pdf - Wings

Transkript

pdf - Wings
Londra
Ne zaman Londra dense The Clash’in London Calling şarkısı sanki bir
yerden yankılanıyor. Ve o anda The Beatles’ın Abbey Road’da yürürken
çekilmiş fotoğrafı gelir gözün önüne. Arkasına iki katlı kırmızı otobüsler
görürüz. Hugh Grant bir sokak pazarından yürürken mevsimlerin geçişini
hatırlarız. Birkaç gün sonra batacaklarını bilmeden, Amerika’ya doğru giden
bir gemide İngiliz kadınlarını çay içer. Bütün bu imajlar beynimizde klişe
şimşekleri gibi çakar çakar kaybolur. Geriye sadece Londra’ya gitme isteği
kalır. Birkaç kişiye anlatır, etrafımıza adam toplamaya çalışırız. Herkes
yüzünü buruşturup, soğuktan yağmurdan gözümüzü açamayız gibi bahaneler
sürer.
Ekibinizi topladıktan sonra bavulunuzu da toplamaya geçebilirsiniz. Ama
yeni şapkanıza, çay paketlerinize ve viski şişenize yer bırakmayı unutmayın.
Yol boyunca da, şehre varıp etrafa baktığınızda, yüzünüzde oluşacak,
Diagon Alley’i görmüş Harry Potter ifadesini bir düşünün. Artık bu düşünce
de aranızdaki inançsızları etkilemediyse, gerisini Londra’ya bırakın. O nasıl
olsa, hiçbir çaba sarf etmeden etkilemeyi başaracaktır.
NEREDE KALMALI?
En İyiler
Londra’nın bazı klasikleri var ki, fazla söze yer bırakmıyor. Tarihi binaları
ve klasik lüks anlayışlarıyla bu oteller Londra denince akla ilk gelen isimler.
Mandarin Oriental Hyde Park, The Savoy, Claridge’s ve Le Méridien
1
Londra
Piccadilly bunlardan bazıları. Savoy’da çay saati, çay saatinin kendisi kadar
gelenekselleşmiş neredeyse. Mandarin’e şapkasız gelmek hiç düşünülemez.
Claridge, çay, şarap ve sigara kültürlerinin en zarif devam ettiricisi. Le
Méridien Piccadilly ise klasik kabuğunun altındaki modern ve rahat
tavrından ayrı düşünülemez. Değişiklik arayanlara önerilerimiz şöyle:
 Bulgari Hotel: Bulgari’nin de ismi pek çok alanda bir klasik. Ancak
otel konusunda hâlâ genç oldukları söylenebilir. Bu gençlik, onlara
gerçekten de gençlik güzellik sağlıyor. Siyah mermeri ve mermere
benzer değerli madenleri her otellerinde kullanıyorlar. Mobilyaları,
döşemeleri ve gümüş detaylarıyla Londra’nın köklü otellerine benzer
bir stil yakalıyor. Restoran, bar ve lounge’un yanı sıra, aynı anda 20
kişiyi ağırlayabilen oldukça iddialı bir de puro barı var.
 Café Royal Hotel: Café Royal’in sadece bugüne kadarki ünlü
ziyaretçilerini saysak, başka bir şey dememize gerek kalmayabilir.
Oscar Wilde, Virginia Woolf, Winston Churchill, Brigitte Bardot ve
Mick Jagger bizim seçtiğimiz isimler. Daha da ne yazarlar, oyuncular
ve İngiliz soyluları, İngiltere’de burayı tercih etmiş bugüne kadar. Pek
çok restorasyondan geçen otelin, tarihi dokusunu korumak çok zor
olmuş. Farklı restoran ve bar seçenekleri sunan otele yalnızca çay için
uğrayacaksanız, sizi Café 1865’de ağırlayacaklardır.
 W Londra: Leicester Meydanı’na yaklaştıkça uzaktan gördüğünüz o
ilginç bina W London. Odalar tamamen stüdyo daire fikrinden yola
çıkılarak düzenlenmiş. Odalar büyüdükçe lounge bölümleri ekleniyor
ve banyolar çoğalıyor. Hatta Spa Suit adını verdikleri odalarda,
misafirlerin kendi buhar odaları oluyor. Çok modern ve esprili bir
2
Londra
otelcilik anlayışları olduğu ortada. Restoranı, gece kulübü ve spasıyla
da hizmete hazır olan otelin bir de sinema servisi var. Otelin
teknolojik sinema salonunda, yeni filmlerin veya nostaljik filmlerin
gösterimini yakalamak mümkün.
 ME London: Turistik ve bir o kadar da civcivli bir semt olan Covent
Garden’a ve tiyatrolar bölgesine yürüme mesafesinde olan yeni 5
yıldızlı bir otel. Şehrin tarihsel yapısının aksine modern çizgilere
sahip binanın büyük camlardan yapılmış çatısı muhteşem Londra
manzarasını izleme fırsatı sunuyor. Aynı modernizm ve netlik
odaların dekorasyonunda da kullanılmış. Otelin içinde farklı
mutfaklara ait restoranlar bulunuyor, fakat New York’ta da şubesi
bulunan STK aralarında en popüler olanı.
 La Suite West: Büyük beş yıldızlı otellere alternatif yine beş yıldızlı
bir butik otel. Meşhur İngiliz minimalist mimar Anouska Hempel’ın
imzasını taşıyor. Odalar şehrin popüler semt isimleriyle adlandırılmış.
Her birinde siyah ve beyaz kullanılarak zen bir ortam yakalanmış.
Otelin en keyifli tarafı ise Hyde Park’ın karşısında olması. Sabah
erken saatlerde koşu yapan İngilizlere katılıp Londra havasını
soluyabilirsiniz.
Bunlara Da Bakmaya Değer
 Knightsbridge Hotel: Tarihi dış dokusuna aldanmamakta fayda var.
Burada her şey çok yeni ve henüz hiç kullanılmamış gibi görünüyor.
Tüm odalar farklı bir konsepte göre dekore edilmiş. Ancak renk renk
3
Londra
koltuklar, yastıklar ve perdeler tüm odaların ortak özelliği. Kahvaltıda
çok başarılılar ancak otelin bir restoranı yok. Size yakınlardaki
restoranlardan öneri sunabiliyorlar.
 Haymarket Hotel: Trafalgar Meydanı’nın hemen bir köşesinde
bulunan bu oteli anlatacak sıfat bulmak zor. Son zamanların moda
deyimi ‘hip’ sorunumuzu çözebilir. Ne minimalist ne de şatafatlı bir
hali var. Canlı renkler, çeşitli desenler korkusuzca kullanılmış. Her bir
odanın konsepti ayrı, dolayısıyla her birinin dekoru ve deseni de ayrı.
Mutfağı da olan odalarda, her gün taze meyveler, sabahları klasik
İngiliz kahvaltısı servis ediliyor. Ayrıca süitlerde iPad ve iMac
kullanım imkânı, daha hızlı internet erişimi ve birden fazla banyo gibi
konforlar da düşünülmüş.
 The Boundary: Otelin binası Viktoryen Dönem’de antrepo olarak
kullanılıyormuş. Şu an içinde 3 restoran ve bar, 12 farklı tarzda
hazırlanmış oda ve ek olarak 5 süit, İngiliz yiyecek marketi ve bir
pastane bulunuyor. Otelin servis takımlarından çarşaflarına kadar her
şey özel olarak yaptırılmış. Menüsünde ve dekorasyonunda İngiliz ve
Fransız kültürünü başarılı bir şekilde bir araya getirmişler. Odaların
her biri, sevimli bir filmden fırlamış çatı katı daireler gibi sıcak ve
zevkli döşenmiş.
 Hazlitt’s: İsmini 18. yüzyılda burada yaşamış yazar Hazlitt’ten alan
otel, Soho’da bulunuyor. Otel, tarihi yapısıyla bağlarını koparmamış.
Şöminesi, karyolası, çalışma masası 18. yüzyıl ruhunu yansıtıyor.
Banyodaki ahşap dolaplar ve büyük ayaklı küvetler de odalardaki
konsepti tamamlıyor. Modern konforları, tarihsel dokuya çok başarılı
bir şekilde uygulamışlar. İlginç bir şekilde burası Londralılar
4
Londra
tarafından çok bilinmiyor. Eğer keşfedilmemişi ilk keşfeden olmak
istiyorsanız, ısrarla tercih ediniz.
 The Adria: Londra’nın girişinde üç dört basamağı olan binalar şehrin
sembollerinden gibi. İşte böyle bir binada kalma hayali olanlar için
sıcak, şirin ve misafirlerine ‘evden uzakta ama evde’ hissi veren butik
bir otel. Otelin sadece 22 odası bulunuyor. Her odaya numara yerine
A’dan Z’ye isimler verilmiş. Dekorasyonda ise o isimleri çağrıştıracak
objeler ve gri, meşe gibi sakin renkler kullanılmış.
>>NEREDE YEMELİ?
Öğle Yemeği İçin En İyi Adresler
 Le Pont de la Tour: Londra’nın en şık restoranlarından biri olan Le
Pont de la Tour’un menüsü, adından tahmin edileceği gibi Fransız
mutfağı ağırlıklı. Mahzenindeki şarap seçkisi bugüne kadar pek çok
ödül almış. Günün farklı saatlerinde farklı menüler sunuluyor.
Hepsinde de oldukça sofistike seçimler bir araya getirilmiş. Burası
aynı zamanda, Tony Blair’in Bill Clinton’ı ağırladığı yer olarak da
biliniyor. Restorana bağlı bir de şarküteri var. Burada sağlıklı
malzemeler ve sıradışı şaraplar bulunabilir.
 St. John: Beyaz uzun örtüleri, arkadaki açık, fayanslı mutfağıyla tam
bir lokanta havasında. İki arkadaşın kendi gönüllerine göre bir yer
açmak isteyip de açtığı bir yer burası. Sonradan birkaç şube daha
açmış olmalarına kendileri de şaşırıyor. Şu an bir de otelleri var.
5
Londra
Chinatown’daki otelin içindeki restoran, bir Michelin yıldızı
kazanmış. Zaman geçtikçe daha da çok isimlerinden söz ettirecekler
gibi görünüyor. Şimdiden keşfetmek lâzım. Dönmeden kendi
çaylarından da almakta fayda var.
 Jamie Oliver: Ünlü ‘naked’ Şef Jamie Oliver, İtalyan mutfağını çok
sevdiğini her fırsatta dile getiriyor. Sırf İngiltere’de 10 tane İtalyan
restoranı var. Ayrıca başka mutfakların yemeklerini sunan, kendi
öğrencilerini seçerek yerleştirdiği restoranları da var. Sağlıklı, lezzetli
ve modern tarifler denemek isteyenlerin mutlaka bu restoranlardan
birini denemesi ve Jamie’nin beslenme devrimine katılması lazım.
 The Balcon: Hangi kategoriye yazsak bilemiyoruz. Sabah kahvaltıya,
öğlen atıştırmaya, akşamüstü çaya, akşam yemeğe, herhangi bir saatte
gidilebilecek bir yer. Uzun pencereleri, ferforje paravanları ve
merdivenleriyle İngiliz ve Fransız stilini bir araya getiriyor. Bu
beraberlik menüye de yansımış. Fransız bistro’su menüsüne bir İngiliz
dokunuşu eklenmiş. Oldukça şık bir yer.
 Mildreds: Soho’da bulunan restoran, vejetaryen bir restoran. Ancak
çokça etçil müdavimi de var. Bu da yemeklerinin ne kadar iyi
olduğuna bir kanıt aslında. Şarap menüsündeki organik şaraplardan
mutlaka denemeli.
 Burger and Lobster: Vejetaryen bir yer tanıttıktan hemen sonra
Burger and Lobster’la karşınızdayız. Yine Soho’da bulunan restoran,
Londralılarından sevdiği bir yer. Bilindik tatlar arayanlara özellikle
tavsiye ediyoruz.
6
Londra
Akşam Yemeği İçin En İyi Adresler
 Coya: Peru mutfağının tadına bakma fırsatınız hiç olmuş muydu?
Çoğumuzun olmadığını düşünerek sizi Coya'ya, Londra'nın kalbindeki
Peruluya davet ediyoruz. Başşef Sanjay Dwivedi 1 yıl boyunca Latin
Amerika'yı gezip, Lima'da çalışıp Coya'nın menüsünü oluşturmak için
ihtiyaç duyduğu ilhamın gelmesini beklemiş ve sonunda dönüp içinde
3 açık mutfakta yemeklerin piştiği bu mabedi ve unutulmaz
lezzetlerini yaratmış. Bu arada içki menüsünde 40'tan fazla tekila ve
rom çeşidi olduğunun notunu da düşelim!
 La Petite Maison: Fransız mutfağının en iyi örneklerinden biri
olabilir. Çok sofistike bir stili ve menüsü var gerçekten de. Ancak
fiyatları emsallerine göre çok daha uygun. Belli bir kıyafet kuralı yok.
Günlük giysilerle öğlen yemeği yenebiliyor. İyi yemeği, iyi fiyata ve
rahat bir ortamda sunmak her zaman bir araya gelmeyen şeyler.
 Bellamy’s: Bellamy’s klasik Fransız brasserie lezzetlerini, Amerikan
bar dekorasyonuyla birleştirip çok da şık bir sonuç elde etmiş. Deniz
ürünleri ön plana çıkıyor. Bar ve masa menüleri ayrı oluyor. Açıkta
yapılan sandviçleri için de sıradışı malzemeler sıralıyorlar. Gündüz
ufak atıştırmalıklar için barı tercih edilebilir. Ancak akşam için masa
bulmak şart.
 The Ivy: 1917’de açılmış olan restoran Fransız mutfağının en seçme
tariflerini sunuyor. Deniz ürünleri, en özel yemekleri olsa da
vejetaryen menüleri de var. Özellikle ünlülerin çok sık gittiği bir yer
olan The Ivy’de masa bulabilmek için haftalar önceden rezervasyon
yaptırmak gerekiyor.
7
Londra
 Olivocarne: İtalyan ve Sardunya mutfağının Londra temsilcisi, Olive
restoran grubunun bir üyesi. Et severler için çağdaş ve geleneksel
mutfağın yarattıklarını denemek için güzel bir adres. Dekorasyonda
Sardunya kültürün etkileri hâkim. Menüsünde farklı soslarla marine
edilmiş et yemeklerinin yanı sıra ev yapımı makarna çeşitlerini de
denemek mümkün.
 Honky Tonk: Chelsea’de New York havası solumak isteyenler için
keyifli bir restoran; aynı zamanda blues ve jazz barı. Menüsünde en
çok tercih edilen ise lezzetli hamburgeri ve yanında servis edilen
kızarmış patatesleri. Masayı tercih etmeyenler için barda servis
yapıyorlar.
Kalabalık
başlangıç
alternatiflerinden
paylaşabilir,
kavanozlarda sunulan birbirinden lezzetli kokteyllerden içebilirsiniz.
 La Bodega Negra: Londra’nın en popüler Meksika kafe ve restoranı.
Ama dikkat, ikisi ayrı adreslerde. Menüsünde Meksika mutfağının
klasiklerinden tacos, tostaditas ve 50 çeşide yakın tekila seçeneği
bulunuyor. Akşam yemeği için restoran tarafını tercih etmekte fayda
var. Kate Moss, Dita von Teese gibi bir ünlüyle yan yana oturma
ihtimaliniz yüksek.
 Artesian: Mermer barı ve arkasındaki uzun aynalı barıyla geleneksel
İngiliz barlarının dekorunu bugüne adapte etmiş. Restoran, deniz
ürünlerinde oldukça başarılı. Menüsünde havyar, istiridye ve sushi
seçenekleri özel bir yere sahip.
Atıştırılmalı!
8
Londra
 Gail’s Bakery: Gail’s Bakery, ekmekleriyle gurur duyuyor. İyi bir
ekmek için un, su, tuz ve maya yeterlidir diyorlar ve her tür katkı
maddesinin reddediyorlar. Tüm ekmekler özel tariflere uygun olarak,
elde yapılıyor. Ekmeklerin yanı sıra, kruasanlar, kekler, sandviçler ve
elde yapılmış reçeller de sunuyorlar. Üç şubeleri var, bunlardan bir
tanesi de Harvey Nichols’ın içinde.
Fish & Chips Alternatifleri
 Sea Shell: Abbey Road ve Madame Tussaud yakınlarındaki bu
restoran, bu geleneksel İngiliz fast food’unu, geleneklere bağlı kalarak
servis ediyor. Kızarmış balık ve patatesin yanında, “Tanrı kraliçeyi
korusun” yazan fincanda çayınızı içebilirsiniz. Balık modunda
olmayanlar için de bir tavuk, bir de kırmızı et seçeneği sunuyorlar.
 Golden Fish Bar: 150 yıldır hizmet veren Golden Fish Bar,
Londra’nın en lezzetli balıkçılarından biri. Sakın mütevazı görüntüsü
ve fiyatlarının sizi yanıltmasına izin vermeyin. Özel tarifleriyle
yapılan sos sayesinde, balığın dışı çıtır çıtır oluyor. Tam da olması
gerektiği gibi.
It is Tea Time, Indeed!
 Brown’s Hotel: Londra’nın şık ve modern otellerinden biri. Odaları
otelden çok, modern birer ev rahatlığında. Burada kalmıyor olsanız
bile, çay içmeye mutlaka gelmelisiniz. Londra’da çay içmek için en
9
Londra
iyi adreslerden biri. Geleneksel dekorunun yarattığı hoş atmoferde, 17
çeşit çaydan dilediğinizi, yanında lokmalık tatlılarla tadabilirsiniz.
Otel bir süre önce, bu çay odasının bir de “sağlıklı” versiyonunu
sunmaya başladı. Tea Tox adını verdikleri çay servisinde, hafif
yiyecekler ve tatlılar sunuluyor.
 The Delaunay: Klasik İngiliz tatlarını bir arada sunabilmek için özel
olarak düşünülmüş. Kahvaltısından çay saatine ve tatlılarına kadar
geleneksel tariflerin hepsini bir araya getirmişler. 11 çeşit çayın yanı
sıra, çay saatiyle özdeşleşen tatlılardan da taze seçenekler sunuluyor.
 The Athenaeum: Londra ruhunu en iyi yansıtan otellerden biri.
Güneşten maksimum verim alacak şekilde düzenlenmiş pencereleri ve
sakin dekorasyonuyla gerçekten çok şık olan bu otelin bir de çay saati
servisleri var ki, mutlaka denenmesi lazım. 2012 yılında “Çay
Oscarları” olarak bilinen bir ödül alarak, Londra’nın en iyi çay
mekânlarından biri olduğunu kanıtlamış. 15 çeşit çay, 3 çeşit çay
karışımı ve 3 çeşit detox çayla çok geniş bir çay menüsü var. Bu
çaylardan 3 tanesi, çok nadir bulunan çaylardan. Gurme bir çay
deneyimi için mutlaka denemek lazım.
 Berkeley: Londra’nın çağdaş trendleri en çok takip eden oteli olabilir.
Otelin iki restoranı, iki büyük şefe; Marcus Wareing ve Pierre
Koffmann’a emanet edilmiş. Saat 13:00-17:30 arasında ise çay servisi
yapılıyor. Berkeley’i en özel yapan yönü de işte bu çay servisi. Moda
trendlerinden esinlenerek tüm ikramların konseptini belirliyorlar.
Minik kurabiyeler, tatlılar, moda olan çantalar, ayakkabılar ve
elbiselerin şeklinde. Modayı takip edebilmek için, menüyü her altı
ayda bir değiştiriyorlar.
10
Londra
>>GECE KUŞLARINA
Gençlere Ve Ruhu Genç Kalanlara
 Mahiki: Mahiki, Polinezya inancında, yer altı dünyasına giden yol
anlamına geliyor. Menüsü de bu kültürden esinlenerek oluşturulmuş.
Kokteylleri çok meşhur. Gün batımı ve gece için iki ayrı kokteyl
menüleri var. Yiyecek menüsünde de barbekü etler ve tropik meyveli
soslar öne çıkıyor. Prens William, Rihanna, Kate Moss ve Leona
Lewis gibi ünlü isimlerin tercih ettiği bir yer.
 Whisky Mist: Beyrut ve Londra’da iki şubesi bulunuyor. İsmi ise
Kraliçe Victoria’dan geliyor. Kraliçe akşamları viski içmeyi çok
severmiş. Viskisini yudumladığı bir akşam sis içinde bir geyik
görmüş. Bu geyiği çok uzun zaman yakalamak için uğraşmış, sonunda
da amacına ulaşmış. Hayvanı hep viski saatinden sonra ve sis içinde
gördüğü için de adını Whisky Mist koymuş. Bugün Whisky Mist,
konsept partilerle Londra eğlence hayatının en çılgın örneklerini
sunuyor. Yani Kraliçe Victoria’nın tasvip etmeyeceği pek çok şeyi
temsil ettiği söylenebilir.
 Cafe de Paris: 1924 yılında açılan kulüp, kabare kültürünü devam
ettiren yerlerden biri. Aşırı korsajlı kostümleriyle dans eden ve
akrobatik numaralar yapan grupları izlemek mümkün. Caz ve Latin
müziği yapan grupların canlı performanslarını izlemek de mümkün.
Her akşam arka arkaya 5-6 performans ekibi çıkıyor.
 Movida: Biri Londra’da, diğeri Dubai’de iki şubesi var. Londra şubesi
bünyesinde, iki lounge salonu ve bir de kulüp barındırıyor. Oldukça
11
Londra
iyi bir ses ve video sistemleri var. LED ışıklarla aydınlatılıyor. Dekoru
Londra’nın ünlü sokak sanatçılarının eserleri tamamlıyor. Müzik ise
ünlü dj’lere emanet ediliyor. Beyoncé, Jay-Z, Kanye West, Kate
Moss, Jude Law, Lebron James, Ivana Trump, Justin Timberlake
burayı tercih eden ünlülerden sadece birkaç tanesi.
 Aura: Mayfair’de bulunan kulübün işletmecileri oldukça ünlü isimler.
Dekorasyonu sade ve tek rengin hâkimiyeti altında. Tavanda sürekli
renk değiştiren ışıklar var. Bunlar dekorun renginin de daha farklı
algılanmasına sebep oluyor. Masa ve sandalyeleri, lüks yatlara, özel
jetlere ve kraliyet ailesinin mülklerine sipariş yapan bir firmaya
yaptırmışlar. Mutfağı Avrupa mutfaklarının modern bir karışımından
oluşuyor. İngiliz sosyetesinin tercih ettiği bir yer.
 Boujis London: Sosyetenin bir başka gözdesi olan Boujis, büyük bir
tadilatın ardından yeni yüzüyle tekrar açıldı. Bir zamanlar
Türkiye’den Londra’ya gidenlerin mutlaka gittikleri bir yerdi.
Sanıyoruz eski hayranları, yeni halini görmek için uğramak
isteyeceklerdir.
 Dstrkt: Londra’nın şık restoranlarından biri. Avrupa mutfaklarından
çağdaş örnekler sunuluyor. Geç saatlerde gece kulübüne dönüşüyor.
Aynı zamanda restoran olduğu için, bildiğimiz gece kulüpleri gibi
değil. Çok şık ve klasik bir dekoru var. Gwyneth Paltrow, Stella
McCartney, Jeremy Irons burada boy gösteren ünlü isimlerden.
 Bar Boulud: Bar Boulud, Mandarin Oriental Hyde Park’ın içinde
bulunan bir restoran-bar. 26 sayfalık şarap menüsüne bakarak, geniş
bir şarap seçkisini bir araya getirdiklerini söyleyebiliriz. Güzel bir
12
Londra
yemeğin ardından, uzun saatler şarap eşliğinde muhabbet etmek
isteyenlere özellikle tavsiye ediyoruz.
 Punk: Ünlü birisini görme ihtimaliniz çok yüksek değil. Ancak
Londra’nın tüm stil sahibi gençleri eğlenmek için burayı tercih ediyor.
Punk, Soho’daki mekânında sık sık temalı partiler de düzenliyor. İçeri
girebilmek için önceden internet üzerinden kayıt yaptırmak gerekiyor.
Müzikaller
Londra da, en az Broadway kadar müzikalleriyle ünlü. En iyi oyuncular, en
iyi bestekârlar ve en iyi yönetmenler burada izleyiciyle buluşuyor.
Biletlerinizi internet üzerinden alabilir, böylece yer bulma ihtimalinizi
artırabilirsiniz. Henüz görmediyseniz, artık birer klasik haline gelmiş
olanlardan Mamma Mia, Lion King, Chicago, Billy Eliott, Les Miserables
ve The Phantom of the Opera’yı öneririz. Eğer yenileri merak ediyorsanız
kesinlikle
Matilda’yı
görmelisiniz.
2012’nin
en
çok
konuşulan
performanslarından biri oldu. The Bodyguard ve Book of Mormon da çok
beğenilen ve iyi eleştiriler alan oyunlardan. Siz siz olun, şehre adımınızı atar
atmaz programda neler varmış bir öğrenin...
>>YA BAŞKA?
Alışveriş
13
Londra
 Matches: Harvey Nichols’a benzer bir alternatif bir arıyorsanız,
Matches, aradığınız yer. Balenciaga, Alexander McQueen, Richard
Nicoll ve Christian Louboutin, işbirliği yaptıkları butiklerden sadece
birkaçı.
 James Lock & Co. & Phillip Treacy: İngiltere ve şapka birbirlerini
çağrıştıran ve bir araya her geldiklerinde viski ve puro içen yaşlı
dostlar gibiler. James Lock & Co, orijinal bir İngiliz şapkası almak
isteyenler için 1676’dan beri hizmet veriyor.
 Wolf & Badger: Londra yaşayan genç tasarımcıların ürünlerini
bulabileceğiniz bir mağaza. Şapka, gözlük gibi aksesuarlar ve çay
takımları da bulunuyor.
 Tatty Devine: Tatty Devine, tasarım takılar ve bereleri bir araya
getiriyor. Burada işlerini bulabileceğiniz tasarımcıların bazılarını
İstanbul’daki mağazalardan da tanıdığınızı fark edeceksiniz. Onların
tarzına yakın, başka tasarımcılarla tanışmak için bir uğrayın.
 Darkroom: Genç ve radikal işler yapan tasarımcıların buluştuğu
mağaza.
Çantalar,
takılar,
havlular,
yastıklar,
defterler,
ofis
malzemeleri, ev eşyaları ve daha pek çok kategoride geleceği parlak
tasarımcıların elinden çıkmış oldukça yaratıcı ve şık şeyler
alabilirsiniz.
 Flashback ve Phonica: Londra’da plakçıları gezinmek adeta bir
ritüeldir ve şehrin olmazsa olmazlarındandır. Şehri bütün yönleriyle
keşfetmek isteyenler ve hali hazırda long play mecnunu olanlar, tura
Flashback
Plak
ve
Phonica
14
ile
başlayabilirler.
Dolaşırken
Londra
rastlayacağınız küçük dükkanların da sürpriz hazinelerle dolu
olabileceğini unutmayın.
 Folklore: Ev ve yaşam alanında kullanışlı ve dikkat çekici ekolojik
tasarımları mağazalarında sergileyen Danielle ve Rob Reid,
ürünlerinin kalitesine ve dayanıklılığına özellikle dikkat ediyorlar.
Ürünler arasında en ilgi çekici olanlar geri dönüşüme uygun kâğıt ve
kartondan yapılmış lambalar. Eskimiş ahşap parçaları görünümlü
duvar kâğıtları da alışılmışın epey dışında.
 Neal’s Yard Daily: Burayı gördükten sonra, kendi öz iradenizle
‘peynir ekmeğe talim etmek’ isteyeceksiniz. Bu kadar çok iyi peynir
bir araya Fransa’dan sonra bir de burada bir araya getirilmiş olabilir.
 Cyber Candy: Cyber Candy, bilimkurgusal bir kaza sonucu, başka bir
boyuta girmişsiniz hissi yaratabilir. Renk renk bir sürü şeker kutusunu
bir arada görmek, insanın gözünü alıyor önce. Aslında, Noel Baba’nın
bunca zaman size getirmediği çikolata ve şekerleri nereye sakladığını
keşfetmiş bulunuyorsunuz. True Blood içecekleri, Darth Vader’lı,
Pac-Man’li şekerler ve daha aklınıza gelebilecek her türlü diş düşmanı
burada.
 Geo F Trumper: Londra’nın en iyi erkek berberi. Son derece oldschool bir berber dükkânı stili var. Kendi isimlerini taşıyan banyo
ürünleri, sabunlar ve mendillerle, bir İngiliz beyefendisinin her türlü
kişisel bakım ihtiyacını da karşılıyorlar. İster alışveriş için gidin, ister
de yeni bir saç stili için.
15
Londra
Kitap Alışverişi
İngiltere’nin pek çok ünlü yayınevi var. Elbette Londra’da bunların kendi
kitabevlerini bulmak mümkün. Ancak Notting Hill filmindeki gibi, yalnızca
belli bir özelliğe sahip kitapları satan butik kitapçılar arıyorsanız birkaç
seçeneği aşağıda bulabilirsiniz.
 Persephone Books: 20. yüzyılda basılmış ancak hak ettiği ilgiyi
bulamamış, çoğunlukla da yazarı kadın olan kitapları yeniden
basıyorlar
ve
Conduit
Street’teki
şirin
dükkânlarında
satışa
sunuyorlar.
 Quinto Bookshop ve Skoob Books: İkinci el veya antika kitap
arayanların kendilerini saatlerce kaybedebilecekleri iki dükkân.
Quinto Bookshop, ikinci el kitaplara bir kat ayırmış olsa da daha çok
antik kitap koleksiyonu için tercih edilebilecek bir yer. Skoob’da da
tesadüfen antika kitaplar bulmak mümkün ancak daha çok ikinci el
kitaplar bulunduruyorlar.
 Books for Cooks: Adından da anlaşılabileceği gibi yalnızca yemek
kitapları satan bir yer. Ayrıca içerideki kitaplardan seçilip denenmiş
lokmalık yiyecekler de oluyor.
 Claire de Rouen: Yalnızca fotoğraf sanatı üzerine kitapları ve fotoğraf
kitapları satıyorlar.
 Clerkenwell Tales: Burada her aradığınızı bulamazsınız ama her
kitabın güzel gözükeceğinden emin olabilirsiniz. Clerkenwell Tales,
daha çok kapağı ve baskısı özel olarak tasarlanmış koleksiyonluk
kitaplar satıyor.
16
Londra
 Daunt Books: Upuzun meşe rafları, kütüphane nostaljisi yaratıyor.
Daunt Books’ta kitaplar yazar isimlerine veya kategorilerine göre
değil ülkelere göre ayrılıyor. Dolayısıyla şiir, roman, seyahat ve
yemek kitaplarını aynı rafta görme ihtimaliniz çok yüksek.
 Gosh!: Çizgi roman meraklılarının aklını başından alabilecek bir yer.
İçeri girdiğinizde sakin olmaya çalışın.
Müzeler
Tate Modern, Tate British, Victoria & Albert, British Museum ve Natural
History Museum’u gezdiyseniz, sıra bunlarda demektir:
 The Wallace Collection: The Wallace Collection, 25 galeride önemli
eserleri bir araya getiriyor. Koleksiyonu daha çok 18. yüzyıl Fransız
tabloları, mobilyalar ve porselen işlerden oluşuyor. Müze, Manchester
Meydanı’nda; Fransız, İngiliz, Hollanda ve Flemenk ekollerinden
eserler var. Bunların arasında Rembrandt ve Velazquez gibi
sanatçılara ait eserler var. Müze 5500 parçanın üzerinde sanat eserine
sahip.
 Tea Building: 1930’larda pastırma fabrikası olarak inşa edilmiş.
Şimdilerde sanat menajerlerinin, moda tasarımcılarının ve sanatçıların
bir araya geldiği bir bina. Burada hem atölyeleri var hem de galerileri.
Hem birbirlerinin yaptıkları işleri takip edebiliyorlar, hem de işlerini
takip eden insanlarla bir araya geliyorlar.
17
Londra
 Bilim Müzeleri: Londra’da tıp ve bilim üzerine çok ilginç müzeler
var. Bunlardan Hunterian, Fleming Museum ve Freud’un müze evi
Freud Museum en ilgi çekici olanlar.
 Çay ve Kahve Müzeleri: Bramah Çay ve Kahve müzesi, dünyada
kahve ve çay tarihine adanmış ilk müze. Ayrıca Twinings’in de küçük
bir müzesi var. Önünden geçerken içeri girip bakmakta fayda var.
Gitmeden Önce Göz Atılacaklar
 Klasikleşme yolundaki filmler: ‘Love Actually’, ‘Match Point’,
‘Notting Hill’, ‘Bridget Jone’s Diary’ ve ‘Closer’, Londra’yla
özdeşleşen filmler haline geldi. Çoğu Amerikan yapımı olsa da, şehrin
nabzını iyi yansıttıkları söylenebilir. Bunlara ek olarak birkaç öneriyi
ön plana çıkarmak istedik.
 ‘About
A
Boy’:
Hugh
Grant,
kendisinden
başka
kimseyi
umursamayan bir mirasyediyi oynuyor. Kendisine çaresizce model
olabilecek birini arayan ergen bir çocuk, zorla hayatına giriyor.
Tahmin edilebileceği gibi her ikisi de birbirinin hayatını etkiliyor,
değiştiriyor. Hikâyesi çok orijinal olmasa da güzel anlatılmış bir
komedi dram. Buradaki ergen çocuğun daha sonra ekranlara
‘Skins’deki Tony olarak döndüğünü de not düşelim.
 ‘28 Days Later’ ve ‘28 Weeks Later’: Post apokaliptik zombi
filmlerinden hoşlanmayanların bile ilgisini çekmiş olan seri.
Londra’nın nasıl bir yer olabileceği ihtimallerinden birini görmek için
izlenebilir.
18
Londra
 ‘V for Vendetta’: V for Vendetta da Londra’yı konu alan bir başka
distopik gelecek anlatısı. Wachowski kardeşlerin yapımcılığını
üstlendiği filmde Natalie Portman önemli bir performans sergiliyor.
 ‘Alfie’: Bir romandan iki kere uyarlanan filmin her iki versiyonu da
görülmeye değer. Londra’nın en çapkın erkeği Alfie’yi 1966 yılında
Michael Caine ve 2004 yılında da Jude Law oynamıştı.
 ‘From Hell’:19. yüzyılın sonlarında geçen film, Viktoryen dönemin
son izlerini, Sanayi Devrimi’nin etkilerini Londra ve Jack the Ripper
üzerinden anlatıyor.
İngiliz Yapımı Diziler
İngilitere son yıllara dizileriyle Amerika kadar isminden söz ettirmeye
başladı. Bunların bir kısmı da Londra’da geçiyor.
 ‘Coupling’ ve ‘Black Books’: Coupling artık eskimiş bir örnek. Daha
sonra Amerikan versiyonu da yapıldı. Ancak İngiliz yapımını henüz
izlemediyseniz izlemenizi öneririz. Black Books, ikinci el kitap satan
aksi bir adam ve iki arkadaşının hikâyesini anlatıyor. Her ikisi de
sitcom diziler olduğu için şehir pek görünmüyor. Ancak şehirdeki
hayat hakkında ipuçları veriyorlar.
 ‘Misfits’: Son yılların en çok tartışılan ve konuşulan dizilerinden biri.
Güneydoğu İngilitere’de geçen bu hikâyeyi mutlaka izlemelisiniz.
 ‘Neverwhere’: Neverwhere, Nail Gaiman’ın yazdığı, 1996’da
gösterimi başlayan bir televizyon dizisi. Neil Gaiman, daha sonradan
19
Londra
bu fantastik Londra hikâyesini roman haline getirdi. Hikâyenin
televizyon dizisi, roman ve çizgi roman versiyonlarını bulmak
mümkün.
Aman Aman!
Şemsiyenizi mutlaka yanınıza alın. Ya da varır varmaz, James Smith &
Sons’dan bir şemsiye kapın.
Sıkıcı Bilgiler
Havaalanından şehir merkezine taksi 55-65£ civarında tutuyor.
%10 bahşiş yeterli. Bazı restoranlarda, servis ücreti dâhil edildiğinden,
hesabı kontrol edip ona göre hareket etmekte fayda var.
Pek çok müzeyi herhangi bir ücret ödemeden gezmenizi sağlayan London
Pass, 1 gün için 46£, 2 gün için 61£, 3 gün için 74£ ve 6 gün için 99£.
Şehir içinde bisiklet kullanımı her geçen gün artıyor. Bisiklet kiralayan ve
satan dükkânlara rastlamak mümkün.
20