Ğbo B»y»d»

Transkript

Ğbo B»y»d»
Özgür Soylu, ilk verimlerini hapishanede ortaya koymakla birlikte bir “hapishane yazarý” deðil! Ama “Ýbo Büyüdü”, onun, yaþam
gereçlerini hapishanede nasýl dönüþtürdüðünü, bunlarý gerek kendi öz varlýðý gerekse öyküsü için nasýl bir dayanak yapmaya giriþtiðini göstermesi bakýmýndan ilginç bir örnek. Bu özelliði hemen bütün öykülerinde gözleyebilmek olasý onun. On yýl boyunca tutuklu kalmýþ yazar olarak Özgür Soylu’nun özgünlüðü de, koþullarý ne olursa olsun verimleyiþindeki iþte bu özelliði
yitirmeyiþinde aranmalý bence.
M. Sadýk Aslankara
Özgür Soylu
Ýbo Büyüdü
B
ebekleri sevmeyen pek yoktur sanýrým. Onlar güzeldir, sevimlidir, gözleri kocaman,
elleri yumuk yumuktur… Daha bir lokmacýkken anlamsýz gibi görünen bakýþlarý,
parmaðýmýzý minik elleriyle sýkýþlarý, tombul popolarý, ýsýra ýsýra yiyip bitirme hissi
veren kar gibi ak etleriyle, içinde dünyanýn en ballý yemiþlerini saklayan birer torba gibidirler.
Ama ben, biraz daha büyüyüp çocuk ‘sýfatý’ kazananlarý; zeki, kurnaz, uslu, utangaç gibi
özelliklerle tanýmlanmaya baþlananlarý daha çok severim. Þöyle dört beþ yaþlarýnda, konuþmayý iyiden iyiye becermeye baþlamýþ, karþýnýza alýnca büyükler gibi konuþmaya heves edip de,
sohbet dediðimiz o güzel zamanlara ortak olabilenlerdendir bunlar. Ne yalan söyleyeyim, bu
yaþýndan küçüklere olduðu gibi, bu yaþýný geçmiþlere de pek ýsýnamam.
Birkaç yýl önce tam bu yaþlarda bir dostum vardý benim. Adý Halil Ýbrahim.
Normal duruþunu bilmeyenler aðzýna bakýp morali bozuk zannederlerdi Halil Ýbrahim'in.
Aslýnda bu saný pek de haksýz sayýlmaz. Can sýkýntýsý genel bir hal gibidir onun üzerinde.
Abisiyle iliþkisi çevrede herkesi çok güldürürdü. Abisi benden üç yaþ küçük; Halil Ýbrahim'den sekiz yaþ büyüktür. Halil Ýbrahim'in aksine, her durumdan eðlenecek bir þeyler çýkaran neþeli, konuþkan bir tiptir. Halil Ýbrahim'e hitap ettiði kelimeler çok çeþitlidir. Bakmýþsýnýz
bir gün Hallô, bir gün Ýban, baþka bir gün Ýbraam diyor. Ýbo, Ýbiþ, Ýboþ gibi daha bir dizi çeþitleme göstermekte abisinin üstüne yoktur. Bu isimlerden hangisini kullanacaðýný abisinin o
günkü ruh hali belirler. Kýzgýnsa aðzýna en kaba gelen Ýban'ý, neþeliyse Halibo'yu, sevecense
38
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 2, SAYI 7, ÞUBAT-MART 2006
ÝBO BÜYÜDÜ
Ýboþ'u, dalga geçecekse Ýbiþ'i kullanýr. Bunlarýn en ciddisi Ýbo'dur. Ben bir günden bir güne abisinin doðruca Halil Ýbrahim dediðini iþitmedim.
Ýsim konusunda çevredekilerin de önemli katkýlarý olduðu inkâr edilemez. En baþta babaannesi… Eskiden beri rahmetli kocasýna öyle hitap etmeye alýþtýðýndan, Halil Ýbrahim'e Ýbraam der. Komþu kadýnlar ise, onun öyle kurumuþ aðaç dalý gibi görünüþünü pek þirin bulduklarýndan Ýboþ derler. Yani diyeceðim, bir abisiyle kalsa iyi, çevrede Halil Ýbrahim'in adýný doðru söyleyecek bir Allah'ýn kulunu ara da bulasýn!
Aslýnda ben bir iki kere adýný tam ve doðru söylemeye niyetlendim. Niyetlendim niyetlenmesine de, çevredekilerin garipseyen bakýþlarýný üzerime toplayýnca (neredeyse Halil Ýbrahim'in bile!) çekindim. Çaresiz diðerlerine nazaran daha yaygýn kullanýlan Ýbo'yu benimsedim. Hem öyle ki, þimdi bile o zamanki görünüþüne benzeyen bir çocukla karþýlaþsam, Ýbo
deyivermek geçer içimden.
Ýbo bize sýk gelirdi. Mahallede onun yaþýnda kimse yoktur. Mahalle dediðim, genel yerleþimin biraz dýþýnda kalmýþ üç beþ ev. Ýbo'nun bize sýk geliþinin bir nedeni yalnýzlýksa, bir diðer nedeni kendi evlerinde çok sýkýlýyor oluþudur. Ýbo geldiðinde biz genelde kahvaltý masasýnda olurduk. Sessizce, dikkat çekmemeye fazlaca özen göstererek yanýmýza yaklaþýr. Kimse
ses etmese belki bir kenarda öylece oturacaktýr. Ama mümkün mü? Hane halký ayaklanma
baþlatmýþ kitle gibi gürültüyle girer:
“Vay Ýbo!”
“Hoþ geldin yakýþýklý!”
“Kahvaltýya otur yakýþýklý…”
Utanýr. Her çocuk gibi ilgi görmekten o da hoþlanýyordur, ama dudaksýz aðzýnýn kenarýnda beliren ince gülüþünü saklamak için ne yapacaðýný bilemez kýzarýr.
Aslýnda suratý asýk çýkmýþtýr evlerinden. Gelirken Veli Abiye rastlamýþtýr. Veli Abi, “Ne o
Ýbo, yine moral sýfýr? Evde dövdüler mi yoksa?” demiþtir. Ýbo inkâr edip toparlamaya çalýþmýþ;
çalýþtýkça da her sabah olduðu gibi bu sabah da abisinin günlük keyiflenme seanslarýný anlatývermiþtir.
Bu Veli Abi de az deðildir ha! Ýbo'yu hep ters köþeye yatýrýr. Ýbo kendisini önemseyip konuþana içini açar. Ama gel gör ki etrafýndakilerin onunla kurduðu iletiþim ya takýlmak, alay
etmek ya da baþýný okþayýp sevmek þeklindedir. Veli Abi de bunlardan biri olarak önce Ýbo'yla güzel güzel konuþur. Lafý Ýbo'nun aðzýndan dikkatlice çeker. Sonra da güler, eðlenir Ýbo'
nun baþýndan geçenlerle. Ýbo, azýcýk keyfini böyle her seferinde kaçýrsa da Veli Abinin tuzaðýna düþmekten kurtulamaz.
Ýbolarýn evi bizim evin karþýsýndadýr. Aramýzdan bir yol geçer. Ýbo kalkar kalkmaz bize geldiðinde kendi evlerindekiler sabah iþleriyle meþguldür. Ýbo'nun gelmesinin ardýndan on beþ
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 2, SAYI 7, ÞUBAT-MART 2006
39
ÖZGÜR SOYLU
yirmi dakika geçmeden abisi de bizim eve damlar. Bizimle hoþ beþ ettikten sonra Ýbo'yu azarlamakla güne baþlar. Kahvaltý edeceklerdir, Ýbo ortalýkta yoktur. Her sabah onu mu arayacaktýr?… Ýbo cevap vermez. Ama normalleþme eðilimine giren suratý yeniden asýlýr. Ardýndan abisi sabah neþesini sergilemeye baþlar. Her gün yeni bir eðlence bulmakta üstüne yoktur dedim
ya. Bu sabah ‘Zurnacý Ýbo’ diye diye çekiyor kolundan. Babam öbür kolundan tutup tekrar
oturtur masaya, gitmesine izin vermez. Sonra Ýbo'nun çenesini okþayýp, abisine þakadan kýzarak sormasý gerekeni sorar: “Niye zurnacý diyorsun þu tatlý çocuða?”
Sormasa olur mu hiç? Babam Ýbo'nun abisini dinlemeye bayýlýr. Ýbo'nun abisi de bilir bunu. Espri yapacaðýnda takýndýðý kýpýrtýsýz, ciddi ifadesi gelir yüzüne.
“Sabaha kadar uyutmadý, zurna gibi öttürdü valla.”
Lafýný herkese dinletebileceðine kanaat getirdikten sonra bir sandalye çeker altýna. Abartmakta da üstüne yoktur:
“Sabaha karþý düttürü düttürü bir sesle uyandým. Allah Allah zamaný da deðil, ama herhalde düðün yapýlýyor, dedim kendi kendime. Dinleyip zurnanýn ne çaldýðýný çýkarmaya çalýþýyorum. Önce harmandalý çaldý. Sonra kýrýk havaya geçti. Ardýndan gelin karþýlamayý çalýnca
düðün olduðuna iyice emin oldum. Zurna bir ara sustu. Ben halay çalacak diye beklerken, birden da-di, da-di, ambulans gibi siren çalmaya baþlamaz mý? Vay anam, bizim kocakarý fenalaþtý herhalde dedim, hopladým kalktým yataktan. O pencereyi açýyorum, bu pencereyi açýyorum ambulans falan göremiyorum. Duramadým; usulca bizim kocakarýnýn yanýna vardým.
Baktým fosur fosur uyuyor. Neyse, herhalde rüya görüyorum dedim. Yataðý da boþuna soðuttuk diye kendi kendime kýzarak dönerken zurna sesi düttürü düttürü yine baþladý. Hem de
nerden? Bizim Ýbiþ'in ordan! Allah Allah dedim. Memet Abim, Ýbiþ'e söðütten düdük yaptý
herhalde. Öyle de sabaha karþý, hem de yorganýn altýnda çalýnýr mý? Amma güzel de çalýyor
hani, yanýk yanýk. Hemen sessizce baþucuna bir sandalye çektim. Acaba benim sevdiðim türküleri de çalar mý diye bekliyorum. Bekliyorum ya, kokuya da dayanamýyorum. Þaþtým, o kadar kokuyu neresinde tutar? Neyse, duysanýz televizyondaki müzikçilerden esaslý çalýyor. Azýcýk büyüsün yarýþmalara salacam ben bunu…”
Ýbo etraftaki kahkaha gürültülerinden de cesaret alarak baðýrdý çaðýrdý, susturmayý denedi
ya, abisi hýzý kesilene kadar anlattý. Daha da uzatýrdý, ama Ýbo kapýlarý çarpa çarpa gidince zevki çýkmayacaðýný düþünmüþ olmalý ki kesti; o da arkasýndan evlerine yollandý.
Güneþ biraz yükselip de herkes kendini iþine gücüne verince, ben de bizim evin arkasýndaki avluda ufak tefek iþlerle oyalanýrým. Gölgeye oturup sýcaðý seyretmek müthiþ bir haz verir bana. Hele karþýda, güneþin alnýnda çalýþanlarý izlemek… Bir de onlarýn yerinde olmak var.
Can sýkýcý. Sýcakta çalýþýrsýn çalýþýrsýn iþ üremez. Çabucak bitsin istersin bitmez. Karþýda karýnca gibi didinen, sarý sýcaðýn sýkýntýsýyla dalga dalga buharlaþýyormuþ gibi duran iþçileri
40
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 2, SAYI 7, ÞUBAT-MART 2006
ÝBO BÜYÜDÜ
gördükçe, þu gölgenin koyu yerinde bacaklarýmý serbestçe uzatmýþ, sýrtýmý ýlýk duvara yaslamýþ halime þükrederim.
Ýbo bilir bu saatlerde nerede olduðumu. Yanýma gelir, benim bu mayýþmýþ mutluluðuma
katýlýr. Ýbo gelir gelmez konuþmaya baþlamaz. Önce ne iþ yapýyorsam yardým etmeye çalýþýr.
Sonra iþimi kolaylaþtýrmak hesabýyla bir iki fikir verir. Ardýndan ben sohbeti baþlatýrým:
“E, Ýbo ne var ne yok?”
Yüz ifadesi hiç deðiþmeden mýrýn kýrýn bir “Ýyilik” der.
“Moralin bozuk gibi. N'oldu?”
“Bir þey yok.” der. Ben üstelemeyince bu kez kendi duramaz, çözülüverir:
“Abim, Hatice ile Ýbo sevgili olmuþlar dedi.” Bunu söylerken belli belirsiz bir gülümseme
gelmiþtir yüzüne.
“Sen ne dedin?”
“Yalan, dedim.”
“E, sonra?”
“Babama söyledim. Babam abime kýzdý. Babam gidince de abim beni dövdü.”
“Vay eþþek herif vay! Dur ben þimdi gider onu pataklarým…”
Ben Ýbo'ya fýrsat vermek için aðýrdan alarak kalkarken Ýbo koluma yapýþýr, gitmeme engel
olur. Ben de ertelerim Ýbo'nun öcünü almayý.
“E, Ýbo sen de ona vursaydýn.”
“Vurdum.”
Sohbetin bu kýsmýnda Ýbo, yüzüme bakmadan, kelimelerinin son hecelerini uzatarak cevap verir.
“Saçýný da çekseydin eþþek herifin!”
“Çektiiim.”
“Sarý çýyan dedin mi?”
“Dediiim.”
“Eþþek herif de deseydin!”
“Dediiim.”
“Kulaðýný ýsýrdýn mý, kulaðýný?”
“Isýrdýýým.”
“Götünü de cimcikleyeydin, o koca götünü!”
“Cimciklediiim.”
Soru cevap uzadýkça Ýbo'nun yüzü de iyiden iyiye gülmeye baþlar.
“Vay yumurtadan çýkmýþ civciv kafalý ayý deseydin Ýbo!”
Ýbo artýk tutamaz kendini, kýkýr kýkýr koyuverir. Keyfi yerine gelmiþtir. Biraz daha uzatýr,
konuþur, gülüþürüz. Abisine söyleyeceklerimiz bitince susarýz ikimiz de.
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 2, SAYI 7, ÞUBAT-MART 2006
41
ÖZGÜR SOYLU
Ýbo az sonra oyalanacak bir þeyler bulmuþtur. Mesela, týkýr mýkýr peþ peþe dizilmiþ giden
bir karýnca katarý. Elinde küçük bir çöp, gözlerinde sevinç kývýlcýmlarýyla takip eder onlarý.
“Bak bak, benim çöpü nasýl götürüyorlar.”
Birlikte karýncalarý izleriz. Yollarýný deðiþtiririz, sinek yakalar sýrtlarýna yükleriz… Ama kýrmýzý karýncalara aman vermeyiz. Kýrmýzýlar düþman karýncalardýr. Gördüðümüz yerde toprak
atarýz üstlerine. Siyahlar bizdendir.
Ýbo bazen dayanamaz kýrmýzý karýncalarý öldürmeye:
“Yazýk… Onlarýn da analarý babalarý vardýr. Akþam evlerine beklerler bacanak…”
Evet, ‘bacanak’ deriz Ýbo'yla birbirimize. Bizim orada gençler arasýnda en çok kullanýlan
dostluk hitabýdýr bu. Ýbo bana bacanak derken öyle sevinç týnýlarý çýkartýr ki dostum, caným
der gibidir. Büyük adam gibi bakar. Ben ona söyledim mi de gururla gülümser. Hiç sevmediði bir iþ olsa da bacanak sözünü duydu mu içi eriyiverir, reddetmez.
Bu bacanak sözünü de abisi ilk zamanlar diline dolamýþtý. Ýbo her þeyden utanýr, abisinde
de çene kuvvetli ya; çaresiz Ýbo baþkalarýnýn yanýnda bacanak diyemedi. Ama unutmaz da.
Karýncalarla uðraþýrken bahçeden, komþunun köpeðinin yeni doðan yavrularýndan falan
bahsederken Ýbo iyice rahatlar, içten konuþmaya baþlar:
“Bacanak… ben düþünüyorum da acaba Hatice'yi mi alsam, Tuðba'yý mý alsam, yoksa þehre kýz tutmaya mý gitsem? Sence n'apim?”
Yok, gülmem. Ýbo'yla her günkü sohbetimiz böyledir.
Hatice, geçen yaz bizim evin yanýna taþýnan Rýza Abinin en küçük kýzý. Tuðba ise büyük
þehirde oturan, her yýl yazýn birkaç günlüðüne gelen, Ýbo'nun teyzesinin kýzý. Tuðba gelince
Ýbo bir tuhaf olur. Neredeyse bana bile uðramaz. Büyük þehrin eli yüzü bembeyaz, gürbüz kýzý çocuðun ilgisini çekiyor tabii.
Kýz tutmak dediði de bildiðimiz kýz tavlamanýn Ýbo'casý.
“Ýbo, bacanak” derim, elimdeki iþi býrakýrým, “Hatice cadaloz. Valla seni de döver, beni de.
Tuðba da çok süslü. Ýleride süsüne para yetiþtiremezsin. Sen en iyisi kýz tutmaya git. Amma
kýz tutmak balýk tutmaya benzemez. Ben sana nasýl kýz tutacaðýný öðretirim. Önce saçlarý þöyle bir geriye yatýr bakalým. Sonra çok yemek yiyip çabuk büyü de kýzlar seni beðensin.”
“Öyle yapim deðil mi bacanak?”
Ýbo buzaðýlarla, civcivlerle, kuzularla oyalanmaya bayýlýr. Evlerindeki bütün hayvanlar
Ýbo'ya alýþýktýrlar. Ýbo bir abi gibi konuþur onlarla. Her birinin Ýbo'nun taktýðý isimleri vardýr.
Bu isimleri Ýbo dýþýnda bir ben bilirim.
Sadece evcil hayvanlarla deðil böceklerle, kuþlarla, kaplumbaðalarla da ilgilidir. Onlarý da
iyi tanýr. Mesela örümceðin sekiz ayaklý olduðunu, karýncalarýn çengelli çenelerini, balýklarýn
en çok kýllý kýrkayaklarý sevdiðini, uðurböceklerinin sýrtlarýnda kaç beneklerinin olduðunu,
42
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 2, SAYI 7, ÞUBAT-MART 2006
ÝBO BÜYÜDÜ
kaplumbaðalarýn kabuklarýndan kafalarýný nasýl dýþarý çýkartabileceðini ben Ýbo'dan öðrenmiþimdir.
Ýbo'nun gizli yerlerde kurduðu “çiftlikleri” vardýr. Ara sýra yakýndaki dereye balýða gideriz.
Oltalarýmýza takacak yem sýkýntýsý çekeriz. Ýbo bu sorunu çözmek için bir solucan çiftliði kurmuþ. Ertesi gün kolumdan çeke çeke çiftliðine götürdü beni. Yolda, çiftliði sayesinde solucanlarýn nasýl çoðalacaðýný anlatýyor, bundan sonra her gün balýða çýkabileceðimizi söylüyordu.
Ýbo'nun götürdüðü yere vardýðýmýzda solucan beklerken birbirini ite kaka eþinen tavuklarý
bulduk. Ýbo bu duruma çok kýzdý. Aðlamaklý bir sesle, “Ben buraya bir kutu solucan koyduydum.” diyerek yorulana kadar tavuklarý kovaladý.
Solucan çiftliði baþarýsýzlýðý Ýbo'yu yýldýrmadý. Bu kez uðurböceði yetiþtirmeyi denedi. Sabah erkenden elinde bir kibrit kutusuyla bana geldi. Etrafta uðurböceði görürsem bu kutuya
doldurmamý sýký sýký tembihleyip gitti. Akþama doðru gururla çiftliðini gösteriyordu. Bir metrekare kadar bir yerin etrafýný küçük çöplerle çevirmiþ. Ortasýna çamurdan minik masa, sandalyeler kondurmuþ. Bir köþeye yeþil ot yapraklarý kýrpýp koymuþ. Ortada on on beþ uðurböceði saða sola koþuþuyor. Dýþarý çýkaný Ýbo tekrar çitin içine getiriyor. Bazýlarýný minik sandalyelere oturtup “Haydi yemeðini ye!” diyerek önüne biraz ot býrakýyor. Gözlerinde sevinç kývýlcýmlarýyla;
“Bacanak, bu uðurböcekleri çoðalsýn, hepsini tek tek uçurup dilek dileriz…”
Çitle çevrili yerin bir köþesinde duran, içi boþ olduðu anlaþýlan, küp þeklinde sýra sýra minik binalarý sordum. Hapishaneymiþ oralar. Yaramaz uðurböceklerini koyacakmýþ. Az önce
alýp çitin içine koyduðu uðurböceði kaçmayý tekrar deneyince hapisaneyi boyladý. Hapse atarken “Ýbo abini yorma oðlum! Bak ötekiler nasýl uslu oturuyor.” diye paylýyor yaramaz olaný.
Yaþý gelince, herkes gibi Ýbo da okula baþladý. Böylece birlikte geçirdiðimiz zaman da gitgide azaldý. Okul onu öyle hýzlý deðiþtirdi ki her gün gördüðüm halde ben bile fark ettim bu deðiþimi. Önce hayvanlarý anlatmaktan insanlarý -en çok da öðretmenini- anlatmaya baþladý.
Sonra okulda öðrendiði düz, eðik, yatay çizgileri, harfleri gösterdi. Sýnýfta, birden yirmiye kadar yanlýþsýz sayabilen bir tek Ýbo'ymuþ. Artýk sabah deðil akþam okul çýkýþý geliyordu yanýma. Baþkasýnýn aðzýndan bir þey anlatýrken kendinden ‘Halil Ýbrahim’ diye söz ediyordu.
Okulda herkes böyle hitap edermiþ ona.
Yürüyüþü bile deðiþti. Eskisi gibi boynu kafasýný taþýyamazcasýna hafifçe eðik durmuyor.
Karþýdan gelirken hareketleriyle adeta ‘ben geliyorum’ der gibi cesaretli.
Ýbo artýk Halil Ýbrahim oldu. Aradýðýný bulmuþ gibi görünüyor. Kendini kýyaslayabileceði,
dahasý biraz çaba sarf ederek geçebileceði birileri var etrafýnda. Farklý biri olmaktan çýktý, kalabalýktaki herhangi biri oldu. Buradan sarýldý hayata. Büyüdü…
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 2, SAYI 7, ÞUBAT-MART 2006
43