Hacı Veyiszade Mustafa Kurucu Hocaefendi Hacı Veyiszade

Transkript

Hacı Veyiszade Mustafa Kurucu Hocaefendi Hacı Veyiszade
www.muhammedi.net
Hacı Veyiszade Mustafa Kurucu Hocaefendi
Hacı Veyiszade Mustafa KURUCU Efendi, Konya'nın Karatay İlçesine bağlı Yarma Bucağı
Şatır Köyü'nden Hacı Veyis Efendi'nin iki oğlundan büyüğüdür. Hacı Veyiszade ünvanı ile
meşhur olup son devir din bilginlerimizin büyüklerindendir.
R.1305/M.1889 yılında Konya'nın Sedirler Mahallesinde dünyaya gelmiş, 5 Şubat 1960
tarihinde Konya'da vefat etmiştir. Babası Hacı Mustafa Efendi, ilk tahsilini köyünde
tamamladıktan sonra, Konya'ya gelmiş, Aladağlı Hacı Ahmet Efendi'den icazet alarak
müderris olmuş ve yüzlerce talebe yetiştirdikten sonra, 1935 yılında vefat etmiştir.
Mustafa Efendi, oğulları İbrahim ve Mustafa Efendilerin yetişmesinde büyük rol oynamış,
hafız ve alim olmaları için bütün gayreti ile çalışmış, netice de onların da ilmiye sınıfı içinde
yer almalarını sağlamıştır.
Hacı Mustafa KURUCU Efendi, ilk tahsilini babasından almış, Sedirler Mahallesi Sıbyan
Mektebinde okumuş, babasının da hafızlık hocası olan Bekir Hoca Efendi'den hafızlığını
tamamladıktan sonra, bazı Konya alimlerinden fıkıh, tefsir, hadis, ahlâk, hikmet ve İslâm
tarihi okuyarak icazet almıştır.
Konya'da kurulan Islah-ı Medaris müderrislerinden Şeyh zade Ziya Efendi'den Arapça, Cebir
ve Feraiz tahsil etmiş, Sultan Selim Camii Hatibi Mesnevi-han Sıdki Dede'den Farsça
öğrenmiş, tasavvufi ilimler üzerinde durmuş, keskin zeka ve anlayışı ile kısa zamanda kendini
yetiştirerek tanınmış din bilginlerinden biri haline gelmiştir.
Türkçe, Arapça ve Farsça'sının çok kuvvetli olduğu bilinen Hacı Veyiszade merhum, Hocası
Ziya Efendi'nin babası Şeyh Mehmet Bahaeddin Efendi'ye intisap etmiş, bir takım batıni
bilgilere sahip olmuş, bu sebeple gerek şeyhine ve gerekse onun oğlu Ziya Efendi'ye büyük
saygı ve bağlılık göstermiştir.
Kendisi gerçek manada bir hak aşığı, gönüllere taht kurmasını bilmiş bir sevgi adamı, ilim ve
irfan vadisinin unutulmaz simalarından birisidir. Büyük evliyalardan Ladikli Ahmet Ağa'nın
da dediği gibi O, "Zirvesine ulaşılamayacak kadar büyük bir dağ'dır." Müslim ve gayr-ı
müslim herkesin gönlünü kazanmayı bilmiş, bir ikinci Mevlana, bir ilim ve hikmet
hazinesidir. Menkıbelerini anlatanlar, onun Allah dostlarından bir zat olduğunu ve benzerinin
gelmesinin zor olduğunu söylemektedirler. Bütün bu özelliklerine rağmen, kendilerinde hiç
bir öğünme payı görülmemiş ve tevazu timsali olarak yaşamıştır.
1960 yılının 5 Şubat Cuma günü Durak Fakı Mahallesindeki evinde Hakk'ın rahmetine
kavuşmuştur. Konya Üçler Mezarlığı'na defnedilmiştir.
Hacı Veyiszade, yüzlerce talebe yetiştirdiği bir çok hayır işleri ile meşgul olup, halkın engin
sevgisini kazandığı halde, herhangi bir kitap yazıp neşretmemiştir. Böyle bir istekte
bulunanlara verdiği cevap ise hayli ilginçtir; "Bir kalpten bin kitap çıkar, fakat bin kitapta bir
kalp bulunmaz!"
Değerli Hocamız Hacı Veyiszade Efendi'nin zengin kütüphanesi, torunu Hasan Kudsi
KÜÇÜKAŞÇI tarafından Kütüphanemiz Müdürlüğüne 10 Haziran 2003 tarihinde tüm ilim
aleminin hizmetine sunulması amacıyla bağışlanmıştır. Müdürlüğümüz, Hoca Efendi'nin
kitapları için özel bir bölüm oluşturmuştur.
www.muhammedi.net
Asırlar boyunca Yurdumuza ve bütün İslam a1emine sayısız ilim ve irfan erleri armağan eden
Konyamızın, son asırda yetiştirdiği büyük şahsiyetlerden birisi de Hacı Mustafa Kurucu
hocamızdır. Manada dev bir yapıya sahip olduğu halde zahiren tevazunun, kadirbilirliğin,
ahlak ve faziletin müşahhas örneği olan merhum, (1303) yılında, şehrimizin Sadırlar
Mahallesinde doğmuştur. Babası Hacı Veyis Efendi, bütün hayatı boyunca ilim ve irfanıyla
etrafını aydınlatmış bir din âlimiydi. Annesi Fatma Hatun da, gayet mütteki ve nezihe bir
Müslüman-Türk hanımıydı.
Tahsil hayatına ilk önce, babasının rahlesi önünde diz çökerek başlayan merhum, vefatına
kadar hatimle namaz kıldıracak kadar kuvvetli hafızlığını tamamladıktan sonra, Konyamızın
meşhur âlimlerinden, tefsir, hadis, fıkıh başta olmak üzere, ilmin muhtelif dallarına ait dersler
almış ve daha küçük yaştan itibaren, kendisini yetiştirmek için her fırsattan faydalanmıştır.
Kendisinin tesadüfen bir duasında bulunan Araplar dahi, onun fesahat ve belağattaki
üstünlüğüne hayran olmuşlar ve Arapçayı hangi Arap memleketinde öğrendiğini sordukları
zaman, aldıkları: «Kendi memleketimde; Konyamızda!» cevabı üzerine, hayretleri bir kat
daha artmıştır. Farsçayı da gayet iyi bilen hocamız, 1328’den itibaren birçok medreselerde
hocalık yapmıştır. Medreselerin lağvı üzerine, Piri Mehmet Paşa Camiinin imam ve
hatipliğine başlayan üstadımız, aynı zamanda, soğuk-sıcak, gece-gündüz demeden çalışarak,
kurulmasında büyük emekleri geçtiği Konya İmam-Hatip Okulunda 7 sene ders vererek,
kıymetli talebeler yetiştirmiştir. Bu sırada Aziziye Camiine nakledilen vazifesine de devam
eden merhum, gönüllere sürür veren konuşmalarıyla bütün Müslümanların teselli kaynağı
olmuştur. Sabah namazlarından sonra mihrapta ayakta (son günlerinde de sandalyede) yaptığı
konuşmaları, o sırada doğup, camiin pencerelerinden içeriye dolan güneş ışınları gibi,
cemaatin göz ve gönüllerini aydınlatır, ısıtır ve doyururdu. Yarım saat kadar devam eden bu
sohbetinden sonra dükkânlarına dağılanlar, yepyeni bir zevk ve neş’e ile işlerine başlarlardı.
Ağzından dökülen hikmetli sözlerden tutunuz da, attığı her adımına kadar, bir ahlak ve fazilet
timsali olarak gönüllerde muhteşem bir taht kuran hocamız, bütün hayatı boyunca ve her
fırsatta, aziz Millet ve Memleketimize, dini ve milli hizmetlerde bulunarak, birçok
müesseselerin kuruluşunda ön safta yer almıştır. Soyadı olan (KURUCU) kelimesi, hayatı
boyunca hizmet prensibi olduğundan, bir tarafta camilerin, mekteplerin inşaatına koşarken;
diğer taraftan da Kızılay’ın, Tayyare ve Çocuk Esirgeme Kurumlarının faal ve fahri üyesi
olarak çalışmış; hastanelerin, dispanserlerin, aş evlerinin temel atma merasimlerine
yetişmiştir. Kendisine birçok defa müftülük ve diğer makamları teklif edenlere her seferinde
de O: «Ben, İslam’ın alelade bir hizmetkârıyım; Rabbim Allah’ım beni bu hizmetten
ayırmasın» demekle iktifa etmiştir.
Dinimizin direği olan namazda, Allah’ıyla baş başa bulunmak, onun en büyük hazzı idi.
İmam-Hatip Okulunda hocamız iken, teneffüslerini de, hizmetliler odası kapı arkasındaki
sedirde serili duran seccadesinde namazla geçirdiğine, her zaman şahid olurduk.
Biz dördüncü sınıfta iken, rahatsızlığı sebebiyle derslerine bazen devam edemiyordu.
Talebelerinden ayrı kalmak, onun için, üzüntülerin en büyüğü idi. Cenab-ı Hakk’a olan derin
bağlılığından aldığı kuvvetle, hasta haliyle okula geliyor; ateşler içerisinde iken dahi,
derslerine devam ediyordu. Fakat bir müddet sonra artan rahatsızlığı sebebiyle, evinden
çıkamaz olmuştu. Nihayet rahatsızlığına teşhis kondu: Prostat ve şeker. Kendisini her gün
biraz daha eriten hastalığından bir defacık dahi şikâyetçi olmamış; ziyaretine gelenlere:
«Rabbim Allah’ıma şükürler olsun, hastalığımı dahi şeker verdi. Hamdolsun O’na...» diyerek
iman ve bağlılığın zevk ve neşesinden bir nefes dahi ayrı kalmamıştır. Polat gibi bir imanın
tezahürü olan şu samimi ifade, acaba kaç faniye nasip olmuştur?
www.muhammedi.net
Yapılan ameliyat ve tedaviyle biraz kuvvet bulunca hemen cami ve mektebine koşan
merhumun, bütün bir ömür boyu sürüp gelen cansiperane çalışmalarına dayanamayan bedeni
artık zayıf düşmüştü. Nihayet, (5/Şubat/1960) Cuma günü sabah namazını da eda ettikten
sonra, ebedi hayata doğru çıkacağı yolculuğunun son hazırlıklarını da tamamlamış, saat
11.40’da, Konyamızın bütün minarelerinden gürül gürül verilen Cuma salları arasında, hayatı
boyunca hasretini çektiği Maşuk’una kavuştu. Vefat haberi kısa bir zamanda, şehrimizin en
uzak köşelerine kadar yayılarak, büyük bir teessür ve hüzün yaratmıştı...
Cumartesi günü saat 10.30’da Soğuk bir havada, lapa lapa yağan karlar altında, Kapı camiinin
musalla taşına konan cenazesinin namazı, öğleyi müteakip, bütün semti hınca hınç dolduran
40 bini aşkın cemaatle kılınmıştı. Saat 13’e doğru, mahşeri bir kalabalığın elleri, omuzları ve
başları üzerinde yola çıkan tabut, ağır ağır, adeta bir gelin süzülüşüyle, bir insan seli üstünde
yol alarak, tekbirlerle, tehlillerle, salât u selamlarla, gözyaşları arasında, saat 15.30 civarında,
ebedi istirahatgahına tevdi olunmuştu. Üçler mezarlığındaki kabri, hemen her gün, her cuma
ve bayramlarda fevc fevc gelen Müslümanlar tarafından ziyaret olunmaktadır.
Onun nice keşf u kerameti hala dilden dile, kulaktan kulağa, gönülden gönüle anlatılır durur.
Aslında başlı başına bir kitap yazılması gereken bir eserin sayfalarını fazlasıyla kabartacak
olay ve menkıbeleri olan Hacı Veyiszade Hocamızın bu birbirinden güzel hatıralarından
burada sadece birkaçını nakletmekle yetineceğiz.
Konya’nın yakın köylerinden fakir ve küçük yaşta babasını kaybetmiş bir çocuk, okumak için
Konya’ya gelerek, İmam-Hatip Okuluna kaydolur. İhtiyar ve hastalıklı annesi biricik
yavrusunu Konya’ya yollarken, evindeki zaten mahdud olan erzak, yiyecek ve giyecekten bir
torba yapıp, uğurlar. Çocuk, Konya’ya daha önce hiç gelmemiştir. Şehrin tamamıyla
yabancısıdır. İlk gün Okulun yanındaki Kadı İzzettin Camiinde bir akşam namazı kılar.
Mahzundur, yabancıdır. Eli yüzü düzgündür. Onun bu durgun hali cemaatten mahalleli bir
zatın dikkatini çeker. Gelip kendisine kim olduğunu, ne için geldiğini sorar. Çocuk, okumak
için Konya’ya geldiğini, İmam-Hatip’e kaydolduğunu ama yatacak bir yerinin dahi
bulunmadığını sıkıla sıkıla anlattıktan sonra, köyünde hafızlığını ikmal ettiğini de sözüne
ilave eder. O şahıs, kendisini yanına alarak, hemen arka mahallede bulunan ve bir imam
bulunamadığı için aylardan beri kapalı duran biraz ilerideki mahalle mescidine götürür. Bu,
Meydanî Ahmet Mescidi’dir. Mescidin bahçesinde bir odalı, bir mabeyinli ve mutfaklı küçük
bir imam evi de vardır. İsterse burada kalabileceğini, karşılığında hiçbir şey istenmediğini
sadece mescidin imamlık görevini yerine getirmesini ister. Çocuk hemen kabul ederek, odaya
yerleşir. Ve hemen o yatsı namazından itibaren de mescidi cemaate açarak, imamete geçer.
Ama yine de, mahallenin yabancısıdır, mahcuptur, himayesizdir. Günler, haftalar böyle geçer.
Okulda dersler devam etmektedir. Gelip geçen günlerde, çocuğun köyünden getirdiği,
anacığının azık yaptığı erzakı da noksanlaşır ve nihayet günün birinde biter. Çocukcağız
birkaç gün daha aç susuz idare eder. Ama daha fazla dayanamaz. Dersleri hayli başarılı
geçmekle beraber, bu yokluk canına tak demiştir. Sonunda daha fazla sabredemeyeceğini
anlayarak, eşyasını toplayıp, denk yaparak hiç kimseye açılamadığı, derdini söyleyemediği ve
yardım göremediği Konya’dan ve Konyalılardan ayrılıp, köyüne dönmekten başka yapacağı
bir şey kalmamıştır. Eşyalarını hazırlar. Odanın ortasına yığar. Sonra sırtını kapıya yaslayıp,
daha birkaç ay önce ne kadar büyük emel ve umutlarla geldiği, okuyup, büyük adam olmak,
Din, Millet ve memleketine hizmet etmek ümidiyle dolu olarak geldiği Konya’dan böylesine
ayrılmaya mecbur kalışını düşünür, çektiği emekleri, beslediği ümitleri, okuldaki dersleri bir
bir hatırlar. Ama çare yoktur. Köyüne gidecektir. Kentte okumak için para lazımdır. Himaye
edecek hayır sahibi kişi gereklidir. Kendinde ise bunların hiç birisi yoktur. Böylece derin
www.muhammedi.net
düşüncelere dalar gider. Gönlü ve zihni bu duygularla meşgul iken birden bire, yaslanmakta
olduğu sokak kapısı çalınır. Çocukcağız kulağına inanamaz. Çünkü bunca gündür bir kere
olsun kapısını çalan olmamıştır. Kimdir bu? Büyük bir merak ve heyecanla kapıyı açar. Yaşı
altmış civarında bir zattır gelen. Çocuk onu daha önce hiç görmemiştir. Tanışmamaktadırlar.
İhtiyar, Mescidin İmam-Hatip Okulu’na giden imamının kendisi olup olmadığını sorar.
Çocuktan evet cevabını alınca; “Al yavrum, şunu sana Hacıveyiszade Hoca gönderdi. Selamı
vardır. Dersine devam etmeni, yese kapılmamanı, maddi endişenin olmamasını; bundan sonra
da sana yeterince yardımda bulunacağını söyledi” diyerek, ayrılır gider. Çocukcağız kapıda
kala kalır. İhtiyarın eline tutuşturduğu şeyi merak eder; Kapıyı heyecanla örter. Sonra
avucunu açınca görür ki, elli lira. 0 gün için ona bir aydan fazla yetecek kadar bir bol paradır
bu. Ne var ki çocukcağız, adı hala kulağında duran Hacı Veyiszade Hoca’yı daha önce hiç bir
yerde duymadığı gibi, görmemiştir de... Aradan geçen bir ayı takiben o ziyaretçi tekrar gelir,
kendisine destek olur ve bir miktar daha para vererek ayrılır. Artık genç, dersleriyle
meşguldür. Okulu’na gitmekte, imametine devam etmektedir.
Günlerden bir gün, üçüncü defadır kendisine para gönderen bu meçhul hayır sahibini tanımak
için, Konyalı bazı arkadaşlarına Hacı Veyiszade Hoca’nın kim olduğunu, nerede
görebileceğini sorar. Onun, Aziziye Camiinde bulunduğunu, imamlık yaptığını, ulu bir kişi,
ermiş bir şahsiyet olduğunu öğrenir. Hem merakını gidermek ve hem de elini öperek,
teşekkürde bulunmak için, Aziziye Camiine gider. Mihraptaki sakallı, nur yüzlü zata gözü
takılır kalır. Dua sırasında gözünü ondan ayıramaz. Genç, camiin orta bir yerinde
bulunmaktadır. Duadan sonra mihrabdan kalkan Hoca Efendi, elini öpmek, hayır duasını
almak isteyen ziyaretçilerinin arasından ağır ağır hücresine doğru ilerlerken, gencin
bulunduğu yere gelir. Genç, gayr-ı ihtiyari olarak hemen ayağa kalkar ve el öpenlerin arasına
karışıp, o da o muhterem zatın eline kapanır. Bu, Hacı Veyiszade Hacı Mustafa Efendi’dir.
Hoca Efendi ona da “Hacı olması, âlim ve fazıl olması” için dualarda bulunduktan sonra
yavaşça kulağına eğilerek: “Derslerine devam et; sıkıntıya düşmekten korkma” deyip, yeri
geldikçe kendisine ziyaretçi göndermeye devam edeceğini fısıldayarak, geçer gider. Genç,
olduğu yerde kala kalmıştır. Maddi sıkıntısını, parasızlığını bilen, evine kadar adam
yollayarak, harçlığını gönderen bu zat, bu vuküfiyeti nasıl kazanmıştır? Daha birçok sorulara
dalar, başı önde, camiden çıkar...
Sonra, birkaç yıl daha ziyaretler devam eder. Gencin eli bollaşınca sona erer. Sık sık
karşılaşırlar. Ama Hoca Efendi hiçbir zaman ona bu yardımların nereden gelip, nereye
gittiğinden bahsetmez. Böylece istikbalde kendisinden büyük hizmetler beklenen bir gencin
daha elinden tutulmuş, sıkıntılı günlerde yardımına koşulmuştur.
Genç, İmam-Hatip Okulu’nu ve Yüksek İslam Enstitüsü’nü parlak bir şekilde bitirir. Bu gün
İstanbul’dadır. Arapça, Farsça ve Fransızcanın yanı sıra İngilizceyi de çok rahat okuyup,
anlamakta ve konuşmaktadır. Millet ve memleketine hizmetin çabasındadır...
Hacı Veyiszade Hocamızın pek çok tasarruflarından birisi de şöyledir; Kendisine gönül
vermiş, onu canı gibi sevip, sayan bir Konyalı, Şeyh Alaman (lşkalaman) semtinde
oturmaktadır. Bir gece yarısı oğlu dünyaya gelir. Adını Hocamızın koymasını arzu ettiği için,
sabah namazına Aziziye Camiine kadar gelir. Kendisinden başka kimsenin haberdar olmadığı
oğluna münasip bir ad koymasını rica etmek üzere hazırlanırken Hoca Efendi mutadı vechile
mihrabdan kalkarak hücresine doğru giderken onun yanına uğrar ve yavaşça: “Oğlunun adını
Abdullah koyuver. Ömrü uzun olsun; Âlim olsun, fazıl olsun. ” duasında bulunarak, geçer
gider...
www.muhammedi.net
Kendisiyle samimi görüşmeleri olan bir zat hususi ziyaretinde eser yazmasını istirham eder.
Hoca Efendi, “Bir kalpten bin kitap çıkar, fakat bin kitapta bir kalp bulunmaz.” buyururlar.
O, engin bir Resülullah muhabbetine sahiptir. Peygamberimiz Efendimizin adını anıp,
hatıralarını zikrederken derin bir huşua dalar mest olurdu. Bu sevgi ve bağlılığına her vesile
ile şahid olurdunuz. Mesela sofrada yemeğe başlarken Besmele’den sonra: “Aman bir
Salâvat-ı Şerife okuyuverelim; çünkü bu sofra da bize Hz. Resul-ü Ekrem’in himmet-i
imdadiyeleridir.” buyururlardı.
Hazret-i Mevlana’nın gölgesinde bulunan ünlü Üçler Mezarlığında ebedi istirahatgahındaki
merhum hocamızın kabrinin baş taşında şu ibare okunmaktadır:
Hüve’l-Hallaku’l Baki
Candan ve cihandan geçerek afvine geldim
Hasret dolu ruhumla huzurunda eğildim
Gufranını rıdvanını Rabbim kerem eyle
Şad it beni bilcümle ziyaretçilerimle
Candan geçen âşıkların ancak seni ister
Lütfunla nazar kıl bize didarını göster.
Konya ulemasından Hacı Üveys Efendi Zade Hacı Mustafa Kurucu Efendi Ruhuna Fatiha 8 Şaban 1379.
Aziz Hocamızın ayak taşında şu satırlar yer almıştır:
Deruni bir visal aşkıyla gel zair bu dergâha
Büyük arif bu yerden nur olup yükseldi Allah’a
Ölümsüz yâdı bakidir yaşar her an gönüllerde
Mübarek tatlı siması gülümser sanki her yerde
Gönüller fetheden ulvi mücahid burda medfundur
İlahi bin tecellinin temaşası ile memnundur
Likaillah irmiş Kutb-u Rabbani Veys-zade
Bütün envara müsta’rak kesafetlerden azade.
5 Şubat 1960.
İşte Hacı Veyiszade Hacı Mustafa Efendi Hocamızın daha yüzlerce menkıbelerinden birkaçı
böyledir. Siz, Konyalıların ağzına kulak verirseniz, daha nicelerini dinler ve O’nun yüceliği
önünde titrersiniz Bütün bu hoş menkıbeler, gözlüye gizlinin olamayacağına ve
Mevlana’mızın ifadesiyle cahilin aynada göremediğini arif kişinin tuğlada görebileceğine
dair, birbirinden güzel, hal ve tasarruf örnekleridir.

Benzer belgeler