Dergi Kasim

Transkript

Dergi Kasim
İÇİNDEKİLER
SORUNLU ÖĞRETİM
-3YENİDEN YAPILANMA
-4TAHSİLDAR ÖĞRETMENLER
-5YEREL YÖNETİMLER VE EĞİTİM
-6YA BÜTÜNSÜN YA HİÇ (!)
-7KRİZ ÜZERİNE
-8RUHUMUZA SIZAN KADIN ÇIĞLIKLARI
- 10 EĞİTİM SİSTEMİ ÜZERİNE DEĞERLENDİRME
- 11 YENİ DÖNEMDE DİN KÜLTÜRÜ ...
- 13 BİLİM VE TEKNİK DÜNYASINDAN
- 15 SANATA BAKIŞ
- 16 OĞULA KARDEŞLİK VE BARIŞ MEKTUBU
- 17 TÜRKİYE’NİN FOTOROMANI
- 18 -
ÖV-DER
Tüm Öğrenci Velileri Dayanışma
DerneğiGenel Merkezi
Adına Sahibi
Enver ÖNDER
Yaygın Süreli Yayın
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
İsmail GÖKTAŞ
Yayın Kurulu
Mehmet ERÇEN - Bahar GÜLER Jale KİRMAN - Gülşah AYGÜN
Tel-Fax: (0312) 362 58 99
E-Mail: [email protected]
Web Sitesi:www.ovder.com
Tasarım ve Mizanpaj
H. Emre HAZIR
Posta Çeki Hesabı: ÖV-DER/1014256
Yönetim Yeri ve İletişim Adresi
Yeniankara sok. No: 6
İçcebeci- ANKARA
Enver ÖNDER
SORUNLU ÖĞRETİM
2008 -2009 Öğretim yılı eksikler tamamlanmadan ve yeni sorunlarla başladı. Öncelikle, bilimsellikten yoksun öğretim programları,
her yıl günü kurtaracak değişiklikler yapılarak
kurumsallaşmaktan uzaklaştırıldı.
Eğitim, çağ dışı, çekicilikten yoksun içeriği
nedeniyle öğrencilerde okula başlama coşkusu
yaratamamaktadır. Öğretmenler, iş güvencesiz,
geçici, sözleşmeli, vekil gibi niteliksizleştirme
çabaları yetmiyormuş gibi, yeni yıla 150 bin açıkla
girmektedir.
Kalabalık sınıflarda, uzmanlık alanı olmaktan çıkarılmış eğitim işi; her bir kesimi kendi
sorunları içinde kaybolan örgütsüz öğretmenlere
bırakıldı. Öğretmen atamalarında fen bilimleri
alanına 180 öğretmen atanırken yalnız din kültürü
ve ahlak bilgisi dalına bunun yaklaşık üç katı kadar (530) öğretmen atandı.
Çocuklarımızın yüzde 10’u okula gidemiyor. Okul öncesi eğitim yüzde 25’in üzerine
çıkarılamadı.
Ders kitapları, içeriği bilimsel olmayan,
ırkçı, gerici ve cins ayrımcı yapıdan arındırılamadı.
Üstelik büyük bir rant kapısı olarak, aynı kitaplar aynı yanlışlarla her yıl yeniden basılıp
dağıtılmaktadır.
Tutarlı, bilimsel ve toplumsal oydaşma ile
hazırlanacak kitaplar 5 yıl süre ile okutulacaktı.
Bu koşulların hiçbiri yerine getirilmediği için
eğitimdeki kararlılık, süreklilik ve birleştiricilik
ortadan kaldırıldı.
Öğretmen
dağılımındaki
özensizlik,
okulların fiziksel yetersizliği nedeniyle bir
öğretmene düşen öğrenci sayısı bölgelere göre
büyük dengesizlik göstermektedir.
Okullarda, güvenli ve sağlıklı bir ortam
sağlanamadığından, ilişkiler saygı ve sevgiye değil
şiddete dayandığından çocuklar okuldan soğuyor.
Ülke ortalamasına göre bir öğretmene 26
öğrenci düşüyor. Batı illerinde bu sayı 20’lere
düşerken, doğu ve güneydoğu illerinde öğretmen
başına 57 öğrenci düşüyor. Diğer koşulları bir
yana bıraksak bile 20 öğrenciye öğrenim veren bir
öğretmene karşılık, bunun yaklaşık üç katı öğrenci
ile uğraşan öğretmenlerin bulunduğu bir ülkede,
eğitimde fırsat eşitliğinden söz edilebilir mi.?
Ulusal gelirden eğitime yeterince pay
ayrılmadığı gibi, parasal kaynağa gereksinme
duyulmadan yapılabilecek düzenlemeler bile, bilerek ve isteyerek göz ardı edilmektedir. Eğitimde
yardımcı personel dağılımı, okulların gözden
çıkarıldığını belgeler gibidir. 8 metrekarelik bürolarda üç tane yardımcı personel çalıştırılırken, binlerce öğrencinin öğrenim gördüğü okullara bir ya
da iki hizmetli verilmektedir.
Yazı işlerini yürütecek görevli ise parmakla
gösterilecek denli azdır.
Ders araç-gereçlerinin albenisini artırmak
için kullanılan boya ve katkı maddeleri, zehirlenmelerden, kanserojen etkilenimlere dek yığınla
sakınca taşımaktadır.
Okullar karanlıkta, en merkezi yerlerde
bile öğretmen atamalarının düzensizliği nedeniyle
öğretmensizlik karmaşası yaşanıyor.
İlköğretim okulundan üniversiteye dek,
yeşil alan ve oyun alanı yoksunu okullarda
çocuklarımız ve gençlerimiz temiz hava solumaya
özlem duymaktadırlar.
Okul servis araçları işletmecileri, rant
kavgasını okul bahçelerine dek taşıyıp, biri birilerini
kurşunlamaktadırlar. Denetimsiz, bakımsız servis
araçları nedeni ile yollarda kırım yaşanmaktadır.
Okullar gözümüz gibi korumamız gereken kamu
kurumları değil bir cangıl gibi kendi yazgılarına
terkedilmiş, çocuklarımızla birlikte kapanın elinde
kalmakta ve cebini doldurmaktadır.
ÖVDER | 3 YENİDEN YAPILANMA
B
izim gibi ülkelerde kapitalizmin yeniden
yapılanma sürecinde kamu alanları, 1979
stand-by düzenlemesi ve 1980’den sonra Dünya Bankası’nın “yapısal uyum kredileri”
ile yeniden yapılandırılmaya başlandı. “Yapısal
uyum”un hedefi, özelleştirme, yerelleştirme,
kuralsızlaştırma, ticarileştirme ve personel düzenlemesi biçiminde gerçekleştirilmektedir. Düzenlemeler bir taraftan yasalarla belirlenirken, bir taraftan da iletişim ve eğitim ile, kitleleri
yönlendirmede kullanılmaktadır. Eğitimdeki yeniden
yapılanma da bu hedefe hizmet için yapılmaktadır.
Türkiye’deki yapılanmanın ayrı bir özelliği
vardır. Bu yapılanmada din etkili bir araç olarak
kullanılmaktadır. Kazanılmış haklar yerine “sadaka
kültürü” her alana yerleştirilmeye çalışılmaktadır.
Bilimin yerini inanç, tartışmanın, eleştirinin,
algılamanın yerini itaat anlayışı almaktadır.
ORHAN YÜCE | ÖV-DER İZMİR ŞUBE BAŞKANI
gun eğitim, değişimin hedefidir.
Eğitimi,
kapitalizmin
ihtiyaçları
doğrultusunda yeniden düzenlemeye çalışan iktidarlar ve bugün de AKP hükümeti, insanın kapasitesini
(akıl, duygu, beceri, yetenek vb) toplumsal yaşamın
değil, sermayenin hizmetine sunmaya çalışıyor.
Özellikle üniversiteler ve mesleki eğitim bu hizmette
hayli ilerlemiş durumdadır. Ne ilköğretimde iy
bir yurttaşlık için kişilik eğitimi veriliyor, ne de
ortaöğretimde öğrencilerin yetenekleri ve ilgileri
doğrultusunda yönlendirme yapılıyor. Bunların sonucu olarak yüksek öğretim de bilimsel verileri halka
sunma görevi yapamıyor/ yapmıyor.Özellikle son 30
yıldır “yapısal uyum projeleri” ile eğitim bilimsel ve
toplumsal değerlerinden uzaklaştırılmıştır. Piyasanın
isteklerine bırakılarak, eğitimin ticarileşmesi
sağlanmıştır.
NİTELİKLİ EĞİTİM İÇİN YAPILANMA
Çocukları en iyi tanıyan unsurlar olan ailelEğitim sisteminde yapılanma gerekier ve öğretmenler, bu eğitim anlayışında etkileyen yor. İnisiyatif ve işleyişin belirlendiği yer, okullar
değil, etkilenen durumuna düşürülmüştür.
olmalıdır. Okulların tarafı olan öğretmen-öğrenci
veli eğitimin ana unsurları ve karar organı olmalıdır.
Bugün
kamu
kaynakları
verimli Bu yeniden yapılanma, bugünkü gibi eşitsizliğe değil,
kullanılamıyorsa, doğa yok ediliyorsa, rekabete herkese eşit ve nitelikli eğitim için yapılmalıdır.
sürüklenmiş ve bencilleşmiş birey yetiştirme Finansmanı vatandaşlardan adaletli toplanan vergilanlayışının sonuçlarından birdir. Gözü paradan başka erden sağlanan eğitim ve sağlık hizmetleri, demokrabir şey görmeyen sömürücü şirketlerin istediği de bu- tik toplum, bağımsız ve demokratik bir ülkenin tedur zaten. OKS-SBS-ÖSS-KPSS vb. merkezi sınavlar mel taşları niteliğinde olacaktır.
çocuklarımızın ve gençlerimizin sadece gelecekler- inde daha iyi bir eğitim ya da daha iyi bir iş olanağını
Bireyi, toplumu ve çevreyi merkezine alan bir
belirleme sınavları değildir. Eleyici, dışlayıcı nitelik- te olan bu sınavlar, kamuyu ve toplumsal değerleri eğitim sistemi, emeğe, ülkeye ve dünyaya sömürü ve
yok etme özelliği de taşımaktadır. Toplumsal eğitim savaşın değil; barışın, kardeşliğin ve dayanışmanın
yerine, bireyci, piyasanın-şirketlerin-istemlerine uy- egemen olduğu bir yaşam biçimini sağlayacaktır.
ÖVDER | 4 TARİH ÖĞRETMENİ HANDAN | 17 EYLÜL 2008
Ö
ğretmenlerin Milli Eğitimin okullardaki
neredeyse tahsildar memurları haline getirilmelerinden bahsetmek, bu durumla zaman zaman yüz yüze kalan biri olarak bunun bizi
nasıl bir duygu içine soktuğunu anlatmak istiyorum.
Öğretmenlik kutsal meslek diye kazınır beynimize daha ilkokul sıralarından itibaren. 'Öğretmenim
canım benim, seni ben pek çok severim' şarkılarında
geçen o güler yüzlü, tüm varlığı öğrencilerine bilgiyi vermek olan, adanmış kutsal insanlar denir
bizler için. Aslında denirdi demek gerekir. Bugün
öğrencilerin gözünde hiç bir kutsallığımız yok.
O nağmeler eski zaman şiirlerinde kaldı. Haa! bir
de önemli günlerde 'önemli' adamların ağzından
-söylemiş olmak için- dökülüyor artık.Gücendiğim
için söylemiyorum, öğrencinin gözünde değerimiz
yok diye söylüyorum, çünkü bunu hak edecek niteliklerimizi de kaybediyoruz bizler. Bilgiyi ve
bilimi veren, yol gösteren öğretmen olmayı çok
önceleri yitirdik. Bize öğretmen olma yolunda verilen eğitim de dahil olmak üzere niteliksizleştirdiler.
İdealist eğitmenler olma neredeyse hikaye
kitaplarında kaldı. Öyle bir döngünün içinde
öğütülüyoruz ki, aydın insan olmayı bırakın
öğretelim bizler o vasfı kaybediyoruz ya da
kaybettik mi demeliyim.
TAHSİLDAR ÖĞRETMENLER
kendimiz için değil birileri istediği için. Öyleyse
önce biz değişmeliyiz.
Tahsildarlık yapan öğretmenler deniyor, acıdır ama gerçektir. 10 yıllık öğretmenliğim
boyunca bir çok kez ben de bununla karşı karşıya
kaldım. Katkı payı denip sınıf öğretmenlerinin
eline listeyi tutuşturduklarında gidip istemekten
nasıl gocunmadık? "Beni buna zorlayamazsınız!"
neden diyemedik? Okullarda verdiğimiz kurslar
için kurs paralarını bize toplattıklarında neden karşı
çıkamadık? Çıkamadık çünkü emir erinden farkımız
kalmadı. Çıkamadık çünkü o üç kuruşa muhtaçtık.
Çıkamadık çünkü anlamımızı unuttuk. Bunların hiç
birisi bahane değil olamaz olmamalı. Öğretmenliğin
anlamı bu değil.
Ben öğretmenim anlamını yitirmiş binlerce
öğretmenden biriyim.Ama artık, artık anlamını
yitirmeye boyun eğen binlerce öğretmenden biri olmak istemiyorum.
Eğitim deyince neyi anlarız? Sadece bilgiden mi ibarettir bu? İnsan olmak,
karakter sahibi olmak nedir, haksızlığa baş
eğmemek nedir, bunlar da eğitim değil midir?
Peki biz öğrencilerimize ne kadarını veriyoruz bu söylediklerimin? Öğrencilerimizi bize
itaat etmeye zorluyoruz. Çünkü biz de buna
zorlanıyoruz. Onları dinlemiyor anlamıyoruz
çünkü dinlenmiyoruz. Kendisine yapılan
haksızlığa ses mi çıkardı bir çocuğumuz sus
otur diyor gerekirse kurallar yönetmeliklere
uydurup cezalandırıyoruz, çünkü biz de
susup oturuyor, cezadan korkuyoruz. İnsan
kendi gibi birini yetiştirir, bugün bizler de
kendimiz gibi bir nesil yetiştiriyoruz ama
ÖVDER | 5 YEREL YÖNETİMLER VE EĞİTİM
B
ugünün ve geleceğin en iyi
biçimde eğitilmesi, yaşam becerileri
kazandırılması
merkezi
yönetimin görev ve sorumluluğunda olmakla beraber, yerel yönetimlerin de
ana görevlerinden biridir.Kent yaşamının
iyileştirilmesi ve ortaklaştırılması, yerel
kültürlerin yaşatılması belediyelerin ve
yerel yönetimlerin eğitime verdiği önemle orantılıdır.
Sağlıklı bir çevre, ortak yaşamdaki
sorumluluk ve insanlar arasındaki doğru
iletişim gibi değerler ve halkın bilgilendirilmesi, bilginin yaşanır hale gelmesi nitelikli eğitimle sağlanabilir.Çevreyi ve
doğayı koruyan, geliştiren ve bunların
oluşumu için görev alan, parkları kirletmeyen, ağaçları kırmayan, çevresine rahatsızlık vermeyen ve hizmetin
niteliğini artıran, sürekliliğini sağlayan
bireyler ancak nitelikli bir eğitimle mümkündür
Toplumsal değerlere sahip olan bireylerin bulunduğu yerleşim yerlerinde,
yerel yönetimlerin hizmetleri hem karşılık
bulur, hem de daha kolay olur.Bu nedenledir ki, yerel yönetimler hizmetlerinin
ağırlıklı kısmını eğitime ayırmalıdırlar.
Ancak böyle bir hizmetle halkçı belediyecilik yapılabilir.
İçme suyu, çevre temizliği, alt
yapı vb gibi hizmetlerin kalıcı ve sürekli olabilmesi sağlayanlar,
toplumsal
değerlere sahip bireylerdir.
Özellikle son 30 yıldır, devletin yeniden yapılandırılmasına paralel
olarak, belediyeler ve yerel yönetimler de yeniden yapılandırılmaktadır.
Mahalli
idareler
ve
belediyeler
yeniden yapılanırken,
hizmetlerinin bir kısmını kamu hizmeti olmaktan
çıkarıp, ticari işletmelere, çalışanlarını
ÖVDER | 6
İZMİR ÖVDER
da kadro dışı kısa süreli sözleşmeli
çalıştırmaya dönüştürdüler.“Hizmetlerin
yerelleştirilmesi” adı altında birçok
hizmeti özelleştirdiler. Eğitim de bu alanlardan biridir. Eğitimde özelleştirilen
alanlar sürekli artmaktadır. 5393 sayılı
belediyeler yasasında, eğitime nasıl katkı
sunulacağı, gelirlerin ne kadarının eğitime
ayrılacağı ve bunların nasıl kullanılacağı
gibi birçok belirsizlikler vardır. Böyle
olmasın da yerel yönetimlerin eğitime
sunduğu hizmetleri görev ve yasal çerçeve de değil de, bir keyfiyete ve sadakaya dönüştürmektedir.
Sosyal bir devlet, hizmetlerini yardım ve sadaka üstüne değil, insan hakları ve yasal çerçeve üstüne
oturtmalıdır. Sadaka kültürünün egemen olduğu bir toplumda, eğitim bir insan hakkı olarak değerlendirilmez.Devlet
anlayışı ve AKP hükümetinin uygulamaları
ile eğitim hizmetleri artık bu anlayışla
sunulmaktadır. Şimdi yerel yönetimlerin
eğitime katkıları da bu çerçevededir.
Belediyeler, boy boy ilanlarla, ne
kadar okulu badana yaptığını, ne kadar öğrenciye eğitim yardımı yaptığını,
ne kadar eğitim aracı aldığını ve bunun
gibi katkılarını görev olarak değil de, bir
yardım anlayışı ile yaptığını sergilemektedirler.
Yerel
yönetimler
yasası
ile
hizmetlerini uluslar arası şirketlere
devretmiş
belediyeler,
halka
değil
şirketlere hizmet etmektedirler.Halkçı
belediyecilik, hizmetlerini yardım ve
bağışlar üstünden değil, görev ve sorumluluklar üstünden sunmayı amaçlar. Yerel
yönetimlerin hizmetleri, semt meclisleri,
mahalle meclisleri gibi yerel birimlerin istemleri üstünden bir kamu hizmeti olarak yürütülmesi, halk için yapılan
belediyeciliğin gereklerinden biridir.
BETÜL TEKİN | ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİSİ
B
ir gruba ya da topluluğa ait olma ihtiyacı
son zamanlarda insanların ekmek gibi, su
gibi, hava gibi ihtiyacını duydukları bir
şeye dönüşmeye başladı. Öyle ki tek başımıza
yürümeye, konuşmaya, var olmaya olan inancımızı
yavaş yavaş yitirmeye başladık. Bunları bizim yerimize birilerinin yapacağı fikrine adapte
olmamız,(bazıları için) bir çok şeyde olduğu gibi,
hiçte zor olmadı.
YA BÜTÜNSÜN YA HİÇ (!)
Ve setler iyice güçlendi... Ne zaman uyanırsak, ne
zaman birey olduğumuz aklımıza gelirse o zaman
setler yıkılacak ve uyanış toplumun her katmanında
gerçekleşecektir.
Hayata karşı duruşumuzu tamamlamamış
oluşumuz
"o"cular,"bu"cular,"şu"cular
olma
eğilimimizi tetikledi. Ve artık kendimize
yönelttiğimiz soruların başında "ben kimlerdenim?" oldu. Kim olduğumuzu bilmeden kimlerden
olduğumuzu cevaplamaya çalıştık. "Birilerinden
olmak zorunda mıyım?" demek gelmedi aklımıza.
Kime ve neye hizmet ettiğimizi düşünmeden
önümüze gelen ilk yere ait olduk. "Evet ben de
sizlerdenim." dedik. Geleni misafir gideni yolcu ettik. Bizden ne götürdüklerini neleri miras
bıraktıklarını umursamadık, gık çıkarmadık hep
uslu çocuk olduk. Daha onlar teklif etmeden biz
onları vekil ilan ettik. Ve giderek boşaldık, içi boş
bir et yığınına dönüştük. Bir sorun varsa çözen,
oyun varsa bozan, kaçan varsa kovalayan olmayı
bıraktık. Tek başımıza devam edebilmeyi, "Şu"cu
olamasakta "Buyum!" diyebilmeyi beceremedik.
Kutuplaşmayı okul, iş, sosyal çevre ve daha
bir çok yere kendi ellerimizle soktuk. Birbirimize
nasıl yabancılaşacağımızı hep beraber büyük bir
zevkle öğrendik. Aramıza kalın setleri eşsiz bir hazla çektik. Düşmana değil kendimize diş bilemek
daha ilgi çekici gelmeye başladı. Aydınlanmayı o
hazza, düşünmeyi, sorgulamayı zevkle değiştik.
İstenileni yaptık ve aradaki boşluk iyice
açıldı. Bazı isteklerimizi bastırmak için elimizdeki
pek çok şeyi feda ettik. Onlar kalabalaştı ve biz
yalnızlaştık.
İyiyi güzeli anlatmak artık pek olanaklı olmamaya başladı, sesimizi yetirememeye başladık.
ÖVDER | 7 BAHAR GÜLER
KRİZ ÜZERİNE
T
üm
dünyayı
etkileyen
bir
ekono- arada ABD mortgage piyasası, 10 trilyon dolar
mik kriz herkesin dilinde bugünlerde. büyüklüğüyle dünyanın en büyük piyasası konuKah kanalların ekonomi servislerinin munda bulunuyor). Bankalar, halka, satın alacakları
heyecanında, kah haberlerde, kah sohbetlerimizde, ev ve dairelerin bedelinin tamamı, hatta değerinin
kah kaygılı ruh halimizde… Dünya ekonomik %110 oranında borçlanma fırsatı vermişti, ancak
krizi, ivme kazanarak ilerliyor ve genelleşiyor. krediler bugünkü gibi geri ödenemedi. Değişken
Bunu herkes söylüyor. Ama krizin üretim alanında faizlerle boçlanılmıştı, son iki yılda faiz oranları
başladığı ve aslında finansal krizin bir sonuç olduğu arttı, faiz ödemeleri çok yüksek hale geldi, kregözden kaçırılıyor. Burjuva iktisatçılar, liberaller diler geri ödenemez oldu. Çünkü emperyalist
meselenin sistemin kendisinde değil, uygulanan politikalar tüm halklar gibi Amerikan halkını da
yanlış ekonomik politikalarda olduğu vurgulayıp yoksullaştırmıştır. Popüler kültürün “rüya ülkeduruyor. Oysa sonuçları nedenler gibi göstermek, si” Amerika’da 25 yıl içinde ücretler saat olarak
krizin özünü gizlemektir. Böyle yapılarak sistem hesaplandığında sadece bir dolar artmıştır. Tabi üst
aklanmaktadır. “Sorun böylelikle örneğin “serbest sınıflar için durum bunun tam tersidir. Amerikan
piyasaya” fatura edilebilir, yerine daha az “serbest” egemen sınıfı günden güne zenginleşirken, halk
bir karma kapitalist ekonomi koyulur ve böylece yoksullaşmaktadır.
sorun çözülür!” Oysa biraz bilim, işi gözler önüne
sermeye yetmektedir.
Bu yaşanan bir aşırı üretim krizidir. Em-
peryalist sistemin krizidir ve onun kaçınılmaz bir
Emperyalist tekellerin en büyükleri arasında sonucudur. Sistemin yapısından kaynaklanır. Dev-
yer alan Lehman Borthers ve Bear Stearns’ın if- let kapitalizmi ya da liberal bir kapitalizm modeli
las etmesiyle, emperyalist finans dünyası adeta olması fark etmez, kriz kapitalist sistemin işleyişine
sallandı. İflaslar, “tarihin en büyük banka iflası” özgü bir olgudur. Emperyalizmde bunalımlar, dönolarak nitelendirildi. Çünkü iflas eden şirket, emine özgü yanlar taşımasına karşın benzer karadünyanın 35. büyük tekeliydi. Üstelik iflasların kteristik özellikler gösterir. Bu anlamda bugünkü
sürme ihtimali üzerine, Amerika’nın üçüncü krizin sonuçlarını tahmin edebilmek için geçmiş
büyük yatırım bankası olan Merrill Lynch de, iflas dönemlerdeki krizlere bakmak yeterlidir. Daha
korkusuyla başka bir tekele satıldı. Ardından ABD
önce yaşanan bunalımların yarattığı sonuçların en
yönetimi, 700 milyar dolarlık bir “ekonomik paket” önemlisi, “emperyalist ülkelerdeki göreceli sosyal
açıklayarak krize devlet müdahalesinde bulundu. refahın yerini, giderek mutlaklaşan yoksullaşmaya
13 bankaya el konuldu, iki finans kurumu Fannie bırakması ve “sosyal refah devleti” politikalarının
Mae, Freddie Mac, devletleştirildi. En büyük oto- terk edilmesi” olmuştur. Emperyalistlerin o zamotiv tekelleri olan Ford ve GM, durumlarını dü- man düzenledikleri bir toplantıda şu kararlar
zeltmek için “devlet kredisi” talebinde bulundu…
ABD‘deki konut edindirme sektörü mort-
gage piyasası geçen yıl da krize girmişti (Bu
ÖVDER | 8
alınmıştı: “Kamu harcamalarının sınırlandırılması,
(...) seçmenlerin daha bir süre ekonomik büyüme
ve refah artışı beklentisine girmeyecek şekilde
eğitilmesi ve sancılı bir ekonomik adaptasyon Krizlerde “kapitalizm çöküyor” beklentisine girendönemine
hazırlanması...”
Kararın
tercümesi ler vardır. Emperyalizm-halk çelişkisinde, bizim
şuydu: Başta sağlık, eğitim, barınma-konut ol- cephemizden bir mücadele geliştirilmediği müdmak üzere her alandaki hakların budanması ve detçe, emperyalizm sarsıntılar geçirse de, kendi
vergilerin ağırlaştırılması... Bunalımın yarattığı içinde çözümler üretir. Mesela burjuvazinin çeşitli
en belirleyici sonuçlardan biri işsizlikti. Gelir kesimleri arasında güç kaymaları olur; bir kısım
dağılımındaki dengesizlik daha da artmıştı. Bugün tekeller iflas ederken, başka tekeller güçlenir. Bade sürecin halklar açısından benzer bir gelişme tan tekellerin imdadına devlet veya IMF; Dünya
seyri izleyeceğini söylemek mümkündür. Mesela Bankası, merkez bankaları yetişir. Tüm dünyada
bizde, Son 15 yıl içerisinde üç büyük krizle karşı
ve de geri bıraktırılmış ülkemizde tarih yoksulların
karşıya gelinmiştir. 1994, 1999 ve 2001 yıllarında aleyhine ilerlerken, biz yoksullara uzanan tek el
yaşanan krizlerin tümünde, işsizlik, zamlar, vergi ise , birlikte mücadele edeceklerimizin elleridir.
artışları… dar gelirlilerin, üreticilerin ve ücretlile- O eller tarihi yeniden yazabilecek iradeye ve güce
rin yaşamlarını zorlaştırmıştır. Bugün de zamlar art fazlasıyla sahiptir. Bunun farkına varabilmek bir
arda gelmektedir. Örneğin, kısa süre önce elektriğe başlangıç olacaktır…
zam
yapıldı,
yetmedi, bir
kez daha zam kararı alındı.
Böylece
elektriğe
yapılan
zam oranı 2008 başından bu
yana, yani 10 ayda yüzde
57’ye ulaştı. Ücretler, maaşlar
artmıyor,
fakat
en
temel
ihtiyaçlarımız 10 ayda yüzde
57 zamlanabiliyor. Bu yaman çelişki, kriz bahane edilerek, olağanlaştırılıyor. Her
tıkanma ya da her kriz, günlük
yaşamımıza benzer şekillerde
yansıyor.
Emperyalist sistem
doğası gereği sürekli bir kriz
halindedir. Devrevi bunalımlar,
bu krizin derinleştiği dönemlere tekabül eder. Mevcut
krizi de böyle görmek gerekir.
ÖVDER | 9 DENİZ ÇİYA | MARDİN’DEN DERSHANE
ÖĞRENCİSİ
RUHUMUZA SIZAN KADIN ÇIĞLIKLARI
N
e
kadar
kaçmak
istesek
de
bilinçaltımıza gelip yerleşiyor, ruhumuza işliyor o çığlıklar...
Neyse ki bitmiş tükenmişti evimize sızan
şiddet. Bir erkektim oysa ben, bocalanıp duruyordum. Hala bilinçaltımda kol geziyor.
Önce duydum, sonra yavaş yavaş
kulaklarıma yaklaştı. Kulaklarım derken gözlerime, gözlerimden bedenime geldi.
En son bugün gördüm. Oruç mu erkeğin
kafasına vurmuş, hazmedememişlik mi pek
bilmem; fakat sokaktan geçtiğimde erkek aldı eline
terliği kadına vurmak üzereydi. O sahneyi görmek
istemiyordum. Çok duymuş görmüştüm, bir kere
de bedenime bedenime yaşamıştım. İçerden
kızının bağırışı ‘baba, baba gel içeriye’ diye. Ama
arkama baktığımda anladım ki bir aldırış yoktu.
Hala ağız dalaşı yapıyorlardı. Belki de bu gece o
Evde sofrada oturmuş yemeğimizi yerken konu açılıyor. ‘Falancanın kocası falancayı
dövüyor’, ‘falanca suçsuz’, ‘koca ne yaptığını biliyor mu’ falan filan. Sonradan kulaklarım duyuyor. Karşıki evde çığlıklar, ‘nedir bu dünya’ diye
iç geçirmelerim. Tanrının baba erkil önemi. Oysa
ben de bir erkeğim, zalim olamıyorum. Ne anaerkil bir hayat, ne baba erkil bir hayat. Düpedüz
sade bir hayat geçirmek istiyor ruhum. Tanrının
değil, ruhumun istediği bir düzen. Çığlıklar ile
birlikte bedeni gözüme gözüme yapışıyor. ‘dünya
karanlık, vur kendini duvarlara’ iç geçirmelerim
gene. Ama duvarlar sessiz, belki de kan hıçkırık
dolu duvarlar. Kadın gözlerimin önünde yarı
çıplak kendini dışarıya atıyor. Sokağın önünde,
elalemin önünde. Olur mu böyle zalimlik, olur mu
böyle kaba kuvvet.
Eski çığlıklar hala devam edip, kadın gene
karşıki evde dalaşırken her gün tokatlar evimize
taşınıyor. Hiç olmasa bizimki kiralık bir şiddetti.
Geçip kayboldu; fakat bilinçaltıma yerleşip kaldı.
Kulaklarım şiddetin sesini duyar duymaz içeriye
girişimle kendini bedenime bıraktı. Bedenime
bedenime, ruhuma ruhuma. Akşamdı, kaçmak
istemiştim. Debeleniyordum. Kaçamadım, geceye yaklaştık. Hıçkırıklar, battaniye altında gizli
gözyaşı dökmeler ve korkuca bir uyku, bir karabasan…
ÖVDER | 10
ev çığlıklar ile, o ev şiddetin son dozları ile. Belki
de birisi benim gibi olmayacak, kaçacak. Pişman
oluşlar yaşanacak, değişimler sürüp gidecek; ama
bir hayat yok olmuş olacak.
Evet bir erkeğim ben!
Önce duydum, sonra yavaş yavaş
kulaklarıma yaklaştı. Kulaklarım derken gözlerime, gözlerimden bedenime geldi.
Şimdi de ruhumuzun istediği bir düzen istiyorum bütün anneler, kadınlar için. Hiç olmasa
çocuklar için, kayıp giden hayatlar için kadın
şiddetine son diyorum. Son deyişleri herkesten
bekliyorum erkek yüreğimle veya bir nebze çocuk
yüreğimle bekliyorum!
Ve hala bir yerlerde çığlıklar duvarlarda kol
geziniyor. BİLİYORUM!
EĞİTİM SİSTEMİ ÜZERİNE
DEĞERLENDİRME
E
ğitimle ilgili temel bir sorun herkesin
eğitim olanaklarından eşit bir
şekilde yararlanamaması, yani fırsat
eşitsizliğidir. Bu temel sorunun yanında
bir o kadar önemli başka bir sorun ise
yararlanılan bu eğitim olanaklarının, eğitim
programlarının niteliğidir, bireyler üzerinde
yarattığı psikolojik tahribattır. Egemenlik
ilişkilerinin devamını sürdürmeye yönelik
örgütlenmiş birçok kurum aracılığıyla birey bu tahribata maruz kalmaktadır. Aile
de başlayan bu süreç daha sonraki yıllarda
farklı şekillerde devam etmektedir. Çocuk ilk
başta aile denen bir yapıyla karşılaşmakta
ve aile bu egemenlik ilişkilerinin devamı
için gereken rollere göre çocuğu biçimlendirir. Çocuk birey olma kimliğinin
dışında ona yüklenen otoriter bir baba ya
da baskıcı, katı disiplin anlayışına sahip bir
anne kimliğine bürünür. Çocuk daha aile
kurumunun içinde büyüklerine, kendinden
daha güçlü olana itaat etmeyi öğrenir.
Erken çocukluk döneminde kişiliğinin
büyük bir kısmı buna göre şekillenen birey daha sonraki yıllarda okul kurumuyla karşılaşır. Okul ise onun yaşamını
kuşatan ve bu rolleri içselleştirmeye dönük
çok daha organizasyonlu bir kurumdur.
Çünkü mevcut eğitim sistemi çocukları
ezen, kişiliklerini bozan, kendine güveni,
yaratıcılığı yok eden insanların yetişmesine
neden olan bir kurumdur. Zaten aile içinde
baskıcı ve dayatmacı ilişkileri yaşayan
çocuklar okul ortamında bunların çok daha
örgütlü biçimleriyle karşılaştıklarında da
daha silik kendi kararlarına güven duy-
JALE KİRMAN
amayan ( hatta tek başına karar veremeyen) karamsar ve saldırgan bireyler haline
gelmektedir. Çünkü eğitim bir bilim olarak
değil bir terbiye aracı olarak görülmektedir. Bu süreçte kurallara en çok uyan, kendi yetenekleri göz ardı edilip ona sunular
becerileri en iyi şekilde gerçekleştirenler
en terbiye edilenlerdir.
Bireyin bu edilgenleştirilme sürecinde en büyük pay ise okullardaki katı disiplin anlayışı ve uygulanan şiddettir. Yapılan
araştırmalara göre her 4 öğretmenden 1
tanesi şiddete yönelmekte, her 100 çocuktan 40 tanesi fiziksel ya da psikolojik
şiddete maruz kalmaktadır. Terbiye edilmenin yolunun şiddetten ve baskıdan
geçtiğini gören çocuk terbiye etmenin
yolunun da ezmekten ve yok etmekten
geçtiğini düşünecektir elbette. Çünkü “
eğer bir çocuk kin ortamında büyüyorsa
kavga etmeyi öğrenir.” Çünkü bu çocuk
dövüştükçe alkışlanıp, paylaştıkça ve
sevdikçe ayıplanmıştır. Çünkü bu ülkede
şiddet alkış görmektedir.
Tarihsel olarak bakıldığında eğitim kurumu da dahil olmak üzere mevcut kurumlar
egemenlik ilişkilerine göre biçimlenmiş ve
egemen ideolojinin devamlılığını sağlayacak
insan tipi yaratmaya yönelik olmuştur.
İlkel toplumlarda daha çok insanların
toplumsallaşması amacıyla toplumun ileri
gelenleri tarafından uygulanan bu süreç
çok sistemli bir şekilde yürütülmemiştir.
Köleci toplumlarsa eğitim hakkı sadece
köle sahiplerinin, soylularındır. Seçkin bir
ÖVDER | 11
kültürün soylu çocuklarına kazandırılması
amacıyla eğitim verilir. Feodal toplumlarda
eğitim kiliselerin denetiminde din adamları
tarafından yapılmıştır. Profesyonel anlamda okul kavramı kapitalist toplumda
ortaya çıkmıştır. Daha gelişmiş bir üretim
anlayışı daha gelişmiş bir eğitim anlayışını
zorunlu kılmıştır. Makineleri çalıştırabilmek
için emekçilerin, çalışanları yönetebilmek
ve üretilen malların pazarlanması içinde
sermaye sahiplerinin eğitim alması gerekmektedir. Kapitalist toplumlarda sınıflarda
yapılan eğim öğretmen merkezli olduğu
için öğrencilerin gereksinimlerine yanıt
vermekten çok uzaktır. Bunun sonucunda
okul bir fabrika olarak görülmüştür. Girdisi
ÖVDER | 12
de çıktısı da insan olan bir fabrika. Patronun gücünü sınıfta ki öğretmen temsil etmektedir.
Oysaki bireyi özgürleştirici bir
eğitim anlayışında öğrencilerin çok yönlü
ve bütünlük içinde gelişmeleri ön planda
olmalıdır. Herkesin yeteneklerine ve becerilerine, ilgi alanlarına, bireysel öğrenme
özelliklerine göre düzenlenmiş bir öğretim
planı uygulanmalıdır. Bu öğretme sürecinde
en temel öğe öğrenci olduğuna göre temel
sorumluluk ona ait olmalıdır. Öğrencinin etkin katılımı olduğu, söz karar mekanizması
içinde etkin bir yere sahip olduğu bir anlayış
hayata geçirilmelidir. Öğrenme, öğretmenin
öğrenciye tek taraflı
bir bilgi depolama süreci olarak
algılanamaz.
Öğrenme karşılıklı
bir bilgi paylaşım
sürecidir.
Ve
bu
öğrencinin
isteği
olmadan
yapılamaz. Daha
ayrıntılı bir şekilde
tartışılabilecek ve
çoğaltılabilecek bu
öneriler eğitimde
baskıcı ve şiddete
dayalı bir anlayışın
dışında
daha
özgürlükçü
bir
anlayışın hayata
geçmesine katkıda
bulunabilir.
YENİ DÖNEMDE DE DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ
DERS KİTAPLARI TEK BİR ANLAYIŞI DAYATMAKTADIR !
(Eğitim Sen Genel Başkanı Zübeyde Kılıç’ın açıklamasıdır.)
Y
eni eğitim-öğretim yılında okutulan
ders kitaplarıyla ilgili olarak incelemelerimizi sürdürdüğümüz ve kamuoyuyla paylaştığımız şu günlerde, önümüzde duran bir diğer önemli başlık da Din
Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitaplarıdır.
Bu yıl okutulan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitaplarının geçmiş yılların
mirası üzerinden ilerlediğini söylemek
mümkündür. Yine Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders başlığı altında sadece
İslam dinine ilişkin bilgiler verilmekte ve
İslam’ın da tekil olarak tek bir anlayışı,
farklı inançlara ve mezheplere mensup
ailelerin çocuklarına yine “zorunlu” olarak
dayatılmaktadır.
Geçtiğimiz yıl, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Danıştay 8. Dairesi tarafından
ders kitaplarındaki ayrımcılıkla ilgili olarak
alınan kararlar ortadayken, yeni eğitimöğretim yılında da ders kitaplarındaki
Sünni inancı esas alan içerik korunmuş
ve ders müfredatında hiçbir değişiklik
yapılmamıştır. Bu doğrultuda, 4., 5., 6.,
9. ve 10. sınıf ders kitapları geçtiğimiz
yılki içerikle yeniden basılmış; 7., 8., 11.
sınıf ders kitaplarındaki kimi kısımların ise
yeniden yazıldığı gözlemlenmiştir.
Lise eğitiminin 4 yıla çıkması
nedeniyle bu yıl ilk kez 12. sınıf ders
kitabı da kamuoyu ile paylaşılmıştır. Kitapta “Dünya Hayatı ve Ahiret”, “Dinlerde
İbadetler” başlıklı ünitelerde sadece Sünni İslam inancı esas alınmış; “Dinlerde
İbadet Yerleri” başlığı altındaysa cami ve
mescitlerden söz edilmiş ancak cem evlerinden söz edilmemiştir.
“İslam
Düşüncesinde
Tasavvufi
Yorumlar” başlığını taşıyan ünitede ise
“Alevilik ve Bektaşilik” sadece tasavvu-
fi bir yorum olarak gösterilmiş, böylece
Alevi inancı Sünniliğin içinde bir tarikat
konumuna indirgenmiştir. Öte yandan
kimi Alevi kaynaklarındaki ifadeler Sünni
bakış açısıyla yorumlanarak metine dahil
edilmiş ve böylece Alevilere de nasıl Alevi olmaları gerektiği yolunda telkinlerde
bulunulmuştur.
Öte yandan bir diğer ilginç başlık
da, ABD emperyalizmi tarafından 11 Eylül
sonrasında giderek gündeme getirilen ve
Ilımlı İslam – Radikal İslam ayrımını temel alacak şekilde gelişen “Dinlerarası Diyalog” başlıklı girişimler de “Küreselleşen
Dünyada Dinlerarası İlişkiler” başlığı
altında metne dahil edilmiş ve Papalık
tarafından yayınlanan Diyalog Bildirgesi’ne
yer verilmiştir. Böylece diğer dinlerin kitapta yer bulma şansı, ancak uluslar arası
düzeyde bu dinlerin yorumlanma biçimlerinin egemenler tarafından yönlendirilmesi kriterine bağlanmış olmaktadır.
7. sınıf ders kitabında ise “Ramazan ve Oruç İbadeti” başlığı altında verilen ünitede Alevilerin oruç ibadetine hiç
değinilmemiş, Türkiye’de milyonlarca Alevi ve Bektaşi yurttaşın tuttuğu Muharrem
ve Hızır oruçlarından tek cümleyle bile söz
edilmemiştir.
8. Sınıf ders kitabı da diğer kitaplar
gibi tek bir İslam yorumu doğrultusunda
hazırlanmıştır. Kitapta kullanılan propaganda dili ve nesnellikten uzak yaklaşım,
yetişme çağındaki öğrencileri dogmatizme
yönlendirecek nitelikte olup, sorgulayıcı,
araştırıcı özneler olmaları önünde set
oluşturmaktadır. Öte yandan, kitabın
155. sayfasında “başkalarının inançlarına
hoşgörülü olmak” başlıklı konuda Kilise,
Cami ve Sinagog resimleri yer almış; fakat
ÖVDER | 13
cem evlerine yer verilmemiştir. Baştan tamamen hiyerarşik bir modeli benimsesona ayrımcı ifadelerle dolu olan kitapta mektedir. Bu noktada Eğitim Sen olarak
bir öğe oldukça dikkat çekicidir.
sorunun çözümü için öncelikle zorunlu din
derslerinin kaldırılmasını talep ediyoruz.
MEB Ders Kitabından
Örtünme Telkini
Görüldüğü üzere Din Kültürü ve
Ahlak Bilgisi ders kitaplarında tek bir
Kitabın 89. sayfasında “Müslüman inanç biçimi farklı noktalara göndermeltoplumlarda örtünme, dini bir gerekli- erde bulunularak öğrencilerin tümüne
lik olarak kabul edilmiştir” ifadesine yer benimsetilmeye çalışılmakta ve inançların
verilerek ve devamında çeşitli ayetlere özgürce yaşanması ve tercih edilmesi
gönderme yapılarak örtünme telkininde noktasında tamamen hiyerarşik bir modbulunulmaktadır. Diğer yandan 9. sınıf eli benimsemektedir. Bu noktada Eğitim
ders kitabında hiçbir inanca mensup ol- Sen olarak sorunun çözümü için öncelikle
mayan insanlar aşağılanmaktadır. Üstün zorunlu din derslerinin kaldırılmasını talep
varlık olabilmek için mutlaka bir inanca ediyoruz.
sahip olmak gerektiği öne sürülmektedir.
Dolayısıyla inançsız insanlar üstün olmanın
zıddı olarak aşağı nitelemesine
tabi kılınmaktadırlar.
Kitap, dindar olmak
dışında bir seçeneğin mümkün
olmadığını
belirterek kişisel tercihlere yaşam
alanı tanımamak bakımından
da anlamlıdır. Öte yandan
bilim de, dinin hizmetinde,
Tanrı’nın varlığını kanıtlamaya
dönük bir anlayış çerçevesinde
araçlaştırılmakta
ve
şöyle denmektedir: “Aklı kullanarak bilgiye ulaşmak dini
bir görevdir… Bu sayede o (insan), Allah’ın yüceliğini daha
kolay kavrar.” (s. 124)
Görüldüğü üzere Din Kültürü ve
Ahlak Bilgisi ders kitaplarında
tek bir inanç biçimi farklı noktalara göndermelerde bulunularak öğrencilerin tümüne benimsetilmeye çalışılmakta ve
inançların özgürce yaşanması
ve tercih edilmesi noktasında
ÖVDER | 14
BİLİM-TEKNİK DÜNYASINDAN
88 milyon yıllık dinozor fosili bulundu
uzmandan oluşan ekibe başkanlık edecek ve küre
Arjantin'in Patagonya bölgesinde 88 mily- sel ısınmayla ilgili olarak önemli deliller elde etmon sene öncesindeki dönemde yaşamış yeni bir dev eye çalışacak.
dinozor türüne ait fosil bulundu. Fosil, Arjantin ve Hadow, yaptığı açıklamada, kutuplardaBrezilya'dan paleontologlar tarafından bulundu.
ki buzulların ne zaman eriyip okyanus sularına
Arjantin'deki Comahue Üniversitesi Pale- karışacaklarını tespit etmek için araştırmalar
ontoloji Merkezi'nin yöneticisi Jorge Calvo, bunun yapacaklarını ifade etti. Bu konuda 16 ile 100 sene
dünyada şimdiye kadar bulunan en büyük 3 dinozor arasında değişen tahminler var.
fosilinden biri ve en bütün haldeki fosil olduğunu
Seyahat Şubat ayı ortasında Alaska'dan
söyledi. Calvo, iskeletin yüzde 70'lik bölümünün başlayacak. Ekip yaklaşık 2 bin kilometre yol kat
bulunduğunu bildirdi. Titanosor ailesinden olan ederek Haziran ortasında coğrafi olarak Kuzey
dinozorun bilhassa Patagonya'da yaşayan bir tür Kutbu olarak kabul edilen bölgeye varacak.
olduğu ve 32-34 metre uzunluğunda olduğu kaydedildi. Paleontologlar ayrıca balık, kabuklu denHIV virüsü tek bir hücrede bile hayatta
iz hayvanı, timsah benzeri 2 mahlukat ve birkaç
başka dinozor fosili de buldu.
kalabiliyor
Saç telinden 200 kat ince pil
HIV virüsünün antiretroviral tedaviyi tek
bir hücrede atlattıktan sonra tedavinin ara verilmesi halinde yeniden bedende yayılabildiği saptandı.
İsviçre’de gerçekleştirilen bir araştırma, virüsün
ilaçların etkisiyle bağışıklık sisteminin yardımcı
hücrelerinde yaşadığını gösterdi. 1990’lı yılların
ortalarından bu yana uygulanan antiretroviral tedavi aslında çok etkili.
Bilim insanları, saç telinden 200 kat daha
ince güneş pilleri geliştirdi. Bu pillerin, geleceğin
nano ölçekli ürünlerinde kullanılması bekleniyor.
Ultra-mikroskobik teknolojiler, tüketicilere hitap
eden ürünlerden vücutta hastalıkların teşhisine kadar pek çok alanda kullanılıyor. Fakat bu aletlerin çalışmasını sağlayacak güç, bilim adamlarının
başını ağrıtıyordu.
Harvard Üniversitesi'nden Charles Leiber
ve arkadaşları, nano teknolojiyle geliştirdikleri
silikon telle bu problemi ortadan kaldırdı.
Bunların geliştirdiği piller, ışığı elektrik enerjisine
dönüştürüyor. Çıplak gözle görülmeyecek incelikteki tellerden her biri 200 picowatt güç üretiyor.
Bu piller, son derece etkili ve sürekli yenilenebiliyor. Leiber, alışılmış güç kaynaklarının "devasa,
yenilemeyen ve pahalı" olduğunu ifade ederek
geliştirdiği pillerin bir çığır açacağını kaydetti.
Tedavi sırasında HIV bulaşmış T-hücrelerinin
sayısı önemli ölçüde düşerek, saptanamayacak oranda azalmakta. Fakat tedavinin ara verilmesi halinde
virüslü hücre sayısı da artıyor. Virüslerin tedaviyi ne
şekilde atlattıkları bugüne kadar pek bilinmiyordu.
Zürich Üniversite Hastanesi tıp uzmanları son olarak,
tedavilerine birkaç kez ara verilen 20 HIV hastasını
incelemişler.
Genetik
incelemelerle,
tedaviye
ara
verildiğinde görülen virüslerin birbirine çok benBuzulların kalınlığı ölçülecek
zedikleri ve bunların çok az sayıda virüsten türedikleri
Kuzey Kutbu'na tek başına giden ilk anlaşılmış. Araştırmacılar bu nedenle virüsün sadekişi olan İngiliz kaşif Pen Hadow, Kuzey Kutbu ce birkaç hatta tek bir hücrede bile hayatta kalarak,
yeniden bedene yayılabildiğini sanıyorlar.
buzlarının kalınlığını ölçmek için bir seyahat
gerçekleştireceğini açıkladı. Hadow, biri kadın 3
ÖVDER | 15
GÜLŞAH AYGÜN | ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİSİ
SANATA BAKIŞ
S
anat öğeleri çoğu zaman insanlara basitçe
eğlence aktaran araçlar olarak görülüp boş
zaman uğraşı düzeyine indirgendiğinden
sanatın dönüştürücü ve geliştirici dinamikleri
görülmez hale gelmiştir.
Doğada bulunan diğer canlılar için barınmak,
yiyecek bulmak, türlerini devam ettirmek gibi
fizyolojik gereksinimlerin karşılanması yaşamak
için yeterli olsa da biz insanlar için sadece bunlar yetmez. İnsan sosyal bir varlıktır ve var olmak
için başka şeylere de ihtiyaç duyar. Kültürel, sanatsal, yaşamsal ve diğer bir dizi sosyal gereksinimleri insanda vazgeçilmez bir kimlik ortaya çıkarır.
İnsanın insan olarak yaşamını sürdürebilmesi en
temel ihtiyaçlarının yanı sıra bu “kimliğe” sahip
olmasına da bağlıdır. İnsanların kendilerini, kültür
ve geleneklerini anlatabilmeleri, bunları gelecek
kuşaklara aktarmak için ortam sağlanması en temel haklarındandır. İyi ve yeterli bir eğitim sosyal
yaşamlarını üretme, sosyal faaliyetlere katılımı da
öyle…
Sanat insanın kendini yeniden var
edebileceği etkin araçlardan biri olduğu için egemenler tarafından da kendi sistemlerinin toplum
üzerindeki hegemonyasını sağlayabilecek bir araç
olarak görülmüştür. Bu nedenle sanat tarihinde
çeşitli sanat disiplinlerinin ortaya çıkardığı ürünlere
baktığımızda, sanatı bir ideolojik tavır alış biçimi,
bir karşı koyuş ve ideoloji taşıyıcı olarak görebiliyoruz. Bu da sanat üzerindeki baskının nedenini
anlaşılır kılar. Siyasi baskılar, sosyal çatışmalar,
ekonomik çöküntüler, kültürel çözülme, dejenerasyonlar ve gerici-faşist eğitim sisteminin hüküm
sürdüğü yer ve zamanlarda insan haklarının “sanat” boyutunun çözümü oldukça zordur. Kısıtlama
ve baskılar nedeniyle tüm haklar gibi özgürce sanat yapmayı da engelleyen ambargolar vardır.
Sanat bugün hapsedilmiştir. İnsanları sağır
eden, görmesini engelleyen, duygusunu körelten
şeyler sanat olamaz. Bunların üretiminde yer alan,
insanların insanca yaşayabilecekleri bir dünya
ÖVDER | 16
özleminin karşısına onu yozlaştırıcı ürünler sergileyen, halkının geleceğini konforlu-gösterişliçıkarcı bir yaşam düzeyi için pazarlayan, halka
sırtını dönen, fırçasını sildiği bez parçasını dahi
paraya çevirmek isteyen insanlar ise sanatçı
değildir.
Bahsettiğim gibi; sanata uygulanan baskılar
ve getirilen yasaklamalar elbette yalnızca bu döneme
ait değildir.80 öncesi Türkiye’sinde olduğu gibi
12 eylül boyunca da en azgın yok etme saldırıları
yaşandı. Emeği, mücadeleyi, direnmeyi, insanın
çeşitli yaşamsal ve düşünsel yönlerini ifade eden
onlarca heykel, resim, duvar resimleri tahrip edildi,
yüzlerce kitap yakıldı, tiyatro oyunlarına, sinema
filmlerine ve müzik kasetlerine yasaklar getirildi,
sanatçı tutuklamaları arttı ve acısı yıllarca unutulmayacak işkenceler yapıldı. Zapt edilen yalnızca
sokaklar olmadı tank paletleri beyinlerde de iz
bıraktı ve egemenlerin “Yeni Türkiye” projelerine
direnecekleri bir pürüz kalmadığını kestirdikleri
bir anda şiddete ve zora dayalı ikna yöntemlerini
geri plana atıp ön tarafa ideolojik ikna yöntemleri
getirildi. İdeolojik saldırılar dönemi, toplumu tümden köleleştirmeyi hedefledi. Medyadan yayılan
iktidar yanlısı propagandalarla bellekler silinmeye,
tarih unutturulmaya çalışıldı ve “yükselen yeni
değerleriyle” toplumsal alçalma dönemi başladı.
Bu süreçte devletin ideolojik aygıtları büyük efor
sarf etti.
Bu toplumsal tahribatın sonuçlarından
sayılabilecek gelişmelerin bir ucu sanat eserlerine
yönelik saldırılarsa bir diğer ucunun da sanatı
toplumsallığından uzaklaştıran sanatçı, sanat eseri
ve halk arasında derin uçurumlar oluşturan, sanatı
bir ticari faaliyete indirgeyen, köşe dönmeye çalışan
anlayışlar ve bunun yanı sıra ekonomik zorlukları
gerekçe göstererek ideallerini pazarlayan, yükselme eğilimleriyle sırtını döndüğü halkından
sıkıştığı zamanlarda medet uman çevrelerdir. Bu
çevrelerin körelttiği sanat, insanların gerçekleri
görmemelerine de yardımcı olmaktadır. Bugün her
sanatçının, sanat hakkına sahip çıkması, toplumun
bir çok gerçeği görebilmesi açısından büyük önem
taşımaktadır.
EFTELYA HAZAL
OĞULA KARDEŞLİK VE BARIŞ MEKTUBU
OĞLUM!...
Bilemezsin, ne zorlu iş kadın olmak… Gecenin karanlığında ışıklı bir pencere kesilmek; sehere kadar direnmek.
Ne zorlu iş kadın olmak! Geleceği döl yolunda taşımak, bebeğin ilk çığlığıyla sonsuzluğu yaratmak, kollarını dönüştürüp
salıncağa yeni bir yaşamı kollamak, korumak geceler boyu uykusuz gözlerinin nuruyla ödemek bir bebeğin gülücüklerini…
hiçbir şey saklamadan, ayırmadan kendine göğüs germek haksızlıklara yalnızca sürsün diye yaşam; yaşasın diye dünya.
Övünüyorum kadın doğuşumla ve senin annen oluşumla. Ellerin avucumda, adın dilimin ucunda oğlum, umudum…
Sımsıcak uyumaktasın sen, bir dağ suyu gibi kayalar içinden fışkıran göklere, denizlere doğru büyümektesin şimdi sen…
Bugün 1 Eylül…67 yıl önce Nazilerin Polonya’yı işgal ederek başlattığı ikinci büyük emperyalist paylaşım
savaşının yıl dönümü bugün… Ardında milyonlarca ölü, yaralı, viran edilmiş kentler, acı ve gözyaşı bırakan insanlık
tarihinin en kirli savaşının başladığı o vahşetin yıl dönümü… Dün Faşist Nazilerdi kıyım yapan, bugün emperyalistler…
Dünya halkları onları çok iyi tanıyor. Dünyanın neresinde bir insanlık suçu işleniyorsa orada artık onlar… Onlar engerekler ve çıyanlardır; aşımıza, ekmeğimize göz koyanlardır. Tanı onları, tanı da büyü.
Savaşlar ve pazarlar çağıydı; sevgiye açılmayan yüreklerden geçtik; pusu yataklarından, dağılmış bahçelerden, viran
tarihten… Pazarlarda aynı kan, aynı paranın değiş tokuşunda karanlık çarşılar, aynı kanlı tarih her defasında. Dünyanın
karanlık efendilerini gördük. İtalya’da Gladyo’yu, Fransa da Rüzgar gülü’nü, Almanya’da Sessiz Şebeke’yi, Türkiye’de
Kontrgerilla’yı…Nato’yu; ateşi ve ihaneti gördük: Yugoslavya, Kosova, Afganistan, Irak, Filistin, Lübnan’a götürdükleri
“özgürlük ve barış!”ı gördük. Her şey “barış” adınaydı. Ölüm ve kanla sulanması çöl topraklarının. Zorbalık her yerdeydi.
Hapishanelerde, tüfeklerin ağzında, karanlık ve dumanlı iddianamelerde, “hazır ol!”da, ateş komutu veren katılıkta değildi
sadece… “milli çıkarlarımız için…” diye başlayan cümlelerde, gizlice aralanmış kapılarım ardında korkuyla fısıldanan
haberlerdeydi.
Oğlum, güzel oğlum, tuzağa düşmüş bir ceylanın bakışındaki hüzün değildir umut; kınalı keklik gibi ürkek bir kuş
da değildir. Ne yalvar yakar olmuştur zulmün penceresinde ne de düşürmüştür kırların ve türkülerin onurunu yere… Bahara
bir tomurcuk gibi patlayan öfkedir umut, barajını yıkan bir ırmaktır açılır, serpilir ve büyür kıyısında sevda..Emzirir aşkı
ve büyütür gül nakışlı sabırdan Ferhat’ın direncini. Bin yılların sabır taşını çatlatır, açar bin yılların kapısını…
Bahar gelir otlar büyür, ölüm de yapraklanır. Yatağı değişir ırmakların biz istersek. Solmasın güneşimiz kırık kalplerimizde, kendi yatağına çekilmesin nehirlerimiz. Bütün kötülükler geçer, yaşar iyi ve güzel olan. Asırlardır bu böyledir.
Uzun bir geceden geçiyoruz, karanlık bir geceden. Yenildik! Denizlerin, dağların güzelliğini demir çizmeli hergeleler yemesin
diye yeniden kalktık ayağa kaybettiklerimiz için. Geleceğiz üstesinden bu acıların da. Yıkılan evler, köprüler daha sağlam
kurulacak, yeniden fabrikalardan yükselecek şarkılar, daha
yürekten söylenecektir. Boşuna değil dökülen kan; tarihin
akışından anlıyorum, kuvvet zamanla yıkılır.
Oğlum, seni ve bizi aydınlatan ortak
güneş üstüne yemin ederim ki aydınlık bir
şafağa ulaşana dek susmayacağım. O gün
gelsin neşemiz tazelensin de bir gör;
dünyayı hele bir sen BARIŞ olsunda
bir gör! Kapılma umutsuzluğa,
yalnız değiliz. Baksana her yer
biziz!
ÖVDER | 17
DİREN ÖZGÜN | ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİSİ
TÜRKİYE’NİN FOTOROMANI
H
er zaman görsel öğeler işitsel
öğelerden daha öğretici olmuştur. tada hiçbir şey yoktu ve her şey güllük
İnsanlar duyduklarının yarısından
fazlasını unuturken görsel öğelerde bu
oran çok çok düşük seviyededir. Birçok
görsel öğe gibi fotoğraflar da çok iyi birer
etkileşim aracıdır. Örnek olarak deprem
yaşamamış ama onca şey duymuş biri
kafasında nice kurgular oluşturmasına
rağmen gerçeği tezahür bile edemez ama
depremle ilgili bir fotoğraf, onca sözden
etkili bir şekilde gerçeği, bu yıkıcılığı
anlamasına neden olur.
Günümüz egemen medyasında sa-
dece gösterilmek istenenler tozpembe
sunulurken, bizlerin alternatif medyayı
daha etkin bir şekilde kullanmamız, objektiflerimizi sokaklarda yaşanan gerçekliklere
bunları
hiçbir şekilde bahsetmiyordu. Sanki or-
daha
insanlara
çok
gülistanlıktı.
Bu işleyiş tüm dünyada olduğu gibi
ülkemizde de böyle gerçekleşmektedir.
Başkalarının olmasını istedikleri, bizlere
gerçeklik diye sunulmaktadır. Bu yazı da
zaten, ülkemizde hiç kadraja giremeyenler ya da başkalarını çekerken arada
yanlışlıkla arka planda gözüken ama
görünmesi bile istenmeyen kişiler üzerine bir denemedir.
Elimizde
varsayalım
ve
bir
kamera
olduğunu
objektiflerimizi
ülkem-
izden bazı manzaralara çevirelim.
Eveeet…
Medeniyetin
pahalı
giysiler, arabalar, pahalı cep telefonları…
ve anlamına indirgendiği ülkemizde giysileşekilde ri ele alalım mesela. Bakalım, kamerayı
çevirmemiz
daha
etkin
ulaştırabilmemiz gerekir. Medyanın gücü giysilere çevirelim. Ne görüyorsunuz ilk
inanılmaz boyuttadır. Bizim yaptıklarımızın başta? Önde makyajlı kızlar ve bakımlı
bile insanlara ulaşabilmesi için medya
gereklidir. Medyanın bizleri gösterebildiği
bir şekilde yaşıyor gibiyiz. Bu öyle bir
erkekler bir markadan başka marka-
ya koşuşturu(lu)yorlar. Kameralar hep
bunları gösteriyor zaten, biz biraz daha
şey ki mesela 2002 yılında Venezuela’da arka taraflara doğru zoom yapıp oradakChavez’e darbe girişimi yapıldığında ilere bakalım. Arkada bir yerlerde ağır
halk sokaklara dökülmüştü ve medya makinelerin arasında, tozların içinde bebundan hiçbir şekilde bahsetmiyordu.1 mbeyaz olmuş genç kızlar ve erkekler.
milyonu aşkın kişi başkent Caracas’ta Daha çocuk denilebilecek yaştalar ve bir
darbe girişimi yapan komutanların giysi fabrikasındalar. Bakıyoruz taşlama
bulunduğu devlet meclisini basmıştı ve yapıyorlar ve bir şey bizi öksürtmeye
ABD işbirlikçisi burjuva medya bundan başlıyor. Taşlama yaptıklarında oluşan
tozların ciğerlerine yapışması böyle bir
ÖVDER | 18
şeymiş demek ki. Her geçen gün orda Yaşayabilmelerinin
azalan
umutları
giderek
Kameramızı
oradan
alacakları
donuklaşan paraya zorunlu bırakılmaları da en acı
bakışları görüyoruz…
oradan
gerçek onlar için. Bu adaletsizliğe çocuğu
hüzünlü
bir
şekilde alıp çok çok uzağına değil biraz
için, kardeşi için, annesi için, nenesi için
katlanmak zorunda bırakılanlar…
daha yanına gidelim. Her gün görkem-
li açılışlarla gülsularıyla denize indirilen
kamerayı; kanser olmamak, çocuklarının
Biraz
daha
öteye
çeviriyoruz
son model ve lüks olmalarıyla övünül- gelecek kuşakların kanser olmaması için
en gemilerin olduğu, tersane sahipleri- siyanürle altın aramaya karşı mücadele
nin ağzı kulaklarında sevinçli görüntül-
eden aileler. Diğer tarafta; devletin yine
erini de es geçip arka taraflara doğru ismini adeta dalga geçmek için seçtiği
kameramızı yaklaştıralım. Az paralara,
(Hayata Dönüş gibi), kentsel dönüşüm ile
cehennem sıcağında çalışan, yeterli ön- belli kişilere rant getirmesi uğruna yerllemlerin alınmadığı (aslında önlemleri al-
erinden, yaşamlarından edilen, kentlerde
mak için gereken paranın oradaki işçilerin görülmesi istenmeyen ailelerin zorla kenhayatından daha değerli sayılması) ve
tin ücra köşelerine konması. Bilinmezlik
son derece sağlıksız koşullarda ümitsiz ile bırakılan kişiler…
bir şekilde acaba bir sonraki kim olacak
diye bekleyen yüzler… Hemen sonrasında
kamerayı orada ölen bir işçinin çevresine
ve
ailesine
çevirelim.
Her
daim
medyanın buradaki ölümlerle ilgili haber
yaparken hep es geçtiği işçi
ailelerine
bir bakalım. Hiçbir medyanın gösterme
gereği duymadığı aileler. Orada ölenin
istatistikî bir sayı olmadığı gerçeğinin göz
ardı edildiği, ölmesiyle beraber umutların
Başka bir tarafta ise okuyabilmek
için bin bir işte sömürülen, düzene sıkı
itaatleri istenen aksi halde ellerinden
geleceklerinin alınması ile tehdit edilen
öğrenciler…Nereye
kamerayı
çevirsek
anlatılmayı bekleyen nice nice olaylar,
gerçekler var.
Her şey orada… Sokaklarda. Çok
zor değil yapmanız gereken. Ya başınızı
da birlikte yittiği ocaklarının söndüğü
TV’den kaldırmayıp size dayatılan gerçeği
mi kan parası adı altında aldıkları para-
zlerinizle her şeyi göreceksiniz, görmey-
aileler, buna isyan bile edemeyen geride kabullenecek ya da başınızı kaldırıp
kalan aileler. Onlar ki o kadar taş kalpli pencereden dışarı bakacak ve kendi göya susuyorlar. Hayır! …Çünkü yapabi- enlere göstereceksiniz. Gerçekleri görlecekleri bir şey yok da ondan susuşları. meniz dileğiyle…
ÖVDER | 19
ÖRGÜTLENME ÇAĞRIMIZDIR
Eğitim bir insan hakkıdır. Yasa gereği eğitim parasız ve zorunludur. Gerek
anayasada, gerekse uluslararası yasalarda okumak isteyen herkesi devletin
okutması sosyal ve hukuksal bir görevdir.
İlköğretimde kişilik eğitimi ağırlıklı olması gerekirken, sınava dayalı eğitim,
bizi dershanelere yönlendirdi. Çocuğumuz bir yarış atı gibi birbiriyle rekabet
ederek, sınavdan sınava koştu, bizde arkasından koşmak zorunda kaldık.
Halbuki;
•Eğitimde, dershaneler değil, okulun öne çıkması ve çocuklarımıza yetenekleri
doğrultusunda eğitim verilmesi için koşturmalıyız.
•Yüksek okullar ve üniversitelerin eğitim ve bilim yuvası olması gerektiğini
istemeliyiz.
•Sınava dayalı eğitim yerine, yaşam için eğitimi talep etmeli ve bu doğrultuda
öğretmenlerimizle birlikte mücadele etmeliyiz.
•Ödenek yok gerekçesi ile okullara hizmetli, memur ve öğretmen atanmadı.
Okulun elektriği, suyu, temizliği, tebeşiri vb gibi birçok gideri bizlere yüklenmesine karşı, devletin almış olduğu verginin ve çeşitli adlar atında eğitime
kestiği payların, okullara harcanması için mücadele etmeliyiz.
Bir vatandaş ve veli olarak, şunları talep etmek en doğal insan hakkımızdır.
•Okullarda hiçbir ad altında para toplanmamalıdır. Bunların yasal hiçbir
dayanağı yoktur. Bağış isteğe bağlıdır.
•Sınava, yarışa ve ezbere dayalı bir eğitim değil, dayanışmaya, paylaşmaya
ve bilime dayalı bir eğitimi vermek demokratik bir devletin ana görevidir. Adaletli
bir vergi sistemi, üretime dayalı bir ekonomi anlayışı eğitime, sağlığa ve sosyal
hizmetlere yeterli ödeneği sağlayacaktır.
•ÖVDER çocuklarımızın geleceği için eğitimin parasız, bilimsel ve demokratik
olmasını istiyor.
•Bu istemlerimizin karşılık bulması için velilerimizi ÖVDER ’de örgütlenmeye
çağırıyoruz.
İzmir ÖVDER

Benzer belgeler