Felsefi Atomculuktan
Transkript
Felsefi Atomculuktan
FELSEFİ ATOMCULUKTAN MANTIKSAL ATOMCULUĞA ANALİTİK FELSEFENİN KİMYASI Arş. Gör. Kemal BAKIR FELSEFİ ATOMCULUK Atomculuk, maddenin ya da bütün karmaşık fenomenlerin sabit, değişmez, bölünemez parçacıklardan (atomlardan) oluştuğunu ileri sürerek tek gerçeklik olarak gördüğü maddi dünyayı bu bakış açısıyla açıklamaya çalışan felsefi bir öğretidir. Bu öğretiye göre, maddenin artık daha fazla bölünemeyen ve daha küçük parçalara ayrılamayan en son parçaları "atomlar"dır ki, zaten atom (a-tomos/ατομικός) sözcüğü de Antik Yunancada bölünemeyen, parçalanamayan anlamına gelmektedir. Atomculuğun en bilindik temsilcileri, Antik Yunan filozofları Demokritos, Leukippos, Epiküros’tur. FELSEFİ ATOMCULUK Bu filozoflar, özellikle de Demokritos, kurguladığı maddi ontolojide arke problemine bağlı olarak gerçekliğin yapıtaşının ezeli ve ebedi bir varoluşa sahip olan atomlar olduğunu öne sürmüştür. Bu bağlamda realist ve mekanist bir evren tasarımı ortaya koyan ve özü itibariyle analitik bir öğreti olan atomculuk klasik haliyle felsefi ya da metafiziksel atomculuk olarak adlandırılmıştır DEMOKRİTOS (M. Ö. 460-370) FELSEFİ ATOMCULUK Atomculara göre, atomlar oldukça katıdırlar ve bundan dolayı değişme uğramazlar, buradan hareketle de, atomlar öncelikle kavramsal sonra da mantıksal ve fiziki olarak bölünemezler. Çünkü kavramsal olarak maddenin en küçük parçacığı olan atomdan daha küçük bir şey düşünülemez ve mantıksal olarak da atom altı düzeyde var olan bir cisim ya da töz kavramsal bir çelişkiye sebep olmaktan başka bir işe yaramaz. Bu sebeple Leukippos ve Demokritos’un atomu modern atom görüşündeki gibi bir güç merkezi, matematiksel bir nokta değil fiziksel olarak bölünemez olan bir birimdir. Yüzyıllar boyu kayda değer bir gelişme gözlenmeden bu klasik haliyle kalan atomculuk 19. Yüzyılda ortaya çıkacak olan bilimsel atomculuğun gelişimine felsefi zemin oluşturmuştur. DALTON VE BİLİMSEL ATOMCULUK İlk olarak 1808’de John Dalton modern atom teorisine giden yolda, bu anlamda yeni bir teori ortaya atmıştır ki, bu teori, kimya alnında atom, molekül, element ve bileşiklere ilişkin öne çıkan gelişmelere kaynaklık etmiştir. Dalton, A New System Of Chemical Philosophy (Yeni Bir Kimyasal Felsefe Sistemi, 1808) adlı eserinde ortaya koyduğu atom teorisine göre: Bütün maddeler, atom adı verilen son derece küçük parçacıklardan oluşur. Belirli bir elementin bütün atomlarının, büyüklük, kütle ve diğer özellikleri eşittir. Atomlar bölünemezler; ezeli ve ebedidirler. Farklı elementler, atomların orantısal bileşiminden oluşur. Kimyasal reaksiyon, atomların birleşmesi, ayrışması ve yeniden düzenlemesidir. JOHN DALTON (1766-1844) DALTON VE BİLİMSEL ATOMCULUK Belirlediği bu ilkelerle kimyayı ve kimyasal çözülmeyi tanımlayan ilk kişi olarak nitelendirilen Dalton, kimyanın başlıca işlevini de maddesel parçacıkları birbirinden ayırmak ya da birleştirmek olarak belirlemiştir ki, onun sözünü ettiği bu parçacıklar maddenin, o dönemde bölünemez, parçalanamaz en küçük yapıtaşları olarak kabul edilen atomlardı. “Maddenin yeniden var edilmesi veya yok edilmesi, kimyasal işlemin yapabileceği bir şey değildir” diyerek teorisiyle kimyanın kantitatif yasalarını ortaya koyan Dalton, böylece mantıksal bir akıl yürütme ile her zaman belirli bir hacimde aynı sayıda atom bulduğu varsayımından hareketle atomların bağıl ağırlıklarını ölçmeyi başardı. Bu da kimyacılara, kesin kurallara dayanan temel bir açıklama sağladı. Dalton’un teorisinin, atomların bağıl ağırlıklarının, kimyasal reaksiyona giren maddenin tartılmasıyla bulunabileceğini ortaya koyması hem kesinlik bakımından hem de anlayış bakımından bir devrim niteliğindeydi. Dalton’un Yeni Bir Kimyasal Felsefe Sistemi adlı kitabında, elementler ve onların kombinasyonlarını gösteren resim DALTON VE BİLİMSEL ATOMCULUK Modern bir bilim olma yolunda ilerleyen kimyaya çalışmalarıyla matematiksel bir nitelik, kesinlik kazandıran ve bir bakıma fizikle birleştiren John Dalton’un atom kavramına da olgusal, bilimsel bir karakter kazandırdığı ve böylece bilimsel atomculuğun kurucularından olduğu söylenebilir. Dalton’un teorisinde bir takım yanlışlık ve eksiklik olduğu yönündeki iddialara rağmen önemini korumuş ve kendisinden sonra gelen bilim insanlarına ufuk açıcı düşünceler sunmuştur. Dalton’un yanı sıra, Thomas Tomson, Joseph GayLussac, Amedeo Avagadro, Ernest Rutherford ve daha pekçok bilim insanının da bilimsel atomculuğun gelişimine önemli katkıları olmuştur. Bilimsel atomculuk ise somut fenomenlerin açıklanması üzerine yoğunlaşarak atomların özelliklerini açıklanmak durumunda olan fenomenlere bağlı olarak belirleme yoluna gitmiştir. Bu sebepledir ki, 19. Yüzyıl kimyasal atom teorisi her kimyasal incelemeye haiz nesnenin kendi özgül atomları, her kimyasal bileşiğin de kendi molekülleri olduğunu kabul etmiştir. Dalton’un elementlerin tartılarını gösterir listesi atom DALTON VE BİLİMSEL ATOMCULUK Bu kabulü modern bir bilim olarak kimyanın amacında ve klasik kimya tanımında görebiliriz: “Kimya bizi ve etrafımızdaki her şeyi içeren maddenin incelenmesidir. Yaptığımız işlerin çoğu bir kimyasal maddeyi diğerine dönüştüren kimyasal tepkimeleri içerir.” “Kimya, atomları, element ya da bileşik haldeki maddelerin yapısını, bileşimini ve özelliklerini makro ve mikro düzeyde ele alarak inceleyen bilim dalıdır.” Bu çerçevede, Antik çağdan 19. Yüzyıla kadar felsefi bir kavrayışla ele alınan atom kavramı Dalton’un çalışmalarıyla bilimsel bir karaktere bürünerek kendisini inceleyen kimyanın modern dünyada maddi ontolojinin temel bilimi olmasını sağlamıştır. Ayrıca bilimsel atomculukla birlikte atom soyut, metafiziksel karakterinden sıyrılarak somut, olgusal, mantıksal ve matematiksel bir boyut kazanmıştır. MANTIKSAL ATOMCULUK Dalton’un atom teorisi yalnızca kimyada değil, felsefi atomculuğun teorik kavrayışıyla birlikte çağdaş felsefede de kurgusal bir biçimde, özellikle mantıksal ve matematiksel yapısıyla yer bulmuştur. Bu bağlamda felsefi ve bilimsel atomculuğun çağdaş felsefeye yansıması Bertrand Russell ve Ludwig Wittgenstein’ın metafiziksel ve dilsel bir öğreti olarak ortaya koydukları “mantıksal atomculuk” şeklinde olmuştur. MANTIKSAL ATOMCULUK Klasik atomcu öğretideki, “nasıl ki, dilde her kelime bir takım harflerin terkibinden oluşuyorsa, madde de en küçük parçacıklar olan atomların terkibinden oluşur” şeklindeki örneklem mantıksal atomculukta örneklemin ikinci kısmı birinci kısmını destekler hale dönüşmüştür. Mantıksal atomculuk, dış gerçekliğin atomik olgularının, dille düşüncenin bölünemez ve aynı bileşenlere ayrılarak mantıksal olarak analiz edilebilen atomik önermelere tekabül ettiğini ve bu sebeple nesnel benzeşimin dilsel yolla ifade edilebileceğini ileri sürer. MANTIKSAL ATOMCULUK Mantıksal atomculara göre, en basit tümceler atomik önermelerdir ve bu önermeler moleküler önermeleri temsil eden daha karmaşık tümcelerden ayrılmıştır. Moleküler önermeler yani karmaşık tümceler birbirlerine ve (Λ), veya (V), ise () , ancak ve ancak () gibi mantıksal eklemlerle bağlanan atomik önermelerden meydana gelmiştir. MANTIKSAL ATOMCULUK VE ANALİTİK FELSEFENİN KİMYASI Bu bağlamda, reel dünyanın çok sayıda basit öğeden meydana geldiğini, karmaşık nesnelerin bu öğelere ayrıştırılabileceğini ve bu basit varlıklarla karşılaşıldığı zaman, onların kolaylıkla tanınıp anlaşılabileceğini öne süren bu analitik felsefe geleneğindeki mantıksal atomcu filozoflar, felsefenin asli görevinin de sentez yapmak değil dilsel, mantıksal, matematiksel ve böylece de bilimsel analiz yapmak olduğunu vurgularlar. Bu bakımdan, şayet felsefe de bu düşünceye bağlı olarak bir bütünlük içerisinde nesnel bir biçimde ele alınacak olursa, yukarıdaki kimya tanımına da binaen, atomculuğun ya da atom teorisinin analitik felsefenin kimyasını oluşturduğunu söyleyebiliriz. BERTRAND RUSSELL Bertrand Russell da klasik atomcular ve Dalton gibi dünyanın tek bir tözden oluşmadığını çok sayıda ve tikel şeylerden (atomlardan) meydana geldiğini ileri sürer. Matematiksel mantık, dünyanın şeyler, basit öğeler çokluğundan meydana geldiği inancını (atomculuk) ortaya koyar, insan matematiksel mantığı ve felsefi analizi kullanarak dünyayı (maddeyi) meydana getiren bileşenler hakkında güvenilir bir fikir sahibi olabilir. BERTRAND RUSSELL 1872-1970 BERTRAND RUSSELL Bütün insan bilgisi atomik önermelere dayanır ve bütün empirik doğrular da ister basit ister karmaşık olsun insan zihninin doğrudan doğruya deneyimlediği duyu verilerine dayanır. Bunlar beş duyu ile edinilen ses, koku, renk, sertlikyumuşaklık ve biçim gibi şeylerdir. Bu duyu verileri şüphesiz gerçekliği oluşturan ve hakkında artık soru sorulamayan atomlardır. Atomlar gerçekliğin nihai öğesi olup önermeleri oluştururlar, bu önermeler de insan bilgisinin özünü oluşturur. Bir anlam ve bilgi teorisi olarak ortaya koyduğu mantıksal atomculuğu , pratikte olmasa bile en azından teorik olarak dış dünyayı yani nesnel gerçekliği oluşturan en son parçalara inme ve buradan dil aracılığıyla bu parçalar arasındaki ilişkiyi bulma yolu olarak tanımlayan Russell’a göre, bunun için de ideal ve mükemmel bir dil oluşturmak zorunludur. BERTRAND RUSSELL Bu dil dış nesnel dünya ile eş biçimli olmalı, dildeki her birim, gösterdiği şeyi tam karşılamalıdır ki, bu da matematikçinin dilidir. Kendisi de bir matematikçi olan ve dış dünyanın matematiksel bir mantığa sahip olduğunu göstermeye çalışan Russell, bu dilin normal dil gibi belirsiz değil, matematik gibi açık ve seçik olduğunu ve dış dünyada her nesnenin bir adla ifade edildiğinden hiçbir paradoks olmayacağını belirtir. Bu çerçevede, “her atomik önermenin (konu, yüklem cümlesi) anlamı, kendisini oluşturan öğelerin doğrudan doğruya deneyiminden doğar.” Her duyu verisi bir deneyimin sonucudur ve mutlaka bir adı vardır; kalem, mavi, siyah vb. İşte bu duyu verileri atomik önermenin öğeleridir. Bu basit öğeler idealistlerin ileri sürdüğü gibi tinsel bir yapıda değil, basit oldukları ve yalnızca varolmaları bakımından kendi başlarını hiçbir niteliğe sahip değildirler, olgusal olarak karmaşık bir yapı içerisinde ortaya çıkarlar ve bazıları fiziksel bir nitelik taşırken bazıları da tinsel bir nitelik taşır. LUDWIG WITTGENSTEIN felsefe problemlerine dilsel yönden yaklaşan mantıksal atomcular, Russell ve Wittgenstein ‘a göre her düşünce dilde ifadesini bulur yani dil düşüncenin ve onun yöneldiği dış dünyanın bir görüntüsüdür. Bu sebeple düşünce dilde somut bir anlam bulur. Mantıksal atomcular düşünceyi mantık ve gramer açısından incelerler. Özellikle Russell’ın öğrencisi olan Wittgenstein’ın görüntü (resim) teorisi mantıksal atomculuğun temelini oluşturmaktadır ki, bu Russell’da olduğu gibi aynı zamanda bir anlam ve bilgi teorisidir. Bu sebeple gerçeklikle düşüncenin dil aracılığıyla birbirine uygunluğu temeline dayanır. Dil atomik veya element önermelerden oluşmuştur. Bu önermeler gerçekliğin bilgisini olgusal olarak görüntülerle ortaya koyar. LUDWIG WITTGENSTEIN (1889-1951) LUDWIG WITTGENSTEIN Wittgenstein, Tractatus Logico-Philosophicus’ta bunu şöyle açıklar: Dünya olduğu gibi olan her şeydir. Dünya olguların toplamıdır, şeylerin değil. Dünya olgular yoluyla belirlenir, ve şu yolla ki, bu, bütün olgulardır. Çünkü, olguların toplamı, neyin olduğu gibi olduğunu, aynı zamanda da bütün nelerin olduğu gibi olmadığını belirler. Mantıksal uzam içindeki olgular, dünyadır. Dünya olgulara ayrılır. Biri olduğu gibi olabilir ya da olmayabilir, bütün geri kalanlar ise aynı kalabilir. Olduğu gibi olan, olgu, olgu bağlamlarının öyle varolmasıdır. Olgu bağlamı, nesnelerin (olanların, şeylerin) bir bağlantısıdır. Şey için özsel olan, bir olgu bağlamının oluşturucu öğesi olabilmektedir. Mantıkta hiçbir şey rastlantısal değildir: Şey, olgu bağlamında yer alabiliyorsa, olgu bağlamının olanağının şeyde zaten önceden ayırt edilmiş olması gerekir. LUDWIG WITTGENSTEIN Atomik önermeler dilin en küçük birimleridir. Bunlar da adların işlevlerine indirgenebilir. Eğer buna f(x) dersek, bu da adlar arasındaki önermeyi oluşturur ve olgu durumundaki nesneleri karşılar. Wittgenstein’a göre: “Görüntü (resim), olgularını varlığının veya yokluğunun bir imkânını temsil etmek suretiyle gerçeği gösterir.” “Görüntünün gerçeğe olan uygunluğu ya da uygunsuzluğu, önermenin doğruluğunu ya da yanlışlığını ortaya koyar.” “Bir önerme, düşündüğümüz, tasavvur ettiğimiz haliyle gerçeğin bir görüntüsüdür.” LUDWIG WITTGENSTEIN Önermelerin görüntü teorisi aynı zamanda düşünce ile de ilgilidir. “Bir düşünce anlamlı bir cümledir.” Bu, dil olmadan düşünce olmaz demektir, veya dilsiz düşünce olanaksızdır. Bir düşünce, anlamlı bir cümle olduğuna göre, anlamlı bir cümle veya önerme de bir görüntü olduğuna göre, bir düşünce bir görüntüdür. Yani, düşünce dil olarak bir görüntüdür. Böylece doğru düşüncelerin toplamı dünyanın doğru bir görüntüsü olur. Dil bu nedenle hem düşüncenin hem de dış dünyanın ortak bir görüntüsü veya modeli olmaktadır. LUDWIG WITTGENSTEIN Bu bağlamda Nesneler bütün olgu durumlarının olanağını içerirler. Olgu bağlamlarında yer almasının olanağı, nesnenin biçimidir. Nesne yalındır. Karmaşıklar üzerine her dile getiriş, bunların oluşturucu öğeleri üzerine olan bir dilegetiriş ile karmaşıkları tam olarak betimleyen tümcelere ayrılabilir. Nesneler dünyanın tözünü oluştururlar. Bu yüzden bileşik olamazlar. Dünyanın hiçbir tözü olmasaydı, bir tümcenin anlamlı olup olmadığı, başka bir tümcenin doğru olup olmadığına bağımlı olurdu. O zaman, dünyanın (doğru ya da yanlış) bir tasarımını oluşturtmak olanaksız olurdu. Açık ki, gerçeğinden ne denli farklı da olsa, düşünülen bir dünya, gerçeğiyle ortak bir şeye- bir biçime- sahip olmak zorundadır. Bu belirgin biçim de, işte, nesnelerden oluşur. Dünyanın tözü ancak bir biçim belirleyebilir, maddesel nitelikler değil. Çünkü bunlar, ilkin tümceler yoluyla ortaya konurlar, ilkin nesnelerin karşılıklı –biçimlenmeleri yoluyla kurulurlar. SABIRLA DİNLEDİĞİNİZ İÇİN TEŞEKKÜRLER