Leninizmin İlkeleri - Türkiye Komünist Partisi

Transkript

Leninizmin İlkeleri - Türkiye Komünist Partisi
J. V. Stalin
Leninizmin İlkeleri
J. Stalin'in “Les Questions du Léninisme” (Editions en Langues Entranges, Moscou
1941) adlı kitabından, "Des Principes du Léninisme" ve "Questions du Léninisme"
adlı yazıları, "Leninizmin İlkeleri" adıyla Sol Yayınları tarafından Mart 1978'de
Dördüncü Baskı olarak (Birinci baskı: Aralık 1969) yayınlanmıştır.
Sol Yayınları
LENİNİZMİN İLKELERİ
1924 NİSAN BAŞLARINDA SVERDLOV ÜNİVERSİTESİNDE
VERİLEN KONFERANSLAR
Bu sayfaları
Lenin kampanyasına
sunuyorum.
J. STALİN
LENİNİZMİN ilkeleri: bu, geniş bir konudur. Bu konuyu ayrıntılı olarak anlatmak için
koca bir kitap yazmak, birkaç cilt doldurmak gerekir. Bu nedenle, bu konferanslarımızın
leninizmin tam bir açıklaması olmayacağı doğaldır; olsa olsa leninizmin çok kısa bir özeti
olabilir. Bununla birlikte, leninizmi daha ayrıntılı incelemek için gerekli olan bazı temel
hareket noktalarını verebilmek amacıyla, bu özetin yararlı olacağına inanıyorum.
Leninizmin ilkelerinin açıklanması, Lenin'in dünya görüşünün ilkelerinin açıklaması
değildir. Lenin'in dünya görüşü ile leninizmin ilkeleri, kapsam bakımından aynı değildir.
Lenin marksisttir ve dünya görüşünün temeli [sayfa 7] de, kuşkusuz marksizmdir. Ama bu,
leninizmin açıklanmasına, marksizmin açıklanmasıyla başlamayı gerektirmez. Leninizmi
açıklamak, Lenin'in yapıtlarında özel ve yeni olanı, Lenin'in marksizmin ortak hazinesine
kattığı ve Lenin'in adına kendiliğinden bağlı olan şeyi açıklamaktır. Ben, konferanslarımda,
leninizmden ancak bu anlamda sözedeceğim.
Peki, leninizm nedir?
Bazıları, leninizm, marksizmin Rusya'nın özel koşullarına uygulanmasıdır, diyorlar. Bu
tanımlama, gerçeğin bir kısmını içerir; ama bütün gerçeği yansıtmaktan uzaktır. Gerçekten
leninizm, marksizmi, Rus gerçeğine uygulamış ve bunu ustaca yapmıştır. Ama leninizm,
marksizmin Rusya'nın özel koşullarına uygulanmasından ibaretse, o halde leninizm,
yalnızca ulusal, yalnızca Rusya'ya özgü bir olay olmak gerekir. Oysa leninizmin, –yalnızca
Rusya'ya özgü değil– bütün uluslararası gelişmelerde kökleri olan, uluslararası bir olgu
olduğunu biliyoruz. Bundan dolayı, bu tanımlama tek yanlıdır, sakattır.
Bazıları da leninizmin, sonraki yıllarda ılımlı olduğu ve devrimci olmaktan çıktığı iddia
olunan marksizmin 1840-1850 yıllarındaki devrimci öğelerinin canlandırılması olduğunu
söylerler. Marx'ın öğretisini –devrimci ve ılımlı– diye ikiye ayırmanın saçmalığını ve
bayağılığını bir an için dikkate almazsak, tamamıyla yetersiz ve inandırıcı olmaktan uzak
olan bu tanımlamada bile bir gerçek payı bulunduğunu kabul etmek gerekir. Bu gerçek,
leninizmin, gerçekten İkinci Enternasyonal oportünistlerinin hasıraltı ettikleri marksizmin
o devrimci içeriğini canlandırmış olmasından ibarettir. Ama bu, dediğimiz gibi, gerçeğin
ancak bir parçasıdır. Tam gerçek şudur ki, leninizm, yalnızca marksizmi canlandırmakla
kalmadı, marksizmi, kapitalizmin ve proletaryanın sınıf savaşımının yeni koşulları içinde
geliştirerek, ileriye bir adım attı.
Öyleyse leninizm nedir? [sayfa 8] Leninizm, emperyalizm ve proletarya devrimi çağının
marksizmidir. Daha tam söylemek gerekirse, leninizm, genel olarak proleter devrimin teori
ve taktiği, özel olarak proletarya diktatörlüğünün teori ve taktiğidir. Marx ve Engels,
emperyalizmin henüz gelişmediği devrim-öncesi dönemde, proletarya devriminin pratikte
henüz kaçınılmaz olmadığı bir dönemde, savaşım verdiler. Marx ve Engels'in öğrencisi
olan Lenin ise, gelişmiş emperyalizm döneminde, proletarya devriminin bir ülkede
başarıya ulaştığı, burjuva demokrasisini yendiği ve proletarya demokrasisi çağını,
Sovyetler çağını açtığı gelişme halindeki proletarya devrimi döneminde savaşım verdi.
İşte bundan dolayı leninizm, marksizmin yeni koşullarda gelişmesidir. Genellikle,
leninizmin, olağanüstü savaşımcı ve olağanüstü devrimci niteliğine işaret edilir. Bu,
tamamıyla doğrudur. Ama leninizmin bu özelliği, iki nedenle açıklanabilir: birincisi,
leninizm, proletarya devriminden doğmuştur ve zorunlu olarak bu devrimin izini taşır;
ikincisi, leninizm, İkinci Enternasyonalin oportünizmine karşı savaşta, büyümüş ve
güçlenmiştir, o savaş ki sermayeye karşı savaşımın başarılması için zorunlu bir önkoşul idi
ve zorunlu bir önkoşuldur. Unutmamak gerekir ki, Marx ve Engels ile leninizm arasında,
İkinci Enternasyonal oportünizminin tek başına egemen olduğu koca bir dönem vardır ve
bu oportünizme karşı amansız savaşımın, leninizmin en önemli görevlerinden biri olması
kaçınılmazdı.
I. LENİNİZMİN TARİHSEL KÖKLERİ
Leninizm, emperyalizm koşullarında, kapitalizmin çelişkilerinin en aşırı noktaya
ulaştığı; proletarya devriminin hemen çözülmesi gereken bir eylem sorunu haline geldiği,
eski, işçi sınıfını devrime hazırlama döneminin yeni bir döneme, sermayeye karşı
doğrudan doğruya savaşım dönemine [sayfa 9] dönüştüğü bir zamanda gelişti ve
biçimlendi.
Lenin, emperyalizme "cançekişen kapitalizm" derdi. Neden? Çünkü emperyalizm,
kapitalizmin çelişkilerini son sınırına, ötesinde devrimin başladığı noktaya vardırır da
ondan. Bu çelişkiler arasında, en önemli sayılması gereken üç çelişki vardır:
Birinci çelişki, emek ile sermaye arasındaki çelişkidir. Emperyalizm, sanayi ülkelerinde,
tekellerin, tröstlerin, konsorsiyumların, bankaların ve malî oligarşinin tam egemenliği
demektir. Bu tam egemenliğe karşı savaşımda, işçi sınıfının –sendikalar, kooperatifler,
parlamenter partiler ve parlamenter savaşım gibi– alışılagelen yöntemlerinin tamamıyla
yetersiz olduğu görülmüştür. Ya kendini sermayeye teslim et, eskisi gibi sürün, hatta daha
da aşağıya düş; ya da yeni bir silaha sarıl; emperyalizm, proletaryanın sayısız kitleleri
önüne, sorunu böyle koyar. Emperyalizm, işçi sınıfını devrime götürür.
İkinci çelişki, hammadde kaynaklarını, başkalarının topraklarını ele geçirmek için
savaşım halinde olan çeşitli malî gruplar ve emperyalist devletler arasındaki çelişkidir.
Emperyalizm, hammadde kaynaklarına sermaye ihracıdır, bu kaynakların tekeline sahip
çıkmak için amansız savaşımdır; "yaşam alanı" arayan yeni malî grupların ve devletlerin,
zorla aldıkları yerlere, kene gibi yapışan eski gruplara ve devletlere karşı kıyasıya
yürüttükleri, paylaşılmış dünyanın yeniden paylaşılması uğruna savaşımdır. Çeşitli
kapitalist gruplar arasındaki bu kıyasıya savaşımın dikkate değer yanı, emperyalist
savaşları, başkalarının topraklarını fethetmek için yapılan savaşları, bu savaşımın
kaçınılmaz bir öğesi olarak içermesidir. Bu da, emperyalistlerin karşılıklı zayıflamasına,
genel olarak kapitalizmin durumunun zayıflamasına, proletarya devrimi saatinin
yaklaşmasına, bu devrimin zorunluluğuna neden olması bakımından dikkate değerdir.
[sayfa 10]
Üçüncü çelişki, bir avuç egemen "uygar" ulus ile, dünyanın yüzlerce milyonluk
sömürülen ve bağımlı halkları arasındaki çelişkidir. Emperyalizm, geniş sömürgelerin ve
bağımlı ülkelerin yüz milyonlarca insanının en utanmazca sömürülmesi, onlara en
insanhk-dışı zulüm demektir. Bu sömürünün ve zulmün amacı, daha fazla kâr
sızdırmaktır. Ama emperyalizm, bu ülkeleri sömürürken, buralarda demiryolları,
fabrikalar ve yapımevleri, sanayi ve ticaret merkezleri kurmak zorundadır. Bu "siyaset"in
kaçınılmaz sonuçları, bir proletarya sınıfının ortaya çıkması, yerli aydınların yetişmesi,
ulusal bilincin uyanması, kurtuluş hareketinin güçlenmesidir. İstisnasız bütün
sömürgelerde ve bütün bağımlı ülkelerde devrimci hareketin güçlenmesi, bu gelişmenin
belirgin bir kanıtıdır. Sömürgeleri ve bağımlı ülkeleri, emperyalizmin yedek gücü olmaktan
çıkarıp, proletarya devriminin yedek gücü haline getirerek, kapitalizmin mevzilerini
temelden yıkmak, proletarya için önemlidir.
Genellikle, eski "gelişen" kapitalizmi, cançekişen kapitalizm haline getiren bellibaşlı
çelişkiler bunlardır.
Bundan on yıl önce patlak veren emperyalist savaşın anlamı, bütün bu çelişkileri tek bir
düğümde toplayarak terazinin kefesine koyması, böylelikle proletaryanın devrimci
savaşlarını hızlandırması, kolaylaştırmasıdır.
Başka bir deyişle, emperyalizm, devrimin kaçınılmazlık haline gelmesi sonucuna
varmakla kalmadı, kapitalizmin kalelerine doğrudan doğruya saldırmak için elverişli
koşulların yaratılması sonucuna da vardı.
Leninizmi doğuran uluslararası durum işte budur.
Bütün bunlar çok iyi ama, emperyalizmin klasik yurdu olmayan ve olamayan Rusya,
burada ne arıyor? Öncelikle, Rusya'da ve Rusya için çalışan Lenin'in burada işi nedir?
Leninizmin yuvası, proletarya devriminin teori ve taktiğinin anayurdu neden Rusya oluyor
da, başka bir ülke olmuyor, diye sorulabilir. [sayfa 11]
Rusya, emperyalizmin bütün çelişkilerinin düğüm noktasıydı da ondan.
Çünkü Rusya, her ülkeden daha çok devrime gebeydi ve bundan dolayı yalnız bu ülke,
bu çelişkileri devrim yoluyla çözecek durumdaydı.
Önce, çarlık Rusyası, en insanlık-dışı ve barbar biçimiyle her türlü zulmün –kapitalist
ve askerî zulmün, sömürge zulmünün– yuvasıydı. Rusya'da sermayenin büyük kudretinin
çarlık istibdadı ile kaynaştığını, Rus milliyetçiliğinin saldırganlığını, Rus olmayan halklara
yapılan zulmün, –Türkiye'de, İran'da, Çin'de olduğu gibi– geniş bölgelerin sömürüsünün,
istilâcı savaşlarla ve bölgelerin çarlık tarafından ilhakı ile ilişkili olduğunu kim bilmez?
Lenin, çarlık "askerî-feodal bir emperyalizmdir" derken haklı idi. Çarlık, emperyalizmin en
olumsuz yanlarının kat kat yoğunlaşmasından doğan bir sonuçtu.
Bundan başka, çarlık Rusyası, Batı emperyalizminin başlıca yedeği idi; bu, yalnızca
yakıt ve metalürji gibi Rusya'nın ulusal ekonomisinin en önemli kollarını elinde tutan
yabancı sermayeye serbest alan olmasından ötürü değildi; aynı zamanda, çarlığın, Batı
emperyalistlerinin çıkarları uğruna savaşa sürmek üzere milyonlarca askeri seferber
edebilecek durumda olmasından ötürüydü. İngiliz-Fransız kapitalistlerine sınırsız kârlar
sağlamak için emperyalist cephelerde kan döken oniki milyonluk Rus ordusunu
anımsayınız.
Sonra, çarlık, Doğu Avrupa'da, emperyalizmin bekçi köpekliğini yapmakla kalmıyordu,
üstelik Paris, Londra, Berlin ve Brüksel'de çarlığa yapılan ikrazların yüz milyonlara varan
faizlerini halkın sırtından çıkarmakla görevli emperyalizmin ajanı durumundaydı.
Ve son olarak, Türkiye, İran, Çin vb. gibi ülkelerin paylaşılmasında, çarlık, Batı
emperyalizminin en sadık müttefiki idi. Çarlığın emperyalist savaşa emperyalist ittifakın
[sayfa 12] bir üyesi olarak katıldığını ve Rusya'nın bu savaşın esas öğelerinden biri
olduğunu kim bilmez?
Çarlığın ve Batı emperyalizminin çıkarlarının birbirine sarılıp birleşmesi ve sonunda
emperyalizmin çıkarlarının tek bir yumağı haline gelmesi bundan dolayıdır. Batı
emperyalizmi, çarlığı savunmak ve korumak için, Rusya'da devrimi yenmek amacıyla bir
ölüm-kalım savaşında bütün güçlerini denemeden, eski Rusya gibi Doğuda bu kadar güçlü
bir desteği ve bu kadar zengin bir güç ve olanaklar hazinesini elden kaçırmaya razı olabilir
miydi? Elbette razı olamazdı. Bunun içindir ki, çarlığa vurmak isteyen, ister istemez
emperyalizme el kaldırıyordu; çarlığa karşı dikilen, emperyalizme karşı koyuyordu; çünkü
çarlığı yıkmak isteyenin amacı, gerçekten çarlığa yalnız bir darbe indirmek değil de onu
yıkmak ise, emperyalizmi de yıkması gerekiyordu. Böylece, çarlığa karşı devrim,
emperyalizme karşı devrime yaklaşıyordu ve bu devrimin, proletarya devrimi biçimine
girmesi zorunluydu.
Rusya'nın devrimci köylüsü gibi önemli bir müttefiki olan dünyanın en devrimci
proletaryasının başında bulunduğu büyük halk devrimi, Rusya'da, o sırada doğuyordu.
Böyle bir devrimin yarı yolda duramayacağını, başarıya ulaşması halinde, emperyalizme
karşı isyan bayrağını kaldırarak ilerleyeceğini tanıtlamanın gereği var mı?
İşte bunun için, Rusya'nın, emperyalizmin çelişkilerinin düğüm noktası olması
gerekiyordu; bu, yalnızca, bu çelişkilerin Rusya'da özellikçe rezilce, özellikle dayanılmaz
biçimde belirmesinden ötürü değildi; yalnızca, Rusya'nın, Batının malî sermayesini,
Doğunun sömürgelerine bağlayan Batı emperyalizminin başlıca desteği olmasından ötürü
de değildi; ama bunlarla birlikte, emperyalizmin çelişkilerini, devrimci yoldan
çözümlemeye güç yetirecek gerçek gücün yalnız Rusya'da bulunmasından ötürüydü.
Dolayısıyla, Rusya'daki devrimin bir proleter devrimi [sayfa 13] olması zorunlu idi ve
bu devrimin, gelişmesinin ilk gününden başlayarak, uluslararası bir nitelik alması ve
bundan dolayı, emperyalizmi ta temelinden sarsması kaçınılmazdı.
Bu koşullar içinde, Rus komünistleri, bir Rus devriminin dar ulusal çerçevesi içinde
çalışmakla yetinebilirler miydi? Elbette yetinemezlerdi. Tam tersine, gerek iç durum (derin
devrim bunalımı), gerekse dış durum (savaş), her şey, onları, çalışmalarında bu çerçeveyi
aşmaya, savaşımı uluslararası alana aktarmaya, emperyalizmin yaralarını örten perdeyi
yırtmaya, kapitalizmin kaçınılmaz iflâsını tanıtlamaya, sosyal-şovenizmin ve sosyalpasifizmin üstesinden gelmeye, sonunda kendi ülkelerinde kapitalizmle savaşıma ve bütün
ülkelerin proleterlerinin kapitalizmle savaşım işini kolaylaştırmak için proletarya
devriminin teorisi ve taktiğini kurmaya zorluyordu. Zaten Rus komünistleri başka türlü
hareket edemezlerdi, çünkü burjuva düzeninin yeniden kurulmasına karşı Rusya'yı
güvenlik altına alabilecek bazı uluslararası durum değişiklikleri ancak böyle bir yol
izlenerek sağlanabilirdi.
Rusya'nın, leninizmin ocağı ve Rus komünistlerinin önderi Lenin'in onun yaratıcısı
olması, işte bu yüzdendir.
Bu bakımdan Rusya'nın ve Lenin'in "başına gelen", 1840-1850 arasında Almanya'nın ve
Marx ile Engels'in başına gelmiştir. Almanya, o tarihlerde, tıpkı Rusya'nın 19. yüzyılın
başlarında olduğu gibi, burjuva devrimine gebe idi. Komünist Parti Manifestosu'nda Marx
şöyle yazıyordu:
"Komünistler dikkatlerini esas olarak Almanya'ya çeviriyorlar, çünkü bu ülke 17.
yüzyılda İngiltere'dekinden ve 18. yüzyılda Fransa'dakinden daha gelişkin bir Avrupa
uygarlığı koşulları altında ve çok daha fazla gelişmiş bir proletarya ile yapılmak zorunda
olan bir burjuva devrimi arifesindedir, ve çünkü Almanya'daki burjuva devrimi, onu
hemen izleyecek bir proleter devrimin başlangıcı olacaktır.".[1] [sayfa 14]
Başka bir deyişle, devrimci hareketin merkezi, Almanya'ya doğru kayıyordu.
Kuşku yok ki, Almanya'nın bilimsel sosyalizmin anayurdu olmasının ve Almanya
proletaryasının önderlerinin bilimsel sosyalizmin yaratıcıları –Marx ve Engels– olmasının
nedeni, Marx'ın yukarda anlatılan paragrafta işaret ettiği durumdur.
20. yüzyıl başlarındaki Rusya için aynı şeyi söylemek, ama üstüne daha çok basarak
söylemek gerekir; ancak, Rusya, 1840-1850 Almanya'sına oranla gelişmenin daha yüksek
bir noktasında idi. Rusya, o dönemde bir burjuva devriminin arifesinde bulunuyordu;
Rusya, bu devrimi, daha ileri bir Avrupa çerçevesi içinde ve (İngiltere ve Fransa şöyle
dursun) Almanya'dakinden de gelişmiş bir proletarya ile yapmak zorundaydı; ve her şey,
bu devrimin, proletarya devriminin mayası ve başlangıcı olacağını gösteriyordu.
Daha 1902'de, henüz Rus devriminin hazırlık günlerinde, Lenin, Ne Yapmalı? adlı
yapıtında, geleceği önceden gören şu sözleri yazmıştı:
"Tarih, bizi [yani Rus marksistlerini, –J. St.] şu anda herhangi başka bir ülkenin
proletaryasının karşı karşıya kaldığı bütün ivedi görevlerin en devrimcisi olan bir görevle
karşı karşıya getirmiştir. Bu görevin yerine getirilmesi, yalnızca Avrupa gericiliğinin değil,
(şimdi denebilir ki) Asya gericiliğinin de bu en güçlü kalesinin yıkılması, Rus
proletaryasını, uluslararası devrimci proletaryanın öncüsü yapacaktır." (c. IV, s. 382,
Rusça.)[2]
Başka bir deyişle, devrimci hareketin merkezinin Rusya'ya doğru kayması gerekiyordu.
Rusya'da devrimin izlediği yolun, Lenin'in bu önceden görüşünü tamamıyla doğruladığı
bilinmektedir. [sayfa 15]
Böyle bir devrimi başarmış ve böyle bir proletaryası olan bir ülkenin, proletarya
devriminin teori ve taktiğinin anayurdu olmasına şaşılabilir mi?
Bu proletaryanın önderi Lenin'in, aynı zamanda, bu teorinin ve taktiğin yaratıcısı ve
tüm proletaryanın önderi olmasına şaşılabilir mi?
II. YÖNTEM
Yukarda, Marx ve Engels ile Lenin arasında İkinci Enternasyonal oportünizminin
egemen olduğu uzun bir dönem bulunduğunu söyledim. Açıkçası, sözkonusu egemenliğin
biçimsel olmayıp gerçek olduğunu da eklemeliyim. Biçimsel olarak, İkinci Enternasyonalin
başında, Kautsky ve diğerleri gibi "sadık" marksistler, "Ortodokslar" bulunuyordu. Ama
gerçekte, İkinci Enternasyonalin esas çalışmaları, oportünizm çizgisini izliyordu.
Oportünistler, küçük-burjuva nitelikleri gereği ve uzlaşmalara eğilimlerinden ötürü
burjuvaziye uyuyorlardı, "Ortodokslar" ise, "birliğin korunması" uğruna, "parti içinde barış
"m sağlanması uğruna, oportünistlere uyuyorlardı. Sonuç, oportünizmin egemenliği idi,
çünkü burjuvazinin siyasetini "Ortodoks'ların siyasetine bağlayan zincirde bir kopukluk
yoktu.
Bu dönem, kapitalizmin nispeten sakin bir gelişme dönemi, emperyalizmin felâketli
çelişkilerinin henüz açıkça belirmediği, işçilerin ve sendikaların iktisadî grevlerinin az-çok
"normal" bir biçimde geliştiği; seçim savaşımının ve parlamento gruplarının
"başdöndürücü" başarılar sağladığı; legal savaşım biçimlerinin övgülerle göklere
yükseltildiği ve legalite yoluyla kapitalizmin yenilebileceğine inanıldığı bir savaş-öncesi
dönemdi. Kısaca, bu dönem, İkinci Enternasyonal partilerinin kendilerini besiye çekip
semirdikleri, ve devrimi, kitlelerin devrimci eğitimini ciddî olarak düşünmek istemedikleri
bir dönemdi. [sayfa 16]
Tutarlı bir devrimci teorinin yerini, birbirine karşı teorik tezler, kitlelerin gerçek
devrimci savaşımından kopmuş ve modası geçmiş dogmalar haline gelmiş teori parçaları
almıştı. Görünüşü kurtarmak için, Marx'ın teorisi elbette anılıyordu. Ama bu, marksist
teorinin canlı, devrimci ruhunu boşaltmak için yapılıyordu.
Devrimci bir politika yerine, zayıf ve cılız küçük-burjuva oportünizmi, parlamento
diplomasisini ve parlamenter kombinezonları kollayan siyaset esnaflığı, görüşünü
kurtarmak için "devrimci" kararlar ve sloganlar kabul ediliyordu, ama bunlar, büro
çekmecelerinde saklanmak içindi.
Parti eğitimine önem verileceği ve kendi yanılgılarının derslerinden yararlanarak,
partiye, doğru devrimci taktik öğretileceği yerde, bu cansıkıcı sorunlardan ustaca
kaçınılıyor, bu sorunlar örtbas ediliyor, gizleniyordu. Besbelli ki, gene görünüşü kurtarmak
için cansıkıcı bazı sorunlara da değinilmesine razı oluyorlardı; ama bu, nereye çekersen
oraya giden "esnek' bir karara varmak içindi.
İkinci Enternasyonalin çehresi, çalışma yöntemi ve silahları işte böyleydi.
Ama bu sırada yeni bir dönem, emperyalist savaşlar ve proletaryanın devrimci savaşları
dönemi yaklaşıyordu.
Malî sermayenin eşsiz gücü karşısında, eski savaşım yöntemlerinin yetersiz olduğu
açıkça görünüyordu.
İkinci Enternasyonalin bütün etkinliğini, çalışma yöntemini yeniden gözden geçirmek,
küçük-burjuva oportünist ruhu, zaafı ve dargörüşlülüğü, bayağı politikacılığı inkâr
zihniyetini, sosyal-şovenizmi, sosyal-pasifizmi atmak gerekiyordu. İkinci Enternasyonalin
bütün silahlarını gözden geçirmek, paslanmış eski silahları atmak, yeni silahlar edinmek
zorunlu olmuştu. Bu hazırlığı yapmadan, kapitalizmle savaşıma girişmek yararsızdı. Bu
yapılmadıkça, yeni devrimci savaşımda, proletarya, silahı ve cephanesi eksik olarak, hatta
silahsız olarak savaşa girmek tehlikesi ile karşı [sayfa 17] karşıya idi.
İkinci Enternasyonali genel olarak gözden geçirmek ve Augias ahırlarının genel bir
temizliğini yapmak onuru leninizme düştü.
İşte leninizm yöntemi, bu koşullar içinde doğdu ve biçimlendi.
Bu yöntemin ilkeleri nedir?
Birincisi, İkinci Enternasyonalin teorik dogmalarının, kitlelerin devrimci savaşımının
ateşinde, canlı pratik eyleminde işe yarayıp yaramadıklarını sınamak, yani teori ile pratik
arasındaki kaybolan birliği kurmak, teori ile pratik arasındaki ayrılığı birliğe çevirmek
zorunda idi. Çünkü devrimci bir teori ile donatılmış gerçekten proletaryaya özgü bir parti,
ancak böyle yaratılabilir.
İkincisi, İkinci Enternasyonal partilerinin siyasetini, (güvenilmez) slogan ve kararlarına
bakarak değil, yaptıklarını, eylemlerini gözönünde tutarak sınamak gerekirdi. Çünkü
proletarya kitlelerini ve onların güvenini kazanmak, ancak böyle olabilirdi.
Üçüncüsü, partinin bütün çalışmalarını, kitlelerin devrimci savaşıma hazırlanmasını
hedef tutan yeni devrimci bir tarzda yeniden örgütlendirmek gerekti, çünkü kitleler
proletarya devrimine ancak böyle hazırlanabilir.
Dördüncüsü, proleter partilerinin özeleştirisi, kendi yanılgılarından aldıkları derslere
dayanarak eğitimi zorunlu idi; çünkü gerçek kadrolar, gerçek parti önderleri ancak bu
yoldan yetiştirilebilir.
Leninizmin yönteminin özü ve temeli bunlardır. Bu yöntem, pratikte nasıl uygulandı?
İkinci Enternasyonal oportünistlerinin bir sürü teorik dogması vardır ve bu dogmaları
yineleyip dururlar. Bunlardan birkaçını ele alalım:
Birinci dogma: proletaryanın iktidara geçiş koşullarına ilişkindir. Oportünistler,
proletaryanın, ülkenin çoğunluğunu [sayfa 18] oluşturmadan iktidarı ele geçiremeyeceğini
ve geçirmemesi gerektiğini söylerler. Bunun kanıtı yoktur; çünkü bu saçma tezi, ne teorik,
ne de pratik olarak haklı göstermek olanaksızdır. Lenin, bu İkinci Enternasyonal baylarına,
pekâlâ, dediğinizi kabul edelim, diyor, ama nüfusun azınlığını oluşturan proletarya, emekçi
kitlelerin büyük çoğunluğunu kendi çevresinde toplayabildiği (savaş, tarım bunalımı vb.
gibi) bir tarihsel durum meydana gelince, niçin iktidarı ele geçirmesin? Proletarya,
sermayenin cephesini yarmak ve genel gelişmeyi hızlandırmak için elverişli uluslararası ve
iç durumdan niçin yararlanmasın? Marx, daha 1850 yıllarında "Köylü Savaşının bir ikinci
baskısı" proletarya devrimine yardım edebilirse, Almanya'da devrimin "çok güzel" koşullar
sağlayacağını söylememiş miydi? O zaman, Almanya'da proleterlerin sayısının, örneğin
1917'de Rusya'daki proleter sayısından daha az olduğunu bilmeyen var mı? Rus proletarya
devriminin pratiği, İkinci Enternasyonal kahramanlarının pek değer verdikleri bu
dogmanın, proletarya için hiç bir hayatî önemi olmadığını göstermemiş midir? Kitlelerin
devrimci savaşım pratiğinin, bu eskimiş dogmayı tuzbuz ettiği besbelli değil mi?
İkinci dogma: ülkeyi yönetmeye yetenekli, eğitilmiş kimselerden ve yöneticilerden
yeteri kadar hazır kadrolara sahip değilse, proletarya, iktidarı koruyamaz; dolayısıyla
ilkönce kapitalist rejimde kadroları yetiştirmeli, sonra iktidara geçmelidir. Lenin, bunu
şöyle yanıtlar: bunun doğru olduğunu kabul edelim; ama sorunu niçin tersine
çevirmemeli? İlkönce iktidara geçip, sonra, her adımda yedi fersah aşan tılsımlı çizmeleri
ayağa giymek, çalışan kitlelerin kültür düzeyini yükseltmek, işçi çevrelerinden çıkma
kalabalık yönetici kadroları yetiştirmek için, ileri atılmak niçin olanaklı olmasın? Rusya
pratiği, işçi çevrelerinden çıkma yöneticiler kadrosunun, proletarya iktidarı altında
sermaye iktidarında olduğundan yüz kez daha çabuk ve daha iyi [sayfa 19] gelişeceğini
göstermemiş midir? Kitlelerin devrimci savaşımının pratiğinin, oportünistlerin bu
dogmasını da hiç acımadan ezip yerlebir ettiği açık değil mi?
Üçüncü dogma: genel siyasal grev yöntemi, teorik dayanaktan yoksundur (Engels'in
eleştirisine bakınız) ve (ülkenin iktisadî yaşamının düzenini bozabileceği, sendika
kasalarını boşaltabileceği için) pratikte de tehlikelidir; bu yöntem, proletaryanın sınıf
savaşımının başlıca biçimi olan parlamenter savaşım biçimlerinin yerini tutamaz. Ama
ilkönce, Engels, her genel grevi yermiş değildir, yalnızca bir tür genel grevi, anarşistlerin
siyasal savaşımın yerine konulmasını savundukları iktisadî grevi yermiştir. Bunun genel
siyasal grev ile ne ilişkisi olabilir? İkinci olarak, parlamenter savaşım biçiminin
proletaryanın başlıca savaşım biçimi olduğu kim tarafından ve nerede tanıtlanmıştır?
Devrim hareketinin tarihi, parlamenter savaşımın, proletaryanın parlamento-dışı
savaşımının yalnızca bir hazırlığı, bir yardımcı aracı olduğunu göstermez mi? Üçüncü
olarak, parlamenter savaşımın yerine genel siyasal grevin konulacağını nereden
çıkarmışlardır? Genel siyasal grev yanlıları, parlamenter savaşım biçimleri yerine
parlamento-dışı savaşım biçimleri koymaya nerede ve ne zaman kalkışmışlardır?
Dördüncü olarak, Rusya'da devrim, genel siyasal grevin, proletarya devriminin en büyük
kitlelerinin seferber edilmesi ve örgütlenmesi için en önemli bir araç olduğunu
göstermemiş midir? Öyleyse, iktisadî yaşamın düzenli seyrinin bozulacağı, sendika
kasalarının boşalacağı yolundaki ikiyüzlü yakınmalar, burada yersiz değil midir? Devrimci
savaşım pratiğinin bu dogmayı da yıktığı açık değil midir?
Vb., vb..
Bunun içindir ki, Lenin, "devrimci teorinin bir dogma olmadığını", bu teorinin "ancak
gerçekten kitlesel ve gerçekten devrimci bir hareketin pratiği ile sıkı sıkıya bağlı olarak
kesin biçimini aldığını" (["Sol" Komünizm] Bir [sayfa 20] Çocukluk Hastalığı) söylerdi;
çünkü teori, pratiğe hizmet etmelidir; çünkü "teori, pratiğin ileri sürdüğü soruları yanıtlamalıdır" (Halkın Dostları [Kimlerdir ve Sosyal-Demokratlara Karşı Nasıl Savaşırlar?])
çünkü teori, verilerin sınavından geçmelidir.
İkinci Enternasyonal partilerinin siyasal sloganlarına ve siyasal kararlarına gelince,
karşı-devrimci çalışmalarını parlak sloganlar ve kararlarla gizleyen bu partilerin izledikleri
siyasetin bütün yalan ve kokuşmuşluğunu anlayabilmek için "savaşa karşı savaş"
sloganlarının öyküsünü anımsamak yeter. Bale Kongresinde İkinci Enternasyonalin
tantanalı gösterilerini herkes anımsar; bu kongrede, emperyalistler, savaş çıkartmaya cüret
ettikleri takdirde, devrimin bütün dehşetiyle tehdit edildiler ve korkunç "savaşa karşı
savaş" sloganı burada formüle edildi. Ama aradan bir zaman geçtikten sonra, savaşın
eşiğinde bulunulduğu bir sırada, Bale kararının büro çekmecelerine kitlendiğini ve
kapitalist yurt uğruna işçilerin birbirlerini öldürmeleri için yeni bir sloganın ortaya
atıldığını kim anımsamaz? Devrimci slogan ve kararların, eylemle gerçekleştirilmedikçe
metelik etmeyeceği açık değil midir? Oportünizmin siyasetçilerinin bütün alçaklığını ve
leninizm yönteminin önemini anlatmak için, emperyalist savaşın iç savaşa
dönüştürülmesini hedef tutan leninist siyaseti, İkinci Enternasyonalin savaş sırasındaki
ihanet siyasetiyle karşılaştırmak yeter. Burada Lenin'in Proletarya Devrimi ve Dönek
Kautsky adlı yapıtından, İkinci Enternasyonalin önderi Kautsky'yi; partililerin
hareketlerine göre değil, kâğıt üzerinde kalan sloganlarına ve kararlarına dayanarak
değerlendirme çabasından ötürü şiddetle eleştiren bir pasajı anmaktan kendimi
alamayacağım.
"Sloganların ilânının bir şeyi değiştirdiğini sanırken Kautsky, baştanaşağı ikiyüzlü, tipik
küçük-burjuva bir siyaset uygulamaktadır. Burjuva demokrasisinin bütün tarihi, [sayfa 21]
bu hayalin yanlışlığını tanıtlar: halkı aldatmak için burjuva demokratlar, istenen bütün
'sloganları' formüle etmişlerdir ve hâlâ da etmektedirler. Sözkonusu olan, bu partilerin
içtenliğini sınamaktır, sözleri ile eylemlerini karşılaştırmak, idealist, şarlatanca sözlerle
yetinmemek, partilerin sınıf gerçekliklerini aramaktır." (c. XXIII, s. 377, Rusça.) Düşünceyi
körelten ve partinin kendi hatalarından ders alma yoluyla sağladığı eğitimini dizginleyen
İkinci Enternasyonal partilerinin özeleştiri korkularından, hatalarını gizleme, cansıkıcı
sorunların üstünü örtme, işlerin tatmin edici biçimde gittiği sanısını uyandırmak için
eksikliklerini gizleme huylarından burada söz bile etmiyorum; o huy ki, Lenin tarafından
güçlükleri belirtilmiş ve bütün çıplaklığı ile sergilenmiştir. Lenin, "Sol" Komünizm adlı
yapıtında proleter partilerinde özeleştiri üzerine şöyle yazıyordu:
"Bir siyasal partinin kendi yanılgıları karşısındaki tutumu, bu partinin ciddî olup
olmadığını, kendi sınıfına karşı ve emekçi yığınlara karşı görevlerini yerine gerçekten
getirip getirmediğini saptayabilmemiz için, en önemli ve en güvenilir ölçütlerden biridir.
Yanılgısını içtenlikle kabul etmek, nedenlerini arayıp bulmak, bu yanılgıya yolaçan
koşulları tahlil etmek, yanılgıyı doğrultma yollarını dikkatle incelemek; işte ciddî bir
partinin belirtileri bunlardır, bu, ciddî bir parti için görevlerini yerine getirmek, sınıfı ve
ardından da yığınları eğitmek ve bilinçlendirmek demektir." (c. XXV, s. 200, Rusça.)[3]
Bazıları, kendi öz hatalarını açıklamanın ve özeleştirinin parti içinde tehlikeli olacağını,
çünkü parti düşmanlarının, bunu, proletarya partisine karşı kullanmalarının olası
olduğunu öne sürerler. Lenin, bu tür karşı çıkmaları önemsiz ve tamamıyla yanlış sayardı.
Daha 1904'te henüz partimizin az üyeli ve zayıf bulunduğu sırada yayınladığı [sayfa 22] Bir
Adım İleri, İki Adım Geri adlı broşüründe, şöyle diyordu:
"Onlar [yani marksistlerin düşmanları –J. St.], bizim tartışmalarımıza şeytanca alkış
tutmakta ya da sinsice gülmektedirler; kuşkusuz onlar benim broşürümden yalnız
partimizin başarısızlık ve kusurları ile ilgili bölümleri seçip, kendi amaçları için kullanmayı
deneyeceklerdir. Rus sosyal-demokratları, daha şimdiden böylesine ufak-tefek şeylerden
tedirgin olmayacak kadar ve bunlara karşın, özeleştiri görevini sürdürecek, işçi sınıfı
hareketi büyüdükçe, kuşkusuz ve kaçınılmaz olarak üstesinden gelecekleri kendi
yanlışlarını inatla sergileyecek kadar çelikleşmişlerdir." (c. VI, s. 161, Rusça.)[4]
Leninizmin yönteminin ayırdedici özellikleri kısaca bunlardır. Lenin'in yönteminin bize
verdiklerinin çoğu, Marx'ın öğretisinde de vardı; o öğreti ki, Marx'ın dediği gibi, "özünde
eleştirici ve devrimcidir". Lenin'in yönteminde baştan sona başat olan, işte bu eleştirici ve
devrimci ruhtur. Ama Lenin'in yöntemini, Marx'ın önceden söylediklerinin basit bir
yinelenmesi saymak yanlış olur. Aslında Lenin'in yöntemi, Marx'ın eleştirici ve devrimci
yönteminin, materyalist diyalektiğinin yalnızca yeniden kuruluşu değil, bu yöntemin
somutlaştırılması ve daha da geliştirilmesidir.
III. TEORİ
Bu konuya ilişkin üç soruna değineceğim: 1) teorinin proletarya hareketi için önemi; 2)
kendiliğindenlik "teori"sinin eleştirisi; 3) proletarya devriminin teorisi.
1) Teorinin önemi. Bazıları, leninizmin, pratiğin teoriye üstünlüğü olduğunu sanırlar;
şu anlamda ki, leninizmin de, aslında, marksist ilkelerin uygulanması olduğunu
düşünürler; teoriye gelince, leninizmin bununla uzunboylu [sayfa 23] ilgilenmediğini
sanırlar. Plehanov'un, birkaç kez, Lenin'in, teoriyi, özellikle felsefeyi "umursamaması"ndan
alayla sözettiği bilinir. Öte yandan, bilindiği gibi, bugün, özellikle koşulların kendilerine
yüklediği büyük pratik çalışma yüzünden birçok leninist pratikçi arasında teori pek
geçerlikte değildir. Lenin ve leninizm konusundaki bu gülünç görüşün tamamıyla yanlış
olduğunu ve hiç bir biçimde gerçeğe uymadığını ve pratikçilerin teoriye sırtlarını dönme
eğiliminin leninizm ruhuna tamamıyla aykırı olduğunu ve dava için tehlikeler taşıdığını
söylemeliyim.
Teori, bütün ülkelerin işçi hareketlerinin genel biçimi ile ele alınan deneyimidir.
Kuşkusuz ki teori, devrimci pratiğe bağlanmadıkça amaçsız kalır; tıpkı yolu devrimci
teori ile aydınlatılmayan pratiğin, karanlıkta, elyordamıyla yürümesi gibi. Ama teori,
devrimci pratik ile çözülmez bir bağlılık halinde gelişince, işçi Hareketinin büyük bir gücü
haline gelebilir. Çünkü, harekete, güvenliği, yönünü belirleme gücünü ve olayların iç
bağıntılarının anlaşılmasını, teori ve yalnız teori sağlayabilir; çünkü teori ve yalnız teori,
yalnızca sınıfların bugün hangi yönde ve nasıl hareket ettiklerine değil, aynı zamanda bu
sınıfların en yakın bir gelecekte, hangi yönde ve nasıl hareket edecekleri pratiğini
anlamamıza yardım edebilir. Şu ünlü tezi söyleyen ve birçok kez yineleyen Lenin'den
başkası değildir: "Devrimci teori olmadan, devrimci hareket olamaz."[5] (Ne Yapmalı? c.
IV, s. 380, Rusça.)[6]
Lenin, teorinin büyük önemini herkesten daha iyi anladı, özellikle bizim partimiz gibi,
uluslararası proletaryanın öncüsü rolünü yüklenmiş ve karmaşık bir iç ve uluslararası bir
durumla karşılaşan bir parti için teori özellikle önemlidir. Lenin, daha 1902'de, partimizin
bu özel rolünü önceden görerek, "... yalnızca, öncü savaşçı rolünün ancak [sayfa 24] en ileri
teorinin kılavuzluk ettiği bir parti ile yerine getirilebileceğini" (ibidem) anımsatmayı
zorunlu görüyordu.
Lenin'in, partimizin rolü konusundaki bu kehanetinin gerçekleştiği bugünde, Lenin'in
bu tezinin özel bir önem ve güç kazandığı, tanıtlamayı gerektirmeyecek kadar açıktır.
Engels'ten Lenin'e kadarki dönemde, bilimin en önemli buluşlarının materyalist
felsefede genelleştirilmesi ve marksistler arasındaki anti-materyalist akımların
eleştirilmesi gibi en ciddî görevlerden birini Lenin'in kendisinin yüklenmesi, onun, teoriye
verdiği büyük önemin en parlak ifadesi sayılmalıdır. Engels, "Materyalizm, doğabilimleri
alanında çağ açan her yeni buluş ile kaçınılmaz olarak biçimini değiştirmek zorundadır"[7]
derdi. Lenin'in Materyalizm ve Ampiryokritisizm adlı önemli yapıtıyla, kendi çağında bu işi
başardığı bilinmektedir. Lenin'in felsefeyi "umursamama"sıyla alay eden Plehanov'un
böyle bir işi ciddî olarak üzerine almaya bile cüret etmediği bilinen bir şeydir.
2. Kendiliğindenlik "teori"sinin eleştirisi ya da harekette öncünün rolü.
Kendiliğindenlik "teori"si oportünizmin teorisidir, işçi hareketinin kendiliğindenliğini
yüceltme teorisidir; bu, eylemde işçi sınıfı öncü güçlerinin, işçi sınıfı partisinin yönetici
rolünün yadsınması teorisidir.
Kendiliğindenliğe tapınma teorisi, işçi hareketinin devrimci niteliğine taban tabana
karşıttır; bu teori, hareketin, kapitalizmin temellerine karşı savaşıma doğru yönelmesine
engel olur, hareketin ancak gerçekleşmesi olanaklı olan ve kapitalizm için "kabul edilebilir"
istemler çizgisini izlemesi gerektiği anlamını taşır. Tamamıyla "en az direnme çizgisini"
destekler. Kendiliğindenlik teorisi, trade-union'cu ideolojidir.
Kendiliğindenliği yüceltme teorisi, kendiliğinden [sayfa 25] harekete, bilinçli, planlı bir
nitelik verilmesine karşı çıkar; bu teori, partinin, işçi sınıfının başında yürümesine,
partinin, kitlelerin siyasal bilinç düzeyini yükseltmesine, partinin harekete kılavuzluk
etmesine karşıdır. Bu teori, hareketin bilinçli öğelerinin hareket seyrini izlemesine engel
olmamalarını, partinin kendiliğinden hareketi gözlemekle yetinmesini, hareketin ardından
sürüklenmesini ister. Kendiliğindenlik teorisi, hareket içindeki bilinç öğesinin rolünün
azaltılması teorisidir, "kuyrukçuluk" ideolojisidir; bu teori, tüm oportünizmin mantıksal
temelidir.
"Ekonomistler" denilen ve birinci Rus devriminden az önce sahneye çıkan bu teorinin
yandaşları, aslında, Rusya'da bağımsız bir işçi partisinin zorunluluğunu reddediyorlar; işçi
sınıfının çarlığı devirme uğrundaki devrimci savaşımına karşı koyuyorlar, hareket içinde
salt trade-union'culuk siyasetini öğütlüyorlar ve genel olarak işçi hareketini liberal
burjuvazinin egemenliğine teslim ediyorlar.
Eski İskra'nın savaşımı ve Lenin'in Ne Yapmalı? adlı yapıtında "kuyrukçuluk" teorisinin
parlak eleştirisi, "ekonomizm"i yıkmakla kalmadı, aynı zamanda, Rus işçi sınıfının
gerçekten devrimci hareketinin teorik temellerini yarattı.
Bu savaşım olmasaydı, Rusya'da bağımsız bir işçi partisinin yaratılmasını ve bu partinin
devrimde kılavuz rol oynamasını düşünmek bile saçma olurdu.
Ama kendiliğindenlik teorisine aşırı hayranlık, yalnızca Rusya'ya özgü bir olay değildir.
Bu teori, istisnasız bütün İkinci Enternasyonal partilerinde, biraz farklı biçimde de olsa,
geniş ölçüde yayılmıştır. Ben, burada, her şeyi mazur gösteren, herkesi uzlaştıran, olayları
saptayan ve iş işten geçtikten sonra bunları açıklamaya kalkışan ve olayları saptadıktan
sonra görevini tamamlanmış kabul eden İkinci Enternasyonal önderleri tarafından tahrif
edilmiş "üretici güçler" teorisi diye tanınan teoriden sözediyorum. Marx, [sayfa 26]
materyalist teorinin, dünyayı açıklamakla yetinemeyeceğini, dünyayı değiştirmekle de
yükümlü olduğunu söylerdi. Ama buna karşın, Kautsky ve yandaşları, bununla hiç
ilgilenmiyorlar ve Marx'ın formülünün yalnız birinci kısmını alıyorlar.
Bu "teori"nin uygulanmasının birçok örneklerinden biri şudur: emperyalist savaştan
önce, emperyalistler savaşı başlattıkları takdirde, İkinci Enternasyonal partileri, "savaşa
karşı savaş" tehdidinde bulundu, deniliyor. Savaşın eşiğinde, bu partilerin "savaşa karşı
savaş" sloganını büro çekmecelerine kilitledikleri ve bu sloganın tam tersi olan
"emperyalist yurt uğruna savaş" sloganını gerçekleştirdikleri söyleniyor. Bu slogan
değiştirme, milyonlarca işçinin ölümüne neden oldu, deniliyor. Ama burada suçluların
bulunduğunu, işçi sınıfına ihanet etmiş, ya da onu elevermiş kimselerin bulunduğunu
sanmak hata olur, deniliyor. Hiç de öyle değil! Her şey, olması gerektiği gibi olmuştur.
Çünkü, ilkönce [İkinci] Enternasyonal, bir "barış aracıdır", savaş aracı değildir. İkinci
olarak, çünkü o zamanki "üretici güçlerin düzeyi" ile başka bir şey yapmak olanaklı değildi.
"Kabahat", "üretici güçler "dedir. Bay Kautsky'nin "üretici güçler" teorisi, bize tam olarak
bunu açıklar. Ve kim bu "teori"ye inanmazsa, marksist değildir. Ya partilerin rolü?
Bunların eylem içindeki önemleri? Ama "üretici güçlerin düzeyi" kadar kesin bir etken
karşısında bir parti ne yapabilirdi ki?..
Marksizmin bu çeşit tahriflerinin bir sürü örneğini vermek olanaklıdır.
Oportünizmin çıplaklığım örtmeye yarayan bu tahrif edilmiş "marksizm"in, Lenin'in
daha ilk Rus devriminden önce savaşım verdiği şu "kuyrukçuluk" teorisinin Avrupa
modasına uydurulmuş bir türünden başka bir şey olmadığı, tanıt gerektirmeyecek kadar
açıktır.
Batıda gerçekten devrimci partilerin yaratılabilmesi [sayfa 27] için teorinin bu biçimde
tahrifinin önlenmesi şarttır.
3. Proletarya devrimi teorisi. Proletarya devriminin leninist teorisi, üç temel tezden
çıkar.
Birinci tez. – İlerlemiş kapitalist ülkelerde, sermayenin egemenliği; malî sermayenin
başlıca işlemlerinden biri olarak esham ve tahvilât emisyonu; emperyalizmin
temellerinden biri olan hammadde kaynaklarına sermaye ihracı; malî sermayenin
egemenliğinin sonucu olarak malî oligarşinin çok büyük gücü; bütün bunlar, tekelci
kapitalizmin asalak niteliğini kabaca belirtir, tröstlerin, kapitalist konsorsiyumların
boyunduruğunu yüz kat daha dayanılmaz hale getirir, işçi sınıfının kapitalizmin
temellerine karşı öfkesini artırır, kitleleri proletarya devrimine götürür. (Lenin'in
Emperyalizm''ine bakınız.)
Bundan birinci sonucu çıkarabiliriz: kapitalist ülkelerde devrimci bunalımın
ağırlaşması, "metropollerde", iç proleter cephede patlama öğelerinin artması.
İkinci tez. – Sömürgelere ve bağımlı ülkelere gittikçe artan sermaye ihracı, "nüfuz
bölgeleri"nin ve sömürgelerin yeryüzünün tamamına yayılması; kapitalizmin, dünya
nüfusunun büyük çoğunluğunu, bir avuç "gelişmiş" ülke yararına malî anlamda
köleleştiren ve sömürgeci baskı altında tutan bir dünya sistemine dönüşmesi – bütün
bunlar, bir yandan çeşitli ulusal ekonomileri ve çeşitli ulusal toprakları, dünya ekonomisi
denen bir tek zincirin halkaları haline getirirken, öte yandan da dünya nüfusunu ikiye
böldü: geniş sömürgeleri ve bağımlı ülkeleri sömüren ve onlara zulmeden bir avuç "ileri"
kapitalist ülke ile, emperyalist boyunduruktan kurtulmak için savaşım vermek
zorunluluğunda olan sömürgelerin ve bağımlı ülkelerin büyük çoğunluğu. (Emperyalizm'e
bakınız.)
Bundan ikinci sonuç çıkarılabilir: Sömürgelerde devrimci bunalımın ağırlaşması, dış
cephede, sömürgeler cephesinde, emperyalizme karşı gittikçe artan sayıda ayaklanma
öğeleri. [sayfa 28]
Üçüncü tez. – "Nüfuz alanları"na ve sömürgelere tekelci sermayenin sahip olması;
dünya topraklarını gaspetmiş olan ülkelerle bu topraklardan "pay" isteyen ülkeler arasında
dünyanın yeniden paylaşılması için kudurmuşça savaşıma varan ayrı ayrı kapitalist
ülkelerin eşit olmayan gelişmesi; bozulan "denge"yi yeniden kurmanın biricik aracı olan
emperyalist savaşlar – bütün bunlar, emperyalizmi zayıf düşüren, ve iki cephenin,
devrimci proletarya cephesinin ve sömürgelerin kurtuluş cephesinin, emperyalizme karşı
birleşmesini kolaylaştıran üçüncü cephede savaşımın, kapitalist devletler arasında
savaşımın şiddetlenmesine neden olur. (Emperyalizm'e bakınız.)
Bundan da üçüncü sonuç çıkarılabilir: emperyalizm koşullarında savaşlardan
kaçınılamaz ve emperyalizmin dünya cephesine karşı, Avrupa'da proleter devrim ile
Doğuda sömürgesel devrim arasında birtek dünya cephesi oluşturacak ittifak
kaçınılmazdır.
Bütün bu sonuçları, Lenin, şu genel sonuçta toplamıştır: "Emperyalizm, proletarya
toplumsal devriminin hemen öncesidir."[8] (Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek
Aşaması, "Önsöz", c. XIX, s. 71, Rusça.)[9]
Dolayısıyla proletarya devrimi sorunlarının ele alınışı, dolayısıyla devrimin niteliği,
kapsamı, derinliği, genel olarak devrimin şeması değişmiş bulunmaktadır.
Eskiden proletarya devrimine hazırlık döneminin önkoşullarının tahlili, genellikle tek
başına ele alınan şu ya da bu ülkenin ekonomik durumu bakımından yapılırdı. Şimdi artık
sorunun bu tarzda alınması yetersizdir. Şimdi sorunu, bütün ülkelerin ya da ülkelerin
çoğunluğunun ekonomik durumu açısından, dünya ekonomik durumu bakımından ele
almak gerekir; çünkü ülkeler ve ulusal ekonomiler kendi [sayfa 29] kendilerine yeter
birimler olmaktan çıkmışlar, dünya ekonomisi demlen bir zincirin halkaları haline
gelmişlerdir; çünkü eski "uygar" kapitalizm gelişerek emperyalizm olmuştur; emperyalizm
ise dünya nüfusunun büyük çoğunluğunun bir avuç "ileri" ülke yararına, malî bakımdan
köleleleştirilmesi ve sömürgeci baskı altına alınmasıdır.
Eskiden ayrı ayrı ülkelerde ya da daha doğrusu, gelişmiş şu ya da bu ülkede, proletarya
devrimi için nesnel koşulların varlığından ya da yokluğundan sözetmek âdetti. Şimdi, bu
görüş artık yetersizdir. Şimdi devrim için, nesnel koşulların, dünya emperyalist ekonomi
sisteminin tümünde eksiksiz bir bütün olarak bulunup bulunmadığından sözetmek
gerekir; çünkü, sistem, tümü ile, devrim için olgunlaşmış ise, ya da daha doğrusu,
olgunlaştığı için, bu sistemin içinde sanayi yönünden yeter derecede gelişmemiş bazı
ülkelerin bulunması, devrim için aşılmaz bir engel olamaz.
Eskiden, gelişmiş şu ya da bu ülkede proletarya devriminden, sermayenin şu ya da bu
ulusal cephesine karşı duran, bu cephenin taban tabana karşıtı olan belirli ve kendi
kendine yeten bir varlık gibi sözetmek âdetti. Şimdi artık bu görüş yetersizdir. Şimdi dünya
proletarya devriminden sözetmek gerekir, çünkü sermayenin ayrı ayrı ulusal cepheleri,
emperyalizmin dünya ölçüsünde cephesi denilen ve bütün ülkelerin devrimci hareketinin
genel cephesi ile çatışma halinde bulunan birtek zincirin halkaları haline gelmiştir.
Eskiden proletarya devriminin, yalnızca, belirli bir ülkenin iç gelişmesinin bir sonucu
olduğu düşünülürdü. Artık bu görüş de yetersizdir. Şimdi proletarya devriminin, her
şeyden önce, emperyalizmin dünya sistemindeki çelişkilerinin gelişmesi sonucu,
emperyalist cephe zincirinin şu ya da bu ülkede kırılmasının sonucu olarak düşünülmesi
gerekir.
Devrim nerede başlayacak? Sermayenin cephesi önce nerede, hangi ülkede
yarılabilecek?
Eskiden bu soruya, sanayiin en gelişmiş olduğu yerde, [sayfa 30] proletaryanın
çoğunluğu meydana getirdiği yerde, daha yüksek kültür, daha çok demokrasi olan yerde
diye yanıt verilirdi.
Hayır –der leninist devrim teorisi–, devrimin sanayiin en gelişmiş vb. olduğu yerde
başlaması zorunlu değildir. Sermayenin cephesi, emperyalizm zincirinin en zavıf olduğu
yerde yarılacaktır; çünkü proletarya devrimi, dünya emperyalist cephe zincirinin
kırılmasının sonucudur ve devrime başlayan ülke, sermayenin cephesini yaran ülke,
kapitalist anlamda daha gelişmiş ülkelere oranla daha az gelişmiş olabilir ve bununla
birlikte, kapitalizmin çerçevesi içinde bulunabilir.
1917'de dünya emperyalist cephesi zinciri, Rusya'da, öbür ülkelerinkinden daha zayıftı.
Ve bu noktada kırılarak proletarya devrimine yolaçtı. Niçin? Çünkü Rusya'da halk
devriminin en büyüğü gelişmekteydi ve bu devrimin başında, büyük toprak sahipleri
tarafından ezilen ve sömürülen milyonlarca köylü gibi önemli bir müttefiki olan devrimci
bir proletarya yürüyordu. Çünkü orada devrimin düşmanı, bütün manevî otoritesini
kaybetmiş ve bütün halkın nefretini haketmiş olan çarlık gibi emperyalizmin iğrenç bir
temsilcisi idi. Rusya, zincirin daha zayıf bulunduğu nokta idi, oysa Rusya, kapitalizm
bakımından, Örneğin Fransa'dan ve Almanya'dan, İngiltere'den ya da Amerika'dan daha az
gelişmişti.
Yakın gelecekte zincir nereden kırılacaktır? Gene en zayıf bulunduğu noktadan.
Zincirin, örneğin Hindistan'da kırılması olanaksız değildir. Niçin? Çünkü Hindistan'da
genç ve ateşli bir devrimci proletarya var, ve bu proletarya, ulusal kurtuluş hareketi gibi
itiraz kabul etmeyen bir müttefike sahip. Çünkü, bu ülkede, devrime karşı duran düşman,
her türlü manevî saygınlıktan yoksun ve Hindistan'ın bütün ezilen ve sömürülen
kitlelerinin nefretini haketmiş olan, herkesin tanıdığı yabancı emperyalizmdir. [sayfa 31]
Zincirin Almanya'da kırılması da pek mümkündür. Niçin? Çünkü örneğin Hindistan'da
yürürlükte olan etkenler, Almanya'da etkilerini göstermeye başlamıştır. Ama, Hindistan'ın
gelişme düzeyi ile Almanya'nın gelişme düzeyi arasındaki büyük fark, Almanya'da
devrimin gidişine ve sonuçlarına damgasını basmaktan geri kalmayacaktır.
İşte bunun için Lenin şöyle der:
"... Batı Avrupalı kapitalist ülkeler sosyalizme doğru gelişimlerini tamamlayıncaya dek
dayanabilecek miyiz? ... Onlar bu gelişimlerini, sosyalizmin yavaş yavaş 'olgunlaşması'
yoluyla değil, emperyalist savaşta yenilen ülkelerden ilkinin sömürülmesi ile birlikte
Doğunun tümünün sömürülmesi yoluyla tamamlıyorlar. Öte yandan kesinlikle Birinci
Emperyalist Savaşın sonucu olarak Doğu, tamamıyla devrimci hareketin içine çekilmiştir,
tamamıyla dünya devrimci hareketinin genel girdabı içine çekilmiştir." ("Az Olsun, Temiz
Olsun", c. XXVII, s. 415-416, Rusça.)[10]
Kısaca, genel kural olarak, emperyalist cephenin zinciri, halkaların en zayıf olduğu
noktada kırılmalıdır; ve bu noktanın ille de kapitalizmin en gelişmiş olduğu, proleterlerin
yüzde şu, köylülerin yüzde bu kadar olduğu bir ülke olması şart değildir.
Bundan dolayı, proletarya devrimi sorunu karara bağlanırken belirli bir ülkenin
proletaryasının genel nüfusa oranı hakkında istatistik hesaplara, emperyalizmin ne
olduğunu anlamamış olan ve devrimden tıpkı vebadan korkar gibi korkan İkinci
Enternasyonal yorumcularının verdikleri özel önem tamamıyla büyütülmüştür.
Devam edelim. İkinci Enternasyonalin kahramanları, bir yanda burjuva demokratik
devrimle, öte yanda proletarya devrimi arasında, ikisini azçok uzun zaman aralığıyla
birbirinden ayıran uçurum, hiç değilse bir Çin Şeddi [sayfa 32] bulunduğunu ve bu zaman
aralığında iktidara geçen burjuvazinin kapitalizmi geliştirdiğini, proletaryanın ise güçlerini
biriktirdiğini ve kapitalizme karşı "kesin savaşıma" hazırlandığını iddia ederlerdi (ve hâlâ
iddia da etmektedirler). Genellikle, bu sürenin onlarca yıl, hatta daha uzun bir zaman
alacağı tahmin edilir. Emperyalizm koşulları içinde bu Çin Şeddi "teori"sinin bilimsel
değerden yoksun olduğunu, burjuvazinin karşı-devrimci hırsını gizlemeye, saklamaya
yarayan bir araç olduğunu tanıtlamanın hiç gereği yoktur. Çatışmaların ve savaşların
filizini özünde taşıyan emperyalizm koşullarında, "sosyalist devrimin arifesi" koşullarında,
devrimci hareket dünyanın bütün ülkelerinde büyürken, "gelişen" kapitalizmin
"cançekişen" kapitalizme dönüştüğünü (Lenin); emperyalizmin, çarlık ve feodalizm dahil,
istisnasız bütün gerici akımlarla ittifak kurduğu ve böylelikle Batının proleter hareketinden
Doğunun ulusal kurtuluş hareketine kadar bütün devrimci güçlerin ittifakını zorunlu
kıldığı; feodal rejimin kalıntılarını ortadan kaldırmanın emperyalizme karşı devrimci
savaşıma girişmeden olanaksız olduğu bu sırada, burjuva demokratik devrimin azçok
gelişmiş ülkede proletarya devrimine yaklaşmak zorunluluğunda olduğu, birincinin
ikinciye dönüşmesi gerektiği, tanıtlanmaya gereksinme göstermeyecek kadar açıktır.
Rusya'da devrimin tarihi, bu tezin doğruluğunu, apaçık kanıtlarıyla tanıtlamıştır. Lenin'in,
daha 1905'te, birinci Rus devriminin arifesinde, İki Taktik adlı broşüründe, burjuva
demokratik devrimle sosyalist devrimi bir tek zincirin iki halkası olarak, bir tek tablo
olarak, Rus devrimini kucaklayan bütün bir tablo olarak göstermesi nedensiz değildi.
"Proletarya, kuvvet yoluyla otokrasiyi ezmek ve burjuvazinin tutarsızlığını etkisiz hale
getirmek için köylü yığınlarıyla ittifak kurarak demokratik devrimi sonuna kadar
götürmelidir. Proletarya, kuvvet yoluyla burjuvazinin direncini kırabilmek için, köylülüğün
ve küçük-burjuvazinin [sayfa 33] kararsızlığını etkisiz hale getirmek için, halkın yarıproleter unsurlarıyla ittifak kurarak sosyalist devrimi başarmalıdır. Yeni-İskra grubunun
devrimin kapsamı konusunda bütün tezlerinde ve kararlarında o denli dar bir biçimde
sundukları proletaryanın görevleri, aslında işte bunlardır." (c. VIII, s. 96, Rusça.)[11]
Lenin'in, leninist devrim teorisinin temel taşlarından biri olarak burjuva devrimin
proletarya devrimine dönüştürülmesi fikrini, İki Taktik adlı yapıtındakinden daha belirgin
bir biçimde ortaya koyduğu öbür ve daha sonraki yapıtlarını anmıyorum.
Öyle görünüyor ki, bazı yoldaşlar, Lenin'in bu fikre ancak 1916'da vardığını; o zamana
kadar Rusya'da devrimin burjuva çerçevesi içinde sınırlı kalacağını ve bunun sonucu
olarak, iktidarın, proletaryanın ve köylülüğün diktatörlük organı biçiminde proletaryanın
eline değil, burjuvazinin eline geçeceğini düşündüğünü sanıyorlar. Bu görüşün, Rus
komünist basınımıza bile girdiği söyleniyor. Bunun kesinlikle yanlış olduğunu ve gerçeğe
uymadığını söylemeliyim.
Lenin'in, 1905'te, Partinin III. Kongresindeki proletaryanın ve köylülüğün
diktatörlüğünü, yani demokratik devrimin zaferini, "düzen örgütü" olarak değil, "savaş
örgütü" olarak nitelendirdiği bilinen söylevini kaynak olarak anabilirim. ("SosyalDemokrasinin Geçici Hükümete Katılması Üzerine Rapor", c. VII, s. 264, Rusça.)
Bundan başka, Lenin'in, Rus devriminin gelişme perspektiflerini açıklayan ve partiyi,
"Rus devriminin birkaç aylık bir hareket değil, yıllarca süren bir hareket olması için;
iktidarı ellerinde tutanlardan koparılan ufak-tefek ayrıcalıklarla yetinilmeyip bu iktidarın
tam olarak devrilmesi için" gerekeni yapmakla görevlendiren "Geçici Hükümet Üzerine"
adlı ünlü makalelerini kaynak olarak anabilirim. Bu [sayfa 34] makalelerde Lenin, bu
perspektifi daha da geliştirmekte ve Avrupa'da devrime bağlayarak şöyle demektedir:
"Bu başarılırsa, o zaman ... o zaman yangının alevleri bütün Avrupa'yı saracaktır;
burjuva gericiliğinin baskısı altında acı çekmekten bıkmış olan Avrupalı işçi de
ayaklanacak ve bize 'işin nasıl yapılacağını' gösterecektir; o zaman Avrupa'daki devrimci
atılım Rusya üzerinde karşı etki yapacak ve birkaç yıllık devrim dönemini on yıllarca süren
devrim dönemi haline getirecektir." ("Sosyal-Demokrasi ve Devrimci Geçici Hükümet", c.
VII, s. 191, Rusça.)
Bundan başka, Lenin'in 1915 Kasımında yayınlanan makalesini de kaynak olarak
gösterebilirim. Bu makalede şöyle denilmektedir.
"Proletarya, iktidarın ele geçirilmesi için, Cumhuriyet için, topraklara elkoymak için ...
burjuva Rusya'yı, askerî-feodal 'emperyalizmin' (=çarlığın) boyunduruğundan kurtarma
işine 'proleter olmayan halk kitlelerinin' katılmasını sağlamak için savaşım veriyor ve
savaşıma yiğitçe devam edecektir. Ve proletarya, burjuva Rusya'yı çarlığın
boyunduruğundan, büyük toprak sahiplerinin toprak üzerindeki egemenliğinden kurtarma
işinden, tarım işçilerine karşı savaşımlarında zengin köylülere yardım etmek için değil,
Avrupa proletaryası ile ittifak halinde sosyalist devrimi tamamlamak için doğrudan
doğruya[12] yararlanacaktır." ("Devrimin İki Çizgisi", c. XVIII, s. 318, Rusça.)
Ve son olarak, Lenin'in Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsky adlı ünlü broşürünü de
kaynak olarak anabilirim. Lenin, bu broşürde, İki Taktik'te Rus devriminin kapsamına
ilişkin yukarda anılan kesimi belirttikten sonra şu sonuca varıyor:
"Her şey söylediğimiz gibi oldu. Devrimin izlediği yol, çıkardığımız sonuçların
doğruluğunu saptadı. İlkönce 'bütün' [sayfa 35] köylülük ile birlikte monarşiye karşı,
büyük toprak sahiplerine karşı, ortaçağ düzenine karşı (ve devrim bu aşamada burjuva
devrim, burjuva demokratik devrim olarak kalıyor); sonra da yoksul köylülük ile birlikte,
yarı-proletarya ile birlikte, bütün sömürülenlerle birlikte, zengin köylüler, kulaklar,
spekülatörler dahil, kapitalizme karşı – ve devrim, artık sosyalist devrim olmuştur. İki
devrim arasında yapay olarak bir Çin Şeddi kurmak, ikisini, proletaryanın hazırlık
derecesiyle, yoksul köylülerle birliği derecesiyle değil de, herhangi bir başka şeyle
birbirinden ayırmak, marksizmin tahrifini son sınırına vardırmaktır, marksizmi
bayağılaştırmaktır, marksizmin yerine liberalizmin konmasıdır." (c. XXIII, s. 391, Rusça.)
Sanırım bu kadarı yeter.
Peki, bu böyleyse, Lenin "sürekli [kesintisiz] devrim" fikrine karşı neden savaşım verdi?
denilebilir.
Çünkü Lenin, çarlığı tamamıyla tasfiye etmek ve proletarya devrimine geçmek için
köylülüğün devrimci olanaklarından sonuna kadar yararlanmayı, köylülüğün devrimci
enerjisini sonuna kadar kullanmayı öneriyordu; oysa "sürekli devrim" yanlıları, Rus
köylülüğünün devrimdeki önemli rolünü anlamıyorlar, köylülüğün devrimci gücünü ve
enerjisini küçümsüyorlar, Rus proletaryasının gücünü ve köylüyü ardından sürükleme
yeteneğini küçümsüyorlar ve bu yüzden de köylüyü burjuvazinin etkisinden kurtarma işini,
köylüyü proletaryanın çevresinde toplama işini güçleştiriyorlardı.
Çünkü Lenin, devrimi, iktidarın proletaryaya geçişi ile taçlandırmak isterken, "sürekli
devrim" yanlıları, işe doğrudan doğruya proletarya devrimi ile başlanacağı fikrindeydiler;
onlar, böylelikle feodalizmin kalıntıları gibi bir "küçük ayrıntı"ya gözlerini yumuyorlar ve
Rusya köylülüğü gibi önemli_bir gücü hesaba katmıyorlardı; böyle bir politikanın,
köylülüğün proletaryadan yana kazanılmasını ancak [sayfa 36] geciktireceğini
anlamıyorlardı.
Demek ki, Lenin, "sürekli" devrim yanlılarına karşı, sürekliliğini savundukları için
savaşım vermiyordu, Lenin'in kendisi de sürekli devrim görüşünden yanaydı. Ama onlara
karşı, proletaryanın en büyük yedeği olan köylülüğün rolünü küçümsedikleri,
proletaryanın egemenliği fikrini anlamadıkları için savaşım veriyordu.
"Sürekli" devrim fikri, yeni bir fikir değildir. Bu fikir, ilkönce, 1850'de Marx tarafından
ünlü Komünist Birliğe Çağrı'da formüle edilmiştir. Bizim "sürekli"cilerimiz, bu fikri,
Marx'tan aldıktan sonra onu değiştirdiler ve değiştirince de fikri bozdular ve işe yaramaz
hale getirdiler. Bu hatayı düzeltmek için, Marx'ın kesintisiz devrim fikrini saf biçimi ile alıp
leninist devrim teorisinin köşe taşlarından biri yapmak için Lenin'in usta eline gerek vardı.
Çağrı'sında komünistleri gerçekleştirmeye davet ettiği bazı demokratik istemleri
sıraladıktan sonra Marx, kesintisiz (sürekli) devrim hakkında şunları söylüyor:
"Demokratik küçük-burjuvazinin, devrimi olabildiğince çabuk ve olsa olsa yukardaki
istemlerin gerçekleşmesiyle sonuçlandırmayı arzulamasına karşılık, azçok mülk sahibi tüm
sınıflar egemen konumlarından uzaklaştırılıncaya dek, proletarya, devlet gücünü ele
geçirinceye ve yalnızca bir tek ülkedeki değil, dünyanın tüm önde gelen ülkelerindeki
proleterlerin birliğinin, bu ülkenin proleterleri arasındaki rekabetin ortadan kalkmış
olduğu ve hiç değilse bellibaşlı üretici güçlerin proleterlerin ellerinde toplanmış bulunduğu
noktaya ulaşıncaya dek, devrimi sürekli kılmak bizim sorunumuz ve bizim
görevimizdir."[13]
Başka bir deyişle:
a) Bizim "sürekli" devrimcilerimizin planlarının tersine, Marx, 1850-1860
Almanya'sında devrime doğrudan [sayfa 37] doğruya proletarya iktidarı ile başlanmasını
asla önermemiştir.
b) Marx, yalnızca proletarya iktidara geçince, devrim yangınını bütün ülkelerde
alevlendirmek için, burjuvazinin kesimlerini birbiri ardından adım adım iktidardan
yuvarlamak yoluyla, devrimin, proletarya devlet iktidarı ile taçlandırılmasını öneriyordu.
Lenin'in bütün öğrettikleri ve emperyalizm koşulları içindeki proletarya devrimi teorisini
izleyerek devrimimiz boyunca bütün gerçekleştirdikleri, bunlara tamamıyla uygundur.
Böylece bizim Rus "sürekli" devrimcilerimiz, Rus devriminde, köylünün rolü gibi
proletaryanın egemenliği fikrini de küçümsemekle kalmadılar, Marx'ın "sürekli" devrim
fikrini de (bozarak) değiştirdiler ve bu fikri pratikte kullanılmaz hale getirdiler.
Bunun içindir ki, Lenin, "sürekli" devrimcilerimizin teorisi ile alay ediyor, bu teoriyi
"orijinal" ve "mükemmel" diye nitelendiriyor, "sürekli" devrimcileri "on yıldan beri,
yaşamın, bu mükemmel teorinin yanından gelip geçmesinin nedenlerini düşünmemekle"
suçluyordu. (Lenin, bu makaleyi, 1915'te, Rusya'da "sürekli" devrimcilerin teorisinin ortaya
çıkışından on yıl sonra yazdı. "Devrimin İki Çizgisi", c. XVIII, s. 317, Rusça.)
Bunun içindir ki, Lenin, bu teoriyi, yarı-menşevik bir teori sayıyor ve şöyle diyordu:
"[Bu teori] bolşeviklerden proletaryanın kesin devrimci savaşıma ve siyasal iktidarın
proletarya tarafından ele geçirilmesine çağrıyı ödünç alırken; menşeviklerden de
köylülüğün rolünün 'tanınmama'sını ödünç alıyor." (Ibidem.)
Lenin'in burjuva demokratik devrimin proleter devrime çevrilmesi, proleter devrime
"hemen" geçmek için burjuva devrimden yararlanılması fikrinin esası budur.
Devam edelim. Eskiden devrimin bir tek ülkede başarıya ulaşması olanaksız
sayılmaktaydı, çünkü burjuvaziyi yenmek için bütün ileri ülkelerin, hiç değilse bu ülkelerin
[sayfa 38] çoğunluğunun proletaryasının, ortak eyleminin gerekli olduğuna inanılıyordu.
Şimdi bu görüş artık gerçeğe uymamaktadır. Şimdi, devrimin bir tek ülkede zaferini olanak
dahilinde görmek gerekir, çünkü emperyalizm koşulları içinde çeşitli kapitalist ülkelerin
birbirine eşit olmayan sıçramak gelişmesi; emperyalizmin bağrında kaçınılmaz savaşlara
neden olan felâketli çelişkilerin gelişmesi, bütün dünya ülkelerinde devrimci hareketin
büyümesi, bütün bunlar, proletaryanın tek tek ülkelerde zaferini yalnız olanaklı değil, hatta
zorunlu kılmaktadır. Rus devriminin tarihi, bunun dolaysız kanıtıdır. Ancak, burada,
burjuvazinin yenilmesinin, yalnızca, kesinlikle gerekli belirli koşulların birleşmesi halinde
gerçekleşebileceğini unutmamak gerekir; bu koşullar gerçekleşmeden proletaryanın
iktidarı ele alması diye bir sorun bile olamaz.
Lenin'in "Sol" Komünizm adlı broşüründe bu koşullara ilişkin olarak söyledikleri
şunlardır:
"Devrimin temel yasası, bütün devrimler tarafından ve özellikle 20. yüzyıldaki üç Rus
devrimi tarafından doğrulanan devrimin temel yasası şudur: devrim olabilmesi için,
sömürülen ve ezilen yığınların, eskiden olduğu gibi yaşamanın olanaksız olduğu bilincine
varmaları ve değişiklik istemeleri yetmez; devrimin olması için, sömürücülerin eskiden
olduğu gibi yaşayamaz ve hükümeti yürütemez duruma düşmeleri gerekir. Ancak
'aşağıdakilerin' eski tarzda yaşamak istemedikleri ve 'yukandakilerin' de eski tarzda
yaşayamadıkları durumdadır ki, ancak bu durumdadır ki, devrim başarıya ulaşabilir. Bu
gerçeği başka biçimde şöyle ifade edebiliriz: (sömürüleni de, sömüreni de etkileyen) bir
ulusal bunalım olmadan devrim olanaksızdır.[14] Böylece bir devrimin olabilmesi için,
ilkin, işçilerin çoğunluğunun (hiç değilse, bilinçlenmiş olan ve aklı eren, siyasal bakımdan
etkin [sayfa 39] işçilerin çoğunluğunun) devrimin gereğini tam olarak anlamış olmaları ve
devrim uğruna yaşamlarını feda etmeye hazır olmaları gerekir; bundan başka, yönetici
sınıfların, en geri yığınları bile siyasal yaşama sürükleyen, hükümeti zayıf düşüren ve
devrimcilerin onu devirmesini olanaklı kılan bir hükümet bunalımından geçmekte olması
gerekir." (c. XXV, s. 222, Rusça.)[15]
Ama bir tek ülkede burjuvazinin iktidarı yerine proletarya iktidarını kurmak, henüz
sosyalizmin tam zaferi değildir, iktidarı sağlamlaştırdıktan ve köylülüğe önderlik ettikten
sonra, muzaffer ülkenin proletaryası, sosyalist bir toplum kurabilir ve kurmalıdır. Ama bu,
sosyalizmin tam zaferi, kesin zaferi böylelikle elde edilecektir demek midir? Başka bir
deyişle, bu, proletarya, yalnız kendi ülkesinin güçleri ile sosyalizmi kesin olarak kurabilir
ve ülkede, dışardan müdahale tehlikesine ve bunun sonucu olarak kapitalizmin yeniden
diriltilmesi tehlikesine karşı tam güvenlik içinde olabilir demek midir? Kuşkusuz ki, bu
demek değildir. Bu güvenliğin sağlanabilmesi için devrimin hiç değilse birkaç ülkede
başarıya ulaşması gerekir. Bu yüzden, devrimi öbür ülkelerde geliştirmek ve desteklemek,
başarılmış olan devrimin asıl ödevidir. Bu nedenle muzaffer ülkenin devrimi, kendisini,
kendi kendine yeter bir varlık olarak değil, bir yardımcı, öbür ülkelerde proletaryanın
zaferini hızlandırmaya yarayan bir araç olarak kabul etmelidir.
Lenin, muzaffer devrimin ödevinin "bütün ülkelerde devrimin gelişmesi,
desteklenmesi, uyanması için bir tek ülkede gerçekleşmesi olanaklı olanın en çoğunu"
(Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsky, c. XXII, s. 385, Rusça) yapmaktan ibaret olduğunu
söyleyerek bu fikri kısaca ifade etmiştir.
Leninist proletarya devrim teorisinin ayırdedici özellikleri, genel çizgileriyle, işte
bunlardır. [sayfa 40]
IV. PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜ
Bu konuya ilişkin üç temel soruna değineceğim: 1) proletarya devriminin aleti olarak
proletarya diktatörlüğü; 2) proletaryanın burjuvaziye egemenliği olarak proletarya
diktatörlüğü; 3) proletarya diktatörlüğünün devlet biçimi olarak sovyet iktidarı.
1. Proletarya devriminin aleti olarak proletarya diktatörlüğü. Proletarya diktatörlüğü
sorunu, her şeyden önce, proletarya devriminin başlıca içeriği sorunudur. Proletarya
devrimi, bu devrimin hareketi, kapsamı, başarıları, ancak proletarya diktatörlüğü ile etekemiğe bürünür. Proletarya diktatörlüğü, proletarya devriminin aleti, organı, birincisi,
devrilmiş olan sömürücülerin direncini kırmak, ikincisi, proletarya devrimini sonuna
kadar götürmek, devrimi sosyalizmin tam zaferine kadar götürmek için yararlanılan en
önemli dayanak noktasıdır. Devrim, proletarya diktatörlüğü olmadan burjuvaziyi yenebilir,
burjuva iktidarını devirebilir. Ama devrim, gelişmesinin belirli bir aşamasında temel
dayanak noktası ödevini gören proletarya diktatörlüğü biçiminde özel bir organ
yaratmazsa, burjuvazinin direncini kıramaz, zaferini koruyamaz ve sosyalizmin kesin zaferi
için ileri yürüyemez.
"Her devrimin temel sorunu, iktidar sorunudur" (Lenin). Bu, iktidarı almakla, iktidarı
ele geçirmekle yetinmek gerekir demek midir? Hayır, bu demek değildir. İktidarın ele
geçirilmesi, ancak başlangıçtır. Bir ülkede devrilmiş olan burjuvazi, birçok nedenden ötürü
onu deviren proletaryadan daha güçlü olan durumunu uzun zaman korur. Bundan dolayı,
iktidarı korumak, sağlamlaştırmak, yenilmez hale getirmek, her şeyden önce gelir. Bunu
sağlamak için ne gereklidir? Hiç değilse zaferin "ertesi günü" proletarya diktatörlüğünün
önüne çıkan üç belli ödevi başarmak gerekir: [sayfa 41]
a) Devrimin iktidardan devirdiği ve mülksüzleştirdiği büyük toprak sahiplerinin ve
kapitalistlerin direncini kırmak, onların, sermayenin iktidarını yeniden kurma
girişimlerini başarısızlığa uğratmak;
b) Bütün emekçileri proletaryanın çevresine toplayarak kuruluş çalışmasını
örgütlendirmek, ve bu çalışmaya, sınıfların ortadan kalkmasını hazırlayacak biçimde yön
vermek;
c) Dış düşmanlara karşı savaşım için, emperyalizme karşı savaşım için devrimi
silahlandırmak, devrim ordusunu kurmak.
Bu ödevleri yerine getirmek için proletarya diktatörlüğü gereklidir.
"Kapitalizmden komünizme geçiş –der Lenin– bir tarihsel dönemin tümünü kapsar. Bu
dönem tamamlanana kadar, sömürücülerin, eskiyi yeniden kurma umudunu beslemeleri
kaçınılmazdır. Bu umut, eski düzeni yeniden kurmak isteyen çabalara da dönüşür. İlk ciddî
yenilgiden sonra, yenilgiyi hiç beklemeyen ve buna inanmayan, iktidarı elden kaçırmak
fikrini kabul etmeyen sömürücüler, kaybolan 'cennet'i yeniden fethetmek için, eskiden o
kadar mutlu bir yaşam süren ve şimdi 'adi halk güruhu' tarafından iflâsa ve yoksulluğa (ya
da 'aşağılık' işlerde çalışmaya) mahkûm edildikleri için, iki kat enerji ile, şiddetli bir
tutkuyla, yüz kat artmış bir kinle savaşa atılırlar ve sömürücü kapitalistlerin ardında
küçük-burjuvazinin büyük kitlesi durur. Bütün ülkelerde, onlarca yıllık tarihsel deneyimin
gösterdiği gibi, küçük-burjuvazi duraksar ve sallanır, bir gün proletaryanın ardında yürür,
ertesi gün devrimin zorluklarından korkuya kapılarak işçilerin ilk yenilgisinde ya da yarıyenilgisinde paniğe kapılır, aklını kaybeder, sağa sola atılır, ağlamaklı olur, bir kamptan
ötekine koşar." (Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsky, c. XXIII, s. 355, Rusça.)
Burjuvazinin ise, eski düzeni yeniden kurmaya çalışmak için kendi nedenleri vardır,
çünkü bu sınıf, devrilmesinden [sayfa 42] sonra, uzun bir zaman proletaryadan daha güçlü
olarak kalır. Lenin der ki:
"Eğer sömürücüler, bir tek ülkede yenilgiye uğratılırlarsa –bu, elbette tipik bir
durumdur, çünkü devrimin aynı zamanda birkaç ülkede birden başarıya ulaşması ender bir
istisnadır–, yenilmiş olmalarına karşın, sömürülenlerden daha güçlü olarak kalırlar."
(Ibidem, s. 354.)
Devrilen burjuvazinin gücü nereden gelir?
Birincisi, "uluslararası sermayenin gücünden, uluslararası bağlantılarının gücü ve
dayanıklılığından." (Lenin, "Sol" Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı, c. XXV, s. 173,
Rusça.)[16]
İkincisi, "Devrimden sonra, uzun süre sömürücülerin zorunlu olarak birçok gerçek ve
önemli üstünlükleri ellerinde bulundurabilmelerinden: hâlâ paraları vardır (hepsine
hemen elkoymak olanaksızdır), bir miktar taşınır servet de ellerinde kalır; bu da çok defa
önemli miktarlara varır. Eskiden kalma ilişkileri, örgüt ve yönetme alışkanlıkları vardır,
yönetimin bütün sırlarını (âdetleri, yöntemleri, araçları, olanakları) bilirler. Öğrenimde
üstün durumdadırlar. (Yaşamı ve ideolojisi ile burjuva olan) yüksek teknik personel ile
yakınlıkları vardır. Askerlik sanatında eskiden kalma çok daha üstün deneyimleri vardır
(bu çok önemlidir) vb.." (Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsky, c. XXIII, s. 354, Rusça).
Üçüncüsü, "alışkanlık kuvvetinden, küçük üretimin gücünden alır. ... [Çünkü] ne yazık
ki, küçük üretim hâlâ dünyada yaygın haldedir ve küçük üretim, sürekli olarak her gün, her
saat, kendiliğinden ve yığın halinde kapitalizmi ve burjuvaziyi doğurmaktadır." ... [Çünkü]
sınıfları ortadan kaldırmak demek, küçük meta üreticilerini de ortadan kaldırmaktır; oysa
bunlar kovulamaz, ya da ezilemez: bunlarla birlikte yaşamayı öğrenmek zorundayız.
Bunlar, ancak [sayfa 43] çok uzun, yavaş ve dikkatli örgütsel çalışma yoluyla değiştirilebilir
ve yeniden eğitilebilirler (ve öyle yapmak da gerekir)." ("Sol" Komünizm, Bir Çocukluk
Hastalığı, c. XXV, s. 173 ve 189, Rusça.)[17]
Bu ödevleri kısa zamanda başarmanın, bütün bunları birkaç yılda gerçekleştirmenin
kesinlikle olanaksız olduğu tanıt gerektirmeyecek kadar açıktır. Bu nedenle, proletarya
diktatörlüğünü, kapitalizmden komünizme geçişi, kısa bir "üstün devrimci" emirnameler
ve kararnameler dönemi değil , iç savaşlar ve dış çatışmalar ile, sebatlı örgüt ve ekonomik
kuruluş çalışmaları ile, ilerlemelerle ve geri çekilmelerle, zaferlerle ve yenilgilerle dolu,
koca bir tarihsel dönem olarak kabul etmek gerekir. Bu tarihsel donem, yalnızca
emperyalizme karşı eksiksiz zaferin ekonomik ve kültürel önkoşullarını yaratmak değil,
aynı zamanda, proletaryaya ilkönce kendini eğitmek, çelikleşerek, ülkeyi yönetecek
nitelikte bir güç haline gelmek olanağını kazandırmak için, küçük-burjuva tabakalarını
sosyalist üretimin örgütlenmesini güvenlik altına alan bir yönde yeniden eğitebilmek ve
bunlara yeni biçim verebilmek için de zorunludur.
Marx, işçilere şunları söylüyordu:
"Yalnızca varolan ilkeleri değiştirmek için değil, ama aynı zamanda kendi kendinizi
değiştirmek, siyasal iktidarı sürdürecek yeteneğe sahip olabilmek için, onbeş, yirmi, elli yıl
süren iç savaşlar ve uluslararası savaşlardan geçeceksiniz." (Kari Marx, Köln Komünistleri
Yargılaması Üzerine Açıklamalar.)
Marx'ın düşüncesini devam ettiren ve daha da geliştiren Lenin şöyle yazar:
"Gerçekten pek büyük olan bu görevler yanında, proletarya diktatörlüğü altında,
milyonlarca köylüyü, küçük patronu, yüzbinlerce memur ve müstahdemi, burjuva [sayfa
44] aydını eğitmek, bunların hepsini proletarya devletine ve proleter yönetimine bağlı
kılmak, onların burjuva alışkanlık ve geleneklerinin üstesinden gelmek gibi muazzam
görevler" olacaktır. Bundan başka, "proleterleri de, küçük-burjuva önyargılarını,
birdenbire, mucize kabilinden, Meryem Ananın işaretiyle, bir sloganla, bir karar ya da
yasayla terketmeyen ve bu önyargılarını ancak küçük-burjuva yığınların etkilerine karşı
uzun ve çetin bir yığın savaşı sonucu terkedebilen proleterlerin kendilerini de proletarya
diktatörlüğü temeli üzerinde, uzun vadeli bir savaşım pahasına yeniden eğitmek gerekir."
("Sol" Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı, c. XXV, s. 248 ve 247, Rusça.)[18]
2. Proletaryanın burjuvaziye egemenliği olarak proletarya diktatörlüğü. Yukarda
söylediklerimizden, proletarya diktatörlüğünün, hükümetteki adamları değiştirme, eski
iktisadî ve siyasal düzeni olduğu gibi bırakan basit bir "kabine" değişikliği vb. olmadığı
anlaşılır. Diktatörlükten yangından korkar gibi korkan ve bu korkuyla diktatörlük
kavramının yerine "iktidarın elegeçirilmesi"ni koyan menşevikler ve bütün ülkelerin
oportünistleri, "iktidarın fethi"ni, genellikle bir "kabine" değişikliğine, Scheidemann ve
Noske, MacDonald ve Henderson gibi adamlardan meydana gelmiş bir bakanlar
kurulunun iktidarda boy göstermesi haline indirgerler. Bu kabine değişmelerinin ve buna
benzer başka değişikliklerin, gerçek iktidarın, gerçek bir proletarya tarafından
elegeçirilmesi ile ortak hiç bir yanı yoktur. MacDonald'lar, Scheidemann'lar iktidara
geçince, eski burjuva düzen muhafaza edildiğine göre, onların sözde hükümetleri,
burjuvazinin emrinde, emperyalizmin yaralarını gizleyen bir perdeden, ezilen ve
sömürülen kitlelerin devrimci eylemine karşı burjuvazinin elinde bir aletten başka bir şey
değildir. Kitleleri paravansız ezmek ve sömürmek rahat ve elverişli [sayfa 45] olmadığı ve
zor olduğu zaman, sermaye, böyle hükümetlere gereksinme duyar. Elbette ki, böyle
hükümetlerin ortaya çıkışı (kapitalistler için) "Şipka Geçidinde"[19] her şeyin yolunda
gitmediğini gösterir; bununla birlikte, bu çeşit hükümetlerin, sermayenin kılık değiştirmiş
hükümetleri olarak kalmaları kaçınılmazdır. Yer ile gök birbirinden ne kadar uzaksa, bir
MacDonald, bir Scheidemann hükümeti, proletarya iktidarından o kadar uzaktır.
Proletarya diktatörlüğü bir hükümet değişikliği değildir, merkezde ve illerde yeni iktidar
organları olan yeni bir devlettir; proletaryanın devleti, eski devletin, burjuva devletin
yıkıntılarından fışkırır.
Proletarya diktatörlüğü, burjuva düzenin temelinden fışkırmaz, burjuvazinin
devrilmesinden sonra bu sınıfın kaldırılması, büyük toprak sahiplerinin ve kapitalistlerin
mülksüzleştirilmesi, başlıca üretim araçlarının toplumsallaştırıl-ması süreci sırasında,
zorlu proletarya devrimi süreci sırasında ortaya çıkar. Proletarya diktatörlüğü, burjuvaziye
karşı zor kullanmaya dayanan devrimci bir iktidardır.
Devlet, egemen sınıfların elinde, sınıf düşmanlarının direncini ezmek için bir
makinedir. Proletarya diktatörlüğü, bu bakımdan herhangi bir sınıfın diktatörlüğünden
farklı değildir. Ama burada köklü bir fark vardır. Bugüne kadar yaşamış olan bütün sınıf
devletleri, sömürücü azınlığın sömürülen çoğunluk üzerinde diktatörlüğü idi; oysa
proletarya diktatörlüğü, sömürülen çoğunluğun sömürücü azınlık üzerindeki
diktatörlüğüdür. Kısaca:
"Proletarya diktatörlüğü, proletaryanın burjuvazi üzerinde egemenliğidir; bu egemenlik
yasayla sınırlanmamıştır ve zora dayanır ve sömürülen emekçi kitlelerin sevgi ve desteğini
kazanmış bir egemenliktir." (Lenin, Devlet ve Devrim.) [sayfa 46]
Bundan iki temel sonuç çıkarabiliriz:
Birinci sonuç. Proletarya diktatörlüğü "tam" demokrasi, zengin olsun, yoksul olsun
herkes için demokrasi olamaz; proletarya diktatörlüğü, yeni bir biçimde –proleterler ve
genel olarak yoksullar için[20]– demokratik, yeni bir biçimde –burjuvaziye karşı[20]–
diktatörce bir devlet olmalıdır..." (Devlet ve Devrim, c. XXI, s. 393, Rusça.) Kautsky ve
yandaşlarının evrensel eşitlik, "saf" demokrasi, "mükemmel" demokrasi vb. konusundaki
düşünceleri, sömürülenler ile sömürenler arasında eşitlik olmayacağı kuşku götürmez
gerçeğinin burjuvaca gizlenmesinden başka bir şey değildir. "Saf" demokrasi teorisi,
emperyalist haydutlar tarafından uslandırılıp semirtilmiş olan işçi aristokrasisinin
teorisidir. Bu teori, kapitalizmin yaralarını gizlemek, emperyalizmi daha az iğrenç
göstermek ve sömürülen kitlelere karşı savaşımında emperyalizme manevî güç sağlamak
için ortaya çıkarılmıştır. Kapitalist düzende, sömürülenler için gerçek "özgürlükler"
olamaz, özgürlüklerden yararlanmak için zorunlu olan yapıların, basımevlerinin, kâğıt
depolarının, ayrıcalıklı sömürücülerin elinde bulunması, tek başına bu, "özgürlükler"in
yokluğunu tanıtlamaya yeter. En demokratik düzende bile, hükümetleri iktidara geçiren,
halk değil, Rothschild'ler, Steinner'ler, Rockefeller'ler, Morgan'lar olduğuna göre, kapitalist
düzende, sömürülen kitleler, ülkenin yönetimine katılmaz ve katılamaz. Kapitalist düzende
demokrasi, sömürülen çoğunluğun haklarının sınırlandırılmasına dayanan ve bu
çoğunluğa karşı yönelmiş sömürücü azınlığın kapitalist demokrasisidir. Sömürülenler için
gerçek özgürlükler, proleterlerin ve köylülerin ülkenin yönetimine gerçekten katılması,
ancak proletarya diktatörlüğünde olanaklıdır. Proletarya diktatörlüğünde demokrasi,
sömürücü azınlığın haklarının sınırlandırılmasına dayanan ve bu azınlığa karşı yönelmiş
bir proleter demokrasisi, [sayfa 47] çoğunluğun demokrasisidir.
İkinci sonuç. Proletarya diktatörlüğü, burjuva toplumun, burjuva demokrasisinin barış
içinde gelişmesinin sonucu olamaz: proletarya diktatörlüğü, ancak, burjuva devlet
makinesinin, burjuva ordunun, burjuva bürokratik aygıtın, burjuva polisin ezilmesinin
sonucu olarak doğabilir.
Marx ve Engels, Komünist Parti Manifestosu'nun "Önsöz"ünde, "işçi sınıfının, mevcut
devlet mekanizmasını salt elinde tutmakla onu kendi amaçları için kullanamayacağını"[21]
söylerler. Proletarya devrimi, "şimdiye değin olduğu gibi, artık bürokratik ve askeri
makineyi başka ellere geçirtmeye değil, ama onu yıkmaya dayanacağını belirtiyorum. Kıta
üzerindeki gerçekten halkçı her devrimin ilk koşuludur bu."[22] diye yazıyordu Marx,
1871'de Kugelmann'a mektubunda.
Marx'ın Avrupa kıtasını kapsayan bu sözleri, bütün ülkelerin oportünistlerine ve
menşeviklerine, hiç değilse Kıta Avrupası dışında kalan bazı ülkelerde (İngiltere'de,
Amerika'da) burjuva demokrasisinin barış içinde bir gelişmeyle proleter demokrasisine
dönüşebileceği olanağını Marx'ın kabul ettiğini bağıra bağıra ilân etme bahanesini verdi.
Gerçekten Marx, böyle bir olanağı kabul ediyordu ve tekelci kapitalizmin, emperyalizmin
henüz varolmadığı ve gelişmelerinin özel koşulları yüzünden İngiltere'de ve Amerika'da
militarizmin ve bürokrasinin henüz gelişmiş olmadığı 1870-1880 yıllarında bu ülkeler için,
böyle bir görüşe varmasının haklı nedenleri vardı. Gelişmiş emperyalizmden önce durum
böyle idi. Ama 30-40 yıl geçtikten sonra, İngiltere'nin ve Amerika'nın durumları köklü
olarak değiştikten sonra, emperyalizm geliştikten ve istisnasız bütün ülkeleri
kucakladıktan sonra, militarizmin ve bürokrasinin İngiltere ve Amerika'da ortaya
çıkmasından ve bu ülkelerin kendilerine [sayfa 48] özgü, barış içinde gelişme koşulları
ortadan kalktıktan sonra, bu iki ülkenin istisna olarak nitelenmesinden de vazgeçmek
gerekti.
"Bugün –diyor Lenin–, 1917'de birinci büyük emperyalist savaş döneminde Marx'ın bu
sınırlandırması sözkonusu olamaz. İngiltere'de, Amerika'da –bütün dünyada– anglosakson "özgürlüğünün" (militarizmin ve bürokrasinin yokluğu anlamında) bu son iki
temsilcisi de bütün Avrupa'yı kapsayan askerî ve bürokratik kurumların pis ve kanlı
bataklığına düşmüşlerdir; o kurumlar ki, her şeyi kendilerine bağımlı kılarlar, her şeyi
ağırlıklarıyla ezerler. Şimdi İngiltere'de olsun, Amerika'da olsun, her gerçek halk
devriminin yerine getirmesi gereken önkoşul (1914'ten 1917'ye kadar Avrupa'dakilerden
geri kalmayan bir emperyalist yetkinliğe ulaştıran) "hazır" "devlet aygıtı"nı parçalayıp
yoketmektir." (Devlet ve Devrim, c. XXI, s. 395, Rusça.)
Başka bir deyişle, zora dayanan, proletarya devriminin önkoşulu olarak proletaryanın
burjuva devlet aygıtının tahribi yasası, dünyanın emperyalist ülkelerindeki devrimci
hareketin kaçınılmaz bir yasasıdır.
Uzak bir gelecekte, proletarya, başlıca kapitalist ülkelerde muzaffer olursa, ve bugünkü
kapitalist kuşatmanın yerini sosyalist bir kuşatma alırsa, belirli kapitalist ülkeler için
sosyalizme barış içinde varmak elbette olanaklıdır. "Elverişsiz" uluslararası durum
karşısında, kapitalistler, "gönüllü olarak", proletaryaya ciddî ödünler vermeyi daha akıllıca
bir hareket sayabilirler. Ama bu varsayım, ancak uzak bir gelecekte olanaklı olabilir. Yakın
gelecek için bu varsayımın hiç bir, kesinlikle hiç bir dayanağı yoktur.
Bunun için Lenin diyor ki: "Burjuva devlet aygıtı zorla tahrip edilip yerine yenisi
kurulmadan proletarya devrimi olanaksızdır." (Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsky, c.
XXIII, s. 342, Rusça.)
3. Proletarya diktatörlüğünün devlet biçimi olarak [sayfa 49] sovyet iktidarı. Proletarya
diktatörlüğünün başarısı, burjuvazinin baskı altına alınması, burjuva devlet aygıtının
yıkılması, burjuva demokrasisinin yerini proleter demokrasisinin alması demektir. Bu
biliniyor. Ama bu muazzam iş, hangi örgütle başarılacaktır? Burjuva parlamentarizmi
temeli üzerinde gelişmiş olan proletaryanın eski örgüt biçimlerinin bu işe yetmeyeceği
kuşkusuzdur. O halde, proletaryanın, burjuva devlet aygıtının mezar kazıcılığını
yapabilecek, yalnız bu aygıtı tahribe değil, yalnız burjuva demokrasisinin yerine proleter
demokrasiyi koymaya değil, ama proleter devlet iktidarının temeli olmaya da yetenekli
yeni örgüt biçimleri nelerdir?
Proletaryanın bu yeni biçimleri nelerdir?
Eski örgüt biçimlerine oranla, Sovyetlerin daha güçlü olması nedendir?
Çünkü Sovyetler, proletaryanın en geniş kitle örgütleridir. Çünkü sovyetler ve yalnız
Sovyetler, istisnasız bütün işçileri kucaklayan örgütlerdir.
Çünkü sovyetler, bütün ezilen ve sömürülenleri, işçileri ve köylüleri, askerleri ve
denizcileri kucaklayan biricik kitle örgütleridir. Ve bu nedenle, kitlelerin savaşımının
siyasal sevk ve yönetimi en kolay biçimde bu kitlelerin öncüsü tarafından, proletarya
tarafından, bu örgüt içinde eksiksiz gerçekleştirilebilir.
Çünkü sovyetler, kitlelerin devrimci savaşımının, siyasal faaliyetinin, kitleleri,
ayaklandırmanın en güçlü organları, malî sermayenin ve siyasal uzantılarının sonsuz erkini
kıracak en güçlü organlardır.
Çünkü sovyetler, kitleleri doğrudan doğruya örgütlendirirler, yani en demokratik
örgütlerdir; ve bu yüzden de kitleler arasında en çok otoritesi olan, yeni devletin
örgütlerine ve yönetimine kitlelerin katılmasını kolaylaştıran ve eski sistemi yıkmak için
yeni proleter sistemini kurmak için savaşım halinde olan kitlelerin devrimci enerjisinin,
[sayfa 50] inisiyatifinin, yaratıcı yeteneklerinin gelişmesini en büyük ölçüde kolaylaştıran
örgütlerdir.
Sovyetler iktidarı, yerel Sovyetlerin bir tek genel devlet örgütü içinde, ezilen ve
sömürülen kitlelerin öncüsü ve egemen sınıf olan proletaryanın devlet örgütü içinde bir
sovyetler cumhuriyeti olarak birleşmesidir.
Sovyetler iktidarının özü, kapitalistler ve büyük toprak sahipleri tarafından ezilmiş olan
sınıfların en geniş ve devrimci kitle örgütlerinin şimdi "bütün devlet iktidarının, bütün
devlet aygıtının sürekli ve biricik[23] temeli" olmasıdır. Sovyetler iktidarının özü, "en
demokratik burjuva cumhuriyetlerde bile, yasa karşısında eşit haklara sahip olmakla
birlikte, siyasal yaşama katılma ve demokratik hak ve özgürlüklerden yararlanmadan,
binlerce yol ve kurnazlıkla uzak tutulmuş bulunsa, yığınların, şimdi devletin demokratik
yönetimine, durmadan[23] ve zorunlu olarak, ve üstelik kesin[23] bir
biçimde,
katılmalarıdır.". (Lenin, "Proletarya Diktatörlüğü ve Burjuva Demokrasisi Üzerine Rapor
ve Tezler. Komünist Enternasyonalin Birinci Kongresine", c. XXIV, s. 13, Rusça.)[24]
Bundan ötürü, sovyet iktidarı, eski burjuva ve demokratik parlamenter biçiminden
temelde farklı olan yeni biçimde bir devlet örgütü, emekçi kitlelerin sömürülmesi ve
ezilmesi amacına değil, bu kitlelerin her çeşit zulümden ve sömürüden kurtarılması
amacına, proletarya diktatörlüğü amacına uyarlanmış bir yeni tip devlettir.
Lenin, sovyet iktidarının "Burjuva demokratik parlamentarizm çağını kapadığını,
dünya tarihinin yeni bir bölümünü, –proletarya diktatörlüğü çağını– başlattığını"
söylerken haklıydı.
Sovyet iktidarının ayırdedici özellikleri nelerdir? [sayfa 51]
Sovyetler iktidarı, düşünülebilen bütün devlet örgütleri içinde, kitlesel niteliği en
belirgin olanı, en demokratik olanıdır; çünkü Sovyetler iktidarı, sömürülen işçilerin ve
köylülerin sömürenlere karşı savaşım için aralarında ittifak ve işbirliği kurdukları arena
olduğu ve faaliyetini bu ittifaka ve işbirliğine dayandırdığı için, bu iktidar, nüfusun
çoğunluğunun azınlık üzerinde egemenliğini ifade eden iktidardır, çoğunluğun devletidir,
çoğunluk diktatörlüğünün ifadesidir.
Sovyet iktidarı, sınıflı toplumun bütün devlet örgütlerinin en enternasyonalist olanıdır;
çünkü her türlü ulusal baskıyı yokederek ve ayrı ayrı ulusların emekçilerinin işbirliğine
dayanarak bu kitlelerin bir tek devlet içinde toplanmalarını kolaylaştırır.
Sovyet iktidarı, bünyesinin tümü bakımından, ezilen ve sömürülen kitlelerin, bu
kitlelerin öncüsü, Sovyetlerin en tutarlı ve en bilinçli çekirdeği olan proletarya tarafından
yönetilmesi ödevini kolaylaştırır.
"Bütün devrimlerin ve bütün ezilen sınıflar hareketlerinin deneyimi, dünya sosyalist
hareketinin deneyimi –diyor Lenin–, bize, yalnızca proletaryanın, emekçi ve sömürülen
nüfusun geri ve dağınık katmanlarını biraraya getirecek ve ardından sürükleyecek
durumda olduğunu öğretir." (Ibidem, s. 14.)[25] Sovyet iktidarının bünyesi ise, bu
deneyimden edinilen derslerin uygulanmasını kolaylaştırır.
Çünkü, yasama ve yürütme güçlerini bir tek devlet örgütünde birleştiren ve seçim
bölgeleri yerine üretim bölgelerini –fabrikalar ve yapımevleri gibi– koyan sovyet iktidarı,
işçileri ve emekçi kitleleri, devlet yönetim aygıtına genellikle doğrudan doğruya bağlar,
onlara ülkeyi yönetmeyi öğretir.
Çünkü Sovyetler iktidarı, orduyu, burjuva buyruğundan [sayfa 52] kurtarabilen ve
burjuva düzeninde halka karşı baskı aracıyken, halkı kendi ulusal burjuvazisinden ve
yabancı burjuvaziden kurtarma aracı haline getirebilen tek iktidardır.
Çünkü, "bürokratik ve hukuksal burjuva aygıtı bir vuruşta parçalamaya ve kesin olarak
yoketmeye, yalnızca sovyetik devlet örgütü gerçekten yeteneklidir." (Ibidem.)[26]
Çünkü, ancak sovyet devlet biçimi, çalışan ve sömürülen kitlelerin devlet yönetimine
sürekli olarak ve kayıtsız koşulsuz katılmalarını sağlayarak, devletin yavaş yavaş yok
olmasını hazırlayabilir; ve devletin yok olması, gelecek devletsiz komünist toplumun temel
öğelerinden biridir.
Demek ki, Sovyetler cumhuriyeti, proletaryanın iktisadî kurtuluşunu ve sosyalizmin
tam zaferini olanaklı kılan, uzun zaman aranmış ve sonunda bulunmuş siyasal biçimdir.
Paris Komünü, bu biçimin embriyonu idi. Sovyet iktidarı, onun gelişmesi ve doruğuna
ulaşmasıdır.
İşte bunun için Lenin:
"İşçi, asker ve köylü vekilleri Sovyetleri cumhuriyeti, yalnızca demokratik kurumların
daha yüksek bir biçimi değildir. ... Aynı zamanda, sosyalizme en ağrısız geçişi sağlayabilen
biricik[27] biçimdir." der. ("Kurucu Meclis Üzerine Tezler", c. XXII, s. 131, Rusça.)
V. KÖYLÜ SORUNU
Bu konuya ilişkin dört soruna değineceğim: 1) sorunun konulusu; 2) burjuva
demokratik devrim sırasında köylülük; 3) proletarya devrimi sırasında köylülük; 4)
Sovyetler iktidarının pekiştirilmesinden sonra köylülük.
1. Sorunun konulusu. Bazıları köylü sorununun leninizmin başlıca sorunu olduğunu,
leninizmin hareket noktasının köylü sorunu, köylülüğün rolü, önemi olduğunu
düşünüyorlar. [sayfa 53]
Bu, kesinlikle yanlıştır. Leninizmin temel sorunu, leninizmin hareket noktası, köylü
sorunu değil, proletarya diktatörlüğü sorunu, proletarya diktatörlüğünün kurulması ve
pekiştirilmesi koşulları sorunudur. Köylü sorunu, proletaryanın iktidar için savaşımında
müttefiki sorunu olarak ortaya çıkan bir sorundur.
Bununla birlikte, bu durum, köylü sorununun proletarya devrimi için gerçek ve hayatî
öneminden hiç bir şey eksiltmez. Bilindiği gibi, köylü sorununun Rus marksistleri
tarafından önemle incelenmesi, birinci devrimin (1905) arifesinde çarlığın devrilmesi ve
proletarya egemenliğinin gerçekleştirilmesi sorununun bütün genişliği ile partinin
karşısına dikildiği ve hemen patlak verecek olan burjuva devriminde proletaryanın
müttefiki sorununun hemen halledilmesi gereken âcil bir sorun niteliğini gösterdiği bir
anda, kesinlikle başladı. Gene bilindiği gibi, Rusya'da köylü sorunu, proletarya devrimi
sırasında, proletarya iktidarı, bu iktidarın kurulması ve devamı sorununun, kapıyı çalan
proletarya devriminde proletaryanın müttefiki sorununa dönüştüğü bir anda daha âcil bir
sorun haline geldi. Bu, kolayca anlaşılır: iktidara doğru yürüyenler ve iktidarı almaya
hazırlananlar, gerçek müttefiklerinin kimler olacağı sorunuyla ister istemez ilgilenirler.
Bu anlamda köylü sorunu, genel proletarya diktatörlüğü sorununun bir parçasıdır ve bu
yüzden leninizmin en hayatî sorunlarından biridir.
İkinci Enternasyonal partilerinin, köylü sorununa karşı ilgisiz kalmaları, hatta olumsuz
tavır takınmaları, yalnızca Batıdaki gelişmenin özel koşullarıyla açıklanamaz. Bu, her
şeyden önce,
o partilerin, proletarya diktatörlüğüne inanmamalarıyla, devrimden
korkmalarıyla ve proletaryayı iktidara yöneltmeyi düşünmemeleriyle açıklanabilir.
Devrimden korkanlar, proleterleri iktidara götürmek istemeyenler, devrimde proletaryanın
müttefikleri sorununa ilgi duyamazlar. [sayfa 54] – Böyleleri için müttefikler edinme
sorunu, ilgi çekmeyen ve güncel olmayan bir sorundur. İkinci Enternasyonal
kahramanlarının köylü sorununa karşı alaycı tavırları, kendi aralarında "gerçek"
marksizmin olumlu bir belirtisi kabul edilir. Gerçekte, burda marksizmin zerresi yoktur,
çünkü proletarya devriminin arifesinde köylü sorunu kadar önemli bir soruna karşı
ilgisizlik, proletarya diktatörlüğünü reddetmenin öteki yüzü, marksizme ihanetin kuşku
götürmez bir belirtisidir.
Sorun şöyledir: Varlığının belirli koşullarından dolayı köylülüğün bağrında gizlenen
devrimci olanaklar tükenmiş midir, tükenmemiş
midir? Eğer tükenmemişse, bu
olanaklardan proletarya devrimi için yararlanma, Batıdaki burjuva devrimlerinde
burjuvazinin yedek gücü olan ve hatta olmakta devam eden köylülüğü, onun sömürülen
büyük çoğunluğunu, proletaryanın müttefiki, yedek gücü haline getirme umudu, dayanağı
var mıdır?
Leninizm, bu soruya olumlu yanıt verir; yani leninizm, köylülüğün çoğunluğunun
saflarında devrimci olanakların varlığını ve bu olanaklardan proletarya diktatörlüğü
çıkarma yararlanılabileceğini kabul eder.
Üç Rus devriminin tarihi, leninizmin bu noktadaki görüşünü tamamıyla doğrular.
Köylülüğün çalışan kitlelerini köleliğe ve sömürüye karşı savaşımlarında, zulümden ve
sefaletten kurtulmak için savaşımlarında desteklemek zorunluluğunun pratik sonucu
buradan gelir. Bu, elbette, proletaryanın, her köylü hareketini, mutlaka desteklemesi
gerektiği anlamına gelmez. Burada, proletaryanın kurtuluş hareketini doğrudan doğruya
ya da dolaylı biçimde kolaylaştıran, proletarya devriminin gerçekleşmesine şu ya da bu
biçimde yardım eden ve köylülüğün işçi sınıfının yedeği olmasına yardım eden bir köylülük
hareketinin ya da savaşımının desteklenmesi sözkonusudur. [sayfa 55]
2. Burjuva demokratik devrim sırasında köylülük. Bu dönem, birinci Rus devriminden
(1905) ikinci Rus devrimine (Şubat 1917) kadar uzayan ve bu devrimi içine alan zamanı
kucaklar. Bu dönemin ayırdedici özelliği, köylülüğün, liberal burjuvazinin etkisinden
kurtulması, kadetlerden ayrılması ve proletaryaya, Bolşevik Partisine dönmesidir. Bu
dönemin tarihi, köylülüğü kazanmak için kadetler (liberal burjuvazi) ile bolşevikler
(proletarya) arasındaki savaşımın tarihidir. Duma dönemi, bu savaşımın kaderini belirledi,
çünkü dört Duma dönemi köylülüğe ders oldu ve bu ders, kadetlerin elinden ne toprak, ne
özgürlük alabileceğini, çarın tamamıyla büyük toprak sahiplerinin yanını tuttuğunu ve
kadetlerin çarı desteklediklerini; köylülüğün güvenebileceği biricik gücün kent işçileri,
proletarya olduğunu köylülüğe gösterdi. Emperyalist savaş, Duma döneminin derslerini
doğruladı; savaş, köylülüğün liberal burjuvaziden ayrılması ve liberal burjuvazinin tecridi
sürecini tamamladı, çünkü savaş yılları, çardan ve burjuva müttefiklerinden barış
beklemenin ne kadar boş ve hayalî bir şey olduğunu gösterdi. Duma döneminin pratik
dersleri olmasaydı, proletaryanın egemenliği olanaksız olurdu.
Burjuva demokratik devrimde, işçiler ile köylüler arasındaki ittifak, işte böyle kuruldu.
Çarlığı devirmek için ortak savaşımda proletaryanın hegemonyası (yöneticiliği) işte böyle
kuruldu; o hegemonya ki, 1917 Şubat Devrimine dönüşmüştür.
Bilindiği gibi, Batıdaki (İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya'daki) burjuva devrimleri
başka bir yol izledi. Bu ülkelerdeki devrimde hegemonya, zayıf durumundan dolayı
bağımsız bir siyasal gücü temsil etmeyen, temsil edemeyen proletaryada değil, liberal
burjuvazideydi. Orada köylülük, sayısı az olan ve örgütsüz bulunan proletarya tarafından
değil, burjuvazi tarafından feodal düzenden kurtarılmıştı. Batıda köylülük, eski düzene
karşı, liberal burjuvazi ile [sayfa 56] birlikte yürümüştür. Orada köylülük, burjuvazinin
yedeği olmuştu. Bunun sonucu olarak, devrim, orada burjuvazinin siyasal ağırlığının
büyük ölçüde artmasını sağlamıştı.
Rusya'da, tam tersine, burjuva devrimi tamamıyla karşıt sonuçlar verdi. Rusya'da
devrim, burjuvaziyi, siyasal bir güç olarak güçlendirmek şöyle dursun, zayıflattı;
burjuvazinin yedeklerini artırmak şöyle dursun, devrim ona temel yedeğini, köylülüğü
kaybettirdi. Rusya'da burjuva devrimi, ön safa, burjuvaziyi değil, devrimci proletaryayı
koydu ve köylülüğün kitlelerinin milyonlarını proletaryanın çevresinde topladı.
Burjuva devriminin Rusya'da nispeten kısa bir zaman aralığı içinde proletarya
devrimine dönmesini açıklayan şeylerden biri de budur. Proletaryanın hegemonyası,
proletarya diktatörlüğünün embriyonu, proletarya diktatörlüğüne geçiş aşaması oldu.
Rus devriminin bu kendine özgü olayını, Batının burjuva devrimleri tarihinde örneği
bulunmayan bu olayı nasıl açıklamalı? Rusya'nın bu özelliği nereden gelir?
Bunu, Rusya'da burjuva devrimin sınıf savaşımı koşullarının Batıdakinden daha
gelişmiş bulunduğu bir sırada meydana gelmesiyle; liberal burjuvazi, proletaryanın
devrimci ruhundan ürkerek (özellikle 1905'ten sonra) kendi devrimci ruhunun her türlü
görüşünü bile kaybederek, devrime karşı, işçilere ve köylülere karşı, çarla ve büyük toprak
sahipleriyle birleşirken, Rus proletaryasının, ancak bu dönemde bağımsız bir siyasal güç
olarak dikilmesi ile açıklayabiliriz.
Rus burjuva devriminin kendine özgü niteliğini belirleyen aşağıdaki durumları
gözönünde bulundurmak yerinde olur:
a) Devrimin arifesinde, Rus ölçüde yoğunlaşması. Örneğin, bilindiği gibi, Rusya'da
bütün işçilerin %54'ü 500'den fazla işçi çalıştıran işletmelerde [sayfa 57] çalışıyordu, oysa
Amerika Birleşik Devletleri gibi gelişmiş bir ülkede bütün işçilerin ancak %33'ü bu
büyüklükteki işletmelerde çalışmaktaydılar. Bolşevik Partisi gibi devrimci bir partinin
varlığını da gözönünde tutarsak, bu koşulların tek başına, Rusya işçi sınıfını ülkenin siyasal
yaşamında en önemli bir güç haline getirdiğini ayrıca tanıtlamaya gerek kalmaz.
İktisadî işletmelerdeki sömürünün iğrenç biçimleri. Buna, çarın ücretli katillerinin
dayanılmaz polis rejimi ekleniyordu. Bu koşul, işçilerin oldukça büyük her grevini, işçi
sınıfını çelikleştiren ve sonuna kadar gitmeye hazır bir devrimci güç haline getiren önemli
bir siyasal hareket biçimine sokuyordu.
Rusya burjuvazisinin siyasal zaafı. Bu zaaf, 1905 Devriminden sonra çara kölelik ve
açıkça karşı-devrimci bir hareket çizgisini benimseme haline geldi. Bu, yalnızca Rusya
burjuvazisini çarlığın kollarına atan Rusya proletaryasının devrimci ruhu ile değil,
devletten taahhüt işleri alan burjuvazinin devlete doğrudan doğruya bağımlılığı ile de
açıklanır.
Köylerde, serfliğin en iğrenç, en dayanılmaz biçimlerinin hâlâ yaşayan kalıntılarının
bulunması. Buna büyük toprak sahiplerinin sınırsız iktidarını da eklemek gerekir. Bu
durum, köylülüğün, proletaryanın kollarına atılması sonucunu verdi.
Canlı olan her şeyi boğan ve keyfî yönetimiyle kapitalistin ve toprak sahibinin
boyunduruğunu daha da sıkıştıran çarlık. Bu durum, işçilerin savaşımını köylülerin
savaşımıyla birtek devrimci sel içinde birleştirdi.
/) Rusya'da siyasal yaşamın bütün bu çelişkilerini, derin bir devrimci bunalım içinde
eriten ve devrime görülmedik bir saldırış gücü kazandıran emperyalist savaş.
Bu durumlar altında köylülük ne yapabilirdi? Toprak sahiplerinin sınırsız iktidarına
karşı, çarın keyfî yönetimine [sayfa 58] karşı, kendisini yıkıma götüren uğursuz savaşa
karşı kimden destek arayacaktı? Liberal burjuvaziden mi? Ama liberal burjuvazi
köylülüğün düşmanıydı; Dumanın dört uzun deneyimi bunu tanıtlıyordu. Sosyalistdevrimcilerden mi destek arayacaktı? Sosyalist-devrimciler, kadetlerden elbette daha
"iyi"dirler ve programları "fena değil"dir; bu program, hemen hemen bir köylü
programıdır; sosyalist-devrimciler, yalnızca köylüye dayandıklarına göre ve düşmanın
bütün güçlerini sağladığı kentte zayıf olduklarına göre, onların desteğinden ne yarar
beklenebilirdi? Ne köyde, ne kentte, hiç bir şeyin önünde gerilemeyecek olan, çara ve
toprak sahiplerine karşı savaşımda ön safta cesaretle ilerleyecek olan, köylülüğün kendini
kölelikten, toprak özleminden, zulümden ve savaştan kurtarmasına yardım edecek olan o
yeni güç neredeydi? Rusya'da böyle bir güç var mıydı? Evet vardı. Bu, daha 1905'te gücünü,
sonuna kadar savaşma yeteneğini, cesaretini, devrimci ruhunu tanıtlamış olan Rus
proletaryasıydı.
Zaten böyle başka bir güç de yoktu. Köylülük ya bu gücü seçecekti, ya da desteksiz
kalacaktı.
İşte bu nedenle, kadetlerin sahilini terkeden köylülük, bir ara sosyalist-devrimcilerin
sahiline yanaştıktan sonra, Rus proletaryası gibi bir devrim önderinin önderliğini kabul
etti.
Rus burjuva devriminin kendine özgü özelliklerini belirleyen etkenler bunlardır.
3. Proletarya devrimi sırasında köylülük. Bu dönem, Şubat Devrimi (1917) ile Ekim
Devrimi (1917) arasındaki süreyi kucaklar. Bu dönem, nispeten kısadır, toplam sekiz ay;
ama kitlelerin siyasal yetişmesi ve devrimci eğitimi bakımından bu sekiz ay, normal
meşrutiyet düzeninde onlarca yıllık gelişmeye eşit tutulabilir; çünkü bu sekiz ay, sekiz
devrim ayıdır. Bu dönemin ayırdedici özelliği, köylülüğün daha da devrimcileşmesi,
sosyalist-devrimcileri [sayfa 59] sınayıp gözünün açılması, sosyalist-devrimcileri
bırakması, köylülüğün sonuna kadar devrimci ve ülkeyi barışa götürebilecek biricik güç
olan proletarya ile doğrudan doğruya birleşmesidir. Bu dönemin tarihi, sosyalistdevrimciler (küçük-burjuva demokrasisi) ile bolşevikler (proleter demokrasisi) arasında,
köylülüğü, köylülüğün çoğunluğunu kazanmak için savaşımın tarihidir. Koalisyon dönemi,
Kerenski dönemi, sosyalist-devrimcilerin ve menşeviklerin büyük toprak sahiplerinin
topraklarına elkonulmasını reddetmeleri, savaşı devam ettirmek için savaşımları, cephede
haziran saldırısı, askerlere ölüm cezası, Kornilov'un isyanı, bu savaşımın kaderini belirledi.
Daha önceki dönemde, devrimin temel sorunu, çarın ve büyük toprak sahiplerinin
iktidarının devrilmesi iken, şimdi, Şubat. Devriminden sonraki dönemde, çarın artık
bulunmadığı, sonu gelmeyen savaşın köylüyü kesin iflâsa sürükledikten sonra ülkenin
ekonomisini tükettiği dönemde, savaşın tasfiyesi, devrimin temel sorunu oluyordu. Ağırlık
merkezi, besbelli ki, salt iç sorunlardan temel soruna, savaş sorununa kaymıştı. "Savaş
bitmeli", "savaştan çıkmalı" – savaş yorgunu ülkenin ve herkesten önce köylülüğün genel
haykırışı bu idi.
Ama savaştan çıkmak için Geçici Hükümeti devirmek, burjuvazinin iktidarını devirmek,
sosyalist-devrimcilerin ve menşeviklerin iktidarını devirmek gerekiyordu, çünkü savaşı bir
"muzaffer son"a kadar devam ettirmek isteyenler onlar, yalnız onlardı. Pratik olarak
savaştan çıkmak için bir tek çare vardı: burjuvaziyi devirmek.
Bu, yeni bir devrimdi, bir proletarya devrimiydi; çünkü devrim, emperyalist
burjuvazinin son kesimini, sosyalist-devrimcileri ve menşevik partileri iktidardan aşağı
yuvarlıyor, yeni, proleter bir iktidarı, Sovyetlerin iktidarını yaratıyor, devrimci proletarya
partisini, emperyalist savaşa karşı ve demokratik barış uğruna devrimci savaşım [sayfa 60]
partisini iktidara getiriyordu. Köylülüğün çoğunluğu, işçilerin barış uğruna, Sovyetler
iktidarı uğruna savaşımını destekledi.
Köylülük için başka tutulacak yol yoktu ve olamazdı.
Böylece, Kerenski dönemi, köylülüğün emekçi kitleleri için büyük bir ders oldu; çünkü
Kerenski dönemi, sosyalist-devrimciler ile menşevikler iktidarda kaldıkça ülkenin savaştan
çıkamayacağını, köylülerin ne toprak, ne özgürlük yüzü görebileceklerini, sosyalistdevrimcileri ve menşevikleri kadetlerden ayıran tek şeyin, bunların tatlı dilleri ve yalancı
vaatleri olduğunu; onların da kadetlerin siyasetini izlediklerini, ülkeyi çıkmazdan
kurtaracak olan iktidarın ancak Sovyetlerin iktidarı olabileceğini açık olarak gösterdi.
Devam eden savaş, bu dersi doğruluyor; devrimi hızlandırıyor, asker ve köylü kitlelerinin
milyonlarını proletarya devrimi çevresinde birleştiriyordu. Sosyalist-devrimcilerin ve
menşeviklerin tecridi, yadsınamaz bir gerçek oldu. Koalisyon döneminin pratik dersleri
olmasaydı, proletarya iktidarı kurulamazdı.
Burjuva devriminin proletarya devrimine geçmesi sürecini kolaylaştıran koşullar işte
bunlardır.
Rusya'da proletarya iktidarı işte böyle kuruldu.
4. Sovyetler iktidarının pekiştirilme sinden sonra köylülük. Başlangıçta, devrimin
birinci döneminde, çarlığın devrilmesinin sözkonusu olmasına karşılık, ve sonra, Şubat
Devriminden sonra, burjuvaziyi devirerek emperyalist savaştan çıkmanın sözkonusu
olmasına karşılık, şimdi artık burjuvaziyi devirerek emperyalist savaştan çıkmak, Sovyetler
iktidarını pekiştirmek ve iktisadî kuruluş sorunları, ön plana geçiyordu. Ulusallaştırılmış
sanayii güçlendirmek ve geliştirmek; bu amaçla sanayii ve köylü ekonomisini devletin
düzenlediği ticaretle birbirine bağlamak; ürün fazlasına elkoyma sistemi yerine aynî vergiyi
koymak ve sonra da bu verginin aşamalı olarak azaltılmasıyla sınaî ürünlerin köy
ekonomisi ürünleri ile değişimine ulaşmak; ticareti [sayfa 61] canlandırmak ve milyonlarca
köylünün katılmasını sağlayarak kooperatifleri geliştirmek – sosyalist ekonominin
temellerinin atılması için Lenin'in işaret ettiği iktisadî kuruluşun âcil ödevleri bunlardı.
Bu, Rusya gibi bir köylü ülkesinin gücünü aşan bir iştir deniliyor. Bazı kuşkucular,
bunun düpedüz ütopik olduğunu, olanaksız olduğunu, çünkü köylülüğün köylülük
olduğunu ve küçük üreticilerden meydana geldiğini, bu yüzden de sosyalist üretimin
temellerinin örgütlendirilmesinde, köylüden yararlanılamayacağını bile söylüyorlar.
Ama kuşkucular yanılıyorlar, çünkü önemleri kesin olan belirli koşulları hesaba
katmıyorlar. Bunların başlıcalarını görelim.
Birincisi. Sovyetler Birliği'nin köylüsü ile Batının köylüsünü birbirine
karıştırmamalıdır. Üç devrim okulundan geçmiş; proletarya ile birlikte, proletaryanın
Önderliğinde çara ve burjuva iktidarına karşı savaşmış; toprağı ve barışı proleter devrim
sayesinde elde etmiş ye bu yüzden proletaryanın yedek gücü haline gelmiş olan bir
köylülük, böyle bir köylülük, burjuva devrimi sırasında liberal burjuvazinin önderliğinde
savaşmış olan, toprağı liberal burjuvazi sayesinde elde eden ve bu yüzden burjuvazinin
yedeği haline gelen köylülükten zorunlu olarak farklıdır. Proletaryanın siyasal dostluğunun
ve siyasal işbirliğinin değerini bilen ve özgürlüklerini bu dostluğa, bu işbirliğine borçlu
olan Sovyet köylülüğünün, proletarya ile iktisadî işbirliği için olağanüstü elverişli bir unsur
olmaması olanaksızdır.
Engels şöyle derdi: "Siyasal iktidarın sosyalist parti tarafından fethi, gitgide daha yakın
görünüyor. Ama siyasal iktidarı fethetmesi için, bu partinin önce kentten kırlara geçmesi,
kırda bir güç durumuna gelmesi gerekiyor." (Engels, Köylü Sorunu[28]) Engels bu satırları
geçen yüzyılın [sayfa 62] doksanlarında yazıyordu ve Batının köylülüğünü kastediyordu.
Üç devrim sırasında, bu yolda büyük çalışmalar yapmış olan bolşeviklerin, Rusya'da,
köyde, Batılı yoldaşlarımızın hayallerinden bile geçirmedikleri bir nüfuz kazanmakta
şimdiden başarı sağladıklarını tanıtlamanın gereği var mı? Bu durumun, Rusya'da işçi
sınıfının ve köylülüğün iktisadî örgütlenmesini ve işbirliğini kökten kolaylaştıracağı nasıl
yadsınabilir?
Kuşkucular, küçük köylülerden sözederken onların sosyalist kuruluş ile bağdaşmayan
bir etken olduklarını da durmadan yinelerler. Ama bakın Engels, Batının küçük köylüleri
üzerine ne söylüyor:
"Ve biz kesinlikle küçük köylüden yana olacağız; yazgısını daha katlanılabilir kılmak,
eğer aklı yatmışsa kooperatife geçişini kolaylaştırmak, ve hatta, eğer aklı yatmamışsa, ona
kendi küçücük toprak parçasının sahibi olarak düşünme zamanını bırakmak için elden
gelen her şeyi yapacağız. Önce kendi hesabına çalışan küçük köylünün, dolaylı olarak
bizden olduğunu düşündüğümüz, sonra da partimizin çıkarına olduğu için, böyle
davranıyoruz. Proletarya içine düşüşlerini önleyeceğimiz, henüz köylü olarak
kazanabileceğimiz köylülerin sayısı ne kadar büyük olursa, toplumsal dönüşüm de o kadar
hızlı ve kolay olacaktır. Bu dönüşüm için, kapitalist üretimin her yerde son vargılarına
kadar gelişmesine son küçük zanaatçının, son küçük köylünün, büyük kapitalist işletmenin
kurbanları durumuna düşmelerine dek beklemeye zorlanmak, bize hiç bir yarar sağlamaz.
Bu yönde, köylüler yararına, kamu fonları yardımıyla yapılabilen maddî sungulara,
kapitalist ekonomi açısından, yalnızca sokağa atılmış bir para olarak bakılabilir; ama gene
de bu paralar iyinin iyisi bir yatırımdır, çünkü toplumsal yeniden örgütlenme
harcamalarında belki on kez daha büyük bir pay tasarruf ederler. Öyleyse, biz, bu yönde,
köylülere karşı büyük bir cömertlikle davranabiliriz." (Ibidem.[29]) [sayfa 63]
Engels'in Batının kötülüğünü kastederek söyledikleri bunlardır. Ama, Engels'in
söylediklerinin, proletarya diktatörlüğü ülkesinde olduğu kadar hiç bir yerde bu kadar
kolayca ve bu kadar tam olarak gerçekleştirilemeyeceği açık değil mi? "Kendi hesabına
çalışan köylünün bizim yanımıza geçişi"nin ve bunu sağlamak için zorunlu "maddî
özveriler"in ve "köylülere karşı cömertçe davranma"nın şimdiden ve tam olarak Sovyetler
Birliği'nde gerçekleşebileceği; köylüler yararına bu önlemlerin ve benzerlerinin şimdiden
Rusya'da uygulandığı açık değil mi? Bu durumun da, Sovyetler ülkesinde ekonomik
kuruluşu kolaylaştıracağı ve ilerleteceği nasıl yadsınabilir?
İkincisi. Rusya'nın tarım ekonomisini Batının tarım ekonomisiyle karıştırmamalıdır.
Batıda tarım ekonomisi, kapitalizmin bilinegelen çizgisini izler; öyle ki, bir uçta büyük
malikâneler ve özel büyük kapitalist çiftlikler, öteki uçta yoksulluk, yoksunluk ve ücretli
köleliğiyle köylülükte derin bir farklılaşma olur. Dolayısıyla, Batıdaki dağılma ve çözülme
tamamıyla doğaldır. Rusya'da böyle değildir. Bizde, tarım ekonomisinin gelişmesi, bu yolu
izleyemez; yalnızca Sovyetler iktidarının varlığı ve başlıca üretim araçlarının
ulusallaştırılmış olması bile böyle bir gelişmeye engeldir. Rusya'da tarım ekonomisinin
gelişmesi başka bir yol izlemek, milyonlarca küçük ve orta köylüyü kucaklayan
kooperatifler yolunu, köyde gelişme yolunu, devletin kredi ile desteklediği kitle halinde
kooperatifleşme yolunu izlemek zorundadır. Lenin, kooperatifler hakkındaki
makalelerinde, haklı olarak, bizde tarım ekonomisinin yeni bir yolu, köylülerin
çoğunluğunu kooperatifleştirme aracılığı ile sosyalizmi kurma işine yöneltmeyi sağlayacak
olan yolu, önce pazarlama alanına, sonra da tarım ürünlerinin üretimi alanına olmak üzere
kolektivizm ilkelerinin tarım ekonomisine [sayfa 64] yavaş yavaş sokulması yolunu
izlemesi gerektiğine değinmiştir.
Bu konuda, tarım kooperatifleri hareketi, köylerde, yeni ve son derece dikkat çekici
olayları gözlemlememize olanak sağlamıştır. Bilindiği gibi, büyük bir gelecek vaadeden
keten, patates, tereyağı vb. üretimi gibi her tarım kolunda, tarım kooperatifleri birliği
içinde, yeni, büyük örgütler kurulmuştur: örneğin Keten Merkezi, bir keten üreticisi köylü
ortakları ağını içermektedir. Keten Merkezi, köylülere tohum ve üretim araçları verir;
sonra da köylülerden bütün ürünlerini satın alır ve bunu toptan pazara sürer; köylülerin
kârdan pay almasını sağlama bağlar; böylelikle de tarım kooperatifleri birliği aracılığıyla
köylü ekonomisini devlet sanayiine bağlar. Böyle bir üretim örgütü biçimini nasıl
adlandırmalı? Bence bu, büyük sosyalist devlet üretiminin, tarım alanında, evde çalışma
sistemidir. Burada, sosyalist devlet üretiminin evde çalışma sistemini, kapitalist düzende,
örneğin dokuma sanayiinde hammaddeleri ve aletleri kapitalistten alan ve tüm ürününü
kapitaliste veren zanaatçıların gerçekte evde çalışan yarı-ücretli işçiler durumunda
oldukları, evde çalıştırma sistemine benzetmekteyim. Bu, tarımsal ekonominin bizde
izlemesi gereken gelişme yolunu gösteren birçok belirtiden biridir. Tarımın öbür kollarında
buna benzer belirtileri burada anmanın gereği yoktur.
Köylülüğün büyük çoğunluğunun, özel büyük kapitalist çiftlikler ve ücretli kölelik
yolunu, yoksulluk ve yıkım yolunu reddederek, bu yeni gelişme yoluna gönüllü olarak
gireceğini tanıtlamanın gereği yoktur.
Bizim tarım ekonomimizin gelişme yolları hakkında Lenin şöyle der:
"Gerçekten, başlıca üretim araçları üzerinde devlet iktidarı, ve devlet iktidarının
proletaryanın elinde oluşu, bu proletaryanın milyonlar ve milyonlarca küçük ve küçücük
[sayfa 65] köylüyle olan ittifakı, köylülüğün proletarya tarafından yönetiminin güvenlik
altına alınmış bulunması vb., eskiden bezirgânlık saydığımız ve bugün de, NEP düzeninde
bazı bakımlardan öyle saymakta haklı olduğumuz kooperatifçilikten, yalnlızca
kooperatifçilikten hareket ederek, tam bir sosyalist toplumu kurmak için gerekli olan her
şey değil mi? Bu, henüz sosyalist bir toplumun kuruluşu değildir, ama bu kuruluş için
gerekli ve yeterli olan her şeydir." ("Kooperatifçilik Üzerine", c. XXII, s. 392, Rusça.)[30]
Daha sonra kooperatiflere yapılacak malî ve başka yardımların gerekliliğinden sözeden,
proletarya diktatörlüğünde, "nüfusu örgütlemenin yeni ilkesi"ne ve "toplumsal düzene"
değinen Lenin şöyle der:
"Bir toplumsal rejim, ancak belirli bir sınıfın malî desteğiyle yaşar. 'Özgür' kapitalizmin
bize maloluş fiyatını, yüz milyonlar ve yüz milyonlarca rubleyi anımsatmak gereksiz.
Bugün, her zamandan daha fazla desteklemek zorunda bulunduğumuz şu andaki
toplumsal rejimin, kooperatifler rejimi olduğunu anlamak ve pratikte bu gerçeğe göre
hareket etmek gerekmektedir. Ama onu tam anlamıyla desteklemek gerekir; yani
sözkonusu olan, herhangi bir kooperatif değişimin desteklenmesi değildir; sözkonusu olan,
gerçek halk yığınlarının gerçekten katıldığı bir kooperatif sisteminin desteklenmesidir."
(Ibidem, s. 393.)[31]
Bütün bu olgular neyi gösterir?
Kuşkucuların yanıldıklarını.
Leninizmin, emekçi köylü kitlelerini proletaryanın yedek gücü olarak kabul etmekte
haklı olduğunu.
İktidardaki proletaryanın, sanayi ile tarımı kaynaştırmak için, sosyalist kuruluşu
geliştirmek için ve proletarya diktatörlüğüne, sosyalist ekonomiye geçiş için gerekli olan
[sayfa 66]
temelleri sağlamak için, bu yedek güçten yararlanabileceğini ve yararlanması
gerektiğini.
VI. ULUSAL SORUN
Bu konuya ilişkin bellibaşlı iki soruna değineceğim: 1) sorunun konulusu; 2) ezilen
halkların kurtuluş hareketi ve proletarya devrimi.
1. Sorunun konulusu. Son yirmi yıl içinde ulusal sorun çok önemli birtakım
değişikliklerden geçti. İkinci Enternasyonal dönemindeki ulusal sorun ile leninizm
dönemindeki ulusal sorun, aynı şey değildir. Tam tersine, bu iki dönemin ulusal sorunu,
yalnız kapsamları bakımından değil, iç karakterleri bakımından da derin farklar gösterir.
Eskiden, ulusal sorun, genellikle başlıca "uygar" ulusları ilgilendiren dar bir sorunlar.
çemberi içinde kalırdı. İrlandalılar, Macarlar, Polonyalılar, Finliler, Sırplar ve Avrupa'nın
başka birkaç ulusu – işte İkinci Enternasyonal kahramanlarının, yazgıları ile ilgilendikleri,
haklarına tam sahip olmayan halklar kategorisi bunlardan ibaretti. Ulusal baskının en
zalimine ve en canavarcasına uğrayan Asya ve Afrika halklarının yüz milyonları, çoğu
zaman, onların görüş alanının dışında kalıyordu. Siyahlar ile beyazları, "uygarlar ile "uygar
olmayan"ları bir tutmaya bir türlü
karar verilemiyordu. Sömürgelerin kurtuluşu
sorunundan dikkatle kaçman iki-üç anlamsız sudan karar – İkinci Enternasyonalcilerin
övünebildikleri her şey bundan ibaret idi. Bugün, ulusal sorundaki bu ikiliğe ve kararsızlığa
artık son verildiğini söyleyebiliriz. Leninizm, bu açık uygunsuzluğun maskesini
düşürmüştür, beyazı siyahtan, Avrupalıyı Asyalıdan, emperyalizmin "uygar" kölesini
"uygar olmayan" kölesinden ayıran duvarı yıkmış ve böylece ulusal sorunu, sömürgeler
sorununa bağlamıştır. Böylelikle ulusal sorun, özel bir sorun, devletin bir iç sorunu
olmaktan çıkarak, [sayfa 67] uluslararası genel bir sorun haline, bağımlı ülkelerin ve
sömürgelerin ezilen halklarının emperyalizmin boyunduruğundan kurtarılması genel
sorunu haline gelmiştir.
Eskiden, ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkına sahip olmaları ilkesi, genellikle
yanlış yorumlanırdı; bu ilkenin, ulusların özerklik hakları derekesine düşürüldüğüne sık
sık tanık olunurdu. Bazı İkinci Enternasyonal önderleri, ulusların kendi kaderlerini
kendilerinin tayin etmesi hakkını, kültürel özerklikle, yani ezilen ulusların siyasal
iktidarının tamamını egemen ulusun elinde bırakarak, kendi kültürel kurumlarına sahip
olma hakkıyla bir tutmaya kadar işi vardırdılar. Böylelikle, kaderlerini kendilerinin tayin
etmeleri fikri, ilhaklara karşı savaşım silahı olmaktan çıkıyor, ilhakları meşru gösterme
aracı olma tehlikesine düşürüyordu. Artık bu karışıklığın ortadan kaldırıldığını
söyleyebiliriz. Leninizm, ulusların kendi kaderlerini tayin etme kavramını, bağımlı
ülkelerin ve sömürgelerin ezilen halklarının egemen devletten tamamıyla ayrılma hakkı,
ulusların bağımsız devlet olarak yaşama hakkı biçiminde yorumlayarak, bu kavramı
genişletti. Böylelikle kendi kaderini tayin etme kavramını, özerklik hakkı biçiminde
yorumlayarak, ilhakları meşru gösterme olanağı giderilmiş oldu. Kendi kaderini tayin etme
ilkesi ise, emperyalist savaş sırasında, sosyal-şovenlerin elinde kitleleri aldatma silahı
olmaktan kurtuldu, bütün emperyalist amaçların ve şoven entrikaların maskesini düşürme
aracı, kitlelerin enternasyonalizm ruhunda siyasal eğitimi aracı haline geldi.
Eskiden, ezilen uluslar sorunu, genellikle salt hukuksal bir sorun olarak kabul edilirdi.
"Ulusların eşitliği"ne ilişkin sayısız demeçler, "ulusal eşitliğe" ilişkin tumturaklı
bildiriler. ... İşte, bir uluslar grubu (azınlığı), sömürdüğü öteki uluslar grubunun sırtından
geçinirken, "ulusların eşitliği"nden sözetmenin, ezilen halklarla alay etmek olduğu
gerçeğini gizlemeye çalışan İkinci Enternasyonal partilerinin yaptıkları [sayfa 68] bundan
ibarettir. Şimdi artık, ulusal sorunda, bu burjuvaca hukuksal görüşün maskesinin
düşürülmüş olduğunu kabul edebiliriz. Leninizm, ezilen ulusların kurtuluş hareketine
proleter partilerinin doğrudan doğruya desteği olmaksızın, "ulusların eşitliği"ne ilişkin
demeçlerin boş ve ikiyüzlü sözler olduğunu göstererek, ulusal sorunu,' tumturaklı
demeçlerin yüksekliklerinden toprağa indirdi. Böylece ezilen uluslar sorunu, ezilen
uluslara, emperyalizme karşı, ulusların gerçek eşitliği uğruna, bağımsız devlet olarak
varlıkları uğruna savaşımlarında destek, gerçek ve sürekli yardım sorunu haline geldi.
Eskiden ulusal sorun, reformist bir görüş açısından, ayrı, bağımsız bir sorun olarak
sermayenin iktidarı; emperyalizmin devrilmesi, proletarya devrimi genel sorununa
bağlanmadan dikkate alınırdı. Sömürgelerin kurtuluş hareketiyle dolaysız bir birlik
olmadan, Avrupa'da proletaryanın zaferinin olanaklı olabileceği; ulusal sorunun,
sömürgeler sorununun, sessizce, "kendiliğinden" proletarya devriminin ana yolunun
dışında, emperyalizme karşı devrimci bir savaşım olmaksızın çözümlenebileceği dolaylı
olarak kabul ediliyordu. Şimdi artık bu karşı-devrimci görüşün maskesinin düşürüldüğünü
söyleyebiliriz. Leninizm tanıtlamıştır ki, ve emperyalist savaşla Rus devrimi doğrulamıştır
ki, ulusal sorun, ancak, proletarya devrimi ile birlikte ve bu devrimin tabanına dayanılarak
çözülebilir. Batıda devrimin zaferi yolu, sömürgelerin ve bağımlı ülkelerin kurtuluş
hareketiyle emperyalizme karşı ittifaktan geçer. Ulusal sorun, proletarya devriminin genel
sorununun bir parçasıdır, proletarya diktatörlüğü sorununun bir parçasıdır.
Sorun şöyle konulmalıdır: ezilen ülkelerin devrimci kurtuluş hareketinin devrimci
olanakları artık tükenmiş midir, tükenmemiş midir? Ve eğer tükenmemiş ise, bu
olanakları, proletarya devrimi yararına kullanmak, bağımlı ülkelerin ve sömürgelerin
emperyalist burjuvazinin yedek gücü [sayfa 69] olmalarını önleyip, devrimci proletaryanın
yedek gücü olmalarını, proletaryanın müttefiki olmalarını sağlamak umudu var mıdır?
Bu soruyu leninizm olumlu olarak yanıtlıyor, yani ezilen ülkelerin ulusal kurtuluş
hareketinde devrimci olanakların varlığını tanıyor ve ortak düşmanın devrilmesinde,
emperyalizmin devrilmesinde bu olanaklardan yararlanmanın olanaklı olduğuna inanıyor.
Emperyalizmin gelişme mekanizması, emperyalist savaştır – Rus devrimi, leninizmin bu
görüşünü tamamıyla doğrular.
"Egemen" ulusların proletaryasının, ezilen ve bağımlı halkların ulusal kurtuluş
hareketini bütün azmi ile ve etkin olarak destekleme zorunluluğu bundan ötürüdür.
Kuşkusuz ki bu, proletarya, her ulusal hareketi, her zaman ve her yerde, her özel ve somut
durumunda desteklemelidir anlamına gelmez. Desteklenmesi sözkonusu olan ulusal
hareketler, emperyalizmi devam ettiren ve sağlamlaştıran hareketler değil, emperyalizmi
zayıflatan ve devrilmesini kolaylaştıran hareketlerdir. Öyle durumlar olabilir ki, ezilen
belirli bir ülkenin ulusal hareketi, proletarya hareketinin gelişmesinin çıkarlarına aykırı
düşebilir. Böyle bir durumda, desteğin hiç sözkonusu olmadığı açıktır. Ulusların
kaderlerini kendilerinin tayin etmeleri sorunu tecrit edilmiş, kendi kendine yeten bir sorun
değildir; bütüne bağlı ve bütün içinde ele alınması gereken, proletarya devriminin genel
sorununun bir parçasıdır. 1840-1850 yıllarında Marx, Polonyalıların ve Macarların ulusal
hareketini destekledi, ama Çeklerin ve Güney Slavların ulusal hareketine karşıydı. Niçin?
Çünkü o zaman Çekler ve Güney Slavları "gerici halklar", Avrupa'da "Rus ileri hatları",
mutlakiyetin ileri karakolları idiler; oysa Polonyalılar ve Macarlar, mutlakiyete karşı
savaşım veren "devrimci halklar" idiler, çünkü o zaman Çekleri ve Güney Slavlarını
desteklemek demek, dolayısıyla Avrupa'da devrimci hareketin en tehlikeli düşmanı olan
çarlığı [sayfa 70] desteklemek demekti. Lenin der ki :
"Ulusların kaderlerini tayin hakkı dahil, demokrasinin çeşitli istemleri mutlak şeyler
değildir, bunlar, dünya demokratik hareketinin (bugün sosyalist hareketinin) tümünün bir
parçasıdır. Bazı somut durumlarda, parçanın, bütünü ile çelişkiye düşmesi olanağı vardır;
o zaman parça atılır." ("Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkının Tayini Üzerine Bir
Tartışmanın Özeti", c. XIX, s. 257-258, Rusça.)[32]
Biçimsel bir görüş açısından, soyut haklar bakımından değil de, somut olarak, devrimci
hareketlerin çıkarları görüş açısından baktığımızda, farklı ulusal hareketler sorunu, o
hareketlerin bazı durumlarda olanaklı olan gerici niteliği sorunu, işte böyle görünür.
Genel olarak ulusal hareketlerin niteliği hakkında aynı şeyi söylemek gerekir. Ulusal
hareketlerin büyük çoğunluğunun kuşku götürmez devrimci karakteri ne kadar göreli ve
kendine özgü ise, belirli bazı ulusal hareketlerin olanaklı gerici niteliği de o ölçüde göreli ve
kendine özgüdür. Emperyalist baskı koşulları içinde ulusal hareketlerin devrimci niteliği,
harekette kesenkes proleter unsurların varlığını, hareketin devrimci ya da cumhuriyetçi
programının varlığını, hareketin demokratik bir temelinin varlığını gerektirmez. Afgan
emirinin Afganistan'ın bağımsızlığı için savaşımı, emirin ve yandaşlarının kraliyetçi
niteliğine karşın, nesnel olarak devrimci bir savaşımdır; çünkü bu savaşım emperyalizmi
zayıflatır, ve baltalar. Oysa emperyalist savaş sırasında, örneğin Kerenski ve Çereteli,
Renaudel ile Scheidemann, Çernov ve Dan, Henderson ve Cleynes gibi dehşetli
demokratların, "sosyalist"lerin, "devrimci"lerin ve cumhuriyetçilerin savaşımı gerici bir
savaşımdı; çünkü bu savaşımın amacı, emperyalizmi maskelemek, sağlamlaştırmak ve
[sayfa 71] muzaffer kılmaktı. Aynı nedenlerle Mısırlı tüccarların ve burjuva aydınların
Mısır'ın bağımsızlığı için savaşımı, Mısır ulusal hareketinin önderliğinin burjuva kökenine
ve burjuva niteliğine karşın, nesnel olarak devrimci bir savaşımdır. Oysa İngiliz işçi
hükümetinin Mısır'ın bağımlı durumunu sürdürmek için savaşımı, bu hükümet üyelerinin
proleter kökenine ve proleter niteliğine, sosyalizm "uğruna" olmalarına karşın, gerici bir
savaşımdır. Hindistan gibi, Çin gibi, kurtuluş yolunda her adımları biçimsel demokrasinin
gereklerine pek uymasa bile, emperyalizme indirilen bir şahmerdan darbesi olan, yani hiç
kuşkusuz devrimci bir adım olan daha büyük sömürge ve bağımlı ülkelerin ulusal
hareketinden söz bile etmiyorum.
Lenin, ezilen ülkelerin ulusal hareketinin biçimsel demokrasi bakımından değil,
emperyalizme karşı genel savaşım bilançosundaki gerçek sonuçları bakımından, yani
"soyutlanarak değil, dünya ölçüsünde" değerlendirilmesi gerektiğini söylerken haklıydı.
2. Ezilen halkların kurtuluş hareketi ve proletarya devrimi. Ulusal sorunu çözmek için
leninizm şu tezlerden hareket eder:
a) Dünya iki kampa ayrılmıştır: malî sermayeyi ellerinde tutan ve dünya nüfusunun
büyük çoğunluğunu sömüren bir avuç uygar ulusların kampı; ve sömürgelerin ve bağımlı
ülkelerin, çoğunluk olan, ezilen ve sömürülen halklarının kampı.
b) Malî sermaye tarafından ezilen ve sömürülen sömürgeler ve bağımlı ülkeler,
emperyalizm için çok büyük bir yedek ve çok önemli bir güç kaynağı oluşturur.
c) Sömürgelerin ve bağımlı ülkelerin ezilen halklarının emperyalizme karşı giriştikleri
devrimci savaşım, onlar için baskıdan ve sömürülmekten kurtulmanın biricik yoludur.
d) Bellibaşlı sömürgeler ve bağımlı ülkeler, şimdiden ulusal kurtuluş yolunu
tutmuşlardır; bu da kaçınılmaz [sayfa 72] olarak, dünya kapitalizminin bunalımına
varacaktır.
e) Gelişmiş ülkelerdeki proletarya hareketiyle sömürgelerdeki kurtuluş hareketlerinin
çıkarları, devrimci hareketin bu iki biçiminin ortak düşmana karşı, emperyalizme karşı bir
tek cephede birleşmesini gerektirmektedir.
f) Ortak devrimci bir cephe kurulup sağlamlaştırılmadan, gelişmiş ülkelerde işçi
sınıfının zaferi ve ezilen halkların emperyalizm boyunduruğundan kurtuluşu olanaksızdır.
g) Ezilen halkların, "metropol" emperyalizmine karşı kurtuluş hareketi, ezen ulusların
proletaryası tarafından doğrudan doğruya ve azimli bir kararla desteklenmedikçe, ortak
devrimci cephenin kurulması olanaksızdır; çünkü "başka bir halkı ezen bir halk özgür
olamaz." (Marx).[33]
h) Bu destek, ulusların ayrılma, bağımsız devlet olarak varolma hakkı sloganının
gerçekleşmesini istemekten, bu sloganı savunmaktan ve uygulamaktan ibarettir.
i) Bu slogan uygulanmadan, ulusların bir dünya ekonomisi içinde birleşmelerini ve
işbirliğini örgütlendirmek olanaksızdır. Bu işbirliği ise, sosyalizmin zaferinin maddî
temelidir.
j) Bu birlik, ancak gönül rızasıyla kurulabilir ve halkların karşılıklı güvenlerine ve
kardeşçe ilişkilerine dayanabilir.
Görüldüğü gibi, ulusal sorunda iki görünüm, iki eğilim vardır: emperyalizmin
bağlarından siyasal kurtuluş ve [sayfa 73] bağımsız ulusal devletler kurma eğilimi –
emperyalist baskının ve sömürgelerin sömürülmesinin sonucu olarak doğan bir eğilim; ve
bir dünya pazarının, bir dünya ekonomisinin kurulmasından doğan ulusların iktisadî
yakınlaşma eğilimi. Lenin der ki:
"Kapitalizm, gelişmesi sırasında, ulusal sorun konusunda iki tarihsel eğilim gösterir:
birincisi, ulusal yaşamın ve ulusal hareketlerin uyanışıdır, her türlü ulusal baskıya karşı
savaşım, ulusal devletin kuruluşudur. İkincisi, uluslararasında her türlü ilişkilerin
gelişmesi ve çoğalmasıdır, ulusal çitlerin yıkılması ve sermayenin, genel olarak iktisadî
yaşamın, siyasetin, bilimin vb. uluslararası birliğinin yaratılmasıdır. Bu iki eğilim,
kapitalizmin evrensel yasasıdır. Kapitalist gelişmenin başlangıcında birinci eğilim
egemendir, ikinci eğilim olgunlaşmış olan ve bir sosyalist toplum biçimini almaya doğru
yolalan kapitalizmin niteliğidir." ("Ulusal Sorun Üzerine Eleştirici Notlar", c. XVII, s. 139140, Rusça.)[34]
Emperyalizm için bu iki eğilim, uzlaşmaz çelişkiler gibi görünür; çünkü emperyalizm,
sömürgeleri sömürmeden, onları zorla "bir tek bütün"ün çerçevesi içinde tutmadan
yaşayamaz; çünkü emperyalizm, ulusları, .ancak ilhaklar ve sömürge fetihleri yoluyla
birbirine yaklaştırabilir, emperyalizm koşulları içinde başka türlü bir yaklaşmayı
düşünmek olanaksızdır.
Komünizm için ise, tersine, bu iki eğilim, aynı şeyin, ezilen halkların emperyalizm
boyunduruğundan kurtuluşunun iki görünüşüdür. Çünkü komünizm, halkların bir tek
dünya ekonomisinde birlik kurmalarının ancak karşılıklı güvenle ve gönül rızasıyla yapılan
anlaşma ile olanaklı olduğunu, halkların gönül rızasıyla kabul edilmiş birliği yolunun,
sömürgelerin emperyalist "bütün"den ayrılmalarından, bu [sayfa 74] sömürgelerin
bağımsız devletler haline gelmelerinden geçtiğini bilir.
Egemen ulusların (İngiltere, Fransa, Amerika, İtalya, Japonya vb.) emperyalist
hükümetlerine karşı savaşım vermek istemeyen, "kendi" sömürgelerinin ezilen halklarının
boyunduruktan kurtulma, bağımsız devlet kurma savaşımlarını desteklemek istemeyen
"sosyalist"lerin metropol şovenizmine karşı inatçı, sürekli ve azimli savaşım zorunluluğu
bundan ötürüdür.
Böyle bir savaşım olmadan egemen ulusların işçi sınıfının gerçek enternasyonalizm
ruhunda, bağımlı ülkelerin ve sömürgelerin emekçi kitleleriyle yakınlaşma ruhunda,
proletarya devrimine gerçekten hazırlanma ruhunda eğitimi düşünülemez. Rus
proletaryası, eski Rus imparatorluğunun ezilen halklarının gönlünü ve desteğini
kazanmasaydı, Rusya'da devrim başarıya ulaşmazdı ve Kolçak ile Denikin yenilmezdi. Ama
bu halkların sevgi ve desteğini kazanmak için Rus proletaryasının Rus emperyalizminin
zincirlerini kırması ve bu halkları ulusal baskıdan kurtarması gerekti.
Bu yapılmasaydı, sovyet iktidarını pekiştirmek, gerçek enternasyonalizm düşüncesini
aşılamak ve halkların SSCB diye adlandırılan işbirliği örgütünü, halkların bir tek dünya
ekonomisi sistemindeki gelecek birliğinin yaşayan ilk örneğini kurmak olanaklı olmazdı.
Kendi ulusal dargörüşlülüklerini aşmak istemeyen ve kendi ülkelerinin kurtuluş
hareketini egemen ülkelerin proletarya hareketine bağlayan bağı anlamayan ezilen
ülkelerin sosyalistlerinin ulusal içe kapanma, sınırlılık ve tecrit siyaseti ile savaşım
zorunluluğu bundan ötürüdür.
Böyle bir savaşım olmadan, ezilen ulusların proletaryasının, bağımsız bir siyaset
izleyebileceği, ortak düşmanın devrilmesi için savaşımda, emperyalizmin devrilmesi için
savaşımda, egemen ülkelerin proletaryası ile sınıf dayanışmasına gidebileceği
düşünülemez. [sayfa 75]
Böyle bir savaşım olmadan enternasyonalizm olanaksız olurdu.
Egemen ulusların ve ezilen ulusların emekçi kitlelerini devrimci enternasyonalizm
ruhunda yetiştirmek için izlenecek yol budur.
Lenin, işçileri enternasyonalizm ruhunda eğitmek için sosyalizmin yüklendiği bu ikili
ödev hakkında şunları söyler:
"Bu eğitim, ezen büyük uluslarda ve ezilen küçük uluslarda, ilhak eden uluslarda ve
ilhak olunanlarda somut olarak birbirinin aynı olabilir mi?
"Hayır, olamaz. Bir tek hedefe doğru yürüyüş: haklarda tam eşitlik, bütün ulusların en
sıkı biçimde birbirine yaklaşmasının ve sonra da birbiriyle kaynaşmasının ayrı ayrı somut
yollardan geçilmesini gerektirdiği açıktır, nasıl ki, örneğin, bir sayfanın merkezindeki
noktaya giden yol, sayfanın bir kenarından hareket edildiğinde sola, öteki kenarından
hareket edildiğinde sağa gidilmesini gerektirirse. Eğer ulusların genel olarak birbiriyle
kaynaşmasını savunan ilhak eden ve ezen bir büyük ulusun sosyal-demokratı, "kendi"
Nikola Il'sinin, "kendi" Wilhelm'inin, "kendi" George'unun, "kendi" Poincare'sinin ve
benzerlerinin de (ilhaklar yoluyla) küçük uluslarla kaynaşmadan yana olduğunu unutursa
–Nikola II, Galiçya ile "kaynaşmadan" yanadır, Wilhelm II, Belçika ile "kaynaşmadan"
yanadır vb.–, böyle bir sosyal-demokrat, teoride gülünç bir doktriner ve pratikte de
emperyalizmin yardımcısı durumuna düşer.
"Ezen ülkelerin işçilerinin enternasyonalist eğitimi, zorunlu olarak, her şeyden önce,
ezilen ülkelerin özgürlüğü ve ayrılması ilkesinin savunulmasını içermelidir. Yoksa, ortada
enternasyonalizm diye bir şey kalmaz. Bu propagandayı yapmayan, ezen bir ulusun sosyaldemokratını, emperyalist ve alçak saymak hakkımız ve görevimizdir. Sosyalizmin
gerçekleşmesinden önce ayrılma olasılığının binde-bir olması durumunda bile, bu istem,
mutlak bir istemdir. [sayfa 76]
"İşçilerde ulusal farklar karşısında 'ilgisizliği' geliştirmek görevimizdir. Bu, tartışma
götürmez. Ama bu, ilhakçıların savunduğu ilgisizlik değildir. Ezen bir ulusun bireyi, küçük
ulusların, eğilimlerine göre, kendi devletinin mi yoksa komşu devletin mi bir parçasını
oluşturduğu ya da bağımsız olup olmadığı sorunu karşısında 'ilgisiz' kalabilmelidir: eğer o,
'ilgisiz' kalamıyorsa, sosyal-demokrat değildir. Enternasyonalist bir sosyal-demokrat
olabilmek için, yalnızca kendi ulusunu düşünmemeli, bütün ulusların çıkarlarını, onların
özgürlüğünü ve eşitliğini kendi ulusunun üstünde tutabilmelidir. 'Teoride' bu noktada
herkes görüş birliği halinde; ama uygulamada, ilhakçılara özgü ilgisizlik gösteriliyor.
Kötülüğün kökeni buradadır.
"Bunun karşıtı olarak, küçük bir ulusun sosyal-demokratı, ajitasyonunun ağırlık
merkezini bizim genel formülümüzün son sözcüğü üzerine getirmelidir: ulusların
'serbestçe kabullendiği birlik'. O, enternasyonalist olarak görevlerine sırt çevirmeden hem
kendi ulusunun siyasal bağımsızlığından yana olabilir, hem de ulusunun bir komşu devlet
(x, y, z, vb.) ile birleşmesinden yana olabilir. Ama o, her durumda küçük ulus
darkafalılığına karşı, kendi içine kapanmaya karşı savaşım vermeli, bütünü ve geneli
gözönünde tutmalı, özeli genel çıkara bağımlı kılmalıdır.
"Sorunu derinliğine incelememiş olanlar, ezen ulusların sosyal-demokratları 'ayrılma
hakkı' üzerinde ısrar ederlerken, ezilen ulusun sosyal-demokratlarının 'birleşme özgürlüğü'
üzerinde direnmelerinin çelişki olduğunu düşünürler. Ama biraz düşününce,
enternasyonalizme ve bugünkü durumdan hareket ederek ulusların birbiriyle
kaynaşmasına varabilmek için başka yolun olmadığı, olamayacağı anlaşılır." ("Ulusların
Kaderlerini Tayin Hakkının Tayini Üzerine Bir Tartışmanın Özeti", c. XIX, s. 261-262,
Rusça.)[35] [sayfa 77]
VII. STRATEJİ VE TAKTIK
Bu konuya ilişkin altı soruna değineceğim: 1) proletaryanın sınıf savaşımındaki
önderliğin bilimi olarak strateji ve taktik; 2) devrimin aşamaları ve strateji; 3) hareketin
kabarma ve alçalmaları ve taktik; 4) stratejik önderlik; 5) taktik önderlik; 6) reformculuk
ve devrimcilik.
1. Proletaryanın sınıf savaşımındaki önderliğin bilimi olarak strateji ve taktik. İkinci
Enternasyonalin egemenlik dönemi, proletaryanın siyasal ordularının azçok sakin gelişme
koşulları içinde yetiştirilmesi ve eğitim dönemi, parlamentarizmin, başta gelen sınıf
savaşımı biçimi olduğu bir dönemdi. Büyük çapta sınıf çatışmaları, proletaryanın devrimci
savaşlara hazırlanması, proletarya iktidarının kurulması yolları sorunları, görünüşe göre
günün sorunu sayılmıyordu. Ödev şundan ibaretti: proleter orduların yetiştirilmesi ve
eğitimi için bütün legal gelişme yollarından yararlanmak, proletaryanın muhalefette
kalmasına neden olan ve muhalefette kalmasını gerektiren koşulları gözönünde tutarak
parlamentarizmden yararlanmak. Böyle bir dönemde ve proletaryanın ödevlerinin böyle
anlaşılmasının, ne tutarlı bir strateji, ne de derin bir taktik olamayacağı açıktır. Taktik ve
strateji üzerine parça parça ve bağlantısız fikirler vardı. Ama taktik ve strateji yoktu.
İkinci Enternasyonalin günahı, zamanında savaşımın parlamenter biçimlerinden
yararlanma taktiğini uygulamış olması değil, nerdeyse biricik savaşım biçimi saydığı bu
biçimlerin önemini abartmasıdır; ve doğrudan doğruya devrimci savaşlar dönemi gelip
çattığı ve parlamento-dışı savaşım biçimleri ön planda yer aldığı zaman, İkinci
Enternasyonal partileri yeni ödevlerden yüzçevirdiler, bunları yerine getirmediler.
Ancak bunu izleyen dönemde, proletaryanın açık eylemleri döneminde, proletarya
devrimi dönemindedir ki, [sayfa 78] burjuvaziden iktidarın alınması sorunu, ivedi pratik
sorunlardan biri oldu; proletaryanın yedek güçleri sorunu (strateji) en hayatî sorunlardan
biri oldu; –parlamenter olsun, parlamento-dışı (taktik) olsun– bütün savaşım ve örgüt
biçimleri tam bir açıklıkla belirdiler; ancak bu dönemde proletaryanın savaşımının tutarlı
bir stratejisi ve derin bir taktiği hazırlanabildi. Marx'ın ve Engels'in taktik ve strateji
hakkında İkinci Enternasyonalin hasıraltı ettiği dâhiyane fikirlerinin Lenin tarafından
günışığına çıkarılması tam bu döneme raslar. Ama Lenin, Marx'ın ve Engels'in şu ya da bu
ilkelerini diriltmekle kalmadı, onları yeni fikir ve tezlerle tamamladı ve bu fikir ve tezler
bütününü, proletaryanın sınıf savaşımına kılavuzluk eden bir kurallar ve ilkeler sistemi
içinde topladı. Ne Yapmalı?; İki Taktik; Emperyalizm; Devlet ve Devrim; Proletarya
Devrimi ve Dönek Kautsky; "Sol" Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı gibi yapıtlar kuşku
yok ki, marksizmin ortak hazinesi, devrim cephaneliğine eklenen en değerli bir hazinedir.
Leninizmin stratejisi ve taktiği, proletaryanın devrimci savaşımının yönetiminin bilimidir.
2. Devrimin aşamaları ve strateji. Stratejinin konusu, devrimin belirli bir aşamasını
temel kabul ederek proletaryanın başlıca darbesinin doğrultusunu saptamak; devrimci
güçlerin uygun düzenlenişi için (ana ve ikincil yedek güçler) plan hazırlamak; devrimin
belirli aşaması boyunca bu planın gerçekleştirilmesi için savaşım vermektir.
Bizim devrimimiz şimdiden iki aşamayı aşmış ve Ekim Devriminden sonra üçüncü
aşamaya girmiştir. Dolayısıyla strateji de aşamaya göre değişmiştir.
Birinci aşama: 1903'ten 1917 Şubatına kadar. Hedef; çarlığı yıkmak, ortaçağ
kalıntılarının tamamını tasfiye etmek. Devrimin ana gücü: proletarya. Hazır yedeği:
köylülük. Ana darbenin doğrultusu: köylülüğü kazanmaya ve çarlıkla anlaşmaya vararak
devrimi tasfiye etmeye [sayfa 79] çabalayan liberal-monarşist burjuvaziyi tecrit etmek.
Güçlerin düzenleniş planı: işçi sınıfının köylülük ile ittifakı. "Proletarya, kuvvet yoluyla
otokrasiyi ezmek ve burjuvazinin tutarsızlığını etkisiz hale getirmek için köylü yığınlarıyla
ittifak kurarak, demokratik devrimi sonuna kadar götürmelidir." (Lenin, İki Taktik, c. VIII,
s. 96, Rusça.)[36]
İkinci aşama: 1917 Martından 1917 Ekimine kadar. Hedef: Rusya'da emperyalizmi
yıkmak ve emperyalist savaştan çıkmak. Devrimin ana gücü: proletarya. Hazır yedeği:
yoksul köylülük. Komşu ülkelerin proletaryası olası yedek. Uzayan savaş ve emperyalizmin
bunalımı, hareket için uygun an. Ana darbenin doğrultusu: köylülüğün emekçi kitlelerini
kazanmaya ve emperyalizm ile anlaşarak devrimi durdurmaya çabalayan küçük-burjuva
demokratları (menşevikleri, sosyalist-devrimcileri) tecrit etmek. Güçlerin düzenleniş planı:
proletaryanın yoksul köylülük ile ittifakı. "Proletarya, kuvvet yoluyla burjuvazinin direncini
kırabilmek için, köylülüğün ve küçük-burjuvazinin kararsızlığını etkisiz hale getirmek için,
halkın yarı-proleter unsurlarıyla ittifak kurarak sosyalist devrimi başarmalıdır." (İbidem.)
[37]
Üçüncü aşama: Ekim Devriminden sonra başlamıştır. Hedef: bir tek ülkede proletarya
diktatörlüğünü sağlamlaştırmak ve bütün ülkelerde emperyalizmi devirmek için proletarya
iktidarını dayanak noktası olarak kullanmak. Devrim, bir tek ülkenin sınırlarından
taşmıştır: dünya devrimi çağı başlamıştır. Devrimin ana gücü: bir ülkede proletarya
diktatörlüğü, bütün ülkelerin proletaryasının devrimci hareketi. Başlıca yedekler: gelişmiş
ülkelerde yarı-proleter ve küçük köylü kitleleri, sömürgelerde ve bağımlı ülkelerde kurtuluş
hareketi. Ana darbenin doğrultusu: emperyalizmle anlaşma siyasetinin ana desteğini
meydana getiren İkinci [sayfa 80] Enternasyonal partilerini tecrit etmek. Güçlerin
düzenleniş planı: proletarya devriminin sömürgelerde ve bağımlı ülkelerdeki kurtuluş
hareketi ile ittifakı.
Strateji, devrimin ana güçleri ve bu güçlerin yedekleriyle uğraşır. Devrim yeni bir
aşamaya geçince strateji de değişir, ama belirli bir aşama boyunca strateji, esas olarak
değişmez.
3. Hareketin kabarma ve alçalmaları ve taktik. Taktiğin konusu, nispeten kısa olan,
hareketin kabarması ve alçalması, devrimin hızlanması ve yavaşlaması döneminde
proletaryanın davranış çizgisini saptamak, eski savaşım ve örgütlenme biçimlerinin ve eski
sloganların yerlerine yenilerini koyarak, savaşım ve örgüt biçimleri arasında uyum
sağlayarak vb., bu çizginin uygulanması için savaşım vermektir. Örneğin, strateji, çarlığa ve
burjuvaziye karşı savaşımı sonuna kadar götürmeyi hedef edinmişse, taktik, daha az
önemli hedefleri amaç edinir; çünkü taktik, savaşı, bütünüyle değil, şu ya da bu aşamayı, şu
ya da bu çarpışmayı kazanmaya, devrimin belirli bir hızlanış ya da yavaşlama döneminde,
belirli bir kampanyayı, somut durumun gereği olan belirli bir hareketi gerçekleştirmeye
gayret eder. Taktik, stratejinin bir parçasıdır, stratejiye bağlıdır ve stratejiye hizmet
etmekle yükümlüdür.
Taktik, kabarma ve alçalmalara göre değişir. Devrimin birinci aşaması boyunca (1903Şubat 1917) stratejik plan değişmediği halde, taktik bu süre içinde birçok kez değişti. 19031905 döneminde partinin taktiği saldırı, taktiği idi, devrimci hareket yükselen bir çizgiyi
izliyordu ve taktik bu olguya dayanmalıydı. Sonuç olarak, savaşım biçimleri de devrimciydi
ve devrimin kabarma hareketine uymaktaydı. Yerel siyasal grevler, siyasal gösteriler, genel
siyasal grev, Dumanın boykot edilmesi, ayaklanma, devrimci savaş sloganları, bu dönemde
birbirini izleyen savaşım biçimleri işte bunlardı. Savaşım biçimleriyle birlikte örgüt
biçimleri de [sayfa 81] değişmekteydi. Fabrika komiteleri, devrimci köylü komiteleri, grev
komiteleri, işçi vekilleri Sovyetleri, azçok açıkta çalışan işçi partisi – işte bu dönemin örgüt
biçimleri bunlardı.
1907-1912 devresinde, parti, geri çekilme taktiğine geçmek zorunda kaldı; çünkü
devrimci eylem yavaşlamıştı, bir devrim alçalması vardı – ve taktik zorunlu olarak bu
olguyu dikkate almalıydı. Sonuç olarak, savaşım biçimleri ve örgüt biçimleri gene değişti.
Dumayı boykot yerine Dumaya katılma; Duma dışında açık parlamento-dışı eylem yerine
Dumada eylemler ve çalışma; genel siyasal grevler yerine özel iktisadî grevler ya da
basbayağı hareketsizlik. Partinin, bu devrede illegaliteye geçmek zorunda kalışı kolayca
anlaşılır. Kitle örgütlerine gelince, bunların yerini eğitim ve kültür dernekleri,
kooperatifler, işçi sigorta sandıkları ve diğer legal örgütler âldı.
Devrimin ikinci ve üçüncü aşamaları konusunda da aynı şeyi söyleyebiliriz; bu aşamalar
boyunca stratejik planlar değişmediği halde, taktik, onlarca kez değişti.
Taktik, proletaryanın savaşım biçimleriyle ve örgüt biçimleriyle, bu biçimlerin
zincirleme kaynaşmasıyla uğraşır. Devrimin belirli bir aşamasını temel kabul eden taktik,
devrimin kabarma ve alçalmasına, hızlanma ve yavaşlamasına göre birçok kez değişebilir.
4. Stratejik önderlik: Devrimin yedekleri şunlar olabilir:
Dolaysız yedekler: a) köylülük ve genellikle ülke nüfusunun ara tabakaları; b) komşu
ülkelerin proletaryası; c) sömürgelerde ve bağımlı ülkelerde devrimci hareket; d)
proletarya iktidarının zaferleri ve kazançları; proletarya, güçlü bir düşmandan dinlenme
molası elde etmek için hem bu kazançlardan bir kısmını feda eder, hem güç üstünlüğünü
elinde tutar.
Dolaylı yedekler: a) proletaryanın, düşmanı zayıflatmak ve kendi yedeklerini
pekiştirmek için yararlanabileceği, [sayfa 82] ülkenin proleter olmayan sınıfları arasındaki
çelişkiler ve çatışmalar; b) proleter devlete düşman olan burjuva devletler arasında patlak
veren ve saldırısı ya da zorunlu geri çekilmesi sırasındaki manevralarında, proletaryanın
yararlanabileceği çelişkiler, çatışmalar, (örneğin emperyalist savaş gibi) savaşlar.
Önemleri herkes tarafından kolayca anlaşılacağı için birinci kategorideki yedekler
üzerinde uzunboylu durmanın gereği yoktur. Rolleri her zaman açıkça görünmeyen ikinci
kategorinin yedeklerine gelince, bunların bazan devrim için birinci derecede önemli
olduğunu söylemek gerekir. Örneğin, küçük-burjuva demokratları ile (sosyalistdevrimciler), liberal-monarşist burjuvazi (kadetler) arasında birinci devrimden sonraki
çatışmanın büyük önemi yadsınamaz; o çatışma ki, köylülüğün burjuvazinin etkisinden
kurtarılmasına yardım ettiği tartışma götürmez. Ekim Devrimi döneminde bellibaşlı
emperyalist gruplar arasındaki ölüm-kalım savaşının pek büyük önemini yadsımak daha
da olanaksızdır; bu derece birbiri ile savaşa tutuşmuş olan emperyalistler, genç sovyet
iktidarına karşı güçlerini birleştiremediler ve işte bu nedenle, proletarya, güçlerini
örgütleme işine girişebildi ve Kolçak'ın, Denikin'in yenilgilerini hazırlayabildi. Emperyalist
gruplar arasındaki çelişkilerin gittikçe derinleştiği ve aralarında yeni bir savaşın kaçınılmaz
hale geldiği bu sırada, bu çeşit yedeklerin, proletarya için gittikçe daha büyük önem
kazanabileceğini kabul etmek yerinde olur.
Stratejik önderliğin ödevi, gelişmenin belirli bir aşamasında, devrimin ana hedefine
ulaşmak için bütün bu yedeklerden gerektiği gibi yararlanmaktır.
Yedeklerden gereği gibi yararlanmak ne demektir?
Aşağıda başlıcaları belirtilen zorunlu bazı koşulların yerine getirilmesidir.
Birincisi. Devrimin olgunlaştığı, saldırı tam islim [sayfa 83] ilerlediği, ayaklanma kapıyı
çaldığı, yedeklerin öncüye bağlanması başarının mutlak koşulu olduğu bir sırada, devrimci
güçleri, başlıca hasmın en canalıcı noktasına gereken anda toplamak. Partinin Nisan-Ekim
1917 dönemindeki stratejisi, yedeklerden bu biçimde yararlanmanın bir örneği sayılabilir.
Bu dönemde hasmın canalıcı noktası hiç kuşku yok ki, savaştı. Temel sorun olan bu
sorunda partinin, proleter öncünün çevresinde halkın en geniş kitlelerini toplayabildiği
muhakkaktır. Bu dönemde strateji şundan ibaretti: gösterilerle ve uygulamalarla öncüye
sokak eylemlerini öğretmek ve aynı zamanda cephe gerisinde Sovyetler ve cephede asker
komiteleri aracılığı ile yedekleri öncüye bağlamak. Devrimin sonucu, yedeklerden gereği
gibi yararlanmış olduğumuzu göstermiştir.
Marx ve Engels'in ayaklanma konusundaki tanınmış tezlerini yorumlayan Lenin'in,
devrimci güçlerin stratejik kullanımı üzerine söyledikleri şunlardır:
"1. Ayaklanma hiç şakaya gelmez, ama buna başlayınca sonuna dek gitmenin gerektiğini
iyice kavramalısınız.
"2. Kuvvetlerin büyük üstünlüğünü kesin noktalarda ve kesin anlarda yoğunlaştırın,
yoksa daha iyi hazırlanma ve örgütlenme üstünlüğüne sahip olan düşman, isyancıları
ortadan kaldırır.
"3. Ayaklanma bir kez başlayınca en büyük kararlılıkla hareket etmelisiniz, her
durumda, tavsatmadan saldırıyı ele geçirmelisiniz. 'Savunma her silahlı başkaldırmanın
ölümüdür.'
"4. Düşmana, baskın yapmaya ve kuvvetlerinin dağınık olduğu anda yakalamaya
çalışmalısınız.
"5. Ne denli küçük de olsa günlük (eğer bir kasaba sözkonusu ise her saat da denebilir)
başarılar için, çaba
göstermeli, ve ne pahasına olursa
olsun 'moral üstünlüğü'
korumalısınız." ("Dışardan Seyreden Bir Kişinin Öğütleri," c. XXI, s. 310-320, Rusça.)[38]
[sayfa 84]
İkincisi. Kesin darbenin indirileceği anı, öncünün sonuna kadar dövüşmeye hazır
bulunduğu, yedeklerin öncüyü desteklemeye hazır oldukları ve düşman saflarında
kargaşalığın en son haddine vardığı, bunalımın doruğuna ulaştığı an olması gereken
ayaklanmanın başlangıç anını iyi seçmek. Lenin der ki:
Eğer "kendi olanaklarını aşan bir savaşım yüzünden bize düşman olan bütün sınıf
güçleri yeteri kadar zor durumda, yeteri kadar birbiriyle dalaşmış ve yeteri kadar
zayıflamış durumda ise"; eğer "ara unsurların, duraksayan, sallanan, tutarsız bu unsurların
–burjuvaziye karşı olan küçük-burjuvazinin, küçük-burjuva demokrasisinin– halkın
önünde yeteri kadar maskeleri düşmüş, pratikte iflâslarıyla yeteri kadar saygınlıklarını
yitirmişlerse", eğer "proletaryanın saflarında burjuvaziye karşı en kesin eylemden yana, en
yürekli devrimci çıkıştan yana güçlü bir bilinç ortaya çıkmışsa, işte ancak o zaman devrim
olgunlaşmıştır; işte ancak o zaman yukarda özet olarak işaret ettiğimiz bütün koşulları
doğru olarak hesaba katmışsak, ve zamanını doğru seçmişsek, zaferimiz güvence
altındadır." ("Sol" Komünizm, c. XXV, s. 229, Rusça.)[39]
Ekim ayaklanmasının örgütlenmesi, böyle bir stratejinin uygulanmasının bir örneği
sayılabilir.
Bu koşula uymamakla "tempoyu kaçırma" denilen tehlikeli bir hataya sürüklenilir;
parti, hareketin yürüyüşüne ayak uyduramayıp geride kaldığı ya da çok ilerilere geçip
hareketi geride bıraktığı zaman bu hataya düşülür, bu da başarısızlık tehlikesi yaratır. Bu
"tempoyu kaçırma"nın bir örneği, ayaklanma anının nasıl seçilemediğini gösteren bir
örnek, yoldaşlarımızdan bir kısmının, 1917 Eylülünde henüz Sovyetlerde kararsızlığın
kendini hissettirdiği, cephedeki askerlerin hâlâ kararsızlık içinde bulunduğu ve yedekler
[sayfa 85] öncüye henüz bağlanmadığı bir sırada Demokratik Konferansı tutuklayarak
ayaklanmaya başlama girişimiydi.
Üçüncüsü. Yön Bir kez saptandı mı, hedefe giden yolda her cins ve her çeşit güçlükleri
ve karışıklıkları aşarak gevşemeden ilerlemek; öyle ki öncü, savaşımın ana hedefini gözden
yitirmesin, ve kitleler bu hedefe doğru yürürken ve öncünün çevresinde birleşmeye
çabalarken yollarını şaşırmasınlar. Bu koşula uymamak, insanı, denizcilerin "rotayı
şaşırmak" diye adlandırdıkları ağır bir hataya sürükler. Partimizin, Demokratik
Konferanstan hemen sonra, Geçici Cumhuriyet Konseyine katılma kararını vermekle
benimsediği tutumu, rotayı şaşırmanın bir örneği kabul edebiliriz. Bu sırada parti, Geçici
Cumhuriyet Konseyinin, burjuvazinin, ülkeyi burjuva parlamentarizmi yoluna sürüklemek
için, sovyetler yolundan caydırmak için giriştiği bir girişim olduğunu, partinin böyle bir
kuruluşa katılmasının bütün oyun kâğıtlarını karmakarışık edebileceğini ve "bütün iktidar
Sovyetlere" sloganı altında devrimci bir savaşıma atılmış olan işçileri ve köylüleri yanlış
yöne sevkedebileceğini unutmuşa benziyordu. Bolşeviklerin Geçici Cumhuriyet
Konseyinden (Preparlament'ten) çıkmalarıyla bu hata düzeltildi.
Dördüncüsü. Düşmanın daha güçlü bulunduğu, geri çekilmenin kaçınılmaz bir durum
aldığı, düşmanın kabul ettirmek istediği muharebeyi kabul etmenin aleyhte olacağı açık
olduğu ve belirli güçler dengesi dikkate alındığı zaman geri çekilmenin, öncünün kendini
tehdit eden darbeden korunmasının ve yedeklerini korumasının biricik yol olduğu zaman,
düzenli bir biçimde geri çekilen yedeklerle birlikte manevra yapmak. Lenin der ki:
"Devrimci partiler, eğitimlerini tamamlamalıydılar. Nasıl saldırılacağım öğrenmişlerdi.
Şimdi artık bu bilginin, düzenli bir biçimde nasıl geriye çekilinebileceği bilgisiyle
tamamlanması gerektiğini kavramalıydılar. Nasıl saldırılacağını [sayfa 86] ve uygun bir
biçimde nasıl geri çekilineceğini öğrenmeden zaferin olanaksız olduğunu kavramalıydılar –
ve devrimci sınıf bunu kavramayı acı deneyimlerden Öğrenir." (Ibidem)[40]
Böyle bir stratejinin hedefi, zaman kazanmak, düşmanın moralini bozmak ve sonradan
saldırıya geçmek için kuvvet yığmaktır.
Brest-Litovsk Barışının yapılması, bu stratejinin bir örneği olarak kabul edilebilir.
Brest-Litovsk, partinin zaman kazanmasına, emperyalizm kampındaki çelişkilerden
sonuna kadar yararlanmasına, düşman güçlerinin moralini bozmasına, köylülük ile
bağlarını korumasına ve Kolçak ile Denikin'e karşı saldırı hazırlamak için kuvvet yığmasına
olanak verdi. O tarihte Lenin şöyle diyordu:
"Ayrı bir barış anlaşması yapmakla, biz, birbirine düşman iki emperyalist grubu, bize
karşı ortaklaşa harekete geçmelerine engel olan aralarındaki düşmanlıktan ve savaştan
yararlanarak mümkün olduğu kadar başımızdan defetmiş oluyoruz; ve bu, bize, belirli bir
süre için sosyalist devrimi devam ettirmemize ve pekiştirmemize olanak veren hareket
serbestisini sağlıyor." ("Ayrı Bir Barışın Yapılması İçin Tezler", c. XXIII, s. 198, Rusça.)
Brest-Litovsk Barışından üç yıl sonra da Lenin şöyle diyordu: "Bugün herkes,
budalaların budalası bile, Brest-Litovsk Barışının bizi güçlendiren ve uluslararası
emperyalizmin güçlerini bölen bir ödün olduğunu anlamış bulunuyor." ("Yeni Zamanlar,
Yeni Biçime Bürünmüş Eski Hatalar", c. XXVII, s. 7, Rusça.)
5. Taktik önderlik. Taktik önderlik, stratejik önderliğin bir parçasıdır. Taktik önderlik,
stratejik önderliğin ödevlerine ve gereklerine bağlıdır. Taktik önderliğin amacı,
proletaryanın bütün savaşım ve örgüt biçimlerini benimsemek [sayfa 87] ve belirli bir
güçler ilişkisi içinde, stratejik başarının hazırlanması için gerekli azamî sonucu elde etmek
için bunlardan hakkıyla yararlanmaktır.
Proletaryanın savaşım ve örgüt biçimlerinden hakkıyla yararlanmak ne demektir?
Bu, başlıcaları aşağıda belirtilen bazı zorunlu koşulları yerine getirmektir:
Birincisi. Hareketin kabarma ve alçalmalarına uydukları için, kitlelerin devrimci
mevzilere yerleşmelerini, kitlelerin milyonlarının devrim cephesine şevkini, bunların
cephede düzenlenmesini kolaylaştıran ve sağlayan savaşım ve örgüt biçimlerine ön planda
yer vermek.
Burada önemli olan, öncünün, eski düzeni devam ettirmenin olanaksızlığı ve bir düzeni
devirmenin kaçınılmaz zorunluluğu bilincine varması değildir. Önemli olan, kitlelerin,
milyonların bu zorunluluğu anlamaları ve öncüyü desteklemeye hazır bulunmalarıdır. Ama
kitleler, bunu ancak kendi öz deneyimleri ile anlayabilirler. Kitlelerin milyonlarına eski
iktidarın devrilmesinin kaçınılmaz bir zorunluluk olduğunu kendi deneyimiyle
anlamalarına olanak sağlamak; devrimci sloganların doğruluğuna, kendi deneyimiyle
inanmalarına olanak sağlayan savaşım araçlarını ve örgüt biçimlerini ileri sürmek: işte
ödev budur.
Eğer parti, Dumaya, zamanında katılmaya karar vermiş olmasaydı, eğer güçlerini
Dumada çalışma üzerinde toplamamış ve Dumanın hiçliğini, kadetlerin vaatlerinin yalan
olduğunu, çarlıkla anlaşmaya varmanın olanaksızlığını, köylülük ile işçi sınıfı arasında bir
ittifakın âcil zorunluluğunu kendi deneyimleriyle kavrama olanağını kitlelere
sağlamasaydı, önce işçi sınıfından kopardı ve işçi sınıfı, kitlelerle bağlarını yitirirdi. Duma
döneminde, kitlelerin bu deneyimi olmasaydı, kadetlerin maskelerini düşürmek ve
proletaryanın hegemonyasını sağlamak olanaklı olamazdı.
Otzovizm[41] taktiğinin tehlikesi şu idi ki, bu taktik, [sayfa 88] öncüyü sayısız
yedeklerinden ayırma tehlikesini yaratıyordu.
Eğer proletarya, menşevikler ile sosyalist-devrimcilerin maskeleri düşürülerek savaşın
ve emperyalizmin yandaşı kimlikleri henüz ortaya çıkmadan, kitleler, menşeviklerin ve
sosyalist-devrimcilerin barış hakkında, toprak, özgürlük hakkındaki söylevlerinin yalan
olduğunu kendi deneyimleriyle anlamaya henüz zaman bulamadan, 1917 Nisanında
ayaklanmaya çağrıda bulunan "sol" komünistleri izlemiş olsaydı, partinin, işçi sınıfı ile
bağları kopardı ve işçi sınıfı, geniş köylü kitleleri arasında nüfuzunu yitirirdi. Kitlelerin,
Kerenski devrindeki deneyimleri olmadan, menşevikler ve sosyalist-devrimciler tecrit
edilemezdi ve proletarya diktatörlüğü olanaksız olurdu. Bundan dolayı, küçük-burjuva
partilerinin hatalarını "sabırla açıklama" ve Sovyetler içinde açıklama taktiği biricik doğru
taktikti.
"Sol" komünistlerin taktiğinin tehlikesi şu idi ki, partiyi proletarya devriminin önderi
durumundan, bir avuç kof ve tutarsız komplocu durumuna sokuyordu.
"Tek başına öncüyle zafer olanaksızdır. Bütün sınıf, büyük yığınlar, öncüyü doğrudan
doğruya destekleme durumuna gelmedikçe ya da öncüye karşı hayırhah bir yansızlık
tutumunu benimseyerek, karşı yanı desteklemeleri olasılığı kesin olarak ortadan
kalkmadıkça, öncüyü kesin savaşa sürmek yalnızca bir ahmaklık olmakla kalmaz, bir
cinayet olur. Oysa bütün sınıfın, sermayenin ezdiği geniş emekçi yığınların, gerçekten
böyle bir tutumu benimseyebilmeleri için yalnızca propaganda, yalnızca ajitasyon yetmez.
Bunun için, bu yığınların kendi öz siyasal deneyimleri gereklidir. Bütün büyük devrimlerin
temel yasası böyledir, o [sayfa 89] yasa ki, şimdi yalnızca Rusya tarafından değil, Almanya
tarafından da kuvvetle ve büyük açıklıkla doğrulanmaktadır. Yalnızca Rusya'nın bilisiz ve
çoğu okur-yazar olmayan yığınlarının değil, Almanya'nın okur-yazar ve iyi eğitilmiş
yığınlarının da, kararlı bir biçimde komünizme yönelmeleri için İkinci Enternasyonalin
kahramanlarının hükümetinin bütün güçsüzlüğünü, zavallılığını, burjuvazi önünde
uşaklığını, bütün korkaklığını ve ihanetini acı deneyimleri ile kavramaları gerekli idi;
proletarya diktatörlüğü karşısında, tek seçenek olan en aşırı gericilerin diktatörlüğünün
(Rusya'da Kornilov, Almanya'da Kapp ve ortakları) kaçınılmaz olduğunu kavramaları
gerekli olmuştu." ("Sol" Komünizm, c. XXV, s. 228, Rusça.)[42]
İkincisi. Elle kavrandığı takdirde bütün zincirin tutulmasına ve stratejik başarının
koşullarının hazırlanmasına olanak veren halkanın, her belirli anda, süreçler zincirinin
hangi halkası olduğunu bulabilmek.
Burada önemli olan, partinin önündeki ödevler arasında âcil olan ödevi, çözümü
merkezî noktayı oluşturan, ve yerine getirilmesi hemen çözümü gerektiren öbür ödevlerin
başarıyla çözümünü sağlayan ödevi ayırıp ele almaktır.
Bu tezin önemini, biri uzak geçmişten (partinin kuruluş dönemi), öbürü pek yakın
geçmişten (NEP dönemi) alacağımız iki örnekle tanıtlayabiliriz.
Partinin kuruluşu döneminde, sayısız gruplar ve örgütler henüz birbirine bağlanmadığı,
tecrit edilmiş gruplarda perakende çalışmanın partiyi tepeden tırnağa kemirdiği; ideolojik
kargaşalığın partinin iç yaşamının ayırdedici özelliği olduğu bir dönemde, zincirin esas
halkası, partinin önünde duran ödevler arasında temel ödev, bütün Rusya için illegal bir
gazetenin (İskra'nın) yaratılmasıydı. Niçin? Çünkü o zamanın koşulları içinde, partide
sayısız grupları ve örgütleri birbirine bağlamaya, ideolojik ve taktik koşulları [sayfa 90]
hazırlamaya ve böylece gerçek bir partinin temellerini atmaya yetenekli, tutarlı bir
çekirdeği, ancak bütün Rusya'yı kucaklayan bir illegal gazete aracılığıyla yaratmak
olanaklıydı.
Savaştan sonra sosyalizmi kurma işine geçiş döneminde sanayi, plansızlık yüzünden
karmakarışık bir durumdayken ve tarım da sınaî mamuller yokluğundan sıkıntı
içindeyken; devlet sanayiinin köylü ekonomisiyle kaynaşmasının sosyalist kuruluşun
başarısının temel koşulu olduğu bu dönemde, süreçler zincirinin ana halkası, bütün
ödevler içinde temel ödev, ticaretin geliştirilmesiydi. Niçin? Çünkü NEP koşulları içinde
sanayiin köylü ekonomisiyle kaynaşması, ancak ticaret yoluyla olanaklıydı; çünkü NEP
koşulları içinde satış olmadan üretim, sanayiin ölümü demektir; çünkü ancak ticaretin
geliştirilmesi sonucu, metaların sürüm alanlarını genişleterek sanayii geliştirmek
olanaklıydı; çünkü ticarette durumu sağlamlaştırdıktan ve bu alana egemen olduktan
sonradır ki, ancak bu halkayı sıkı sıkı tuttuktan sonradır ki, sanayii tarımsal pazarla
kaynaştırmak ve sosyalist ekonominin temellerinin atılması için gerekli koşulları yaratmayı
olanaklı kılan öbür günlük sorunları başarıyla çözmek olanaklıdır.
"Genel olarak devrimci ve sosyalizm yandaşı ya da komünist olmak yetmez –diyor
Lenin–. ... Her belirli anda, bütün zinciri tutmak için kavranması gereken halkayı bütün
gücüyle kavramayı ve ikinci halkaya geçişi sağlamca hazırlamayı bilmelidir. ... Şu anda ...
bu halka, devlet tarafından doğru bir düzenlemeye (yönlendirilmeye) tâbi tutulmuş olan iç
ticaretin canlandırılmasıdır. Ticaret, işte 1921-1922'de sosyalizmi kurma çalışmalarımızın
geçici biçimleri arasında, tarihsel olaylar zincirinde, 'bütün gücümüzle sıkı sıkı elde
tutmamız gereken' halkadır." ("Altının Önemi Üzerine", c. XXVII, s. 82, Rusça.)
Doğru taktik önderliği sağlayan bellibaşlı koşullar işte böyledir. [sayfa 91]
6. Reformculuk ve devrimcilik. Devrimci taktik, reformcu taktikten ne bakımdan
farklıdır?
Bazıları, leninizmin, genel olarak, reformlara karşı, uzlaşmalara ve anlaşmalara karşı
olduğunu sanırlar. Bu, kesin olarak yanlıştır. Belirli bir anlamda "her ne koparırsan kârdır"
sözünün doğru olduğunu, bazı koşullarda genel olarak reformların ve özel olarak uzlaşma
ve anlaşmaların gerekli ve yararlı olduğunu bolşevikler de herkes kadar bilir.
"Devletler arasındaki sıradan savaşlardan yüz kez daha çetin, daha uzun ve daha
çapraşık bir savaş olan uluslararası burjuvazinin devrilmesi uğruna savaşa girişmek, ve
önceden dolambaçlı yollara başvurmayı, (bir anlık olsa bile) düşmanlarımızı bölen
çelişkilerden yararlanmayı (geçici olsalar da, pek o kadar güvenilir olmasalar da, sallantılı
olsalar da, koşullara bağlı bulunsalar da), olası müttefiklerle anlaşma ve uzlaşmaları
reddetmek son derece gülünç bir davranış olmaz mı? Bu, bugüne kadar ulaşılmamış ve
keşfedilmemiş bir dağın çetin tırmanışında, bazan zikzaklar çizerek yürümeyi, bazan geri
çekilmeyi, ilkten seçilen doğrultuyu bırakıp başka bir doğrultuyu denemeyi önceden
reddetmek gibi bir şey değil mi?" ("Sol" Komünizm, c. XXV, s. 210, Rusça.)[43]
Bundan dolayı, açıktır ki, burada önemli olan, reformların ve uzlaşmaların kendileri
değil, insanların, bu anlaşma ve reformlardan nasıl yararlandıklarıdır.
Reformcu için reform her şeydir; devrimci çalışma ise yalnızca gelip geçicidir, sözü
edilecek bir konudur, gözboyamaya yarar. Onun için reform, reformcu taktikle burjuva
iktidarı koşulları içinde, kaçınılmaz olarak bu iktidarın bir aleti, devrimci unsurların
dayanışmasını baltalamaya yarayan bir aleti haline gelir. [sayfa 92]
Devrimci için ise, tersine, esas olan reform değil, devrimci çalışmadır; onun için reform,
devrimin ikincil ürününden başka bir şey değildir. Onun için devrimci taktik ile reform,
burjuva iktidarı koşulları içinde doğal olarak bu iktidarı baltalayan bir araç, devrimi
pekiştiren bir araç, devrimci çalışmanın daha da gelişmesi için bir dayanak haline gelir.
Devrimci, reformu, legal eylem ile illegal eylemi bağdaştırmaya yarayan bir dayanak ve
burjuvaziyi devirme amacıyla kitlelerin devrimci hazırlığını amaç edinen illegal çalışmayı
pekiştirmeye yarayan bir barınak olarak kabul eder.
Emperyalizm koşulları içinde reformlardan ve anlaşmalardan devrimci biçimde
yararlanmanın özü işte budur.
Reformcu ise, tam tersine, reformları her türlü illegal eylemden vazgeçmek için,
kitlelerin devrime hazırlanışını suya düşürmek için ve "bağışlanan" reformların gölgesinde
uykuya yatmak için kabul eder. Reformcu taktiğin özü budur.
Emperyalizm koşulları içinde reformlar ve anlaşmalar hakkında söylenecek şeyler
bunlardır.
Bununla birlikte, emperyalizmin devrilmesinden sonra, proletarya diktatörlüğünde,
durum azçok değişir. Belirli bir durumda, proletarya, varolan düzeni devrimci yöntemle
değiştirme yolunu geçici olarak bırakabilir ve bu düzenin yavaş yavaş biçim değiştirmesi
yolunu, "reformcu yolu" –Lenin'in çok iyi bilinen "Altının Önemi Üzerine" adlı
makalesinde dediği gibi– proleter olmayan sınıfları dağıtmak için, devrime dinlenme
molası vermek ve devrimin güçlerini toplama ve yeni bir saldırının koşullarını hazırlama
olanağını sağlamak için yandan çevirme hareketleri yolunu, reformlar yolunu ve proleter
olmayan sınıflara ödünler yolunu tutabilir. Yadsınamaz ki, bu yol, belli bir anlamda
"reformcu" bir yoldur. Yalnız, burada köklü bir farklılıkla karşı [sayfa 93] karşıya
olduğumuzu anımsamak gerekir; bu da, reformun, proletarya iktidarından türemesi, bu
iktidara, gereksinmesi olan dinlenme molasını sağlaması, devrimi değil, proleter olmayan
sınıfların dayanışmasını baltalamasıdır.
Böylece, bu koşullarda reform kendi karşıtına dönüşür.
Proletarya iktidarı tarafından böyle bir siyasetin uygulanabilmesinin nedeni, bunun
biricik nedeni, bir önceki dönemde, devrim atılımının yeteri kadar büyük oluşu ve devrime
saldırı taktiğinin yerine, geçici olarak geri çekilme taktiğini, yandan çevirme hareketleri
taktiğini koyarak geri çekilebilmesidir.
Böylece, eskiden burjuva iktidarı altında reformlar devrimin ikincil ürünleri olmalarına
karşılık, şimdi, proletarya diktatörlüğü altında, proletaryanın devrimci fetihleri,
proletaryanın elinde bu fetihlerden meydana gelen birikmiş yedekler, reformların kaynağı
olmaktadır.
"Reformlar ile devrim arasındaki ilişkileri –diyor Lenin–; yalnızca marksizm açık ve
doğru olarak belirtir; ve Marx, bu ilişkiyi yalnızca bir yanıyla, proletaryanın en az bir
ülkede azçok sağlam, azçok kalıcı birinci zaferinden önceki koşullar içinde görebildi. O
zamanın koşullarında, bu ilişki, şu ilkeye dayanıyordu: reformlar, proletaryanın devrimci
sınıf savaşımının ikincil bir ürünüdür. ... Proletaryanın en az bir ülkede zaferinden sonra,
devrim ile reformlar arasındaki ilişkide bir yenilik oldu. İlkede her şey eskisi gibidir; ama
biçimde, Marx'ın bizzat önceden göremeyeceği, ama ancak marksizmin felsefesi ve
politikası açısından görülmesi olanaklı olan biçimde bir değişiklik oldu. ... Zaferden sonra
bunlar [yani reformlar, –J. St.] (uluslararası bakımdan hep o 'ikincil ürün' kalmakla
birlikte), zaferin kazanılmış olduğu ülke için, ayrıca, güçlerin aşırı bir gerilimi sonucunda,
şu ya da bu geçici, devrimci yoldan aşmak için güçlerin yetmemesinden ötürü zorunlu ve
meşru bir dinlenme molasıdır. Zafer, zorunlu bir geri çekilme sırasında bile [sayfa 94]
dayanmaya (–hem maddî, hem manevî anlamda dayanmaya–) olanak veren bir 'güç
yedekliği' sağlar." ("Altının Önemi Üzerine", c. XXVII, s. 84-85, Rusça.)
VIII. PARTİ
Devrim-öncesi dönemde, İkinci Enternasyonal partilerinin işçi hareketlerinde egemen
güç olduğu ve parlamenter savaşım biçimlerinin başlıca savaşım biçimi sayıldığı azçok
sakin gelişme döneminde, bu koşullar altında parti sonraları, büyük devrimci savaşlar
döneminde kazandığı ciddî ve kesin öneme sahip değildi ve olamazdı. İkinci
Enternasyonali eleştirilere karşı savunan Kautsky, İkinci Enternasyonal partilerinin savaş
aletleri değil, barış aletleri olduklarını; bundan ötürü savaş sırasında, proletaryanın
devrimci eylemleri döneminde herhangi ciddî bir iş başaramadıklarını söyler. Bu,
tamamıyla doğrudur. Ama bunun anlamı nedir? İkinci Enternasyonal partilerinin,
proletaryanın devrimci savaşımında bir işe yaramadıkları; bunların, proletaryanın savaşım
partileri, işçileri iktidarı kazanmaya götüren militan partiler değil, parlamenter savaşıma
uygun bir seçim
aygıtı oldukları. Bu da, İkinci Enternasyonal oportünistlerinin
egemenlikleri döneminde proletaryanın temel siyasal örgütünün neden parti değil de
parlamento grubu olduğunu açıklar. Bilindiği gibi, bu dönemde, parti gerçekte bir eklenti,
parlamento grubuna hizmet etmekle görevli bir öğe sayılıyordu. Bu koşullarda ve böyle bir
partinin yönetiminde, proletaryayı devrime hazırlamanın sözkonusu bile edilemeyeceği,
kanıt göstermeyi gerektirmeyecek kadar açıktır.
Ama yeni dönemin gelip çatmasıyla, durum köklü olarak değişti. Yeni dönem, sınıflar
arasında açık çatışmalar dönemi, proletaryanın devrimci eylem dönemi, proletarya devrimi
dönemi, güçlerin emperyalizmi devirmeye, iktidarın [sayfa 95] proletarya tarafından ele
geçirilmesine doğrudan doğruya hazırlanması dönemidir. Bu dönem, proletaryanın önüne
yeni ödevler koyar: yeni bir tarzda, devrimci bir tarzda, parti çalışmalarının bütününü
yeniden örgütlendirmek; işçilerin iktidar uğruna devrimci savaşım ruhunda eğitimi; yedek
güçlerin hazırlanması ve proletaryaya bağlanması; komşu ülkelerin proleterleri ile ittifak;
sömürgelerin ve bağımlı ülkelerin kurtuluş hareketleri ile sağlam bağların kurulması vb.,
vb.. Bu yeni ödevlerin, parlamentarizmin sakin koşulları içinde yetişmiş eski sosyaldemokrat partiler tarafından başarılabileceğine inanmak, kendini iflah olmaz bir
umutsuzluğa ve kaçınılmaz bir yenilgiye mahkûm etmektir. Böyle ödevlerle kolları yüklü
olarak eski partilerin önderliği altında kalmak, tam bir silahsızlanma durumunda
kalmaktır. Proletaryanın böyle bir duruma razı olmayacağını tanıtlamanın gereği yoktur.
Yeni bir partiye, proleterleri iktidar uğruna savaşıma yöneltecek kadar cesur, devrimci
bir durumun çapraşık koşulları içinde yolunu şaşırmayacak kadar deneyim sahibi, ve
hedefe giden yolda hiç bir kayaya çarpmadan yolalabilecek, esnek, savaşımcı bir partiye,
devrimci bir partiye duyulan zorunlu gereksinme işte buradan gelir.
Böyle bir parti olmaksızın, emperyalizmi devirmek, proletarya diktatörlüğünü kurmak
düşünülmezdi bile.
Bu yeni parti, leninizmin partisidir.
Bu yeni partinin özellikleri nelerdir?
1. Parti, işçi sınıfının öncü müfrezesi. Partinin her şeyden önce işçi sınıfının öncü
müfrezesi olması gerekir. Partinin, işçi sınıfının en iyi unsurlarını, bu unsurların
deneyimini, devrimci ruhunu, proletarya davası uğruna sonsuz özverisini emmesi gerekir.
Ama partinin, gerçekten bir öncü müfreze olması için, devrimci teori ile, hareketin
yasalarının bilgisiyle, devrim yasalarının bilgisiyle silahlanmış olması gerekir. Yoksa parti,
proletaryanın savaşımını [sayfa 96] yönetemez, proletaryayı ardından sürükleyemez. Eğer
parti, işçi sınıfının kitlesinin duyduklarını ve düşündüklerini kaydetmekle yetinirse;
kendiliğinden-hareketin kuyruğunda sürüklenirse; kendiliğinden-hareketin günlük
seyrinin ve siyasete karşı ilgisizliğin üstesinden gelemezse; eğer parti, proletaryanın geçici
çıkarlarının üstüne çıkmazsa; kitleleri, proletaryanın sınıf çıkarları bilinci düzeyine
yükseltemezse, gerçek bir parti olamaz. Partinin işçi sınıfının başında olması gerekir; parti,
işçi sınıfından daha uzakları görebilmelidir; parti, kendiliğinden-hareketin kuyruğunda
sürüklenmemeli, proletaryaya kılavuzluk etmelidir. "Kuyrukçuluk" siyasetini telkin eden
İkinci Enternasyonal partileri, proletaryayı burjuvazinin elinde bir alet rolüne mahkûm
eden burjuva siyasetinin ajanıdırlar. Ancak, kendini proletaryanın öncü müfrezesi sayan ve
kitleleri proletaryanın sınıf çıkarları bilinci düzeyine yükseltebilen bir parti, ancak böyle bir
parti, işçi sınıfını trade-union'culuk yolundan vazgeçirmeye ve bu sınıfı bağımsız bir siyasal
güç haline getirmeye yeteneklidir. Parti, işçi sınıfının siyasal önderidir.
Yukarda işçi sınıfının savaşımının güçlüklerinden, bu savaşımın çapraşık koşullarından
sözettim. Strateji ve taktiğe, yedeklere ve manevralara, saldırıya ve geri çekilmeye
değindim. Bu koşullar, savaş koşulları kadar çapraşıktır, belki daha da çapraşıktır. Bu
koşullar içinde doğru yolu kim bulabilir? Milyonlarca proletere doğru yönü kim verebilir?
Savaş halinde olan hiç bir ordu, yenilmek istemiyorsa, deneyimi olan bir kurmay
heyetinden vazgeçemez. Proletaryanın da, eğer amansız düşmanlarının pençesinde
kahrolmak istemiyorsa, böyle bir kurmay heyetinden vazgeçemeyeceği açık değil mi? Ama
bu kurmay heyetini nerede bulmalı? Bu kurmay heyeti, ancak proletaryanın devrimci
partisi olabilir. Devrimci bir partisi bulunmayan işçi sınıfı, kurmaysız bir ordudur.
Parti, proletaryanın savaş kurmay heyetidir. [sayfa 97]
Ama parti, yalnızca öncü müfreze olamaz. Aynı zamanda, sınıfın bir müfrezesi, sınıfın
bir parçası, varlığının bütün kökleri ile ona sıkı sıkıya bağlı bir parçası olmalıdır. Öncü
müfreze ile işçi sınıfının arta kalanı arasındaki fark, parti üyeleri ile partisizler arasındaki
fark, sınıflar yokolmadıkça, proletarya başka sınıflardan gelen unsurlarla kendi saflarını
tamamlamadıkça; işçi sınıfı bütünü ile öncünün düzeyine yükselmedikçe, ortadan
kalkamaz. Ama fark, işçi sınıfından kopmaya kadar varırsa, parti, içine çekilir ve partisiz
kitlelerle bağları çözülürse, parti partilikten çıkar. Parti, partisiz kitlelerle bağlı değilse,
kendisiyle partisiz kitleler arasında bağlantı yoksa, bu kitleler partinin önderliğini kabul
etmiyorlarsa, eğer partinin kitleler arasında manevî ve siyasal saygınlığı yoksa, parti, sınıfa
kılavuzluk edemez. Kısa bir süre önce, partimize, ikiyüz bin işçiyi yeni üye kaydettik. Bu
üye kaydının dikkate değer yanı, bu işçilerin partiye özellikle kendiliklerinden
gelmemeleri, ama yeni üyelerin kabulüne fiilen katılan bütün partisizler kitlesi tarafından
partiye gönderilmeleridir. Genel kural olarak, partisizler kitlesinin onayı olmadan yeni
üyeler kaydedilmiyordu. Bu, partisiz işçilerin büyük kitlesinin partimizi kendi öz partisi,
kendi yakını bir parti, bir sevgili varlık saydığını, partinin gelişmesinin ve güçlenmesinin
hayatî çıkarı gereği olduğunu ve partimizin önderliğine kaderini seve seve bağladığını
gösterir. Partiyi partisizler kitlesine bağlayan bu çözülmez manevî bağlar olmadan,
partinin, sınıfının kesin gücü olamayacağı açıktır. Parti, işçi sınıfının ayrılmaz bir
parçasıdır.
"Biz, –diyor Lenin– bir sınıfın partisiyiz. Bu yüzden, hemen hemen bütün sınıfın (ve
savaş sırasında, iç savaş sırasında bütün sınıfın) bizim partimizin önderliğinde hareket
etmesi, olanaklı olduğu kadar yakından bizim partimize bağlanması gerekir. Ama
kapitalizmde, bütün sınıfın, ya da hemen hemen bütün sınıfın öncüsünün, yani kendi
[sayfa 98] sosyal-demokrat partisinin bilinç ve eylem düzeyine çıkabileceğini düşünmek
manilovizm ve "kuyrukçuluk" olur. Aklıbaşında hiç bir sosyal-demokrat, kapitalizmde,
sendika örgütlerinin bile (gelişmemiş kesimlere göre daha ilkel ve daha yaygın olan) işçi
sınıfının tümünü ya da hemen hemen tümünü kucaklayacak bir güce sahip olmadığından
kuşku duymamıştır. Öncü ile, ona eğilimli kitleler arasındaki farkı unutmak, öncünün,
gittikçe daha genişleyen ölçüde, kitleleri kendi ileri düzeyine yükseltme görevini unutmak,
yalnızca kendini aldatmak, gözlerini bizim görevimizin genişliğine kapatmak ve bu
görevleri daraltmaktır." (Bir Adım İleri, İki Adım Geri, c. VI, s. 205-206, Rusça.)[44]
2. İşçi sınıfının örgütlü müfrezesi olarak parti. Parti, yalnızca işçi sınıfının öncü
müfrezesi değildir. Eğer bu sınıfın savaşımını gerçekten yönetmek istiyorsa, sınıfın örgütlü
müfrezesi de olmalıdır. Kapitalizm koşullarında, partinin ödevleri son derece yaygın ve
çeşitlidir. Parti, iç ve dış gelişmesinin son derece çetin koşulları içinde proletaryanın
savaşımına kılavuzluk etmeli; durum saldırıyı gerektiriyorsa proletaryayı saldırıya
geçirmeli; durum geri çekilmeyi gerektiriyorsa, proletaryanın güçlü hasmının
darbelerinden sakınmasını sağlamalı; partisiz, örgütsüz işçi kitlesinin milyonlarına disiplin
ruhunu ve sistemli savaşımı, örgüt ruhunu ve dayanıklılığı kazandırmalıdır. Ama parti,
ancak kendisi de disiplinin ve örgüt ruhunun somut örneği ise; ancak kendisi proletaryanın
örgütlü müfrezesi ise, bu ödevleri başarabilir. Bu koşullar olmadan, partinin, proletaryanın
büyük kitlelerine önderlik etmesi, sözkonusu bile olamaz.
Parti, işçi sınıfının örgütlü müfrezesidir.
Partinin örgütlü bir bütün olduğu anlayışı, partimizin tüzüğünün birinci maddesine
konan Lenin'in ünlü formülü ile saptanmıştır. Bu formüle göre, parti, örgütlerinin [sayfa
99] toplamı; ve parti üyesi de, parti örgütlerinden birinin üyesi olan kimsedir. Daha
1903'te, bu formüle karşı koyan menşevikler, bunun yerine kendi kendini partiye alma
"sistemini", parti üyesi "sıfatını" şu ya da bu biçimde partiyi destekleyen, ama parti
örgütüne girmeyen ve girmek istemeyen her "profesör ve öğrenci"yi, her "sempatizan"ı ve
her "grevci"yi kapsayan "sistemi" koymayı öneriyorlardı. Açıktır ki, eğer bu özgün sistem
partimizde yer etseydi, bu, partinin profesör ve öğrencilerle aşırı ölçüde dolmasına neden
olur ve parti ile sınıf arasındaki sınırı silerek, partinin örgütsüz kitleleri öncü müfrezenin
düzeyine yükseltme ödevini ortadan kaldırarak, partiyi, "sempatizanlar" denizinde
kaybolmuş, biçimsiz, örgütsüz bir "kuruluş" haline getirirdi. Böyle oportünist bir "sistem"
ile partimizin, devrimci işçi sınıfının örgütçü çekirdeği rolünü başaramayacağını
söylemenin gereği yoktur.
"Martov yoldaşın sorunu ele alış biçiminde, –der Lenin– partinin sınır çizgisi belirsiz
kalmaktadır. Çünkü 'her grevci' kendini parti üyesi 'ilân edebilir'. Bu belirsizliğin yararı
nedir? Daha yaygın bir 'unvan'. Zararı ise, örgütsüzlük fikrini getirmesinde, sınıf ile partiyi
birbirine karıştırmasındadır." (Ibidem, s. 211.)[45]
Ama parti, yalnızca örgütlerinin toplamı değildir. Aynı zamanda parti, bu örgütlerin
biricik sistemi, alt ve üst yönetim organlarıyla, azınlığın çoğunluğa uymasıyla, bütün parti
üyeleri için zorunlu olan pratik kararlarıyla, bu örgütlerin bir bütün olarak olumlu
birliğidir. Bu koşullar gerçekleşmeden, parti, işçi sınıfının örgütlü savaşımının sistemli ve
örgütlü yönetimini sağlamaya yetenekli, tek ve örgütlü bir bütün olamaz.
"Önceleri –der Lenin– bizim partimizin resmen örgütlenmiş bir bütün olmadığım,
yalnızca ayrı gruplar toplamı [sayfa 100] olduğunu ve bu yüzden, bu gruplar arasında,
ideolojik etki ilişkileri dışında herhangi bir başka ilişkinin olanaklı olmadığını
unutmuşlardır. §imdi örgütlenmiş bir parti haline geldik, bu, bir otoritenin kurulmasını
gerektirir, fikir gücünün otorite gücüne dönüşmesini gerektirir, alt parti kurullarının üst
kurullara bağlılığını gerektirir." (Ibidem, s. 291.)[46]
Azınlığın çoğunluğa uyması ilkesi, parti çalışmalarının bir merkezî organ tarafından
yönetilmesi, kararsız unsurların saldırılarına, "bürokratizm", "formalizm" vb.
suçlamalarına sık sık neden olur. Tanıtlamaya gerek yok ki, bu ilkeler uygulanmadan
partinin bir bütün olarak sistemli çalışması ve işçi sınıfı savaşımının yönetilmesi olanaklı
olamazdı. Örgüt sorununda leninizm, bu ilkelerin sıkı sıkıya uygulanmasıdır. Lenin, bu
ilkelere karşı savaşımı, alayla karşılanmaya ve reddedilmeye lâyık "Rus nihilizmi" ve
"aristokrat anarşizmi" diye niteler.
Lenin, Bir Adım İleri, İki Adım Geri adlı kitabında, bu kaypak unsurlar hakkında şöyle
der:
"Aristokratik anarşizm, özel olarak, Rus nihilistinin niteliğidir. Rus nihilisti, parti
örgütünü ürkünç bir 'fabrika' olarak düşünür; parçanın bütüne ve azınlığın çoğunluğa
bağlılığını 'kölelik' olarak görür; ... bir merkezin yönetiminde işbölümü yapılmasını,
insanların 'çark dişlileri' haline getirilmesi gibi görür ve bu davranışa traji-komik
feryatlarla karşı çıkar; ... partinin örgüt tüzüğünden sözetmek, insanı tüzüğün tümünden
vazgeçirecek aşağılayıcı bir tiksintiyle karşılanır." "Bürokrasi hakkındaki bu ünlü
feryatların, merkezî organların kişisel bileşiminden duyulan tatminsizliğin perdesi olduğu
ve kongrede ciddiyetle verilen sözden dönmeyi örtmekte kullanılan bir incir yaprağı yerine
geçtiği, sanıyorum, aydınlanmıştır. Siz bir bürokratsınız, çünkü [sayfa 101] kongrede
benim isteklerime karşın seçildiniz; siz bir biçimcisiniz, çünkü tutumunuz, benim rızama
uygun değil, kongrenin resmî kararlarına uygun yolda; siz tamamen mekanik bir yönde
hareket ediyorsunuz; çünkü parti kongresindeki 'mekanik' çoğunluğun sözünü
ediyorsunuz, benim üye seçilme isteğimi dikkate almıyorsunuz; siz bir müstebitsiniz,
çünkü, çevre anlayışlarının kongre tarafından açıkça kabul edilmeyişinden
hoşlanmadıkları için çevrelerin 'devamlılığında' daha çok direnen eski uyuşuk bir
takıma[47] iktidarı teslim etmeyi reddediyorsunuz." (İbidem, c. VI, s. 310 ve 287, Rusça.)
[48]
3. Parti, proletaryanın sınıf örgütünün en yüksek biçimidir. Parti, işçi sınıfının örgütlü
müfrezesidir. Ama işçi sınıfının tek örgütü değildir. (Proletarya, sendikalar, kooperatifler,
fabrika örgütleri, parlamento grupları, partisiz kadın birlikleri, basın, kültür ve eğitim
örgütleri, gençlik dernekleri, (açık devrimci eylem sırasında) devrimci savaşım örgütleri,
(eğer proletarya iktidarda ise) devlet örgütü olarak Sovyetler vb. gibi bir sıra öbür örgütlere
de sahiptir. Bu örgütlerin büyük çoğunluğu, parti-dışı örgütlerdir ve içlerinden ancak
birkaçı partiye doğrudan doğruya bağlıdır ya da partinin kollarını oluşturur. Bütün bu
örgütler, belirli koşullarda işçi sınıfına kesinlikle gereklidirler, çünkü bunlar olmadan
savaşımın çeşitli aşamalarında proletaryanın sınıf mevzilerini güçlendirmek, burjuva
düzeni yerine sosyalist düzeni kurmakla yükümlü bir güç olarak proletaryayı savaşıma
hazırlamak olanaksızdır. Ama sayısı bu kadar kabarık olan bu örgütlerin yönetim birliğini
nasıl sağlamalı? Bu örgüt çokluğunun, yönetimde dağınıklığa neden olmayacağının
güvencesi nerededir? Denilecek ki, bu örgütlerin [sayfa 102] herbiri, kendi özel alanında
çalışmaktadır ve dolayısıyla bunlar birbirlerinin çalışmasına engel olamaz. Bu, elbette
doğrudur. Ama tek bir sınıfa, proleter sınıfa hizmet ettiklerine göre, bütün bu örgütlerin
eylemlerini tek bir doğrultuda yürütmeleri gerektiği de doğrudur. Şu soru sorulabilir:
Bütün örgütlerin, çalışmalarında izlemeleri gereken bu çizgiyi, bu genel doğrultuyu kim
belirler? Gereken deneyime sahip bulunduğu için, yalnız bu genel çizgiyi hazırlamaya
yetenekli olmakla kalmayan, aynı zamanda yeterli otoriteye de sahip bulunduğu için,
bütün bu örgütlerin yönetim birliğini sağlamak ve aykırı hareketleri gidermek üzere, bu
çizgiyi uygulamaya, teşvik etmeye yetenekli olan bu merkezî örgüt hangisidir?
Bu örgüt, proletaryanın partisidir.
Parti bunu başarmak için gerekli bütün önkoşullara sahiptir, çünkü: birincisi, parti,
proletaryanın partisiz örgütlerine doğrudan doğruya bağlı olan ve çoğu kez bu örgütleri
yöneten işçi sınıfının en iyi unsurlarının birleşme noktasıdır; ikincisi, işçi sınıfının en
seçkin unsurlarının birleşme noktası olan parti, işçi sınıfının örgütlerinin her biçimini
yönetmeye yetenekli önderlerinin yetiştirilmesi için en iyi okuldur; üçüncüsü, işçi sınıfı
önderlerinin yetiştirilmesi için en iyi okul olan parti, deneyimi ve saygınlığı ile
proletaryanın savaşımının önderliğini merkezileştirmeye ve böylelikle işçi sınıfının çeşitli
örgütlerini, yardımcı organlar ve partiyi sınıfa bağlayan volan kayışları haline getirmeye
yetenekli biricik örgüttür. Parti, proletaryanın en yüksek sınıf örgütü biçimidir.
Elbette bu, parti-dışı örgütlerin, sendikaların, kooperatiflerin vb. partinin yöntemine,
resmen ast olarak bağlı olmaları demek değildir. Yalnızca, bu örgütlerden olan ve bunlarda
tartışma götürmez biçimde etkili olan parti üyeleri, bu parti-dışı örgütlerin çalışmalarında
proletarya partisine yaklaşmaları ve onun siyasal önderliğini gönül rızasıyla kabul [sayfa
103] etmeleri için bütün inandırma yollarına başvurmalıdır demektir.
İşte bunun için Lenin, partinin siyasal önderliğinin, proletaryanın bütün öbür örgüt
biçimlerine uzanması gereken "proleterlerin sınıf birliğinin en yüksek biçimi" ("Sol"
Komünizm, c. XXV, s. 194, Rusça)[49] olduğunu söyler.
İşte bunun için partisiz örgütlerin "bağımsızlığı" ve "yansızlığı" oportünist teorisi,
bağımsız parlamenterlerle partiden kopmuş yazarların, dargörüşlü sendika önderleriyle,
burjuvalaşmış kooperatif çilerin sayısını artıran bu teori, leninist teori ve pratikle kesinlikle
bağdaştırılamaz.
4. Proletarya iktidarının aleti olarak parti. Parti, proletaryanın en yüksek örgüt
biçimidir. Parti, proleter sınıfın bağrında ve bu sınıfın örgütleri arasında asıl yönetim
gücüdür. Ama, bu, hiç de partinin kendisinin bir sonuç olduğu, kendi kendine yeter bir güç
olduğu anlamına gelmez. Parti, yalnızca proleterlerin sınıf birliğinin en yüksek biçimi
değildir, aynı zamanda, proletaryanın elinde, henüz kurulmadan önce, diktatörlüğünün
kurulmasına yarayan, kurulduğu zaman da bu diktatörlüğün pekiştirilmesine ve
genişletilmesine yarayan bir araçtır. Eğer iktidar sorunuyla karşı karşıya kalmasaydı,
emperyalizmin yarattığı koşullar, kaçınılmaz savaşlar, bir bunalımın varlığı, proletaryanın
bütün güçlerinin bir noktada toplanmasını, burjuvaziyi devirmek ve proletarya
diktatörlüğünü kurmak için devrimci hareketin bütün iplerinin bir tek yerde toplanmasını
gerekli kılmasaydı, sağlamasaydı, parti, bu kadar önem kazanamaz, proletaryanın bütün
öbür örgüt biçimleri içindeki üstün durumuna erişemezdi. Parti, proletaryaya, her şeyden
önce, proletaryanın iktidarı başarıyla alması için vazgeçilmez bir kurum olan savaş
genelkurmayı olarak gereklidir. Tanıtlamaya gerek yok ki, proletaryanın kitle örgütlerini
çevresinde [sayfa 104] toplamaya ve savaş sırasında hareketin tümünün önderliğini
merkezileştirmeye yetenekli bir parti olmasaydı, proletarya, Rusya'da devrimci
diktatörlüğünü kuramazdı.
Ama parti, proletaryaya, yalnızca diktatörlüğünü kurması için gerekli değildir; parti,
diktatörlüğü sürdürmek, onu sosyalizmin tam zaferini sağlamak amacıyla sağlamlaştırmak
ve alanını genişletmek için daha da gereklidir.
"Sanıyorum, –diyor Lenin– artık bugün, bolşeviklerin, partimiz içinde en sert ve demir
disiplin olmadan, ya da işçi sınıfı kitlesinin bütününden, yani geri tabakalara önderlik
etme yeteneğinde ya da onları birlikte sürükleme yeteneğinde olan işçi sınıfı içersindeki
bütün düşünen, namuslu, özverili ve etkin unsurlardan tam ve eksiksiz destek sağlamadan,
değil iki-buçuk yıl, iki-buçuk ay bile iktidarı tutamayacakları, herkesçe bilinmektedir."
(Ibidem, s. 173.)[50]
Ama diktatörlüğü "sürdürmek" ve "yaymak" ne demektir? Milyonlarca proletere
disiplin ve örgüt ruhunu aşılamaktır; proleter yığınlar içinde birliği ve küçük-burjuva
kökenli güçlerin ve küçük-burjuva alışkanlıkların kemirici etkisine karşı bir savunma kalesi
kurmaktır; küçük-burjuva tabakaları yeniden eğitmek ve değiştirmek için proleterlerin
örgüt çalışmalarını pekiştirmektir; sınıfları kaldırmak ve sosyalist üretimi örgütlendirmek
için zorunlu koşulları hazırlamaya yetenekli bir güç olabilmeleri için proleter kitlelerin
kendilerini eğitmelerine yardım etmektir. Bütün bunları ise, birliğinden ve disiplininden
güç alan bir parti olmadan başarmak olanaksızdır.
"Proletarya diktatörlüğü, –diyor Lenin– eski toplumun güçlerine ve geleneklerine karşı,
kanlı ve kansız, şiddete başvuran, barışçı, askerî, iktisadî, eğitici ve yönetsel, inatçı bir
savaştır. Milyonlarca ve on milyonlarca insandaki alışkanlık gücü, en korkunç güçtür.
Savaşta çelikleşmiş bir [sayfa 105] parti olmadan, sözkonusu sınıf içinde namuslu olarak
ne varsa onun güvenini elde etmiş bir parti olmadan, yığınların havasını izlemeyi bilen ve
bunu etkileyebilen bir parti olmadan, bu savaşı başarıyla yürütmek olanaksızdır." (Ibidem,
s. 190.)[51]
Proletaryanın, diktatörlüğünü kurmak ve sürdürmek için partiye gereksinmesi vardır.
Parti, proletarya diktatörlüğünün bir aletidir.
Bundan çıkan sonuç şudur ki, sınıfların ortadan kalkması ve proletarya
diktatörlüğünün yavaş yavaş sona ermesi partinin de sona ermesine neden olacaktır.
5. Hiziplerin varlığı ile bağdaşmayan irade birliği olarak parti. Birliğinden ve demir
disiplininden güç alan bir parti olmadan proletarya diktatörlüğünü kurmak ve sürdürmek
olanaksızdır. Ama bütün parti üyelerinin irade birliği olmadan, hareket birliği olmadan
partide demir disiplin düşünülemez. Kuşkusuz ki bu, partide fikir savaşımına yer olmadığı
anlamına gelmez. Tam tersine, demir disiplin, eleştiriye ve fikir savaşımına engel olmak
şöyle dursun, partinin bağrında eleştiriyi ve fikir savaşımını gerektirir. Üstelik bu,
disiplinin "kör" disiplin olması da demek değildir. Tam tersine, demir disiplin, bilinçli ve
gönüllü olarak kabul edilen bir itaati öngörür, çünkü, ancak bilinçli bir disiplin, gerçekten
demir disiplin olabilir. Ama fikir savaşımı bitince, eleştiri tükenip karara varılınca, bütün
parti üyelerinin irade birliği ve eylem birliği şarttır. Bu, öyle bir zorunlu şarttır ki, onsuz ne
birleşmiş parti, ne de partide demir disiplin düşünülebilir.
"Bu çetin iç savaş döneminde –diyor Lenin– Komünist Partisi, ancak en merkezileşmiş
tarzda Örgütlenmişse, partide askerî disipline pek benzeyen demir disiplin yürürlükteyse
ve partinin merkezi, büyük bir otoriteye sahipse, [sayfa 106] geniş yetkileri varsa ve parti
üyelerinin genel güvenini kazanmışsa, görevini başarabilir." ("Üçüncü Enternasyonale
Partilerin Kabul Edilmesi Koşulları", c. XXV, s. 282-283, Rusça.)
Diktatörlüğün kuruluşundan önceki savaşım koşullarında, parti disiplini hakkında
bunlar söylenebilir.
Diktatörlüğün kurulmasından sonra aynı şeyi, ama daha da büyük ölçüde söylemek
gerekir.
"Proletaryanın partisinin demir disiplinim, özellikle onun diktatörlüğü sırasında azıcık
da olsa zayıflatan kimse –der Lenin–, gerçekte, proletaryaya karşı burjuvaziye yardım
etmektedir." ("Sol" Komünizm, c. XXV, s. 190, Rusça.)[52]
Dolayısıyla hiziplerin varlığı, parti birliğiyle, demir disiplinle bağdaşamaz. Hiziplerin
varlığının birçok merkezlerin varlığına neden olduğu açıktır; birçok merkezin varlığı ise
partide ortak bir merkezin yokluğu, irade birliğinin parçalanması, disiplinin gevşemesi ve
dağılması, diktatörlüğün zayıflayıp dağılması demektir. Kuşkusuz, proletarya
diktatörlüğüne karşı savaşım veren ve proleterleri iktidara götürmek istemeyen ikinci
Enternasyonal partileri, liberalizmin böylesini, hizip özgürlüğü olarak hoşgörebilirler;
çünkü bu partilerin demir disipline hiç gereksinmeleri yoktur. Ama çalışmalarını
proletarya diktatörlüğünün kuruluşu ve sağlamlaştırılması ödevi üzerinde örgütlendiren
Komünist Enternasyonal partileri, ne "liberalizmi", ne hizip özgürlüğünü hoşgörmezler.
Parti, her türlü hizipçiliği ve parti içinde her türlü iktidar bölünmesini olanaksızlaştıran
irade birliğidir.
Bundan dolayı Lenin, "proletarya diktatörlüğünün başarılarının temel koşulu olan parti
birliğinin ve proletaryanın öncü müfrezesinin irade birliğinin gerçekleşmesi bakımından
hizipçiliğin tehlikeleri "ne değinir. Bu fikir, partimizin, X. Kongresinde kabul edilen
"Partinin Birliği Üzerine" [sayfa 107] başlıklı özel kararında ifade edilmiştir.
Bundan dolayı, Lenin, "partiden kesin ve hemen ihraç edilme" cezası ile "her türlü
hizipçiliğin tam olarak bastırılmasını" ve "şu ya da bu platform üzerinde kurulmuş bütün
grupların hemen dağıtılmasını" ister. ("Partinin Birliği Üzerine".)
6. Parti, kendini oportünist unsurlardan arıtarak güçlenir. Partideki oportünist
unsurlar, işte hizipçiliğin kaynağı. Proletarya, dışa kapalı bir sınıf değildir. Köylü, küçükburjuva kökenli unsurların, kapitalizmin gelişmesi sonucunda proleterleşmiş aydınların
durmadan bu sınıfa doğru aktıkları görülür. Aynı zamanda, burjuvazinin sömürgelerden
elde ettiği üstün kârlarla beslediği proletaryanın üst tabakaları, özellikle sendika
yöneticileri ve parlamenterler bir yozlaşma süreci geçirmektedir.
"Yaşam tarzlarıyla –diyor Lenin–, ücretleriyle, dünya görüşleriyle tamamen küçükburjuva niteliği taşıyan bu burjuvalaşmış işçi tabakası ya da 'işçi aristokrasisi', II.
Enternasyonalin başlıca desteği olmuştur; günümüzde de burjuvazinin başlıca toplumsal
(askerî değil) desteğidir. Çünkü bunlar, işçi hareketi içinde, burjuvazinin gerçek ajanları,
kapitalist sınıfın işçi uşakları, reformizmin ve şovenizmin gerçek yayıcılarıdır."
(Emperyalizm, c. XIX, s. 77, Rusça.)[53]
Bütün bu küçük-burjuva gruplar şu ya da bu biçimde partiye girerler; partiye kararsızlık
ve oportünizm ruhunu, moral bozukluğu ve güvensizlik ruhunu getirirler. Hizipçiliğin ve
geçimsizliğin başlıca kaynağı, içten baltaladıkları partide kargaşalığın kaynağı onlardır.
Geride böyle "müttefikler" varken emperyalizmle savaşa tutuşmak, kendini hem önden,
hem arkadan iki ateş arasında bırakmak demektir. Bu yüzden böyle unsurlara karşı
amansız bir savaşım verilmesi ve bunların partiden kovulması, emperyalizme [sayfa 108]
karşı savaşın başarısı için önkoşuldur.
İdeolojik savaşım ile partinin içindeki oportünist unsurların "yenilebileceği"ni, parti
çerçevesi içinde bu unsurların "üstesinden gelinebileceği"ni savunan teori, partiyi felce ve
kronik sakatlığa mahkûm etmenin belirtisi olan, çürük ve tehlikeli bir teoridir; bu teori,
partinin oportünizme peşkeş çekilmesi tehlikesini doğurur;
proletaryayı devrimci
partisinden, emperyalizme karşı savaşımında başlıca silahından yoksun bırakmakla tehdit
eder. Eğer saflarında Martov'lar ve Dan'lar, Potressov'lar ve Akselrod'lar bulunsaydı,
partimiz, doğru yolu tutamaz, iktidarı ele alıp proletarya diktatörlüğünü örgütlendiremez,
iç savaştan zaferle çıkamazdı. Eğer partimiz, iç birliğini ve saflarının eşsiz birliğini
sağlayabildiyse, bu, her şeyden önce oportünizm pisliğinden kendini zamanında arıtması,
tasfiyecileri ve menşevikleri saflarından kovmayı bilmesinden ötürüdür. Proleter partilerin
gelişme ve güçlenme yolu, oportünistlerden ve reformistlerden, sosyal-emperyalistlerden
ve sosyal-şovenlerden, sosyal-yurtseverlerden ve sosyal-pasifistlerden saflarını arıtmaktan
geçer. Parti, saflarını oportünist unsurlardan arıtarak güçlenir.
"Saflarında reformistler, menşevikler bulundukça –der Lenin–, proleter devrimi
muzaffer kılmak, bu devrimi korumak olanaksızdır. Bu, aslında apaçıktır, ve Rusya ve
Macaristan'ın deneyimi ile açıkça doğrulanmıştır. ... Rusya'da birçok kez, öyle güç
durumlar ortaya çıktı ki, eğer menşevikler, reformcular, küçük-burjuva demokratlar
partimizde kalsaydı, sovyet rejimi kesenkes devrilirdi. ... Herkesin kabul ettiği gibi,
İtalya'da, devlet iktidarını ele geçirmek için proletarya ile burjuvazi arasında kesin savaşlar
yakındır. Böyle bir anda yalnızca, partiden ihraç edilmeleri kesenkes zorunlu olan
menşevikleri, reformcuları, turaticileri kovmak yetmez; duraksamaya eğilimli olan ve
reformcularla 'birliği' bozmamak için bunları bütün önemli mevkilerden [sayfa 109]
uzaklaştırmakta duraksama eğilimi gösteren kusursuz komünistleri de partiden çıkarmak
yararlı olabilir. ... Devrimin arifesinde, devrimin zaferi için en çetin savaşlar sırasında,
parti içinde en ufak duraksama her şeyi kaybettirebilir. Devrimi başarısızlığa
sürükleyebilir, proletarya iktidarı henüz sağlamlaşmadığına, yediği darbeler henüz pek
güçlü olduğuna göre, bu, iktidarı proletaryanın elinden koparıp alabilir. Eğer böyle bir
anda duraksayan önderler çekilirlerse, bu, partiyi, işçi hareketini ve devrimi zayıflatmaz,
tersine güçlendirir." ("Özgürlük Üzerine İkiyüzlü Söylevler", c. XXV, s. 462-464, Rusça.)
IX. ÇALIŞMA TARZI
Burada sözkonusu olan edebî tarz değildir. Çalışmada tarzdan, leninizmin pratiğinin
belirli ve kendine özgü niteliğinden, leninist militanın özel tipini yaratan şeyden sözetmek
istiyorum. Leninizm, partide ve devlet aygıtında da özel tipte militan yetiştiren, çalışmada
özel bir tarzı, leninist tarzı yaratan teorik ve pratik bir okuldur. Bu tarzın ayırdedici
çizgileri nelerdir? Özellikleri nelerdir?
Bu özellikler ikidir: a) Rus devrimci atılımı ve b) Amerikan pratiği anlayışı. Leninizmin
tarzı, bu iki özelliğin parti ve devlet çalışmalarında birleştirilmesidir.
Rus devrimci atılımı, eylemsizliğe, yerleşmiş verimsiz alışkanlıklara, tutuculuğa, zihin
durgunluğuna, eski geleneklere kölece bağlılığa karşı panzehirdir. Rus devrimci atılımı,
öyle canlandırıcı bir güçtür ki, zihni açar, ileriye doğru iter, eskiyi parçalar, perspektifler
açar. Bu atılım olmadan, hiç bir ilerici hareket olanaklı değildir. Ama pratikte, Amerikan
pratiği anlayışı ile birleşmezse bu atılımın boş, "devrimci" manilovizme dönüşmesi çok
olasıdır. Bu cinsten yozlaşma örneklerine sık sık raslanır. Kökeni, her şeyi yoluna
koyabilen, her şeyi değiştirebilen kararnamelerin kerametine [sayfa 110] körükörüne
inanmak olan "devrimci" işgüzarlık hastalığını ve "devrimci" plan yapma hastalığını kim
bilmez? Uskomçel, (Komünist İnsanın Olgunlaşması) adlı yapıtında bir Rus yazarı, İ.
Ehrenburg, mükemmel ve ideal insanın şemasını çizmeyi amaç edinen ve buna verdiği
"emek" içinde "boğulan", bu hastalığa tutulmuş bir "bolşevik" tipini betimliyor. Bu öyküde
pek fazla abartma vardır; ama öykünün, bu hastalığın tam ve doğru bir betimlemesini
yaptığı da kesindir. Öyle sanıyorum ki, bu hastalarla, Lenin kadar amansızca alay eden
olmamıştır. Lenin, bu devrimci işgüzarlık hastalığını ve "kararnamelerin kerametine
inanmak illetini (decretoınanie)" "komünist böbürlenme" diye nitelerdi.
"Komünist böbürlenmesi –diyor Lenin–, henüz kovulmadığı komünist partisinin üyesi
olan ve komünist kararnamelerle bütün ödevlerini yerine getireceğini hayal eden adamın
gerçeğidir." ("RSSCF'nin II. Siyasal Eğitim Emekçileri Kongresinde Söylev", c. XXVII, s.
50-51, Rusça.)
"Devrimci", tumturaklı sözlere karşı Lenin, genellikle düpedüz günlük görevleri ileri
sürerdi, böylelikle "devrimci" işgüzarlığın, gerçek leninizmin ruhuna ve lafzına aykırı
olduğunu belirtirdi. Lenin şöyle diyor:
"Daha az tumturaklı sözler ve daha çok günlük iş. ... Daha az siyasal gevezelik,
komünizmin kuruluşunun en basit ama canlı olgularına daha büyük dikkat." ("Büyük
İnisiyatif", c. XXIV, s. 343 ve 335, Rusça.)
Amerikan pratiği anlayışı, tersine, "devrimci" manilovizme ve işgüzarlığa karşı
panzehirdir. Amerikan pratiği anlayışı, engelleri tanımayan, her cins ve her türlü engeli
verimli çalışmayla deviren, önemsiz de olsa başladığı işi kesinlikle bitiren ve ciddî bir
kuruluş çalışmasında kesenkes edinilmesi zorunlu olan yılmaz bir güçtür.
Ama Amerikan pratiği anlayışı, Rus devrimci atılımıyla birleşmezse, yozlaşır, dar ve
ilkesiz işgüzarlık derekesine [sayfa 111] düşebilir. Bazı "bolşevik'leri yozlaşmaya ve devrim
davasını bırakmaya sürükleyen dar pratikçilik ve ilkesiz işgüzarlık hastalığını kim bilmez?
Bu özel hastalık, B. Pilniyak tarafından, Çıplak Yıl adlı romanında betimlenmiştir. Bu
romanda, yazar, büyük "enerji" ile çalışan, ama perspektiften yoksun olan, "neyin ne için"
olduğunu bilmeyen, ve bu yüzden devrimci çalışma yolundan sapan irade sahibi, pratik
kararlar vermeye yetenekli Rus "bolşevik" tiplerini gösterir. Hiç kimse bu işgüzarlık
hastalığını Lenin kadar acı bir biçimde alaya almamıştır. "Dar pratikçilik", "ahmakça
affairisme" – Lenin bu hastalığı işte böyle nitelerdi. Buna karşı canlı, devrimci çalışmayı,
devrimci perspektif zorunluluğunu ileri sürer; böylelikle ilkesiz işgüzarlığın, gerçek
leninizme, "devrimci" boşboğazlık kadar aykırı olduğunu belirtirdi.
Rus devrimci atılımıyla Amerikan pratiği anlayışının birleştirilmesi, işte parti içinde ve
devlet aygıtında çalışmada leninizmin özü budur.
Ancak bu ikisinin birleştirilmesi, bize, tam leninist militan tipini ve çalışmada leninist
tarzı verir. [sayfa 112]
Dipnotlar
[1] "Komünist Parti Manifestosu", Marx, Engels, Seçme Yapıtlar, Birinci Cilt, Sol Yayınları,
Ankara 1976, s. 168. - Ed.
[2] V. İ. Lenin, Ne Yapmalı?, Sol Yayınları, Ankara 1977, s. 39. -Ed.
[3] V. I. Lenin, "Sol" Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı, Sol Yayınları; Ankara 1978, s. 58.
[4] V. İ. Lenin, Bir Adım ileri, iki Adım Geri, Sol Yayınları, Ankara 1976, s. 10. -Ed.
[5] İtalikler benim. -J. St.
[6] V. İ. Lenin, "Ne Yapmalı?", s. 34. -Ed.
[7] Friedrich Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, Sol Yayınları,
Ankara 1976, s. 28. -Ed.
[8] İtalikler benim. - J. St.
[9] V. İ. Lenin, Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Sol Yayınları, Ankara 1978,
s. 15. - Ed.
[10] V. İ. Lenin, İşçi Sınıfı ve Köylülük, Sol Yayınları, Ankara 1977, s. 517-518. -Ed.
[11] V. İ. Lenin, Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği, Sol Yayınları,
Ankara 1977, s. 119-120. -Ed.
[12] İtalikler benim. –J. St.
[13] "Merkez Komitesinin Komünist Birliğe Çağrısı", Marx, Engels, Seçme Yapıtlar 1, s.
217-218. -Ed.
[14] İtalikler benim. -J. St.
[15] V. İ. Lenin, "Sol" Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı, s. 95-96. -Ed.
[16] V. İ. Lenin, "Sol" Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı, s. 11. - Ed.
[17] V. İ. Lenin, "Sol" Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı, s. 12 ve 40. -Ed.
[18] V. İ. Lenin, "Sol" Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı, s. 134 ve 132, 133. -Ed.
[19] "Şipka Geçidinde her şey yolunda", 1877-78 Türk-Rus savaşından sonra, Ruslar
arasında dolaşan bir söz. Rus birliklerinin, Şipka Geçidinde büyük kayıplar verdiği ağır bir
savaş devam ederken. Rus karargâhının bildirilerinde, durura, "Şipka Geçidinde her şey
yolunda" biçiminde geçmekteydi. -Ed.
[20] İtalikler benim. -J. St.
[21] 1872 Almanca Baskıya Önsöz", "Komünist Parti Manifestosu", Marx, Engels, Seçme
Yapıtlar, Birinci Cilt, s. 119. -Ed.
[22] Ibid., 502. -Ed.
[23] İtalikler benim. -J. St.
[24] V. İ. Lenin, Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü, Sol Yayınları, Ankara
1977, s. 155. -Ed.
[25] V. İ. Lenin, Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü, s. 156. -Ed.
[26] Ibidem, s. 156.
[27] İtalikler benim. -J. St.
[28] Friedrich Engels, "Fransa'da ve Almanya'da Köylü Sorunu", Almanya'da Burjuva
Demokratik Devrim, Sol Yayınlan, Ankara 1975, s. 409. - Ed.
[29] Friedrich Engels, Almanya'da Burjuva Demokratik Devrim, s. 426-427. -Ed.
[30] V. î. Lenin, İsçi Sınıfı ve Köylülük, Sol Yayınları, Ankara 1977, s. 495. -Ed.
[31] Ibidem, s. 496-497. -Ed.
[32] V. İ. Lenin, "Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkının Tayini Üzerine Bir Tartışmanın
Özeti", Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, Sol Yayınları, Ankara 1976, s. 184. -Ed.
[33] Fransızca baskıdaki "halk" (peuple) sözcüğü yerine İngilizce baskıda (The
Foundations of Leninism – Concerning Çuestions of Leninism, Moscow 1-954), "ulus"
(nation) sözcüğü vardır ve "Marx" yerine, "Engels" yazılmaktadır. Lenin'in sık sık
yinelediği, "başka ulusları ezen bir ulusun özgür olamayacağı" sözünün, Kari Marx,
"Konfidentielle Mitteilung", Marksizm-Leninizm Enstitüsü arşivlerinde muhafaza edilen
elyazmalarından alındığı, enstitü tarafından konan notta belirtilmektedir. (Bkz: V. İ. Lenin,
Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, s. 149; ayrıca bkz: V. İ. Lenin, Marx-Engels-Marksizm,
Sol Yayınları, Ankara 1976. s. 342.) Lenin, "başkasını ezen bir ulus özgür olamaz" ilkesinin,
enternasyonalist bir ilke olduğunu da belirtir. (Bkz: Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, s.
186.) - Sol Yayınları.
[34] V. İ. Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, s. 25. -Ed.
[35] V. İ. Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, s. 189-191. -Ed.
[36] V. I. Lenin, Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği, s. 119. -Ed.
[37] ibidem, s. 119-120. -Ed.
[38] V. İ. Lenin, Marx-Engels-Marksizm, s. 427428. -Ed.
[39] V. İ. Lenin, "Sol" Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı, s. 108. -Ed.
[40] V. I. Lenin, "Sol" Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı, s. 17. -Ed.
[41] Otzovizm. – (Geri çağırma anlamına gelen otozvat'tan gelme) 1905-1907 devriminin
yenilgisinden sonra bolşevikler arasında ortaya çıkan oportünist bir eğilim. Otzovistler
(Bogdanov, Aleksinski, Lunaçarski ve ötekiler) legal çalışma biçimlerinin kullanılmasına
karşı çıkıyorlardı ve Dumadaki sosyal-demokrat milletvekillerinin geri çağrılmasını
istiyorlar ve sendikalarda ve çalışan halkın öteki legal örgütlerinde çalışmayı
reddediyorladı. - Ed.
[42] V. İ. Lenin, "Sol" Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı, s. 106-107. - Ed.
[43] V. İ. Lenin, "Sol" Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı, s. 75. -Ed.
[44] V. İ. Lenin, Bir Adım ileri, İki Adım Geri, s. 75-76. -Ed.
[45] V. İ. Lenin, Bir Adım İleri, iki Adım Geri, s. 82. -Ed.
[46] Ibidem, s. 199-200. -Ed.
[47] Burada sözkonusu olan, II. Kongrenin kararlarına boyun eğmeyip Lenin'i
"bürokratlıkla" suçlayan Akselrod, Martov, Potressov ve diğerlerinin oluşturduğu "ahbap
çevresi"dir. -J. St.
[48] V. İ. Lenin, Bir Adım İleri, İki Adım Geri, s. 228 ve 194-195.
[49] V. İ. Lenin, "Sol" Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı, s. 48. -Ed.
[50] V. İ. Lenin, "Sol" Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı, s. 11. -Ed.
[51] V. I. Lenin, "Sol" Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı, s. 40. -Ed.
[52] V. İ. Lenin, "Sol" Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı, s. 41. -Ed.
[53] V. İ. Lenin, Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, s. 15. -Ed.

Benzer belgeler

leninizm nedir lenin ve turkiye

leninizm nedir lenin ve turkiye ölüm-kalım savaşında bütün güçlerini denemeden, eski Rusya gibi Doğuda bu kadar güçlü bir desteği ve bu kadar zengin bir güç ve olanaklar hazinesini elden kaçırmaya razı olabilir miydi? Elbette raz...

Detaylı