AGUSTOS 2012 - SAYI:6 s:6 - TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası
Transkript
AGUSTOS 2012 - SAYI:6 s:6 - TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası
AGUSTOS 2012 - SAYI:6 s:6 GENÇ-İMO’NUN GÜNDEMİ DİLAN TAŞGİT HAMIYET ÖZEN İLE RÖPORTAJ CAN DURNA - VAHİDE NAZAR YENGÜNER ANKARA’NIN TRAFIK SORUNU DOSYASI ÖZGÜR TOSMAK İŞÇİ ÖLÜMLERİ KADER DEĞİLDİR EMRE BİRAND KARABAYRAKTAR İŞÇILER MEZARA PARALAR KASAYA AHMET AYGÜN MIMAR VE MÜHENDIS KOCA SINAN ALPER ULUŞAN HES RÖPORTAJ SABRİ EREN PADIŞAHIM ÇOK YAŞA! BARIŞ ALİ AYDIN YAŞAM ALANLARIMIZA DOKUNDURTMAYACAĞIZ! NİLDEN KAYLAR ALELACELE ÇIKAN BIR YASA DAHA 4+4+4 SİBEL SEVAT 8 MART VE KADIN MÜCADELESI KONSEY’DEN 8 MART DÜNYA EMEKÇI KADINLAR GÜNÜ CUMALİ DEDE BIRLIK, MÜCADELE, ZAFER! METİN ŞENYURT KANBER SAYGILI ILE RÖPORTAJ ALPER ULUŞAN ÜNIVERSITELERDE NELER OLUYOR? AHMET VELİ BİÇER BU MAÇ DA BITER BIR GÜN TEVFİK CANER ERTAY AÜ HAZIRLIK ÖĞRENCILERININ DIRENIŞ DENEYIMI YTÜ GENÇ-İMO TUTUKLULUK HALLERI ROJDA VARHAN ANADILDE EĞITIM HAKTIR; ENGELLENEMEZ! EMRAH ALP TARIHTEN ÖĞRENMEK / DONATI HAZIRLAMA SEVGİLİ STAJ DEFTERİ FEYYAZ ÇELİK ACEMI BIR ÂŞIK GIBI ERHAN KARAESMEN OĞUZ ATAY CAN ALGÜL MERHABA USTAM... 10 th International Congress on Advances in Civil Engineering 17-19 O CTOBER 2012 / M IDDLE E AST T ECHNICAL U NIVERSITY C ULTURAL AND C ONVENTION C ENTER / A NKARA Student Competitions Blind Prediction Contest Pervious Concrete Competition Geowall Competition The contest is on predicting the performance of a one bay one story reinforced concrete frame under quasi-cyclic loading. Some performance parameters are going to be predicted by the contestants. The frame will be tested during the ACE 2012 Conference and participants will have a chance to observe the actual behavior of the frame. Pervious concrete mixtures are expected to minimize retention of rainwater while carrying live loads due to people and vehicles. Specimens possessing the highest possible water permeability as well as the highest possible splitting tensile strength are to be made. The objective is to design and construct a miniature reinforced soil retaining wall, which should carry a predetermined surcharge load, using the least area of reinforcement. A clean sand will be used as backfill soil and paper strips will be used as reinforcement elements. For more information and rules: www.ace2012.metu.edu.tr [email protected] Department of Civil Engineering, Middle East Technical University, 06800 Ankara, TURKEY Phone: + 90 312 210 24 01 - Fax: + 90 312 210 54 01 İÇİNDEKİLER GENÇ-İMO’NUN GÜNDEMİ ÜLKE GÜNDEMİ 2 KONSEYDEN 21 SABRİ EREN Padişahım çok yaşa! 4 GENÇ-İMO ÖĞRENCİ KONSEYİ Yine deprem(!) MÜHENDİSİN GÜNDEMİ 23 BARIŞ ALİ AYDIN Yaşam alanlarımıza dokundurtmayacağız! 6 DİLAN TAŞGİT Hamiyet Özen İLE RÖPORTAJ 25 NİLDEN KAYLAR Alelacele çıkan bir yasa daha 4+4+4 10 CAN DURNA VAHİDE NAZAR YENGÜNER Ankara’nın Trafik Sorunu Dosyası 27 SİBEL SEVAT 8 Mart ve Kadın Mücadelesi 13 ÖZGÜR TOSMAK İŞÇİ ÖLÜMLERİ KADER DEĞİLDİR 41 YTÜ GENÇ-İMO Tutukluluk halleri 42 ROJDA VARHAN Anadilde Eğitim Haktır; Engellenemez! 45 EMRAH ALP Tarihten Öğrenmek MÜHENDİSİN DEFTERİ 48 DONATI HAZIRLAMA 50 SEVGİLİ STAJ DEFTERİ KÜLTÜR-SANAT GÜNDEMİ 59 FEYYAZ ÇELİK Acemi bir âşık gibi 60 ERHAN KARAESMEN Oğuz Atay ÜNİVERSİTE GÜNDEMİ 34 ALPER ULUŞAN Üniversitelerde neler oluyor? 18 ALPER ULUŞAN hes röportaj Yazı İşleri Müdürü Zeki ERGİNBAY (1976-1977) Levent DARI AÜ Hazırlık Öğrencilerinin Direniş Deneyimi 32 METİN ŞENYURT Kanber Saygılı ile röportaj 16 AHMET AYGÜN Mimar ve Mühendis Koca Sinan genç-İMO Özel Sayısı-6 TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Adına Sahibi Taner YÜZGEÇ 38 T E V F İ K C A N E R E R TAY 28 KONSEY’DEN 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü 30 CUMALİ DEDE Birlik, Mücadele, Zafer! 14 EMRE BİRAND KARABAYRAKTAR İşçiler mezara paralar kasaya 37 AHMET VELİ BİÇER Bu maç da biter bir gün 62 CAN ALGÜL Merhaba Ustam... 71 genç-İMO ŞUBE HABERLERİ Yönetim Yeri: TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Necatibey Cad. No: 57 06440 Kızılay / Ankara Tel: 0.312.294 30 00 Faks: 0.312.294 30 88 E-Posta: [email protected] Web: www.imo.org.tr/gencimo Şubat 2012 genç-İMO özel sayısı, yerel süreli yayın. ISSN: 1307-2412 Baskı: Mattek Matbaacılık Basın, Yayın Tanıtım Tic.San.Ltd.Şti. GMK Bulvarı No: 83/23 Maltepe-Ankara / 312.229 15 02 Baskı Tarihi: 28 Ağustos 2012 / 10.000 adet basılmıştır. Üyelerine parasız dağıtılır. Kapak Görseli: Baki Remzi Suiçmez g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 genç-İMO Öğrenci Konseyi Rojda Varhan Nilden Kaylar Emrah Alp Mahir Esmer Hüseyin Engin Sakın Jiyan Tunçtan Deniz Güzel Emek Yılmaz Halil Küpçü Alper Uluşan 1 KONSEYDEN İMO’yu bir mühendis derneğinden ayıran yetkileri bir bir elinden alınıyor Merhaba Arkadaşlar. Sırasıyla başlamak gerekirse bu yıl 25-26 Şubat tarihinde Antalya’da toplanan genç-İMO örgütlülüğümüz 5.Öğrenci Meclisi’ni yaptı. “Öğrenci meclisi nedir?” diyen arkadaşlara bir özet geçelim önce. Türkiye’de inşaat mühendisliği bölümü bulunan üniversitelerde okuyan öğrenciler İnşaat Mühendisleri Odası’na öğrenci üye olabiliyorlar. Bu öğrenci üyelerin oluşturduğu örgütlülüğün adı da genç-İMO. Her sene başı gençİMO üyesi öğrenciler her sınıf için bir temsilci ve tüm okulu temsil edecek bir üniversite temsilcisi seçiyor okullarında. Seçilen bu sınıf ve üniversite temsilcilerinin görevi genç-İMO amaçları doğrultusunda çalışmalar yapmaktır. Merak eden arkadaşlar genç-İMO’nun sitesinden daha detaylı öğrenebilir. Burayı uzatmayalım. Meclis dediğimiz toplantıda tüm bu temsilci seçilen öğrenciler Şubat ayı civarında bir araya geliyor. Mecliste her yıl olduğu gibi bu yıl da şubelerin “ne yaptık ne ettik”i anlatmasıyla geçti ilk gün. Tam emin değiliz ama güzel işler yapmış şubeleri gören diğer şubelerin “Neler yapmışlar baksana biz niye 2 yapmıyoruz bunları biz de yapalım” larıyla da devam etmiş olması lazım. Eğer böyle olduysa başarıya ulaştık demektir. Gelişkin örgütlülüğü olan şubelerin yeni çalışmaya başlayan arkadaşlara örnek olması güzel bir şey. Bu bölüm böyle bitti. Ne olduysa ondan sonra oldu. Meclisimizin programında “şube öğrenci kurulu faaliyet raporlarının değerlendirilmesi” olarak geçen ama kısaca “serbest kürsü” olarak adlandırılan bölümde her yıl olduğu gibi kan gövdeyi götürdü. Ortam gerildi, kılıçlar çekildi ve meydan savaşı başladı. Sandalyeler havada uçuşurken silah sesleri masaların altında siper alan öğrencilerin çığlıklarını bastırıyordu. Mesela yani. (Nasıl yedirdim ama meselayı! – Kemal Sunal) Öyle olmadı tabi. Olsaydı ne farkımız kalırdı ülkemizde sorunları şiddetle bastırmayı alışkanlık edinmiş yönetenlerden? Gerilim oldu epey ama. Maalesef Kürt sorunu ülkemizde ateşin düştüğü yeri yaktığı gibi, ateşin düşmediği yerlerden pek hissedilmiyor. Burada duyarlılığı yayma görevi de en çok biz gençlere düşüyor. Bize yakışan bundan sonraki etkinliklerimizde gerilimden, karşılıklı bilenme duygularından biraz daha uzaklaşarak bu konuyu tartışmaktır. Böylece tartışmamız gereken diğer konulara daha fazla vakit kalır. Aynı günün akşamı genç-İMO faaliyetleri üzerine komisyonlar kuruldu. Basın-yayın faaliyetimiz (okuduğunuz bu bülten), kamp (her yıl yapılan kamp için), örgütlenme (nasıl daha iyi olur), öğrenci sorunları (sorun bitmez öğrencide) gibi konular üzerine kurulan komisyonlardan herkes istediği birine katılıp tartışma ortamları oluşturuldu, kararlar alındı. İkinci gün de bu komisyonların aldığı kararlar oylamaya sunuldu ve sonrasında yeni konseyin seçilmesiyle meclis sona erdi. Mecliste konuşulan ve konseyde alınan önemli kararlardan biri de bölgesel çalışmaya ağırlık verilmesi üzerine oldu. 10 kişilik öğrenci konseyinde mutlaka Türkiye’nin her yerini kapsayan çeşitlilikte üniversitelerden arkadaşlarımız oluyor her yıl. Bahsi geçen konseyde bulunan her kişinin bir bölgeden sorumlu olduğu tüm üniversiteleri kapsayan 10 bölge oluşturduk. Bu sorumlu arkadaşların kendi bölgesiyle özel olarak ilgilenmesi g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 gerektiğini düşünüyoruz ve çevre illerin birbirleriyle daha sıkı ilişkilerde olacağı etkinlikler düzenlemesini hedefliyoruz. Bunun da pratiklerini gördükçe bu düşünce gelişecek, sonuçlarını göreceğiz. Bundan sonraki dönemde mühendislik öğrencisinin gündemindeki konuların daha fazla tartışılabileceği, kafalardaki soru işaretlerine yanıt bulunabilecek çalışmaları çoğaltacağız. Bunu yapmak için en önemli araçlarımızdan biri genç-İMO 4. Yaz Eğitim Kampı olacak. Orada her türlü etkinlik için bir arada geçirecek vaktimiz olacak. Mesleğimizle ilgili çeşitli konularda seminerler, ülkemizin gündemindeki konularla ilgili söyleşiler, kendi örgütlülüğümüzü konuşacağımız forumlar olacak. Tiyatrosundan heykeline, fotoğrafçılığından sinemasına kadar denemek isteyenler için atölyeler olacak. Tüm genç-İMO üyesi arkadaşlarımızı yaz kampına bekliyoruz. Başvuru formunu ciddi alıp ne düşünüyorsak üşenmeden yazarak, önerilerimizi paylaşarak doldurmaktan yanayız. Okuduğumuz bölüm inşaat mühendisliği. İnşaatlar iş kazalarının yoğun olarak yaşandığı bir alan. Hiçbir önlem alınmayan, yasal zorunluluklara bile uyulmayan yerlerdeki işçi ölümleri iş kazası değil iş cinayeti olarak da anılıyor. İstanbul’da AVM’lerde, Adana’da, Rize’de HES’lerde toplu katliam gibi gerçekleşen işçi ölümlerini seyrediyoruz. Bu yazının yazıldığı gün TBMM’nin İş Sağlığı ve Güvenliği Kanun Tasarı’sını görüştüğü sırada, Meclisin atık su gideri çalışmasında bir işçinin göçük altında kaldığı haberi geldi. O da aynı kaderi paylaşan binlerce işçi gibi taşerondan çalıştırılıyordu. Göçük altında kaldığı ana dek 12 saattir çalışıyordu. g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 Fazla söze gerek var mı? İşte böyledir bizim memleketimiz. Bu haksızlıklara sesini çıkaran da zorbalıkla karşılaşıyor. Kimsenin hakkını aramasına müsaade edilmiyor. Üniversiteden ses çıkarmak isteyenlerin sesini baskıyla, cezayla, bazen de şiddetle kesmek istiyorlar. Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi’nde 65 öğrenciye yemekhane zamlarına karşı çıktıkları için, akıllı kart soygununa karşı çıktıkları için, kimisine de Uludere katliamını protesto ettikleri için soruşturma açtılar. Soruşturma açılan öğrenciler çeşitli sürelerde uzaklaştırma cezaları alırken bazı öğrencilere bu soruşturma sonucunda 3 kere okuldan uzaklaştırma cezası verildi. 3 kere! “Ağır ceza hakimi misin öğretim üyesi misin anlamadık hocam!” diyesi geliyor insanın. 3 kere ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası gibi bir şey mi bu nasıl bir şey? Bu tip disiplin cezaları için idare mahkemesine gidip yürütmeyi durdurma kararı almanın yolu normalde açık oluyor ve böylece birçok öğrenci haksız cezalara karşı mahkemede hakkını arayabiliyordu. Genellikle ciddiyetsiz ve keyfi şekilde verilen bu cezalar kimi zaman usulen bile hukuksuz oluyor, hukuki bir incelemeye alınınca kolayca bozulabiliyordu. MKÜ’deki bu disiplin soruşturmasını açanlar bunu akıl etmişler ki itiraz yolunu da kapatmak için 3 kere ceza vermişler. Bu cezayı verenlerin bilim insanı kimliğine sahip olması ne kadar acı. Kendilerini genç-İMO konsey olarak tebrik ediyoruz. Yükseköğretim disiplin yönetmeliğine yeni bir soluk getirip tüm baskıcı üniversite yönetimlerine örnek oldukları için onların önü çok açık bundan sonra her yerde işleri rast gidecektir bundan eminiz. Başarılarının devamını diliyoruz. Bu soruşturmada ceza alan öğrencilerden birisi de gençİMO konsey üyesi Mahir Esmer arkadaşımızdır. Haksız cezaya karşı bütün MKÜ öğrencisi arkadaşların yanında olduğumuzu buradan kamuoyuna duyuruyoruz. Son dönemde odamızın yetki alanları mevcut hükümet tarafından bilindiği gibi Kanun Hükmünde Kararnamelerle değiştirildi. Yapılan değişiklikle 636 sayılı “Çevre, Orman ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname”de “Yerleşmeye, çevreye ve yapılaşmaya dair imar, çevre, yapı ve yapım mevzuatını hazırlamak, uygulamaları izlemek ve denetlemek, Bakanlığın görev alanı ile ilgili mesleki hizmetlerin ve bu meslek mensuplarının kayıtlı oldukları meslek odalarının mevzuatını, norm ve standartlarını hazırlamak, geliştirmek, uygulanmasını sağlamak, ilgililerin kayıtlarının tutulmasını sağlamak”, bakanlığın görevleri arasında sayılmaktadır. Oysa yukarıda sayılı olan birçok yetki alanı İMO’yu bir mühendis derneğinden ayıran önemli notlardı. Bugün görüyoruz ki, AKP hükümetinin en önemli amacı kentlerimizin, ormanlarımızın ve doğal kaynaklarımızın kar hırsı için dönüştürülmesinin önündeki engelleri kaldırmaktır. Yetkisi kısıtlanan bir İMO’nun doğa katliamlarına neden olan HES’ler, yoksulları evinden eden kentsel dönüşüm ya da mesleğimizi doğrudan ilgilendiren daha birçok konu hakkında da direncinin kırılacağı düşünülmektedir. Bu inancı boşa çıkarmaksa biz inşaat mühendisliği adayları olan genç-İMO üyelerine düşmektedir. Önümüzdeki dönem genç-İMO olarak da bulunduğumuz her yerde KHK’ları açıklayacak odalara yapılan bu saldırıların hedefinin ve amacının ne olduğunu her yerde anlatacağız. 3 GENÇ-İMO ÖĞRENCİ KONSEYİ Yine deprem(!) Yine deprem… Bir kez daha acı yüzünü gösteren deprem bu kez de 7,2 büyüklükteki şiddetiyle Van’ı vurdu. Bizler ne kadar unutmak istesek de deprem kendini unutturmuyor. Alınmayan önlemleri hatırlatırcasına yine vuruyor, yine vuruyor. Birçok bina ağır hasar gördü, bazıları da tamamen yıkıldı. Ama olan yine insanlara oldu. Yine deprem değil yapı öldürdü. genç-İMO olarak biz de elimizden geldiğince depremzedelere yardımlar için katkı sunduk. Deprem Türkiye’nin her ne kadar doğusundan, Van’dan gelmiş olsa da bizi üzdü. Ne yazık ki, Van’daki valilik yardım organizasyonu baştan aşağı fiyaskoydu. Diğer illerden gelen yardımlar başta depremzedelerin ihtiyaçları gözetilmeksizin 4 AKP’nin Kürt politikasına bakış açısı doğrultusunda düzenlendi. Van belediyesi özellikle yardım organizasyonları dışında tutulmak istenirken, valiliğin organizasyonlarında birçok insan kısa zaman içerisinde çadır elde edemedi, satın almak zorunda kaldı. Ya da daha acısı villaların önündeki çadırlara uzaktan bakmak zorunda kaldı. Üstelik sadece çadır için de değil diğer tüm temel ihtiyaçların organizasyonunda da aylarca büyük sıkıntılar yaşandı. İnsanların açtıkları yardım kutularından taş, sopa ve bayraklar bile çıktı. Hükümetinse deprem konusunda yaptığı açıklamalar tamamen bilimsellikten uzak “Bu çayı bende içiyorum.” diyen açıklamalara benzer şekilde oldu. Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın “Şu anda Türkiye’de deprem bakımından en güvenli il Van’dır.” açıklamasının ardından ikinci depremin olması bunun güzel bir örneğidir. Anladık ki, hükümetin depreme yaklaşımı aynı yere ikinci kez yıldırım düşmez sözünün daha ötesi değildir. Oysa çözüm devletin tüm kurumlarını alarma geçirip, yardım için kriz merkezi kurmak değil, deprem gerçekleşmeden önce önlem almaktır. Depreme, deprem sonrası için hazırlıklı olmak değil, öncesinde hazırlıklı olmaktır. Şehirlerimizi depremle yaşanabilir hale getirmektir. Çözüm bu konuda en yetkin kurum olan İnşaat Mühendisleri Odası’nın söylediklerini duymaktır. Tüm bu üzüntülerin yanı sıra “Deprem her ne kadar doğu Van’dan gelse de bizi üzdü.” diyen spikerler. Van’da yaşayanların her şeyden genç-İMO Bülten 2012 / Sayı: 6 önce insan olduklarını unutup “İyi olmuş, hak ettiler”, “Darısı Diyarbakır, Hakkari; Mardin gibi diğer doğu illerinin başına.” diyen vicdansızlar. Bunlar böyle zor bir zamanda bizim üzüntülerimize üzüntü katan çirkin cümleler. Şimdi beraberce destek olmamız gerekirken, oradaki kardeşlerimize yardım etmemiz gerekirken neler duyuyoruz, nelerle uğraşıyoruz. Yazık… Halkımızın aylardır yaşamadığı zorluk kalmadı. Depremin üzerinden onca zaman geçmesine rağmen uzun süre çadırlarda ve Mevlana evlerinde yaşadılar. Evlerinden uzaklaşmak istemeyen vatandaşlarımız evlerinin bahçesine kurdukları çadırlarda sobayla ısındılar. Gece bunlardan çıkan kıvılcımlar yangın çıkmasına sebep oldu. Depremin verdiği hasar henüz çok tazeyken birde yangın öldürdü. Çadır kentlerde ki vatandaşlarımızda elektrikli sobayla ısınmaya çalıştılar. Fakat -18 -20 dereceyi bulan hava şartlarında elektrikli ısıtıcılar onları ne kadar ısıttı! Depremzedeler için konteynırlarsa bütün bir kış geçtikten sonra ancak yazın başlarında verildi. Hala dışarıdan gelen taşıma suyla yemek, banyo ve temizlik ihtiyaçlarını karşılıyorlar. On binlerce insan yaşam için en önemli ihtiyaç olan suyu sırayla kullanmak zorunda. Bizler her gün musluklarımızdan tonlarca suyu akıtırken, onlar sadece sıraları geldiğinde kullanabiliyorlar. Bunların yanı sıra eğitimde yaşanan aksaklıklar da vardı. Her ne kadar giderilmeye çalışılsa da binlerce öğrencinin yaşadığı şehirde bu aksaklıklar tam anlamıyla giderilemedi. Öğrenciler öğrenimlerine sağlam binalarda ve çadır kentlerdeki çadır sınıflarda devam etmek durumunda kaldı... Kış koşullarının ağır olmasından dolayı taşımalı sistemde okuyan öğrencilerin belki de birçoğu okula genç-İMO Bülten 2012 / Sayı: 6 devam edemedi. Fakat kamuoyuna herhangi bir haber yansımadığı için bugüne kadar tam olarak ne yaşandığını bilememekteyiz. Depremin ardından ortaya çıkan kentsel dönüşüm tartışmaları afet yasasıyla tüm Türkiye çapında bir rantsal dönüşümün habercisi oldu. Deprem sonrası denetimsiz yapılaşmanın tek sorumlusu olarak mühendislerin hedef gösterilmesine alışıktık. Bu defaysa Van depremi sonrası kaçak yapılaşmanın çözümü olarak mecburi bir kentsel dönüşüm projesi hazırlandı. Oysa depreme dayanıklı yapılaşmayı sağlayacak gerçek bir kentsel dönüşümün insanların barınma hakkını gözetmesi, yoksul mahallelerde yaşayanların şehrin daha da dışına atılmasını önlemesi gerekmektedir. Kentsel dönüşümdense depremden önce şehirlerin depremle yaşanabilir hale getirilmesi gerekmektedir. Deprem yaşadıktan hemen sonra ülkemiz çok büyük bir duyarlılık göstererek sürekli bir yardım akışında bulundu. Fakat bir süre sonra Van’a gösterilen alaka azalmaya başladı. Şu an Kızılay ve devletin götürdüğü yardımlarda yeterli seviyede olmadığı düşünülmekte. İnsanlarsa bu koşullarda yaşamlarına devam etmek durumundalar. Orada yaşayan halkımıza tekrar büyük sabır diliyor ve bir an önce yaşam koşullarının en iyi seviyeye getirilmesini temenni ediyoruz. genç-İMO 5. ÖĞRENCİ KONSEYİ 5 R Ö P O R TA J : D İ L A N TA Ş G İ T KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ Yrd. Doç. Dr. Hamiyet Özen: Trabzon kenti çarpık kentleşmenin çarpıcı bir örneği Hocam siz ilk dönemlerde şehrin(Trabzon) topografik eğimine rağmen yerleşimin çok başarılı olduğundan bahsettiniz. Son yıllarda ise nüfusun artmasıyla beraber çarpık yapılaşma gibi sorun ortaya çıktı. Sizce bu durumun sosyal sonuçları neler? Tabi çarpık yapılaşma Türkiye’deki bütün kentlerin sorunu. Trabzon’da da bu 1950’lerden sonra ve 60’larda hızlanarak devam eden bir durum. Trabzon’da ilk başlardaki yapıların bozulması bence çok göç aldığından dolayı ortaya çıkmamış ama belediyenin imar işleri, yolu genişletme vs. gibi şeylerden ortaya çıkan tahribatlar olmuş. Meydanda bir opera binası varmış örneğin, meydan parkın köşesinde eski belediye binasının 6 karşısında ve opera binası yıkılmış yol genişletilmek için. Gazipaşa’nın çıkışında tarihi Şems Otel varmış. Yine o da yol genişletilmek amacıyla yıkılmış. Dolayısıyla bazı şeyler nüfus artışı ve yeni yapılaşma alanları açalım mantığıyla olmamış. Bunlar daha farklı nedenlerden dolayı yıkılmışlar. Günümüze geldiğimizde tabi günümüzde mekânsal sıkıntı yaşandığı için belki çarpık yapılaşma daha da hızlanmış. “Arazi yetmiyor napalım” deyip düşeyde yükselmeye yönelim oluşmuş. Bu sefer de yapıların katsayıları artmış. 13-14 katlı yapılar yapılmış. Çok eskiden planı yapılmış olmasına rağmen belediyelerin müdahaleleriyle planlar değiştirilmiş. Yapılan 5 yıllık planlar ve tadilat imar planlarıyla kat sayıları arttırılmış. Dolayısıyla bazı bölgeler birazcık yaşanmaz yerler haline gelmiş durumda. Yine belki de Trabzon’un en yaşanılan yeri eski çekirdeği. Çünkü o sokak dokusu vs. duruyor. Ama Boztepe’ye çıktığınızda Beşirli tarafına gittiğinizde, Erdoğdu yukarılarına yöneldiğiniz zaman tarlaya imar alınmış ve binalar bir anda yapılıp bitiriliyor. Ama binanın yolu yok. Bu olayın birebir örneği kendi ailemde yaşandı. Babamların yaşadıkları evin bir anda yolları kesildi anlayamadığımız bir şekilde. Birisinin tarlasıymış. İzin alınmadığı için belediye karşı tarafla hiçbir anlaşma yapmamış, masa üstünde bir plan yapmış ama halbuki burası birinin arsası. Dolayısıyla insanları bu mekansal sıkışıklıklar zora sokuyor. Mesela otopark büyük bir sorun Trabzon’da. g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 Ev alıyorsunuz otoparkınız yok, araç koyacağınız yer yok. Bunlar da sıkıntı yaratıyor. Zeminler sağlam mı? Bu çok düşünülmüyor. Zemin etütleri yapılıyor. Ama belli bölgelerin zemininin sağlam olmadığı söyleniyor. Ama buralarda son derece yüksek katlı yapılar yapılıyor. Çok sayıda irili ufaklı depremler oluyor Türkiye’de. Tamam, biz 4. kuşaktayız. Siz de okuyorsunuz, biliyorsunuzdur. Depremden uzaktayız. Ama Erzurum’da, Erzincan’da şiddetli bir deprem olsa bizi de etkiliyor. Bu kadar eğimli topografyaya böyle bir müdahale yapıp yüksek katlı yapıları yaptığımızda herhangi bir zemin sarsıntısında bir tahribat mutlaka olacaktır. Eskiden insanlar belki bu kaygıları taşımıyorlardı. Ama bu yıkıcı depremlerden sonra şimdi herkesin aklında bir soru işareti oluyor. Mesela benim evimin yakınlarında oturan arkadaşlarımla konuştuğum zaman ciddi kaygıları oluyor. Burada bir sarsıntı olsa biz ne yaparız diye korkuyoruz. Çünkü blok blok evler, üst üste üst üste ve inanılmaz istinat duvarları yapılarak g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 bunlar inşa ediliyor. Bu da insanların sosyolojik olarak etkilenmelerine neden oluyor. Tabi görüntü kirliliği bir yandan da balkonunuzdan çıkıyorsunuz denizi göremiyorsunuz, YRD. DOÇ. DR. HAMİYET ÖZEN Mimarlık Fakültesi - Mimarlık Bölümü Restorasyon Anabilim Dalı Başkanı Lisans eğitimini 1985 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesinde tamamladı, yüksek lisans(1990) ve doktora eğitimini(1994) Texas Tech Universitesinde gerçekleştirdi. Bulunduğu görevler: Mimarlık Bölüm Başkan Yardımcılığı Karadeniz Teknik Üniversitesi 1996-1998 Mimarlık Bölüm Başkan Yardımcılığı Karadeniz Teknik Üniversitesi 2003 (devam ediyor ) Rölöve ve Restorasyon Anabilim Dalı Başk. Karadeniz Teknik Üniversitesi 1999-2003 karşınızdakinin camına bakıyorsunuz veya bilmem başka yere. Kirlilik, hava kirliliği Türkiye’nin en yeşil bölgesinde kömür dumanı solumanıza sebep oluyor. Yani metre kareye düşen nüfusu arttırdığınız zaman sorunlar da giderek artıyor. Yeşil alanınız hiç yok. Çocuk oyun alanınız yok. Çocukları da düşünmek gerekiyor. Kadınları düşünmek gerekiyor. Bir çoğu ev hanımı Trabzon’daki kadınların; bunların sosyalleşeceği mekanları, parkları düşünmek lazım. Trabzon’u kent olarak dolaştığınızda belki şimdi şimdi yeni bir şeyler yapılmaya çalışılıyor. Ama çok yetersiz. Engellileri düşündüğünüz zaman son derece başarısız bir kent. Hepimiz bir gün engelli olacağımızı düşünürsek; ya da sokaklarda dolaşmak, yürümek isteyen bir annenin çocuk arabasıyla Trabzon sokaklarında dolaşırken neler çektiğini anlamak sorunun boyutlarını da daha iyi göz önüne serecektir. Tanjant yoluna gelelim örneğin, kentin orta yerinden geçirildi. Tamam yapıldı diyelim ama sonuç olarak bir kot farkı çıktı ortaya. Yukardan gelen bir yaya 7 engelliyse veya çocuk arabasıyla gelen biriyse merdivenlerden aşağıya inmek zorunda. Yani alt bağlantılarında bir rampa yok, hiç bir şey yok. Dolayısıyla bunlar da sıkıntı yaratıyor. İnsanların kullandığı kent mekanlarının bu kadar çarpık yapılaşmaya sahip sokak dokusunun oluşturulması burayı insan odaklı kent olmaktan çıkarıyor. Kentin birazcık insan ölçekli ve insan odaklı olması lazım. Çünkü her yere araçla gitmiyorsunuz. Trabzon küçük bir kent. Yürüyerek gitmek daha kolay oluyor ama ulaşmak erişmek çok zor, kaldırımların standartları yetersiz. Dediğim gibi her yere araçlar park ediliyor, yayaların hiçbir hakkı yok gibi. Yaya geçitleri düzensiz, ışıklı olan yerler düzensiz. Sadece yapıların çirkinliğini düşünmek yetmiyor. Yapıların çevreleri de önemli yani o çevre, o alt yapıyı sağlamak gerekiyor ki o zaman sağlıklı bir kent olsun, insanlar orda rahat hareket edebilsin. Günümüzde çarpık yapılaşmaya çözüm olarak kentsel dönüşüm görülüyor. Siz bu konuda neler 8 söyleyeceksiniz? Kentsel dönüşüm bütün dünyanın konuştuğu bir konu, tabi olması gereken de bir şey. Çünkü kentleri düşünün bir metabolizma gibi kuruluyorlar, büyüyorlar, gelişiyorlar ve ondan sonra yaşlanma sürecine giriyor. Mutlaka bir rehabilite etmek gerekiyor, bakım yapmak gerekiyor. Ama acaba bizde uygulandığı gibi mi yapmak gerekiyor? Bir yeri yıkıyorsunuz ve oraya yeni bir yapı yapıyorsanız bu bence dönüşüm olmuyor. Bu yeniden yapma oluyor. Dönüşüm demek bir şeyi bir şeye dönüştürmek yani onu bozmadan dönüştürmek anlamına geliyor. Bir yerleşke varsa o yerleşkenin karakterini koruyarak orayı rehabilite etmek, daha yaşanılabilir bir hale getirmek tam anlamıyla. içinde yaşanılan binalar işlevsel olarak ömrünü tüketmişse başka bir işleve dönüştürmek ve o işlevle hayatlarını devam ettirmeyi sağlamak veya yapıları güçlendirmek gibi ve sokak sağlıklaştırması, cephe sağlıklaştırması gibi uygulamalarla, belirli çözümler üreterek dönüştürmek bazı alanlarda gerekli. Mesela Trabzon’da vadilerimiz var, vadilerde zaten yerleşke yokmuş tarihinde. Dolayısıyla buraların boşaltılması doğru bir karar. Çünkü nefes alma yerleri kentin, buralar boşaltılmalıydı doğru bir karar. Tartışılan şu olabilir boşaltıldıktan sonra yapılan projeler daha iyi olabilir miydi, daha farklı olabilir miydi ya da kötü yönleri tartışılabilir ama oraların boşaltılması gerekli bir şeydi. Yoğun yerleşime, köklü bir yerleşkeye sahip olan yerlerde mesela Trabzon’da şu an gündemde olan çömlekçi projesi var. Çömlekçi Trabzon’un liman arkası eski yerleşmelerinden biri. İçinde iki tane kilise var, şapel var. Eski papaz evi ordaymış. Dolayısıyla hem gayrimüslim zamanında hem müslümanların geldiği dönemde bir yerleşme alanı, orda bir doku söz konusu bozulmuş olsa bile. Şimdi burayı yok sayıp da sıfırdan yapmak bence dönüşüm olmuyor yeniden yapmak oluyor. Dolayısıyla bu konularda biraz hassas davranmak gerekiyor. Dönüştürürken kentin g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 belleğini silmemek gerekiyor. Çünkü kentin bir belleği var, ruhu var. Orda yaşamış insanlar var ve yaşanmışlıklar var. Bizim yaşama şeklimiz yapılarımızla bir belge olarak kalıyor. Bu yapıları yıkıp yok ettiğiniz zaman o fiziki mekana yansıyan anılarımız, yaşanmışlıklarımız ortadan kalkıyor. Düşünün tanjant yolu yapıldığında benim küçük kardeşimin ilkokulu yıkıldı. Şimdi bir ilkokulu yok. İlerde çocuklarına diyemeyecek ki ben şu okulda okumuştum. Sadece ismi kaldı, fotoğrafı kaldı. Bunlar toplum belleği için önemli şeyler. Hem de köklü bir okul ise, köklü bir mahalle ise bunun izlerini gelecek kuşaklara aktarmakta her zaman yarar var. Sıfırladığınız zaman hiçbir şey kalmıyor. Bu da hoş bir şey değil. Kentin her dönemi kötü yapılaşma bile olsa o kentin tarihidir. 70 ile 80 yılları arası çok çarpık bir kentleşme, 90’dan sonra çığırından çıkmış yapılaşma varsa o da bu kentin tarihi. Onu yok saymakta birazcık tarihe karşı sorumsuzluk gibi bir şey. Orayı da yaşamış bu kent. Üstelik bu dönüşüm alanlarının pek çoğu mesela bizim kentimizde planlı alanlar. Şimdi vadiler gecekondu alanı, plan dışı veya bazı şehirlerde plan dışı gecekondu alanları oluşmuş. Ama Trabzon’daki planlı alanlar yani siz imar planı olan alanı sıfırlayıp yeniden yapıyorsunuz. Buna birazcık dikkat etmek lazım. Çünkü o nüfusu alıyorsunuz başka yere taşıyorsunuz, oraya başka bir nüfusu getiriyorsunuz. Düşünün ki 80 yaşındaki bir insanı oradan alıp da bir başka yere götürdüğünüz zaman sıkıntılı, yani bir saksıdan bir bitkiyi söküyorsunuz ki ben bunu bu sene yaşadım. Üç tane bitkim öldü. Daha iyi bir toprağa koydum gelişsinler diye bir hafta sonra hepsi öldü. Dolayısıyla belli bir yaşın üstündeki insanları oradan koparıp da başka bir yere götürdüğünüz zaman onun kök g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 salması artık imkanı yok. Yeni yaşam kurması çok zor. Siz de kentsel dönüşümün yapılması gerektiğinden bahsettiniz. Aynı şekilde bende öyle düşünüyorum. Ama sizce kentsel dönüşüm yapılırken rantsal bir çıkar söz konusu mu ve Trabzon’daki bu projeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Birkaç tanesinden bahsettim. Vadilerin boşaltılması olumlu bir şey. Ama yapılacak projeler daha iyi olabilirdi veya olacaktır. Tabakhane’yi henüz görmediğimiz için yorum yapamayacağım, Çömlekçiye gelirsek evet rehabilite edilmesi gerekiyor. Özellikle yol şeridindeki sosyal konaklama mekanları, onlar sonradan yapılmış. Ama acaba arka doku biraz daha ıslah edilme yoluna gidilebilir mi? Sıfırdan ele alınması yerine. Narlıbahçe dedikleri yer şu andaki Varlıbaşın arka tarafına doğru, orda bir düzenleme yapılmak isteniyor,tamamen yıkıp yapma yerine. Rant var mıdır diye sorarsak? Şimdi yapı yapılan her şeyde rant mutlaka var. Siz de meslek icabı bunu biliyorsunuz, öğreneceksiniz de mutlaka. Ama o rantı nasıl kullanıyorsunuz, kimden yana kullanıyorsunuz. Yani oradaki halkı mağdur ediyor musunuz veya bu kentliyi mağdur ediyor musunuz. Çünkü sonuçta bunların hepsi kentin kullandığı mekanlar. Dolayısıyla kamu yararını göz önüne alarak projelendirme yapılırsa ve herkesin bu mekanları kullanmasına olanak tanınırsa, orda yaşayan halk mağdur edilmezse konut alanında vs. o zaman yapılabilir. Dediğim gibi rant mutlaka olacaktır. Dünyanın her yerinde de bu var. İnşaat işinde rant var, yok denirse hiç gerçekçi olmaz. Bunun nasıl kullanıldığı önemli. Halktan aldığını halka daha fazla verirsen burada bir sıkıntı zaten olmaz veya oradaki insanları mağdur etmezsen. Yani istimlak bedeli ödüyorsun minimumdan ödüyorsun o zaman insanlar mağdur oluyor. Orda bir evi varsa başka bir yerde ev sahibi olabilmeli. Kiracıysa ne yapacak. Buna bir çözüm üretilmeli. Dediğim gibi getirim mutlaka olacaktır bunu nasıl kullandığınız önemli. Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı? Kentler hepimizin. Meslek ayırmamak gerekiyor. Özellikle kentli olarak düşündüğümüzde çevremize duyarlı olmamız gerekiyor. Bunu hem yapısal olarak hem mekan kullanımı açısından düşünerek daha duyarlı daha insan odaklı, yaşanabilir mekanlar yaratma derdinde olmamız gerekiyor. Gördüğümüz bir sorun kentteki bir aksaklık bizim de sorunumuz olması gerekiyor. Bugün benim değil diye geçmemeliyiz. İnşaat mühendisi de kafa yormalı eğer bir yanlış varsa mimarı da sosyal konularda çalışanı da, şehir plancısı da kentte yaşayanı da. Bunu biz bazen konuşuyoruz bütün suçu mimarlara atıyorlar. Mimarların yüzünden bu kent bu hale geldi, sizin öğrencileriniz yüzünden. Halbuki öyle değil bizim öğrencimiz birine proje yapıyor ve talep geliyor. Yani mal sahibi diyor ki ben böyle bir şey istiyorum. Para benim değil mi ben böyle yaptıracağım. Mimarlarda para kazanmak zorunda aç gezecek hali yok ya. Dolayısıyla hepimizin duyarlı olması gerekiyor. En önemli şey bu. Duyarlı olalım yanlış gördüğümüz bir şey varsa şikayet edelim. Öğrenci olarak okulda öğrendiğimiz bilgilerin yanında topumun bir parçası olduğumuzu yaşadığımız kentin bir parçası olduğumuzu ve ona her bakımdan katkı verebileceğimizi düşünerek toplumsal olaylara daha duyarlı sivil toplum örgütlerinin içinde bu sorunları ele alan kuruluşların içinde katkı verme yolunda ilerleyelim derim. 9 C A N D U R N A - VA H İ D E N A Z A R YE N G Ü N E R AT I L I M Ü N İ V E R S İ T E S İ Ankara’nın Trafik Sorunu Dosyası genç-İMO Ankara Şube’de toplantılar için genelde Salı günleri 18.00–18.30 için sözleşilir, ancak eğer okulda son saatte dersiniz varsa, toplantıya zamanında yetişmek neredeyse imkânsızdır. Ankara’nın trafik sorununa eğilme fikri de, başlaması geciken bir toplantı gününe denk gelmişti. Sonuçta hepimiz inşaat mühendisi olacaktık ve okullarımızda trafik mühendisliğine giriş derslerini birçoğumuz almıştık. Sorunun genişçe ele alınıp, anlaşılabilmesi için; akademisyenlerin görüşleri, sorumlu ve yetkili kişilerin söyleyecekleri ve halkın düşünceleri olarak 3’e bölünmesi iyi olacaktır. Bu bölümün ilk kısmında Atılım Üniversitesi’ndeki arkadaşlarımız Can Durna ve Vahide Nazar Yengüner arkadaşlarımızın Yrd. Doç. Dr. Cumhur Aydın Hocamızla yaptıkları görüşmeyi aktaracağız. Ankara’nın çözüm bekleyen bir trafik sorunu var mı, varsa sebepleri nelerdir? Kuşkusuz var. Bunu mutlaka bir akademisyenin tespit edip açıklaması kıymetli ama zaten fiilen Ankara’da yaşayanlarda böyle ağır ve kapsamlı bir trafik sorununun var olduğunu biliyorlar. Bunun birçok nedeni var. Ancak önce sorunun ne olduğunu kısaca bir tanımlayalım daha sonra neden ortaya çıktığını da belirtelim. Ankara’daki trafik sorununun en temel nedeni hemen hemen bütün şehir içi seyahatlerinin binek aracı ağırlıklı yapılıyor olmasıdır. 1990’ların başından bu yana mevcut metro hatlarının üstüne ne yazık ki hiçbir ilave hat açılamadı. Bir kısım çalışmalar yapıldı ve yapılıyor ancak hepimiz biliyoruz ki bu yeni hatların oluşturulmasında çok önemli finansman sıkıntıları çekildi ve şimdi ulaştırma bakanlığına devri söz konusu oldu. Dolayısıyla geçtiğimiz 20 sene içerisinde yeni hiçbir metro hattı açılamadı. Son derece sınırlı Ankaray ve Ankara metrosunun Kızılay Batıkent hattı elimizde mevcut. Bu da bütün seyahatlerin kent içerisinde otomobillerle ve önemli sorunları olan otobüslerle yani yer üstünden yapılması sonucunu doğuruyor. Bu dahi artan trafik yoğunluğunda çözüm bulunabilen sorunlar arasında kalabilirdi. Ancak ne yazık ki mevcut belediye yönetimi sorunu daha da ağırlaştıracak adımlar attı. Motorlu taşıt trafiğinin kent içerisinde trafik mühendisliği prensipleri içerisinde yönetilmesini imkânsız hale getirecek bazı kavsak düzenlemeleri yaptı. Biz bunu kamuoyunda da bilinen şekliyle katlı kavşaklar veya battı-çıktılar olarak ifade edebiliriz. Yine uzman kimliğimizle biliyoruz ve yurt dışındaki tecrübelerden de görüyoruz ki katlı kavşaklar özellikle kent içlerinde motorlu taşıt trafiğinin istenmediği halde kentin değişik 10 g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 arterlerini daha fazla kullanılmasına ortam yaratıyor. Belki de en olumsuz tarafı trafiğin yönetilme imkânını ortadan kaldırıyor yanı bir noktaya katlı kavsak yapıldığında bir sonraki noktada yanı bir sonraki kavşakta da benzer gereksinimler ortaya çıkıyor. Buna yetişme cabası hem kaynakların doğru kullanılmama sonucunu doğuruyor hem de yoğun araç trafiğinin bir kaç noktadan kontrolsüz geçtikten sonra diğer noktada birikmesi sonucunu doğuruyor. Dolayısıyla toparlayacak olursak son 20 yılda toplu taşımaya ve raylı sisteme ilişkin neredeyse hiç bir iyileştirme yapılmazken motorlu taşıt trafiğini yönetecek unsurlarda ortadan kaldırıldı. Yani Ankara’da çifte olumsuzluk yaşadık ve yaşıyoruz. Diğer sorunlarımıza geçmeden bu neden başımıza geldi hemen konuşmanın başında bunu da saptamak doğru olacaktır. Ne yazık ki, 5 milyonu aşkın insanın yaşadığı Ankara kentinin Büyükşehir Belediyesi ve sayın belediye başkanı trafik mühendisliği gibi bütün dünyanın son derece önemsediği ve büyük bir dikkatle prensiplerini uygulamaya çalıştığı bir alanda tamamen kişisel, uzmanlık birikimine ve bilimsel yaklaşıma ters düşen, trafik mühendisliği prensiplerinin en ufacık bir ayrıntısını dahi dikkate almayan bir yaklaşım içerisinde. Bu biraz önce ifade ettiğim gibi hem doğru olmayan bir kısım uygulamaları Ankara’ya dayatıyor, hem de son derece sınırlı kaynakların har vurup harman savurulması sonucunu doğuruyor. Keşke yapılan yanlışlar ve ortaya çıkardıkları olumsuzluklar son 20 yılla veya 2012 ile sınırlı olsaydı. Bu Ankara’nın bundan sonraki 20–30 senesini büyük bir sıkıntı ve keşmekeş içerisinden geçirmesi sonucunu doğuracaktır endişemiz ve tespitimiz bu yöndedir. Siz sorunun kaynağının yerel g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 yönetimlerin yanlış politikaları olduğunu belirtmiştiniz. Bu bağlamda direkt olarak Ankara’nın trafik sorununu Ankara Büyükşehir belediyesine mi bağlamalıyız. Bunun akabinde en acil çözüm bekleyen sorunumuz sizce nedir ve çözüm önerileriniz ne yöndedir? Neredeyse var olan trafik sorununun tamamını Büyükşehir Belediyesi’nin yanlış politikalarına bağlıyorum çünkü arada bir yönetim değişikliği olmadı hepimiz biliyoruz ki 90lı yılların başından bugüne kadar Sayın Melih Gökçek yönetimindeki belediye Ankara’nın trafik ve ulaştırma yatırımlarını yönetiyor ve yönlendiriyor. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki merkezi bakış acısı hayatta kalabilseydi; Özellikle kent planlamasına yönelik merkezi idarenin bilgi birikimi ve uzmanlığının yerel yönetimlere aktarılması şansı elimizde olsaydı o zaman belediyeyi yönlendirmek, belediyenin yanlışlarını yasal unsurlar takıp ve onu doğruya doğru yönlendirmek mümkün olacaktı. Ne yazık ki yasada daha önce var olan bir kısım kontrol mekanizmaları da önemli ölçüde elden çıkarıldı ve yine kabul edelim ki meslek örgütlerinin çabalarının dışında, hükümetler özellikle Ankara Büyükşehir Belediyesine son 10–15 yıldır somut yanlışları, hataları ve bilim dışı uygulamaları ortadayken ve neredeyse herkes tarafından çok net izleniyorken hatta bununla ilgili sayısız dosya ve rapor ortaya çıkmışken herhangi bir yasal müdahalede de bulunmadılar. Dolayısıyla belediye yönetiminin yanlışlarını ve hatalarını merkezi idarede paylaşıyor. Sonuç olarak tek başına şu kişi veya kurum sorumludur demek çok doğru olmayabilir. Bir ülkenin başkentinden giderek ağırlaşan bir ulaşım sorunları varsa ebetteki bundan merkezi idarede sorumlu tutulabilir. Sorunuzun ikinci kısmına dönecek olursak, çözüm olarak önce bir tespit yapalım. Küçük anlık müdahalelerle önemli iyileştirmeler yapmak sahiden çok kolay değil. Örneğin yeni bir metro ağı hizmete alınamadı diyoruz. İnşaatı devam eden yatırımlara baktığımızda bunlarında kendi içerisinde devam eden olağanüstü problemleri olduğunu görüyoruz. Kızılay’ı, Bahçelievler’i büyük bir yerleşim yeri olan Ümitköy’e taşıyacak olan hat neredeyse mevcut Eskişehir yolu güzergâhında takip etmektedir. Bunun çok önemli yolcu besleme sorunları yaratacağını görüyoruz dahası eğer bu hat bu şekilde seçildiyse ve karayolunu takıp edecekse o zaman neden birçok dünya örneğinde olduğu gibi yer üstünde çok daha küçük bir maliyetle ve çok daha kısa bir surede bunu hizmete açma yoluna gidilmedi. Yani yüksek maliyetle hat esas talebin bulunduğu yerlere gidilebilecekken böyle bir çalışma yapılmadı. Benzer şekilde Batıkent’i sonraki istasyonlara bağlıyacak uzatma metro hatlarında da önemli taşıma problemleri çıkacağını öngörüyoruz. Devam etmekte olan bir kısım ulaştırma yatırımlarının çözüm olacağını umabilmekte çok mümkün değildir. Çünkü onlar planlanırken de yine bilimsel unsurlara özen gösterilmedi. Dolayısıyla çözüm kelimesini 11 andığımız anda en önemli parametre bilimin referans alınmasıdır. Ne yazık ki ben bir akademisyen şapkasıyla mevcut yerel yönetimin görevde kaldığı sürece bilimsel unsurları dikkate alacağını hiç bir şekilde düşünemiyorum. Ve keşke bu mümkün olsaydı. Merkezi yönetimin de bu konuda yerel yönetimi zorlayacak veya bilimsel inisiyatif alacak bir çaba içerisinde gireceğini düşünemiyorum. Maalesef bilimin referans alınması yolunda karanlık bir tablo çiziyorum ama bu sürekli bir şeyleri eleştirip herhangi bir iyileştirme önerisinde bulunmamakta biz bilim insanlarına yakışmaz. Söyleyebileceğimiz en iyi şey araca bağlı taşımaların mutlak suretle ve ivedi bir biçimde toplu taşıma hizmetlerinin standardı yükseltilerek azaltılması önerisidir. Eğer belediye otobüslerinin durak-hat seçimi ve mevcut karayolu ağımızın kullanımı konusunda bilimsel bir çalışma yapılırsa çok düşük maliyetlerle mevcut toplu taşıma sisteminde önemli rahatlamalar olacağı düşünülebilir. Kavşaklarda büyük yatırımlara girilmeden sadece trafik mühendisliği prensiplerinin uygulanması, yeşil-kırmızı ışık sürelerinin trafik taleplerine bağlı olarak tespit edilmesi ve düzenlenmesi, kavşakların geometrik düzenlemesinin yapılması, şerit çizgilerinin düzenlenerek trafiğe katılma ve ayrılmaların disiplin altına alınması gibi basit çözümler çok kısa bir sürede büyük önem taşıyacak rahatlamaların kapısını aralayacaktır. Fakat bunları her dile getirdiğimizde belediye yönetimi bunlar siyasi bir yıpratma ve belli bir eleştiri odağının fikirleri yorumunda bulunmaktadır. Mevcut belediye yönetimi bilimin sesini siyasi bir yorumla değerlendirdiği için oturup tartışabileceğimiz, çözüm sunabileceğimiz bir ortam 12 bulunmamaktadır. Dünya başkentlerinin trafik mühendisliğine bakışı ne durumdadır ve bu konuda örnekler verilebilir mi? Eleştirilerimizin doğruluğunun en önemli tespiti dünya başkentlerine baktığımızda ortaya çıkıyor. Görüyoruz ki, taşıt sahipliği ve araç kullanımı bizden daha fazla olan ülkeler bizim bugün yaşadığımız sıkıntıların bir bölümünü 15–20 yıl önce yaşamışlar. Tespit etmişler ki, karayoluna bağlı ulaşım sistemi ve karayolu tabanlı iyileştirmeleri hiçbir şekilde trafik sorununa çözüm sunmuyor. Bu tespiti 10 yıllar öncesinde yaptıkları için metro hatları hizmete almayı 1900’lerın başından başlayarak günümüze kadar sürdüregelmişler. Toplu taşımı kentlerde hayata geçirerek yaygınlığını ve kullanılabilirliğini arttırarak devam etmişler. Bilindiği gibi Londra’da, Stockholm’de kent merkezlerinin motorlu taşıtlarca kullanılması azaltmaya yönelik başka tedbirler devreye sokuluyor örnek vermek gerekirse “ayak bastı” ücreti niteliğinde merkeze giriş ücretleri alınmakta, park ücretleri artırılmakta. Bu kentlere seyahat ettiğimizde göreceğiz ki, motorlu taşıtların trafiğini katlı kavşaklarla ve bir kısım palyetif adımlarla yönetmek ve rahatlatmak mümkün değildir. Trafik mühendisliği prensiplerinin her kösede her metrede uygulanmasını sağlamak ve bunun için daha fazla uzman yetiştirerek yerel yönetimlerde bu uzmanlara çalışma ortamı sağlamak günümüz dünyasının trafik mühendisliğinin değişmeyecek bakış açısı ve inancıdır. Diğer büyük kentlerimiz İstanbul ve İzmir ile karşılaştırdığınızda Ankara’nın aynı sorun içerisindeki yeri sizce nedir? İstanbul ve İzmir’de başta çevre yolları olmak üzere bütün ana arterler karayolları genel müdürlüğü tarafından bir kısım uluslararası standartlar takip edilerek inşa edildi. İşaretlemeleri ve diğer trafik unsurları trafik unsurları yine bu standartlara bağlı kalınarak yapıldı. İstanbul ve İzmir’de trafik yoğunluğunun çok daha fazla ve sıkıntılı olmasına rağmen disipline olmuş bir trafik ortamı var. Ankara’nın trafik sıkıntısı İstanbul’la kıyaslanamayacak kadar derin ve köklü. Çünkü Ankara’daki bütün karayollarımız ve caddelerimiz hiçbir uluslararası standart takip edilmeden inşa edildi ve trafik mühendisliği standartları takip edilmeden işletiliyor. 8.30–10.00 ve 16.30–18.30 saatleri arasında yoğunlaşan taşıt trafiğine belirli kamu kuruluşlarının mesai başlangıç ve bitiş saatlerinin ileri-geri kaydırılması çözüm olabilir mi? Elbette ki çalışma saatlerinin kaydırılmasının, servislerin kullanımına başka bir disiplin getirilmesinin önemli rahatlamalara sebep olacağını düşünüyorum. Çünkü kentlerin esas anlamda sıkıntıları pik saatlerde ortaya çıkmaktadır. Eğer şehrin pik saatlerdeki yükü biraz olsun diğer saatlere kaydırılabilirse trafikte rahatlama olması doğal bir sonuç olacaktır. Böyle bir tartışma ortamı sağladığınız ve kamuoyuyla bu sorunu paylaşma imkânı yarattığınız için sizlere teşekkür ederim. Ağırlaşan trafik sorununa çözüm bulabilmek için bıkmadan usanmadan bu konuyu güncel tutabilmemiz, tartışmamız ve kamuoyu yaratmamız lazım. Kamuoyunu bilinçlendirmek konusundan bu küçük röportajınızın büyük hizmetler vereceğini düşünüyorum. Hassasiyetinize ve ilginize teşekkür ederim. g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 ÖZGÜR TOSMAK BALIKESİR ÜNİVERSİTESİ Resmi rakamlara göre yılda 7 bin iş kazasının olduğu ülkemizde AKP’nin iş başına geldiği 2002 yılından bu yana 10 bin 297 işçi iş kazalarında hayatını kaybetti. Yaklaşık 16 bin işçi de sürekli iş göremez hale geldi. 2002 yılından 2011 yılının ekim ayına kadar geçen sürede, 706 bin 608 iş kazası meydana geldi. Bu kazalarda 15 bin 961 işçi sürekli iş göremez hale gelirken, 10 bin 297 işçi de yaşamını yitirdi. 2008 yılından bu yana 4 bin işçi çalışırken can verdi. Sadece 2010 yılında ölen işçi sayısı 1500’e yaklaştı. Aynı yıl 2 bine yakın işçi de iş göremez hale geldi. Bu yazıyı yazdığımız dönem içerisinde İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi nisan ayında 87 işçinin iş kazaları sonucunda yaşamını yitirdiğini açıkladı. “İş cinayetleri kadın, erkek demeden, ülkemizin dört bir yanında Nisan ayında da devam etti. Yazılı, görsel ve dijital basından tespit edebildiğimiz kadarıyla bu ay en az 87 işçi hayatını kaybetti” denilen açıklamada, ölümlerin en çok inşaat, maden ve enerji sektöründe yaşandığına dikkat çekildi. AKP hükümeti çıkardığı yasalarla işçilerin sağlık ve güvenliğini işin güvenliğini esas gerekçe alması gerekirken patronların işverenlerin çıkarlarını savunan gerekçeleri esas alarak işçi ölümlerine davetiye çıkartıyor adeta. Bu tutum karşısında iş kazalarından dolayı yaşanan ölümlere işçi ölümleri diyemeyiz. Yaşanan bu ölümler işçi sağlığı ve güvenliği olarak gerekli tedbirleri almayan patron, işveren ve işyerlerinin işçi sağlığı ve güvenliği g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 bakımından yeterli düzeyde denetlenmesini sağlamayan hükümetin işlediği cinayetlerdir. 1 milyona yakın güvenlik personelinin olduğu ülkemizde resmi rakamlara göre yılda 7 bin iş kazası olurken, iş sağlığı ve güvenliği yönünden sadece 465 denetim elemanı bulunmaktadır. Birkaç yıl öncesine kadar işçi sağlığı ve iş güvenliği olarak tarif edilen düzenlemelerde bugün “işçi” kavramı ortadan kaldırılarak günümüzde artık iş sağlığı ve güvenliği olarak tarif edilmektedir. Bu da hükümetin, işçilerin canına ve patronların çıkarlarına ne kadar değer verdiğinin bir göstergesidir. İşçi cinayetlerinin kaynağında, işin daha ucuza mal edilmesi, daha fazla kâr, daha fazla büyüme için işçinin canına kasteden, kötü, sağlıksız, güvencesiz, esnek ve kuralsız çalışmalar vardır. İşçi, işverenin tasarladığı bir düzenek içinde çalışıyor ve bu düzeneğin oluşumunda kesinlikle kendisinin bir söz hakkı bulunmamaktadır. İşveren, işçiye belirli bir zaman diliminde işi bitirmesini zorunlu kılmakta veya işçiye belirli bir üretim adedi koyarak onu daha hızlı çalışmaya zorlamaktadır. İşçinin zarar görmemesi için makinelere monte edilen koruyucu aparatların kötü kalitede olması işi yavaşlatıyor ve işçi zaman baskısı ile bu aparatı çıkartabiliyor. Sürekli yoğun bir tempoda çalışan işçinin yemek zamanları ve süresi, tuvalet ihtiyacını gidereceği zamanlar bile işveren tarafından belirlenmektedir. Bu tempoda çalışan işçinin bir anlık dalgınlığı onun canına neden olabiliyor maalesef. Bu şartlar altında çalışan işçiler için ilk kademe öncelik, işçi sağlığı ve güvenliğini gözeten bir üretim altyapısı kurulamamış demektir ki, öncelikle bu üretim altyapısının kurulması için iş yerlerinin düzenli olarak denetiminin yapılması gerekmektedir. İş yerindeki altyapısal sorunlar ortadan kaldırıldığında iş kazası olma riski de büyük oranda çözülmüş olacaktır. İkinci olarak işçiye çalışacağı işle ilgili eğitim verilmesi ve üçüncü olarak da işçinin donanımı (baret, maske, eldiven vs.) sağlanmalıdır. Burada sorun işçinin hayatının beş para etmediği sermaye düzenidir. Daha fazla kâr hırsıyla işçinin çalışma koşullarını düzenlemeyen, işçiye gerekli eğitimi vermeyen, işçinin donanımını sağlamayan, buna harcadığı parayı boşuna gören sermayedarlar, patronlardır. Yasaları, tüzükleri uygulamayanlar için getirilen cezaların caydırıcı olmamasında, denetlemesinin yapılmamasındadır. Koruyucu tedbirlerin alınması yerine devlete para cezası ödemek ya da işçiye “kan parası” ödemek sermayedar için daha tercih edilir olmaktadır. Bunlar yetmezmiş gibi patronlar ‘‘ceza değil teşvik verin’’ diyebilmektedirler. 13 E M R E B İ R A N D K A R A B AY R A K TA R KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ İşçiler mezara paralar kasaya Bildiğimiz üzere ülkemizde geçtiğimiz aylarda çok sayıda işçi, güvencesiz, esnek çalış(tırıl) madan dolayı yaşamını yitirdi. Aslına bakılırsa ülkede yaşanan onca gözaltı, tutuklama, temel hak ve özgürlükleri için alanlara çıkan emekçilere karşı yapılan saldırıların yanında işçilerin de bu durumdan nasibini alması gerekiyordu, nitekim aldılar. Geçtiğimiz 3 ay içinde yaklaşık 50 işçi yaşamını yitirdi, 300’e yakını da yaralandı ve bunların çoğu bir ay içinde gerçekleşti. Meslek odaları, sendikalar ve sivil toplum 14 kuruluşları her ne kadar bu ölümlere dur deseler de iktidar yine kendi bildiğini okudu, okumaya da devam ediyor. Katliamlarıyla ülkeyi toplu mezarlığa dönüştürüyor. Böyle bir dönemde “Toplumcu Mühendislik” kavramının önemi daha da artıyor. Bu kavramın da temeli elbet ki üniversitelerimizden geçiyor. Aldığımız eğitimin kalitesi de toplumcu mühendisliğin öğretilerini içermiyor. Öğretilen teorik dersler gerçek hayata dair bir ışık tutmuyor, bilimsel eğitimden uzak olan dersler yalnızca sermayenin işine yarayan ve zorunlu seçmeli olarak önümüze geliyor. Bir de okullarda yapılan kariyer günleri ile bir şirkette CEO olmuş, sınıf atlayıp takım elbise kravat takınca kendini padişah zanneden bir zat, gelip yarıştan nasıl galip geldiğini anlatıyor. Şantiyelerinde ölen işçilerden hiç bahsetmiyorlar ama. Acaba neden? Toplumcu mühendislik işte tam bu noktada bu kendini bilmezlere karşı “üniversiteler bizimdir” diyebilmektir. Mühendislik günleriyle sermayedarların yıkımını anlatıp fakültemizde yaşanan bu kabul g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 edilemez durum karşısında nitelikli eğitim talebimizi daha güçlü bir şekilde haykırabilmektir. Türkiye’de son 10 yılda özelleştirmelerle çoğu kamusal üretim alanları sermayedarların, patronların eline geçiyor, hal böyleyken işçi, hayatını iş yaşamı dışında sağlıklı bir şekilde sürdürebilme mücadelesi verirken kuru ekmeğinin parasını çıkarırken de hayatını ikinci defa riske atıyor. Geçtiğimiz Mart ayında, İstanbul Esenyurt’ta işçilerin kaldığı çadırda çıkan yangında hayatını kaybeden 11 işçi bu özelleştirmelerin döktüğü ilk kan değil ve son da olmayacağı kesin. İşçinin alın terini taşeronla, esnek çalışmayla sömüren patronlar ceplerini daha da doldurabilmek için artık işçilerin barınmalarına da el atmış durumda. Yaşanan bu ahlaksızlığa dur diyebilecek bir yasa var (şimdilik). Ancak o yasaları denetleyen denetim kurumları işini hakkıyla yapabiliyor mu? Meselenin toplumsal ve ekonomik yanları yanında teknik durumuna da bir göz atarsak eğer aşağıdaki maddelere bir göz gezdirmemizde fayda var: - Baraka/konteynır yerine çadır kullanılması yanlışı 4 Aralık 1973 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile çıkan ve hala yürürlükte olan İşçi sağlığı ve iş güvenliği tüzüğünün ‘İşçilere ait yatıp kalkma yerlerinde ve diğer müştemilatında bulunması gereken sağlık şartları ve güvenlik tedbirleri’ ikinci bölümü işçilerin barınma koşullarının nasıl olması gerektiğini açıklıyor. Buna göre: Madde 54 - İşyerlerinde işçilerin, içinde çalıştıkları yerler ile depo ve ambar gibi yerlerin, aynı zamanda işçi konutu olarak kullanılması ve buralarda işçi yatırılması yasaktır. — Çadırların yerleşimi uygun değil. Birbirine çok yakın. — Elektrik tesisatında sorun var. g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 — Acil durum çıkış ve yolları sorunlu. Esenyurt’ta, Davutpaşa’da, Karadon’da, OSTİM’de, Afşin’de, Tuzlada kısacası Türkiye’de nerede bir işçi ölümü gerçekleştiyse ortaya çıkan manzara bundan farksız. Bu sene ilk defa Türkiye’de 28 Nisan 2012 Cumartesi günü İş Kazalarında Ölenleri Anma ve Yas Günü’nde bir forum düzenlendi. Türkiye’nin dört bir yanından gelen yaralanan, ölen işçilerin aileleri bu forumda söz aldı ve sorunlarını dile getirdi. Peki, hangi işveren onların yanındaydı? Hiçbiri… Üstüne üstlük işverenlerden birinin Tuzla’da ölen işçinin ailesine kan parası teklif etmesi, haysiyetsizliğinin ne boyutta olduğunu gösteriyor bizlere. Tersane avukatı da patronunun dilini çok iyi kapmışa benziyor ki yapılan eylemler için “Bir tek sizin eşiniz mi ölüyor, bir sürü insan ölüyor tersanelerde herkes sizin gibi yapsa ne olur?” diyor. Aklını peynir ekmekle yediği çok açık… Akla takılansa duyarlı mühendisler olarak bizler ne yapmalıyız? Düşündük mü hiç mezun olduktan sonra ne yapacağımızı? Birçoğumuz işsiz kalacak ya da ücretli mühendis olarak bir patronun boyunduruğu altında başlayacağız mesleki yaşamımıza. Bize öğretilenin dışına çıkıp iş güvenliği ya da işçi sorunlarını dinleyip onların sesi olabilecek miyiz peki? 11 işçinin yanarak hayatını kaybettiği inşaatta, yukarıda belirtilen önlemlere uyulmuş, sağlıklı ve güvenli barınma koşulları sağlanmış mıdır? Tüm mühendis adaylarına sorulur. NOT: Biz bu derginin yazılarını hazırlarken Giresun’da bir HES inşaatı sırasında meydana gelen kaza sonucu 4 işçi hayatını kaybetti. Doğayı katletmeleriyle bilinen Hidroelektrik Santraller artık onu meydana getiren işçileri de katlediyor. Ölen işçilerden birinin 16 yaşında olması ve sigortasız çalışması inşaat sektörünün patronlarının nasıl bir kar hırsına sahip olduklarını anlamamızda bize daha çok yardımcı oluyor. 15 A H M E T AY G Ü N S A K A R YA Ü N İ V E R S İ T E S İ Mimar ve Mühendis Koca Sinan Dünya durdukça eserlerimi gören aklıselim sahiplerinin çabamın ciddiyetini göz önünde bulundurarak onlara insaf ile bakacaklarını ve beni hayırlı dualarla anacaklarını umarım, inşallah. Büyük Yapı Sanatçımız Koca Sinan’ı Saygıyla Anıyoruz! Her yıl olduğu gibi bu yılda da tüm yurt genelinde Nisan ayı “Sinan Ayı” olarak kutlanıyor ve büyük usta çeşitli etkinliklerle anılıyor. Maalesef bu anma törenlerinin çoğu klişe söylemlerden ileri gitmeyen toplantılardan oluşsa da bizler İnşaat Mühendisleri Odası olarak Koca Sinan’ın gösterdiği çabayı çok büyük takdirle karşılıyor ve “Mimar – Mühendis” kimliğini kullanarak estetik ile modern yapım tekniklerini harikulade bir biçimde bir araya getiren büyük sanat dehası ustamıza göstermiş olduğu çabalar için sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz! 16 Osmanlı Sarayı’nın nesiller boyu mimarbaşılığını elinde bulunduran Mimar - Mühendis Balyan Ailesi’nin bir ferdi olan Sarkis Amira Balyan gibi Kayserili olan Sinan, Ortodoks Hıristiyan mütevazi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gözlerini açmıştır. Kesin olmamakla birlikte bu tarih 15 Nisan 1489 olarak bilinir. Tam 3 padişahla çalışan Sinan, eserleriyle Türk-Müslüman Yapı Tarihi’ne şekil vermiş, yapıtlarının güzelliği ve sağlamlığı ile ünlenmiştir. Sinan’ın imzasını taşıyan yapıların asırlar boyunca otoriteler tarafından ilgi ve beğeni görmesi, halkın dilinden düşmemesi Sinan’ı yine de mütevazi bir kişilik olmaktan alıkoyamamıştır. Kendisinin; “Elfakirul-Hakir Ser Mimaranı Hassa” yani “Değersiz ve muhtaç kul, Saray özel mimarlarının başkanı” mührünü kullanması, öldükten sonra yatacağı türbeyi önceden çok sade bir şekilde inşa etmesi gibi durumlar onun mütevazi kişiliğini ortaya koymakta, bir nevi ispatlamaktadır. Oysa bu mütevazi kişilik, 3 kıtada birden hüküm süren dev bir imparatorluğun neredeyse bütün İmar işleriyle uğraşmış, birçok köklü sorunu çözmekle kalmayıp TürkMüslüman Yapı Tarihinde çağ açıp çağ kapatmayı başarmıştır. “İmar” işiyle uğraştığı için de “Mimar” ismiyle anılan Sinaneddin Yusuf – Abdülmennan oğlu Sinan, yaklaşık 99 yıl süren ömründe birçok başarılı yapıtlara imza atmıştır. Sinan’ın yapılarını incelediğimizde onun Estetik ile Modern Yapım Tekniklerini fevkalade bir şekilde bir araya getirdiğini görmekteyiz. Günümüzde bu iki alanla ilgilenen meslek grupları ayrıldığı için Sinan’a sadece “Mimar” g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 demek çok büyük haksızlık olacaktır. Çünkü o, yapıtlarının neredeyse tamamında o güne kadarki tüm zamanlarda kullanılan Yapım Teknikleri’nin doruğuna çıkmış bir şahsiyettir. Sinan; 99 yıl süren hayatında 107 camii, 52 mescit, 74 medrese, 8 darül-kurra, 45 türbe, 22 imaret, 3 darüşşifa, 7 suyolu, 9 köprü, 31 kervansaray, 38 saray, 8 mahzen ve 56 hamam olmak üzere toplamda 477 eser vermiştir. Bu eserlerin neredeyse tamamı kendi alanlarında kendi zamanlarının en iyisi olmaya layık eserler olmuştur. Aradan asırlar geçmesine rağmen Sinan’ın eserlerini teker teker incelediğimizde hala çok önemli bulgulara ulaşabildiğimizi görmekteyiz. Sinan’ın, zamanın kısıtlı teknolojisine rağmen bu tür yapıları bu kadar kısa sürelerde nasıl ortaya koymuş olduğunu hala tam anlamıyla çözebilmiş değiliz. Mesela onun İstanbul’un Avrupa Yakası’nda inşa etmiş olduğu köprüler, son yıllarda yaşanan su baskınlarında, suyun denize tahliyesine imkân verdiği için hiçbir şekilde sıkıntı çıkartmamıştır. Ama Cumhuriyet döneminden sonra inşa edilen ve aynı bölgede bulunan su kemerleri oluşan su baskınında suyun denize ulaşmasına imkân vermediği için baskın, insan sağlığını tehlikeye atmış, ulaşımı kilitlemiştir. Bu ve bunun gibi birçok durum, Sinan’ın aynı zamanda çok iyi bir İnşaat Mühendisi olduğunun bariz bir kanıtıdır. Başka bir perspektiften Sinan’ı incelersek onun yapıtlarının yaklaşık 600 yıl geçmesine rağmen hala dimdik ayakta durabildiğini görürüz. Onlarca deprem, yangın ve sel felaketi yaşayan bu yapıtların çoğunun hala günümüze dek ayakta durabilmesi Sinan’ın büyük bir statikçi olduğunu gösterir; Sinan, Modern Yapım Teknikleri’ni en ince ayrıntısına kadar kullanmış deha bir g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 İnşaat Mühendisi’dir! Kubbelerde geçmeyi başarmış olduğu açıklık mesafeleri, yapının zemine oturma durumlarının kritiğini yapma gayretleri, su ve kanalizasyon sorunlarını çözmedeki başarıları, inşaat yönetiminde sergilemiş olduğu ileri görüşlü davranışları Sinan’ın zamanın en kaliteli İnşaat Mühendisi olduğunun gerçek birer kanıtıdırlar! Her şeyden öte o; bir şairdir, mimardır, mühendistir, sanatçıdır, topluma mal olmuş örnek bir kişiliktir. Bizler de Sinan’ın her bir zerresini öğrenmekle yükümlü bireyleriz, onun gibi bir dehaya layık olabilmek için Sinan’ı daha fazla anlamalı, çaba göstermeliyiz. Çünkü o bugün çıkıp gelse ve bugüne ait olan gerçeklerimizi yani saçma sapan beton yığınlarını, çarpık yerleşmeleri, hala temiz suyu olmayan köyleri, kanalizasyon sistemi oturmayan şehirleri görse, gerçekten ne yapacağını şaşırır, bu topraklarda yetiştiğine utanır belki de… 17 R Ö P O R TA J : A L P E R U L U S A N KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ Dünyada sudan elde edilen gelir petrolden elde edilen gelirin yarısından fazla Daha önceki sayılarımızda HES’lerden ve HES mücadelelerinden bahsettik. Ancak birebir bu mücadelenin içinde bulunan birine ilk defa sayfalarımızda yer veriyoruz. HES mücadelelerinin bölgede nasıl başladığını bir de sizden dinleyelim. HES’lere karşı ilk mücadele 90’lı yıllarda Rize’nin Fırtına Vadisi’ne HES yapılmak istenmesiyle ilk muhalefet eylemleri başlıyor. Fırtına Vadisi bu bölgenin hemen hemen en büyük vadi akarlarından birisi ve bu vadinin sonunda Ayder gibi sırasıyla yaylalar var. Doğa harikası olan endemik bitki türlerinin yaşadığı bu bölgede HES yapılmak istenmesi büyük bir tepki yaratıyor. Dava süreçleriyle beraber büyük bir halk muhalefeti örgütleniyor. Sonucunda inşaatlar durduruluyor. Esas olarak bugün tartıştığımız HES ise Türkiye çapında çok yoğun bir yağma politikası olarak işletilen aynı anda onlarca yerde HES inşaatı olarak başlatılan 18 TAYLAN KAYA, HOPA DOğUMLU KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ EğİTİM FAKüLTESİ MEZUNU, ATAMASI YAPILMAYAN BİR ÖĞRETMEN, DERELERİN KARDEŞLİĞİ PLATFORMU YÜRÜTME KURULU ÜYESİDİR. bir süreçten bahsediyoruz. 90’larda Fırtına Vadisi’yle öncü bir deneyim yaşanmıştı. Ancak 2005’ten sonra suyun ticarileştirilmesinin artık sermayedarlar tarafından plan ve projelendirme aşamasıyla beraber uygulamaya geçirilmesiyle HES süreci büyük bir saldırı olarak başladı. Bir anda onlarca derede yüzlerce HES projesi olduğunu ve artık her dere yatağının bir sahibi olduğunu öğrenmiş olduk. Ve asıl mücadele de bu konuda pratik adımlar atılmaya başlanınca yani iş makineleri vadilere gelince HES mühendisleri ölçümler yapmaya g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 başlayınca bölgede yaşayan köylüler, yerel halk ve duyarlı yaşam alanına sahip çıkan insanlar HES sürecine karşı mücadelenin fiili hattını başlatmış oldular. İlk mücadele Rize’nin Fındıklı ilçesinin Arılı ve Çağlayan Vadileri’ne HES yapılmak istenmesiyle gerçekleşiyor. Bu vadilerin güzelliğini anlatmamın buradan mümkün olmadığını düşünüyorum. Fındıklı halkı da bu saldırı karşısında sessiz kalmadı ve direkt olarak fiili mücadeleyle binlerce insanın katıldığı ve akabinde de davalarla devam eden süreçle bu saldırıyı durdurdu. Esas olarak HES mücadelesi bu şekilde başladı ve Fındıklı’dan sonra bütün ülke gündemine oturarak her yerde irili ufaklı verilmeye başlandı. Suyun ticarileşmesi dediniz ve bunu yapanlar sadece bir bölgeyi değil kuzeyinden güneyine doğusundan batısına neredeyse ülkenin her yerinde halkı karşına alıyor. Çok karlı bir iş mi yani? Suyun ticarileşmesi dediğimiz mesele sadece Türkiye ile ilgili bir süreç değil bu mesele dünyada kapitalist sistemin karlı bir alan olarak gördüğü ve bunu piyasaya dahil etmek üzere tartıştığı bir süreç. Bu tartışmalar belki bundan onlarca yıl önce yapıldı ama esas adımları 1970’lerden sonra atıldı. Bu adımlardan sonra dünyanın birçok yerinde suyun ticarileşmesi süreci ve buna karşı “su hakkı mücadelesi” başlamıştı. Bolivya gibi çeşitli örnekleri var. Ülkemizde de Dünya Su Forumu en son İstanbul’da yapıldı. Dünya Su Forumu’nda da ülkemizdeki suyun nasıl ticarileşeceği üzerine tartışılarak bu sürecin uygulama planı çıkarılmıştı. Suyun ticarileşmesi sermaye tarafından oldukça karlı. Yapılan araştırmalar sudan elde edilen gelirin dünyadaki petrolden elde edilen gelirin yarısından fazlasına yakın olduğunu gösteriyor. Bu g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 yüksek kar suyun ticarileşmesini sermaye acısından oldukça önemli kılıyor.Bu sebeple HES’leri bir enerji tartışması üzerinden gündeme getirerek suyun ticarileşmesinin önünü açıyorlar. Dünya Su Forumu çok insani amaçlar güdüyormuş gibi görünüyor ama bir yandan da HES karşıtı platformların büyük eleştirisine maruz kalıyor ve dünya su forumunda ne gibi kararlar çıkarsa dünyanın bir çok yerinde bu kararlar uygulanmaya başlıyor. Kontörlü sayaç uygulaması gibi. Dünya Su Forumu’nun amacı nedir? Dünya Su Forumu uluslararası tekellerin dünyadaki suyun kullanımı ve planlaması gibi tartışmalarıyla ilerliyor suyun tüketimi suyun kirletilmemesi verimli kullanılması gibi söylemlerle kendini kamuoyuna sunuyor. Ama dünya su forumu suyun ticarileşmesi sürecinin baş aktörlerinden biri aslında. Ülkelerdeki yerel kurumlara baskı yapan rehberlik eden onlara kapitalist sistemin programı dahilindeki adımları sunan bir kurum. Neo liberal piyasacı mantığı her ülkeye dayatıyor ve bunu kendi yönetmeliklerinde açıkça görüyoruz. Suyun kamunun elinden alınıp özel şirketlere geçmesine yönelik yasa ve yönetmeliklerin çıkarılması bu yoldaki hukuki engellerin ortadan kaldırılması devletin kurumlarının özel şirketlere yol gösterici olması üzerine çalışmalar yürütüyor. Mesela DSİ gibi ülkedeki su kaynaklarını planlayan onları yönetmesi gereken kurumlar amacının dışına çıkarak su kaynaklarını sermayeye pazarlama noktasında çalışan aracılar haline getirilmektedir. Dünya Su Forumu budur başka amacı yoktur. Türkiye’nin enerjiye ihtiyacı olduğu söyleniyor ve baktığımızda da Türkiye birçok enerji üretim seklinde de dışa bağımlı bir ülke ve bu eksende HES karşıtlığı modernleşme karşıtlığı gibi görülüyor ya da öyle gösteriliyor siz modernleşme karşıtı mısınız? İnsanların hepsi muhakkak böyle bir söyleme, enerji ihtiyacı söylemine belli bir kabul üzerinden yaklaşıyor. Evet ülkenin enerji ihtiyacı olabilir diye mesele ülkenin enerji ihtiyacı olup olmadığı değil. Bu sistem üzerinde devam ettiğimiz sürece ülkenin her zaman enerjiye ihtiyacı olacak. Sanayi arttıkça tüketim arttıkça nüfus artıkça buna oranla enerji ihtiyacı da kendini güncelleyerek kendini karşımıza koyacaktır. Enerjinin nasıl üretildiği ve nasıl tüketildiği üzerine odaklanırsak aslında sorunun çözümüne yaklaşırız Biz modernleşme ya da teknoloji karşıtı değiliz biz doğanın ve yaşam alanlarımızın talan edilmesine, suyumuza el konulmasına sermayenin hayatımızdaki tahakkümüne karşıyız. Vadilerde 19 yaşayan binlerce canlının, birileri kâr edecek diye yaşamlarının sonlandırılmasına karşıyız. Biz doğanın geri döndürülemeyecek şekilde tahrip edilmesine karşıyız. Bu modernleşme karşıtı olmak değildir. Ama dünyayı gezegeni yok etmeye yönelik büyük bir saldırı var. Eğer bir modernleşme karşıtlığı varsa o da kendi kendine kuyusunu kazan bu yağma düzenidir, biz değiliz. Biz daha insancıl bir yaşamı savunuyoruz. Mutlaka enerji ihtiyacımız olacaktır. Ama bu ülkede kayıp kaçak oranları hepimizin malumu, burada bir kamusal politika üretilse, toplumun eğitim ve kültürü enerjinin nasıl kullanılacağı üzerine dönüştürülerek aşağıdan yukarıya bir değişim sağlansa, bu ülkenin çok da enerjiye ihtiyacı olacağını düşünmüyoruz ki bu enerji bağımlılığını yaratan biz değiliz yine ülkeyi uluslararası sermayeye bağlayan yönetici sınıflar egemenlerdir; doğru yöntemlerle çözüm üretmek de onların sorumluluğudur. Bakan HES’lere karsı çıkan akademisyenleri potansiyel eylemci olarak gördüğünü ve onlar hakkında gerekeni yapacağını söyledi. Türkiye’de HES’lere karsı çıkan herkes birçok yaptırımla karşılaşıyor. Bununla ilgili ne söylemek istersiniz? Zaten gerek bakan gerek başbakan gerek ülkeyi yönetenler ne zaman bir hak savunusu olsa ne zaman insanlar sokağa çıksa ’gerekeni yapıyorlar’ ya coplatıyorlar ya biber gazı sıkıyorlar ya öldürüyorlar ya cezaevine koyuyorlar. Mesele HES meselesi olunca üniversitelerde çok azda olsa duyarlı gerçekten bilimi savunan gerçekten üniversite kimliğine yakışan tavır sergileyen bilim insanlarının bu şekilde bir tavırla karşı karsıya kalması normaldir. Bakan kendinden bekleneni yapmış. Hayır bu bilim insanları mantıklı 20 şeyler söylüyor deseydi biz bunu bir şaka olarak alırdık. Bu konuda bilim insanları nasıl ki mücadele eden insanların yanındaysa bizde bilim insanlarımızın yanındayız, kimse bu ülkenin başı dik, alnı ak bilim insanlarının harcanmasına izin vermez. Aradan bir yıl geçti ve 31 mayısa yaklaşıyoruz. HES direnişine yeni bir boyut kazandıran Hopa olaylarında bulunmuş birisisiniz. O gün neler yasandı ve bugüne etkileri nelerdir? Biraz hafızaları tazeleyelim isterseniz? Bugün Hopa direnişinin ve Metin Lokumcunun azgın bir saldırı sonucu hayatını kaybedişinin birinci yıl dönümüne yaklaşıyoruz. Bir halk direnişi acısından onurlu başı dik öğretmenimizi kaybetmemiz acısından öfkeyi ve acıyı tarif eden bir gün. Hopa’da yaşanan bir halkın haklarına sahip çıkma mücadelesiydi. Halkın zorbalara meydan okuma ve hayatımızı yağma ettirmeyeceğiz diye tavır sergileme, sesini çıkarma refleksiydi. Hopalılar yıllardır geçim aracı olan çayının talan edilmesine öteden beri tepkiliydi. Bunun üzerine başımıza bela olan suyun ticarileşmesi süreci ve HES’ler de ayrı bir öfke ve itiraz konusuydu. Bunun yanında siyasal iktidarın kendisinin yaşamın bütün alanlarındaki neo-liberal yağmacı politikaları Hopa halkı için bir öfke unsuruydu. Hak arama bilinci yüksek olan Hopa halkının bu duruma isyanı da fazlaydı. Tüm bunlar birleşince bir de o dönemde sadece tek bir ilçede bir AKP mitingi yapılması tercihi Hopa halkı tarafından alenen bir meydan okuma olarak algılandı ve bu meydan okumaya karşı Hopa halkı haklarını savunmak üzere Hopa direnişiyle AKP’ye meydan okudu. Bu direniş önemli bir adımdı gerek HES mücadelesi ve gerekse haklarını savunan halkın mücadelesi açısından muktedirlerin en tepesindekilere bile eğer halksan ve yan yana gelebiliyorsan en tepedeki de olsa en zorbası da olsa başkaldırabilir sesini yükseltebilir itirazını edebilirsin, Hopa halkı bunu göstermiş oldu. Hopa direnişi bu açıdan önemli. Zaten hayatın her alanın saldırgan, baskıcı, otoriter bir tutum sergileyen bir siyasal iktidarın, bir ilçe halkı tarafından muhalif tavırla karşılaması ve iktidarın politikalarının reddedilmesi, ülke halkı için hem bugünlere hem de yarınlara bir umut oldu. Bu anlamda Hopa direnişi tarihsel bir direniştir. Bu vesileyle onurlu bir insan olarak yaşayan ve ömrünü bu ülkenin çocuklarına onurlu ve güzel bir gelecek bırakmak için hayatını veren Metin hocamızı saygıyla anıyorum. Bu mücadelenizde biz geleceğin mühendislerinden beklentileriniz nelerdir? Bu tartışma sıkıntılı bir tartışma, mühendislerin sonuçta mesleki anlamda yaşam alanlarını kurdukları ve “meslek”lerini ve kendi varoluşlarını sağladıkları alanlar şantiyelerdi. Esas olan mühendislerin bir sermaye sistemi içinde kendi istihdamını sağlayacak şekilde kaygılarını öne çıkarmayıp toplumsal yaşamın kendisini ve halkın çıkarlarını düşünerek bu tarz projelere bakış açılarını buna göre kurmaları, toplumun beklentisidir. Çünkü mühendisler de bu toplumun öz kaynaklarıyla var oluyorlar. Bu toplumun değerleriyle bu ülke halkının emekleriyle herkes var oluyor. Hangi meslek sahibi olursa olsun insanın görevi önce toplumsal çıkarları sonra mesleki gereklilikleri ön plana koymaktır. Teşekkür ederim sayın Taylan Kaya Ben teşekkür ederim, bölgenin sesine derginizde yer verdiğiniz sermayenin değil toplumun bir öznesi olduğunuzu gösterdiğiniz için. g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 SABRİ EREN KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ Padişahım çok yaşa! Geride bıraktığımız bir yıl, toplumsal muhalefet açısından çalışmaların çok yoğun, baskıcı uygulamaların ise her zamankinden daha fazla olduğu bir dönemdi. Bu bir yılda Hopa Olayları ve ardından Hopa Davası, KCK tutuklamaları KESK ve TMMOB’ye yapılan saldırılar, muhalif basının susturulması, gazetecilerin tutuklanması, Uludere katliamı gibi pek çok saldırı yaşandı. Gördük ve tecrübelerimizle anladık ki en küçük muhalif sese dahi tahammülü olmayan padişah özentisi vardı karşımızda. Öyle ki komik iddianamelerle, kendi içinde çelişen suçlamalarla, uydurma örgüt isimleri oluşturarak g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 bastırmak istemişlerdi sokağın sesini. Bu bir yılda Hopa’da yakılan isyan ateşi hiç sönmeden dalga dalga yayıldı aslında. Çünkü Hopa padişahın maskesinin düştüğü, ileri demokrasinin buralara hiç uğramadığının açıkça görüldüğü ve tüm insanlara kanıtlandığı yerdi. Hopa halkın deresine sahip çıkışıydı. AKP, enerji sermayedarlarının halka saldırılarını meşrulaştıracak açıklamalarında, Hopa halkını, yumurta atan öğrenciyi, marjinal çevreci gruplar hatta çevreci bile olmayan gruplar, eşkıyalar olarak nitelendirmişti. Dolayısıyla padişah özentisinin bu saldırganlık hali toplumun tüm ilerici, aydın kesimlerine yapılacak operasyonları doğuracaktı, öylede oldu. “Parasız eğitim mi olur?” diyerek yumurta atan öğrencileri, “su akar Türk bakar bunlar ülkenin gelişmesini istemiyor diyerek HES karşıtı köylüleri, emekçileri, örgüt propagandası yapıyorlar” diyerek gazetecileri, hak mücadelesi veren sendikacıları hapishanelere attılar. İlerici çizgisinden ödün vermeyen TMMOB örgütlülüğü ise bu süreç içerisinde her kesimde olduğu gibi dönüştürme çabalarına ve baskılara maruz kaldı. Rantsal dönüşüm projelerine, 3. köprüye, HES’lere, nükleer santrallere karşı duruşumuz ve de örgütlerimiz içerisindeki bilim insanlarının açıklamaları da yine 21 padişah için tehlike arz ediyordu ki, bu alanda da bir çalışma başlatıp TMMOB un işleyişine el attı. Anlaşılan meclis içerisinde zaten var olmayan muhalefete alternatif gördüğü sokağı susturmak, ‘hazır hedef’ haline gelmişti. Her şeyden önce yandaş medya ile birlikte TMMOB içerisinde hukuka ve bilime aykırı bir tutum varmışçasına saldırılar ve haberler düzenlendi. Hemen ardından kanun hükmünde kararname ile TMMOB’de de uyum sürecini başlatmış oldu. Tüm bu olaylar yaşanırken ileri demokrasi öyle boyutlara vardı ki, Sivas davası zamanaşımına uğratıldı. AKP bu konuda da aleviler üzerindeki 100 yıllık devlet geleneğinden ödün vermedi. Nasıl ki dönemin başbakanı Tansu Çiller “çok şükür otel dışındaki vatandaşlarımız bir zarar görmedi” dediyse de Başbakanın tepkisi de sadece “hayırlı uğurlu olsun” oldu. Zaten yıllardır zorunlu din dersini kaldırmayan, alevi çalıştayına Maraş katliamı katillerini çağıran bir hükümetten başka ne beklenirdi ki! Genel Sağlık Sigortası (GSS) adı altında hepimiz prim ödemeye mecbur bırakıldığımızda yine aynı pişkin tavır ile sanki Anayasanın 60. maddesindeki ‘herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir, devlet bu güvenliği sağlayacak tedbirleri almakla yükümlüdür’ ifadesini yerine getirmişçesine açıklamalarda bulunmuştu. Artık herkesin sağlık sigortası var derken aslında artık herkes prim ödemek zorunda deniliyordu. Yeni sistem ile herkese parasız sağlık hakkı değil parası kadar sağlık hakkı sunuluyor. Yapılan tüketime dayalı gelir testi ile primler belirlenirken, sanki asgari ücret, dört kişilik ailenin açlık sınırının 276 lira altında değilmiş gibi birde “kelle başı” para ödemek zorunlu hale getirildi. Padişah tüm bu gidişe dur 22 diyecek bir nesil yetişmesinden korkarak “dindar nesil yetiştirmek için” eğitim alanında da bir reforma ihtiyaç duydu ve 4+4+4 yasası karga tulumba meclisten geçirildi. Buna tepki olarak sokağa çıkan öğretmenler, aydınlar, öğrenciler biber gazları, tazyikli sularla, coplarla susturulmaya çalışıldı. Bunlarda yetmezmiş gibi 28-29 Mart’ta Antalya’da greve katılan 1200 öğretmen hakkında inceleme başlatıldı. Soruşturmalar cezalar ile kesintili eğitimin getireceği çocuk gelinlere, okulların imam hatipleşmesi sorununa, çocuk işçilere olan tepkiyi bastırmaya çalıştılar. Şu anda hala 500 tutuklu üniversiteli varken düşünce özgürlüğünden, demokratik, özgür üniversite fikrinden söz etmek pek mümkün olmasa gerek. Parasız eğitim isteyen, gericiliğe karşı mücadele eden üniversiteliler birçok üniversitede faşist saldırılara, soruşturmalara ve tutuklamalara maruz kalıyor. İleri demokrasimiz susurluk olaylarının baş aktörünü 5 yıl, istediği cezaevinde tatil ile ödüllendirirken, Galatasaray Üniversitesi öğrencisi, Cihan Kırmızıgül ise puşi taktığı gerekçesi ile 11 yıl ile cezalandırıldı. MİT müsteşarı Hakan Fidan’a özel KHK çıkarılıp, Cumhurbaşkanı görev süresini benzeri hiç yaşanmamış bir hızla kabul ederken arkadaşlarımız aynı ileri demokrasi sayesinde aylarca tutuklu yargılandı. Tüm bu yaşananlar tek bir yol gösteriyor hak mücadelesi verenlere o da sokaklar. Bu 1 Mayıs’ta dikenli tellerin arkasında kalan tarlalarını, yaylalarını HES’çilerden kurtarmak isteyen amcalar teyzeler de, küçücük elleri ile ayakkabı boyayan yoksul ailelerin çocukları da, sahnelerde görmeye alışık olduğumuz tiyatrocular da, hiç bir sosyal güvencesi olmayan ev kadınları da meydanlarda idi. Alanlarda gördüklerimiz, bu yaşananlar, yolumuzun ne kadar doğru, mücadelemizin ne kadar haklı olduğunun kanıtıdır. Bu nedenledir ki örgütlülüğümüze ve üniversitemize yapılan her saldırıda, her tutuklamada, rektörler tarafından açılan soruşturmalara, kesilen cezalara rağmen karşı duracağız. Tortum’da, Solaklı’da mücadele eden yaşlı nineler, tüm baskılara rağmen hala sokaklarda olan sendikacılar, meslek odaları yolumuza ışık tutacak. Kavgamızı sokaklarda büyütüp, yaşanabilir bir ülke için bizler yine sokaklarda olacağız. g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 B A R I Ş A L İ AY D I N O R TA D O Ğ U T E K N İ K Ü N İ V E R S İ T E S İ Yaşam alanlarımıza dokundurtmayacağız! Van depreminden sonra yeniden gündeme gelen ve sonuç olarak 16 Mayıs 2012 tarihi itibariyle “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun”, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaşmıştır. Kent yoksullarının kent yaşamından kopartıldığı ve bensizleştirildiği “rantsal dönüşüm” örneklerinin sonuçlarını görüyoruz. Yeni çıkan bu yasayla birlikte iktidar, sermaye gruplarına yaşam alanlarımızı kolay yoldan talan etmenin yasal yollarını tamamen açmış bulunmaktadır. Çıkan bu yasada hiçbir sosyal ve halkçı politika gözetilmezken, vurgulanan tek nokta ekonomik temelli olmaktadır. Yapılmış ve bundan sonra da yapılacak olan yapıların rantsal değeri yüksek olan yerlerde lüks konutlar ve büyük alışveriş merkezleri, bunun dışında kent yoksullarına ise şehirlerin dışında tek tip kalitesiz konutları dayatması bizlere kesin bir fikir veriyor. Bir diğer g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 açıdan ise, yeni yasayla beraber bugüne kadar yapılan bütün bilimsel ve kültürel değerlendirmeler bir kenara koyularak, yapılacak olan yapıların bütün ayrıntılarına hükümet tarafından karar verilip, tarihsel ve kültürel değerlerimizin deprem bahanesiyle yıkılıp, tek tip ve kimliksiz binalara dönüştürülmesi önünde hiçbir engel kalmayacaktır. 1960’larla birlikte sanayileştirme sürecinde kırsaldan kentlere doğru göç ettirilen insanların şehirlerin merkezi bölgelerine yerleşmelerine göz yumulmuştur. Günümüz sürecinde ise büyük fabrikalar ve sanayi işletmeleri büyük havzalar halinde şehirlerin dışına itilmiş ve sanayi bölgeleri yaratılmıştır. Rantsal değeri yüksek olan şehir merkezlerinde yaşayan yoksul ve emekçi halkın yaşam alanları büyük şirketlere devlet tarafından peşkeş çekilmektedir. Bu bölgelerde yaşayan insanlara iki seçenek sunulmaktadır. Birincisi yüksek borçlar altında insanları yapılan lüks konutlara yerleştirmek, ikincisi ise şehrin dışında yapılmış olan tek tip dokusu olan konutlarda şehir yaşamından kopartılmış bir yaşam sürdürmektir. Sonuçlar göstermektedir ki son on yılda rantsal değeri yüksek olan şehirlerin gözde yerleri, yöneticilerin ve para babalarının ağzını sulandırmakta ve oralarda yaşayan insanlardan daha değerli hale getirmektedir. Modernleşme ve modern Kent söylemleri ile dar gelirli ve yoksul aileler kent merkezinden kentin dışına sürülürken, onlardan boşalan yerlere çok katlı ofis binaları, lüks konut siteleri, rezidanslar ve alışveriş merkezleri yapılarak yerli yabancı parası bol müşteriler için kent kurgulanmaktadır. ‘Katılım’ ve ‘Demokrasi’ kelimelerini dillerinden düşürmeyenler ne projeler konusunda halka danışıyor, ne de halkın yararına hizmetler ortaya koyuyor. Geçmişten beri Türkiye ekonomisi 23 İnşaat sektörünü bir can simidi olarak görmektedir. Özellikle son on yılda yapılan duble yollar, TOKİ konutları ve büyük kentsel dönüşüm ya da “kent projeleriyle” birlikte inşaat sektörü ülke ekonomisinin %7-8 ini oluşturmaktadır. Gelişmiş ülkelerde ise bu oran %3 civarlarındadır. Bu durum çok yakıcı bir sorun olan işsizlik probleminin de üzerini örtme görevini görmektedir. Ancak inşaat sektöründe yaygın olarak görülen geçici, sigortasız ve güvencesiz çalışma koşulları her geçen gün daha fazla iş kazaları ve ölümlerini de beraberinde getirmektedir. Bir başka açıdan ise daha fazla konut ve kentsel dönüşüm projesiyle daha fazla enerji ve hammadde ihtiyacı doğmaktadır. Bu ihtiyacı karşılamak için daha fazla HES yapımı ve doğal kaynakların kullanımının artması gerekmektedir. Varoluş amacının toplum için bilim üretmek ve akademik çalışmalar yapmak olan üniversitelerin kentsel dönüşüm konusundaki tutumları, kuşkusuz bu sürece ne ölçüde ve ne şekilde müdahale ettikleriyle orantılıdır. Mimarlık, mühendislik ve planlama meslek alanları sermaye tarafından bir araç gibi rahatlıkla kullanılırken, bütün tartışmalarda birinci ağızdan 24 söz sahibi olan üniversiteler, ne yazık ki bu konuda gerekli sorumluluğu almamaktadırlar. Örnek olarak Van depremi sonrası binalarda yapılacak olan hasar tespit çalışmaları için ülkemizin önde gelen üniversitelerinden birinin güvenli bir deprem testi için metrekare başına 5-6 TL fiyat belirlemesi ve bu uygulamayı bir şirket gibi pazarlaması durumu oldukça iyi göstermektedir. Yukarıdaki örnek gibi durumları ortaya çıkaran en temel sebep hocalarımızın piyasaya danışmanlık gibi özel işler yapıyor olmalarıdır. Elbette ki hocalarımızın bu türlü çalışmalar içerisinde olup, projelere danışmanlık etmeleri her zaman olumsuz bir anlam taşımamaktadır. Ancak birçok akademisyenin bu tarz işler yerine geleceğin mühendislerini yani bizleri eğitmek için daha fazla emek harcamaları gerekmektedir. Üniversite mensuplarının yani hocalarımızın evlerinden kovulan, yaşam şekilleri ve yaşam alanları talan edilen kentlerde yaşayan insanların mücadelelerine kulak vermesi ve toplum için teknik ve akademik bilgilerini kullanmaları her zamankinden daha fazla ihtiyaç haline gelmiştir. Peki nedir bizim kentsel dönüşümden anlamamız gereken? Kentsel dönüşüm mevcut kentin yapısına ve buralarda yaşayan insanların ekonomik, fiziksel ve sosyolojik yapılarına uygun olarak yapılmalıdır. Bizler için bilimsel olan da budur. Kentsel dönüşümün temel hedefleri olarak; 1) Toplumsal yaşamla kentin fiziki yapısı arasında bir bağ kurmalıdır. Yani günlük yaşamı kolaylaştıracak faaliyet alanları yaratmalıdır. 2) Kentin tarihi dokusunun bir kültürel miras olarak görüldüğü ve yapılacak olan çalışmaların kent dokusuna zarar verilmeden gerçekleşmesi gerekmektedir. 3) Kentin yaşam kalitesini arttırmalıdır. Ekonomik ve sosyal kalkınma planları yapılmalıdır. 4) Kentsel alanların en etkin bir biçimde kullanılması ve kentlerin düzensiz bir şekilde büyümelerini önlemek için planlar yapılmalıdır. Dünyada yukarıdaki hedefler doğrultusunda yapılmış olan kentsel dönüşüm örnekleri mevcuttur. Uygulanan kentsel dönüşüm projelerinde, proje alanlarında yaşayan halkın, sivil toplum kuruluşlarının ve meslek odalarının projenin planlama ve uygulama aşamasında projeye katılımlarının sağlanması için çalışmalar yapılmıştır. Latin Amerika’daki halkçı yerel yönetimlerde uygulanan kentsel dönüşüm projeleri bunun güzel örneklerindendir. genç-İMO üyeleri olarak bizler ülkemizdeki uygulamaların kentlerimizin ve doğanın talanı olduğunun farkındayız. Kentlerimizin sermayeye ve para babalarına peşkeş çekildiğinin bilincinde olarak toplumcu mühendislik anlayışımızın bir gereği olarak yeni çıkartılan Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi yasasını var olduğumuz bütün alanlarda teşhir etmeli ve bu yasanın getirilerine karşı mücadele etmeliyiz. g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 N İ L D E N K AY L A R S A K A R YA Ü N İ V E R S İ T E S İ Alelacele çıkan bir yasa daha 4+4+4 Geçtiğimiz aylarda öğretmenlerin Ankara’ya gelişini, yeni eğitim sistemini protesto edişlerini ve polisin müdahalesini tüm TV’lerde izledik gördük. Peki neydi 4+4+4? Neler değişecekti neler getirip neler götürecekti? Aslında hepimizin sürekli şikayet ettiği eğitim sistemimiz üzerinde köklü değişimler getiren bu yasal düzenleme, ne yazık ki yıllardır yaşayıp gördüğümüz zorlukları çözemiyor daha da sorunlu hale getiriyor. Şimdi bu konuları biraz daha açalım. Eğitimin kademelendirilmesinin en büyük etkisi, öğrencilerin mesleki g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 eğitime yönlendirme yaşının düşmesidir. Kaldı ki üniversite çağına gelmiş bir genç bile hayatına nasıl bir yön vereceği konusunda kararsızken daha küçük yaşlardaki bir çocuk hayatına nasıl bir yön versin? Bu durumda devreye aileler gireceği için; o çocuk özgül iradesi dışında, ailesi tarafından yön verilmiş bir hayatı yaşama zorunluluğu içine girecek. O çocuk belki de ileride tercih etmeyeceği bir hayatı yaşamak zorunda bırakılacak. Bu da bu ülkede demokratikliğin olmadığını gösteren bir diğer durumdur. Kişinin özgürlüğü, o kişinin ailesinin kararlarının demokratikliği kadardır. Eğitimin kademelendirilmesinin en büyük sebeplerinden biri de öğrencileri meslek liselerine yöneltmektir. Konuyu açacak olursak: Liselerin Anadolu Liselerine dönüştürülmesi sonucunda SBS sınavında başarılı olamayan ya da bu sınava hiç girmeyen öğrenciler direkt olarak meslek liselerini tercih etmeye mecbur bırakılacaktır. Anadolu liseleri SBS sonucuna göre öğrenci aldıklarından dolayı, genel liselerin tamamının Anadolu Lisesine dönüştürülmesinden sonra SBS’ de başarılı olamayan öğrencinin yapabileceği tek tercih meslek lisesi olacaktır. 25 “2011-2012 eğitim ve öğretim yılında 8. sınıfta okuyan öğrencilerden Seviye Belirleme Sınavı (SBS) sonuçlarına göre öğrenci alan ortaöğretim kurumlarından herhangi birine yerleşemeyen öğrenciler ile bu sınava katılmayan öğrencilerin tamamının tercihleri doğrultusunda ortaöğretim kurumlarına kayıt yapmaları sağlanacaktır.” Bu da çıkarılan bu yasanın kapitalizme hizmet ettiğinin bir numaralı göstergesidir. Öğrencileri meslek liselerine yönlendirerek işçileştirmek amaçlanmıştır. Bu da ucuz iş gücü demektir. Ki bu öğrencilere sağladıkları tek imkân da iş kazası sigortasıdır. Bunların yanı sıra işletmelere sınırsız stajyer ve meslek lisesi öğrenci çalıştırma hakkı tanınmıştır. Fakat Meslek Eğitim Kanunu’nda yer alan maddeye göre ancak o işletmede çalışanların onda biri kadar stajyer çalıştırma hakkı tanınmaktadır. Ne yazık ki 26 bu madde kaldırılarak tamamen ucuz ve güvencesiz iş gücü olarak öğrencilerin sömürülmesinin önü açılmaktadır. AKP’nin 4+4+4 eğitim sistemine geçmeyi istemesindeki bir diğer sebep de İmam Hatip Liselerinin ortaokul bölümlerinin de açılması konusundaki çalışmalarıdır. Bu da doğrudan dindar nesil yetiştirmek istemiyle bağlantılıdır, hatta ve hatta bunun temellerini atmaktır. Eğitim sistemi üzerinden pirim yapmaktır. Yeni gelecek nesillerin düşüncelerine, yaşamlarına direkt olarak etki etmektir. Bir çocuğun imam-hatip ortaokuluna devam etmesini sağlayacak kişiler o çocuğun ailesidir. Çünkü ortaokul çağına gelmiş bir çocuk bunun kararını verebilecek bir yaşa ve bilince erişmemiştir. Ülkemizdeyse önümüzdeki dönem ailelerin çocuklarını imam-hatip ortaokuluna göndermesinin sanki dindarlığın bir gerekliliği olarak teşvik edilmesi olasıdır. Eğer aile “kızım/oğlum sen imam-hatip olacaksın” derse o çocuk onu olmak zorundadır. Ülkemizin yapısından dolayı da AKP çıkardığı bu yasayla dindar nesil yetiştirmeye bir adım daha yaklaşacaktır. Olması gereken sermayeleştirmeye ve sömürüye yönelik, ideolojik kaygılarla hazırlanan bir eğitim içeriği ve süreci değil, bilimsel verilerle ve ihtiyaçlar doğrultusunda hazırlanmış bir eğitim içeriği ve sürecidir. g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 S İ B E L S E VAT YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ 8 Mart ve kadın mücadelesi 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü; 8 Mart 1857 yılında New York’lu kadın işçilerin kitlesel olarak greve gittiği gündür. İş şartlarının iyileştirilmesi, seçme hakkı tanınması gibi istekler kanla bastırılmış ve 129 kadın dokuma işçisi katledilmiştir. 40 bine yakın kadın işçinin sömürüye, zulme, eşitsizliğe, haksızlığa karşı geliştirdiği bu girişim ilk kadın işçi grevi olarak tarihe geçmiştir. 1910 yılında 2. Kadın Enternasyonel hareketi Kopenghang’da toplanırken Clare Zetkin tarafından önerilen Dünya Emekçi Kadınlar Günü teklifi kabul edilmiştir. 101. yılına girdiğimiz bu günün kapitalist sistem tarafından yaratılan sanal günler gibi içeriği boşaltılarak gerçek gündeminden koparılma çabası vardır. Kadın sorununun çözümü sadece kadının kurtuluşu değildir, toplumun nihai kurtuluşunu erkek kadın eşitliği teşkil eder. İlkçağlarda var olan anaerkil yapının yerini zamanla erkeğin fiziksel gücünün etkisiyle ataerkil yapının alması kadının yenilgisine neden oldu, kadın aşağılandı, köleleşti, erkeğin keyif ve çocuk doğurma aleti haline geldi. Tabi şuna değinmek gerekir ki erkek cinsini tamamen kadın cinsinin karşısına koyma yanlışına düşmemeliyiz, bu şekilde sorunların çözümü sekteğe uğrar. Şimdiki sürece gelirsek vahşi kapitalizmin halklara dönük siyasi, kültürel, ekonomik, kimliksel saldırıları halkın tüm kesiminedir ancak kimlikten ve fiziksel yapıdan dolayı en çok kadınları ve çocukları etkiler. Kadınların doğrudan etkilenmesi ailesel yapıdan, toplumsal gelenek ve göreneklerden g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 kaynaklanır ve bu aşağılanma, kadının iki kere sömürülmesine neden olur. Gelelim kadının ötekileştirilmesine… Toplumda kadının ötekileştirilmesi örnekleri tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de mevcuttur. Siyasi açıdan; meclisteki kadın milletvekili sayısı parmakla sayılacak kadar az olup üst düzey başkanlıklarda görev alamıyorlar. Kültürel açıdan ise özellikle etnik kimlikten kaynaklı ötekileştirme vardır; “sen Kürt kadınısın, Alevi kadınısın” gibi dışlanmalar ya da kadının namus, töre cinayetlerine kurban gitmesi, aşiret yasalarının kadına uygulanması… Ekonomik açıdan ise kadının sadece ev işinde ya da çocuk bakımında çalışmasının istenmesi, eve sıkıştırılıp sosyalleşmedeki yerini alamaması, kadının iş hayatına entegre edilmesi ya da kocası tarafından çalıştırılmama durumu kadını hizmetçi kul haline getirmiştir. Dinsel açıdan bakıldığındaysa kadın sistemin siyasi rant aracıdır; istendiği gibi kapatılıp açılabilir, giyim kuşamı zamanın siyasetine göre ayarlanır. Ve biz kadınlar… Nazım’ın dizelerinde sofradaki yeri öküzden sonra gelen, Duygu Asena’ya göre adı olmayan kadınlarımız… Biz kadınlar; erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığı ileri sürülen, Âdem’i Cennet’ten kovduran Havva’nın kızları… Biz kadınlar; eksik etek, kaşık düşmanı… Biz kadınlar; ne alabildiğine özgür, ne de hak sahibi… Kadınlar gününü erkekler bilmiyorsa onlara bunu göstermek gerek. Kadını bir ana, bir bacı, bir doktor, bir öğretmen kısacası bir insan olduğunu kabullenmeyen beyinlere, kadının karnından sıpayı sırtından sopayı eksik etmeyeceksin diyen varlıklara, kadınlara el kaldırmayı marifet bilen acizlere dur diyelim. Kadın, toplumda belli bir yeri olan ve insanca yaşamayı hak eden bir varlıktır. Dünya genelinde kadın haklarında son yıllarda meydana gelen artış dahi birçok gerçeği değiştirebilecek nitelikte değildir. Dünyadaki en fakir insanların büyük bir çoğunluğu kadın, dünyadaki eğitim almamış insanların büyük çoğunluğu yine kadınlar. Kadın konusunda, kadın gününü yaratanlara şükranlarımızı iletmek, özellikle kadın örgütleyicisi lider konumunda olan Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden yüce Clara Zetkin’i saygıyla anmak gerekir. Bu vesileyle, YAŞASIN DÜNYA EMEKÇİLER KADIN GÜNÜ YAŞASIN 8 MART EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ 27 KONSEY’DEN 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü 8 Mart, kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmak için verdiği mücadelenin temsili başlangıcı olarak kabul edilir. Günümüzde 8 Mart dünya emekçi kadınlar günü, kadınlar için çok daha farklı bir yerdedir. Geçmişten bugüne gelebilmemizde, 8 Mart, kadınların hakları uğruna verdiği mücadelenin hatırlanması ve bu mücadele hattının daha iyi kullanılması bakımından özel bir gün olduğu kadar bize sorumluluklar yükleyen de bir gündür. 8 Mart 1857`de ABD’de 40.000 dokuma işçisi kadının “Daha iyi çalışma koşulları istiyoruz ve düşük ücret son bulsun” talebiyle başlattığı mücadelede 28 polisin saldırısı sonucu yangın çıkmış ve yaklaşık 130 kadın işçi hayatını kaybetmiştir. İşçi kadınların özgürlük talepleriyle kıvılcımı ateşe dönüştürdükleri bugün 1910 yılından itibaren Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak direnen ve kazanan kadınlara atfedilir. 8 Mart’ı 102. yılında karşılarken hala kadının hayatın her alanında ‘ikinci cins` olarak görülmesinin dezavantajlarını yaşıyoruz. Gerici zihniyetin çıkarlarına hizmet eden cinsiyet ayrımcılığı çözülmeden özgür ve eşit bir toplum oluşması mümkün değildir. Bugün ülkemizde toplumsal cinsiyet ayrımcılığı, aile içi ilişkilerden başlayarak arkadaş ortamı, sınıf, okul, yaşadığımız şehir ve sektör içerisinde her düzeyde yaşanmaya devam etmektedir. Okul yaşamında, sosyal yaşamda, aile içi yaşamda kadının kadın olmasından kaynaklı yaşadığı sorunlar, tarihsel, kültürel, dinsel faktörler nedeniyle görmezden gelinmekte ve kadın indirgemeci bir mantıkla ele alınarak “sığ” politikaya malzeme edilmektedir. Ülkemizde hala en az eğitim alan nüfus kadın nüfusudur. Bununla amaçlanan kadınların ekonomik özgürlüklerini elde etmesiyle birlikte kazanacağı bilince engel olmaktır. Çünkü yoksulluktan en fazla etkilenenler kadınlardır, annelerimizdir. Çünkü g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 maddi özgürlüğü olmayan kadın özgürleşemez. Kadınların, kadın oldukları için karşı karşıya kaldıkları şiddet, taciz, tecavüz, güvencesizlik gibi sorunların çözümünde örgütlü bir mücadele vermesi gerektiğiyse açıktır. Dolayısıyla kadınlar olarak daha çok okumalı, bu egemen yanlış anlayışa engel olabilmek amacıyla daha çok örgütlenip daha fazla çalışmalıyız. Günümüzde hala namus cinayetleri işleniyor ve birçok kadınımızı töreye kurban veriyoruz. Ne yazık ki bu meselede de kadının yaşadığı diğer tüm sorunlarda olduğu gibi engellenmesinin değil adeta yapılmasının önü açılmaktadır. Töre adı altında kadına dayatılan namus kavramıysa aslında özelde erkeğin genelde ise devletin namus kavramının içini ne kadar boşalttığını, bu kavramın aslında kadının boynuna takılmak istenen prangadan başka bir şey olmadığını çok açık göstermektedir. Dünyada da durum ne yazık ki Türkiye’den pek farklı değil. Küresel olarak 15 ile 45 yaş arasındaki kadınlar erkek şiddetinin sonucu olarak ya hayatını kaybetmekte ya da sakatlanmakta. Kadına yönelik şiddet dünyada oldukça yaygın olmasına rağmen en az cezalandırılan suç. Kadına yönelik şiddet gereken cezayı almadığı gibi ülkemizde kadın cinayetleri işleyenlere kadının tahrik unsuru olduğu söylenmekte ya da özellikle son dönemlerde tecavüz davalarında olduğu gibi kadının ‘rıza` göstermesi gerekçe gösterilerek ceza indirimi yapılmaktadır. Yargı adeta suçun zeminini oluşturmaktadır. Erkek eliyle uygulanan kadına dönük şiddet devletin ‘rıza`sının kadına mal edilmesi ile gerçekleşmekte. Bu anlayış üniversitelerde de tabiî ki farklı olmuyor. “Dekolte giyene tecavüz edilir!”, “Üniversiteli kadının saat dokuzdan sonra dışarıda ne işi var?” sözlerini söyleyenler de birer g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 devlet görevlisi. Alın size kadına dönük devlet şiddetinin bir tezahürü daha. Mühendis kadınlardan bahsedecek olursak. Meslek seçimleri ve iş yaşamında da cinsiyetçi iş bölümü ciddi bir sorundur. Oysa çağdaş yaşamda kadın ve erkek, toplumsal iş bölümüne katıldıkları oranda hayata ortak olabilmektedir. Toplumda kadınlar için en çok yadsınan meslek; mühendislik. “Kadın kısmının ne işi var şantiyelerde!”, “Daha kadınsı bir meslek seçemedin mi?” diye başlayan cümlelerle seçmiş oldukları meslek için kadınları eleştiren eşler, aileler, akrabalar, eş, dost. Cinsiyetçi önyargılardan dolayı kadınlar mühendislik alanında hep ikinci plana atılmıştır. Bunların en bariz örnekleri ise; aynı işi yapan kadın ve erkeğin farklı maaş alması, kadınların ucuz iş gücü olarak görülmesi, iş başvurularında evli olma durumlarının göz önüne alınması, erkeklerin kadınların emri altında çalışmak istememeleri, kadınların maaşlarının ek gelir olarak görülmemesidir. Kadın olmak, yaşamın her alanında gerçekten zor… Kimliğinden yoksun olan kadın bir kat daha eziliyor. Kadına dönük her türden ayrımcılık ve şiddet ortamını temellendiren nedenler savaş durumlarında güçlenir. Eril kavramlar olan militarizm, ırkçılık ve milliyetçiliğin kendini var ettiği ekonomik ve siyasal temel, kadın düşmanlığını üretir ve besler. Türk, Kürt, Laz, Çerkez kadınları savaşın yarattığı yıkımlardan ve baskılardan benzer biçimlerde etkilenmektedir. Yine savaşın sonuçlarını da en ağır kadınlar yaşıyor. Evladını büyüten de savaşa gönderen de sonrasında cenazesine ulaşmak için en fazla acıyı çeken yine kadın oluyor. Kimliğine, bedenine, emeğine el konulan bir kadının maruz kaldığı sömürü katmerli olmaktadır. Bizler kadın haklarını aramaya ve kadınlara insanca davranılan bir dünya yaratmak için mücadele etmeye yılmadan devam etmeliyiz. Tunus`ta, Mısır`da barikat başında savaşan kadınlardan Wan`daki direngen kadınlara; Roboski` de onurlu duruş gösteren kadınlardan mücadelesini sokakta haykıran tüm kadınlara Selam Olsun! Bizler örgütlü inşaat mühendisleri adayları daha da önemlisi sistemin kadınlar üzerindeki etkisini yaşayan kadınlar olarak bütün toplumun cinsiyet ayrımcılığına karşı bilinçlendirilmesi, toplumsal cinsiyet eşitliği için herkes den daha çok çalışmalıyız. genç–İMO olarak bizler, gerici zihniyete hizmet eden aile içerisinde, sınıflarımızda, fakültelerde karşı karşıya kaldığımız cinsiyet ayrımcılığı, taciz gibi sorunlar çözülmeden; bilinçli, gelişmiş, demokratik bir toplum yaratılmasının mümkün olmayacağının farkındayız. Bu nedenle kadın ve erkeğin eşit bir şekilde, yan yana, yaşamın her alanını paylaşmasını ve omuz omuza mücadele etmesini savunmaya her zaman devam edeceğiz. Biz genç– İMO olarak örgütümüze, yaşamımıza ve geleceğimize sahip çıkarak; “Örgütlü kadınlar daha güçlüdür” diyoruz. Tüm kadınların, Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlu olsun. 29 CUMALİ DEDE S A K A R YA Ü N İ V E R S İ T E S İ Birlik, Mücadele, Zafer! Tarihte ilk kez 1856 yılında Avustralya’nın Melbourne kentinde taş ve inşaat işçilerinin, günde sekiz saatlik iş günü talebiyle Melbourne Üniversitesi’nden Parlamento Evine kadar yürümesiyle başlayan mücadele coğrafyamızda da yerini alır. Osmanlı Devleti döneminde işçi örgütlenmesinin en gelişmiş olduğu yer olan Selanik’te 1911 yılında tütün, liman ve pamuk işçileri 1 Mayıs gösterisi düzenleyerek bu günü kutladılar. Bundan bir yıl sonra (1912) İstanbul’da ilk kez 1 Mayıs kutlaması gerçekleştirildi. Cumhuriyet dönemine geldiğimizde 1923 yılında 1 Mayıs yasal olarak işçi bayramı ilan edildi. Bir yıl sonra (1924) 1 Mayıs’ı kitlesel kutlamak yasaklandı.1925’te tamamen yasaklanan 1 Mayıs, 1935 30 yılında ise “Bahar Çiçek Bayramı” olarak adı değiştirildi. Bu durum trajikomik bir hal alsa da yasaklar kendi özgürlüklerini doğuruyor işçi sınıfını örgütlüyordu. Yüzyılın son yarısına girildiğinde Avrupa’da gelişen gençlik hareketleri ülkemizde de yaşam buldu. 68 kuşağıyla başlayan bu yeni sayfa, 71 muhtırası ile sönümlenmek istense da tohum toprağa düşmüştü bir kere ve hızla kök salmaya devam ediyordu. 1970’lerin ortalarında çığ gibi büyüyen işçi hareketleri 77 1 Mayıs’ında Taksim’de muhteşem bir final yapmak üzereyken, kendilerini CIA ve Kontrgerilla tezgâhlı bir katliamın içinde buldular. Çeşitli illerden gelen yaklaşık 500 bin emekçi kutlamaların sonlarına doğru çevredeki Sular İdaresi ve şu an ki ismiyle ‘The Marmara Oteli’ binasından üzerlerine ateş açılması sonucu büyük bir panikle kaçmaya çalışıyor, panzerler de kitleyi Kazancı Yokuşuna sürüklüyordu. Ne tesadüftür ki, Kazancı Yokuşu’nun diğer ucu daha önceden park etmiş bir kamyonla kapatılmıştı. Bu planlı saldırı sonucu resmi rakamlara göre Kazancı Yokuşu’nda sıkışarak ezilmeden kaynaklı 28, panzer altında kalarak 1, açılan ateş sonu 5 toplamda 34 işçi yaşamını yitirmiş, yaklaşık 130 kişide bedenlerine kurşun isabet etmesi sonucu yaralanmıştır. Bu katliamı takip eden 80 darbesinin ilk işi 1 Mayısı yasaklamak, sendika/dernek gibi işçilerin örgütlenebileceği her alanı kapatmak oldu. Darbenin yarattığı baskılardan kaynaklı gerilemeye başlayan sınıf hareketi zamanla g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 ölü toprağını üzerinden atmaya başladı.1996 Kadıköy 1 Mayıs’ı işçi sınıfı açısından yeniden kendini var etmenin, yenilenmenin bayramı oldu. Yüz binler olup Kadıköy’e sığmayan işçiler, emek gücünden gelen verdiği gözdağı çok büyük olacak ki işçileri bu alanda da saldırıya maruz bıraktı. Hasan Albayrak’ın da arasında bulunduğu üç işçi güvenlik kuvvetlerinin açtığı ateş sonucunda yaşamını yitirdi. 2000’li yıllara geldiğimizde etkisini iyice arttıran ekonomik krizler toplumsal patlamanın da habercisiydi. İşsizlik, açlık, yoksulluk, zamlar, işten atmalar, özelleştirmeler, taşeronlaşma sistemi ve coğrafyamızda patlak veren savaşlar emekçi hakları birbirlerine daha da çok yaklaştırıyor ve birleştiriyordu. Buna en büyük örnek farklı bölgelerden Alevisi Sünnisi, Türkü Kürdü, Lazı Çerkezi ve birçok mezhep ve ulustan işçilerin Ankara’da 78 gün süren Tekel direnişiyle, birlikte hareket etmenin gücünü tüm dünyaya gösterdiler. Birlikten gelen bu güç bir ihtiyacı açığa çıkardı. Artık kazanma zamanıydı. 77’de kaybedilen ve yarım kalan 1 Mayısı tamamlamak için 2007 1 Mayısından itibaren 2008 ve 2009’da işçi sınıfı ve onun politik öncüleri yılmadan görkemli direnişler göstererek 2010 yılında Taksim Meydanını kazandı ve yarım kalan 1 Mayıs tamamlandı. 2010’dan itibaren 1 Mayıs ücretli izin günü oldu. 1 MAYIS 2012 Dünya işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günü 1 Mayıs yalnızca belirli bir mücadele anı ya da takvimsel bir eylem günü değildir. O aynı zamanda işçi sınıfı ve ezilenlerin bir yıllık mücadele sürecinin deney ve sonuçlarının yansıdığı, bir sonraki dönemin mücadele perspektifinin belirlendiği andır. Bu açıdan 1 Mayıs Anadolu ve Mezopotamya’da kapitalist sömürü g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 düzenine ve sömürgeci rejime karşı işçi sınıfı ve ezilenlerin toplumsal hareketinin boy ölçüsü, eşiği ve yeni mücadele döneminin çıkış noktasıdır. Yurdumuzda başta İstanbul 1 Mayıs alanı olmak üzere 110 ayrı merkezdeki kutlamalarda yüz binlerce işçinin, işsizin, kadının, gencin, yoksulun ortak taleplerini dile getirmesi, toplumsal kaynaşma ve birleşik mücadele arzusunu kitlesellikle buluşturan an olmuştur. Bu istek ve politik kararlılık o anda yüz binlerin iradesinde cisimleşmiştir. Sömürüye, yoksulluğa, işsizliğe, güvencesiz çalıştırılmaya, iş cinayetlerine; Adaletsizliğe, TMY (Terörle Mücadele Yasası) adı altında gazeteciler, avukatlar, üniversite hocaları ve cezaevlerinde sayısı 600 geçen öğrenci tutuklama terörüne; Irkçılığa, şovenizme, ulusal inkâra, kadın cinayetleri ve kadın bedenin sömürüsüne karşı yüz binler 1 Mayısta tek bir ağızdan bu gerçeği haykırdı. “DİZ ÇÖKMEYECEĞİZ” “BU BÖYLE GİTMEZ, SÖMÜRÜ DEVAM ETMEZ” Umut, coşku ve kararlılıkla belirlenen bu tablo, mücadelenin yaygınlaşmakta olduğunun ve yükseleceğinin müjdesidir. YAŞASIN 1 MAYIS BIJî YEK GULAN 31 R Ö P O R TA J : M E T İ N Ş E N Y U R T YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ Limter-İş Sendikası Genel Başkanı Kanber Saygılı ile röportaj Son zamanlarda iyice artan ve her yıl binleri geçen sayıda işçinin ölümüne sebep olan iş kazaları konusunda, en fazla işçi ölümünün gerçekleştiği yerlerden birisi olan tersanelerde sendikal faaliyet yürüten Limter-İş Sendikası Genel Başkanı Kanber Saygılı ile röportaj yaptık: İş kazalarının önlenebilmesi için fiziksel koşullar ne derece sağlanıyor, bu koşulların sağlanma oranı şirketler bazında ne kadardır, böyle bir istatistiğe sahip miyiz? Konuyla ilgili olarak bugün düne göre bazı tersanelerde olumlu adımlar atılıyor diyebiliriz. Ancak bu iyileşmeler asla tersane patronlarının, hükümet ve bürokrasinin çabalarıyla olmamıştır. 20 yıla yakındır tersanelerde çalışma koşullarının iyileştirilmesi için vermiş olduğumuz mücadelenin en temel sorunu İSİ (İşçi sağlığı iş Güvenliği) olmuş, yaşam hakkı talebi hep ön sıralara yerleşmiştir. Bu temel talebimiz için onlarca, yüzlerce, binlerce işçiyle yürüyüşler yapılmış, yollar, gemiler işgal edilmiştir. En son 208 yılında 2728 Şubat ve 16 Haziran’da yaşam hakkı için kamuoyuyla birleşik gerçekleştirdiğimiz emekçi grevlerimiz tersane patronlarını bu sorunla ilgili adım atmak zorunda bırakmıştır. Fakat bu atılan adımlar kısmi teknik boyut niteliğindedir. Pansuman tedbirler demek durumu tam ifade eder. 1985 yılından günümüze işçi arkadaşlarımızın hiç değişmeyen nedenlerden (yüksekten 32 düşme, elektrik çarpması, gaz sıkışması sonucu patlama ve cisim çarpması) dolayı iş cinayetlerine kurban gitmesi işin teknik boyutunun vahametini göstermekte. Tersanelerde İSİ Güvenliği hizmeti birkaç tersane hariç tamamı dışarıdan yani danışmanlık firmaları tarafından yapılmakta. Önümüzdeki günlerde çıkarılmayı bekleyen, 4857 sayılı iş yasadaki İşçi Sağlığı İş Güvenliği Mevzuatını mumla aratacak niteliğe sahip olan ve sadece işin sağlığına ve güvenliğine odaklanan “İş sağlığı İş Güvenliği yasası tasarısı” tersanelerde fiilen uygulanır durumda. Yasanın çıkmasıyla birlikte, uygulama yasa katına çıkacak. Yani malumun ilanı olacaktır. Fiziksel koşulların yanında, işçilere verilen eğitimin ya da sürekli işçi ölümlerinin yaşanması gibi onları psikolojik olarak etkileyen etkenlerin ne kadar etkili olduğunu düşünüyorsunuz? İSİ Güvenliği sorunu patronların ya da hükümetin iddia ettikleri gibi teknik bir sorun olmadığı gibi eğitim ya da eğitimsizlikle asla tarif edilemez. Eğitimi şüphesiz küçümsemiyoruz, dahası çok ciddi olarak önemsiyoruz da. Ancak tersanelerde öyle eğitim diyebileceğimiz bir durum söz konusu değil. İşçi işe girdiği zaman ilk gün bir saat eğitim verilir. Verilen eğitime eğitim demek için bin şahit bile yetmez. Tam bir tembih niteliğindedir. Dışarıdan özel firmalardan işçiler kendi paralarıyla 15 günlük mesleki eğitimle sertifika (kaynak, montaj, resim okuma, raspa, boya vb.) alırlar. Burada firmalar çok ciddi paralar kazanırlar. İşçiler ise işe girmenin dışında hiçbir şeye yaramayan kağıt parçası niteliğini taşıyan sertifika alırlar. Kaldı ki, bir işçi dünyanın en iyi İSİ Güvenliği dersi alsa ne olacak? Bildiklerini hayatta uygulayacak örgütlü iradeden yoksunsa. Ya da birey olarak itiraz hakkını kullandığında işten atılma gerekçesi oluyorsa eğitimin kıymeti harbiyesi ne olabilir. İSİ Güvenliği, Tıp bilimini, mühendislik bilimini ve sosyal bilimlerin toplamını içeren yapısal bir sorundur. Dolaysıyla gerçek anlamda İSİG’den söz etmek gerekirse, üretim sürecinde sağlanacak sağlıklı ve güvenilir çalışma koşullarının, üretim sürecinin dışındaki maddi yaşam koşullarının iyileştirilmesiyle mümkündür. Üretim süreci dışındaki maddi yaşam koşulları iyileştirilmeden, çalışanların kendilerinin ve ailelerinin beslenme, barınma, eğitim, sosyal-kültürel vb. temel ihtiyaçları giderilmeden sağlıklı bir yaşamdan söz etmek mümkün değildir. Sağlıklı olma hali kişinin bedensel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik halinde olmasını ifade eder. Onlarca işçinin öldüğü bir çalışma alanında işçilerin iş cinayetlerinden etkilenmemeleri, psikolojik rahatsızlık içinde olmamaları düşünebilinir mi? Yanı başındaki arkadaşı ölürken bile çalışmaya zorlanan ve de zorla g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 çalıştırılan işçinin ruhen rahat olması mümkün mü. Gerek tersanelerde gerekse iş cinayetlerinin yaşandığı diğer iş kollarındaki arkadaşlarımız her gün ölüm korkusuyla yaşıyorsa, her sabah evden çıkarken eşiyle, çocuklarıyla ya da ana-babasıyla vedalaşarak çıkıyorsa o işçinin çalışma alanında kendisini güvende hissederek çalışabilmesi mümkün mü? İşçi saatlerce kurtulmayı beklerken donarak ölürse aynı iş kolundaki ya da aynı iş yerindeki işçinin bu durumdan etkilenmemesi düşünülemez. Bırakalım sıradan etkilenmeyi bir çok işçi şoka girip travma geçiriyor, sigortası yatmayan, ücreti zamanında verilmeyen, çalışma saati belli olmayan, iş güvencesi pamuk ipliğine bağlı olan, sosyal hakları iç edilen, patron ya da taşeronun iki dudağı arasından çıkan sözün kanun olduğu çalışma alanında işçiler kendisini güvende hissederek çalışabilir mi? Bir işçinin iradesi bu kadar saldırıya kaç gün ya da kaç saat direnebilir. Bütün olumsuzlukların mevcut olduğu tersanelerde ya da benzer iş koşullarında tesadüf olan ölmeden çalışmaktır dememiz bundandır. İşçilerin iş günü ve süresinin, iş güvenliğine ile ilişkisini nasıl kurabiliriz? İş günü süresi ile iş güvenliğinin ilişkisi çok doğru orantılı olmak zorunda. Tıpkı insanla doğa arasındaki ilişki gibi. Birbirini besleyen, birbirine uyumlu olması tercih değil bir zorunluluktur. Dinlenmemiş zinde olmayan bir vücut yeterli enerjiyi sahip olamayacağı gibi hata yapma oranı yorgunluk derecesine göre de artar. Uzun ve yoğun çalışmak (ki taşeronluk sistemi tastamam budur) dikkat dağınıklılığını da beraberinde getirir. Bu ise kaza yapma ya da işçinin kazaya uğrama oranını arttırır. Mesela tersanelerde yaşanan iş cinayetlerinde uzun ve g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 yoğun çalıştırmanın büyük bir etkisi olmuştur. Aynı zamanda havanın çok sıcak ya da soğuk olduğu koşullarda uygulanan uzun ve yoğun çalışma iş kazalarını katlayarak arttırmıştır. Tersanelerde bunun pek çok örneği yaşanmıştır. 19. yüzyılın son çeyreğinde işçi sınıfımızın mücadelesi sonu kazanılmış olan 8 saat uygulaması bile günümüzde esnekliğin kurbanı durumundadır. 19. yüzyılla kıyaslandığında teknik son derece gelişmiş olmasına rağmen işçiler hala uzun ve yoğun çalışmayla karşı karşıya. İşçinin hem vücutsal hem de zihinsel anlamda dinlenmesi için çalışma saatleri teknolojinin bugünkü durumuna uygun olarak 6 saat olarak (ya da daha az) belirlenmesi ve Cumartesi-Pazar günlerinin ücretli tatil edilmesi bir zorunluluk haline gelmiştir. Tersaneler gibi ağır ve tehlikeli iş kollarında çalışma saatleri 6 saati geçmediği koşullarda iş kazalarının oranında nispeten azalma olacak işçilerin vücut bütünlüğü ve yaşam hakkı daha az zarar görecektir. Esnek ve güvencesiz çalışma koşulları ve taşeronlaştırma her geçen gün artıyor. Bu durumun iş kazalarına etkileri nelerdir? Esnek ve kuralsızlık anlamına gelen taşeronluk sistemine bir de örgütsüzlüğü eklersek karşınıza tam bir güvencesizlik çıkar. Kapitalist patronlar için rekabet (azami kar için olmazsa olmazdır) etme gücü anlamına gelen Güvencesizlik ise bir çok şeyin yanında iş güvencesinin ve yaşam hakkının pamuk ipliğine bağlanmasından başka bir şey değildir. Tersanelerde, madenlerde, inşaatlarda, hidroelektrik santrallerinde, tekstilde yaşanan tam da budur. Buralarda iş cinayetleri yaşanıyorsa en önemli nedeni, örgütsüzlüğün ve güvencesiz çalışmanın hâkim olmasıdır. Dolayısıyla hükümetin patronların ve uluslararası sermayenin çıkar ve menfaatleri icabı uluslararası saldırı anlamına gelen Ulusal İstihdam Stratejisinin bir bütün olarak yasallaşıp çalışma yaşamında uygulanmaya başlamasıyla güvencesizliğin tavan yapacağını iddia etmek için müneccim olmak gerekmiyor. Yani bugün yüz parçaya bölünüp parçalanarak örgütsüzlüğe mahkûm edilen emek, bu stratejik saldırıyla bin parçaya bölünecek ve örgütsüzlük tavan yapacaktır. Bu ise tastamam iş kazalarının ve iş cinayetlerinin de tavan yapması anlamına gelir. Bu konuyla ilgili fazlasıyla mevzuat mevcut. Bunların uygulanabilirliği önündeki engeller nelerdir? Eğip bükmeden söyleyecek olursak mevzuatların hiçbir suçu yok. En büyük engel ve suçlu yasa yapıcılar ve patronlardır. Bir başbakan madende yaşanan iş cinayetleri için “ölüm işin doğasında var” diyorsa ya da kadere bağlıyorsa mevzuatın ne hükmü olabilir ki. Bu sözler karşısında patronlar İSİ Güvenliğini gereksiz, maliyeti arttıran bir sorun olarak görmezde ne yapar. Yani bu sorunun şu ya da bu şekilde çözümü asla ve asla patronların, taşeronların ve de bürokrasinin vicdanına bırakılamaz. Sorun işçi sınıfımızın bilinç, örgütlülük ve eylem gücündedir. Emeğin bütün bileşenlerinin birleşik mücadelesindedir. Gerisi teferruattan ibarettir. Kapitalizm koşullarında da olsa bu konuyla ilgili çok ciddi kazanımlar elde edebiliriz. Limterİş sendikamızın 20 yıla yaklaşan mücadele tarihinde ya da işçi sınıfımızın mücadele tarihinde bunun ipuçlarını bulabiliriz. Sorunun çözümüne dair iş dönüp dolaşıp emekten yana örgütlerin önüne geliyor. 33 ALPER ULUŞAN KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ Üniversitelerde neler oluyor? 1980 darbesi ile birlikte üniversiteler, yaşanacak Neo Liberal bir dönüşüm için yeniden yapılandırılmaya başlandı. Çünkü üniversiteli muhalifti. Üniversitenin muhalif kimliği üniversitelerde yapılacak neo liberal dönüşüme uygun olmadığından muhalif üniversiteli kimliğinin değiştirilmesi için bu yapılandırma zorunluluk arz ediyordu. Zira harçlara yapılacak peşi sıra zamlar, üniversite içi hizmetlerin paralılaştırılması gibi uygulamalara çomak sokacak bir gençlik istenmiyordu. Biran önce üniversiteye yeni bir kimlik verilmeliydi 34 Yeni üniversite kimliği, eleştirmeyen, sorgulamayan kısaca üç maymunu oynayacak bir üniversiteli kimliği olmalıydı. Ders içeriklerinin gerici ezberci hale getirilmesi, disiplin kurulları ile tek tip birey yetiştirmeye odaklı bir sistem oluşturma çabası hep bu üniversitenin muhalif kimliğini bertaraf etme düşüncesiydi. Bu çaba YÖK gibi bir kurul doğurdu. YÖK, kuruluş amacına uygun olarak üniversitelerden yükselecek her muhalif sesi kısmaya çalıştı. Muhalif her unsuru üniversite dışına atmaya çalışıp ders içerikleri, sınav sistemi ve yüksek ders geçme notu ile birlikte üniversiteliyi baskı altına alıp, boş zamanın oluşmasını engelledi. Oluşması muhtemel boş zamanında da üniversitelinin ders dışı konularla ilgilenmesinin önü kesilmeye çalışıldı. Zamanla yaratılacak öğrenci modelinin yine boş zamanlarında uğraşacağı konuların toplumsal konular değil magazin ve futbol benzeri konular olması gerektiğinden, atadıkları akademisyenler aracılığı ile teslimiyetçi bireyci bir gençlik yetiştirmeye çalışıldı. Oluşturdukları disiplin kurullarında muhalif öğrenciler cezalandırıldı. Üniversitelerde kurdukları mütevelli g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 heyetleri ile üniversitelinin söz hakkı olmadığı bir yönetim oluşturuldu. Bu mütevelli heyetlerine alınan üniversite dışı unsurlarla nasıl bir üniversite kurulmak istendiğinin sinyalleri verildi. Atadıkları öğretim görevlileri ile gerici ezberci kadroları kurdular. Kısacası üniversite yavaş yavaş teslim alınıp, gerçekleştirilecek dönüşüm programının zemini hazırlandı. Hedef büyüktü. Amaç üniversiteleri şirketleştirip, öğrencileri müşterileştirmekti Dönüşüm Programının Adı: Bologna Süreci Bologna süreci 2010 yılına kadar Avrupa Yüksek Öğretim Alanının oluşturulması için ortaya konan hedef ve reformları ifade eder. Her ülkede ulusal durum ve kültürle uyumlu olmak kaydıyla eğitim kalitesini iş dünyası ve sivil toplum beklentilerine uygun bir şekilde arttırmayı, deneyimleri paylaşmayı, işbirliğini, kazanılan yetkinliklerin geçerliliğini sağlamayı amaçlamaktadır. g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 Bologna Süreci 1999’da 29 Avrupa ülkesinin Eğitim Bakanlarının bir araya gelmesi ile başladı. 2001’de Türkiye bu sürece dahil oldu. Halen 47 ülke bu süreç kapsamında olup 2010 yılında sürecin tamamlanması beklenmektedir. 1999 yılında Yükseköğretim kurumlarında öğrenci/öğretim üyesi hareketliliğini, teşvik, kolay anlaşılır ve karşılaştırılabilir derece sistemi, ortak kredi sistemi, lisans/yüksek lisans şeklinde iki kademeli eğitim, kalite güvencesi ve Avrupa doktora ve araştırma alanlarının oluşturulması şeklindeki programla yola çıkıldı. Her 2 yılda bir yapılan takip ve geliştirme toplantıları sonucunda 2007’de Londra’da 3 kademeli eğitim sistemi (lisans, yüksek lisans, doktora), ulusal yeterlilikler çerçevesi, kalite güvencesi (Avrupa ilke ve standartları ile uyumlu), öğrenci katılımı, uluslararası katılım, diploma ve öğrenim sürelerinin tanınması, yaşam boyu öğrenme ve ortak derecelerin oluşturulması önerileri kabul edildi. Her iki yılda bir ülkelerin Bologna sürecindeki aktivitesi izlenmekte, rapor yayınlanmakta olup süreç 2010 da tamamlanmıştır. Teoride ifade edildiği kadarıyla kulağa hoş gelse de uygulamada sancılı sonuçlar doğurmaktadır. Bologna süreci ve etkileri Gerek YÖK’ün resmi WEB sitesi gerekse bazı WEB site ve bloglarda bu sürecin eğitimde kaliteyi arttıracağı vurgulanmaktadır. Ancak Bologna süreci üniversitelerde sanayinin “kalifiye işgücü” ihtiyacını gidermeye yönelik bütünlüklü bir programdır. Bu program Avrupa’da başta öğretim görevlileri olmak üzere öğrencilerin tepkisini çekmektedir. Ancak ülkemizde bu uygulama en çok öğretim görevlileri tarafından sahiplenilmektedir. Ülkemizde Bologna sürecine doğuracağı şu sonuçlar çerçevesinde karşı çıkılmaktadır: 1-)”Reform” adı altında eğitim 35 niteliksizleştirildi. Hatırı sayılır, itibarı olan meslekler itibarsızlaştırıldı. Son yıllarda artan üniversite sayısı her ile bir üniversite mantığı binlerce insanı, dört bir yanı duvar ve çatısı olan binalara tabelalar asılarak niteliksiz öğrenim koşullarına terk edip ucuz iş gücü yaratıyorlar. Böylelikle toplumsallıktan, halk için bilgi anlayışından uzak öğrenim, kişiyi öğrenim gördüğü alana, mesleğine yabancı kılıyor. Garabetin kendisi itibarsızlaştırılan doktor, öğretmen vb. mesleği ve sonucunda doktor ve öğretmen cinayetlerine kadar varıyor. 2-)Üniversiteler bilgiyi üretirken kamu faydası kriterini gözden çıkarıyor, sermayenin, patronların ihtiyacı için yeniden üretiyor. Üniversitelerde bireyler donanımlarına göre şekillenmeleri gerekirken, artık Avrupa’nın rekabet gücünü artırmak için, ihtiyaca uygun bireyler olarak şekillendiriliyor. Toplumsal konulardan kendini soyutlamış, kariyerizme saplanmış, güvencesiz, sanayide makinenin basit bir uzantısı olarak işlev gören tek tipleştirilmiş bireyler olarak karşılık bulacak bu program üniversitenin kuruluş mantığını altüst edecektir. Örneğin; inşaat mühendisi bir bireyin sanatla, felsefeyle alakası olamayacağı algısı tüm üniversitelilere yansıtılacak. Bu algı ‘’sosyoloji, tarih, edebiyat fakültelerini” üniversiteli nezdinde “gereksizleştirecek ve bu fakültelerin kapatılmasına giden bir süreç başlamış olacak. 3-)Ömür boyu öğrenim güzellemesi ile bütünleme hakkı kaldırılıyor ve ders geçme notu yükseltiliyor. YÖK’ün müjdeli bir habermiş gibi duyurduğu “artık üniversitelerde atılmaları kaldırıyoruz” diye duyurduğu derslerinden kalanların atılmadan mezun olana kadar okuyabileceği bu uygulama 36 tüccar mantığının bir göstergesi olmaktadır. Bu uygulama ile ders geçme koşullarını ağırlaştırıp, insanları ömür boyu harç ödemeye mecbur bırakıyorlar. Ancak bütünleme hakkının kaldırılması tepki ile karşılanmakta. Bologna sürecine üniversitelerden bugün muhalif sesler yükselmektedir. Bu muhalif seslerin yükseldiği üniversitelerde çıkartılan ses sonuç vermekte, Bologna süreci bu üniversitelerde sekteye uğramaktadır. 4-) Kamu elini eğitimden çekmeli denilerek eğitim maliyetleri arttırılmak isteniyor. Üniversitelerin giderlerini kendilerinin yaratması gerektiği söyleniyor. Böylece öğrenim giderleri öğrencilerin sırtına yükletiliyor. Artan harç paraları, kaldırılan ya da zamlanan yemekhane hizmetleri ve özelleştirilen yurt hizmetleri ile cebimizden daha fazla para alınmak isteniyor. Sonuç; borçlandırılan öğrenci kitlesi ve mezun olduktan sonra kredilerle ipotek altına alınan gelecek. En az 10 yıl belki de daha fazla yıl da ödenmesi zor borçlar. 5-)Tüm bu Bologna süreci ile Üniversite mütevelli heyetlerine kentlerin belediye başkanlarını, valilerini, emniyet müdürlerini alarak üniversiteleri şirket gibi yönetip kar kapısı haline getirecekler. Devletin elini eğitimden çektirip, halkın eğitim kurumlarını özelleştirerek halkı özel sektöre mahkum edecekler. Pahalı hale gelen üniversiteler yoksul çocukların eğitimi için büyük bir külfet olmakta. Öğrenim giderlerini karşılayamayanların sayısı artacak. Bugün bile fazla olan çalışırken okumak durumu yaygınlaşacak ya da üniversiteye başlayamayanların ve üniversiteyi terk edenlerin sayısı artacaktır. 6-)Bologna sürecinin amacı eğitimin kalitesini artırmak değil amaç AB’nin rekabet gücünü arttırmak. AB ülkeleri, finansal krizle birlikte politik krizi giderek derinleşmektedir. Sermaye için çekim merkezi olma özelliğini önemli ölçüde kaybeden Avrupa, “bilginin serbest dolaşımı” ile ABD ve Japonya’yla arasındaki teknolojik kapasite farkını, rekabet gücünü kapatmayı amaçlıyor. Yukarıda madde madde sıraladığımız konular Bologna sürecinin görünen yüzü, buz dağının görünmeyen yüzü bizlere içi boşaltılmış üniversiteler, anlamsız ders müfredatları ve güvencesiz gelecek sunmaktadır. Her şeyden öte üniversite öğrenimi daha da niteliksiz hale getirileceğinden, eğitimi gerçek yaşamdan uzaklaştırıp patronlara hizmet eden bir sektör haline getirecekler. Mühendislik artık sıradan bir misyon haline gelecek. Mühendislik kimliği itibarsızlaştırılıp mühendise tıpkı doktorlara olan şiddetin bir benzerinin uygulanmaması içten bile değil. Böyle bir öğrenim anlayışında yetiştirilen mühendislerin deprem olunca yıkılan binaların yenisi yapılacağı için bana iş imkanı doğacak düşüncesinde olan müteahhitten bir farkı kalmayacak. Mesleğimize, halkımızın sorunlarına uzak, kamu yararı değil şirket yararına çalışan bireyler haline getirileceğiz. Bu nedenle Bologna süreci ile birlikte bizlere bir tercih sunuluyor. İnsanlık onuru mu, yoksa para dolu kasalar mı? Cevabımız, felsefeden, sanattan, güvenceli gelecekten, halk için bilimden yana mı olmalı yoksa sermayedarlar, uluslararası şirketlerin kar hırsından yana mı olmalı? Tercih geleceğin mühendisi bizlerin hayata bakış açısını belirleyecektir. g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 AHMET VELİ BİÇER SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ Bu maç da biter bir gün Geçmişte önü açılan ve özellikle mevcut iktidar partisinin de son on yılda ivme kazandırdığı özelleştirme ve piyasalaştırma politikalarının olumsuz etkilerini hemen her alanda görmek mümkün. Bir rekabet ortamıdır, amansız ve gittikçe daha da çirkinleşen bir mücadeledir almış başını gidiyor güzel ülkemde. Birileri bu durumun farkında ve düzelmesi için mücadele veriyor, birilerinin de keyifleri gayet yerinde. Keyfi yerinde olan kesimin ve iktidarın en büyük arzusu mevcut durumun böyle devam etmesiydi aslında. Bunun için de üniversiteler piyasalaştırılacak, gençlere rekabetçi zihniyet aşılanmaya çalışılacaktı. Böylece toplumsal sorunları göz ardı eden ve ilerici siyasetten uzaklaştırılmış bir nesil, bu gidişata dur diyemeyecekti. Önce okullarımızda kariyer günleri düzenlediler. Özel sektörden inşaat firmaları, hem kendi şirketlerinin reklamlarını yaptılar, hem de katılımcılara katılım sertifikası sattılar. Yetmedi, bazı şirketler, katılımcılardan bazılarına burs vereceklerini söylediler ama burs formu da parayla satılıyordu. Hem reklamını yap, hem de para kazan ne ala! Liderlik seminerlerini de unutmayalım. İş dünyasının ünlü simalarını ve mesleğinde zirveye ulaşmış mühendisleri mesleki g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 deneyim ve bilgilerini paylaşmak adı altında okullarımıza getirdiler. Lider olmayı, fark yaratmayı anlattılar. Ülkemde yoksulluk sorunu, barınma sorunu, eğitim sorunu, sağlık sorunu varken, fark yaratmak benim neyime diye sorar insan? Yine de fark yaratmayı hayal edenler çıktı ortaya, yeni yeni liderler ve sermaye yanlısı temsilciler türedi bir anda etrafımızda. Bizler okullarımızda kimi zaman yemek paramızı denkleştiremezken, Çankaya Köşkü’ne Jaguar marka otomobiliyle giden Bilkent Üniversitesi öğrencisi temsil etti bir dönem bizleri mesela. Yıllardır sermayenin ve iktidarın işbirliği içinde olduğu , bir nevi birlikte paslaştığı futbol sahasında, birileri ama zorla ama bir şekilde seyirci bırakıldı. Elbet bu maçın da her maç gibi bir bitiş düdüğü olacaktır. Kim bilir belki de uzatmalar oynanmaktadır. 37 T E V F İ K C A N E R E R TAY ANADOLU ÜNİVERSİTESİ Anadolu Üniversitesi Hazırlık Öğrencilerinin Direniş Deneyimi Anadolu Üniversitesi’nde hazırlık öğrencileri bir süredir büyük ve güçlü etkinlikler düzenliyorlar. Düzenlenen etkinlikler giderek okulun genelinde yankı yaratırken oluşturduğu kitlesellik bakımından da son dönemde önemli deneyimler elde ediliyor. Bu etkinliklerin hareket noktasını da yerel sorunlar başta olmak üzere birçok problem oluşturuyor. Bunlardan kısaca bahsetmek gerekirse… Sınav geçme sistemindeki zorluklar (bir çok kişinin okulunu uzattığı oldukça karmaşık ve güç bir sınav sistemi), Öğrencilerin ders notlarına %10 etkide bulunduğu için zorla almak zorunda oldukları ve her kurun başında yani iki ayda bir değişen kitaplara verdikleri yüksek miktardaki ücretler, kampüsün uzak oluşu ve çok ciddi bir ulaşım sorununun mevcut olması aynı zamanda devam zorunluluğunun %90’da tutulması, Rektör Davut Aydın’ın bolca övündüğü, hazırlık sisteminin Bilkent Üniversitesi’nden direk olarak alınması da farklı bir tepki noktası oluşturuyor. Zira ticari bir amaç güden bir üniversitenin ingilizce eğitim sisteminin birebir olarak üniversiteye uygulanması ve Anadolu Üniversitesi’nin özgünlüklerinin hiçbir şekilde bu süreç içerisinde dikkate alınmaması temel sıkıntılardan birini oluşturuyor. Bu süreci yaratan kriz yerel bir kriz olmakla birlikte çok genel üniversite alanının da krizidir. Türkiye yüksek öğretim alanının Bologna Sürecine eklemlenmesi sırasında ortaya çıkan bu kriz, gençlik mücadelesi açısından da önemli bir dönüşümün işareti oluyor. Şu ana kadar yaşanan durum, bu sürecin ilerleyeceğini gösteriyor.Rektör Davut Aydın ile Anadolu Üniversitesi hazırlık öğrencilerinin yaptığı görüşmede öğrencilere; iki yıl içerisinde tüm bölümlere, Türkçe olsalar dahi, hazırlık sınıfının zorunlu tutulacağı söylendi. Mikro ölçekte Anadolu Üniversitesini bir örnek olarak inceleyecek olursak eğer, İngilizce eğitiminde (bir eğitmenin deyimiyle) “çıldırmış” durumdadır. Birçok üniversitenin zorunlu yabancı dil eğitiminde izleyeceği yolu çizen bir örnek konumunda. Hazırlıklardaki dayatmaya karşı örgütlenecek bir karşıtlık gençlik mücadelesinde önemli bir alanı tutuyor. Ancak bu alanın da kendine özgü 38 g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 avantajları ve dezavantajları var elbette. Hazırlık öğrencileri bu dönüşümün sıkıntıları içerisinde ciddi bir mağduriyet yaşıyordu. Kitapları alamayan, alçı ve sedyelerle okula gelen, karışık sınav sistemi içerisinde boğulan öğrencileri önemli müdahalelerle bir araya getirmek uzun bir zamanı aldı. İki yıl boyunca sorunları tartışa tartışa en tabandan yaratılan örgütlenme biçimi geliştirildi. Hazırlığa özgü sorunlar üzerinden çalışmalar yapıldı. Düzenli olarak her güne stant, bildiri ve benzeri faaliyetler konularak, binanın her alanına müdahil bir süreç yaratılmaya çalışıldı. Kırılma anlarından biri ise 9 Kasım 2010 yılında yaşandı. 4 Kasım’da hazırlıkta yaşanan polis saldırısı sonucu kantin camları kırılmış, 34 öğrenci gözaltına alınmıştı. 5 gün sonra ise son derece yaratıcı bir müdahaleyle 300 kişilik tiyatro-müzik etkinliği yapılarak sorumluların okul yönetimi olduğu anlatıldı. Daha sonraki süreçte okul yönetiminin ve özellikle Yüksek okul müdürü Handan Yavuz’un öğrenci aleyhine kararları ve uygulamaları bu gündemle de birleştirilerek teşhir edildi. Böylelikle hazırlık öğrencileri okul yönetimine karşı taraflaşmaya başladı. Bu süreçte okul yönetiminin öğrenci tepkilerine agresif tutumu da maskelerinin açık biçimde düşmesine neden oldu. Öğrenciler bu senenin ikinci dönemine kadar bu karşıtlığı büyütüp örgütlediler. İkinci dönem başlarında ise bir avuç öğrenci ile başlayan 13 Mart “Büyük Hazırlık Toplantısı” bu karşıtlığın göstergesi oldu. Yaklaşık 700 kişinin katıldığı toplantının okul içerisinde ses sitemiyle yapılması gerçekten büyük bir etki yarattı. Ancak bu sürecin devamında yapılan eylemlerde kitlesellikte zaman zaman artış ve düşüşler yaşandı. Bu süreçte g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 eylemleri örgütleyen öğrenciler daha bir geniş kitleye ulaşmak için olağanında gelişen bir meclis deneyimi başlattılar. Meclise katılmak isteyen herkes katılabiliyor ve sözünü söyleyebiliyordu. Bir moderatör ve yazman eşliğinde gelişen bu meclis deneyimleriyle birçok karar alınarak uygulandı. Sistemin değişilmeyeceğine inanıldığı ve umutsuzluğun tüm öğrencileri kapladığı anlarda kitlesellik düşüyordu. Bu süreçleri iyi kavrayan öğrenciler bu süreçleri yaratıcı etkinliklerle doldurarak karşıtlığı yeniden örgütlediler. Sürecin 13 Mart sonrasındaki ilk kitleselleşme eğilimi 7 Haziran günü yapılan ve yaklaşık 400 kişiye ulaşan ilk yürüyüş oldu. Bu süreci biraz açmak gerekiyor. Öğrenciler kendi kampüsleri olan 2 Eylül Kampüsü’nde etkili yerel eylemler yaparken seslerini çok fazla duyuramıyorlardı. Bu genel bir karamsar havayı beraberinde getirmekte ve kendi kampüsüne sıkışıp gündem olamamayı getiriyordu. Bunun tespitiyle merkez kampüs olan Yunus Emre Kampüsü’ne eylemler taşındı ve mücadele burada olgunlaştı. 7 Haziran bu eylemlerin bir işaret fişeğiydi. Öğrenciler güçlerini somut olarak gördüler. Önce rektörlüğe yürünerek sırayla tüm fakülteler önünden geçildi. Teker teker tüm fakülte önlerinde durularak dekanlar aşağıya indirildi ve tüm öğrencilerin gözü önünde temsilciler ile görüştüler. Öğrencilerdeki karamsar hava dağılmış ancak somut bir karşılık alınamamıştı. Süreci bir ileri boyuta taşımak için yapılan tartışmalarda rektörlük önüne üç günlük çadır kurma eylemi öngörüldü. 13 Haziran günü kurulan çadır eylemi için her akşam yapılan olağan toplantılar sırasında süresiz uzatma kararı alındı. Eylemin uzaması yeni hedeflerin konulmasını beraberinde getirdi. Öğrenciler önemli bir riski de alarak 22 Haziran gününe büyük bir yürüyüş planı koydular. Ancak bu sürece kadar küçük basın açıklamaları ve yaratıcı işler ile seslerini duyurmaya devam ettiler. Üniversitede hiç olmayan eylemleri gerçekleştirerek (rektörlük binasına pankart asma, babalar günü eylemi) Rektör Davut Aydın’ı rahatsız etmeye çalıştılar. Birkaç kere görüşen temsilciler genelde (bizim değerlendirmemizle) oyalama taktikleriyle karşılaştılar. 22 Haziran gününe gelindiğinde ise beklenenden büyük bir kalabalık ile dev bir yürüyüş gerçekleştirildi. Bu yürüyüş aynı zamanda eylemin üçüncü aşamasına da 39 işaret ediyordu: Okulun dışına çıkma. Yürüyüşün başlangıcı şehir merkezindeydi ve rektörlük binasına kadar yürünecekti. Toplumsal muhalefet bileşenleri, esnaf ve velilerinde katıldığı eylem oldukça kitleseldi. Yaklaşık 1500 kişiyle yaptığımız yürüyüş Eskişehir’de geniş yankı uyandırdı. Ancak asıl eylem, yürüyüşün sonunda rektörlüğe vardığımızda ortaya çıktı. Rektörlükle görüşmek isteyen temsilcilerimiz Genel Sekreter Çetin Kaya ile görüştü. Ancak ortada hiçbir olumlu sonuç yoktu. Tam tersine dağılın uyarısı vardı. Bunun üzerine temsilcilerimizin çağrısıyla yaklaşık 1000 öğrenci rektörlüğü işgal etti. Öğrencilerin işgali tüm binayı kaplamayarak öncelikle bir uyarı verdi. Temsilcilerimiz tekrar çağrıldığında söz verildi. Ancak en baştan beri koyduğumuz şartımızdan geri adım atmadık: Yetkili birileri dışarı çıkıp bu sözü tüm öğrenciler ve basın karşısında açıklayacaktı. İlk açıklamayı yapan rektör yardımcıları içeride verdikleri sözleri dışarıda söylemediler ve içeri döndüler. Öğrenci temsilcileri rektör yardımcılarını tekrar dışarı çağırarak söz vermelerini istediler. İkinci defa dışarı çıkmak zorunda kalan rektör yardımcıları söz verdiler. Öğrenciler sözün takipçisi olacaklarını belirterek işgale son verdiler. Biz bu durum karşısında temkinli olmayı seçerek çadırlarımızı bir süre daha kaldırmayarak birkaç günlük bir tartışma dönemi başlattık. Bu tartışma dönemi sonucunda çadırların kaldırılmasını ancak verilen sözün tutulmaması durumunda daha büyük kitleler ile tüm okulun işgal edilmesi kararını aldık. Biriken deneyimler Hazırlık öğrencilerinin bu mücadelesi içinde büyük deneyimleri biriktirmiştir. Tüm kararlar ortak yapılan toplantılarda herkesin ikna olması usulüne 40 göre alınıştır. Demokratik tartışma ortamları yaratılarak militan bir eylemin önü açılmıştır. Herkesin katılıp konuşabileceği ve her akşam belli bir saatte yapılan toplantı sonucu yapılacak işerl belirlenmiş ve bununla ilgili komiteler kurulmuştur. Öğrenciler bu süreçte kendi dillerini de yaratmıştır. Örneğin rektörlük önünde kurdukları çadırların olduğu bölgeye “Öğrenci Meydanı” ismini vermişler ve bundan sonra bu isimle anılmasının kararını çıkarmışlardır. Sürecin belki de en önemli göstergesi üniversitelerde varolan hak mücadelesi potansiyelini göstermiştir. Üniversitelerde hak mücadelesi etrafında örgütlenen öğrenciler yeni bir politikleşme zemininin nasıl kurulabileceğini göstermişlerdir. Ayrıca bu zemini Bologna Süreci karşıtlığı ile yeni bir boyuta taşımışlardır. Tüm bu yapılanlardan hazırlık öğrencileri hareketi kendiliğinden bir harekettir algısı çıkarılmamalıdır. Süreci yürüten irade asla yadsınamaz. Öğrencilerin aylardır koydukları irade çok önemli bir göstergedir. Zaman zaman umutsuzluğa kapılan öğrenci kitlesi karşısında sergilenen tavır ve eylem biçimleri öğrenci hareketi açısından önemli bir birikim yaratmıştır. Hazırlık Öğrencilerinin mücadelesi öğrenci hareketine çok şey katmıştır. Bu mücadele yükseldiği zeminde büyüyecek ve tüm ülke üniversitelerini saracaktır. O zemini yaratacak irade öğrenci kitleleri içerisinde bulunmaktadır. g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 YTÜ GENÇ-İMO Tutukluluk halleri Bir çeşit cezalandırma yöntemi haline getirilmiş olan “tutuklu yargılama”, telafisi yapılamayacak hak mahrumiyetlerinin en büyük sebeplerinden bir tanesi. Çoğu zaman keyfi olarak uygulanan tutuklu yargılama kararı, mahkemeler tarafından sıkça başvurulan bir yöntem haline geldi, hatta tutuklu yargılananların sayısı hükümlülerin sayısını geçti. “Terörle Mücadele Yasası” (TMY) kapsamında tutuklu yargılananların büyük bir çoğunluğunu; düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü hakkını kullanan insanlar oluşturuyor. Düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü olarak tariflediğimiz hakları suç unsuru olarak değerlendiren devlet; CMK’nın ilgili maddesindeki “Kanunda öngörülen tutuklama süresi, devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine ve milli savunmaya karşı suçlar ile devlet sırlarına karşı suçlarda iki kat olarak uygulanır” ifadesiyle bu hakları talep edenlere normalden iki kat daha fazla ceza uygulayacağını söylüyor. Tutuklu yargılamalar bu denli pervasızlaşmışken aylarca haksız yere tutuklu olarak yargılanan ve tahliye edildikten bir sonraki duruşmada 11 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılan Cihan Kırmızıgül davasında gördüğümüz gibi birçok haksız uygulamalar sadece tutukluluk hallerinde değil mahkumiyetlerde de çok büyük mahrumiyetlere sebep olabiliyor. Cihan Kırmızıgül davasında delil olarak kullanılan tek şey puşi! Tek delil olarak kullanılan puşi de iddianamede “bez parçası” olarak tariflenmiş ve mahkeme heyetince g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 el konuldu. Sonuç itibari ile Dink davasında, “örgüt yok” kararı ve Erhan Tuncel’in de içinde olduğu birçok şüpheli hakkında beraat kararı veren İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi hakimi Rüstem Eryılmaz, Cihan hakkında 11 yıl 3 ay ceza kararına imza attı. Cihan’ın aylarca maruz kaldığı gibi tutuklu bulunan öğrenci sayısı 600’ü geçmiş durumda ve bunların çok büyük bir çoğunluğu; YÖK’ü protesto etmek gibi yasal eylemlere katılmak ve buna benzer başka demokratik hakları kullanmak, tüm kitapçılarda rahatlıkla bulabileceğimiz kitapları bulundurmak gibi uydurma delil ve gerekçelerle içeride tutuluyorlar. Tutukluluk halleri elbette herkes için önemli hak kayıplarını da beraberinde getiriyor. Ancak öğrenciler için mesele biraz daha can yakıcı. Öğrencilere yönelik tutuklamalar özellikle sınav dönemlerinde ve kayıt yenileme dönemlerinde yapılıyor. Böylelikle öğrencilerin eğitim hayatlarının sekteye uğraması, sona ermesi amaçlanıyor. Kaydı silinmeyen öğrencilerin tutukluluk dönemlerinde sınavlara girmek istemesi halinde ise; cezaevi ile okul arasındaki ring aracının ulaşım gideri ve memur harcırahı gibi masrafları öğrencinin karşılaması bekleniyor, bu rakam her bir sınav için ortalama 1000 TL’yi buluyor. Son dönemlerde tutukluluk hallerinin büyük oranda artmasıyla beraber karşı tepkiler de oluşmaya başladı, bunlardan en öne çıkanlarından biri de “Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnisiyatifi”. Bir grup gönüllü insan tarafından oluşturulan inisiyatif, kendi misyonlarını “tutuklu öğrencilerin; eğitim haklarının gasp edilmesinin engellenmesi, yargılama süreçlerinde onlara destek olunması, mahkemelerde yalnız olmadıklarının gösterilmesi ve öğrencilerin tutukluluk hallerine kamuoyunun dikkatini çekmek” şeklinde tanımlıyor. Ve şimdiye kadar birçok tutuklu öğrencinin duruşmasına katıldı, onlar için basın açıklamaları ve dayanışma etkinlikleri düzenledi. Elbette tutukluluk sadece öğrencileri mağdur etmiyor; ancak bu tür inisiyatifler toplumsal muhalefet dinamiklerine önemli katkılar sağlıyor. Haksız ve hukuksuz tutukluluk ve hükümlülük hallerinin son bulmasının tek yolu kararlı bir örgütlü mücadeledir. Tüm bu baskılara ve yaratılan korku imparatorluğuna karşı gençİMO tüm şubelerinde örgütlü mücadelesine devam edecektir. 41 R O J DA VA R H A N DİCLE ÜNİVERSİTESİ Anadilde Eğitim Haktır; Engellenemez! Bir iletişim aracı olarak dil; insanlığın doğuştan itibaren toplumsallaşması sürecinde kullandığı en temel araçlardan biridir. Tabi bu iletişimi sağlama yolu düşünce ile dil arasındaki diyalektik bağdan geliyor. Düşünce, dil ile ifade edilir. Yani dil düşünceyi aktarma yoludur. Dil; aynı zamanda bir halkın kültürünü tarihini ve mirasını nesillere aktarmanın da aracıdır. Dolayısıyla bir halkın var olmasının, varlığını sürdürmesinin temel koşullarından biri ve en önemlisi “dil”dir. Anadil bir insan, bir birey için de daha önemli bir yerde durmaktadır. Çünkü insanların dünyayla ilk iletişimi kurma sürecinde edinip öğrenmeye başladığı ve dolayısıyla 42 kişiliğinin, kimliğinin ve duygusal ile zihinsel gelişiminin ayrılmaz bir parçasını oluşturan öğedir; anadil. Anadilini kullanamayan birey de tıpkı mensup olduğu ulus gibi yapı bozumuna uğrar. Kimliğini realize edemez. Anadilin yitimi iki biçimde ortaya çıkar. Birincisi ‘doğal’ biçimde, sözgelimi dil dışında diğer ulusal öğelerin (iktisadi, tarihsel, kültürel vb. birlik) çok zayıf olduğu koşullarda, yani başkaca ulusların ulusal öğelerine ‘doğal’ biçimde yenilerek; ikincisi ise söz konusu ulusun inkârı ve ulusal öğelerin kırımı yoluyla. Bu ikincisi asimilasyondur. Dil bakımından da dil kırım olarak adlandırılabilir. Türkiye’de yaşadığımız sorun tam olarak ikinci duruma, yani asimilasyona tekabül eder. Özellikle ulus-devlet inşa süreçlerinde homojen bir topluluk yaratma politikalarının, kültürel ve dilsel çeşitlilik ve zenginlikler açısından ciddi tehdit ve tehlikelere yol açtığı bilinmektedir. Bilim çevreleri bu tehlikenin ortadan kaldırılmasının ve dilsel zenginliğin korunmasının ancak anadillerin öğretimiyle ve anadilde eğitimle mümkün olabileceğini dile getirmektedir. Anadilde eğitim, öğrencinin tüm derslerinin anadilde işlendiği bir eğitim sistemini anlatır. Çocuk tüm müfredatı, dersleri kendi anadildeki eğitim materyalleri (ders kitapları, dergi, harita vb.) ile öğrenir. Anadilin öğretiminde ise, g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 dersler egemen dilde işlenirken anadilin de ikinci bir dil dersi gibi verildiği bir sistemi ifade eder. Bu bilimsel doğruyu dikkate alan pek çok ülkede çok dilli eğitim modelleri geliştirilerek hayata geçirilmiştir. Çok dilli bir gerçekliğe sahip olan ülkemizde ise bu süreç henüz tartışma aşamasındadır. Ancak ne yazık ki, ülkemizdeki tartışmalar dilsel zenginliğin insanlığın ortak mirası olarak korunması gerekliliği, pedagojik ilkeler ya da eğitim hakkı yerine sadece Kürt sorunu bağlamında yürütülmektedir. Sorun, pedagojik, sosyolojik ve psikolojik alandan siyaset alanına kaymıştır. Ulusal inkârın ve asimilasyonun sürdüğü koşullarda bu kaçınılmazdır. Bu ise tartışmanın dar kalmasına ve kutuplaştırıcı bir hal almasına neden olmaktadır. Dolayısıyla bırakalım çözüm ekseninde yürütülen tartışmaları; devlet tarafından uygulanan siyaset tam anlamıyla yasakçı ve inkârcıdır. Meselenin pedagojik boyutunu bir tarafa bırakalım, siyasi çerçevede, tarihte anadilin kırımı kadar anadilin önünün açıldığı, devletlerde (anadilin ifade ettiğimiz önemi nedeniyle) bırakalım önünü g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 açmayı, bizzat geliştirdiği örnekler de mevcuttur. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde yaşayan 16 ulus ve sayısız ulusal topluluğun, sahip oldukları federal sistem içerisinde başta anadilleri olmak üzere ulusal tüm değerleri devlet tarafından yasal güvenceye alınmıştı. Öyle ki, ülke sınırları içerisinde ölmeye yüz tutan küçük ulusal topluluklarınki de dâhil yaklaşık 200 farklı dil konuşuluyordu! Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin bu konuya dair yasasında güvence altına aldığı madde tam olarak şöyle: «Halkın kendi anadilinde eğitim görme hakkı; bunun için gerekli okullar, Devlet ve özyönetim organlarının parasıyla kurulan okullarla sağlanır. Her yurttaşın toplantılarda kendi anadilini kullanma hakkı; anadilin bütün yerel toplumsal ve resmi kuruluşlarında Devlet diliyle eşit tutulması» şeklinde yer almaktadır. Bugüne ve dünyaya bakacak olursak; dünyada 6000 kadar dil olmasına karşın bu dillerin tümü 200 ülkede konuşulmaktadır. Bu da, dünyanın tek dilli değil, çok dilli olduğunu gösterir. Bazı ülkelerde yüzlerce dil konuşulmaktadır. Örneğin Papua Yeni Gine’de 850, Nijerya’da 427, Kamerun’da 270, Zaire’de 210, Solomun Adalarında 66, Avustralya’da 250, Hindistan’da 380, Endonezya’da 670 farklı dil konuşulmaktadır. Bütün dillerin % 70’den fazlası 20 ulus-devlette konuşulmaktadır. Bu farklı, zengin ve doğal gerçekliğe karşın tek dilli dünyayı savunanlar, daha çok tek dilin konuşulduğu uluslara mensupturlar ve zamanı geldiğinde herkesin kullanacağı dilin, kendilerinin dili olacağına inanmaktadırlar. İki dillilik mümkündür. İnsan, iki dilden birini kimlik dili, diğerini de ortak anlaşma dili olarak kullanabilir. Buraya kadar; yani dilin ve anadilin önemi, bunun yasaklanmasının ne anlama geldiği, bu hakkın pratikte geçmişten bugüne dünyadaki örneklerinin nasıl yaşandığını somut bilgilerle anlatmaya çalıştım. Esasında şu çok açık; anadil ulusların var oluş koşullarından biridir ve Kürt halkının varlığı ise inkâr edilemeyecek bir gerçektir. Anadilde eğitim ve yaşam hakkı ise temel yaşam haklarından biridir. 43 EMRAH ALP O R TA D O Ğ U T E K N İ K Ü N İ V E R S İ T E S İ Tarihten Öğrenmek İnsanın geçmişini, yaşadıklarını hatırlaması bazen güçleşebiliyor. Yaşanan her bir anın öyle ya da böyle bize bir şeyler kattığını düşünürsek unutmak da bir bakıma eksik kalmak demek; bir yanımızın yitip gitmesi. Hele ki toplumların hafızası için düşünecek olursak unutmak yarını anlamamızın önünde belki de en büyük engel. Bizim kendi üzerimize düşense gerçekleri herkese bir kez daha hatırlatmak olacak kuşkusuz. Tarihin dev sayfalarını biraz geriye çevirmekle başlayalım işe. Yavuz Sultan Selim’in Osmanlı padişahı olduğu 1500’lü yıllara kadar gidelim mesela. Bu dönemin en akılda kalan yanı kuşkusuz Yavuz’un doğu seferleridir. Osmanlı devletinin Anadolu’nun doğusundaki hâkimiyeti de bu savaşla güçlenmiş ve genişlemiştir. Yine bu dönemdeki savaşlardan birisi olan Çaldıran Savaşı sonrasında ise Safevi hükümdarı Şah İsmail’e karşı Yavuz’u destekleyen bölgedeki İdris-i Bitlisi’nin önderliğindeki 23 Kürt beyliği ile Osmanlı devleti arasında bir anlaşma yapılmıştır. Bu anlaşmanın maddeleri arasından ikisi özellikle dikkat çeker. Bunlar, “Osmanlı yönetimine bağlı olarak Kürt Emirlikleri özerkliklerini koruyacaktır.” ve “Kürt Emirlikleri’nde de yönetim babadan oğula geçerek sürecektir, eskiden beri yürümekte olan yönetim yürürlükte kalacak ve bu konuda ferman padişahtan çıkacaktır,” ifadeleridir. (M. Emin Zeki, Kürdistan Tarihi, Sf.83). Kürtlerin sağlamış olduğu kısmi özerklik ve imtiyazlar bu şekilde 1. Dünya Savaşı’nın sonrasına kadar devam etmiştir. 44 Kurtuluş Savaşı dönemine gelecek olursak iki halkın yan yana emperyalist işgale karşı koydukları hemen herkes tarafından bilinir. Fakat bu noktada çok bilinmeyen Lozan öncesi ve sonrası değişen Kürt politikasıdır. İşgal döneminde Kürt halkının tavrını ve Türk halkının bakış açısını görmek için yazının sonundaki belgelere bakmak oldukça önemli olacaktır. Belgelerde de görüldüğü gibi Lozan öncesinde 1921 anayasasında ve Amasya Protokol’ünde açıkça geçen Kürtlerle ilgili maddeler 1924’e gelindiğinde bir anda ortadan kaybolabilmiştir. 1921 anayasasında geçen yerel yönetimin güçlendirilmesi ve özerk yönetim ile ilgili maddelere 1924 anayasasında ise yer verilmemiştir. Aksine 88.Maddede Anadolu’daki tüm halklar için “Türkiye’de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese ‘Türk’ denir.” ibaresi konmuş, birçok maddede tüm vatandaşlar için sadece “Türk” tanımlaması yapılmıştır. Her ne kadar hala günümüzde de bunu birleştirici bir unsur olarak görenler varsa da bu yaklaşımın “Türklüğü” egemen kıldığı ve kültürünü baskın bir hale getirdiği inkâr edilemez. 1924 Anayasası’nın içeriği günümüze kadar köklü bir değişim geçirmemiştir. O yıllardan günümüze kadar süren resmi devlet politikası ise Kürtler için iki kelimeyle özetlenebilir: asimilasyon ve inkâr. Cumhuriyetin ilk yıllarında önemli isimlerin söylediği önemli sözler Lozan öncesi ve sonrası durum için oldukça aydınlatıcı olacaktır. İnönü, Kürtlerin ve Türklerin temsilcisi sıfatıyla katıldığı Lozan görüşmelerinde yeni kurulacak devletin Türklerin ve Kürtlerin devleti olduğunu, kendilerine çağdaş hukuk normlarında tüm ulusal haklarının verileceğini ve Kürtlerin kesinlikle kendilerinden ayrılmayı kabul etmediklerini söylemişti. Oysa 1930 yılına gelindiğinde “Bu ülkede sadece Türk ulusu etnik ve ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur.” (Milliyet, 31 Ağustos 1930) diyebiliyordu. Dönemin adalet bakanı Mahmut Esat (Bozkurt) ise şöyle demişti: “Biz Türkiye denen dünyanın en hür ülkesinde yaşıyoruz. Mebusunuz inançlarından samimiyetle bahsetmek için buradan daha müsait bir ortam bulamazdı. Onun için hislerimi saklamayacağım. Türk bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler!” (Milliyet, 19 Eylül 1930). Kesin yargılara varmak için kesin bilgiler gereklidir. Burada anlatılanlar da bu kesinliğe ulaşılabilmesi, herkesin bir kez daha kendi araştırmasını yapabilmesi için yazılmış bir metindir. Kürt sorununun tarihsel yönünü bütünüyle kapsamadığı da açıktır. Sadece yol gösterici olabilir. Bu bilgiler ışığında bulunacağımız yargılarda duygusal değil akılcı olmak sağduyulu bir tavra sahip olmak hepimiz için çok daha yararlı olacaktır şüphesiz. Televizyonlardan değil tarihten öğrenmek sanırım bu yüzden bugün hiç olmadığı kadar daha büyük bir ihtiyaç. g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 Belge 1 M Ü D A FA A İ H U K U K C E M İ Y E T İ ERZURUM ŞUBE KONGRESİNE GİZLİ RAPOR T ürk ve K ürdün kimliği Doğu Vilâyetleri tarihi Kürt ile Türkün ortak faaliyetinin ürünüdür. Bugün de Doğu Vilâyetleri’nin kimliği, bu iki kardeş kavmin kimliğinden ibarettir. (...) Doğu Vilâyetleri’ndeki Türk ile Kürdü ayırmak tabiî değildir ve imkânsızdır. İktisadî, dinî, kültürel bir surette birbiriyle iç içe geçmiş olan Kürt ile Türkün aynı zamanda akrabalık ve diğer toplumsal sebeplerle de kanlan o kadar karışmıştır ki, bir Kürt aynı zamanda bir Türkün dayısı, halazadesi, damadı, eniştesidir. (...) Doğu Vilâyetleri’nde Türk Kürtsüz, Kürt Türksüz yaşayamaz. Musul’un güneyinden başlayarak Urfa’ya, Halep’e ve Hazar denizinden Küçük Asya’ya kadar uzanan arazide Türkler çoğunluğu oluşturmakta ve Kürt toplulukları bu iki çizgi arasında Türklerle karışmış bir halde bulunuyorlar. Şu tabiat ve arazi durumu dikkate alınırsa, geçmişte olduğu gibi gelecekte de, Türk ile Kürdün aynı tarih, aynı menfaat, aynı hayat sahibi olacaklarını kabul etmemek mümkün değildir. Bu kadar derin ve esaslı bağlarla birbirine bağlı bulunan Doğu Vilâyetleri Türkü ile Kurdunu ayırmak her ikisini de Ölüme mahkûm etmek demektir. (...) Doğu Vilâyetleri’ndeki İslâm varlığının devamı, ancak Türk ile Kürdün ittifakına bağlıdır. Bu ittifak -her ne surette olursa olsun- bozulduğu gün bizim için kesin ölüm dakikalarına girilmiş olur. 8 Haziran 1919* Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti Erzurum Şubesi’nin 17 Haziran 1919 Kongresine verdiği rapor. (Bekir Sıtkı Baykal, s.45) *17 Haziran’da toplanan Kongre’ye sunulan Rapor’un üzerine Cevad Dursunoğlu’nun el-yazısıyla 8 Haziran 1919 tarihi düşülmüş. Belge 2 S İ VA S K O N G R E S İ B E YA N N A M E S İ 1. Devleti Aliye-i Osmaniye ile İtilaf Devletleri arasında akdedilen ateşkes antlaşmasının imza olunduğu 30 Ekim 1918 tarihindeki hududumuz dahilinde kalan ve her noktasında İslâm ezici çoğunluğunun oturduğu Osmanlı memleketleri kısımları yekdiğerinden ve Osmanlı topluluğundan ayrılması kabil olmayan ve hiçbir sebeple bölünmez bir bütün oluşturur. Belirtilen ülkede yaşayan bütün İslâmî unsurlar, yekdiğerine karşılıklı saygı ve fedakârlık duygularıyla dolu ve yekdiğerinin ırkî ve toplumsal hukukları ile çevre şartlarına tamamıyla saygılı öz kardeştirler. 11 Eylül 1919 Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nin Sivas Kongresi’nce kabul edilen Beyannamesi (Tarih Vesikaları, c.l, sayı l, s.7) Amasya Görüşmesi 2. Protokolü 1. Maddenin Sadeleştirilmiş Metni Türk ve Kürtlerin ortak vatanı ve Kürtlerin gelişme serbestîsi l- Beyanname’nin [Sivas Kongresi Beyannamesi] birinci maddesinde Osmanlı devletinin düşünülen ve kabul edilen hududunun Türk ve Kürtlerin oturduğu araziyi kapsadığı ve Kürtlerin Osmanlı topluluğundan ayrılması imkânsızlığı izah edildikten sonra bu hududun en asgarî bir talep olmak üzere sağlanması lüzumu birlikte kabul edildi. Bununla birlikte Kürtlerin gelişme serbestîlerini sağlayacak tarz ve surette örfi ve toplumsal hukuka kavuşmaları dahi yerinde görülüp, yabancılar tarafından görünüşte Kürtlerin bağımsızlığı maksadı altında yapılmakta olan yalan dolanın önüne geçmek için de bu hususun şimdiden Kürtlerce bilinmesi hususu uygun görüldü. 22 Ekim 1919 Amasya Mülakatı 2. Protokolü (Tarih Vesikaları, yeni seri, c.I, sayı 3(18), Mart 1961, s. 361) g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 45 Belge 3 TBMM VEKİLLER HEYETİ KARARI Kürtlerin kendi geleceğini tayin hakkı ve yerel idare Kürdistan hakkında Büyük Millet Meclisi Vekiller Heyetinin Elcezire Cephesi Kumandanlığına talimatıdır. 1. Adım adım bütün memlekette ve geniş ölçüde doğrudan doğruya halk tabakalarının ilgili ve etkili olduğu surette yerel idareler kurulması iç siyasetimizin gereklerindendir. Kürtlerin oturduğu bölgelerde ise hem iç siyasetimiz ve hem de dış siyasetimiz açısından adım adım yere) bir idare kurulmasını gerekli bulmaktayız. Milletlerin kendi geleceklerini bizzat idare etmeleri hakkı bütün dünyada kabul olunmuş bir prensiptir. Biz de bu prensibi kabul etmişizdir. Tahmin olunduğuna göre, Kürtlerin bu zamana kadar yerel idareye ait teşkilatlarını tamamlamış ve reisleri ve etkili kimseleri bu gaye namına bizim tarafımızdan kazanılmış olması ve reylerini açıkladıkları zaman kendi geleceklerine zaten sahip olduklarını, Türkiye Büyük Millet Meclisi idaresinde yaşamaya talip olduklarını ilan etmelidirler. Kürdistan’daki bütün çalışmanın bu gayeye dayanan siyasete yöneltilmesi Elcezire Cephesi Kumandanlığı’na aittir. 2.Kürdistan’da Kürtlerin Fransızlar ve özellikle Irak hududunda İngilizlere karşı düşmanlığını, silahlı çarpışmayla, değiştirilemeyecek bir dereceye vardırmak ve yabancılarla Kürtlerin anlaşmasına engel olmak, adım adım yerel idareler kurulması sebeplerini açıklamak ve böylece bize yürekten bağlanmalarını sağlamak, Kürt reislerinin mülkî ve askeri makamlarla görevlendirilerek, bize bağlanmalarını sağlamlaştırmak gibi, genel çizgiler kabul olunmuştur. 3.Kürdistan iç siyaseti Elcezire Cephesi Kumandanlığı tarafından birleştirilecek ve idare edilecektir. Cephe Kumandanlığı bu konuda Büyük Millet Meclisi Riyaseti ile haberleşir. Vilâyetler tarafından izlenecek hareket çizgisini düzenleyecek ve birleştireceğinden mülkî memurların yöneticilerinin bu hususta mercii de Cephe Kumandanlığıdır. 4.Elcezire Cephe Kumandanlığı, idarî ve adlî veya malî değişiklik ve reformlara lüzum gördükçe bunun uygulanmasını hükümete teklif eder. Elcezire Cephe Kumandanı Mirliva Nihad Paşa Hazretlerine. Kişiye özeldir. Büyük Millet Meclisi Vekiller Heyeti tarafından zatı devletlerine özel olmak üzere Kürdistan hakkında düzenlenen talimat yukarda olduğu gibi tebliğ olunur. Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal 27 Haziran 1921* (TBMM Gizli Celse Zabıtları, III, s.550 vd) * TBMM’nin 22 Temmuz 1922 günü yapılan gizli oturumunda okunan hükümet kararının 27 Haziran 1921 günü Elcezire Cephesi Kumandanlığı’na gönderildiği tutanaklarda belirtiliyor. Bkz. TBMM Gizli Celse Zabıtları, III, c.550 ve 557. 46 g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 Donatı hazırlama Betonarme yapı elemanların içine kendi özelliğine göre demir yerleştirilir. Bu demirlerin şekli, kalınlığı ve sayıları mühendislik hesaplarıyla bulunur. Betonarme yapı elemanlarında nasıl bir demir kullanılacağı statik uygulama projesinde çizilerek gösterilir. Burada demirin şekli ve ölçüsü yazılı olur. Betonarme yapı elemanlarında etriye, pilye, düz, mesnet, şapo ve çiroz demirleri vardır. Bu demirlerin yapı elemanı içine yerleştirilmesine donatı denir. Her yapı elemanının donatısı farklıdır. Çeşitleri Temel Donatısı Temel donatıları kalıp içinde bağlanır. Düz, pilye, kolon filizi ve etriyeler hazırlanır. Düz donatılar ölçüsünde kesilir ve ucuna 90 derece kanca yapılır. Pilyeleri proje ölçüsünde ve kolon filizleri temel donatısı tamamlandıktan sonra bağlanır. Yere serili donatıların pas payları zemin durumuna bağlı olarak 2–5 cm olarak bırakılır. Temel düz donatıları hazırlanır (Resim 2). Bu donatılar her iki yönde yere serilir. Kancaları üste doğru kesişme yerlerinden tel ile bağlanır (Resim 3). Pilye donatıları ve kolon filizleri hazırlanır. Pilyeler proje ölçüsünde alttaki donatı üzerine bağlanır. Akslara uygun kolon filizleri, kancalarından tabandaki donatı üstüne bağlanır (Resim 4). Deprem hatılları demirci sehpasında hazırlanır. Deprem hatılları kolon filizlerine geçirilir ve tel ile bağlanır (Resim 5). Resim 6: Radye temellerde çift etriye ve pilye donatıları da yapılır. Resim 2: Temel donatıları ölçüsünde kesilerek uçları demir bükme ile bükülür. Resim 3: Temel donatılarının uçları yukarıda olacak şekilde kerpeten ve tel ile bağlanır. Resim 1: Temel donatıları döşenmeden önce tabana beton dökülür. Temelde önce akslar belirlenir. Sonra kalıp yapılarak temel donatısına başlanır (Resim 1). g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 Resim 5: Temel donatıları kolon filiz demirlerine deprem hatılları bağlanır. Resim 4: Temel donatılarını kolon filizleri proje akslarına göre yerleştirilerek tamamlanır. Radye temellerde farklı olarak etriye ve pilye donatıları sırasıyla bağlanır (Resim 6). Kolon Donatısı Kolon donatıları boyuna donatı ve etrafında sarılı etriyelerden oluşur. Boyuna donatılar hep üst kat için filiz olacak şekilde üretilir. Donatı çapının 40 ya da 50 katı uzunluk kadar filiz payı bırakılır. Kolonlar en az 4 adet 16’ mm lik ya da 6 adet 14’ mm lik (4Ø16 veya 6Ø14) donatıdan olur. Dairesel kolonlarda en az donatı 6Ø14 tür. Kolonların alt ve üst kısımlarında etriye sıklaştırması yapılır. Etriyeler iç kolonlarda 1,5 cm, dış kolonlarda 2 cm pas payına göre hazırlanır. Etriye araları en çok 20 cm ya da 12 donatı çapı kadar olur. Daire şeklindeki kolonlar fretli olur. Bunların etriyeleri helozonik tek parça olur. Yuvarlak kütüğe makine ile sarılarak üretilir. 47 Önce boyuna donatıları ölçüsünde kesilir. İki adet demir sehpa üstüne uygun yerinden bırakılır. Etriyeler hazırlanır. Bir ucu 45 derece, diğer ucu 90 derece deprem çirozları hazırlanır. Demirci sehpasında boyuna donatıların etriye yerleri tebeşir ile çizilir. Buralardan etriyeler iki donatıya tel ile bağlanır. Daha sonra diğer boyuna donatılar bağlanır. Sıklaştırma yerlerinde metrekarede 10, diğer yerlerde 4 adet olmak üzere çirozlar bağlanır (Resim 7). Kolon donatıları alttan gelen kolon filizlerine bağlanır (Resim 8). Şekil 2: Çokgen ve daire kesitli kolonlar fretli olarak bağlanır Resim 7: Kolon donatıları demirci sehpası üzerinde projesine uygun bağlanır. Fretli etriyeler önceden kütüğe sararak hazır edilir. Şekil 2’ deki gibi tel ile bağlanır. Kolon donatısı yerine bağlandıktan sonra bütün kenarlarına pas taşı takılır (Resim 9). Resim 9: Kolon donatısı etriyelerinin üstüne paspayı için pastaşı takılır. Resim 8: Kolon donatıları kolon kalıbı içine alttan filiz demirlerine bağlanır. Daralmada boyuna donatı 1/6 oranında büzülebilir. Alt kattan üst kata geçen kolonda meydana gelen kesit azalması (A/B) 1/6’ dan büyük olamaz. E filizdir ve 40 donatı çapından az olmaz. D 90 derece kanca ve 12 donatı çapından aşağı olmaz (Şekil 1). Şekil 3: Kolon donatısı etriyelerinin sıklaştırması ve üst katta daralması 48 g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 Kolon daralmasında ve kiriş kesişme yerlerindeki donatı şekil 3’teki gibi yapılır. Kiriş Donatısı Genellikle dikdörtgen kesitli ve eğilmeye çalışır. Üzerindeki yükleri kolon ve altındaki duvarlara iletirler. Kiriş donatıları montaj, esas (düz demir), pilye ve etriye donatılarıyla yapılır. Kirişlerde çapı 12 mm (Ø12) den aşağı donatı kullanılmaz. Kiriş başlangıcına üstten L/4 kadar mesnet donatısı bağlanır. Kirişler devam ediyorsa alt donatılar L/4 kadar diğer kirişe devam eder. Kirişlerin başlangıcı bitişlerinde üstte mesnet donatısı kullanılır. Esas donatılar ve montaj donatıları kesilerek bir uçlarına demir bükme ile 12Ø boyunda kanca yapılır. Etriyeler sayısı kadar kesilir ve bükülerek hazırlanır. Pilyeler boyunda kesilir, proje ölçüsünde iki demir bükme anahtarı ile hazırlanır. Kiriş kalıp üzerinde yerine yakın kurulan sehpa üstünde hazırlanır. Kolon ile birleşim yeri dışındaki etriye yerleri işaretlenerek tel ile bağlanır. Kiriş başlangıcına mesnet donatıları hazırlanır ve bağlanır. Bütün boyuna donatı bağlandıktan sonra pilye kiriş içine geçirilir. Etriye değme yerlerinden bağlanır. Kolon filiz yerlerine gereken etriyeler kiriş üstüne serbest olarak takılır ve kiriş yerine oturtulur. Etriyelerin kalıba değen taraflarına pastaşı takılmalıdır. Mesnet içinde etriyeler yerinde bağlanır. Esas donatılar devam eden döşemeye L/4 kadar devam ettirilir (Şekil 4). Mesnet yerlerinde altta şapo donatıları her iki yanda L/4 kadar geçer vaziyette bağlanır. (Resim 10 ve Şekil 4). g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 Resim 10: Kiriş donatıları kalıp içinde bağlanır. Pilyeler ölçüsünde ve 45 dereceden bükülür. Şekil 4: Kolonlara mesnetlenen kirişlerin bu bölgelerinde şapo demiri kullanılır. Kiriş, yığma yapılarda her iki ucu mesnetlere 20 cm serbest oturuyorsa basit kiriştir. Donatıların uçları 45 derece bükülür. Kirişin bir ucu kolona saplanıyor diğeri boşlukta ise bu konsol kiriştir. Burada esas ve pilye donatıları üstte montaj donatıları altta olur. Konsol çıkmanın çok olması durumunda ilave pilye bağlanır (Şekil 5). Bazen kirişlerde ters olarak yapılır (Şekil 6). Şekil 6: Ters kiriş yapılacağında üstten mesnet ilaveleri bağlanır. Şekil 5: Konsol kirişlerin ucuna doğru kalınlığı düşürülür ya da uç kısma kiriş yapılır. 49 S E V G İ L İ S TA J D E F T E R İ KISIM YAPILAN İŞ 4. GÜN HAKEDİŞ VE BÜST HAZIRLANMASI YAPRAK NO:5 TARİH:06/07/2011 Bugün şefim bana Hak-ediş hazırlanması konusunda bilgi verdi. Hak-ediş; Sözleşmeye göre gerçekleştirilen iş karşılığında işi yüklenen için tahakkuk eden alacaktır. Bir hak edişin temel unsuru metrajdır. Metraja geçmeden evvel ise hak- ediş hazırlanmasında sıkça kullanılan bazı ifadelerin anlamlarını öğrendim İŞ: Bir anlaşma ile yapılacak bütün yapım veya hizmetler. POZ (İŞ KALEMİ): Teknik, özel ve yapım şartları ile birim fiyat tarifleri bulunan ve anlaşmalarında bedeli gösterilen veya sonradan yeni fiyatı yapılan İş Birimleri. RAYİÇ: Bayındırlık Bakanlığınca her yıl ait olduğu yıl içinde geçerli olan ve yayınlanan, idarelerin işlerinde ve ihalelerinde uymak zorunda oldukları malzeme, işçilik, makine fiyatları, katsayı ve baz fiyatlarıdır. İHZARAT: İşte kullanılacak bir malzemenin idarenin onayıyla önceden alınıp, stoklanması işlemidir. KEŞİF: İhale Aşamasından Önce İdare tarafından yaptırılması düşünülen işin baştan sona bitirilmesi için, tespiti yapılan iş miktarlarının ve tutarlarının keşfin hazırlandığı yılın fiyatlarıyla toplamıdır. II.KEŞİF: İşin ihaleye çıkılan keşif miktarlarıyla bitirilemeyeceği tespit edilirse, idarenin onayıyla işin bitmesi için gerekli miktarlar KEŞİF’e eklenir. Yeni Keşfin toplamı II.Keşif Olarak anılır. KEŞİF BEDELİ: İşin tamamı veya bir bölümü için hesaplanan tutarının, keşfin yapıldığı yılın fiyatlarıyla anılmasıdır. ANLAŞMA BEDELİ: İhale alınırken idareye taahhüt edilen tenzilat düştükten sonraki işin net tutarıdır. Metraj Nedir? Metraj, Bir hakedişin temel unsurudur. Meydana getirilmiş işlerin miktar ve nitelik olarak sınıflandırıldığı hesaplardır. Metraj Nasıl Yapılır? Temel prensip, yapılan işi Birim fiyat kitabından bedelini alacak birim miktar ve pozlarla ifade etmektir. İşe uygulanan birim fiyatlara ait birim fiyat tarifleri hangi pozun nasıl metraj haline getirileceğini tanımlar.. DONATI METRAJI : Metrajın mantığı hazırlanmış projede bulunan donatının kaç ton olduğunu bulmak ve ona göre sipariş verip donatı stoğu yapmak.Elimizde her çapta donatının 1 metresinin ağırlıkları mevcuttur bunlar şöyledir; 8mm: 0,395 Kg/MT ,10mm:0,617 Kg/MT, 12mm:0,888 Kg/MT, 14mm:1,208 Kg/MT, 16mm:1,58 Kg/MT 18mm:1,998 Kg/MT, 20mm:2,466 Kg/MT, 22mm:2,98 Kg/MT, 24mm:3,55 Kg/MT, 26mm:4,17 Kg/MT 28mm:4.83 Kg/MT, 30mm:5,55 Kg/MT, 32mm : 6,310 Kg/MT, 34mm:7.13 Kg/MT Bunları bildikten sonra gerisi kolay..Projede donatının çapı ve uzunluğu yazar örneğin 3 metre kiriş donatısı var ve donatı çapı 12 mm genellikle simetrik olduğundan 3m ve 12 mm donatıdan bir kaç tane vardır 10 tane var diyelim.Şimdi toplam kaç kg ettiğini bulalım.. 10(adet)x3(metre)x0,888(1m 12mm donatının ağırlığı)=26,64 Kg SIVA METRAJI Bir ic duvarin siva metraji, sıva yapılacak duvar yüzey alanından kapı pencere gibi kısımların alanlarının çıkarılması ile geriye kalan kısımdır. (bu çıkarma işlemine minha denir.) KONTROL SONUCU 50 g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 S E V G İ L İ S TA J D E F T E R İ KISIM YAPILAN İŞ 4. GÜN YAPRAK NO:6 HAKEDİŞ VE ATATÜRK BÜSTÜ KEŞİF HAZIRLANMASI TARİH:06/07/2011 KALIP- BETON METRAJI Betonun kalıp gören tüm yüzeylerinin boşluklar çıkarılarak m^2 cinsinden hesaplanması ile elde edilen sonuç kalıp metrajını ortaya çıkarır. Kalıbı hesaplanan betonun yüksekliği ile çarpılması ile elde edilen sonuçta beton metrajını verir. Tüm bu bilgilendirmelerin ardından keşif i hazırlama üzere (şekil-2.a),(şekil-2.b),(şekil-2.c),(şekil-3.d) de gördüğünüz Sahil Güvenlik Karadeniz Bölge Komutanlığı Atatürk Büstü Yapım İşi projesini verdi. Öncelikli olarak aşağıdaki pozlarını çıkardım KEŞİF ÖZETİ 15.001/1A : Makine ile yumuşak ve sert toprak kazılması (gevşek ve bitkiseltoprak,gevşek silt,kum,kil,siltli kil,kumlu ve gevşek kil,killi kum ve çakıl,kürekle atılabilen taşlı toprak ve benzeri zeminler ) 15.140/5 : Makine ile tuvenan kum çakıl temin edilerek , el ile serme sulama sıkıştırma yapılması 16.057/1A : Satın alınan ve beton pompasıyla basılan basınç dayanım sınıfı C 16/20 (BS 16) olan hazır beton dokulmesı (beton nakli dahil ) 21.001 : Ahşaptan yapılan seri kalıp (plaklar,palplans,kazık,tahkimat blokları,babalar,bordürler,saha betonları,her türlü lentolar,merdiven basamakları ve benzer işler için) 21.011 : Düz yüzeyli beton ve betonarme kalıbı (sıva,taş ve benzeri kaplama malzemesi ile kapkanacak beton ve betonarme yüzeylerde ) 23.010 : Nervürlü çelik hasırın yerine konulması 1,500-3,000 kg/m2 (3,000 kg/m2 dahil) 23.014 : Fi8-fi12 mm nervürlü beton çelik çubuğun bükülmesi,yerine konulması 23.015 : fi14-fi28 mm nervürlü beton çelik çubuğun bükülmesi,yerine konulması 23.051: 34 kg/m ye kadar ağırlığındaki münferit olarak kullanılan her türlü profil demirlerinin hazırlanması ve yerine tespiti(basit olarak kullanılan münferit çatı aşıkları ve mertekleri,lentolar,hurdi,döşe meler,köşe takviye demirleri,kolonlar,dikmeli kolon) 25.136: Demir ve madeni imalatın korozyona karşı bir kat boyanması 26.206/C1A : 3cm kalınlığında renkli granit agregalı kompoze taş ile döşeme kaplaması yapılması (3x30xSerbestboy) 26.252/C1A: 2 cm kalınlığında granit agregalı kompoze taş ile duvar kaplaması yapılması (2x30xSerbestboy) ÖZEL-01 : Alüminyum giydirme cephe kaplaması yapılması Gerekli hesaplamaları ile bulduğumuz değerleri ve yukarıda tespit ettiğimiz pozları bilgisayarımızda yüklü bulunan OSKA e-Hakediş programını açıp aşağıdaki sıralama ile yazarak hak ediş işlemini gerçekleştirdik. ÖRN: Genel iş – İş dosya – Yeni Dosya aç – İşin bilgileri – İş grubu – Metrajlar – Demir Metrajı – Profil – Açıklama KONTROL SONUCU g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 51 S E V G İ L İ S TA J D E F T E R İ KISIM YAPILAN İŞ 6. GÜN OMÜ 1000 KİŞİLİK YURT İNŞAATI KONTROLÜ YAPRAK NO:10 TARİH:08/07/2011 Bugün kontrolü yapım şube mühendislerimizle Samsun OMÜ 1000 Kişilik Öğrenci Yurdu’na kontrole gideceğiz. Gitmeden önce şefim bana ve diğer stajyer arkadaşlara sürdürülen proje hakkında bilgilendirmede bulundu. OMÜ Kurupelit Kampüsü’nde Mühendislik Fakültesi’nin yukarısında 30.000 m^2 alana öğrencilerin kalacağı 3 blok(şekil-3.e), 2 sosyal tesis(şekil-4.a), 1 nizamiye binası ve 1 su deposundan oluşan İnşaat sürmektedir. Ocak 2012’ye bitirilmesi planlanmaktadır. Kaba inşaatı tamamlanmış olan A ve B blokları ile sosyal tesislerin kontrolü ile iç duvarlarda kullanılacak boya rengi seçimi yapıldı. Bu sırada bizlerde şefimizle ile birlikte şantiyedeki işleyiş ve imalatlar hakkında bilgi edinme fırsatı bulduk. (şekil-3.e) (şekil-4.a) Bu imalatlarda öğrendiklerimiz ; Gazbeton gözenekli bir dokuya sahiptir, yüksek düzeyde ısı yalıtımı sağlar. Yapıların ısıtma/soğutma, ilk yatırım ve kullanım giderlerinden önemli oranda tasarruf edebilmek, daha geniş kullanım alanları oluşturabilmek için Gazbeton idealdir. Ayrıca sağlam ve hafifdir. Betopan : ağaç (ısı yalıtımı,çarpma ve darbeye dayanıklılık,makine ile işlenebilirlik,hafiflik,elastikiyet) ve çimentonun (neme direnç,suda şişmeme,küflenmeme,böcek ve haşereye karşı dayanıklılık,yangına direnç) olumlu özelliklerini bünyesinde birleştiren , yapıların değişik bölümlerinin değişik isteklerine , gereken çözümleri sunabilen inşaat levhasıdır. KONTROL SONUCU 52 g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 S E V G İ L İ S TA J D E F T E R İ KISIM YAPILAN İŞ 6.GÜN OMÜ 1000 KİŞİLİK YURT İNŞAATI KONTROLÜ YAPRAK NO:11 TARİH:08/07/2011 Cam yünü : Isı yalıtımı, ses yalıtımı ve akustik düzenleme sağlamaktadır. Zamanla bozulmaz, çürümez, küf tutmaz,böcekler ve mikroorganizmalar tarafından tahrip edilmez. (şekil-4.b) XPS: Homojen hücre yapısına sahip,ısı yalıtımı yapmak amacıyla üretilen ve kullanılan köpük malzemelerdir. Membran : ayırıcı ya da seçici geçirgen diyebileceğimiz malzemedir. saflaştırma ve yalıtma işlemlerinde sıkça kullanılır. kaliteli dış yüzey betonu ile temel tabaka arasına çekilerek seçici geçirgen kişiliğinden yararlanılır. Asma Tavan Profili : Duvar veya asma tavan yapımında kullanılmak üzere üretilen galvanizli sac (şekil-4.c) KONTROL SONUCU g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 53 S E V G İ L İ S TA J D E F T E R İ KISIM YAPILAN İŞ 6. GÜN OMÜ 1000 KİŞİLİK YURT İNŞAATI KONTROLÜ YAPRAK NO:12 TARİH:08/07/2011 (şekil-4.d) Yurt bloklarının çatısındaki mimari yapı çok büyük uygulama zorluğu yaratmıştır(şekil-4.d). Bu uygulamaların yapımı için her 3 bloktada 38 metrelık tahta ıskeleler kurulmuştur(şekil-4.e).İskeleler sayesinde ancak kalıplar üstüne yerleştirilebilmiştir. (şekil-4.e) KONTROL SONUCU 54 g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 S E V G İ L İ S TA J D E F T E R İ KISIM YAPILAN İŞ 7.GÜN OMÜ 1000 KİŞİLİK YURT İNŞAATI DEMİR TESLİMİ YAPRAK NO:13 TARİH:11/07/2011 Bugün şefimiz ve diğer 2 stajyer arkadaşımla birlikte OMÜ 1000 Kişilik Yurt şantiyesine gittik. Bugün burada yarınki beton dökümü öncesinde C blok 3 kat kolon kiriş ve döşeme demirlerinin kontrolünü yapacağız. (şekil-5.a) (şekil-5.b) Diğer stajyer arkadaşlarla birlikte C blok 3. kata çıktık. Ustabaşımızdan kat planını aldıktan sonra kolon ve kiriş donatılarının doğru bir şekilde yerleştirilip yerleştirilmediğini kontrol ettik. Kolon ve kirişlerdeki donatı sayılarını ve donatı çaplarını kontrol ettik. Bu arada deprem yönetmeliğine göre kolonlarda kullanılacak demirler minimum Fi14 kirişlerde ise Fi12 olduğunu öğrendik. Kirişlerdeki pilye sayılarını, etriyeleri, şapoları, ilave donatıları , etriyelerin kolon kiriş birleşim yerlerindeki sıklaştırılmalarını kontrol ettik. Aşağıda yazılı eksikleri tespit ederek hem ustabaşımıza hem de İlker Bey’e ilettik. (şekil-5.c) (şekil-5.d) K3037 Sol taraf 4 eksik etriye K 3038 Sağ taraf 1 eksik etriye K 3040 Sağ taraf 3 eksik etriye K 3043 Sol taraf 2 eksik etriye K 3044 Sağ taraf 1 eksik etriye K 3036 ilaveler eksik K 3010 Sol taraf 2 eksik etriye K 3001 Sol taraf 2 eksik etriye K 3067 Gövde donatısı eksik 2fi14 K3063 ek ilave Fi22 eksik sol taraf KONTROL SONUCU g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 55 S E V G İ L İ S TA J D E F T E R İ KISIM YAPILAN İŞ 7. GÜN OMÜ 1000 KİŞİLİK YURT İNŞAATI DEMİR TESLİMİ YAPRAK NO:12 TARİH:11/07/2011 Demir teslimi bittikten sonra devam eden çevre duvarı yapım işlerini takip ettik(Şekil-5.e).(Şekil-6.b) de görüldüğü gibi çevre duvarlarında konvansyonel kalıp uygulanmıstır.. (Şekil-5.e) (şekil-6.a) (Şekil-6.b) KONTROL SONUCU 56 g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 S E V G İ L İ S TA J D E F T E R İ KISIM YAPILAN İŞ 8. GÜN OMÜ 1000 KİŞİLİK YURT İNŞAATI BETON DÖKÜMÜ VE NUMUNE ALINMASI YAPRAK NO:16 TARİH:12/07/2011 Önceki gün demir teslimini aldığımız C BLOK 3. Kat ın bugün beton dökülmesi işlemi yapılacak bizde kontrol olarak, işlemi denetleyip numune alacağız. Öncelikle pompa en uygun yere yerleştirildi.Bu işe başlamadan önce önemli bi ayrıntı işi kolaylaştırıp zorada sokabilir. (şekil-6.c) (şekil-6.d) (şekil-6.c) (şekil-6.d) Pompa yerleşrildikten sonra gelen mixerlerden numune için el arabasıyla bir miktar beton aldık.Aldığmız betonları küp numune kaplarına yerleştirdik.Üstlerini mala ile düzeltip etiketlerini yerleştirdik. (şekil-6.e) (şekil-6.e) KONTROL SONUCU g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 57 S E V G İ L İ S TA J D E F T E R İ KISIM YAPILAN İŞ 8. GÜN YAPRAK NO:17 OMÜ 1000 KİŞİLİK YURT İNŞAATI BETON DÖKÜMÜ VE NUMUNE ALINMASI TARİH:12/07/2011 Bu işleri tamamladıktan sonra beton dökülmeye başlandı.Usta önce krişlerin içine doğru bekletmedende döşemelere betonu boşaltt(şekil-7.a). Beton hızlı bir şekilde ara verilmeden döküldü sistemin birlikte çalışması için. Eğer beton kalıba dökülürken her hangi bir aksaklık sonucu işlem yarıda kesilirse devamında öncelikle yapıştırıcı kullanılmalıdır. (şekil-7.a) (şekil-7.c) (şekil-7.b) (şekil-7.d) İşlem tamamlandıktan sonra numuleri müdürlüğümüz bünyesindeki laboratuarımızda bulunan kür havuzuna yerleştirdik. KONTROL SONUCU 58 g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 F E Y YA Z Ç E L İ K YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ Acemi bir âşık gibi İlk defa aşık olanın yaşadığı heyecan gibidir, yazılan ilk yazı. Kalbinizde hakim olamadığınız bir kuş çırpınır sanki… Uzun süredir peşinde koştuğunuz sevgiliye söylenecek ilk sözler gibi özenle seçersiniz ilk cümlelerinizi… Bir melek gibi saf olursunuz o an. Dünyayı değiştirme umudunu taşırsınız iliklerinize kadar. Tarifi imkansız bir aşk kaplar yüreğinizi ve her aşkın yolunda pusu kurmuş bir çakal olduğunu bilmeden… Tanıdığınız, tanımadığınız herkesi kalbinizin cennetinde misafir etmek istersiniz. Kalbinizin bir pamuk kadar yumuşak, bir tanrı kadar şefkatli olduğunu hissedersiniz... Bağrınızda büyüttüğünüz cümleleri bir bir dökmeye başlarsınız… Yazmak, g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 yazmak istersiniz saatlerce… Beyin kıvrımlarınızın altın sandıklarında sakladığınız bütün mahremiyetinizi… Masanın başına geçtiğinizde kalkmak istemezsiniz. Kalktığınızda boynunuzda urgan bir ip, yanı başınız da bir cellat hissedersiniz. İşte o zaman anlarsınız yazının tahammülsüzlüğünü… Yazı sizi başkalarıyla paylaşmak istemez. O an sizin her şeyinize sahip olmak ister; duygularınıza, hayallerinize hatta daha da ileri giderek rüyalarınıza bile … Yazının ya dostu olursunuz ya da düşmanı. Yazı, öyle orta yerde duranları sevmez… Kendinizi çaresiz bir komutan gibi teslim ediyorsunuz yazının kollarına ve yazmaya başlıyorsunuz saatin nasıl geçtiğini anlamadan… Yazınızı bitirdikten sonra elinize aldığınızda; yeni doğum yapmış bir annenin çocuğunu ilk defa kucağına alırken ki heyecanı kaplar içinizi… Gerçek mutluluğu o zaman anlarsınız. Yazmak da bir çeşit doğurganlık değil mi zaten. Yazınızı bitirdikten sonra artık iyi kötü bir yazar olduğunuzu düşünürsünüz ve tek bir amacınız olur; okyanusların ardında dilini, adını bilmediğiniz insanlara ulaşmak ve onlar tarafından okunmak… Çok iyi hatırlıyorum: ilkyazımı yazarken acemi bir âşık gibi heyecanlı ve uzun süre peşinde koştuğum sevgiliye söyleyeceğim ilk sözler gibi özenle seçmiştim cümlelerimi… 59 ERHAN KARAESMEN Oğuz Atay Mühendisliğin çıkardığı özgün ve büyük sanatçı Yaşam denen cenderenin sürekli bir huzursuzluk ve tedirginlik kaynağı olduğu biline gelir. Bazı insanlar buradan kaynaklanan aykırı duyguların ruhsal çarpıtıcılığına kendilerini kaptırırlar, gündelik koşuşmanın ve tüketim arzusunun yönlendirdiği zaman ve akıl kullanımının bu tedirginlikleri perdelediği bir yaşam biçimi sürdürürler. Duygusal ve akılsal duyarlılığı daha yüksek olan bazı diğer insanlar yaşamla uzlaşmada ya da uzlaşamamada yaratılan kaçınılmaz tatminsizliklerin sıkıntısını daha kuvvetli hissederler. Bu gruba giren insanlar içinde sanatsal yaratıcılığı yüksek düzeylerde dolaşanlar varsa onların ürünlerine de bir biçimde bu tedirginlik yansır. Dünya sanat tarihinde görsel sanatlarda, müzikte ya da edebiyatta yaşamla rahat ve düzgün buluşamama duygusunun 60 çerçevelediği betimlemeler ve mesajlar yer alır. Yakın Türk edebiyatında hatta Türk edebiyatının genel çizgisinde bu özel duyarlılığın yönlendirdiği yukarıda sözü edilen buluşamama tedirginliğini yakınma diline çevirmeden sade bir insani durgunluk içinde dile getiren en önemli romancının Oğuz Atay olduğu kabul edilir. Ancak bu çok değerli sanatçının kendi kabuğunda ve sadece bu iç kemirici tedirginlik duygusunun yumağında yaşayan bir insan olmadığını da biliyoruz. Bu çok değerli meslektaş ağabey ile hayatın akışı içinde bir miktar yollarımızın kesiştiği oldu dolayısıyla kendisini sanat meraklılarının kafalarında çizdiği klasik bir tablonun dışında diğer özellikleri ile tanıma şansına kavuştum. Bu kısa metinde özetle bunlardan biraz söz etmek isterim. Oğuz ağabey ile İTÜ camiasından ve teknik eğitim dünyamızdan kaynaklanan bir yakınlaşmamız olmadı. Bizden biraz büyüktü dolayısıyla üniversite yıllarından birbirimizi hatırlamıyoruz. Eğitimcilik deneyimimiz de farklı üniversitelerde yürüyordu. Ancak kısa bir dönem sık sık bir araya gelmeyi gerektiren bir farklı çerçeve içinde birlikte yer aldık. Teknik meslek odalarının demokratikleşmesi arayışı ve çabaları içinde ben İnşaat Mühendisleri Odası’ndaki oluşumlarda ilk günden itibaren aktif yer almıştım. Bu etkinliğin başlangıç dönemleri epeyce itişli kakışlı ve siyasal düşünce farklılığından kaynaklanan önyargıların beslediği hukuksal zorlaştırıcılık içinde geçmişti. Ülkeye de 12 Mart faşizmi olarak tarihe geçen o ağı sistem gelip oturmuştu. Ancak inşaat mühendisleri camiasındaki filizlenme henüz devam ediyordu ve dönemin umut g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 verici biçimde genel seçimlerden birinci parti olarak çıkmış CHP’sinin meslek odalarından gelen teknik planlayıcı rasyonellikle hazırlanmış görüşlere ve telkinlere belli bir açıklığı vardı. İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi ulusal yatırım programlanmasının yeni ilkelere bağlanması konusunda bir çalışma başlatmıştı. Oğuz Atay ağabey İstanbul Şube adına bu çalışmaya katılıyordu. Kendi pozisyonumun ne olduğunu tam anımsamıyorum ancak Ankara Merkez’i temsil ediyor olabilirdim. Yani bir şekilde ben de o çalışmayı yapan grubun bir parçası idim. Bu etik yapılanma değişikliğinin mağdurlarından mimar ve edebiyatçı Demirtaş Ceyhun da İMO İstanbul Şube’nin o dönemde başka yerde çalışması engellendiği için teknik çalışanlarından biriydi. Mühendis değildi ama mimardı yani teknik adamdı. Çalışmaya o da katılıyor ve hatta sekreteryasını yönetiyordu. Oğuz Atay’ın politik şekillenmeler yoluyla toplumsal ışığa kavuşma arayışlarının dürtüsüyle katıldığı rahatlıkla gözleniyordu. Coşkuluydu. Onun edebiyattaki tedirginlik duygusunu deşen kişi olmaktan gelen ünüyle hiç ilgisi olmayacak biçimde Oğuz ağabey orada bir toplumsal dönüşüm arzusunun yoğun heyecanını taşıyan bir ilerici aydın yurttaş olarak yer alıyordu. Ve buna uygun bir kişilik sergiliyordu. Resmi toplantı saatleri bittikten sonra Oğuz Atay-Demirtaş Ceyhun ikilisini yakalamışken sanat kültür olaylarıyla belli ölçülerde ilişkisi bulunan bu satırların yazarının da katılmasıyla entellektüel felsefi sohbetler yaptığımız oluyordu. Oğuz ağabeyin sadece duyarlı santçı yapısı değil akılcı bir düşünür oluşunun izleri de bu söyleşilere yön veriyordu. Bir bütün yıl boyunca toplam belki yedi sekiz defa bu toplantılar yapıldı. Toplumsal sosyopolitik g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 oluşumlarla ilgili insani ve ilerici arzuların yer aldığı düşünceler ve bulgular raporlara serpiştirildi. Ayrıca mühendislik mantığının ve neden - sonuç ilişkisiyle yoğrulmuşluğun aydınlattığı bir topluma hizmet amaçlı yatırım programlamasının ilkelerinin belirlenmesine gayret edildi. Bu bir araya gelişlerin sonuna doğru 94’ baharı itibariyle Oğuz ağabeyde belli fiziksel yorgunlukların kendini gösterdiği anlaşılıyor, başkalarını kendi dertleriyle meşgul ve rahatsız etmemeye son derece duyarlı ve uygar bir aydın olarak Oğuz ağabey bu fiziksel sıkıntılarından hiç söz etmiyordu. Onu izleyen aylar ve bir iki yıl içinde kendisiyle yeniden yüzyüze gelemedik. Ancak bazı telefon konuşmalarımız oldu. Kendi sağlık durumuyla ilgili en küçük bir yakınmada ve dostları için endişe verici bilgilendirmede bulunmadı. Ancak bizim mühendislik dünyamızda Oğuz Atay’ın sağlık durumunun çok iyi olmadığından söz edildiği oluyordu.Sadece bir iki sene sonra da, zaten, inanılmaz bir genç yaşta inanılmaz bir şaka yaparak ayrıldı, gitti. Çok değişik bir büyük adamdı. Kendisini yaşam çizgilerimizin sadece çok kısa bir döneminde tanımış olsam da Oğuz ATAY’dan kafamda çok kuvvetli anılar yer etmiştir. Anısı önünde saygıyla eğiliyorum. Yazı İMO Ankara Şube 2011 Eylül-Ekim Bülteni’nden alınmıştır. 61 CAN ALGÜL İ S TA N B U L T E K N İ K Ü N İ V E R S İ T E S İ Merhaba Ustam... Bizlere Güneşe Karşı İşeyen o güzel adamların hikayesini anlattığın günden bu yana, ne bir güneş var karşısında işenecek artık, ne de kapalı bir çarşı içinde çengilerin cenk ettiği... O Yokuş Yol’ dan çıkarken üç ev bile göremiyoruz ki artık , bir şehir sanalım. Üç güvercin geçse de üstümüzden Meksika gelmiyor aklımıza. Şehirlerimiz viran, talan , dikenlerin koparıldığı yerleri “Bir bahar filan” sanmıyor artık kimseler, Oradan geçerken Geyikli Gece’ye , güneşin asfalt sonlarında batmasıyla her şeyden korkar olduk en çok da yalnızlığımızdan... Ustam artık hiç bir durak göğü göstermiyor gize . İneceğiz desekde hiç bir otobus durmuyor, kaçaklık lal etmiş dillerimizi ses edemiyoruz... Dünyanın En Güzel Arabistanı’ndan söz etmiştin bize bir zamanlar hatırlarmısın bilmem. Öyle ya biz de umut etmiştik hani Büyük Saat’lerden sonra çölde yalnızlığımızı içmeyi kana kana, tanıdığımız bütün kadınlar adına . Şimdilerde birileri kanımızı içiyor belki de zemzem sanarak. Ustam şimdi buralar içinde bedevileri olmayan , tanrının kendisinin değil ama adının sıkça geçtiği bir aymaz arap diyarı olma yolunda ... Ama inan ki hiç güzel değil... Bıraktığın hüzünlere sahip çıkarak iyi sıkıntılar ustam. 62 g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 genç-İMO HABERLERİ İş Güvenliği Paneli “işçiler ölürken, mühendisler ses çıkarmıyor” Dicle Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü ve genç-İMO Öğrenci Meclisi tarafından “İş güvenliği” konulu panel düzenlendi. Moderatörlüğünü İnşaat Mühendisliği Bölümü öğrencisi Rojda Varhan’ın yaptığı panele, DİSK Limter-İş Genel Başkanı Kamber Saygılı, sendikacı Murat Işık ve Dicle Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Z. Fuat Toprak katıldı. Panelde ilk konuşmayı yapan sendikacı Murat Işık, sosyal güvenlik konusuna değindi. Işık, taşeron işçileri örgütleyemediklerini belirtirken buna yasak denilerek engellendiğini söyledi. Sosyal politikaların işverenin istediği gibi şekillendiğinden bahseden Işık, torba yasa, 4688 sayılı sendikalar yasası gibi yasaların piyasanın g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 istediği yasalar olduğu için çıkarıldığını söyledi. İşsizliği tanımlayan Işık, işsizliğin ciddi bir sorun haline geldiğini belirtirken, işsizliğin; emeğini sermayeye satamama olarak tanımladı. İşsizliği, egemen bir sınıfın, ezilen sınıfa bir baskısı olarak tanımlayan Işık, işsizliği bir insan hakları ihlali olduğu söyledi. Ardından konuşan Dicle Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Z. Fuat Toprak, iş kazalarında kaza ve kader kavramları üzerine bir sunum yaptı. Toprak, kazaların mevzuatların uygulanmamasından dolayı meydana geldiğini kaydetti. Toprak’ın ardından konuşan DİSK/Limter-İş sendikası Genel Başkanı Kamber Saygılı, tersanelerde yaşanan işçi ölümlerine değindi. Saygılı, “Tersanelerde işçiler ölürken, mühendisler seslerini çıkarmıyor” dedi. 9 günde 35 işçinin yaşamını yitirdiğini hatırlatan Saygılı, bu ölümlerin sadece kendi bildikleri olduğunu vurguladı. Türkiye’de gözaltıların ve iş cinayetlerinin gündeme geldiğini söylerken, iş kazalarının önlenebilir olduğunu kaydetti. Saygılı, işçi sağlığı konusuna da değinerek, işçi sağlığının üretim alanlarında başladığını, beslenme, barınma, sosyal yaşam ile devam ettiğini, bunun bir bütün olduğunu söyledi. İşçi sağlığını devletin ve patronların inisiyatifine bırakmayacaklarını söyleyen Saygılı, çalışanların yüzde 99’unun meslek hastalığı ile karşı karşıya olduğu belirtti. Limter-İş Başkanı, güvencisizliğin panzehirinin bilinç ve örgütlülük olduğunu belirtti. Panel sunumların ardından sorucevaplar şeklinde devam etti. 63 genç-İMO HABERLERİ genç-İMO Ankara Şube 2. Toplumcu Mühendislik Günü Genç-İMO Ankara Şube olarak 13 mayıs 2012’de düzenlediğimiz 2. Toplumcu Mühendislik Gününde başta İnşaat mühendisliğinin konuları olmak üzere bugün tartışılan birçok konuyu gündemimiz haline getirdik. Peki toplumcu mühendislik tam olarak nedir, neyi hedefler? Bu sorunun cevabı aslında nasıl bir mühendislik bakış açısına sahip olduğumuzla daha yakından ilgilidir diyebiliriz. Bugün Türkiye’de mühendislik eğitiminin yetersizlikleri, eksiklikleri ve öğrenciler arasında giderek popülerleşen kariyer odaklı mühendislik anlayışı en çok tartışmamız gereken konuların başında geliyor. Daha iyi bir eğitim ve daha gelişkin bir mühendislik yerine sadece iş ve ticari odaklı bir meslek anlayışı hem günümüzün mühendislerinin hayatlarındaki gerçekleri yansıtmamakta hem de doğa katliamlarından kötü çalışma koşullarına kadar birçok meselenin temel nedenlerinden biri olmaktadır. Bu anlayışa karşı ise Toplumcu Mühendisliği savunmak hayalcilik değil her mühendisin ya da mühendislik öğrencisinin çıkarına olacak bizlerin daha iyi bir çalışma hayatı daha etik bir mühendislik tarzı geliştirmemize katkı sağlayacaktır. İçinde bulunduğumuz yıl üniversitedeki boykot ve işgallerle geçen bir yıl oldu.Ticarileşen üniversitelerde artık neredeyse nefes almak bile paralı bir hale geldi. Sözde devlet üniversitelerinde fahiş fiyatlı yurtlara, kantine hatta 64 fotokopiye verdiğimiz paraları harç ücretleriyle birleştirince hiç de devlet üniversitesinde okuduğumuzu hissetmiyoruz. Üniversitelerimizdeki her metre kare öğrencilerin hali hazır müşteri olduğu düşünülerek satılmaya pazarlanmaya çalışılıyor. Bu seneki Boğaziçi Starbucks işgali ODTÜ Kantin boykotu bizce bu duruma en güzel tepkileri g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 genç-İMO HABERLERİ oluşturdu ve öğrencilerin okuluna nasıl sahip çıktığını tüm üniversite yönetimlerine gösterdi. genç-İMO üyesi mühendislik öğrencileri olarak her zaman çevre sorunlarında ve enerji tartışmalarında tarafımızı halktan doğadan ve gerçek mühendislikten yana koymaya çalıştık.Ülkemizde en çok konuşulan HES ve Nükleer Enerji meselelerinde haklılığımızı ortaya koyacak onlarca durum var. HES’lerin Karadeniz’de, Munzur’da, Akdeniz’de sebep olduğu problemler gözler önündeyken Japonya gibi bir ülkenin bile Nükleer Enerji’den vazgeçtiği bir dönemde bizler elbetteki temiz enerjiye yapılan ARGE çalışmalarının artırılmasını insanların yaşama hakkına saygı duyan daha yüksek verimlilikli mühendislik çözümlerinin sunulmasını savunuyoruz. Ekim ayında meydana gelen üzerine uzunca da tartışılması gereken Van Depremi’nin ardından Kentsel Dönüşüm tartışmaları yeniden başladı. Hükümet deprem sonrasındaki başarısızlığının üstünü örtmek için Van’daki denetimsiz yapılaşmayı da bahane göstererek tüm ülkede bir kentsel dönüşüme gideceğini açıkladı. Oysa İstanbul’da yaptığı binaların yıkılabileceğini itiraf edenlerden biri AKP bakanı Faruk Çelik’tir. Kentsel Dönüşüm yeni rant olanakları yaratmak için bir fırsat olarak görülmektedir. Yoksul mahaller yıkılmakta yerlerine ya kalitesiz TOKİ binaları yada lüks siteler yapılmaktadır. Yoksul ailelerse şehrin dışlarına atılmaktadır. genç-İMO’nun bizce buradaki sorumluluğu rantsal değil gerçek anlamda insanların daha iyi barınma koşullarına sahip olacağı sosyal projeleri desteklemek olmalıdır. Mühendislik mesleği belki de cinsiyet ayrımcılığının en çok yaşandığı mesleklerden biriyken g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 İnşaat Mühendisliği bu meselenin tavan yaptığı bir alan olmaktadır. Türkiye’de kadın cinayetlerinin iyice arttığı kadına şiddetin ve hatta tecavüzün meşrulaştırıldığı bir dönemden geçerken mühendislik öğrencisi kadınlar da günlük hayatlarında sürekli bir ayrımcılığa uğramaktadır.İnşaat Mühendisliği bir kadın mesleği olarak görülmemekte ve sanki erkeklerin doğuştan mühendislik yeteneğine sahip olduğu varsayılmaktadır. Bir kadın mühendis olamaz, yurda geç giremez ama düzenli not tutar, iyi yemek yapar, temizlikten anlar tabii yine de dayağa ve hatta ölüme maruz kalabilir. Bugün genç-İMO olarak işte tüm bu ön yargılara ve yaşanan ayrımcılığa karşı çok daha güçlü bir çalışmaya ihtiyacımız bulunmaktadır. Kürt sorunu ülkemizde ve elbette her yıl meclisimizde de en çok tartışılan konulardan birisidir. Van Depremi ve Uludere katliamının medyadaki yansımalarına baktığımızda nefret dolu söylemleri bir kez daha gördük. “Oh iyi oldu” diyenler , “Ama onlar da kaçakçıydı” diye insanların devlet tarafından katledilmesini haklı görenler bizce ne barışı savunmakta ne de insandan yana bir tavrı ortaya koymaktadır. “Ama onlar..” diye başlayan cümleler bir çok gerçeğin üstünden atlamaktadır.Bugün Kürt gençlerin lise ve sonrasında eğitim görme oranı Türkiye genelinden düşük, sadece yüzde 36’sı lise, meslek okulu ve ya üniversite eğitimi görmekte köylerdeki Kürt çocuklarının üçte biri ilköğretim eğitimine bile ulaşamamaktadır. Bunun sorumlusu Kürt halkı değil devletin geliştirdiği politikalardır. genç-İMO olarak daha demokratik bir ülke için güçlü bir şekilde barışı ve eşit yurttaşlık hakkını savunmamız gerekmektedir. TOPLUMCU MÜHENDİSLİK GÜNÜ PROGRAMI 10 :30 AÇILIŞ (KAHVALTI) 11:00-12:15 1. OTURUM İŞ GÜVENLİĞİ VE İŞÇİ SAĞLIĞI -GÜLŞEN IŞIK (İnşaat Mühendisi, Kamu Yönetimi Bilim Uzmanı) -RUHİ ÖKTEM (İSİG Bilim Uzmanı - Kimya Yüksek Müh.) -Prof.Dr. MURAT GÜNDÜZ (ODTÜ İnşaat Müh. Öğretim üyesi) 12:15-13:00 YEMEK ARASI 13:00-14:15 2. OTURUM MÜHENDİSLİKTE KADIN -GÜLRÜ YILDIZ (İnşaat Mühendisi) -ESERGÜL ÖZDEMİR (İMO Ankara Şube Yönetim Kurulu Üyesi) 14:30 -16:45 3. OTURUM “SUDAKİ SURETLER” BELGESEL GÖSTERİMİ VE TÜRKİYEDE’Kİ HES TARTIŞMALARI -GÖKAN MARIM (İnşaat Mühendisi) -ERKAL TÜLEK (İMO Ankara Şube çalışanı, Belgesel yönetmeni) 17:00-18:15 4. OTURUM ÖRNEKLERLE KENTSEL DÖNÜŞÜM -TARIK ÇALIŞKAN (Dikmen Vadisi Barınma Hakkı Meclisi Üyesi) -TEZCAN KARAKUŞ CANDAN (Mimarlar Odası Ankara Şube Y. Kurulu üyesi ) -ERDOĞAN BALCIOĞLU (İnşaat Mühendisi) 65 genç-İMO HABERLERİ Hatay’dan mektup var Sevgili anne ve babacığım. Eskiden ailecek uzak diyarlarda olan yakınlarımızın halini, hatırını sormak için mektuplar yazar ve cevaplar alırdık. Şimdi ise okuma sevdasıyla sizlerden ayrı, Anadolu'nun farklı vilayetlerinde yaşamımıza devam ederken, halimi ve arzuhalimi sizlere Mustafa Kemal Üniversitesi (MKÜ) Tebliği'nden önce bu mektupla bildireceğim. Bilirim, eski yıllarda takdir-teşekkür-onur belgelerim elinize geçmekteydi, bizler çocukken. Lakin MKÜ onur belgesinin adını değiştirmiş olmalı. Bu yıl öğrendim ki üniversitede, toplumsal alanda başarı ve duyarlılık gösteren öğrencilere 'YÖK'ten çıkarılma, uzaklaştırılma tebliği adı altında onur belgeleri veriliyormuş. Yıl içinde ilk onur belgesini alan arkadaşlarım, sırf Kürt oldukları için Uludere'de insanların savaş uçaklarıyla çoluk çocuk demeden katledilmelerine, ardından İçişleri Bakanı vb. 'bakamayan' bakanların konuya dair onlar zaten kaçakçıydı, Kürt'tü tarzı açıklamalarına tepkisiz kalmayıp okul dışında 'Uludere katliamı' mitingine katıldıkları için haklarında soruşturma açılmış, Uyarı tebligatı onur belgelerini almışlardır. Buradan da anlamış bulunmaktayım ki, MKÜ öğrencileri katliama karşı, yönetim ise katliam taraftarıdır. İkinci onur belgesi okul kimliklerinin özel bir banka kartına dönüştürülüp, öğrencilere satılmasını ve almayanların sınavlara girememesini, yemekhanede yemek yiyememesini, kişisel bilgilerinin bankalara verilmesi karşılığında okula özel arabalar hediye edilmesini protesto etmeleri sebebiyle verilmiştir. Bu onur belgesinin adı da, daha önce Roboski katliamını protestodan dolayı uyarı alanlara 'YÖK'ten men etme tebliği yansımıştır. Üçüncü onur belgesi ise Halepçe'de masum köylülerin kimyasal gazlarla zehirlenmesini, o insanların katliama, tecavüze uğramasını içine sindiremeyen arkadaşlarımın Halepçe katliamı günü rektörlüğün önünde basın açıklaması yapmalarından dolayı verilmiştir. MKÜ bu olay neticesinde açmış olduğu soruşturma sonucunda da arkadaşlarımızı İkinci kez YÖK'ten çıkarma cezasına çarptırmıştır. Bu durumda da öğrenciler Halepçe katliamı karşıtı, yönetim ise yine katliam yanlısı görünmektedir. Dördüncü onur belgesi ise yemekhanede özel banka kartı haline getirilen öğrenci kimlik kartını almayan öğrencilerin yemek yiyememesi, kartı olanların ikinci yemeğe üç katı fazla para ödemek zorunda kalmalarını protesto etmek amacıyla kendi sofralarını açarak getirdikleri yemekleri yemeleri sebebiyle alınmıştır. Önce okulun özel güvenlik birimlerince yaklaşık 10 arkadaş çok kötü muamelelere maruz kalarak hırpalanmış, darp edilmiş ve sonrasında açılan soruşturmayla 'YÖK'ten 3. kez men etme cezasına çarptırılmışlardır. 66 g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 genç-İMO HABERLERİ Beşinci onur belgesini ben de aldım sevgili anne ve babacığım. Bundan ötürü bu mektubu okurken, toplum sorunlarına duyarlı olduğum için beni tebrik ettiğinizi görür gibiyim. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününde arkadaşlarımızdan birisi poşu taktığı için faşist 'robocop' bir öğrenci tarafından önce yemekhanede tehdit edilmiş, akşamında ise silah ve kesici aletlerle sivil polisler eşliğinde Özel Güvenlik Birimlerinin (ÖGB) gözü önünde saldırıya maruz kalmıştır. Faşist öğrenciler'Hepimiz Türk'üz, Müslümanız sloganını atarak durumu provoke etmeye çalışmıştır. Yaklaşık 200 öğrenci karakola gidip faşist saldırıyla ilgili suç duyurusunda bulunmuştur Ertesi günde okulda basın açıklaması yapıp 'MKÜ'de can güvenliğimiz yoktur' dediğimiz için hakkımızda soruşturma başlatılmış, akabinde saldırıya uğrayan 7 arkadaşımız YÖK'ten men edilmiş,60 arkadaşımız ise 1 ay,1 dönem veya 2 dönem gibi sürelerle cezalara çarptırılırken saldıranlardan kimse basit bir uyarı dahi almamıştır. Beni soracak olursanız daha önce hiç uyarım olmadığı halde 2 dönem uzaklaştırılma almış bulunmaktayım. Yani benim güzel annem ala şafağında ülkemin, yıldız uçurmak varken ve hatta 'Urfa'da OXFORD vardı da biz mi gitmedik'cümleleri ile mektubumu sonlandırmaktayım; Çünkü bu aydın tepkilerimiz bizlere öğrettiğiniz insani duruşlarımızdan kaynaklanmaktadır. Bizlere bu onursuzluk belgesini verenlerin tepkisi ise demokratikleşmeyi kendilerine yediremeyen duruşlarından kaynaklanmaktadır. Bizler 21. yy insanları olarak bu yaşımızda, öğrenciliğimizde 10 arkadaşımızla Hatay-Serinyol Kampüsü önünde açlık grevine girip peşinden Ankara'da TBMM'de bu soruşturmaları, cezaları, baskıları protesto etmek amacıyla basın açıklaması yapmış bulunmakta ve Türkiye ulusal medyasında CNN TÜRK vb. kanallar aracılığıyla, Radikal vb. gazetelerle baskıları duyurmuş bulunmaktayız. Okulumuzun bu gerici faşist tutumu sebebiyle mahkemelere başvurup davalar açarken yanımızda duran TMMOB'nin desteğiyle bilinç örgütlülüğümüze ve mücadelemize devam ederken bizler bir yılda 200'den fazla soruşturma ve cezalarıyla eğitim hakları engellenen arkadaşlarımla bu kirli oyunlardan ve anti-demokratik ortamlarından kaçıp sizlerin temiz ellerinize saygı ile eğilmekteyiz değerli ailelerimiz. Sizlere duyarlı nesiller yetiştirmenin hesabını sormaya kalkanlar bir gün elbet hesap vereceklerdir, Sevgilerimi sunarım. g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 67 genç-İMO ŞUBE HABERLERİ ADANA ŞUBE 18 N İ S A N 2012 B erke B arajı ’ na T E K N İ K gezi genç-İMO Osmaniye Şubesi olarak “hem teknik hem piknik” sloganını attığımız bir gezi düzenledik. Türkiye’nin en yüksek barajı Berke Barajı’na bir gezi düzenledik . Gezinin amacı bir baraj inşaatı hangi aşamalardan geçer bunu baştan sona öğrenmekti. Gezi 18 Nisan 2012 Çarşamba günü sabah saat 7.00’de kalkan Korkut Ata Üniversitesi aracı ile başladı. Saat 13.00 civarı teknik gezi bitmiş piknik başlamıştı. Böylelikle tamamı birinci sınıf öğrencilerinden oluşan bir topluluk olmamıza rağmen bir baraj inşaatını kademe kademe öğreniyor ve bilgi sahibi oluyorduk. Tabi, teknik olarak detaya pek inemiyorduk bu da bir dezavantajdı. Ancak ufkumuzun çok geliştiğini rahatlıkla söyleyebilirim çünkü burada baraj inşaatını üç rehber eşliğinde ve fotoğraf fotoğraf inceleyerek öğreniyorduk . Bunun dışında bir barajın içeriği ve işleyişi hakkında bilgi edindik. G enç İ M O ’ cular karayolu şantiyesinde İnşaat Mühendisleri Odası Adana Şubesi, Çukurova Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü’nde okuyan öğrencileri karayolu şantiyesine teknik geziye götürdü. Çukurova Üniversitesi genç-İMO üyelerinin organize ettiği ve 100’ü aşkın mühendislik öğrencisinin katıldığı teknik gezi, CeyhanYumurtalık yolu 15-23 kilometre Kuşkusuz bu dönemin böyle şekillenmesinde dönemin TMMOB başkanlığını yapmış olan Teoman Öztürk önemli bir yer eder. Isparta genç-İMO olarak bu etkinlikle hem Teoman Öztürk’ü andık hem de TMMOB tarihinine dair bir sunum gerçekleştirdik. A N TA LYA Ş U B E 15 M A R T 2012 I S PA R TA G E N Ç - İ M O TEOMAN ÖZTÜRK BELGESELİ GÖSTERİMİ Isparta genç-İMO olarak 15.03.2012 tarihinde temsilciliğimizde “Teoman Öztürk Belgesel Gösterimi”ni gerçekleştirdik. Üniversite ve sektörün birliğiyle gelinen süreçte kariyerizm üniversite öğrencilerinin tek seçeneği haline gelmiştir. Bizler de bu tür etkinliklerle kariyerizme karşı geliştirmeye çalıştığımız toplumcu mühendislik bilincini öğrenci arkadaşlarımızla paylaşmaya çalışıyoruz. Meslek örgütümüz 68 arasında bulunan devlet yolu şantiyesine düzenlendi. Türkiye Cumhuriyeti Karayolları Genel Müdürlüğü’ne bağlı mühendisler genç-İMO üyelerini karayolu üretimi ile ilgili bilgilendirdi. 1 M AY I S olan TMMOB, toplumsal bilincin en yüksek olduğu bir dönemde , yani 80 darbesi öncesinde Türkiye’de verilen emek mücadelesinin önemli bir noktasında yer almıştır. Türkiye’de mühendislerin işçilerle beraber alanlarda yürüdüğü bir süreç başlatmıştır TMMOB örgütlülüğü. Dünya emekçilerinin mücadele günü olan 1 Mayıs‘ta, biz İnşaat Mühendisliği öğrencileri de ülke emekçilerinin maruz bırakıldığı hak kayıplarına, ağır çalışma koşullarına güvencesizliğe ve iş cinayetlerine karşı güvenceli geleceği savunmak için alanlardaydık. Antalya’da gerçekleştirilen 1 Mayıs g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 genç-İMO ŞUBE HABERLERİ 21 NİSAN 2012 A N TA LYA D E V A K VA R Y U M İ N Ş A AT I TEKNİK GEZİ kutlamalarına, Isparta genç-İMO olarak Akdeniz Üniversitesinden katılan arkadaşlarla beraber, baretlerimiz ve turuncu yeleklerimizle renk kattık. Sloganlarımızla, niteliksiz ve paralı eğitimin esiri haline getirilen öğrenci sınıfının, eşit, parasız, bilimsel anadilde eğitim hakkını savunduğumuzu gösterdik. 31 M A R T 2012 I S PA R TA G E N Ç - İ M O G Ö LTA Ş Ç İ M E N T O TEKNİK GEZİ Isparta genç-İMO 31.03.2012 tarihinde “Göltaş Çimento” fabrikasına teknik gezi düzenledi. Gezimize 100 kadar genç-İMO üyesi katıldı. Çimento ve hazır betonun üretim aşamalarını tek tek inceledik. En son fabrikanın tüm işlerinin kontrol g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 edildiği otomasyon bölümünü gezdik ve buranın çalışma prensipleri hakkında geniş bilgi aldık. 31 M A R T 2 0 1 2 I S PA R TA G E N C - İ M O GÖKBEL BARAJ GEZİSİ Isparta genç-İMO 31.03.2012 tarihinde Isparta-Antalya yolu üzerinde bulunan nehir üzerinde yapılmakta olan Gökbel nehir tipi hidroelektrik satraline teknik gezi düzenledik. Su alma yapıları oluşturulmak üzere gerçekleştirilen istinat duvarları yapılarını ve tünellerin oluşturulacağı bölgedeki kazı çalışmalarını yerinde görme şansı bulduk. Gezi öncesinde heslerin ekolojik denge tahribatıyla ilgili meslek örgütümüz İMO’nun HES’ler hakkındaki görüşlerini de içeren bir bilgilendirme toplantısı gerçekleştirdik. Antalya Büyükşehir Belediyesi tarafından 29 Kasım 2011 tarihinde temeli atılan Antalya Akvaryum Şantiyesine; Akdeniz üniversitesi genç-İMO üyeleri olarak teknik gezi gerçekleştirdik. Gezi esnasında yetkililerden akvaryumla ilgili teknik bilgiler alındı. 12 bin metrekare kapalı alanda tasarlanan dev akvaryum kompleksinde, 5 milyon litre su kapasiteli Avrupa’nın en büyük ikinci akvaryum tankının içinde, 131 metrelik uzunluğuyla Avrupa’nın en uzun akvaryum tüneli yer alacak. Köpek balıkları için özel tasarlanmış akvaryum tankıyla ziyaretçileri adeta su altında keşfe çıkaracak Antalya Akvaryum ’da dünya denizleri, Türkiye denizleri, nehirler, göller, zehirli türler ve denizanaları gibi 36 temada akvaryumlar bulunacak. 69 genç-İMO ŞUBE HABERLERİ BALIKESİR ŞUBE 8 M A R T 2012 8 M art E mekçi K adınlar G ünü İlk önce 8 Mart etkinliğini yapmaktaki amaç hem genç-İMO Balıkesir’in her sene yaptığı bir etkinliğin son bulmaması hem de genç-İMO Balıkesir’in seçimlerden sonra oda siyasetine tam ters bir noktadan siyaset yapmasına karşı çıkış olmasıydı. Bu etkinliği planlarken İMO Balıkesir şubenin izin vermeyeceği konusunda bir öngörü oluşmuştu. Bu konuda Makine Öğrenci komisyonuyla yapmanın, hem zaman kazanmak bakımından yararı olacağını hem de izin konusunda İMO Balıkesir şubeden daha sorunsuz izin alabileceğimiz seklindeydi. 8 Mart için iki etkinlik planlanmıştı birincisi “8 Mart Emekçi Kadınlar Günü Yürüyüşü” ikincisi ise Makine Öğrenci Komisyonuyla beraber yapılacak olan “8 Mart Emekçi Kadınlar Günü Konferansı”ydı. Etkinlikler için ön çalışmalar tamamlandı ve duyurulara başlandığında Oda Başkanımız Hikmet Cesur tarafından ilk önce “fakülte temsilcisi istemiyorsa olmaz” gibi bir ifadeyle daha sonra da etkinliğin çok geç haber verildiği gerekçesiyle etkinliklerimiz iptal edilmişti (daha sonradan yapılacak olan Zekai Celep konferansı 2 gün öncesinden haber verilmesine rağmen iptal edilmeyecekti). Etkinliklerin iptalini duyurmak için gencimobalıkesir.com’dan program yoğunluğu nedeni gibi trajikomik bir açıklamayla iptali duyurulmuştu. Daha sonrasında etkinlikleri oda iptal etmişti ancak biz iptal etmeme konusunda arkadaşlarımızla anlaştık ve odanın sadece mali konuda yapacağı desteği kendi cebimizden vererek devam etme kararı aldık. 70 Ancak genç-İMO ismini kullanmadık. 8 Mart yürüyüşünde arkadaşlarımızın da katılımıyla oda sloganları olan dövizlerle katılım gösterdik. 8 Mart için 10 Mart’ta yapılacak olan konferansın mâli tarafını Makine Mühendisleri Odası Balıkesir Temsilciliği yüklenirken biz de daha önce yaptığımız programa uyarak bize verilen görevleri yerine getirdik. Fotoğraf sergisiyle, tiyatro gösterisiyle, müzik dinletisi ve serbest kürsüsüyle verimli bir konferans geçirdik. Kısacası genç-İMO Balıkesir olarak 8 Mart’ta bir etkinlik yapmadık ancak yapmadığımız bu iki etkinlik bize daha sonrası için hem fikir verdi hem de mücadele azmimizi pekiştirdi. 1 M AY I S 2 0 1 2 E M E K Ç İ B AY R A M I 1 Mayıs yürüyüşüne katılmaktaki amaç 1 Mayıs 2012’nin barışın özgürlüklerin egemen olduğu bir Türkiye’nin başlangıcı olması dileğiydi. Bu 1 Mayıs’ta gençİMO’nun sesinin halkın sesi olmasıydı, tüm temel hak ver özgürlük isteklerimizi tek bir ağızdan haykırmaktı. Balıkesir’deki arkadaşlarımızın bu seneki 1 Mayısı televizyonda izleyeceği bir toplumsal olay değil de toplumun isteklerini haykıracağı bir gün olmasını istememizdi.1 Mayıs yürüyüşüne katılma isteğimizi 10 gün öncesinden dilekçeyle odaya bildirdik. Dilekçeyle bildirmemize, katılıp katılmayacağımız hakkında bizi bilgilendirmemelerine rağmen katılma kararını bir siyasi partinin gençlik kollarından öğrendiğimiz halde çalışmalara başladık. genç-İMO inşaat mühendisliği öğrencilerine hitap etmesine rağmen hem çalışma aşamasında hem de kortejde birçok bölümden arkadaşımız bizimleydi. Bu da genç-İMO Balıkesir’in sadece inşaat mühendisliğinde değil de yerelde nasıl örgütlendiğinin nasıl bir güç olduğunun en büyük göstergesiydi. Çalışma sürecince 9 temsilcinin 7sinin hiçbir şekilde olaya müdahil olmaması yürüyüşe hiçbir neden göstermeksizin katılım göstermemeleri bu 1 Mayıs’ın en can sıkıcı noktası olmuştur. Ancak genç-İMO Balıkesir hala 1 Mayıs alanına girerken siyasi partilerin ve STK’ların dönüp alkışladığı bir örgütlülüktür. Bu inanmış kadronun hiçbir baskı ve zorlamayla yolundan dönmeyeceğine mücadeleden vazgeçmeyeceğine olan inancımız tam. Bu 1 Mayıs 2012’de bunun somut bir örneğiydi. Bu 1 Mayıs’ta daha öncekilere nazaran daha fazla bir katılım gösteren Balıkesir şubede 1 Mayıs’tan sonra hâkim olan tek düşünce meslek odasına sahip çıkmak ve bizden önce buraya emek veren arkadaşlarımızın emeklerini boşa çıkartmamaktır. Selam olsun nice coşkuyla inançla kutlanacak olan 1 Mayıslara… g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 genç-İMO ŞUBE HABERLERİ BURSA ŞUBE T imsah A rena ’ ya teknik gezi İnşaat Mühendisleri Odası Bursa Şubesi, Kütahya Dumlupınar Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü öğrencileri ile birlikte Timsah Arena’ya teknik gezi düzenledi. Aynı zamanda genç-İMO üyesi olan mühendis adayları, inşaatı yerinde inceleyerek çalışmalar hakkında bilgi aldı. Öğrencilerin sorularını yanıtlayan Timsah Arena Şantiye Şefi ve İnşaat Mühendisi Ali Başgül, özellikle proje ve uygulama teknikleri konusunda bilgilerini paylaştı. İş güvenliği konusuna da değinen Başgül, iş güvenliğinin her şeyden önemli olduğuna dikkat çekerek çalışanların hayati tehlikelerden kaçınmaları adına, gerekli bütün güvenlik önlemlerini almaya dikkat ettiklerini vurguladı. Çalışmaları inceleyen geleceğin mühendisleri ise iş yaşamlarına katkı sağlayacak olan bu tür teknik gezilerin son derece önemli olduğuna işaret etti. İMO Bursa Şubesi’ni de ziyaret eden genç mühendis adayları, İMO Bursa Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Basri Akyıldız’dan oda faaliyetleri hakkında bilgi aldı. g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 71 genç-İMO ŞUBE HABERLERİ konuşulurken nasıl bilinçlenmeliyiz üzerine tartışmalar yapıldı. 1 0 M AY I S 2 0 1 2 GELECEĞİMİZLE İLGİLİ SEMİNER DENİZLİ ŞUBE 31 M A R T 2012 DOĞA YÜRÜYÜŞÜ 31 Mart 2012 Cumartesi günü doğa yürüyüşü gerçekleştirdik. genç-İMO üyelerinin tanışması ve mühendislerle birlikte; Doğa ile İç İçe adıyla yürüdüğümüz etkinlikte oldukça keyifli zaman geçirdik. Arkadaşlarımızın minik konser etkinliği ile birlikte yapılan kahvaltı ardından etkinliğimiz sona erdi. 4 N İ S A N 2012 ÖĞRENCİ SORUNLARIYLA İLGİLİ ANKET 4 Nisan 2012 gününde okul genelinde öğrenci sorunları kapsamında 150 inşaat mühendisliği öğrencisine anket yapıldı. Anketi yaparken amaçladığımız şey; genel 72 ve öncelikli olan sorunları belirleyip bu sorunlara dair okul yönetimini bilgilendirmekti. Anketin sonuçları sorunlara çözüm bulmak amacıyla; bölüm başkanlarına ve rektör yardımcısına iletildi. 27 N İ S A N 2 0 1 2 T Ü R K İ Y E ’ D E İ N Ş A AT MÜHENDİSİ OLMAK SEMİNERİ 27 Nisan 2012 gününde Pamukkale Üniversitesi Mühendislik Fakültesi konferans salonunda Türkiye’de İnşaat Mühendisi Olmak adlı seminer gerçekleştirdik. 50 genç-İMO üyesinin katıldığı seminere konuşmacı olarak da Yrd.Doç. Dr. Hayri Baytan Özmen katıldı. Seminerde Türkiye’deki inşaat mühendislerinin yaşadığı sorunlar ile bu sorunlarla başa çıkma yolları 10 Mayıs 2012 İMO Denizli şubesi ve Denizli genç-İMO olarak birlikte “Belirsizlik Ortamında Geleceğimizi Nasıl Şekillendiririz” isimli seminer gerçekleştirdik. Seminere konuşmacı olarak Boğaziçi Üniversitesi İdari Bilimler Fakültesinde yarı zamanlı öğretim görevlisi Behice Ertenu Saracer ile Boğaziçi Üniversitesi İdari Bilimler Fakültesinde Pazarlama alanında doktora çalışmalarına devam eden Oğuzhan Aygören katıldı. Seminerde, katılımcıların iş ortamındaki zorluklarından hareket edilerek sorunlara karşı daha yapıcı bir yaklaşım sergileyebilmelerine yardımcı olacak bazı kuramlar ve güncel yaklaşımlar paylaşıldı. g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 genç-İMO ŞUBE HABERLERİ 2 8 N isan 2 0 1 2 E ğitimde O rtak Ç özüm D erneği P rojesine K atılım D İ YA R B A K I R Ş U B E M ardin Ç imento T eknik G ezisi İkinci sınıfların Yapı Malzemesi dersine dönük yapılan etkinliğe 70 öğrenci katıldı. Etkinlik ders hocamız Yrd. Doç. İdris Bedirhanoğlu’nun da katılımıyla verimli bir şekilde gerçekleştirildi. Gün içerisinde iki ayrı gruba ayrılarak sırasıyla fabrika ve seminer salonunda çeşitli çalışmalarla bilgi verildi. Bu süre zarfında beton reçetesi hazırlanması, beton tasarımının gerçekleştirilmesi ve daha önce alınan numunelerinin kırılması gibi konularda çeşitli deneyleri gözlemlenmiştir. T ünel K alıp G ezisi Sun Rise isimli yapıdaki taşıyıcı eleman imalatlarını görmek üzere teknik geziye gittik. Geziye Yrd. Doç. Dr Halim Karaşin’le birlikte 30 öğrenci katıldı. Yapının inşaatı sırasında tünel kalıp sistem kullanılmaktaydı. Biz de gezimiz sırasında tünel kalıp sistemle ilgili imalat ve statik anlamda birçok bilgiye ulaşma imkânı yakaladık. 28 Nisan tarihinde Eğitimde Ortak Çözüm Derneğinin organizesiyle Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ve Heinrich Böll Stiftung Derneği’nin destek verdiği “Yeni Anayasada; Yerinden Yönetim, Kadın, Gençlik-Üniversite, Kimlik, Anadilde Eğitim ve Dünya Modelleri” konulu panele katılım sağlandı. Organizasyon Türkiye’nin 50 değişik ilinden yaklaşık 40 ayrı üniversiteden katılım sağlayan öğrencilerle gerçekleştirildi. I D E - C A T K ursu Gerçekleştirdiğimiz kursumuza 24 öğrenci katıldı. Kursların tamamı İMO Diyarbakır Şube Seminer Salonunda gerçekleştirildi. Kurs sonunda tüm katılımcılara sertifikaları verildi. 1 4 M ayıs 2 0 1 2 T anışma P ikniği 14 Mayıs tarihine 1. sınıflara dönük gerçekleştirilen tanışma pikniğe yaklaşık 30 öğrenci katıldı. Katılan öğrencilere genç-İMO ya dair bir sunum yapıldı. Sunumun ardından piknik oyunlarla son buldu. g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 73 genç-İMO ŞUBE HABERLERİ ESKİŞEHİR ŞUBE T imsah A rena S tadı TEKNİK GEZİ Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Üniversitesi, Bursa Timsah Arena Stadı’na teknik gezi düzenledi, şantiye çalışmaları yerinde görüldü. Şantiye sahası içerisinde yer alan prefabrik fabrikasında projedeki yapı elemanları görüldü. Sonrasında verilen Bursa kent içi serbest zamanda kent içindeki tarihi yapıların görülmesi sağlandı. Ardından Mudanya ilçesinde akşam yemeği eşliğinde verilen canlı müzik ile eğlenildi ve bu şekilde gezi sonlandırıldı. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ TA N I T I M TO P L A N T I S I Anadolu genç-İMO olarak ikinci dönem iki hafta hazırlık ve mühendislik mimarlık kantinlerinde stant açtık yeni üyelikleri aldık. Stant kurulmadan alınan toplantı da geleceğin mühendisleriyle mühendis olma yolunda örgütlülüğün önemi, genç-İMO’nun bu örgütlülüğe katkıları tartışıldı. genç-İMO’nun bu dönem yapacağı etkinlikler, teknik geziler konuşuldu. Stant da yeni alınan üyelerin birbiriyle tanışması için yapılacak kahvaltının duyuruları yapıldı. Kahvaltı 45 yeni üyenin katılımıyla yapıldı. 1 M AY I S 1Mayıs’a hazır baskı pankart yerine kendimizin oda da yaptığımız pankart ile Anadolu ve ESOGÜ olarak katılım sağlandı 74 g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 genç-İMO ŞUBE HABERLERİ İ S TA N B U L Ş U B E 24 M art 2012 TİMSAH ARENA TEKNİK GEZİSİ 24 Mart 2012 günü YTÜ, İTÜ, Boğaziçi Üniversitesi, Aydın üniversitesi, Kültür Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi’nden öğrencilerin katılımıyla gerçekleşen teknik gezide yapımı süren Bursa Timsah Arena stadına teknik gezi düzenlendi.Gezide stadın statik projesi, yapım aşamaları, iş sağılığı ve işçi güvenliği kapsamında sahada yürütülen çalışmalar hakkında bilgi alındı. 28 M art 2 0 1 2 YILDIZ KENTSEL DÖNÜŞÜMÜ TA R T I Ş I YO R PA N E L İ 28 Mart 2012 günü YTÜ gençİMO yürütücülüğünde Harita Mühendisleri Odası, Mimarlar Odası, Şehir-Bölge Plancıları Odası ve diğer odaların öğrenci komisyonları ile ortaklaşa gerçekleştirilen, Prof. Dr. Betül ŞENGEZER, Prof. Dr. Erol KÖKTÜRK, Yük. Müh. Mimar Mücella Yapıcı ve Tozkoparan Mahallesi Derneği Yöneticisi Ömer KİRİŞ’in konuşmacı olarak katıldığı “Yıldız Kentsel Dönüşümü Tartışıyor” paneli YTÜ İnşaat Fakültesi Konferans Salonunda gerçekleştirildi. Öğrencilerin ve öğretim görevlilerinden yoğun ilgi gören panelde kentsel dönüşümünün perde arkası ve nasıl yapılması gerektiğine dair konular tartışıldı. 26 M art 2012 K nauf E ğitim M erkezi - M antolama E ğitimi genç-İMO İstanbul Şube’nin Knauf Eğitim Merkezinde 26.03.2012 tarihinde düzenlediği “Isı Yalıtımı - Mantolama Eğitimi” Okan Üniversitesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi’nin katılımıyla gerçekleşmiştir. Eğitim, bu alanda uzmanlaşmış kişiler tarafından önce teorik daha sonra da pratik olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Katılımcıların beğenilerini toplayan eğitim, gelecek haftalarda da daha farklı alanlarda yapılacaktır. g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 75 genç-İMO ŞUBE HABERLERİ İZMİR ŞUBE 25 Ş ubat 2012 T ünel K alıp Ş antiyesi T eknik G ezisi Çiğli Evka 2’de tünel kalıp yöntemiyle yapılan konut inşaatı şantiyesine yaklaşık 120 kişiyle yapılan teknik gezimizde ilk olarak örnek daire olarak hazırlanmış satış ofisi gruplar halinde gezildi, ardından mülk sahibi olan inşaat mühendisi tarafından bulunduğumuz şantiye ve inşaat mühendisliği ile ilgili teknik ve finansal konulardan bahsedildi. 76 Açıklamanın ardından şantiye sahası 3 grup olarak gezilmeye başlandı, Şantiyedeki tünel kalıp uygulaması tekniği ile ilgili detaylı bilgiler alındı. Son olarak şantiye özelinde yapılan ince işlerle ilgili bilgi alındı ve bitmiş olan bloklarla bitmemiş olanlar kıyaslandı. 17 M art 2 0 1 2 E vka 5 K öprülü K avşak İ nşaatı S asalı D oğal Y aşam P arkı T eknik G ezisi yapılan teknik gezimiz yaklaşık 100 öğrenci üyemizin katılımı ile gerçekleşti. İzmir Büyükşehir Belediyesi Fen İşleri Daire Başkanlığı bünyesinde şantiyesi devam eden “Evka-5 Köprülü Kavşak” şantiyesine yapılan gezimizde ilk olarak uygulamanın etapları hakkında bilgi sahibi olundu, şantiye sahası tanıtıldı ve gezildi. İstinat duvarları, zemin iyileştirme yöntemleri ve karayolu projelendirmesi ile ilgili detaylı bilgilendirme yapıldı. Teknik gezi boyunca bütün bilgilendirme ve açıklamaları yapan Büyükşehir Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü Altyapı Şube Şefi İnş. Yük. Müh. Murat VARLIORPAK’ın da hem gezilen şantiye özelinde hem de genel inşaat mühendisliği ve öğrenciliği ile ilgili yaptığı açıklamalarla oldukça detaylı, bilgilendirici ve teknik boyutu yüksek bir etkinlik oldu. Teknik gezinin ardından Sasalı Doğal Yaşam Parkı’na gidilerek eğlenceli ve bol güneşli sosyal bir gezi yapıldı. 17 Mart 2012 Cumartesi günü g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 genç-İMO ŞUBE HABERLERİ 12 M ayıs 2012 F olkart Y üksek Y apı Ş antiyesi T eknik G ezisi İMO İzmir Şubesi tarafından genç-İMO İzmir üyeleri için Folkart yüksek yapı şantiyesine 12 Mayıs 2012 tarihinde bir teknik gezi düzenlendi. Dokuz Eylül Üniversitesi, Ege Üniversitesi, Celal Bayar Üniversitesi ve İzmir İleri teknoloji Enstitüsü’nden 120 genç-İMO üyesinin katıldığı teknik gezide üyemiz Proje Müdürü İnş. Müh. Ayetullah Mutlu tarafından projenin geneli ve şantiyede yapılmakta olan işler hakkında bilgi verildi. 18 - 19 M ayıs 2012 K ısır - M ısır Ş enliği İMO İzmir Şubesi’nin genç-İMO üyelerine yönelik olarak geleneksel olarak her yıl düzenlenen Kısır-Mısır Şenlikleri’nin dokuzuncusu 18-19 Mayıs 2012 tarihlerinde yapıldı. Şenlikler kapsamında “Spagettiden Köprü Yarışması” ile birlikte çeşitli oyun ve yarışmalar yapıldı. Şenlik Ege Üniversitesi Konservatuvarı g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 öğrencilerinden oluşan müzik topluluğunun konseri ile sona erdi. 26 M ayıs 2 0 1 2 B illur T uz ve S avranoğlu İ şçilerine D estek Sendikal örgütlenme nedeniyle işlerinden uzaklaştırıldıkları için aylardır işe dönme mücadelesi veren Billur Tuz ve Savranoğlu Tekstil fabrikası işçilerine destek vermek amacıyla TMMOB’ye bağlı odaların İzmir Şubelerinin öğrenci üyeleriyle genç-İMO İzmir olarak 26 Mayıs 2012 tarihinde destek ziyaretinde bulunduk. Direnişle ilgili son durumun değerlendirildiği ziyarette TMMOB İzmir İKK adına konuşan İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Ayhan Emekli TMMOB`nin geleneklerinde dayanışma olduğunu ve bu nedenle direnen işçilerin yanında olduklarını söyledi. İşçiler ile sohbet eden öğrenci üyeler ise, ‘Kurtuluş yok, tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz”, “Billur Tuz tüketme, tükettirme”, “Birleşen işçiler asla yenilmez” sloganları atarak işçilere destek verdi. 77 genç-İMO ŞUBE HABERLERİ K O N YA Ş U B E SELÇUK ÜNİVERSİTESİ MEZUNİYET TÖRENİ Selçuk Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü son sınıf öğrencileri, mesleğe adım atmak üzere mezuniyet töreni düzenledi. Selçuk Üniversitesi Süleyman Demirel Kültür Merkezinde gerçekleştirilen mezuniyet törenine, İnşaat Mühendisleri Odası(İMO) Konya Şube Başkanı Ali Çınar İMO Konya Şubesi Yöneticileri, İnşaat Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. M. Yaşar Kaltakcı, SÜ Genel Sekreter Yardımcısı Yrd. Doç. Dr. Mehmet Kamanlı ve çok sayıda öğretim üyesinin yanı sıra İnşaat Mühendisliği son sınıf öğrencileri aileleri ile birlikte katıldı. 2 – 6 M ayıs 2 0 1 2 T Ü YA P U luslararası İ stanbul Y apı F uarı Türk yapı sektörünün en büyük fuarı niteliğinde olan 2012 Uluslararası İstanbul Yapı Fuarı, 2 – 6 Mayıs tarihleri arasında İstanbul TÜYAP’ da gerçekleştirildi. Yerli ve yabancı çok sayıda firmanın ve ziyaretçinin katıldığı 2012 Uluslararası İstanbul Yapı Fuarı’na İnşaat Mühendisleri Odası Konya Şubesi de yaklaşık 100 üyesiyle katıldı. Fuarın ardından Selçuk Üniversitesi Mimarlık Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği öğrencilerinden oluşan genç-İMO üyeleri İstanbul’da bir gün daha gezi ve incelemelerde bulundular. SAMSUN ŞUBE 8 H A Z İ R A N 2012 OMÜ MEZUNİYET TÖRENİ İnşaat Mühendisleri Odası Samsun Şubesi, OMÜ Mühendislik Fakültesinin 08 Haziran 2012 tarihinde düzenlediği Mezuniyet Törenine katıldı. Bir çoğu genç-İMO üyesi olan 110 genç “Mühendislik” ünvanı alarak aramıza katıldılar. İMO Samsun Şube olarak yeni meslektaşlarımızın mutlu günlerinde yanlarında oldular. Şube Sekreteri, Tahsin Asan’ın katıldığı törende, dereceye giren ilk üç meslektaşımıza sembolik hediyeler verildi. 78 g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 genç-İMO ŞUBE HABERLERİ TRABZON ŞUBE 2 M art 2012 K aradeniz S ahil Y olu ve Ü lkemizin U laşım P olitikaları PA N E L İ KTÜ İnşaat Mühendisliği Bölümü’nde yaptımız etkinliğimizde “Karadeniz Sahil Yolu ve Ülkemizin Ulaşım Politikaları” üzerine bir panel düzenledik. Panele konuşmacı olarak Ulaştırma Anabilim dalı Başkanı Prof. Dr. Fazıl Çelik hocamızın katıldığı etkinlikte her yönüyle karadeniz sahil yolu ve ulaşım politikları konuşuldu. Panelin sonunda “Son Kumsal” belgesel filmi gösterildi. 16 M art 2012 AKUT SEMİNERİ 16 Mart Cuma saat 13.00 İnşaat Mühendisliği Bölümü büyük anfide AKUT tarafından bir seminer düzenlendi. Seminerin ilk kısmında AKUT her yönüyle tanıtıldı. İkinci bölümünde ise Van’da arama kurtarma çalışmalarında bulunan ekipler orada yaşadıklarını fotoğraflarla anlattılar. Son Bölümde ise neden inşaat mühendislerinin de AKUT’ta bulunmaları gerektiği anlatıldı. Neredeyse bütün katılımcıların AKUT’a gönüllü olarak başvurması ile seminer sona erdi. 20 M art 2 0 1 2 M E G A YA P I L A R BELGESEL FİLM GÖSTERİMİ 20 Mart 2012 tarihinde KTÜ İnşaat Mühendisliği Bölümü Büyük Anfide National Geographic Mega Yapılar Belgesel Film serisinden Millau Bridge Belgesel Film gösterimi yapılmıştır. 80 kişilik katılımla gerçekleşen gösterim her hafta seride var olan mega yapılarla devam edecektir. 23 M art 2 0 1 2 TÜRKİYE’NİN DEMİRYOLU POLİTİKASI VE TRABZON-ERZİNCAN YÜKSEK HIZLI TREN GÜZERGAH A LT E R N AT İ F L E R İ SEMİNERİ Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Basri ERTAŞ olmak üzere birçok öğretim görevlisi ve 110 inşaat mühendisliği bölümü öğrencisi katılmıştır. 23 Mart 2012 tarihinde K.T.Ü İnşaat Mühendisliği Bölümü Büyük Anfide K.T.Ü İnşaat Mühendisliği Bölümü Ulaştırma Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Fazıl ÇELİK ‘in konuşmacı olarak katıldığı “Türkiye’nin Ulaştırma Politikaları’’ başlığı altında 2.si düzenlenen “Türkiye’nin Demiryolu Politikası ve Trabzon-Erzincan Yüksek Hızlı Tren Güzergah Alternatifleri’’ konulu seminere başta K.T.Ü İnşaat g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6 79 24 M art 2012 KİSKA P R E FA B R İ K FA B R İ K A S I TEKNİK GEZİSİ 24 Mart 2012 tarihinde KİSKA Prefabrik Teknik Gezisi gerçekleştirilmiş olup, K.T.Ü İnşaat Mühendisliği Bölümü Yapı Anabilim Dalı Araş. Gör. Mehmet Emin Arslan eşliğinde genç imo üyesi 75 öğrenciye prefabrik betonarme yapılar hakkında bilgi aktarılmıştır. 19 – 21 N isan 2012 K T Ü İ N Ş A AT MÜHENDİSLİĞİ BÖLÜMÜ ÖĞRENCİLERİ, ÇELİK K Ö P R Ü YA R I Ş M A S I N D A T Ü R K İ Y E 9 .’ S U O L D U Boğaziçi Üniversitesi Yapı Kulübü (BÜYAP) tarafından bu yıl altıncısı gerçekleştirilen Design&Construct – Öğrenci Çelik Köprü Yarışması’na, İMO Trabzon Şubemizin de desteği ile KTÜ İnşaat Mühendisliği Bölümden Steel Army ekibi katılmıştır. 19 – 20 – 21 Nisan 2012 tarihlerinde yedisi yurtdışı takımı olmak üzere toplam onyedi takımın katıldığı yarışmada 1. Hırvatistan, 2. İran ve 3. Sırbistan takımları olmuştur. 1 6 N isan - 9 M ayıs 2012 F U T B O L T U R N U VA S I 16 Nisan’da başlayıp 9 Mayıs’ta son bulan 1. genç-İMO 80 Futbol Turnuvası İMO Trabzon Şube yöneticileri ve K.T.Ü İnşaat Mühendisliği Bölümü Öğretim Görevlilerinin de katılımıyla gerçekleşmiştir. Toplam 16 takımın yarıştığı turnuvada Playboys Takımı 1. olmuştur. Yoğun ilgi gösterilen final maçına izleyici olarak yaklaşık 150 öğrenci katılmıştır. 7 M AY I S 2 0 1 2 T U Ğ L A FA B R İ K A S I GEZİSİ 7 Mayıs’ta BAYKES tuğla fabrikasına düzenlenen gezinin amacı arkadaşlarımızın en çok kullanılan yapı malzemelerinden biri olan tuğlanın üretim aşamalarını hammaddeden son ürüne kadarki tüm evrelerini pratikte görmelerini sağlamaktı. Fabrika Bayburt merkeze bağlı Erzurum Trabzon karayolunda 2.km de yer almaktadır… 1 9 M AY I S 2 0 1 2 YA P I F U A R I 19 Mayıs’ta Trabzon yapı fuarına katılım gerçekleştirdik. Burada sektördeki yapı malzemelerini ve yardımcı alet ve ekipmanları görebilme fırsatını elde ettik. Gezinin devamında da Trabzon forum AVM de arkadaşlarımız sosyal aktivitelerde bulundular. g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6