Küreselleşen Dünyamızda Yeni Şirket Gündemi
Transkript
Küreselleşen Dünyamızda Yeni Şirket Gündemi
KÜRESELLEŞEN DÜNYAMIZDA YENİ ŞİRKET GÜNDEMİ: KURUMSAL YÖNETİM Dr. Murad KAYACAN (smmm) (Aralık 2006) TEDMER Türkiye Etik Değerler Merkezi Vakfı Yayın No: 1 Baskı Tarihi : Aralık 2006 Baskı Adedi : 2.000 ISBN : 9944 – 5996 – 0 – 3 Tasarım Matbaacılık Hizmetleri Ltd. Şti. Telefon : (212) 612 05 00 Faks : (2129 612 05 00 İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ ...........................................................................................i GİRİŞ ............................................................................................iii ANONİM ŞİRKETLERİN SOSYAL SORUMLULUKLARI VE ETİK DEĞERLER ...................................................................................1 KURUMSAL YÖNETİMDE FİNANSAL VE YÖNETSEL KONULAR : “KURUMSAL YÖNETİM İLKELERİ”NİN İÇERİK ANALİZİ ........23 KÜRESEL MALİ PİYASALARDA ‘KURUMSAL YÖNETİM’ KAVRAMININ GELİŞİMİ VE ÜLKEMİZE YANSIMALARI...........44 KURUMSAL YÖNETİM İLKELERİ VE ULUSAL FİNANSAL RAPORLAMA STANDARTLARI AÇISINDAN GELİŞMELER....60 Önsöz – “Daha İyi Bir Türkiye İçin” Yeni yüzyılın ilk evrelerini yaşamakta olduğumuz günümüzde Türkiye ekonomik, siyasi, idari ve kültürel alanlarda bir değişim süreci içinde bulunmaktadır. Dünya ile bütünleşmek için bu değişim sürecinin başta bilgi olmak üzere; fırsat eşitliği, düşünce özgürlüğü, hukuk devleti, demokrasi, saydamlık, sorumluluk, süreklilik ve etik değerler gibi temel ilkeler etrafında şekillenmesi gerekmektedir. Bugün yolsuzlukların altında yatan, etik değerlerin ve ilkelerin eksikliği, Türkiye’nin temel sorunlarından biridir. Etiğe aykırı her olay zincirleme bir etkileşimle toplumun diğer kesimlerini de etkilemekte ve yozlaşma tüm topluma yayılmaktadır. Etik bilincinin yerleşmediği bir toplumda güven ortamının olmaması, kaynakların verimli kullanılamaması, gelir dağılımının bozulması ve bir iyileşme sağlanamadığından ulusal ekonomik performansın gelişememesi kaçınılmazdır. Etik değer bilincinin toplumda yerleşmesi için devlet, özel sektör ve özellikle de sivil topluma büyük görev düşmektedir. TEDMER, Türkiye Etik Değerler Merkezi Vakfı, etik konusunda çalışmalar yapacak, özel sektör, kamu sektörü ve sivil topluma yol gösterecek bir kurumun gerekli olduğuna inanan kişi, şirket ve sivil toplum kuruluşları tarafından kurulmuştur. Vakfımızın amacı tüm iş sektörleri ve mesleklerle ilgili etik değerlerin araştırılması, değerlendirilmesi, etik standartlarının ve ilkelerinin belirlenmesi, yurt sathında duyurulması, eğitiminin yapılması, etik değerlerle ilgili her türlü bilimsel çalışmanın yapılması, uluslar arası işbirliklerinin kurulması ve bu konularda her türlü şirket, oda, dernek, vakıf, birlik, meclis, enstitü, kurum, kuruluş ve eğitim ve araştırma kurumlarına hizmet verilmesidir. Tamamen bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olan TEDMER çalışmalarını toplumun tüm kesimlerinden destek alarak üniversite, özel sektör, devlet kurumları ve uluslar arası etik merkezleri ile işbirliği halinde sürdürmeyi hedeflemektedir. Bir yandan Avrupa Birliği’ne girme sürecini yaşamakta olduğumuz bu dönemde etik konusunda yapılacak her çalışmanın AB hedefimize ulaşmada olumlu katkı sağlayacağı da yadsınamaz bir gerçektir. Etik bilincinin tüm ülke sathında yayılması ve yerleşmesi amacıyla yapılacak bu çalışmaların ulusumuzun ekonomik ve sosyal alanlarda gelişmiş ülkelerin standartlarını yakalaması yolunda çok önemli bir adım olacağına inanmaktayız. Etik bilincinin yerleşmesi adına özellikle topyekün ulusal üretim ile istihdamımız ve dolayısıyla refah ve kalkınmamızın esas kaynağı olan şirketlerimizin de küreselleşme rüzgarları ile artık karşı karşıya kaldıkları bugünlerde ‘sosyal sorumluluk’ kavramı ve yapısal unsurlarını iyice algılayarak gündemlerine yerleştirmeleri kaçınılmaz olmuştur. Elinizdeki bu çalışma söz konusu bilincin yerleşmesi ve şirket içinde etik kuralların çok daha etkin bir şekilde uygulanabilmesinin yegane anahtarı olan kurumsal yönetim ya da iyi yönetişim kavramının çeşitli boyutlarını incelemekte olup; öncelikle halka açık anonim şirketlerimiz olmak üzere ve ama aslında tüm üreten şirketlerimizin göz önüne alması gereken husus ve gelişmelere değinen çeşitli makaleler sizlere sunulmuştur. Böyle bir çalışmanın TEDMER’in 1. Nolu yayını olarak kamuoyunun ilgisine sunulmasında sevgili Murad Kayacan’a öncelikle teşekkür eder; etik değerlerin egemen olduğu bir Türkiye için atılmış ilk adımlardan biri olan TEDMER’in, bu hedeflere ulaşma da daha da etkin olacağı inancı ile kuruluşunda ve çalışmalarında emeği geçen tüm kurucularımıza, üyelerimize ve destekleyicilerimize teşekkür ediyoruz. Saygılarımla, Ali MİDİLLİLİ TEDMER Yönetim Kurulu Başkanı GİRİŞ Öncelikle gelişmiş finansal piyasalarda yaşanarak yeşerdikleri toplumlarda ciddi bireysel yansımalar ve ekonomik yapıya güvensizlikler yaratan Enron, Parmalat, World.com gibi şirket mali fiyaskolarından çıkarılan dersler ışığında hem düzenleyici otoritelerin hem de finansal piyasa kullanıcılarının gündemine oturmuş olan “Kurumsal Yönetim” son zamanlarda hem literatürde hem de uygulama da sıkça vurgu yapılan bir kavram olma özelliğini taşımaktadır. Çeşitli uzmanlarca “kendini ortadan kaldırmaya eğilimli” olmakla suçlanan serbest piyasacı kapitalist ekonomik düzenin özellikle herhangi bir alternatifinin kalmadığı günümüzde, hakim olduğu toplumlarda düzenin bel kemiği olan özel müteşşebbis şirketlerin duçar olduğu yönetsel ve finansal muhasebeleştirmeye ilişkin kötüye kullanım ve zafiyetlerden kaynaklanan mali fiyaskolar yüzünden bireylerin tasarruflarınin ve geleceğe ilişkin mali güvencelerinin çok ani bir şekilde erimekte olduğu gözlemlenmektedir. Bu da kapitalist ekonomik düzen içerisinde toplumu oluşturan bireylerin kişisel rafahının artırılarak seviyenin korunabilmesi için açık bir ‘ince ayar’ ve yeniden yapılanmayı kaçınılmaz kılmıştır ki bu süreçte kurumsal yönetim kilit rolü oynamaktadır. Öte yandan genel kabul gören tüm kurumsal yönetim yaklaşımlarında olmazsa olmazlar olarak yerini alan eşitlik, şeffaflık, hesap verilebilirlik ve sorumluluk kavramlarını içinde barındıran kurumsal yönetim (iyi yönetişim) olgusunun aslında küreselleşme süreci ile beraber uluslararası ölçeğe ulaşmış tüm özel müteşşebbis şirketlerin, üretim yaptıkları toplumlar tarafından zamanla yapılandırılan güncel mevzuat çerçevesinde uyum sağlamaya yönlendirildikleri yeni şirket değerlerinden birisi olduğu görülmektedir. Etik değerler gibi kurumsal yönetimin de vazgeçilmez unsurlarını oluşturduğu ‘anonim şirketlerin sosyal sorumluluğu’ başlığını taşıyan değerler bütünü tüm dünyada, özel müteşşebbis şirketler için yeni bir gündem oluşturmaktadır. Küreselleşmenin tüm dünyayı tek bir pazar haline getirmesi, artan rekabet ve ulusal hükümetlerin uluslar üstü şirketlere baskısı ile ortaya çıkmış olan ve ‘anonim şirketlerin sosyal sorumluluğu’ kavramında ifadesini bulan; üretim yapılan ülkenin beşeri sermayesi ile diğer yer üstü ve yer altı kaynaklarının kullanımına karşılık olarak toplumsal bazı taleplerin şirketlerce karşılanması manasında gündeme yerleşen temel ilkeler ise aşağıdaki şekilde sıralanabilmektedir: Küresel Hukuki Uygunluk Etik İş Uygulamaları Fesat Karıştırmanın Önlenmesi ve Şeffaflık İyi Yönetişim Sağlık, Güvenlik ve Çevresel Şartların Korunması Farklı Kültürlere Saygı İnsan Hakları Yerel Toplum Tarafından Kabul Görme Çocuk İşgücü Çalıştırmama Dahil Çalışma Esasları Cari Mevzuatın Uygulanması Sürdürülebilir Gelişme Serbest Piyasa Ekonomisi ve Yapılarının, Toplumsal ve Siyasi Sistemlerin Demokratikleştirilmesi Yolu ile Desteklenmesi Konusunda tek ve uluslararası olarak kabul görmüş bir sivil toplum kuruluşu olan Türkiye Etik Değerler Merkezi (TEDMER)’ne, yukarıda bahsi geçen ve serbest piyasa ekonomilerinde taraf olan tüm paydaşları açıkca menfi etkileyen yönetsel ve finansal muhasebeleştirmeye ilişkin yetersizlik kaynaklı sorunların ortadan kaldırılmasında anahtar rolü oynayan ‘kurumsal yönetim’ bazlı uygulama ve tedbirleri ele alan makaleleri derleyen böyle bir çalışmayı yayınları arasına katttığı için teşekkür ederim. Dr. MURAD KAYACAN (smmm) TEDMER Yönetim Kurulu Üyesi ANONİM ŞİRKETLERİN SOSYAL SORUMLULUKLARI VE ETİK DEĞERLER*• I. KÜRESEL TEMAYÜLLER Kişisel olarak benimsesek de benimseyemesek de günümüz toplumlarının gündeminde yerini alan küreselleşme süreci ile kol kola kendini gösteren devlet yapısı, ekonomi, siyaset yapısına ilişkin bazı gelişme ve temayüllerin altını çizip; bu gelişmeleri iyi algılamak gereklidir. Cünkü dikkatli algılanması gereken bu gelişme ve temayyüller özellikle günümüzün yükselen değerleri arasında çok dikkat çekmekte olan ve Batılı sermayenin bayrak yaptığı “sosyal sorumluluk, etik değerler, iyi yönetişim, hukuki uyum” gibi ilkelerin anlaşılmasında büyük yarar sağlayacaktır. Söz konusu gelişmeler toplumlar ve kültürler arasında benzerlik gösteren davranış biçimlerinden üst yapı unsurlarının genel kullanım eğilimlerine kadar geniş bir alanda kendini gösterebilmektedir. Söz konusu temayülleri sırasıyla aşağıdaki şekilde ele almak mümkündür: 1. Uluslararası şirketler hemen tüm ulusal ekonomilerde gerek yerli şirketlerle oluşturdukları ortaklıklar gerekse de birleşmeler yolu ile giderek ulusal ekonomilerde birer oyuncu haline gelmektedirler. Bu gelişimi en karlısından başlamak üzere tüm sektörlerde gözlemlemek mümkündür. 2. Uluslararı şirketlerin gün geçtikçe ulusal ekonomilerde daha fazla kendini göstermesi ile ülkede mevcut mevzuatın her bir ekonomik birime aynı şekilde uygulanması gerekliliği öne çıkarmış olup; gerek yasama ve gerekse de yürütmede kamu erkini kullanan kurum ve bireylerin görev ve sorumluluklarını eşitler arasındaki rekabeti bozucu şekilde kullanmaları ile sonuçlanan tasarruflarının da ortadan kaldırılmasına yönelik düzenlemelerin hızla yapılması yönünde ciddi bir baskı oluştuğu gözlemlenmektedir. Özellikle kamusal alanda şeffaflığın sağlanması ve rüşvetçiliğin önlenmesi yönünde atılan ortak adımlar dikkat çekici olup; Türkiye ile AB ilişkilerini yapılandırmak ve AB müktesebatına uyum amacıyla çıkarılan yasa ve düzenlemeler bu küresel temayüle örnek olarak gösterilebilir. 3. Uluslarası rekabetin ulusal ekonomilerde de kendini göstermesi neticesinde gelişmekte olan ülkelerde mali piyasalara hakim olan mevcut hukuksal yapının da Kıta Avrupası ya da yöresel hukuk * Dr. Murad Kayacan, İMKB Eğitim ve Yayın Müdürü, 212-2982425, [email protected] • Bu tebliğ İSMMMO tarafından 20-23/04/2005 tarihlerinde Belek/Antalya’da düzenlenen I. Uluslararası Muhasebe Denetimi Sempozyumunda sunulmuş ve İSMMMO Yayın No:58 olarak Mart 2006’da basılmıştır. 1 sistemlerinden Anglo-sakson hukuk sistemlerine doğru kaymakta olduğu görülmektedir. Örneğin Türkiye’deki sermaye piyasalarının gelişimi incelendiğinde tüm hukuksal süjelerin kuruşlarından itibaren öz düzenleyici1 olarak yapılandırıldığı ve böylelikle yasama, yürütme ve yargı gibi erklerin bir kısmının bağımsızca kullanılabilmesi ile özellikle finans sektöründe yaşanan sorunların, çok hızlı çözümlenmesine imkan tanındığı ve parlamenter demokrasilerin genel sıkıntısı olan siyasilerin kişisel çıkar bazlı müdahalelerinden de, sistemde feodal çok başlılığa doğru bir kayış olmaktadır suçlamalarına rağmen bir ölçüde kurtulma imkanı bulunduğu gözlemlenmektedir.2 Gerek Sermaye Piyasası Kurulu (SPK), Rekabet Kurulu (RK), Enerji Üst Kurulu (EK) ve İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) ve gerekse de Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) ile yeni yapılandırılmış ilk özel hukuk tüzel kişisi sermaye piyasası borsası olan İzmir Vadeli İşlemler Borsası (VOBAS) örneklerinde de görüldüğü gibi özerk bütçeli ve idari olarak bağımsız bu yapılarda Kıta Avrupası hukukundaki kaçınılmaz merkezi hükümetin müdahale olasılığı iyice zayıflatılmıştır. 4. Yukarıda bahsedilen, ulusal ekonomilere uluslararası şirketlerin sızma temayülü neticesinde medya ve iletişimde ulusal oyuncuların yanında uluslararası oyuncular da yerine almakta ve buna karşın ekonomi teorisinin ayakta kalabilmeye ilişkin temel kuralları gereği uluslararası Batı menşeli medya tekelleri yanında yerel medya şirketleri de sadece ulusal seviyede rekabetçi olmanın yeterli olmadığını gün geçtikçe daha fazla anlamaktadırlar. İşte bu yüzden hemen her ülkede CNN, BBC, FOX TV gibi yayın mecraları çok bilinir hale gelmiştir. Bu yüzden ulusal yayın şirketleri de uluslararası rekabetçiliklerini koruyabilmek için çeşitli adımlar atmak zorunda kalmışlardır. Bu gelişmeyi bölgesellikten uluslararası pazara geçişin şart olduğunun anlaşılması şeklinde de yorumlamak mümkündür. Uluslararası bir dilde de yayınlara başlama ve gerek içi ve gerekse de dış pazarda kaliteyi artırma çabaları da hep bu kabilden faaliyetler olarak gözlemlenmektedir. (mesela El-Cezire) 5. Ulusal ve uluslararası ekonomideki sayılı büyük oyunculara karşı çevrenin ve çalışanların haklarını korunması için ortak hareket eden çeşitli sivil toplum örgütleri gittikçe daha etkin olup; ses getirir olmuşlardır. Uluslararası Şeffaflık Örgütü3, Uluslararası Af Örgütü4, Yeşil Barış Örgütü5, ve Uluslararası Standartlar Örgütü6 gibi birçok 1 Self-regulatory Bkz. Manipülasyon ve İçeriden Öğrenenlerin Ticaretine ilişkin tespit ve cezalara ilişkin olarak Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) ilke kararlarına, www.spk.gov.tr 3 Transparency International 4 Amnesty International 5 Grenpeace 6 International Standarts Organization (ISO) 2 2 örneklerini sayabileceğimiz bu yapıların ulusal gündemleri takip eden bağlı örgütlerinin de gittikçe daha fazla ses getirdikleri ortadadır. Söz konusu sivil toplum örgütlerinin belirgin özellikleri ise doğrudan veya dolaylı hiçbir devletle maddi ya da siyasi işbirliği kurmuyor olmaları olup; ulus devletlere ve diğer uluslararası şirketlere de aynı mesafede durma iddialarının altını çizmekte yarar vardır. 6. Küreselleşen dünyada ulus devletlerin de gelişmeleri yönlendirmek ve sorunlara silah kullanımı ve sıcak çatışma dışında çözüm bulmayı amaçlayan çeşitli uluslararası örgütlerin de ulus devletler desteği ile varlıklarını sürdürüp daha müdahil oldukları da dikkat çekmektedir. Bu örgütlere de çok çeşitli örnekler vermek mümkündür. Mesela Birleşmiş Milletler7, Dünya Bankası8, Uluslararası Para Fonu9, Uluslararası Finans Örgütü10, Ekonomik İşbirliği ve Gelişme Örgütü11, Amerikan Devletleri Örgütü12, Uluslararası Çalışma Örgütü13, Dünya Sağlık Örgütü14 ve Avrupa Birliği15 başlıcaları olarak sıralanabilir. Böyle bir devletler ve uluslar üstü sorunun çözüm çabasına örneği ise Birleşmiş Milletlerden vermek mümkündür. Buna göre sürdürülebilir ve kapsamlı bir küresel ekonomi için ortak bir tavır alınmasına yönelik olarak Genel Sekreter Kofi Annan tarafından 31.01.1999 tarihinde Dünya Ekonomik Forumu’nde önerilen ve Haziran 2000’de uygulamaya geçilen ‘Küresel Sözleşme’16 ile uluslararası şirket ve iş çevrelerine insan hakları, işgücü ve çevre ile ilgili çeşitli kurallara uyum konusunda çağrı yapılarak üye devletlerin de bu yönde işbirliği istenmiştir. 7. Yukarıda bahsi geçen temayüllere bağlı olarak tarihsel süreç içerisinde ulus devletlerde yoğunlaşmış olan gücün, yavaşça diğer uluslararası oyunculara kaymakta olması bir diğer ve çok çarpıcı gelişmedir. Gerçekten de ulusal hukuk yapı ve normlarının yeknesaklaşması ile öncelikle ulusal ekonomilerdeki rekabetle başlayan itme uluslararası oyuncular ve uluslararası destekli sivil toplum örgütleri yardımıyla hükümetlerin baskı altına alınması ile küreselleşmenin etkilerinin arttığı görülmektedir. Ve böylece ulusal hukuk sistemleri ile kamusal oyuncuların davranış biçimleri diğer küreseşlleşme ile daha önceden tanışmış ulusların benzeri yapı ve kalıpları ile benzerlik göstermeye 7 United Nations (UN) Word Bank ( WB ) 9 International Monetary Fund ( IMF ) 10 International Finance Corporation ( IFC ) 11 Organization For Economic Corperation and Development ( OECD ) 12 Organization Of American States 13 International Labor Organization ( ILO ) 14 World Health Organization ( WHO ) 15 Avrupa Birliği ( AB ) 16 The Global Compact 3 8 başlamaktadır. Bu gelişmeye esas neden olan iktisadi dengeler ise ulusal nüfusların hızla artıyor olması ve dolayısıyla söz konusu nüfusun beslenmesi için gerekli kaynak ve istihdam potansiyeline ulaşmada yabancı sermaye ve müteşebbise olan ihtiyacın hızla artmasıdır. Söz konusu uluslararası şirketlerin mali büyüklükleri ile ülke gayri safi milli hasılaları kıyaslandığı zaman sermaye gücünün büyüklüğü gerçekten şaşırtıcı olmaktadır. Mesela General Electric şirketi eğer bir ulus devleti olsaydı dünya üstündeki 25. en büyük gayri safi milli hasılaya sahip olacaktı. Ya da bugün Nijerya da petrol işletmeleri olan BP gibi petrol şirketlerinin tek tek veya toplamda hakim oldukları mali büyüklükle ulus devletin senelik bütçesi ya da gayri safi milli hasılası karşılaştırıldığında da aynı şaşırtıcı resim kendini göstermektedir. II. SOSYAL SORUMLULUK VE YENİ ŞİRKET DEĞERLERİ Günümüzde özellikle yoğun kapital birikimi olan Batı ülkelerinde izlerini açıkça takip edebildiğimiz iş dünyasının devlerinin topluma yönelik “hayırseverlik” faaliyetleri, ülkemizde olduğu gibi tüm gelişmekte olan ülkelerde de yerli yabancı tüm şirketlerin bütçelerinin reklamlara ayrılan kaleminden sonraki en büyük kalem olarak kendini göstermektedir. Mesela okullar, öğrenci yurtları, kütüphaneler inşa edilerek işletmesinin kamusal alanda görevli kurumlara devredilmesi hep bu kalemden faaliyetler olarak sayılabilecek olup; hatta Fatih Sultan Mehmet Köprüsünün Anadolu tarafında göndere çekilen büyük Türk bayrağı bile böyle bir harcamanın sonucudur. Bu nevi harcamalara ilişkin sebep analizinde şirketlerin çevreye ve topluma karşı işledikleri geçmiş günahların öngörülebilir sonuçları yani “DİYETİ” olarak kabul edilen bahsi geçen hayır işlerini, biraz duygusal bir yorumla kapitalizmin ilk günlerinde yola çıkan sanayici ve ticaret erbabının biriktirdiği zenginliğin kişisel vicdanlarında yaptığı baskıdan kaynaklanan ve fakirlerin çektiği sıkıntıyı hafifleterek kütüphaneler, tiyatrolar ve müzeler gibi zenginliğin kültürel tadlarını maddi gücü olmayan yığınlara sağlamayı amaçlayan yardım ve hayırseverlik faaliyetleri olarak da tanımlamak mümkündür. Günümüzde bu tanım, hizmet ve mal üretimi ile kar amacı güden kapitalist şirketlerin yapmak zorunda olduğu DİYET ödemelerinden ziyade şirketlerin sosyal sorumluluk tanımı altındaki birçok faaliyetten biri olarak ön plana çıkmaktadır. Böylece hayırseverlik faaliyetleri, geçmiş günahların (!) hafifletilmesi için zengin şirketlerden hiçbir şeyi olmayanlara kaynak aktarma şeklinde karikatürize edilerek yapılandırılmış tanımın çok ötesine geçmektedir. Tabi yine de söz konusu kapitalist şirketlerin, sosyal sorumluluk kavramını kendilerini balinaları, yağmur ormanları ya da yabancı ülkelerdeki siyasi mahkumlarla, çocukları korumayı amaçlayan Sivil Toplum Örgütlerinin 4 pençesinden kurtarmak için kullandıkları bir iş hayatı manevrası olarak da görmek mümkündür!!! O zaman soruyu iyi kurgulamak konuya ilişkin doğru cevaba ulaşmak açısından şart olmaktadır: “Uluslararası büyük şirketlerin misyon ve kısa dönemli mali amaçları içerisinde yerini alan sosyal sorumlulukla alakalı hedeflerin esbab-ı mucibesi nedir?” Kanaatimizce cevap, özetlenmek gerekirse topluma karşı GÜVEN tazelemektir. Teorik çerçeveden baktığımızda meselenin uzmanlarının tümü açısından bir oy birliği gerçi mevcut olmasa da, birçok uzman kar amaçlı bir işletmenin toplum tarafından yaşamasına izin verilme nedeninin toplumun ortak çıkarına uygun davranması olduğunda hem fikirdir. İşletmeler toplumun tabi ve entellektüel kaynaklarını söz konusu toplumun ihtiyaçlarını gördükleri kadar kullanmaya izinlidirler. İşletmeler; ürün, hizmet ve istihdam sağladıkları için ortak kaynakları da kullanabilirler. Tabi ödedikleri vergi, yarattıkları altyapı ve içinde bulundukaları toplumun daha iyi yaşamasına yönelik tüm yaptıkları hep bu toplumsal yarar amacının ayrılmaz parçasıdır. Gerçekten de insan oğlunun sanayileşme devriminden sonrak yakın sanayileşme tarihi birçok büyük uluslararası şirketin kötüye kullanma, sömürme ve açgözlülük içeren eylemlerle dolu!!! Bu Sivil Toplum Örgütlerinin17 ( devlet dışı örgütler ) altını çizerek gündeme getirdiği bir sorun günümüzde... Ortaya konan deliller ise dev kapitalist şirketlerin Dünya Ticaret Örgütü18, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu19 öncesinde dünyamızın kaçınılmaz kirlenmesi ve kaynaklarının geri dönüşü olmaksızın sonlandırılmasına ilişkin sorumlu olduklarını açıkça ortaya koymaktadır. Fakat görünen odur ki sözkonusu uluslararası şirketlerin vakıf, sosyal hizmet programları ve diğer yardım kurumlarına olan destekleri de bir yandan bu gerçeğin medyada dillendirilmesinin önüne geçmektedir. İşte uluslararası büyük şirketler 40 yıl ve daha fazladır büyük bir cömertlikle karlarının bir kısmını bu amaçla dağıtmaktadırlar. Böylece literatürde bazı uzmanlarca vurgulanan “zimni anlaşma”20 yaklaşımına göre kapitalist şirketler toplumla aralarında yıllardır mevcut olan hizmet ve diğer yararlar üretme karşılığında ortak kaynaklara erişim imkanını veren ikili anlaşmaya olan sadakatlerine iman tazelemektedirler!! Sanıyoruz ki bu 17 non-governmental organizations ( NGOs) World Trade Organization ( WTO ) 19 World Bank and International Monetary Fund ( IMF ) 20 Bu kavram için bkz. ‘Corporate Social Responsibility: A New Standart’, Frank J. Navran, www.ethics.org 18 5 ‘anlaşma’ hala ilgili tüm taraflar için geçerliliğini sürdürüyor. Özellikle de kominist dünya görüşünün yıkılarak kapitalist üretim, dağıtım süreçlerine alternatif bir görüşün haklılığının savunulamadığı bugünlerde... Öyle ya da böyle bahsi geçen bu zımni anlaşma nedeniyle şirketler topluma ait kaynaklardan aldıklarının karşılığını veriyorlar. Gerçi gün geçmiyor ki tekel karşıtı davalar açılmasın ve konuya ilişkin yargılamalar dünya basınında ses duyurmasın! Bu manşetlerin hepsinin ortak noktası da şirketlerin sosyal sorumululuklarına ilişkin zımni anlaşmayı ihlalden başka birşey değil! Demek ki şirketlerin söz konusu zımni anlaşmaya ilişkin taahütlerini yerine getirmeleri yönünde alabildiğine baskı olmasına rağmen yine de yerine getirmediklerini gösteren yüzlerce olayı cımbızla çıkartmak maalesef içten bile değil!!! Tabi meseleye bir de iyi tarafından bakacak olursak görüyoruz ki küresel anlamda genel bir kanı var ve tüm taraflar en azından bu zımni anlaşmaya olan bağlılıklarını açıkça ifade ediyorlar. İktisat tarihinin sayfalarındaki uzun ve sancılı ekonomik gelişmeler sürecinin akabinde en azından günümüzde, kalkınmış batı ülkelerinde yerine oturmuş olan anlayışın uluslararası şirketlerin söz konusu “zımni anlaşma”nın gereklerini yani kendilerine düşen edimleri, anlaşmanın tarafı olarak yüklenmek ve yerine getirmek olduğunu müşaade ediyoruz. Tabi konuştuğumuz tarafa göre bu yükümlülüklere para ayırmaya ilişkin ifade edilen esas sebepler çok çeşitli olup, farklılık arzetmektedir. Tabi uluslararası toplumların da gelişmişlik düzeyine göre şirketlerden istedikleri gittikçe artmakta ve küreselleşme ile bu ihtiyaç ve talepler listesi her coğrafyada kendini göstermektedir. İşte bu nedenle günümüz uluslararası şirketlerinin bahsi geçen “zımni anlaşmanın” gereklerini yerine getirirken yeni bir gündem geliştirme mesajı verdiklerini tespit etmekte fayda var!! Bu gündem de “toplumun güvenini kazanmak için kendilerinin temel imkan ve değerlerini iyileştirmek” olarak ifade edilebilir. Yani içinde bulundukları toplumun ihtiyaçlarına tek tek cevap vermeden önce kendi çalışanları ve paydaşlarına sundukları imkanları artırmak ve onlara karşı kullandıkları yöntemlere dayanak teşkil eden temel değerleri belli bir seviyeye çıkarmak. İyileştirme yapılacak değer ve imkanların listesi uzun olmakla beraber toplumun istekleri sürekli geliştiği için listedeki temel değerlerin aşağıdaki gibi sıralanması mümkündür:21 1. Küresel Hukuki Uygunluk22: Toplum kanunları yapar ve şirketlerde bu mevzuat çerçevesine uymak zorundadır. Şirketlerin üretim faaliyetlerinin kanuni olup olmadığının 21 Şüphesiz küreselleşmenin etkileri ve yarattığı olumsuzluklarla beraber bundan sonra da sayıları artabilecek olan sözkonusu temel değerlerin ingilizce karşılıkları da okuyucuya kolaylık olması için sırasıyla verilmiştir. 22 Global Legal Compliance 6 değerlendirilmesinde kullanılan ve ulusal ve uluslararası düzenleyici yapılar tarafından dayatılan kanun ve düzenlemelere söz konusu şirketlerin etkin bağlılığı ve kararlığı olarak da tanımlanabilir. Fakat şirketler harf ve kelimelerin arkasına saklanarak değil kanunun ruhuna uyarak mevzuata uymak zorundadırlar. 2. Etik İş Uygulamaları23: Şirketlerin adil olma, dürüstlük, sorumluluk, denetlenebilirlik, mükemmeliyetçilik ve saygı gibi daha birçoğunu sayabileceğimiz temel değerlere hem kendi aralarındaki hem de toplumla ilgili işlerde uyumlu hareket etmeleri gereklidir. 3. Rüşvet (İrtikap) ve Fesat Karıştırmanın Önlenmesi ve Şeffaflık24 : Şirketlerin, hükümetlerin toplum menfatine çalışması yönünde katkıda bulunması gerekir. Özellikle de hükümetleri toplumları ile karşı karşıya getiren rüşvetçilik ve kokuşmanın önlenmesi için şirketlerin özellikle çaba göstermeleri gerekir. Asla şirketin karını artırmak amacıyla hükümetlerdeki bürokrat ve siyasilerin rüşvet karşılığı şirketlerini kayırması yönünde talepte bulunmamalı ve kamudan bu şekilde gelen taleplere de olumlu yaklaşmamaları gerekir. Şirketlerden rüşvetçiliğin engellenmesi ve bozulmayı önleyici mevzuata da tam bir uyum beklenmektedir. 4. İyi Yönetişim25: Toplum, şirketlere kendi kendilerini yönetme özgürlüğü vermektedir. Enerji devi Enron, kapitalist dünyada dış denetimin dört büyüğünden biri olan Arthur Anderson gibi yakın ve Barings ve Sumitomo Bank gibi daha önceki örnekler şirket yönetim kurulları ve üst düzey yöneticilerinin kendi maddi çıkarlarına öncelik vererek son planda şirket ve toplum ihtiyaçlarını dikkate almadığını ortaya koyduğundan toplum, şirketlerin sahip olduğu yönetim yapılarının, kural ve süreçlerin örgüt ve topluma yararlı olarak kurgulanması ve şirket faaliyetlerini gözetim ve denetiminin de bu amaca uygun yapılandırılması hususlarında ısrarcı olmaktadır. İyi yönetişim, işletmenin toplumla arasında var olduğunu varsaydığımız “zımni anlaşmayı” algılayıp gereğini yapmasını emretmektedir. 5. Sağlık, Güvenlik ve Çevresel Şartların Korunması26: Toplum tabi ki şirketler için kaynak kullanımını mümkün görmektedir 23 Ethical Business Conduct Transparency, Anti-bribery and Anti-corruption 25 Good Governance 26 Health, Safety and Environmental Standarts 7 24 ama kaynakların tamamen tüketilerek ya da bir daha kullanılamaz hale gelmesi anlamına gelen bir sömürüyü değil! Şirketler çalışmalarını, kamuyu ve çevreyi makul bir sağlık, güvenlik ve çevre koruması seviyesini gerçekleştirmek şartıyla sürdürebilirler ve bu temel ilkeleri şirket faaliyetlerinde benimsetmek ya da ulusal ya da uluslararası mevzuatta bu yöndeki her türlü kurala uyum sağlamak için her türlü maddi külfete katlanmak zorundadırlar. 6. Farklı Kültürlere Saygı27: Geçen yüzyıllar boyunca ulusal ve kültürel sınırları aşan örgütlerin ekonomik emperyalizm ve sömürge temayüllü olduğunu gören toplum, temel değerlerinin muhafaza edilmesi konusunda ısrarcıdır. Saygı bu değerlerin başında gelmektedir. Tabidir ki, işletmeler farklı kültürlerin hakim olduğu coğrafyalarda faaliyet gösterirken, bu süreçte sözkonusu farklı kültürlerin de zarar görmemesine azami özeni göstermelidirler. 7. İnsan Hakları28: İşletmeler şirket faaliyetleri için istihdam ettikleri insan sayısından çok daha fazlasını etkilerler. Kendini oluşturan bireylerin haklarının korunması da tabi ki toplumun ilgi alanına girmektedir. Toplum, şirketlere işinizi yapınız ama temas ettiğiniz süjelerin haklarını ayaklar altına almayınız demektedir. Ve tabi toplum adil olma, dürüstlük, sorumluluk, denetlenebilir olma ve saygı gibi belirtilen temel değerlere uygun olarak kar amacı güden faaliyetlerin yürütülebileceğinin altını çizmektedir. 8. Yerel Toplum Tarafından Kabul Görme29: Genellikle ‘iyi şirket vatandaşlığı’ olarak da özetlenebilecek bir ilke olup; şirketlerin içinde faaliyet gösterdikleri toplumda kabul ve saygı görecek bir şekilde faaliyet göstermeleri şartını ifade eder. 9. Çocuk İşgücü Çalıştırma Dahil Çalışma Standartları30: Şirketlerin çocuk işciler de dahil istihdam ettikleri tüm çalışanlara uygulayacakları muamelelere ilişkin ulusal ya da uluslararası kurallara uygun davranmaları gerektiğini ifade eden bir ilkedir. 27 Respect for Differing Cultures Human Rights 29 Acceptance by Local Communities (Good Corporate Citizenship) 30 Labor Standarts – Including Child Labour Concerns 8 28 10. Kanunun Uygulanması31: Toplum şirketleri yanında hükümetlerinde yapılanmasına izin vermektedir ve hükümetler de şirketler gibi mükemmellikten uzaktırlar. Toplum şirketlerden faaliyetleri ve sivil toplum üzerinde kamusal yetkisi olan devlet kurumlarının desteklemesini ister ki böylece sivil toplum güçlenebilsin. 11. Şirket Sosyal Sorumluluğu32: İşletmelerin ortak ve sahiplerinin kar amaclı hizmet ve mal üretimine yönelik çalışmalarında toplumun entellektüel sermayesi dahil tüm kaynaklarını kullandırma yönünde uygun vermesi için toplumun genel ihtiyaçlarının şirketçe karşılanması ilkesidir. Bu aynı zamanda şirketle toplum arasında imzalandığı varsayılan zımni anlaşmanın gereklerini yerine getirmek olarak da değerlendirilmektedir. 12. Sürdürülebilir Gelişme33: Bu da toplumun ilgi alanların en yenisi olarak uzmanlarca vurgulanmaktadır. Çünkü bu noktada dikkat edilmesi gereken unsur toplumla işletmeler arasındaki “zımni anlaşmanın ” ancak toplumun refahından geriye gidilmediği sürece varolabileceğidir. Yani tabi ki toplum içinde işletmeler de varlıklarını sürdüreceklerdir ama bu durum toplumun her sene refahının biraz daha artması sonucu da beraberinde getirdiği müddetçe mümkün olabilecektir. Toplum, şirketlere kaynakları kullanıp mal ve hizmetlerinizi üretin ve bireylere de sonunda bir önceki duruma göre somut bir iyileşme sağlayın demektir. Uygulama da mesela gelişmekte olan ülkelerde bu ifade, yeni yollar, okullar, hastaneler, ticareti öğrenen çalışanlar, vergi toplayabilen hükümetler anlamına gelmektedir. 13. Serbest Piyasa Ekonomisi ve Yapılarının Toplumsal ve Siyasi Sistemlerin Demokratikleştirilmesi ile Desteklenmesi34: Şirketlerin faaliyet gösterdikleri ülke ve bölgelerde serbest piyasacılığı desteklemesi ile mevcut toplumsal ve siyasi sistemlerin demokratikleştirilmesi yönünde çaba göstermesi şarttır. Özellikle bu ilke ve bunla ilintili olarak yabancı şirketlerin ulusal alanda ortaya koydukları çaba, doğrudan yatırım yapan uluslararası sermaye şirketlerinin veya portföy yatırımı yapan yabancı yatırım şirketlerinin ulusal 31 Rule of Law Corporate Social Responsibility 33 Sustainable Development 34 Emerging Free Market Systems and Structures 9 32 ekonomilerde faaliyet göstermeye başladıktan sonra en çok eleştirildiği ve ulusalcı güçlerce şüpheyle izlenen noktadır. Bu iki durumu da küreselleşmenin yaşanmış örnekleri ışığında gözden geçirirsek aşağıdaki analiz yapılabilecektir: 1) Birinci durumda yabancı uluslararası şirket, dışa kapalı ekonomilerde yoğun olarak karşılaşılan kemikleşmiş feodal ilişki ve taraflı uygulamaları ortadan kaldırmak ve rekabetçiliğine ket vuran her türlü ulusal engeli aşmak böylece ulusal rakipleri ile eşit şartlara ulaşmak için haklı çaba gösterir. Bunun da gerçekleşebilmesi için siyasi sistemde ve devlet yapısında şeffalık sağlanması ve rüşvet yapısının kırılarak liberal bir ekonomi yapısının canlandırılması gerekir. Bu durumda muhtemelen kendilerini ulusalcı olarak isimlendiren bir grup özel veya tüzel hukuk kişisinden kaynaklanan milli kaynak ve imkanların peşkeş çekildiği yönündeki bir vaveyla ve ilgili tarafların içine yerli yersiz çekildiği bir tartışma tüm gelişmekte olan ve sermaye ihtiyacı nedeniyle yabancı yatırıma açılan ülkelerde yapılmış ve yapılmaktadır. Eğer i) gerekli rekabet mevzuatı, ii) yukarıda sayılmış on üç ilkenin gereklerinin ulusal toplum adına yabancı şirketlere dayatıldığı mevzuat altyapısı ve iii) son olarak da söz konusu şirketin yer aldığı sektörde istihdam edilebilecek ulusal beşeri sermayenin de halihazırda yeterince mevcut ve yurtdışındaki eşitlerinin yerlerini alma teşebbüsüne karşı gerek kişisel yeterlilikleri ve gerekse de ancak uluslararası karşılıklılık esasına dayalı işgücünün seyyaliyetini imkan veren ulusal mevzuat altyapısı ile korunmaları sağlanmışsa; o zaman iç rahatlığı ile yerli ortak ile birleşerek veya özelleştirme süreciyle ekonomiye giren yabancı şirketlerin, doğrudan yatırım yaptıkları düşünüldüğünde kısa ve uzun vadede ülke yararına katkı sağlayacakları tartışma götürmezdir. Bunun nedeni ise çok açıktır: i) sermaye ihtiyacı olan ulusal ekonomiye nüfusun beslenebilmesi ve ek istihdam yaratılabilmesi için yeni sermaye girişi olmaktadır ve ii) aynı zamanda uluslararası piyasalara ulusal ekonominin riskinin alınabildiği gösterildiği için uluslararası arena da ulusal ekonominin eşitleri arasında itibar artışı gerçekleşecek ve daha sonraki yatırımlar için uluslararası camiadan daha kolay ve ucuz finansal destek bulunabilecektir. 2) İkinci durumda ise gerçekten sıcak para girişi ulusal ekonominin sermaye ihtiyacını geçici bir süre gidermektedir ama gerek para gerekse sermaye piyasaları vasıtası ile her an ülke terkedebileceği için ulusal ekonomiye kalıcı bir rahatlık sağlanamayacaktır; bu nedenle söz konusu sermaye girişlerinin ulusal ekonominin nabzını tutan kamusal otorite tarafından dikkatle takibi şarttır. Çünkü gelişmekte olan ülke ekonomilerinde çok sık yaşanan örneklerde 10 olduğu gibi bahsi geçen ani çıkışlarda ulusal para ve sermaye piyasalarında kalıcı hasarlar oluşabilmektedir. Bütün bu analiz ışığında şu tespiti de dile getirmek sanıyorum yerinde olacaktır: Yabancı yatırımcının doğrudan yatırım yapmak üzere ulusal ekonomiye gelişine ve eşitler arasında adil bir rekabeti yaratmak için var gücüyle sisteme baskı yapmasına olağan şartlarda direnmek kanatimizce iki şeye delalettir: 1) O tarihe kadar siyasi destekle iktidar olan siyasetçilerin; hükümet aygıtını ulusal ekonomiyi uluslararası rekabete hazırlayıcı gerekli düzenlemeleri yapmak üzere kullanmadıkları ve daha ziyade kişisel refahlarını artırıcı ve kamusal kaynakları oya tahvil edici faaliyetlerle ülkenin kaynaklarını popülist amaçlara peşkeş çekip çarçur ettiklerine, 2) Ya da şüphesiz Cumhuriyetimizin kurulduğu yıllarda çok yerinde bir karar olarak uygulanmış olan milli sanayinin korunması yaklaşımının artık miyadını doldurduğu modern zamanlarda, yerli sanayicilerin; siyasileri kişisel çıkar bazlı çeşitli yöntemlerle sözkonusu kamusal korumayı muhafaza ettirerek duvarının arkasında o güne kadar tatlı ve rahat karlara olan alışkanlıkla uluslararası rekabet öncesi bünyelerini kuvvetlendirecek yapısal tedbirler hazırlayacak ve makine parkları ile teknolojilerini üretimlerini artırma yolunda geliştirecekleri yerde günlerini kişisel refahlarını yurtdışında istiflemek ve yerli siyasilerle işbirliği imkanlarını rüşvet ve benzeri yollarla artırıp yeni kamusal ihalelerin yollarını gözlediklerine. Tüm gelişmekte olan ekonomilerde uluslararası ekonomilerle iletişime geçildiğinde hep benzeri senaryolar yaşanmakta olup; yukarıdaki analizin gerçekçiliğini kişisel çıkarları nedeniyle görmezden gelen bir kısım sözde ulusalcı direniş odaklarının da eninde sonunda uluslararası şartlar ve dengeler nedeniyle tutunmasına imkan kalmamakta ve maalesef olan gerek toplumla şirketler arasında ‘zimni anlaşmayı’ dayatan mevzuatın eksikliği nedeniyle ulusal tüketiciye ve iş gücünün seyyaliyetine ilişkin karşılıklılık esaslı düzenlemelerin yapılmamış olması nedeniyle de ulusal işgücüne olmaktadır. Şu açıktır ki, bu analizin ayırdında olmayan bürokrat ve siyasiler, ülkemiz olduğu gibi ilk seçimler sonrasında ve öte yandan korunma duvarları arkasında palazlanmış ulusal tatlı su sanayicileri de bir süre sonra uluslarası rakipleri tarafından oyun dışı bırakılmaktadırlar. O zaman biraz önce şirketlerin gelirlerinin bir kısmını niye toplum için harcadıklarına ilişkin sorduğumuz sorunun cevabına tekrar dönelim... Sosyal sorumluluk, toplum için iyi olduğundan tüm yönleri ile şirketler için de iyidir. Şirketler içinde bulundukları toplum onlara kaynaklarını verdiği için varlıklarını sürdürebilirler. Böylece eğer toplumlar refah ve gönençlerini artırıyorlarsa zımni anlaşmadan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getiren şirketler de zenginlik düzeylerini artırıyor demektir. 11 Sosyal sorumluluğu dayatan bu ilişkiye ve umulan sonuca ister şirketlerin terbiye edilmiş kişisel çıkarları diyelim ya da başka bir isim verelim ama sonuç olarak şirketler sayılabilecek birçok nedenden ötürü doğru olanı yapmaktadırlar ve toplumların ayrılmaz bir parçası olarak, şirketler yapılacak en doğru işin sosyal sorumluluğa sahip çıkarak iş hayatlarına devam etmek olduklarını anlamak zorundadırlar. Makalenin başında bahis edilen ve günümüze damgasını vuran uluslararası camiada mevcut temayüller, şüphesiz öncelikle bazı ulusların ve onların hükümetlerinin menfaatine ve karlılığına çalışabilecektir. Ama genel olarak ve eninde sonunda tüm toplumların yararına olan bazı değerleri ve hatta keşifleri öncelikle ilk doğduğu ya da yapılandırıldığı belli bazı öncü toplumlara yarar sağlıyor diye küçümsemek ve kötülemek aslında her özgün kültürde yeri olan ahlaki zorunlulukların atıfta bulunduğu temel insani değerlere sırt çevirmek anlamına geleceği için yanlış bir tutumdur ve ‘muasır medeniyet seviyesine’ ulaşma yolunda Ulu Atatürk’ün işaret ettiği hedeften sapmak anlamına gelecektir. Ayrıca yönetimsel anlamda da gittikçe şartları ağırlaşan iş ve aş bulmada güçlüklerle karşılaşan ulusla bizatihi devletin küsmesi ve kopmasını doğuracağı için, kısa vadeli ve reddiyatçı tepkilerden ziyade uyumlaştırıcı adımlar atılması gelişmekte olan ülkeler gerçeğinde çok daha yerinde olacaktır. III. SOSYAL SORUMLULUK VE ETİK GİBİ YENİ DEĞERLERİN TERCİH EDİLMESİNE KATKI SAĞLAYAN SÜREÇ VE KAVRAMLAR Son on senede iş hayatında hem artan rekabet hem de gerek iletişim imkanlarının gelişmesi gerekse de para ve sermaye piyasalardan ateşlenen ulusal ekonomilerin bütünleşme süreçleri nedeniyle hızla etkinliğini artıran küreselleşme süreci, toplumla şirketler arasında teorik olarak mevcut olduğu varsayılan ‘zimni anlaşma’ya uyumun şirketler tarafından gittikçe daha çok ihmal edilmesine sebep olmuştur. Ve artık söz konusu anlaşmanın korunabilmesinin kapitalist sistemlerin varlığını sürdürebilmesi için sin qua non (olmazsa olmaz) bir hal aldığı tartışmasız kabullenilmiştir. Örneğin Barings Bankın batışı, Güneydoğu Asya Krizi ve Rusya Krizi gibi oluşumlarda; ulusal ve bölgesel karakteri başat olan krizlerin küreselleşme nedeni ile çok daha fazla yapısal ilişkide oldukları ulusal ekonomiler boyunca hızla yayılarak doğdukları coğrafyalardan çok farklı coğrafyalarda da etki göstermesinin mümkün olduğu gözlemlenmiş ve böylece finans literatürüne de ‘sistemik risk ve kriz35 ile bulaşma etkisi36 gibi çeşitli yeni kavramlar girmiştir. Böylelikle mesela Güneydoğu Asya’da Tayland’ın para birimi bahtın keskin düşüşü bir anda Japonya’da söz konusu coğrafyaya kredi kullandırmış bankaların bilançolarını bozup ve bu bankaların ABD devlet tahvilleri 35 36 Systemic risk and crises Contagion effect 12 portföyünü satma riskini ortaya çıkarmış; bu da ABD faiz piyasalarında faizlerin beklenmedik bir şekilde düşmesi beklentisine sebebiyet vermiştir. Buna benzer World.com, Enron şirketleri gibi sektörlerinin önemli oyuncularının da özellikle yönetim kurulları ve üst yönetimlerinin, paydaşların çıkarlarından ziyade kişisel zenginliklerini ön plana alan faaliyet ve ihmallerinden kaynaklanan krizler ve hemen akabinde anglo-sakson sistemin güvenilirliğinin kilidi durumundaki bağımsız dış denetim firmalarından Arthur Anderson’da meydana gelen denetim sorumluluğunun danışmanlık işlevinden kaynaklanan gelirin gölgesinde kalarak şaibe altına düşmesi ve denetim şirketinin tasfiyesi ile sonlanan zafiyeti; gündeme sosyal sorumluluk ve beraberinde etik değerler gibi temel değerlere atfedilen önemin artmasını getirmiştir. Tabi tüm bu krizler hem Batı ülkelerinde hem de sermaye piyasaları ile menkul kıymet piyasalarının yeni geliştiği ve yabancı şirketlerin de yavaş yavaş rekabetçi olduğu gelişmekte olan ulusal piyasalarda sadece etkin denetim yeknesaklarının iyice gözden geçirilmesini değil aynı zamanda istihdam edilecek bireylerin sosyal sorumluluk ve etik gibi yeni değerlerle teçhiz edilmiş olmasını gerekli kılmıştır. İş hayatının çok çeşitli boyutlarının algılanmasında şirketlerin karşısına çıkan sosyal sorumluluk ve bunun bir parçası olarak etik değerler şirketlerin aldığı kararlarda, uyguladıkları politikalarda ve aldıkları önlemlerde kendisini göstermektedir. Etik kurallar büyük ölçüde paydaşlar37, çıkardaşlar ile beraber belirlenmekte olup; sosyal sorumluluğun bir parçası olarak etik değerlerinde misyon, vizyon gibi şirket tarafından önceden belirlenip duyurulmasında tüm taraflar açısından uzmanlarca fayda mülahaza edilmektedir. Tabi bu noktada unutulmaması gereken husus etik kurallar uluşturulurken kanuni süreçlere uygunluk ve kanuni olarak oluşturulmuş mevzuat çerçevesinin paydaşlarca aşılması öncesinde engelleyici bir duyarlılık yaratmak esas olmalıdır. Öte yandan özellikle şirketler açısından büyük önem arzeden kalite sürecine ilişkin yapılan ölçümlerde de bir kuruluş sadece finansal yeterliliği ile değerlendirilmeyip finansal olmayan yönleri ile de değerlendirilmekte olup; bu yönlerin başında kuruluşun sosyal ya da toplumsal sorumluluğu gelmektedir. Yani bir kuruluşun toplumla arasındaki ‘zimni anlaşma’ gereği topluma karşı kabullendiği ve gereğini yerine getirmek zorunda olduğu taahhütler dikkate alınmaktadır.!! Değerlendirmede şirketin toplum üzerindeki olumlu etkilerini artırıp, olumsuz etkilerini de mümkün olduğu kadar aza indirme cabası prim toplamaktadır. Önceleri kalite sadece müşteri memnuniyeti olarak algılanıyorken şimdi yeni eklemelerle büyük ölçüde iş etiği ve iyi yönetişim kavramlarını içerir hale gelmiştir. 37 Sermayedar, yönetim, çalışanlar, tüketici, tedarikçi, devlet ve toplumdur. 13 Bugünlerde çok gündemde olan diğer bir kavram olan ‘kurumsal yönetişim’38 konusuna da göz attığımızda etik kuralların sürecin ayrılmaz parçası olduğu gözlemlenmektedir. Bunun nedeni sadece müşterinin değil, tüm paydaşların, çıkarı ve ilgisi olan tüm tarafların şirketin faaliyetlerinden memnun olmasının amaçlanmış olmasıdır. IV. İŞ HAYATINDA ETİK OLMAYAN DAVRANIŞLAR VE NEDENLERİ Hangi konularda daha çok etik sorunlar çıktığı husunda yapılan çeşitli araştırmalarda yöneticilerin en çok şikayette bulunduğu etik olmayan davranışlar arasında şunlardan bahsedildiği görülmektedir: amire yalan söylemek, kayıtları ve belgeleri değiştirmek, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı, çıkar çatışmaları ve bunun neden olduğu verimsizlikler, şirketin malını özel nedenlerle kullanmak, hırsızlık, hediye almak, firma politikasına aykırı davranışlarda bulunmak. Görüldüğü gibi şirket bünyesindeki bu ve benzeri tüm uygulamalar şirket yönetsel yapısında hangi seviyede olunursa olunsun sonuçta menfi bir etkinin ortaya çıkmasına ve bir kar müessesesi olan işletmelerin üretim kabiliyetlerinin düşerek birim zamandaki üretim kapasitelerinin azalmasına neden olmaktadır. Çalışma hayatında niçin böyle sorunlarla yani etik olmayan davranışlarla karşılaşıyoruz sorusuna da genelleme yapılarak verilecek cevaplar aşağıda sıralanmış olup; çok daha çeşitlendirilebilir: 1) Yöneticinin çalışanlara ulaşılması zor ya da gerçekçi olmayan hedefler koyması, 2) Çalışanların iş programına yetişme kaygısı ve zamanın iyi kullanılamaması, 3) Batmamak için kriz zamanında her yöntemin denenebilmesi, 4) Şirket yönetiminin nepotizme (hısımcılık) tavır alacak kadar profesyonel olmaması, 5) Şirket ile çalışanların ya da çalışanla diğer bir çalışanın çıkarlarının çatışması (şirket için tamam da benim için burda ne kazanç var sorgulaması), 6) Çalışanların ödüllendirmesinde ve maaşların belirlenmesinde eşitliği sağlayıcı somut bir yöntemin olmadığına çalışanlar arasında inaç, 7) Şirket yönetiminin tecrübesizlik ya da kişisel yetersizlik nedeniyle yönetsel zafiyet içinde olması ya da çalışanlarca öyle algılanması, 8) Şirket yönetiminin paydaşlar nezdinde şirket itibarını yüksek tutmak adına mevzuata aykırı davranması, 38 Corporate governance 14 9) Şirket yönetimindeki bireylerin kişisel zenginleşmelerini herşeyin üstünde tutması. 10) Şirketin temel değerlerinin, amaç ve misyonunun tüm çalışanlarca benimsenmemiş olması (ortak bir kurum kültürünün eksikliği) V. AHLAKİ DEĞER YARGILARI VE BİREYLERDE ETİK BİLİNCİN GELİŞİMİNE KATKISI Bilindiği üzere toplumdan topluma değişen ve herbir uygarlığın üzerine kendini ve kültürel gelişimini kurduğu ve genelde üzerine kutsallık atfedilen kaynaklardan beslenen ve insanlık tarihi boyunca çeşitlilik arzetmiş olan vicdani ve ahlaki kurallar da etik kuralların oluşturulmasında çok büyük bir önem taşımaktadır. Kişisel olarak ahlaki gelişim incelendiğinde bireylerin birbirini takip eden aşamalarla ahlaki manada tekamül ettiğini görmekteyiz: 1) Birinci aşamada bireyin doğruyu tercih edip yanlıştan kaçınma sebebi belli bir güce, otoriteye karşı itaatkar olma ve cezalandırılmama kaygısıdır. 2) İkinci aşamada ise faydacı yaklaşım devreye girer ve sadece ceza almamak yani zarar görmemek değil aynı zamanda bir ödül ve faydalanma elde edeceği için birey doğru olanı yapar ve ahlaklı olur. 3) Üçüncü aşama da düşünme kapasitesi biraz daha gelişmiş olan bireyler tek başına yaşamadıklarını fark ederek mevcut kurallara uyum sağlamak adına ve iş arkadaşları ya da diğer çevredeki insanlar tarafından dışlanmaktan çekinerek bilakis kabul görme amacıyla doğru ve ahlaki olanı yaparlar. 4) Dördüncü aşamada ise bireyler sosyal bir uzlaşmanın gerekliliğinin bilincine vararak sadece bir grup içinde değil, toplumun içinde yaşadıklarını fark ederek hukukun belirlediği, toplumun da beklentilerine karşılık verecek davranışlar sergilemek zorunda kalırlar. 5) Beşinci aşamada ise toplumla bir sosyal sözleşmenin mevcudiyeti yani ‘zimni anlaşma’ nedeniyle bireylerin ve bireylerden oluşmuş çıkar grupları ya da şirketlerin varlığının toplumun geneli tarafından desteklenmedikçe, sürdürülebilir olmadığı anlayışı ile birey ve bireylerden oluşmuş tüm birimler herhangi bir kaos ve karmaşanın önüne geçebilmek için sosyal mutabakata uymakta ve böylece ahlaklı ve doğru olanı yapmaktadırlar. 6) Aslında bireyleri etik değerlerle de buluşturan bu son aşamada ise, bireyler sadece ulusal sınırlar içerisinde toplumun parçası olmadıklarının idraki ile aslında dünyanın bir parçası olduklarını algılayarak evrensel ahlaki kaideleri öğrenip, uygulamak yolunu tercih edebiliyorlar. Bu durumda uygulamaya çalıştıkları evrensel değerler bazen yerel değerlerle çatışabiliyor ve içinde bulunulan toplumdan birkaç on yıl ileride olan ayrık bireyler olarak toplum tarafından dışlanabiliyorlar. Söz konusu bireyler, evrensel değerler 15 peşindeki azınlık olarak toplumun geneli için zamanın gerisinde kalmış ahlaki değerlerin ileriye doğru değiştirilebilmesi amacıyla olası tüm tehlikeli toplumsal tepkilere gögüs gerip değişimde öncü rol üstlenebildikleri gibi bu tehtidin üstesinden gelecek gücü bulamayıp toplum dışına çıkarıldıkları da çok sık gözlemlenebiliyor. Aksi taktirde geriye kalan son tercih yani toplumun değerlerine uymuş gibi gözüküp takiyyeyi yaşamak zorunda kalabiliyorlarki herhalde bu en zoru olsa gerek. Aslında Meslekdaşlarımızın da topluma yön vermesi gereken eğitim ve bilgi birikimleri ile ekonomide yaşanan ve çoğu zaman kamu ya da özel sektördeki sorumlu bireylerin kişisel çıkarlarını toplumun önüne almalarından kaynaklanan kronik sorunlar karşısında oynadıkları rolde aslında kişisel ahlakin tekamül sürecinin son seviyesindeki evrensel değerlerin farkında olan aşkın bireylerin durumuna benziyor. Anadolumuzda halkın içine işlemiş evrensel aklın bir tezahürü olarak kullanılan çok güzel bir deyişte Meslektaşlarımızın bu durumu ifade ediyor sanıyorum: ‘iki cami arasında bi namaz’ kalmak!! VI. ETİK DEĞERLERE AYKIRI UYGULAMALARIN GİDERİLMESİNDE ETİK EĞİTİMİNİN ÖNEMİ VE ÖZELLİKLE ULUSAL ALANDA YAŞANAN GELİŞMELER Toplumsal faydanın azamileştirilmesi sürecinde Etik Değerler Eğitimine temelde üç ayrı aşamada ihtiyaç olduğu gözlemlenmektedir: 1) Bunlardan ilki özellikle gelişmiş ve sermaye birikimi yüksek Batı ülkelerinden tutun dünyanın diğer coğrafyalarında da ardı ardına patlak verip çok hızlı bulaşan finansal krizlerde kendisini hissettiren ve ağırlıklı olarak yöneticilerdeki sosyal sorumluluk bilinci ve etik değer eksikliğinden kaynaklanan krizlerin aşılmasında; bu süreçlerin ve çıkartılan derslerin incelenmesi yoluyla etik kurallar konusunda duyarlı hale gelmiş çalışanların istihdam edilebilmesi için üniversite eğitiminde etik değerler dersinin müfredatın ayrılmaz parçası haline getirilmesi; 2) Diğer bir aşama ise şirket içi etik değerler yönetimini kurgulamak için adım atan ve başta yönetim kurulu olmak üzere, tüm çalışanları ve paydaşlarına etik değerleri benimsetmek ve şirket kültürünü de bu şekilde değiştirmek isteyen şirketlerin etik değerlerin ne amaca hizmet edeceği ve nasıl kullanılarak, etik kurallara uyumsuzlukların ne zaman ve nasıl gözetleneceğin ilişkin çeşitli eğitimler düzenledikleri aşama olup; bu eğitim ve sonrasında etik kuralların uygulamaya sokulması söz konusu şirketin rekabetçiliği ve verimliliğinin artışı için büyük önem arzedecektir. 3) Mesleğimiz açısından çok kritik olan diğer bir aşama ise, yaşanan her finansal krizden sonra toplum tarafından dolaylı da 16 olsa suçlanıp görevini tam anlamıyla yapmadığı iddiası ile töhmet altında kalan muhasebe mesleği mensubu meslekdaşların gerek kendi içlerinde gerekse görev yaptıkları şirketlerde daha etkin ve olası risk ve krizlere karşı daha duyarlı olmalarını sağlayıcı etik değerler ve takibi hususunda bilinçlendirici eğitim aşamasıdır. Tabiki yukarıda bahsi geçen her üç aşamada da bireylere sosyal sorumluluk ve etik değerlerden eğitim yoluyla bahsetmek toplumsal kalkınma manasında da önemli sonuçlar verecek olup; gerek iş hayatı öncesi ve gerekse iş hayatına atıldıktan sonra içinde bulundukları iş ortamında şirket kültürünün ihtiyacına istinaden daha ayrıntılı ve çalıştıkları şirket ve sektöre göre şekillendirilmiş özel etik programlarıına tabi kılınmaları sosyal sorumluluğun topyekün yerine getirilmesi manasında yararlı olacaktır. Dünyada etik değerler dersinin ilk defa müfredatlara girişi incelendiğinde görülmektedir ki öncelikle 1960’larda ABD’de çeşitli işletme ağırlıklı üniversite programlarında ‘etik ilkeleri’ ve ‘iş ahlakı’ adları altında bağımsız bir ders olarak müfredatlara girmeye başlamış ve hemen akabinde kamusal alanda yapılan mevzuat değişiklikleri ile şirketlerde ‘etik komiteleri’ oluşturulup ‘etik sorumluları’ görevlendirilmeye başlanmıştır. Ülkemizde ise ilk defa Bilkent Üniversitesi’nde ‘iş ahlakı’ adlı bir ders İşletme Yüksek Lisans Programında 1992 senesinde yer almış ve bunu Boğaziçi, ODTÜ, Dokuz Eylül, İstanbul Bilgi ve Erciyes gibi üniversitelerimiz yıllar içerisinde takip etmiştir. Keza etik değerlere ilişkin faaliyetlere yön vermek, ulusal ekonomimizdeki şirketlerin uluslararası benzerleri ile rekabetinde katkı sağlayarak bu konuda bir toplumsal duyarlılık yaratmak üzere Türkiye Etik Değerler Merkezi Vakfı (TEDMER)39 Mart 2002’de Resmi Gazete’de yayınlanarak faaliyete geçmiştir. Öte yandan ülkemizde etik değerlerin yaygınlaştırılmasına yönelik olarak dünya uygulamalarıyla da benzerlik taşıyan bir diğer gelişme de özellikle finans sektöründe olmak üzere yaşanmıştır. Her sektörde paydaşlarca yapılandırılan dayanışma örgütlerinin kendilerini ilgilendiren hususlarda ortak davranış kurallarını dayanışma örgütleri içerisinde duyurmasının yanında kendi aralarında düzeni sağlamak amacıyla mesleki faaliyetlerde üyelerinin uyması gereken ve haksız rekabet gibi çeşitli fiilleri men eden çok temel hususlarda kurallar oluşturmaları ve böylece üyelerin ve mesleğin namını korumaya çalışmaları süreci etik değerlerin yapılandırılmasına sebebiyet vermiştir. Mesleki kurallar ya da etik değerlerin yapılandırılarak tüm üyelere duyurulması ve takibine ilişkin olarak yöntemlerin geliştirilmesi aşamasına ilişkin ulusal finans sektörümüzden örnek verecek olursak Türkiye Bankalar Birliği tarafından Kasım 2001’de duyurulan 39 Vakfın tarihçesi için bkz. www.tedmer.org.tr 17 ‘Bankacılık Etik İlkeleri’40 ya da Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kurumlar Birliği tarafından Ocak 2002’de sektördeki paydaşlara duyurulmuş olan ‘Sermaye Piyasaları Meslek Kuralları’41 sayılabilir. Ayrıca zaman içerisinde çeşitli sektörlerdeki meslek erbabının sosyal sorumluluk ve etiğe ilişkin bilgilendirilerek gelişmeleri takip edebilmeleri için çeşitli zorunlu eğitim programları da yapılandırıldığı görülmekte olup; örneğin ulusal menkul kıymet sektörümüzde Aralık 1988’den beri düzenli olarak gerçekleştirilmekte olan İMKB Üye Temsilcisi Programları bünyesindeki Hisse Senetleri, Tahvil Bono ve Vadeli İşlemler Piyasalarında çalışacak Üye Temsilcilerini (broker) yetiştiren ve her biri kendi içinde ayrı ayrı yapılandırılan programlarda, Mesleki Örgütler ve Etik Değerler dersi Aralık 2000 tarihinden beri müfredatın ayrılmaz bir parçası olarak yerini almıştır.42 Yine bu bağlamda sürmekte olan çalışmalar açısından örnek verilecek olduğunda İstanbul Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirler Odası’ndan bahsetmekte yarar var çünkü meslek mensuplarının gerek belge almasına ilişkin zorunlu ön eğitimlerde (staj eğitimleri) gerekse meslek mensubu olunduktan sonra belli aralıklarla meslek ahlakı ve etik değerler hususunda eğitim çalışmaları yapılması yönündeki öneriler tartışılmakta43 ve Oda Yönetim kuruluna bağlı olarak çalışmakta olan Mesleki Etik Kurallar Komitesi tarafından diğer mesleki dayanışma örgütlerinin örneklerinden hareketle bir ‘mesleki ahlak ve etik kuralları’ metni üzerinde çalışmalar yapılmaktadır. Öte yandan özellikle kamu yönetiminde ‘etik davranış ilkeleri’ yapılandırılması ve uygulanması yönünde çok önemli ve örnek bir adım olarak nitelendirebileceğimiz ve halk nezdinde bürokrat ve kamusal organlara karşı yer yer yükselen rüşvet ve fesat karıştırma iddialarının önüne geçilmesi ve kamusal alandan şeffaflığın sağlanması için 5176 sayılı kanun44 ile gündeme gelen Kamu Görevlileri Etik Kurulu, Nisan 2005 itibariyle çıkarılan bir yönetmelikle45 kurularak Yönetmelik kapsamında olan tüm kamu 40 Bkz. www.tbb.org.tr Bkz. tspakb.org.tr 42 İMKB Eğitim ve Yayın Müdürlüğü Üye Temsilcisi Programları için bkz. www.imkb.gov.tr 43 Meslek mensubu adaylarına ve meslek mensuplarına yönelik etik değerler eğitimi için yapılan öneriler hakkında bkz. İSMMMO Mesleki Etik Kurallar Komitesi Raporları, İSMMMO Olağan Genel Kurul Çalışma Raporları 2003/2004/2005 ya da ismmmo.org.tr 44 25/05/2004 tarih ve 5176 sayılı Kamu Görevlileri Etik Kurulu Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun 45 13/04/2005 tarih ve 25785 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Kamu Görevlileri Etik Davranış İlkeleri ile Başvuru Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik 18 41 görevlilerinin46 imzalamaları gereken “Kamu Görevlileri Etik Sözleşmesi” de yapılandırılmıştır. Özel sektöre de örnek teşkil edecek bu Kurulun ilgili kurucu Yönetmeliğin 25. maddesi gereği etik kültürün yerleştirilmesi geliştirilmesi konusunda her türlü çalışmayı yaparak araştırma, kamuoyu yoklaması, bilimsel toplantı ve benzeri etkinlikler düzenleme ve kamu görevlileri için eğitim programları hazırlama gibi görevleri de mevcuttur. Bu görevlerinin yanında Kurul, madde 28’de ifade edildiği gibi etik davranış ilkelerine aykırı davranış ve uygulamalar hakkında, resen veya yapılacak başvurular üzerine araştırma yapmaya yetkili ve en geç üç ay içerisinde de incelemelerini sonuçlandırmak zorundadır. Böylece Yönetmelik kapsamındaki kamu kurumlarının tüm çalışanlarına özlük dosyalarına koyulmak üzere bir ay içerisinde ‘Kamu Görevlileri Etik Sözleşmesi’ni 23. madde gereği imzalatmaları ve yine ilgili Yönetmeliğin 29. maddesi gereği kapsam içindeki kamu kuruluşlarının üst yöneticileri tarafından belirlenecek üç kişilik bir Etik Komisyonunu oluşturarak üç ay içerisinde Kurula bildirmeleri gereklidir. Söz konusu Etik Komisyonlarının Kurul ile işbirliği içerisinde çalışmaları şarttır. 46 İlgili Yönetmeliğin kapsamını açıklayan 2. maddesinde Cumhurbaşkanı, TBMM üyeleri, Bakanlar Kurulu üyeleri, Türk Silahlı Kuvvetleri, yargı mensupları hariç olmak üzere, genel bütçeye dahil daireler, katma bütçeli idaireler, kamu iktisadi teşebbüsleri, döner sermayeli idareler ve bunların birlikleri, kamu tüzel kişiliğini haiz olarak kurul, üst kurul, kurum, enstitü, teşebbüs, teşekkül, fon ve iştirakleri olan bütün kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan; yönetim ve denetim kurulu ile kurul, üst kurul başkan ve üyelerine uygulanır. 19 SONUÇ Kapitalizmin hızla yeşerdiği ülkelerde öncelikli olmak üzere anonim şirketlerin sosyal sorumluluk bilincinin hızla artmak zorunda kaldığı günümüzün küreselleşen dünyasında, uluslararası şirketlerin toplumla aralarında bir sözleşme varmış gibi gerek eğitim ve sanat alanlarında ve gerekse alt yapı ihtiyaçlarına yönelik olarak içinde bulundukları toplum kaynaklı ve gün geçtikçe artmakta olan isteklere hem daha fazla bütçe ayırdıkları hem de önce kendi çalışanlarının ve akabinde de içinde bulundukları toplumların bireylerinin yaşama seviyeleri ve refahlarını arttırıcı yeni ilkelerle tanıştırdıklarını gözlemlemekteyiz. Şüphesiz bu ilkelerin uygulanabilmesi de kar amaçlı şirketlerin bütçelerine daha fazla mali külfet getirmektedir ama son tahlilde bu harcamalar şirket ile toplum arasındaki zimni anlaşmanın varlığını sürdürmesine ve tarafların anlaşmaya güveninin artmasına neden olacaktır. Açıkçası gerek uluslararası sivil toplum örgütleri ve gerekse de uluslarüstü örgütler tarafından artan göz hapsi ve denetim nedeniyle her gün daha fazla sıkıştırılan kar amaçlı büyük şirketlere başka bir yaşama tercihi bırakılmamıştır. Bu noktada görülmektedir ki söz konusu büyük şirketlerin öncelikle kendi çalışanlarının şirket içi verimini artırıcı davranış kuralları geliştirmiş ve kimi zaman etik kimi zamanda meslek ahlakı olarak isimlendirilen bu kuralların takibini sağlayıcı mekanizmalarla kurum kültürünün zaman içerisinde değiştirmişlerdir. Yıllar içerisinde gelişmiş Batı ülkelerinde ulusal ekonomilerin mütemmim cüzleri olarak müteşebbis tarafından ulusal mevzuata uygun kurulmuş olan kar merkezi şirketlerin, kendi bünyelerinde verimliliği arttırma ve şirket varlığının ortadan kalmasına kadar gidebilecek yönetsel sorunların önüne geçebilme adına yapılandırdıkları etik kurallar ve takip mekanizmasının başarısı ve bunu tüm şirkette benimsetilerek uygulanabilmesi için öncelikle etkin şirket içi iletişim ve tüm seviyelerdeki bireylerin eğitimi yoluyla bir etik duyarlılık ve farkındalık yaratılması gerekmiştir. Tabi tüm zamanla oluşturulmuş etik değerler yapısına ve etik farkındalılığın yüksek olmasına rağmen Barings, Enron ve WoldCom ile Arthur Andersen gibi şirketlerin yolaçtıkları finansal krizler göstermiştir ki başarı için muhakkak modern denetim ve izleme faaliyetlerinin işletmede yerleşmesi ve yeni raporlama yöntemlerinin kurumsal yönetişim esasına dayalı olarak benimsenmesi de gerekmektedir. Bu amaçla ABD’deki Sarbanes-Oxley gibi bizatihi şirket üst düzey yönetimi ve yönetim kurulunu bağlayıcı kanunlar ve bağımsız denetim şirketlerinin çalışma yöntemlerine ilişkin mevzuat değişikliklerini sağlayan mevzuat değişikliklerine gidilmiştir. 20 İçerik açısından dünyadaki etik değerler metinleri incelendiğinde ise Avrupa'daki ağırlığın çalışanların davranışlarıyla ilgili kurallarda olduğu, ABD’de yapılandırılanlarda ise müşteri ilişkileri, devlet ve siyasetçi ile ilişkiler ve tedarikçiyle ilişkilere ağırlık verildiği gözlemlenmektedir47. Özellikle AB normlarına uyum çalışmaları ile kol kol yürüyen ulusal mevzuatımıza ilişkin atılan yeni adımlardan biri olan Kamu Etik Kurulu’nun faaliyete geçişi ile daha da önem kazanan Etik Kodları ve Mesleki Ahlak İlkelerine ilişkin özellikle dayanışma örgütleri ve şirketlerinde kendi içsel kurgularına uygun olarak yapılandırılacak mesleki ahlak ve etik değerler metinlerinin belirlenmesine ilişkin dikkat edilmesi gereken çok çeşitli süreçler vardır. Şirket içi eğitimlerde etik kurallar metni sürekli gözden geçirilmeden önce şirketlerin danışmanlar ve etik sorumluları tarafından her seviyedeki çalışanlarla yapılan anket ve görüşmeler sonrası ortaya çıkarılmalı ve üst yönetimin onayını almış olan verim artırıcı davranış kalıpları ve normlarını içermelidir. Dolayısıyla benimsetici şirket eğitimlerinde önemli olan söz konusu etik kurallar metninin çalışanların da sahiplenmesi için onlardan zaman zaman gelen katkılar ile geliştirilmeye açık tutulması ve söz konusu etik değerler metnine işlerlik kazandırmak amacıyla kurallara uymayanların nasıl şikayet edileceği ve bunun yönetimce nasıl takip edileceğinin çok açık ve şeffaf bir şekilde kurgulanarak tüm şirket çalışanlarına anlatılmasıdır. 47 Sema Aşcıoğlu; İş Etiğindeki Gelişmeler, www.tedmer.org.tr 21 KAYNAKÇA 1. Frank J. Navran; TEDMER Ethics Officer Certification Programme, www.ethics.org, 2005 2. Sema Aşcıoğlu; İş Etiğindeki Gelişmeler, www.tedmer.org.tr 3. Ethics Today Online, vol. 1: September 2002 to August 2003, October 2003, www.ethics.org 4. Edward L. Pittman, Frank J. Navran; “Corporate Codes of Ethics and Sarbanes- Oxley”, Wall Street Lawyer, ISSN: 1095-2985, vol. 7, nr. 2, July 2003 5. Türk Sermaye Piyasasında Etik Değerler ve İş Adabına İlişkin Çalışma Kuralları, İMKB Yayınları, 1998, İstanbul 6. Türk Sermaye Piyasasında Mesleki Etik Kurullar & Yatırımcı Hakları, TSPAKB Yayınları, No:4, Mart 2002, İstanbul 7. Sermaye Piyasası Meslek Kuralları, www.tspakb.org.tr, Ocak 2002, İstanbul TSPAKB Yayınları, 8. Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşlar Birliği Statüsü, Resmi Gazete No: 24315, Şubat 2001, www.tspakb.org 9. Türkiye Bankalar Birliği Bankacılık Etik İlkeleri, Tebliğ No: 1012, Kasım 2001, www.tbb.org.tr 10. Mesleki Etik Kurallar Komitesi Raporları, İSMMMO Olağan Genel Kurul Çalışma Raporları 2003/2004/2005, İstanbul 11. İMKB Eğitim ve Yayın Müdürlüğü Üye Temsilcisi Programları, www.imkb.gov.tr 12. 25/05/2004 tarih ve 5176 sayılı Kamu Görevlileri Etik Kurulu Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun 13. 13/05/2005 tarih ve 25785 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Kamu Görevlileri Etik Davranış İlkeleri ile Başvuru Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik 22 KURUMSAL YÖNETİMDE FİNANSAL VE YÖNETSEL KONULAR : “KURUMSAL YÖNETİM İLKELERİ”NİN İÇERİK ANALİZİ* Dr. Mustafa KURT [email protected] Kocatepe Üniversitesi İİBF İşletme Bölümü AFYON Dr. Murad KAYACAN [email protected] İMKB, İSTANBUL ÖZET “Kurumsal yönetim kavramı” son yıllarda hem literatürde hem de uygulama da sıkça vurgu yapılan bir kavram olma özelliğini taşımaktadır. Kurumsal yönetim ilkeleri OECD’nin 27-28 Nisan 1998’deki toplantısında hükümetler, ilgili diğer uluslararası kuruluşlar ve özel sektör temsilcileri ile birlikte, “kurumsal yönetim” ile ilgili bir dizi standart ve yol gösterici ilke geliştirilmesi çağrısının yapılmasıyla gündeme oturmuştur. OECD’nin 1999 yılında, ülkemizde de SPK’(Sermaye Piyasası Kurulu)nın 2003 yılında yayımlamış olduğu “Kurumsal Yönetim İlkeleri”, şirketlerin paydaşlarıyla olan ilişkilerini çerçeve olarak almakta ve toplumsal faydanın azamileştirilmesine odaklanmaktadır. Uluslararası alanda OECD’nin, ulusal alanda da SPK’nın ürettiği düzenleyici ve normatif baskılar özellikle İMKB’(İstanbul Menkul Kıymetler Borsası)na kote olan işletmeler üzerinde görece olarak daha etkilidir. Öte yandan ulusal sermaye piyasalarımızda yatırımcılar açısından da söz konusu ilkelerin yönlendirici etkisi olacağı Kurumsal Yönetim Endeksinin İMKB bünyesinde de yapılandırılması ile açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu çalışma, küresel ve ulusal anlamda işletmelerin gündemine girmiş olan “Kurumsal Yönetim” konusunun teorik arka planına ulaşmayı amaçlamaktadır. Bu amaçla “Kurumsal Yönetim İlkeleri” içerik analizine tabi tutulmuş ve özellikle finansal ve yönetsel temelleri tartışılmıştır. Anahtar Kelimeler : endeksi, yönetim, finans * kurumsal yöneti(şi)m, kurumsal yöneti(şi)m Bu tebliğ 13-14/05/2005 tarihlerinde TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesinde düzenlenen 4. Orta Anadolu İşletmecilik Kongresinde sunulmuş ve Tebliğler Kitabında yayınlanmıştır. 23 ABSTRACT The “corporate governance” topic has been very popular concept both theory and practice for many years. Principles of Corporate Governance arised at OECD meeting on 27-28 April 1998 with call to develop some standarts and principles base on corporate governance and many goverments, international institutions and private sector’s agents attended this meeting. Principles of Corporate Governance, published by OECD in 1999 and published by SPK in 2003, focus on increase social benefit and interest in relations of corporate with shareholders. Normative pressures, produced by OECD at global level and and by SPK local level, are more effective on firms listed in IMKB than others. However, the development of corporate governance index within IMKB show that principles of corporate governance may have effect on investors in national capital markets. The aim of this study to reach theoritical background of corporate governance which popular topic for corporates both global and local level. To reach this aim, the content analysed method was used base on “SPK Principles of Corporate Governance” and financial and managerial within “SPK Principles of Corporate Governance” concerns was discussed. Keywords : corporate governance, corporate governance index, management, finance 24 1. GİRİŞ Kurumsal yönetim kavramı, Barings (1995) ve Sumitomo (1996) gibi uluslararası finansal aracılık şirketlerindeki yönetsel yetersizlikler ile finansal muhasebeleştirmede kötüye kullanımlar nedeniyle, türev ürün piyasalarındaki işlemlerden kaynaklanan ve faaliyet içerisinde oldukları tüm gelişmiş ulusal pazarlara hızla bulaşan sistemik krizlerinin ardından ilk olarak 1999 senesinde OECD tarafından uluslararası finans çevrelerinin dikkatine sunulmuş olmakla beraber ancak Enron, WorldCom, Parmalat gibi yatırımcıların topyekün sermaye piyasaları yoluyla satın almış olduğu halka açık şirketlerde baş gösteren finansal skandallar sonrası ciddi olarak tartışılır hale gelmiştir. Teorik perspektiften bakıldığında kurumsal yönetim kavramının neden ve nasıl doğduğunun algılanabilmesi için batı tipi kapitalist ekonomilerinin temel oyuncusu olan ve özel müteşebbis tarafından kurularak işletilen şirketler ile paydaşlar genel ismi ile altında anılan ve birbirinden ayrı ekonomik taraflar olan sermayedar, yönetim, çalışanlar, tüketici, tedarikçi, devlet ve öte yandan toplum arasında mevcut ilişkilerden özellikle sermayedar, yönetim, çalışanlar ve toplumla arasındaki ilişkilerin mercek altına alınarak irdelenmesinde yarar görmekteyiz. Öncelikle şirketlerin sermayedarları, yönetimleri ve çalışanları ile arasındaki ilişki ele alındığında, Enron şirketinde yaşananlar ve sonuçları yukarıda bahsi geçen ilişkinin gözlemlenebilmesi açısından yeterince kapsayıcı olacaktır. Enron örneğinde, ABD’de çok fazla sayıda küçük yatırımcı, ülkenin enerji devi olan Enron’a ortaklıklarını belgeleyen hisse senetlerinin değerinin Borsalarda aniden düşmesi nedeniyle kişisel servetlerinden ciddi kayıplara uğramışlar ve gelecekteki emeklilik dönemleri için ayırdıkları birikimlerinde ciddi aşınmalar ile karşılaşmışlardır. Bunun yanında söz konusu finansal skandallara uğramış şirketlerde çalışanların bir kısmının işine son verilmiş ve normal şartlarda öngörülen ücret artışları bir yana cari maaşlarında da kesinti ile karşılaşmışlardır. Görüleceği üzere bu sefer şirket krizleri doğrudan Batı demokrasilerinde oy veren ve sistemin kurgusu gereği öncelikle lehlerine çalışması beklenen bireylerde mali kayba ve geleceğe ilişkin hayal kırıklıklarına sebebiyet vermiştir. Gelişmiş Batı toplumlarındaki sosyal katmanlar itibariyle küçük ve orta gelirliler üzerinde oluşan bu güvensizlik, Arthur Andersen gibi bağımsız denetim sürecinde bir isim olmuş uluslararası bir denetim şirketinin görevini kamu yararı ile bağdaşır şekilde yapmaması nedeniyle müeyyideye çarptırılması ve tasfiye edilmesi sonrasında tam bir karabasana dönmüştür. Toplumsal kalkınma sürecinde tasarrufların aktarılmasında anahtar rolü olan sermaye piyasalarına karşı toplumun bir kesiminde duyulan güvensizlik özellikle finansal raporlamada kamu yararı için denetim yapması gereken bağımsız denetim şirketlerinden biri olan Arthur Andersen gibi bir denetim şirketinin de Enron’u denetlerken görevini yapmadığının ortaya çıkması ile sistemin en önemli unsuru olan 25 denetimdeki bu aksaklığın yarattığı güvensizlik toplumun tüm kesimlerine sirayet etmiştir. SSCB’nin yıkılması ve önerdiği ekonomik düzenin iddiasını kaybetmesi ile Çin’in özel mülkiyet ve sermaye piyasaları aracılığı ile özelleşmeyi destekleyen başarılı finansal politikaları ışığında farklı ekonomik düzen iddialarını bünyesinde barındıran alternatifleri kalmayan ‘kapitalist ekonomik sistem’in, yukarıda bahsi geçen finansal facialar sonrasında karşıtlarınca hep belirtildiği üzere aslında kendi kendini ortadan kaldırmaya programlı olduğu tezinin yeniden dillendirildiği görülmüştür. Örneğin bir araştırma da ABD’de Ocak 1999-Mayıs 2002 arasındaki dönemde kote oldukları menkul kıymet borsalarında hisse senetleri fiyatları %75’den fazla düşen, işletme ve finansal raporlama sorunları yaşayan 25 şirketin yöneticilerinin 23 milyon ABD $’ı kazanç elde ederek hayatlarına devam etmekte olduğu anlaşılmıştır. (İBİŞ, 2005: s. 5) Yani bu zararlardan sorumlu tutulmaları gerektiği halde yönettikleri şirketlerini zarar ettirmelerine rağmen kendileri hiçbir ceza almayıp bilakis zenginleşen yöneticilerin durumu piyasa sistemindeki adaletin de sorgulanmasına haklı olarak neden olmuştur. Yeniden nükseden ‘eş dost kapitalizmi’ iddiaları ve toplumdaki tüm taraflar açısından ciddi bir endişe algısına neden olan ekonomik sistemin temel oyuncuları olan özel hukuk tüzel kişisi şirketlerde paydaşların yararının ve karının artırılması amacının takip edilmeyebileceği ve tersine mali kayıplarına sebebiyet verilebileceği gerçeğinin yanı sıra söz konusu şirketlerin tüm topluma karşı sorumluluklarını yerine getirmede de aynı şekilde davranabilecekleri inancı güçlenir hale gelmiştir. Bu durum karşısında tüm Batı ekonomilerinde mevzuat düzenleyici ve uygulayıcı otoriteler harekete geçerek şirketlerin yönetim başarısızlıkları ve finansal raporlama sorunları nedeniyle paydaşlarının zararına sebebiyet verdiği durumlara ilişkin mevzuat altyapısı elden geçirmişlerdir. Gerçekten de bahsi geçen finansal krizlerin oluştuğu şirketlerde şirket üst düzey yöneticileri başta olmak üzere sorumluluğu görülenler sanık sandalyesine oturtulabilmesi için mevzuatta bu tip teşebbüs ve suçlara ilişkin mevcut olan kötüye kullanıma açık hukuksal boşluklar da kapatılmaya çalışılmıştır. Örneğin ABD’de 2002 senesinde yapılandırılmış olan Sarbanes-Oxley yasası ile şirketlerin İcra Kurulu Başkanları (CEO) ve finans bölümü sorumlularının (CFO) mali tablo kullanıcılarına periyodik olarak üretilen ve ilgili kamusal makamlara gönderilen finansal rapor ve tabloların kendilerince de incelenerek onaylandığı, bu raporlarda önemli bulgular ve ihmal edilmiş hususlar bulunmadığı ve mali tabloların şirketlerin faaliyetlerine ilişkin hususları her açıdan doğru yansıttığı yönünde güvence vermek zorunda oldukları vurgulanmış (madde 302) ve iç kontrol sisteminin yönetim tarafından değerlendirilmesi (madde 404) ve bu amaçla bağımsız denetçilerin raporlarının şirket yönetim kurulu içerinde oluşturulacak Denetim Komitesince incelenerek onaylanması zorunluluğu getirilmiştir. Böylece zaman içerisinde gerek OECD (1999,2004) ve gerekse 26 diğer uluslararası örgütlerce vurgulanan kurumsal yönetim ilkelerinin ulusal planlarda da yürürlüğe konmaya başlandığı gözlemlenmektedir. Böylece ‘kurumsal yönetim’ ya da ‘iyi yönetişim’ olgusunu; Batı kapitalizminin özel müteşebbislerce kurulan ve ekonomik yapıdan beklenen işlevinden saparak topluma mali yük getirmeye başlayan müteşebbis şirketlerin paydaşlarının çıkarlarına gerekli duyarlılığı göstermesi ve dolayısıyla sistemin tamamına olan inancın korunması adına kurgulanan bir mekanizma olarak tanımlayabiliriz. Kurumsal yönetim ilkelerinin doğuşu ve uygulamaya koyuluşuna ilişkin irdelenmesinde fayda gördüğümüz diğer bir ilişki ise toplum ile şirketler arasında mevcut olandır. Bu ilişkiyi irdeleyen yaklaşımlardan en yaygını ‘diyet ödemesi’ yaklaşımıdır. Batı ekonomilerinin temel oyuncuları olan şirketlerin, sanayileşmenin ilk yıllarından beri içinde yaşadıkları toplumla ilişkilerinde geçerli olduğu düşünülen ve söz konusu şirketlerin geri dönüşü olmaksızın kullanarak tükettikleri kaynaklar, yaratmış oldukları çevre kirliliği ve benzeri sorunlar nedeniyle oluşan toplumsal hasar ve maaliyet karşısında bireylerde oluşan tepkiyi hafifletmek için bir nevi ‘diyet’ ödemesi mantığına dayalı bu yaklaşıma göre, geçmişte işledikleri günahlar nedeniyle özel müteşşebbis şirketler, toplumdaki ihtiyaç sahibi ve düşkünlere yönelik hayır kurumlarının yapılandırılması veya mevcut olanlara parasal destek ve himaye sağlanması; toplumda sanat ve bedii zevklerin desteklenmesi amacıyla oluşturulan festival ve düzenlemelere katılım ve himaye sağlanması ile toplumun ihtiyacı olan tiyatro, kültür merkezi inşaası ile köprü ve benzeri alt yapı yatırımlarının tamamlanması gibi faaliyetlerle topluma karşı borçlarını ödemektedirler. (NAVRAN, 2004) Fakat günümüzde bu anlayış yerini ‘zimni sözleşme’ anlayışına bırakmış ve şirketlerin toplumsal kullanım adına karşılıksız yaptıkları tüm alt yapı faaliyetleri ‘şirket sosyal sorumluluğu’1 tanımı altındaki birçok faaliyetinden biri olarak anılır olmuştur. Bu yaklaşıma göre karını azamileştirme amacıyla kurulmuş bir işletmenin toplum tarafından yaşamasına izin verilme nedeni toplumun ortak çıkarına uygun davranmasıdır. Bahsi geçen ‘zımni sözleşme’ gereği işletmeler toplumun tabi ve entellektüel kaynaklarını söz konusu toplumun ihtiyaçlarını gördükleri kadar kullanmaya izinlidirler yani ürün, hizmet ve istihdam sağladıkları için toplumun ortak kaynakları kullanabilirler. Tabi ödedikleri vergi, yarattıkları altyapı ve içinde bulundukları toplumun daha iyi yaşamasına yönelik tüm yaptıkları hep ‘zimni sözleşme’ gereği toplumsal yarar amacının ayrılmaz parçasıdır. Öte yandan günümüz uluslararası şirketleri genelde bahsi geçen “zımni anlaşmanın” gereklerini yerine getirirken küreselleşmenin de etkisi ile her yeni girdikleri ulusal ekonomi de tutarlı bir gündemle topluma yaklaşarak ‘zimni sözleşme’nin varlığına olan güveni tazelemektedirler. İçinde bulundukları toplumun ihtiyaçlarına tek tek 1 Corporate social responsibility: Bu konuda temel bilgiler için bkz. www. business-ethics.org 27 cevap vermeden önce kendi çalışanları ve paydaşlarına sundukları imkanları artırmaya ve dolayısıyla toplumun temel yaşam standartlarını artırmaya çalışmaktadırlar. İyileştirme yapılacak değer ve imkanların listesi uzun olmakla beraber toplumun istekleri sürekli geliştiği için listedeki temel değerlerin aşağıdaki gibi sıralanması mümkündür2 (KAYACAN, 2005; 6-8): 1. Küresel Hukuki Uygunluk3 2. Etik İş Uygulamaları4 3. Fesat Karıştırmanın Önlenmesi ve Şeffaflık5 4. İyi Yönetişim6 5. Sağlık, Güvenlik ve Çevresel Şartların Korunması7 6. Farklı Kültürlere Saygı8 7. İnsan Hakları9 8. Yerel Toplum Tarafından Kabul Görme10 9. Çocuk İşgücü Çalıştırma Dahil Çalışma Standartları11 10. Kanunun Uygulanması12 11. Sürdürülebilir Gelişme13 12. Serbest Piyasa Ekonomisi ve Yapılarının Toplumsal ve Siyasi Sistemlerin Demokratikleştirilmesi ile Desteklenmesi14 Kurumsal yönetim kavramının iyi analiz edilebilmesi için günümüzde etkisini iyice hissettiren küreselleşme olgusunun algılanması ve bu nedenle hemen tüm ulusal pazarlarda rekabetçi olmaya çalışan uluslararası ve çok kültürlü şirketlerin mal ve hizmet üretimi yaptıkları toplumla ilişkilerinde dikkat ettikleri temel ilkelerin incelenmesi önem arz etmekte olup; görülmektedir ki ‘iyi yönetişim’ bu temel ilkelerden birisidir. 2. KURUMSAL YÖNETİM KAVRAMI (LİTERATÜR TARAMASI) Kurumsal yönetim kavramı kurumsal yönetim ilkeleri içerisinde detaylı olarak irdelenmiş olsa da birkaç temel tanıma bakmak gerekmektedir. 2 Küreselleşmenin etkileri ve yarattığı olumsuzluklarla beraber bundan sonra da sayıları artabilecek olan sözkonusu temel değerlerin ingilizce karşılıkları da okuyucuya kolaylık olması için sırasıyla verilmiştir. 3 Global Legal Compliance 4 Ethical Business Conduct 5 Transparency, Anti-bribery and Anti-corruption 6 Good Governance 7 Health, Safety and Environmental Standarts 8 Respect for Differing Cultures 9 Human Rights 10 Acceptance by Local Communities (Good Corporate Citizenship) 11 Labor Standarts – Including Child Labour Concerns 12 Rule of Law 13 Sustainable Development 14 Emerging Free Market Systems and Structures 28 Luo (2005) kurumsal yönetimi işletmenin stratejik yönlendirmesini ve performansını açıklayan ve kontrol eden, şirket ve paydaşları arasındaki ilişkiler bütünü şeklinde açıklamaktadır. Hoskinson, Yiu ve Kim (2004) çalışmalarında yönetişim kavramının bir sistem olarak küresel arenada rekabet avantajına yol açabileceğine işaret etmişlerdir. Sloan (2001) kurumsal yönetim yaklaşımının, işletmenin yönetimsel ve finansal alanları arasındaki ayrılıkların yarattığı performansı zedeleyen problemlerin çözülmesini destekleyen bir mekanizma olarak tanımlamıştır. 3. TÜRKİYE’DE KURUMSAL YÖNETİM YAKLAŞIMININ GELİŞİMİ Küresel anlamda Kurumsal yönetim kavramının hızlı gelişimi Türkiye’de de yankı bulmuş ve bu kavram hızlı bir şekilde işletme bilgisi olarak ülkemizde yeniden üretilmiştir. Daha sağlıklı ekonomiler, sürdürülebilir kalkınma, şeffaf bir ekonominin varlığı ve ekonomik faaliyetlerde daha adaletli bir paylaşım yapısını sağlamaya yönelik uygulanan kurumsal yönetim, Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı yatırımcıların da yoğun olarak uygulamaya başlamasıyla ekonomik yapı içerisinde kendine yer bulmuştur. Öte yandan bankacılığın yeniden yapılanması, kısıtlı yabancı sermaye gibi faktörler de Türk şirketlerini ve politika yapıcıları Türkiye’deki mevcut kurumsal yönetim uygulamalarını sorgulamaya sevk etmiştir. Türkiye’ye 1990’lar boyunca düşük seviyede doğrudan yabancı sermaye yatırımının gerçekleşmesi de şeffaflık, hissedar hakları ve yolsuzluk konularında Türkiye’nin uluslar arası karşılaştırmalı çalışmalarda olumsuz puanlar almasıdır (Kula, 2005; s.112). Türkiye’de kurumsal yönetim çerçevesine ilişkin olarak literatürde yer alan çalışmalardan LLSV (1996) ve Klapper ve Love’ın (2003)çalışmaları öne çıkmaktadır. LLSV’nin çalışmasında Türkiye 6 boyutun (yargı sisteminin etkinliği, hukuk düzeni, yolsuzluk, el koyma riski, sözleşme ihlali riski, muhasebe standartları ölçüsü) 4’ünde (yargı sisteminin etkinliği, hukuk düzeni, yolsuzluk, muhasebe standartları ölçüsü) örneklem ortalamasının altında kalmıştır. Klapper ve Love’un (2003) çalışmasında ise LLSV ölçeğine ilave olarak konulan yargı süreci etkinliği, yönetim kurulunu kısıtlayan haklar ve hukuksallık ölçüsü boyutlarında da örnekleme giren ülkelerin ortalamasının altında yer almıştır (Kula, 2005, 113). Türkiye’nin kurumsal yönetim altyapısında diğer ülkelere görece olarak zayıf olması ekonomiyi sağlıklı bir yatırım ortamından uzaklaştırmakta ve piyasanın kurumsal bir yapıda kendisini sürdürmesini engelleyici rol oynamıştır. Küresel anlamda kurumsal yönetim kavramının popüler bir yönetim uygulaması haline gelmesinin yanında Türkiye’deki ekonomik çevrenin taşıdığı bu olumsuz özelliklerin de ortadan kaldırılma çabası normatif kurumları harekete geçirerek 2003 yılında SPK Kurumsal yönetim ilkelerinin ortaya çıkmasını sağlamıştır. 29 Kurumsal yönetim kavramının literatür ve uygulamada, Enron, WorldCom, Parmalat gibi şirket çöküşleri nedeniyle daha ayrıntılı ele alınması sonrasında özellikle yatırımcılar tarafından satın alınmış halka açık anonim ortaklıklar ve benzeri işletmelerde güvenilirlik ve verimlilik açısından ortaya çıkan sorunların kaynağında hakim gücü elinde tutan kimi ortak ve/veya profesyonel yöneticilerin, yönetim ve denetim süreçlerinin eksikliklerinden yararlanarak bu gücü, diğer paydaşların aleyhine kullanmalarının yattığı açıkça tespit edilmiş olup; çalışmanın girişinde de bahis edildiği gibi çeşitli uluslararası gelişmiş piyasalarda ulusal mevzuat düzenlemeleri yoluyla kurumsal yönetim kavramının benzeri krizlerin önüne geçmek amacıyla hukuk sistemine sokulduğu görülmüştür. Küresel gelişmeler ışığında mali piyasalarında sık sık kriz ortamının oluştuğu ulusal ekonomimiz açısından ise para ve sermaye piyasalarımızda da söz konusu krizlerin önüne geçebilmek için hem para piyasalarında hem de sermaye piyasalarında kanun koyucu tarafından sorumlu kılınmış öz düzenleyici otoriteler tarafından kurumsal yönetime, gönüllü olarak yönlendirici tavsiye kararları ve ön uygulamaların geliştirildiği yada tartışmaya açılan kanun taslakları yardımı ile mevcut hukuki açığın önüne geçmek için çalışmalar yapıldığı son zamanlarda görülmektedir. Gelişmelerin para ve sermaye piyasaları açısından ayrı ayrı incelendiğinde, 1) Para piyasaları açısından bakıldığında özellikle 2001 krizi ile beraber yönetsel hatalar ve iç ve dış denetimin yetersizliği yüzünden aralarında Sermaye Piyasası kanunu gereği halka açık olanların da bulunduğu birçok bankanın yönetim ve denetimi TMSF’ye devredilmiş ve /veya bankacılık yapma ve mevduat kabul etme izinleri iptal edilmiştir. Emanet edilen tasarrufların yanlış ve/veya kötüye kullanılması sonucunda risk yönetimi açısından sıkıntıya düşen ve tabi kamusal denetim yetersizliği dolayısıyla hızlanan çöküşleri sonucu verdikleri zararlar da mevduat sahipleri ile sınırlı kalmayıp tüm sisteme yayılmış ve ulusal ekonomiye çok ciddi bir darbe indirilmiştir. Tasarruf mevduatının devlet güvencesinde olması nedeniyle hiçbir suçu olmayan vergi verenlerin sırtına inen ciddi yük de gelişmlerin diğer bir boyutudur. Ve tabi öte yandan yönetimlerine bırakılan bankalarının batışına kadar varan sürece mani olamayan profesyonel yönetici ve yönetim kurulundaki üyelerin hemen hiçbirisi için hukuksal manada bir sorumluluk takibi yapılamamıştır. Ve aynı uluslararası örneklerinde olduğu gibi tasarrufçuların sisteme olan güveni ciddi bir şekilde zedelenmiştir. Söz konusu bu gelişmelerin hemen ardından ‘olmayan devlet tahvilleri’ alım-satımının üstelik tahvil alım-satım yetkisi bulunmaksızın bazı bankalarca yapılması ve bunun ortaya çıkmasından sonra yatırımcıların yine ciddi miktarda zarar görmesi ve devletin bu sefer mali sorumluluğu üzerine almaması ile bahsi geçen güvensizlik had safhaya ulaşmıştır. Bu noktada mevzuatın topyekün 30 değişmesi amacıyla siyasi irade 4389 Sayılı Bankalar Kanunu’nun yerini alması için Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) tarafından hazırlanan ve önce Kredi Kuruluşları Kanunu (KKK) olarak adlandırılmışken daha sonra Finansal Hizmetler Kanunu (FHK) Tasarısı haline getirilen metinde, bankaların yönetim ve denetimine ilişkin yeni düzenlemeler yapmış ve kurumsal yönetim ilkelerinden biri olan yönetim kurullarında bağımsız üye bulundurulması zorunluluğu da metne eklenmiştir. Buna göre bir önceki taslak olan KKK taslağında 26. maddenin birinci ve ikinci fıkralarında yer alan hüküm uyarınca, en az beş kişiden oluşabilecek bir banka YK’nda “Yönetim Kurulu üyelerinden en az ikisinin bağımsız üye niteliğini haiz olması şarttır” ve ayrıca “Bağımsız YK üyesininin kendisine bağlı icrai mahiyette faaliyet gösteren bir birimin mevcut olmaması” gerekir denilmektedir. Öte yandan bağımsız üyenin “görevlerini layikiyle yerine getirmesine engel olabilecek veya böyle bir şüphe uyandırabilecek, kuruluş veya hakim ortaklar ya da yöneticiler ile iş, aile veya diğer yakın akrabalık ilişkisinin bulunmaması zorunludur” denilmek suretiyle de bağımsızlığın ölçütü belirlenmektedir. 2) Sermaye piyasaları açısından bakıldığında ise öncelikle Sermaye Piyasası Kurulunun kurumsal yönetim ilkelerini halka açık anonim şirketlerde yaygınlaştırabilmek için ‘iyi kurumsal yönetim’ adı altında bir kısım ilkeleri tavsiye amaçlı olarak 2003 senesinde yayınlamış ve Şubat 2005 senesinde de güncellemiştir. Bahsi geçen tavsiye metnin hazırlanabilmesi için SPK, İMKB ve Türkiye Kurumsal Yönetim Forumu uzmanları biraraya gelmiş ve birçok akademisyen kamu kurumu, özel sektör temsilcisi ve meslek örgütünün görüşleri ışığında bu çalışma tamamlanmıştır. Söz konusu metin incelendiğinde tespit edilen genel hususlar aşağıdaki gibidir: 1) İlkelerde yer alan prensiplerin uygulanıp uygulanmaması şimdilik isteğe baglıdır. 2) İlkelerde yer alan prensiplerin uygulanıp uygulanmadıgına; uygulanmadı ise buna ilişkin gerekçeli açıklamaya, bu prensiplere tam olarak uymama dolayısıyla meydana gelen çıkar çatışmalarına ve gelecekte şirketin yönetim uygulamalarında İlkelerde yer alan prensipler çerçevesinde bir değişiklik yapma planının olup olmadıgına ilişkin açıklamaya, yıllık faaliyet raporunda yer verilmesi ve ayrıca kamuya açıklanması gerekmektedir. 3) Sermaye Piyasası Kurulu tarafından yapılacak düzenlemeler çerçevesinde, kurumsal yönetim derecelendirmesi yapan derecelendirme kuruluşları İlkelerin uygulanma seviyesini halka açık anonim şirketler açısından saptayacaklardır. 4) İlkelerde yer alan ana prensipler “uygula, uygulamıyorsan açıkla” prensipleridir. Ancak bu prensiplerin bazıları tamamen tavsiye niteliginde olup; 31 bu prensiplere uyulmadıgı takdirde herhangi bir açıklama yapılmasına gerek bulunmamaktadır. 5) İlkeler mevcut düzenlemelerin ilerisinde prensipler içermekte olup, mevcut mevzuatta ve uygulamada kurumsal yönetim konusunda oluşan eksikligi gidermek ve boşlugu doldurmak amacıyla hazırlanmıştır. 6) İlkeler, ileride mevzuatta yapılacak düzenlemeler için de yol gösterici bir özellik arz etmektedir. SPK tarafından duyurulan İlkelerde, uluslararası piyasalarda kurumsal yönetim kavramının halka açık anonim şirketler tarafından kullanılmasına yönlendirici mevzuatın yapılandırılmasında tetikleyici olan finansal skandallardan alınan dersler ışığında olası benzer bir gelişmenin ulusal sermaye piyasalarımızda önünü almak üzere de çeşitli tavsiyelerin kaleme alındığı görülmektedir. Bunlardan en önceliklileri Sarbanes – Oxley yasasında da ayrıntıları ile düzenlenmiş olan denetim işlevinin kurum içi ve kurum dışı bağımsız denetim kuruluşlarınca yapılması ve yönetim kurullarının teşkili ile sorumlulukları konularıdır. Bu hususların İlkelerde nasıl incelendiğinin tek tek irdelenmesi yerinde olacaktır: A) Bağımsız denetim kuruluşları ve bu kuruluşlarda istihdam edilen denetim elemanlarının bağımsızlığı esas olup; bağımsızlık ilkesi; bağımsız denetim faaliyetlerinin, bağımsız denetçinin mesleki takdir ve tarafsızlığını zedeleyebilecek nitelikteki herhangi bir ilişki, çıkar veya etkiden azade yürütülmesini ifade etmektedir. Bu amaçla İlkelerde; 1) Bağımsız denetim kuruluşlarının belirli aralıklarla rotasyona tabi tutulması gerektiği, 2) Şirket yönetim kurulu tarafından bir bağımsuz denetim kuruluşunun sürekli ve/veya özel denetimlerde en çok 5 hesap dönemi için seçilebileceği, 3) Şirketin aynı bağımsız denetim kuruluşu ile yeniden sürekli ve/veya özel denetim sözleşmesi imzalayabilmesi için en az 2 hesap döneminin geçmesi zorunlu olduğu, 4) Bağımsız denetim faaliyeti ile danışmanlık faaliyetlerinin birbirinden ayrı olduğu, 5) Bağımsız denetim kuruluşları ve bu kuruluşlarda istihdam edilen denetim elemanları ile diger personelin bağımsız denetim hizmeti verdikleri şirketlere, bağımsız denetim hizmeti verdikleri dönemde, bedelli veya bedelsiz olarak danışmanlık hizmetleri veremeyecekleri, 6) Bağımsız denetim kuruluşunun yönetim veya sermaye bakımından doğrudan ya da dolaylı olarak hakim bulunduğu bir danışmanlık şirketi ve 32 çalışanlarının, bağımsız denetim kuruluşunun hizmet verdigi şirkete, aynı dönem için danışmanlık hizmeti veremeyeceği ve bu kapsama, bağımsız denetim kuruluşunun gerçek kişi ortakları ve yöneticileri tarafından verilen danışmanlık hizmetlerinin de dahil olduğu açıkça belirtilmiştir. B) Yönetim kurulunda yer alan bağımsız üyelerin, şirketin, pay ve menfaat sahiplerinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutabilme ve kararlarda tarafsız olabilme avantajına dogal olarak sahip oldukları kabul edildiğinden bahis edilerek bağımsız üyelerin yönetim kurulunda çogunlukta bulunması, bir şirkette kurumsal yönetimin doğru ve tarafsız olarak uygulanmasının önemli unsurlarından bir tanesi olduğu vurgulanmakta olup; Yönetim kurullarının teşkili ve işlevlerine ilişkin esaslar sıralanmıştır. Öte yandan yine şirket yönetim kurulları ile ilgili olup; ‘uygula, uygulamıyorsan açıkla’ tipinden ziyade sadece tavsiye olarak belirtilen ilkeler de şöyledir: 1) Şirketin iflası halinde; iflasın istenmesinden önceki son üç yıl içinde her ne ad altında olursa olsun hizmetlerine karşılık aldıkları ve emsallerine göre bariz derecede farklı olan maddi menfaatin fazla olan kısmının şirkete iade edilmesi, 2) Yönetim kurulu üyelerinin, şirkette göreve başlamadan önce, mevzuata, esas sözleşmeye, şirket içi düzenlemelere ve oluşturulan politikalara uyacaklarını ve uymadıkları takdirde şirketin, pay ve menfaat sahiplerinin bu nedenle uğrayacakları zararları müteselsilen karşılayacaklarını yazılı olarak beyan etmeleri, 3) Yöneticiler, görevlerini gereği gibi yerine getirmemeleri nedeniyle şirketin ve üçüncü kişilerin uğradıkları zararları tazmin ederler. 4) Şirketin menfaatlerini korumak için yöneticilerin görevden ayrılmaları durumunda şirketin rekabet ettigi başka bir şirkette belli bir süre çalışmayacağı ve bu hükme uyulmaması halinde uygulanacak yaptırımların sözleşme maddelerinde belirtilmelidir. Öte yandan öz düzenleyici bir örgüt olarak İstanbul Menkul Kıymetler Borsası da, SPK’nın Kurumsal Yönetim İlkeleri ışığında İMKB’de işlem görmekte olan halka açık anonim şirketleri söz konusu ilkeleri uygulama yönünde desteklemek için bir Kurumsal Yönetim Endeksi hesaplama çalışmalarına başlayarak; endeksin kurallarını ve nasıl çalışaçağı belirlemiş ve İMKB Kurumsal Yönetim İlkeleri Temel Kuralları adlı bir metni yayınlamıştır. Buna göre, 1) SPK tarafından yetkilendirilerek derecelendirme kuruluşları listesine alınan derecelendirme kuruluşlarınca yapılan kurumsal yönetim ilkelerine uyum derecelendirmesinde, bir bütün olarak tüm ilkelere uyum notu en az 6 olan ve IMKB pazarlarında (Gözaltı Pazarı hariç) işlem gören şirketlerin hisse senetleri 33 derecelendirme notunun Borsa’ya bildirildiği günü takip eden iş gününde endekse alınacağı belirtilmiştir. 2) Endeksin, endekse alınma kriterlerini sağlayan şirketlerin sayısının 5’e ulaşması halinde Borsa Günlük Bülten’inde yapılan duyurudan 1 hafta sonra hesaplanmaya başlanacağı ve IMKB Ulusal-100 endeksinin ilan edilen en son değerinin Endeksin başlangıç değeri olarak alınacağı ifade edilmiştir. 3) Fiyat endeksinin seanslar süresince, getiri endeksinin seanslar sonunda hesaplanıp ilan edileceği de açıklanmıştır. Görüldüğü üzere İMKB, ulusal sermaye piyasalarımızın tek düzenli menkul kıymetler borsası olarak kurumsal yönetim ilkelerinin ilgi çekmesi ve şirketlerce benimsenmesi için gelişmiş borsalardaki örneklerine benzer bir adım atmıştır. 4. OECD VE SPK KURUMSAL YÖNETİM İLKELERİNE BAKIŞ OECD’nin 1999 yılında Kurumsal Yönetim İlkelerini yayınlamasının ardından bu ilkeler Türkiye’de yankı bulmuş, çokuluslu ve küresel şirketlerle entegrasyonu sürekli artan ekonomik sistem içerisinde Kurumsal Yönetim İlkelerine olan ihtiyaç artmıştır. SPK 2003 yılında kurumsal yönetim alanındaki bu boşluğu doldurma amacıyla “Kurumsal Yönetim İlkeleri”ni yayınlamıştır. OECD Kurumsal Yönetim ilkeleri’nin temel alındığı çalışma Türkiye’nin yasal ve ekonomik niteliklerini de göz önüne alarak yeni bir metin olarak yeniden üretilmiştir. OECD’nin ve SPK’nun yayınlamış olduğu Kurumsal Yönetim İlkeleri’ne bakıldığında her iki metnin fonksiyonunun temelde benzer olmasına rağmen içeriğinde bir farklılık olduğu görülmektedir. OECD Kurumsal Yönetim İlkeleri temelde iki bölümden ve 12 başlıktan oluşmaktadır. Buna karşılık 2003 yılında hazırlanan ve kamuoyuna sunulan SPK Kurumsal Yönetim İlkeleri 4 farklı bölüm altında 27 başlığı barındırmaktadır. Tablo 1’de her iki kurumun yayınladığı Kurumsal Yönetim İlkelerinin genel görünümü sunulmuştur. 34 ve paylaşılması gerektiğini vurgulamıştır. Özellikle değer yaratma temelinde düşünülen bilgi paylaşımı Kurumsal Yönetim İlkeleri içerisinde pay sahiplerinin bilgilendirilmesi amacına hizmet eden bir fonksiyonu üstlenmektedir. Ancak yönetim teorisindeki bilgi paylaşımı yaklaşımının yükselişine paralel olarak Kurumsal Yönetim İlkeleri içerisinde bilgi paylaşımına özel vurgu yapılması anlamlıdır. Metin içerisinde yapılan sıklık analizinde 88 kez bilgi kelimesinin geçtiği tespit edilmiştir. Tablo : “Pay Sahipleri” Bölümündeki Yönetsel Konuların Sıklık Analizi Bilgi Bilgilendirme Bilgi Alma/Bilgi alma hakkı Bilgi verme 88 20 10 2 Yönetim teorisinde son yıllarda öne çıkan bir diğer konuda örgütlerde demokrasi kültürünün gelişmesiyle birlikte katılımcılığın artmasıdır. İş çevresinde örgütlerin içsel ve dışsal paydaşlarla entegrasyona gitmesinin gerekliliği nesnel bir gerçek haline gelmiştir. Bölüm : Kamuyu Aydınlatma ve Şeffaflık Kurumsal yönetim İlkeleri içerisindeki “kamuyu aydınlatma ve şeffaflık” bölümü altında özellikle finansal tabloların ilgili tüm kullanıcılara sunulması ve “Kamuyu aydınlatma ve şeffaflık” bölümü içerisindeki yönetsel konulara bakıldığında şirketin yönetsel, finansal ve hukuki durumuyla ilgili bilgilendirme öne çıkmaktadır. Bu çerçevede şirketin yönetsel uygulamaları ve politikaları hakkında pay ve menfaat sahiplerini bilgilendirme, kamuoyuna yönetsel politikaları ilan etme konusu vurgulanmaktadır. Pay ve menfaat sahipleri için şirketin ulaşılabilir olması adına “”şirkete ait internet sitesinin” kullanılması, son yıllarda işletmelerde bilişim/iletişim teknolojilerinin artan önemine paralel olarak metin içerisinde yer almıştır. Son yıllarda yönetim teorisinde “dinamik denge” kavramı sıklıkla kullanılmaktadır. İşletmenin çevrede meydana gelen değişimlere tepki vermesi ile bazı değişiklikleri uygulamaya koyması yeni bir denge durumuna geçişi işaret etmektedir. Bunu sağlamada çevreden elde edilen bilgi akışı son derece önemlidir. Ancak işletmenin dinamik denge koşullarını sağlaması, çevrede meydana gelen değişimlere verdiği tepkilerin çevreye sunulması adımıyla tamamlanmaktadır. Bu noktada metinde yer alan “periyodik tablo ve raporlar” dinamik denge sürecinin bir parçası olarak ele alınabilir. Ayrıca “periyodik tablo ve raporlar” yoluyla çevreye bilgi sunulması, sektörlerin sağlıklı gelişimlerinin sağlanmasında önemli bir işlev görmekte, 37 sektördeki kurumsal davranış ve uygulamaların benimsenmesine yardımcı olmaktadır. 1. Bölüm : Menfaat Sahipleri Bu bölüm altında öne çıkan yönetsel konu işletmenin insan kaynakları politikasının oluşturulması ve duyurulmasıyla ilgilidir. Yeni ortaya çıkan sektörlerin özellikle bilişsel yetenek ve becerilere bağlı olduğu ve takım çalışmalarının önem kazandığı yeni iş çevresinde, Kurumsal Yönetim ilkeleri içerisinde de bu eğilimin yansımaları görülmektedir. “Katılımcı bir yönetim ortamının oluşturulmasını teminen, şirketin finansal imkanları, ücret, eğitim, sağlık gibi konularda çalışanlara yönelik bilgilendirme toplantıları yapılarak görüş alışverişinde bulunulur.” Cümlesi ile şeffaf ve katılımcı yeni yaklaşımın şirketlerde yaygınlaştırılması hedeflenmektedir. SPK Kurumsal Yönetim İlkelerinde insan kaynakları yönetimine “Çalışanlar için güvenli çalışma ortam ve koşulları sağlanır ve bu ortam ve koşullar sürekli iyileştirilir.” Cümlerisyle vurgu yapılmaktadır. OECD KYİ ise kurumsal yönetimin çalışanların katılımını sağlayacak bir ortamın oluşturmasında temel faktör olması gerektiğini “kurumsal yönetim, çalışanların katılımı açısından performans geliştirici mekanizmaların oluşturulmasına izin vermelidir.” ifadesiyle vurgulamaktadır. Bu noktada OECD kurumsal yönetim ilkelerinin ilkelerin kendisine biçtiği rol ortaya çıkmaktadır. Son yıllarda teknolojik gelişmeler örgütsel süreçleri yoğun bir şekilde etkilemiş ve örgütlerde bilişim ve iletişim teknolojileri kullanımı konusu güncel konulardan biri haline gelmiştir. Sanal ve şebeke organizasyonlar, e-ticaret gibi kavramların teoride ve pratikte daha sık kullanılır hale gelmesi işletmeleri bilişim ve iletişim teknolojilerinden yararlanma konusunda çaba göstermeye sevk etmiştir. Kurumsal yönetim ilkeleri içerisinde “kamunun aydınlatılmasında, şirkete ait internet sitesi aktif olarak kullanılır” ibaresi, bu iletişim teknolojisine bir fonksiyon yüklendiğini göstermekte ve bilişim ve iletişim teknolojilerinin yayılımını desteklemektedir. 2. Bölüm : Yönetim Kurulu “Yönetim Kurulu” bölümü SPK Kurumsal Yönetim İlkeleri içerisinde yönetim teorisi ve uygulamalarıyla ilgili konuların yoğunlaştığı bölümdür. İlk üç bölümde 94 kez geçen “yönetim” kavramına “Yönetim Kurulu” bölümünde 217 kez yer verilmiştir. Bu bölümde yönetimin niteliğine odaklanılmış, yönetim kurulunun yapısı ve işleyişine ait ilkeler geliştirilmiştir. 38 Tablo : “Yönetim Kurulu” Bölümündeki Yönetsel Konuların Sıklık Analizi Yönetim Yönetim Kurulu Strateji/Stratejik Karar Alma 217 187 6 3 Bu bölüm içerisinde “Yönetim Kurulu” kavramı temelinde “yönetim”in özellikle izleyici, belirleyici ve denetleyici rolü ön plana çıkarılmıştır. Yukarıdaki tabloda görüldüğü gibi yönetim faaliyetlerinin stratejik yönüne yeterli vurgu yapılmamış, karar alma rolü öne çıkarılmamıştır. Metnin 44. sayfasında Yönetim Kurulu’nun yerine getireceği görev ve üstleneceği sorumluluklar başlığında 11 temel görev ve sorumluluk sıralanmış bunların ise hepsi şirketi içsel bir bakış açısıyla ele almıştır. Ayrıca bir işletmenin yönetim faaliyetlerini oluşturan 5 temel fonksiyon olan planlama, örgütleme, yöneltme, koordinasyon ve denetim fonksiyonlarından denetleme özellikle öne çıkmış, planlama ve koordinasyon fonksiyonuna kısmen yer verilmiştir. Ayrıca OECD Kurumsal Yönetim İlkeleri içerisinde “Etkin Kurumsal Yönetim Çerçevesi Temelinin Tesisi” şeklinde bir başlık yer almış ve bu başlık “Kurumsal yönetim çerçevesi, şeffaf ve etkin piyasaları teşvik etmeli, kanunlara uygun olmalı ve farklı denetim, düzenleme ve yürütme erkleri arasında sorumluluk dağılımını açıkça yapmalıdır.” cümlesiyle sunulmuştur. Bu noktada OECD Kurumsal Yönetim İlkelerinin Kurumsal Yönetim uygulamalarını yerleşik kurumsallaşmış uygulamalarla uyumlaştırarak meşruiyet sağlaması gerektiğini öne çıkarmaktadır. Bu yönüyle OECD Kurumsal Yönetim İlkeleri içerisinde yer alan içerisinde “Etkin Kurumsal Yönetim Çerçevesi Temelinin Tesisi” başlığı ülkeler için normatif nitelik taşımaktadır. OECD ve SPK Kurumsal Yönetim İlkeleri arasındaki bir diğer temel ayrışma yönetim kuruluna atfedilen rolde ortaya çıkmaktadır. OECD Kurumsal Yönetim İlkelerinde yer alan “Kurumsal Yönetim çerçevesi, şirketin stratejik rehberliğini, yönetim kurulu tarafından yönetimin etkin denetimini ve yönetim kurulunun, şirkete ve hissedarlara karsı hesap verme yükümlülüğü taşımasını sağlamalıdır.” ifadesi kurumsal yönetimin stratejik bir yaklaşım olduğunu vurgulamaktadır. SPK Kurumsal yönetim ilkeleri ise Yönetim Kurulunun “stratejik karar alma” rolünü öne çıkarmıştır. Buradaki temel ayrım OECD KYİ, yönetim kuruluyla beraber ilkelere stratejik önem verirken SPK KYİ sadece yönetim kurulunun görevini stratejik seviyede olduğunu belirtmektedir. 39 6. Kurumsal yönetim ilkeleri İçerisinde Finansal Ve Yönetsel Konulara İlişkin Tartışma Yönetim teorisinde meydana gelen gelişmeler paralelinde yukarıda sunulan içerik analizine ilişkin bulgulara bakıldığında bazı hipotezler üretmek ve bunları tartışmak mümkündür. Hipotez 1 : Yeni yönetim yaklaşımları ve uygulamaları kurumsal yönetim ilkeleri içerisindeki yönetsel konuları şekillendirmiştir. Yeni yönetim uygulamalarının ve modaların makro ekonomik anlamda ekonomik aktörler ve mikro anlamda işletmeler için bir reçete şeklinde sunulduğu görülmektedir. Özen (2002) modaların ve popüler yönetim pratiklerinin hem işletmelerin davranışlarında, hem yasaların oluşturulmasında etkili olduğuna işaret etmektedir. SPK kurumsal yönetim ilkelerine bakıldığında yönetim teorisindeki yeni konulara ve pratiklere ilişkin bir çok husus bulmak mümkündür. Bu hususlar, hem metnin OECD KYİ temelinde geliştirilmesi ve OECD KYİ’nin küresel yönetim bilgisi pazarından etkilenmesi dolayısıyla, hem de SPK’nın yerel yönetim bilgisi pazarındaki bilgi ihtiyacını karşılaması/pekiştirmesi sebebiyle ortaya çıkmaktadır. Hipotez 2 :Türkiye’de diğer moda yönetim kavramları gibi “Kurumsal Yönetim” kavramı da işletmelerin başarısı için bir gereklilik şeklinde sunulmaktadır. İşletme teorisi ve özel olarak yönetim teorisi bir çok yeni uygulamayı üreten ve küresel yönetim bilgisi pazarında hızla yayan bir niteliğe sahiptir. Yönetim teorisinde oldukça popüler olan konular geçmişe ilişkin deneyimlerden oluşan kuramlardan değil, daha çok ileriye ilişkin başarı reçetelerinden oluşmaktadır. Bu nitelikteki konuların danışmanlık sektörünün gelişimiyle paralellik sergilemesi de dikkat çekisidir. Kurumsal Yönetim kavramı da gerek TÜSİAD’ın Kurumsal Yönetim Çalışma Grubu oluşturması ve yayınlarıyla bu çerçeveyi desteklemesi, gerek Kurumsal Yönetim Derneği’nin yerel altyapın oluşturulmasında misyon üstlenmesi ve gündem oluşturması, gerekse SPK’nın yasal bir metni “düzenleyici bir norm” olarak ekonomik/hukuki çevreye sunması ile şirketler için bir başarı ölçütü olarak algılanır hale gelmiştir. Hipotez 3 :Kurumsal Yönetim İlkeleri yönetsel süreçler yerine yapılara odaklanmaktadır. SPK Kurumsal Yönetim ilkeleri işletmelerin yönetsel süreçlerine ilişkin düzenlemelerinde süreçler yerine, organizasyon yapısı, rollerin ve sorumlulukların tanımlanması gibi “yapısal” öğelere odaklanmaktadır. Yapısal öğelerin öne çıkmasının temelinde ise hukuki boyutun tanımlanmasında “somuta indirgeme çabası”nın ve şirket süreçlerinin mekanik bir süreç olarak düşünülmesinin etkili olduğu akla gelmektedir. 40 7. SONUÇ Türkiye’de geçtiğimiz 10 yıl içerisinde “Kurumsal Yönetim” konusunda bir çerçeve oluştuğu görülmektedir. Kurumsal Yönetim alanındaki gerek teorik çalışmalar, gerekse uygulamalar sürekli artmış SPK’nun temelde borsada işlem gören şirketler için yayınladığı Kurumsal Yönetim İlkelerinin yasal bir nitelik kazanmasıyla konu önemini daha da artırmıştır. Kurumsal Yönetim İlkelerindeki yönetsel ve finansal öne çıkan konuları Türkiye bağlamını dikkate alarak inceleyen bu çalışmada temelde bu alandaki literatür birikimine katkıda sağlamak ve sonraki çalışmalara rehber olmak amacıyla bir takım hipotezler üretmiş ve bunlar tartışılmıştır. Kurumsal yönetim ilkeleri metni üzerinde gerçekleştirilen içerik analizi temelinde ortaya çıkan finansal ve yönetsel konulara bakıldığında; genel işletme teorisiyle beraber finansal ve yönetsel yazındaki gelişmelerin ve akımların metne nüfuz ettiği ortaya çıkmaktadır. Özellikle işletmenin iç ve dış çevresinde yer alanlarla en üst düzeyde etkileşime vurgu yapan yönetişim kavramı temelinde ortaya çıkan Kurumsal Yönetim İlkeleri’nde finans ve yönetim teorisinin güncel konularının ve sorunlarının yer aldığı görülmektedir. 41 TEMEL KAYNAKLAR FEAS Best Practices for the Development of Stock Exchanges in Transition Economies, 1999, Page: 20 Finansal Hizmetler Kanunu Tasarısı taslağı Frank J. Navran, 2004, Corporate Social Responsibility: A New Standart, www.navran.com GÖKÇE, O.; 2001; İçerik Çözümlemesi, Konya Selçuk Üniversitesi Yaşatma ve Geliştirme Vakfı. GÜRBÜZ O., 2005, Kurumsal Yönetim: Ülkemizdeki Düzeyine İlişkin Değerlendirmeler, İSMMMO I. Uluslararası Muhasebe Denetimi Sempozyumu, Antalya, www.ismmmo.org.tr HOSKISSON R. E., YIU D., KIM H., 2004, Corporate Governance Systems: Effects Of Capital And Labor Market Congruency On Corporate İnnovation And Global Competitiveness, Journal of High Technology Management Research 15, pp. 293–315 International Business Ethics Institute, Business Ethic Premier, www. business-ethics.org İBİŞ C., 2005, Finansal Raporlamada kullanıcıların Beklentileri ve Uygulamada Bunların Karşılanma düzeyi konusunda Yeniden Yapılanma, İSMMMO I. Uluslararası Muhasebe Denetimi Sempozyumu, Antalya, www.ismmmo.org.tr İMKB Kurumsal Yönetim Endeksi Temel Kuralları, 2005 KAYACAN M., 2005, Anonim Şirketlerin Sosyal Sorumlulukları ve Etik Değerler, İSMMMO I. Uluslararası Muhasebe Denetimi Sempozyumu, Antalya, www.ismmmo.org.tr KULA V., 2005, Kurumsal Yönetim: Hissedar Korunması Uygulamaları ve Türkiye Örneği, Yayımlanmamış Kitap LUO Y. 2005, Corporate Governance And Accountability In Multinational Enterprises: Concepts And Agenda, Journal of International Management, 11, pp. 1– 8 OECD Kurumsal Yönetim İlkeleri, 1999 (2004) OOGHE H, 2002, Tine De Langhe; “The Anglo-American Versus the Continental European Corporate Governance Model: Empirical Evidence of Board Composition in Belgium”, European Business Review, Volume: 14, Number: 6, Page: 437 – 449 POTTS S., 2003, Ethics and Corporate Governance, Ethics Resource Center, www.ethics.org RAYMAN-BACCHUS L., 2003, “Contextualising Corporate Governance”, Managerial Auditing Journal, Volume: 18, Number: 3, Page: 180 – 192 Sarbanes Oxley Yasası, 2002 42 SIMMONS J., 2004, “Managing in the Post-managerialist Era: Towards Socially Responsible Corporate Governance”, Management Decision, Volume: 42, Number: 3, Page: 601 – 611 SLOAN R., 2001, Financial Accounting And Corporate Governance:A Discussion, Journal of Accounting and Economics 32 pp. 335–347 SPK Kurumsal Yönetim İlkeleri, 2003 (2005) TAVŞANCIL, E., ASLAN A.. E.; 2001, İçerik Analizi ve Uygulama Örnekleri, İstanbul: Epsilon. 43 KÜRESEL MALİ PİYASALARDA ‘KURUMSAL YÖNETİM’ KAVRAMININ GELİŞİMİ VE ÜLKEMİZE YANSIMALARI1 Dr. Murad KAYACAN İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) Eğitim ve Yayın Müdürü [email protected] “Kurumsal Yönetim” kavramı son yıllarda hem literatürde hem de uygulama da sıkça vurgu yapılan bir kavram olma özelliğini taşımaktadır. Bilindiği üzere uluslararası alanda OECD’nin 1999 yılında, ulusal alanda ise SPK’nın 2003 yılında yayımlamış olduğu “Kurumsal Yönetim İlkeleri”, şirketlerin paydaşlarıyla olan ilişkilerini çerçeve olarak kabul ederek toplumsal faydanın azamileştirilmesi hususuna odaklanmıştır. Uluslararası alanda Barings Bank (1995) ya da Sumitomo Bank (1997) örneklerinde mikro seviyede gözlemlediğimiz kriz oluşumları, Avrupa Para Krizi (1992-93), Meksika Krizi (1994-95), Güneydoğu Asya Krizi (1997-98), Rusya Krizi (1998) ve Brezilya Krizi (1999) örneklerinde de krizlerin sistemikliği ile dikkat çekmiştir. Önce bir şirket ardından şirketin içinde bulunduğu sektör ve hemen akabinde tüm ulusal ekonomiye sirayet eden sistem bazlı krizler, en sonunda ülkelerin içinde bulunduğu coğrafya ve hatta ticaret yapılan dünyanın diğer ucundaki diğer coğrafyalara da bulaşabilmektedir. Bu gelişmeler nedeniyle son on yıl içerisinde ekonomi ve finans alanında oluşturulmuş OECD, IMF, IOSCO gibi uluslararası dayanışma örgütleri öncülüğünde kural koyucu ve düzenleyici ulusal otoritelerin kendi hukuksal alanlarında tüm küresel ekonomiyi yaralama potansiyeli olan benzer finansal fiyaskoları daha şirket seviyesinde öngörüp durdurabilmek için çeşitli tavsiye kararları almaya başladığı gözlemlenmektedir. Anahtar Kelimeler: Finansal Kriz, Paydaşlık, Anonim Şirket Sosyal Sorumluluğu, Kurumsal Yöneti(şi)m 1 Bu çalışma Kurumsal Araştırmalar Serisinin 4 nolu yayını ve Sermaye Piyasası Kurulu Yayınları No:196 olarak Kurumsal Şirket Yönetimi: İyi Şirket Yönetimi için Kurallar ve Kurumlar adıyla Nisan 2006 tarihinde basılan ortak yazarlı kitapta yer almaktadır. 44 Giriş “Kurumsal Yönetim” kavramı son yıllarda hem literatürde hem de uygulama da sıkça vurgu yapılan bir kavram olma özelliğini taşımaktadır. Kurumsal yönetim ilkeleri ilk olarak, OECD’nin 27-28 Nisan 1998’deki toplantısında hükümetler, ilgili diğer uluslararası kuruluşlar ve özel sektör temsilcileri ile birlikte, ilgili bir dizi yeknesak ve yol gösterici ilke geliştirilmesi çağrısının yapılmasıyla mali piyasalar gündemine oturmuştur. Özellikle ABD ve Avrupa’da ardı ardına yaşanan mali fiyaskolardan sonra da hemen tüm ulusal piyasalarda mali piyasa otoritelerince özel önem verilen bir kavram olmaya başlamıştır. Gelişmiş uluslararası piyasalarda son zamanlarda oluşan temayülle aynı doğrultuda olmak kaydıyla ulusal sermaye piyasalarımızda da geçtiğimiz yıllar içerisinde “Kurumsal Yönetim” konusunda bir çerçeve oluştuğu gözlemlenmektedir. Bilindiği üzere uluslararası alanda OECD’nin 1999 yılında, ulusal alanda ise SPK’nın 2003 yılında yayımlamış olduğu “Kurumsal Yönetim İlkeleri”, şirketlerin paydaşlarıyla olan ilişkilerini çerçeve olarak kabul ederek toplumsal faydanın azamileştirilmesi hususuna odaklanmıştır. Ulusal sermaye piyasalarımızda tüm paydaşlar açısından bahsi geçen ilkelerin yakın zamanda daha da artan bir yönlendirici etkisinin olacağı, uluslararası alanda başarılı örnekleri görülen Kurumsal Yönetim Endeksinin bir benzerinin 2005’in başından itibaren İMKB bünyesinde yapılandırılmaya çalışılması ile ortaya çıkmıştır. Öte yandan Ocak 1957’den beri ulusal ticaret hayatımızı düzenleyen Türk Ticaret Kanunu’nda, son günlerde hızlanan tadilat çalışmalarının ürünü olan taslak metinlere bakıldığında birçok noktada Kıta Avrupası hukuku yapısından sıyrılınarak daha ziyade Anglo Sakson hukuku hükümlerinin benimsenmeye başlandığı görülmektedir. TTK’nda tadilat taslağı hazırlamakla yükümlü Komisyondan çıkan taslak metinlerde kurumsal yönetim ilkelerinin çeşitli hükümlerde kendini göstermesi ulusal finans piyasalarımız açısından önemli bir dönüşümün de bizatihi habercisi olmuştur. Benzeri bir gelişmeyi şu an yürürlükte olan 4389 sayılı Bankalar Kanunu yerine ikame edilecek ve TBMM Plan Bütçe Komisyonundan geçmiş olan ‘Kredi Kuruluşları Kanunu’(KKK) ya da sonraki adıyla Finansal Hizmetler Kanunu (FHK) taslağında da görmekteyiz. Literatürde ‘Kurumsal Yönetim’ Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), 1999 yılındaki raporunda kurumsal yönetimi, şirketlerin yönlendirildiği ve kontrol edildiği sistem olarak tanımlayıp ve şirket yönetimi, yönetim kurulu, hissedarlar ve 45 diğer çıkar grupları arasındaki ilişkiler dizisini içerdiğini vurgularken Dünya Bankası yine aynı sene çıkardığı raporunda bir kurumun beşeri ve mali sermayeyi çekmesine, etkin çalışmasına ve böylece ait olduğu toplumun değerlerine saygı gösterirken uzun dönemde ortaklarına ekonomik değer yaratmasına imkan tanıyan her türlü kanun, yönetmelik, kod ve uygulamalar olarak kurumsal yönetimi tanımlamıştır. Uluslararası yazında yapılacak bir literatür taramasında güncel çalışmaların dikkati çekmekte olduğu görülebilecektir. Bunlar arasında Luo (2005)’nun kurumsal yönetimi, işletmenin stratejik yönlendirmesini ve performansını açıklayan ve kontrol eden, şirket ve paydaşları arasındaki ilişkiler bütünü şeklinde açıklamakta olduğu dikkati çekmektedir. Ayrıca Hoskinson, Yiu ve Kim (2004)’in çalışmalarında yönetişim kavramının bir sistem olarak küresel arenada rekabet avantajına yol açabileceğine işaret ettikleri görülmektedir. Öte yandan Sloan (2001)’un ise kurumsal yönetim yaklaşımının, işletmenin yönetimsel ve finansal alanları arasındaki ayrılıkların yarattığı performansı zedeleyen problemlerin çözülmesini destekleyen bir mekanizma olarak tanımladığı görülmektedir. Temel hukuk sistemlerinde yerleşmiş olan kurumsal yönetim yaklaşımları açısından yapılan bir literatür taramasında ise gerek Anglo Sakson gerekse de Kıta Avrupası hukuk sistemlerindeki temel anlayışları ele alan çalışmalara rastlanıldığı gibi dünyadaki kurumsal yönetim uygulamalarını daha değişik şekilde bölütleyen çalışmalar da mevcuttur. Weimer ve Pape (1999)’ın yapmış olduğu sınıflamaya göre kurumsal yönetim sistemlerini dört ana bölüme ayırmak mümkündür: Anglo-sakson, Alman, Latin ve Japon sistemleri. Ya da Öztürk (2004)’ün belirttiği gibi Gelişmiş Piyasalar (Aglo Sakson ve Kıta Avrupası sistemleri) ve Gelişen Piyasalar Sistemi ayrımı ile ele alınabilmektedir. Bu yaklaşımda gelişen piyasalar sistemi, piyasaların çoğu zaman etkin çalışmadığı, yasaların geri planda kaldığı, şirket hisselerinin büyük bir kısmının ailelerin elinde bulunduğu ve küçük hissedarların haklarının yeterince korunamadığı bir sistem olarak tanımlanmakta olup; kurumsal yönetimde de ciddi bir zafiyet söz konusudur. Sermaye piyasalarının gelişmiş olduğu Amerika ve İngiltere’de şekillenen Anglo Sakson sistemindeki kurumsal yönetim anlayışına ilişkin Mirze ve Ülgen (2004)’in çalışmasında hissedar temelli bir bakış açısının benimsenmiş olduğu ve yönetimin hissedarların çıkarları ve amaçlarına hizmet etmesi gerektiği vurgulanmıştır. Ayrıca bu sistemde rekabet ve piyasa koşullarının, şirket yöneticilerini hissedarların çıkarları doğrultusunda hareket etmeye zorlayacağı varsayımı mevcut olduğu gibi hissedarların temsilcileri olan yönetim kurullarının, üst yönetimin şirketi hissedarların talep ve beklentilerine uygun yönetip yönetmediğini denetlemekle sorumlu olduğu da vurgulanmaktadır. Bu sistemdeki kurumsal yönetim anlayışında karlılığın hissedarların en önemli beklentisi olduğu öngörüldüğü için yönetimin temel 46 amacının da pay başına karı artırmak olduğu da altı çizilmesi gereken bir husus olarak değinilmektedir. Kıta Avrupası hukuk sisteminde ise kurumsal yönetim anlayışına ilişkin olarak Millstein (1998)’ın çalışmasında Kıta Avrupasının çoğunda olduğu gibi Japonya’da da geçerli olan anlayışa göre anonim şirketlerin idaresinde ve faaliyetlerinde kar elde etme ve bu karı pay sahiplerine dağıtmanın yanında tüm paydaşların haklarının korunması, paydaşların talep ve beklentilerinin karşılanması ve bu nedenle de şirketlerin paydaşları ile iletişim ve etkileşiminin sağlanması ifade edilmektedir. Bu bakış açısı hissedarlar kadar firma için değer yaratan tüm paydaşların katkısını göz önüne almayı da vurgulamakta olup; şirketlerin topluma karşı bir takım sosyal sorumlulukları yerine getirmesi gerektiğinin de altını çizmektedir. Kurt ve Kayacan (2005) tarafından yapılan çalışmada ise kurumsal yönetim kavramının neden ve nasıl doğduğunun algılanabilmesi için batı tipi kapitalist ekonomilerinin temel oyuncusu olan ve özel müteşebbis tarafından kurularak işletilen şirketler ile paydaşlar genel ismi ile altında anılan ve birbirinden ayrı ekonomik taraflar olan sermayedar, yönetim, çalışanlar, tüketici, tedarikçi, devlet ve öte yandan toplum arasında mevcut ilişkilerden özellikle sermayedar, yönetim, çalışanlar ve toplumla arasındaki ilişkilerin mercek altına alınmasında yarar olduğu vurgulanarak özellikle de toplum ile şirketler arasındaki ilişkinin irdelenmesinin gerekliliğinin altı çizilmiştir. Yine Kurt ve Kayacan (2005) tarafından yapılan çalışmada kurumsal yönetim kavramının iyi analiz edilebilmesi için günümüzde etkisini iyice hissettiren küreselleşme olgusunun algılanması ve bu nedenle hemen tüm ulusal pazarlarda rekabetçi olmaya çalışan uluslararası ve çok kültürlü şirketlerin mal ve hizmet üretimi yaptıkları toplumla ilişkilerinde dikkat ettikleri temel ilkelerin incelenmesinin önem arz etmekte olduğu ve ‘iyi yönetişim’in bu temel ilkelerden birisi olduğu da işaret edilmektedir. Öte yandan küreselleşmenin tüm dünyayı tek bir pazar haline getirmesi, artan rekabet ve ulusal hükümetlerin uluslar üsütü şirketlere baskısı ile ortaya çıkmış olan ve ‘anonim şirketlerin sosyal sorumluluğu’ kavramında ifadesini bulan; üretim yapılan ülkenin beşeri sermayesi ile diğer yer üstü ve yer altı kaynaklarının kullanımına karşılık olarak toplumsal bazı taleplerin şirketlerce karşılanması manasında gündeme yerleşen temel ilkelerin aşağıdaki şekilde sıralanabileceği belirtilmektedir (Kayacan, 2005: 6-8): Küresel Hukuki Uygunluk Etik İş Uygulamaları Fesat Karıştırmanın Önlenmesi ve Şeffaflık İyi Yönetişim Sağlık, Güvenlik ve Çevresel Şartların Korunması 47 Farklı Kültürlere Saygı İnsan Hakları Yerel Toplum Tarafından Kabul Görme Çocuk İşgücü Çalıştırma Dahil Çalışma Standartları Kanunun Uygulanması Sürdürülebilir Gelişme Serbest Piyasa Ekonomisi ve Yapılarının Toplumsal ve Siyasi Sistemlerin Demokratikleştirilmesi ile Desteklenmesi Bekçioğlu ve Ak (2005) ise uygulamada genel olarak iktisadi, siyasi ve idari olarak sıralanabilen kurumsal yönetim çeşitlerinin her birinin bünyesinde bulundurması gereken temel unsurlar inceleyerek; i) katılım, ii) hukuki devlet iii) şeffaflık, iv) duyarlılık, v) işbirliği, vı) adalet, vii) etkinlik ve verimlilik, viii) sorumluluk, ix) stratejik vizyon olarak saymışlardır. Öte yandan genel kabul gören tüm uluslararası kurumsal yönetim yaklaşımlarında olmazsa olmazlar olarak yerini alan eşitlik, şeffaflık, hesap verilebilirlik ve sorumluluk kavramlarını baz alan Kurumsal Yönetim İlkeleri ile SPK (2003), kurumsal yönetim hedeflerini aşağıdaki şekilde sıralamıştır: Hissedar haklarının güçlendirilmesi, Finansal raporlama sürecinde şeffaflığın artırılması, Muhasebe yeknesaklarının geliştirilmesi, Yaptırımların ve bunların icrasının geliştirilmesi, Yönetim kurullarının bağımsızlığı Şirketler ve iflas hukukunun güçlendirilmesi, Rekabetin teşvik edilmesi, Haksız kazancın önüne geçilmesi Türkiye’deki kurumsal yönetim çerçevesine ilişkin olarak literatürde yer alan çalışmalara bakıldığında ise LLSV (1996) ve Klapper ve Love’ın (2003) çalışmalarının dikkat çektiği görülmektedir. LLSV’nin çalışmasında, yargı sisteminin etkinliği, hukuk düzeni, yolsuzluk, el koyma riski, sözleşme ihlali riski, muhasebe standartları ölçüsü gibi altı boyutun yargı sisteminin etkinliği, hukuk düzeni, yolsuzluk, muhasebe standartları ölçüsü gibi dördünde Türkiye’nin örneklem ortalamasının altında kalmış olduğu görülmektedir. Klapper ve Love’un (2003) çalışmasında ise Türkiye’nin LLSV ölçeğine ilave olarak konulan yargı süreci etkinliği, yönetim kurulunu kısıtlayan haklar ve hukuksallık ölçüsü boyutlarında da örnekleme giren ülkelerin ortalamasının altında yer aldığı gözlemlenmektedir. (Kula, 2005: 113). Öte yandan Gürbüz (2005)’e göre ilk ve tek ulusal menkul kıymetler borsamız olan İMKB’ye kote olan halka açık şirketlerde kurumsal yönetim uygulamalarının seviyesine ilişkin bir çalışmada da oranın düşük olduğu tespit edilmiştir. 48 Ayrıca bankacılığın yeniden yapılanması, kısıtlı yabancı sermaye gibi faktörlerin de Türk şirketlerini ve politika yapıcılarını Türkiye’deki mevcut kurumsal yönetim uygulamalarını sorgulamaya sevk ettiği ve Türkiye’ye 1990’lar boyunca düşük seviyede doğrudan yabancı sermaye yatırımının gerçekleşmesinin de nedeninin kurumsal yönetimin temel sonuçları olan şeffaflık, hissedar hakları ve yolsuzluk konularında Türkiye’nin uluslararası karşılaştırmalı çalışmalarda olumsuz puanlar alması olduğu vurgulanmıştır. (Kula, 2005: 112) Uluslararası Alanda Kurumsal Yönetim Düzenleme ve Uygulamalarına Yönlendiren Gelişmeler Bilindiği üzere gittikçe küreselleşen dünyamızda artık herhangi bir ulusal coğrafyada baş gösteren finansal fiyaskonun bulaşma etkisi nedeni ile diğer coğrafyalara da hızlı bir şekilde sirayet etmesi çok kolay hale gelmiştir. Barings Bank (1995) ya da Sumitomo Bank (1997) örneklerinde mikro seviyede gözlemlediğimiz bu gelişme, Avrupa Para Krizi (1992-93), Meksika Krizi (1994-95), Güneydoğu Asya Krizi (1997-98), Rusya Krizi (1998) ve Brezilya Krizi (1999) örneklerinde de krizlerin sistemikliği ile dikkat çekmiştir. Önce bir şirket ardından şirketin içinde bulunduğu sektör ve hemen akabinde tüm ulusal ekonomiye sirayet eden sistem bazlı krizler, en sonunda ülkelerin içinde bulunduğu coğrafya ve hatta ticaret yapılan dünyanın diğer ucundaki diğer coğrafyalara da bulaşabilmektedir. Bu gelişmeler nedeniyle son on yıl içerisinde ekonomi ve finans alanında oluşturulmuş OECD, IMF, IOSCO gibi uluslararası dayanışma örgütleri öncülüğünde kural koyucu ve düzenleyici ulusal otoritelerin kendi hukuksal alanlarında tüm küresel ekonomiyi yaralama potansiyeli olan benzer finansal fiyaskoları daha şirket seviyesinde öngörüp durdurabilmek için çeşitli tavsiye kararları almaya başladığı gözlemlenmektedir. SSCB’nin yıkılması ve önerdiği ekonomik düzenin iddiasını kaybetmesi ile Çin’in özel mülkiyet ve sermaye piyasaları aracılığı ile özelleşmeyi destekleyen başarılı finansal politikaları ışığında farklı ekonomik düzen iddialarını bünyesinde barındıran alternatifleri kalmayan kapitalist ekonomik sistemin, yukarıda bahsi geçen finansal facialar sonrasında karşıtlarınca hep belirtildiği üzere aslında kendi kendini ortadan kaldırmaya programlı olduğu tezinin yeniden dillendirildiği görülmüştür. Örneğin bir araştırma da ABD’de Ocak 1999-Mayıs 2002 arasındaki dönemde kote oldukları menkul kıymet borsalarında hisse senetleri fiyatları %75’den fazla düşen, işletme ve finansal raporlama sorunları yaşayan 25 şirketin yöneticilerinin 23 milyon ABD $’ı kazanç elde ederek hayatlarına devam etmekte olduğu anlaşılmıştır. (İBİŞ, 2005: 5) Yani bu zararlardan sorumlu tutulmaları gerektiği halde yönettikleri şirketlerini zarar ettirmelerine rağmen kendileri hiçbir ceza almayıp bilakis zenginleşen yöneticilerin durumu piyasa sistemindeki adaletin de 49 sorgulanmasına haklı olarak neden olmuştur. Yeniden nükseden ‘eş dost kapitalizmi’ iddiaları ve toplumdaki tüm taraflar açısından ciddi bir endişe algısına neden olan ekonomik sistemin temel oyuncuları olan özel hukuk tüzel kişisi şirketlerde paydaşların yararının ve karının artırılması amacının takip edilmeyebileceği ve tersine mali kayıplarına sebebiyet verilebileceği gerçeğinin yanı sıra söz konusu şirketlerin tüm topluma karşı sorumluluklarını yerine getirmede de aynı şekilde davranabilecekleri inancı güçlenir hale gelmiştir. (Kurt ve Kayacan, 2005: 350) Son olarak ABD’de yaşanan Enron, Arthur Andersen, WorldCom, Global Crossing skandalları ve Avrupa’da yaşanan Parmalat (İtalya), Ahold (Hollanda) ve Çin’deki Yanguangxia şirketlerinin yaşamış olduğu benzeri finansal fiyasko ve skandallar sonrasında yukarıda bahsedilen uluslararası örgütlerce yapılandırılan tavsiye kararları ışığında ulusal seviyede çok çeşitli hukuki düzenlemeler yapılarak; benzeri fiyaskoların tekerrürünü önleme amaçlı ve mağdurların zararını giderici; kötüye kullanan taraflara müeyyide uygulayıcı çeşitli adımlar atılmıştır. Bu manada ilk olarak ABD’de Temmuz 2002’de Sarbanes-Oxley Yasası çıkarılmış; hemen ardından Avrupa Birliğinde “Avrupa’da Şirketler Kanunu için Modern Düzenleyici Hukuksal Çerçeve” başlıklı rapor hazırlanarak Kasım 2002’de Avrupa Komisyonu’na sunulmuştur. Bu sırada Almanyada kurumsal yönetime ilişkin ilkelerin tümü derlenerek Mayıs 2003’te German Codex adı ile gözden geçirilmiş hali duyurulmuştur. İngiltere’de ise 1998’de yapılandırılan Combined Code, 2003’te gözden geçirilmiştir. Böylece neredeyse ‘kendi kendini yoketmeye programlı’ olduğu yorumunu yapabileceğimiz kapitalist ekonomik sistem bir anlamda ‘ince ayar’ diye isimlendirebileceğimiz cok önemli düzeltmeleri içsel yapısına ilişkin olarak gerçekleştirmeye başlamıştır. Ulusal Alanda Kurumsal Yönetim Altyapısını Güçlendiren Gelişmeler Türkiye’de kurumsal yönetim alanında kamuoyunda dikkat çeken ilk metin TUSİAD’ın Aralık 2002’de yayınladığı ‘Kurumsal Yönetim En İyi Uygulama Kodu: Yönetim Kurulunun Yapısı ve İşleyişi’ adlı kurallar metni olmuştur. Gönüllülük esasına dayalı bu kurallar manzumesi on beş ana maddeden müteşekkil olup; yönetim kurullarının yapısı, sorumlulukları ve işleyişi ile ilgili konulara değinmiştir. Sermaye piyasaları açısından bakıldığında öncelikle Sermaye Piyasası Kurulunun kurumsal yönetim ilkelerini halka açık anonim şirketlerde yaygınlaştırabilmek için ‘iyi kurumsal yönetim’ adı altında bir kısım ilkeleri tavsiye amaçlı olarak 2003 senesinde yayınladığı ve Şubat 2005 senesinde de 50 güncellediği görülmektedir. Bahsi geçen tavsiye metninin hazırlanabilmesi için SPK, İMKB ve Türkiye Kurumsal Yönetim Forumu uzmanları biraraya gelmiş ve birçok akademisyen kamu kurumu, özel sektör temsilcisi ve meslek örgütünün görüşleri ışığında bu çalışma tamamlanmıştır. SPK tarafından duyurulan İlkelerde, uluslararası piyasalarda kurumsal yönetim kavramının halka açık anonim şirketler tarafından tercih edilmesinde yönlendirici olan mevzuatın ve sözkonusu bu mevzuatın yapılandırılmasında tetikleyici olan finansal skandallardan alınan dersler ışığında benzer bir gelişmenin ulusal sermaye piyasalarımızda oluşumunun önünü geçilmek üzere çeşitli tavsiyelerin kaleme alındığı görülmektedir. Söz konusu metin incelendiğinde özetlenen başlıca hususlar aşağıdaki gibidir: 1) İlkelerde yer alan prensiplerin uygulanıp uygulanmaması şimdilik isteğe bağlıdır. 2) İlkelerde yer alan prensiplerin uygulanıp uygulanmadıgına; uygulanmadı ise buna ilişkin gerekçeli açıklamaya, bu prensiplere tam olarak uymama dolayısıyla meydana gelen çıkar çatışmalarına ve gelecekte şirketin yönetim uygulamalarında İlkelerde yer alan prensipler çerçevesinde bir değişiklik yapma planının olup olmadıgına ilişkin açıklamaya, yıllık faaliyet raporunda yer verilmesi ve ayrıca kamuya açıklanması gerekmektedir. 3) Sermaye Piyasası Kurulu tarafından yapılacak düzenlemeler çerçevesinde, kurumsal yönetim derecelendirmesi yapan derecelendirme kuruluşları İlkelerin uygulanma seviyesini halka açık anonim şirketler açısından saptayacaklardır. 4) İlkelerde yer alan ana prensipler “uygula, uygulamıyorsan açıkla” prensipleridir. Ancak bu prensiplerin bazıları tamamen tavsiye niteliğinde olup; bu prensiplere uyulmadığı takdirde herhangi bir açıklama yapılmasına gerek bulunmamaktadır. 5) İlkeler, mevcut düzenlemelerin şu an için ilerisinde prensipler içermekte olup, mevcut mevzuatta ve uygulamada kurumsal yönetim konusunda oluşan eksikliği gidermek ve boşluğu doldurmak amacıyla hazırlanmıştır. 6) İlkeler, ileride mevzuatta yapılacak düzenlemeler için de yol gösterici bir özellik arz etmektedirler. Uluslararası alanda yaşanan finansal fiyaskolardan sonra ilk yapılandırılan kapsamlı hukuk düzenlemesi olan ABD’deki Sarbanes – Oxley yasasında ele alınan denetim işlevinin kurum içinde yeniden yapılandırılması ve dışında ise bağımsız denetim kuruluşlarınca yerine getirilmesi ile yönetim kurullarının teşkili ve sorumlulukları konularının ulusal sermaye piyasalarımız açısından bir ilki teşkil eden SPK İlkelerinde nasıl incelendiğinin tek tek irdelenmesi açısından bakıldığında aşağıdaki hususlar göze çarpmaktadır: A) Bağımsız denetim kuruluşları ve bu kuruluşlarda istihdam edilen denetim elemanlarının bağımsızlığı esas olup; bağımsızlık ilkesi; bağımsız denetim faaliyetlerinin, bağımsız denetçinin mesleki takdir ve tarafsızlığını 51 zedeleyebilecek nitelikteki herhangi bir ilişki, çıkar veya etkiden azade yürütülmesini ifade etmektedir. Bu amaçla İlkelerde; 1) Bağımsız denetim kuruluşlarının belirli aralıklarla rotasyona tabi tutulması gerektiği, 2) Şirket yönetim kurulu tarafından bir bağımsuz denetim kuruluşunun sürekli ve/veya özel denetimlerde en çok 5 hesap dönemi için seçilebileceği, 3) Şirketin aynı bağımsız denetim kuruluşu ile yeniden sürekli ve/veya özel denetim sözleşmesi imzalayabilmesi için en az 2 hesap döneminin geçmesi zorunlu olduğu, 4) Bağımsız denetim faaliyeti ile danışmanlık faaliyetlerinin birbirinden ayrı ele alınması gereken hizmetler olduğu, 5) Bağımsız denetim kuruluşları ve bu kuruluşlarda istihdam edilen denetim elemanları ile diğer personelin bağımsız denetim hizmeti verdikleri şirketlere, bağımsız denetim hizmeti verdikleri dönemde, bedelli veya bedelsiz olarak danışmanlık hizmetleri veremeyecekleri, 6) Bağımsız denetim kuruluşunun yönetim veya sermaye bakımından doğrudan ya da dolaylı olarak hakim bulunduğu bir danışmanlık şirketi ve çalışanlarının, bağımsız denetim kuruluşunun hizmet verdigi şirkete, aynı dönem için danışmanlık hizmeti veremeyeceği ve bu kapsama, bağımsız denetim kuruluşunun gerçek kişi ortakları ve yöneticileri tarafından verilen danışmanlık hizmetlerinin de dahil olduğu açıkça belirtilmiştir. B) Yönetim kurulunda yer alan bağımsız üyelerin, şirketin, pay ve menfaat sahiplerinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutabilme ve kararlarda tarafsız olabilme avantajına doğal olarak sahip oldukları kabul edildiğinden bahisle bağımsız üyelerin yönetim kurulunda çoğunlukta bulunmasın, bir şirkette kurumsal yönetimin doğru ve tarafsız olarak uygulanmasının önemli unsurlarından bir tanesi olduğu vurgulanmakta olup; yönetim kurullarının teşkili ve işlevlerine ilişkin esaslar aşağıda sıralanmıştır: 1) Yönetim kurulunun sayısının ikiden az olmamak üzere, en az üçte birinin bu kriterleri sağlayan bağımsız üyelerden oluşması tavsiye edilmiş ve ülkemize özgü koşullardaki değişiklikler ile birlikte bu sayının ve oranın arttırılmasının hedeflenmesinin gerektiği belirtilmiştir. 2) Yönetim kurulu tarafından oluşturulacak komitelerin başkanlarının bağımsız üye olması önerildiğinden, ikiden fazla komite oluşturulması durumunda, yönetim kurulundaki bağımsız üye sayısı buna uygun olarak arttırılmasının gerektiği belirtilmiştir. 52 3) Görevlerini gerektigi gibi yerine getirmemeleri nedeni ile şirketi ve dolayısıyla pay sahiplerini zarara uğratan yönetim kurulu üyeleri ve yöneticilerin, sebep oldukları zararı şirkete ve pay sahiplerine ödemesinin gerekli olduğu ve ancak bu yolla hem şirketin kayıplarının engellenebileceği hem de bu kişilerin kendilerinden beklendiği şekilde sorumlu hareket etmelerinin sağlanabileceği belirtilmiştir. 4) Yönetim kurulunun çalışmalarını daha sağlıklı yürütebilmesi için komiteler oluşturabileceği ve bu komitelerin oluşumunun, yapısının ve çalışma ilkelerinin, yönetim kurulunun profesyonel bir yaklaşımla ve sağlıklı bir şekilde çalışmasını ve böylelikle şirketin kurumsal yönetim ilkelerine göre işlemesinin temelinin oluşturduğu belirtilmiştir. Öte yandan bir çok ülkede, denetimden sorumlu komite, kurumsal yönetim komitesi, stratejik planlama komitesi, insan kaynakları ve ödüllendirme komitesi, uzlaşma komitesi ve etik komitesi adları altında çeşitli komiteler kurulduğunun gözlemlenmekte olduğu ifade edilmiştir. 5) Komite başkanlarının bağımsız yönetim kurulu üyelerinden seçilmesinin gerektiği ve her bir komiteyi oluşturan üyelerin, çoğunluğunun, icrada görevli olmayan yönetim kurulu üyeleri arasından ve şeffaf bir şekilde seçilmesinin kurumsal yönetimin işlemesi açısından çok önemli olduğu vurgulanmıştır. 6) İlke olarak bir yönetim kurulu üyesinin birden fazla komitede görev alamayacağı ve gerek duyulduğunda yönetim kurulu üyesi olmayan, konusunda uzman kişilere de komitede görev verilebileceği belirtilmiştir. 7) Operasyonel faaliyetlerin sağlıklı bir şekilde gözetilmelerini teminen yönetim kurulu bünyesinde denetimden sorumlu komite kurulmasının gerekli olduğu vurgulanmış ve söz konusu komitelerin işlevlerine ilişkin bazı hususlar da ayrıntılandırılmıştır. 8) Yönetim kurulunun, sürekli ve etkin bir şekilde, şirketin hedeflerine ulaşma derecesini, faaliyetlerini ve geçmiş performansını gözden geçireceği ve bunu yaparken her konuda uluslararası yeknesaklara uyum sağlamaya çalışmasının ve gecikmeden, sorun ortaya çıkmadan önce önlem almasının gerektiği vurgulanmış olup; etkin bir gözden geçirmede şirket faaliyetlerinin, onaylanan yıllık finansman ve iş planlarının gerçekleşme düzeyinin; finansal durum ve faaliyet sonuçlarının muhasebe kayıtlarına yansıtılmasında mevcut mevzuat ve uluslararası muhasebe yeknesaklarına uyumun ve şirket ile ilgili finansal bilginin doğruluk derecesinin ortaya çıkarılmasının önemi ifade edilmiştir. 9) Yönetim kurulunun, başta pay sahipleri olmak üzere şirketin menfaat sahiplerini etkileyebilecek olan şirketin karşı karşıya kalabileceği risklerin etkilerini en aza indirebilecek bir risk yönetim ve iç kontrol mekanizması 53 oluşturması gerektiği ve bunun sağlıklı olarak işlemesi için gerekli önlemleri almasının gerektiği belirtilmiştir. 10) İcrada görevli olan üye dışındaki yönetim kurulu üyelerinin de, görevlerinin ifası sırasında yeterli bilginin kendilerine sunulmadığını ileri sürerek sorumluluktan kurtulamayacakları ifade edilmiş ve bu nedenle kendilerine sunulan bilgilerle sınırlı kalmadan, gerek gördükleri takdirde ilave bilgi talep etmelerinin önemi belirtilmiştir. 11) Yönetim kurulu üyelerinin mevzuat, esas sözleşme ve genel kurulun kendilerine yüklediği görevleri kasten veya ihmalen yerine getirmemeleri durumunda müteselsilen sorumlu olacakları da belirtilmiştir. 12) Yönetim kurulu üyelerinin şirket ile işlem yapabilmesi ve rekabet edebilmesinin ancak pay sahiplerinin ¾’ünün onayı ile mümkün olabileceği ve bu hususun şirket esas sözleşmesinde düzenleneceği ifade edilmiştir. 13) Yönetim kurulunun; periyodik mali tabloların mevcut mevzuat ve uluslararası muhasebe yeknesaklarına uygun olarak hazırlanmasından, sunulmasından Sermaye Piyasası Kurulu Kurumsal Yönetim İlkeleri ve gerçeğe uygunluğu ile doğruluğundan sorumlu olduğu belirtilmiştir. 14) Yönetim kurulunun düzenli olarak ve önceden planlandığı şekilde en az ayda bir defa; gerekli görülen hallerde bu süreye bağlı olmadan ve gecikmeksizin toplanmasının gerektiği ifade edilmiştir. 15) Yönetim kurulu üyesinin, kendisinin, eş ve üçüncü dereceye kadar kan ve sıhri hısımlarının menfaatini ilgilendiren yönetim kurulu toplantılarına katılamayacağı ifade edilmiştir. 16) Yönetim kurulu toplantılarında, bağımsız üyelerin muhalif kaldığı konulara ilişkin makul ve ayrıntılı karşı oy gerekçelerinin kamuya açıklanmasının gerekliliği belirtilmiştir. 17) Yönetim kurulu üyeliği için adaylarda ayrıca aranacak asgari nitelikler ise aşağıdaki şekilde sıralanmıştır; i. Mali tablo ve raporları okumak ve analiz edebilmek, ii. Şirketin gerek günlük gerek uzun vadeli işlemlerinde ve tasarruflarında tabi olduğu hukuki düzenlemeler hakkında temel bilgiye sahip olmak, iii. Yönetim kurulunun, ilgili bütçe yılı için öngörülen toplantılarının tamamına katılma olanağına ve kararlılığına sahip olmak olduğu belirtilmiştir. 54 Ayrıca yukarıda sayılan özellikleri taşımayan kişilerden; diğer özellikleri nedeniyle yönetim kurulu üyeliğine seçilenlerin, en kısa sürede gerekli eğitimi almalar sağlanması gerektiği de belirtilmiştir. 18) Yönetim kurulu başkan ve icra başkanı/genel müdürün aynı kişi olmaması ve yönetim kurulunun yarısından fazlasının icrada görev almamasının sağlanması gerektiğinden bahsedilmiştir. 19) Yönetim kurulu üyeleri içerisinde, görevlerini hiç bir etki altında kalmaksızın icra etme niteliğine sahip bağımsız üyeler bulunması gerektiği vurgulanmıştır. 20) Yönetim kurulunun sayısının ikiden az olmamak üzere en az üçte biri bağımsız üyelerden oluşacağı ve bağımsız üye sayısının hesaplanmasında küsuratların izleyen tam sayı olarak dikkate alınacağı belirtilmiştir. 21) Düzenleyici otoritelerde ve öz düzenleyici kuruluşlarda çalışmış olan meslek personelinin, diğer bağımsızlık şartlarını da taşımaları durumunda, bağımsız yönetim kurulu üyesi olarak seçilebilecekleri de belirtilmiştir. 22) Şirketin yönetim kurulunda toplam yedi yıl süre ile yönetim kurulu üyeliği yapmış olan bir kişinin, yönetim kuruluna bağımsız üye olarak tekrar atanamayacağı ifade edilmiştir. 23) Aşağıdaki kriterlere uyan yönetim kurulu üyesinin ‘bağımsız üye’ olarak nitelendirileceği de açıkça ifade edilmiştir. Buna göre, i. Şirket veya şirketin iştiraki, bağlı kuruluşu ve grup içi şirketlerden biri ile kendisi, eşi ve üçüncü dereceye kadar kan ve sıhri hısımları arasında son iki yıl içinde istihdam, sermaye veya ticaret anlamında dogrudan veya dolaylı bir menfaat ilişkisinin kurulmamış olması, ii. Yönetim kuruluna belirli bir pay grubunu temsilen seçilmemiş olması, iii. Başta şirketin denetimini ve danışmanlığını yapan şirketler olmak üzere, yapılan anlaşmalar çerçevesinde şirketin faaliyet ve organizasyonunun tamamını veya belli bir bölümünü yürüten şirketlerde çalışmıyor olması ve son iki yıl içerisinde yönetici olarak görev almamış olması, iv. Son iki yıl içerisinde, şirketin bağımsız denetimini yapan kuruluşlarda istihdam edilmemiş veya bağımsız denetim sürecinde yer almamış olması, 55 vi. Şirkete önemli ölçüde hizmet ve ürün sağlayan firmaların herhangi birisinde çalışmamış ve son iki yıl içerisinde yönetici olarak görev almamış olması, vii. Eşi veya üçüncü dereceye kadar olan kan ve sıhri hısımları arasında hiçbirisinin şirkette yönetici, toplam sermayenin %5’inden fazlasını elinde bulunduran veya her halükarda yönetim kontrolünü elinde bulunduran pay sahibi veya herhangi bir yönetici pozisyonunda veya şirketin kontrolünde etkili olmaması, viii. Şirketten yönetim kurulu üyeliği ücreti ve huzur hakkı dışında başka herhangi bir gelir elde etmiyor olması; yönetim kurulu görevi dolayısıyla hissedar ise %1 seviyesinin altında hisseye sahip olması, bu payların imtiyazlı olmaması. 24) Bağımsız yönetim kurulu üyesinin, mevzuat, esas sözleşme ve yukarıda yer alan kriterler çerçevesinde bağımsız olduğuna ilişkin yazılı bir beyanı atama esnasında yönetim kuruluna vermesinin gerektiği de vurgulanmıştır. Öte yandan yine şirket yönetim kurulları ile ilgili olup; ‘uygula, uygulamıyorsan açıkla’ kuralına tabi olmaktan ziyade sadece tavsiye olarak belirtilen ve Sermaye Piyasası Kanunu kapsamına giren şirketlerde uygulanması şimdilik bir mecburiyet hükmünde olmayan ilkeler de şöyledir: 1) Şirketin iflası halinde; iflasın istenmesinden önceki son üç yıl içinde her ne ad altında olursa olsun hizmetlerine karşılık aldıkları ve emsallerine göre bariz derecede farklı olan maddi menfaatin fazla olan kısmının şirkete iade edilmesi, 2) Yönetim kurulu üyelerinin, şirkette göreve başlamadan önce, mevzuata, esas sözleşmeye, şirket içi düzenlemelere ve oluşturulan politikalara uyacaklarını ve uymadıkları takdirde şirketin, pay ve menfaat sahiplerinin bu nedenle uğrayacakları zararları müteselsilen karşılayacaklarını yazılı olarak beyan etmeleri, 3) Yöneticiler, görevlerini gereği gibi yerine getirmemeleri nedeniyle şirketin ve üçüncü kişilerin uğradıkları zararları tazmin edecek olmaları, 4) Şirketin menfaatlerini korumak için yöneticilerin, görevden ayrılmaları durumunda şirketin rekabet ettiği başka bir şirkette belli bir süre çalışamayacağı ve bu hükme uyulmaması halinde uygulanacak yaptırımların iş akdine esas teşkil eden sözleşme maddelerinde yer almasının gerektiği. Kurumsal yönetim ilkelerinin öncelikle halka açık şirketlerde olmak üzere tüm şirketlerde yaygınlık kazanması amacıyla çalışmalarını hızlandıran 56 SPK, şirketlerin faaliyet raporlarına ek olarak ‘Kurumsal Yönetim İlkeleri Uyum Raporu’ hazırlama mecburiyetini 10 Aralık 2004 tarihli Kurulu kararı ile duyurmuştur. Böylece şirketin tamamlamış olduğu faaliyet dönemine ilişkin kurumsal yönetim performansının yatırımcıya faaliyet raporunun ayrılmaz parçası olarak sunulması amaçlanmış olup; raporda, SPK Kurumsal Yönetim İlkelerinde yer alan prensiplerden şirket tarafından uyulanlar ve uyulmayanların belirtilerek, uyulmayanlar hakkında uyulmama gerekçeleri ile bu ilkelere tam olarak uyulmama dolayısıyla meydana gelen çıkar çatışmalarına ilişkin bilgilerin açıklanması sağlanmak istenmiştir. Bunların dışında yine kurumsal yönetim ilkelerinin tamamen yerleşmesi yönünde bir diğer adım olarak, halihazırda SPK tarafından çıkarılmış olan Lisanslama Tebliği mucibince Ekim 2006 tarihine kadar tüm sermaye piyasası çalışanlarının ilgili sınavlara girerek lisanslanması sürecinde Lisanslama Sınavlarına İlişkin Alt Konu Başlıklarına bir diğer konu başlığı olarak ‘Kurumsal Yönetim Derecelendirme Uzmanlığı’ da dahil edilmiştir. Böylelikle halka açık şirketlerin kurumsal yönetim ilkelerine uyumu konusunda derecelendirme yapacak olan şirketlerin uzman ihtiyacı giderilecektir. Bu arada öz düzenleyici bir örgüt olarak İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nın da, ulusal sermaye piyasalarımızın ilk ve tek düzenli menkul kıymetler borsası olarak kurumsal yönetim ilkelerinin ilgi çekmesi ve şirketlerce benimsenmesi amacıyla gelişmiş borsalardaki örneklerine benzer bir adım attığı gözlemlenmiştir. SPK’nın Kurumsal Yönetim İlkeleri ışığında İMKB’de işlem görmekte olan halka açık anonim şirketleri söz konusu ilkeleri uygulama yönünde özendirerek desteklemek amacıyla Kurumsal Yönetim Endeksi hesaplama çalışmalarına başlayarak; endeksin kurallarını ve nasıl çalışacağı belirlenmiş ve İMKB Kurumsal Yönetim İlkeleri Temel Kuralları adlı bir duyuru yayınlamıştır. Buna göre, 1) SPK tarafından yetkilendirilerek derecelendirme kuruluşları listesine alınan derecelendirme kuruluşlarınca gerçekleştirilecek kurumsal yönetim ilkelerine uyum derecelendirmesinde, bir bütün olarak tüm ilkelere uyum notu en az 6 olan ve İMKB pazarlarında (Gözaltı Pazarı hariç) işlem gören şirketlerin, hisse senetleri derecelendirme notunun Borsa’ya bildirildiği günü takip eden iş gününde endekse alınacaktır, 2) Kurumsal Yönetim Endeksinin, endekse alınma kriterlerini sağlayan şirketlerin sayısının 5’e ulaşması halinde Borsa Günlük Bülten’inde yapılan duyurudan 1 hafta sonra hesaplanmaya başlanacak olup; İMKB Ulusal-100 endeksinin ilan edilen en son değeri Endeksin başlangıç değeri olarak alınacaktır, 3) Fiyat endeksinin seanslar süresince, getiri endeksinin seanslar sonunda hesaplanıp ilan edilecektir. 57 Öte yandan 4389 sayılı Bankalar Kanunu yerine ikame edilecek ve önceleri Kredi Kuruluşları Kanunu (KKK) olarak adlandırılmışken daha sonra Finansal Hizmetler Kanunu (FHK) Tasarısı haline getirilen metinde, bankaların yönetim ve denetimine ilişkin yeni düzenlemeler yapılmış ve kurumsal yönetim ilkelerinden biri lan yönetim kurullarında bağımsız üye bulundurulması zorunluluğu da metne klenmiştir. Buna göre en az beş kişiden oluşabilecek bir banka YK’nda, Yönetim Kurulu üyelerinden en az ikisinin bağımsız üye niteliğini haiz olmasının şart olduğu ve ayrıca bağımsız YK üyesininin kendisine bağlı icrai mahiyette faaliyet gösteren bir birimin mevcut olmaması gerektiği vurgulanmaktadır. Ayrıca bağımsız üyenin görevlerini layikiyle yerine getirmesine engel olabilecek veya böyle bir şüphe yandırabilecek, kuruluş veya hakim ortaklar ya da yöneticiler ile iş, aile veya diğer akın akrabalık ilişkisinin bulunmaması zorunlu olduğu belitilmek suretiyle de bağımsızlığın ölçütünün belirlendiği görülmektedir. Taslak incelendiğinde Kanun kapsamındaki kuruluşların finansal raporlamasının kurumsal yönetimin bir parçası olarak kurgulandığı gözlemlenmekte olup; tabi kuruluşların öngörülen sınırlama ve yeknesak oranlara ilişkin raporlama yükümlülükleri ise sadece dönem sonlarında geçerli olmak üzere değil belirlenen eşikler aşıldığında da raporlama dönemi beklenmeksizin bildirim zorunluluğu şeklinde öngörülmüştür. Bunun yanı sıra uluslararası alanda yaşanan şirket yönetim kurullarındaki kötüye kullanım ya da yönetsel eksiklikler ile şirket iç denetim sürecindeki zafiyetten kaynaklanan finansal fiyaskolardan alınan dersler ışığında da çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. Buna göre banka ve ÖFK’ların iç denetim etkinliği amacıyla, yönetim kurulu üyelerinden meydana gelen bir denetim kurulu oluşturulması öngörülmüştür. Böylece hesap denetimi değil ama bankanın işlem ve risk denetimi yapılarak mali yapının kötü duruma gidip gitmediğinin tespiti amaçlanmıştır. 58 TEMEL KAYNAKLAR 1) Bekçioğlu S., Ak B., (2005), İyi Yönetişim, 4. Ortadoğu İşletmecilik Kongresi, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Ankara 2) FEAS Best Practices for the Development of Stock Exchanges in Transition Economies, 1999, p.20 3) Gürbüz, O., (2005), Kurumsal Yönetim: Ülkemizdeki Düzeyine İlişkin Değerlendirmeler, İSMMMO I. Uluslararası Muhasebe Denetimi Sempozyumu, Antalya, www.ismmmo.org.tr 4) Hoskinson R. E., Yiu D., Kim H., (2004), “Corporate Governance Systems: Effects Of Capital And Labor Market Congruency On Corporate Innovation And Global Competitiveness”, Journal of High Technology Management Research, 2004, pp. 293–315 5) İbiş, C., (2005), Finansal Raporlamada kullanıcıların Beklentileri ve Uygulamada Bunların Karşılanma düzeyi konusunda Yeniden Yapılanma, İSMMMO I. Uluslararası Muhasebe Denetimi Sempozyumu, Antalya, www.ismmmo.org.tr 6) Kayacan, M., (2005), Anonim Şirketlerin Sosyal Sorumlulukları ve Etik Değerler, İSMMMO I. Uluslararası Muhasebe Denetimi Sempozyumu, Antalya, www.ismmmo.org.tr 7) Klapper L., Love I., (2003), “Corporate Governance, Investor Protection and Performance in Emerging Markets”, Journal of Corporate Finance, 195 8) Kula V., (2005), Kurumsal Yönetim: Hissedar Korunması Uygulamaları ve Türkiye Örneği, Yayımlanmamış Kitap 9) Kurt M., Kayacan M., (2005), Kurumsal Yönetimde Finansal ve YönetselKonular: Kurumsal Yönetim İlkelerinin İçerik Analizi, 4. Ortadoğu İşletmecilik Kongresi, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Ankara, Mayıs 2005 10) Luo Y., “Corporate Governance And Accountability In Multinational Enterprises: Concepts And Agenda”, Journal of International Management, 11, 2005, pp. 1– 8 11) Millstein I. M., Corporate Governance-Improving Competitiveness and Access to Capital in Global Markets, OECD Publications, 1998 12) Mirze S. K., Ülgen H., (2004), İşletmelerde Stratejik Yönetim, İstanbul, Literatür Yayıncılık 13) Navran F. J., (2004), Corporate Social Responsibility: A New Standart, www.navran.com 59 14) Ooghe H., de Langhe T., (2002), “The Anglo-American Versus the Continental European Corporate Governance Model: Empirical Evidence of Board Composition in Belgium”, European Business Review, vol. 14, Number: 6, Page: 437 – 449 15) Öztürk B., (2004), Avrupa Birliğine Uyum Sürecinde Kurumsal Yönetim Uygulamaları, III. Ulusal Orta Anadolu Kongresi, Kırşehir 16) Potts, S., (2003), Ethics and Corporate Governance, Ethics Resource Center, www.ethics.org 17) Sloan R. G., (2001), “Financial Accounting And Corporate Governance:A Discussion”, Journal of Accounting and Economics, vol. 32, pp. 335–347 18) Weimer J., Pape J., (1999), “A Taxonomy of Systems of Corporate Governance”, Corporate Governance, vol. 7, no 2, pp. 152-166 Raporlar TUSİAD, Kurumsal Yönetim En İyi Uygulama Kodu: Yönetim Kurulunun Yapısı ve İşleyişi, 2002 World Bank, Ukranian Corporate Governance Manual, 1999 Mevzuat Taslakları ve Metinleri Kredi Kuruluşları Kanun (Finansal Hizmetler Kanunu) tasarısı Sarbanes Oxley Yasası, ABD, 2002 TTK tadilat taslakları İlke ve Kararlar İMKB Kurumsal Yönetim Endeksi Temel Kuralları, 2005 OECD Kurumsal Yönetim İlkeleri, 1999 (2004) SPK Kurumsal Yönetim İlkeleri, 2003 (2005) 60 KURUMSAL YÖNETİM İLKELERİ VE ULUSAL FİNANSAL RAPORLAMA STANDARTLARI AÇISINDAN GELİŞMELER1 Dr. Murad KAYACAN (smmm)2 Öncelikle ABD ve ardından tüm dünya kamuoyunda ciddi akisler yaratan Enron ve benzeri finansal fiyaskolarda bağımsız denetim sorumluluğu taşıyan ve bu alanda tarihsel şöhretleri olan Arthur Andersen gibi bir bağımsız denetim şirketlerinin açık ihmalinin tespiti, muhasebe mesleği ve uygulayıcılarının bilgi ve güvenilirliği ile ilgili inkar edilemez bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Enron örneğinde Arthur Andersen bağımsız denetim şirketinin sorumlu yöneticilerinin mahkemeler tarafından cezalandırılması ve akabinde şirketin tüm dünya da tasfiyesi ile tescil edilen muhasebecilik camiasına düşmüş olan “ihmal ve kişisel çıkarlarını toplumun çıkarlarının önüne koyma” kara lekesinin silinebilmesi ve benzeri finansal fiyaskoların tekrar etmemesi için uluslar arası seviyede başlayan tavsiye çalışmalarını ulusal seviyede finansal ilişkileri düzenleyen kurumların şiddetli tepkilerini ihtiva eden yeni mevzuat düzenlemeleri takip etmiştir. Yaşanan finansal fiyaskolarla apaçık ispat edilen özel müteşebbis şirketlerdeki yönetsel ve mali zafiyet, hissedarlar dahil olmak üzere tüm paydaşların mağduriyeti ile son bulmakta olduğundan, şirketlerdeki yönetsel ve mali raporlama zaaf ve tutarsızlıklarının önüne geçilebilmesi yönünde uzun zamandır uluslararası kurumlarda yapılan çalışmalar bizi yeni bir kavrama ve bu kavramla ilintili çeşitli tedbir ve uygulamalara götürmektedir: İYİ YÖNETİŞİM ya da KURUMSAL YÖNETİM. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), 1999 yılındaki raporunda, kurumsal yönetimi, “şirketlerin yönlendirildiği ve kontrol edildiği sistem” olarak tanımlayıp ve “şirket yönetimi, yönetim kurulu, hissedarlar ve diğer çıkar grupları arasındaki ilişkiler dizisini içerdiği”ni vurgularken; Dünya Bankası yine aynı sene çıkardığı raporunda “bir kurumun beşeri ve mali sermayeyi çekmesine, etkin çalışmasına ve böylece ait olduğu toplumun değerlerine saygı gösterirken uzun dönemde ortaklarına ekonomik değer yaratmasına imkan tanıyan her türlü kanun, yönetmelik, kod ve uygulamalar“olarak kurumsal yönetimi tanımlamıştır. İşte kurumsal yönetim (iyi yönetişim) de, şirketlerin sosyal sorumluluk bilincini gelişmesi ve başta hissedarlar olmak üzere toplumdaki tüm paydaşlarının 1 Bu çalışma 06-10 Aralık 2006 tarihleri arasında İzmir Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirler Odası tarafından Girne Kıbrıs’tadüzenlenen 10. Türkiye Muhasebe Standartları Sempozyumunda sunulmuştur. 2 İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) Eğitim ve Yayın Müdürlüğü, Müdür 61 çıkarlarına önem verecek bir farkındalılığın şirketin tüm yönetsel ve mali yapısına yerleşmesi amacıyla kullanılabilecek önemli bir değerlendirme ve yönlendirme aracı olarak ortaya çıkmıştır. Çalışma da öncelikle günümüz muhasebe mesleği ve yaşanan finansal fiyaskoların yarattığı toplumsal hezeyanlara değinilip; akabinde kurumsal yönetim kavramına teorik bir çerçeve çizilmeye çalışılmıştır. Ardından kurumsal yönetim kavramının gündeme oturmasına neden olan ABD deki gelişmelere dikkat çekildikten sonra ulusal sermaye piyasalarımızda bahsi geçen benzer finansal fiyaskolar ile karşılaşılmasını engellemesi öngörülen ve tüm paydaşlar açısından etkin bir çözüm olarak ortaya atılan ‘kurumsal yönetim’ olgusunu mevzuatımıza yerleştirmek adına atılan adımlar ve süreçler, SPK Kurumsal Yönetim İlkeleri ışığında incelenmiştir. Çeşitli yönleri ile ele alınan ve teorik alt yapısı irdelenen kurumsal yönetim kavramının ulusal mali piyasalarımıza nasıl yansıdığı ve ulusal mevzuata yerleşmesinde doğrudan etkisi olduğu gözlenen UFRS uygulamalarının önemi ve geldiği aşamada irdelenmiştir. Anahtar Sözcükler: Kurumsal Yönetim, İyi Yönetişim, SOX, Uluslararası Finansal Raporlama Standartları (UFRS), Türkiye Muhasebe Standartları Kurulu 62 KURUMSAL YÖNETİM İLKELERİ VE ULUSAL FİNANSAL RAPORLAMA STANDARTLARI AÇISINDAN GELİŞMELER 1. DÜNYA FİNANS PİYASALARINDA YAŞANAN MALİ FİYASKOLAR VE MUHASEBECİLİK MESLEĞİNE İZDÜŞÜMLERİ Bilindiği üzere ABD ve Avrupadaki halka açık şirket üst düzey yönetimlerinin etik veya mali hatalı uygulamalarından kaynaklanan büyük zarar, kapitalist sistemin temelini oluşturan özel müteşebbis işletmeler ve onlara hizmet edenlerin görev ve sorumluluklarını tekrar tanımlayan tarihi bir mevzuat yapılandırılmasına neden olmuştur. Hissedarlar aleyhine şirket çalışanlarının kişisel olarak zenginleşmesi ve muhasebe kurallarının çeşitli yöntemlerle amacına aykırı olarak kullanılması, tüm finans piyasalarında serbest piyasa anlayışa dayalı özel müteşebbis ruhu ve onun yansıması olan şirketlerin varoluşlarındaki temel değerlere ilişkin ve aynı zamanda kapitalist sistemin kendi denetimini yapan bağımsız denetim yapısına ilişkin ciddi sorular doğmasına sebebiyet vemiştir. Böylece uluslar arası arenada da bilinen bazı büyük şirketlerin, yönetsel hatalar ve muhasebe sistemlerindeki zafiyetler nedeniyle hem çalışanlarının hem de ortaklarının zararına sebebiyet vermiş ve de tüm sermaye piyasalarındaki taraflarda ciddi bir paniğe neden olmuşlardır. İşte bu yüzden de modern kapitalizmin son on senesi çok sarsıntılı ve yapısal düzenleme ve ayarlamalar ile geçmiştir. Yakın finans tarihinde yaşadığımız bu karmaşanın içersinde halka açık olsun olmasın tüm şirket ve benzeri yapılarda finansal bilgi akışı ve kalitesinin düzenleme ve denetleme görevini yapan; kamuoyu ile paydaşların tüm şefaflığı ile şirketin durumunu algılamasına yardımcı olmaya yemin etmiş meslek mensuplarımız açısından da ciddi sonuçlar doğmuştur. Özellikle yukarıda adları zikredilen uluslar arası şirketlerin yaşadıkları yönetsel ve finansal zafiyetlerden kaynaklı finansal fiyaskolarda kamusal otorite adına kendilerini denetleyen bağımsız denetim şirketlerinin de gelişmeleri kendilerinden beklenildiği üzere öngörüp, kamu adına zamanında gerekli tedbirlerin alınması yönünde uyarıcı ve yönlendirici olamamaları da meslek mensuplarımız ve muhasebecilik mesleğine karşı ciddi bir güven bunalımı yaratmıştır. Öncelikle ABD ve ardından tüm dünya kamuoyunda ciddi akisler yaratan Enron ve benzeri finansal fiyaskolarda bağımsız denetim sorumluluğu taşıyan ve bu alanda tarihsel bir şöhreti olan Arthur Andersen gibi bir bağımsız denetim şirketlerinin açık ihmalinin tespiti, muhasebe mesleği ve meslektaşlarımızın bilgi ve güvenilirliği ile ilgili inkar edilemez bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Enron örneğinde, Arthur Andersen bağımsız denetim şirketinin 63 sorumlu yöneticilerinin mahkemeler tarafından cezalandırılması ve akabinde şirketin tüm dünya da tasfiyesi ile tescil edilen muhasebecilik camiasına düşmüş olan “ihmal ve kişisel çıkarlarını toplumun çıkarlarının önüne koyma” kara lekesinin silinebilmesi ve böyle bir finansal fiyaskonun tekrar etmemesi için ulusal seviyede düzenleyici kurumlar şiddetli tepkiler ihtiva eden yeni mevzuat düzenlemeleri yapmıştır. Tarihsel perspektif içerisinde SSCB’nin yıkılması ve önerdiği ekonomik düzenin iddiasını kaybetmesi ile kominist ekonomik yapının son kalesi olan Çin’in bile özel mülkiyet ve sermaye piyasaları aracılığı ile özelleşmeyi destekleyen başarılı finansal politikaları ışığında görülmüştür ki artık ‘kapitalist ekonomik sistem’in farklı ekonomik düzen iddialarını bünyesinde barındıran bir alternatifi kalmamıştır. Ama yukarıda bahsi geçen finansal fiyasko ve facialar sonrasında, karşıtlarınca hep vurgulandığı üzere kapitalizmin aslında kendi kendini ortadan kaldırmaya programlı içsel bir dengesi olduğu yönündeki tezin de açıkca yeniden parlatılıp dillendirildiği görülmektedir. “Nihai tahlilde kendi kendini yok etmeye programlı (temayüllü) olan kapitalist sistemin” bu içsel dengesizliğinin önüne geçebilecek yegane yöntem olan kamuoyunun aydınlatılması ve mali yapının şeffaflığının sağlanabilmesi için olmazsa olmaz araçların başında gelen muhasebe mesleği ve bu mesleği icra eden meslektaşlarımızın, yaşanan mali fiyaskolar sonrasında dersler çıkararak düzenleyici ve mevzuat yapıcı kurumlara tam destek sağlamaları kaçınılmazdır. Yaşanan finansal fiyaskolar sonrası uluslar arası örgütlerin tavsiye ve önerileri ışığında ulusal seviyede mal piyasaları düzenleyici kurum ve kuruluşlar tarafından hataların tekrar etmemesi adına ‘kendini yok etmeye programlı’ kapitalist sistemde bir anlamda ‘ince ayar’ yapma amacıyla gerçekleştirilmeye çalışılan yapısal düzenlemelere samimi destek vererek sözkonusu düzenlemelerin yapılandırılmasından uygunmasına kadar her safhasında meslekdaşlarımızın açıkca yer alması şu an gelinen noktada çok büyük önem arzetmektedir. Yaşanan fiyaskolarla da bir kez daha ispat edilen mali zafiyet ve paydaşların mağduriyeti ile son bulmakta olan özel müteşebbis şirketlerdeki yönetsel ve raporlama zaaf ve tutarsızlıklarının önüne geçilmesi yönünde uzun zamandır uluslar arası kurumlarda yapılan çalışmalar ise bizi yeni bir kavrama ve bu kavramın gerektirdiği çeşitli tedbir ve uygulamalara götürmektedir: İYİ YÖNETİŞİM ya da KURUMSAL YÖNETİM. Bu kavrama ilişkin temel saptamalar ve ulusal seviyede kavramı ihtiva eden yeni düzenleme ve mevzuat değişiklikleri ışığında mesleğimiz ve meslektaşlarımıza olan yansımalarını bu çalışmada ele alınmaya çalışılacaktır. Yukarıda bahsi geçen ve öncelikle gelişmiş batı toplumlarında toplumsal hezeyan ve topyekün güvensizliğe sebebiyet veren finansal fiyaskoların tekrarlanmaması için tüm gelişmiş ve onları takip eden gelişmekte olan 64 sermaye piyasalarında çeşitli hukuki düzenlemeler yapılmıştır. Son olarak ABD’de yaşanan Enron, Arthur Andersen, WorldCom, Global Crossing skandalları ve Avrupa’da yaşanan Parmalat (İtalya), Ahold (Hollanda) ve Çin’deki Yanguangxia şirketlerinin yaşamış olduğu benzeri finansal fiyasko ve skandallar sonrasında çeşitli uluslararası örgütlerce yapılandırılan tavsiye kararları ışığında ulusal seviyede çok çeşitli hukuki düzenlemeler yapılarak; benzeri fiyaskoların tekerrürünü önleme amaçlı ve mağdurların zararını giderici; kötüye kullanan taraflara müeyyide uygulayıcı çeşitli adımlar atılmıştır. Bu manada ilk olarak ABD’de Temmuz 2002’de Sarbanes-Oxley Yasası çıkarılmış; hemen ardından Avrupa Birliğinde “Avrupa’da Şirketler Kanunu için Modern Düzenleyici Hukuksal Çerçeve” başlıklı rapor hazırlanarak Kasım 2002’de Avrupa Komisyonu’na sunulmuştur. Bu sırada Almanyada kurumsal yönetime ilişkin ilkelerin tümü derlenerek Mayıs 2003’te German Codex adı ile gözden geçirilmiş hali duyurulmuştur. İngiltere’de ise 1998’de yapılandırılan Combined Code, 2003’te gözden geçirilerek güncellenmiştir. Böylece zaman içerisinde gerek OECD (1999,2004) ve Düya Bankası (1999) ve gerekse de diğer uluslararası örgütlerce vurgulanan kurumsal yönetim ilkelerinin ulusal planlarda da yürürlüğe konmaya başlandığı gözlemlenmektedir. Dolayısıyla ‘kurumsal yönetim’ ya da ‘iyi yönetişim’ olgusunu; Batı kapitalizminin özel müteşebbislerce kurulan ve ekonomik yapıdan beklenen işlevinden saparak topluma mali yük getirmeye başlayan müteşebbis şirketlerin paydaşlarının çıkarlarına gerekli duyarlılığı göstermesi ve dolayısıyla sistemin tamamına olan inancın korunması adına kurgulanan bir mekanizma olarak tanımlayabilmekteyiz. 2. KURUMSAL YÖNETİM KAVRAMI VE İÇERİĞİ Sermaye birikiminin yoğun olduğu gelişmiş kapitalist piyasalarda patlak vererek ve bir nevi domino etkisiyle hemen tüm finans piyasalarında etkisini hissettiren küresel anonim şirket mali fiyaskolar zincirinin sonuçları ışığında yapılan uluslar arası ve akademik çalışmalar çözüm olarak ‘kurumsal yönetim’ ya da ‘iyi yönetişim’ olgusunun altını çizmektedirler.3 3 Kurumsal yönetim kavramı ve çeşitli ilgili hususlar için bkz.; i) Kurt M., Kayacan M.; KURUMSAL YÖNETİMDE FİNANSAL VE YÖNETSEL KONULAR : “KURUMSAL YÖNETİM İLKELERİ”NİN İÇERİK ANALİZİ adlı 13-14/05/2005 tarihlerinde TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesinde düzenlenen 4. Orta Anadolu İşletmecilik Kongresinde sunulmuş ortak makale, ii) Kurumsal Araştırmalar Serisinin 4 nolu yayını (Sermaye Piyasası Kurulu Yayınları No:196) olarak Kurumsal Şirket Yönetimi: İyi Şirket Yönetimi için Kurallar ve Kurumlar adıyla Nisan 2006 tarihinde basılan Prof. Dr. Can Aktan’ın editörlüğünü yaptığı ortak yazarlı kitap ve adı geçen kitapta yer alan M. Kayacan tarafından kaleme alınmış KÜRESEL MALİ PİYASALARDA ‘KURUMSAL YÖNETİM’ KAVRAMININ GELİŞİMİ VE ÜLKEMİZE YANSIMALARI adlı makale 65 Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), 1999 yılındaki raporunda, kurumsal yönetimi, “şirketlerin yönlendirildiği ve kontrol edildiği sistem” olarak tanımlayıp ve “şirket yönetimi, yönetim kurulu, hissedarlar ve diğer çıkar grupları arasındaki ilişkiler dizisini içerdiği”ni vurgularken; Dünya Bankası yine aynı sene çıkardığı raporunda “bir kurumun beşeri ve mali sermayeyi çekmesine, etkin çalışmasına ve böylece ait olduğu toplumun değerlerine saygı gösterirken uzun dönemde ortaklarına ekonomik değer yaratmasına imkan tanıyan her türlü kanun, yönetmelik, kod ve uygulamalar“olarak kurumsal yönetimi tanımlamıştır. Finans biliminde biz meslek mensupları için çok anlamlı bir söz olan ve şirket yönetimine atfen söylenen “denetlenemeyen yönetilemez” ifadesi kurumsal yönetim açısından anahtar bir ifade niteliğini taşımaktadır. Kurumsal yönetişim teorisi incelendiğinde asıl hedefin, tüm paydaşlara güven vererek yönetim ve denetim süreçlerinin saydam, görünür, tutarlı ve hesap verebilir nitelikte olmasının sağlanması olduğu görülmektedir. Bu özellikler dört ana ilke şeklinde aşağıdaki gibidir; Şeffaflık; açıklık kavramı ile düşünülmelidir. Güven için bilgi gerekir. Her faaliyetini açıkça ifade edebilen kurumlara kamuoyunda daha çok güvenilir. Mali tablolara yansıyan ve yatırımcılar başta olmak üzere tüm paydaşları ilgilendiren bir işlem ve olgunun neden ve nasıl yapıldığının açık olması ve kamuoyu ile paylaşılması nihayetinde güven artırıcıdır. Örneğin; uluslararası finansal raporlama standartlarını kullanan bir şirketin, yurt dışına açılarak ticaret yapabilmesi ya da ortaklık kurabilmesi olasılığı çünkü tüm dünyada anlaşılabilen bir dil kullandığından daha yüksektir. Adalet; kurum içinde paydaş (stakeholder) ve ortaklara adil ve eşit davranıldığına inanılmıyorsa işletmeye olan güven sarsılacak ve kamuoyu destek ve ilgisi kalmayacaktır. Taraflara eşit muamele yapılmalı ve kaynak dağılımında rasyonel olunmalıdır. Örneğin, ulusal sermaye piyasalarımız açısından yer yer eleştiri konusu olan şirketlerdeki azınlık hakları konusu bu ilkenin hayata geçirilmesinin gerektiği yerlerden birisidir. Hesap verilebilirlik; işletme, her faaliyet ve uygulamasının sebebini açıklayabilmelidir. İşletme bünyesinde değer yaratmaya yönelik çalışmalar yapılmalı ve bunu destekleyen ödüllendirme sistemleri kurulmalıdır; performans değerlendirme kriterleri objektif ve gerçekçi olmalı ve verimliliğin sürekli olarak izlenebilmesi sağlanmalıdır. Amacın paydaşların mutluluğu ve hissedarın karını azamileştirme olduğu öncelikle şirket içi sorumluluk sahibi karar vericiler tarafından hiç unutulmamalıdır. Sorumluluk; işletme içine ve dışına karşı sorumluluklar açıkca belirtilmiş olmalıdır. İş dağılımları yapılmalı ve yönetim organları arasındaki ilişkiler 66 kurallara bağlanmalıdır. Çoğunluk hissedar ile ailevi ya da akçalı bir ilişkisi olamayan bağımsız ve etkin dış üyelere yönetimde yer verilmeli ve her kademede katılımcılık yaygınlaştırılmalıdır. Öte yandan genel kabul gören tüm uluslararası kurumsal yönetim yaklaşımlarında olmazsa olmaz olarak yerini alan eşitlik, şeffaflık, hesap verilebilirlik ve sorumluluk kavramlarını baz alan SPK (2003) Kurumsal Yönetim İlkelerinde, kurumsal yönetim hedefleri aşağıdaki şekilde sıralanmıştır: Hissedar haklarının güçlendirilmesi, Finansal raporlama sürecinde şeffaflığın artırılması, Muhasebe yeknesaklarının geliştirilmesi, Yaptırımların ve bunların icrasının geliştirilmesi, Yönetim kurullarının bağımsızlığı Şirketler ve iflas hukukunun güçlendirilmesi, Rekabetin teşvik edilmesi, Haksız kazancın önüne geçilmesi İşletmede tüm paydaşların lehine erişilmesi gereken hedefler göz önüne alındığında kurumsal yönetimin aslında tek başına erişilebilecek bir durum değil bilakis devam etmekte olan bir süreç olduğu ve kurumsal karar verme mekanizmalarının etkinliğini değerlendirmeye yarayan bir araç olarak da kullanıldığı görülmektedir. Gelişmiş sermaye piyasaları incelendiğinde temel de iyi yönetişim olgusunun iki temel sistem üzerinde yürüdüğü gözlemlenmektedir. Bunlardan ilki Aglo Sakson (amerikan) sistemi olup; şirketin performansında esas itici dürtü hissedarın karının azamileştirilmesidir. Ortaklığın gözetiminin de azınlık haklarının itina ile korunduğu ve hissedarın oluşturduğu genel kurulun hesap sorması ile şekillendiği bir tarz olup; yaşanan finansal fiyaskolar öncesi etkinliği ve başarısı hiç sorgulanmamaktaydı. Öte yandan diğer bir sistem de ortaklığın gözetiminin finasman sağlayan bankaların tarafından kontrol edildiği Alman sistemidirki Kıta Avrupasında yaygın olarak kullanılmaktadır. ABD ve Avrupa ülkelerinde yaşanan finansal fiyaskolar aslında kapitalist sistemin dinomosu olan özel müteşşebbis şirketlerin varolma sebepleri üzerindeki temel tartışmayı da bir yandan alevlendirmektedir. Çünkü hem şirket hem de ülke bazlı yaşanan finansal krizler Anglo sakson uygulamasında açıkca kendini gösteren şirketin, hissedarların karını azamileştirmek amacıyla kurulduğu öngörüsünün tek başına yeterli olmadığını açıkca vurgulamıştır. Böylece diğer görüş olan ve günümüzde uluslar üstü şirketlerin yerleştikleri ülke ve toplumlarda gittikçe daha fazla önem kazanan ‘anonim şirketlerin 67 sosyal sorumluluk’ (corporate social responsibilty)4 kavramında da ifadesini bulan, şirketlerin, paydaşlarının (stakeholders) çıkarlarını korumak ve refahlarını artırmak için kurulduğu iddiasında daha fazla tercih edilir olmaktadır. İşte kurumsal yönetim (iyi yönetişim) de, şirketlerin sosyal sorumluluk bilincini gelişmesi ve başta hissedarlar olmak üzere toplumdaki tüm paydaşlarının çıkarlarına önem verecek bir farkındalılığın şirketin tüm yönetsel ve mali yapısına yerleşmesi amacıyla kullanılabilecek önemli bir değerlendirme ve yönlendirme aracı olarak ortaya çıkmıştır. Teorik altyapıya ilişkin bölümü Adam Smith’in bir sözü ile bitirmek isterim5: “Yöneticilerin başkalarının paralarını yönetirken kendi paralarına gösterdikleri özeni göstermeleri tabi ki beklenemez. Şirket yönetimlerinde, yöneticilerin az ya da çok ihmalkarlıkları ve müsriflikleri kaçınılmazdır” 3. ABD’DE KURUMSAL YÖNETİM TEMELLİ DÜZENLEYİCİ ADIM VE UYGULAMALAR Söz ABD’ye geldiğinde, özellikle her sene Ülkemiz gayri safi milli hasılasının iki katı kadar cari açık vererek ayakta durabilen bu devletin ekonomik başarısının altında özel müteşebbis ruhu ve rekabetçilik olduğunu vurgulamakta öncelike yarar var. Dolayısıyla halka açık şirket kültürü ve sermaye piyasaları yolu ile bu şirketlerin finansman ihtiyacının giderilmesi çok yaygın uygulamalar olarak göze çarpmakta ve özellikle anonim şirket seviyesinde nerdeyse tüm şirketlerin halka açık ve Sermaye Piyasası Komisyonunun (SEC) denetim ve gözetimine tabi olduğu ABD’de, en büyük menkul kıymet borsalarında işlem görmekte olan şirket sayısı da hisse senedi kültürünün ne kadar yaygın olduğunun açık bir delilini teşkil ediyor: New York Menkul Kıymetler Borsasında (NYSE) 2257, 2006 itibariyle düzenli bir borsa statüsüne kavuşmuş NASDAQ’da 3130 adet şirket alım satıma konu. Bu veriler, İMKB’de işlem görmekte olan halka açık şirket sayısının 329 (13 adet tahtası kapalı olmak üzere), SPK kaydında olan şirket sayısının ise 598 olduğu bilgileri ile karşılaştırılıp, ülkemizdeki vergi mükellefi toplam şirket sayıları (bkz. Tablo 1.) ışığında değerlendirildiğinde ülkemizin özel müteşşebis kültürünün yerleşmesi sürecinde daha yolun başında olduğu ve bu nedenle ABD deneyimi ve çıkarılan derslerin iyi algılanmasının gerek finansal raporlama ve muhasebe alanını düzenleyen otoritelerimiz ve gerekse de 4 Anonim şirketlerde sosyal sorumluluk kavramı ve diğer yeni şirket değerleri için bkz.; KAYACAN M., 2005, Anonim Şirketlerin Sosyal Sorumlulukları ve Etik Değerler, İSMMMO I. Uluslararası Muhasebe Denetimi Sempozyumu, Antalya, www.ismmmo.org.tr 5 SMITH A., (1838), An Inquiry into the Nature and the Cause of the Wealth of Nations, London, s. 586 68 muhasebe mesleği icracıları meslekdaşlarımız açısından önemli olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Tablo 1. Şirket türleri itibariyle mükellef sayıları ŞİRKET TÜRÜ FAAL Gerçek Kişi Limited Şirket Adi Ortaklık Anonim Şirket Diğer Kooperatif Kollektif Şirket Adi Kom. Sti. Esh. Kom. Şti. 3.099.868 509.074 47.272 84.316 77.495 53.419 4.399 393 48 TOPLAM 3.876.284 Kaynak: T.C. Gelir İdaresi Başkanlığı 2005 yılı Faliyet Raporu Bu çalışmada yer yer atıfta bulunulan Enron, WorlCom, Qwest, Global Crossing, Tyco International, Alphhia Communications, AOL ve daha birçok şirketteki genel kabul görmüş muhasebe kurallarına aykırı uygulamalar ve bu usulsüzlükleri şirket paydaşlarının çıkarları aleyhine onaylamış olan bağımsız denetim şirketleri nedeniyle, yatırımcı menfaatlerini korumak ve çalışanların çalıştıkları şirket hisse senetlerine yatırım yapmış emeklilik fonlarının eriyerek buharlaşmasının önüne geçmek, bilgilendirici, doğru bağımsız denetim raporları hazırlatmak amacıyla ABD’de hisse senetleri borsada işlem gören şirketlerin muhasebe ve denetim uygulamalarını düzenleyen Sarbanes-Oxley Act adlı kanun 30.07.2002 tarihinde çıkarılmıştır.6 Sarbanes Oxley yasası, finansal fiyaskolarda etken olarak kurumsal yönetimle ilgili dört temel başarısızlık sebebine ilişkin önemli düzenlemeler getirmiştir. Önemli düzenlemelere ve sorumluluklara konu edilen temel başarısızlık ögeleri ise şunlardır7: a) Tepe yönetimdeki kültür ve yönetim anlayışı, b) Genel Müdür, c) Yönetim Kurulu, d) İç denetim ve kontroller. Söz konusu yasaya ilişkin meslek mensuplarımızın bilmesinde fayda görülen bazı hükümler aşağıda incelenmiştir: 6 Dünya Gazetesi haberi, 27.12.2002 7 IFAC, Enterprise Governance-Getting the Balance Right, Şubat 2004, 5. s.13. 69 i) İcra Kurulu Başkanları (CEO) ve finans bölümü sorumlularının (CFO) mali tablo kullanıcılarına periyodik olarak üretilen ve ilgili kamusal makamlara gönderilen finansal rapor ve tabloların kendilerince de incelenerek onaylandığı, bu raporlarda önemli bulgular ve ihmal edilmiş hususlar bulunmadığı ve mali tabloların şirketlerin faaliyetlerine ilişkin hususları her açıdan doğru yansıttığı yönünde güvence vermek zorunda oldukları vurgulanmış (madde 302) ve doğru olmayan mali tabloları onaylanması durumunda 20 yıla kadar hapis cezası ve 5.000.000 $’a kadar para cezasına çarptırılabilecekleri belirtilmiştir. ii) İç kontrol sisteminin şirket yönetimi tarafından değerlendirilmesi (madde 404) ve bu amaçla bağımsız denetçilerin raporlarının şirket yönetim kurulu içerinde oluşturulacak Denetim Komitesince incelenerek onaylanması zorunluluğu getirilmiştir. iii) Üst yöneticilere avans ve kredi verilmesi yasaklandığı gibi sonradan açıktan yapılan böyle bir ödemenin tespiti durumunda tahsili mecbur kılınmıştır. iv) Üst yönetim mensuplarının da hisse senedi satışlarını derhal açıklamaları mecburiyeti getirilmiştir. v) Sermaye Piyasası Kanunu’nu ihlal eden şirketlerin, kamuoyunu yanlış bilgilendirmeleri nedeniyle yanıltılan yatırımcı ve diğer mağdurlara mahkeme kararı ile tazminat ödemelerinin önüne geçilmesi amacıyla iflaslarını istemeleri yasaklanmıştır. vi) Sarbanes-Oxley Act’in 406. madde (a) bendinde, halka açık şirketlerin; - icradan, finansal yönetimden, muhasebeden ve denetimden sorumlu yöneticileri ve onların muadili görevindeki personelin de muhatap olduğu ‘etik kuralları’ düzenlemesi olup olmadığını, - bu kurallar manzumesinde üst yönetimin bazı üyeleri için feragat ve istisna maddelerinin olup olmadığını, - etik kurallar metnin de herhangi bir değişiklik yapılıp yapılmadığını, - eğer etik kurallar metni hazırlamadıysalar bunun nedenlerini kamuoyuna duyurulması da istenmiştir. ABD borsalarında halka açık şirketlerin ilgili borsa kotasyon şartlarını sağlaması için gerekli en önemli unsurlardan biri olan ‘etik kurallar’ metni hazırlama ve kamuoyuna duyurma mecburiyetinin olup olmadığıdır. Üst yönetimin kişisel çıkarlarını ön plana alarak söz konusu etik değerler koduna uymaması ya da yönetim kurulunun aldığı çeşitli kararlarda istisnalara izin vererek bu etik kodu ihlalini kamuoyu ile paylaşmaması açıkça paydaşların çıkarlarına aykırılık teşkil etmektedir. Bunun açık bir örneği de Enron finansal fiyaskosunda, şirket yöneticilerinin şirket etik kodlarında mevcut olan bazı 70 hükümleri uygulamaktan “feragat etmesi” ve bunu kamuoyu ile paylaşmaması şeklinde kendini göstermiştir. 15 Haziran 2003 tarihinden itibaren ABD faaliyet gösteren halka açık şirketlerin, mali yıl sonunda çıkardıkları yıllık faaliyet raporlarında yukarıda bahsi geçen etik koduna ilişkin düzenlemelerin gereği olarak kamuoyunun bilgilendirilmesine başladıkları görülmektedir. Düzenleme gereği şirket söz konusu etik değerler metnini ya yıllık rapora ekleyecek veya şirket web sitesine koyacaktır. Ya da talep edilmesi durumunda herhangi bir ücret almaksızın bir nüshasını temin edecektir. 4) SERMAYE PİYASASI KURULU TARAFINDAN DUYURULAN ‘İYİ YÖNETİŞİM’ İLKELERİNDE MESLEK MENSUPLARIMIZ İÇİN ÖNEMLİ HUSUSLAR OECD’nin 1999 yılında Kurumsal Yönetim İlkelerini yayınlamasının ardından bu ilkeler Türkiye’de yankı bulmuş, çokuluslu ve küresel şirketlerle entegrasyonu sürekli artan ekonomik sistem içerisinde Kurumsal Yönetim İlkelerine olan ihtiyaç artmıştır. SPK 2003 yılında kurumsal yönetim alanındaki bu boşluğu doldurma amacıyla “Kurumsal Yönetim İlkeleri”ni yayınlamıştır. Böylece OECD Kurumsal Yönetim İlkeleri’nin temel alındığı bir çalışma ile Türkiye’nin yasal ve ekonomik niteliklerini de göz önüne alarak yeni bir metin yapılandırılmıştır. OECD’nin ve SPK’nun yayınlamış olduğu Kurumsal Yönetim İlkeleri’ne bakıldığında her iki metnin fonksiyonunun temelde benzer olmasına rağmen içeriğinde farklılıklar olduğu görülmektedir. OECD Kurumsal Yönetim İlkeleri temelde iki bölümden ve 12 başlıktan oluşmaktadır. Buna karşılık 2003 yılında hazırlanan ve kamuoyuna sunulan SPK Kurumsal Yönetim İlkeleri 4 farklı bölüm altında 27 başlığı barındırmaktadır.8 İlkeler, mevcut düzenlemelere herhangi bir istisna teşkil etmemektedir. Diğer bir ifade ile halka açık anonim şirketlerin mevzuat ile belirlenen yükümlülükleri aynen devam etmektedir. Bununla birlikte, İlkeler mevcut düzenlemelerin ilerisinde prensipler içermekte, mevcut mevzuatta ve uygulamada kurumsal yönetim konusunda oluşan eksikliği gidermek ve boşluğu doldurmak amacına yönelik olarak hazırlanmıştır. Bu anlamda İlkeler, ileride mevzuatta yapılacak düzenlemeler için de yol gösterici bir özellik arz etmektedir. SPK tarafından İlkelerin, günün koşullarına uyum sağlanmasını teminen zaman zaman gözden geçirileceği de Kurul web sitesinde belirtilmiştir. Sermaye Piyasası Kurulunun web sitesinde duyurulan Kurumsal Yönetim İlkeleri; pay sahipleri, kamuyu aydınlatma ve şeffaflık, menfaat sahipleri ve yönetim kurulu 8 Kurt M., Kayacan M.; KURUMSAL YÖNETİMDE FİNANSAL VE YÖNETSEL KONULAR : “KURUMSAL YÖNETİM İLKELERİ”NİN İÇERİK ANALİZİ, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesinde düzenlenen 4. Orta Anadolu İşletmecilik Kongresi, s. 12, 2005 71 olmak üzere aşağıda içeriği özetlenen dört ana bölümden oluşmaktadır:9 İlk bölümde, pay sahiplerinin hakları ve eşit işleme tabi olması konularındaki prensipler yer almaktadır. Bu bölümde, pay sahiplerinin bilgi alma ve inceleme hakkına, genel kurula katılım ve oy verme hakkına, kar payı alma hakkına ve azınlık haklarına ayrıntılı olarak yer verilmekte, ayrıca pay sahipliğine ilişkin kayıtların sağlıklı olarak tutulması ve payların serbestçe devri ve satışı konuları ile pay sahiplerine eşit işlem ilkesi ele alınmaktadır. İkinci bölümde, kamunun aydınlatılması ve şeffaflık kavramları ile ilgili prensipler yer almaktadır. Bu bölümde, kamuyu aydınlatma ilkesi çerçevesinde şirketlerin pay sahiplerine yönelik olarak bilgilendirme politikası kuralları oluşturmalarına ve bu kurallar bütününe sadık kalarak kamuyu aydınlatmalarına yönelik prensipler oluşturulmuş ayrıca, dünyadaki son güncel gelişmelere paralel olarak ülkemiz koşulları da göz önünde bulundurularak periyodik mali tablolar ve raporlarda yer alacak bilgiler bir standarda bağlanmış ve kamuya duyurulacak bilgiler, işlevsellik ön planda tutularak ayrıntılandırılmıştır. Üçüncü bölüm, menfaat sahipleri yani paydaşlar ile ilgilidir. Menfaat sahibi, işletmenin hedeflerine ulaşmasında ve faaliyetlerinde ilgisi olan bir kimse, kurum veya çıkar grubu olarak tanımlanmaktadır. Şirketle ilgili menfaat sahipleri; pay sahipleri ile birlikte çalışanları, alacaklıları, müşterileri, tedarikçileri, sendikaları, çeşitli sivil toplum kuruluşlarını, Devleti ve hatta şirkete yatırım yapmayı düşünebilecek potansiyel tasarruf sahiplerini de içermektedir Bu bölümde şirket ile menfaat sahipleri arasındaki ilişkilerin düzenlenmesine yönelik prensipler yer almaktadır. Dördüncü bölümde ise, yönetim kurulunun fonksiyonu, görev ve sorumlulukları, faaliyetleri, oluşumu ile yönetim kuruluna sağlanan mali haklar ve yönetim kurulunun faaliyetlerinde yardımcı olmak üzere kurulacak komitelere ve yöneticilere ilişkin prensipler yer almaktadır. . Yukarıda bahsi geçen İlkeler metni incelendiğinde tespit edilen genel hususlar ise aşağıda özetlenmiştir: a) İlkelerde yer alan prensiplerin uygulanıp uygulanmaması şimdilik isteğe baglıdır. b) İlkelerde yer alan prensiplerin uygulanıp uygulanmadıgına; uygulanmadı ise buna ilişkin gerekçeli açıklamaya, bu prensiplere tam olarak uymama dolayısıyla meydana gelen çıkar çatışmalarına ve gelecekte şirketin yönetim uygulamalarında İlkelerde yer alan prensipler çerçevesinde bir değişiklik yapma planının olup olmadığına ilişkin açıklamaya, yıllık faaliyet raporunda yer verilmesi ve ayrıca kamuya açıklanması gerekmektedir. 9 www.spk.gov.tr 72 c) Sermaye Piyasası Kurulu tarafından yapılacak düzenlemeler çerçevesinde, kurumsal yönetim derecelendirmesi yapan derecelendirme kuruluşları İlkelerin uygulanma seviyesini halka açık anonim şirketler açısından saptayacaklardır. d) İlkelerde yer alan ana prensipler “uygula, uygulamıyorsan açıkla” prensipleridir. Ancak bu prensiplerin bazıları tamamen tavsiye niteliginde olup; bu prensiplere uyulmadıgı takdirde herhangi bir açıklama yapılmasına gerek bulunmamaktadır. e) İlkeler mevcut düzenlemelerin ilerisinde prensipler içermekte olup, mevcut mevzuatta ve uygulamada kurumsal yönetim konusunda oluşan eksikligi gidermek ve boşlugu doldurmak amacıyla hazırlanmıştır. f) İlkeler, ileride mevzuatta yapılacak düzenlemeler için de yol gösterici bir özellik arz etmektedir. SPK tarafından duyurulan İlkelerde, uluslararası piyasalarda kurumsal yönetim kavramının halka açık anonim şirketler tarafından kullanılmasına yönlendirici mevzuatın yapılandırılmasında tetikleyici olan finansal fiyaskolardan alınan dersler ışığında olası benzer bir gelişmenin ulusal sermaye piyasalarımızda önünü almak üzere de çeşitli tavsiyelerin kaleme alındığı görülmektedir. Bunlardan en önceliklileri Sarbanes – Oxley yasasında da ayrıntıları ile düzenlenmiş olan denetim işlevinin kurum içi ve kurum dışı bağımsız denetim kuruluşlarınca yerine getirilmesi ve yönetim kurullarının teşkili ile sorumlulukları konularıdır. “Uygula, Uygulamıyorsan Açıkla” tipindeki bu hususların İlkelerde nasıl incelendiğinin tek tek irdelenmesi yerinde olacaktır: I. Bağımsız denetim kuruluşları ve bu kuruluşlarda istihdam edilen denetim elemanlarının bağımsızlığı esas olup; bağımsızlık ilkesi; bağımsız denetim faaliyetlerinin, bağımsız denetçinin mesleki takdir ve tarafsızlığını zedeleyebilecek nitelikteki herhangi bir ilişki, çıkar veya etkiden azade yürütülmesini ifade etmektedir. Bu amaçla İlkelerde; a) Bağımsız denetim kuruluşlarının belirli aralıklarla rotasyona tabi tutulması gerektiği, b) Şirket yönetim kurulu tarafından bir bağımsız denetim kuruluşunun sürekli ve/veya özel denetimlerde en çok 5 hesap dönemi için seçilebileceği, c) Şirketin aynı bağımsız denetim kuruluşu ile yeniden sürekli ve/veya özel denetim sözleşmesi imzalayabilmesi için en az 2 hesap döneminin geçmesi zorunlu olduğu, d) Bağımsız denetim faaliyeti ile danışmanlık faaliyetlerinin birbirinden ayrı olduğu, e) Bağımsız denetim kuruluşları ve bu kuruluşlarda istihdam edilen denetim elemanları ile diger personelin bağımsız denetim hizmeti verdikleri şirketlere, bağımsız denetim hizmeti verdikleri dönemde, bedelli veya bedelsiz olarak danışmanlık hizmetleri veremeyecekleri, 73 f) Bağımsız denetim kuruluşunun yönetim veya sermaye bakımından doğrudan ya da dolaylı olarak hakim bulunduğu bir danışmanlık şirketi ve çalışanlarının, bağımsız denetim kuruluşunun hizmet verdigi şirkete, aynı dönem için danışmanlık hizmeti veremeyeceği ve bu kapsama, bağımsız denetim kuruluşunun gerçek kişi ortakları ve yöneticileri tarafından verilen danışmanlık hizmetlerinin de dahil olduğu açıkça belirtilmiştir. II. Yönetim kurulunda yer alan bağımsız üyelerin, şirketin, pay ve menfaat sahiplerinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutabilme ve kararlarda tarafsız olabilme avantajına doğal olarak sahip oldukları kabul edildiğinden bahis edilerek bağımsız üyelerin yönetim kurulunda çogunlukta bulunması, bir şirkette kurumsal yönetimin doğru ve tarafsız olarak uygulanmasının önemli unsurlarından bir tanesi olduğu vurgulanmakta olup; Yönetim kurullarının teşkili ve işlevlerine ilişkin esaslar sıralanmıştır. Öte yandan yine şirket yönetim kurulları ile ilgili olup; ‘uygula, uygulamıyorsan açıkla’ tipinden ziyade sadece tavsiye niteliğinde belirtilen ilkeler ise şöyledir: a) Şirketin iflası halinde; iflasın istenmesinden önceki son üç yıl içinde her ne ad altında olursa olsun hizmetlerine karşılık aldıkları ve emsallerine göre bariz derecede farklı olan maddi menfaatin fazla olan kısmının şirkete iade edilmesi, b) Yönetim kurulu üyelerinin, şirkette göreve başlamadan önce, mevzuata, esas sözleşmeye, şirket içi düzenlemelere ve oluşturulan politikalara uyacaklarını ve uymadıkları takdirde şirketin, pay ve menfaat sahiplerinin bu nedenle uğrayacakları zararları müteselsilen karşılayacaklarını yazılı olarak beyan etmeleri, c) Yöneticilerin, görevlerini gereği gibi yerine getirmemeleri nedeniyle şirketin ve üçüncü kişilerin uğradıkları zararları tazmin etmeleri, d) Şirketin menfaatlerini korumak için yöneticilerin görevden ayrılmaları durumunda şirketin rekabet ettiği başka bir şirkette belli bir süre çalışmayacağı ve bu hükme uyulmaması halinde uygulanacak yaptırımların sözleşme maddelerinde belirtilmesidir. 5. KURUMSAL YÖNETİM KAVRAMININ ULUSAL MALİ PİYASALARIMIZA YANSIMALARI Çalışmada yer yer atıfta bulunulan küresel piyasalarda yaşanan finansal fiyaskoların ortaya çıkardığı muhasebe ve finansal raporlama esaslarına ilişkin hata ve yönetsel kötüye kullanımların önüne geçmek üzere yapılan çeşitli çalışmalar ışığında ve finansal bilginin sermaye pazarlarındaki önemi göz önüne alınarak hemen her ülkede aşağıdaki temel konularda düzenlemeler yaptığı literatürde görülmüştür: 74 1) Uluslararası Finansal Raporlama Standartlarına uygun şeffaf tablo ve raporların üretilmesi, 2) Kurumsal yönetim ilkeleri ışığında şirket yöneticilerinin, yönetim ve denetim kurullarının yeniden yapılandırılması ile daha ayrıntılı kontrol edilerek daha fazla sorumlu kılınması, 3) Şirketlerin kurumsal yönetim açısından başarısının ölçülebilmesi için kurumsal yönetim derecelendirilmesinin yapılması, 4) Bağınsız denetim standartlarının uluslararası seviyeye çekilmesi ve denetçinin de denetlenmesi Ulusal sermaye piyasalarımızda bahsi geçen benzer finansal fiyaskolar ile karşılaşmasını engeleyerek, tüm paydaşlar açısından olası menfi gelişmelerin önüne geçebilmek ve bu yönde en etkin ve tek çözüm olarak ortaya atılan ‘kurumsal yönetim’ olgusunu mevzuatımıza yerleştirmek adına atılan adımları aşağıdaki şekilde incelemek mümkündür: 1) Öncelikle Sermaye Piyasası Kurulu’nun kurumsal yönetim ilkelerini halka açık anonim şirketlerde yaygınlaştırabilmek için uluslararası tavsiye kararları ışığında ve ‘iyi kurumsal yönetim’ adı altında bir kısım ilkeleri tavsiye amaçlı olarak 2003 senesinde yayınladığı ve Şubat 2005 senesinde de güncellediği görülmektedir. Bahsi geçen metnin hazırlanabilmesi için SPK, İMKB ve Türkiye Kurumsal Yönetim Forumu uzmanları biraraya gelmiş ve birçok akademisyen kamu kurumu, özel sektör temsilcisi ve meslek örgütünün görüşleri ışığında bu çalışma tamamlanmıştır. Böylece SPK tarafından duyurulan İlkeler yardımıyla çeşitli gelişmiş sermaye piyasalarında yaşanmış olan finansal fiyaskolardan alınan dersler ışığında benzer bir menfi gelişmenin ulusal sermaye piyasalarımızda oluşumunun önünü geçilmek üzere çeşitli kural ve tavsiyelerin kaleme alındığı görülmektedir. 2) Atılan diğer bir adım ise Kurumsal Yönetim İlkelerinin öncelikle halka açık şirketlerde olmak üzere ve sonrasında tüm şirketlerde yaygınlık kazanması amacıyla özendirici çalışmalar bağlamında SPK’nın, şirketlerin faaliyet raporlarına ek olarak ‘Kurumsal Yönetim İlkeleri Uyum Raporu’ hazırlama mecburiyetini 10 Aralık 2004 tarihli Kurul kararı ile duyurması olmuştur. Böylece halka açık şirketin tamamlamış olduğu faaliyet dönemine ilişkin kurumsal yönetim performansının yatırımcıya faaliyet raporunun ayrılmaz parçası olarak sunulması amaçlanmış olup; raporda, SPK Kurumsal Yönetim İlkelerinde yer alan prensiplerden şirket tarafından uyulanlar ve uyulmayanların belirtilerek, uyulmayanlar hakkında uyulmama gerekçeleri ile bu ilkelere tam olarak uyulmama dolayısıyla meydana gelen çıkar çatışmalarına ilişkin bilgilerin açıklanması sağlanmak istenmiştir. Böylece şu an ‘Uygula ya da Uygulamadığını Açıkla’ tarzı bir yöntem tercih edilmiştir. Tabi şu an gelinen bu aşamanın İlkelerin tam anlamıyla uygulanması aşaması öncesinde bir geçiş aşaması olduğu da düzenleyici kurum uzmanlarınca 75 açıkca dillendirilerek yönlendirilmektedir. özel müteşebbis şirketler nihai hedefe doğru 3) Bütün bu gelişmeleri tamamlayıcı olarak yapılan diğer bir düzenleme de Kurumsal Yönetim Derecelendirmesi yapacak derecelendirme şirketlerinin kurulabilmesi için gerekli mali ve hukuki şartları açıklayan bir tebliğin SPK tarafından yapılandırılması olmuştur. Seri VIII No:40, Sermaye Piyasasında Derecelendirme Faaliyeti ve Derecelendirme Kuruluşlarına İlişkin Esaslar Tebliği 04.12.2003 tarihinde gerekli çalışmalar sonrası duyurulmuştur. Bu tebliğ ile kurulmakta olan derecelendirme şirketlerinin yapacağı derecelendirmeye müteakip, kurumsal yönetim açısından olumlu manada farklılaştıları tespit edilmiş olan ve menkul kıymetleri sermaye piyasaları yoluyla el değiştiren ortaklıklar; bu durumu kamuoyunun dikkatine sunup; gelişmiş sermaye piyasalarındaki örneklerinde olduğu gibi yatırımcının daha çok ilgi ve desteğine sermaye piyasaları yolu ile sahip olabileceklerdir. 4) Öte yandan Kurumsal Yönetim Derecelendirme şirketi kurulabilmesi için öngörülen şartları yerine getirilmesi ve sonrasında SPKnın uygun görmesi ile faaliyete geçecek değerleme şirketlerinde görev alacak kurumsal yönetim denetim ve derecelendirme uzmanlarının yetiştirilebilmesi ve yeterliliklerinin ölçülerek bunun bir lisans altına alınabilmesi amacıyla yeni bir lisanslama sınavı türü daha yapılandırılarak uygulanmaya da başlanmıştır. Söz konusu uzmanlık sınavı SPK tarafından duyurularak diğer lisanslama sınav başlıkları ile beraber açılmaktadır. 5) Yukarıda bahsi geçen kurumsal yönetim ilkelerinin benimsenmesine yönelik özendirici siyasetin bir gereği olarak halihazırda menkul kıymetleri İMKB’de işlem görmekte olan halka açık şirketlerin dahil olacağı bir Kurumsal Yönetim Endeksi hesaplama çalışmaları tamamlanarak sonuçlandırılmıştır. Böylece söz konusu endeksin kuralları ve nasıl çalışacağına ilişkin İMKB Kurumsal Yönetim Endeksi Temel Kuralları adlı metin 23.02.2005 tarih ve 237 nolu Genelge ile kamuoyuna duyurulmuştur. Buna göre, i) SPK tarafından yetkilendirilerek derecelendirme kuruluşları listesine alınan derecelendirme kuruluşlarınca yapılan kurumsal yönetim ilkelerine uyum derecelendirmesinde, bir bütün olarak tüm ilkelere uyum notu en az 6 olan ve IMKB pazarlarında (Gözaltı Pazarı hariç) işlem gören şirketlerin hisse senetleri derecelendirme notunun Borsa’ya bildirildiği günü takip eden iş gününde endekse alınacağı, ii) Endeksin, ancak endekse alınma kriterlerini sağlayan şirketlerin sayısının 5’e ulaşması halinde Borsa Günlük Bülten’inde yapılan duyurudan 1 hafta sonra hesaplanmaya başlanacağı ve IMKB Ulusal-100 endeksinin ilan edilen en son değerinin Endeksin başlangıç değeri olarak alınacağı, 76 iii) Fiyat endeksinin seanslar süresince, getiri endeksinin seanslar sonunda hesaplanıp ilan edileceği açıklanmıştır. Görüldüğü üzere İMKB, ulusal sermaye piyasalarımızın faaliyet gösteren tek düzenli menkul kıymetler borsası olarak kurumsal yönetim ilkelerinin ilgi çekmesi ve öncelikle halka açık şirketler tarafından benimsenebilmesi sürecinin hızlandırılabilmesi amacıyla gelişmiş borsalardaki örneklerine benzer önemli bir adım atmış bulunmaktadır. 6) Kurumsal Yönetim İlkelerini uygulayan Borsa şirketlerinin teşvik edilmesi amacıyla, İMKB Yönetim Kurulu’nun 18.03.2004 tarihli toplantısında kararlaştırılıp, Sermaye Piyasası Kurulu’nun 07.02.2005 tarih ve 4/99 sayılı toplantısında onaylanarak yürürlüğe giren İMKB kotasyon ücretleri tarifesi değişikliği uyarınca, kotta/kayıtta kalma ücretinin tahakkuk ettirildiği tarih itibariyle Borsa’da hisse senetleri işlem gören şirketlerden ‘İMKB Kurumsal Yönetim Endeksi’ kapsamında yer alacak şirketlere ‘kotta kalma’ ya da ‘kayıtta kalma’ ücretlerinde %50 indirim yapılacağı da duyurulmuştur. Bu da kurumsal yönetimin özendirilmesi adına Borsada menkul kıymetleri işlem görmekte olan şirketlerin doğrudan bilançolarına yansıyacak bir teşvik olarak idarenin kararlılığının açık diğer bir örneği olmuştur. 7) Esas sermaye sistemini öngören ve KOBİler dahil olmak üzere ulusal sınırlarımız içerisinde kurulan şirketlerimizin tamamının tabi olduğu TTKnuna ilişkin olarak sürmekte olan tadilat çalışmaları bu arada tamamlanmış olup, kanun taslağı olarak TBMM’ye sevki gerçekleştirilmiştir. Temmuz 2006’da TTK taslağı Meclis Adalet Alt Komisyonunda kabul edilmiştir. İlgili tüm tarafların görüşleri alınarak yapılan değişiklik önerileri ışığında hazırlanmış olan söz konusu taslak incelendiğinde görülmektedir ki kurumsal yönetim olgusu halka açık olmayan anonim şirketler ve diğer şirket yapılarının da belli ölçülerde uymasının açıkca istendiği bir hukuki kavram olarak yeni TTKda yer almaktadır. Bu anlamda 2007de yürürlüğe girmesi beklenen TTK taslak metninde kurumsal yönetim ilkelerinden yansıyan çeşitli başlıklar arasında bazıları, aşağıdaki şekilde sıralanabilir: - Yönetim kurullarında çoğunluk payına sahip ortaklar ya da kurucu/yönetici aile ile akçalı ya da ailesel herhangi bir ilişkisi olmaksızın görev alanında mesleki bilgi ve tecrübesi yüzünden atanan ‘bağımsız üyeler’in bulunması, - Bağımsız denetim mecburiyetinin tüm şirketler için aranması. TTK’ya tabi büyük/orta büyüklükteki şirketler bağımsız denetim şirketlerince denetlenirken küçük şirketlerin ise iki smmm meslek mensubu tarafından şirket dışından denetlenebilmesi, - Şirket iç denetim yapısı tarafından üretilen denetim sonuçları ve bağımsız denetim kuruluşları ya da SMMM/YMMM tarafından gerçekleştirilen finansal 77 tablolar ve denetim sonuçlarına ilişkin geçmiş uzmanlık ve mesleki bilgileri nedeniyle görüş verecek ve bundan da sorumlu olacak yönetim kurulu üyelerinden teşkil olunmuş bir ‘denetim komitesi’ yapılandırılması, - Şirket mali tablolarına ilişkin mevzuat gereği düzenli olarak denetim yapan ve bunu kamuoyu ile paylaşan bağımsız denetim şirketi ya da smmm/ymmm denetçilerinin belli bir süreden sonra değiştirilme zorunluluğu, - TTK’ya tabi şirketlerin kullanacağı muhasebe kurallarını belirlemek görev ve sorumluluğu Türkiye Muhasebe Standartları Kuruluna aitken, kurumsal yönetim kurallarının yapılandırılmasında yetkili olarak SPK’nın belirtilmesi ve böylece çok başlılığın engellenmesi, - Yönetim kurullarının yıllık kurumsal yönetim raporu düzenleyerek kamuoyuna duyurması, - Tüm sermaye şirketlerinin web sitesi kurarak bunun bir kısmının bilgi hizmetlerine tahsis edilmesi ve böylece mali tablolara tüm paydaşlar erişebilmesi, - Tüm şirketlerin uluslar arası muhasebe esaslarını kullanma mecburiyeti, - Genel kurulda oy kullanırken vekalet müessesesine imkan verilmesi, 8) Şu ana kadar halka açık şirketlerin %50den fazlası kar dağıtım politikalarını Kurumsal Yönetim İlkeleri Uyum Raporunda yayınlamaya başlamış olduklarından, Sermaye Piyasası Kurulu, yeni bir düzenleme ile halka açık şirketlerin kar dağıtım politikalarını açıklama ve genel kurul toplantılarında tartışmaya açma mecburiyeti getirmiştir. 9) Halka açık anonim şirketlerin denetimini yapan bağımsız denetim şirketleri ya da smmm/ymmm ünvanlı denetçilerin denetim görevi yanında danışmanlık görevini de aynı anda yapamamaları yönündeki düzenlemeler, Uluslararası Muhasebeciler Federasyonu (IFAC) tarafından hazırlanan Uluslararası Bağımsız Denetim Standartları (UDS) ve Avrupa Birliği’nin direktiflerine tam uyumlu bir düzenleme olan SPKnın Seri X No: 22 sayılı Sermaye Piyasasında Bağımsız Denetim Standartları Hakkında Tebliğ ile 2006 senesinde gerçekleştirilmiştir. 10) BDDK tarafından çıkarılan yeni Bankacılık Kanunu10 ile özellikle denetim ve iç kontrol hükümleri açısından SOX esasları ve dolayısıyla kurumsal yönetim esaslı kurallar ulusal mali piyasalarımızdaki bankalara da uygulanmaya başlamıştır. 11) Aynı AB ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de SPK, 1 Ocak 2005 itibariyle uluslararası finansal muhasebe standartlarının kullanımını halka açık şirketlerimiz için zorunlu hale getirmiş olup; 15.11.2003 tarihli Seri:XI, no:25 sayılı Sermaye Piyasasında Muhasebe Standartları Hakkında Tebliği ile halka 10 BDDK, Bankacılık Kanunu, No:5411, Resmi Gazete, 01.11.2005-25983 (mük) 78 açık işletmelerin finansal tablolarını UFRS ile tam uyumlu hale getirmeleri istenmiştir. Uluslararası finansal raporlama esaslarının dünya ile aynı anda uygulanabiliyor olması ulusal şirketlerimizin faaliyetlerinin paydaşları tarafından tüm şeffaflığı ile takip edilebiliyor olması ve uluslararası tanınırlığı da getireceğinden bu yönde atılan adımlar kurumsal yönetimin anlayışının yerleşmesine de katkı sağlayacaktır. Bu manada önem arzeden halka açık şirketlerle ilgili olarak SPK’nın Seri XI No:25 Tebliğinde öngörülen muhasebe standartlarının uluslararası muhasebe standartları ile birebir örtüşmediği yerlerde isteyen anonim ortaklığın Seri XI. no:27 sayılı ek tebliğ gereği doğrudan UFRS standartlarını da kullanabileceği de açıklanmıştır. 12) 2004 kurulan Türkiye Muhasebe Standartları Kurulu (TMSK) tarafından da ulusal muhasebe standartlarının uluslararası finansal raporlama standartlarına dönüştürülme çalışmaları birebir sözkonusu standartların (IFRS) türkçeye çevrilmesi yolu ile sürmektedir. 6. FİNANSAL RAPORLAMA STANDARTLARINA İLİŞKİN GELİŞMELER VE ULUSAL MALİ PİYASALARIMIZA ETKİSİ Tarihsel süreç içerisinde paydaşların şirketleri değerlendirmesine baz teşkil eden mali raporlama yükümlülüklerini belirleyen düzenlemeler açısından bakıldığında öncelikle 1952’den itibaren Vergi Usul Kanunu’nda mükellefler açısından sınırlı bazı muhasebe kurallarından bahis edilirken mali tabloların kamuoyuna açıklanmasına ilişkin hükümlerin ilk kez, 1957’de yenilenen TTK içerisinde mevcut olduğunu görüyoruz. Daha sonra özellikle halka açık şirketlerin finansal raporlama esaslarının belirlenmesi sorumluluğunun 1981 yılında çıkarılan 2499 sayılı SerPKnu ile Sermaye Piyasası Kurulu’nun sorumluluğuna verildiğini görmekteyiz. Finansal raporlama ve muhasebe esaslarına ilişkin çok çeşitli düzenlemelerin günümüze değin yapılageldiği Ülkemizde, Maliye Bakanlığı, BDDK ve SPK tarafından tabi kurum ve kuruluşlara yönelik olarak çıkarılan bu düzenlemelerin tek düzen haline sokulmasına yönelik reformların ise 2499 sayılı SerPK’nunda 2004 yılında yapılan tadilatla kurulan Türkiye Muhasebe Standartları Kurulu (TMSK) ile ivme kazandığı görülmektedir. Maliye Bakanlığı’nın 26.12.1992 tarih ve 21447 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 1 sayılı Muhasebe Uygulamaları Genel Tebliği ile zorunlu hale getirilen Tekdüze Hesap Uygulamasının, Ocak 1994’te yürürlüğe girmesi ile ulusal muhasebe ve raporlama standartlarının uyumlaştırılması çabalarında ciddi bir atılarak ardı ardına çıkarılan 14 adet Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliği ile bilanço usulüne göre defter tutan işletmelerin faaliyetlerinin 79 ve faaliyet sonuçlarının sağlıklı ve güvenilir biçimde muhasebeleştirilmesi, mali tablolar aracılığı ile paydaşlara sunulması gereken bilgilerin tutarlılık ve karşılaştırılabilirliği sağlanmaya çalışılmıştır. Bankacılık kesimine bakıldığında ise Tekdüzen Hesap Planı’nın tüm bankalar için Türkiye Bankalar Birliği tarafında hazırlanması sonrasında BDDK tarafından 2002 yılında Muhasebe Uygulama Yönetmeliği çıkarılmış ve en son 30.06.2005’te güncellenerek muhasebe ve raporlama esasları uluslararası yeknesaklara çekilmiştir. Halka açık şirketler açısından muhasebe standarlarının güncelliğine hep dikkat eden SPKurulu, Sermaye Piyasasında Muhasebe Standartları Hakkında Tebliğ ile 01.01.2005 tarihinden sonra sona eren ilk ara mali tablolardan itibaren tabi işletmelerin mali tablolarının uluslararası muhasebe standartlarına uygun olarak hazırlanmasını isteyerek çok önemli bir adım atmıştır. TMSK’nın çalışmaya başlaması ile de ulusal mehasebe ve finansal raporlama esaslarımızın modern finans piyasalarının olmazsa olmaz koşulu gereği şeffaf ve herkezi anlayabileceği bir yeknesak tabana oturtulabilmesi için harekete geçilmiştir. Böylelikle Uluslararası Muhasebeciler Federasyonu (IFAC) tarafından duyurulan uluslararası finansal raporlama standartları (UMS/UFRS) ele alınarak benimsenmiş ve Türkiye Muhasebe Standartları / Türkiye Finansal Raporlama Standartları (TMS/TFRS) yapılandırılmaya başlanmıştır. Ulusal mali piyasalarımızda yer alan tüm düzenleyici kurum ve kurulların TMSK tarafından UFRSlerle uyumlu yapılandırılan TMSnı esas alarak kendi düzenlemelerini değiştirmesi şarttır. Bilindiği üzere 1973’te Uluslararası Muhasebe Standartları Komitesi (IASC) ve uluslararası muhasebe standartları (IAS) geliştirilip yayınlanmıştır. Türkiyede’de UMS-UFRS’ye uyumlu ulusal muhasebe standartları geliştirmek için TMSK kurulana kadar faaliyetlerini sürdüren Türkiye Muhasebe ve Denetim Standartları Kurulu (TMUDESK)’dir. TMSK’nin uyarlama ve çeviri çalışmaları öncesi BDDK, Muhasebe Uygulama Yönetmeliği Tebliğlerini, SPKurulu ise Seri 11 no:25 sayılı Tebliği yayınlayarak uygulamaya koymuştur. Uluslararası gelişmeler incelendiğinde ise tabiki tüm gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde birebir aynı şekilde uygulanabilen finansal raporlama esası bulunmamakta olduğu görülmektedir. Özellikle Kuzey Amerika Gümrük Birliği Anlaşması (NAFTA) ülkelerinin benimsediği ve SEC bağlı bir kurul tarafından oluşturulmuş Financial Accounting Standarts Board (FASB) tarafından hazırlanmış ABD Genel Kabul görmüş Muhasebe İlkeleri (USGAAB) ile Avrupa Birliği üyesi ülkelerin benimsediği ve bağımsız bir kuruluş olan Uluslararası Muhasebe Standartları Komitesi (IASC) tarafından hazırlanan 80 Uluslar arası Muhasebe Standartları (IAS) temelde farklılıklar içeren iki ana muhasebe esası olarak farklılaşmakta olduğu görülmektedir. Özellikle TÜRMOB’un ve Kıta Avrupası’nın parçası olarak Türkiye’nin tercih ettiği sesasları yapılandıran IASC, yeniden yapılandırılarak uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu (IASB) olmuş ve böylece IAS isminde IFRS’ye geçilerek tüm dünayada kullanılabilir esaslar olma iddiası IASB tarafından somutlaştırılmıştır. Ekim 2006 itibariyle ulusal düzenleyiciler tarafından örnek alınması beklenen 31 adet IAS ve 6 adet IFRS yürürlüktedir.11 Tabi iki ana muhasebe ve raporlama esasının yakınlaştırılarak farklılıkların ortadan kaldırılması ve birbirleri ile uyumlu esasların geliştirilebilmesi adına da FASB ve IASB Eylül 2002’de bir anlaşmaya imza koyarak teması da kesmemişlerdir. Yeni TTKanunu ile halka açık olsun olmasın tüm işletmeler muhasebe ve finansal raporlama konularında TMSK tararfından yayımlanan UFRS’ye uyumlu TMS/TFRSnı kullanmak zorunda kalacağından gerek BDDK ve gerekse SPK’nın bu yönde açıklmada bulunmaları gerekecektir. TMSK bugüne kadar, UMS/UFRSye tam uyumlu 31 adet TMS, 6 adette TFRS yayımlamıştır. TMSK’nın yayımladığı esaslar 2006 yılı başından itibaren yürürlüğe girmiş olup; BDDK tarafından 2008 yılında uygulamaya geçilecek ve UFRS uygulamayan işletmelerin kredi maliyetlerini çok artıracak olan BASEL II kuralları ışında küçük ve orta ölçekli işletmelere (KOBİ) yönelik olarak da IASB’nin yayınladığı KOBİ Standartları Taslağını baz alan ulusal çalışmalar TMSK tarafından sürdürülmektedir. 11 www.iasb.org.tr 81 SONUÇ Küresel dünyada yaşanan finansal fiyaskolar ışığında yapılan incelemeler göstermiştir ki şirket paydaşlarının tüm çıplaklığı ile şirketin durumunu sürekli anlayabilmeleri ve vekalet verdikleri yöneticilerin etkinliğini de ölçebilmeleri bundan sonra benzeri sıkıntıların yaşanmaması için esas çözümü teşkil etmektedir. Şirketlerdeki mali raporlama ve yönetsel süreçlerdeki eksiklik ve kötüye kullanmaların ayrıntılı tespiti “Kurumsal Yönetim” ya da “İyi Yönetişim” olarak adlandırılan yeni bir sürecin yapılandırılması yani şirketlerin mevcut avadanlıklarla yaptıkları takibi yeni bir mantık süzgeciyle oluşturulmuş yeni kurallar ışığında yapmaları çözüm olarak sunulmaktadır. Unutulmaması gereken husus,‘kurumsal yönetim’in şirketlerdeki temel süreçler olan gözetim ve denetimin yerini almak iddiasının olmadığı ve bilakis söz konusu tekniklerin yeterliliklerini ve etkinliklerini denetleme amacında olduğudur. Dolayısıyla gereksiz bürokrasi yaratmakdan ziyade şirketin mali sağlığının yerinde olup olmadığının başka bir gözle yani kuşbakışı ele alınması ve derecelendirilmesidir bir anlamda…. Pırıl pırıl arabaların tamirhanede bir elektronik okuyucuya bağlanıp; kaportadan tekerleklere, gövdeden matora hasar ve arıza raporunun hemen alınarak; uygun tedaviye veya tamire gönderilmesi ön aşaması gibi…. 82 KAYNAKÇA AYSAN M., (2006), “Türkiye’de Muhasebe Mesleğinin Gelişimi”, İSMMMO Mali Çözüm, 17. Dünya Muhasebeciler Kongresi Özel Sayısı, (265-274) Capital Dergisi, Kurumsal Yönetim ve Sürdürülebilir Büyüme, İstanbul, 2006 FEAS Best Practices for the Development of Stock Exchanges in Transition Economies, 1999, Page: 20 NAVRAN F., (2004), Corporate Social Responsibility: A New Standart, www.navran.com GÜRBÜZ O., (2005), Kurumsal Yönetim: Ülkemizdeki Düzeyine İlişkin Değerlendirmeler, İSMMMO I. Uluslararası Muhasebe Denetimi Sempozyumu, Antalya, www.ismmmo.org.tr IFAC, Enterprice Governance-Getting the Balance Right, Şubat 2004 International Business Ethics Institute, Business Ethic Premier, www. business-ethics.org İMKB Kurumsal Yönetim Endeksi Temel Kuralları, 2005 KAYACAN M., (2005), “Anonim Şirketlerin Sosyal Sorumlulukları ve Etik Değerler”, İSMMMO I. Uluslararası Muhasebe Denetimi Sempozyumu, Antalya, www.ismmmo.org.tr KAYACAN M., (2006), Kurumsal Mali Piyasalarda Kurumsal Yönetim Kavramının Gelişimi ve Ülkemize Yansımaları, (2006), (edit. AKTAN, C.), Kurumsal Şirket Yönetimi, Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) Yayınları, no 196, ISBN: 975-6951-99-0, Ankara KURT M., KAYACAN M., (2005), “Kurumsal Yönetimde Finansal ve Yönetsel Konular: Kurumsal Yönetim İlkelerinin İçerik Analizi”, 4. Ortadoğu İşletmecilik Kongresi, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Ankara OECD Kurumsal Yönetim İlkeleri, 1999 (2004) OECD Guidelines on Corporate Governance of Satate Owned Enterprices, 2005 OECD, Corporate Governance in Turkey, İstanbul, 2006 83 Sarbanes Oxley Act, 2002 SMITH A., (1838), An Inquiry into the Nature and the Cause of the Wealth of Nations, London, s. 586 SPK Kurumsal Yönetim İlkeleri, 2003 (2005) TCMB, Kurumsal Şirket Yönetimi, Ankara, 2003 YALKIN, Y.K., vd., (2006), “Uluslararası Finansal Raporlama Standartları ve Türkiye’de Finansal Raporlama Standartlarının Gelişimi”, İSMMMO Mali Çözüm, 17. Dünya Muhasebeciler Kongresi Özel Sayısı, (291-307) 84