ve maaşların belirlenmesinde
eşitliği sağlayıcı somut bir yöntemin olmadığına çalışanlar
arasında inaç,
7) Şirket yönetiminin tecrübesizlik ya da kişisel yetersizlik nedeniyle
yönetsel zafiyet içinde olması ya da çalışanlarca öyle
algılanması,
8) Şirket yönetiminin paydaşlar nezdinde şirket itibarını yüksek
tutmak adına mevzuata aykırı davranması,
38
Corporate governance
14
9) Şirket yönetimindeki bireylerin kişisel zenginleşmelerini herşeyin
üstünde tutması.
10) Şirketin temel değerlerinin, amaç ve misyonunun tüm
çalışanlarca benimsenmemiş olması (ortak bir kurum kültürünün
eksikliği)
V. AHLAKİ DEĞER YARGILARI VE BİREYLERDE ETİK BİLİNCİN
GELİŞİMİNE KATKISI
Bilindiği üzere toplumdan topluma değişen ve herbir uygarlığın
üzerine kendini ve kültürel gelişimini kurduğu ve genelde üzerine kutsallık
atfedilen kaynaklardan beslenen ve insanlık tarihi boyunca çeşitlilik arzetmiş
olan vicdani ve ahlaki kurallar da etik kuralların oluşturulmasında çok büyük bir
önem taşımaktadır.
Kişisel olarak ahlaki gelişim incelendiğinde bireylerin birbirini takip
eden aşamalarla ahlaki manada tekamül ettiğini görmekteyiz:
1) Birinci aşamada bireyin doğruyu tercih edip yanlıştan kaçınma
sebebi belli bir güce, otoriteye karşı itaatkar olma ve cezalandırılmama
kaygısıdır.
2) İkinci aşamada ise faydacı yaklaşım devreye girer ve sadece ceza
almamak yani zarar görmemek değil aynı zamanda bir ödül ve faydalanma
elde edeceği için birey doğru olanı yapar ve ahlaklı olur.
3) Üçüncü aşama da düşünme kapasitesi biraz daha gelişmiş olan
bireyler tek başına yaşamadıklarını fark ederek mevcut kurallara uyum
sağlamak adına ve iş arkadaşları ya da diğer çevredeki insanlar tarafından
dışlanmaktan çekinerek bilakis kabul görme amacıyla doğru ve ahlaki olanı
yaparlar.
4) Dördüncü aşamada ise bireyler sosyal bir uzlaşmanın gerekliliğinin
bilincine vararak sadece bir grup içinde değil, toplumun içinde yaşadıklarını
fark ederek hukukun belirlediği, toplumun da beklentilerine karşılık verecek
davranışlar sergilemek zorunda kalırlar.
5) Beşinci aşamada ise toplumla bir sosyal sözleşmenin mevcudiyeti
yani ‘zimni anlaşma’ nedeniyle bireylerin ve bireylerden oluşmuş çıkar grupları
ya da şirketlerin varlığının toplumun geneli tarafından desteklenmedikçe,
sürdürülebilir olmadığı anlayışı ile birey ve bireylerden oluşmuş tüm birimler
herhangi bir kaos ve karmaşanın önüne geçebilmek için sosyal mutabakata
uymakta ve böylece ahlaklı ve doğru olanı yapmaktadırlar.
6) Aslında bireyleri etik değerlerle de buluşturan bu son aşamada ise,
bireyler sadece ulusal sınırlar içerisinde toplumun parçası olmadıklarının idraki
ile aslında dünyanın bir parçası olduklarını algılayarak evrensel ahlaki
kaideleri öğrenip, uygulamak yolunu tercih edebiliyorlar. Bu durumda
uygulamaya çalıştıkları evrensel değerler bazen yerel değerlerle çatışabiliyor
ve içinde bulunulan toplumdan birkaç on yıl ileride olan ayrık bireyler olarak
toplum tarafından dışlanabiliyorlar. Söz konusu bireyler, evrensel değerler
15
peşindeki azınlık olarak toplumun geneli için zamanın gerisinde kalmış ahlaki
değerlerin ileriye doğru değiştirilebilmesi amacıyla olası tüm tehlikeli toplumsal
tepkilere gögüs gerip değişimde öncü rol üstlenebildikleri gibi bu tehtidin
üstesinden gelecek gücü bulamayıp toplum dışına çıkarıldıkları da çok sık
gözlemlenebiliyor. Aksi taktirde geriye kalan son tercih yani toplumun
değerlerine uymuş gibi gözüküp takiyyeyi yaşamak zorunda kalabiliyorlarki
herhalde bu en zoru olsa gerek.
Aslında Meslekdaşlarımızın da topluma yön vermesi gereken eğitim
ve bilgi birikimleri ile ekonomide yaşanan ve çoğu zaman kamu ya da özel
sektördeki sorumlu bireylerin kişisel çıkarlarını toplumun önüne almalarından
kaynaklanan kronik sorunlar karşısında oynadıkları rolde aslında kişisel
ahlakin tekamül sürecinin son seviyesindeki evrensel değerlerin farkında olan
aşkın bireylerin durumuna benziyor. Anadolumuzda halkın içine işlemiş
evrensel aklın bir tezahürü olarak kullanılan çok güzel bir deyişte
Meslektaşlarımızın bu durumu ifade ediyor sanıyorum: ‘iki cami arasında bi
namaz’ kalmak!!
VI. ETİK DEĞERLERE AYKIRI UYGULAMALARIN GİDERİLMESİNDE ETİK
EĞİTİMİNİN ÖNEMİ VE ÖZELLİKLE ULUSAL ALANDA YAŞANAN
GELİŞMELER
Toplumsal faydanın azamileştirilmesi sürecinde Etik Değerler
Eğitimine temelde üç ayrı aşamada ihtiyaç olduğu gözlemlenmektedir:
1) Bunlardan ilki özellikle gelişmiş ve sermaye birikimi yüksek Batı
ülkelerinden tutun dünyanın diğer coğrafyalarında da ardı ardına
patlak verip çok hızlı bulaşan finansal krizlerde kendisini
hissettiren ve ağırlıklı olarak yöneticilerdeki sosyal sorumluluk
bilinci ve etik değer eksikliğinden kaynaklanan krizlerin
aşılmasında; bu süreçlerin ve çıkartılan derslerin incelenmesi
yoluyla etik kurallar konusunda duyarlı hale gelmiş çalışanların
istihdam edilebilmesi için üniversite eğitiminde etik değerler
dersinin müfredatın ayrılmaz parçası haline getirilmesi;
2) Diğer bir aşama ise şirket içi etik değerler yönetimini kurgulamak
için adım atan ve başta yönetim kurulu olmak üzere, tüm
çalışanları ve paydaşlarına etik değerleri benimsetmek ve şirket
kültürünü de bu şekilde değiştirmek isteyen şirketlerin etik
değerlerin ne amaca hizmet edeceği ve nasıl kullanılarak, etik
kurallara uyumsuzlukların ne zaman ve nasıl gözetleneceğin
ilişkin çeşitli eğitimler düzenledikleri aşama olup; bu eğitim ve
sonrasında etik kuralların uygulamaya sokulması söz konusu
şirketin rekabetçiliği ve verimliliğinin artışı için büyük önem
arzedecektir.
3) Mesleğimiz açısından çok kritik olan diğer bir aşama ise,
yaşanan her finansal krizden sonra toplum tarafından dolaylı da
16
olsa suçlanıp görevini tam anlamıyla yapmadığı iddiası ile töhmet
altında kalan muhasebe mesleği mensubu meslekdaşların gerek
kendi içlerinde gerekse görev yaptıkları şirketlerde daha etkin ve
olası risk ve krizlere karşı daha duyarlı olmalarını sağlayıcı etik
değerler ve takibi hususunda bilinçlendirici eğitim aşamasıdır.
Tabiki yukarıda bahsi geçen her üç aşamada da bireylere sosyal
sorumluluk ve etik değerlerden eğitim yoluyla bahsetmek toplumsal kalkınma
manasında da önemli sonuçlar verecek olup; gerek iş hayatı öncesi ve
gerekse iş hayatına atıldıktan sonra içinde bulundukları iş ortamında şirket
kültürünün ihtiyacına istinaden daha ayrıntılı ve çalıştıkları şirket ve sektöre
göre şekillendirilmiş özel etik programlarıına tabi kılınmaları sosyal
sorumluluğun topyekün yerine getirilmesi manasında yararlı olacaktır.
Dünyada etik değerler dersinin ilk defa müfredatlara girişi
incelendiğinde görülmektedir ki öncelikle 1960’larda ABD’de çeşitli işletme
ağırlıklı üniversite programlarında ‘etik ilkeleri’ ve ‘iş ahlakı’ adları altında
bağımsız bir ders olarak müfredatlara girmeye başlamış ve hemen akabinde
kamusal alanda yapılan mevzuat değişiklikleri ile şirketlerde ‘etik komiteleri’
oluşturulup ‘etik sorumluları’ görevlendirilmeye başlanmıştır.
Ülkemizde ise ilk defa Bilkent Üniversitesi’nde ‘iş ahlakı’ adlı bir ders
İşletme Yüksek Lisans Programında 1992 senesinde yer almış ve bunu
Boğaziçi, ODTÜ, Dokuz Eylül, İstanbul Bilgi ve Erciyes gibi üniversitelerimiz
yıllar içerisinde takip etmiştir. Keza etik değerlere ilişkin faaliyetlere yön
vermek, ulusal ekonomimizdeki şirketlerin uluslararası benzerleri ile
rekabetinde katkı sağlayarak bu konuda bir toplumsal duyarlılık yaratmak
üzere Türkiye Etik Değerler Merkezi Vakfı (TEDMER)39 Mart 2002’de Resmi
Gazete’de yayınlanarak faaliyete geçmiştir.
Öte yandan ülkemizde etik değerlerin yaygınlaştırılmasına yönelik
olarak dünya uygulamalarıyla da benzerlik taşıyan bir diğer gelişme de
özellikle finans sektöründe olmak üzere yaşanmıştır. Her sektörde
paydaşlarca yapılandırılan dayanışma örgütlerinin kendilerini ilgilendiren
hususlarda ortak davranış kurallarını dayanışma örgütleri içerisinde
duyurmasının yanında kendi aralarında düzeni sağlamak amacıyla mesleki
faaliyetlerde üyelerinin uyması gereken ve haksız rekabet gibi çeşitli fiilleri
men eden çok temel hususlarda kurallar oluşturmaları ve böylece üyelerin ve
mesleğin
namını
korumaya
çalışmaları
süreci
etik
değerlerin
yapılandırılmasına sebebiyet vermiştir. Mesleki kurallar ya da etik değerlerin
yapılandırılarak tüm üyelere duyurulması ve takibine ilişkin olarak yöntemlerin
geliştirilmesi aşamasına ilişkin ulusal finans sektörümüzden örnek verecek
olursak Türkiye Bankalar Birliği tarafından Kasım 2001’de duyurulan
39
Vakfın tarihçesi için bkz. www.tedmer.org.tr
17
‘Bankacılık Etik İlkeleri’40 ya da Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kurumlar
Birliği tarafından Ocak 2002’de sektördeki paydaşlara duyurulmuş olan
‘Sermaye Piyasaları Meslek Kuralları’41 sayılabilir.
Ayrıca zaman içerisinde çeşitli sektörlerdeki meslek erbabının sosyal
sorumluluk ve etiğe ilişkin bilgilendirilerek gelişmeleri takip edebilmeleri için
çeşitli zorunlu eğitim programları da yapılandırıldığı görülmekte olup; örneğin
ulusal menkul kıymet sektörümüzde Aralık 1988’den beri düzenli olarak
gerçekleştirilmekte olan İMKB Üye Temsilcisi Programları bünyesindeki Hisse
Senetleri, Tahvil Bono ve Vadeli İşlemler Piyasalarında çalışacak Üye
Temsilcilerini (broker) yetiştiren ve her biri kendi içinde ayrı ayrı yapılandırılan
programlarda, Mesleki Örgütler ve Etik Değerler dersi Aralık 2000 tarihinden
beri müfredatın ayrılmaz bir parçası olarak yerini almıştır.42
Yine bu bağlamda sürmekte olan çalışmalar açısından örnek
verilecek olduğunda İstanbul Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirler
Odası’ndan bahsetmekte yarar var çünkü meslek mensuplarının gerek belge
almasına ilişkin zorunlu ön eğitimlerde (staj eğitimleri) gerekse meslek
mensubu olunduktan sonra belli aralıklarla meslek ahlakı ve etik değerler
hususunda eğitim çalışmaları yapılması yönündeki öneriler tartışılmakta43 ve
Oda Yönetim kuruluna bağlı olarak çalışmakta olan Mesleki Etik Kurallar
Komitesi tarafından diğer mesleki dayanışma örgütlerinin örneklerinden
hareketle bir ‘mesleki ahlak ve etik kuralları’ metni üzerinde çalışmalar
yapılmaktadır.
Öte yandan özellikle kamu yönetiminde ‘etik davranış ilkeleri’
yapılandırılması ve uygulanması yönünde çok önemli ve örnek bir adım olarak
nitelendirebileceğimiz ve halk nezdinde bürokrat ve kamusal organlara karşı
yer yer yükselen rüşvet ve fesat karıştırma iddialarının önüne geçilmesi ve
kamusal alandan şeffaflığın sağlanması için 5176 sayılı kanun44 ile gündeme
gelen Kamu Görevlileri Etik Kurulu, Nisan 2005 itibariyle çıkarılan bir
yönetmelikle45 kurularak Yönetmelik kapsamında olan tüm kamu
40
Bkz. www.tbb.org.tr
Bkz. tspakb.org.tr
42
İMKB Eğitim ve Yayın Müdürlüğü Üye Temsilcisi Programları için bkz. www.imkb.gov.tr
43
Meslek mensubu adaylarına ve meslek mensuplarına yönelik etik değerler eğitimi için
yapılan öneriler hakkında bkz. İSMMMO Mesleki Etik Kurallar Komitesi Raporları,
İSMMMO Olağan Genel Kurul Çalışma Raporları 2003/2004/2005 ya da ismmmo.org.tr
44
25/05/2004 tarih ve 5176 sayılı Kamu Görevlileri Etik Kurulu Kurulması ve Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
45
13/04/2005 tarih ve 25785 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Kamu Görevlileri Etik
Davranış İlkeleri ile Başvuru Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik
18
41
görevlilerinin46 imzalamaları gereken “Kamu Görevlileri Etik Sözleşmesi” de
yapılandırılmıştır.
Özel sektöre de örnek teşkil edecek bu Kurulun ilgili kurucu
Yönetmeliğin 25. maddesi gereği etik kültürün yerleştirilmesi geliştirilmesi
konusunda her türlü çalışmayı yaparak araştırma, kamuoyu yoklaması,
bilimsel toplantı ve benzeri etkinlikler düzenleme ve kamu görevlileri için eğitim
programları hazırlama gibi görevleri de mevcuttur. Bu görevlerinin yanında
Kurul, madde 28’de ifade edildiği gibi etik davranış ilkelerine aykırı davranış ve
uygulamalar hakkında, resen veya yapılacak başvurular üzerine araştırma
yapmaya yetkili ve en geç üç ay içerisinde de incelemelerini sonuçlandırmak
zorundadır.
Böylece Yönetmelik kapsamındaki kamu kurumlarının tüm
çalışanlarına özlük dosyalarına koyulmak üzere bir ay içerisinde ‘Kamu
Görevlileri Etik Sözleşmesi’ni 23. madde gereği imzalatmaları ve yine ilgili
Yönetmeliğin 29. maddesi gereği kapsam içindeki kamu kuruluşlarının üst
yöneticileri tarafından belirlenecek üç kişilik bir Etik Komisyonunu oluşturarak
üç ay içerisinde Kurula bildirmeleri gereklidir. Söz konusu Etik Komisyonlarının
Kurul ile işbirliği içerisinde çalışmaları şarttır.
46
İlgili Yönetmeliğin kapsamını açıklayan 2. maddesinde Cumhurbaşkanı, TBMM üyeleri,
Bakanlar Kurulu üyeleri, Türk Silahlı Kuvvetleri, yargı mensupları hariç olmak üzere, genel
bütçeye dahil daireler, katma bütçeli idaireler, kamu iktisadi teşebbüsleri, döner sermayeli
idareler ve bunların birlikleri, kamu tüzel kişiliğini haiz olarak kurul, üst kurul, kurum, enstitü,
teşebbüs, teşekkül, fon ve iştirakleri olan bütün kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan; yönetim
ve denetim kurulu ile kurul, üst kurul başkan ve üyelerine uygulanır.
19
SONUÇ
Kapitalizmin hızla yeşerdiği ülkelerde öncelikli olmak üzere anonim
şirketlerin sosyal sorumluluk bilincinin hızla artmak zorunda kaldığı
günümüzün küreselleşen dünyasında, uluslararası şirketlerin toplumla
aralarında bir sözleşme varmış gibi gerek eğitim ve sanat alanlarında ve
gerekse alt yapı ihtiyaçlarına yönelik olarak içinde bulundukları toplum
kaynaklı ve gün geçtikçe artmakta olan isteklere hem daha fazla bütçe
ayırdıkları hem de önce kendi çalışanlarının ve akabinde de içinde
bulundukları toplumların bireylerinin yaşama seviyeleri ve refahlarını arttırıcı
yeni ilkelerle tanıştırdıklarını gözlemlemekteyiz.
Şüphesiz bu ilkelerin uygulanabilmesi de kar amaçlı şirketlerin
bütçelerine daha fazla mali külfet getirmektedir ama son tahlilde bu
harcamalar şirket ile toplum arasındaki zimni anlaşmanın varlığını
sürdürmesine ve tarafların anlaşmaya güveninin artmasına neden olacaktır.
Açıkçası gerek uluslararası sivil toplum örgütleri ve gerekse de uluslarüstü
örgütler tarafından artan göz hapsi ve denetim nedeniyle her gün daha fazla
sıkıştırılan kar amaçlı büyük şirketlere başka bir yaşama tercihi
bırakılmamıştır.
Bu noktada görülmektedir ki söz konusu büyük şirketlerin öncelikle
kendi çalışanlarının şirket içi verimini artırıcı davranış kuralları geliştirmiş ve
kimi zaman etik kimi zamanda meslek ahlakı olarak isimlendirilen bu kuralların
takibini sağlayıcı
mekanizmalarla kurum kültürünün zaman içerisinde
değiştirmişlerdir. Yıllar içerisinde gelişmiş Batı ülkelerinde ulusal ekonomilerin
mütemmim cüzleri olarak müteşebbis tarafından ulusal mevzuata uygun
kurulmuş olan kar merkezi şirketlerin, kendi bünyelerinde verimliliği arttırma ve
şirket varlığının ortadan kalmasına kadar gidebilecek yönetsel sorunların
önüne geçebilme adına yapılandırdıkları etik kurallar ve takip mekanizmasının
başarısı ve bunu tüm şirkette benimsetilerek uygulanabilmesi için öncelikle
etkin şirket içi iletişim ve tüm seviyelerdeki bireylerin eğitimi yoluyla bir etik
duyarlılık ve farkındalık yaratılması gerekmiştir.
Tabi tüm zamanla oluşturulmuş etik değerler yapısına ve etik
farkındalılığın yüksek olmasına rağmen Barings, Enron ve WoldCom ile Arthur
Andersen gibi şirketlerin yolaçtıkları finansal krizler göstermiştir ki başarı için
muhakkak modern denetim ve izleme faaliyetlerinin işletmede yerleşmesi ve
yeni raporlama yöntemlerinin kurumsal yönetişim esasına dayalı olarak
benimsenmesi de gerekmektedir. Bu amaçla ABD’deki Sarbanes-Oxley gibi
bizatihi şirket üst düzey yönetimi ve yönetim kurulunu bağlayıcı kanunlar ve
bağımsız denetim şirketlerinin çalışma yöntemlerine ilişkin mevzuat
değişikliklerini sağlayan mevzuat değişikliklerine gidilmiştir.
20
İçerik açısından dünyadaki etik değerler metinleri incelendiğinde ise
Avrupa'daki ağırlığın çalışanların davranışlarıyla ilgili kurallarda olduğu,
ABD’de yapılandırılanlarda ise müşteri ilişkileri, devlet ve siyasetçi ile ilişkiler
ve tedarikçiyle ilişkilere ağırlık verildiği gözlemlenmektedir47.
Özellikle AB normlarına uyum çalışmaları ile kol kol yürüyen ulusal
mevzuatımıza ilişkin atılan yeni adımlardan biri olan Kamu Etik Kurulu’nun
faaliyete geçişi ile daha da önem kazanan Etik Kodları ve Mesleki Ahlak
İlkelerine ilişkin özellikle dayanışma örgütleri ve şirketlerinde kendi içsel
kurgularına uygun olarak yapılandırılacak mesleki ahlak ve etik değerler
metinlerinin belirlenmesine ilişkin dikkat edilmesi gereken çok çeşitli süreçler
vardır. Şirket içi eğitimlerde etik kurallar metni sürekli gözden geçirilmeden
önce şirketlerin danışmanlar ve etik sorumluları tarafından her seviyedeki
çalışanlarla yapılan anket ve görüşmeler sonrası ortaya çıkarılmalı ve üst
yönetimin onayını almış olan verim artırıcı davranış kalıpları ve normlarını
içermelidir. Dolayısıyla benimsetici şirket eğitimlerinde önemli olan söz konusu
etik kurallar metninin çalışanların da sahiplenmesi için onlardan zaman zaman
gelen katkılar ile geliştirilmeye açık tutulması ve söz konusu etik değerler
metnine işlerlik kazandırmak amacıyla kurallara uymayanların nasıl şikayet
edileceği ve bunun yönetimce nasıl takip edileceğinin çok açık ve şeffaf bir
şekilde kurgulanarak tüm şirket çalışanlarına anlatılmasıdır.
47 Sema Aşcıoğlu; İş Etiğindeki Gelişmeler, www.tedmer.org.tr
21
KAYNAKÇA
1. Frank J. Navran; TEDMER Ethics Officer Certification Programme,
www.ethics.org, 2005
2. Sema Aşcıoğlu; İş Etiğindeki Gelişmeler, www.tedmer.org.tr
3. Ethics Today Online, vol. 1: September 2002 to August 2003, October
2003, www.ethics.org
4. Edward L. Pittman, Frank J. Navran; “Corporate Codes of Ethics and
Sarbanes- Oxley”, Wall Street Lawyer, ISSN: 1095-2985, vol. 7, nr. 2, July
2003
5. Türk Sermaye Piyasasında Etik Değerler ve İş Adabına İlişkin Çalışma
Kuralları, İMKB Yayınları, 1998, İstanbul
6. Türk Sermaye Piyasasında Mesleki Etik Kurullar & Yatırımcı Hakları,
TSPAKB Yayınları, No:4, Mart 2002, İstanbul
7.
Sermaye
Piyasası
Meslek
Kuralları,
www.tspakb.org.tr, Ocak 2002, İstanbul
TSPAKB
Yayınları,
8. Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşlar Birliği Statüsü, Resmi
Gazete No: 24315, Şubat 2001, www.tspakb.org
9. Türkiye Bankalar Birliği Bankacılık Etik İlkeleri, Tebliğ No: 1012, Kasım
2001, www.tbb.org.tr
10. Mesleki Etik Kurallar Komitesi Raporları, İSMMMO Olağan Genel
Kurul Çalışma Raporları 2003/2004/2005, İstanbul
11. İMKB Eğitim ve Yayın Müdürlüğü Üye Temsilcisi Programları,
www.imkb.gov.tr
12. 25/05/2004 tarih ve 5176 sayılı Kamu Görevlileri Etik Kurulu
Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
13. 13/05/2005 tarih ve 25785 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Kamu
Görevlileri Etik Davranış İlkeleri ile Başvuru Usul ve Esasları Hakkında
Yönetmelik
22
KURUMSAL YÖNETİMDE FİNANSAL VE YÖNETSEL KONULAR :
“KURUMSAL YÖNETİM İLKELERİ”NİN İÇERİK ANALİZİ*
Dr. Mustafa KURT
[email protected]
Kocatepe Üniversitesi İİBF İşletme Bölümü AFYON
Dr. Murad KAYACAN
[email protected]
İMKB, İSTANBUL
ÖZET
“Kurumsal yönetim kavramı” son yıllarda hem literatürde hem de
uygulama da sıkça vurgu yapılan bir kavram olma özelliğini taşımaktadır.
Kurumsal yönetim ilkeleri OECD’nin 27-28 Nisan 1998’deki toplantısında
hükümetler, ilgili diğer uluslararası kuruluşlar ve özel sektör temsilcileri ile
birlikte, “kurumsal yönetim” ile ilgili bir dizi standart ve yol gösterici ilke
geliştirilmesi çağrısının yapılmasıyla gündeme oturmuştur. OECD’nin 1999
yılında, ülkemizde de SPK’(Sermaye Piyasası Kurulu)nın 2003 yılında
yayımlamış olduğu “Kurumsal Yönetim İlkeleri”, şirketlerin paydaşlarıyla olan
ilişkilerini çerçeve olarak almakta ve toplumsal faydanın azamileştirilmesine
odaklanmaktadır.
Uluslararası alanda OECD’nin, ulusal alanda da SPK’nın ürettiği
düzenleyici ve normatif baskılar özellikle İMKB’(İstanbul Menkul Kıymetler
Borsası)na kote olan işletmeler üzerinde görece olarak daha etkilidir. Öte
yandan ulusal sermaye piyasalarımızda yatırımcılar açısından da söz konusu
ilkelerin yönlendirici etkisi olacağı Kurumsal Yönetim Endeksinin İMKB
bünyesinde de yapılandırılması ile açıkça ortaya çıkmaktadır.
Bu çalışma, küresel ve ulusal anlamda işletmelerin gündemine girmiş
olan “Kurumsal Yönetim” konusunun
teorik arka planına ulaşmayı
amaçlamaktadır. Bu amaçla “Kurumsal Yönetim İlkeleri” içerik analizine tabi
tutulmuş ve özellikle finansal ve yönetsel temelleri tartışılmıştır.
Anahtar Kelimeler :
endeksi, yönetim, finans
*
kurumsal yöneti(şi)m, kurumsal yöneti(şi)m
Bu tebliğ 13-14/05/2005 tarihlerinde TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesinde
düzenlenen 4. Orta Anadolu İşletmecilik Kongresinde sunulmuş ve Tebliğler Kitabında
yayınlanmıştır.
23
ABSTRACT
The “corporate governance” topic has been very popular concept both
theory and practice for many years. Principles of Corporate Governance
arised at OECD meeting on 27-28 April 1998 with call to develop some
standarts and principles base on corporate governance and many
goverments, international institutions and private sector’s agents attended this
meeting. Principles of Corporate Governance, published by OECD in 1999
and published by SPK in 2003, focus on increase social benefit and interest in
relations of corporate with shareholders.
Normative pressures, produced by OECD at global level and and by
SPK local level, are more effective on firms listed in IMKB than others.
However, the development of corporate governance index within IMKB show
that principles of corporate governance may have effect on investors in
national capital markets.
The aim of this study to reach theoritical background of corporate
governance which popular topic for corporates both global and local level. To
reach this aim, the content analysed method was used base on “SPK
Principles of Corporate Governance” and financial and managerial within “SPK
Principles of Corporate Governance” concerns was discussed.
Keywords
: corporate governance, corporate governance index,
management, finance
24
1.
GİRİŞ
Kurumsal yönetim kavramı, Barings (1995) ve Sumitomo (1996) gibi
uluslararası finansal aracılık şirketlerindeki yönetsel yetersizlikler ile finansal
muhasebeleştirmede kötüye kullanımlar nedeniyle, türev ürün piyasalarındaki
işlemlerden kaynaklanan ve faaliyet içerisinde oldukları tüm gelişmiş ulusal
pazarlara hızla bulaşan sistemik krizlerinin ardından ilk olarak 1999 senesinde
OECD tarafından uluslararası finans çevrelerinin dikkatine sunulmuş olmakla
beraber ancak Enron, WorldCom, Parmalat gibi yatırımcıların topyekün
sermaye piyasaları yoluyla satın almış olduğu halka açık şirketlerde baş
gösteren finansal skandallar sonrası ciddi olarak tartışılır hale gelmiştir.
Teorik perspektiften bakıldığında kurumsal yönetim kavramının neden
ve nasıl doğduğunun algılanabilmesi için batı tipi kapitalist ekonomilerinin
temel oyuncusu olan ve özel müteşebbis tarafından kurularak işletilen şirketler
ile paydaşlar genel ismi ile altında anılan ve birbirinden ayrı ekonomik taraflar
olan sermayedar, yönetim, çalışanlar, tüketici, tedarikçi, devlet ve öte yandan
toplum arasında mevcut ilişkilerden özellikle sermayedar, yönetim, çalışanlar
ve toplumla arasındaki ilişkilerin mercek altına alınarak irdelenmesinde yarar
görmekteyiz.
Öncelikle şirketlerin sermayedarları, yönetimleri ve çalışanları ile
arasındaki ilişki ele alındığında, Enron şirketinde yaşananlar ve sonuçları
yukarıda bahsi geçen ilişkinin gözlemlenebilmesi açısından yeterince
kapsayıcı olacaktır. Enron örneğinde, ABD’de çok fazla sayıda küçük
yatırımcı, ülkenin enerji devi olan Enron’a ortaklıklarını belgeleyen hisse
senetlerinin değerinin Borsalarda aniden düşmesi nedeniyle kişisel
servetlerinden ciddi kayıplara uğramışlar ve gelecekteki emeklilik dönemleri
için ayırdıkları birikimlerinde ciddi aşınmalar ile karşılaşmışlardır. Bunun
yanında söz konusu finansal skandallara uğramış şirketlerde çalışanların bir
kısmının işine son verilmiş ve normal şartlarda öngörülen ücret artışları bir
yana cari maaşlarında da kesinti ile karşılaşmışlardır. Görüleceği üzere bu
sefer şirket krizleri doğrudan Batı demokrasilerinde oy veren ve sistemin
kurgusu gereği öncelikle lehlerine çalışması beklenen bireylerde mali kayba ve
geleceğe ilişkin hayal kırıklıklarına sebebiyet vermiştir. Gelişmiş Batı
toplumlarındaki sosyal katmanlar itibariyle küçük ve orta gelirliler üzerinde
oluşan bu güvensizlik, Arthur Andersen gibi bağımsız denetim sürecinde bir
isim olmuş uluslararası bir denetim şirketinin görevini kamu yararı ile bağdaşır
şekilde yapmaması nedeniyle müeyyideye çarptırılması ve tasfiye edilmesi
sonrasında tam bir karabasana dönmüştür. Toplumsal kalkınma sürecinde
tasarrufların aktarılmasında anahtar rolü olan sermaye piyasalarına karşı
toplumun bir kesiminde duyulan güvensizlik özellikle finansal raporlamada
kamu yararı için denetim yapması gereken bağımsız denetim şirketlerinden
biri olan Arthur Andersen gibi bir denetim şirketinin de Enron’u denetlerken
görevini yapmadığının ortaya çıkması ile sistemin en önemli unsuru olan
25
denetimdeki bu aksaklığın yarattığı güvensizlik toplumun tüm kesimlerine
sirayet etmiştir.
SSCB’nin yıkılması ve önerdiği ekonomik düzenin iddiasını kaybetmesi
ile Çin’in özel mülkiyet ve sermaye piyasaları aracılığı ile özelleşmeyi
destekleyen başarılı finansal politikaları ışığında farklı ekonomik düzen
iddialarını bünyesinde barındıran alternatifleri kalmayan ‘kapitalist ekonomik
sistem’in, yukarıda bahsi geçen finansal facialar sonrasında karşıtlarınca hep
belirtildiği üzere aslında kendi kendini ortadan kaldırmaya programlı olduğu
tezinin yeniden dillendirildiği görülmüştür. Örneğin bir araştırma da ABD’de
Ocak 1999-Mayıs 2002 arasındaki dönemde kote oldukları menkul kıymet
borsalarında hisse senetleri fiyatları %75’den fazla düşen, işletme ve finansal
raporlama sorunları yaşayan 25 şirketin yöneticilerinin 23 milyon ABD $’ı
kazanç elde ederek hayatlarına devam etmekte olduğu anlaşılmıştır. (İBİŞ,
2005: s. 5) Yani bu zararlardan sorumlu tutulmaları gerektiği halde yönettikleri
şirketlerini zarar ettirmelerine rağmen kendileri hiçbir ceza almayıp bilakis
zenginleşen yöneticilerin durumu piyasa sistemindeki adaletin de
sorgulanmasına haklı olarak neden olmuştur. Yeniden nükseden ‘eş dost
kapitalizmi’ iddiaları ve toplumdaki tüm taraflar açısından ciddi bir endişe
algısına neden olan ekonomik sistemin temel oyuncuları olan özel hukuk tüzel
kişisi şirketlerde paydaşların yararının ve karının artırılması amacının takip
edilmeyebileceği ve tersine mali kayıplarına sebebiyet verilebileceği
gerçeğinin yanı sıra söz konusu şirketlerin tüm topluma karşı sorumluluklarını
yerine getirmede de aynı şekilde davranabilecekleri inancı güçlenir hale
gelmiştir.
Bu durum karşısında tüm Batı ekonomilerinde mevzuat düzenleyici ve
uygulayıcı otoriteler harekete geçerek şirketlerin yönetim başarısızlıkları ve
finansal raporlama sorunları nedeniyle paydaşlarının zararına sebebiyet
verdiği durumlara ilişkin mevzuat altyapısı elden geçirmişlerdir. Gerçekten de
bahsi geçen finansal krizlerin oluştuğu şirketlerde şirket üst düzey yöneticileri
başta olmak üzere sorumluluğu görülenler sanık sandalyesine oturtulabilmesi
için mevzuatta bu tip teşebbüs ve suçlara ilişkin mevcut olan kötüye kullanıma
açık hukuksal boşluklar da kapatılmaya çalışılmıştır. Örneğin ABD’de 2002
senesinde yapılandırılmış olan Sarbanes-Oxley yasası ile şirketlerin İcra
Kurulu Başkanları (CEO) ve finans bölümü sorumlularının (CFO) mali tablo
kullanıcılarına periyodik olarak üretilen ve ilgili kamusal makamlara gönderilen
finansal rapor ve tabloların kendilerince de incelenerek onaylandığı, bu
raporlarda önemli bulgular ve ihmal edilmiş hususlar bulunmadığı ve mali
tabloların şirketlerin faaliyetlerine ilişkin hususları her açıdan doğru yansıttığı
yönünde güvence vermek zorunda oldukları vurgulanmış (madde 302) ve iç
kontrol sisteminin yönetim tarafından değerlendirilmesi (madde 404) ve bu
amaçla bağımsız denetçilerin raporlarının şirket yönetim kurulu içerinde
oluşturulacak Denetim Komitesince incelenerek onaylanması zorunluluğu
getirilmiştir. Böylece zaman içerisinde gerek OECD (1999,2004) ve gerekse
26
diğer uluslararası örgütlerce vurgulanan kurumsal yönetim ilkelerinin ulusal
planlarda da yürürlüğe konmaya başlandığı gözlemlenmektedir. Böylece
‘kurumsal yönetim’ ya da ‘iyi yönetişim’ olgusunu; Batı kapitalizminin özel
müteşebbislerce kurulan ve ekonomik yapıdan beklenen işlevinden saparak
topluma mali yük getirmeye başlayan müteşebbis şirketlerin paydaşlarının
çıkarlarına gerekli duyarlılığı göstermesi ve dolayısıyla sistemin tamamına
olan inancın korunması adına kurgulanan bir mekanizma olarak
tanımlayabiliriz.
Kurumsal yönetim ilkelerinin doğuşu ve uygulamaya koyuluşuna ilişkin
irdelenmesinde fayda gördüğümüz diğer bir ilişki ise toplum ile şirketler
arasında mevcut olandır. Bu ilişkiyi irdeleyen yaklaşımlardan en yaygını ‘diyet
ödemesi’ yaklaşımıdır. Batı ekonomilerinin temel oyuncuları olan şirketlerin,
sanayileşmenin ilk yıllarından beri içinde yaşadıkları toplumla ilişkilerinde
geçerli olduğu düşünülen ve söz konusu şirketlerin geri dönüşü olmaksızın
kullanarak tükettikleri kaynaklar, yaratmış oldukları çevre kirliliği ve benzeri
sorunlar nedeniyle oluşan toplumsal hasar ve maaliyet karşısında bireylerde
oluşan tepkiyi hafifletmek için bir nevi ‘diyet’ ödemesi mantığına dayalı bu
yaklaşıma göre, geçmişte işledikleri günahlar nedeniyle özel müteşşebbis
şirketler, toplumdaki ihtiyaç sahibi ve düşkünlere yönelik hayır kurumlarının
yapılandırılması veya mevcut olanlara parasal destek ve himaye sağlanması;
toplumda sanat ve bedii zevklerin desteklenmesi amacıyla oluşturulan festival
ve düzenlemelere katılım ve himaye sağlanması ile toplumun ihtiyacı olan
tiyatro, kültür merkezi inşaası ile köprü ve benzeri alt yapı yatırımlarının
tamamlanması gibi faaliyetlerle topluma karşı borçlarını ödemektedirler.
(NAVRAN, 2004)
Fakat günümüzde bu anlayış yerini ‘zimni sözleşme’ anlayışına
bırakmış ve şirketlerin toplumsal kullanım adına karşılıksız yaptıkları tüm alt
yapı faaliyetleri ‘şirket sosyal sorumluluğu’1 tanımı altındaki birçok
faaliyetinden biri olarak anılır olmuştur. Bu yaklaşıma göre karını
azamileştirme amacıyla kurulmuş bir işletmenin toplum tarafından yaşamasına
izin verilme nedeni toplumun ortak çıkarına uygun davranmasıdır. Bahsi geçen
‘zımni sözleşme’ gereği işletmeler toplumun tabi ve entellektüel kaynaklarını
söz konusu toplumun ihtiyaçlarını gördükleri kadar kullanmaya izinlidirler yani
ürün, hizmet ve istihdam sağladıkları için toplumun ortak kaynakları
kullanabilirler. Tabi ödedikleri vergi, yarattıkları altyapı ve içinde bulundukları
toplumun daha iyi yaşamasına yönelik tüm yaptıkları hep ‘zimni sözleşme’
gereği toplumsal yarar amacının ayrılmaz parçasıdır. Öte yandan günümüz
uluslararası şirketleri genelde bahsi geçen “zımni anlaşmanın” gereklerini
yerine getirirken küreselleşmenin de etkisi ile her yeni girdikleri ulusal ekonomi
de tutarlı bir gündemle topluma yaklaşarak ‘zimni sözleşme’nin varlığına olan
güveni tazelemektedirler. İçinde bulundukları toplumun ihtiyaçlarına tek tek
1
Corporate social responsibility: Bu konuda temel bilgiler için bkz. www. business-ethics.org
27
cevap vermeden önce kendi çalışanları ve paydaşlarına sundukları imkanları
artırmaya ve dolayısıyla toplumun temel yaşam standartlarını artırmaya
çalışmaktadırlar. İyileştirme yapılacak değer ve imkanların listesi uzun olmakla
beraber toplumun istekleri sürekli geliştiği için listedeki temel değerlerin
aşağıdaki gibi sıralanması mümkündür2 (KAYACAN, 2005; 6-8):
1. Küresel Hukuki Uygunluk3
2. Etik İş Uygulamaları4
3. Fesat Karıştırmanın Önlenmesi ve Şeffaflık5
4. İyi Yönetişim6
5. Sağlık, Güvenlik ve Çevresel Şartların Korunması7
6. Farklı Kültürlere Saygı8
7. İnsan Hakları9
8. Yerel Toplum Tarafından Kabul Görme10
9. Çocuk İşgücü Çalıştırma Dahil Çalışma Standartları11
10. Kanunun Uygulanması12
11. Sürdürülebilir Gelişme13
12. Serbest Piyasa Ekonomisi ve Yapılarının Toplumsal ve Siyasi
Sistemlerin Demokratikleştirilmesi ile Desteklenmesi14
Kurumsal yönetim kavramının iyi analiz edilebilmesi için günümüzde
etkisini iyice hissettiren küreselleşme olgusunun algılanması ve bu nedenle
hemen tüm ulusal pazarlarda rekabetçi olmaya çalışan uluslararası ve çok
kültürlü şirketlerin mal ve hizmet üretimi yaptıkları toplumla ilişkilerinde dikkat
ettikleri temel ilkelerin incelenmesi önem arz etmekte olup; görülmektedir ki ‘iyi
yönetişim’ bu temel ilkelerden birisidir.
2. KURUMSAL YÖNETİM KAVRAMI (LİTERATÜR TARAMASI)
Kurumsal yönetim kavramı kurumsal yönetim ilkeleri içerisinde detaylı
olarak irdelenmiş olsa da birkaç temel tanıma bakmak gerekmektedir.
2
Küreselleşmenin etkileri ve yarattığı olumsuzluklarla beraber bundan sonra da sayıları
artabilecek olan sözkonusu temel değerlerin ingilizce karşılıkları da okuyucuya kolaylık olması
için sırasıyla verilmiştir.
3
Global Legal Compliance
4
Ethical Business Conduct
5
Transparency, Anti-bribery and Anti-corruption
6
Good Governance
7
Health, Safety and Environmental Standarts
8
Respect for Differing Cultures
9
Human Rights
10
Acceptance by Local Communities (Good Corporate Citizenship)
11
Labor Standarts – Including Child Labour Concerns 12
Rule of Law
13
Sustainable Development
14
Emerging Free Market Systems and Structures
28
Luo (2005) kurumsal yönetimi işletmenin stratejik yönlendirmesini ve
performansını açıklayan ve kontrol eden, şirket ve paydaşları arasındaki
ilişkiler bütünü şeklinde açıklamaktadır. Hoskinson, Yiu ve Kim (2004)
çalışmalarında yönetişim kavramının bir sistem olarak küresel arenada
rekabet avantajına yol açabileceğine işaret etmişlerdir. Sloan (2001) kurumsal
yönetim yaklaşımının, işletmenin yönetimsel ve finansal alanları arasındaki
ayrılıkların yarattığı performansı zedeleyen problemlerin çözülmesini
destekleyen bir mekanizma olarak tanımlamıştır.
3. TÜRKİYE’DE KURUMSAL YÖNETİM YAKLAŞIMININ GELİŞİMİ
Küresel anlamda Kurumsal yönetim kavramının hızlı gelişimi
Türkiye’de de yankı bulmuş ve bu kavram hızlı bir şekilde işletme bilgisi olarak
ülkemizde yeniden üretilmiştir. Daha sağlıklı ekonomiler, sürdürülebilir
kalkınma, şeffaf bir ekonominin varlığı ve ekonomik faaliyetlerde daha adaletli
bir paylaşım yapısını sağlamaya yönelik uygulanan kurumsal yönetim,
Türkiye’de
faaliyet gösteren yabancı yatırımcıların da yoğun olarak
uygulamaya başlamasıyla ekonomik yapı içerisinde kendine yer bulmuştur.
Öte yandan bankacılığın yeniden yapılanması, kısıtlı yabancı sermaye
gibi faktörler de Türk şirketlerini ve politika yapıcıları Türkiye’deki mevcut
kurumsal yönetim uygulamalarını sorgulamaya sevk etmiştir. Türkiye’ye
1990’lar boyunca düşük seviyede doğrudan yabancı sermaye yatırımının
gerçekleşmesi de şeffaflık, hissedar hakları ve yolsuzluk konularında
Türkiye’nin uluslar arası karşılaştırmalı çalışmalarda olumsuz puanlar
almasıdır (Kula, 2005; s.112).
Türkiye’de kurumsal yönetim çerçevesine ilişkin olarak literatürde yer
alan çalışmalardan LLSV (1996) ve Klapper ve Love’ın (2003)çalışmaları öne
çıkmaktadır. LLSV’nin çalışmasında Türkiye 6 boyutun (yargı sisteminin
etkinliği, hukuk düzeni, yolsuzluk, el koyma riski, sözleşme ihlali riski,
muhasebe standartları ölçüsü) 4’ünde (yargı sisteminin etkinliği, hukuk
düzeni, yolsuzluk, muhasebe standartları ölçüsü) örneklem ortalamasının
altında kalmıştır. Klapper ve Love’un (2003) çalışmasında ise LLSV ölçeğine
ilave olarak konulan yargı süreci etkinliği, yönetim kurulunu kısıtlayan haklar
ve hukuksallık ölçüsü boyutlarında da örnekleme giren ülkelerin ortalamasının
altında yer almıştır (Kula, 2005, 113).
Türkiye’nin kurumsal yönetim altyapısında diğer ülkelere görece olarak
zayıf olması ekonomiyi sağlıklı bir yatırım ortamından uzaklaştırmakta ve
piyasanın kurumsal bir yapıda kendisini sürdürmesini engelleyici rol
oynamıştır. Küresel anlamda kurumsal yönetim kavramının popüler bir
yönetim uygulaması haline gelmesinin yanında Türkiye’deki ekonomik
çevrenin taşıdığı bu olumsuz özelliklerin de ortadan kaldırılma çabası normatif
kurumları harekete geçirerek 2003 yılında SPK Kurumsal yönetim ilkelerinin
ortaya çıkmasını sağlamıştır.
29
Kurumsal yönetim kavramının literatür ve uygulamada, Enron,
WorldCom, Parmalat gibi şirket çöküşleri nedeniyle daha ayrıntılı ele alınması
sonrasında özellikle yatırımcılar tarafından satın alınmış halka açık anonim
ortaklıklar ve benzeri işletmelerde güvenilirlik ve verimlilik açısından ortaya
çıkan sorunların kaynağında hakim gücü elinde tutan kimi ortak ve/veya
profesyonel yöneticilerin, yönetim ve denetim süreçlerinin eksikliklerinden
yararlanarak bu gücü, diğer paydaşların aleyhine kullanmalarının yattığı
açıkça tespit edilmiş olup; çalışmanın girişinde de bahis edildiği gibi çeşitli
uluslararası gelişmiş piyasalarda ulusal mevzuat düzenlemeleri yoluyla
kurumsal yönetim kavramının benzeri krizlerin önüne geçmek amacıyla hukuk
sistemine sokulduğu görülmüştür.
Küresel gelişmeler ışığında mali piyasalarında sık sık kriz ortamının
oluştuğu ulusal ekonomimiz açısından ise para ve sermaye piyasalarımızda
da söz konusu krizlerin önüne geçebilmek için hem para piyasalarında hem de
sermaye piyasalarında kanun koyucu tarafından sorumlu kılınmış öz
düzenleyici otoriteler tarafından kurumsal yönetime, gönüllü olarak yönlendirici
tavsiye kararları ve ön uygulamaların geliştirildiği yada tartışmaya açılan
kanun taslakları yardımı ile mevcut hukuki açığın önüne geçmek için
çalışmalar yapıldığı son zamanlarda görülmektedir. Gelişmelerin para ve
sermaye piyasaları açısından ayrı ayrı incelendiğinde,
1) Para piyasaları açısından bakıldığında özellikle 2001 krizi ile
beraber yönetsel hatalar ve iç ve dış denetimin yetersizliği yüzünden
aralarında Sermaye Piyasası kanunu gereği halka açık olanların da bulunduğu
birçok bankanın yönetim ve denetimi TMSF’ye devredilmiş ve /veya bankacılık
yapma ve mevduat kabul etme izinleri iptal edilmiştir. Emanet edilen
tasarrufların yanlış ve/veya kötüye kullanılması sonucunda risk yönetimi
açısından sıkıntıya düşen ve tabi kamusal denetim yetersizliği dolayısıyla
hızlanan çöküşleri sonucu verdikleri zararlar da mevduat sahipleri ile sınırlı
kalmayıp tüm sisteme yayılmış ve ulusal ekonomiye çok ciddi bir darbe
indirilmiştir.
Tasarruf mevduatının devlet güvencesinde olması nedeniyle hiçbir
suçu olmayan vergi verenlerin sırtına inen ciddi yük de gelişmlerin diğer bir
boyutudur. Ve tabi öte yandan yönetimlerine bırakılan bankalarının batışına
kadar varan sürece mani olamayan profesyonel yönetici ve yönetim
kurulundaki üyelerin hemen hiçbirisi için hukuksal manada bir sorumluluk
takibi yapılamamıştır. Ve aynı uluslararası örneklerinde olduğu gibi
tasarrufçuların sisteme olan güveni ciddi bir şekilde zedelenmiştir. Söz konusu
bu gelişmelerin hemen ardından ‘olmayan devlet tahvilleri’ alım-satımının
üstelik tahvil alım-satım yetkisi bulunmaksızın bazı bankalarca yapılması ve
bunun ortaya çıkmasından sonra yatırımcıların yine ciddi miktarda zarar
görmesi ve devletin bu sefer mali sorumluluğu üzerine almaması ile bahsi
geçen güvensizlik had safhaya ulaşmıştır. Bu noktada mevzuatın topyekün
30
değişmesi amacıyla siyasi irade 4389 Sayılı Bankalar Kanunu’nun yerini
alması için Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) tarafından
hazırlanan ve önce Kredi Kuruluşları Kanunu (KKK) olarak adlandırılmışken
daha sonra Finansal Hizmetler Kanunu (FHK) Tasarısı haline getirilen
metinde, bankaların yönetim ve denetimine ilişkin yeni düzenlemeler yapmış
ve kurumsal yönetim ilkelerinden biri olan yönetim kurullarında bağımsız üye
bulundurulması zorunluluğu da metne eklenmiştir. Buna göre bir önceki taslak
olan KKK taslağında 26. maddenin birinci ve ikinci fıkralarında yer alan hüküm
uyarınca, en az beş kişiden oluşabilecek bir banka YK’nda “Yönetim Kurulu
üyelerinden en az ikisinin bağımsız üye niteliğini haiz olması şarttır” ve ayrıca
“Bağımsız YK üyesininin kendisine bağlı icrai mahiyette faaliyet gösteren bir
birimin mevcut olmaması” gerekir denilmektedir. Öte yandan bağımsız üyenin
“görevlerini layikiyle yerine getirmesine engel olabilecek veya böyle bir şüphe
uyandırabilecek, kuruluş veya hakim ortaklar ya da yöneticiler ile iş, aile veya
diğer yakın akrabalık ilişkisinin bulunmaması zorunludur” denilmek suretiyle de
bağımsızlığın ölçütü belirlenmektedir.
2) Sermaye piyasaları açısından bakıldığında ise öncelikle Sermaye
Piyasası Kurulunun kurumsal yönetim ilkelerini halka açık anonim şirketlerde
yaygınlaştırabilmek için ‘iyi kurumsal yönetim’ adı altında bir kısım ilkeleri
tavsiye amaçlı olarak 2003 senesinde yayınlamış ve Şubat 2005 senesinde de
güncellemiştir. Bahsi geçen tavsiye metnin hazırlanabilmesi için SPK, İMKB ve
Türkiye Kurumsal Yönetim Forumu uzmanları biraraya gelmiş ve birçok
akademisyen kamu kurumu, özel sektör temsilcisi ve meslek örgütünün
görüşleri ışığında bu çalışma tamamlanmıştır.
Söz konusu metin incelendiğinde tespit edilen genel hususlar
aşağıdaki gibidir:
1) İlkelerde yer alan prensiplerin uygulanıp uygulanmaması şimdilik isteğe
baglıdır.
2) İlkelerde yer alan prensiplerin uygulanıp uygulanmadıgına; uygulanmadı ise
buna ilişkin gerekçeli açıklamaya, bu prensiplere tam olarak uymama
dolayısıyla meydana gelen çıkar çatışmalarına ve gelecekte şirketin yönetim
uygulamalarında İlkelerde yer alan prensipler çerçevesinde bir değişiklik
yapma planının olup olmadıgına ilişkin açıklamaya, yıllık faaliyet raporunda
yer verilmesi ve ayrıca kamuya açıklanması gerekmektedir.
3) Sermaye Piyasası Kurulu tarafından yapılacak düzenlemeler çerçevesinde,
kurumsal yönetim derecelendirmesi yapan derecelendirme kuruluşları İlkelerin
uygulanma seviyesini halka açık anonim şirketler açısından saptayacaklardır.
4) İlkelerde yer alan ana prensipler “uygula, uygulamıyorsan açıkla”
prensipleridir. Ancak bu prensiplerin bazıları tamamen tavsiye niteliginde olup;
31
bu prensiplere uyulmadıgı takdirde herhangi bir açıklama yapılmasına gerek
bulunmamaktadır.
5) İlkeler mevcut düzenlemelerin ilerisinde prensipler içermekte olup, mevcut
mevzuatta ve uygulamada kurumsal yönetim konusunda oluşan eksikligi
gidermek ve boşlugu doldurmak amacıyla hazırlanmıştır.
6) İlkeler, ileride mevzuatta yapılacak düzenlemeler için de yol gösterici bir
özellik arz etmektedir.
SPK tarafından duyurulan İlkelerde, uluslararası piyasalarda
kurumsal yönetim kavramının halka açık anonim şirketler tarafından
kullanılmasına yönlendirici mevzuatın yapılandırılmasında tetikleyici olan
finansal skandallardan alınan dersler ışığında olası benzer bir gelişmenin
ulusal sermaye piyasalarımızda önünü almak üzere de çeşitli tavsiyelerin
kaleme alındığı görülmektedir. Bunlardan en önceliklileri Sarbanes – Oxley
yasasında da ayrıntıları ile düzenlenmiş olan denetim işlevinin kurum içi ve
kurum dışı bağımsız denetim kuruluşlarınca yapılması ve yönetim kurullarının
teşkili ile
sorumlulukları konularıdır. Bu hususların İlkelerde nasıl
incelendiğinin tek tek irdelenmesi yerinde olacaktır:
A) Bağımsız denetim kuruluşları ve bu kuruluşlarda istihdam edilen denetim
elemanlarının bağımsızlığı esas olup; bağımsızlık ilkesi; bağımsız denetim
faaliyetlerinin, bağımsız denetçinin mesleki takdir ve tarafsızlığını
zedeleyebilecek nitelikteki herhangi bir ilişki, çıkar veya etkiden azade
yürütülmesini ifade etmektedir. Bu amaçla İlkelerde;
1) Bağımsız denetim kuruluşlarının belirli aralıklarla rotasyona tabi tutulması
gerektiği,
2) Şirket yönetim kurulu tarafından bir bağımsuz denetim kuruluşunun sürekli
ve/veya özel denetimlerde en çok 5 hesap dönemi için seçilebileceği,
3) Şirketin aynı bağımsız denetim kuruluşu ile yeniden sürekli ve/veya özel
denetim sözleşmesi imzalayabilmesi için en az 2 hesap döneminin geçmesi
zorunlu olduğu,
4) Bağımsız denetim faaliyeti ile danışmanlık faaliyetlerinin birbirinden ayrı
olduğu,
5) Bağımsız denetim kuruluşları ve bu kuruluşlarda istihdam edilen denetim
elemanları ile diger personelin bağımsız denetim hizmeti verdikleri şirketlere,
bağımsız denetim hizmeti verdikleri dönemde, bedelli veya bedelsiz olarak
danışmanlık hizmetleri veremeyecekleri,
6) Bağımsız denetim kuruluşunun yönetim veya sermaye bakımından
doğrudan ya da dolaylı olarak hakim bulunduğu bir danışmanlık şirketi ve
32
çalışanlarının, bağımsız denetim kuruluşunun hizmet verdigi şirkete, aynı
dönem için danışmanlık hizmeti veremeyeceği ve bu kapsama, bağımsız
denetim kuruluşunun gerçek kişi ortakları ve yöneticileri tarafından verilen
danışmanlık hizmetlerinin de dahil olduğu açıkça belirtilmiştir.
B) Yönetim kurulunda yer alan bağımsız üyelerin, şirketin, pay ve menfaat
sahiplerinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutabilme ve kararlarda tarafsız
olabilme avantajına dogal olarak sahip oldukları kabul edildiğinden bahis
edilerek bağımsız üyelerin yönetim kurulunda çogunlukta bulunması, bir
şirkette kurumsal yönetimin doğru ve tarafsız olarak uygulanmasının önemli
unsurlarından bir tanesi olduğu vurgulanmakta olup; Yönetim kurullarının
teşkili ve işlevlerine ilişkin esaslar sıralanmıştır.
Öte yandan yine şirket yönetim kurulları ile ilgili olup; ‘uygula, uygulamıyorsan
açıkla’ tipinden ziyade sadece tavsiye olarak belirtilen ilkeler de şöyledir:
1) Şirketin iflası halinde; iflasın istenmesinden önceki son üç yıl içinde her ne
ad altında olursa olsun hizmetlerine karşılık aldıkları ve emsallerine göre bariz
derecede farklı olan maddi menfaatin fazla olan kısmının şirkete iade edilmesi,
2) Yönetim kurulu üyelerinin, şirkette göreve başlamadan önce, mevzuata,
esas sözleşmeye, şirket içi düzenlemelere ve oluşturulan politikalara
uyacaklarını ve uymadıkları takdirde şirketin, pay ve menfaat sahiplerinin bu
nedenle uğrayacakları zararları müteselsilen karşılayacaklarını yazılı olarak
beyan etmeleri,
3) Yöneticiler, görevlerini gereği gibi yerine getirmemeleri nedeniyle şirketin ve
üçüncü kişilerin uğradıkları zararları tazmin ederler.
4) Şirketin menfaatlerini korumak için yöneticilerin görevden ayrılmaları
durumunda şirketin rekabet ettigi başka bir şirkette belli bir süre çalışmayacağı
ve bu hükme uyulmaması halinde uygulanacak yaptırımların sözleşme
maddelerinde belirtilmelidir.
Öte yandan öz düzenleyici bir örgüt olarak İstanbul Menkul Kıymetler
Borsası da, SPK’nın Kurumsal Yönetim İlkeleri ışığında İMKB’de işlem
görmekte olan halka açık anonim şirketleri söz konusu ilkeleri uygulama
yönünde desteklemek için bir Kurumsal Yönetim Endeksi hesaplama
çalışmalarına başlayarak; endeksin kurallarını ve nasıl çalışaçağı belirlemiş ve
İMKB Kurumsal Yönetim İlkeleri Temel Kuralları adlı bir metni yayınlamıştır.
Buna göre,
1) SPK tarafından yetkilendirilerek derecelendirme kuruluşları listesine alınan
derecelendirme kuruluşlarınca yapılan kurumsal yönetim ilkelerine uyum
derecelendirmesinde, bir bütün olarak tüm ilkelere uyum notu en az 6 olan ve
IMKB pazarlarında (Gözaltı Pazarı hariç) işlem gören şirketlerin hisse senetleri
33
derecelendirme notunun Borsa’ya bildirildiği günü takip eden iş gününde
endekse alınacağı belirtilmiştir.
2) Endeksin, endekse alınma kriterlerini sağlayan şirketlerin sayısının 5’e
ulaşması halinde Borsa Günlük Bülten’inde yapılan duyurudan 1 hafta sonra
hesaplanmaya başlanacağı ve IMKB Ulusal-100 endeksinin ilan edilen en son
değerinin Endeksin başlangıç değeri olarak alınacağı ifade edilmiştir.
3) Fiyat endeksinin seanslar süresince, getiri endeksinin seanslar sonunda
hesaplanıp ilan edileceği de açıklanmıştır.
Görüldüğü üzere İMKB, ulusal sermaye piyasalarımızın tek düzenli menkul
kıymetler borsası olarak kurumsal yönetim ilkelerinin ilgi çekmesi ve şirketlerce
benimsenmesi için gelişmiş borsalardaki örneklerine benzer bir adım atmıştır.
4. OECD VE SPK KURUMSAL YÖNETİM İLKELERİNE BAKIŞ
OECD’nin 1999 yılında Kurumsal Yönetim İlkelerini yayınlamasının
ardından bu ilkeler Türkiye’de yankı bulmuş, çokuluslu ve küresel şirketlerle
entegrasyonu sürekli artan ekonomik sistem içerisinde Kurumsal Yönetim
İlkelerine olan ihtiyaç artmıştır. SPK 2003 yılında kurumsal yönetim alanındaki
bu boşluğu doldurma amacıyla “Kurumsal Yönetim İlkeleri”ni yayınlamıştır.
OECD Kurumsal Yönetim ilkeleri’nin temel alındığı çalışma Türkiye’nin yasal
ve ekonomik niteliklerini de göz önüne alarak yeni bir metin olarak yeniden
üretilmiştir. OECD’nin ve SPK’nun yayınlamış olduğu Kurumsal Yönetim
İlkeleri’ne bakıldığında her iki metnin fonksiyonunun temelde benzer olmasına
rağmen içeriğinde bir farklılık olduğu görülmektedir. OECD Kurumsal Yönetim
İlkeleri temelde iki bölümden ve 12 başlıktan oluşmaktadır. Buna karşılık 2003
yılında hazırlanan ve kamuoyuna sunulan SPK Kurumsal Yönetim İlkeleri 4
farklı bölüm altında 27 başlığı barındırmaktadır. Tablo 1’de her iki kurumun
yayınladığı Kurumsal Yönetim İlkelerinin genel görünümü sunulmuştur.
34
ve paylaşılması gerektiğini vurgulamıştır. Özellikle değer yaratma temelinde
düşünülen bilgi paylaşımı Kurumsal Yönetim İlkeleri içerisinde pay sahiplerinin
bilgilendirilmesi amacına hizmet eden bir fonksiyonu üstlenmektedir. Ancak
yönetim teorisindeki bilgi paylaşımı yaklaşımının yükselişine paralel olarak
Kurumsal Yönetim İlkeleri içerisinde bilgi paylaşımına özel vurgu yapılması
anlamlıdır. Metin içerisinde yapılan sıklık analizinde 88 kez bilgi kelimesinin
geçtiği tespit edilmiştir.
Tablo : “Pay Sahipleri” Bölümündeki Yönetsel Konuların Sıklık
Analizi
Bilgi
Bilgilendirme
Bilgi Alma/Bilgi alma hakkı
Bilgi verme
88
20
10
2
Yönetim teorisinde son yıllarda öne çıkan bir diğer konuda örgütlerde
demokrasi kültürünün gelişmesiyle birlikte katılımcılığın artmasıdır. İş
çevresinde örgütlerin içsel ve dışsal paydaşlarla entegrasyona gitmesinin
gerekliliği nesnel bir gerçek haline gelmiştir.
Bölüm : Kamuyu Aydınlatma ve Şeffaflık
Kurumsal yönetim İlkeleri içerisindeki “kamuyu aydınlatma ve şeffaflık”
bölümü altında özellikle finansal tabloların ilgili tüm kullanıcılara sunulması ve
“Kamuyu aydınlatma ve şeffaflık” bölümü içerisindeki yönetsel konulara
bakıldığında şirketin yönetsel, finansal ve hukuki durumuyla ilgili bilgilendirme
öne çıkmaktadır. Bu çerçevede şirketin yönetsel uygulamaları ve politikaları
hakkında pay ve menfaat sahiplerini bilgilendirme, kamuoyuna yönetsel
politikaları ilan etme konusu vurgulanmaktadır. Pay ve menfaat sahipleri için
şirketin ulaşılabilir olması adına “”şirkete ait internet sitesinin” kullanılması, son
yıllarda işletmelerde bilişim/iletişim teknolojilerinin artan önemine paralel
olarak metin içerisinde yer almıştır.
Son yıllarda yönetim teorisinde “dinamik denge” kavramı sıklıkla
kullanılmaktadır. İşletmenin çevrede meydana gelen değişimlere tepki vermesi
ile bazı değişiklikleri uygulamaya koyması yeni bir denge durumuna geçişi
işaret etmektedir. Bunu sağlamada çevreden elde edilen bilgi akışı son derece
önemlidir. Ancak işletmenin dinamik denge koşullarını sağlaması, çevrede
meydana gelen değişimlere verdiği tepkilerin çevreye sunulması adımıyla
tamamlanmaktadır. Bu noktada metinde yer alan “periyodik tablo ve raporlar”
dinamik denge sürecinin bir parçası olarak ele alınabilir.
Ayrıca “periyodik tablo ve raporlar” yoluyla çevreye bilgi sunulması,
sektörlerin sağlıklı gelişimlerinin sağlanmasında önemli bir işlev görmekte,
37
sektördeki kurumsal davranış ve uygulamaların benimsenmesine yardımcı
olmaktadır.
1. Bölüm : Menfaat Sahipleri
Bu bölüm altında öne çıkan yönetsel konu işletmenin insan kaynakları
politikasının oluşturulması ve duyurulmasıyla ilgilidir. Yeni ortaya çıkan
sektörlerin özellikle bilişsel yetenek ve becerilere bağlı olduğu ve takım
çalışmalarının önem kazandığı yeni iş çevresinde, Kurumsal Yönetim ilkeleri
içerisinde de bu eğilimin yansımaları görülmektedir. “Katılımcı bir yönetim
ortamının oluşturulmasını teminen, şirketin finansal imkanları, ücret, eğitim,
sağlık gibi konularda çalışanlara yönelik bilgilendirme toplantıları yapılarak
görüş alışverişinde bulunulur.” Cümlesi ile şeffaf ve katılımcı yeni yaklaşımın
şirketlerde yaygınlaştırılması hedeflenmektedir.
SPK Kurumsal Yönetim İlkelerinde insan kaynakları yönetimine
“Çalışanlar için güvenli çalışma ortam ve koşulları sağlanır ve bu ortam ve
koşullar sürekli iyileştirilir.” Cümlerisyle vurgu yapılmaktadır. OECD KYİ ise
kurumsal yönetimin çalışanların katılımını sağlayacak bir ortamın
oluşturmasında temel faktör olması gerektiğini “kurumsal yönetim, çalışanların
katılımı açısından performans geliştirici mekanizmaların oluşturulmasına izin
vermelidir.” ifadesiyle vurgulamaktadır. Bu noktada OECD kurumsal yönetim
ilkelerinin ilkelerin kendisine biçtiği rol ortaya çıkmaktadır.
Son yıllarda teknolojik gelişmeler örgütsel süreçleri yoğun bir şekilde
etkilemiş ve örgütlerde bilişim ve iletişim teknolojileri kullanımı konusu güncel
konulardan biri haline gelmiştir. Sanal ve şebeke organizasyonlar, e-ticaret
gibi kavramların teoride ve pratikte daha sık kullanılır hale gelmesi işletmeleri
bilişim ve iletişim teknolojilerinden yararlanma konusunda çaba göstermeye
sevk
etmiştir.
Kurumsal
yönetim
ilkeleri
içerisinde
“kamunun
aydınlatılmasında, şirkete ait internet sitesi aktif olarak kullanılır” ibaresi, bu
iletişim teknolojisine bir fonksiyon yüklendiğini göstermekte ve bilişim ve
iletişim teknolojilerinin yayılımını desteklemektedir.
2. Bölüm : Yönetim Kurulu
“Yönetim Kurulu” bölümü SPK Kurumsal Yönetim İlkeleri içerisinde
yönetim teorisi ve uygulamalarıyla ilgili konuların yoğunlaştığı bölümdür. İlk üç
bölümde 94 kez geçen “yönetim” kavramına “Yönetim Kurulu” bölümünde 217
kez yer verilmiştir. Bu bölümde yönetimin niteliğine odaklanılmış, yönetim
kurulunun yapısı ve işleyişine ait ilkeler geliştirilmiştir.
38
Tablo : “Yönetim Kurulu” Bölümündeki Yönetsel Konuların Sıklık
Analizi
Yönetim
Yönetim Kurulu
Strateji/Stratejik
Karar Alma
217
187
6
3
Bu bölüm içerisinde “Yönetim Kurulu” kavramı temelinde “yönetim”in
özellikle izleyici, belirleyici ve denetleyici rolü
ön plana çıkarılmıştır.
Yukarıdaki tabloda görüldüğü gibi yönetim faaliyetlerinin stratejik yönüne
yeterli vurgu yapılmamış, karar alma rolü öne çıkarılmamıştır. Metnin 44.
sayfasında Yönetim Kurulu’nun yerine getireceği görev ve üstleneceği
sorumluluklar başlığında 11 temel görev ve sorumluluk sıralanmış bunların ise
hepsi şirketi içsel bir bakış açısıyla ele almıştır.
Ayrıca bir işletmenin yönetim faaliyetlerini oluşturan 5 temel fonksiyon
olan planlama, örgütleme, yöneltme, koordinasyon ve denetim
fonksiyonlarından denetleme özellikle öne çıkmış, planlama ve koordinasyon
fonksiyonuna kısmen yer verilmiştir.
Ayrıca OECD Kurumsal Yönetim İlkeleri içerisinde “Etkin Kurumsal
Yönetim Çerçevesi Temelinin Tesisi” şeklinde bir başlık yer almış ve bu başlık
“Kurumsal yönetim çerçevesi, şeffaf ve etkin piyasaları teşvik etmeli,
kanunlara uygun olmalı ve farklı denetim, düzenleme ve yürütme erkleri
arasında sorumluluk dağılımını açıkça yapmalıdır.” cümlesiyle sunulmuştur.
Bu noktada OECD Kurumsal Yönetim İlkelerinin Kurumsal Yönetim
uygulamalarını yerleşik kurumsallaşmış uygulamalarla uyumlaştırarak
meşruiyet sağlaması gerektiğini öne çıkarmaktadır. Bu yönüyle OECD
Kurumsal Yönetim İlkeleri içerisinde yer alan içerisinde “Etkin Kurumsal
Yönetim Çerçevesi Temelinin Tesisi” başlığı ülkeler için normatif nitelik
taşımaktadır.
OECD ve SPK Kurumsal Yönetim İlkeleri arasındaki bir diğer temel
ayrışma yönetim kuruluna atfedilen rolde ortaya çıkmaktadır. OECD Kurumsal
Yönetim İlkelerinde yer alan “Kurumsal Yönetim çerçevesi, şirketin stratejik
rehberliğini, yönetim kurulu tarafından yönetimin etkin denetimini ve yönetim
kurulunun, şirkete ve hissedarlara karsı hesap verme yükümlülüğü taşımasını
sağlamalıdır.” ifadesi kurumsal yönetimin stratejik bir yaklaşım olduğunu
vurgulamaktadır. SPK Kurumsal yönetim ilkeleri ise Yönetim Kurulunun
“stratejik karar alma” rolünü öne çıkarmıştır. Buradaki temel ayrım OECD KYİ,
yönetim kuruluyla beraber ilkelere stratejik önem verirken SPK KYİ sadece
yönetim kurulunun görevini stratejik seviyede olduğunu belirtmektedir.
39
6.
Kurumsal yönetim ilkeleri İçerisinde Finansal Ve Yönetsel
Konulara İlişkin Tartışma
Yönetim teorisinde meydana gelen gelişmeler paralelinde yukarıda
sunulan içerik analizine ilişkin bulgulara bakıldığında bazı hipotezler üretmek
ve bunları tartışmak mümkündür.
Hipotez 1
: Yeni yönetim yaklaşımları ve uygulamaları kurumsal
yönetim ilkeleri içerisindeki yönetsel konuları şekillendirmiştir. Yeni yönetim
uygulamalarının ve modaların makro ekonomik anlamda ekonomik aktörler ve
mikro anlamda işletmeler için bir reçete şeklinde sunulduğu görülmektedir.
Özen (2002) modaların ve popüler yönetim pratiklerinin hem işletmelerin
davranışlarında, hem yasaların oluşturulmasında etkili olduğuna işaret
etmektedir. SPK kurumsal yönetim ilkelerine bakıldığında yönetim teorisindeki
yeni konulara ve pratiklere ilişkin bir çok husus bulmak mümkündür. Bu
hususlar, hem metnin OECD KYİ temelinde geliştirilmesi ve OECD KYİ’nin
küresel yönetim bilgisi pazarından etkilenmesi dolayısıyla, hem de SPK’nın
yerel yönetim bilgisi pazarındaki bilgi ihtiyacını karşılaması/pekiştirmesi
sebebiyle ortaya çıkmaktadır.
Hipotez 2
:Türkiye’de diğer moda yönetim kavramları gibi
“Kurumsal Yönetim” kavramı da işletmelerin başarısı için bir gereklilik şeklinde
sunulmaktadır. İşletme teorisi ve özel olarak yönetim teorisi bir çok yeni
uygulamayı üreten ve küresel yönetim bilgisi pazarında hızla yayan bir niteliğe
sahiptir. Yönetim teorisinde oldukça popüler olan konular geçmişe ilişkin
deneyimlerden oluşan kuramlardan değil, daha çok ileriye ilişkin başarı
reçetelerinden oluşmaktadır. Bu nitelikteki konuların danışmanlık sektörünün
gelişimiyle paralellik sergilemesi de dikkat çekisidir. Kurumsal Yönetim
kavramı da gerek TÜSİAD’ın Kurumsal Yönetim Çalışma Grubu oluşturması
ve yayınlarıyla bu çerçeveyi desteklemesi, gerek Kurumsal Yönetim
Derneği’nin yerel altyapın oluşturulmasında misyon üstlenmesi ve gündem
oluşturması, gerekse SPK’nın yasal bir metni “düzenleyici bir norm” olarak
ekonomik/hukuki çevreye sunması ile şirketler için bir başarı ölçütü olarak
algılanır hale gelmiştir.
Hipotez 3
:Kurumsal Yönetim İlkeleri yönetsel süreçler yerine
yapılara odaklanmaktadır.
SPK Kurumsal Yönetim ilkeleri işletmelerin
yönetsel süreçlerine ilişkin düzenlemelerinde süreçler yerine, organizasyon
yapısı, rollerin ve sorumlulukların tanımlanması gibi “yapısal” öğelere
odaklanmaktadır. Yapısal öğelerin öne çıkmasının temelinde ise hukuki
boyutun tanımlanmasında “somuta indirgeme çabası”nın ve şirket süreçlerinin
mekanik bir süreç olarak düşünülmesinin etkili olduğu akla gelmektedir.
40
7.
SONUÇ
Türkiye’de geçtiğimiz 10 yıl içerisinde “Kurumsal Yönetim” konusunda
bir çerçeve oluştuğu görülmektedir. Kurumsal Yönetim alanındaki gerek teorik
çalışmalar, gerekse uygulamalar sürekli artmış SPK’nun temelde borsada
işlem gören şirketler için yayınladığı Kurumsal Yönetim İlkelerinin yasal bir
nitelik kazanmasıyla konu önemini daha da artırmıştır. Kurumsal Yönetim
İlkelerindeki yönetsel ve finansal öne çıkan konuları Türkiye bağlamını dikkate
alarak inceleyen bu çalışmada temelde bu alandaki literatür birikimine katkıda
sağlamak ve sonraki çalışmalara rehber olmak amacıyla bir takım hipotezler
üretmiş ve bunlar tartışılmıştır.
Kurumsal yönetim ilkeleri metni üzerinde gerçekleştirilen içerik analizi
temelinde ortaya çıkan finansal ve yönetsel konulara bakıldığında; genel
işletme teorisiyle beraber finansal ve yönetsel yazındaki gelişmelerin ve
akımların metne nüfuz ettiği ortaya çıkmaktadır. Özellikle işletmenin iç ve dış
çevresinde yer alanlarla en üst düzeyde etkileşime vurgu yapan yönetişim
kavramı temelinde ortaya çıkan Kurumsal Yönetim İlkeleri’nde finans ve
yönetim teorisinin güncel konularının ve sorunlarının yer aldığı görülmektedir.
41
TEMEL KAYNAKLAR
FEAS Best Practices for the Development of Stock Exchanges in
Transition Economies, 1999, Page: 20
Finansal Hizmetler Kanunu Tasarısı taslağı
Frank J. Navran, 2004, Corporate Social Responsibility: A New
Standart, www.navran.com
GÖKÇE, O.; 2001; İçerik Çözümlemesi, Konya Selçuk Üniversitesi
Yaşatma ve Geliştirme Vakfı.
GÜRBÜZ O., 2005, Kurumsal Yönetim: Ülkemizdeki Düzeyine
İlişkin Değerlendirmeler, İSMMMO I. Uluslararası Muhasebe Denetimi
Sempozyumu, Antalya, www.ismmmo.org.tr
HOSKISSON R. E., YIU D., KIM H., 2004, Corporate Governance
Systems: Effects Of Capital And Labor Market Congruency On Corporate
İnnovation And Global Competitiveness, Journal of High Technology
Management Research 15, pp. 293–315
International Business Ethics Institute, Business Ethic Premier, www.
business-ethics.org
İBİŞ C., 2005, Finansal Raporlamada kullanıcıların Beklentileri ve
Uygulamada Bunların Karşılanma düzeyi konusunda Yeniden Yapılanma,
İSMMMO I. Uluslararası Muhasebe Denetimi Sempozyumu, Antalya,
www.ismmmo.org.tr
İMKB Kurumsal Yönetim Endeksi Temel Kuralları, 2005
KAYACAN M., 2005, Anonim Şirketlerin Sosyal Sorumlulukları ve
Etik Değerler, İSMMMO I. Uluslararası Muhasebe Denetimi Sempozyumu,
Antalya, www.ismmmo.org.tr
KULA V., 2005, Kurumsal Yönetim: Hissedar Korunması Uygulamaları
ve Türkiye Örneği, Yayımlanmamış Kitap
LUO Y. 2005, Corporate Governance And Accountability In
Multinational Enterprises: Concepts And Agenda, Journal of International
Management, 11, pp. 1– 8
OECD Kurumsal Yönetim İlkeleri, 1999 (2004)
OOGHE H, 2002, Tine De Langhe; “The Anglo-American Versus the
Continental European Corporate Governance Model: Empirical Evidence of
Board Composition in Belgium”, European Business Review, Volume: 14,
Number: 6, Page: 437 – 449
POTTS S., 2003, Ethics and Corporate Governance, Ethics
Resource Center, www.ethics.org
RAYMAN-BACCHUS
L.,
2003,
“Contextualising
Corporate
Governance”, Managerial Auditing Journal, Volume: 18, Number: 3, Page:
180 – 192
Sarbanes Oxley Yasası, 2002
42
SIMMONS J., 2004, “Managing in the Post-managerialist Era: Towards
Socially Responsible Corporate Governance”, Management Decision,
Volume: 42, Number: 3, Page: 601 – 611
SLOAN R., 2001, Financial Accounting And Corporate Governance:A
Discussion, Journal of Accounting and Economics 32 pp. 335–347
SPK Kurumsal Yönetim İlkeleri, 2003 (2005)
TAVŞANCIL, E., ASLAN A.. E.; 2001, İçerik Analizi ve Uygulama
Örnekleri, İstanbul: Epsilon.
43
KÜRESEL MALİ PİYASALARDA ‘KURUMSAL YÖNETİM’
KAVRAMININ GELİŞİMİ VE ÜLKEMİZE YANSIMALARI1
Dr. Murad KAYACAN
İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB)
Eğitim ve Yayın Müdürü
[email protected]
“Kurumsal Yönetim” kavramı son yıllarda hem literatürde hem de
uygulama da sıkça vurgu yapılan bir kavram olma özelliğini taşımaktadır.
Bilindiği üzere uluslararası alanda OECD’nin 1999 yılında, ulusal alanda ise
SPK’nın 2003 yılında yayımlamış olduğu “Kurumsal Yönetim İlkeleri”,
şirketlerin paydaşlarıyla olan ilişkilerini çerçeve olarak kabul ederek toplumsal
faydanın azamileştirilmesi hususuna odaklanmıştır.
Uluslararası alanda Barings Bank (1995) ya da Sumitomo Bank (1997)
örneklerinde mikro seviyede gözlemlediğimiz kriz oluşumları, Avrupa Para
Krizi (1992-93), Meksika Krizi (1994-95), Güneydoğu Asya Krizi (1997-98),
Rusya Krizi (1998) ve Brezilya Krizi (1999) örneklerinde de krizlerin sistemikliği
ile dikkat çekmiştir. Önce bir şirket ardından şirketin içinde bulunduğu sektör
ve hemen akabinde tüm ulusal ekonomiye sirayet eden sistem bazlı krizler, en
sonunda ülkelerin içinde bulunduğu coğrafya ve hatta ticaret yapılan dünyanın
diğer ucundaki diğer coğrafyalara da bulaşabilmektedir.
Bu gelişmeler nedeniyle son on yıl içerisinde ekonomi ve finans
alanında oluşturulmuş OECD, IMF, IOSCO gibi uluslararası dayanışma
örgütleri öncülüğünde kural koyucu ve düzenleyici ulusal otoritelerin kendi
hukuksal alanlarında tüm küresel ekonomiyi yaralama potansiyeli olan benzer
finansal fiyaskoları daha şirket seviyesinde öngörüp durdurabilmek için çeşitli
tavsiye kararları almaya başladığı gözlemlenmektedir.
Anahtar Kelimeler:
Finansal Kriz, Paydaşlık, Anonim Şirket Sosyal Sorumluluğu, Kurumsal
Yöneti(şi)m
1
Bu çalışma Kurumsal Araştırmalar Serisinin 4 nolu yayını ve Sermaye Piyasası Kurulu
Yayınları No:196 olarak Kurumsal Şirket Yönetimi: İyi Şirket Yönetimi için Kurallar ve
Kurumlar adıyla Nisan 2006 tarihinde basılan ortak yazarlı kitapta yer almaktadır.
44
Giriş
“Kurumsal Yönetim” kavramı son yıllarda hem literatürde hem de
uygulama da sıkça vurgu yapılan bir kavram olma özelliğini taşımaktadır.
Kurumsal yönetim ilkeleri ilk olarak, OECD’nin 27-28 Nisan 1998’deki
toplantısında hükümetler, ilgili diğer uluslararası kuruluşlar ve özel sektör
temsilcileri ile birlikte, ilgili bir dizi yeknesak ve yol gösterici ilke geliştirilmesi
çağrısının yapılmasıyla mali piyasalar gündemine oturmuştur. Özellikle ABD
ve Avrupa’da ardı ardına yaşanan mali fiyaskolardan sonra da hemen tüm
ulusal piyasalarda mali piyasa otoritelerince özel önem verilen bir kavram
olmaya başlamıştır. Gelişmiş uluslararası piyasalarda son zamanlarda oluşan
temayülle aynı doğrultuda olmak kaydıyla ulusal sermaye piyasalarımızda da
geçtiğimiz yıllar içerisinde “Kurumsal Yönetim” konusunda bir çerçeve
oluştuğu gözlemlenmektedir.
Bilindiği üzere uluslararası alanda OECD’nin 1999 yılında, ulusal
alanda ise SPK’nın 2003 yılında yayımlamış olduğu “Kurumsal Yönetim
İlkeleri”, şirketlerin paydaşlarıyla olan ilişkilerini çerçeve olarak kabul ederek
toplumsal faydanın azamileştirilmesi hususuna odaklanmıştır.
Ulusal sermaye piyasalarımızda tüm paydaşlar açısından bahsi geçen
ilkelerin yakın zamanda daha da artan bir yönlendirici etkisinin olacağı,
uluslararası alanda başarılı örnekleri görülen Kurumsal Yönetim Endeksinin bir
benzerinin 2005’in başından itibaren İMKB bünyesinde yapılandırılmaya
çalışılması ile ortaya çıkmıştır.
Öte yandan Ocak 1957’den beri ulusal ticaret hayatımızı düzenleyen
Türk Ticaret Kanunu’nda, son günlerde hızlanan tadilat çalışmalarının ürünü
olan taslak metinlere bakıldığında birçok noktada Kıta Avrupası hukuku
yapısından sıyrılınarak daha ziyade Anglo Sakson hukuku hükümlerinin
benimsenmeye başlandığı görülmektedir. TTK’nda tadilat taslağı hazırlamakla
yükümlü Komisyondan çıkan taslak metinlerde kurumsal yönetim ilkelerinin
çeşitli hükümlerde kendini göstermesi ulusal finans piyasalarımız açısından
önemli bir dönüşümün de bizatihi habercisi olmuştur.
Benzeri bir gelişmeyi şu an yürürlükte olan 4389 sayılı Bankalar
Kanunu yerine ikame edilecek ve TBMM Plan Bütçe Komisyonundan geçmiş
olan ‘Kredi Kuruluşları Kanunu’(KKK) ya da sonraki adıyla Finansal Hizmetler
Kanunu (FHK) taslağında da görmekteyiz.
Literatürde ‘Kurumsal Yönetim’
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), 1999 yılındaki
raporunda kurumsal yönetimi, şirketlerin yönlendirildiği ve kontrol edildiği
sistem olarak tanımlayıp ve şirket yönetimi, yönetim kurulu, hissedarlar ve
45
diğer çıkar grupları arasındaki ilişkiler dizisini içerdiğini vurgularken Dünya
Bankası yine aynı sene çıkardığı raporunda bir kurumun beşeri ve mali
sermayeyi çekmesine, etkin çalışmasına ve böylece ait olduğu toplumun
değerlerine saygı gösterirken uzun dönemde ortaklarına ekonomik değer
yaratmasına imkan tanıyan her türlü kanun, yönetmelik, kod ve uygulamalar
olarak kurumsal yönetimi tanımlamıştır.
Uluslararası yazında yapılacak bir literatür taramasında güncel
çalışmaların dikkati çekmekte olduğu görülebilecektir. Bunlar arasında Luo
(2005)’nun kurumsal yönetimi, işletmenin stratejik yönlendirmesini ve
performansını açıklayan ve kontrol eden, şirket ve paydaşları arasındaki
ilişkiler bütünü şeklinde açıklamakta olduğu dikkati çekmektedir. Ayrıca
Hoskinson, Yiu ve Kim (2004)’in çalışmalarında yönetişim kavramının bir
sistem olarak küresel arenada rekabet avantajına yol açabileceğine işaret
ettikleri görülmektedir. Öte yandan Sloan (2001)’un ise kurumsal yönetim
yaklaşımının, işletmenin yönetimsel ve finansal alanları arasındaki ayrılıkların
yarattığı performansı zedeleyen problemlerin çözülmesini destekleyen bir
mekanizma olarak tanımladığı görülmektedir.
Temel hukuk sistemlerinde yerleşmiş olan kurumsal yönetim
yaklaşımları açısından yapılan bir literatür taramasında ise gerek Anglo
Sakson gerekse de Kıta Avrupası hukuk sistemlerindeki temel anlayışları ele
alan çalışmalara rastlanıldığı gibi dünyadaki kurumsal yönetim uygulamalarını
daha değişik şekilde bölütleyen çalışmalar da mevcuttur. Weimer ve Pape
(1999)’ın yapmış olduğu sınıflamaya göre kurumsal yönetim sistemlerini dört
ana bölüme ayırmak mümkündür: Anglo-sakson, Alman, Latin ve Japon
sistemleri. Ya da Öztürk (2004)’ün belirttiği gibi Gelişmiş Piyasalar (Aglo
Sakson ve Kıta Avrupası sistemleri) ve Gelişen Piyasalar Sistemi ayrımı ile ele
alınabilmektedir. Bu yaklaşımda gelişen piyasalar sistemi, piyasaların çoğu
zaman etkin çalışmadığı, yasaların geri planda kaldığı, şirket hisselerinin
büyük bir kısmının ailelerin elinde bulunduğu ve küçük hissedarların haklarının
yeterince korunamadığı bir sistem olarak tanımlanmakta olup; kurumsal
yönetimde de ciddi bir zafiyet söz konusudur.
Sermaye piyasalarının gelişmiş olduğu Amerika ve İngiltere’de
şekillenen Anglo Sakson sistemindeki kurumsal yönetim anlayışına ilişkin
Mirze ve Ülgen (2004)’in çalışmasında hissedar temelli bir bakış açısının
benimsenmiş olduğu ve yönetimin hissedarların çıkarları ve amaçlarına hizmet
etmesi gerektiği vurgulanmıştır. Ayrıca bu sistemde rekabet ve piyasa
koşullarının, şirket yöneticilerini hissedarların çıkarları doğrultusunda hareket
etmeye zorlayacağı varsayımı mevcut olduğu gibi hissedarların temsilcileri
olan yönetim kurullarının, üst yönetimin şirketi hissedarların talep ve
beklentilerine uygun yönetip yönetmediğini denetlemekle sorumlu olduğu da
vurgulanmaktadır. Bu sistemdeki kurumsal yönetim anlayışında karlılığın
hissedarların en önemli beklentisi olduğu öngörüldüğü için yönetimin temel
46
amacının da pay başına karı artırmak olduğu da altı çizilmesi gereken bir
husus olarak değinilmektedir.
Kıta Avrupası hukuk sisteminde ise kurumsal yönetim anlayışına ilişkin
olarak Millstein (1998)’ın çalışmasında Kıta Avrupasının çoğunda olduğu gibi
Japonya’da da geçerli olan anlayışa göre anonim şirketlerin idaresinde ve
faaliyetlerinde kar elde etme ve bu karı pay sahiplerine dağıtmanın yanında
tüm paydaşların haklarının korunması, paydaşların talep ve beklentilerinin
karşılanması ve bu nedenle de şirketlerin paydaşları ile iletişim ve etkileşiminin
sağlanması ifade edilmektedir. Bu bakış açısı hissedarlar kadar firma için
değer yaratan tüm paydaşların katkısını göz önüne almayı da vurgulamakta
olup; şirketlerin topluma karşı bir takım sosyal sorumlulukları yerine getirmesi
gerektiğinin de altını çizmektedir.
Kurt ve Kayacan (2005) tarafından yapılan çalışmada ise kurumsal
yönetim kavramının neden ve nasıl doğduğunun algılanabilmesi için batı tipi
kapitalist ekonomilerinin temel oyuncusu olan ve özel müteşebbis tarafından
kurularak işletilen şirketler ile paydaşlar genel ismi ile altında anılan ve
birbirinden ayrı ekonomik taraflar olan sermayedar, yönetim, çalışanlar,
tüketici, tedarikçi, devlet ve öte yandan toplum arasında mevcut ilişkilerden
özellikle sermayedar, yönetim, çalışanlar ve toplumla arasındaki ilişkilerin
mercek altına alınmasında yarar olduğu vurgulanarak özellikle de toplum ile
şirketler arasındaki ilişkinin irdelenmesinin gerekliliğinin altı çizilmiştir.
Yine Kurt ve Kayacan (2005) tarafından yapılan çalışmada kurumsal
yönetim kavramının iyi analiz edilebilmesi için günümüzde etkisini iyice
hissettiren küreselleşme olgusunun algılanması ve bu nedenle hemen tüm
ulusal pazarlarda rekabetçi olmaya çalışan uluslararası ve çok kültürlü
şirketlerin mal ve hizmet üretimi yaptıkları toplumla ilişkilerinde dikkat ettikleri
temel ilkelerin incelenmesinin önem arz etmekte olduğu ve ‘iyi yönetişim’in bu
temel ilkelerden birisi olduğu da işaret edilmektedir.
Öte yandan küreselleşmenin tüm dünyayı tek bir pazar haline
getirmesi, artan rekabet ve ulusal hükümetlerin uluslar üsütü şirketlere baskısı
ile ortaya çıkmış olan ve ‘anonim şirketlerin sosyal sorumluluğu’ kavramında
ifadesini bulan; üretim yapılan ülkenin beşeri sermayesi ile diğer yer üstü ve
yer altı kaynaklarının kullanımına karşılık olarak toplumsal bazı taleplerin
şirketlerce karşılanması manasında gündeme yerleşen temel ilkelerin
aşağıdaki şekilde sıralanabileceği belirtilmektedir (Kayacan, 2005: 6-8):
Küresel Hukuki Uygunluk
Etik İş Uygulamaları
Fesat Karıştırmanın Önlenmesi ve Şeffaflık
İyi Yönetişim
Sağlık, Güvenlik ve Çevresel Şartların Korunması
47
Farklı Kültürlere Saygı
İnsan Hakları
Yerel Toplum Tarafından Kabul Görme
Çocuk İşgücü Çalıştırma Dahil Çalışma Standartları
Kanunun Uygulanması
Sürdürülebilir Gelişme
Serbest Piyasa Ekonomisi ve Yapılarının Toplumsal ve Siyasi
Sistemlerin Demokratikleştirilmesi ile Desteklenmesi
Bekçioğlu ve Ak (2005) ise uygulamada genel olarak iktisadi, siyasi ve
idari olarak sıralanabilen kurumsal yönetim çeşitlerinin her birinin bünyesinde
bulundurması gereken temel unsurlar inceleyerek; i) katılım, ii) hukuki devlet
iii) şeffaflık, iv) duyarlılık, v) işbirliği, vı) adalet, vii) etkinlik ve verimlilik,
viii) sorumluluk, ix) stratejik vizyon olarak saymışlardır.
Öte yandan genel kabul gören tüm uluslararası kurumsal yönetim
yaklaşımlarında olmazsa olmazlar olarak yerini alan eşitlik, şeffaflık, hesap
verilebilirlik ve sorumluluk kavramlarını baz alan Kurumsal Yönetim İlkeleri ile
SPK (2003), kurumsal yönetim hedeflerini aşağıdaki şekilde sıralamıştır:
Hissedar haklarının güçlendirilmesi,
Finansal raporlama sürecinde şeffaflığın artırılması,
Muhasebe yeknesaklarının geliştirilmesi,
Yaptırımların ve bunların icrasının geliştirilmesi,
Yönetim kurullarının bağımsızlığı
Şirketler ve iflas hukukunun güçlendirilmesi,
Rekabetin teşvik edilmesi,
Haksız kazancın önüne geçilmesi
Türkiye’deki kurumsal yönetim çerçevesine ilişkin olarak literatürde yer
alan çalışmalara bakıldığında ise LLSV (1996) ve Klapper ve Love’ın (2003)
çalışmalarının dikkat çektiği görülmektedir. LLSV’nin çalışmasında, yargı
sisteminin etkinliği, hukuk düzeni, yolsuzluk, el koyma riski, sözleşme ihlali
riski, muhasebe standartları ölçüsü gibi altı boyutun yargı sisteminin etkinliği,
hukuk düzeni, yolsuzluk, muhasebe standartları ölçüsü gibi dördünde
Türkiye’nin örneklem ortalamasının altında kalmış olduğu görülmektedir.
Klapper ve Love’un (2003) çalışmasında ise Türkiye’nin LLSV ölçeğine ilave
olarak konulan yargı süreci etkinliği, yönetim kurulunu kısıtlayan haklar ve
hukuksallık ölçüsü boyutlarında da örnekleme giren ülkelerin ortalamasının
altında yer aldığı gözlemlenmektedir. (Kula, 2005: 113).
Öte yandan Gürbüz (2005)’e göre ilk ve tek ulusal menkul kıymetler
borsamız olan İMKB’ye kote olan halka açık şirketlerde kurumsal yönetim
uygulamalarının seviyesine ilişkin bir çalışmada da oranın düşük olduğu tespit
edilmiştir.
48
Ayrıca bankacılığın yeniden yapılanması, kısıtlı yabancı sermaye gibi
faktörlerin de Türk şirketlerini ve politika yapıcılarını Türkiye’deki mevcut
kurumsal yönetim uygulamalarını sorgulamaya sevk ettiği ve Türkiye’ye
1990’lar boyunca düşük seviyede doğrudan yabancı sermaye yatırımının
gerçekleşmesinin de nedeninin kurumsal yönetimin temel sonuçları olan
şeffaflık, hissedar hakları ve yolsuzluk konularında Türkiye’nin uluslararası
karşılaştırmalı çalışmalarda olumsuz puanlar alması olduğu vurgulanmıştır.
(Kula, 2005: 112)
Uluslararası Alanda Kurumsal Yönetim Düzenleme ve Uygulamalarına
Yönlendiren Gelişmeler
Bilindiği üzere gittikçe küreselleşen dünyamızda artık herhangi bir
ulusal coğrafyada baş gösteren finansal fiyaskonun bulaşma etkisi nedeni ile
diğer coğrafyalara da hızlı bir şekilde sirayet etmesi çok kolay hale gelmiştir.
Barings Bank (1995) ya da Sumitomo Bank (1997) örneklerinde mikro
seviyede gözlemlediğimiz bu gelişme, Avrupa Para Krizi (1992-93), Meksika
Krizi (1994-95), Güneydoğu Asya Krizi (1997-98), Rusya Krizi (1998) ve
Brezilya Krizi (1999) örneklerinde de krizlerin sistemikliği ile dikkat çekmiştir.
Önce bir şirket ardından şirketin içinde bulunduğu sektör ve hemen akabinde
tüm ulusal ekonomiye sirayet eden sistem bazlı krizler, en sonunda ülkelerin
içinde bulunduğu coğrafya ve hatta ticaret yapılan dünyanın diğer ucundaki
diğer coğrafyalara da bulaşabilmektedir.
Bu gelişmeler nedeniyle son on yıl içerisinde ekonomi ve finans
alanında oluşturulmuş OECD, IMF, IOSCO gibi uluslararası dayanışma
örgütleri öncülüğünde kural koyucu ve düzenleyici ulusal otoritelerin kendi
hukuksal alanlarında tüm küresel ekonomiyi yaralama potansiyeli olan benzer
finansal fiyaskoları daha şirket seviyesinde öngörüp durdurabilmek için çeşitli
tavsiye kararları almaya başladığı gözlemlenmektedir.
SSCB’nin yıkılması ve önerdiği ekonomik düzenin iddiasını kaybetmesi
ile Çin’in özel mülkiyet ve sermaye piyasaları aracılığı ile özelleşmeyi
destekleyen başarılı finansal politikaları ışığında farklı ekonomik düzen
iddialarını bünyesinde barındıran alternatifleri kalmayan kapitalist ekonomik
sistemin, yukarıda bahsi geçen finansal facialar sonrasında karşıtlarınca hep
belirtildiği üzere aslında kendi kendini ortadan kaldırmaya programlı olduğu
tezinin yeniden dillendirildiği görülmüştür. Örneğin bir araştırma da ABD’de
Ocak 1999-Mayıs 2002 arasındaki dönemde kote oldukları menkul kıymet
borsalarında hisse senetleri fiyatları %75’den fazla düşen, işletme ve finansal
raporlama sorunları yaşayan 25 şirketin yöneticilerinin 23 milyon ABD $’ı
kazanç elde ederek hayatlarına devam etmekte olduğu anlaşılmıştır. (İBİŞ,
2005: 5) Yani bu zararlardan sorumlu tutulmaları gerektiği halde yönettikleri
şirketlerini zarar ettirmelerine rağmen kendileri hiçbir ceza almayıp bilakis
zenginleşen yöneticilerin durumu piyasa sistemindeki adaletin de
49
sorgulanmasına haklı olarak neden olmuştur. Yeniden nükseden ‘eş dost
kapitalizmi’ iddiaları ve toplumdaki tüm taraflar açısından ciddi bir endişe
algısına neden olan ekonomik sistemin temel oyuncuları olan özel hukuk tüzel
kişisi şirketlerde paydaşların yararının ve karının artırılması amacının takip
edilmeyebileceği ve tersine mali kayıplarına sebebiyet verilebileceği
gerçeğinin yanı sıra söz konusu şirketlerin tüm topluma karşı sorumluluklarını
yerine getirmede de aynı şekilde davranabilecekleri inancı güçlenir hale
gelmiştir. (Kurt ve Kayacan, 2005: 350)
Son olarak ABD’de yaşanan Enron, Arthur Andersen, WorldCom,
Global Crossing skandalları ve Avrupa’da yaşanan Parmalat (İtalya), Ahold
(Hollanda) ve Çin’deki Yanguangxia şirketlerinin yaşamış olduğu benzeri
finansal fiyasko ve skandallar sonrasında yukarıda bahsedilen uluslararası
örgütlerce yapılandırılan tavsiye kararları ışığında ulusal seviyede çok çeşitli
hukuki düzenlemeler yapılarak; benzeri fiyaskoların tekerrürünü önleme
amaçlı ve mağdurların zararını giderici; kötüye kullanan taraflara müeyyide
uygulayıcı çeşitli adımlar atılmıştır.
Bu manada ilk olarak ABD’de Temmuz 2002’de Sarbanes-Oxley
Yasası çıkarılmış; hemen ardından Avrupa Birliğinde “Avrupa’da Şirketler
Kanunu için Modern Düzenleyici Hukuksal Çerçeve” başlıklı rapor
hazırlanarak Kasım 2002’de Avrupa Komisyonu’na sunulmuştur. Bu sırada
Almanyada kurumsal yönetime ilişkin ilkelerin tümü derlenerek Mayıs 2003’te
German Codex adı ile gözden geçirilmiş hali duyurulmuştur. İngiltere’de ise
1998’de yapılandırılan Combined Code, 2003’te gözden geçirilmiştir.
Böylece neredeyse ‘kendi kendini yoketmeye programlı’ olduğu
yorumunu yapabileceğimiz kapitalist ekonomik sistem bir anlamda ‘ince ayar’
diye isimlendirebileceğimiz cok önemli düzeltmeleri içsel yapısına ilişkin olarak
gerçekleştirmeye başlamıştır.
Ulusal Alanda Kurumsal Yönetim Altyapısını Güçlendiren Gelişmeler
Türkiye’de kurumsal yönetim alanında kamuoyunda dikkat çeken ilk
metin TUSİAD’ın Aralık 2002’de yayınladığı ‘Kurumsal Yönetim En İyi
Uygulama Kodu: Yönetim Kurulunun Yapısı ve İşleyişi’ adlı kurallar metni
olmuştur. Gönüllülük esasına dayalı bu kurallar manzumesi on beş ana
maddeden müteşekkil olup; yönetim kurullarının yapısı, sorumlulukları ve
işleyişi ile ilgili konulara değinmiştir.
Sermaye piyasaları açısından bakıldığında öncelikle Sermaye Piyasası
Kurulunun kurumsal yönetim ilkelerini halka açık anonim şirketlerde
yaygınlaştırabilmek için ‘iyi kurumsal yönetim’ adı altında bir kısım ilkeleri
tavsiye amaçlı olarak 2003 senesinde yayınladığı ve Şubat 2005 senesinde de
50
güncellediği görülmektedir. Bahsi geçen tavsiye metninin hazırlanabilmesi için
SPK, İMKB ve Türkiye Kurumsal Yönetim Forumu uzmanları biraraya gelmiş
ve birçok akademisyen kamu kurumu, özel sektör temsilcisi ve meslek
örgütünün görüşleri ışığında bu çalışma tamamlanmıştır. SPK tarafından
duyurulan İlkelerde, uluslararası piyasalarda kurumsal yönetim kavramının
halka açık anonim şirketler tarafından tercih edilmesinde yönlendirici olan
mevzuatın ve sözkonusu bu mevzuatın yapılandırılmasında tetikleyici olan
finansal skandallardan alınan dersler ışığında benzer bir gelişmenin ulusal
sermaye piyasalarımızda oluşumunun önünü geçilmek üzere çeşitli
tavsiyelerin kaleme alındığı görülmektedir. Söz konusu metin incelendiğinde
özetlenen başlıca hususlar aşağıdaki gibidir:
1) İlkelerde yer alan prensiplerin uygulanıp uygulanmaması şimdilik
isteğe bağlıdır.
2) İlkelerde yer alan prensiplerin uygulanıp uygulanmadıgına;
uygulanmadı ise buna ilişkin gerekçeli açıklamaya, bu prensiplere tam olarak
uymama dolayısıyla meydana gelen çıkar çatışmalarına ve gelecekte şirketin
yönetim uygulamalarında İlkelerde yer alan prensipler çerçevesinde bir
değişiklik yapma planının olup olmadıgına ilişkin açıklamaya, yıllık faaliyet
raporunda yer verilmesi ve ayrıca kamuya açıklanması gerekmektedir.
3) Sermaye Piyasası Kurulu tarafından yapılacak düzenlemeler
çerçevesinde, kurumsal yönetim derecelendirmesi yapan derecelendirme
kuruluşları İlkelerin uygulanma seviyesini halka açık anonim şirketler
açısından saptayacaklardır.
4) İlkelerde yer alan ana prensipler “uygula, uygulamıyorsan açıkla”
prensipleridir. Ancak bu prensiplerin bazıları tamamen tavsiye niteliğinde olup;
bu prensiplere uyulmadığı takdirde herhangi bir açıklama yapılmasına gerek
bulunmamaktadır.
5) İlkeler, mevcut düzenlemelerin şu an için ilerisinde prensipler
içermekte olup, mevcut mevzuatta ve uygulamada kurumsal yönetim
konusunda oluşan eksikliği gidermek ve boşluğu doldurmak amacıyla
hazırlanmıştır.
6) İlkeler, ileride mevzuatta yapılacak düzenlemeler için de yol gösterici
bir özellik arz etmektedirler.
Uluslararası alanda yaşanan finansal fiyaskolardan sonra ilk
yapılandırılan kapsamlı hukuk düzenlemesi olan ABD’deki Sarbanes – Oxley
yasasında ele alınan denetim işlevinin kurum içinde yeniden yapılandırılması
ve dışında ise bağımsız denetim kuruluşlarınca yerine getirilmesi ile yönetim
kurullarının teşkili ve sorumlulukları konularının ulusal sermaye piyasalarımız
açısından bir ilki teşkil eden SPK İlkelerinde nasıl incelendiğinin tek tek
irdelenmesi açısından bakıldığında aşağıdaki hususlar göze çarpmaktadır:
A) Bağımsız denetim kuruluşları ve bu kuruluşlarda istihdam edilen
denetim elemanlarının bağımsızlığı esas olup; bağımsızlık ilkesi; bağımsız
denetim faaliyetlerinin, bağımsız denetçinin mesleki takdir ve tarafsızlığını
51
zedeleyebilecek nitelikteki herhangi bir ilişki, çıkar veya etkiden azade
yürütülmesini ifade etmektedir. Bu amaçla İlkelerde;
1) Bağımsız denetim kuruluşlarının belirli aralıklarla rotasyona tabi
tutulması gerektiği,
2) Şirket yönetim kurulu tarafından bir bağımsuz denetim kuruluşunun
sürekli ve/veya özel denetimlerde en çok 5 hesap dönemi için seçilebileceği,
3) Şirketin aynı bağımsız denetim kuruluşu ile yeniden sürekli ve/veya
özel denetim sözleşmesi imzalayabilmesi için en az 2 hesap döneminin
geçmesi zorunlu olduğu,
4) Bağımsız denetim faaliyeti ile danışmanlık faaliyetlerinin birbirinden
ayrı ele alınması gereken hizmetler olduğu,
5) Bağımsız denetim kuruluşları ve bu kuruluşlarda istihdam edilen
denetim elemanları ile diğer personelin bağımsız denetim hizmeti verdikleri
şirketlere, bağımsız denetim hizmeti verdikleri dönemde, bedelli veya bedelsiz
olarak danışmanlık hizmetleri veremeyecekleri,
6) Bağımsız denetim kuruluşunun yönetim veya sermaye bakımından
doğrudan ya da dolaylı olarak hakim bulunduğu bir danışmanlık şirketi ve
çalışanlarının, bağımsız denetim kuruluşunun hizmet verdigi şirkete, aynı
dönem için danışmanlık hizmeti veremeyeceği ve bu kapsama, bağımsız
denetim kuruluşunun gerçek kişi ortakları ve yöneticileri tarafından verilen
danışmanlık hizmetlerinin de dahil olduğu açıkça belirtilmiştir.
B) Yönetim kurulunda yer alan bağımsız üyelerin, şirketin, pay ve
menfaat sahiplerinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutabilme ve kararlarda
tarafsız olabilme avantajına doğal olarak sahip oldukları kabul edildiğinden
bahisle bağımsız üyelerin yönetim kurulunda çoğunlukta bulunmasın, bir
şirkette kurumsal yönetimin doğru ve tarafsız olarak uygulanmasının önemli
unsurlarından bir tanesi olduğu vurgulanmakta olup; yönetim kurullarının
teşkili ve işlevlerine ilişkin esaslar aşağıda sıralanmıştır:
1) Yönetim kurulunun sayısının ikiden az olmamak üzere, en az üçte
birinin bu kriterleri sağlayan bağımsız üyelerden oluşması tavsiye edilmiş ve
ülkemize özgü koşullardaki değişiklikler ile birlikte bu sayının ve oranın
arttırılmasının hedeflenmesinin gerektiği belirtilmiştir.
2) Yönetim kurulu tarafından oluşturulacak komitelerin başkanlarının
bağımsız üye olması önerildiğinden, ikiden fazla komite oluşturulması
durumunda, yönetim kurulundaki bağımsız üye sayısı buna uygun olarak
arttırılmasının gerektiği belirtilmiştir.
52
3) Görevlerini gerektigi gibi yerine getirmemeleri nedeni ile şirketi ve
dolayısıyla pay sahiplerini zarara uğratan yönetim kurulu üyeleri ve
yöneticilerin, sebep oldukları zararı şirkete ve pay sahiplerine ödemesinin
gerekli olduğu ve ancak bu yolla hem şirketin kayıplarının engellenebileceği
hem de bu kişilerin kendilerinden beklendiği şekilde sorumlu hareket
etmelerinin sağlanabileceği belirtilmiştir.
4) Yönetim kurulunun çalışmalarını daha sağlıklı yürütebilmesi için
komiteler oluşturabileceği ve bu komitelerin oluşumunun, yapısının ve çalışma
ilkelerinin, yönetim kurulunun profesyonel bir yaklaşımla ve sağlıklı bir şekilde
çalışmasını ve böylelikle şirketin kurumsal yönetim ilkelerine göre işlemesinin
temelinin oluşturduğu belirtilmiştir. Öte yandan bir çok ülkede, denetimden
sorumlu komite, kurumsal yönetim komitesi, stratejik planlama komitesi, insan
kaynakları ve ödüllendirme komitesi, uzlaşma komitesi ve etik komitesi adları
altında çeşitli komiteler kurulduğunun gözlemlenmekte olduğu ifade edilmiştir.
5) Komite başkanlarının bağımsız yönetim kurulu üyelerinden
seçilmesinin gerektiği ve her bir komiteyi oluşturan üyelerin, çoğunluğunun,
icrada görevli olmayan yönetim kurulu üyeleri arasından ve şeffaf bir şekilde
seçilmesinin kurumsal yönetimin işlemesi açısından çok önemli olduğu
vurgulanmıştır.
6) İlke olarak bir yönetim kurulu üyesinin birden fazla komitede görev
alamayacağı ve gerek duyulduğunda yönetim kurulu üyesi olmayan,
konusunda uzman kişilere de komitede görev verilebileceği belirtilmiştir.
7) Operasyonel faaliyetlerin sağlıklı bir şekilde gözetilmelerini teminen
yönetim kurulu bünyesinde denetimden sorumlu komite kurulmasının gerekli
olduğu vurgulanmış ve söz konusu komitelerin işlevlerine ilişkin bazı hususlar
da ayrıntılandırılmıştır.
8) Yönetim kurulunun, sürekli ve etkin bir şekilde, şirketin hedeflerine
ulaşma derecesini, faaliyetlerini ve geçmiş performansını gözden geçireceği
ve bunu yaparken her konuda uluslararası yeknesaklara uyum sağlamaya
çalışmasının ve gecikmeden, sorun ortaya çıkmadan önce önlem almasının
gerektiği vurgulanmış olup; etkin bir gözden geçirmede şirket faaliyetlerinin,
onaylanan yıllık finansman ve iş planlarının gerçekleşme düzeyinin; finansal
durum ve faaliyet sonuçlarının muhasebe kayıtlarına yansıtılmasında mevcut
mevzuat ve uluslararası muhasebe yeknesaklarına uyumun ve şirket ile ilgili
finansal bilginin doğruluk derecesinin ortaya çıkarılmasının önemi ifade
edilmiştir.
9) Yönetim kurulunun, başta pay sahipleri olmak üzere şirketin menfaat
sahiplerini etkileyebilecek olan şirketin karşı karşıya kalabileceği risklerin
etkilerini en aza indirebilecek bir risk yönetim ve iç kontrol mekanizması
53
oluşturması gerektiği ve bunun sağlıklı olarak işlemesi için gerekli önlemleri
almasının gerektiği belirtilmiştir.
10) İcrada görevli olan üye dışındaki yönetim kurulu üyelerinin de,
görevlerinin ifası sırasında yeterli bilginin kendilerine sunulmadığını ileri
sürerek sorumluluktan kurtulamayacakları ifade edilmiş ve bu nedenle
kendilerine sunulan bilgilerle sınırlı kalmadan, gerek gördükleri takdirde ilave
bilgi talep etmelerinin önemi belirtilmiştir.
11) Yönetim kurulu üyelerinin mevzuat, esas sözleşme ve genel
kurulun kendilerine yüklediği görevleri kasten veya ihmalen yerine
getirmemeleri durumunda müteselsilen sorumlu olacakları da belirtilmiştir.
12) Yönetim kurulu üyelerinin şirket ile işlem yapabilmesi ve rekabet
edebilmesinin ancak pay sahiplerinin ¾’ünün onayı ile mümkün olabileceği ve
bu hususun şirket esas sözleşmesinde düzenleneceği ifade edilmiştir.
13) Yönetim kurulunun; periyodik mali tabloların mevcut mevzuat ve
uluslararası muhasebe yeknesaklarına uygun olarak hazırlanmasından,
sunulmasından Sermaye Piyasası Kurulu Kurumsal Yönetim İlkeleri ve
gerçeğe uygunluğu ile doğruluğundan sorumlu olduğu belirtilmiştir.
14) Yönetim kurulunun düzenli olarak ve önceden planlandığı şekilde
en az ayda bir defa; gerekli görülen hallerde bu süreye bağlı olmadan ve
gecikmeksizin toplanmasının gerektiği ifade edilmiştir.
15) Yönetim kurulu üyesinin, kendisinin, eş ve üçüncü dereceye kadar
kan ve sıhri hısımlarının menfaatini ilgilendiren yönetim kurulu toplantılarına
katılamayacağı ifade edilmiştir.
16) Yönetim kurulu toplantılarında, bağımsız üyelerin muhalif kaldığı
konulara ilişkin makul ve ayrıntılı karşı oy gerekçelerinin kamuya
açıklanmasının gerekliliği belirtilmiştir.
17) Yönetim kurulu üyeliği için adaylarda ayrıca aranacak asgari
nitelikler ise aşağıdaki şekilde sıralanmıştır;
i. Mali tablo ve raporları okumak ve analiz edebilmek,
ii. Şirketin gerek günlük gerek uzun vadeli işlemlerinde ve
tasarruflarında tabi olduğu hukuki düzenlemeler hakkında temel bilgiye sahip
olmak,
iii. Yönetim kurulunun, ilgili bütçe yılı için öngörülen toplantılarının
tamamına katılma olanağına ve kararlılığına sahip olmak olduğu belirtilmiştir.
54
Ayrıca yukarıda sayılan özellikleri taşımayan kişilerden; diğer özellikleri
nedeniyle yönetim kurulu üyeliğine seçilenlerin, en kısa sürede gerekli eğitimi
almalar sağlanması gerektiği de belirtilmiştir.
18) Yönetim kurulu başkan ve icra başkanı/genel müdürün aynı kişi
olmaması ve yönetim kurulunun yarısından fazlasının icrada görev
almamasının sağlanması gerektiğinden bahsedilmiştir.
19) Yönetim kurulu üyeleri içerisinde, görevlerini hiç bir etki altında
kalmaksızın icra etme niteliğine sahip bağımsız üyeler bulunması gerektiği
vurgulanmıştır.
20) Yönetim kurulunun sayısının ikiden az olmamak üzere en az üçte
biri bağımsız üyelerden oluşacağı ve bağımsız üye sayısının
hesaplanmasında küsuratların izleyen tam sayı olarak dikkate alınacağı
belirtilmiştir.
21) Düzenleyici otoritelerde ve öz düzenleyici kuruluşlarda çalışmış
olan meslek personelinin, diğer bağımsızlık şartlarını da taşımaları
durumunda, bağımsız yönetim kurulu üyesi olarak seçilebilecekleri de
belirtilmiştir.
22) Şirketin yönetim kurulunda toplam yedi yıl süre ile yönetim kurulu
üyeliği yapmış olan bir kişinin, yönetim kuruluna bağımsız üye olarak tekrar
atanamayacağı ifade edilmiştir.
23) Aşağıdaki kriterlere uyan yönetim kurulu üyesinin ‘bağımsız üye’
olarak nitelendirileceği de açıkça ifade edilmiştir. Buna göre,
i. Şirket veya şirketin iştiraki, bağlı kuruluşu ve grup içi şirketlerden biri
ile kendisi, eşi ve üçüncü dereceye kadar kan ve sıhri hısımları arasında son
iki yıl içinde istihdam, sermaye veya ticaret anlamında dogrudan veya dolaylı
bir menfaat ilişkisinin kurulmamış olması,
ii. Yönetim kuruluna belirli bir pay grubunu temsilen seçilmemiş olması,
iii. Başta şirketin denetimini ve danışmanlığını yapan şirketler olmak
üzere, yapılan anlaşmalar çerçevesinde şirketin faaliyet ve organizasyonunun
tamamını veya belli bir bölümünü yürüten şirketlerde çalışmıyor olması ve son
iki yıl içerisinde yönetici olarak görev almamış olması,
iv. Son iki yıl içerisinde, şirketin bağımsız denetimini yapan
kuruluşlarda istihdam edilmemiş veya bağımsız denetim sürecinde yer
almamış olması,
55
vi. Şirkete önemli ölçüde hizmet ve ürün sağlayan firmaların herhangi
birisinde çalışmamış ve son iki yıl içerisinde yönetici olarak görev almamış
olması,
vii. Eşi veya üçüncü dereceye kadar olan kan ve sıhri hısımları
arasında hiçbirisinin şirkette yönetici, toplam sermayenin %5’inden fazlasını
elinde bulunduran veya her halükarda yönetim kontrolünü elinde bulunduran
pay sahibi veya herhangi bir yönetici pozisyonunda veya şirketin kontrolünde
etkili olmaması,
viii. Şirketten yönetim kurulu üyeliği ücreti ve huzur hakkı dışında başka
herhangi bir gelir elde etmiyor olması; yönetim kurulu görevi dolayısıyla
hissedar ise %1 seviyesinin altında hisseye sahip olması, bu payların imtiyazlı
olmaması.
24) Bağımsız yönetim kurulu üyesinin, mevzuat, esas sözleşme ve
yukarıda yer alan kriterler çerçevesinde bağımsız olduğuna ilişkin yazılı bir
beyanı atama esnasında yönetim kuruluna vermesinin gerektiği de
vurgulanmıştır.
Öte yandan yine şirket yönetim kurulları ile ilgili olup; ‘uygula,
uygulamıyorsan açıkla’ kuralına tabi olmaktan ziyade sadece tavsiye olarak
belirtilen ve Sermaye Piyasası Kanunu kapsamına giren şirketlerde
uygulanması şimdilik bir mecburiyet hükmünde olmayan ilkeler de şöyledir:
1) Şirketin iflası halinde; iflasın istenmesinden önceki son üç yıl içinde
her ne ad altında olursa olsun hizmetlerine karşılık aldıkları ve emsallerine
göre bariz derecede farklı olan maddi menfaatin fazla olan kısmının şirkete
iade edilmesi,
2) Yönetim kurulu üyelerinin, şirkette göreve başlamadan önce,
mevzuata, esas sözleşmeye, şirket içi düzenlemelere ve oluşturulan
politikalara uyacaklarını ve uymadıkları takdirde şirketin, pay ve menfaat
sahiplerinin bu nedenle uğrayacakları zararları müteselsilen karşılayacaklarını
yazılı olarak beyan etmeleri,
3) Yöneticiler, görevlerini gereği gibi yerine getirmemeleri nedeniyle
şirketin ve üçüncü kişilerin uğradıkları zararları tazmin edecek olmaları,
4) Şirketin menfaatlerini korumak için yöneticilerin, görevden
ayrılmaları durumunda şirketin rekabet ettiği başka bir şirkette belli bir süre
çalışamayacağı ve bu hükme uyulmaması halinde uygulanacak yaptırımların
iş akdine esas teşkil eden sözleşme maddelerinde yer almasının gerektiği.
Kurumsal yönetim ilkelerinin öncelikle halka açık şirketlerde olmak
üzere tüm şirketlerde yaygınlık kazanması amacıyla çalışmalarını hızlandıran
56
SPK, şirketlerin faaliyet raporlarına ek olarak ‘Kurumsal Yönetim İlkeleri Uyum
Raporu’ hazırlama mecburiyetini 10 Aralık 2004 tarihli Kurulu kararı ile
duyurmuştur. Böylece şirketin tamamlamış olduğu faaliyet dönemine ilişkin
kurumsal yönetim performansının yatırımcıya faaliyet raporunun ayrılmaz
parçası olarak sunulması amaçlanmış olup; raporda, SPK Kurumsal Yönetim
İlkelerinde yer alan prensiplerden şirket tarafından
uyulanlar ve
uyulmayanların belirtilerek, uyulmayanlar hakkında uyulmama gerekçeleri ile
bu ilkelere tam olarak uyulmama dolayısıyla meydana gelen çıkar
çatışmalarına ilişkin bilgilerin açıklanması sağlanmak istenmiştir.
Bunların dışında yine kurumsal yönetim ilkelerinin tamamen yerleşmesi
yönünde bir diğer adım olarak, halihazırda SPK tarafından çıkarılmış olan
Lisanslama Tebliği mucibince Ekim 2006 tarihine kadar tüm sermaye piyasası
çalışanlarının ilgili sınavlara girerek lisanslanması sürecinde Lisanslama
Sınavlarına İlişkin Alt Konu Başlıklarına bir diğer konu başlığı olarak ‘Kurumsal
Yönetim Derecelendirme Uzmanlığı’ da dahil edilmiştir. Böylelikle halka açık
şirketlerin kurumsal yönetim ilkelerine uyumu konusunda derecelendirme
yapacak olan şirketlerin uzman ihtiyacı giderilecektir.
Bu arada öz düzenleyici bir örgüt olarak İstanbul Menkul Kıymetler
Borsası’nın da, ulusal sermaye piyasalarımızın ilk ve tek düzenli menkul
kıymetler borsası olarak kurumsal yönetim ilkelerinin ilgi çekmesi ve şirketlerce
benimsenmesi amacıyla gelişmiş borsalardaki örneklerine benzer bir adım
attığı gözlemlenmiştir. SPK’nın Kurumsal Yönetim İlkeleri ışığında İMKB’de
işlem görmekte olan halka açık anonim şirketleri söz konusu ilkeleri uygulama
yönünde özendirerek desteklemek amacıyla Kurumsal Yönetim Endeksi
hesaplama çalışmalarına başlayarak; endeksin kurallarını ve nasıl çalışacağı
belirlenmiş ve İMKB Kurumsal Yönetim İlkeleri Temel Kuralları adlı bir duyuru
yayınlamıştır. Buna göre,
1) SPK tarafından yetkilendirilerek derecelendirme kuruluşları listesine
alınan derecelendirme kuruluşlarınca gerçekleştirilecek kurumsal yönetim
ilkelerine uyum derecelendirmesinde, bir bütün olarak tüm ilkelere uyum notu
en az 6 olan ve İMKB pazarlarında (Gözaltı Pazarı hariç) işlem gören
şirketlerin, hisse senetleri derecelendirme notunun Borsa’ya bildirildiği günü
takip eden iş gününde endekse alınacaktır,
2) Kurumsal Yönetim Endeksinin, endekse alınma kriterlerini sağlayan
şirketlerin sayısının 5’e ulaşması halinde Borsa Günlük Bülten’inde yapılan
duyurudan 1 hafta sonra hesaplanmaya başlanacak olup; İMKB Ulusal-100
endeksinin ilan edilen en son değeri Endeksin başlangıç değeri olarak
alınacaktır,
3) Fiyat endeksinin seanslar süresince, getiri endeksinin seanslar
sonunda hesaplanıp ilan edilecektir.
57
Öte yandan 4389 sayılı Bankalar Kanunu yerine ikame edilecek ve
önceleri Kredi Kuruluşları Kanunu (KKK) olarak adlandırılmışken daha sonra
Finansal Hizmetler Kanunu (FHK) Tasarısı haline getirilen metinde, bankaların
yönetim ve denetimine ilişkin yeni düzenlemeler yapılmış ve kurumsal yönetim
ilkelerinden biri lan yönetim kurullarında bağımsız üye bulundurulması
zorunluluğu da metne klenmiştir. Buna göre en az beş kişiden oluşabilecek bir
banka YK’nda, Yönetim Kurulu üyelerinden en az ikisinin bağımsız üye
niteliğini haiz olmasının şart olduğu ve ayrıca bağımsız YK üyesininin
kendisine bağlı icrai mahiyette faaliyet gösteren bir birimin mevcut olmaması
gerektiği vurgulanmaktadır. Ayrıca bağımsız üyenin görevlerini layikiyle yerine
getirmesine engel olabilecek veya böyle bir şüphe yandırabilecek, kuruluş
veya hakim ortaklar ya da yöneticiler ile iş, aile veya diğer akın akrabalık
ilişkisinin bulunmaması zorunlu olduğu belitilmek suretiyle de bağımsızlığın
ölçütünün belirlendiği görülmektedir. Taslak incelendiğinde Kanun
kapsamındaki kuruluşların finansal raporlamasının kurumsal yönetimin bir
parçası olarak kurgulandığı gözlemlenmekte olup; tabi kuruluşların öngörülen
sınırlama ve yeknesak oranlara ilişkin raporlama yükümlülükleri ise sadece
dönem sonlarında geçerli olmak üzere değil belirlenen eşikler aşıldığında da
raporlama
dönemi
beklenmeksizin
bildirim
zorunluluğu
şeklinde
öngörülmüştür. Bunun yanı sıra uluslararası alanda yaşanan şirket yönetim
kurullarındaki kötüye kullanım ya da yönetsel eksiklikler ile şirket iç denetim
sürecindeki zafiyetten kaynaklanan finansal fiyaskolardan alınan dersler
ışığında da çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. Buna göre banka ve ÖFK’ların iç
denetim etkinliği amacıyla, yönetim kurulu üyelerinden meydana gelen bir
denetim kurulu oluşturulması öngörülmüştür. Böylece hesap denetimi değil
ama bankanın işlem ve risk denetimi yapılarak mali yapının kötü duruma gidip
gitmediğinin tespiti amaçlanmıştır.
58
TEMEL KAYNAKLAR
1) Bekçioğlu S., Ak B., (2005), İyi Yönetişim, 4. Ortadoğu İşletmecilik
Kongresi,
TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Ankara
2) FEAS Best Practices for the Development of Stock Exchanges
in Transition
Economies, 1999, p.20
3) Gürbüz, O., (2005), Kurumsal Yönetim: Ülkemizdeki Düzeyine
İlişkin
Değerlendirmeler, İSMMMO
I.
Uluslararası Muhasebe
Denetimi
Sempozyumu, Antalya, www.ismmmo.org.tr
4) Hoskinson R. E., Yiu D., Kim H., (2004), “Corporate Governance
Systems: Effects Of Capital And Labor Market Congruency On Corporate
Innovation And Global Competitiveness”, Journal of High Technology
Management Research, 2004, pp. 293–315
5) İbiş, C., (2005), Finansal Raporlamada kullanıcıların Beklentileri
ve Uygulamada Bunların Karşılanma düzeyi konusunda Yeniden
Yapılanma, İSMMMO I. Uluslararası Muhasebe Denetimi Sempozyumu,
Antalya, www.ismmmo.org.tr
6) Kayacan, M., (2005), Anonim Şirketlerin Sosyal Sorumlulukları
ve Etik Değerler, İSMMMO I. Uluslararası Muhasebe Denetimi Sempozyumu,
Antalya, www.ismmmo.org.tr
7) Klapper L., Love I., (2003), “Corporate Governance, Investor
Protection and Performance in Emerging Markets”, Journal of Corporate
Finance, 195
8) Kula V., (2005), Kurumsal Yönetim: Hissedar Korunması
Uygulamaları ve Türkiye Örneği, Yayımlanmamış Kitap
9) Kurt M., Kayacan M., (2005), Kurumsal Yönetimde Finansal ve
YönetselKonular: Kurumsal Yönetim İlkelerinin İçerik Analizi, 4. Ortadoğu
İşletmecilik Kongresi, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Ankara,
Mayıs 2005
10) Luo Y., “Corporate Governance And Accountability In Multinational
Enterprises: Concepts And Agenda”, Journal of International Management,
11, 2005, pp.
1– 8
11) Millstein I. M., Corporate Governance-Improving Competitiveness
and Access to Capital in Global Markets, OECD Publications, 1998
12) Mirze S. K., Ülgen H., (2004), İşletmelerde Stratejik Yönetim,
İstanbul, Literatür Yayıncılık
13) Navran F. J., (2004), Corporate Social Responsibility: A New
Standart, www.navran.com
59
14) Ooghe H., de Langhe T., (2002), “The Anglo-American Versus the
Continental European Corporate Governance Model: Empirical Evidence of
Board Composition in Belgium”, European Business Review, vol. 14,
Number: 6, Page: 437 – 449
15) Öztürk B., (2004), Avrupa Birliğine Uyum Sürecinde Kurumsal
Yönetim Uygulamaları, III. Ulusal Orta Anadolu Kongresi, Kırşehir
16) Potts, S., (2003), Ethics and Corporate Governance, Ethics
Resource Center, www.ethics.org
17) Sloan R. G., (2001), “Financial Accounting And Corporate
Governance:A Discussion”, Journal of Accounting and Economics, vol. 32,
pp. 335–347
18) Weimer J., Pape J., (1999), “A Taxonomy of Systems of Corporate
Governance”, Corporate Governance, vol. 7, no 2, pp. 152-166
Raporlar
TUSİAD, Kurumsal Yönetim En İyi Uygulama Kodu: Yönetim
Kurulunun Yapısı ve İşleyişi, 2002
World Bank, Ukranian Corporate Governance Manual, 1999
Mevzuat Taslakları ve Metinleri
Kredi Kuruluşları Kanun (Finansal Hizmetler Kanunu) tasarısı
Sarbanes Oxley Yasası, ABD, 2002
TTK tadilat taslakları
İlke ve Kararlar
İMKB Kurumsal Yönetim Endeksi Temel Kuralları, 2005
OECD Kurumsal Yönetim İlkeleri, 1999 (2004)
SPK Kurumsal Yönetim İlkeleri, 2003 (2005)
60
KURUMSAL YÖNETİM İLKELERİ VE ULUSAL FİNANSAL RAPORLAMA
STANDARTLARI AÇISINDAN GELİŞMELER1
Dr. Murad KAYACAN (smmm)2
Öncelikle ABD ve ardından tüm dünya kamuoyunda ciddi akisler yaratan
Enron ve benzeri finansal fiyaskolarda bağımsız denetim sorumluluğu taşıyan
ve bu alanda tarihsel şöhretleri olan Arthur Andersen gibi bir bağımsız denetim
şirketlerinin açık ihmalinin tespiti, muhasebe mesleği ve uygulayıcılarının bilgi
ve güvenilirliği ile ilgili inkar edilemez bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Enron
örneğinde Arthur Andersen bağımsız denetim şirketinin sorumlu yöneticilerinin
mahkemeler tarafından cezalandırılması ve akabinde şirketin tüm dünya da
tasfiyesi ile tescil edilen muhasebecilik camiasına düşmüş olan “ihmal ve
kişisel çıkarlarını toplumun çıkarlarının önüne koyma” kara lekesinin
silinebilmesi ve benzeri finansal fiyaskoların tekrar etmemesi için uluslar arası
seviyede başlayan tavsiye çalışmalarını ulusal seviyede finansal ilişkileri
düzenleyen kurumların şiddetli tepkilerini ihtiva eden yeni mevzuat
düzenlemeleri takip etmiştir.
Yaşanan finansal fiyaskolarla apaçık ispat edilen özel müteşebbis şirketlerdeki
yönetsel ve mali zafiyet, hissedarlar dahil olmak üzere tüm paydaşların
mağduriyeti ile son bulmakta olduğundan, şirketlerdeki yönetsel ve mali
raporlama zaaf ve tutarsızlıklarının önüne geçilebilmesi yönünde uzun
zamandır uluslararası kurumlarda yapılan çalışmalar bizi yeni bir kavrama ve
bu kavramla ilintili çeşitli tedbir ve uygulamalara götürmektedir: İYİ
YÖNETİŞİM ya da KURUMSAL YÖNETİM.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), 1999 yılındaki raporunda,
kurumsal yönetimi, “şirketlerin yönlendirildiği ve kontrol edildiği sistem” olarak
tanımlayıp ve “şirket yönetimi, yönetim kurulu, hissedarlar ve diğer çıkar
grupları arasındaki ilişkiler dizisini içerdiği”ni vurgularken; Dünya Bankası yine
aynı sene çıkardığı raporunda “bir kurumun beşeri ve mali sermayeyi
çekmesine, etkin çalışmasına ve böylece ait olduğu toplumun değerlerine
saygı gösterirken uzun dönemde ortaklarına ekonomik değer yaratmasına
imkan tanıyan her türlü kanun, yönetmelik, kod ve uygulamalar“olarak
kurumsal yönetimi tanımlamıştır.
İşte kurumsal yönetim (iyi yönetişim) de, şirketlerin sosyal sorumluluk bilincini
gelişmesi ve başta hissedarlar olmak üzere toplumdaki tüm paydaşlarının
1
Bu çalışma 06-10 Aralık 2006 tarihleri arasında İzmir Serbest Muhasebeci ve Mali
Müşavirler Odası tarafından Girne Kıbrıs’tadüzenlenen 10. Türkiye Muhasebe Standartları
Sempozyumunda sunulmuştur.
2
İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) Eğitim ve Yayın Müdürlüğü, Müdür
61
çıkarlarına önem verecek bir farkındalılığın şirketin tüm yönetsel ve mali
yapısına yerleşmesi amacıyla kullanılabilecek önemli bir değerlendirme ve
yönlendirme aracı olarak ortaya çıkmıştır.
Çalışma da öncelikle günümüz muhasebe mesleği ve yaşanan finansal
fiyaskoların yarattığı toplumsal hezeyanlara değinilip; akabinde kurumsal
yönetim kavramına teorik bir çerçeve çizilmeye çalışılmıştır. Ardından
kurumsal yönetim kavramının gündeme oturmasına neden olan ABD deki
gelişmelere dikkat çekildikten sonra ulusal sermaye piyasalarımızda bahsi
geçen benzer finansal fiyaskolar ile karşılaşılmasını engellemesi öngörülen ve
tüm paydaşlar açısından etkin bir çözüm olarak ortaya atılan ‘kurumsal
yönetim’ olgusunu mevzuatımıza yerleştirmek adına atılan adımlar ve
süreçler, SPK Kurumsal Yönetim İlkeleri ışığında incelenmiştir. Çeşitli yönleri
ile ele alınan ve teorik alt yapısı irdelenen kurumsal yönetim kavramının ulusal
mali piyasalarımıza nasıl yansıdığı ve ulusal mevzuata yerleşmesinde
doğrudan etkisi olduğu gözlenen UFRS uygulamalarının önemi ve geldiği
aşamada irdelenmiştir.
Anahtar Sözcükler: Kurumsal Yönetim, İyi Yönetişim, SOX, Uluslararası
Finansal Raporlama Standartları (UFRS), Türkiye Muhasebe Standartları
Kurulu
62
KURUMSAL YÖNETİM İLKELERİ VE ULUSAL FİNANSAL RAPORLAMA
STANDARTLARI AÇISINDAN GELİŞMELER
1. DÜNYA FİNANS PİYASALARINDA YAŞANAN MALİ FİYASKOLAR VE
MUHASEBECİLİK MESLEĞİNE İZDÜŞÜMLERİ
Bilindiği üzere ABD ve Avrupadaki halka açık şirket üst düzey yönetimlerinin
etik veya mali hatalı uygulamalarından kaynaklanan büyük zarar, kapitalist
sistemin temelini oluşturan özel müteşebbis işletmeler ve onlara hizmet
edenlerin görev ve sorumluluklarını tekrar tanımlayan tarihi bir mevzuat
yapılandırılmasına neden olmuştur. Hissedarlar aleyhine şirket çalışanlarının
kişisel olarak zenginleşmesi ve muhasebe kurallarının çeşitli yöntemlerle
amacına aykırı olarak kullanılması, tüm finans piyasalarında serbest piyasa
anlayışa dayalı özel müteşebbis ruhu ve onun yansıması olan şirketlerin
varoluşlarındaki temel değerlere ilişkin ve aynı zamanda kapitalist sistemin
kendi denetimini yapan bağımsız denetim yapısına ilişkin ciddi sorular
doğmasına sebebiyet vemiştir.
Böylece uluslar arası arenada da bilinen bazı büyük şirketlerin, yönetsel
hatalar ve muhasebe sistemlerindeki zafiyetler nedeniyle hem çalışanlarının
hem de ortaklarının zararına sebebiyet vermiş ve de tüm sermaye
piyasalarındaki taraflarda ciddi bir paniğe neden olmuşlardır. İşte bu yüzden
de modern kapitalizmin son on senesi çok sarsıntılı ve yapısal düzenleme ve
ayarlamalar ile geçmiştir.
Yakın finans tarihinde yaşadığımız bu karmaşanın içersinde halka açık olsun
olmasın tüm şirket ve benzeri yapılarda finansal bilgi akışı ve kalitesinin
düzenleme ve denetleme görevini yapan; kamuoyu ile paydaşların tüm
şefaflığı ile şirketin durumunu algılamasına yardımcı olmaya yemin etmiş
meslek mensuplarımız açısından da ciddi sonuçlar doğmuştur. Özellikle
yukarıda adları zikredilen uluslar arası şirketlerin yaşadıkları yönetsel ve
finansal zafiyetlerden kaynaklı finansal fiyaskolarda kamusal otorite adına
kendilerini denetleyen bağımsız denetim şirketlerinin de gelişmeleri
kendilerinden beklenildiği üzere öngörüp, kamu adına zamanında gerekli
tedbirlerin alınması yönünde uyarıcı ve yönlendirici olamamaları da meslek
mensuplarımız ve muhasebecilik mesleğine karşı ciddi bir güven bunalımı
yaratmıştır.
Öncelikle ABD ve ardından tüm dünya kamuoyunda ciddi akisler yaratan
Enron ve benzeri finansal fiyaskolarda bağımsız denetim sorumluluğu taşıyan
ve bu alanda tarihsel bir şöhreti olan Arthur Andersen gibi bir bağımsız
denetim şirketlerinin açık ihmalinin tespiti, muhasebe mesleği ve
meslektaşlarımızın bilgi ve güvenilirliği ile ilgili inkar edilemez bir hayal kırıklığı
yaratmıştır. Enron örneğinde, Arthur Andersen bağımsız denetim şirketinin
63
sorumlu yöneticilerinin mahkemeler tarafından cezalandırılması ve akabinde
şirketin tüm dünya da tasfiyesi ile tescil edilen muhasebecilik camiasına
düşmüş olan “ihmal ve kişisel çıkarlarını toplumun çıkarlarının önüne koyma”
kara lekesinin silinebilmesi ve böyle bir finansal fiyaskonun tekrar etmemesi
için ulusal seviyede düzenleyici kurumlar şiddetli tepkiler ihtiva eden yeni
mevzuat düzenlemeleri yapmıştır.
Tarihsel perspektif içerisinde SSCB’nin yıkılması ve önerdiği ekonomik
düzenin iddiasını kaybetmesi ile kominist ekonomik yapının son kalesi olan
Çin’in bile özel mülkiyet ve sermaye piyasaları aracılığı ile özelleşmeyi
destekleyen başarılı finansal politikaları ışığında görülmüştür ki artık ‘kapitalist
ekonomik sistem’in farklı ekonomik düzen iddialarını bünyesinde barındıran bir
alternatifi kalmamıştır. Ama yukarıda bahsi geçen finansal fiyasko ve facialar
sonrasında, karşıtlarınca hep vurgulandığı üzere kapitalizmin aslında kendi
kendini ortadan kaldırmaya programlı içsel bir dengesi olduğu yönündeki tezin
de açıkca yeniden parlatılıp dillendirildiği görülmektedir.
“Nihai tahlilde kendi kendini yok etmeye programlı (temayüllü) olan kapitalist
sistemin” bu içsel dengesizliğinin önüne geçebilecek yegane yöntem olan
kamuoyunun aydınlatılması ve mali yapının şeffaflığının sağlanabilmesi için
olmazsa olmaz araçların başında gelen muhasebe mesleği ve bu mesleği icra
eden meslektaşlarımızın, yaşanan mali fiyaskolar sonrasında dersler çıkararak
düzenleyici ve mevzuat yapıcı kurumlara tam destek sağlamaları
kaçınılmazdır. Yaşanan finansal fiyaskolar sonrası uluslar arası örgütlerin
tavsiye ve önerileri ışığında ulusal seviyede mal piyasaları düzenleyici kurum
ve kuruluşlar tarafından hataların tekrar etmemesi adına ‘kendini yok etmeye
programlı’ kapitalist sistemde bir anlamda ‘ince ayar’ yapma amacıyla
gerçekleştirilmeye çalışılan yapısal düzenlemelere samimi destek vererek
sözkonusu düzenlemelerin yapılandırılmasından uygunmasına kadar her
safhasında meslekdaşlarımızın açıkca yer alması şu an gelinen noktada çok
büyük önem arzetmektedir.
Yaşanan fiyaskolarla da bir kez daha ispat edilen mali zafiyet ve paydaşların
mağduriyeti ile son bulmakta olan özel müteşebbis şirketlerdeki yönetsel ve
raporlama zaaf ve tutarsızlıklarının önüne geçilmesi yönünde uzun zamandır
uluslar arası kurumlarda yapılan çalışmalar ise bizi yeni bir kavrama ve bu
kavramın gerektirdiği çeşitli tedbir ve uygulamalara götürmektedir: İYİ
YÖNETİŞİM ya da KURUMSAL YÖNETİM. Bu kavrama ilişkin temel
saptamalar ve ulusal seviyede kavramı ihtiva eden yeni düzenleme ve
mevzuat değişiklikleri ışığında mesleğimiz ve meslektaşlarımıza olan
yansımalarını bu çalışmada ele alınmaya çalışılacaktır.
Yukarıda bahsi geçen ve öncelikle gelişmiş batı toplumlarında toplumsal
hezeyan ve topyekün güvensizliğe sebebiyet veren finansal fiyaskoların
tekrarlanmaması için tüm gelişmiş ve onları takip eden gelişmekte olan
64
sermaye piyasalarında çeşitli hukuki düzenlemeler yapılmıştır. Son olarak
ABD’de yaşanan Enron, Arthur Andersen, WorldCom, Global Crossing
skandalları ve Avrupa’da yaşanan Parmalat (İtalya), Ahold (Hollanda) ve
Çin’deki Yanguangxia şirketlerinin yaşamış olduğu benzeri finansal fiyasko ve
skandallar sonrasında çeşitli uluslararası örgütlerce yapılandırılan tavsiye
kararları ışığında ulusal seviyede çok çeşitli hukuki düzenlemeler yapılarak;
benzeri fiyaskoların tekerrürünü önleme amaçlı ve mağdurların zararını
giderici; kötüye kullanan taraflara müeyyide uygulayıcı çeşitli adımlar atılmıştır.
Bu manada ilk olarak ABD’de Temmuz 2002’de Sarbanes-Oxley Yasası
çıkarılmış; hemen ardından Avrupa Birliğinde “Avrupa’da Şirketler Kanunu için
Modern Düzenleyici Hukuksal Çerçeve” başlıklı rapor hazırlanarak Kasım
2002’de Avrupa Komisyonu’na sunulmuştur. Bu sırada Almanyada kurumsal
yönetime ilişkin ilkelerin tümü derlenerek Mayıs 2003’te German Codex adı ile
gözden geçirilmiş hali duyurulmuştur. İngiltere’de ise 1998’de yapılandırılan
Combined Code, 2003’te gözden geçirilerek güncellenmiştir.
Böylece zaman içerisinde gerek OECD (1999,2004) ve Düya Bankası (1999)
ve gerekse de diğer uluslararası örgütlerce vurgulanan kurumsal yönetim
ilkelerinin
ulusal
planlarda
da
yürürlüğe
konmaya
başlandığı
gözlemlenmektedir. Dolayısıyla ‘kurumsal yönetim’ ya da ‘iyi yönetişim’
olgusunu; Batı kapitalizminin özel müteşebbislerce kurulan ve ekonomik
yapıdan beklenen işlevinden saparak topluma mali yük getirmeye başlayan
müteşebbis şirketlerin paydaşlarının çıkarlarına gerekli duyarlılığı göstermesi
ve dolayısıyla sistemin tamamına olan inancın korunması adına kurgulanan bir
mekanizma olarak tanımlayabilmekteyiz.
2. KURUMSAL YÖNETİM KAVRAMI VE İÇERİĞİ
Sermaye birikiminin yoğun olduğu gelişmiş kapitalist piyasalarda patlak
vererek ve bir nevi domino etkisiyle hemen tüm finans piyasalarında etkisini
hissettiren küresel anonim şirket mali fiyaskolar zincirinin sonuçları ışığında
yapılan uluslar arası ve akademik çalışmalar çözüm olarak ‘kurumsal yönetim’
ya da ‘iyi yönetişim’ olgusunun altını çizmektedirler.3
3 Kurumsal yönetim kavramı ve çeşitli ilgili hususlar için bkz.;
i) Kurt M., Kayacan M.; KURUMSAL YÖNETİMDE FİNANSAL VE YÖNETSEL KONULAR : “KURUMSAL YÖNETİM İLKELERİ”NİN
İÇERİK ANALİZİ adlı 13-14/05/2005 tarihlerinde TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesinde düzenlenen 4. Orta Anadolu İşletmecilik
Kongresinde sunulmuş ortak makale,
ii) Kurumsal Araştırmalar Serisinin 4 nolu yayını (Sermaye Piyasası Kurulu Yayınları No:196) olarak Kurumsal Şirket Yönetimi: İyi Şirket
Yönetimi için Kurallar ve Kurumlar adıyla Nisan 2006 tarihinde basılan Prof. Dr. Can Aktan’ın editörlüğünü yaptığı ortak yazarlı kitap ve adı
geçen kitapta yer alan M. Kayacan tarafından kaleme alınmış KÜRESEL MALİ PİYASALARDA ‘KURUMSAL YÖNETİM’ KAVRAMININ
GELİŞİMİ VE ÜLKEMİZE YANSIMALARI adlı makale
65
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), 1999 yılındaki raporunda,
kurumsal yönetimi, “şirketlerin yönlendirildiği ve kontrol edildiği sistem” olarak
tanımlayıp ve “şirket yönetimi, yönetim kurulu, hissedarlar ve diğer çıkar
grupları arasındaki ilişkiler dizisini içerdiği”ni vurgularken; Dünya Bankası yine
aynı sene çıkardığı raporunda “bir kurumun beşeri ve mali sermayeyi
çekmesine, etkin çalışmasına ve böylece ait olduğu toplumun değerlerine
saygı gösterirken uzun dönemde ortaklarına ekonomik değer yaratmasına
imkan tanıyan her türlü kanun, yönetmelik, kod ve uygulamalar“olarak
kurumsal yönetimi tanımlamıştır.
Finans biliminde biz meslek mensupları için çok anlamlı bir söz olan ve şirket
yönetimine atfen söylenen “denetlenemeyen yönetilemez” ifadesi kurumsal
yönetim açısından anahtar bir ifade niteliğini taşımaktadır.
Kurumsal yönetişim teorisi incelendiğinde asıl hedefin, tüm paydaşlara güven
vererek yönetim ve denetim süreçlerinin saydam, görünür, tutarlı ve hesap
verebilir nitelikte olmasının sağlanması olduğu görülmektedir. Bu özellikler dört
ana ilke şeklinde aşağıdaki gibidir;
Şeffaflık; açıklık kavramı ile düşünülmelidir. Güven için bilgi gerekir. Her
faaliyetini açıkça ifade edebilen kurumlara kamuoyunda daha çok güvenilir.
Mali tablolara yansıyan ve yatırımcılar başta olmak üzere tüm paydaşları
ilgilendiren bir işlem ve olgunun neden ve nasıl yapıldığının açık olması ve
kamuoyu ile paylaşılması nihayetinde güven artırıcıdır. Örneğin; uluslararası
finansal raporlama standartlarını kullanan bir şirketin, yurt dışına açılarak
ticaret yapabilmesi ya da ortaklık kurabilmesi olasılığı çünkü tüm dünyada
anlaşılabilen bir dil kullandığından daha yüksektir.
Adalet; kurum içinde paydaş (stakeholder) ve ortaklara adil ve eşit
davranıldığına inanılmıyorsa işletmeye olan güven sarsılacak ve kamuoyu
destek ve ilgisi kalmayacaktır. Taraflara eşit muamele yapılmalı ve kaynak
dağılımında rasyonel olunmalıdır. Örneğin, ulusal sermaye piyasalarımız
açısından yer yer eleştiri konusu olan şirketlerdeki azınlık hakları konusu bu
ilkenin hayata geçirilmesinin gerektiği yerlerden birisidir.
Hesap verilebilirlik; işletme, her faaliyet ve uygulamasının sebebini
açıklayabilmelidir. İşletme bünyesinde değer yaratmaya yönelik çalışmalar
yapılmalı ve bunu destekleyen ödüllendirme sistemleri kurulmalıdır;
performans değerlendirme kriterleri objektif ve gerçekçi olmalı ve verimliliğin
sürekli olarak izlenebilmesi sağlanmalıdır. Amacın paydaşların mutluluğu ve
hissedarın karını azamileştirme olduğu öncelikle şirket içi sorumluluk sahibi
karar vericiler tarafından hiç unutulmamalıdır.
Sorumluluk; işletme içine ve dışına karşı sorumluluklar açıkca belirtilmiş
olmalıdır. İş dağılımları yapılmalı ve yönetim organları arasındaki ilişkiler
66
kurallara bağlanmalıdır. Çoğunluk hissedar ile ailevi ya da akçalı bir ilişkisi
olamayan bağımsız ve etkin dış üyelere yönetimde yer verilmeli ve her
kademede katılımcılık yaygınlaştırılmalıdır.
Öte yandan genel kabul gören tüm uluslararası kurumsal yönetim
yaklaşımlarında olmazsa olmaz olarak yerini alan eşitlik, şeffaflık, hesap
verilebilirlik ve sorumluluk kavramlarını baz alan SPK (2003) Kurumsal
Yönetim İlkelerinde,
kurumsal yönetim hedefleri aşağıdaki şekilde
sıralanmıştır:
Hissedar haklarının güçlendirilmesi,
Finansal raporlama sürecinde şeffaflığın artırılması,
Muhasebe yeknesaklarının geliştirilmesi,
Yaptırımların ve bunların icrasının geliştirilmesi,
Yönetim kurullarının bağımsızlığı
Şirketler ve iflas hukukunun güçlendirilmesi,
Rekabetin teşvik edilmesi,
Haksız kazancın önüne geçilmesi
İşletmede tüm paydaşların lehine erişilmesi gereken hedefler göz önüne
alındığında kurumsal yönetimin aslında tek başına erişilebilecek bir durum
değil bilakis devam etmekte olan bir süreç olduğu ve kurumsal karar verme
mekanizmalarının etkinliğini değerlendirmeye yarayan bir araç olarak da
kullanıldığı görülmektedir.
Gelişmiş sermaye piyasaları incelendiğinde temel de iyi yönetişim olgusunun
iki temel sistem üzerinde yürüdüğü gözlemlenmektedir. Bunlardan ilki Aglo
Sakson (amerikan) sistemi olup; şirketin performansında esas itici dürtü
hissedarın karının azamileştirilmesidir. Ortaklığın gözetiminin de azınlık
haklarının itina ile korunduğu ve hissedarın oluşturduğu genel kurulun hesap
sorması ile şekillendiği bir tarz olup; yaşanan finansal fiyaskolar öncesi
etkinliği ve başarısı hiç sorgulanmamaktaydı. Öte yandan diğer bir sistem de
ortaklığın gözetiminin finasman sağlayan bankaların tarafından kontrol edildiği
Alman sistemidirki Kıta Avrupasında yaygın olarak kullanılmaktadır.
ABD ve Avrupa ülkelerinde yaşanan finansal fiyaskolar aslında kapitalist
sistemin dinomosu olan özel müteşşebbis şirketlerin varolma sebepleri
üzerindeki temel tartışmayı da bir yandan alevlendirmektedir. Çünkü hem
şirket hem de ülke bazlı yaşanan finansal krizler Anglo sakson uygulamasında
açıkca kendini gösteren şirketin, hissedarların karını azamileştirmek amacıyla
kurulduğu öngörüsünün tek başına yeterli olmadığını açıkca vurgulamıştır.
Böylece diğer görüş olan ve günümüzde uluslar üstü şirketlerin yerleştikleri
ülke ve toplumlarda gittikçe daha fazla önem kazanan ‘anonim şirketlerin
67
sosyal sorumluluk’ (corporate social responsibilty)4 kavramında da ifadesini
bulan, şirketlerin, paydaşlarının (stakeholders) çıkarlarını korumak ve
refahlarını artırmak için kurulduğu iddiasında daha fazla tercih edilir
olmaktadır.
İşte kurumsal yönetim (iyi yönetişim) de, şirketlerin sosyal sorumluluk bilincini
gelişmesi ve başta hissedarlar olmak üzere toplumdaki tüm paydaşlarının
çıkarlarına önem verecek bir farkındalılığın şirketin tüm yönetsel ve mali
yapısına yerleşmesi amacıyla kullanılabilecek önemli bir değerlendirme ve
yönlendirme aracı olarak ortaya çıkmıştır.
Teorik altyapıya ilişkin bölümü Adam Smith’in bir sözü ile bitirmek isterim5:
“Yöneticilerin başkalarının paralarını yönetirken kendi paralarına
gösterdikleri özeni göstermeleri tabi ki beklenemez. Şirket
yönetimlerinde, yöneticilerin az ya da çok ihmalkarlıkları ve müsriflikleri
kaçınılmazdır”
3. ABD’DE KURUMSAL YÖNETİM TEMELLİ DÜZENLEYİCİ ADIM VE
UYGULAMALAR
Söz ABD’ye geldiğinde, özellikle her sene Ülkemiz gayri safi milli hasılasının
iki katı kadar cari açık vererek ayakta durabilen bu devletin ekonomik
başarısının altında özel müteşebbis ruhu ve rekabetçilik olduğunu
vurgulamakta öncelike yarar var. Dolayısıyla halka açık şirket kültürü ve
sermaye piyasaları yolu ile bu şirketlerin finansman ihtiyacının giderilmesi çok
yaygın uygulamalar olarak göze çarpmakta ve özellikle anonim şirket
seviyesinde nerdeyse tüm şirketlerin halka açık ve Sermaye Piyasası
Komisyonunun (SEC) denetim ve gözetimine tabi olduğu ABD’de, en büyük
menkul kıymet borsalarında işlem görmekte olan şirket sayısı da hisse senedi
kültürünün ne kadar yaygın olduğunun açık bir delilini teşkil ediyor: New York
Menkul Kıymetler Borsasında (NYSE) 2257, 2006 itibariyle düzenli bir borsa
statüsüne kavuşmuş NASDAQ’da 3130 adet şirket alım satıma konu.
Bu veriler, İMKB’de işlem görmekte olan halka açık şirket sayısının 329 (13
adet tahtası kapalı olmak üzere), SPK kaydında olan şirket sayısının ise 598
olduğu bilgileri ile karşılaştırılıp, ülkemizdeki vergi mükellefi toplam şirket
sayıları (bkz. Tablo 1.) ışığında değerlendirildiğinde ülkemizin özel müteşşebis
kültürünün yerleşmesi sürecinde daha yolun başında olduğu ve bu nedenle
ABD deneyimi ve çıkarılan derslerin iyi algılanmasının gerek finansal
raporlama ve muhasebe alanını düzenleyen otoritelerimiz ve gerekse de
4 Anonim şirketlerde sosyal sorumluluk kavramı ve diğer yeni şirket değerleri için bkz.; KAYACAN M., 2005, Anonim Şirketlerin Sosyal
Sorumlulukları ve Etik Değerler, İSMMMO I. Uluslararası Muhasebe Denetimi Sempozyumu, Antalya, www.ismmmo.org.tr
5
SMITH A., (1838), An Inquiry into the Nature and the Cause of the Wealth of Nations, London, s. 586
68
muhasebe mesleği icracıları meslekdaşlarımız açısından önemli olduğu
sonucu ortaya çıkmaktadır.
Tablo 1. Şirket türleri itibariyle mükellef sayıları
ŞİRKET TÜRÜ
FAAL
Gerçek Kişi
Limited Şirket
Adi Ortaklık
Anonim Şirket
Diğer
Kooperatif
Kollektif Şirket
Adi Kom. Sti.
Esh. Kom. Şti.
3.099.868
509.074
47.272
84.316
77.495
53.419
4.399
393
48
TOPLAM
3.876.284
Kaynak: T.C. Gelir İdaresi Başkanlığı 2005 yılı Faliyet Raporu
Bu çalışmada yer yer atıfta bulunulan Enron, WorlCom, Qwest, Global
Crossing, Tyco International, Alphhia Communications, AOL ve daha birçok
şirketteki genel kabul görmüş muhasebe kurallarına aykırı uygulamalar ve bu
usulsüzlükleri şirket paydaşlarının çıkarları aleyhine onaylamış olan bağımsız
denetim şirketleri nedeniyle, yatırımcı menfaatlerini korumak ve çalışanların
çalıştıkları şirket hisse senetlerine yatırım yapmış emeklilik fonlarının eriyerek
buharlaşmasının önüne geçmek, bilgilendirici, doğru bağımsız denetim
raporları hazırlatmak amacıyla ABD’de hisse senetleri borsada işlem gören
şirketlerin muhasebe ve denetim uygulamalarını düzenleyen Sarbanes-Oxley
Act adlı kanun 30.07.2002 tarihinde çıkarılmıştır.6
Sarbanes Oxley yasası, finansal fiyaskolarda etken olarak kurumsal yönetimle
ilgili dört temel başarısızlık sebebine ilişkin önemli düzenlemeler getirmiştir.
Önemli düzenlemelere ve sorumluluklara konu edilen temel başarısızlık
ögeleri ise şunlardır7: a) Tepe yönetimdeki kültür ve yönetim anlayışı, b) Genel
Müdür, c) Yönetim Kurulu, d) İç denetim ve kontroller.
Söz konusu yasaya ilişkin meslek mensuplarımızın bilmesinde fayda görülen
bazı hükümler aşağıda incelenmiştir:
6 Dünya Gazetesi haberi, 27.12.2002
7 IFAC, Enterprise Governance-Getting the Balance Right, Şubat 2004, 5. s.13.
69
i) İcra Kurulu Başkanları (CEO) ve finans bölümü sorumlularının (CFO) mali
tablo kullanıcılarına periyodik olarak üretilen ve ilgili kamusal makamlara
gönderilen finansal rapor ve tabloların kendilerince de incelenerek
onaylandığı, bu raporlarda önemli bulgular ve ihmal edilmiş hususlar
bulunmadığı ve mali tabloların şirketlerin faaliyetlerine ilişkin hususları her
açıdan doğru yansıttığı yönünde güvence vermek zorunda oldukları
vurgulanmış (madde 302) ve doğru olmayan mali tabloları onaylanması
durumunda 20 yıla kadar hapis cezası ve 5.000.000 $’a kadar para cezasına
çarptırılabilecekleri belirtilmiştir.
ii) İç kontrol sisteminin şirket yönetimi tarafından değerlendirilmesi (madde
404) ve bu amaçla bağımsız denetçilerin raporlarının şirket yönetim kurulu
içerinde oluşturulacak Denetim Komitesince incelenerek onaylanması
zorunluluğu getirilmiştir.
iii) Üst yöneticilere avans ve kredi verilmesi yasaklandığı gibi sonradan açıktan
yapılan böyle bir ödemenin tespiti durumunda tahsili mecbur kılınmıştır.
iv) Üst yönetim mensuplarının da hisse senedi satışlarını derhal açıklamaları
mecburiyeti getirilmiştir.
v) Sermaye Piyasası Kanunu’nu ihlal eden şirketlerin, kamuoyunu yanlış
bilgilendirmeleri nedeniyle yanıltılan yatırımcı ve diğer mağdurlara mahkeme
kararı ile tazminat ödemelerinin önüne geçilmesi amacıyla iflaslarını istemeleri
yasaklanmıştır.
vi) Sarbanes-Oxley Act’in 406. madde (a) bendinde, halka açık şirketlerin;
- icradan, finansal yönetimden, muhasebeden ve denetimden sorumlu
yöneticileri ve onların muadili görevindeki personelin de muhatap olduğu ‘etik
kuralları’ düzenlemesi olup olmadığını,
- bu kurallar manzumesinde üst yönetimin bazı üyeleri için feragat ve istisna
maddelerinin olup olmadığını,
- etik kurallar metnin de herhangi bir değişiklik yapılıp yapılmadığını,
- eğer etik kurallar metni hazırlamadıysalar bunun nedenlerini kamuoyuna
duyurulması da istenmiştir.
ABD borsalarında halka açık şirketlerin ilgili borsa kotasyon şartlarını
sağlaması için gerekli en önemli unsurlardan biri olan ‘etik kurallar’ metni
hazırlama ve kamuoyuna duyurma mecburiyetinin olup olmadığıdır. Üst
yönetimin kişisel çıkarlarını ön plana alarak söz konusu etik değerler koduna
uymaması ya da yönetim kurulunun aldığı çeşitli kararlarda istisnalara izin
vererek bu etik kodu ihlalini kamuoyu ile paylaşmaması açıkça paydaşların
çıkarlarına aykırılık teşkil etmektedir. Bunun açık bir örneği de Enron finansal
fiyaskosunda, şirket yöneticilerinin şirket etik kodlarında mevcut olan bazı
70
hükümleri uygulamaktan “feragat etmesi” ve bunu kamuoyu ile paylaşmaması
şeklinde kendini göstermiştir.
15 Haziran 2003 tarihinden itibaren ABD faaliyet gösteren halka açık
şirketlerin, mali yıl sonunda çıkardıkları yıllık faaliyet raporlarında yukarıda
bahsi geçen etik koduna ilişkin düzenlemelerin gereği olarak kamuoyunun
bilgilendirilmesine başladıkları görülmektedir. Düzenleme gereği şirket söz
konusu etik değerler metnini ya yıllık rapora ekleyecek veya şirket web
sitesine koyacaktır. Ya da talep edilmesi durumunda herhangi bir ücret
almaksızın bir nüshasını temin edecektir.
4) SERMAYE PİYASASI KURULU TARAFINDAN DUYURULAN ‘İYİ
YÖNETİŞİM’ İLKELERİNDE MESLEK MENSUPLARIMIZ İÇİN ÖNEMLİ
HUSUSLAR
OECD’nin 1999 yılında Kurumsal Yönetim İlkelerini yayınlamasının ardından
bu ilkeler Türkiye’de yankı bulmuş, çokuluslu ve küresel şirketlerle
entegrasyonu sürekli artan ekonomik sistem içerisinde Kurumsal Yönetim
İlkelerine olan ihtiyaç artmıştır. SPK 2003 yılında kurumsal yönetim alanındaki
bu boşluğu doldurma amacıyla “Kurumsal Yönetim İlkeleri”ni yayınlamıştır.
Böylece OECD Kurumsal Yönetim İlkeleri’nin temel alındığı bir çalışma ile
Türkiye’nin yasal ve ekonomik niteliklerini de göz önüne alarak yeni bir metin
yapılandırılmıştır. OECD’nin ve SPK’nun yayınlamış olduğu Kurumsal Yönetim
İlkeleri’ne bakıldığında her iki metnin fonksiyonunun temelde benzer olmasına
rağmen içeriğinde farklılıklar olduğu görülmektedir. OECD Kurumsal Yönetim
İlkeleri temelde iki bölümden ve 12 başlıktan oluşmaktadır. Buna karşılık 2003
yılında hazırlanan ve kamuoyuna sunulan SPK Kurumsal Yönetim İlkeleri 4
farklı bölüm altında 27 başlığı barındırmaktadır.8
İlkeler, mevcut düzenlemelere herhangi bir istisna teşkil etmemektedir. Diğer bir
ifade ile halka açık anonim şirketlerin mevzuat ile belirlenen yükümlülükleri aynen
devam etmektedir. Bununla birlikte, İlkeler mevcut düzenlemelerin ilerisinde
prensipler içermekte, mevcut mevzuatta ve uygulamada kurumsal yönetim
konusunda oluşan eksikliği gidermek ve boşluğu doldurmak amacına yönelik olarak
hazırlanmıştır. Bu anlamda İlkeler, ileride mevzuatta yapılacak düzenlemeler için de
yol gösterici bir özellik arz etmektedir. SPK tarafından İlkelerin, günün koşullarına
uyum sağlanmasını teminen zaman zaman gözden geçirileceği de Kurul web
sitesinde belirtilmiştir.
Sermaye Piyasası Kurulunun web sitesinde duyurulan Kurumsal Yönetim İlkeleri;
pay sahipleri, kamuyu aydınlatma ve şeffaflık, menfaat sahipleri ve yönetim kurulu
8 Kurt M., Kayacan M.; KURUMSAL YÖNETİMDE FİNANSAL VE YÖNETSEL KONULAR : “KURUMSAL YÖNETİM İLKELERİ”NİN
İÇERİK ANALİZİ, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesinde düzenlenen 4. Orta Anadolu İşletmecilik Kongresi, s. 12, 2005
71
olmak üzere aşağıda içeriği özetlenen dört ana bölümden oluşmaktadır:9
İlk bölümde, pay sahiplerinin hakları ve eşit işleme tabi olması konularındaki
prensipler yer almaktadır. Bu bölümde, pay sahiplerinin bilgi alma ve inceleme
hakkına, genel kurula katılım ve oy verme hakkına, kar payı alma hakkına ve azınlık
haklarına ayrıntılı olarak yer verilmekte, ayrıca pay sahipliğine ilişkin kayıtların
sağlıklı olarak tutulması ve payların serbestçe devri ve satışı konuları ile pay
sahiplerine eşit işlem ilkesi ele alınmaktadır.
İkinci bölümde, kamunun aydınlatılması ve şeffaflık kavramları ile ilgili prensipler yer
almaktadır. Bu bölümde, kamuyu aydınlatma ilkesi çerçevesinde şirketlerin pay
sahiplerine yönelik olarak bilgilendirme politikası kuralları oluşturmalarına ve bu
kurallar bütününe sadık kalarak kamuyu aydınlatmalarına yönelik prensipler
oluşturulmuş ayrıca, dünyadaki son güncel gelişmelere paralel olarak ülkemiz
koşulları da göz önünde bulundurularak periyodik mali tablolar ve raporlarda yer
alacak bilgiler bir standarda bağlanmış ve kamuya duyurulacak bilgiler, işlevsellik ön
planda tutularak ayrıntılandırılmıştır.
Üçüncü bölüm, menfaat sahipleri yani paydaşlar ile ilgilidir. Menfaat sahibi,
işletmenin hedeflerine ulaşmasında ve faaliyetlerinde ilgisi olan bir kimse, kurum
veya çıkar grubu olarak tanımlanmaktadır. Şirketle ilgili menfaat sahipleri; pay
sahipleri ile birlikte çalışanları, alacaklıları, müşterileri, tedarikçileri, sendikaları,
çeşitli sivil toplum kuruluşlarını, Devleti ve hatta şirkete yatırım yapmayı
düşünebilecek potansiyel tasarruf sahiplerini de içermektedir Bu bölümde şirket ile
menfaat sahipleri arasındaki ilişkilerin düzenlenmesine yönelik prensipler yer
almaktadır.
Dördüncü bölümde ise, yönetim kurulunun fonksiyonu, görev ve sorumlulukları,
faaliyetleri, oluşumu ile yönetim kuruluna sağlanan mali haklar ve yönetim kurulunun
faaliyetlerinde yardımcı olmak üzere kurulacak komitelere ve yöneticilere ilişkin
prensipler yer almaktadır.
.
Yukarıda bahsi geçen İlkeler metni incelendiğinde tespit edilen genel hususlar
ise aşağıda özetlenmiştir:
a) İlkelerde yer alan prensiplerin uygulanıp uygulanmaması şimdilik isteğe
baglıdır.
b) İlkelerde yer alan prensiplerin uygulanıp uygulanmadıgına; uygulanmadı ise
buna ilişkin gerekçeli açıklamaya, bu prensiplere tam olarak uymama
dolayısıyla meydana gelen çıkar çatışmalarına ve gelecekte şirketin yönetim
uygulamalarında İlkelerde yer alan prensipler çerçevesinde bir değişiklik
yapma planının olup olmadığına ilişkin açıklamaya, yıllık faaliyet raporunda
yer verilmesi ve ayrıca kamuya açıklanması gerekmektedir.
9 www.spk.gov.tr
72
c) Sermaye Piyasası Kurulu tarafından yapılacak düzenlemeler çerçevesinde,
kurumsal yönetim derecelendirmesi yapan derecelendirme kuruluşları İlkelerin
uygulanma seviyesini halka açık anonim şirketler açısından saptayacaklardır.
d) İlkelerde yer alan ana prensipler “uygula, uygulamıyorsan açıkla”
prensipleridir. Ancak bu prensiplerin bazıları tamamen tavsiye niteliginde olup;
bu prensiplere uyulmadıgı takdirde herhangi bir açıklama yapılmasına gerek
bulunmamaktadır.
e) İlkeler mevcut düzenlemelerin ilerisinde prensipler içermekte olup, mevcut
mevzuatta ve uygulamada kurumsal yönetim konusunda oluşan eksikligi
gidermek ve boşlugu doldurmak amacıyla hazırlanmıştır.
f) İlkeler, ileride mevzuatta yapılacak düzenlemeler için de yol gösterici bir
özellik arz etmektedir.
SPK tarafından duyurulan İlkelerde, uluslararası piyasalarda kurumsal yönetim
kavramının halka açık anonim şirketler tarafından kullanılmasına yönlendirici
mevzuatın yapılandırılmasında tetikleyici olan finansal fiyaskolardan alınan
dersler ışığında olası benzer bir gelişmenin ulusal sermaye piyasalarımızda
önünü almak üzere de çeşitli tavsiyelerin kaleme alındığı görülmektedir.
Bunlardan en önceliklileri Sarbanes – Oxley yasasında da ayrıntıları ile
düzenlenmiş olan denetim işlevinin kurum içi ve kurum dışı bağımsız denetim
kuruluşlarınca yerine getirilmesi ve yönetim kurullarının teşkili ile
sorumlulukları konularıdır.
“Uygula, Uygulamıyorsan Açıkla” tipindeki bu hususların İlkelerde nasıl
incelendiğinin tek tek irdelenmesi yerinde olacaktır:
I. Bağımsız denetim kuruluşları ve bu kuruluşlarda istihdam edilen denetim
elemanlarının bağımsızlığı esas olup; bağımsızlık ilkesi; bağımsız denetim
faaliyetlerinin, bağımsız denetçinin mesleki takdir ve tarafsızlığını
zedeleyebilecek nitelikteki herhangi bir ilişki, çıkar veya etkiden azade
yürütülmesini ifade etmektedir. Bu amaçla İlkelerde;
a) Bağımsız denetim kuruluşlarının belirli aralıklarla rotasyona tabi tutulması
gerektiği,
b) Şirket yönetim kurulu tarafından bir bağımsız denetim kuruluşunun sürekli
ve/veya özel denetimlerde en çok 5 hesap dönemi için seçilebileceği,
c) Şirketin aynı bağımsız denetim kuruluşu ile yeniden sürekli ve/veya özel
denetim sözleşmesi imzalayabilmesi için en az 2 hesap döneminin geçmesi
zorunlu olduğu,
d) Bağımsız denetim faaliyeti ile danışmanlık faaliyetlerinin birbirinden ayrı
olduğu,
e) Bağımsız denetim kuruluşları ve bu kuruluşlarda istihdam edilen denetim
elemanları ile diger personelin bağımsız denetim hizmeti verdikleri şirketlere,
bağımsız denetim hizmeti verdikleri dönemde, bedelli veya bedelsiz olarak
danışmanlık hizmetleri veremeyecekleri,
73
f) Bağımsız denetim kuruluşunun yönetim veya sermaye bakımından
doğrudan ya da dolaylı olarak hakim bulunduğu bir danışmanlık şirketi ve
çalışanlarının, bağımsız denetim kuruluşunun hizmet verdigi şirkete, aynı
dönem için danışmanlık hizmeti veremeyeceği ve bu kapsama, bağımsız
denetim kuruluşunun gerçek kişi ortakları ve yöneticileri tarafından verilen
danışmanlık hizmetlerinin de dahil olduğu açıkça belirtilmiştir.
II. Yönetim kurulunda yer alan bağımsız üyelerin, şirketin, pay ve menfaat
sahiplerinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutabilme ve kararlarda tarafsız
olabilme avantajına doğal olarak sahip oldukları kabul edildiğinden bahis
edilerek bağımsız üyelerin yönetim kurulunda çogunlukta bulunması, bir
şirkette kurumsal yönetimin doğru ve tarafsız olarak uygulanmasının önemli
unsurlarından bir tanesi olduğu vurgulanmakta olup; Yönetim kurullarının
teşkili ve işlevlerine ilişkin esaslar sıralanmıştır.
Öte yandan yine şirket yönetim kurulları ile ilgili olup; ‘uygula, uygulamıyorsan
açıkla’ tipinden ziyade sadece tavsiye niteliğinde belirtilen ilkeler ise şöyledir:
a) Şirketin iflası halinde; iflasın istenmesinden önceki son üç yıl içinde her ne
ad altında olursa olsun hizmetlerine karşılık aldıkları ve emsallerine göre bariz
derecede farklı olan maddi menfaatin fazla olan kısmının şirkete iade edilmesi,
b) Yönetim kurulu üyelerinin, şirkette göreve başlamadan önce, mevzuata,
esas sözleşmeye, şirket içi düzenlemelere ve oluşturulan politikalara
uyacaklarını ve uymadıkları takdirde şirketin, pay ve menfaat sahiplerinin bu
nedenle uğrayacakları zararları müteselsilen karşılayacaklarını yazılı olarak
beyan etmeleri,
c) Yöneticilerin, görevlerini gereği gibi yerine getirmemeleri nedeniyle şirketin
ve üçüncü kişilerin uğradıkları zararları tazmin etmeleri,
d) Şirketin menfaatlerini korumak için yöneticilerin görevden ayrılmaları
durumunda şirketin rekabet ettiği başka bir şirkette belli bir süre çalışmayacağı
ve bu hükme uyulmaması halinde uygulanacak yaptırımların sözleşme
maddelerinde belirtilmesidir.
5. KURUMSAL YÖNETİM KAVRAMININ ULUSAL MALİ PİYASALARIMIZA
YANSIMALARI
Çalışmada yer yer atıfta bulunulan küresel piyasalarda yaşanan finansal
fiyaskoların ortaya çıkardığı muhasebe ve finansal raporlama esaslarına ilişkin
hata ve yönetsel kötüye kullanımların önüne geçmek üzere yapılan çeşitli
çalışmalar ışığında ve finansal bilginin sermaye pazarlarındaki önemi göz
önüne alınarak hemen her ülkede aşağıdaki temel konularda düzenlemeler
yaptığı literatürde görülmüştür:
74
1) Uluslararası Finansal Raporlama Standartlarına uygun şeffaf tablo ve
raporların üretilmesi,
2) Kurumsal yönetim ilkeleri ışığında şirket yöneticilerinin, yönetim ve denetim
kurullarının yeniden yapılandırılması ile daha ayrıntılı kontrol edilerek daha
fazla sorumlu kılınması,
3) Şirketlerin kurumsal yönetim açısından başarısının ölçülebilmesi için
kurumsal yönetim derecelendirilmesinin yapılması,
4) Bağınsız denetim standartlarının uluslararası seviyeye çekilmesi ve
denetçinin de denetlenmesi
Ulusal sermaye piyasalarımızda bahsi geçen benzer finansal fiyaskolar ile
karşılaşmasını engeleyerek, tüm paydaşlar açısından olası menfi gelişmelerin
önüne geçebilmek ve bu yönde en etkin ve tek çözüm olarak ortaya atılan
‘kurumsal yönetim’ olgusunu mevzuatımıza yerleştirmek adına atılan adımları
aşağıdaki şekilde incelemek mümkündür:
1) Öncelikle Sermaye Piyasası Kurulu’nun kurumsal yönetim ilkelerini halka
açık anonim şirketlerde yaygınlaştırabilmek için uluslararası tavsiye kararları
ışığında ve ‘iyi kurumsal yönetim’ adı altında bir kısım ilkeleri tavsiye amaçlı
olarak 2003 senesinde yayınladığı ve Şubat 2005 senesinde de güncellediği
görülmektedir. Bahsi geçen metnin hazırlanabilmesi için SPK, İMKB ve
Türkiye Kurumsal Yönetim Forumu uzmanları biraraya gelmiş ve birçok
akademisyen kamu kurumu, özel sektör temsilcisi ve meslek örgütünün
görüşleri ışığında bu çalışma tamamlanmıştır. Böylece SPK tarafından
duyurulan İlkeler yardımıyla çeşitli gelişmiş sermaye piyasalarında yaşanmış
olan finansal fiyaskolardan alınan dersler ışığında benzer bir menfi gelişmenin
ulusal sermaye piyasalarımızda oluşumunun önünü geçilmek üzere çeşitli
kural ve tavsiyelerin kaleme alındığı görülmektedir.
2) Atılan diğer bir adım ise Kurumsal Yönetim İlkelerinin öncelikle halka açık
şirketlerde olmak üzere ve sonrasında tüm şirketlerde yaygınlık kazanması
amacıyla özendirici çalışmalar bağlamında SPK’nın, şirketlerin faaliyet
raporlarına ek olarak ‘Kurumsal Yönetim İlkeleri Uyum Raporu’ hazırlama
mecburiyetini 10 Aralık 2004 tarihli Kurul kararı ile duyurması olmuştur.
Böylece halka açık şirketin tamamlamış olduğu faaliyet dönemine ilişkin
kurumsal yönetim performansının yatırımcıya faaliyet raporunun ayrılmaz
parçası olarak sunulması amaçlanmış olup; raporda, SPK Kurumsal Yönetim
İlkelerinde yer alan prensiplerden şirket tarafından uyulanlar ve
uyulmayanların belirtilerek, uyulmayanlar hakkında uyulmama gerekçeleri ile
bu ilkelere tam olarak uyulmama dolayısıyla meydana gelen çıkar
çatışmalarına ilişkin bilgilerin açıklanması sağlanmak istenmiştir. Böylece şu
an ‘Uygula ya da Uygulamadığını Açıkla’ tarzı bir yöntem tercih edilmiştir.
Tabi şu an gelinen bu aşamanın İlkelerin tam anlamıyla uygulanması aşaması
öncesinde bir geçiş aşaması olduğu da düzenleyici kurum uzmanlarınca
75
açıkca dillendirilerek
yönlendirilmektedir.
özel
müteşebbis
şirketler
nihai
hedefe
doğru
3) Bütün bu gelişmeleri tamamlayıcı olarak yapılan diğer bir düzenleme de
Kurumsal Yönetim Derecelendirmesi yapacak derecelendirme şirketlerinin
kurulabilmesi için gerekli mali ve hukuki şartları açıklayan bir tebliğin SPK
tarafından yapılandırılması olmuştur. Seri VIII No:40, Sermaye Piyasasında
Derecelendirme Faaliyeti ve Derecelendirme Kuruluşlarına İlişkin Esaslar
Tebliği 04.12.2003 tarihinde gerekli çalışmalar sonrası duyurulmuştur. Bu
tebliğ ile kurulmakta olan derecelendirme şirketlerinin yapacağı
derecelendirmeye müteakip, kurumsal yönetim açısından olumlu manada
farklılaştıları tespit edilmiş olan ve menkul kıymetleri sermaye piyasaları
yoluyla el değiştiren ortaklıklar; bu durumu kamuoyunun dikkatine sunup;
gelişmiş sermaye piyasalarındaki örneklerinde olduğu gibi yatırımcının daha
çok ilgi ve desteğine sermaye piyasaları yolu ile sahip olabileceklerdir.
4) Öte yandan Kurumsal Yönetim Derecelendirme şirketi kurulabilmesi için
öngörülen şartları yerine getirilmesi ve sonrasında SPKnın uygun görmesi ile
faaliyete geçecek değerleme şirketlerinde görev alacak kurumsal yönetim
denetim ve derecelendirme uzmanlarının yetiştirilebilmesi ve yeterliliklerinin
ölçülerek bunun bir lisans altına alınabilmesi amacıyla yeni bir lisanslama
sınavı türü daha yapılandırılarak uygulanmaya da başlanmıştır. Söz konusu
uzmanlık sınavı SPK tarafından duyurularak diğer lisanslama sınav başlıkları
ile beraber açılmaktadır.
5) Yukarıda bahsi geçen kurumsal yönetim ilkelerinin benimsenmesine yönelik
özendirici siyasetin bir gereği olarak halihazırda menkul kıymetleri İMKB’de
işlem görmekte olan halka açık şirketlerin dahil olacağı bir Kurumsal Yönetim
Endeksi hesaplama çalışmaları tamamlanarak sonuçlandırılmıştır. Böylece
söz konusu endeksin kuralları ve nasıl çalışacağına ilişkin İMKB Kurumsal
Yönetim Endeksi Temel Kuralları adlı metin 23.02.2005 tarih ve 237 nolu
Genelge ile kamuoyuna duyurulmuştur. Buna göre,
i) SPK tarafından yetkilendirilerek derecelendirme kuruluşları listesine alınan
derecelendirme kuruluşlarınca yapılan kurumsal yönetim ilkelerine uyum
derecelendirmesinde, bir bütün olarak tüm ilkelere uyum notu en az 6 olan ve
IMKB
pazarlarında (Gözaltı Pazarı hariç) işlem gören şirketlerin hisse senetleri
derecelendirme notunun Borsa’ya bildirildiği günü takip eden iş gününde
endekse alınacağı,
ii) Endeksin, ancak endekse alınma kriterlerini sağlayan şirketlerin sayısının
5’e ulaşması halinde Borsa Günlük Bülten’inde yapılan duyurudan 1 hafta
sonra hesaplanmaya başlanacağı ve IMKB Ulusal-100 endeksinin ilan edilen
en son değerinin Endeksin başlangıç değeri olarak alınacağı,
76
iii) Fiyat endeksinin seanslar süresince, getiri endeksinin seanslar sonunda
hesaplanıp ilan edileceği açıklanmıştır.
Görüldüğü üzere İMKB, ulusal sermaye piyasalarımızın faaliyet gösteren tek
düzenli menkul kıymetler borsası olarak kurumsal yönetim ilkelerinin ilgi
çekmesi ve öncelikle halka açık şirketler tarafından benimsenebilmesi
sürecinin hızlandırılabilmesi amacıyla gelişmiş borsalardaki örneklerine benzer
önemli bir adım atmış bulunmaktadır.
6) Kurumsal Yönetim İlkelerini uygulayan Borsa şirketlerinin teşvik edilmesi
amacıyla, İMKB Yönetim Kurulu’nun 18.03.2004 tarihli toplantısında
kararlaştırılıp, Sermaye Piyasası Kurulu’nun 07.02.2005 tarih ve 4/99 sayılı
toplantısında onaylanarak yürürlüğe giren İMKB kotasyon ücretleri tarifesi
değişikliği uyarınca, kotta/kayıtta kalma ücretinin tahakkuk ettirildiği tarih
itibariyle Borsa’da hisse senetleri işlem gören şirketlerden ‘İMKB Kurumsal
Yönetim Endeksi’ kapsamında yer alacak şirketlere ‘kotta kalma’ ya da ‘kayıtta
kalma’ ücretlerinde %50 indirim yapılacağı da duyurulmuştur. Bu da kurumsal
yönetimin özendirilmesi adına Borsada menkul kıymetleri işlem görmekte olan
şirketlerin doğrudan bilançolarına yansıyacak bir teşvik olarak idarenin
kararlılığının açık diğer bir örneği olmuştur.
7) Esas sermaye sistemini öngören ve KOBİler dahil olmak üzere ulusal
sınırlarımız içerisinde kurulan şirketlerimizin tamamının tabi olduğu TTKnuna
ilişkin olarak sürmekte olan tadilat çalışmaları bu arada tamamlanmış olup,
kanun taslağı olarak TBMM’ye sevki gerçekleştirilmiştir. Temmuz 2006’da TTK
taslağı Meclis Adalet Alt Komisyonunda kabul edilmiştir. İlgili tüm tarafların
görüşleri alınarak yapılan değişiklik önerileri ışığında hazırlanmış olan söz
konusu taslak incelendiğinde görülmektedir ki kurumsal yönetim olgusu halka
açık olmayan anonim şirketler ve diğer şirket yapılarının da belli ölçülerde
uymasının açıkca istendiği bir hukuki kavram olarak yeni TTKda yer
almaktadır.
Bu anlamda 2007de yürürlüğe girmesi beklenen TTK taslak metninde
kurumsal yönetim ilkelerinden yansıyan çeşitli başlıklar arasında bazıları,
aşağıdaki şekilde sıralanabilir:
- Yönetim kurullarında çoğunluk payına sahip ortaklar ya da kurucu/yönetici
aile ile akçalı ya da ailesel herhangi bir ilişkisi olmaksızın görev alanında
mesleki bilgi ve tecrübesi yüzünden atanan ‘bağımsız üyeler’in bulunması,
- Bağımsız denetim mecburiyetinin tüm şirketler için aranması. TTK’ya tabi
büyük/orta büyüklükteki şirketler bağımsız denetim şirketlerince denetlenirken
küçük şirketlerin ise iki smmm meslek mensubu tarafından şirket dışından
denetlenebilmesi,
- Şirket iç denetim yapısı tarafından üretilen denetim sonuçları ve bağımsız
denetim kuruluşları ya da SMMM/YMMM tarafından gerçekleştirilen finansal
77
tablolar ve denetim sonuçlarına ilişkin geçmiş uzmanlık ve mesleki bilgileri
nedeniyle görüş verecek ve bundan da sorumlu olacak yönetim kurulu
üyelerinden teşkil olunmuş bir ‘denetim komitesi’ yapılandırılması,
- Şirket mali tablolarına ilişkin mevzuat gereği düzenli olarak denetim yapan ve
bunu kamuoyu ile paylaşan bağımsız denetim şirketi ya da smmm/ymmm
denetçilerinin belli bir süreden sonra değiştirilme zorunluluğu,
- TTK’ya tabi şirketlerin kullanacağı muhasebe kurallarını belirlemek görev ve
sorumluluğu Türkiye Muhasebe Standartları Kuruluna aitken, kurumsal
yönetim kurallarının yapılandırılmasında yetkili olarak SPK’nın belirtilmesi ve
böylece çok başlılığın engellenmesi,
- Yönetim kurullarının yıllık kurumsal yönetim raporu düzenleyerek kamuoyuna
duyurması,
- Tüm sermaye şirketlerinin web sitesi kurarak bunun bir kısmının bilgi
hizmetlerine tahsis edilmesi ve böylece mali tablolara tüm paydaşlar
erişebilmesi,
- Tüm şirketlerin uluslar arası muhasebe esaslarını kullanma mecburiyeti,
- Genel kurulda oy kullanırken vekalet müessesesine imkan verilmesi,
8) Şu ana kadar halka açık şirketlerin %50den fazlası kar dağıtım politikalarını
Kurumsal Yönetim İlkeleri Uyum Raporunda yayınlamaya başlamış
olduklarından, Sermaye Piyasası Kurulu, yeni bir düzenleme ile halka açık
şirketlerin kar dağıtım politikalarını açıklama ve genel kurul toplantılarında
tartışmaya açma mecburiyeti getirmiştir.
9) Halka açık anonim şirketlerin denetimini yapan bağımsız denetim şirketleri
ya da smmm/ymmm ünvanlı denetçilerin denetim görevi yanında danışmanlık
görevini de aynı anda yapamamaları yönündeki düzenlemeler, Uluslararası
Muhasebeciler Federasyonu (IFAC) tarafından hazırlanan Uluslararası
Bağımsız Denetim Standartları (UDS) ve Avrupa Birliği’nin direktiflerine tam
uyumlu bir düzenleme olan SPKnın Seri X No: 22 sayılı Sermaye Piyasasında
Bağımsız Denetim Standartları Hakkında Tebliğ ile 2006 senesinde
gerçekleştirilmiştir.
10) BDDK tarafından çıkarılan yeni Bankacılık Kanunu10 ile özellikle denetim
ve iç kontrol hükümleri açısından SOX esasları ve dolayısıyla kurumsal
yönetim esaslı kurallar ulusal mali piyasalarımızdaki bankalara da
uygulanmaya başlamıştır.
11) Aynı AB ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de SPK, 1 Ocak 2005 itibariyle
uluslararası finansal muhasebe standartlarının kullanımını halka açık
şirketlerimiz için zorunlu hale getirmiş olup; 15.11.2003 tarihli Seri:XI, no:25
sayılı Sermaye Piyasasında Muhasebe Standartları Hakkında Tebliği ile halka
10 BDDK, Bankacılık Kanunu, No:5411, Resmi Gazete, 01.11.2005-25983 (mük)
78
açık işletmelerin finansal tablolarını UFRS ile tam uyumlu hale getirmeleri
istenmiştir.
Uluslararası finansal raporlama esaslarının dünya ile aynı anda
uygulanabiliyor olması ulusal şirketlerimizin faaliyetlerinin paydaşları
tarafından tüm şeffaflığı ile takip edilebiliyor olması ve uluslararası tanınırlığı
da getireceğinden bu yönde atılan adımlar kurumsal yönetimin anlayışının
yerleşmesine de katkı sağlayacaktır. Bu manada önem arzeden halka açık
şirketlerle ilgili olarak SPK’nın Seri XI No:25 Tebliğinde öngörülen muhasebe
standartlarının uluslararası muhasebe standartları ile birebir örtüşmediği
yerlerde isteyen anonim ortaklığın Seri XI. no:27 sayılı ek tebliğ gereği
doğrudan UFRS standartlarını da kullanabileceği de açıklanmıştır.
12) 2004 kurulan Türkiye Muhasebe Standartları Kurulu (TMSK) tarafından da
ulusal muhasebe standartlarının uluslararası finansal raporlama standartlarına
dönüştürülme çalışmaları birebir sözkonusu standartların (IFRS) türkçeye
çevrilmesi yolu ile sürmektedir.
6. FİNANSAL RAPORLAMA STANDARTLARINA İLİŞKİN GELİŞMELER VE
ULUSAL MALİ PİYASALARIMIZA ETKİSİ
Tarihsel süreç içerisinde paydaşların şirketleri değerlendirmesine baz teşkil
eden mali raporlama yükümlülüklerini belirleyen düzenlemeler açısından
bakıldığında öncelikle 1952’den itibaren Vergi Usul Kanunu’nda mükellefler
açısından sınırlı bazı muhasebe kurallarından bahis edilirken mali tabloların
kamuoyuna açıklanmasına ilişkin hükümlerin ilk kez, 1957’de yenilenen TTK
içerisinde mevcut olduğunu görüyoruz.
Daha sonra özellikle halka açık şirketlerin finansal raporlama esaslarının
belirlenmesi sorumluluğunun 1981 yılında çıkarılan 2499 sayılı SerPKnu ile
Sermaye Piyasası Kurulu’nun sorumluluğuna verildiğini görmekteyiz.
Finansal raporlama ve muhasebe esaslarına ilişkin çok çeşitli düzenlemelerin
günümüze değin yapılageldiği Ülkemizde, Maliye Bakanlığı, BDDK ve SPK
tarafından tabi kurum ve kuruluşlara yönelik olarak çıkarılan bu
düzenlemelerin tek düzen haline sokulmasına yönelik reformların ise 2499
sayılı SerPK’nunda 2004 yılında yapılan tadilatla kurulan Türkiye Muhasebe
Standartları Kurulu (TMSK) ile ivme kazandığı görülmektedir.
Maliye Bakanlığı’nın 26.12.1992 tarih ve 21447 sayılı Resmi Gazete’de
yayınlanan 1 sayılı Muhasebe Uygulamaları Genel Tebliği ile zorunlu hale
getirilen Tekdüze Hesap Uygulamasının, Ocak 1994’te yürürlüğe girmesi ile
ulusal muhasebe ve raporlama standartlarının uyumlaştırılması çabalarında
ciddi bir atılarak ardı ardına çıkarılan 14 adet Muhasebe Sistemi Uygulama
Genel Tebliği ile bilanço usulüne göre defter tutan işletmelerin faaliyetlerinin
79
ve faaliyet sonuçlarının sağlıklı ve güvenilir biçimde muhasebeleştirilmesi, mali
tablolar aracılığı ile paydaşlara sunulması gereken bilgilerin tutarlılık ve
karşılaştırılabilirliği sağlanmaya çalışılmıştır.
Bankacılık kesimine bakıldığında ise Tekdüzen Hesap Planı’nın tüm bankalar
için Türkiye Bankalar Birliği tarafında hazırlanması sonrasında BDDK
tarafından 2002 yılında Muhasebe Uygulama Yönetmeliği çıkarılmış ve en son
30.06.2005’te güncellenerek muhasebe ve raporlama esasları uluslararası
yeknesaklara çekilmiştir.
Halka açık şirketler açısından muhasebe standarlarının güncelliğine hep
dikkat eden SPKurulu, Sermaye Piyasasında Muhasebe Standartları
Hakkında Tebliğ ile 01.01.2005 tarihinden sonra sona eren ilk ara mali
tablolardan itibaren tabi işletmelerin mali tablolarının uluslararası muhasebe
standartlarına uygun olarak hazırlanmasını isteyerek çok önemli bir adım
atmıştır.
TMSK’nın çalışmaya başlaması ile de ulusal mehasebe ve finansal raporlama
esaslarımızın modern finans piyasalarının olmazsa olmaz koşulu gereği şeffaf
ve herkezi anlayabileceği bir yeknesak tabana oturtulabilmesi için harekete
geçilmiştir. Böylelikle Uluslararası Muhasebeciler Federasyonu (IFAC)
tarafından duyurulan uluslararası finansal raporlama standartları (UMS/UFRS)
ele alınarak benimsenmiş ve Türkiye Muhasebe Standartları / Türkiye
Finansal
Raporlama
Standartları
(TMS/TFRS)
yapılandırılmaya
başlanmıştır. Ulusal mali piyasalarımızda yer alan tüm düzenleyici kurum ve
kurulların TMSK tarafından UFRSlerle uyumlu yapılandırılan TMSnı esas
alarak kendi düzenlemelerini değiştirmesi şarttır.
Bilindiği üzere 1973’te Uluslararası Muhasebe Standartları Komitesi (IASC) ve
uluslararası muhasebe standartları (IAS) geliştirilip yayınlanmıştır.
Türkiyede’de UMS-UFRS’ye uyumlu ulusal muhasebe standartları geliştirmek
için TMSK kurulana kadar faaliyetlerini sürdüren Türkiye Muhasebe ve
Denetim Standartları Kurulu (TMUDESK)’dir. TMSK’nin uyarlama ve çeviri
çalışmaları öncesi BDDK, Muhasebe Uygulama Yönetmeliği Tebliğlerini,
SPKurulu ise Seri 11 no:25 sayılı Tebliği yayınlayarak uygulamaya koymuştur.
Uluslararası gelişmeler incelendiğinde ise tabiki tüm gelişmiş ve gelişmekte
olan ülkelerde birebir aynı şekilde uygulanabilen finansal raporlama esası
bulunmamakta olduğu görülmektedir. Özellikle Kuzey Amerika Gümrük Birliği
Anlaşması (NAFTA) ülkelerinin benimsediği ve SEC bağlı bir kurul tarafından
oluşturulmuş Financial Accounting Standarts Board (FASB) tarafından
hazırlanmış ABD Genel Kabul görmüş Muhasebe İlkeleri (USGAAB) ile
Avrupa Birliği üyesi ülkelerin benimsediği ve bağımsız bir kuruluş olan
Uluslararası Muhasebe Standartları Komitesi (IASC) tarafından hazırlanan
80
Uluslar arası Muhasebe Standartları (IAS) temelde farklılıklar içeren iki ana
muhasebe esası olarak farklılaşmakta olduğu görülmektedir.
Özellikle TÜRMOB’un ve Kıta Avrupası’nın parçası olarak Türkiye’nin tercih
ettiği sesasları yapılandıran IASC, yeniden yapılandırılarak uluslararası
Muhasebe Standartları Kurulu (IASB) olmuş ve böylece IAS isminde IFRS’ye
geçilerek tüm dünayada kullanılabilir esaslar olma iddiası IASB tarafından
somutlaştırılmıştır. Ekim 2006 itibariyle ulusal düzenleyiciler tarafından örnek
alınması beklenen 31 adet IAS ve 6 adet IFRS yürürlüktedir.11
Tabi iki ana muhasebe ve raporlama esasının yakınlaştırılarak farklılıkların
ortadan kaldırılması ve birbirleri ile uyumlu esasların geliştirilebilmesi adına da
FASB ve IASB Eylül 2002’de bir anlaşmaya imza koyarak teması da
kesmemişlerdir.
Yeni TTKanunu ile halka açık olsun olmasın tüm işletmeler muhasebe ve
finansal raporlama konularında TMSK tararfından yayımlanan UFRS’ye
uyumlu TMS/TFRSnı kullanmak zorunda kalacağından gerek BDDK ve
gerekse SPK’nın bu yönde açıklmada bulunmaları gerekecektir.
TMSK bugüne kadar, UMS/UFRSye tam uyumlu 31 adet TMS, 6 adette TFRS
yayımlamıştır. TMSK’nın yayımladığı esaslar 2006 yılı başından itibaren
yürürlüğe girmiş olup; BDDK tarafından 2008 yılında uygulamaya geçilecek ve
UFRS uygulamayan işletmelerin kredi maliyetlerini çok artıracak olan BASEL
II kuralları ışında küçük ve orta ölçekli işletmelere (KOBİ) yönelik olarak da
IASB’nin yayınladığı KOBİ Standartları Taslağını baz alan ulusal çalışmalar
TMSK tarafından sürdürülmektedir.
11
www.iasb.org.tr
81
SONUÇ
Küresel dünyada yaşanan finansal fiyaskolar ışığında yapılan incelemeler
göstermiştir ki şirket paydaşlarının tüm çıplaklığı ile şirketin durumunu sürekli
anlayabilmeleri ve vekalet verdikleri yöneticilerin etkinliğini de ölçebilmeleri
bundan sonra benzeri sıkıntıların yaşanmaması için esas çözümü teşkil
etmektedir. Şirketlerdeki mali raporlama ve yönetsel süreçlerdeki eksiklik ve
kötüye kullanmaların ayrıntılı tespiti “Kurumsal Yönetim” ya da “İyi Yönetişim”
olarak adlandırılan yeni bir sürecin yapılandırılması yani şirketlerin mevcut
avadanlıklarla yaptıkları takibi yeni bir mantık süzgeciyle oluşturulmuş yeni
kurallar ışığında yapmaları çözüm olarak sunulmaktadır.
Unutulmaması gereken husus,‘kurumsal yönetim’in şirketlerdeki temel
süreçler olan gözetim ve denetimin yerini almak iddiasının olmadığı ve bilakis
söz konusu tekniklerin yeterliliklerini ve etkinliklerini denetleme amacında
olduğudur. Dolayısıyla gereksiz bürokrasi yaratmakdan ziyade şirketin mali
sağlığının yerinde olup olmadığının başka bir gözle yani kuşbakışı ele
alınması ve derecelendirilmesidir bir anlamda….
Pırıl pırıl arabaların tamirhanede bir elektronik okuyucuya bağlanıp;
kaportadan tekerleklere, gövdeden matora hasar ve arıza raporunun hemen
alınarak; uygun tedaviye veya tamire gönderilmesi ön aşaması gibi….
82
KAYNAKÇA
AYSAN M., (2006), “Türkiye’de Muhasebe Mesleğinin Gelişimi”, İSMMMO Mali
Çözüm, 17. Dünya Muhasebeciler Kongresi Özel Sayısı, (265-274)
Capital Dergisi, Kurumsal Yönetim ve Sürdürülebilir Büyüme, İstanbul, 2006
FEAS Best Practices for the Development of Stock Exchanges in Transition
Economies, 1999, Page: 20
NAVRAN F., (2004), Corporate Social Responsibility: A New Standart,
www.navran.com
GÜRBÜZ O., (2005), Kurumsal Yönetim: Ülkemizdeki Düzeyine İlişkin
Değerlendirmeler, İSMMMO I. Uluslararası Muhasebe Denetimi
Sempozyumu, Antalya, www.ismmmo.org.tr
IFAC, Enterprice Governance-Getting the Balance Right, Şubat 2004
International Business Ethics Institute, Business Ethic Premier, www.
business-ethics.org
İMKB Kurumsal Yönetim Endeksi Temel Kuralları, 2005
KAYACAN M., (2005), “Anonim Şirketlerin Sosyal Sorumlulukları ve Etik
Değerler”, İSMMMO I. Uluslararası Muhasebe Denetimi Sempozyumu,
Antalya, www.ismmmo.org.tr
KAYACAN M., (2006), Kurumsal Mali Piyasalarda Kurumsal Yönetim
Kavramının Gelişimi ve Ülkemize Yansımaları, (2006), (edit. AKTAN, C.),
Kurumsal Şirket Yönetimi, Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) Yayınları, no
196, ISBN: 975-6951-99-0, Ankara
KURT M., KAYACAN M., (2005), “Kurumsal Yönetimde Finansal ve Yönetsel
Konular: Kurumsal Yönetim İlkelerinin İçerik Analizi”, 4. Ortadoğu İşletmecilik
Kongresi, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Ankara
OECD Kurumsal Yönetim İlkeleri, 1999 (2004)
OECD Guidelines on Corporate Governance of Satate Owned Enterprices,
2005
OECD, Corporate Governance in Turkey, İstanbul, 2006
83
Sarbanes Oxley Act, 2002
SMITH A., (1838), An Inquiry into the Nature and the Cause of the Wealth of
Nations, London, s. 586
SPK Kurumsal Yönetim İlkeleri, 2003 (2005)
TCMB, Kurumsal Şirket Yönetimi, Ankara, 2003
YALKIN, Y.K., vd., (2006), “Uluslararası Finansal Raporlama Standartları ve
Türkiye’de Finansal Raporlama Standartlarının Gelişimi”, İSMMMO Mali
Çözüm, 17. Dünya Muhasebeciler Kongresi Özel Sayısı, (291-307)
84

Benzer belgeler