KÜRESELLEŞME YAKLAŞIMLARI Approaches to Globalization

Transkript

KÜRESELLEŞME YAKLAŞIMLARI Approaches to Globalization
Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Dergisi, 13 (2009), 1-16
1
KÜRESELLEŞME YAKLAŞIMLARI
Approaches to Globalization
Mehmet KAYA 1
Özet
Küreselleşme, başta akademik ve ekonomik çevrelerde olmak üzere en çok
tartışılan kavramların başında gelmektedir. Söz konusu çevreler tarafından
küreselleşmenin ne olduğu, sebepleri ve sonuçları kadar, olumlu ve olumsuz
yönleri de farklı düşünce kalıplarıyla ele alınmaktadır. Bütün bu tartışmalarda
bir uzlaşmadan söz etmek mümkün görünmemektedir. Küreselleşme hakkında
birçok farklı görüşün öne sürülmesi sonucunda, küreselleşme yanlıları,
karşıtları ve kararsızlar şeklinde bir bölünmeden bahsetmek mümkündür. Bu
çalışmada, söz konusu kesimlerin küreselleşmeye yönelik yaklaşımları ele
alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: Küreselleşme, Aşırı Küreselleşmeciler, Kuşkucular,
Dönüşümcüler.
Abstract
Globalization is on the top of concepts debated most, particularly among
academic and economic spheres. As well as its positive and negative aspects,
the globalization’s implications, causes and results are dealt with by these
cirsles in various forms of thought. From all these discussions, it seens unlikely
to speak of a consens. As a result of suggestin many different views as regards
globalization, it is possible to talk about a division, such as pro-globalists, antiglobalists, and impartials. İn this study, the approaches of the so-called circles
towards globalization have been dealt with.
Key Words: Globalization, Hyperglobalist, Skeptical, Transformationalist.
GİRİŞ
Son yılların ekonomik ve toplumsal yazınında hemen her konu bir
biçimde küreselleşme ile ilişkilendirilmiş, küreselleşme mevcut durumu
açıklayan bir olgu eğilimleri yansıtan bir süreç ya da idealize bir hedef olarak
sunulmuştur. Sonuçta kompleks bir süreç olan ve paradoksal öğeler de içeren
küreselleşme, herkesin farklı anlam yüklediği bir kavram haline gelmiş,
böylece küreselleşmeyi ekonomik ve toplumsal sorunların sebebi, sonucu ya
da çözüm yolu olarak gören birçok yaklaşım geliştirilmiştir (Demir, 2001:74).
Her kesim farklı yönlerden ele alarak kavramı tanımlamaya, sebep ve
sonuçlarını açıklamaya çalışmıştır. Bu çalışmada küreselleşmeyi açıklamaya
ilişkin söz konusu yaklaşımlar sınıflandırılarak ele alınmaya çalışılmıştır.
Küreselleşme, kökeni çok eski çağlara gitmesine rağmen, ileri
teknolojik uygulamalar sayesinde bugünkü kadar yoğun ve hızlı işlememişti.
Yüzyıl önce de küreselleşme söz konusuydu; ancak küreselleşmenin yeni olan
yönü nitel ve nicel boyutlarındaki değişimdir. Nicelik olarak küreselleşme
1
Öğr. Gör. Dr.; Dicle Üniversitesi, Ergani Meslek Yüksekokulu, Ergani-Diyarbakır, e-mail:
[email protected]
2
M.Kaya / Küreselleşme Yaklaşımları
ticaret, sermaye akımları, yatırımlar ve insanların ülkeler arasındaki
dolaşımından meydana gelen artışı ifade etmektedir. Küreselleşmenin bu
boyutu bazen transnasyonalizm veya karşılıklı bağımlılık olarak da
adlandırılmaktadır. Niteliksel olarak küreselleşme, politik, ekonomik ve sosyal
süreçleri kapsar. Bugün küreselleşen dünya, en azından entelektüel düzeyde
tek bir dünya görünümündedir. Yine, teknolojik değişmeler ve hükümet
kuralsızlaştırmaları üretim, ticaret ve finansta transnasyonal ağların
kurulmasına imkân vermekte, böylece “sınırlara tabi olmayan dünya
ekonomisi” ortaya çıkmaktadır (Toprak,2001,8-9).
Bugün küreselleşme olgusunun içinde yaşanılan tüm dünyayı tek bir
bakımdan değil ama bütünsel bir bakımdan etkilediği görülmektedir. Ancak bu
olgu tüm ülkeleri ve tüm insanları aynı bakımdan, aynı zamanda ve aynı
biçimde etkilememektedir. Yani küreselleşmeden bir nesnel olgu gibi söz
etmek aslında onun sahip olduğu tarihsel, sınıfsal, kültürel ve düşünsel
boyutun ya farkında olmamak ya da farkında olarak onu yukarıda sözü edilen
temellerinden bilerek koparma anlamına gelebilir. İlk başta da ifade edildiği
gibi küreselleşme, Avrupa merkezli insan ve evren anlayışının kendini
ekonomik, sosyal, toplumsal ve politik alanda kurmanın ve yaratmanın önemli
bir anını ifade eder. O, böyle olması bakımından da küreselleşme olgusunun
belirleyici öznesi durumundadır (Erkızan,2002,73).
Küreselleşme olgusu tek bir boyuta sahip olmadığı gibi, bütün küreyi
de aynı bakımdan ve aynı biçimde etkilememektedir.
Küreselleşmenin birbiriyle ilişkili üç unsurdan oluştuğu söylenebilir;
piyasaların genişlemesi, devletlere ve kurumlara meydan okuması ve yeni
sosyal ve politik akımların doğuşu. Bunlar birbirlerini ikame eden teorik
yaklaşımlar olmayıp, küreselleşmenin farklı yönlerini ifade ederler.
Küreselleşme özünde devletler ve toplumlar arası bir çerçeveye sahiptir.
Küreselleşme, uluslararası politik ekonomiye olan etkisi bakımından daha çok
şu yönleriyle ele alınmaktadır: Çok uluslu şirketler ve yatırımlar, uluslararası
ticaret ve bölgecilik, küresel finans ve para, ulusal karar verme, aktörlerin
düşünme modları, küresel sivil toplum ve uluslararası kurumlar.
Küreselleşmeyi uygarlaşmanın yeni formu olarak değerlendiren görüşler de
vardır. Buna göre, batılılaşma, modernleşme ve küreselleşme kavramları,
uygarlaşma kavramının değişen yüzleridir (Toprak,2001,9).
Küreselleşme üzerine beylik hale gelmiş bazı önermeler de ince
telkinler içermektedir. Çok tekrarlanan “küreselleşme ülkelere hem yeni
fırsatlar vermekte, hem de yeni tehlikeler (veya riskler) yaratmaktadır” ifadesi
bunun başlıca örneğidir. Bu ifade, eğer küreselleşme döneminde vaat edilen
nimetlerden nasibini alamayan ülke varsa, mevcut fırsatlardan istifade
edememesinden ve tehlikelerin başına gelmesinden kendisinin sorumlu
olduğunu ima ederek, muhtemel eleştirilerin önünü almağa çalışmaktadır
(Somel, 2002,142).
Küreselleşmeye karşı nasıl bir yaklaşım tarzı benimsemeliyiz? Negatif
ya da pozitif yaklaşmak zorunda mıyız? Küreselleşme, hakkında yararlı yada
zararlı diye nitelendirme yapılabilecek bir trend midir? Benzeri sorulara
Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Dergisi, 13 (2009), 1-16
3
verilecek yanıtlar veya yanıt verip-vermeme konusunda tercihler bu kavramın
kamu yönetimleri açısından değerlendirilmesinde baz alınacak konular olarak
karşımıza çıkmaktadır. Bu belirtilen durum, hem akademisyenler hem de
politikacılar ve bürokratlar açısından söz konusudur (Kutlu,2003,166).
Küreselleşmenin bir aldatmaca olduğu, amacının uluslararası
karporasyonların ve finans kuruluşlarıyla güçlü devletlerin güçsüz devletlerde
pazar bulma veya onlar üzerinde hegemonik baskılar kurmak için ortaya atılan
bir kavram olduğunu söyleyenler olduğu gibi ülkeler arası ekonomik,
toplumsal ve politik kariyerlerin kalktığı “Küresel Köy” (Global Village)
şeklinde ifade edilebilecek bir düzeni anlattığı yönünde görüşler de söz
konusudur. Birinci tür görüş, genellikle sol eğilimli yazarlar tarafından ve
gelişmekte olan ülke aydınları tarafından seslendirilirken, ikinci görüş daha
çok sağ eğilimli ve gelişmiş ülkelerden bilim adamları, politikacılar ve
bürokratların dile getirdiği bir yorumdur (Kutlu,2003,166-167).
Küreselleşme hiç kuşkusuz günümüzün en moda kavramlarından
biridir. Gerek bilimsel-akademik, gerekse siyasal-bürokratik düzlemlerde
çeşitli verilerle kendisine en çok atıf yapılan, en sık anılan kavramların başında
küreselleşme gelmektedir. Seven ve destekleyen de, eleştirip karşı çıkan da bir
şekilde kendisini küreselleşme kavramıyla içli-dışlı olmak durumunda
hissetmektedir. Kimileri için özgürlük, açıklık ve karşılıklı etkileşim
temelinde, yeni ve daha iyi bir dünyanın kurulmasında anahtar bir süreç olan
küreselleşme, kimileri için de eşitsizlik, sömürü ve gelişmişlerle az gelişmişler
arasındaki uçurum daha da açıldığı bir dünyaya kapı aralayan dehşet verici bir
süreçtir (Acar,2002,13).
Doğal olarak küreselleşmenin ekonomik boyutunun dünya ölçeğindeki
sonuçlarına ilişkin yorumlar birbirinden farklılaşmaktadır. Neo-marksist
iktisatçılar
küreselleşmeyi
merkez
sermayenin
az
gelişmişliğin
sürdürülebilmesindeki “engelsiz” yeni oyunu şeklinde yorumlarken, Drucker
gibi yönetim guruları konuyu yeni sömürgecilik tezlerinden uzak tutmayı
tercih ediyorlar. Giddens ve Harvey gibi postmodern düşünürler ise
küreselleşmenin, zaman-mekan kavram setini kökten değiştiriyor olmasının
kapitalizm-modernizm ikilisi ile doğrudan bağıntılı ve bunun etkisinin
ülkelerin gelişmişlik düzeylerine koşut olarak farklılaşacağını ima
etmektedirler. Bu varsayıma dayanan küreselleşme projesine, ülkelerin ulusal
projeleri ile karşılık vermemelerinin olumsuz sonuçlara yol açacağını
söylemek mümkün olabilir. Ancak söz konusu küresel projenin, ulusal
aktörlere yön verme gücüne sahip olduğu düşünülürse, bu durumda
küreselleşme karşısında çevre ülkelerinin nasıl başarılı olacağı bir muammaya
dönüşür.Bu bağlamda küreselleşme, dünya dokusunu zedelemeden gelişen
rekabet ortamında dünyaca daha ılımlı bir düzen yaratma yolundaki evrensel
insani sergilenmekle birlikte,beraberinde birçok paradoksları taşımaktadır
(Dulupçu, 2001,17-18).
Buna rağmen öncelikle belirtmek gerekir ki, küreselleşme, kendisine,
günümüze egemen olan iktisadi / siyasi / kültürel dinamikleri açıklama
yeteneği atfedilmiş kavramların en önemlisi durumundadır. Bu kavram ilk
4
M.Kaya / Küreselleşme Yaklaşımları
bakışta görülenin tersine birbirinden çok farklı anlamlar yüklenerek
kullanılmaktadır. Farklı anlam yüklemelerin temelinde yatan, farklı
algılamaları ve yorumlamaları, yenidünya düzeni’nden hoşnut olanlar ile
olmayanlar şeklinde iki ana damara ayırmak mümkündür(Aydın,2000,20).
Bu iki aşırı uç arasında küreselleşme bir abartıdır önermesiyle
özetlenebilecek olan üçüncü bir düşünde mevcut. Bu konunun yanında yer
alan yazarlar dünya ekonomisinin örgütlenmesi ve işleyişi için önemli
anlamlar taşıyan ciddi değişmelerin başladığını itiraf ediyor. Fakat aynı
zamanda da hala gerçek anlamda küreselleşmiş bir ekonomiden uzak
olduğumuz, doğrusal bir gelişimin söz konusu olmadığı ve küreselleşme
ideologlarının birçok iddiasının savunmasız olduğunu anlatıyorlar (Went,
2004,23).
Günümüzde küreselleşmeye yönelik yaklaşımları, Held McGrow
Goldbiatt ve Perraton’ı izleyerek, “aşırı küreselleşmeciler” (hyperglobalist),
“kuşkucular” (skeptical) ve “dönüşümcüler” (transformationalist) şeklinde
üçlü bir sınıflamaya tabi tutabiliriz(Bozkurt,2000,18).Bu tür bir sınıflama ile,
küreselleşmeyi farklı perspektiflerden tanımlamaya, sebep ve sonuçlarını
açıklamaya çalışan yaklaşımların bir araya toplanmasını sağlayacaktır.
Aşırı Küreselleşmeciler
Globalleşmeci ideolojinin sık sık bizlere hatırlatmaktan usanmadığı
tespit, 1970’lerden bu yana yepyeni, hatta kapitalistliği tartışmalı bir evre ile
karşı karşıya olduğumuzdur. Sosyalist Blokun yıkılışını, kapitalizmin
alternatifsizliği biçiminde söylemine katarak “zenginleşen” bu yaklaşımın
merkezinde, kapitalist rekabet ve kapitalist devlete ilişkin iddialı varsayımlar
var: ikisi de küreselleşme yüzünden güçsüzleşerek yok oluyor. Kanımızca,
globalleşmeci ideolojinin sol çevrelerde de etkin olabilmesinde de bu kabuller
önemli rol oynadı. Söz konusu etkilenme giderek sosyalizmin, işçi sınıfı
merkezli siyasetin miadını doldurduğu “yeni bir şeyler yapmanın” (ya da
pratikte hiçbir şey yapmamanın) yinelendiği bir modaya dönüştü (Tarık,
2000,10).
Küreselleşme süreci birbiriyle ilintili birçok alanı kapsıyor olmasına
karşın, bugünün hakim literatüründe küreselleşme kavramsallaştırılması pazar
ekonomisi merkezli liberal ideolojinin tekelindeymiş gibi görünmektedir.
Özellikle, ekonomik alandaki ilişkiler ağının yoğunlaşması, toplumların
birbirlerine daha bağımlı hale gelmesi, serbest ticaret, doğrudan yabancı
yatırımlar ve mali kaynakların serbest hareketi gibi günlük hayatı yakından
ilgilendiren konuların yoğunluklu olarak tartışılması nedeniyle küreselleşme,
liberal ideolojinin yeni bir ifade şekli olarak algılanmaktadır. Hâlbuki dünya
çapında ekonomik ilişkiler ağının sanayi devrimi sonrası dönemde
yoğunlaşması küreselleşme sürecinin itici en önemli nedeni gibi görünse de,
bugün gelinen nokta itibariyle dünya çapındaki ekonomik ilişkiler ağı,
küreselleşme sürecinin alt süreçlerinden biri olarak kabul edilmelidir. Ancak,
literatürde bu alt süreç bütün bir küreselleşme sürecini tanımlar hale gelmiştir
(Ateş, 2006,26-27).
Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Dergisi, 13 (2009), 1-16
5
Aslında, akademik çevrelerde daha çok ekonomik ve teknolojik
görünümsel yönleriyle ilgilenilen globalizasyon, en radikal ve en gerçek
biçimiyle kendini siyasal fikirler ve kurumlarda göstererek ortaya
koymaktadır. Kendilerine radikaller de denilen aşırı globalistlere göre
modernizm ürünü olan ulus devlet, globalleşme sürecinde önemini yitirmiştir.
Artık global piyasa, politikanın yerini almaktadır; Çünkü piyasa mekanizması
siyasetçi ve bürokrat temelli hükümetlerden daha rasyonel çalışmaktadır.
Piyasalar ve onlara hakim olan şirketlerin devletlerden daha güçlü olmasıyla
geleneksel ulus devletlerin yerini dünya toplumu düşüncesi dolduracaktır
(Çalış, 2002,42-43).Küreselleşmenin ulus devletin geleneksel ekonomik
kontrol mekanizmalarının birçoğunun etkinsizleşmesine yol açması, mal ve
para piyasalarının dünya ölçeğinde bütünleşmesinin bir sonucudur. Bu
bütünleşme yolculuğu 1870’lerde başlayarak ulusal ekonominin gücünün
yitirmesine neden olan neoliberalizm ile son şeklini almıştır (Dulupçu,
2001,31).
Neoliberal dalga, devletin ekonomiden (üretim ve bölüşüm
sürecinden) elini çekmesini ve mülkiyeti / yönetimi kamuya ait olan
işletmeleri özelleştirmesi durumunda, piyasa ekonomisi rasyonel bir işleyişe
kavuşacağı için, kaynakların optimum dağılımının ve kullanımının mümkün
olacağını (kaynak israfının önleneceğini) ve sonuç itibariyle iktisadi etkinliğin
artacağı ve toplumsal refah seviyesinin yükseleceğini ileri sürmektedir (Aydın,
2002, 62).
Günümüzde politikacılarla daha az ilgileniyoruz; çünkü hayatımızdaki
önemlerini ve etkilerini kaybetmişlerdir. Politikalar yerel ya da ulusal ölçekte
hala etkili olsalar bile, küresel ekonominin hareketlerini etkileyebilecek güce
sahip değillerdir. Bu anlamda dünya ülkelerinin çoğunda, vatandaşların
politikayla daha az ilgilenmeleri ya da politikacıların vatandaşlar üzerinde
daha çok hayal kırıklığı yaratıyor olmaları küreselleşme sürecinin bir
sonucudur (Bozkurt, 2000,19).
Bir diğer ifadeyle aşırı küreselleşmecilere göre, piyasalar artık
devletlerden daha güçlüdür. Devletlerin otoritesindeki bu gelişme ise, diğer
kurumlar ile birliklerin ve yerel / bölgesel otoritelerin artarak yaygınlaşması
şeklinde görülebilir. Radikal / aşırı küreselleşmeciler, dünya toplumunun,
geleneksel ulus devletlerin yerini almakta olduğu ya da olacağı ve yeni
toplumsal örgütlenme şekillerinin belirmeye başladığı düşüncesindedirler.
Ancak bu grup içinde yer alanlar homojen değillerdir. Örneğin neoliberaller,
devlet gücü üzerinde piyasanın ve bireysel otonominin başarısını hoşnutlukla
karşılarken, aynı grup içinde yer alan neomarksistler ya da radikaller, çağdaş
küreselleşmeyi, baskıcı kapitalizmin temsilcisi olarak değerlendirmektedirler.
Ancak bu ideolojik yaklaşımlardaki farklılıklara rağmen, bugün giderek artan
bir biçimde bütünleşmiş küresel bir ekonominin varlığına ilişkin bir fikir
birliği de vardır (Hablemitoğlu,2004,20).
Dünya ile iktisadi anlamda bütünleşmek karşılaştırmalı üstünlükler
temelinde uzmanlaşmak ve buna göre ticaret yapmayı, Roberts’ın (2001)
ifadesiyle “zenginliğe giden yol” u ima etmektedir. Ekonominin dış rekabete
6
M.Kaya / Küreselleşme Yaklaşımları
açılmasından beklenen şey verimliliğin artması, mal ve hizmetlerin
çeşitlenmesi ve fiyatların düşmesi, teknoloji ve mal çeşitlendirmesi konusunda
yenilik yapma arayışının hızlanmasıdır. Siyasal anlamda bütünleşmenin ima
ettiği şey işe, çoğulcu demokrasi, sivil yönetim, özgürlükler ve insan hakları
konularında evrensel standartların yakalanmasıdır (Acar,2002,21).
Aşırı küreselleşmeciler, bu sürecin küresel ekonomide kaybedenler
kadar kazananları da yarattığına inanıyorlar. Bir taraftan geleneksel merkez
çevre yapısının yerine geçen, “yeni bir küresel işbölümü” yükseliyor. Uluslar
arası iş bölümünde ortaya çıkan değişimle ilgili iki farklı yorum yapılmaktadır.
OECD ve benzeri kuruluşlar üretimi küreselleşmenin lokomotifi olarak
görmektedirler (Bozkurt,2000,20).
Üretimin tamamen küresel bir strateji ile örgütlenmesi halinde tüm
bölgelere sermaye yoğunluğu ve sektörel dağılım açısından dengeli bir üretim
sistemi doğacağından söz etmektedirler. Alternatif yorum ise Frobel ve
arkadaşlarından gelmiştir. Sözü edilen bilim adamlarına göre yeni uluslararası
işbölümünden üretim tüm dünyada emeğin ve sermayenin en etkin
kombinasyonunu sağlayacak şekilde parçalara ayrılmaktadır. Yeni uluslararası
işbölümü teknik karakterdedir. Gerçek küresel üretime ulaşmanın aracı
uluslararasında teknik işbölümünün gerçekleşmesidir. Yeni iş bölümünün
sanayileşmiş ülkelerin ekonomilerinde yaratmış olduğu yüksek düzeydeki
yapısal işsizlik uluslararası sistemin kademe kademe oluşumunun daha
eşitlikçi bir yönde değiştiğinin işaretidir (Eşkinat ve Kutlu,2002,252-253).
Bu arka plana rağmen hükümetler, küreselleşmenin sosyal sonuçlarını
“idare etmek” durumundadırlar. Küreselleşme, kazanan ve kaybeden
arasındaki kutuplaşmayı, küresel ekonomik düzen içinde birbirine
bağlayabilir. En azından neoliberal harekete göre, küresel ekonomik rekabetin
“sıfır toplamlı” üretimde bulunması söz konusu değildir. Ekonomi içinde belli
grupların durumu küresel rekabet sonunda kötüleşse bile hemen hemen bütün
ülkelerin belli malların üretiminde karşılaştırmalı avantajı söz konusudur.
Neo-Marksistler ve radikaller içinse böyle bir “iyimser yaklaşım” doğru
değildir. Onlara göre küresel kapitalizm, hem uluslar arasından hemde
ulusların içinde eşitsizlik yaratmaktadır. Ancak sosyal konumda geleneksel
refah devleti yolunun sürdürülmesinin zorlaştığı ve giderek eskidiği
konusunda neo-liberaller ile mutabıktırlar (Bozkurt,2000,20).
Birçok neo-liberaller için küreselleşme, ilk gerçek küresel uygarlığın
kurucusu olarak değerlendirilmektedir. Aşırı – küreselleşmeci bakış açısına
göre, küresel ekonominin yükselişi, radikal yeni dünya düzeninin temeli olarak
yorumlanabilecek, küresel düzeyde kültürel karışım (hyperdization), küresel
yayılma ve küresel yönetişim kurumlarının (global governance institutions)
doğuşu, köklü bir biçimde yeni dünya düzeninin temsilcileri ve ulus devletin
sonu olarak yorumlanmaktadır. Artık ulusal hükümetin sınırlarını kontrolde
güçlük çekilmektedir. Küresel ve bölgesel hükümetler daha büyük roller talep
ederken, devletlerin otonomisi ve egemenliği de daha çok aşınmaktadır.
Bunun yanında, ülkeler arasında uluslararası işbirliği kolaylaşmıştır, artan
küresel iletişim alt yapısı sayesinde farklı ülkelerin halkları, ortak çıkarlarının
Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Dergisi, 13 (2009), 1-16
7
daha çok farkına varmakta ve bunun sonucunda da küresel bir uygarlığın
doğuşu için ortak bir zeminin oluştuğunu iddia etmektedirler (Hablemitoğlu,
2004,20).
Küreselleşmeye taraftar olan başlıca gruplar arasında dünya ile
bütünleşme yanlıları; açıklık, serbestlik ve özgürlük yanlıları; dünyanın birinci
ligindeki ülkelerin insanlarıyla aynı imkânlara sahip olmak isteyenler ve
serbest rekabet ortamında söyleyecek sözü satacak mal veya hizmeti, gidecek
yeni alanlar olarak sıralanabilir (Acar,2002,21).
Küreselleşme Karşıtları
Radikal / aşırı küreselleşmecilerin tam karşısında yer alan bu grup,
kuşkucular olarak da anılmaktadır. Giddens’in deyimiyle küreselleşmeye her
konuda kuşkuyla yaklaşmaktadırlar. Yaşadığımız dünyada hiçbir şeyin yeni
olmadığını iddia etmektedirler. Kuşkucular, küreselleşmenin geçmişine (19.
yüzyıla) bakarak, o dönemde de önemli derecede para mal hareketinin
oluşmuş olduğunu söylemektedirler. Günümüzde hala birçok ülkenin oldukça
katı bir biçimde uyguladıkları ulusal sınır kontrollerine karşılık 19. yüzyılda
insanların pasaport bile kullanmadıklarını iddia ediyorlar. Kuşkucular dünya
ekonomisinde duvarların kaldırılması yönündeki günümüzde yaşanan
gelişmelerin, yüzyıl öncesine benzer bir duruma geri dönüşten başka bir şey
olmadığını iddia ediyorlar. Kısacası, küreselleşmenin yeni bir süreç olduğunu
kabul etmiyorlar. Herkesten bu terimle bu kadar ilgili olmasını zamanın
ideoloji haline gelmesine bağlıyorlar. Onlar için küreselleşme, refah devletini
yok edecek minimal devlet ve hükümeti amaçlayan çevrelerin sık sık
kullandığı basit bir terimdir (Bozkurt,2000,20).
Küreselleşmeye karşı çıkan başka bir kesim, sosyalist bloğun çökmesi
ve marksist ideolojinin cazibesini yitirmesinden rahatsızlık duyan yapısalcı
neomarksistlerdir. Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla bütün dünyada sosyalist
modelin terk edilmesi ve piyasa ekonomisi ve liberalizmin öne çıkmasından
rahatsız olan siyasetçi, akademisyen ve aydınlar özellikle gelir dağılımındaki
bozulma ve emperyalizm söylemiyle küreselleşmeye itiraz etmekte,
küreselleşmenin “aynı zamanda kapitalist sömürünün de küreselleşmesi
olduğunu” ileri sürmektedir(Acar,2002,21).
Bu grubun bazı üyelerine göre; küreselleşme, doğrudan kapitalizm ile
bağlantılıdır. Küreselleşme, kapitalist modernlik ile birlikte düşünülebilir ve
ancak bu çerçevede açıklanabilir. Küreselleşme, kapitalizmin günümüzdeki
boyutu ve görünümüdür. Eş deyişle küreselleşme, kapitalizmin diasporası yani
onun dünyaya dağılıp yayılması, esnemesi ve dünyayı kuşatmasıdır
(Kızılçelik, 2002,15).
Günümüzdeki gelişme ekonomilerin küreselleşmesi olmayıp,
kapitalizmin küreselleşmesidir. Kaynakların sıkışmasıyla birlikte, bir yandan
yaygın teknoloji uygulaması ve sermayenin olgunlaşması, diğer yandan da
üretim tekniklerindeki değişim kapitalizmin ulus-devlet aşamasından
küreselleşme aşamasına geçmesini hem zorlamakta hem de olanaklı
kılmaktadır. Bu dönem ne kadar süreceği belli olmayan üçüncü paylaşım
8
M.Kaya / Küreselleşme Yaklaşımları
savaşı olarak da yorumlanabilir. Bu, karşıt sermayelerin birikime ve
teknolojiye ulaşım olanaklarını tıkamak ve bu olanakları elde etmektir.
Böylece, üçüncü paylaşım savaşının ana hedefleri, bir yandan katma değerden
büyük pay alan teknoloji, diğer yandan da gelişme ve teknoloji üretmenin
tamamlayıcı unsuru olan enerji kaynaklarıdır. Ne var ki ileri teknolojiye dayalı
-yoğun üretim, gelir dağılımını bozması yanında, işsizliği de
yaygınlaştırmaktadır. Şu halde, ekonomik anlamda küreselleşme: üretim ve
hizmet olanaklarının yerküreye yayılmasına karşılık, uygulanan teknoloji
boyutuna bağlı olarak yaratılan değerlerin giderek büyük bölümünün merkeze,
işsizliğin ise çevreye transferi anlamına gelmektedir (Önder,20025).
Bir başka perspektiften bakıldığı takdirde, küreselleşmeyi,
emperyalizmin aldığı yeni biçim veya kapitalist sermaye birikiminin yeni bir
aşaması olarak da tanımlamak mümkündür. Bu perspektif, küreselleşmeyi yeni
bir olgu olmaktan çok yeni bir kavram olarak ele almaktadır. Örneğin Boratav,
küreselleşmeyi, “bu yüzyılın başlarında terminolojiye girmiş olan
emperyalizmin kendisi” olarak tanımlamaktadır. Boratav’a göre küreselleşme
adı altında yeniden kavramsallaştırılması, emperyalizm olgusuna saygınlık
kazandırma ve bu olgu karşısında çaresizlik ortamı oluşturma amacına
yöneliktir (Aydın,2000,23).
Bu görüşü savunanların tezine göre küreselleşme emperyalizmin XXI.
yüzyıl başındaki adıdır ve mutlaka engellenmesi gerekir. Tıpkı XIX. yüzyılda
olduğu gibi açık kapı serbest ticaret politikalarını tüm dünyaya fakir ülkeleri
Batı devletlerine yem yapmaktadır(Eşkinat ve Kutlu,2002,272). Ticaret ve
Kalkınma 1997 başlığını taşıyan UNCTAD(Birleşmiş Milletler Ticaret ve
Kalkınma Konferansı) raporu, küreselleşme sürecinin, dünya ekonomisinin
genel büyüme hızını düşürdüğünü ve gerek ülkeler gerekse ülkelerin bölgeleri
arasındaki eşitsizliği derinleştirdiğini ileri sürmektedir. Rapora göre, az sayıda
insanın elinde toplanan kaynaklar, üretken yatırımlar yerine spekülatif
yatırımlara yönlendirilmektedir (Aydın,2000,23).
Küreselleşme sürecine karşı ciddi siyasi tepkilerin doğmasına yol
açacağına düşünülen tehlikeli gelişmeler, raporda küreselleşmenin yedi günahı
(sevens sins of globalization) başlığı altında sıralanmaktadır. Bu günahların
sadece bir tanesi bile, yaşananların vehametini ortaya koymaktadır: “Dünya
nüfusunun en zengin yüzde 20’lik bölümünün ortalama geliri en fakir yüzde
20’lik bölümünün ortalama gelirinin 1965 yılında 30 katı kadar iken, 1990
yılında 60 katına yükselmiştir.” Bir başka ifade ile, küreselleşme, 25 yıllık bir
süre içinde, aradaki refah farkının ikiye katlamasına sebep olmuştur. Ayrıca
gelişme çabası içindeki ülkelere yayılacağı ileri sürülen demokrasi ve insan
hakları gibi değerlerin bu ülkelerin içinde bulundukları ortamlarda gelişmesi
mümkün değildir. Bu bir aldatmacadan başka bir şey değildir. Bu ülkeler
fakirleştikçe halkı kontrol edebilmek için baskıcı rejimlere başvurma ihtiyacı
artmaktadır. Çatışmalar azalmamakta aksine artmaktadır (Eşkinat ve Kutlu,
2002,272).
Küreselleşmeye karşı muhalefet bu ortamda yaygınlaşarak güçleniyor,
haksızlığa uğradıklarını düşünen yoksul ülkelerden yükselen tepkiler, Dünya
Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Dergisi, 13 (2009), 1-16
9
Ticaret Örgütü (WTO) gibi örgütlerin işleyişinde, yeni arayışları gündeme
getirirken, zengin ülkelerden de toplumsal tepkiler yükseliyordu. Zengin
ülkelerin, küresel dönüşümleri zarar gören ya da göreceğini düşünen kesimleri,
örneğin bazı işçi ve çiftçi grupları da küreselleşmeye karşı muhalefetin
saflarına katılıyordu. Küresel düzenin kendi seçtikleri politikalara değil de,
büyük şirketlerce yönlendirildiğini düşünenlerle, kültürel özelliklerinin
tehlikede olduğunu gören gruplar, çeşitli sivil toplum örgütleri ve çevrecileri
de bu muhalefete destek veriyordu (Ulagay,2001,25).
Anti-globalizasyon protestolarını içeren medya yayınlarında,
globalizasyon kavramı, kapitalizm, haksızlık ve adaletsizlik gibi kullanılır.
Gerçekten bazı protestocuların, globalleşen ve kapitalistleşen dünyada,
adaletsizliğin çok fazla olabileceğine işaret eder. Onların eylemlerini çeşitli
forumlarda yapılacak konuşmalarda onların temsilcilerine söz hakkı vererek
önlemek pek kolay değildir. Ayrıca küreselleşme muhaliflerinin Dünya
Ekonomik Forumu toplantılarının yapıldığı günlerde Brezilya’nın Porto
Alegre kentinde Dünya Sosyal Formu adını verdikleri alternatif bir forum
düzenlemeleri de kendi yollarını ayırma niyetlerinin başka bir göstergesidir
(Ulagay,2001,26).
Küreselleşmeye karşı çıkan bir başka grup küreselleşmeye milli
içerikli dürtülerle karşı çıkmaktadır. Küreselleşme sürecinin ulus devletin
önemini aşındırması ve dış müdahalelere imkân vermesi 20. yüzyıl milli devlet
anlayışına sıkı sıkıya bağlı olan kişileri rahatsız etmektedir. Bu görüşün
savunucuları küreselleşmenin insanları baskı altına aldığını, devletlerin
hakimiyetine son verdiğini, hepsini emperyalist devletlerin egemenliğine
soktuğunu, yerel değerleri yok ettiğini, güçsüzleri ezdiğini, yoksul ve zengin
arasındaki uçurumu büyüttüğünü, sadece çok uluslu şirketleri
yararlandırdığını, bu şirketlere gelişmekte olan ülkelere refahsız bırakarak
boğma fırsatı verdiğini ve gezeğenin ekolojisini tamamen tahrip ettiğini ileri
sürmektedirler. Oysa bu iddialar daha çok yakın geçmişin sosyalist ve faşist
ülkelerindeki uygulamaları hatırlatmaktadır. Ne tuhaftır ki, bu iddiaları ortaya
atanlar daha çok sosyalist ve milliyetçi eğilimlidirler (Toprak,2001,9).
Diğer bir küreselleşme karşıtı grubun da gelişmekte olan ülkelerde
enflasyonu indirmek, istihdamı artırmak ve dış ödemeler dengesini
rahatlatmak konusunda başarısızlığa uğramış, yolsuzluklara bulaşmış, sonuçta
ekonomiyi krize sürüklemiş, bunun sorumluluğunu üstlenmek istemeyen, bir
anlamda hatalarına günah keçisi arayan siyasetçi ve bürokratlar olduğu
söylenebilir. Dışardan alınan kaynakların bir kısmının kendini geri ödemesi
mümkün olmayan yatırımlara, bir kısmının da şeffaf olmayan ihaleler vb.
yöntemlerle eş-dost tanıdıklara aktarılması, halk üzerinde güven tesis
edilememesi iddiasıyla istikrar programlarının etkin bir şekilde
yürütülmemesi, kamunun altından kalkamayacağı tarımsal ve sınai destek
programları ve aşırı istihdam, vergi kaçakları gibi nedenlerle kamu maliyesinin
çökertilmesinin sorumluluğuna bizzat üstlenmek yerine suçun IMF, Dünya
Bankası, G7 ülkeleri ve dış güçlerin üzerine, hepsinin bir özeti olarak da
küreselleşmenin üzerine yıkmak, siyasetçi ve bürokratların pek çoğunun
10
M.Kaya / Küreselleşme Yaklaşımları
kolayına gelmektedir(Acar,2002,21-22). Nitekim, bugün gelinen noktada,
üçüncü dünya hem yatırımlarda hem de ticarette marjinal kalmıştır ve
gerçekten küresel nitelik ve görünüme sahip olmaktan uzaktır (Toprak,
2001,10).
Küreselleşmeye karşı çıkanlar bağlamında anılması gereken bir grup
da sendikalardır. Örneğin küreselleşme ve artan dış rekabet sonucu bazı
endüstrilerin daralması bir kısım firmaların kapanmasının işçi çıkarmaları
zorunlu kılması gibi anlaşılabilir nedenlerle sendikalar sadece gelişmekte olan
ülkelerde değil, dünyanın hemen her yerinde küreselleşmeye karşı
çıkmaktadırlar. Gelişmiş ülkelerin sendikaları gelişmekte olan ülkelerle
girilecek serbest ticaret ve işgücünün dolaşımının serbest bırakılmasına kendi
ülkelerindeki işsizliği artıracağı gerekçesiyle küreselleşmenin karşısındadırlar
(Acar, 2002,23).
Yukarıdakilere paralel biçimde genel olarak üçüncü Dünyacı, merkezçevreci ve neoselefi radikal grupların da küreselleşmeye karşı oldukları
görülmektedir. Bunların bir kısmı neomarksist-sosyalist, bir kısmı İslamcı
kanatta yer alsalar da ortak paydaları dünyayı sömürenler ile sömürülenler,
gelişmişlerle az gelişmişler, merkez ile çevre arasında kıyasıya bir mücadele
alanı olduğunu, bu mücadelede kazananın hep emperyalistler, gelişmiş merkez
ülkeleri, kaybedenin ise az gelişmiş, çevreye dahil üçüncü dünya ülkesi
olduğunu, küreselleşmenin de galiplerin hegemonyalarını pekiştirme aracından
başka bir şey olmadığını düşünmeleridir. İktisatta Ricardo ile başlayıp Malthus
ve Marks’la devam eden, farklı çıkar gruplarının toplumsal paydadan daha
fazla pay kapmak için sürekli bir mücadele içinde olduklarını öncülünden yola
çıkan düşünüş biçiminin modern temsilcilerinin dünyayı da devletlerarasında
toplamı sıfır bir oyun, birinin kazancının diğerinin kaybı anlamına geldiği bir
kıyasıya mücadele alanı olarak görmeleri şaşırtıcı değildir (Acar,2002,21).
Bunun yanında, küreselleşme sürecinin karşıtları, bu sürecin
karşısında gelişen bölgeselleşmeyi, küreselleşmenin bir ara istasyonu gibi
değil, tam aksine alternatif olarak görürler. Dünya küresel bir uygarlık yerine,
yeni anlayışlar çerçevesinde bölünmeye doğru gitmektedir. Küreselleşme, bir
bütünleşmeyi değil, farklı kültürler, farklı uygarlıklar ya da bölgeler arasında
yeni çatışmaları beraberinde getirecektir. Yine bir grup, dünya ekonomisi
içerisindeki eşitsizliğe dikkat çekiyor ve bunun dünyada neo-liberallerin dediği
gibi, küresel bir uygarlığın doğuşundan ziyade, köktendinciliğin ya da
saldırgan milliyetçiliğin doğuşuna yol açacağını düşünüyorlar (Bozkurt, 2000,
22).
Ayrıca şüpheciler, küreselleşme sürecinin ekonomik ya da teknolojik
gelişmelerin sonucunda ortaya çıkan bir olgu olmaktan çok, bir ideolojik
tutum olduğunu da ileri sürüyorlar (Hablemitoğlu,2004,23).
Dönüşümcüler
Dönüşüm kavramının değişimden farklı olarak radikal hareketleri
içerdiği kabul edilirse, küreselleşmeyi ifade etmede neden dönüşüm
kavramının kullanıldığı daha iyi anlaşılır. Zaten küreselleşme teorik bir
Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Dergisi, 13 (2009), 1-16
11
çerçevede şekillenen bir düşünce niteliğine sahip olmaktan çok uzaktır. Aksine
“de facto” bir oluşumdan bir başka deyişle küreselleşme, türetilen bir teorik
kavramın ötesinde dünyanın “alternatifsiz” yaşamak durumunda bırakıldığı ve
belirli bir sürecin sonunda oluşa gelen bir dönüşümü tanımlar. Bu nedenledir
ki küreselleşme konusunda yapılan tartışmalardan yakınarak bir sonuç
çıkarmak, dönüşümün etkilerinin bir bölümünün netleşmemesinden – taşların
yerlerine oturmamasından dolayı şimdilik pek olanaklı gözükmemektedir
(Dulupçu, 2001,12).
Giddens’in de dahil olduğu ve “dönüşümcüler” diye nitelendirilen bu
üçüncü grup, küreselleşmeyi modern toplumları ve dünya düzenini yeniden
şekillendiren hızlı sosyal, siyasal ve ekonomik değişmelerin arkasındaki ana
siyasal güç olarak görmektedir. Dönüşümcüler, ulusal hükümetlerin
otoritelerini ve güçlerini yeniden yapılandırdığını kabul ettiği halde, hem aşırı
küreselleşmecilerin” egemen ulus devletin sonunun geldiği” iddialarını, hem
de küreselleşme karşıtı kuşkucuların “hiçbir şey değişmedi” tezini
reddetmektedirler. Bu noktada dönüşümcüler açısından ulus devlete yapılan
vurgu, ulus-devletin de hemen her şeyde olduğu gibi bir yeniden yapılanma
içerisine girdiğidir. Buna koşut olarak ulus-devletin dönüşüm içerisinde olan
dünyadaki konumu, küreselleşmeyle yakından ilgilidir ve tartışmaya
açılmalıdır. Bu konuda Gidens şu saptamayı yapmaktadır:”Ulus-devletler ve
buna bağlı olarak ulusal siyasi liderler hala güçlü müdürler, yoksa dünyayı
şekillendiren güçler karşısında büyük ölçüde eli kolu bağlanmış bir konuma mı
gelmişlerdir? Ulus-devletler gerçekte hala güçlüdürler ve siyasal liderlerin de
dünyada oynayacak büyük bir rolleri vardır. Ama aynı zamanda, ulus-devletin
gözlerimizin önünde yeniden şekillenme sürecini de kimse yadsıyamaz. Ulusal
ekonomik politika artık eskisi kadar etkili olamaz. Daha önemlisi, jeopolitiğin
geçmişteki biçimleri eskidiğine göre, uluslar kimliklerini yeni baştan
düşünmek zorundadırlar (Esgin,2001,189-190).
Bu grup küreselleşmeyi, modern toplumları ve dünya düzenini
yeniden şekillendiren hızlı sosyal, siyasal ve ekonomik değişmelerin
aralarındaki güç olarak görmektedir. Artık dış ya da uluslararası ile içişleri
arasında açık bir ayrım görülememektedir (Hablemitoğlu,2004,23).
Buna rağmen küreselleşmenin formel tanımlarında ekonomik boyutu
ön plana çıkar ya da çıkartılır. Temelinde liberalizme dayanan; dünya
pazarının finans, sermaye, üretim ve özellikle kaynak kullanımı açısından
arkasına teknolojinin desteğini alarak entegrasyonu-küreselleşme olarak
tanımlanır. Mcluhan küreselleşmenin sinyallerini daha 1960’lı yıllarda vererek
“küresel köy” ifadesini kullanmış, dünya ekonomisinin tüm yönleriyle tek bir
pazar haline geleceği düşüncesinin temelini atmıştır (Dulupçu,2001,12).
Ekonomik anlamda bırakın yüzyıl öncesini, 30-40 yıl öncesinden bile
çok farklı bir dönemde yaşıyoruz. Son yıllarda küreselleşme konusunda
yapılan araştırmalar, yaşanan gerçekler çok farklı, ilginç bir dönemde
yaşadığımıza işaret ediyor. Geçmişe göre çok daha bütünleşmiş yeni bir
küresel Pazar oluşturulmuştur. Karşılıklı alınıp satılan malların miktarı 19.
yüzyılla karşılaştırılmayacak kadar fazladır. Ama bundan daha da önemlisi,
12
M.Kaya / Küreselleşme Yaklaşımları
ekonominin giderek daha çok hizmet sektörüne bağlı hale gelmesidir. Bilgi,
boş zaman, iletişim, elektronik ve finans ekonomisi içeren hizmetler,
ekonomideki en önemli sektör haline gelmiştir. İletişim devrimi sayesinde
anında haberleşme olanağına kavuştuğumuzdan beri, eski yapılar yıkılmaya,
eski alışkanlıklar unutulmaya ve kültürler de diğer kültürlerle karşılıklı
etkileşime girmeye başlamışlardı (Hablemitoğlu,2004,23-24).
Sermaye ve üretimin dünya çapına yayılması, buna bağlı olarak
tüketim kalıplarının birbirine yakınlaşması, uluslar arası ekonomik
kuruluşların etkisinin yaygınlaşması ve çok uluslu şirketlerin yükselişi üzerine
kurulan küreselleşme tanımları daha önce vurgulandığı gibi küreselleşmenin
sadece ekonomik sonuçlarını tasvir etmektedir. Hâlbuki küreselleşme düşünce
sisteminde bir dönüşümü ve bunun davranışlara yansımasını da ifade eder.
Diğer bir deyişle modernizm ötesi bir dünya görüşünün parçası şeklinde
değerlendirilmelidir (Dulupçu,2001,21).
1990’lı yıllar, yeni bir dünya görünüşü gözler önüne seriyor. Gelişen
ve popüler olan, yönelim, düşünce ve yaklaşımlarını, üç genel bakış açısı
içinde ele almak mümkündür. Bunlar; postmodernist bakış açısının gelişmesi,
yönetim ve organizasyon konularına sosyolojik ve ekonomik açıdan bakan
görüşlerin ortaya çıkması, nihayet günümüzde, globalleşme ve bilgi çağı
çerçevesinde gelişen ve son derece popüler olan yaklaşımları. Küreselleşme
sürecinin felsefi temellerini sorgularken, “küreselleşme kavramı” ile postmodern kavramı arasında bir ilişkinin varlığı göze çarpmakta ve küreselleşme
sürecinin teorik çerçevesini belirleme de, post-modern düşünce önemli bir yer
tutmaktadır (Tutar,2000,22).
“Post-modern” kavramının henüz üzerinde anlaşma sağlanmış bir
tanımı yok.Terimin. türevleri olan “post-modernlik”, “post-modernite”, “postmodernleşme” ve post “modernizm”den oluşan kavramlar, sıklıkla kafa
karıştıran ve birbirlerinin yerine geçebilen bir biçimde kullanılıyor. Sosyal
bilimlerde bir düşünce kalıbı olarak post-modernizm; yerleşmiş düşünce
kalıplarından kurtulmayı hedefleyen her türlü bilimsel araştırma ve bilgi
birleşimini eleştiren ve yerleşik düzene başkaldırmayı anlatan ve tüm değerleri
izafi. gören, bir bakış açısını ifade etmektedir (Tutar,2000,22).
Küreselleşme toplumsal değişmeyi açıklayabilmede kullanılan temel
kavramlardan biridir. Toplumsal değişme, modernleşme sürecine bağlı olarak
yaşanan değişimlerle şekillenmekte ve modernite döneminin sonuçlarına
ilişkin tartışmalar küreselleşme kavramını gündeme getirmektedir. Değişme,
hem Marksist modernleşme teorisi içinde ekonominin belirleyiciliğinde, hem
de Weberci modernleşme teorisi içinde kültürün belirleyiciliğinde
kavramsallaştırılabilir. Ancak her iki yaklaşımda da değişme, modernleşme
teorisinin genel örgüsü içinde rastlantısal olarak gerçekleşmez. Modernleşme
teorisi, sosyo-ekonomik değişmenin doğrusallığını vurgulamakta; kentleşme,
sanayileşme, kitle iletişim araçlarının gelişmesi, sekülerleşme, bürokrasinin ve
modern ulus devletin gelişmesi gibi toplumsal dinamikleri değişmenin
göstergeleri olarak ele almaktadır. Bu temel göstergelerle birlikte,
modernleşme sürecinin ilerlemesine bağlı olarak yaşanan dönüşümler,
Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Dergisi, 13 (2009), 1-16
13
1980’lerden itibaren küreselleşme adı altında yeni bir kavramsallaştırmayla
açıklanmaktadır. Değişmeyi önceleyen unsur ister ekonomik ister kültürel
olsun, küreselleşme sürecinde yaşanan değişmeler, ekonomik, siyasi ve
kültürel çerçevede holistik bir değerlendirmeyle ele alınmalıdır (Yetim, 2002,
129-130).
Modernizm sanayi toplumunun, post-modernizm ise, bugünkü “sanayi
sonrası toplumun” felsefi temelini oluşturduğunu söyleyebiliriz. Postmodernizm, yönetim ve organizasyon düşüncesi açısından şunu ifade eder:
farklılıklar, yaratıcılığın dinamiğidir. İnsanlara doğruları (dolayısıyla kuralları
ve ilkeleri) empoze etmek yerine, onları tamamen serbest bırakmalı ve kendi
istediklerini yapmaları konusunda, fırsat verilmelidir. Bürokratik ve formel
yapılar yerine onların insiyatiflerini kullanmalarına, etkinliği ve motivasyonu
artıracağı beklentisiyle imkan verilmelidir. Yukarıda post-modern kavramının
tanımında, bireyciliğe aşırı önem verildiğini ve bireyciliğin güçlendirilmesinin
vurgulandığını görmekteyiz. İçinde bulunduğumuz konjonktürde, bireyci
düşüncenin vurgulanmasını olağan karşılamak gerekir. Nihayet, bireycilik,
bugün neo-liberal düşüncenin temelini oluşturmakta ve kapitalizmin kendisini
konjonktüre uyarlamasında ideolojik çerçeve sunmaktadır (Tutar,2000,22).
Giddens modernliğin zaten küreselleştirici bir doğası olduğunu
düşünmektedir. “Zaman-mekan mesafeleşmesi” ve toplumsal ilişkilerin yerel
etkileşim bağlamlarından kopup belirsiz zaman-mekan dilimlerinde yeniden
yapılanması küresel modernlik yaklaşımını beraberinde getirmektedir.
Küreselleşmeyi modernliğin bir sonucu olarak görmektedir. Küreselleşmeyi
modernliğin bir sonucu olarak görmek, özellikle zaman ve mekan kullanımının
dönüşümleriyle ilişkilendirmek gerçektende hızlı değişim süreçlerini
anlamamızı kolaylaştıracak, zenginleştirici bir yaklaşım sunmaktadır (Erkızan,
2002,70).
Küreselleşmeyi dünya kapitalist ekonomisi, ulus-devlet sistemi dünya
askeri düzeni ve uluslararası işbölümü bağlamında da tartışan Giddens en
önemli rolü küresel olarak kendini etkin kılan kapitalist ekonomiye verir.
Küreselleşme aslında kapitalizmin dünyayı etkisi altına alma çabasıdır. Ulusdevlet sistemini küreselleştirmenin ikinci boyutu olarak gören Giddens her
devletin küreselleşme olgusundaki yerini, o devletin sahip olduğu refah düzeyi
ve askeri gücü ile sınırlar. Bu bir başka önemli noktanın altını çizmeye de
olanak verir. Küresel gelişmeler, post-modern söylevlerin ifade ettiği gibi,
modernitenin karşıtı değil, onun bir devamı niteliğindedir. Başka bir ifadeyle
günümüzdeki küresel genişlemeler aslında modernitenin kendisini küresel
düzlemde yaymasıdır (Bozkurt,2000,23).
Dönüşümcüler ulusal hükümetlerin otoritelerini ve güçlerini yeniden
yapılandırdığını kabul ettiği halde, aşağıdaki tabloda görüldüğü şekilde, hem
aşırı küreselleşmecilerin “egemen ulus devletin sonunun geldiği” iddialarını
hem de küreselleşme karşıtı kuşkucularının “hiçbir şey değişmedi” tezini
reddetmektedirler. Bunlara göre, küreselleşme, farklı toplumsal değişme
alanlarını tanımlamada kullanılmaktadır. Kavram siyasal boyuttaki
değişmeleri açıklamada modernleşme döneminin belirgin siyasi aktörü olan
14
M.Kaya / Küreselleşme Yaklaşımları
“ulus devlet”in rollerine ilişkin dönüşümleri içermektedir. Bu dönüşümler,
devleti kendi başına bir güç kaynağı olmaktan uzaklaştırmakta; devlet
merkezinde yürütülen ilişkilere yönelmektedir. Yeni siyasi aktörlerin ulus
ötesi niteliği, küreselleşmenin temel ifadelerinden biridir. Bununla birlikte,
küreselleşen dünyada ulus devletlerin ulusal ekonomiyi yeniden üretmek ve
belli oranda düzenleme işlevini yerine getirmek gibi yükümlülüklerinin devam
ettiğine ilişkin değerlendirmeler de söz konusudur (Yetim,2002,130).
Evrenselci Aydınlanma düşüncesi ile modernitenin bir türevi olarak
değerlendirilen, küreselleşme süreci, ulusal hükümetlerin gücünü yeniden
yapılandırıyor. Dönüşümler küreselleşme konusunda kuşkuculardan daha
ziyade radikallere yakın durmaktadırlar (Bozkurt,2000,23).
SONUÇ
Küreselleşme, dünyada son zamanlarda yaşanan gelişmeleri açıklamak
için kullanılan bir kavramdır. Bu gelişmelerin ekonomik, siyasi, sosyal,
teknolojik ve kültürel boyutları olduğu için de küreselleşmenin tanımı, anlamı
kişiden kişiye farklılık gösteriyor. Küreselleşmenin sonuçlarına ilişkin de bir
görüş birliğinden söz etmek mümkün değildir. Bazıları küreselleşmenin
dünyada refahı arttıracağını, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki
farkları azaltacağını ifade ederken bazıları da aynı kavramı sömürgeciliğin
modern yaklaşımı olarak ifade etmişlerdir. Bu şekilde küreselleşme kavramı
kendine bir yandan olumlu yaklaşan taraflar varken (Aşırı Küreselleşmeciler),
diğer taraftan da bu oluşumu çok şiddetli bir şekilde eleştiren olumsuz görüşler
(Küreselleşme Karşıtları) ve bu iki taraf arasında yer alan “Dönüşümcüler”
mevcuttur.
Aslında bu üç yaklaşım arasında temel farklılık kaynağı temsil ettikleri
dünya görüşleridir. Daha küreselleşme tartışmaları başlamadan önce, temelde
evrenselci tutum içinde kendilerini ifade eden liberaller ve bazı marksistler
küreselleşme
sürecini,
mevcut
yaklaşımlarına
dayalı
olarak
değerlendirmişlerdi. Ancak sonuçta zıt dünya görüşlerinin temsilcileri olan her
iki grup da, ulus devletin aşındığı ve küresel bir uygarlığın doğmakta olduğu
şeklindeki aşırı-küreselleşmeci bir yaklaşımın benimsendiği benzer görüşleri
savunmaktadırlar(Bozkurt,2000,25).
Buna karşılık küreselleşme karşısında yer alan şüpheciler ise, yine
kapitalizme ve piyasa mekanizmasına tepkiler ile tanınan sol gruplar yanında
ulus devlete ve ulusal egemenliği özel bir hassasiyet gösteren milliyetçi / sağ
eğilimli yazarlardan oluşmaktadır (Hablemitoğlu,2004,25).
Küreselleşme süreci, garip bir şekilde, modern zamanların ürünü olan
ideolojik bölünmeleri de esaslı bir şekilde etkilemeye başlamış görülüyor.
Daha küreselleşme tartışmaların öncesinde bir yazarın, ileride entelektüel /
siyasal bölünmelerin sağ ya da sol ayrımına göre değil de, küreselleşme
sürecinde yana olanlarla, eski ulus devleti savunanlar arasında olacaktır
şeklindeki öngörüşünü sanki doğrulamaktadır (Bozkurt,2000,25).
Üçüncü grupta yer alan entelektüeller, kanaat önderleri (!) ya da
uygulayıcıları ise, “reel-politika” ya yakın duranlardan oluşmaktadır. Nitekim
Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Dergisi, 13 (2009), 1-16
15
muhalefette olup da daha çok küreselleşme karşıtı bir duruşa sahip olanların
bile, iktidarın gerçekleri karşısında, dönüşümcülere yakın bir politikalar
izlediklerine de tanık olunmaktadır. Çünkü entelektüel düzeyde içinden geldiği
gibi, yorum yapmanın çok fazla riskli olmamasına (hatta çoğu kere bu görüş
sahiplerine avantaj sağlamasına) karşılık, iktidar konumundaki gerek
İngiltere’deki gibi bir sol! Gerekse bizdeki gibi sağ ya da sol (!) milliyetçi
partilerin izledikleri politikalar, hem küreselleşme sürecini bugününü hem de
gelecekteki yönelimini anlamak açısında büyük önem taşımaktadır. Bunun
yanı sıra küreselleşmeye ilişkin yaklaşımları daha iyi anlayabilmek için onu
ortaya çıkaran faktörlere daha yakından bakmakta fayda vardır (Hablemitoğlu,
2004: 25-26).
Küreselleşme göreli bir kavramdır. Bu görelilik, sürekliliği ile
beraberinde getirdiği oranda küreselleşmenin işlevsel ve yapısal katıcılığını
garanti eden bir görüntü çizer. Küreselleşme tarihte her zaman görülen bir
olgudur. İlk insanla birlikte küreselleşme serüveni başlamıştır. Sözü bu açıdan
açıklayan niteliktedir. Küreselleşme nötr bir kavram olarak algılanmalıdır.
Mademki yaşam süreklidir, öyleyse sürekli olan küreselleşme de kaçınılmaz
bir şekilde karşımıza çıkmaya ve hatta bizi etkilemeye devam edecektir
(Kutlu, 2003,165).
KAYNAKÇA
ACAR, M.(2002); “Ekonomik Siyasal ve Sosyal Kültürel Boyutlarıyla Küreselleşme: Tehdit mi
Fırsat mı?” Liberal Düşünce Kış-Bahar 2002, 7(25-26).
AYDIN, M.K.(2000); ”Neoliberal Dalga ya da Küreselleşme”Bilgi (2),13-26.
AYDIN, M. K. (2002);”Sermayenin Küreselleşmesi Kapitalizmin Altın Döneminden Neoliberal
Dalgaya Uzanan Süreç” Değişim Yayınları, İstanbul.
ATEŞ, D., (2006); ”Küreselleşme:Ne kadar Boyutlu?”, Doğuş Üniversitesi Dergisi, 7(1).
BOZKURT, V.,(2000); “Küreselleşme: Kavram, Gelişim ve Yaklaşımlar”(Der. V. Bozkurt,
Küreselleşmenin İnsani Yüzü”, Alfa Yayınları, Bursa.
ÇALIŞ, Ş. H.(2002),”Üç Tarz-ı Siyasetten Globalizme” (Der.), M. A. Çukurçayır, Küresel
Sistemde Siyaset, Yönetim ve Ekonomi, Çizgi Kitabevi.
DULUPÇU, M. A. (2001); “Küresel Rekabet Gücü” Türkiye Üzerine Bir Değerlendirme”,
Nobel Yayın Dağıtım, Ankara.
ERKIZAN, H. N. (2002) “Küreselleşmenin Tarihsel ve Düşünsel Temelleri Üzerine ”, DoğuBatı Düşünce Dergisi, Sayı:18 Şubat, Mart, Nisan.
ESGİN, A. (2001)”Ulus-Devlet ve Küreselleşmeye İlişkin Bazı Tartışmalar”C.Ü.Sosyal
Bilimler Dergisi,Cilt:25,No:2.
EŞKİNAT, R. ve KUTLU E. (2002); “Dünya Ekonomisi”, Anadolu Üniversitesi, Eğitim Sağlık
ve Bilimsel Araştırma Çalışmaları Vakfı Yayın No:50, Eskişehir.
HABLEMİTOĞLU, Ş. (2004); “Küreselleşme Düşlerden Gerçekleri”, Toplumsal Dönüşüm
Yayınları, Ankara.
KIZILÇELİK, S. (2002) ”Kapitalizmin Diasporası Olarak Küreselleşme”, Eğitim Araştırmaları
Dergisi, Sayı:6,Ocak.
KUTLU, Ö. (2003); “Kamu Yönetiminde Küreselleşme”, (Der. M. A. Çukurçayır), Küresel
Sistemde Siyaset Yönetim Ekonomi Çizgi Kitabevi, Konya.
ÖNDER, İ. (2002) “Küreselleşme, Kriz ve İstikrar Programı Nasıl Aldatılıyoruz?” Nazım
Kültürevi Kitaplığı, İstanbul.
SOMEL, C. (2002); “Az Gelişmişlik perspektifinden küreselleşme Doğu Batı Düşünce Dergisi
sayı:18 Şubat Mart Nisan.
16
M.Kaya / Küreselleşme Yaklaşımları
TARIK, E. A. (2000);“Niçin Küreselleşme Üzerine Bir Kitap Daha?”, [(Der. E. A. TONAK],
Küreselleşme, İmge Kitabevi, İstanbul.
TOPRAK, M.,(2001); “Küreselleşme ve Kriz Türkiye ve Dünya Deneyimi”,Siyasal Kitabevi,
Ankara.
TUTAR, H.,(2000); “Küreselleşme Sürecine İşletme Yönetimi”, Hayat Yayınları, İstanbul.
ULAGAY, O.,(2001) “Küreselleşme Korkusu ve 2001 Krizi” Timaş, İstanbul.
YETİM, N.,(2002); ”Küresel Üretim Yapılanmasına Kültürel Yanıtlar Ulusal Yerel”, Doğu-Batı
Düşünce Dergisi, sayı :18, Şubat, Mart, Nisan.7

Benzer belgeler

Önsöz / Giriş - Yordam Kitap

Önsöz / Giriş - Yordam Kitap Bir diğer ifadeyle aşırı küreselleşmecilere göre, piyasalar artık devletlerden daha güçlüdür. Devletlerin otoritesindeki bu gelişme ise, diğer kurumlar ile birliklerin ve yerel / bölgesel otoritele...

Detaylı

yazılı ve görsel medyada magazinleşmenin tarihsel

yazılı ve görsel medyada magazinleşmenin tarihsel Bir diğer ifadeyle aşırı küreselleşmecilere göre, piyasalar artık devletlerden daha güçlüdür. Devletlerin otoritesindeki bu gelişme ise, diğer kurumlar ile birliklerin ve yerel / bölgesel otoritele...

Detaylı