çetrefğl bğr adam - Ahmed Yüksel Özemre
Transkript
çetrefğl bğr adam - Ahmed Yüksel Özemre
! " # $ %&&' 1 () *+,-./ , 0 1 • • • • • • • • • • • • • • ,+ , ,23 3 #* 4 5 , 63 ,7,-8 3 ,9 : *+3 4 3 +; , ,;< + #=" "3 +>3 ? ; >@,3 #=" A ,;< A+ > A* " A /B , 3 7 = C) D0 3 , 3 , 63 <> : 3 3 3 +E 3 387,93 B > #=" , 63 3 #; A 8 " @ F3 ,G ,) 550 G , 3 3 3 + >+ 8 " , 63 1 , ,#>A: A* " *+,- /= ; , ,+ , A* " -= > ; =+ G> A " ; A 1 #4 4 • ,* 9,@ " . 2 • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • @+. B - G> * # <- 1 ,3 A G+ = * # , 63 1 3 AG += >3 ;. # E = ! 9, , 63 A ?/ +, ,; <,=3 ,+ 3 3 +; , !3@,3 > ; -G +; H= 3 < I / @ -= , 63 ,,33 < -I ,*+,- 3 4 4 # -> 2A1 > /=,, G + ) J0 * #. =3B 3 , 63 @B 3; * #. , 3I + =3,,3 I, ; A ./6/ ,; ? ,3 ,; ? ./6/ , "3 +>3 3 +,3 =G A+: 8 " 3 3 + 9, + = ,;6 8 " , 63 G> ./6/ /=,, 3 @* >//E /=,, GA; 3 3 -< I ; =/> 1 > 3 @ /==@ I G ," =33 - ,,3>, ,B +,3" ; ? A;,- ! @+3 /G 3 >3 -,; 3 @3 #K #- L 3 = >3 M+ > ,; 3 -9, 3 3 -< 3 • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • /+, 5 ;77A 9, 3+ A3, ;77A , 3+3 I *- I 3 ,*+,-",7=,- . @6,-"?7 ,,3 * 59 < ="?7 ,,33 3>, G A3 *@6N ,3 6,G 33 +,; 3 G A3 ,+ ,13 3 -6 ,G 3 9 #K 4 I; =/> 1 > 3 @ /= =@ I ,G 3 9 #K 4 ,+ , B 9, - /3 23 ,G 3 9 #K 4 ; =/> 1 > 3I .33 B , >3 6I *+,- /=; , ,+ , 3 + ,+ ., , = G 3 8 3>, C A; 4 4 ",*3>, 3 ; @3 O= #K 4 ; =/> 1 > ; =/> 1 ,3 " PQ1 8 ,+3 ; ,3 ,73 + = A+ I; =/> 1 > 3 @ /= =@ I A* # 4 .,8 +3 G , // / 3 B AA= *+,-./ , 3 ,+M 3 ; 3,.33 G I; =/> 1 > 3 @ /= =@ I 6>A * 5 5 3 M, 3I ; =/> 1I *+,> /= ; , ,+ , G A3 >, 3 ?+/M,B 3# A A A 73 ,+ . -+1 A 3 ,; 33 ,=, > + *+,> /=; , ,+ , /G- A+3 * == > =,, + ", M3 /, A.3 63 3 3 -< @+3 /G 3 >,3 N@; 5 *+,> /=; , ,+ ,13 DR O DPSQ @3 *3 G + AAA1> =3 8 G AG +; F 4 • 55 *+,> /=; , ,+ ,13 -3 =@,; 37, ; , ,3 *** A A; ,* G>,+3 G ; 3T AG ,= , ,+3 G ; 3 ( *+,> /= ; , ,+ ,1, 3 G = 3 3 ,2, , >3+, *+,>./ , Bundan bir müddet evvel usta kalemi ile toplumumuzun ya ayan kıymetlerini resmedip bizlere arma an bırakan de erli dostum Be ir Ayvazo lu'na: "Defterimde 40 Sûret'de ve Sûretler ve Sîretler'de portresini çizdi iniz zevât arasından sizi sonradan pi man bırakan, "Ke ke…" dedirten birisi oldu mu? Ne de olsa bunlar el'ân hayattalar; size verdikleri resme ili kin duru larını bozabilirler" deyince Ayvazo lu bir içgeçirmesiyle "Evet" diyerek cevap vermi ti. Hikâye mâlûm! Kendisine dâir bir de erlendirilmede bulunmasını isteyen K rûn'a Solon'un verdi i cevap mânidârdır: "Belli olmaz. Ölünceye kadar hüküm vermek do ru de ildir". Gerçekten de zaman, bu tesbitiyle, Solon'u haklı çıkarmı tı. Kendi payıma ben de ba ta yeti memde eme i geçmi hocalarıma kar ı vefâ borcumu yerine getirmek için bâzı kalem tecrübelerinde bulundum. Ancak ya ayan bir kimse için derli toplu bir yazı hazırlamadım. Elbette bunun istisnâları vardı. Onlardan da birkaç satır veya bir paragraf içerisinde bahis açmı tım. lki Yozgat'lı Ahmed evki Ergin1, ikincisi Kütahya'lı ressam Ahmed Yakubo lu2 idi, ve nihâyet Ahmed Yüksel Özemre'nin büyüleyici kitabı Üsküdar'da Bir Attâr Dükkânı için yazdı ım tahlîl yazısında u sözlerle bahis açmı tım: "… Profesör Özemre'nin bu kirlenen Dünyâ'da, çivisi çıkmı medeniyet anlayı ında bunalan, bocalayan, maddî sıkıntılarının altında dara dü en ve bo ulan, aynı ekilde rûh ikliminde çâresiz, mânevî dünyânın kalpazanlarına yem olmaya hazır günümüz insanından çok farklı bir konumda oldu u bu yazdıklarının aydınlı ında gün ı ı ına çekiliyor… Özemre maddeyi biliyor, çünkü onu her cihetten ku atmı . Fildi i kulesinde oturmuyor, Türkiye'nin kavgasına 1 Bk. A.G.Sayar, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Portre Denemeleri, s. 8-9, stanbul 2000. Ahmet Efendi için 2002 yılında vefâtı üzerine bir yazı kaleme almı tım: "Mubârek Bir nsanın Ardından", Yozgat Divanı, sayı: 4, s. 30-32, 2002. 2 Bk. A.G.Sayar 1) "Ahmed Yakubo lu"/Minyatürde Nasreddin Hoca Hikâyeleri, s.84, stanbul, 1999; 2) Resimde stanbul ve stanbul Ressamı Ahmed Yakubo lu, s. 7-10, Ankara, 2002. 5 katılıyor, meselelerini omuzluyor. Çıkar çevrelerine kar ı toplumun hakkını savunuyor, yerine göre politikacıyla ve cühhâl ile cedelle iyor… kinci boyut onun îman tarafıyla ilgili…Kısaca, akıl ve îman gibi zor düzlemleri önce bir araya getirmek, sonra uyuma götürüp birlikte olmak öyle her babayi idin harcı olmasa gerek! Özemre'nin rûhunda ve dı a bo alan hareketlerinde gözlemlenen uslûplu denge, … sâdece aklın ve sâdece inancın tek merkezli kuvvetine esir olmadı ından, yalpalamıyor"3 Bu azîz ve sevgili dost kendisi için Necmettin ahinler tarafından hazırlanan Çetrefil Bir Adam: Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre ba lıklı bir kitap için bir takrîz kaleme almamı istedi inde "El emrü fevk-al edeb" diyerek vâkı olan bu iste e mütevâzî bir yazı ile icâbet etmek beni en az otuz yıl gerilere çekti. Otuz yılı a kın bir süredir kendisini tanımak bahtiyarlı ına eri ti im Profesör Özemre için burada yazılacak olanlar, aslında, yukarıda iktibas edilen Yunus'un beytinin sâdece bir tefsirinden ibâret olacaktır. Hâtıralarla yüklü görü melerimizi geriye sardı ımızda Ahmed Yüksel Bey'in ilk görü memizden bugüne verdi i rûh resmine sadâkatinden hiç sapma göstermedi ini, duru unun dünden bugüne hiç bozulmadı ını gördüm. Akan yıllar sıklaan görü melerimizi de beraberinde getirdi. Sa lam ve samimî dostluk bu rûh resminin yüz çizgilerine ı ıklar saldı. Hepsi o kadar! 5 Bugünmü gibi en ufak ayrıntısına kadar zihnime nak olmu o ilk kar ıla mamızı hatırlıyorum. 28 Nisan 1972 günü rahmetli hocam A. Süheyl Ünver'i görmee Çar ıkapı'daki Karamustafapa a Medresesi'ne gitmi tim. Süheyl hocamız o yıllarda bu medreseyi kullanan Kubbealtı Vakfı'nda Türk süsleme sanatı dersleri verirdi. O gün Süheyl Bey gelmemi , dersleri yardımcılarına bırakmı tı. Kader'in u hükmüne bakın! Aynı yerde ilgimi çekecek esaslı bir konferans vardı: "Kepler'de Mistik Düünce". Konu macı ise Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre idi. Bu konferansı istifâde ile dinledim. Ne diyeyim, âdetâ çarpılmı tım. Konferans sonrası Özemre'nin etrafında meraklı izleyici toplulu undan birkaç ki i kalmı tı. Söz sırası bana gelince, tebrik ve te ekkürlerimi ifâde ettikten sonra, izinlerini alarak kendilerine daha birkaç gün önce Süheyl Bey'in yazdırdı ı Türbedar Ahmed Ami Efendi'nin u sözünü zikrettim: "… Âdem'e inen ilk suhûf hesap; 1'den 9'a kadar rakkamlar. kincisi hendese, üçüncüsü mîmârîdir. Onun için hesap Kıyâmet'e kadar terakkî edecektir"4 3 A.G.Sayar, "Bir Semt Monografisine Girizgâh: Üsküdar'da Bir Attâr Dükkânı", Dergâh, Sayı: 80 (1996), s. 7. Aynı alıntı için Bk. A.G.Sayar, a.g.e. (2000), s. 263-264. Özemre dostum için bu yazıyı aceleye getirmeden kaleme alırken mü terek dostumuz Halil Özkan yayınlamakta oldu u iir kitabı için benden bir yazı istemi ti. Emir demiri kesermi ! "Dervi Halil Özkan Efendimiz" [Bk. H. Özkan, Gönül Aynasından Yansıyanlar, s. 15-18, stanbul, 2004] ba lıklı yazı da ya ayan ki iler için kaleme aldı ım yazılar arasına katıldı; bu meyânda, ben de Özemre ile, Halil Efendi iirlerine takrîz yazma ba lamında, halef-selef olduk. 4 Ami Efendi'nin bu sözü için Bk. A.G.Sayar, A. Süheyl Ünver ( stanbul, 2004), s. 517. Türbedar Efendi'nin Hz Âdem'e inen ilk vahyin "birden dokuza kadar sayılar" olması ve "hesabın Kıyâmet'e kadar terakkî edece i"ni söylerken matematik felsefesi üzerinde kafa yoranlarla bulu tu u da görülüyor. Meselâ Bk. S.Bochner, "Why Mathematics Grows", Journal of the History of Ideas, vol 26 (1965), s.3-24. 6 Süheyl Bey'in, Ami Efend'nin bu mühim sözünü yazdırdıktan sonra söylediklerini aktardım: "Ami Efendi'ye gerçekten mülâkî olanlar Einstein gibi bu Kâinat'ın nabzını avucunun içinde tutan fizikçilerdir". Beni sükûnetle dinleyen Özemre de bu genç muhâtabının boyunu a an bu aktarmalarındandan sonra: "Türbedar Efendi'nin öhretini ben de i ittim" deyince do rusu ferahlamı tım. Artık dost olmu tuk. Dostlu umuzu da Türbedar Efendi lehimlemi ti. O tarihte vâkı olan ilk görü memizden sonra geçen dolu on yıl Özemre ile görüemedim. kinci görü memiz 1982 Aralık ayında Prof.Dr. Yılmaz Kafadar'ın Bebek'teki saadethânelerinde gerçekle ti. Kafadarlar'ın misâfirleri kendi aralarında sohbeti koyula tırırken biz de bir kenarda âdetâ fısılda arak o on yılı doldurduk. Bu târihden sonra da görü melerimiz muntazam olmayan aralıklarla sürdü. Bundan birkaç yıl önce evi Üsküdar'a ta ıyınca mekânda yakınlık Özemre'yi saadethânelerinde ziyâretime imkân tanıdı. Bu hâl giderek kendi içinde bir gruba dönü en "Üsküdar Yârânı" ile birlikteliklerimizi, bu azîz dostla yakınlı ımızı muntazam bir çerçeveye oturttu. Neyzen Niyâzi Sayın, Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre, Prof.Dr. Güngör atıro lu, Prof.Dr. Yılmaz Kafadar'dan müte ekkil bu can dostlar arasında bana da bir yer lûtfedildi. Bu sıcak, samimî, ivazsız, garezsiz dost meclisi dı ında arasıra Özemre'yi ziyârete evine gitmeye devam ettim. Ama diyece im u: ister bir dost meclisinde, ister rû-be-rû görü melerimizde, araya zamanda ve mekânda farklılıklar girmi olsun, Özemre'nin bana ikrâmı olan rûhî duru u hep aynı kaldı. 55 Ahmed Yüksel Özemre'nin gıpta edilecek ilim adamlı ı ile sâhibi oldu u ilmî deontoloji ve meslek ahlâkı esasta biribiriyle taban tabana zıt iki bilgi küresinin dengelenmesinden vücûd bulmaktadır. Aklın güdümünde ilim adamlı ı ile objektif bilgi, ilmî deontoloji ve meslek ahlâkı ile sübjektif bilgi küresinde elde etti i ba arıların bir sonucudur. Fakat gerek bilim adamlı ında ve gerekse meslek ahlâkında mükemmel bir örnekle insanlar arasından seçilebilmesini, esasta, ahsiyetini ekillendiren zâta mahsus muhayyel bir alanın varlı ıyla izah edebiliyoruz. imdi bu mücerret sözlerin somutla tırılmasına geçebiliriz. Objektif bilgi küresinin Özemre'si uzmanı oldu u Fizik ilminden hareketle madde-madde ili kisini, aralarındaki k idevîlikleri yakalayarak formüle etmi ve fiBu cümleden olarak Profesör Oktay Sinano lu'nu zikrederim: "…Matematik insan icâdıdır. All h tam sayıları yaratmı tır, gerisini matematikle insan yaratmı tır. … te dü üncem u: Yaptı ım matemati in Do a'ya uymasının nedeni … temelinde tam sayılar olması … Tabiat'taki binbir olay hep tam sayılara dayanıyor" [E. Çaykara (söyle i), Türk Ayn taynı Oktay Sinano lu ( stanbul, 2002) s. 133135. Bu vesiyle ile bu yazımıza ba lık olarak seçti imiz Yunus Emre'nin beytine de açıklık getirebiliriz: Görüldü ü gibi vahy-i ilâhîyi "bal" (Ami Efendi'nin lâfzındaki yeri ile: "Âdem'e ilk inen suhûf hesap, birden dokuza rakamlar") temsil ederken, buna muk bil insanın matemati i icâdı ve geli tirmesi (Ami Efendi'nin beyânıyla: "Hesap Kıyâmet'e kadar terâkki edecektir") ise " eker"dir. Dolayısıyla "bal ü eker yemi sin"in ta ıdı ı mânâ, ya da erhi, ise "bal" vahy (= apriori bilgi), " eker" ise geli tirilmeye açık oldu u için objektif bilgi küresini temsil eden, yanlı lamaya açık akıl (= a posteriori bilgi) ile birlikte alınmasını gerektiriyor. Hülâsa, Yunus Emre'yi Ami Efendi'ye ba layacak olursak " eker"-bilimsel bilgi, akılcılı ın rehberli inde, bitmeyen bir tâkiple, terakkî edecektir. Sözün özüne gelince: Profesör Özemre "bal" ile " eker" yemi bir bilim adamıdır. Bu hususta bk. A.Y.Özemre, Akademik Yıllarım ( stanbul, 2004), s.347-396. 7 zik profesörü olarak karyerini itmâm etmi tir. Bu meyânda rasyonel bilginin ihâta gücünden ve kapsama alanlarından hareketle bilim târihine ve felsefesine geçerek bu kürenin tâkipçili ini aklın rehberli inde sürdürmü tür. Onun bu tâkipçili i kesbîdir. Öyle de olmak zorundadır. Zîrâ a posteriori bilgi ile açıklanan Dünyâ tamamlanmamı tır. Özemre'nin bu bilgi küresi içindeki yolculu u, Dünyâ'yı ke fi sâdece maddemadde ili kisiyle sınırlı kalmamı tır. Esâsen kalamazdı da! Sorumlu bir münevver olarak gene aklın rehberli inde, bu defa da insan-madde ve insan-insan ili kilerine açılmı tır. Artık o kendi fildi i kulesinden kaçan bir bilim adamı olarak toplumun meselelerini omuzlayan bir hizmet eridir. Verdi i mücâdele kamu menfaatini Dünyâ petrol kartellerine ve benzerlerine kar ı savunmak olmu tur. Artık bir îman ve aksiyon adamı olarak Basın'ın, entel[lektüel] çevrenin, siyâsetçinin boy hedefi hâline gelecektir. Ne gam! te bu noktada sübjektif bilgi küresinin Özemre'sinin metafizik kimli iyle kar ı kar ıyayız. Bu mücâdelesi onu, aslında, nüfûz-ı nazar sâhibi bir âlim kılacaktır. Akl-ı selîm'e ula mak ona Fizik ilminde kesbetti i uzmanlı ın bir sonucudur. Ama aklın önlenemeyen ta kınlı ını ya da hırçınlı ını a mak, insanın önüne bir ikrâm gibi gelen menfaat çukuruna dü memek, ne ile mümkün olsa gerekir? Evvelâ Özemre'nin teslimiyetinin tesbit edilmesi gerekiyor. O, bir dinin sâlikidir. Aklın hayra kapılar açması kadar potansiyel olarak erre de temâyülü vardır. Duru undaki sa lamlı ını onun slâmiyet'e olan ba lılı ında aramak gerekiyor. Özemre o kimsedir ki, bir kamu görevlisi olarak, menfaat ebekelerinin i lerinin görülmesi için sundu u di e dokunur rü veti elinin tersiyle itecektir. O, verdi i mücâdele ile hedonizmin önüne dikilen bir dalgakıran olmu tur. Bu numûne-i imtisâlin rûhunu tezyin edi inin kendine has bir hikâyesi vardır. Daha ilk gençlik yıllarında nufûz-ı nazar sâhibi bir insan, Üsküdar'lı E ref Ede Efendi'nin nâfiz nazarlarından nasîbedar olması onun zâtına mahsus muhayyel alanın in aasına da ilk kıvılcımı çakmı tı. Artık bundan ötesi nsan-Tanrı ili kisinde kendine tahmil etti i riyâzetten ibârettir. Burada islâmî tasavvufun (Melâmet'in) hükümranlı ı söz konusudur. Artık bundan öte "akl-ı selîm" ile "kalb-i selîm"in dengeli tartılı yolculu u söz konusu olacak, Fizik ilmi (kesb) ile Melâmet (vehb) kendi kürelerinde yapı ık ayrı olarak o söz konusu muhayyel alanı tezyin edecektir. Elbette bu "selîm" alanlara onun sanata – hususiyle klâsik Batı ve Türk mûsıkîsine, resim sanatına – olan â inâlı ını da ilâve edebiliriz. Bu yakınlık Özemre'nin pek de ke fedilmeyen "zevk-i selîm"ine tercümanlık yapacaktır. Özemre, görülüyor ki, objektif bilgi ile sübjektif bilgi arasında Kant'tan beri yıkılmı köprüleri kuranlarla aynı safta bulu ması, hattâ inanç küresini, metafizi i yok sayanlar kar ısında aynı safta duru u ile de dikkatleri üzerinde toplamaktadır. O bir filozof-mutasavvıf'tır. Esâsen eserlerinin farklı kürelerden ne 'et etmesi bunun bir delilidir. Farklı kümelerde kaleme aldı ı yazıları sâdece bir boyut içerisinde yer alsaydı Özemre'nin bırakaca ı yankı bu kadar derin olmayacaktı. Hâlbuki îmanla aklın sınırlarını çok iyi tâyin ediyor, her ikisini de farklı metodoloji ile kavrıyor. Bu hâl ile o, sâhasında ne ilktir ne de son5. Böylesi sentetik yapıya ula mayı Türkiye'de bilim 5 Yalçın Pek en'in alaycı uslûbuna göre "Özemre, fizi i metafizi e ba layan ilk bilim adamı olma erefini kimseye kaptırmamaktadır" [Bk. "Buradan Bakınca", Hürriyet gazetesi, 13 Ocak 1993) 8 ve tasavvufla me gul birçok ki i kendilerini setrederek ba armı lardır. Oysa Özemre'nin en mühim ba arısı tamamlanmamı bir dünyânın fizikçisi, tamam bir dünyânın mutasavvıfı olarak kamu malının ya malanmasında gösterdi i direnç, sabır ve metânettir. te onun bu duru u bizim dikkatimize erhi koyuyor. Yoksa bu memlekette fizikçi de çok, mutasavvıf geçinen de! 555 A.Y.Özemre, öhret merdivenlerini, ne bilimsel çalı malarından ne de sınırlı bir alana sıkı an mutasavvıf kimli inden ötürü tırmanmı tır. Onu öhretin zirvesine ta ıyan, bir kamu görevi olarak icrâ etmekte oldu u Türkiye Atom Enerjisi Kurumu ba kanlı ı sırasında Rusya'da vuku bulmu olan Çernobil fâciası olmu tur. Bu olayla birlikte ismi man etlere ta ındı, hakkında ileri sürülen görü ve de erlendirmeler ise bıçakla bölünmü cesine ikiye ayrıldı. te Necmettin ahinler'in bu toplama eserinde Özemre'ye dair muhtelif zevâtın Basın'da yayınlanmı olan görü leri yer almaktadır. Ancak, hemen ifâde edelim ki, grisi olmayan bu "ak" ve "kara" de erlendirmeler içerisinde onu "ak" görenlerde metafizi in rasyonalizasyonunu bulmak yerine sübjektivizmin a ır bastı ı, buna muk bil onu "kara"layanların hepsinin objektif-somut alanın insanı olmaları gerekirken Özemre'yi "ak"layanlardan daha sübjektif, indî ve hissî oldukları görülecektir. Bunların kalpleri temizse ne âlâ! De ilse, All h mıhâfaza! Grisi olmayan bu bölünmenin ilk safında bulunanlar için Özemre "Gönül ehli bir âlim, bilge bir zât"tır6, " lim adamlı ı gönül adamlı ına denk dü en"7, "Çok özel bir insan"dır8, "Uluslararası bir de er … ilim çilesi, irfan nasîbi yüksek bir bilge"dir9, "Büyük bir fizikçi [oldu u hâlde] …bilgiçlik taslamayan … tevâzu dolu bir insan"dır10. Çernobil olayı ile boy hedefi hâline gelen Özemre için söylenenler, hülâsaten öyledir: Radyasyonla ilgili gerçe i topluma açıklamamı tır11; lösemide var oldu u iddia edilen artı tan o sorumlu tutulmu tur. Özemre'nin kavgasına i âret etmi tik. "Kendi alanında isim yapmı bir bilim adamı" olan Özemre "Haklılı ın, ilmin, gayretin verdi i cesâretle kesin konu tu"13 ve sonuna kadar icraatını savundu, hak bildi i yoldan da kılpayı sapmadı. 12 59 Ahmed Yüksel Özemre bir îman ve aksiyon adamı olarak insana ve topluma açılmanın bedelini çekti i çilelerle ödemi tir. çinden sa lam olmayan hiçbir insan böylesi bir yükü çekemez. Dolu ve di e dokunur bir bilgi birikimini toplum menfaatini savunmada seferber etmesi lâfta de il i te gerçekle mi tir. Elinde güç ve kuvvet olup avuçladı ı kumu altın yapacak yerde mücâhedatta karar kılmasını, nefsinin yo6 Abdull h Yıldız, "Bilge Bir Üsküdar'lı: Ahmed Yüksel Özemre, Umran, Sayı: 101 ( stanbul, 2000). Sevinç Çokum, "Üsküdar'da Bir Attâr Dükkânı", Türkiye gazetesi, 27 ubat 1997. 8 Nuriye Akman, "Tasavvuf ile Taoizm'in Anahtarı Bir", Sabah gazetesi Pazar eki, 7 Ekim 2001. 9 Ya ar Nuri Öztürk, "Profesör Özemre'nin Kitabı", Hürriyet gazetesi, 18 ubat 2000. 10 Toygar Akman, lginç Olaylar, Sıradı ı nsanlar, s. 218, ( stanbul, 2004) 11 Ali Sirmen, "Bilim, Bilinç ve Vicdan", Milliyet gazetesi 4 Ocak 1993 12 Ali Sirmen, a.g.e. 13 Gürbüz Azak, "Nükleer Silâh Öldürür, Nükleer Santral Ya atır", Türkiye gazetesi, 24 Ekim 1995. 7 9 ku una tırmanı ını ne ile açıklayabiliriz? Bu hâliyle o isimsiz bir kahraman, meçhul bir mâlûmdur. Verdi i sava ta izledi i yolu Muhabbet ve Mücâdele Mektupları ba lıklı kitabında görmek mümkündür. Toplum çıkarını menfaat ebekelerine kar ı savunurken Özemre bu u urda vuru arak ölmeyi kendine iar edinmi tir. Hayat denen bu kanlı yolculukta Özemre Hocamız'ın bozulmadan yol alı ını Cenâb-ı Mevlânâ'nın u lâfzı ne güzel açıklıyor: "Bulanmadan, donmadan akmak ne ho !". Sohbetinden müstefid oldu um bu azîz dost bana ki isel târihimde All h'ın bir ikrâmıdır. Esâsen bu yazı da bir yana e ilmi li in bir ürünü olarak ortaya çıktı. Bu azîz ve sevgili dosta hayırlı ömür, hayırlı âkibet dilerim. *** Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre, kendisini yakından tanıma bahtiyarlı ına erememi kimseler için çetrefil, ilkeleri açısından tâvizsiz; fakat dostları için samimî, salâbetli, merhametli ve effaf bir zâttır. Bir gün: "Efendim; büyük bir kitlenin size nefret ve hınç beslemesine, hattâ iftirâ ve hak ret etmesine ra men küçümsenemeyecek sayıda zevâtın da büyük bir takdîr ve muhabbet izhâr etmesinin sebebi nedir?" diye sordu umda sayın Özemre, yüzündeki müz'ic egzema dolayısıyla bırakmak zorunda kaldı ı beyaz sakalının ve II. Wilhelm tarzı bıyı ının ardından, yüzüme mahzun bir tebessüm ile bakarak: "Necmettin'ci im sen zâhirî sebepleri bir yana bırak! Fakîr sana, Muhyiddin bn Arabî hazretlerine aynı soru soruldu unda bunun bâtınî esrârını nasıl açıklamı oldu unu anlatayım. n âall h fakîr için de durum böyledir" dedi ve devam ettiydi: "Hazret: Bizlerin vechi ayna gibidir. Bir kimse bize baktı ı zaman e er o aynada kendi nefsinin kirini, karanlı ını mü âhede ederse, bunu nefret ve hınçla kar ılar. Aslında bize izhâr etti i bu nefret aynanın kendisine yansıttı ı nefsine kar ı, bu hâdisenin bilincinde olmaksızın, izhâr etti i do al nefrettir. Ve e er bir kimse bize büyük bir muhabbet ve hörmet duyarsa, bu da vechimizin aynasında kendi rûhunun nûrunu ve azametini mü âhede etti i içindir. O bunu bilmez; bize â ık oldu unu sanır. Oysa onun a kı yalnızca kendi rûhunun kendisine bu yolla akseden o hârikulâde sûretinedir, vesselâm demi tir". te 10 bunun içindir ki bu esrâra vâkıf olan zâtlar kendilerine bühtân edenlere haklarını helâl ederler. Hiç bilen ile bilmeyen bir olur mu?" Bunun üzerine Sayın Özemre, Medya'da kendisini yerenlere ve olumlu yaklaanlara birkaç örnek olmak üzere sâhip oldu u zengin gazete kupürü ar ivini de, nternet üzerinden kendisine hak ret edenlere ait bilgisayar ar ivini de bana açtı. Gördüklerim beni hayretlere gark etti. Filvâki Özemre’nin, özellikle Çernobil kazâsı ile Akkuyu Nükleer Santral hâlesi dolayısıyla, ne gibi a ır çilelere mâruz kaldı ını Türkiye'nin Çernobil Çilesi, Ah u Atomdan Neler Çektim!, ve Çernobil Komplosu ba lıklı kitaplarından biliyordum; ama bu vesiyle ile, bu ar ivdekilerin ancak pek cüz'î bir bölümünün bu kitaplara yansımı oldu unu ö renmi oldum. Bu kitabın tasavvuru da i te o ân içime do du. Bu kitaba Sayın Özemre’yi yerenlerin kaleminden 14, olumlu yakla anların kaleminden de 42 yazı aldım. Özemre ile yapılmı yüzden fazla röportajı ise imdilik bir kenara bıraktım. Geçmi e dönük ara tırma yapmanın zevkli oldu u kadar, üzücü yönleri de var ku kusuz. Zihinleri tâzelemek, o günlere tanık olmayanları bilgi sâhibi kılmak, tarihe not dü mek i in güzel yanı; ama ister istemez hatıralar/olaylar tekrar canlanırken bir sürü buruklu u da beraberinde getiriyor. Niyetimiz yeni bir tartı ma ba latmak, yeni üzüntülere/çilelere kapı açmak de il, “Kaybolan Yıllar” olarak nitelendirdi im seksenli ve doksanlı yıllarda ülkemizin geçirdi i döneme de ilim nâmûsuna sâhip bir ilim adamının ahsiyetine de onu yerenler ve övenler aracılı ıyla ı ık tutmaktan ibârettir. Tabiî, bunu yaparken de ilmî dirâyetinin yanında, kendisine her türlü çileyi revâ görenlere kar ı sayın Özemre’nin gösterdi i e siz sabır, merhamet, adâlet ve ihsân örneklerini gözler önüne sermek ve gelecek ku aklara bu ahlâktan yansımalar bırakmaktır14. Tüm kalbimle inanıyorum ki sayın Özemre kendisini yerenlere de tüm haklarını helâl etmi tir. Ve hâlâ kendisini yerenlere de övenlere de Üsküdar’daki çilehânesinde hayırla dua etmektedir. Sevenleri üzerine himmetinin dâim, hizmetinin k im olmasını Cenâb-ı Hakk’tan niyâz ediyor, bu kitabın hazırlanmasında yazılı ve sözlü bilgileri bize açtı ından dolayı kendilerine te ekkürü bir borç biliyorum. Necmettin ahinler 27 Haziran 2004 TRABZON 14 Bu konudaki en mükemmel tanık sayın Özemre'nin yayınladı ı Muhabbet ve Mücâdele Mektupları ba lıklı 344 sayfalık eseridir ( stanbul Yayınevi, stanbul Kasım 2002). 11 12 U3 13 K DR 3 "Avrupa'dan insanlar getirelim, bunları burada bizimkilerle çiftle tirerek yeni bir ırk elde edelim. Böylelikle batılıla alım" yollu bir öneriyle bugün kar ıla sanız herhâlde öneri sâhibinin deli oldu u kanısına varırsınız. Oysa Abdullah Cevdet gibi târihimizin ilginç ki ilerinden biri, bu öneriyi kendi döneminde o günlerin deyimiyle "kemâl-i ciddiyet" ile ortaya atmı tı. Türkiye'nin Batılıla ma, daha ba ka deyimiyle ça da la ma (Cemal Süreya'nın deyimiyle o zaman bu iki kavram e anlamlıydı, çünkü ça da lı ın, uygarlı ın tek mümkünü Batı olarak görülüyordu) çabaları, böylesine garip öykülerle doludur. Do rusu ya, Batı'nın teknolojisini, fenninin alalım ama harsını almayalım formülünün de olaylara bugün baktı ımız yerden bakınca Abdullah Cevdet'in önerisine bugün baktı ımız yerden bakınca Abdullah Cevdet'in önerisinden çok daha ciddî ve tutarlı oldu unu söylemek olanaklı de il. Ancak bu irdelemeyi yaparken bir yanlıa da dü memek gerek. Geçmi i, kendi ko ulları içinde ele alıp incelemek, ona bugünün yargılarını giydirmeden bakıp, kendi içindeki geli mesiyle e ilmek daha do ru olur. Yoksa, nice akıllı, okumu ki inin nasıl olup da böylesine gerçekleri göremedi i gibi, geçersiz ve yanıtı bulunamaz bir soruyla kar ıla ırız. Geçmi te toplumumuz, ça da la ma sorununa yakla ırken, ulus bilincine sâhip de ildi. Bir yandan ça ının gerisinde kalmı bir kurumu ayakta tutmanın yollarını arıyor, bir yandan da ça da la mayı o kurumun kalıpları içine sı dırmaya, oturtmaya çabalıyordu. Do allıkla bu iki çabanın aynı anda gerçekle ebilmesi olanaksızla ıyordu. Atatürk'ün, ça da la ma yolunda kendinden öncekilerin hiçbiriyle kıyaslanmasına bile olanak bulunmayan ba arısının temelinde yatan neden de, ça da la ma çabalarını ulus bilincinin do rultusuna oturtması ça da la mayı, ça da bir birimin bir parçası ve ko ulu hâline getirmesidir. Olaya bu bakı açısından yakla ınca da, Batı'nın fennini, teknolojisini alalım, ama harsını bırakalım gibi geçersiz formüllerle, geli mi teknoloji, ama ça dı ı yapılı ve davranı lı bir toplum yaratma gibi mantık dı ı önerilerin tüm anlamsızlı ı sırıtmaya ba lıyor. Ne var ki, toplumumuzda son zamanlarda bir yandan olanaksız kırma Türkslâm sentezcileri, öte yandan eriat düzencileri, Batı'nın teknolojisini alıp, kafa yapı15 Cumhuriyet gazetesinin 10.04.1987 târihli nüshasında Ali Sirmen'in "Dünyada Bugün" ba lıklı köesinden. 14 sını ve bakı biçimini bir yana bırakmak türküsünü yeniden ısıtıp gündeme getirmeyeba ladılar. Gerçekte, formülün olanaksızlı ı uzun uzun tartı ılabilir, ama sanırız gereksizdir. Batı'nın teknolojisi gökten zembille inmiyor, o bir yöntemin, bir dünya görü ünün, bir ya am felsefesinin sonucu. Onu hazır olarak alıp kendi ça dı ı bünyenizi koruyarak uygulamaya kalkarsanız, Humeynî ran'ında bazı alanlarda geli mi teknoloji kullanımıyla bütün içinde ne sonuç elde edilirse onu elde edersiniz. Ya da Suudî toplumu gibi yer altı zenginli ine kar ın, daha ulus bile olamamı yapay bir modeli geli tirirsiniz. Türkiye'den bir örnek vermek gerekirse, bu konuda pazartesi günü görevden alınmı olan Atom Enerjisi Kurumu Ba kanı Ahmet Yüksel Özemre'yi gösterebiliriz. Sayın Ahmet Yüksel Özemre, en geli mi ça da teknolojinin kullanıldı ı en geli mi bilim dallarından birinde ö renim görüp uzmanla mı ve unvan almı bir ki idir. Ama Ahmet Yüksel Özemre, bu bilimi ve teknolojiyi bir dünya görü ü içine oturtamadı ı için, gericili in, insanına saygısızlı ın, gerçekleri gizlemenin, ülkenin itibarını ve inanılırlı ını zedelemenin, sonunda da bilim adına gerçe i saptırarak kar ısındakileri haksız yere suçlamanın örne ini olu turmu tur. Sonunda, içinde tutucu kanadın her geçen gün çok daha a ır bastı ı bir iktidar bile, Ahmet Yüksel Özemre ile yola devam etmenin olanaksızlı ını görmü ve kendisini görevinden azletmi tir. Bütün bu olayların ve sayın Ahmet Yüksel Özemre'nin, dü ünce ve davranı çarpıklı ının simgesi hâline gelmesinin nedeni ise, ça da bilimi ve teknolojiyi kul, kapıkulu kafasına, bakı ına oturtmak gibi olanaksız bir sentez çabasıdır. Ahmet Yüksel Özemre olayını anlatmaya gerek var mı? Çayda radyasyon konusunda ilk önce "Benim halkım radyasyondan ne anlar?" diye herhangi bir açıklamayı bile gereksiz gören, daha sonra gerçek dı ı açıklamalar yapan ve yabancı ülkelerin yaptı ı ara tırmalarla yanlı ı yüzüne vurulan, bu olay kar ısında da, eski ve köklü devlet terbiyesi ve devlete ba lılı ını Osmanlı kapıkulu biçemiyle17 ileri sürerek i in içinden sıyrılmaya çalı an, kendi açıklamalarına 16 16 Do rusu: "Benim halkım radyasyon birimlerinden ne anlar ki onu, anlayamıyaca ı bir sürü rakam ve birimlerle me gûl edeyim? Bunlar ilim adamlarının i idir. Radyasyon ölçüm sonuçları ancak bunları bilimsel olarak yorumlayacak olanlara iletilebilir" dir. Medya bu beyânı, Prof. Özemre'nin di er pekçok beyânâtında oldu u vechile, i ine geldi i gibi deforme etmi tir. Çernobil kazâsı akabinde radyasyon ölçüm verileri Türkiye Atom Enerjisi Kurumu tarafından Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'na, OECD Nükleer Enerji Ajansı'na ve bu verileri resmî yoldan taleb eden yabancı devlet büyükelçiliklerine iletilmi tir. Bu verileri yurt içinde resmen taleb eden tek kurulu ise Hâcettepe Üniversitesi Nükleer Mühendislik Bölümü olmu tur. Bu veriler ona da verilmi tir. (N. .) 17 Prof. Özemre'nin TAEK Ba kanlı ı'ndan alınmasından sonra bir gazetecinin: "Pekiyi Hocam; Ba bakanlı ın sizi görevden alma kararına kar ı Danı tay'da bir iptal dâvası açacak mısınız?" sorusuna kar ı verdi i cevap: "Bak evlâdım! Beni bu mak ma atayan Ba bakan sonunda u ya da bu sebepten ötürü benimle artık çalı mak istememi tir. Devlete inanan, vakur ve haysiyetini koruyan bir insan Hükûmet'in ba ındaki adama ra men zorla o mak mda kalmak için kendini küçük dü ürüp de Danı tay'da ya da her neresi ise bir dâva ik me etmez. Bizim ailemizden aldı ımız Devlet terbiyesi bunu gerektirir. Benim anne tarafından atalarım 400 sene, baba tarafından atalarım da 170 sene Devlet-i Âl-i 15 katılmayan ba ka bilim adamlarını "âdî" ve "pespâye" gibi deyimleri kulanarak suçlayan sayın Özemre, görevinden ayrılırken "Vicdânım rahat" da diyebilmi tir. Akıl ile e le memi , nesnel verilere ve gerçeklere ters dü en bir vicdan rahatlı ının hiçbir önemi olmadı ını, vicdanı akla ve nesnel verilere ters dü mesine kar ın rahat olan ki inin, saygı de il, ancak acıma ve gülme duygusu uyandırdı ını bir yana bırakalım. Biz sayın Özemre'nin olayı kapanırken her eye kar ın yine de kendisine teekkür etmek istiyoruz. Çünkü sayın Ahmet Yüksel Özemre, kamuoyu önünde ki ili i ve davranı larıyla, kırma yapay bir sentezin olanaksızlı ını canlı olarak kanıtlamı tır. *** Osman'a hizmet etmi lerdir. Bir ço unun ba ına benim ba ıma gelenler gelmi tir. Hiçbiri de edebinden, vek rından ve haysiyetinden asl vaz geçmemi ; ve asl zıpzıpını kaybetmi mahalle çocukları gibi amata çıkarmamı tır. Benim aldı ım terbiyede Devlet göreve gel dedi i zaman gelinir; git dedi i zaman da gidilir" eklindedir (Bk. Ahmed Yüksel Özemre, Çernobil Komplosu, s.186, Bilge Yayınları, stanbul 2004). Bu cevabın gazetelerde yayınlanmasından iki gün sonra Ali Sirmen'in yazısı bu cevaba duydu u reaksiyonu dile getirmektedir. (N. .) 16 # DS 9 : 9 #* 4 5 Çernobil atom santralinin 1986 yılında patlayarak sâdece çevresini de il geni bir bölgeyi radyasyonla kirletmesinin üzerinden be yıl geçti. Radyasyon bulutları o târihte rüzgârların "sırtında" Avrupa’yı dola mı , Türkiye’yi de Trakya’dan Karadeniz’e kadar yo un etkisi altına almı tı. Patlama, Çernobil halkı için tam bir felâketti. Onlarca insan kanserden ölürken, Lösemili (kan kanseri) Sovyet çocukları Avrupa ba kentlerinde ve Sovyetlerde hâlâ tedâvi görüyor. Milliyet’in haberinden, kan kanseri olayının Karadeniz’de de patladı ı anla ılıyor. Bir yıldır bu konuda haberler gazete ve dergilerde yer alıyordu. Doktorlarımızın sistematikle tirdi i ara tırmalar, Çernobil öncesine kıyasla, kan kanseri ve sakat do umların çok arttı ını gösteriyor. Türkiye Çernobil sırası ve sonrası büyük rezâlet ya adı. Türkiye’de insanlar radyasyon felâketi kar ısında savunmasız bırakıldılar. Yüksek dozda radyasyon içeren yiyecek maddeleri, Bakan Cahit Aral ve Türkiye Atom Enerjisi’nin o zamanki Ba kanı Prof.Dr. Ahmet Yüksel Özemre tarafından tehlikesiz ilân edildi. Bakan Aral çay içerek poz veriyor (ingiliz çayı olsa gerek!) ve "Yoksa ben çay içer miyim?" komik görüntülerine yol açıyordu. Özemre radyasyon ölçüm sonuçlarını "devlet memurunun sorumlulu u" ile (ve halka kar ı sorumsuzlukla) kamuoyuna açıklamıyordu. "Kimse anlamaz, bo una panik yaratılır" gerekçesini öne sürüyordu. Yorumlama özgürlü ü sâdece ve kendisine aitti. nsanlarımız çayı içtiler, fındıkları yediler. Radyasyonlu çimenleri yiyen ineklerin etiyle sütüyle beslendiler. Lâhanasını, sebzesini, balı ını vb. yediler. Yo un radyasyon alınan günlerde ve yerlerde "anne karnına dü en" bebekler, do allıkla en çok etkilendiler. Bugün Aral "yanlı yaptıklarını" yarım a ızla itiraf ediyor. Özemre ise tavrını sürdürüyor. Bir bilim adamı diliyle de il, hâlâ o zamanki "devlet memuru" diliyle konu uyor. Karadeniz’deki lösemi artı ları konusunda da özetle "Çernobil öncesi istatistikler yoktu, imdi istatistik yapılıyor ve artı varmı gibi görünüyor" savunmasını yapıyor. Özemre bu saptamaları hiçbir temele dayandırmıyor19. 18 Cumhuriyet gazetesinin 26.12.1992 târihli Bilim Teknik ekinden. Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre "Çernobil Kazâsının Türkiye Üzerindeki Etkileri le lgili Olarak Kurulan TBMM Ara tırma Komisyonu”na 21 ubat 1993 târihinde takdim etti i 49 sayfalık açıklamasında u husûsa da dikkati çekmi tir: 19 "Çernobil kazâsına kadar Türkiye'de ancak birkaç merkezde kanser istatistikleri tutulmakta, ve bunlar da Türkiye'de bir yılda ölenlerin %5 ilâ %12'sinin kanser sebebiyle ölmekte oldu una i âret etmekteydiler. Çernobil kazâsından sonra hem Sa lık ve Sosyal Yardım Bakanlı ı'nda, hem Tıp Fakülteleri'mizde, hem hastahânelerimizde ve hem de hekimlerimizde kanser konusunda büyük bir bilinçlenme zuhur etti. Bunu Çernobil kazâsının etkilerinin gerçekten de olumlu bir yanı olarak kabûl etmek gerekir. Bu sâyede Türkiye'de kanser istatistikleri daha çok sayıda merkezde ve daha ciddî bir ekilde tutulmaya ve, hepsinden de daha önemlisi, ciddî kanser taramaları yapılmaya ba landı. 17 Çernobil, Özal hükûmetinin vitrindeki insanları olarak öncelikle Aral ve Özemre’nin omuzlarındadır.Lösemili çocukların sorumlulu u öncelikle devletin bu ikilisinin sırtındadır20. Olayın çok önemli yanı devleti, ülkeyi yönetenlerin bir kez daha vatanda ını aldatmasıdır. Devlet yetkililerinin bir kez daha "ülkenin, milletin iyili i için" yurtta larının çıkarlarını çi nemesidir. "Yüce devlet" adına bir kez daha bireyin hak ve özBunun sonucu olarak da kayıtlara geçen kanserden-dolayı-ölüm-vakalarının sayısı artmaya ba ladı. Bu artı , i in künhünü fehmedemeyen kimselerce, kanser vakalarında Çernobil kazâsından sonra ve bu kazânın sebeblerine do rudan do ruya ba lı olan reel bir artı de il yalnızca kayda geçen vakaların sayısındaki artı tır. Bu sayı, Dünyâ kanser mortalitesi ortalaması olan %22 civârına ula ıncaya kadar artmaya devâm edecektir. Gerisi ise, yâni Türkiye'deki kanser vakası sayısındaki artı ın Çernobil kazâsından sonra alınan gıdâlardaki radyasyondan dolayı oldu u iddiası ise gerçe e uymayan bir vehmin ifâdesidir! Lösemili çocukların oranındaki artı iddasına gelince Hacettepe Üniversitesi, Karadeniz Üniversitesi, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültelerinin açıklamalarına göre ve kezâ stanbul Üniversitesi'nden konuyla ilgili pekçok bilim adamının panellerde ve yazılı ve görüntülü basındaki açıklamalarına göre : Türkiye'de lösemili çocuk vakalarının oranında bir artı gözlenmemektedir. Bu sonuç Uluslararası Kanserle Sava Birli i ve Yunan Kanser Cemiyetinin WHO'nun i birli iyle 6-8 Aralık 1991'de Atina'da yapılan ve Çernobil Kazâsının Uzun Vâdeli Etkilerine tahsis edilmi olan bir uluslararası toplantıda Finlandiya adına sunulan tebli in içeri i ile de tutarlıdır. Nitekim Çernobil kazâsı sonucu Finlandiya'da 1980 ilâ 1990 yılları arasında lösemi oranında bâriz bir dü ü gözlenmi tir. imdi Türkiye'deki duruma bakacak olursak, lösemi ve di er kanser türlerinin istatistiklerinin tutuldu u merkezî birim Sa lık Bakanlı ı'nın bünyesindeki Kanserle Sava Dairesidir. Bu dairenin müstâfî ba kanı Prof.Dr. Nazmi Bilir'in TAEK Ba kanlı ı'nın 29 Aralık 1992 târih ve 4064 sayılı talebine Bakan Adına vermi oldu u 11 Ocak 1993 târih ve B100KSD00000007/5010/0008 sayılı resmî cevabına ekli T.C. Sa lık Bakanlı ı Kanser Kayıt Merkezine Sa lık Kurulu larından Bildirimi Yapılan Kanser Olgularının Do u Karadeniz lleri Ve Edirne'de Lösemi Sayısı Ve Bu llerde Toplam Kanser Olguları ba lıklı istatistik bilgileri içeren cetveli: LLER Lösemi Toplam Trabzon: Lösemi Toplam Giresun: Lösemi Toplam Rize: Lösemi Toplam Artvin: Lösemi Toplam Edirne: Lösemi Toplam Ordu: 1989 (7) 159 (10) 442 (5) 177 (2) 91 65 (9) 249 1990 232 425 216 180 62 317 1991 (11) 286 (11) 499 (3) 255 (9) 178 (1) 144 (10) 317 1992 (on aylık) (1) 104 (4) 389 (3) 58 (1) 48 56 (3) 123 eklindedir. Sayın Sa lık Bakanı'nın ise bu istatistiklerden habersiz görünmesi en azından dü ünülmee de er bir husustur”. 20 Çernobil kazâsının Türkiye üzerindeki etkilerini gazetelerin dezinformasyonuyla deforme edilmi biçimiyle de il de yetkili tek a ızdan ö renmek için Prof. Özemre’nin u kitaplarına müracaat ediniz: 1) Türkiye’nin Çernobil Çilesi, 280 sayfa, Nehir Yayınları, stanbul 1993; 2) Ah u Atomdan Neler Çektim!, 400 sayfa, Pınar Yayınları, stanbul 2002; ve kezâ (Prof.Dr. Ahmet Bayülken ve Prof.Dr. arman Gençay ile birlikte) 50 Soruda Türkiye’nin Nükleer Enerji Sorunu, 71 sayfa, 2. baskı, Kaknüs Yayınları, Üsküdar 2000. (N. .) 18 gürlüklerinin yok sayılmasıdır. Bilimin de "devlet elinde" maskara edilmesidir. (Zakkum olayında oldu u gibi!) Radyasyon dozunun ne kadarının nasıl etkiledi i konusunda "serdedilen" bütün de erler ortalama de erlerdir ve bir insan prototipi için geçerlidir. Ama her insan için radyasyondan etkilenme e i i farklıdır. Binbir kimyasala, çevre kirlili ine, zararlılara mâruz kalan insanda kanser olu umu için "barda ı hangi damlanın ta ıracaını" kimse bilemez. Radyasyon burada tartı masız "ta ıran damla"dır. Kendisini birinci derecede ilgilendiren konularda karar verme yetkisini insanın kendisine bırakmak, günümüz demokrasi, açık toplum vb. gibi kavramların yaandı ı ülkelerde birincil önem ta ıyor. Devletin veyâ siyâsî yetkililerin Çernobil gibi bütün dünyâyı sarsan ve bugün atom santrallerinin bir bir kapanmasına ve atom sanayiinin iflâs etmesine neden olan önemli olayda hele, bireyi sonuna kadar aydınlatması ve koruması gerekir. Bu devletin, bireyin mutlulu u için varoldu u felsefesinin görü üdür. Aral ve Özemre görü ü ise "bireyin devletin çıkarları için varoldu u ve fedâ edilebilece i" felsefesini yansıtır. (O ne demekse!) Dünyâda ikinci görü çöküyor, birinci görü ise yükseliyor. (Çoktan beri) kadar! Türkiye’de ise halk, kimseden çekmedi, devletten, onu yönetenlerden çekti i *** 19 # %D C *+3 4 Bo yere umutlanmayın! Bu çile bitece e benzemiyor. Bizdeki iktidarların meyvesi zamlar ve bo vermi liktir. Bu acı meyveler her zaman tepemize dü er! Ne yapalım, suç bizde. Onları seçenler de biziz çünkü. Hepsi aramızdan çıkıyor. "Kör köre rehberlik yaparsa, ikisi de karanlıkta kaybolur" derler ya. Onun gibi bir ey. Ne demi lerdi? "Hırsızlardan hesap soraca ız. Kör kuru un hesabını sormazsak nâmerdiz" diye çı lıklar ata ata iktidâra gelmi lerdi. Ne oldu? Hiçbir ey! Soygunların, yolsuzlukların hesabını soracakları yok ama bâri halkın sa lı ıyla alay ederek " nsanlık suçu" i leyenlerin yakasına yapı salar. "Hiç de ilse bu ülkede bâzılarından hesap soruluyor" denebilse. Bu ülkede kimin eli kimin cebinde, kim kimi kazıklıyor, aldatıyor, aptal yerine koyuyor belli de il. Belli olan tek gerçek, herkesin yaptı ı yanında kâr kalıyor. Hazin olan bu. u radyasyon olayı, kepâzelikten de beter. Cinâyet âdetâ. Zamanın sorumlu Bakanı Cahit Aral ve Atom Enerjisi Komisyonu Ba kanı Prof.Dr. Ahmet Yüksel Özemre’nin itirafları tüyler ürpertici. Dönemi hükûmeti, hem tedbirde gecikmi , hem de acı gerçe i halkımızdan gizlemi . Aradan 6 yıl geçti. Kanser olaylarında müthi bir artı var. Sakat do an çocukların sayısı ürkütücü. Bilim adamları, daha bunun bir ey olmadı ını, radyasyonun asıl etkisinin onuncu yıldan sonra ortaya çıkaca ını, kan kanserinin ve kemik erimelerinin dehet verici boyutlara ula aca ını söylüyorlar. Peki ne olacak? Ne yapmalı? Bu insanlık suçunu i leyenleri yargılamalı, de il mi? Yok canım. Kim yargılayacak? Halkın sa lı ı kimin umurunda ki? Yeni yeni rezâletler ayyuka çıkarken bugünkü iktidar eski rezâletlerle u ra ır mı? Bakın kendi kendimizi aldatmıyalım. Hiç kimse bir ey yapamaz, hiç kimseye bir ey olmaz. Bu ülke böyledir i te. Dedik ya, elma a acın dibine dü er. Kimseden hesap sorulmaz, kimse yargılanmaz. ktidâra gelenler her zaman halkı aldatır, keriz yerine koyar, yasaları çi nerler, hep lâklâkla vakit geçirip ahkâm keserler. Çernobil fâciasından sonra, radyasyonlu çayları bize içirmi ler. nsanlarımızı kansere mahkûm etmi ler. Canları sa olsun. Onlar ne yaparlarsa halkın sa lı ı, mutlulu u için yapmı tır! Bu dertli hayatta ya amaktansa, en kısa zamanda ölüp gitmek halkımız için iyidir, diye dü ünmü lerdir! imdi bir de "Hesap sorulsun" diyoruz. Kim kimden hesap soracak yâhu? Hiçbir rezâletin üstüne gitmeye gönülleri de elvermez, güçleri de yetmez! Çünkü hepsinin da lar kadar kamburu var! 21 Rahmi Turan’ın Meydan gazetesinin 29.12.1992 târihli nüshasındaki "Diken" ba lıklı kö esinden. 20 " 5 #=- 5 H %% " Gerçek demokrasilerle yarı demokrasileri, geli mi ülkelerle az geli mi leri, refah toplumları ile yarı refah toplumlarını, aydınlarla yarı aydınları biribirinden ayıran sayısız ölçüt (kıstas) vardır. Bunlardan demokrasilerle yarı demokrasileri ayıran en önemli ölçüt, bize göre o ülkede ne muhâlefet partilerinin güven içinde görev yapmaları, ne Anayasa’ya aykırı yasaların çıkmasını –veyâ uygulanmasını- engelleyen yargı denetiminin bulunması, ne de iktidarın serbest ve dürüst seçimler sonunda el de i tirmesidir. "Peki ya nedir" mi diyorsunuz... Bir ülkede halkın gerçekleri ö renmesine engel olunabiliyorsa, demokrasinin kendisi de il, ortada olsa olsa adı vardır. "Çernobil" fâciası örne inde oldu u gibi... imdi basınımız döndü tekrar, 1986 yılının me hur Çernobil fâciasının verdii ve verece i zararların ülkemizde halktan nasıl saklandı ını ele aldı. Hâlen yapılan yayınların bir kısmının gerçe i tam olarak aktarıp aktarmadı ına ili kin tartı malara girmek istemiyoruz. O bahis ayrı... Bizim üzerinde durmak istedi imiz, bilimsel gerçeklerin halktan ısrarla saklanmı olması ve hattâ, do ruyu söyleyenlerin o zaman nerdeyse "vatan haini" muamelesi görmü olması... Tabiî bu, meselenin bir tarafını, yâni yönetim kademeleri ile siyâsî sorumluların (özellikle o târihteki hükûmetin) tutumunu yansıtıyor. Bir de bilim adamlarına dü en kısmı var ki o, bir bakıma daha da hazindir: O târihte bilim dünyâmızda do ruları söylemeye ancak Ankara’da Orta Do u Teknik Üniversitesi’nden (ODTÜ) isimlerini saygı ile anmaya de er buldu umuz Prof.Dr. Aykut Kence, Doç.Dr. nci Gökmen, Doç.Dr. Ali Gökmen ve daha sonra bir trafik kazâsında vefât eden Doç.Dr. Olcay Birgül cesâret etmi ti. Hâfızamız e er bizi yanıltıyorsa, buna öteki üniversitelerden ya bir, yâhut da iki isim ilâve edebilirsiniz. Peki ya ötekiler? 22 Oktay Ek i’nin Hürriyet gazetesinin 28.12.1992 târihli nüshasındaki "Günün Yazısı"ba lıklı kö esinden. 21 Anımsanacaktır, o târihteki YÖK Ba kanı hsan Do ramacı ne zaman a zını açsa "YÖK yasası içindeki üniversitelerimiz tam anlamıyla özerktir" diyerek lâfa ba lıyor, YÖK’ün kimseye karı madı ını söylüyordu. Oysa imdi ortaya çıkıyor ki, Çernobil fâciası ardından çok yo un ve tehlikeli dozda radyasyona mâruz kalan halkımıza bu gerçe in bilim adamları tarafından da duyurulmasına YÖK engel olmu . Çünkü o dönemde kurulan "Radyasyon Güvenlik Komitesi" YÖK’e bir yazı göndererek, "kendilerinin bilgisi ve izni dı ında herhangi bir yayın yapmamasını" istemi . Yâni üniversiteler çok vahim bir gerçe i tesbit etseler bile, bunun halktan saklanmasını taleb etmi . En vahimi de, o târihte Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Ba kanı olan Prof.Dr. Ahmet Yüksel Özemre ODTÜ Rektörü’ne gönderdi i "Ki iye Özel" bir yazıda "Bilimsellik kisvesi altında, bilimi kamuoyunu tedirgin etmeye âlet etmek gibi âdî ve pespâye bir gâyeye vâsıta kılmak gayretke li i, hâmile kadınlarda panik yaratabilecek ve pekçok bebe in do madan katline vesile te kil edebilecektir. ODTÜ gibi ülkenin irfânına hizmet eden bir müessesenin mânevî îtibârını zedeleyen bu kabil suiniyet sâhibi ki ilerin ODTÜ bünyesinde barınabilmi olmasını derin üzüntüyle kar ılamakta oldu umuza inanmanızı istirhâm ederim" diyecek kadar sorumsuz davranabilmi . O zaman gerekli önlemleri almayan ve halktan gerçekleri saklayan hükûmetin, bilim adamlarını susturan YÖK’ün, YÖK’ü baskı altına alan Radyasyon Güvenlik Komitesi’nin ve konunun birinci derecede teknik sorumlusu olan Atom Enerjisi Komisyonu Ba kanı’nın imdi tek muhâtabı Türk Adâleti’dir... Ülkemizde demokrasi gerçekten de varsa Adâlet sormalı, onlar da hesap vermelidir...23 23 Ocak-Nisan 1993 arasında Prof. Özemre hakkında Cumhûriyet Savcılıklarına 400 den fazla suç duyurusunda bulunulmu tur. Ayrıca Ba bakan Süleyman Demirel, Ba bakan Yardımcısı Prof.Dr. Erdal nönü ile Sa lık Bakanı Yıldırım Aktuna Çernobil kazâsının akabinde TAEK Ba kanı olarak Prof. Özemre’nin: 1) görevini savsaklamı oldu unu, 2) gerçekleri halktan gizlemi oldu unu, 3) gerekli tedbirleri almamı oldu unu ve 4) Do u Karadenizli çocukların lösemiye yakalanmalarına sebep olmu oldu unu ileri sürerek hakkında Ankara Cumhuriyet Ba savcısı’na ayrı ayrı suç duyurusunda bulunmu lardı. O sıralarda TAEK Ba kanlı ı’nda aynı hükûmetin tâyin etmi oldu u Prof.Dr. Yalçın Sanalan bulunmaktaydı. Çernobil kazâsında TAEK'in ve Prof. Özemre’nin nasıl davranmı oldukları hakkında en iyi bilgiyi verecek mak m olan TAEK Ba kanı'nı es geçip bilgi almadan suç duyurusunda bulunan bu üç bakanın hüsn-i niyetle hareket etmedi i kar ısında Prof. Özemre, haklı olarak, siyâsî ihtirâsın insanların ahlâklarını ve davranı biçimlerini çok deforme etti ini dü ünmü tür. Daha sonra ANKA Haber Ajansı'nın 8 Mart 1993 târihli Gündem'inden ö rendi imize göre Ankara Cumhuriyet Ba savcısı ileri sürülen iddiaları vârid görmedi ini bildirerek bu suç duyurularını ilgili bakanlara gerisin geriye iade etmi . Prof. Özemre di er bütün dâvâlardan da beraat etmi tir. Ayrıca Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde "Çernobil Kazâsı’nın Türkiye üzerindeki etkilerini ara tırmak ve suçluları tesbit etmek" üzere Mayıs 1993’de kurulan ve dokuzbuçuk ay çalı an Meclis Ara tırması Komisyonu’nun 103 sayfalık raporu da Prof. Özemre’yi ibrâ etmi tir. [Bk. Ahmed Yüksel Özemre, Ah, u Atom'dan Neler Çektim! , Pınar Yayınları, stanbul 2002]. Hayatında hiçbir kimseye, hiçbir mahfele, hiçbir cemaate, hiçbir partiye sırtını dayamamı ; dâimâ ilmiyle, salâbetiyle ve dürüstlü ü ile 22 4 #4 #=- 5 5 %' " imdi Ukrayna sınırları içinde kalan Çernobil’de 26 Nisan 1986 günü meydana gelen nükleer santral kazâsının ardından Türk halkının sa lı ını korumakla yükümlü olanların görevlerini tam olarak yapıp yapmadıkları tekrar tartı ma konusu olunca, herkes kendisini savunmaya ba ladı. Bunlardan, üzerinde en fazla durmaya de er olanını dün bir gazetede okuduk. Me er o târihte Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Ba kanı sıfatını ta ıyan Prof.Dr. Ahmet Yüksel Özemre hep "do ru" olanları söylüyormu da, o sözleri, biz gazeteciler saptırıyor ve halkı aldatıyormu uz. Bakın Özemre ne diyor: "... Ben Türkiye’de radyasyon yok demedim. Devamlı sûrette, sâdece Çernobil kazâsından dolayı halka intik l eden gıdâ maddelerinde radyasyon, insan sa lı ı açısından, hiçbir mahzur te kil etmemektedir, dedim. Bu radyasyon demekten çok farklı bir eydir" demi . Sonra, "Türkiye Çernobil kazâsını All h’ın inâyetiyle rüzgârların tesiriyle çok rahat atlatmı tır. Avrupa’da en az etkilenen ülkeyiz" diye devam etmi . Bununla da kalmamı . O târihte üretilen çayda sıfır ile 89.000 bekerel/kg arasında de i en radyasyon ölçtüklerini, bu çayı bir yıl öncesinin 1985’in 115 bin ton çayı ile harmanlayarak25 12 bin 50026 bekerel/kg’a dü ürmeyi ve bu çayı piyasaya sürmeyi teklif ettiini açıklamı . Ne var ki o sırada Almanya’ya ihrâç edilen 50 ton çayda 25 bin bekerel/kg mikdârında radyasyon çıkınca, her eyin alt üst oldu unu anlatmı . Bu amücerred kalmayı tercih etmi olan Prof. Özemre'nin bütün bu suç duyurularından ve TBMM Ara tırma Komisyonu'ndan beraat ederek çıkmasının de eri iz'an sâhipleri tarafından gerekti i gibi de erlendirilecektir, umarım. (N. .) 24 Oktay Ek i’nin Hürriyet gazetesinin 30.12.1992 târihli nüshasındaki "Günün Yazısı"ba lıklı kö esinden. 25 1986 yılının kuru çay rekoltesi 140.000 ton civârında olmu tur. Bu çayın en az radyasyonlu bölümü 1985 yılından kalma radyasyonsuz 50.000 ton çay ile harmanlanarak kuru çayın kilosunda 12.500 bekörel’den daha az radyasyon bulunan bir karı ım elde edilmi tir. Geri kalan 58.078 ton daha yüksek radyasyonlu çay halka intik l ettirilmemi tir. 12.500 bekörel/kg kadar bir radyasyon içeren kuru çay demlendi inde elde edilen demin litresinde 370 bekörelden çok daha az bir radyasyon kalmaktaydı. Bu ise Avrupa Birli i’nin, bırakınız Çernobil kazâsı gibi ola anüstü durumları, ola an durumlarda dahî hâmile kadınların ve 1 ya ından küçük bebeklerin sulu gıdâ maddelerinde bulunmasına müsaade etti i radyasyon seviyesi idi. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Türk halkına bu tedbiri uygularken bunu yalnızca hâmile kadınlara ve 1 ya ından küçük bebeklere de il bütün yeti kinlere de uygulayarak çok daha katı bir radyasyon dozu normu türetmi tir. Bk. Ahmed Yüksel Özemre, Türkiye’nin Çernobil Çilesi, s. 145-184, Nehir Yayınları, stanbul 1993. (N. .) 26 Prof. Özemre'ye göre gazeteciler ne yazık ki ya 12.500 yazmasını bilmiyorlar ya da 12.500 yazdıkları zaman Türk halkının bunu çözüp okuyamıyacak kadar câhil oldu unu vehmediyorlar! (N. .) 23 rada elde kalan yüksek radyasyonlu 58 bin ton çayın hâlâ bir sorun te kil etti ini bildirmi . Önce bir noktayı belirteyim: E er yüksek radyasyonlu çayı sıfır radyasyonlu çay ile harmanlayıp piyasaya sürmek uygun ve sakıncasız bir metot ise, 1986’nın hâlen sorun olan 58 bin tonluk çayını daha sonraki yılların radyasyonsuz çayı ile harmanlayıp sakıncasız hâle getirmeyi neden kimse dü ünmedi de bu çay bir ba belâsı olarak yıllardır depolarda kaldı?27 Özemre’nin önerdi i metodun sakıncalı olması yüzünden mi? Özemre’ye sorarsanız, çayın 12 bin 500 bekerel/kg’ının sa lı a zararı yokmu . Çünkü demlenen ve sonra sıcak su ile koyulu u giderilen çayın bir litresinde radyasyon, 370 bekerelin altına yâni zararsız doz sınırına inermi 28. Çay, üç a a ı be yukarı dünyânın her yerinde birbirine benzer ekilde demlendi ine göre Avrupa ülkeleri o târihte neden 600 bekerel/kg’dan daha fazla radyasyonlu çayı almayı yasakladılar?29 Bir litrede 370 bekerellik oranı onlar bilmedikleri için mi, Özemre’nin hesaplama metodu yanlı oldu u için mi? Yoksa Türk halkının radyasyona dayanıklılık gücünün avrupalılarinkinden büyük oldu u yolunda bir bilgi var da bizim mi haberimiz yok? 27 Bu soruyu Ahmed Yüksel Hoca’ya ahsen de sordu umuzda aldı ımız cevap u oldu: "Matematikte yalnızca dört i lemden haberi olan bir ilkö retim 3. sınıf talebesine tansör analizinden ya da hiperkompleks sistemlerden bahsetmek ne derecede isâbetli olursa radyasyonun ilminden haberi olmayan bir kimseye de bunun uluslararası normlarından, felsefesinden ve ahlâkî prensiplerinden söz etmek de ancak o derece isâbetli olur. lim, fehâmet-idrâk-temyiz ehli olmayanlara sebil gibi da ıtılmaz; çünkü bunu anlamaktan âcizdirler. Sonuç olarak da dâimâ karamsar dü ünerek isâbetsiz, ilmî açıdan da saçma beyânlarda bulunurlar; kendi vehimlerini hâzâ ilim zanneder ve nifâk çıkartırlar. Çernobil kazâsından sonra TAEK, radyasyon ölçüm sonuçlarını ve radyasyondan uluslararası normlara göre korunma stratejisini i te bunun için avâma (yâni bunları fehmetmesi, idrâk etmesi ve temyiz etmesi mümkün olmayanlara) asl intik l ettirmedi. Buna kar ılık, bu ölçümleri ve TAEK’in yorumlarını ilmî kıstaslara göre yorumlayabilecek nitelikte, yurt içinden ve yurt dı ından ne kadar resmî kurulu varsa bunların TAEK’e bir taleblerinin vuku bulması hâlinde bunlar kendilerine derhâl iletildi. Türkiye içinden TAEK’den resmen bu ölçüm sonuçlarını ve resmî yorumumuzu taleb eden tek kurum ise Hâcettepe Üniversitesi Nükleer Mühendislik Bölümü oldu. Onunla da bütün sonuçlarımızı payla tık. lim avâmın ve diplomalı câhillerin eline bırakılmayacak kadar kıymetlidir. Çayların yıllardır depolarda kalmı olması ve ahsen benim buna kar ı cihâdımı ö renmek isteyenler lûtfen zahmet edip Muhabbet ve Mücâdele Mektupları ( stanbul Yayınları 2003) ba lıklı kitabımdaki V, V, X, XI, XII numaralı mektuplarıma ve EK:III’e, ve kezâ Ah u Atomdan Neler Çektim! (Pınar Yayınları, stanbul 2002) ba lıklı kitabımda s. 45-114 arasında yer alan "Çernobil Kazâsının Türkiye Üzerindeki Etkileri le lgili Olarak Kurulan TBMM Ara tırma Komisyonu”na 21 ubat 1993 târihinde takdim etti im raporumu okusunlar”.(N. .) 28 Radyasyonlu çay demlendi inde radyasyonun deme geçme oranı en fazla %70 civârındadır. TAEK hesaplarını, daha büyük bir emniyet marjıyla, radyasyonun deme % 100 oranında geçti i varsayımına göre yapmı tır. Bu takdirde demin litresindeki radyasyon 370 bekörelden daha az olmaktadır. Bu dem su ile koyulu u giderilince radyasyon, g yet tabiî, çok daha a a ı düzeye çekilmi olmaktadır. (Bk.Türkiye’nin Çernobil Çilesi , s. 145-172) (N. .) 29 Bunun cevâbı için Bk. Türkiye’nin Çernobil Çilesi , s. 74-76, 89-92. (N. .) 24 Özemre imdi Çernobil kazâsını Türkiye’nin çok rahat atlattı ını söylüyor. Kupür ar ivimizi öyle bir tarayınca gördük ki Özemre, Çernobil kazâsından tam 20 gün sonra yâni 14 Mayıs 1986 târihinde yayınlanan bir demecinde: "Devlet 54 milyonun radyasyon güvenli ini bu kuruma vermi tir. Çe itli söylentilerle tedirginlik yaratmak akıllı i i de ildir. (...) Radyasyonun Türk halkına zararı var mı yok mu, bırakın da biz ara tıralım, biz açıklayalım" dedikten sonra ilâve etmi : "Bu i in garantisi benim. Ama gene de teyakkuz hâlindeyiz. Herkesten önce radyasyon bula ı ı oldu u ileri sürülen gıdâları ilk önce yemeye gene ben tâlibim" Oysa Özemre’nin bu kadar kesin garantiler verdi i dönem yâni 26 Nisan’ı izleyen 33 günlük süre içinde Türk halkının ne ölçüde radyasyon aldı ının maalesef bilinemedi ini o dönemdeki Sanayi Bakanı Cahit Aral geçenlerde bizlere açıkladı. Nitekim imdi Karadeniz’den devamlı "sakat çocuk do umlarının ve kanser olaylarının arttı ını" bildiren haberler geliyor. Ama "Bu i in sorumlularını" hesap verme e kimse ça ırmıyor30. *** 30 Ahmed Yüksel Özemre, Türkiye’nin Çernobil Çilesi, s. 43-44’den u pasaj dikkat çekicidir (N. .): Bölgede (yâni Trakya’da) en fazla radyasyona mâruz kalan insanın bile, en karamsar de erlendirmeyle, fazladan yalnızca 50 mRem (milirem)’lik bir radyasyon dozu yüklenmi oldu u anla ılmı tı. Bu hesaplar 15 Mayıs’da, o târihe kadar toplanan bütün veriler göz önünde bulundurularak, bir kere daha yapılmı ve gene en karamsar de erlendirmeyle bu bölgede en fazla radyasyona mâruz kalmı bir kimseye yüklenen fazladan radyasyon dozunun kesinlikle 50 mRem’i ve tiroide yüklenen dozun ise kesinlikle 75 mRem’i a amayaca ı bulunmu tur. Guatrın I-131 aracılı ıyla yapılan te hisi için hastaya 40 mikroküri kadar I-131 verilebilmektedir. Bu takdîrde ise tiroide yüklenen dozun 70.000 mRem oldu u dü ünülecek olursa, Edirne ve civârındaki ahâli için hesaplanmı olan bu dozların hiçbir endî eye mahal bırakmayacak kadar dü ük dozlar oldu u a ikârdır. Uluslararası Radyasyondan Korunma Komitesi (ICRP)’nin bir insan için tesbit etti i maksimum müsaade edilebilir tüm vücûd dozu yılda 5 Rem yâni 5000 mRem idi. Bundan fazla dozun bir yılda alınması sa lık açısından rizikolu addedilmekteydi. Ancak Dünya Sa lık Örgütü (WHO) ile Dünya Çalı ma Örgütü (ILO) nükleer tesislerde çalı mayan sivillerin tehlike zamanlarında de il, normal zamanlarda bu dozun onda birinden daha fazlasına mâruz kalmamaları için sorumluları gerekli önlemleri almaya zorlayacak türetilmi bir norm geli tirmi lerdi. Bu norma göre nükleer tesisler de çalı mayan sivillerin tehlike dı ı zamanlarda alabilecekleri en yüksek doz olarak 500 mRem önerilmekteydi. Doz hesabının sonucu hepimize rahat bir nefes aldırmı tı. Herkesin yorgun ve bitkin yüzünde bir sevinç vardı. Yorgunluk ve bitkinli imizin de kuvvetlendirdi i bu sevinç sarho lu u içinde havamız, sanki, Türkiye’nin Çernobil Çilesi’nin sona ermi oldu unu sergiler gibiydi. Heyhat! Gaflet ki ne gaflet! O anda bütün bu ba ımıza gelenlerin Türkiye’nin Çernobil Çilesi’nin yalnızca yumu ak(!) bir girizgâhı oldu unu, asıl çilenin bundan sonra yurt dı ından dost görünen bir sürü dı dü manlar ile yurt içinden de bir sürü ön yargılı câhiller ve hattâ bazı çıkarların pe inden ko anlar tarafından örülece ini nasıl tahmîn edebilirdik ki? Evet: "Su uyur, dü man uyumaz!” 25 4 5 ! A* C) D0JD 9 " Önce Cahit Aral konu tu. Bo bo azlı ı yüzünden a zından mı kaçtı, kahramanlık taslarken sirkatin mi söyledi, bilemem, ama, konu tu: "Türkiye’den özür diliyorum, Çernobil’den sonra çok geç kaldık, panik yaratmamak için de olayı örtbas ettik...". Bu beyânlardan yalnızca birini tekzib etti Aral. Türkiye halkından özür dilememi . Aral’ın hemen ardından o dönemin cumhurba kanı Kenan Evren zıpladı. Râbıta, askerî ata elere örtülü ödenek, Arap ülkelerinin Türkiye’ye yaptıkları yatırımların gizli tutulması meselelerinde oldu u gibi, attı ı imzâyı (veyâ bastı ı mühürü) unuttu "Valllaaabillah benim haberim yok..."dedi; "Özal’a sordum, Aral’a sordum, çayların sa lam oldu unu söylediler. Bildi iniz gibi çay içmeye devam ediyorum netekim..." Çay içmeye devam etti i do ru. Ama Lipton’a Earl Grey’e çevirdi tercihini. "Radyasyonlu çay" dedikodularının çıkmasından hemen sonra, kö kün mutfa ındaki bütün çayların tahlil için ODTÜ’ye gönderildi ini, ondan sonra da oraya yerli çayın girmedi ini bilmeyen yok. Derken, Milliyet gazetesindeki arkada larımız, Atom Enerjisi Komisyonu’nun o zamanki ba kanı Ahmet Yüksel Özemre’nin ODTÜ rektörüne yazdı ı "zâta mahsus" mektubu çıkardılar ortaya. Mâlûm, radyasyonlu çay tahlillerini ODTÜ’deki üç genç bilim adamı yapıyordu: "Bilimsellik kisvesi altında, bilimi kamuoyunu tedirgin etmek gibi âdî ve pespâye bir g yeye vâsıta kılmak gayretke li i hâmile kadınlarda panik yaratabilecek ve pekçok bebe in do madan katline vesiyle te kil edebilecektir. ODTÜ gibi ülkenin irfânına hizmet eden bir müessesenin mânevî îtibârını zedeleyen bu kabil sûiniyet sâhibi ki ilerin ODTÜ bünyesinde barınabilmi olmasını derin bir üzüntüyle kar ılamakta oldu umuza inanmanızı istirhâm ederim..."32 Bunu yazan bir üniversite profesörü. "Ara tırma yapanları kovun" demeye getiriyor. 12 Eylûl üniversitelerinin ne tosuncuklar do urdu una yarın devam ederim. 31 Kurthan Fi ek’in Hürriyet gazetesinin 30.12.1992 târihli nüshasındaki "Bir Günün Hikâyesi"ba lıklı kö esinden. Gerçekten de sayın Özemre 1994 yılında kurulan TBMM'nin Ara tırma Komisyonu raporuna binâen Yüce Divan mesâbesindeki TBMM tarafından aklanmı ve de paklanmı tır. (N. .) 32 Söz konusu mektubun tümü okunmadan sa lıklı bir sonuç çıkarmak mümkün de ildir. (Mektubun metni için Bk. Ahmed Yüksel Özemre, Türkiye’nin Çernobil Çilesi, s.186-194). Mektupta Prof. Özemre raporda yer almı olan "... sâdece çaydan alınacak radyasyon bile gelecek nesillerde birçok çocu un ölü ve sakat do masına sebep olabilecektir" gibi ilmî tabanı olmayan ve hâmilelerde büyük pani e sebep olan ve en sonunda Sa lık Bakanlı ı’nın bu i için kurdu u, te kilinde ODTÜ raporunun müelliflerinden birinin de bulundu u Bilim Kurulu Raporu ile yalanlanan ifâdeye reaksiyonunu dile getirmi tir. A a ıda 29 no.lu dipnot ile ilgili olan bu Rapor’un sonucuna bir göz atınız. (N. .) 26 # 5 JJ 5: 3 "All h kerim" toplumumuzda yalnızca inanı ı dile getiren bir deyim olmaktan çıkmı , aldırmazlı ın, vurdumduymazlı ın simgesi, bilimin dü manı hâline gelmi tir. Bu olgu bizâtihî toplumlarda din, inanı ve bilimin yan yana ya amalarının olanaksızlı ından do muyor. Ça ımızda bilim ile inanı ın yan yana, bir arada ya adı ını gösteren çok örnek var. Bilimsel ara tırmaya en fazla kaynak ayıran, bu alanda en önde gelen ülke olan ABD, insanların inançlarına ba lılıkta en önde geldikleri bir diyârdır da aynı zamanda. Bu örnek gösteriyor ki Türkiye’deki lâçkalı ı, vurdumduymazlı ı, cinâyet kertesine varan sorumsuzlu u inanca, dine ba lamak olaya yüzeysel ve yanlı yakla maktır. "All h kerim", inanmı müslümanın felsefesi oldu u için de il, inancı vurdumduymazlık ve sorumsuzlukla karı tıran açıkgöz ile lâgarın sloganı oldu u için tehlikeli buluyoruz.34 1986-1987 Türkiye’sinin siyâsî egemenleri ile Ahmet Özemre veyâ Do ramacı ve yardakçıları gibi sözde bilim adamları, Çernobil fâciasının sonuçlarına sorumsuz biçimde yakla mı lardır. Onların bu davranı ları teammüden (önceden tasarlayarak) adam öldürmekle e anlamlıdır. Geli mi toplumlarda, TV’ye çıkıp yüzsüzce çay höpürdetenlerden35 ba layarak, tıpkı Hitler’in sözde bilim adamları gibi bilimsel gerçekleri siyâsetin emrinde saptıranlara kadar sorumluların istisnâsız tümü yalnız insan önüne çıkamıyacak duruma dü mezler, ama aynı zamanda resmî mak mlar onlardan hesap sorar. E er ger33 Ali Sirmen’in Cumhuriyet gazetesinin 01.01.1993 târihli nüshasında "Dünyada Bugün"ba lıklı köesinden. 34 Bu cümledeki dü üklük bizden kaynaklanmamakta olup sorumlulu u tamamen yazara aittir. (N. .) 35 Prof. Özemre’nin zengin gazete kupürleri kolleksiyonunu tetkik ederken Basın’da Cahit Aral’ın, Turgut Özal’ın ve Kenan Evren’in TV’de çay içmelerinin, Basın’da, sık sık dile getirilen fakat sebebini anlayamadı ımız bir reaksiyon ve hınca yol açmı oldu unu tesbit edince bu husûstaki dü üncesini sordu umuzda Hoca bize u açıklamayı verdi: "Çernobil kazâsının 1992-1993 döneminde yeniden gündeme getirilmesi: 1) ngiliz çayının türk piyasasına yerle mesi için yırtınanlar, 2) nükleer enerjiyi öcü gibi gösterme e gayret edenler, 3) Cumhurba kanı Turgut Özal’ı ve ANAP’ı zora sokmak isteyenler, 4) Demirel- nönü koalisyonundan menfaat koparmak isteyenler, ve 5) daha niceleri için bulunmaz bir bahâne olmu tur. Türk çayında radyasyon sa lı ı bakımından hiçbir sakınca olmadı ı konusunda Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’na îtimâd eden Aral, Özal ve Evren’in TV’de çay içmeleri Türk halkını rahatlatmı ; fakat Çernobil kazâsının yeniden alevlenmesinden u ya da bu ekilde maddî bir menfaat ya da yalnızca reaksiyoner bir tatmîn umanların iddialarını çürütmesi bakımından bu zevâtı a ırı bir asabîyete sevketmi tir”.(N. .) 27 çekten bir sivil toplum olu mu sa, kamuoyu, olayın sonuna dek götürülmesi için inanılmaz bir baskı yapar. Oysa basının tüm tepkisine kar ın, henüz toplumumuzda yeterince hareketlenme göremiyoruz. Bu durumun nedeni ise sivil demokratik örgütlenmenin sürekli engellenmesi ve ça da ya amın gerektirdi i düzeye bir türlü eri ememi olmasıdır. E er yeni bir Çernobil ya amak istemiyorsak vakit geçirmeden ve sorumluların hiçbirini ıskalamadan hemen hesap sorma mekanizmasını i letmek, yasal bo luklardan yararlanarak sıyrabilecek olanları ise toplumun nefretinin so ukluuyla buz gibi yalnızlı a iterek, insan içine çıkamaz hâle sokmak zorundayız. Bu arada geçmi ten ders alarak, olayları kayna ından ba layarak, daha dikkatli izlemek de bir zorunluluktur ve u anda Ukrayna’da ya anmakta oldu u söylenen olay kar ısında toplumun uyanık olması, TC Devleti’nin de derhâl harekete geçmesi gerekmektedir. AA’nın Londra kaynaklı bir haberine göre Ukrayna’daki Pivdenqukrainsk reaktöründe u anda 1986 yılında Çernobil’de ya anana benzer olaylar ya anmakta ve reaktörde, tıpkı Çernobil fâciasına yol açan hatâların benzerleri gözlenmektedir36. Pivdenqukrainsk reaktörünün Karadeniz kıyılarımıza 150 kilometre mesâfede oldu u dü ünülürse, ne ciddî bir tehlike ile kar ı kar ıya oldu umuz kolayca anla ılır37. Ayrıca eski Sovyetler Birli i’ni olu turan devletlerin her birinde (Rusya Federasyonu ve Ukrayna Cumhuriyeti dâhil) egemen olan karı ıklık, da ılmı ve bir türlü do ru dürüst toparlanamamı olan idârî mekanizma ve bunun sonucu egemen olan karma a ve sorumsuzluk göz önünde bulunduruldu unda, tehlikenin boyutlarının nasıl büyüdü ü kolayca anla ılabilecektir. *** 36 Prof. Özemre Ukrayna’da Pivdenqukrainsk diye bir reaktörün bulunmadı ını buna kar ılık Pivdenno Ukrainska nükleer santralin mevcûd oldu unu ve bu santraldeki reaktörlerin u âna kadar (yâni 2004 yılına kadar) herhangi bir nükleer kazâ geçirmi olmadıklarını bildirmektedir. (N. .) 37 Söz konusu santralin bulundu u Pivdenyi’den Karadeniz kıyılarımıza 150 km de il, ku uçusu olmak üzere: 1) neada’ya 932 km, 2) stanbul’a 1032 km ve 3) Sinop’a da 978 km gibi bir uzaklık bulunmaktadır. (N. .) 28 E 9 9! JS 3 Çernobil fâciasının sebep oldu u radyasyon yayılmasının halktan gizlenmesi deh eti, birçok gerçe i gün yüzüne çıkarıyor. Bunlardan birincisi, dönemin yöneticilerinin siyâsî ahlâk düzeyleri ve toplumdan ölümle sonuçlanabilecek olayları gizleyen bu ki ilerin demokratlık ölçüleridir. Burada olay siyasal sorumlulu u a an bir boyuta vardı ından, bütün sorumluların üzerine gidilip yargı önünde hesap sorulması, demokrasinin gere idir. Bu arada, iktidarı gasb ederek bulundukları noktaya gelen ve sonra "sorumsuzluklarını"anayasal metin hâline getiren ki ilerin sorumlulukları konusu da gündeme gelecektir. Bu konu çok daha kapsamlı bir ba ka siyasal sorunu içeriyor ki, zamanı geldi inde ayrıca tartı ılacaktır. Ancak, dilerse yanlı bilgilendirme yüzünden iyi niyetle yapmı olsun, Kenan Evren’in televizyona çıkarak çay yudumlaması ve tehlikeli boyutta radyasyon olmadı ını söylemesi de bâzı gerçekleri ortaya seriyor. Her eyden önce, devlette görev alacak bir memuru, seçimlere katılacak bir adayı bile kendi kaynaklarından incelettiren Evren’in, radyasyon konusunda neden aynı eyi yapmadı ı sorulabilir. Çıkan sonuç ne olursa olsun; televizyonda hamâset edebiyatı yapanlar, bir gerçe i açıklıkla gözler önüne sermi lerdir: Hamâset ile habâset ve hamâkat biribirlerine çok yakın kavramlardır ve cebr-i iddeti hamâset ile örtme e kalkınca, kolayca habâset ve hamâkata kaymak olana ı vardır. Konunun bütüm yönleri tartı ılacaktır toplumda. Yeni felâketleri önlemenin ve demokrasiye do ru yeni adımlar atmanın ba ka bir yolu da yoktur. Bu arada, Çernobil radyasyonunun Türkiye’ye etkileri olayı, çok önemli bir ba ka konuyu, bilim adamının sorumlulu u ve ahlâkı konusunu özellikle Ahmet Yüksel Özemre’nin ki ili inde gündeme getirmi bulunuyor. Burada neden, gerçe in açıklanmaması için emir veren YÖK Ba kanı hsan Do ramacı ile Kemal Karhan’ın de il de, Ahmet Yüksel Özemre’nin konunun odak noktası hâline getirildi i sorulabilir. 38 Ali Sirmen’in Milliyet gazetesinin 04.01.1993 târihli nüshasındaki "Dünyada Bugün"ba lıklı kö esinden 29 Yanıt çok basittir. Bilimi ve ahlâkı katleden YÖK’ün ba ı Do ramacı ile YÖK’ün ate li neferi Kemal Karhan’ı bilim adamı ve bilim ahlâkı ba lı ı altında incelemeye olanak yoktur da ondan. Ama Ahmet Yüksel Özemre için aynı eyi söylemek olanaksızdır. Olay ba ladı ı andan îtibâren, meslekda larını ve basını, konuyu anlamamakla, cehâletle suçlayan Özemre; kendi alanında isim yapmı bir bilim adamıdır. Ahmet Yüksel Özemre’nin kimi meslekda ları ile basın için ileri sürdükleri do ru olabilir. Hele basının, nükleer enerji ile ilgili konularda en do ru, en geli mi bilgi ve yorumları sunabilecek bir donanımda olmadı ı yadsınamaz. Ama gerçek bilim adamında bulunması gereken sorumluluk, bu gibi durumlarda, herkesi küstahça ifâdelerle küçümseyerek tepeden bakan demeçlerle i i geçi tirmek midir? Yoksa kamuoyunu do ru yönde bilgilendirmek üzere harekete geçmek mi? Ya amsal bir konuda do ru yorumu sunmamanın gerekçesi "polemi e girmekten kaçınmak ve zâten buna da vakti olmadı ını"ileri sürmek olabilir mi? Bu durumda adama sormazlar mı "Efendi bu toplumun parasıyla olanaklarıyla bilim yapan sen, aynı toplumun ya amsal bir konuda uyarmazsan, senin bilimin neye yarar?"diye. Ahmet Yüksel Özemre radyasyonla ilgili gerçe i topluma açıklamamı tır39.Bu konuda baskı altına alınmı olması40 bir mâzeret te kil etmez. Bilim adamı olma ayrıcalı ına sâhip olan ki i, o niteli in gerektirdi i bilinç ve ahlâkî sorumlulu a da sâhip bulunmalıdır. Emri kim vermi olursa olsun, Özemre’nin do ruyu açıklama yükümlülü ü vardı. Ama o, bu yükümlülü ünü yerine getirmemi tir. Bilimsel gerçeklere kendi üstün çabasıyla ula an ki i, elde etti i gücü insanlı ın ve toplumun yararına kullanmak yükümlülü ünü de üstlenmek durumundadır. Atom çekirde inin parçalanmasında ve nükleer bombaların yapımında görev almı bulunan fizikçiler, bu sorunla kar ıla mı lardır. Ama onların hiçbiri, söz konusu sorumlulu u Ahmet Yüksel Özemre gibi hafife almamı lardır.Bilim adamının sorumlulu u konusunu hafife alan, bilimsel ahlâkın gere ini yerine getirmekten kaçınan ki inin de il bilim adamlı ı, salt adamlı ı bile toplum açısından be para etmez. 39 Bk. Sayın Özemre'nin gazetecilerin de yo un olarak katılmı oldukları 15 Eylûl 1986 târihli Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Danı ma Kurulu açı konu masının EK:I'deki tam metni. 40 Sayın Özemre o zamanki Hükûmet'in, Hükûmet olarak, kendisine baskı icrâ etti i iddialarını reddetmekte; aksine, Hükûmet'in 2690 sayılı k nûnun kendisine tanımı oldu u sorumluluklara asl müdâhale etmemi oldu unu açıkça beyân etmekte; Çernobil kazâsı dolayısıyla alınmı bütün kararların, uygulamaların ve yürütülmü olan sratejilerin bütün ilmî sorumlulu unun TAEK'e ve öncelikle de kendisine râci oldu unu ifâde etmektedir. Prof. Özemre'nin tek yakındı ı konu bir bakanın TV-1'de kendisine koydurmu oldu u ambargodur. Bu ambargoyu da TV-2 yayına ba ladı ında kendisine bu kanalda da bir ambargo koydurmayı unutmu olan Bakan'ı atlatarak Can Okanar sâyesinde delmi ve 35 dakikalık bir konu mayla Çernobil kazâsı ve TAEK'in faaliyetleri hakkında milleti rahatlatmı oldu unu ifâde etmektedir. Bk. Ahmed Yüksel Özemre, Çernobil Komplosu, s. 151-154, Bilge Yayınları, stanbul ubat 2004. (N. .) 30 Yüzyılımızın en büyük bilim adamlarından Albert Einstein, bu gerçe i öyle dile getiriyordu: "Bilinçsiz vicdânsız bilim, rûhun çöküntüsünden ba ka bir ey de ildir". Aidiyeti cihetiyle Ahmet Yüksel Özemre’ye sunulur. NOT: Ali Sirmen’in bu yazısından 5 gün önce ve Medya’nın, zamanın hükûmetiyle anla malı olarak, Çernobil kazâsını 17 Aralık 1992’den îtibâren ikinci defa gündeme ta ımasından 14 gün sonra Prof. Özemre’nin zamanın cumhurba kanı Turgut Özal’a yazmı oldu u a a ıdaki mektup kendisinin "baskı altında kaldı ı" iddiasına açıklık getirmektedir. (N. .) Üsküdar, 31 Aralık 1992 Sayın TURGUT ÖZAL CUMHURBA KANI Çankaya/Ankara Muhterem Efendim, 1000 MWe müesses gücündeki bir nükleer santral bir yılda 1.600.000 ton petrol tasarrufu sa lar. E er Türkiye bu kabilden on nükleer santrale sâhib olsa ve Türkiye’nin misâlini Kuzey Afrika ve Orta Do u’da o âna kadar petrole ba ımlı olan toplam 9 ülke daha izlemi olsa, bir nükleer santralin ortalama ömrü 30 yıl oldu una göre, 30 yıl süresince bu 10 ülke toplam olarak dört milyar sekizyüz milyon ton petrol tasarruf etmi olacaktır. Bunun ise Dünyâ petrol kartelinin asl i ine gelmeyece i â ikârdır. Dünyâ petrol karteli yeryüzündeki nükleer teknolojinin yaygınlı ını kısıtlayabilmek için elinden geleni yapmakta, bunda ba arılı olamadı ı zamanlarda da nükleer enerjinin hiç de ilse bugünkü statüsünü oldu u gibi koruma a çalı maktadır. Kartel bu amaca ula abilmek için de i ik taktik ve stratejiler kullanmaktadır. Bunlar arasında: 1. (Bilhassa A.B.D.nde oldu u gibi) Belediye ve Eyâlet meclislerine seçilen ya da seçildikten sonra kendisine ba lanan üyeler aracılı ıyla nükleere santral in aını engelleyebilecek nitelikte kararlar istihsâl etmek41, 2. Çevreci hareketleri, ve bu meyânda Greenpeace hareketini, üçüncü ahıslar aracılı ıyla paraca desteklemek, 3. Halkın nükleer enerji hakkında a ırı ku kulu olmasını temin etmek üzere her türlü medyadan yararlanmak, 41 Fransa’da bir nükleer santral 48 ilâ 50 ayda hizmete girerken, 1975’denberi sivil amaçlı nükleer santral in a edilmeyen A.B.D. için bu zamanın, tesis edilmi olan bürokratik engeller dolayısıyla, 18 sene olaca ı hesaplanmı tır. 31 4. Nükleer enerji taraftarı kurum ve ahısları karalamak, 5. Nükleer santral tesis edecek olan ülke "Nükleer Silâhların Yayılmasını Önleme Antla masını" imzâlamı bile ve dolayısıyla Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın kontrolünü kabûl etmi olsa bile, bu ülkenin art niyetinin atom bombası yapmak oldu unu yaymak da vardır. Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı sayın Ersin Faralyalı’nın Hükûmetin Türkiye’ye bir nükleer santral kazandırmak husûsundaki siyâsî irâdesini açıklamasından hemen sonra, Milliyet gazetesinin 17 Aralık 1992 târihinde Çernobil Kazâsı’nı sansasyonel bir biçimde yeniden gündeme getirmesi ve Basın’ın bir bölümü ile birlikte kendilerini ilerici olarak niteleyen bâzı meslek kurulu larının bunu sürekli bir karalama kampanyasıyla gündemde tutma gayretleri arasındaki tevâfuk, bu görü açısından fevkalâde ilgi çekici gözükmektedir. Basın’ın belirli bir bölümü, Çernobil Kazâsı’nı izleyen günlerden azlime kadar ve azlimden sonra, o günkü hükûmetin ve de özellikle zamanın Ba bakanı olarak zât-ı âlînizin bu kazânın Türkiye üzerindeki etkileri konusunda Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’na (TAEK’e) herhangi bir baskı uygulayıp uygulamadı ınızı sürekli olarak soragelmi tir. Ben de her zaman 2690 sayılı yasanın TAEK’e yüklemi oldu u sorumluluklara ve yetkilere zât-ı âlînizin asl müdâhale etmemi ve herhangi bir konuda da baskı uygulamamı oldu unuzu ifâde etmi imdir. Bugünkü bu kritik günlerde bunu bir kere de yazıyla ifâde etmek ve TAEK Ba kanlı ı görevim esnâsında TEAK’e göstermi oldu unuz bu olgun tututmunuzun TEAK tarafından ükrânla kar ılanmı oldu unu açıkça ifâde etmek isterim. TAEK’in, söz konusu yasanın Türkiye’nin radyasyon sa lı ı ve güvenli i açısından kendisine yüklemi oldu u bilimsel vecîbelerin tümüyle bilincinde olarak ve bütün sorumlulu unun da ancak ve ancak kendisine râcî oldu unun idrâki içinde faaliyet göstermesi ancak bu sâyede mümkün olabilmi tir. Bununla beraber, aynı eyi Sanayi ve Ticâret Bakanı ve "Türkiye Radyasyon Güvenli i Komitesi" ba kanı sayın Câhit Aral için bu kadar kayıtsız artsız ifâde etmem maalesef mümkün de ildir. Sayın Aral "ODTÜ Raporu" diye bilinen ve radyasyon konusunda uzman olmayan ODTÜ’lü 3 ki inin çay içen bütün hâmilelerin çocuklarının sakat do aca ı husûsundaki evhamlarını dile getiren yazılarının gene Milliyet gazetesi tarafından yayınlanmasından sonra, o âna kadar göstermi oldu u dirâyet ve salâbetli tutumu maalesef reddedercesine, büyük bir fehâmet zaafı göstererek radyasyon sa lı ı ve güvenli i konusunda yasal olarak tek yetkili merci olan TEAK’i bu 3 ki iyle aynı kefeye koymu ; TAEK’in yetki ve bilgisinden üphe etmi ; TAEK’i onlarla aynı masada müzâkereye zorlamı ( ); bununla da yetinmemi aynı eyin ikinci bir defa daha yapılmasını istemi se de bendenizin direnmesi kar ısında bundan vaz geçmek zorunda kalmı tır. Ama bizzat bir bakanın a zından TAEK’e kar ı üphelerinin kamuoyuna ızhârı basının belirli bir kesiminin TAEK’in dirâyet ve selâbetini, bilimsellik ve temkinini baltalamak için maalesef bulunmaz bir fırsat olmu tur. 32 Çernobil Kazâsı’nın hemen akabinden azlime kadar TAEK’in almı oldu u önlemleri ve azlimden sonra dahi bendenizin bu konudaki faaliyetlerimi özetleyen bir belgeyi, bu konunun 7 senedir çilesini çekmi ve çekmekte olan ve bu açıdan da bilgi bakımından en selâhiyetli durumda bulunan bir kimsenin tertipledi i derli toplu bir özetin Cumhurba kanlı ı nezdinde bulunmasında yarar olabilece i dü üncesiyle, ili ikte tetkikinize arz ediyorum. Bu, üyesi oldu um TAEK Danı ma Kurulu’nda 25 Aralık 1992’da yapmı oldu um 61 dakikalık bir konu manın metnidir. Bu vesiyle ile selâm ve saygılarımın kabûlünü arz ve istirhâm ederim, sayın Cumhurba kanım. ( mzâ) Prof. Dr. Ahmed Yüksel ÖZEMRE TAEK Danı ma Kurulu Üyesi, ve TAEK Eski Ba kanı ( ) A a ıda Prof. Özemre’nin TAEK Ba kanı olarak ODTÜ Rektörü Prof.Dr. Mehmet Gönlübol’a "Zâta Mahsûs" kaydıyla yazmı oldu um resmî bilgi notu bulunmaktadır: # SAYI : KONU: ÖZEL KALEM: 0521-16-87 "ODTÜ raporu" denen rapor hk. V 44 4 Ankara, 15.02.1987 Sayın Prof.Dr. Mehmet Gönlübol Orta Do u Teknik Üniversitesi Rektörü mız. lgi: 27.01.1987 gün ve Özel Kalem: 0521-10-87 sayılı "Zâta Mahsûs" yazı- 1. "ODTÜ raporu" nâmıyla basına intik l etmi ve üniversitenizden Doç.Dr. Olcay Birgül, Doç.Dr. nci Gökmen ile Doç.Dr. Aykut Kence’nin imzâlarını ta ıyan "Çayda Radyoaktivite Ölçümleri ile lgili Rapor"da yer almı olan hususların kar ılıklı tartı ılması için Türkiye Radyasyon Güvenli i Komitesi Ba kanı sayın Sanayi ve Ticâret Bakanı Câhit Aral’ın talebi üzerine TAEK Çekmece Nükleer Ara tırma ve E itim Merkezi'’in yüksek düzeydeki ilmî elemanları ile adıgeçenler, TAEK Rad33 yasyon Sa lı ı ve Güvenli i Dairesi ba kanının da i tirâkiyle 13 ubat 1987 Cuma günü saat 10.00’da ÇNAEM’de Sa lık ve Sosyal Yardım Bakanlı ı’nın bu toplantı için gözlemci olarak vazifelendirmi oldu u S.S.Y.B. Çevre Sa lı ı Daire Ba kanı Doç.Dr. Tu rul Ülgen, S.S.Y.B. stanbul Bölge Hıfzıssıha Enstitüsü Müdürü Dr. Yakup Hamzaçebi ve Kim.Müh. U ur Gümü ile stanbul Üniversitesi Cer-rahpa a Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı Ba kanı Prof.Dr. rfan Urgancıo lu’nun nezâretinde biraraya gelmi lerdir. 2. Toplantı, ö le yeme i için verilen ara sarf-ı nazar edilirse, 14 ubat 1987 Cumartesi sabahı saat 05.00’e kadar kesintisiz 19 saat sürmü tür. 3. Toplantının önemli bir bölümü ses bandına kaydedilmi tir. 4. ODTÜ’den Doç.Dr. Ali Gökmen de bu toplantıya katılmayı taleb etmi ; bu arzusu kabûl edilmi tir. Adıgeçen toplantıya ba ından sonuna kadar katılmı tır. 5. Toplantı esnâsında raporun müelliflerine raporlarındaki doz ve risk hesapları ile ilgili hatâları teker teker izah edilmi ve müellifler bütün hatâlarını istisnâsız idrâk ve kabûl etmek mecbûriyetinde kalmı lardır. Ancak, müzâkereler çetin geçmi ve müellifler devamlı olarak müzâkereyi sayın Bakan Câhit Aral’ın radyasyon konusundaki kitapçı ı üzerine devamlı çekebilmek için büyük gayret sarfetmi lerse de bu kabûl edilmemi tir. Müelliflerin bu çabası toplantıyı birkaç saat me gûl etmi tir. 6. Raporun müellifleri toplantı esnâsında sürekli olarak kendilerinin bu rapor konusunda istismar edilmi olduklarını, niyetlerinin hâlisâne akademik niyet oldu unu ama raporun kendilerinin hüsn-i itimadlarını suistimâl eden biri tarafından basına sızdırılmı oldu unu ve bundan da büyük üzüntü duyduklarını ifâde etmi lerdir. Kendilerine raporlarındaki bütün hatâları izah ve ispat edilen rapor müellifleri bu hatâlarını kabûl etmekle birlikte dozla ilgili olarak yapmı oldukları de erlendirmedeki hatânın nihaî tutanakta yer almamasında ısrar etmi lerdir. Oysa söz konusu hatâ rapordaki hatâların en büyü ü, ve bu hatâya dayanarak kendilerinin basına sızan raporlarında "sâdece çaydan alınacak radyasyon bile gelecek nesillerde yüzlerce çocu un ölü ve sakat do masına neden olacaktır"( ) diye kesin bir yargıya sebep oldu undan müelliflerden bu hatâlarının, ilim ahlâkı çerçevesinden, tutanakta yer alması taleb edilmi tir. Müellifler buna yana mamı lar ve 19 saatlik görü me sırasında madde madde mü tereken tesbit edilmi olan tutana ı imzâlamakdan istinkâf ederek toplantıyı terketmi lerdir. 7. Durumu tefsirsiz olarak fehâmetinize ve gere ini de emirlerinize arz ederken, hîn-i hâcette: 34 1) Ses kayıtlarını ÇNAEM’de dinlenebilece ine, 2) S.S.Y.B. mü âhidleri ile Prof.Dr. rfan Urgancıo lu’nun ahsî ehâdetlerine ba vurulabilece ine, 3) Ayrıca, toplantıya katılmı olan: a) Özer Özerden (TAEK Radyasyon Sa lı ı ve Güvenli i Dairesi Ba kanı) b) Prof.Dr. Atillâ Özalpan (ÇNAM Müdürü) c) Doç.Dr. Çetin Algüne (ÇNAEM Müdür Yardımcısı) d) Mutlu Dökmen (ÇNAEM Müdür Yardımcısı) e) Dr. Selâhattin Göksel (ÇNAEN Sa lık Fizi i Bölümü Ba kanı) f) Dr. Erdener Birol (ÇNAEM Radyobiyoloji Bölümü Ba kanı) g) Dr. Ulvi Adalıo lu (ÇNAEM Nükleer Mühendislik Bölümü Ba kanı) h) DoçDr. Kutlan Özker (ÇNAEM Radyofarmasötik Bölümü Ba kanı) i) Hasan Alkan (ÇNAEM Sa lık Fizi i Grup efi) nin ehâdetlerine de müracaat edebilece inize dikkatinizi çekmeme müsaadelerinizi istirhâm ederim. ( mzâ) Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre TAEK Ba kanı *** ( ) Sa lık Bakanı Yıldırım Aktuna’nın Ocak 1993’de kurmu oldu u "Çernobil Radyasyon Kazâsının Etkilerini De erlendirme Kurulu" ubat ayının sonuna do ru raporunu yayınlamı tır. Uz.Dr. Ahmet Dündar Miski (Sa .Bak. Müste ar Yard.), Uz.Dr. Servet Erba ı (Sa . Bak. Temel Sa lık Hizmetleri Genel Müdürü), Op.Dr. Tevfik A. Akıncıo lu (Sa . Bak. Tedâvi Hizmetleri Genel Müdürü), Prof.Dr. Ay e Akın Dervi o lu (Sa .Bak. A.Ç.S.A.P. Genel Müdürü), Uz.Dr. Cemil Ku o lu (Sa .Bak. Kanserle Sava Dairesi Ba kanı), Sâlih Hacıömero lu (Sa .Bak. 1. Hukuk Mü âviri),Prof.Dr. evket Ruacan (TÜB TAK Tıp Ara tırma Grubu), Prof.Dr. Yalçın Sanalan (TAEK Ba kanı), Prof.Dr. Önder Berk (Gülhâne Askerî Tıp Akademisi Onkoloji Bilimdalı Ba kanı), Doç.Dr. Nâzan Günel (Ankara Üniv. Tıp Fak. Onkoloji Bilimdalı), Doç.Dr. Nâhide Konuk (Ankara Üniv. Tp. Fak. Hematoloji Bilimdalı), Doç.Dr. Ceyda Karadeniz (Sosyal Sigortalar Kurumu Ankara Hastahânesi), Doç.Dr. Erkan bi (Ankara Üniv. Tıp Fak. Radyobiyoloji Bilimdalı), Prof.Dr. Uluhan Berk (Radyoloji Uzmanı) ve Doç.Dr. nci Gökmen42 (ODTÜ)'nün 42 nci Gökmen, Aykut Kence ve Olcay Birgül ile birlikte, "... sâdece çaydan alınacak radyasyonun bile gelecek nesillerde birçok çocu un ölü ve sakat do masına sebeb olaca ı..." iddiasını dile getiren 35 imzâlarını ta ıyan bu rapor Sa lık Bakanı'nın popülist manevralarına indirilen ilk büyük darbe olmu tu. Raporda: "... Sonuç olarak: Bugüne kadar yapılan ara tırmalara göre kanser ve doumsal anomaliler ile radyasyonun ili kisini ortaya koyabilmek mümkün olamamı tır. Bununla birlikte; bu ara tırmaların önümüzdeki yıllarda meydana gelebilecek sa lık problemlerinin ortaya çıkarılabilmesi için devam ettirilmesi ve sa lıklı çalı an kanser kayıt sisteminin olu turulması gerekti i ortaya konmu tur..." denilmekteydi. Prof. Özemre’ye göre bunun türkçe yorumu ise udur: 1) Koalisyon Hükûmeti ortakları tarafından pompalanmı olan: "Çernobil kazâsı dolayısıyla Türkiye'yi etkilemi olan radyasyonun kansere ve sakat çocuk do umlarına sebeb oldu u" iddiası Gerçek ile ilgisi olmayan bir hezeyândır; 2) Sa lık Bakanının Rize Hastahânesi'ndeki Havvâ Toptan isimli bir hastanın hastalı ını bir bakı ta tesbit ederek43: "Senin hastalı ın radyasyondan kaynaklanıyor" demi olması da vehmini ilim addeden bir safsatadır; 3) TAEK eski ba kanı Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre'yi lösemili ya da sakat do mu olan çocukların müsebbibi olarak göstermek de âdî bir iftirâdır. *** ve Basın'da ODTÜ Raporu diye bilinen raporun üç müellifinden biridir. Bu rapor, ne yazıktır ki Basın'ın da pompalamasıyla, hanımlar arasında ihdâs etti i korku ve vehim yüzünden en azından stanbul'da pekçok hâmile kadının kürtaja müracaat etmesine sebeb olmu olan bir beyannâmedir. Kendisinin Sa lık Bakanlı ı'nın bu kurulunda eski vehminden rücu etmi olmasını gene de bir olgunluk addetmek gerekir. [Bk Ahmed Yüksel Özemre, Türkiye'nin Çernobil Çilesi, s. 185-217, Nehir Yayınevi, stanbul 1993] (N. .) 43 11 Ocak 1993 günü Rize'de bulunan Sa lık Bakanı Yıldırım Aktuna kendisine ikrâm edilen çayı: "Bu çay radyasyonlu" diye içmemi ; böylece, türk çayının rezîl olmasına u ra an birilerinin ekme ine hiç ümid etmedikleri bir ya sürmü ; ve aynı gün Rize Hastahânesi'ni ziyâretinde de Havvâ Toptan isimli bir hastanın hastalı ını bir bakı ta tesbit ederek(!): "Senin hastalı ın radyasyondan kaynaklanıyor" demi tir. [Bk. "Türkiye"gazetesinin 12.1.1993 târihli nüshası] (N. .) 36 # # # 4 #=- '' " Haftalardanberi Çernobil olayı ve radyasyon konusunda yazılanlara, çizilenlere bakınız: Kendinizi "tam-tam"sesleriyle ortalı ı inleten bir Afrika kabilesi içinde sandı ınız olmuyor mu? Çernobil’deki nükleer santral kazâsı, 1986 yılının 26 Nisan günü oldu. Yanılmıyorsak iki ya da üç gün sonra sveç’ten "Ülkemizdeki radyasyon oranları birdenbire normalin çok üstüne fırladı" eklinde bir haber gelince kıyâmet koptu. Nitekim olayı o zamana kadar saklayan Sovyet Lideri Mihail Gorbaçov dünyâdan özür dileyerek kazâyı açıkladı. Bunlar bildi imiz basit gerçekler. Kazânın bizi etkilemesi ihtimâli ayan beyân ortadaydı. Nitekim Mayıs ayının ilk günlerinde Türkiye Atom Enerjisi Kurumu "Edirne üzerinden geçen bir bulut ve meydana gelen ya ı " nedeniyle o yörede yüksek oranda radyasyon tesbit edildi ini açıkladı. Halkı uyardı. Tabiî yetkililerimiz hemen "Endî e edecek bir husus yoktur. Hükûmet gereken her türlü tebdirleri almaktadır" eklinde, halka kesinlikle inandırıcı görünmeyen açıklamalar yapmaya ba ladılar. Açıklamaların ve "alınıyor" denen önlemlerin yetersizli ini yazanlara ve söyleyenlere lânet okudular. Devlet adına konu an yetkililerden yalan dinleye dinleye gınâ getirmi bir toplumu "bize güvenin" diyerek ve televizyon kameraları önünde radyasyonlu çay içerek teskin edeceklerini sandılar. Aradan altı buçuk yılı a kın zaman geçtikten sonra hep birlikte aya a kalkıp "suçlular cezâlandırılsın" diyoruz. (Bunu diyenlerden biri de biziz). Çünkü bize yapılan muameleyi içimize sindiremiyoruz. Dedi imiz yanlı de il de g liba dememiz gereken ba ka eyler de var. Birini suçlamak için onun suçunun ne oldu unu bildirmek gerekir. Bir ba ka deyi le, o dönemin yetkililerinin, örne in Ba bakan Turgut Özal’ın, Sanayi ve Ticâret Bakanı ve aynı zamanda Türkiye Radyasyon Güvenli i Komitesi Ba kanı Cahit Aral’ın ve Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) Ba kanı Prof.Dr. Ahmet Yüksel Özemre’nin sorumlu tutulmaları için "Alınması gereken önlemler u idi ama siz elinizde imkân bulundu u ve yasalar size bu görevi verdi i hâlde, o önlemleri almıyarak u u u zararlara yol açtınız" dememiz lâzım. Örne in radyasyonun tehlikeli boyutlara ula tı ı tesbit edilen yerlerde ortaya çıkan ve radyasyonla ili kili sayılan hastalıkların arttı ını ve bunların ancak radyasyona ba lı olarak meydana gelebilece ini ispat etmemiz lâzım. 44 Oktay Ek i’nin Hürriyet gazetesinin 11.01.1993 târihli nüshasındaki "Günün Yazısı"ba lıklı kö esinden. 37 Oysa yetkililere soruyoruz. Ne ellerinde güvenilir bir sa lık istatisti i olduunu söylüyorlar, ne ortaya çıkan kanser olaylarını Çernobil kaynaklı radyasyona ba lamayı zorunlu sayıyorlar. Yâni meselenin "cezaî sorumluluk" kısmı –ke ke gerçekle ebilse ama- biraz karı ık. Oysa bir ba ka tarafı var ki... Sâdece Çernobil gibi nükleer kazâlar nedeniyle de il, bu ülkenin iyi yönetilmesi açısından, toplumumuzun dünyâ ile bütünle ip ça da uygarlı ı yakalayabilmesi açısından, demokrasimizin gerçek bir demokrasi hâline gelebilmesi açısından... Kısaca hemen her açıdan önemli. Çernobil kazâsının yol açtı ı maddî zararı ve onun sorumlularını bilmesek de, halkımızı bir "koyun sürüsü" sayanların ve kazânın yol açtı ı radyasyon hakkında açık ve güvenilir bilgiler vermek var iken "Hiçbir tehlike yok. Bize inanın" diyenlerin –örne in o zamanki Ba bakan Özal’ın, Bakan Aral’ın, TAEK Ba kanı Özemre’ninsorumlu olduklarını bilmeliyiz. Gerçi Halkın Gerçekleri Ö renme Hakkı’nın varlı ını bir Anayasal hak olarak kabûl edip, gerekli yasal düzenlemeleri yapmadıkça yakalarına yapı mamız mümkün de ildir, de ildir ama, giden Çernobil gitti. Hiç de ilse bundan sonrakilerde, sorumluları, halka açık ve dürüst olmaya zorlayabiliriz. Dürüst ve açık davranmıyanları da cezâlandırabiliriz. Hani Sayın Demirel’in imdilerde pek hatırlamadı ı " effaf devlet"i vardı ya. te onu ancak o zaman kurabiliriz. *** 38 H5 F " 8 " " ) 550 5 'R Hiç ku kunuz olmasın, her ey unutuldu u gibi radyasyon meselesi de birkaç gün (veyâ hafta) sonra unutulup gidecek, Mâlûm; "hafıza-i be er..." sorunu... Ben, her ey tamâmen unutulmadan, bir bilim adamımızı gündeme getirmek istiyorum sizlere... Bu ki i, bir kazâ sonucu Çernobil’den yayılan radyasyonu, bile bile bizlere ve tüm dünyâya yedirip içirmekte sakınca görmeyen Prof.Dr. Ahmet Yüksel Özemre’dir. Politikacıların suçu, bu ki iye inanmaktır. Onlar "bilime inandıklarını" sandıkları için daha az suçlu sayılabilirler. Özemre çok sayıda kitap yazmı bir fizikçidir. stanbul Teknik Üniversitesi’nce yayımlanan Ça da Fizi e Giri adlı kitabına yazdı ı önsöz, bilim dünyâsında Galile’nin "Dünyâ gene de dönüyor" eklindeki sözleri kadar ünlüdür. Zirâ bir fizik kitabında ilk kez rastlanılan sözlerdir bunlar: "Bu kitabın yazılması gücünü lûtfetti i için All h’a hamd ve ükrederim. Bu kitabımı ilmin de erini tam mânâsıyla teslim ve takdîr ederek ‘ lmi Çin’de dahi olsa arayınız’ diye buyuran Hz. Muhammed’in azîz ve temiz hâtırasına do umunun 1400. yıldönümü münâsebetiyle hörmet ve muhabbetle âcizâne ithaf ediyorum" (Âmin...) Kitapta "Gerçek nedir?" sorusuna da yanıt arayan Özemre, gerçe i öyle tanımlamaktadır: "... Gerçek insan zekâsının bir mahsûlü olmayıp insan O’na herhangi bir etkide bulunamaz. nsan’ın Gerçek’e kar ı yegâne davranı ı ancak O’nu idrâk etmek, O’nun varlı ına tanıklık ( ehâdet) etmek olabilir. Galile ve Özemre Yukarıda, Galile örne ini bo una vermedim. Galile ile Özemre’nin birçok benzerlikleri var. Her ikisi de gökyüzü ile ilgilenen iki bilim adamından biri (Galile) , gerçe i gökte arayıp yerde bulurken, bizim bilim adamımız Özemre, yerde ararken gökte bulmu tur. Galile, din kitaplarına kar ın, "Dünyâ dönüyor" derken, bizim Özemre’miz bilim kitaplarına kar ın "Gerçe i Tanrı bilir" anlamına gelen sözler sarfetmektedir. 45 Hürriyet gazetesinin 13.01.1993 târihli nüshasında Yalçın Pek en’in "Buradan Bakınca" ba lıklı kö esinden. 39 Yeterince açık bu sözlerden sonra A. Yüksel Özemre hâlâ anlamıyanlara (veyâ hâlâ inanmıyanlara) Kozmolojiye Giri kitabında yeni dersler vermektedir: "... Arz’da geçerli olduklarını tesbit etmi oldu umuz fizik k nûnlarının ve kurmu oldu umuz teorilerimizin hiç de ilse bir kısmının, Evren’in herhangi bir yerinde ve herhangi bir anda da aynı biçimde geçerli olduklarına dair kuvvetli bir îmân yatmaktadır. Bu îmân olmaksızın Evren’in fizi inden söz etmenin anlamı yoktur. Bu sebebden ötürü de bu îmân fizi i ku atan fakat fizi in dı ında kalan metafizik bir ilke hüviyetini haizdir". Böylece Özemre, fizi i metafizi e ba layan ilk bilim adamı olma erefini de kimseye kaptırmamaktadır. Özemre aynı önsözde, "bilimsel" sözlerinin ele tirileceini öngörerek kendince "filimsel" önlemler almaktadır: "U ra tı ı konunun metafizi i ile de ciddî sûrette ilgilenen bir bilim adamının ... sırf bu yüzden düpedüz lâikli e aykırı hareket etmekle suçlanması bile mümkündür" dedikten sonra sözlerini öyle tamamlamaktadır: "Bu kitabı yazma gücünü lûtfeden Cenâb-ı Hakk’a hamd ve ükürden âcizim". Bana kalırsa Özemre, kendisine biraz haksızlık etmektedir. Cenâb-ı Hakk’a hamd ve ükr etmekte hiç de âciz de ildir, çünkü hangi kitabını açsanız bir punduna getirip kendisine hamd ve ükr etmektedir. Özemre’nin asıl âciz oldu u konu, bilimsel yayınlar yapmaktır. Bilimsel Olmasın Da... Ne ki Özemre ba naz bir Müslüman de ildir. Yeter ki bilimsel olmasın, her türlü peygamber kelâmına açıktır. Nitekim Kozmolojiye Giri adlı kitabının ikinci bölümü ncîl’den alınmı bir sözle ba lar: " sâ dedi ki: Gözlerinin önündekini tanı! Gizli olan da sana ilhâm olacaktır. Çünkü gizli hiçbir ey yoktur ki günün birinde açıklanmasın". lginç bir rastlantı sonucu sâ’nın yukarıdaki sözleri, A. Yüksel Özemre’nin ya amını etkilemi tir. Herkeslerden gizledi i bilgiler, günün birinde açıklanmı ve gizli olan radyasyon mikdarları bize ilhâm olmu tur. Çernobil’in patladı ı günlerde herkesi yeme e, içme e ça ıran ve "Radyasyon yoktur, getirin fındıkları ... hepsini bitireyim" diyen Özemre, aradan 7 yıl geçtikten sonra, All h’ın hikmetiyle bakın bir dergiye –hem de kendi a zıyla- neler anlatmaktadır: 40 "Sonuçta o yıl 135 bin ton fındı ımız, üstelik ngiltere’nin radyasyonludur amatasıyla geri gönderdikleri de dâhil olmak üzere 4250 bekerele kadar radyasyon içeren fındıklarımız son tânesine kadar ihrâç edildi. Tüm Avrupa’ya yedirdik. Sâdece Rusya’ya de il tüm ülkelere sattık". Kısacası Prof.Dr. Ahmet Yüksel Özemre, kitaplarını okuyanların sandı ı gibi bu dünyâdan habersiz, kendini öteki dünyânın i lerine vermi bir bilim adamı de ildi. Tersine, ne ... yedi ini ve ne ... yedirdi ini çok iyi biliyordu. *** 41 # U 8 'Q # 4: " Çok gerilerde de il, 3 Ocak’ta yazdı ım "Hafıza-i Be er Gerçekten Nisyân le Mâlûlmü ..." ba lıklı yazımda çayda radyasyon tartı maları ile ilgili olarak öyle demi tim: "Göreceksiniz, sonunda her ey unutulup gidecek. Belki birkaç yıl sonra i güzar bir muhâbirin oca a birkaç odun daha atmasıyla konu yeniden alevlenecek. Bütün bu konu malar bir kez daha yinelenecek ve sonra yine unutulup gidecek. Bu böyle sürecek" nsanın aradan bir ay geçtikten sonra haklı çıktı ını görmesi hem sevindirici, hem de üzücü. Gazetecili in en önemli kurallarından olan "fikr-i tâkib" öldü mü? Gazeteler ipin ucunu yine bıraktılar, ama birçok yerde, özellikle Karadeniz kıyılarında bâzı anneler, babalar kansere yakalanan çocuklarının ba ında yas tutarken, kötü kaderlerini Çernobil rüzgârlarına ba lamayı sürdürüyorlar. Pazar günü stanbul Hilton Oteli’nde Sa lık mensupları Dayanı ma Dernei’nin (Sa lık-Der) düzenledi i bir açık oturum yapıldı. Konu "Çernobil Kazâsının Türkiye Üzerindeki Etkileri". in uzmanları katılmı tı. Özellikle stanbul Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Ba kanı Prof.Dr. Nijad Bilge ve KTÜ Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı Ba kanı Prof.Dr. Münir Telatar, radyasyonkanser ili kisinde otorite sayılıyorlardı. eytanın Avukatı( *) Bu ki iler a a ı yukarı u savı ileri sürdüler: Çernobil’den kaynaklanan radyasyon bulutları ülkemizi önemli sayılacak ölçüde etkilememi tir. Saptanan radyasyon mikdarları ile, olu an kanser vakaları arasında mantıklı bir ili ki kurulması olanaksızdır. Olay, basının sansayon merakından kaynaklanmaktadır. Ne yazık ki son iddiayı ortaya atan gazetenin yetkilileri orada yoktular. Mâzeret ileri sürerek toplantıya katılmamı lardı. Ben " eytanın avukatı" ve basının temsilcisi olarak konu macılar arasındaydım ve onca uzmanla ba a çıkabilmek için epey zorlandım. Onca uzmana kar ı " eytanın avukatlı ını" yapmak için Çernobil olayının açıklanamamı bâzı noktalarına dikkati çekmeye çabaladım, ama sonunda unu gördüm: 46 Yalçın Pek en’in Hürriyet gazetesinin 03.02.1993 târihli nüshasındaki "Buradan Bakınca" ba lıklı kö esinden. 42 Bilimadamları ve gazeteciler (en azından orada bulunanlar) basına güvenlerini büyük ölçüde yitirmi lerdi. Bu sonuç pek nedensiz de sayılmazdı. Örne in son olayda, Çernobil kazâsı ile kanser olayları arasında hatırı sayılır bir ili ki kuran gazete, kar ı savlara en küçük bir ilgi göstermemi ti. Oysa gazeteciliin önemli kurallarından biri de, kar ı savları ortaya koymak de il miydi?47 Örne in Prof.Dr. Münip Telatar "O çayın içinde adamı 365 gün yatırsanız bir ey olmaz" türünden eyler söylüyordu. En tanınmı kanser otoritelerinden biri olan Prof.Dr. Nijad Bilge ise radyasyondan önce lösemi, lenfoma ve di er kanser türleri oranlarının nüfusa göre yüzde 4-9 arasında oldu unu söylerken, bu oranın 1992’de yüzde 5-8’e dü tü ünü belirtiyordu. Hasta sayısında artı olmu tur, ama bunun ba ka nedenleri vardı; nüfus artı ı, KTÜ Tıp Fakültesi’nin tam kapasite ile çalı maya ba laması ve en önemlisi artık istatistikler tutulmaya ba lanmasıydı. Ben yine " eytanın avukatı" olarak: "Daha önce istatistikler tutulmuyorsa artmadı ını nasıl söyliyebiliyorsunuz?"48 diyordum, ama bizde olmasa bile ba ka ülkelerde yapılmı kanser istatistikleri49 vardı. Bunlarla kıyaslanınca Karadeniz yöresinde normalin üzerinde bir artı görülmüyordu. Dinleyiciler bana özellikle u soruyu yönelttiler: "Burada yapılan tartı malar, radyasyondan kaynaklanan kanser artı ı iddialarını do rulamıyor. Acaba gazeteler yarın bu konuya yer verecekler mi?" Kar ı Sav, Sav De il Mi? Onlara "pek sanmadı ımı" söyledim. Çünkü toplantıyı izleyen birkaç gazeteci, daha i in yarısına gelmeden görevlerini tamamlamı olmanın huzuru içinde tasıtara ı toplayıp gitmi lerdi. TRT kameramanları ise i in en ba ında hiçbir bakanın gelmedi ini görünce "izlenecek bir olay olmadı ına" emin olarak ortadan yok olmu lardı. Ertesi gün gazetelere bakınca yanılmadı ımı gördüm. Bu konuda tek satır yoktu. Ben de bu yazıyı yüre i yanık yüre i yanık analara, babalara acaba bir teselli olabilir mi dü üncesiyle kaleme aldım. (* ) Din konusunda a ırı hassasiyet gösteren kesimin hı mına u ramamak için bir açıklama yapmamda yarar var: " eytanın avukatlı ı" sâdece bir deyimdir ve bir konunun daha iyi aydınlanması için kar ı savı ileri sürmek anlamına gelir. Yoksa Salman Rü di’lik yapmak deildir. Yeri gelmi ken söyleyeyim: " eytan Âyetleri"ni yayınlamaya karar veren Aziz Nesin üstâdımızın -All h gecinden versin- son kitabının adı da belli oldu gâliba: "Vasiyetnâme". 47 Bu toplantı hakkında bilgisine müracaat etti imiz Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre, Dayanı ma Derne i’nin düzenledi i bu açık oturuma dâvetli konu macı olarak katılmı ve toplantıda TAEK’in aldı ı bütün tedbirleri uzun uzadıya ve bir bir anlatmı olmasına ra men Yalçın Pek en’in yazısında bunlara hiç de inmemi olmasını, kendine has tutumunun, dikkate de er bir emâresi olarak de erlendirmi tir. (N. .) 48 Prof. Özemre’nin beyânına göre: "Gerek kendisinin gerekse Prof. Telatar’ın: Artık düzenli ve ciddî bir ekilde kanser istatistiklerinin tutulmaya ba lanmı olması dolayısıyla, do al olarak, kanser vakalarının sayısının eski ve düzensiz istatistiklere oranla daha fazla görünmesine sebep oldu unu ifâde etmi olmalarına ra men Yalçın Pek en bu inceli i temyiz edememi görünmektedir”. (N. .) 49 Herhâlde "tutulmu kanser istatistikleri" denilmek istenmi tir. (N. .) 43 R& A* " Karadeniz Üniversitesi’nin düzenledi i "Do u Karadeniz’de Radyasyon ve Muhtemel Etkileri" konulu sempozyumda kelâm buyurmu sun. "Radyasyon konusunda sansasyon yaratılarak çay ve fındık ihracâtı baltalanıyor. Benim sa lık konusunda bir endi em yok." Ne profesörü oldu unu, nasıl, ne zaman oldu unu çok merak etti im için sordum, soru turdum, ara tırdım. Kimse bilmiyormu , unvânının kerâmeti kendinden menkûlmu 51. G libâ nükleer fizikçiymi sin. Teorik fizikçiden siyâsetçi, mühendisden iktisatçı, asâkir-i mansûre-i muhammediyeden cumhurreisi çıkan yerde, nükleer fizikçi hem tıptan anlar, hem dünya çayfındık ticâretinden. Ayrıca ta ıdıkları "profesör" sıfatına (ve ilelebet devam edece i varsayılan iktidara) sı ınıp, üniversiteye yazı yazar, ba ımsız ara tırma yapanların kovulmasını ister. Emeklili ini aldın, rahatsın! Sen gitti in için üniversite de rahattır herhâlde. Bâri susmasını bil! *** 50 Kurthan Fi ek’in Hürriyet gazetesinin 10.02.1993 târihli nüshasındaki "Elektrikli Sandalye" ba lıklı kö esinden. 51 Prof.Dr.Ahmed Yüksel Özemre, 1750 sayılı k nûn uyarınca, 34 ya ında iken Aralık 1969’da "Eylemsiz Profesör" olmu ve Eylûl 1973’de de stanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Teorik Fizik Kürsüsü’ne "Kürsü Profesörü" yâni eski tâbiriyle "Ordinaryüs Profesör" olarak atanmı tır. Teorik Fizik’te apayrı 8 konuda: Nötronların Difüzyon Teorisi (2 cild), Contribution à la Théorie de la Diffusion des Neutrons Dépendant du Temps,Ça da Fizi e Giri Ders Kitabı, Ça da Fizi e Giri Çözümlü Problem Kitabı ( ehsuvar Zebitay ile birlikte), Fizikte Matematik Metotlar, Klâsik Teorik Mekanik, Isı Teorisi, Isı Teorisi Çözümlü Problem Kitabı (Emine Rıza ile birlikte), Kozmolojiye Giri , Gravitasyonun Rölâtivist Teorileri, Klâsik Elektrodinami e Giri ba lıklarıyla toplam 2707 sayfa tutan 12 cild kitap yazmı tır. Bu Türkiye için hâlâ kırılmamı bir rekordur. Kürsü Ba kanlı ını 11 yıl kadar sürdüren Prof. Özemre Kurthan Fi ek’in bu yazısından tam dokuz yıl önce kendi arzusuyla emekli olup Üniversiteyi terketmi tir. Prof. Özemre’nin di er ilmî faaliyetleri ve eserleri için EK: II'ye bakınız. (N. .) 44 5 # 5 A* " 5R% " Çernobil olayını örtbas edenlerin Yüce Divan'a sevkini istedim. Türk milletini kanserden ölmeye mahkûm ettikleri için de il, sustukları, yalan söyledikleri, eveleyip geveledikleri için. Beni herkes anladı ama yanlı anladı. Türkiye'de do ru dürüst kanser taraması yapılmadı ı için, Çernobil'den kalkan radyasyon bulutunun kime ne etti ini kimse bilmez, bilemez. Ama, sansasyon pe indeki üç-dört kıçıkırık kalkıp, yeni do an bebeklerin beyin-omurilik hastası oldu unu, kanser vak'alarının be le, altıyla çarpıldı ını söylerse, onlara da ben gülerim. Gülmekle kalmam, küfrederim. Aile içi evliliklerden do an ba ı kabak her bebe in sorumlusu Çernobil de ildir. Bütün suç susmak, saklamak. Fazilet konu maktır. Tabiî, garnından gonu mayacaksın53... *** 52 53 Hürriyet gazetesinin 22.01.1993 târihli nüshasından. Aynen yazarın yazdı ı gibidir. (N. .) 45 5 A 5 #4 R' "RR Sayın Barı Sarıkaya56 Sizlere sordu umuz soruların yanıtlarını hâlen alabilmi de iliz. Size daha önce bir soru listesi gönderip, bunlardan hangilerinin karalama, hangilerinin gerçek oldu unu sormu tuk. Cevap hazırlayabilmeniz için yeterince zaman verdi imiz kanısındayız. Bir türlü cevap yazmadınız. Cevap yazmama sebebi olarak "sahte isimle yazıyorsunuz" ve "yazıların arkasında duramıyorsunuz" gibi bir takım garip sebepler gösteriyorsunuz. Biz yazdıklarımızın arkasında sonuna kadar durmaktayız ve sorularımızın cevaplarını alıncaya kadar da durmaya devam edece iz. Yazdı ınız son mesajlarda ise, bilgileri kimden aldı ımızı sorguluyorsunuz. Biz elimizdeki raporları meclisteki milletvekillerinden alıyoruz. Birçok milletvekiline ve bazı önemli üst düzey yetkililerine derne inizin eref üyesi Çernobil Çay Canavarı Ahmet Yüksel Özemre'nin bu raporlari iletti ini biliyoruz. Bu bakımdan bizlere bilgi sızdıran dolaylı olarak derne inizin eref üyesi Ahmet Yüksel Özemre'nin ta kendisidir. Sayın Özemre'nin psikolojik analiz yeteneklerini yakından tanıyorsunuz. Ve ayrıca Nükleer konularda da, E. Lûtfi Sarıcı57 ile birlikte Nükleer Bilimin rajonlarından birisi olduunu yazdı ı raporlardan ö reniyoruz. Bunları sanırım siz de yakından biliyor olmalısınız ki, bu büyük üstâdı eref Üyesi seçmi siniz (tabiî ki Ba kanınız onayladı ına göre, E. Lûtfi Sarıcı'ya da eref üyesi pâyesi verece iniz günü ilgiyle beklemekteyiz). Ahmet Yüksel Özemre'nin bilgi sızdırma konusundaki uzmanlıklarını sanırım daha yeni ö reniyor olmalısınız. Neyse, geç olsun da güç olmasın. Bu konuyu da ö renmi oldunuz. 54 Internet ortamında, Bilkent Üniversitesi’nin Enerji Listesi’nde 18.05.2000 târihinde [ENERJ : 787] numarasıyla yayınlanmı tır. 55 Harun Çelikta takma ismiyle Bilkent Üniversitesi’nin Enerji Listesi’ne sürekli mesaj gönderen kimse, tıpkı kimi zaman Murat Kara kimi zaman da Ze Lee diye aynı listeye mesaj gönderen arkada ı gibi, aslında Akkuyu Nükleer Santral hâlesi çerçevesinde TEA bünyesinde çalı mı , Hacettepe Üniversitesi mezunu iki genç mühendistir. kisi de 1) Prof. Özemre’ye, 2) Prof.Dr. Ahmet Bayülken’e, 3) Prof.Dr. arman Gençay’a ve 4) velinimetleri olması gereken hocaları Prof.Dr. Osman Kemâl Kadiro lu’ya a ırı bir öfke ve kin beslemektedirler. imdilerde ( ubat 2003) aynı listeye bu sefer de Câhit Aral takma adıyla mesaj gönderen Harun Çelikta ’ın burada yer alan mesajı gene de en nâziklerinden biridir. Harun Çelikta ve Murat Kara (Ze Lee) di er mesajlarında Prof. Özemre için daha nice iftirâlar atmı ve onu: " mâm-ı AYO, AYOcik, KANDUrukçu, nâmussuz AYO, sahtekâr, fâsık, arlatan, yalancı, bunak, câhil, ahmak, King Kong, zavallı ya lı ihtiyar adam, aklî muvazenesini kaybetmi , diplomasız, eski kafalı, lobici, rü vetçi, yalanlarla ve yalan senaryolarla dolu fesat raporunun sâhibi, nükleer mafyacı, çulsuz, ikiyüzlü, binbir surat, dindar geçinen, din kitapları yazmaya çalı ıp sözde îtibâr kazanmaya çalı an, câmi duvarına i eyen, insan sa lı ını hiçe sayan, yasakçı, gizli zihniyetli, Konya ve Isparta'yı radyasyona bulayan" gibi sıfatlarla, ve yazıyla, kötülemekten çekinmemi lerdir [Daha fazla bilgi için Bk. Ahmed Yüksel Özemre, Ah, u Atomdan Neler Çektim!, s. 227-395, Pınar Yayınları, stanbul 2002]. (N. .) 56 Prof. Özemre Barı Sarıkaya’nın, Harun Çelikta gibi Hacettepe Üniversitesi Nükleer Mühendislik Bölümü mezunu fakat dengeli ve bilgili genç bir nükleer mühendis oldu unu söylemektedir. (N. .) 57 E. Lûtfi Sarıcı TEA Nükleer Santraller Dairesi eski Müdür Vekili. 46 Bu raporları dikkatlice inceledikten sonra, derne iniz adına CANDU lehine gazetelere verilecek yazıların basında çıkmasını ve çok geni bir beyin yıkama kampanyasına ba lanmasını bekliyorduk. Sonunda bu beklentilerimiz sizlerin de yakında bildi i gibi gerçek oldu ve Radikal gazetesinde bayram öncesi dernek ba kanınızın verdi i yazı ile nükleer mühendisleri ihâleye fesat karı tırırken suç üstü yakaladık. Son tavırlarınızdan sizin de ki isel olarak bu plânın içinde bulunabilece inizi düünmekteyiz. Hâlbuki biz genç nükleer mühendisleri daha önce uyarmı tık. Temiz nükleer program diye bas bas ba ırmı tık. Ama sanırım bu kavram sizde pek bir ey ifâde etmiyor. Barı Sarıkaya Bey'in mesajın içeri inden çok yazarının ismi üzerinde durması gerçekten oldukça dü ündürücü. Yazan ki inin ismi Ahmet olmus, Veli olmu , Ay e olmu ne farkeder. Soruları soran de il içerik önemlidir. Zira, bizim mesajlarımızın arkasında binlerce isim bulunmaktadır. Biz kütleler adına yazmaktayız. Binlerce ki i sizlerden gelecek cevabı beklemekte. Kar ınızda belirli bir kütle oldu unu iyi bilin. Bu sorulara cevap aramakta olan ahısların isimlerini teker teker ö renmeniz mi gerekiyor? E er cevabınız evet ise, size cevap bekleyen binlerce ki inin bulunduunu söyleyebilirim. in do rusu, kar ınızda halk var. Hangi kapıyı çalsanız bu sorular sizlere sorulacak. Cevap vermek için ısrarla isim istemenizin arkasında iki sebep bulundu unu dü ünmekteyiz. Birincisi cevap vermemek için sizlere kaçamak sebepler gerekmektedir. Bu, çölde vaha bulmu gibi sarıldı ınız bir sebeptir. kincisi ise, e er "elimizin uzanaca ı bir kimse ile sesini de i ik metodlarla kesebilir miyiz" dü üncesinden ba ka bir ey de ildir. Ne de olsa kar ımzda bir Nükleer CANDU Çetesi’nin bulundu unun farkındayız. Sermâyenin sürükledi i ve devletin her kademesini da ıttı ı rü vetlerle sarmı bu çok tehlikeli Çete kar ısında dikkatli olup, direk isim kullanmak istemememiz çok do al. Hâlbuki ben nükleer mühendislere anonim isimle sormaktan bir sakınca görmüyorum. Ve sorularımı tekrarlıyorum: 1) E. Lûtfi Sarıcı, Akkuyu Nükleer Santral ihâle de erlendirmenin tam ortasında (eski ba kanın görevine son vermek sûretiyle) CANDU irketinin Bakanlı a verdi i bir dilekçe ile Daire Ba kanlı ına getirilmi midir?..... E. Lûtfi Sarıcı'nin, CANDU irketi direktifleri ile i ba ına getirildi inden bu yana CANDU irketi ile i birli i içinde ihâleye fesat karı tırmak için yapmadı ını bırakmamı , CANDU irketini birinci getirebilmek için hazırlanan dı kaynaklı raporları kendi raporlarıymı gibi sunmu mudur? Bu konu hakkında Nükleer Mühendisler ne dü ünmektedir? Karalama? Gerçek? Açıklayın lûtfen. 47 2) CANDU fanatiklerinden dernek eref üyeniz A. Yüksel Özemre'nin58 TEA Genel Müdürlük Danı manlı ı pozisyonuna, bir ba ka CANDU fanati i olan Ahmet Bayülken'de Enerji Bakanlı ı Danı manlı ı pozisyonuna getirilmi midir? Bu kritik pozisyonlara CANDU fanatiklerinin yerle tirilmesi ve bu yerle tirme çalı malarının ihâle de erlendirme çalı maları sırasında bile devam etmi bulunması bir rastlantı mıdır? hâleyi teknik ve ekonomik olarak ba ka bir firmanın kazanmı olmasıyla, ihâle sonucunun bir türlü açıklanamaması arasında bir ba lantı bulunmakta mıdır? Bu konu hakkında Nükleer Mühendisler ne dü ünmektedir? Karalama? Gerçek? Açıklayın lûtfen. 3) Derne inizin eref üyesi A.Yüksel Özemre, CANDU irketinin lehine ihâleye fesat karı tırmak için birçok gizli raporlar hazırladı ı gerçek midir? Bu raporların Radikal gazetesinde yayınlanan yazısı ile Dernek ba kanı O. Kemal Kadiro lu tarafından tavsiye edilmi oldu u, böylece fesat karı tırma i ine Nükleer Mühendisler Derne i’nin tepesindeki bir ki inin de karı mı bulundu u. Bu konu hakkında Nükleer Mühendisler ne dü ünmektedir? Karalama? Gerçek? Açıklayın lûtfen. 4) Dernek Ba kanınız O. Kemal Kadiro lu (ve beraberindeki di er CANDU FESAT grubunun) CANDU reaktörünün kazanamıyaca ını anlayınca, CANDU'yu seçtirebilmek için tek yol olarak (TEA 'da yeniden yapılanma gerekti i terânelerini öne sürerek) TEA 'da çalı makta olan nükleer mühendisleri ba ka tarafa sürdürülmesini istedi i ve kendi CANDU grubunun üyelerinden birisi olan E. Lûtfi Sarıcı'yi dairedeki en kaliteli eleman olarak lanse edecek sekilde övgüler ya dırdı ı bir gerçek midir? Aslında, E. Lûtfi Sarıcı'nın daha konu masını bile beceremeyen, böyle büyük bir projede Ba kanlık yapabilme k biliyetine sâhip olmaktan çok uzak, fakat CANDU grubunun direktifleriyle i gördü ü için korunan biri oldu u gerçek midir? Bu konu hakkında Nükleer Mühendisler ne dü ünmektedir? Karalama? Gerçek? Açıklayın lûtfen. 5) Dernek Ba kanınızın de erlendirmeyi yapan spanyol firmasının, bir Avrupa firması ile ili kisinin oldu unu Radikal gazetesinde milyonlarca insanlara açıklamasının sebebi, dernek ba kanınızın ve dernek eref üyenizin kazanması için her türlü yolu denedi i CANDU irketinin deerlendirme sonucunda birinci gelememi bulundu u mudur? Bu konu hakkında Nükleer Mühendisler ne dü ünmektedir? Karalama? Gerçek? Açıklayın lûtfen. 58 Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre, Türkiye’nin ilk "Atom ya da Nükleer Mühendisi”dir. Fransa Nükleer Bilimler ve Teknoloji Millî Enstitüsü’nden Temmuz 1958’de mezun olup diploma almı tır. Hâlen Türkiye’deki nükleer mühendislerin de "Duayen”i yâni en ya lısıdır. Bu bakımdan merkezi Ankara’da bulunan "Nükleer Mühendisler Derne i" kendisini derne in " eref Üyesi" seçmi tir. (N. .) 48 6) Dernek Ba kanınızın CANDU firmasi lehine ihâleye fesat karı tırmak için di er bir firmanın lisanslanamayaca ını Radikal gazetesinde milyonlarca insanlara açıklamasının sebebi, dernek ba kanınızın ve dernek eref üyenizin kazanmasi için her türlü yolu denedi i CANDU irketinin de erlendirme sonucunda birinci gelememi bulundu u mudur? Bu konu hakkında Nükleer Mühendisler ne dü ünmektedir? Karalama? Gerçek? Açıklayın lûtfen. Görüldü ü gibi daha ortada, nükleer santralin "bir duvarı" bile yokken, pislikler, manipülâsyonlar, cevapsız sorular bacayı sarmı durumda. zmir'den hepinize sevgiler, saygılar. Harun Çelikta Greenpiece, zmir *** 49 #4 4 U, " 50 9 HRP ,* . Dünkü "Maslahat" ba lıklı yazımı henüz bitirmemi tim ki arkada lar Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Ba kanı Muhterem Ahmet Yüksel Özemrenin görevden alındı ını bildirdiler. Üzüldüm. Çok üzüldüm. Sayın Özemre dünyâda maa ından ba ka dikili ta ı olmayan de erli bir bilim adamımızdır. Kendisini devletine, milletine adamı bir bürokrattır. Mesle ini çok iyi bilen inanç sâhibi bir dosttur. stanbul Fen Fakültesi’nin ö retim üyeli inden 1983 {1984 olacak} yılında emekli olduktan sonra Atom Enerjisi Kurumu Ba kanlı ı’na getirilen Profesör Ahmet Yüksel Özemre bu görevini 2260 ay sürdürdü. Alnının akıyla görevini Doçent Atillâ Özmen’e devretti. Profesör Özemre nöbet de i toku u sırasında: "Hizmetim müddetince vicdânıma gölge dü ürecek hiçbir ey zuhur etmedi. Vicdân huzuru ile görevimi devrediyorum. Devlet hizmetinde de i iklik ola andır. Görev yapılır. Bâzen gidilir. Bizim aldı ımız terbiye böyledir" dedi. Özemre, Sovyet Rusya’daki Çernobil nükleer fâciasından sonra Türkiye gündemine geldi. sminden sık sık bahsedildi. Gazetelerde ve televizyonda açıklamaları yer aldı. Profesör Ahmet Yüksel Özemre, radyasyon tartı maları sırasında do ru ve ilmî olanı söyledi. Açıklamalarında mes’ûliyetini müdrikti. Konu îtibâriyle insan ve çevre sa lı ını çok ilgilendirdi inden yüz dü ündü, bin de erlendirdi, bir konu tu. Öyle zırt pırt demeçler vererek halkı ve yönetimi a ırtmadı. Meseleyi siyâsî tartı ma zeminine çekmemeye çalı tı. Sorunu ilmî plâtformda de erlendirdi. Kamuoyunu heyecanlandırmadı. Kar ısında ise Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun ba lı oldu u Sanayi ve Ticâret Bakanı sayın Câhit Aral vardı. Sayın Aral’ı tanır mısınız, bilmiyorum? Konu mayı çok sever. Vakti olsa, kar ısında da dinleyeni bulunsa sayın Aral saatlerce konu abilir. Öyle ki, bir ba kasının konu tuklarını veyâ anlattıklarını size sil ba tan daha uzun bir zaman süresi içinde nakledebilir. Notlarını okuyabilir. Konu mayı seviyor sayın Aral. Bir de televizyona çıkmayı. Radyasyon olayı iyi fırsattı. Ekranda bol bol kâ ıttan okuma fırsatı buldu. Seyirciler de bu sevimsiz i kenceye katlanmak zorunda kaldılar. 59 Serhan Karagil’in Zaman gazetesinin 11.04.1987 târihli nüshasındaki "Kulis" ba lıklı kö esinden. Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre’nin Türkiye Atom Enerjisi Ba kanı olarak görevi, aslında, 21.01.1985 – 06.04.1987 arasında 26,5 ay sürmü tür.(N. .) 60 51 Geli me, sonunda Orta Do u Teknik Üniversitesi’nin aleyhte "Çaydaki Radyasyon" raporu üzerine daha da büyük boyutlar kazandı. Sayın Aral gerek basının gerekse yetkililerin kar ısında sâhası olmayan bir konuda konu mak mecbûriyetini duydu. Konu tukça konu tu... Konu tukça açıklar verdi. Sayın Bakan’ın ba kanı oldu u bakanlıklar arası çalı ması gereken Radyasyon Güvenlik Kurulu’nun elinde ölçüm cihazları olmadı ından yeterince faydalı olamıyordu61. Ama sayın Bakan konu maktan geri kalmıyordu. Bu yüzden sayın Bakan muhterem Özemre ile ters dü tü. ODTÜ Raporu da bu konuda grupla mayı geni letti. Özemre: "E er süt radyasyonluysa getirin içeyim" derken, Aral: "E er çayda radyasyon varsa, bakın içiyorum" diyordu. ODTÜ’ne mensûb bâzı ö retim üyeleri ise bu konuda ciddî tehlikeler olduunu ve tedbir alınması gerekti ini öne sürüyorlardı. Geli me ova dönü mü tü. Ancak olay efkâr-ı umîmiyeyi ilgilendiriyordu ve neticede herkes bu geli meden rahatsız olunca bir kurban gerekiyordu. Ve kurban verildi. Prof.Dr. Ahmet Yüksel Özemre görevinden alındı. Oysa, bu konuda e er görevden biri alınmak gerekiyorsa, o ki i radyasyon meselesinde iktidarın sözcülü ünü yüklenmi bir siyâsî olabilirdi. Bir kamuoyu görevlisi de il. *** 61 Bu dü ünce, Prof. Özemre’ye göre, yazarın kendi yorumudur. Prof. Özemre, Türkiye Radyasyon Güvenli i Komitesi’nin Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun (TAEK’in) kar ıla tı ı fakat yasal yetkisi dı ında kaldı ı için yasal yoldan çözemedi i meselelerin ilgili bakanlıklar ve kurumların i birli iyle ve Hükûmet’in tasvibiyle çözülmesi için kurulmu olan bir koordinasyon kurulu oldu unu ve bütün ölçüm cihazlarının ise TAEK’in elinde olup TAEK’in de bunları en etkin biçimde kullanmakta olduunu ifâde etmektedir. (N. .) 52 -+ I! 5 5"5 I ,L 3 ; 3 E > ; E /= 3,U3 3 + ,>, ,3 Q% @+. > > ; , *3 8 > ; > 6 *; ,+3 I < G, 7, ,+ ,U36 *,>,3*@3,M,3, ,EG 3 +>3 M M3 >3B ,=7M 63 3 >,+,==3 ,+ ,3 ; , ,3 B ,, 6 =+ > 73 B >@ + 8= * -7,*AA AI >3 Prof.Dr. Ahmet Yüksel Özemre ile, bir hafta arayla, iki defa görü tük. lkinde Prof. Özemre Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) Ba kanı idi. kinci görü memizde ise, bu görevden alınmı tı. Kararın gerekçesini kimse bilmiyor. Ba bakan Özal, kararın radyasyon tartı malarıyla ilgisi olmadı ını söyledi, ama tutarlı bir gerekçe de ortaya koymadı. Buna kar ılık, Özemre’yi aylardır boy hedefi hâline getirenler, haberi duyururken neredeyse zil takıp oynayacaklardı. Ne de olsa maksat hâsıl olmu tu. Özemre ise Ba bakan’ın tasarrufu üzerine yorum yapmaktan kaçınıyor, "Görevden azlimin esas sebebini Ba bakan bendenize lûtfetmediler. Bu bakımdan, görevden niçin azledilmi oldu umu bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum. Çünkü beni ilgilendirmiyor" diyordu. "Neden ilgilendirmiyor?" sorusunu da öyle cevaplandırıyordu: Bir insan devlete hizmet etmek üzere ça ırılırsa, bu insanda devlete hizmet fikri ibâdet fikri gibi yerle mi se, aldı ı terbiye bu ise, "Gel!" denildi i zaman gelinir. "Git" denildi i zaman gidilir. Bizim aldı ımız terbiye böyle. Baba tarafından yüzyetmi , ana tarafından dörtyüz sene Osmanlı’ya ve Türkiye Cumhûriyeti’ne hizmet etmi bir sülâlenin ferdi olmak hasebiyle, bizim terbiyemizin ba ka türlü olması beklenemez. 26,5 aylık – ki bunun 11 ayında Basın’ın, entelektüel çevrelerin ve bilhassa bâzı üniversitelerin boy hedefi hâline getirdikleri – icraatın içinden gelen bir kimse olarak diyece im udur ki, icraatımın vicdânıma in’ikâsı üzerinde hiçbir bulut görmemekteyim. Yapılan i ler ve aldı ımız neticeler bakımından vicdânım son derece rahat ve huzurludur. Hiçbir yalancı tevâzua kaçmadan söyleyebilirim ki, TAEK son iki senede yaptı ı hamlelerle sâdece yurt içinde de il, yurt dı ında da bir hayli, hattâ yer yer kıskanç dikkatleri üzerine çekmi tir. 62 Köprü dergisinin Mayıs 1987 târihli 110. sayısı, s. 39-41’den. 53 Prof. Özemre ile bir hafta önceki sohbetimizin ana konusu da bu icraat idi. Kasıtlı itham ve amatalara verilecek en iyi cevabın icraat oldu unu bilen Özemre, Atom Enerjisi Kurumu olarak iki sene zarfında yaptıklarını uzun uzun anlatmı tı. Her ne kadar Özemre artık TAEK Ba kanı de ilse de, bu hususta anlattıklarına kısaca yer vermenin faydalı olaca ını dü ünüyoruz. e "Neden atom enerjisi?"nden ba ladık. Özemre, atom enerjisinin bugün insanlı ın vaz geçemeyece i bir enerji oldu una dikkat çekerek: "Buna göz kapamak, bunu insanlı ın zararına bir enerji türü kabûl etmek hiçbir akıl, mantık, iz'an ve irfân sâhib kimsenin aklından hayâlinden geçmez" dedi. Batı’da Ye iller adı verilen grubun atom enerjisine kar ı çıktı ını, Türkiye’de de onlara benzer bir hareketin ne vünemâ bulmakta oldu unu hatırlatarak, "Medeniyetin her safhasında ke f olunan yeni enerji türlerinin, icad edilen makinaların kendilerine göre rizikoları oldu u gibi, nükleer enerjinin de rizikozu vardır. Nitekim Çernobil kazâsı bunun bir örne idir. Ama Dünyâ’da rizikosu olmayan hiçbir ey yoktur ki. Bakın! Uça a veyâ otomobile binmek de rizikoludur. Ama bugün hiç kimse bu yüzden uça a veyâ otomobile binmemezlik etmez" diye devam etti. "Nükleer enerjiyi de gerekli emniyet normları çerçevesi içinde uygulayacak olursanız, rizikosunu asgarî hadde indirirsiniz" diyen Prof. Özemre, 1969’da Prof. Nejat Aybers ve Prof. Sâdık Kakaç’la beraber yaptıkları bir ara tırmaya atıfta bulundu. Buna göre, Türkiye 2000 yılında 6000 megawatt’lık bir elektrik enerjisi açı ı ile kar ı kar ıya kalacaktı. Özemre bu tesbitin bugün de geçerli oldu unu, baraj ve termik santraller in asının devam etmesine ra men, 2000 yılı Türkiye’sinin 3000 ilâ 6000 megawatt’lık enerji açı ı problemi olaca ını söyledi63. Bu durumda nükleer enerjiye geçmek kaçınılmazdı. Buna geçilirken Batı’daki nükleer santral modellerinin seçilmesi gerekti ini söyleyen Özemre: "Çünkü Batı’daki nükleer güvenlik kıstasları Do u blokundakilere nisbetle çok üstün ve geli mi tir" dedi. Yine burada dikkat edilmesi gereken bir nokta, Prof. Özemre’ye göre seçilecek bir santralin tabiî uranyumla çalı an bir model olmasıydı. "Çünkü böylece kendi topra ınızdan çıkardı ınız tabiî uranyumu zenginle tirmeye mahal kalmaksızın bu santrallerde kullanabileceksiniz. Ayrıca bu, nükleer yakıt üzerinde herhangi bir ambargo ihtimâlinin de önüne geçer. Kezâ, tabiî uranyumla i leyen nükleer santralleri Türkiye’de belirli bir süre sonra kendi imkânlarınızla da in â edebilirsiniz. Çünkü bunların teknolojisi, zenginle tirilmi uranyumla çalı an santrallerin teknolojisine göre daha kolaydır". Prof. Özemre Türkiye’nin bu alanda gerekli tecrübeyi kazanması için, en kısa zamanda hiç de ilse bir nükleer santrale sâhip olması gerekti ini ifâde etti. Ve "Ülkemizde nükleer santralleri idâre edebilecek, bunların emniyetini sa layacabilecek 63 Bu târihlerde yâni 1987 yılında henüz daha do algaz faktörü ortada yoktu. Do algazın 1995 yılından sonra Türkiye’nin enerji bilânçosuna katkısı bu tahminin târihini ileri atmı bulunmaktadır. (N. .) 54 vasıfta elemanlar vardır. Bu hususta Türkiye’miz bir insan sıkıntısı içinde de ildir" dedi. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) 1982’de 2690 sayılı k nûnla kurulurken hedefin "atom enerjisini sulhçu gâyelerle kullanmak" olarak öngörüldü ünü hatırlatan Prof. Özemre, bu hedef ve program çerçevesinde ilk kademe olarak 15 Ekim 1986’da Çekmece Nükleer Ara tırma ve E itim Merkezi’nde (ÇNAEM’de) bir nükleer yakıt tesisisin faaliyete geçirilmi oldu unu hatırlattı. % 100 Türk mühendis ve ilim adamlarının dizaynı. % 93 yerli malzeme ve % 100 Türk i çili i ile gerçekle tirilen bu tesisin 285 milyon liraya64 mal edilmi oldu unu söyleyerek, e er dı arıdan ithâl edilmi olsaydı 4 milyar 200 milyon lira65 ödemek durumunda kalaca ımızı ifâde etti. "Gâye, Türkiye kendi tabiî uranyumumuzu kullanan nükleer enerji tesisleri yaptı ı takdirde, bu santrallerin yıllık nükleer yakıt imâlini temin edebilecek sınaî bir nükleer yakıt fabrikasını gerçekle tirmektir" diyen Özemre "Ümid ediyoruz ki, 1989’larda, yılda tabiî uranyumlu 200 ton nükleer yakıt imâl edebilecek tam ölçekte bir sınaî nükleer yakıt fabrikasını projelendirip gerçekle tirebilecek bir seviyeye eri mi olaca ız" diye devam etti66. Prof. Özemre, ilk olarak 1956’da Türkiye Atom Enerjisi Genel Sekreterlik Te kilâtı adıyla kurulan kurulu un, 1982’de TAEK hâline geldikten sonra hızlı bir geli me gösterdi ini; 1984’de 196 milyon67, 1986’da 1 milyar 973 milyon liralık68 makine ve techizat alındı ını, bu yıl için öngörülen yatırım bedelinin de 3 milyar lira69 civârında oldu unu anlattı. Çernobil kazâsından sonra, muhtemel yeni bir nükleer patlamaya kar ı, Türkiye’yi a gibi saran kırk istasyondan müte ekkil bir radyasyon erken uyarı sistemi kuruldu unu söyledi. Kısa adı RESA olan sistemin yıl sonuna kadar tamamlanmı olaca ını ifâde etti70. Kurumun di er çalı malarını da öyle özetledi: Karadeniz ve KKTC’nde birer radyobiyoloji ara tırma merkezi; Edirne, Bursa, zmir, Mersin, Giresun, Erzurum, Diyarıbakır’da birer nükleer analiz lâboratuvarı; Ankara, zmir ve Erzurum’da nükleer tıp merkezlerinin te his ve tedâvîde kullandıkları Teknesyum-99m radyoizotopu ihtiyâcını kar ılamak üzere teknesyum sa ım hücreleri; (Prof. Özemre görü memizde Ankara’daki sa ım hücresinin Nisan 1987’de hizmete girece ini ve devlete bugünün râyiciyle {yılda} 100 milyon lira71 muâdili döviz tasarrufu sa layaca ını söylüyordu; ÇNAEM’de bir tüm 64 15 Ekim 1986’nın râyiciyle (1 $ = 707, 57 TL den) tesisin mâliyeti 402.787,-$ olmu tur. 15 Ekim 1986’nın râyiciyle (1 $ = 707, 57 TL den) tesisin mâliyeti, tümünün ithâl edilmesi hâlinde, 5.935.808,-$ olacaktı. 66 Prof. Özemre’nin TAEK Ba kanlı ından azlinin akabinde yerine TAEK Ba kan Vekili olarak tâyin edilen Doç.Dr. Atilâ Özmen tarafından bu tesisin i letilmesi durdurulmu ve proje rafa kaldırılmı tır. 67 1984 râyiciyle (ortalama olarak 1 $ = 366,30 TL den) 535.080,-$. 68 1986 râyiciyle (ortalama olarak 1 $ = 669,80 TL den) 2.945.655,-$. 69 Röportajın yapıldı ı Mayıs 1987 îtibâriyle ( 1 $ = 804,85 TL den) 3.727.403,-$. 70 Prof. Özemre’nin TAEK Ba kanlı ından azlinin akabinde yerine TAEK Ba kan Vekili olarak tâyin edilen Doç.Dr. Atilâ Özmen’in 5,5 yıl sürmü olan görevi esnâsında bu tesis tamamlanmamı tır. RESA’nın tamamlanması A. Özmen’den sonraki TAEK Ba kanları tarafından gerçekle tirilmi tir. 71 Nisan 1987 râyiciyle 127.250,-$. 65 55 vücûd sistemi( yine Nisan 1987’de hizmete girecek olan bu sistem, insanların vücûdlarındaki bütün radyoizotop ve aktiviteleri çok kısa zamanda tesbit ediyor); yine aynı sistemden bir tâne Ankara’ya ve ayrıca iki de gezici tüm vücûd sayım sistemi. (Özemre son derece geli mi , kompütarize edilmi olan bu gezici sistemlerin, yıl sonuna do ru bilhassa Do u Karadeniz ve Trakya’yı tarayarak radyasyona mâruz kalmı kimseleri kontrolden geçirece ini belirtti72.) Bu projelerin bâzıları Nisan 1987’de hizmete girecekti. Ve aynı Nisan ayının ba ında73 Prof. Özemre görevden alınıyordu. Nitekim son görü memizde, hemen ertesi gün Ankara’daki Teknesyum-99m sa ım hücresinin açılı ının yapılaca ından söz ediliyordu. Lâboratuvar Özemre’siz açılacaktı! Görevi tam bir vicdân huzuru içinde devretti ini söyleyen Prof. Özemre haleflerine u mesajı verdi: "Ümid ederim ki, n âall h, 1987 senesi için en ince noktasına kadar hazırlamı oldu umuz çalı ma plânımız, bizden sonra da hiçbir inhirâfa, hiçbir tâdilâta ve hiçbir ta yirâta u ramaksızın harfiyyen icrâ edilir. Çünkü üzerinde çok dü ünülmü , çok beyaz geceler geçirilmi bir plândır. Tamâmen kompüterle hazırlanmı , ciddî bir plândır. 3 milyar 99 milyon liralık bir techizat yatırımını öngören ve gerçekle ti i takdirde Türkiye’yi çok ileri seviyeye getirecek bir plândır. Cenâb-ı Hkk’dan bütün niyâzım, görevi devr alan arkada ımızın ve arkada larımızın devlete, vatana, millete bu kurum aracılı ıyla hizmet vermeleri ve onlar da ayrılmak durumunda oldukları zaman benim kadar huzurlu ve kâmil bir kanaatle görevi daha sonrakilere devretmeleridir". Özemre, kendisini aylardır bâzı çevrelerin boy hedefi hâline getiren radyasyon konusunda da bir eyler söylemeden edemedi: "Biz her zaman söyledik. Çernobil kazâsından sonra 11 ay zarfında Türk insanının aldı ı doz, bir gö üs röntgeni çektirirken aldı ı doza muadildir. Türkiye Çernobil kazâsını All h’ın lûtf-u keremiyle ucuz atlatmı tır. Her zaman söyledi im gibi, kazâdan sonra halka intik l eden ve edecek olan gıdâ maddeleri, çay dâhil, hiçbir mahzur ta ımamı tır. Bir bardak çayda koparılan fırtına ve amatayı artık herkes ö rendi. Türkiye dı arıya birkaç onbin ton çay ihrâç ederken bu amatanın koparılmasında elbette bir takım sebepler aramak gerekir. Bilhassa bu çay meselesi dolayısıyla bâzı üniversitelerimizdeki heveskâr arkada ların uzman olmadıkları hâlde bu konuya e ilip de bir takım çocukça raporlar yazmı ve bunları Basın’a sızdırarak Türkiye’de ve KKTC’nde bir milyon hâmile kadını tâciz ve tedirgin etmi olmaları affedile72 Prof. Özemre’nin bildirdi ina göre TAEK Ba kanlı ı’ndan azli sırasında gümrü e henüz gelmi olan bu cihazlar maalesef 5 ay bekletildikten sonra gümrükten çekilmi ve çekilmelerinden de bir yıl sonra uygulamaya konularak Edirne ve Rize’de yalnızca birkaç gün için ve o da, Prof. Özemre’nin yapmayı dü ündü ünün aksine, bedâva de il fâhi bir ücret kar ılı ında isteyenlerin vücûdlarındaki radyoaktiviteyi ölçmü tür. (N. .) 73 Pazartesi 6 Nisan 1987 günü saat 16.30’da. (N. .) 56 bilir bir temkinsizlik de ildir. Biz muhtelif vesilelerle hâmile kadınlarımızın bunlara aldırmamalarını ve devletin yetkili kurulu u olan kurumumuzun yaptı ı hesap ve ölçümlere îtibâr etmelerini duyurmaya gayret ettik duyurmaya gayret ettik". Ne gariptir ki, Özemre’nin bu konudaki açıklamalarını ısrarla göz ardı edip meseleyi polemi e çeken basın organlarından Milliyet gazetesi, 17 Nisan’da bir sovyet ilim adamının çayda radyasyon yönünden hiçbir mahzur bulunmadı ı yolundaki "rahatlatıcı" sözlerini yayınlıyordu. Ne de olsa "yorgan gitmi , kavga bitmi ti". Türkiye’nin ilim ve teknolojideki hedeflerini sordu umuz Prof. Özemre, önce bu husustaki çalı maların kısa bir de erlendirmesini yaptı. 1961’de kurulan TÜB TAK’a k nûnla "Türkiye’deki ilmî faaliyetleri koordine etme" görevinin verildi ini, ama bu mükellefiyetle orantılı yetki verilmedi i için bu kurumun bu fonksiyonunu icrâ edemedi ini söyledi. 1982’de Devlet Bakanı Nimet Özda ’ın hazırladı ı rapora göre Türkiye’nin beynelmilel ilim mecmualarında yayınlanan 340 küsur mak le ile dünyâ literatürüne katkısı bakımından 41. sırada oldu unu anlatan Özemre, yine aynı raporda, 1990 yılı için öngörülen hedefin 20. sıraya yükselmek olarak tesbit edildi ini anlattı74. Ama bu rapor bu hedefe nasıl eri ilece i husûsunda elle tutulur bir teklif getirmiyordu. Yine 1982’de çıkarılan bir k nûnla " lim ve Teknoloji Yüksek Kurulu" te kilinin öngörüldü ünü75; dokuz bakan, DPT Müste arı, TAEK Ba kanı, YÖK Ba kanı, TÜB TAK Bili Kurulu Ba kanı ve TÜB TAK Genel Sekreterinden meydana gelen kurulun bugüne kadar hiç toplanmadı ını anlatan Özemre, son olarak, ilim ve teknolojinin koordinasyonu çalı malarında DPT’nin rol oynadı ını söyledi. Ama DPT’nin de gerek yapısı gerekse esas me gûliyetinin bu olmaması sebebiyle yeterli olmadı ını belirterek, neticede DPT lim ve Teknoloji Ana Plân Özel htisas Komisyonu’nun kuruldu unu belirtti. Bu kurulun, hiç olmazsa DPT’yi ilgilendiren ilim ve teknoloji konularında e itime ve siyâsî, be erî, ticârî hayata dönük strateji ve politikalar geli tirebilece ini söyledikten sonra, asıl eksikli in bir lim ve Teknoloji Bakanlı ı’nın mevcûd olmayı ı oldu unu ifâde ederek öyle dedi: "Bir lim ve Teknoloji Bakanlı ı’nın, gerekli yetkilerle donatılmı olarak, ilim ve teknoloji çalı malarına istik met verecek bir bakanlık olarak en kısa zamanda ihdâsında büyük fayda görmekteyim. Bu, Türkiye’nin ilim ve teknoloji alanındaki büyük hamlesini kanalize edip plânlayabilmek ve devletin âlî menfaatine hâdim kılabilmek bakımından kaçınılmaz bir zarûrettir. te ancak ondan sonra Türkiye’nin hangi caddeler üzerinde ilerlemesi gerekti i husûsunda bir strateji ve politika ortaya çıkmı olacaktır". Burada Prof. Özemre’ye, Prof. Abdüsselâm’ın Türkiye’nin ilim hedefleri konusundaki dü ünce ve tekliflerini hatırlattık. Bilindi i gibi, Prof. Abdüsselâm öncelikle temel fizik, foton fizi i ve moleküler biyoloji alanlarında çalı mamız teklifini getirmi ti. Özemre, hedefleri sâdece bunlara inhisâr ettirmemek kaydıyla, bu üç ala74 2002 yılı ba ı îtibâriyle Türkiye 6074 mak le ile ancak 25. sıraya eri imi görünmektedir. Bu Kurul te kil edildi indenberi ancak ya 3 ya da 4 kere toplanmı tır. Hâlen Ba bakanlık Te kilât eması içinde bile gözükmemektedir. (Bk. Ba bakanlı ın WEB sitesi). 75 57 nın da kalkınma stratejilerinde yer alması gerekti ini söyledi. Ancak Türkiye’nin kurtulu unun teorik ilimlerden geçti i yolundaki dü ünceye katılmadı ını, sâdece teorik ilimlere çalı manın bizi teknolojide geri bırakaca ını, oysa Türkiye’nin teknolojide ileri hamleler yapmak zorunda oldu unu, bunun için de uygulamalı ilimlere a ırlık verilmesi icâb etti ini söyledi. Ama teknoloji transferinin ilim transferiyle birlikte yapılması gerekti ini, ilimsiz teknoloji transferinin Türkiye’ye hiçbir ey kazandıramıyaca ını ifâde etti. Ayrıca, hangi teknolojilerin ba langıç noktası olarak alınması gerekti inin tesbiti için, Türkiye’nin problemlerini çok iyi bilmek ve bunları çok iyi de erlendirmek lâzım geldi ini belirtti. Özemre ile sohbetimizde, her eyin temeli olan e itime de bir paragraf açtık ve okullarda verilen fen e itimi hakkındaki dü üncelerini sorduk. Fen e itiminin pekçok nokta-i nazardan "tereddi hâlinde" oldu unu belirterek söze ba layan Özemre, stanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’ndeki ö retim üyeli i sırasında, kar ısına ortanın üstünde tek bir talebenin gelmedi ini söyledi. Bunun sebeplerinden birini, orta ö retimde artan ö renci sayısına kar ılık, kaliteli ö retmen bulmadaki güçlükle izah eden Özemre "modern fizik, matematik ve kimya" e itimi adı altında yapılan "moda" tatbikatların da bunda büyük payı oldu unu belirtti. Meselâ modern matemati in son derece büyük bir soyutlama k biliyeti gerektirdi ine, öyle dedi: "Biz üniversitede, modern matematik adı altında ö retim görüp de kar ımıza geçmi olan kimselerin, logaritmanın mevcûdiyetinden, trigonometrik fonksiyonlardan, hattâ iki kesrin toplanmasından bile habersiz olduklarını hayretler içinde görerek deh etler içine dü mü tük". Özemre talya, sviçre, Avusturya gibi ülkelerin bu modadan yava yava rücû ederek daha dengeli bir matematik e itimine geçtiklerini, Türkiye’nin de bu sevdâdan vaz geçmesi gerekti ini söyledi. Sohbetimizin sonunda Prof. Özemre’ye din-ilim münâsebeti konusundaki görü lerini sorduk. " slâm’da din ile ilim arasında hiçbir tenâkuz yoktur" diye ba layan Özemre, All h’ın doksan dokuz isminden birinin el-Alîm oldu unu, bu ismin de "Her eyi çok iyi bilen" mânâsına geldi ini söyledi. Kur’ân’da Bakara Sûresi’nin 255. âyetinde: " nsanlar O’nun ilminden ancak O’nun müsaade etti i kadarını ihâtâ edebilirler" denildi ine dikkat çekerek bütün varlıkların yaratıcısı olan All h’ın ilmin de yaratıcısı oldu unu ifâde etti. "Îmân ile ilim biribirlerini tamamlar. Îmânsız ilim, ilimsiz îmân olmaz" diyerek unları söyledi: "Ne yazık ki, Cumhûriyet devrinde bâzı ilerici geçinen zevât, tıpkı on yedinci asırda Galile’nin kilise ile olan çatı masında ba ına geldi i gibi, din ile ilmin biribirinden ayrı, biribirine zıt eyler oldu u kanaatine sâhip olmu ve bunu da millî e itim aracılı ıyla yaymaya tevessül etmi tir Ben bunun yanlı bir tutum oldu u kanaatindeyim". *** 58 5 "5 WQ A Kimse sahtecili e kalkı masın. Kimse lâklâkla vakit geçirmesin. Bu radyasyon iddiaları nasıl tıbbî de il de sâdece siyâsî ise, 15. madde kahramanlı ı da huk kî de il, sâdece siyâsî... ...... ...... Geçmi yaraları ka ımayın. Hırsızları yakalayamayınca, hemen siyâsî gösteriye sı ınıp insanlara hayâlî suçlar yüklemeyin. Bilim ve tıp bile "Çernobil’in sonuçlarını ancak 3 yıl sonra saptayabiliriz" derken, siz kıytırık bir parti komiseri’ne inanıp bütün kör, topal ve kelleri bize radyasyonlu diye yutturmayın. Haa ... lle de gündemi de i tirmek istiyorsanız, i te Bosna-Hersek ... Kupkuru ça rı ve demeçleri kenara bırakıp artık bir eyler yapın... ... *** 76 Hürriyet gazetesinin 11.01.1993 târihli nüshasından. 59 # WW U * # Amerika’daki "Bilimsel Enformasyon Enstitüsü"nün ba kanı Eugene Garfield "Türkiye Ortado u ülkeleri arasında bilimsel etki açısından lider durumundadır" diyor. Nerede söylemi bu sözü? TÜB TAK tarafından Eylûl 1990’da düzenlenen "Tıp Alanında Bilimsel Yayınlar Sempozyumu"na sundu u tebli de Garfield sâdece tıp alanında de il, bilimin bütün alanlarında, yayınlanan bilimsel mak le ve kitap sayısına göre Türkiye’yi Ortado u ülkeleriyle kar ıla tırıyor ve rakamlardan hareketle Türkiye’nin "bilimsel etki açısından lider durumunda oldu u" sonucuna varıyor. Milliyet’te 10 Aralık günü yayınlanan "Bilim Hayatı" ba lıklı yazımız üzerine TÜB TAK’tan Prof.Dr. Mustafa lhan, bu sempozyuma sunulan tebli leri bize göndermi . Biz Garfield’in sözlerini oradan aldık. Tebli inde Garfield bir grafik tablosu sunuyor. Tabloya göre, Ortado u ülkeleri arasında Türkiye ba ta gidiyor ama Suudî Arabistan’ın grafi i 1981’den îtibâren hızla yükselerek 1990’da Türkiye’ye iyice yakla ıyor. Çünkü petrol zengini Suudî Arabistan bilime çok para yatırıyor. Milliyet’te çıkan söz konusu yazımızdan sonra Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre ziyâretimize geldi ve kendisiyle çok yararlı bir konu ma yaptık. Türkiye’nin ilk atom mühendisi olan Prof. Özemre TÜB TAK Bilim Kurulu üyeli i, Çekmece Nükleer Ara tırma ve E itim Merkezi müdürlü ü ve Atom Enerjisi Kurumu ba kanlı ı yapmı de erli bir bilim adamıdır. Özemre, Türkiye’de bilimin yeterince te vik edilmedi inden yakındı ve bir örnek olay anlattı: Özemre Atom Enerjisi Kurumu Ba kanlı ı’na geldi inde, kurum bünyesinde bilim adamlarının yayınlanan mak le sayısı [yılda] 2-6 arasında oynuyormu . Özemre, uluslar arası bilim dergilerinde mak lesi yayınlanan bilim adamlarını te vik etmek için bir fon olu turuyor. Uluslar arası bilim dergilerinde mak lesi yayınlanan bilim adamlarımıza bu fondan ödül niteli inde ödeme yapıyor. Ve bunun üzerine bilimsel mak le sayısı [yılda] 39’a fırlıyor. Siyâset yüzünden Özemre, görevden alınınca bu fon iptâl ediliyor ve bilimsel mak le sayısı da tekrar 10’un altına dü üyor. Özemre diyor ki: "Bilim adamlarımızın ço u dar gelirli sayılacak durumdadır. Bilimsel üretimin artması için, bütün dünyânın yaptı ı gibi, onları maddeten ve mânen te vik etmek lâzımdır". imdi , bilim konusundaki duyarlı ını bildi imiz Millî E itim Bakanı Köksal Toptan’a bir öneri sunuyoruz. Prof. Özemre’den esinlendi imiz öneri u: Uluslararası bilim dergilerinde mak leleri yayınlanacak bilim adamlarımıza, akademik unvanları ne olursa olsun, meselâ iki profesör maa ı gibi bir ölçüye göre nakdî ödül verilsin ve bu bilim adamlarımızın isimleri ve kısa mak le özetleri Türkiye Bilim eref 77 Taha Akyol’un, Milliyet gazetesinin 19.12.1992 târihli nüshasındaki "Objektif"ba lıklı kö esinden. 60 Kitabı adıyla yayınlansın, kamuya duyurulsun. Bunun için müstakil bir fon olu turmak lâzımdır. Ba bakan Demirel’in de bilim konusundaki duyarlı ını biliriz. Prof. Özemre’nin: "Mükemmel bir fizik bilginidir; üniversiteden ayrılması Türk bilimi için kayıptır" dedi i nönü’nün de bu öneriyi destekleyece ine inanıyoruz. Türkiye’nin bölgede "bilim önderli i"ni güçlendirmesi, sâdece bir prestij meselesi de ildir. Bu tür yayınlar ülkelerin bilim ileti imini, dolayısıyla, bilim potansiyelini güçlendiriyor. Ça ımızda ülkelerin gücü bakımından bilimin önemini belirtmeye ise gerek bile yok. Toptan’ın adını bilim târihimize bilimi destekleyen bakan olarak geçmesini sa layacak olan bu öneriyi de erlendirece ine inanıyoruz. *** 61 # U # 4" * WS # slâm Konferansı için Dakka’ya hareketinden önce Cumhurba kanı Özal’a kamuoyunda fırtınalar yaratan radyasyon konusunu soruyoruz. Özal "teknik raporlar"dan bahsediyor: " döndü dola tı radyasyonlu çay meselesi hâline geldi. Elimizde teknik raporlar var. O zaman ciddî teknik incelemeler yaptırdık. Hattâ Batı’dan en ileri teknoloji ile yapılmı ölçüm âletlerini ithâl ettik. Yapılan ölçümlere dayalı raporlarda, radyasyon düzeyinin zarar verecek durumda olmadı ı belirtiliyordu. Hattâ çay demlenirken radyasyon suya geçmez, veyâ çok dü ük düzeyde, hiç zarar vermeyecek düzeyde geçermi 79. Buna ra men biz, hassasiyet göstererek, o zaman belli bir yüksek radyasyon düzeyi olan çayları, bu millî serveti gömdük80. Yakılması daha zararlı olur diye rapor verilmi ti çünkü..." Özal, konunun teknik sınırlarını a arak psikolojik ve politize bir hâle getirildi ini dü ünüyor. Özal’a göre: " böyle durumlarda bâzı insanlar bir er güç arayı ı, öyle bir psikolojiye kapılıyorlar. Psikolojinin yerini teknik ara tırmalar alınca, biraz gecikerek de olsa hakîkat anla ılıyor. Bizde de böyle olacak" Özal radyasyon meselesinin bir bilim ve uzmanlık konusu oldu unu söylüyor ve "Bu konuda formasyonu olanlar so ukkanlı duruyorlar, dikkat ettim" diyor. Özal’ın fizik profesörü Erdal nönü’nün kampanya’ya katılmamasını kastetti ini düünüyoruz. Hâlbuki bekerel ve milirem gibi bilmedi imiz ölçü birimlerinin kullanıldı ı bu konuda ilgisi de bilgisi de olmayan SHP’li bir bakan "katiller"diye konu abiliyor. 78 Taha Akyol’un Milliyet gazetesinin 11.01.1993 târihli nüshasındaki "Objektif" ba lıklı kö esinden. Prof. Özemre türk usûlü demlenen radyasyonlu çaydaki radyasyonun, çayın cinsine göre, %50%70 kadarının deme geçti ini ama bütün radyasyondan korunma hesaplarının, radyasyondan korunmanın gerektirdi i bir önlem olarak, radyasyonun sanki % 100’ü deme geçiyormu gibi yapılmı oldu unu; 12.500 bekörel/kg düzeyinde radyasyon içeren kuru çayın demlenmesi sonucu elde edilen dem’in litresinde Avrupa Birli inin sulu gıdâlar için hâmile kadınlar ve bir ya ından küçük çocuklar için (Çernobil kazâsı gibi istisnaî tehlike durumları için de il sulh-sükûn zamanlarında bile) alınmasında bir mahzur olmadı ı gerekçesiyle müsaade etti i 370 bekörel/litre’lik bir radyasyon kaldı ını; ve TAEK’in de piyasaya kontrollü olarak 12.500 bekörel/kg’dan daha dü ük radyasyon ihtivâ eden çayları sürmü oldu unu ifâde etti. (N. .) [Ayrıca Bk. Ahmed Yüksel Özemre, Türkiye’nin Çernobil Çilesi, s.145-184] 80 Gene Prof. Özemre’ye göre bu konu manın vuku buldu u târihte söz konusu 58.078 ton yüksek radyasyonlu çay daha henüz gömülmemi ti. Bu u urda Prof. Özemre’nin vermi oldu u mücâdele için Bk. Ahmed Yüksel Özemre, Muhabbet ve Mücâdele Mektupları, V, X, XI, XII numaralı mektuplar ve EK:II. (N. .) 79 62 Özal’ın bahsetti i "teknik raporlar"ın, o zamanki Atom Enerjisi Kurumu Ba kanı Prof.Dr. Ahmet Yüksel Özemre’ye ait olup olmadı ını soruyoruz. "Evet, ama çe itli raporlar vardı" diyor. Özemre’nin raporlarında, meselâ fındıkta tesbit edilen en yüksek oranlı radyasyonun, uluslararası bilimsel ölçülere göre zararlı olabilmesi " bir ki inin bir yılda 1059 kg yemesi gerekece i" belirtiliyor!81 mkânsız tabiî. Çay konusunda ise u satırlar yer alıyor: "Kuru çay, türk usûlü demlendi inde, çayın deminin bir litresinde 370 Bq (bekerel) kadar bir radyasyon bulunmaktadır. Bu ise süt gibi çaydan daha fazla tüketilen bir gıda maddesi için AT ülkelerinde, hâmile kadınlar ve 1 yaından küçük çocukların litre ba ına almalarına müsaade edilen en üst düzey radyasyon sınırıdır. Dem, suyla karı tırılıp içilecek çay hâline getirildi inde, bir bardak çayda, piyasada satılan birçok mâdensuyunun i e ba ına içerdi i kadar bir radyasyon düzeyi bulunmaktadır..." Bütün bunlar radyasyon konusunun kapatılmasını de il, aksine ara tırılıp soru turulmasını gerektirir. Dönemin teknik ve siyâsî yetkililerinin gerçekten de ihmâli var mı? Bu adamlar "k til" mi? Kanser olaylarındaki artı gerçekten sâdece belli bir bölgede mi? Öyle ise bunun sebebi Çernobil radyasyonu mu, yoksa tedbir gerektiren ba ka sebepler mi var? Meseleyi bir toplumsal paranoya ve politik öfke konusu hâline getirirsek, bu soruların bilimsel cevabını ö renemeyiz. Milliyet'in radyasyon-kanser ili kisi konusundaki üpheyi kamuoyunun gündemine getirmesi son derece yararlı oldu. Bu sâyede, toplum olarak, insan sa lı ının ça ımızdaki risklerini ö reniyoruz. Çevre ve nükleer risk konusunda bilinçleniyoruz. Politize ve psikolojik tavırları hâriç tutarsak, bu tartı malar "bilgi toplumu"nu anlamak bakımından faydalı oluyor. Artık ö reniyoruz ki, bâzı konularda karar vermek için "teknik bilgi" gereken bir ça da ya ıyoruz. Gerçekten ara tırılmalı, hakîkat ne ise gün ı ı ına çıkarılmalıdır82. *** 81 Prof. Özemre'nin Türkiye'nin Çernobil Çilesi ba lıklı kitabın 100. sayfasında ise aynen öyle yazmaktadır: "Uluslararası Radyasyondan Korunma Komitesi'nin (ICRP'nin) tesbit etmi oldu u bilimsel esaslar çerçevesi içinde, bir kimsenin radyasyon sa lı ı yönünden bir zarara u raması için: 600 Bq/kg düzeyinde radyasyon içeren fındıktan bir yılda 6700 kg'dan fazla, veyâ 4250 Bq/kg düzeyinde radyasyon içeren fındıktan bir yılda 950 kg'dan fazla yemesi gerekiyordu. Oysa, o yıllarda, Türkiye'nin yıllık iç fındık tüketimi 5.000 ton civârında idi. Bu ise ki i ba ına yılda yalnızca 100 gram fındık tüketimi demekti". (N. .) 82 Çernobil kazâsının Türkiye üzerindeki etkilerini ara tırmak üzere kurulan TBMM Ara tırma Komisyonu 9,5 aylık bir mesai sonunda hazırladı ı 103 sayfalık rapor TBMM'nde kabûl edilerek TAEK ve Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre ibrâ edilmi lerdir. Ayrıntılar için Bk. Ahmed Yüksel Özemre, Ah u Atomdan Neler Çektim!, I. Bölüm: "Siyâsete Âlet Edilen Çernobil", s. 13-43. (N. .) 63 >, 3 ,= 3 = 3 7 ,; 3 ,; 3 13 8 G + < A = ; , 7= > -G = 9 # >3 ;. #4 # E @= # >, 31 >, SJ ! Çernobil'i istismar konusunda yapılanlara bir cevap da Karadeniz Teknik Üniversitesi'nden geldi. Aralarında uzman 7 ö retim üyesi, Çernobil felâketinden 6 yıl sonra Karadeniz Bölgesi'nde kanser vakalarında artı olmadı ını ilmî bir raporla açıkladılar. lim adamları raporlarında, halkın yeterli bilimsel ara tırma sonuçları alınmadan pani e sokuldu unu bildirdiler. Hâcettepe Üniversitesi'nden 7 ö retim üyesinin kamuoyunu rahatlatan "Radyasyon Raporu"ndan sonra Karadeniz Teknik Üniversitesi'nden 7 ilim adamı daha "Do u Karadeniz Bölgesi'nde Radyasyona Ba lı Kanser Vakaları Çalı ma Raporu" hazırladı. K.Ü. Tıp Fakültesi ç Hastalıkları ve Nükleer Tıp ö retim üyesi Prof. Münir Telatar, Fen-Edebiyat Fakültesi Fizik Bölümü ö retim üyesi Prof. Mustafa Altunba , Tıp Fakültesi Pediatri Anabilim Dalı ö retim üyesi Prof. Halil Mocan, Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı ö retim üyesi Prof. Yavuz Özoran, Fen-Edebiyat Fakültesi Fizik Bölümü ö retim üyesi Doç. hsan Kopya, Tıp Fakültesi Halk Sa lı ı ve Koruyucu Hekimlik Anabilim Dalı ö retim üyesi Doç. Erdal Be er, Tıp Fakültesi ç Hastalıkları Anabilim Dalı ö retim üyesi Yard.Doç. Ercüment Ovalı tarafından hazırlanan raporda, Çernobil nükleer kazâsı ve çevre ülkelere etkileri konusunda detaylı açıklamalarda bulunuldu. Raporda: "Çernobil reaktör kazâsından Avrupa, Asya ve hattâ bütün dünyâ az veyâ çok nasibini almı tır. Bu arada özellikle Trakya ve Do u Karadeniz Bölgesi radyasyona mâruz kalmı tır. Aslında bu gibi kazâlarda korunma bakımından yapacak fazla bir ey de yoktur. Yapılacak en etkin i lem derhâl mâruz kalınan radyoaktivite mikdârı tesbit edilmek ve ona göre de tedbirler dü ünmektir. Yapılan ölçümler, bizim incelemelerimiz radyasyon seviyesinin insan sa lı ını etkileyecek boyutlarda olmadı ını göstermi tir. Radyasyonlu çaylar toplattırılmı , sebze ve meyvaların bol su ile yıkanması bölge halkına telkin edilmi tir" dendi. lmî raporda KTÜ Farabî Hastahânesi'nde yapılan ara tırma sonuçlarına de inilerek özetle u görü lere yer verildi: "KTÜ Farabî Hastahânesi'nde 1985-1992 yılları arasında hastahâneye yatırılarak tetkik ve tedâvi edilen 43.634 hastada yaptı ımız retrospektif incelemede, kazâdan önce 1985 yılında: 18 lösemi, 23 lenfoma ve 103 di er organ kanseri 83 Zaman gazetesinin 20.01.1993 târihli nüshasından. 64 mevcûdmu ve total hasta sayısı 2.547 idi. Buna göre lösemi oranı 0,007, lenfoma 0,009 ve tüm di er kanserler 0,04 olarak görüldü. 1991 yılında lösemi 0,0049, lenfoma 0,0074 di er kanserler 0,053; 1992 yılının ilk dokuz ayında lösemi 0,086, lenfoma 0,0053, di erleri 0,04 bulundu. Di er yıllar tabloda ve grafikte görülmektedir. u hâlde bu hastalıklar di er yıllarda da ufak oynamalarla aynı oranları göstermektedir. Diyebiliriz ki Çernobil reaktör kazâsı sonucu 6 yılda Karadeniz Bölgesi'nde radyasyona ba lı olarak kanser vakaları artmamı tır. Ara tırmayı yaptı ımız hastahâne bölgenin referans hastahânesi konumundadır ve Do u Karadeniz Bölgesi'nin radyasyona en çok mâruz kaldı ı kabûl edilen Giresun, Trabzon, Rize, Artvin ve kısmen Gümü hâne illerine hizmet etmektedir. KTÜ Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı ile Çukurova Üniversitesi ve Türk Kanser Ara tırma Ve Sava Kurumu ile yapılan çalı mada 1985-1990 yılları arasındaki kanser sonuçları bölgemizde ülke genelindeki ile farksız çıkmı tır. Çernobil kazâsından her ülke farklı olarak etkilendi i gibi bir ülkenin çe itli bölgeleri arasında etkilenme bakımından büyük farklar gözlenmi tir. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu'nun yaptı ı çalı malardan anla ılıyor ki, Do u Karadeniz Bölgesi'nin bâzı kesimleri radyoaktif bulutun geçi i süresinde fazla ya mur aldı ından bu bölgelerde meydana gelen radyoaktif kontaminasyon di er bölgelere göre bir hayli yüksek olmu ve bu kesimlerde ya ayan 100.000 ki ilik bir grup ülke ortalamasının üstünde radyasyon dozuna mâruz kalmı tır. Yapılan hesaplar sonucu bu kritik grupta 0-1 ya arası bebeklerin 0,35 mSv84, yeti kinlerin 0,594 mSv etkin e de er doza mâruz kaldıkları bulunmu tur. Türkiye ortalamasında bu doz eri kinlerde 0,5 mSv ve 01 ya arası bebeklerde 0, 147 mSv olarak bulunmu tur. Buna göre gelecek yıllara yönelik bir tahmin yapmak bilimsel bir kesinlik ta ımıyacaktır. Netice olarak ülkemizin herhangi bir yerinde özellikle çalı ma sahamız olan Do u Karadeniz Bölgesi'nde Çernobil reaktör kazâsına ba lı olarak radyoaktiviteye mâruz kalanlarda kanser veyâ do umsal anomalilerdeki rakamsal artı sâdece radyoaktiviteye ba lanamaz. Yetersiz hijyenik artlar, yeni do an çocuk ölümü sebepleri, yetersiz beslenme, trafik karga ası, çevre kirlili i sorunları ile yakın akrabâ evlilikleri ve bölgenin jeolojik yapısı bölgeyi radyasyondan daha önemli tehlikelerle karı kar ıya getirmektedir. Ayrıca, Do u Karadeniz halkının bu konuda yeterli bilimsel çalı ma sonuçları alınmadan pani e sokulmasına sebep olacak durumların meydana getirilmemesine dikkat edilmesi gerekir". *** 84 1mSv = 100 mRem 65 SR +, Türkiye bilimin kontrolünden mahrum bir ülkedir. En önemli meselelerimiz bile bilim dı ı metodlarla ele alınır, bilim dı ı kurallarla çözülmeye çalı ılır. Devlet olarak batılıla alım denmi tir. Ama Batı'nın bilimsel olarak târifinde, tam yetmi yıldan bu yana ortak bir noktada bulu amamı ızdır. Oysa bilimin Batı için söyledi i bir tek târif var. Ne var ki aydınlarımız (!) bu Batı'yı körlerin fil târifine çevirmi tir. Kimimize göre Batı gardrop inkılabından ibârettir. Kimimize göre Batı modern ya ayı tan, açık saçık giyinmek ve her eyi bu dünyâdan ibâret sanmaktır. Daha akıllı aydınlarımıza(!) göre Batı teknolojik üstünlük için çalı maktır. Tabiî daha bir sürü tanımlar var. Batılıla mak için herkesin okur yazar olması gerekti ine inananlar var. Batılıla mak için avrupalı gibi giyinmek, avrupalı gibi ya amak gere ini ileri sürenler var. Oysa batı medeniyetinin bilim ve ahlâk üzerine kuruldu unu söyleyenlere pek az rastlarsınız Türkiye'de. Bu yüzden de Türkiye'de bilim kontrolü denen bir ölçüye rastlayamazsınız. Son günlerde radyasyon konusunda yayınlanan bir gazete haberi ortalı ı allak bullak etti. Türkiye'de bâzı siyâsî mihraklar ve nükleer enerji santrallerinin kurulmasını istemeyen çevreciler, mal bulmu ma rıbî gibi radyasyonun gizlendi ine dair verilen bu haberi i leye i leye i i meclis ara tırmasına kadar uzattılar ve ba ta Cumhurba kanı Özal olmak üzere, bir eski bakan Cahit Aral ile YÖK ba kanı hsan Do ramacı ve Atom Enerjisi Kurumu eski ba kanı Ahmed Yüksel Özemre'yi Yüce Divan'a sevketme hayâllerine kapıldılar. Türkiye'de bilim adamları ve bilim müesseseleri dı ında herkes bu konuda ileri geri konu maya ve sorumlu aramaya ba ladı. Önce hiçbir bilimsel kimlikleri olmayan meslek kurulu ları, parti örgütleri ve gazete yazarları ayaklandılar: Radyasyon sorumluları hesap vermeliydiler. Oysa bilim çevreleri radyasyonun gizlenmedi ini, kanser hastalıklarının ve lösemi vakalarının artmadı ını söyledikleri hâlde mâlûm odaklar iddialarından vaz geçemediler ve nihâyet Meclis ara tırmalarına karar verildi. Bir ülkenin bilim kontrolünden yoksunlu unun o ülkenin ba ına nasıl i ler açtı ını, zamanın nasıl bo a harcandı ını görüyor musunuz? te Türkiye'nin tâlihsizli i burada. Bundan kurtulmak kolay de il. *** 85 Ömer Öztürkmen'in nsan ve Kâinat dergisinin 89 sayılı ubat 1993 târihli nüshasında "Perspektif" ba lıklı kö esinden. 66 ! H SQ ,+ Evvel zaman içinde, imdi yerinde yeller esen Sovyetler Birli i'nde, Çernobil adlı bir nükleer reaktör patlamı ve etrafa radyasyon bulutları yaymaya ba lamı . Gel zaman, git zaman, aradan 6 yıl geçmi . Türkiye'de birilerinin canı sıkılmı ve konuyu yeniden pi irip halkın önüne koymaya karar vermi ler. Bilumum insan hakları dernekleri, ça da etiketli meslek kurulu ları ve maalesef bir kısım akademik unvanlı zevât elele vermi "geçmi i hortlatma" kampanyası açmı lar. Kampanyanın metodu da çok ama çok "bilimsel!" . Nasıl mı? Bulmu lar bir lösemili çocuk ve annesine soruyorlar: "Çocu unuz neden hastalandı?" Anne cevap veriyor: "Hani bir ey patlamı tı ya, i te ondan oldu, deyiler..." Bu haberi duyan basın-yayın kurulu ları hemen harekete geçiyor ve sorumlu arama avına çıkıyorlar. Bu arada bâzı politikacılar da mal bulmu ma rıbî gibi balıklama dalıyorlar olaya. Ve sanki memleketin hiçbir meselesi yokmu gibi, haftalarca radyasyonla yatıp radyasyonla kalkıyor bütün toplum. Yapılan i in adı tam anlamıyla cinâyet. Olayın biraz bilimsel kılıfla ortaya atılması durumu de i tirmez, olsa olsa bilimsel cinâyet mertebesine yükseltir. Neden mi? Bunca iç ve dı mesele varken, kamuoyunun böylesine lûzumsuz bir gündemle me g l edilmesi cinâyet de ilse nedir? Üniversitelerimizin bunca eksii, problemi varken onları böylesine mu lâk, kasıtlı bir konuyla u ra tırmak cinâyet de il de nedir? Hele hele o günlerde, gece gündüz demeden, halkı radyasyon tehlikesine kar ı korumaya çalı an TAEK yetkililerini ve di er görevlilerini karalama kampanyası açmak en büyük cinâyettir; üstelik iyiniyeti cezâlandırmak için teammüden i lenmi bir cinâyettir. in en acı tarafı da udur: Bu kampanyayı ba latanlar ellerinde hiçbir delil olmadan hareket ediyorlardı. Karadeniz bölgesinde kanser vakalarının arttı ı ileri sürüldü; peki ama hangi istatistiklere dayandılar? Oysa en yetkili a ızlar, meselâ Samsun Tıp Fakültesi hastahânesi ba hekimi ile KTÜ Tıp Fakültesi dekanı ve ardında da ba ka üniversiteler bölgede belirgin bir kanser tırmanı ı olmadı ını açıkladılar. Buna ra men kampanya devam etti. Dahası var; kanser ile radyasyon arasındaki sebep-sonuç ili kisi henüz netlik kazanmı de il. Yâni günümüz tıbbı, hangi tür radyasyonun hangi kansere sebep oldu unu kesin hatlarla açıklayamıyor. Arada sâdece istatistikî bir ba lantı var. Bir ba ka ifâdeyle, Çernobil kazâsının Türkiye'de kansere sebep olup olmadı ının tesbiti sanıldı ı kadar kolay de il. Ortada kanserli bir hasta varsa, bunun neden dolayı kan86 Kemal Çiftçi'nin 89 sayılı, ubat 1993 târihli nsan ve Kâinat dergisindeki "Sonsöz" ba lıklı kö esinden. 67 ser oldu unu açıklamak ise bugünkü bilgilerimizle imkânsız. Olay bu kadar karmaıktır ama dezinformasyon yoluyla insanların aklını bulandırmak oldukça kolay. in aslını bilmeden bu kampanyaya katılan bilgisiz insanlar mâzur görülebilir belki. Ama bile bile ba kalarının hesabına âlet olanlara ne demeli? kide bir Türkiye'de Çernobil ve radyasyon meselesini gündeme getirmenin altında yatan hesapları unutmayalım: 1. Türkiye'nin nükleer teknolojiye geçmesini önlemek. Yeryüzünde 500 kadar nükleer tesis varken, ülkemizin hâlâ eski ve pahalı, üstelik çevreyi kirleten teknolojilere ba ımlı kalmasını istemek iyi niyetle ba da abilir mi? 2. Türkiye'ye ticârî açıdan zarar vermek. Meselâ her türlü zıraî ürün dururken, sırf çayın radyasyonundan bahsedilmesi size bir ey hatırlatmıyor mu? (Çayda en büyük rakîbimizin ngiltere oldu unu belirtmeye gerek var mı?) Bu konuda en fazla sıkıntı çeken insanların ba ında, TAEK eski ba kanı Prof. Dr. A. Yüksel Özemre geliyor. Kendisi, her türlü iyi niyetine ve gayretli çalı malarına ra men, hâlâ saldırılara hedef oluyor ve karalanmak isteniyor. Çekti i çile satırlarla anlatılacak gibi de il. Öyle oldu u için de bu meseleyi anlatmak için koca bir kitap yazmak zorunda kaldı: Türkiye'nin Çernobil Çilesi... Yayınlandı ı zaman her eyi ayan beyan görme imkânı olacak. Gelecek sayıda bulu mak üzere, ho ça kalın... *** 68 # 8 5" 5SW 3 ..... ..... [Akademik câmianın tutumu] Bir akademisyen olarak söylemekten üzüntü duyuyorum ki birçok konuda oldu u gibi içler acısı bir tutum[dur]. Esâsen genel yapıları ve mevcûd teknik imkânları ile durumları gene öyle. Onun için görü ler ve tepkiler hep münferit, birbirinden kopuk ve çeli kili olmu tur. Yetersizlik söz konusu olabilir. Ama en azından böylesine geni boyutlu bir olayda88 ilgili fakültelerin ve kurulu ların bilimsel ve teknik kapasitelerini birle tirerek bâzı sonuçlar sunmaları ve yorumlar yapmaları hem do ru bir hareket olur, hem de cılız münferit ve sakat di er bâzı iddiaları bertaraf edebilirdi. Ancak böyle bir organize hareket için koordinasyon görevi yapması beklenen YÖK yukarıdan yapılan bâzı tazyikleri tabana aksettirmek gibi bir "süper iletken" görevi üstlenmi se söyleyecek bir ey kalmıyor. Üniversiteler, TÜB TAK ve Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) ba ta olmak üzere, konunun belli ba lı üç akademik muhâtabından en çok ele tiriye muhâtab olanı TAEK ve bilhassa bu kurumun o zamanki ba kanı sıfatı ile A. Yüksel Özemre olmaktadır. Ancak i in hazin tarafı, bu ele tiriler hep siyâsîlerden ve gazetecilerden gelmi , açıklayıcı ve ara tırıcı nitelikte olmaktan çok ele tiriyi yapanların kendi dünya görü leri ve zihniyetleri çerçevesinde kamuoyu olu turmak eklinde önyargılı olarak ortaya çıkmı tır. Sayın TAEK eski ba kanı ise özel bir televizyona verdi i demeçte, kazânın oldu u günlerde yaptıkları ara tırmaların sonuçlarını, istemeleri hâlinde, üniversitelere vermeyi kararla tırdıklarını, ancak hiçbir üniversiteden böyle bir talebin gelmedi ini söylemi tir89 . 87 Zaman gazetesinin 18.01.1993 târihli nüshasından. Bu yazı 5 sütûn üzerine gazetenin tüm bir sayfasının yakla ık ¾ kadarını kaplamaktadır. Buraya yalnızca "Akademik Câmianın Tutumu" alt-ba lıklı bölümü alınmı tır. (N. .) 88 Yazar Çernobil kazâsının Türkiye üzerindeki etkilerini îmâ ediyor. (N. .) 89 Prof. Özemre TAEK’in yorumlarını ilmî kıstaslara göre yorumlayabilecek nitelikte, yurt içinden ve yurt dı ından ne kadar resmî kurulu varsa bunların TAEK’e bir taleblerinin vuku bulması hâlinde bunlar kendilerine derhâl iletildi ini, ama Türkiye içinden TAEK’den resmen bu ölçüm sonuçlarını ve resmî yorumunu taleb eden tek kurumun Hâcettepe Üniversitesi Nükleer Mühendislik Bölümü olduunu ve TAEK'in onunla bütün sonuçları payla mı oldu unu ifâde etmektedir Bununla ilgili olarak Hoca'nın kaleme aldı ı 1993 târihli Türkiye'nin Çernobil Çilesi. ba lıklı kitabın 51-52. sayfalarındaki u pasaj ilgi çekicidir: "Ne yazıktır ki Türkiye'de Türkiye Atom Enerjisi Kurumu'ndan radyasyon düzeylerini, üzerinde bilimsel incelemeler yapmak için yalnızca bir tek bilimsel kurulu taleb etti. Bu da Hâcettepe Üniversitesi Nükleer Mühendislik Bölümü idi. Radyasyon düzeyleri bu bölüme derhâl verildi. Bilim adamlarımızın bir kesimi ise yalnızca ve yalnızca, "Radyasyon düzeyleri kamuoyuna niçin açıklanmıyor?" diye Türkiye Atom Enerjisi Kurumu'nu, daha do rusu beni tenkid ettiler; spekülâsyon yaptılar ve Kurum'u polemi e çekmek istediler. Bunu yapanların gâyesi bu radyasyon düzeyleri üzerinde, Hâcettepe Üniversitesi Nükleer Mühendislik Bölümü’nün yaptı ı gibi, objektif bir inceleme yapmak deildi. Zirâ bunların bu yönde hiçbir talebi olmadı. Göründü ü kadarıyla, bilim adamlarımızın bir kısmı için gazetelerin ihdâs etme e çalı tıkları polemi e kendilerini kaptırmak meselenin üzerine e ilip 69 Burada basın için özel bir ba lık açmayaca ız. Lâkin üniversiteler gibi daha özerk olmaları beklenen ( veyâ öyle oldukları iddia edilen) kurulu ların mensuplarının çar af çar af "Baskı altında kaldık" demeçlerine balıklama atlayan ve onları mâsummu gibi takdîm eden basının, aynı konuda bir ba ka ilim adamına kar ı doludizgin saldırılarını nasıl bir meslek ahlâkı ile ba da tırabildiklerini anlamakta zorluk çekiyoruz.... ..... ..... *** de bilimsel disiplin, teenni, temkin ve dirâyetle incelemeler yapma a kendilerini zorlamaktan çok daha kolaydı ve nefislerini de çok daha fazla tatmîn etmekteydi". (N. .) 70 I H 5 # P& 5I H= 3 Prof.Dr. Atillâ Özalpan, dünyânın artık Çernobil defterini kapattı ını belirterek: "Bizden çok daha fazla radyasyona mâruz kalan ülkeler bile bu defteri çoktan kapattı" dedi. Sa lık Mensupları Dayanı ma Toplum Sa lı ını ve Çevreyi Koruma Derne i, Sa lık-Der, Prof. Nejat Aybers, Prof. Ahmet Yüksel Özemre, Prof. Nijat Bilge, Prof. Münir Telatar ile gazeteci Yalçın Pek en'in katıldıkları "Çernobil Kazâsının Türkiye Üzerindeki etkileri" konulu bir açık turum düzenledi. Oturumda konu an Atillâ Özalpan: "Dünyâ artık bu defteri kapadı" dedi. Özalpan, bizde bu konunun hâlâ niçin harâretle tartı ıldı ını izah edebilmek için "Acabâ radyasyon gerçekten de bâzı hastalıklara sebep oldu mu?" sorusunun cevaplandırılması gerekti ini vurguladı. Özalpan öyle dedi: "Radyasyonun kanser gibi hastalıklarda artı a sebep olup-olmadı ını bilimsel olarak tesbit etmek mümkün de il. Bu sâdece sa lıklı istatisiklerden ö renilebilir. Türkiye'de do al olarak beliren kanser vahaları bile Çernobil'e ba lanmak isteniyor. Oysa katı tümör ancak 10-15 yıl sonra ortaya çıkıyor. Daha imdiden mide tümörü ve benzerleri radyasyona ba lanamaz. Tabiî, bu arada halka bir defa yanlı mesaj verildi mi, bilimsel olarak aksini ispatlasanız bile bu mesajın izlerini silmek çok zor. O sebeple basının bu konuda daha hassas davranması gerekiyor". Prof. A. Yüksel Özemre de konu masında dönemin Atom Enerjisi Kurumu Ba kanı olarak, olayın duyulmasından hemen sonra gerekli bütün çalı maları ba lattıklarını ve alınması gerekli bütün tedbirleri de zamanında kamuoyuna duyurduklarını bildirdi. Özemre, radyasyonun hiçbir zaman tehlike sınırlarına ula madı ını da kaydetti. "Radyasyon yoktur" kendileri tarafından de il, basın tarafından söylendi ini kaydeden Prof.Dr. Özemre: "Biz o anki radyasyon mikdârının insan sa lı ı açısından mahzur te kil etmedi ini söylemi tik" dedi. Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi ö retim üyesi Prof.Dr. Münir Telatar da, olaydan sonra bölgede "Kanser fobisi"nin ba ladı ını söyledi. nsanların normal yollarla da çe itli mikdarlarda radyasyon aldı ını belirten Prof.Dr. Telatar, küçük mikdarlardan korkmamak gerekti ini ifâde etti. *** 90 Zaman gazetesinin 01.02.1993 târihli nüshasından. 71 # #K4U 5" ) J0PD ,*+,- 3 4 4 Nükleer reaktör ihtiyâcı, artık Türkiye için hava, su ve toprak kadar önemli hâle gelmi bulunuyor. Türkiye, nükleer ara tırmaları kontrol etme yetkisine sâhip Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na üye. Nükleer anlamda yapaca ı bütün çalı maları uluslararası gözetime açmak zorunda. Dolayısıyla Türkiye’nin atom bombası üretmesi mümkün deil. Legal yoldan böyle bir ey yapmasına imkân verilmez. llegal yollardan böyle bir eye sâhib olmak ise, Dünyâ’yı kar ınıza alma cesâreti gerektirir. Bizimkilerin böyle bir cesâreti olmadı ını –çünkü bu ırkın gelece i ile ilgili bir kaygıları, telâ ları yok- bildi im için ran veyâ Pakistan’ın bu tür çalı malarına yardımcı olmasının Türkiye’nin yararına olaca ı kanaatimi izhâr etmi tim92. Türkiye ve atom enerjisi! Batı’nın bu iki kelimeyi bir arada ve beraber dü ünmekten ödü kopuyor. Atom bombasına sâhip bir Türkiye, Batı için korkulu bir rüyâ. Bizim böyle bir enerjiye sâhip olmamamız için ne gerekiyorsa yapıyorlar. Merhum Turgut Özal, daha uluslararası güçlerin kontrolüne tam olarak girmemi ken, yâni dindar bir ta ra siyâsetçisi idealiyle ba bakan oldu unda, atom fiziinde uluslararası bir üne sâhip Ahmet Yüksel Özemre’yi Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun ba ına getirdi. Çünkü Türkiye, en geç 1994 sonbaharında enerji üretecek nükleer reaktöre sâhip olmak zorundaydı. Enerji intelijansiyasının verdi i raporlarda, bu yapılmadı ı takdirde Türkiye’nin 2010 yılından îtibâren her yıl en az 20 milyar dolarlık dı enerji alımıyla kar ı kar ıya kalaca ı belirtiliyordu. Ahmet Yüksel Özemre, kısa sürede kendisinden beklenileni yaptı. Getirtilen cihazlarla 6 ay gibi kısa bir sürede, Türkiye’nin uranyum konsantre edebilece ini gösterdi93, 91 Mehmet Ali Bulut’un Orta Do u gazetesinin 20.01.1995 târihli nüshasındaki "Yansıma" ba lıklı kö esinden. 92 Yazar Türkiye’nin Mart 1980’de imzalamı oldu u "Nükleer Silâhların Yayılmasını Önleme Antla ması" kapsamı içinde hem 1) nükleer silâh yapmaya tevessül etmeyece ini, ve hem de 2) nükleer silâh yapacak ülkelere yardımcı olmayaca ını taahhüt etmi oldu unu bilmemektedir. (N. .) 93 Hoca bu konuda unu beyân emektedir: "Söz konusu i lem uranyumun konsantre edilmesi de il konsantre edilmi uranyumdan hareket ederek uranyum oksitten olu an nükleer yakıt lokumları yapmaktı ve bu gerçekle tirildi. Nükleer yakıt imâli için kalan son adım bunları zirkonyumdan mâmûl kılıflar içine yerle tirmekti." (N. .) 72 Nitekim Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı yetkilileri, Halkalı’daki tesisleri ve çalı maları incelediklerinde gözlerinde inanamadılar. Bu ba arının nasıl bu kadar kısa bir sürede gerçekle ti ini sormaktan da kendilerini alamadılar. Ziyâretlerini övgülerle, alâlarla vâlâlarla tamamlayıp gittiler. Atom-matom yaptı ımız yoktu. Amacımız elektrik üretmekti. Ahmet Yüksel Özemre heyetin büyük sitâyi lerini görünce belki takdir beklememi tir ama, görevden alınaca ı da aklına gelmemi ti. Ama alındı. Çünkü kimse onun böyle bir ey ba araca ını pek beklemiyordu. Ba arınca, birilerinin ete ini ate ler sardı. Hiçbir gerekçe gösterilmeden hem de büyük ısrarlarla onu i in ba ına getiren Özal tarafından görevden alındı. Özemre, görevden uzakla tırılı gerekçesini ö renemedi. Ona sâdece: "Yapacak bir ey yok. Kusura bakma, alınman gerekiyordu" denildi. Kim söyledi, niye söyledi, bilgi yok, Türkiye’nin en tepesinde oturan, en muktedir insanına: "Yapılacak bir ey yok. Kusura bakma, alınman gerekiyordu" sözünü söyleten kudreti merak etmemek zor. Dolayısıyla bu insanların bizi kendi irâdeleriyle idâre ettiklerine inanmak da zor. Ahmet Yüksel Özemre oradan ayrıldıktan sonra ne mi oldu? Son aldı ımız bilgilere bütün âlet ve edavât çürüme e ba lamı . Atom enerjisi Türkiye’nin nesine efendim. Bakın Ersin Faralyalı, bakanlı ı sırasında, büyük gaflette(!) bulundu ve "Türkiye ne yapıp yapıp 1994 yılında nükleer reaktörü kurmalıdır" dedi. Ne oldu? Milliyetçi, vatanperver, ezan-bayrak sözcüklerini dilinden dü ürmeyen sayın Çiller bu vatanı çok sevdi i için, ikinci kabinede Faralyalı’ya yer vermedi. Oysa sayın Faralyalı ile sayın Çiller, aynı kulvar ve mahfillerin insanı! Faralyalı gerçekleri görerek ortaya bir ey attı. Sonra i in boyunu a tı ını gördü. Umarız sayın Faralyalı o tür mahfillerin ülkeyi nasıl dizginlediklerini de görmü tür. Evet, Türkiye’nin de il atom bombası yapacak tekni e, nükleer enerji üretecek reaktörlere sâhip olması bile istenmiyorsa, bunun bizim için ne kadar elzem oldu u kendili inden anla ılır... Çevre, do a vesâire gürültüleri, bu entelijansiyanın soytarılıklarıdır ancak. *** 73 ! # * H! 5P' #. Çernobil’deki nükleer santralin patlamasından beri yıllar geçti ve imdi mesele pi irilip kotarılıp tekrar gündeme getirilmeye çalı ılıyor. Her gün bâzı gazetelerin birinci sayfalarında kemoterapi ve radyoterapiden saçları dökülmü çocukların resimleri ve zavallı anne babaların duygularının, ızdırablarının alabildi ine istismar edilmesi mahsûlü bir takım demeçler, milyarlık tazmînat dâvâları iddialarından tutun gelmi geçmi iktidarların sorumlularını Yüce Divan’a sevketme tekliflerine kadar neler neler. Ama isterse enflâsyon yüzde yetmi leri bulsun, isterse Kıbrıs ufak ufak elden gitmeye ba lasın, isterse Bosna-Hersek’de kan gövdeyi götürsün, sen hepsini bırak, Çernobil’e bak!.. Çernobil hâdisesinin vukua geldi i 1986 yılından beri Türkiye’de kanser ve lösemi vakaları artmı . Onkoloji ve Hematoloji klinikleri her zaman kanserli, lösemili hastalarla dolu. Bunların gerçekten son altı yıl içinde arttı ına dair elde ciddî bir istatistik var mı? Ve, bu vak’aların radyasyon tesiri ile oldu u hakkında tıbbî deliller mevcûd mu? Sonra aklıma ba ka bir sual takılıyor. Acaba eski Sovyetler Birli i’nde, Çernobil’e bizden çok daha yakın olan bölgelerde kanser ve lösemi vak’alarında nasıl bir artı gözlenmi bugüne kadar?.. Bana, de erli okuyucularım, bütün bu patırdının arkasında gene "üzüm yemek" de il, "ba cıyı dövmek" var gibi geliyor. Belli çevrelerin belli hedefleri vardır bu memlekette ve her fırsatta onlara yüklenirler, fırsat bulamazlarsa bu fırsatı u ra ır, didinir, kendileri icad ederler. Meselâ kendisine "Ö retim Üyeleri Derne i" adını veren bir dernek var. Hangi ö retim üyelerini ne nisbette temsil eder bilinmez ama sanki tek kurulu sebepleri ve hedefleri hsan Do ramacı’dır. ster YÖK Ba kanlı ından ayrılsın, isterse terk-i dünya etsin, ona kar ı hırsları, kinleri bitmez. Sanki Çernobil’i patlatan Do ramacı imi gibi hemen onu mahkemeye verme teklifleri ortaya atılır. Yeniçerinin ikide bir kazan kaldırıp "urun, koman, söyletmen" diye ba ırması gibi ortaya atılıverirler. YÖK gizli genelge yayınlamı da ö retim üyelerini baskı altına almı . Hangi ö retim üyesidir ki bu memlekette tehlikeli bir radyasyon yayılmasını farkedecek ve YÖK’ün baskısı ile bunu kimseye söylemiyecek? "Baskıcı ve özerkli i yok edici genelge" sözlerinin daha telâffuzundan maksat anla ılmıyor mu dersiniz?.. Yetti bu acemice Sherlock Holmes özentisi hikâyeler... Tabiî bu günah keçisi arayanlar çok çe itli oldukları için, buldukları, ke fettikleri hedefler de ba ka ba ka. Meselâ i in içinde zamanın Ba bakanı Turgut Özal var, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun o zamanki Ba kanı Ahmet Yüksel Özemre var, o devrin ANAP iktidârına ve "muhâfazakâr" denen çevrelere yakın nice tanınmı ki ileri topun a zında. Bir dü ünüyor musunuz, "tedbirsizlik ve ikmâl ile ölüme sebebiyet" suçundan Turgut Özal’dan hsan Do ramacı’ya kadar bütün bu zevâtın hâ94 Ayhan Songar’ın Türkiye gazetesinin 09.01.1993 târihli nüshasındaki "Sohbet" ba lıklı kö esinden. 74 kim önüne çıktı ını?... Yassıada hasreti ba ka türlü nasıl giderilir acaba?..."Sanıklar getirildiler, ba lı olmayarak yerlerine alındılar"... Aman ne enlik ne enlik... Gelin görün ki bir taraftan Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde Nükleer Tıp Hocası Prof. Münir Teleatar "Çernobil’den sonra Karadeniz bölgesinde kanser vak’alarında artı görülmedi ini" söylemekte... Yapılan ölçümler de tehlikeli sınırda bir radyasyon göstermemi ... Fakat hemen "köpek dâvâsı, bebek dâvâsı senaryoları" hazırdır: "Çernobil’den sonra Türk insanı 64 bin Rem’lik bir radyasyona mâruz kalmı !.." Öztürkmen dostumuz iki mak le yazdı bu hususta, "64.000 Rem, Hiro ima’da patlayan atom bombasının hemen yanıba ında bulunan bir ki iden fazla radyasyon almak demekmi ve e er iddia do ru olsaydı yüzbinlerce insanın u anda yok olması gerekirmi "... Amerika’da yarasına doktorun sürdü ü tentürdiyot allerji yapıp da ka ınmasına sebep oldu ve bu yüzden gece uykusu kaçtı diye doktoruna tazminat dâvâsı açanlara bile rastlanıyor. Bana da "lösemi, kanser" feryatları onları hatırlattı. Bakın sayın Türkân Akyol bile bu meselede itidâl yolunu tercih etmi , "Elde yeterli veriler olmadan, geçmi dönemdeki vurdumduymaz tutumun intik mını almak istercesine panik meydana getiriliyor. Bu panik, arttı ı iddia edilen radyasyon kadar tehlikeli" demi ve radyasyona ba lı kanserlerin meydana gelebilmesi için en az 10 yıl beklemek gerekti ini hatırlatmı . Elbette bu önemli bir iddiadır, ara tırılmasın demiyorum. Ortaya atılınca ara tırılacak, meselenin aslı astarı meydana çıkarılacaktır. Ama, her aklına geleni bir takım insanları karalamak ve siyâsî îtibâr dev irmek için kullanmayı aklım almıyor. ahsî meselelerimize insanların duygu ve heyecanlarına âlet etmemeyi, meseleleri böylesine ucuzlatmamayı bir ö renebilsek, o zaman dünyâ ne kadar da güzel olacak. *** 75 I5 I * # 4PR #. stanbul’un bâzı ilçe belediyeleri bugünlerde Çernobil ile ilgili pankart yarıında... Bakıyorsunuz bir sokak ba ında "Yasalar önünde herkes e ittir" yazısı... "All h All h... Aksini iddia eden mi var?" demenize kalmadan ba ka bir caddenin üzerinde koskoca bir bez asılı: "Çernobil suçluları yargılanmalı!"... Ba ka bir belediyemiz daha da ileri gidiyor "duygu sömürüsü" denen eyde: "Çocuklarımızı öldürenler cezâsını çekmeli" gibi bir "slogan" ile ortaya çıkıyor. Devletin resmî yayın organı TRT de bunlardan geri kalmıyor. Gûyâ "tarafsız" olacak ya... Çernobil konusunda hemen bir açıkoturum düzenliyor. hsan Do ramacı ile Ahmet Yüksel Özemre’nin kar ısında kendisinin kimyacı ama doktorasını "nükleer kimya" üzerine yapmı bir "uzman" oldu unu söyleyen barut fıçısı bir hanımı oturtuveriyor. Sa lık Bakanımız Yıldırım Aktuna da "iki arada bir derede" kalmı vaziyette aynı masa baında... Hanım öylesine hırslı ki, kar ısındakilere söylemedi ini bırakmıyor. Derken ekrana bir takım "vatanda lar" geliyor. Amerika’daki "halk jürisi" olu tururcasına bu insanlara zamanın idârecileri ve ilim adamları alabildi ine suçlandırılıyor. Hâlâ bu memlekette "Yassıada" rüyâsı görenler var. Onlar bayılıyorlar bu manzaralara, hayâl etmesi bile tadına doyulmaz bir duygu... "Çernobil"i vesiyle edip ne sırça kö k’ler in â ediliyor. Bir mahkeme, "sanık" iskemlesinde Do ramacı’dan, Özemre’den Turgut Özal’a kadar kimler kimler... ve bir Egesel... kısık sesi ile kelle istemekte... "Sanıklar getirildiler, ba lı olmayarak yerlerine alındılar"... Sonra gazetelere bakıyorsunuz, "YÖK baskı yaptı ı için ara tırma yapamadıklarını ileri süren ODTÜ’lü 4 ö retim üyesinden nci Gökmen, Radyasyon Ara tırması için YÖK’den 15 milyon lira aldıklarını kabûl etmi "... Bunu ekran önünde açıklayan hanımefendiden sormak isterdim, YÖK sâde bu i e de il, kime, hangi ö retim üyesine, hangi ara tırma için ne zaman ve nasıl bir baskı yapmı tır? Bunu belgeleri ile açıklayabilir misiniz?... Hangi bölgede ne kadar lösemi veyâ kanser artı ı görülmü tür ve bunların gerçekten radyasyona ba lı oldu u kim tarafından, ne yolla ispat edilmi tir? Niçin Çernobil çevresindeki insanlarda böyle bir ey yok da bizde var ve neden Çay?.. Özellikle dünyâ rek bet piyasasına çıktı ımız, bize döviz kazandıran bir mahûl, çay?.. 64 bin Rem’lik bir radyasyon nasıl olmu da sâdece çayları ısırmı geçmi ?.. Bu kadar radyasyon ancak Hiro ima’ya atılan atom bombasının civârındaki ki ilerde tesbit edilebilmi . Peki nasıl oldu da Çernobil patlamasındanberi Karadeniz sâhillerinde insanlarımız ya amakta?... 1960 27 Mayıs’ının üstünden 33 sene geçti. O gün do anlar imdi orta ya lı insanlar. Ama hâlâ benim gibi o günleri de, öncesini de, sonrasını da hem de hâdiselerin içinde olup, onları ya ayıp gören kimseler hâlâ hayatta. Bakın de erli okuyucularım, size bir "Mezarcı Kuru" hikâyesi nakledece im. Bu Kuru denen delikanlı Ka95 Ayhan Songar’ın Türkiye gazetesinin 19.01.1993 târihli nüshasındaki "Sohbet" ba lıklı kö esinden. 76 racaahmet’te mezarcı... "Devrim ehitleri(!)ni bu gömdü, yerlerini bulalım" diye adamı yaka paça götürüyorlar. Basıyorlar sopayı, dayaktan yoruldu u zaman "Durun, gösterece im" diyor. Karacaahmet’te saatlerce ilgilileri dola tırıp nihâyet "Budur" deyip bir kabri açtırıyor. çinden "devrim ehidi" çıkmayınca yeni bir dayak faslı ba lıyor. Yoruldu unda bir nefeslenebilmek, daya a ara verdirebilmek için "Aman yanlı oldu, bu defa gösterece im" bahânesiyle hadi yeni bir Karacaahmet turu... kulaklarımla dinledim Kuru’nun sözlerini... "A abey, ben devrim ehidi falan bilmem ama daya a da dayanamam. E er böyle devam ederse size stanbul’daki bütün mezarları bir bir açtırırırm" demi ti. Bir akl-ı evvel "devrim ehitlerinin kıyma makinalarında çekildiklerini" ortaya attı da, meseleye yeni bir "alternatif" geldi i için zavallı Kuru sopadan kurtuldu. Bugün birisi çıksa da "radyasyonlu çay" ikâyesi yerine "Et ve Balık Kurumu’nun salam ve sosislerinde domuz eti var" diye bir lâf ediverse, görün bakın ne oluyor. Beni asıl üzen bu meseleye bir takım bilim adamlarının âlet olması. Görmüyor musunuz ne senaryo düzenlendi ini?.. Hem Türk Çayı bütün dünyâda tu kaka olacak, hem de sayın Do ramacı ba ta olmak üzere birçok kimseden böylece intikam alınacak. " ki arada bir derede kaldı" demi tik... Sayın Sa lık Bakanı, icranın içinde bir ki i olarak böyle iddialar kar ısında elbette sessiz duramaz... Nitekim kendine dü en görevi yaptı, meseleyi ara tırdı ve neticesini de ekranda açıkça beyân etti: "Gazete haberlerinden hareket edilerek yapılan ara tırma sonucunda pani e gerek olmadı ı anla ılmı tır"... Daha ne desin? Bir insan hem "siyâsî" hem de bir konunun uzmanı olunca bundan açık konu amaz ki... Ama ben söylerim, ben yazarım, hanımlar beyler...Kimsenin bu milletin içine böylesine bir ku ku sokmaya, halkı bo yere heyecâna ve pani e dü ürerek bâzı ki ilerden intikam alma tezgâhına girme e hakkı yoktur. Yava olun biraz. Nice hesapların ters döndü ünü gördü bu millet... *** 77 # # PQ ./6/ Eziklik duygusu ba ımıza dert. Ezilme e bayılıyoruz. Dahası, küçülme e can atıyoruz. Radyasyon meselesinde bir daha su yüzüne çıktı ki, bizim aydınlar (profesör bile olsalar) ezilme e meyilli. Bundan, büyük zevk alıyorlar. Münevver zümre kendisiyle birlikte; çevresini, bölgesini, ülkesini; silik, çâresiz, güçsüz, rezil görme e âmâde ya ıyor. Deneyin isterseniz... Bir toplulukta "Türkiye dünyânın en geri ülkesi" deyiverin. Yarıdan ço u size arka çıkacaktır. "Biz ilkeliz, u a ız, sömürülüyoruz, rezilin tekiyiz" dedikçe alkı lar ço alır. Niye ki? Nereden çıktı bu a a ılanma merakı? Televizyonda; mesle ine ve meselesine hâkim saygıde er ilim adamı Ahmet Yüksel Özemre diyor ki: "Türkiye, Çernobil olayından ürkülecek boyutta zarar görmedi". Sunucu ile kar ı sıradaki kravatlı adamlar köpük köpük itiraz ediyor: "Hayır gördü". "Türkiye mahvolmamı tır!". "Hayır olmu tur!". "Do mu ve do acak çocukların sa lı ından endi e etmeyin. Çaylarda zararlı ölçüde radyasyon yok!". "Hayır, var!". Kazâra, sayın Özemre: "Herkesin hayatı tehlikede" deyiverse, tamamı zil takıp oynayacak. Evet, evet, sevinçten zil takıp göbek atacaklar. Bunun adı "Mazo izm"dir. Yani hırpalanmaktan zevk alma hastalı ı. Sayın Özemre oturumun ortalarına do ru bu hastalı ı ke fedip patladı: "Hadi oradan câhiller! Sizler hepiniz câhilsiniz". Hayret! Bu azarı i itenler o saniye bir rahatladı, bir mayı tı ki, görmeyin. Oturum da, ezilme ve hırpalanma hastalarının mutlulu u ile sona erdi. Aman be Hocam! u azarı ba tan dü ünüp bunca patırtıyı bize dinletmeseniz olmaz mıydı? Demek, bazılarının üstüne böyle gidilmeli. neli dilli, eli sopalı ve bol azarlı. Kibar âlim Özemre, bu ezik adamlara tahammül gösteremedi ve patladı. Kar ı görü tekileri mutlulu a uçurdu. Ciddi söylüyorum: Aydınlarımız silikli e, çâresizli e, üçüncü sınıf adamlı a, ülkeyi zavallı görme e çok meraklı. Hele azarlanmaya. *** 96 Türkiye gazetesinin 01.02.1993 târihli nüshasında Gürbüz Azak’ın "Dürbün" ba lıklı kö esinden. 78 PW 5" 5 # 4 : " ./6/ Ona buna kızalım mı, kızalım. Her hafta, gün a ırı, her gün kızalım. Tamam da, tebrike ve te ekküre de er hiç mi geli me ya amıyoruz? Nankörlü ün lüzûmu yok. Katran kılıklı, kör bıçak inatlı, azı di li yı ınla menfîlik yanında; ilkbaharın ilk günleri kadar sevimli, hattâ müjde gülü lü olaylar da var. Güzel insanları unutmak olmaz. Bugün, tebrike de er kimlikleri hatırladım. Yüz kerre, bin defa te ekkür hak eden gayretler kar ısındayız. Bırakın öteyi beriyi bugün tebrik günümüz. NECDET MENZ R, merhaba. Sana yürekler dolusu te ekkürler (bu kadarı yetmez) saygılar sunuyorum. O cesur, o vatansever ekibinle anar iye kar ı gösterdi in mücâdele asl unutulmayacak. Sâde stanbul’un de il, aslında Türkiye’nin emniyetini sa layan irâdene ömür boyu hayranlık duyaca ım. Dinmeyen alkı larımla tebrikler ediyorum. HAYREDD N KARACA ellerinizden öpüyorum. Ba ımıza vura vura, ba ıra ba ıra bizi aya a kaldırdın Hepimiz, "Türkiye yakın gelecekte çöl olacak" feryâdınla uyandık. Erozyona ve kahrolası hesapsızlı ımıza kar ı açtı ın sava müthi ti. Sonuna kadar seninleyim üstâdım. AHMET YÜKSEL ÖZEMRE hocam; en saklı, sunmalara kıyamadı ım saygılarımla selâmlıyorum. Türkiye’nin nükleer enerjiye mecbûriyetini senden ö rendik. Sarsıldık ve do rulduk. Verdi in inanılmaz mücâdeleyi heyecanla seyrettik. Gâlibiyetinle övünüyorum. Dahası, Türkiye’de gerçek profesörlerin varlı ını bilmekle mes’ûdum. SEM H SAYGINER KARDE M, NASILSIN? Sen 1994’ün yıldızları arasındasın. Dünyâ bilârdo ampiyonlarını ard arda devirip hepimize dimdik yürümeler hediye et- 97 Gürbüz Azak’ın Türkiye gazetesinin 09.01.1994 târihli nüshasında "Dürbün" ba lıklı kö esinden. Bu mak le, Prof. Özemre hakkında açılmı olan dâvâlar beraatle sonuçlandıktan ve kendisinin TBBM Meclis Ara tırma Komisyonu’nda ibrâ edilmesinden hemen sonra yazılmı tır. 79 tin. Nerelere kadar çıkabilece imizi seninle bildik. ftihârımız sonsuz. Gel, temiz alnından öpeyim seni. Evet ya... Entbol takımımız Dünyâ ikincisi oldu. Bu çocuklar, yürekleri a ızda âdetâ vuru tular. Onlar da tek tek kahramanımızdır. Tıpkı Halil Mutlu gibi, Naim Süleymano lu gibi, ampiyon güre çilerimiz gibi kalplerimizde yer ettiler. Tebrikler ve eksilmez sevgilerimle, bravo çocuklar! RECEP TAYY P ERDO AN u anki stanbul Büyük ehir Belediye Ba kanı. Sırf halkın ikâyetleri için kurdu u "Beyaz Masa" uygulaması bir hârika. Her ikâyetçi 48 saat içinde cevap alabilecek. Bu yıl alkı lanacaklar arasında Recep Tayyip Erdo an’ı alı ımın sebebi, Türkçe’mizi güzel kullanı ı, ciddiyeti, yalansız ve dolansızlı ı, bir de kültür yayıncılı ına verdi i önem. Sa ol karde im. Alkı lanacak iki müessese daha var. 1994’de gerçekle tirdikleri akıl almaz hizmetleri için bu iki kurulu u unutamazdım. lki TGRT... Çok seviyeli ve inanılmaz derecede sevimli programlarıyla hepimizin yüre ini serinletti. Gel de alkı lama. Gel de iftihâr etme. Bütün TGRT’cilerin gözlerinden öpüyorum. Âferin çocuklar. kinci muhte em gayretin sâhibi de Yapı ve Kredi Bankası’na ba lı Kâzım Ta kent Sanat Galerisi. stanbul’un göbe inde, milyarlar getirecek bir mekânı sırf hizmet için halka açık tutmak ve muhte em sergilerle hepimizin kalbini süslemek ancak böyle büyük gönüllere yakı ırdı. Yukarıdaki de erleri ellerim çatlayıncaya kadar alkı lıyorum. Siz olmasanız biz "biz" olmaktan çıkardık. Ne olur bizi sevindirmeyi sürdürün. *** 80 5PS 9 8 " zmir'de yapılan Türkiye 6. Enerji Kongresi'nde en yo un ilgi "Nükleer Enerji Paneli"ne gösterildi. Salon tamâmen dolmu tu. Panelistler de üçü üniversite kökenli bilim adamı, biri de Türkiye Elektrik Kurumu Nükleer Enerji Dairesi Ba kanı'ydı. Ve oturumu Prof.Dr Ahmet Yüksel Özemre yönetiyordu. Prof. Özemre'nin açı konu masından sonra ön sıralardan biri aya a kalktı ve. "Sayın Ba kan, usûl hakkında konu mak istiyorum. Bizler görü lerimizi ne zaman açıklayaca ız? Demokratik bir plâtformda bize de söz hakkı vermeniz gerekir" dedi. Yükselen seslerden anla ılıyordu ki söz alanın salonda epey taraftarı vardı. Prof. Özemre hemen yanıt verdi: "Yazılı sorularınıza cevap verilecektir. Ancak unu hemen belirtmeliyim. Burası demokratik bir plâtform de il, bilimsel bir plâtformdur. Bilimsel gerçekler parmak hesabıyla de i tirilemez!" Salon sessizli e gömüldü. Herhâlde herkes öyle dü ünüyordu: "Biz bugünlere bilimsel gerçekleri parmak hesabıyla de i tirerek gelmi tik". *** 98 Hürriyet gazetesinin 22.10.1994 târihli nüshasından. 81 # 95 8 " 5PP " Nükleer enerki konulu yazılarımıza uzun süredenberi ara verdik. Nede? Çünkü "her kafadan ayrı ses"in çıktı ı bir konuda dert anlatmanın olana ı olmadı ını gördük. Bir gazetecinin hiç gelmemesi gereken bir noktaya geldik; pes ettik. Bir gazetecinin hiç dü ünmemesi gereken eyi dü ündük; "Ne hâliniz varsa görün..." dedik ve mecbur kalmadıkça bir daha aynı konuya dönmemeye niyet ettik. Ama "Çernobil ayı" olan nisan gelince yine dayanamadık. 1986 yılının nisan ayında Çernobil'de bir kazâ meydana gelmi ti; o yüzden basın için nisan ayı, Çernobil ayı sayılıyor. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Eski Ba kanı Prof.Dr. Ahmet Yüksel Özemre kazânın oldu u yıl görev ba ındaydı. O günden bu yana Çernobil ayının nasıl geçtiini dikkatle izledi. Neler olaca ını önceden anlattı: "Bu ay içinde basınımızın bir bölümü kendilerine telkin edilen senaryoların üzerine mal bulmu ma ribî gibi atlayacaklar. Böylece bir yandan petrol ve kömür kartellerinin ekmeklerine ya sürerken, bir yandan da halkın dikkatini günlük siyâsî konular yerine bu konuya çekerek gaf âbidesi bâzı kıymetli siyâsîlerimize nefes aldıracaklar. Bu arada iki satır ilmî yazısı olmayan ovmenler, gene aynı basın kesimi tarafından büyük ilim adamları çı ırtkanlı ıyla tezgâhlanacaklar. Portekiz'deki bir petrol vakfı, eskiden oldu u gibi bu yıl da kesenin a zını açacak olursa, ya ları 9-16 arasında de i en ve yanaklarından sıhhat fı kıran 200 kadar rus çocu unu bir transatlantikle limanlarımıza getirerek'Çernobilzede(!) lösemili(!) çocuklar diye yutturacak. Bu yıl da böyle geçecek hiç ku kunuz olmasın Hele nükleer enerjiye geçi olmazsa, Türkiye'nin 15 yıl sonra karanlıkta kalaca ı gerçe ini siyâsîlerimizin hiç olmazsa bir bölümü nihâyet idrâk etmi oldukları ve bunun için bazı somut adımlar atmaya ba ladıkları için, nisan ayının ba ka türlü geçmesi beklenemez". Özemre az bile söylüyor. Bazı basın organları bu i için nisan ayını bile bekleyemediler. Mart ayının ikinci yarısından itibaren "radyasyonlu çaylar" masalını depolarından çıkardılar. *** 99 Yalçın Pe en'in Hürriyet gazetesinin03.04.1995 târihli nüshasındaki "Bir Günün Hikâyesi" ba lıklı kö esinden. 82 H E " 5 D&& ./6/ Ahmet Yüksel Özemre, aklı ba ında bir profesördür. Sözünü de sakınmaz. Haklılı ın, ilmin, gayretin verdi i cesâretle kesin konu ur. Geçenlerde bir televizyon programı vardı. Hoca ate gibi parladı. Nükleer enerjiye hayır deyip duran, odun, kömür ve petrol mafyasının adamları için ne dedi biliyor musunuz? "Geri zekâlılar"... Bu yerinde bir tesbittir. Ve amatacılara verilen cuk oturmu bir cevaptır. Gerçekten de Türkiye’de nükleer santrallerin kurulmasına ayak ba ı olanlar hesapsız ihânetler içinde. Çünkü nehirlerimiz sonuna kadar kullanıldı101. Artık hidroelektrik santralleri kuramazsınız. Petrolün Ortado u’da 30 yıllık rezervi var, Sonra ne olacak? Kafkasya’dan gelecek kıt-kanaat petrole de bel ba layamazsınız. Türkiye 15 yıl sonra karanlıktadır. Türkiye karanlıkta ü üyecek. Kala Kalaca ız. Dünyâ’daki ileri ülkeler nükleer enerji diyor da ba ka bir ey demiyor. 428 santral senelerdir çalı makta. Bunlara geçen yıl dört tâne daha eklendi. Çin, Japonya, Güney Kore ve Meksika’da kurulan yeni santrallerle imdi yeryüzünde 432 güç faaliyette. Nükleer enerji ile nükleer silâhı biribirine karı tırmıyalım, Nükleer silâhlar öldürücü, santraller ise kurtarıcıdır. Geç kalıyoruz. imdi ba lasak altı yıl sonra ancak biter. Bu gecikme niye? Petrol ve kömür babalarının oyunca ı olmak niye? Duyunuz: Fransa, hızlı üretken yeni santralleri de devreye sokuyor. Gana bile reaktör kurdu unu bildirdi. Rusya, Ukrayna, Fransa ayrıca bu konuda beraberlik içinde. sveç nükleer enerjiye doydu, fazlasını satıyor ve büyük kazanıyor. Almanya nükleer enerji ile yatıp kalkıyor. 100 Gürbüz Azak’ın Türkiye gazetesinin 24.10.1995 târihli nüshasındaki "Dürbün" ba lıklı kö esinden. 101 Yazar burada herhâlde Atatürk Barajı gibi büyük üniteler kurulamaz demek istemi tir. Prof. Özemre’ye göre, en küçü ü 30 MW en büyü ü de 650 MW gücünde barajlar kuruldu unda yararlanabilecek oldu umuz daha 25.000 ilâ 30.000 MW gücünde hidrolik potansiyelimiz mevcûddur ama ince hesaplara dayanan tahminler göstermektedir ki bu potansiyel, 2010 yılına kadar gerçekle se bile o târihteki enerji açı ımızı kapatmaya yetmeyecektir. (N. .) 83 Peki bizdeki bu uyu ukluk niçin? Kimden korkuluyor? Petrolümüz var mı?... Yok. Yeterince kömürümüz var mı?...Yok. Bol debili ırmaklarımız var mı?... Yok. Kesilip yakılacak ormanlarımız?... Yok. Tek çâre nükleer santrallerdir. Bu santralleri lûtfen nükleer bombalarla karı tırmayalım. Üstelik en ucuz, en tehlikesiz, en verimli, en güvenli enerji budur. Her geçen gün yarınki nesillerin hayatına kıymaktır. Onları so ukta ve karanlıkta komaktır. Fabrikasız bırakmaktır. hânettir yâni. "Geri zekâlılar"a kulak asamayız. Varını yo unu petrole harcayan bir Türkiye i sizine i , a sızına a bulamaz. Tek çıkar yol nükleer santraller. Uyanın artık!.. *** 84 85 I 5 1 5 H A; - D&% H 5I D&J Ahmet Yüksel Özemre emekli bir fizik profesörü. Uzun yıllar .Ü. Fen Fakültesi Dekanlı ı ve Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Ba kanlı ı yapmı olan bir âlim. Fakat Özemre'nin aynı zamanda ârif oldu u pek bilinmez. Bu yönü âdetâ "sır" idi. Bir Attâr Dükkânı ile bâzı sırlar ke fedildi. Bu vesiyle ile Cumhûriyet döneminde derinden derine akıp giden bir irfân ve rûh nehrinin bâzı kıvrımlarının da mü âhede edilmesine vesiyle oldu. Bu eserle "gönülden gönüle yol vardır" gerçe i bir defa daha ortaya çıkmı , tasavvuf dünyâsının sınır tanımaz derinlik ve zenginli inin nerelerde yakalanabileceine dikkat çekici bir çalı ma ortaya koymu tur. (Kubbealtı Ne riyât, st. 1996) Ebrû ustası Mustafa Düzgünman'ın (öl. 12 Eylûl 1990) olan bu dükkânın yarım asırdan fazla bir zaman müdâvimi olan Özemre bu mekânda kimleri tanımadı ki: Rifaî Haydar Efendi/Hayrull h Tâceddin Efendi, Celvetî-Bekta î Yusuf Fahrî, Hamzavî-Melâmî E ref Efendi, Nak î Necmeddin Efendi, Hattât Necmeddin Okyay, Kaymakamlıktan emekli Melâmî Abdull h Bey, Mevlevî Ahmed Celâleddin Dede, Sinânî-Üveysî Turgut Çulpan. Melâmî Vehbi Gülo lu'ndan Niyâzî Sayın ve Abdülbâkıy Gölpınarlı'ya kadar uzanan bu halka, din ile tefekkürün, tasavvufla a kın, ney ile ebrûnun, güfte ile bestenin, Hakk ile Hakîkat'ın sentezini bulmu , anlamı , anlatmı , tanımı , tanıtmı , ya amı , ya atmı tır. "Üsküdar'daki bu attâr dükkânı nice sohbetlerin, nice dostlukların, nice himmetlerin, nice hayrların, nice tefekküre âyân ibretlerin, nice füyûzatın, nice mânevî tohumların ve ir adların sebebi ve mihveri olmu tur" (s. 123). Kitap mânevî dünyânın sonsuzlu una açılan bir pencere olmasının yanında Attâr Dükkânı'nı da satılan binbir çe it malzemeden folklorumuzun de i ik alanlarına, Üsküdar'ın meczûblarından tesbih kültürüne, cenâze levâzımâtından mü teri-esnaf ili kilerine kadar çok de i ik konulara da ı ık tutmaktadır. 1927 do umlu Neyzen Niyâzî Sayın'ın müellife söyledi i cümleyi beraberce okuyalım: "Yüksel'ci im, biz bu dükkândan geçmemi olsaydık imdi yedi dükkân süprüntüsünden beter olurduk" (s. 123). Bir fizik profesörünün iir yazabilece ini hiç dü ündünüz mü? Dostu Mustafa Düzgünman'ın ebrû san'atine duydu u hayranlı ını u rubaî ile dile getirmi ti sayın Özemre: 102 Türkiye Yazarlar Birli i Bursa ûbesi'nin bülteni olan nkaya Çınarı'nın Temmuz 1996 târihli nüshasının 27. sayfasından. 103 Hâlen Uluda Üniversitesi lâhiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalı'nda Prof.Dr. 86 Tarz-ı Kadîm ebrûda muakkıb-i Necmeddin, Âsârına nuk u zâhir olur rif'atin. Müceddid-i i'cazkâr hem bende-i Hüdâyî, Muhyi-l ebrû Mustafa üstâdıdır san'atin. Fakat bir ey kaldı. Yazımızın üst ba lı ı "Sırlı Bir Kitap"tı. Sır bunun neresinde diyebilirsiniz. Sır, Ahmed Yüksel Özemre'nin mür idinde. Kitap bir anlamda ba tan sona bu mür idi tanıtıyor. 4 Temmuz 1959 târihinde Hakk'a yürüyen bu gönül adamı kimdi? te o bir sır. Kitapta pekçok dervi in adı var, sâdece onun adı yok. Çünkü o "sır"lı bir mür id. Evet orası görünü te bir dükkândı. Hakîkatte ise bir rûh nehri idi. Herkes elindeki kap kadar nasip aldı. *** 87 # D&' G ," .... .... Yüzyılımızın yeti tirdi i seçkin gönül ustalarından Ahmet Yüksel Özemre Beyefendi'nin -All h onun gibilerinin sayısını ço altsın- aheseri Üsküdar'da Bir Attâr Dükkânı!... Pes tonda, hârikulâde bir üslûbla yazılmı bu ça da menâkıbnâmenin sayfaları arasında gezinirken, insan sık sık heyecanla, hu ûyla ürperiyor; bu eserle birlikte, Üsküdar nâm stanbul semtinin semâda bir burç olup ebedîle ti ini hissediyor. Attâr dükkânının me âyihi, ârifleri, dostlar halkası ve mubârek meczûbları –o ölümsüz rûhlar- kalbimizin topra ında ayrı bir hayat kazanıp, hayatımızdaki yerine, durumuna göre, hikmetlerini fısıldamaya devam ediyorlar. Üsküdar'daki attâr dükkânı, gelecekteki altın ça da, nice nice ku akları ir ada hazırlanıyor. *** 104 Yeni afak gazetesi ( sl m ve Toplum Eki), Ocak 1998; kezâ: Ay e asa, Delilik Ülkesinden Notlar, s. 113, Gelenek Yayıncılık, stanbul 2003. 88 ,B +,3" Kur’ân, insândan bahsederken iki ifâde kullanır: “ nsân topraktan yaratıldı” (En’am/2; Hicr/28; Sad/7) ve “ nsân All h ’ın bir nefhasıdır” (Hicr/29). Böylece Kur’ân, insânın varlık yapısında iki alanın birle ti ine dikkat çekiyor. Bunlardan biri ölümlü alan yâni beden, ikincisi ölümsüz alan yâni ruhtur. nsân, bir vasat-ı câmia’dır. Ba ka bir deyi le; farklı unsurları toplayan, birle tiren bir ortam-varlıktır. Bu toplayıcılık vasfı bize unu ifâde etmektedir. nsân iyi ile kötünün, güzel ile çirkinin, hayır ile errin, süflî ile yücenin aynı anda barındı ı bir varlıktır. nsân, yaratılanla Yaratan arasında bir kav ak noktasıdır. Bir yandan yaratılmı a izâfetle fânî, öte yandan Yaratıcı’ya izâfetle ebedîdir. Bu yüzden olacak ki insâna “Ulûhiyetle ubûdiyyetin birle ti i varlık” da denmi tir. nsânın, özü itibarıyla ilahî nefha yâni Yaratıcı Kudret’in bir uzantısı olu u, bizi Kur’ân’ın ba ka bir tespitine bakmaya itiyor: nsân ile All h arasında bir ezelî anla ma, bir zaman ötesi ahdle me vardır. Kurân buna Mîsak ve Ahd diyor ve insânı bu ahdi bozmamaya, hayatını onun gereklerine uygun ya amaya ça ırıyor (A’raf /172-173; Tâha/115). lâhî nefha olu un bir uzantısı da udur: nsân, All h ’ın yeryüzünde haliîesi ve ilâhî emânetin, yâni varlı ın gâyesini gerçekle tirme borcunun ta ıyıcısıdır (Bakara/30). nsân, mutlulu u ve ölümsüzlü ü All h ’a varmakla elde edecektir. Aynen bunun gibi All h ’tan uzakla mak insânın mutsuzlu u olacaktır. Kur’ân, ölümsüzlük olayını, All h ’a varı olayı olarak ortaya koyar. Son varı noktasının All h oldu u, Kur’ân’da açıkça ifâde edilmi tir (Bakara/156; Ankebût/ 8). nsânın kudret, eref ve çilesinin temelinde onun ayrılı ı yatar. nsân All h ’tan ayrılmı tır. Burada, Yaratıcı ile aynı olan özün, yaratılmı bir kalıbın içine konmasıyla kar ı kar ıyayız. Hz.Peygamber: “Bedenleriniz sizin bineklerinizdir” buyuruyor. te hayat serüveni, ölümsüz olan özün, ölümlü binek üzerinde gerçekle en bir yolculu udur. nsân bunun farkında olsun, olmasın hikâye budur. nsân, ezelde aslından ayrılıp bu noksanlıklar dünyasına gelirken, koptu u bütünle bir anla ma, bir ahdle me yapmı , bir mîsak imzalamı tır. Bu mîsakla, Yaratıcı’nın bu âlemde âhidi olmayı kabûllenmi tir. Ruh, bu mîsakı, beden bine inde seyrederken de unutmuyor, ama bulanık hatırlamak gibi bir durumda kalıyor. Ne var ki, hatırlama derecesi ne olursa olsun, bir derin istek hâlinde sevgilisini, can yolda ını istiyor, özlüyor. nsânın, bütünden kopup noksanlıklar dünyasına ini i bir çıkı ı zorunlu kılar. Aksi hâlde insân kendini tamamlayamaz. ni insân hayatının bir yarısıdır. Di er yarısı, çıkı olacaktır. Bir ba ka deyimle insân varlık dairesini tamamlamak durumundadır. Mâdem ki bir daire söz konusudur ve mâdem ki ba langıç noktası All h ’tır, biti noktası, son nokta da All h olacaktır. Kur’ân’ın beyânıyla “All h hem 105 Necmettin ahinler'in editörlü ünü yapmı oldu u Kâmil Mür idin Portresi/Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre ile Sohbetler (Furkan Yayınları, Üsküdar 1998) ba lıklı kitabın Önsözü. 89 ba langıç hem sondur” ve “Dönü All h ’adır” (Hadid/3; Bakara/28). nsânın All h ’a olan hayat yolculu unun adına seyr, sefer, hicret, gurbet veyâ sulûk derler. Böyle bir olu , ucuz ve kolay de ildir. Bu yüzden insânın, aslına dönü yolunda çıkardı ı feryat derin ve yakıcıdır. Bu feryat yoksa, insân insânlı ını unutmu demektir. Bu varolu yolculu unun bir adı da Mi'râc’dır ve Kur’ân bu yolculu a dikkatimizi çekmektedir. Bu, objektif bir ifâdeyle insân rûhunun bir faaliyetidir. Mi'râc’la bize tanıtılan ruhî faaliyet, en yüce mertebesiyle Hz.Peygamber’e özgü olsa da öteki insânların bundan nasîb alamayaca ı iddia edilemez. E er böyle olsaydı, Mi'râc hâdisesi bize duyurulmaz, All h ile Peygamber arasında kalırdı. Kalmadı ına göre, Kur’ân bizi bu faaliyete ça ırıyor demeye mecbûruz. te bu Mi'râcî faaliyetin, özelli i, artları ve nasıllı ı kar ımıza özel bir e itim ve terbiyenin kaçınılmaz gereklili ini çıkarmaktadır. Bu özel e itime veyâ ba ka bir ifâde ile ilme genel ad olarak Kur’ân’da da zikredildi i gibi “ lm-i Ledün” diyoruz. O hâlde unu rahatlıkla söyleyebiliriz ki; lm-i Ledün’ün gâyesi, insânı Mi'râcî faaliyete i tirak ettirmektir. nsânın Yaratıcı Kudret’le vâsıtasız diyalo u gerçekle tirebilece i duyular ve madde üstü plânlara gözünü açabilmesi kinci Do um (Vilâdet-i Sâniye) veya Mânevî Do um (Vilâdet-i Mâneviye) dedi imiz olayla gerçekle ir. Mânevî do um, maddî do umun vücûd verdi i et ve kan çocu una kar ılık bir Kalp Çocu u (Veled-i Kalb) vücûda getirir. Bedensel do umun ana yurdu rahim, mânevî do umun ana yurdu ise dünyadır. Mânevî do umun anne ve babalı ını Mür id-i Kâmil yerine getirmektedir. Kâmil bir Mür id’in eliyle gerçekle tirilen do um, sonuçta nsân-ı Kâmil’i yâni Peygamber Vârisi insânı ortaya çıkarır. lm-i Ledün’ün bir hedefi de Peygamber Vârisi insân yeti tirmektir ve nsân-ı Kâmil’i ancak bir nsân-ı Kâmil yeti tirir. lm-i Ledün e itimin kurumsalla mı ekli kar ımıza Tarîkatlar'ı çıkarmaktadır. Çünkü insânların yaratılı ve kabiliyetleri çok de i iktir. Öyle ki her insânı ba lı ba ına bir evren saymakta mübalâ a yoktur denebilir. O hâlde her ferdi kendi yapısı içinde ele almak ve iç tecrübesini bu yapının gerekli kıldı ı usûllerle imkân dâhiline sokmak icâbeder. Bu yüzdendir ki Kur’ân, “All h ’a varmak için vesileler edinin” (Mâide/35) diyor. Vesile, vahyin verileri ile çatı mayan her türlü usûl ve çâre olabilir. Kur’ân bunu mutlak olarak zikretmi , hiçbir kayda ba lamamı tır. te Tarîkatlar, esâsen, bu vesile edinme esprisinin mi'zac ve me replere göre te kilâtlanmı ekillerinden ba ka eyler de illerdir. u bir gerçektir ki, her halka ini ve genelle me, bir kâinat kanûnu olarak, beraberinde az veyâ çok yozla ma ve bozulma da getirmektedir. Bu nedenle Tarîkatların ortaya çıkı ı ve kitle hareketi hâline dönü mesi bir kalite dü ü üne sebep olmu tur. Bu dü ü kendini ilk önce e itim alanında göstermi , ilim ve iç aydınlık yerini ekil ve merasime bırakmı tır. Hattâ daha da ilerisi ilmî üstünlük kerâmet üstünlü üne dönü mü , mânevî kudretin yerini kerâmat reklâmıyla kazanılan itibarın alması, ba ka unsurları sıralamaya lûzum kalmadan, bir yozla ma ve yıpranmanın yolunu açmı tır. Tarîkatlarda ya anan bir ba ka ölçü a ınması politika ve ekonomi alanında kendini göstermi tir. Zaman içinde tarîkatlar vakıflar yoluyla ekonomik çı90 karlara, politika yoluyla da siyasî çıkarlara bula arak sekülerle me süreçlerini hızlandırmı lardır. Aslında tarîkatların aslî görevlerini yitirerek tahkik’in yerine taklîd’i ön plana çıkarmalarına tepkiler daha çok erken dönemlerde ba lamı tır. Çok enteresandır, hicri 2. yüzyılda ya amı bir sûfî: "Önceleri Tasavvuf'un adı yoktu, hakîkatı vardı; imdi ise adı var, hakîkatı yok!" diyerek endi esini dile getirmi tir. Yakın dönemde ya amı ba ka bir Türk sûfîsi Ku adalı brahim Halvetî (öl.1845) ise tekkesi yandı ı zaman öyle demi tir: “Elhamdülillah, merasimden kurtulduk!”. Tarih içerisinde tarîkatlardaki dejenerasyona en anlamlı tepki kendilerini “Meslek-i celile-i Ahmediye” yâni Hz.Muhammed’in yüce tavrı ve yolu olarak tanımlayan Melâmîler’den gelmi tir. “Benim velî kullarım özel kubbelerimin altındadır ve onları benden ba ka kimse tanımaz” kudsî hadîsinin ı ı ında, niyet ve özü esas alan dü üncelerinin bir uzantısı olarak Melâmîler; tarîkat hayatında hiçbir merasim ve kıyâfete itibar etmemi lerdir. Onlar için ne tâcın, ne hırkanın, ne serpu un bir anlamı vardır. Önemli olan insânın ne giydi i, nereye gitti i de il, ne dü ünüp neler yaptı ıdır. XI. yüzyıla girerken özlemimiz odur ki; XIV. yüzyıldan itibaren, büyük kısmıyla lm-i Ledün ekolü olmaktan çıkıp birer Mollaizm alt kurumu hâline dönü mü olan tarîkatların, Kur’ân ve Sünnet’in denetiminde yeniden gerçek fonksiyonlarını elde eder konuma gelmeleridir. Böyle bir yapılanma Hakîkati arayan insânımıza beklenen güzellikleri getirecektir kanaatindeyim. “Kâmil Mür id’in Portresi” adlı bu çalı ma bu yapılanma hizmetine küçük de olsa bir katkıda bulunmu sa bunu deerli insân ve gerçek bir gönül dostu olan Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre’ye borçlu oldu umuzu tüm samimiyetimle vurgulamak isterim. Kendilerini 1986 yılından beri tanıma mutlulu una erdi im Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre, irticâlen yaptı ı iki sohbet ve bir konferans sonunda bize “tarîkatın nasıl olması gerekti ini ve Kâmil Mür id’ler elinde nasıl idâre edildi ini” gâyet didaktik bir ekilde anlattı ında bu veciz ve yol gösterici ifâdeleri insânımızla payla mamamın haksızlık olaca ını dü ündüm. Özellikle de pozitif ilimlerdeki dirâyetinin yanında Sayın Özemre’nin imdiye kadar bize gizli kalan bu irfanî yönünü ke fetmek ise ayrı bir bahtiyarlık konusudur. Kavramların birbirine karı tı ı, sahte ile gerçe i birbirinden ayırt etmenin güçle ti i, Mevlâna’nın “Mide ayranla, kulak yalanla dolu. Kaçıp kurtulmak için bir himmet lâzım” dedi i bir zaman kesitinde Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre hocamızın çizdi i “Kâmil Mür id’in Portresi”, aslını arayı içerisinde olan ruhumuza bir Âb-ı Hayat çe mesi olmu tur. Himmetinin dâim, hizmetinin kaim olmasını Cenâb-ı Hakk’tan niyaz ediyor, bir ilim adamı olarak ülkemize hizmet etti i dönemlerde gerçek de eri anla ılamamı hocamızın bu vesile ile bir Merd-i Hakk olarak hakikî kıymet ve kadrinin bilinece ine içtenlikle inanıyorum. "Ey Rabbim! Benim bulundu um yerde hatâdan ba ka bir ey yok. Senin bulundu un yerde ise ba ı tan ba ka bir ey yok. Öyleyse eksikliklerimi ve bilmeden 91 yaptı ım kusurlarımı affet. Rahmetini üzerimden eksik etme. Beni sev ve dostlarına da sevdir". *** 92 H " # D&Q A;,- ! *+,- /= ; , ,+ ,U3 = ,+, >2 =3 -<; @,; 3>, = AF AB AE-;7 7 A M,, ,23* == > =3 G= -,33-; *3 *3 +F = @ 6AA "Mür id" özellikle de "Kâmil Mür id", mürîd-mür id ili kisi ve erîat-Tarîkat ilgisi açısından önemli bir mefhumdur. Mürîd ancak böyle bir ö reticinin elinde ilerler, "Yakîn"i tahsil etme e çalı ır. Bu yüzden de tasavvufî hayatı benimseyenler için Kâmil bir Mür id bulmak lâzımdır. O hâlde kimdir Kâmil Mür id? Kâmil Mür id nasıl bilinir, nasıl tanınır? Nasıl bu mak ma gelmi tir? Vazifeleri nelerdir? Tasavvuf kar ıtı olan görü ler tarafından mürîd –mür id ili kisi ve Kâmil Mür id mefhumunun çokça ele tirildi i bir gerçek. Üstelik son zamanlarda "Mür id" veyâ "Kâmil Mür id" iddiasıyla temiz Müslümanlar’ı istismar eden nâehil ki ilerin ortaya çıkması da söz konusu ele tirileri peki tirdi. Kâmil Mür idin Portresi107 isimli kitap her ne kadar Mür id-i Kâmil eksenli sohbetleri hâvî ise de, tasavvufî ıstılahlardan nefs, nefsin tavırları, akıl, râbıta, ilm-i ledün, himmet, intisab, tevbe, mârifet gibi mefhumları da son derece vâzıh bir ekilde ortaya koyuyor. Böylelikle yanlı anla ılan veyâ saptırılan bu mefhumlar hakkında do ru bir bilgi sâhibi olunuyor ve sahih tasavvuf gelene i hakkında okuyucu yanlı kanaatlerini tashih imkânını buluyor. Hele kitabın son bölümünde Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre Bey’e yöneltilen bir soru üzerine, konu tu u kürsü üzerinde bulunan bir bardaktan yola çıkarak verdi i bir misâl var ki "A k olsun!". Bütün bunlardan ba ka Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerini, Hadîs-i erif ve Sünnetleri ve dinî inceliklerimizi sâdece aklın esas alarak sorgulayanlara da çok mânidar cevaplar veriliyor. Ayrıca "Kur’ân-ı Kerîm’in ilmî tefsiri" meselesinde ne gibi hatâların yapıldı ına da dikkat çekiyor. Muhkem âyetlerle müte âbih âyetlerin arasında bir fark oldu unu bildiren Âl-i mrân Sûresi’nin 7. âyetinden yola çıkarak bu gibi âyetlerin Kur’ân-ı Kerîm’de bizzât All h (C.C) tarafından "Bunların te’vilini ancak All h ve ilimde rüsûh sâhibi kimseler bilir" diye hükme ba lanılıyor. Sohbet tasavvuf gelene imizde çok önemli bir yer tutar. Bu kitabın sohbetlerden ve sohbet sonrası sorulardan kıvamlanması, kelâmın canlı ve tohum olu u yanısıra rûhlara ekilebilirli inin güzel bir i âreti olarak çıkıyor kar ımıza. Dileriz her okuyana ekilsin bu tohumlar ve günü gelince ye ersin. *** 106 Yeni afak gazetesinin 22.07.1998 târihli nüshasından. Necmettin ahinler, Kâmil Mür idin Portresi-Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre le Sohbetler, Kaknüs Yayınları/Furkan Kitaplı ı, Üsküdar 1998. 107 93 # # #V . 9 @3 D&S #K Varlık izah istiyor. Vahye ve mistik tecrübeye (ke fe) dayanmayan ontolojik yorumlar yetersiz. E yânın ilk aidiyetini isimlendirmek ve aslıyla irtibatlandırmak zorundayız. bn A’rabî ve onun gibi dü ünenlerin teolojik bir yakla ımla geli tirdikleri "be mertebe" teorisi, konunun vuzuhu bakımından önemli referans. Zât, SıfatEsm , Ef’al, Emsâl, uhud sıralamasıyla yapılan tasnife göre varlı ın zuhurunda anahtar kavram: tecellî. Ontolojik bütünlü ü temin eden de gene aynı olgu. Onsuz varlık mümkün olmadı ı gibi varlık meselesini kavramak da mümkün de il. Her ey üst-alt disiplini içinde tecellî. Ama bu alt’ın tamâmen pasif bir edilgenlik içinde oldu u mânâsına gelmiyor. "Kün-ol!"emrinin muhâtabı "Feyekûnu"da özne i levi görüyor. Emri veren All h. Olan, yine o " ey". Kar ılıklı katılım, kozmik paradigmanın en sırlı yanı. Onu kavramadan ahlâkı anlamak imkânsız. nsan irâdesinin devreye girdi i anlarda bu katılım daha net, daha açık. Netlik, açıklık bizim uurumuzun meseleyi algılaması bakımından bir mânâ ifâde ediyor. All h’a en yakın olanlar varlıklarının idrâkinden uzakta duranlar. Cemâdat, bitkiler, hayvanlar, yarı uurlu di er varlıklar, uurlu olmakla birlikte hep pozitife kodlanmı olanlar ve hayr ve erre meyil istidâdında bulunanlar... nsan sonuncusundan. Câmi’ varlık da ondan. Bütün ilâhî isimler onda tecellî ediyor. Aynada uur bir perde. Ama aynanın cilâsı da bu uur. te kozmik paradoks! Rabb’in bilinmeyi murâd etmesiyle ba layan kevnî olu umun uhûda yansıyan boyutunda lâhî râde aynı zamanda bilinmeyi kendi kudsiyetine uygun mânâda seviyor da. nsan bu sevginin, bu ulvî muhabbetin bir semeresi, bir neticesi. Di er varlıklar "Rabbî" derken o "Rabbü-l Âlemiyn" diyecek. Ne müthi bir konum. nsan bu konumda hem ilâhî tenzîhin, hem de te bîhin temsilcisi. All h, sıfat ve esmâsına yakın kulunun gören gözü, tutan eli, yürüyen aya ı. Zât evliyâsının durumu ise çok farklı. All h onlarla duyuyor, görüyor, konu uyor. O’nda fânî ve O’nda bâkıy olmanın e yâya yansıyan tezâhürlerinden bir de bu kulların her tecellîye bir art-ı âdî olma durumları. Anlamak zor. Ya amak, yaamak, illâki ya amak... "K l"den "hâl"e yükselmek... Tek kelimeyle ârif olmak. Bilginin ben merkezli yörüngesinden kurtularak irfânın sonsuzlu una sıçramak. Ârif, diyor Hazreti Pîr, Hakk’ı Hakk’dan Hakk’da ve nefis gözüyle görendir. Câhil ise, Hakk’ı ne Hakk’dan, ne de Hakk’da gören; ama O’nun âhirette nefsinin gözüyle görebilece ini uman kimsedir". Deh et ki deh et... Feyz-i Mukaddes istidatlara göre ekil alıyor. Varlık âleminde görülen çe itlilik ve her insanın tek ba ına ayrı bir âlem olu u bundan. Yoksa, e yânın hakîkatı sâbit. All h’ın kelimelerinde (Sünnetull h) de i iklik yok. Varlık, Mutlak Hakîkata yakla tıkça kendi hakîkatına yakla mı oluyor. Hislerimizle algıladı ımız varlık, ayân-ı sâbitede hakîkatı olmakla birlikte, uhûda sarkan yönleriyle bir hayâl. Yanılgı, 108 Lâtif Erdo an’ın Zaman gazetesinin 14.01.1999 târihli nüshasındaki "Ufuk Ötesi" ba lıklı kö esinden. 94 bunları, burada gerçek kabûl etmek. Gördüklerimiz, duyduklarımız, algıladıklarımız ve bütün ya adıklarımız aslında rüyâlar gibi tâbir istiyor, te’vil istiyor, yorum istiyor. Uykudayız, ve ölünce uyanaca ız. Özel rüyâlarımız da, aslında, genel rüyâmızın bir parçası. Kader yorumunu bütüncül yayıyor... Onları ve olacakları aynı anda görüyor, aynı anda ya ıyoruz. Zaman, mâhiyetimizin içinde barınırken, be eriyetimizin dı ında duruyor. Ölüm hayatımızı, fânîlik bek yanımızı besliyor... nsan hem teolojik hem de ontolojik açıdan vekil (halife) varlık. Hakk’dan halka ve halktan Hakk’ ini ve yükseli onun yaratılı gâyesi, varlık misyonu. lâhî kuralları bir bütün hâlinde (tekvinî, te riî) varlık âlemine ta ıyan o. Varlı ın ihtiyâç, istek ve duaların en uç noktada "Esmâ"ya yansıtmak da onun i i. nsân-ı Kâmil olmanın mânâsı bu. Bu aynı zamanda mikrokozmos varlık olmanın da en sırlı yanı. Her insan potansiyel olarak velâyet gücüne sâhip. Mesele bu gücü pratikte kullanır hâle gelebilmek. Ar iyeyi tamamladıktan sonra sıradanla mak ile sıradan bir varlık olarak kalmak, gök-yer arası mesâfe uzaklı ıyla anlatılabilecek kadar biribirinden farklı iki ayrı durum, iki ayrı hâl, insan, insâniyetiyle meleklerden üstün, be eriyetiyle hayvanlardan daha a a ı olma tehlikesiyle her zaman yüz yüze. Ömür boyu ve her kademede terbiye edilmek zorunda. Bu zarûretin istinâsı da yok "Din nasihattir" kuralının sınırları bütün insanları içine alacak ölçüde geni . Geli tirilecek "nasihat" sisteminin ekli de söz konusu kurala uygun olmak mecbûriyetinde. Ontolojik paradigmaların bu bakımdan da çok önemli... Bilinmesi gerekenler açısından To ihiko zutsu’nun çalı ması oldukça kapsamlı bir referans. Ahmet Yüksel Özemre gibi usta ve konunun uzmanı bir kalem tarafından tercüme edilmesi de ayrı bir ans. Dilimize bn Arabî’nin Fusûs’undaki Anahtar-Kavramlar adıyla kazandırılan bu zengin ve bereket yüklü eseri okumanızı ve bir ba ucu kitabı olarak de erlendirmenizi tavsiye ederim. *** 95 # 4 4U4 5" 5 5 994 9 /+, # 5U 5 5 D&P 5 Yıllarını felsefeye ve dinler târihine adamı bir ilim adamı olan Prof.Dr. Toshihiko Izutsu’nun üç bölümden olu an kitabının ilk bölümü Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre tarafından bn Arabî’nin Fusûs’undaki Anahtar-Kavramlar110 adıyla Türkçe’ye kazandırıldı. Kaknüs Yayınları’ndan yayınlanan çalı masında Prof. Izutsu, bn Arabî’nin tasavvuf ve Lao-Tsu ile Çuang-Tsu’nun Taoizm anlayı ının belliba lı felsefî kavramlarını kar ıla tırmalı olarak inceliyor. Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre, Prof. zutsu’nun bu çalı masını Türkçe’ye kazandırmasını çocuklu undanberi Muhyiddin bn Arabî’nin felsefesine ve hayatına ilgi duymasına ve okudu u Fusûs tercümelerinden tatmin olmayı ına ba lıyor. Prof. Özemre Fransızca, talyanca, ngilizce ve Almanca Fusûs’la ilgili yazılmı eserleri ve tercümeleri de okumu . Sonunda Toshihiko zutsu’nun kitabını görmü ve bu kitabın Batı felsefesi kalıplarına göre çok anla ılabilir bir biçimde Fusûs’u izâh etti ini tesbit etmi . "Bunu Türk diline kazandırmanın benim için âdetâ bir vecîbe oldu una karar verdim. 1968’de kitabı edindikten sonra Ekim ayında kitabın tercümesine ba ladım. Tam otuz sene sürdü"111 eklinde konu an Özemre, böyle bir kitabı Türk diline kazandırmanın olumlu tepkilerini de almı ; eser. Prof. Özemre’ye "1998 Türkiye Yazarlar Birli i Tercüme Ödülü"nü getirmi . Felsefeye Ve Mistisizme Yeni Bir Bakı Prof. Özemre’nin "çok enteresan bir insan" diye nitelendirdi i Prof. zutsu, 1993’de hayata vedâ eden, Türkçe, Arapça, Farsça ve brânîce dâhil olmak üzere otuz küsur dili ve bunların diyelekti ini çok iyi bilen bir Japon filolog. Felsefe ve dinler târihi tahsil eden ve Taoizm’i çok iyi bilen Prof. zutsu, eline Fusûs geçince slâm felsefesine ve vahdet-i vücûd’a e ilmi . Sonuçta, Fusûs’daki fikirlerle Taoizm’deki fikirlerin bire bir çakı tı ını görmü . 109 Yeni afak gazetesinin 01.02.1999 târihli nüshasından. Prof.Dr. Toshihiko Izutsu, bn Arabî’nin Fusûs’undaki Anahtar-Kavramlar (Çeviren: Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre, Kaknüs Yayınları, Üsküdar; 1. Baskı: 1998, 2. Baskı: 1999, 3. Baskı: 2003. 111 Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre’nin bu çevirisinin üç kere yapılmı olan baskılarının her birinde 11. sayfada, "Çevirenin Takdîmi" ba lıklı bölümde, bu konuda aynen: "Notlarıma göre, ben bu eserin 272 sayfalık birinci cildinin tercümesine 17 Ekim 1967 saat 00.10 da ba lamı ve 24 Ocak 1969 târihinde de 120. sayfadan sonra tercümeye yakla ık 27 sene kadar ara vermi im. Bu tercümeyi mutlaka bitirmem hususunda Marmara Üniversitesi lâhiyât Fakültesi'nden kıymetli dostum Dr. Mahmûd Erol Kılıç'ın te viki olmasaydı herhâlde bu tercüme 120. sayfasında kalırdı. Bu bakımdan kendisine minnettârım. Tercümeye son noktayı da 20 Aralık 1997 saat 12.03 de koydum" denilmektedir. (N. .) 110 96 Maksadını " bn Arabî’nin temsil etti i Tasavvuf’un dünyâ görü ü ile Lao-Tsu ve Çuang-Tsu’nun temsil ettikleri Taoizm’in dünyâ görü ü arasında yapısal bir kar ıla tırma yapmak, kar ıla tırmalı felsefe ve mistisizm alanında yeni bir görü açısı getirmek" eklinde açıklayan Prof. zutsu’nun orijinal çalı ması üç kısımdan olu uyor. Birinci kısımda bn Arabî’nin felsefî dünyâ görü ünün temelindeki belli ba lı ontolojik kavramlara yer verilirken ikinci kısımda Lao-Tsu ve Çuang-Tsu’nun dünyâ görüüyle ilgili analitik bir inceleme yapılıyor. Üçüncü kısımda da bu iki görü ün anahtar-kavramları kar ıla tırılıyor. "Bütün bu varlık âlemi ummâna benzer. Bu ummândan ayrıymı gibi görünen dalgalar, köpükler ve zerreler var. Bu zerrelerin ufaklı ına, dalgaların ekline, köpüklerin çe itli yansımalarına bakarak, bunları sudan farklı bir varlık addediyoruz. Hâlbuki hepsinin aslı su’dur. te bu varlık âleminde de sen ve ben, görünür niteliklerimiz dolayısıyla sanki ba ka zâtiyyetimiz varmı gibi görünmekle beraber esâsında hepimiz Cenâb-ı Hakk’ın varlık denizinden birer damlayız. Dolayısıyla bütün bu mevcûdatın arkasında temel olan, Bâtın olan âlem, sâdece Cenâb-ı Hakk’ın zâtından ba ka bir ey de ildir" diyor Prof. Özemre. Rüyâ çinde Rüyâ bn Arabî’ye göre insanın, aslî vatanından kopup da bu dünyâya Cenâb-ı Hakk’ın hikmetine ba lı olarak gönderildi i zaman aslî vatanının hâtırasının hâfızasından silindi ini kaydeden Prof. Özemre, bu dünyâda ya anan hayatın gerçek hayat zannedili ine dikkat çekiyor: "Hâlbuki gerçek hayat bu görünür hayatın arkasındaki hayattır. Bunun farkında de iliz. Sâdece görünü e aldanarak, kendi kendimize hayalî bir dünyâ kuruyoruz. Bu hayalî dünyada zihinlerimiz beni ben, kitabı kitap olarak gösteriyor. nsan ölüm denilen hâdiseye mâruz kalıp da bu âlemden aslî vatanına göçünce tıpkı bu âlemde rüyâ gören bir insanın zil sesiyle uyanması gibi bir uyanıklı a kavu uyor. O yüzden biz dünyâda rüyâ gördü ümüzde de aslında rüyâ içinde rüyâ görüyoruz". Prof. Özemre, Prof zutsu’nun kolay ve akıcı bir ngilizce ile kaleme aldı ını belirtirken, sâdece yazarın Fusûs’dan yaptı ı alıntıların tercümesinde biraz güçlük çekti ini ifâde ediyor. Tercüme esnâsında Türkçe ve yabancı dillerde Fusûs hakkında kaleme alınan eserlerden de faydalanmı ve bâzen bu tercümelerde de büyük anlam kaymalarına tesâdüf etmi . Prof. Özemre bu durumlarda, Ahmed Avni Konuk ile Hans Kofler’in tercümelerini referans almı . Prof. Özemre u günlerde ilk kısmini tamamladı ı çalı manın ikinci kısmının tercümesiyle u ra ıyor112. *** 112 Prof. zutsu’nun eserinin 2. ve 3. bölümlerinin Prof. Özemre tarafından yapılmı olan tercümesi Tao-culuk’daki Anahtar-Kavramlar ( bn Arabî ile Lao-Tzû ve Çuang-Tzû’nun Muk yesesi) ba lı ı altında Üsküdar’da Kaknüs Yayınları tarafından Eylûl 2001 de yayınlanmı bulunmaktadır. 97 994 # I 5I DDJ A3, Vaktiyle sa cıların "solcu" diye, solcuların ise "sa cı" diye damgaladı ı, Atom Enerjisi Kurumu eski ba kanı Ahmet Yüksel Özemre, imdilerde japon bir profesörün bakı ıyla Taoizm ile Tasavvuf arasında köprü kuruyor. Türkiye'nin ilk atom mühendisi, çe itli uluslararası bilim kurullarında Türkiye'yi yıllarca temsil eden, Atom Enerjisi Kurumu'nun eski ba kanı Ahmet Yüksel Özemre enerjiden tasavvufa, fizikten müzi e, felsefeden edebiyata kadar ilgilenip üretmedi i bir alan kalmayan, çok özel bir insan. Türkiye'deki pekçok "önemli" de il de "de erli" insan gibi bugün kıyıda, arka cephede, kendi entelektüel çalı maları içinde ya ıyor. Özemre, olaylar, mahkemeler, hastalıklarla dolu zorlu ya amındaki bilimsel ve sosyal birikimlerini 300 mak leye, hâlen üniversitelerde okutulan 12 cild ders kitabına ve ayrıca 14 kültür içerikli kitaba aktarmayı ihmâl etmedi. Bu arada çeviriler de yaptı. "Meraklısının" heyecanla izledi i bu kitaplardan biri Kaknüs Yayınları arasında 1998'de çıktı: " bn Arabî'nin Fusûs'undaki Anakhtar-Kavramlar". Kitabın yazarı Prof. Toshihiko zutsu, ömrünü dünyâ târihindeki pekçok mistik dü ünceyi incelemeye adayan bir japon. zutsu, orijinal adıyla "Tasavvufta ve Taoizmdeki Felsefî Anahtar Kavramların Kar ıla tırmalı Bir ncelemesi"nde bn Arabî ile, türk okurunun kısaca Tao olarak bildi i, Lao Tzu ve Çuang Tzu'nun dünyâ görü lerinin a ırtıcı benzerliklerini ortaya koymu tu. Özemre'nin yetkin çevirisiyle iki yıl önce meraklılarıyla bulu an birinci cildin ardından sabırsızlıkla beklenen ikinci cild de geçti imiz günlerde yayınlandı. Özemre bu cildde de çarpıcı güzellikte bir çeviri sunuyor okura. Hem tad alıyor, hem anlıyorsunuz. "Entelektüel blokajları" nedeniyle birinci kitaptaki bn Arabî ile ilgilenmeyen okurları, hiç de ilse bu ikinci kitaptaki "Tao" ile bulu maya ça ırıyorum..... *** 113 Nuriye Akman'ın Sabah gazetesinin 07.10.2001 târihli Pazar ilâvesinde "Nuriye'nin Büyüteci" ba lıklı kö esinde yayınlanmı olan röportajının girizgâhından. 98 H "9 DD' ,*+,-",7=,- . Profesör Dr. Ahmed Yüksel Özemre'nin "Masonlu un Kökeni" ba lıklı ve oniki daktilo sayfası hacmindeki ara tırmasını dikkatle okudum. Bu mak le gayet önemlidir ve ülkemiz, milletimiz ve devletimiz için çok meraklı, çok dikkate de er bilgiler ihtivâ etmektedir. Adı geçen yazıdan bazı paragraflar alıyorum: "1826 yılında Vak'a-i Hayriye (Hayırlı olay) diye anılan bir operasyonla 20 bin Yeniçeri ortadan kaldırılır. Yeniçerilerin mânevî destekçisi durumunda bulunan Bekta îler de cezâlandırılır; suçlu görülenleri îdam edilir, di erleri sürülür. Tekkeleri ve di er mülkleri ba ka tarîkatlara devredilir. Bu andan ba layarak Bekta îlerin ve onlarla aynı paraleldeki bazı Alevî gruplarının ortak amacı: 1) Osmanlı hânedânının ve 2) Hilâfet müessesesinin ortadan kalkması olur." Üstad Ahmed Yüksel bey bu satırlarıyla yakın tarihimizin çok önemli bir konusuna parmak basmı olmaktadır. Yeniçeri oca ının kaldırılı ının ve Bekta î tarîkatına yapılanların intik mını almak isteyenlerin Birinci Me rûtiyet, kinci Me rûtiyet hareketlerinde büyük rolü ve tesiri olmu tur. Nasıl ki, Sabataycılar’ın yaptıkları bilinmeden yakın tarihimiz anla ılamazsa, Bekta îlerin ve Farmasonların yaptıkları bilinmeden de Osmanlı mparatorlu u'nun tasfiyesi ve Cumhuriyet’in kurulu u anla ılamaz. Özemre'nin yazısından ba ka paragraflar da nakletmek istiyorum: "Bekta îler 1867 yılından îtibâren mason localarına üye olmaya ba larlar. Bu arada Fransa, ülkesindeki Jön Türkler denilen mûteriz ve ihtilâlci grubu destekler. Bunların ço unlu u Fransız localarında tekrîs edilir. Jön Türklerin Fransa'dan döndükten sonra intisâb ettikleri ttihad ve Terakkî Cemiyeti'nin üyelerinin hepsi de masondur. Gerek Jön Türkler gerekse ttihad ve Terakkî Cemiyeti'nin üyeleri, Bekta îler ile Osmanlı hânedânı dü manlı ı konusunda çok iyi kayna ırlar. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulu u sırasında görev almı olan eski ttihad ve Terakkî mensupları ile Bekta î/Alevî toplulu u bütün inkılabları kayıtsız artsız destekler. Hilâfet'in 1924'te kaldırılmasıyla Osmanlı hânedânı da, Hilâfet de resmen çökmü olur. in "Büyük Fransız htilâli'nin paradigması"na uygun olması için bunlar zâten gereklidir. Nereden bakılırsa bakılsın, sonuçta: Vak'a-i Hayriye’nin intik mı Osmanlı hânedânından alınmı olur." "Cumhuriyet Halk Partisi'nin, dini Türkiye'den söküp atmanın Fransa'daki kadar kolay olamayaca ını sonunda idrâk edecek kadar temkin sâhibi kur114 Millî Gazete’nin 14.01 2001 târihli nüshası. 99 mayları, hiç de ilse diyânetin kontrolünü elden kaçırmamak için eyhülislâmlık mak mına sâhip çıkarak, Diyânet leri Ba kanlı ı'nı ihdâs edip, Diyanet’i devletin uslu çocu u kılarlar ve böylece dini de kontrol altında tuttuklarına inanırlar. Her ne kadar kendilerine özgü lâiklik kavramı ile ba da masa da, yeni cumhûriyeti sürekli göz altında tutan çifte standartlı Mason Avrupa açısından bu, aslında olumlu bir geli medir." Üstad Ahmet Yüksel bey bu mak leyi kaleme aldıktan sonra bir yerde bastırabilmek için iki sene u ra mı , sonunda Umran dergisinde bastırabilmi . Bo aziçi Yayınevi de u sıralarda yazıyı müstakil bir risâle halinde yayınlamak için hazırlık yapıyormu . Bunca gazetemiz, dergimiz, televizyonumuz var. Bu medya organlarının bu gibi önemli, hayatî konuları i lemeleri; yazılanları, söylenenleri geni kütlelere duyurmaları gerekmez mi? Birtakım cemaatlerin, liderlerin, gazetelerin, televizyonların Haçlılarla, Siyonistlerle, Sabatayistlerle, Farmasonlarla, derin devletle gizli anla malar yaptıklarına dair rivâyetler duyuyorum. Bunlar inanılacak eyler de ildir ama yine de mide bulandırıyor. Mutlaka bu konuların incelenmesi ve milletin uyarılması gerekir. Maalesef ülkemizde dini, îmânı para olan, nefs-i emmârelerine put gibi tapan birtakım adamlar vardır. Bazı ünlü, kodaman, kocaman iri ki ilerin milyar dolarla ölçülen kara servetlere sahip oldukları söyleniyor. Ahmed Yüksel Özemre bey, yazısında "Mâbed övalyeleri" tâbirini sık sık kullanıyor. Geçenlerde çi leri Bakanı Sadettin Tantan da bu tâbiri kullandı. Bunlar Masonlardır. u anda Türkiye'de çok güçlü bir lobi te kil etmektedirler. Masonlar bir takım kirli, karı ık, bula ık, âibeli i lere girmi lerdir. Güngörmü ya lı Masonların bu gidi attan çok rahatsız ve tedirgin olduklarına dair rivayetler duyuyorum. Türkiye'deki Mason, Sabatayist, Siyonist, bir kısım Bekta î/Alevî lobilerinin gerçek demokrasiye, Türkiye halkına geni hürriyet verilmesine, evrensel ve temel hakların ülkemizde geçerli olmasına kar ı oldukları anla ılması zor bir sır de ildir. Halk ve aydınlar bu konuda yeterli bilgiye sahip de illerdir. Gazetelerimiz, televizyonlarımız bu konularda devamlı yayın yapmalı, açık oturumlar tertipleyerek meseleleri müzâkere edip tartı malıdır. Türkiye üzerinde Masonların, Sabataycıların, Alevî-Bekta î lobisinin, Siyonistlerin saltanat ve hakimiyet kurması, halkın ço unlu unu baskı altında tutması elbette do ru ve sıhhatli bir ey de ildir. Ülkemiz bu yüzden geri kalmı tır, bugünkü zayıf ve peri an duruma dü mü tür. Halk uyutulmaktadır. Büyük medya; gerçekleri, manzarayı gözler önüne sermekten kaçınıyor. Onların sun'î (yapay), hayalî, gerçek dı ı bir gündemi vardır. Bu gündemin birinci maddesi de irticâ tehlikesi ve tehdididir. Böyle bir tehlike ve tehdit 100 yoktur. Nitekim yapılan ciddî anketlerde böyle bir tehdit oldu una inananların nisbeti yüzde dört civârında kalmı tır. Din konusunda Türkiye'de büyük bir sıkıntı ve kriz vardır. Bu da iki anormallikten kaynaklanmaktadır. A ırı, azgın, militan din dü manlı ı; bunun kar ı kutbu olan i renç, rezil, pespaye din sömürüsü. Türkiye'yi tekellerinde tutmak isteyen Mason, Sabataycı, Siyonist satranççılar din sömürüsünü el altından dolaylı olarak desteklemektedir. Tarih hakkında ara tırma yapmak, tezler ileri sürmek, izah ve açıklamalar getirmek suç de ildir. Ülkemizde iki tarih vardır. Biri resmî, uyduruk, mitolojik, maval ve masallarla dolu ideolojik tarihtir. Di eri ise, fazla kurcalayanların ba ına bir sürü belâ ve cezâ getiren gerçek tarihtir. Tarihimizin üzerindeki baskılar kaldırılmalı, ilmin ve gerçe in ı ı ında yeni bir gerçek tarih yazılmaya ba lanmalıdır. Üstad Ahmet Yüksel Özemre beyefendiyi tebrik ediyorum. *** 101 5 "9 *@ 59 Prof. Ahmed Yüksel Özemre'yi herhalde hatırlarsınız; Türkiye Atom Enerjisi Kurumu ba kanlı ı da yapmı de erli bir bilim adamıdır. 'Tapınak övalyeleri' konusunu i lerken Prof. Özemre'yi aklıma getiren onun enerji alanındaki görü leri de il. nanmayacaksınız ama, Sadettin Tantan'ın geçen hafta dikkat çekti i 'Tapınak övalyeleri' ve Türkiye'ye yansımalarını konusunda, Prof. Özemre, aylar önce bir çalı ma meydana getirmi ti. E-posta ile bana da gönderdi i on sayfalık yazısı göz açıcı... O çalı madan bazı bölümleri beraberce okuyalım: "1085 yılında Papa II. Urbano'nun ça rısı üzerine olu turulan I. Haçlı Ordusu 1099 yılında Kudüs'ü i gâl etti. Selâhaddin Eyyûbî'nin 1187 yılında Kudüs'ü geri alı ına kadar 88 yıl sürmü olan bu i gâl Haçlıların Mukaddes Topraklar'da hızla örgütlenmelerini gerektirdi. Kurulan 'Deniza ırı Lâtin Devletleri'nin resmî örgütü yanında, bugünkü deyimiyle, 'gönüllü kurulu lar' da pıtırak gibi bitmi ti. Bunlardan biri de fransız asîlzâdelerinden Hugues de Payns'ın 1118 yılında kurdu u 'Mesih'in Fakir övalyeleri' örgütü idi. 1125 yılında Kudüs'ün yeni hıristiyan kıralı Mescidü-l Aksâ'yı 'Mesih'in Fakir övalyeleri'ne tahsîs edince, burasının Hazret-i Süleymân'ın Mâbed'inin bulundu u yer olarak bilinmesinden ötürü, örgüt de ismini 'Mâbed övalyeleri'ne dönü türdü. Mâbed övalyeleri güney Fransa ve Paris'de de kısa sürede örgütle tiler. Gerekli olan parayı Avrupa ile Ortado u arasındaki ticârete aracı olmakla elde ettiler. Çek ve kredi mektubunu ilk uygulamaya koyanların Mâbed övalyeleri oldu u söylenmektedir. Böylece Ortado u'ya mal almaya giden Avrupalı tüccarlar, yanlarında korsanlara ya da e kiyâlara kaptıracak para ta ımadan, güvenle seyahat edebiliyorlardı. Mâbed övalyeleri, ayrıca, bankerlik ve ticârete de el attılar. Hattâ Fransa kıralının resmî bankacısı ve borç vericisi dahi oldular. Mâbed övalyeleri Hasan Sabbah'ın 'Ha hâ îler Örgütü' ile de temas kurdular. Böylece, gizli kalmak ve bu yolla kudretini arttırmak isteyen bir örgütün yapısı hakkında da örgüt üyelerinin biribirlerini tanımak için i âretle me kodu kullanmaları hakkında da fikir sâhibi oldular. Meselâ el sıkı ırken i âret parma ının kar ısındakinin bile ine teması Mâbed övalyeleri'nden oldu unun parolasıydı. 115 Yeni afak gazetesinin 07.11.2000 târihli nüshası. 102 Kudüs mâcerâlarının bitmesinden sonra, Mâbed övalyeleri, merkezlerini Paris'e ta ıdılar. 13 Ekim 1307 günü ola anüstü gizli tutulan ve bütün Fransa'da uygulanan bir operasyonla Mâbed övalyeleri'ne ait üçbin askerî tımar merkezinde ele geçirilen bütün övalyeler tutuklandılar. Fransız Akademisi üyelerinden Antoine de Levis-Mirepoix'nın da dedi i gibi bu "Geçmi zamanların en ola anüstü polis operasyonu" idi. ngiltere ve Orta Avrupa'ya kaçanlarla daha sonra onlara katılan di er Mâbed övalyeleri, son Üstâd-ı Âzam'larının tâlimâtıyla, in â edilmekte olan kilise ve katedral antiyelerine ba vurup hiçbir loncaya ba lı bulunmayan duvarcı olduklarını beyân ederek i e alınmı lardı. Fransızca franc ('fran' diye okunur) bir yere ba lı olmayan, hür, serbest demektir. Bunun ngilizce'si ise free'dir ('frî' diye okunur). Duvarcı da Fransızca'da maçon ('mason'), ngilizce'de de mason ('meysın') oldu una göre Franc-maçon ('fran-mason') ya da Free-mason ('frî-meysın') denilen bu grup i te Fransa Kırallı ı'nın zulmünden yakasını zor kurtarmı olan Mâbed övalyeleri'nin zâhirine i âret etmekteydi. 'Serbest Masonlar'ın Fransa Kırallı ı'na kar ı intikam duygularıyla dolu olarak Avrupa genelinde örgütlenmeleri epeyi bir zaman almı tır. Bunlar yava yava gizli hücreler hâlinde odakla ırlar. XVII. yüzyıldan ba layarak da yerel de olsa bir takım ba arılar kazanırlar. Cemiyetin, sivil ve askerî idârelerin köprü ba larını tutmaya ba larlar. Saraylarda önemli mevkiler elde etme e, kıralların harîmine kadar sızma a gayret ederler. Serbest Masonlar ataları olan Mâbed övalyeleri'ne yapılmı olan haksızlık ve zulmün intikamını Fransa Kırallı ı'ndan alma a yeminlidirler. O nihaî intikam gününü büyük bir sabır ve hınçla beklerler. ntikam u ya da bu hânedandan de il, keyfî hareket ettiklerine inanılan bütün hânedanlardan ve Kilise'den alınacaktır. Nesilden nesile intikal eden, yeminle tahkim edilmi olan amaçları budur." Uzun çalı masında, Prof. Özemre, "Tapınak övalyeleri gelene ini günümüzde sürdürenlerin Türkiye projesi" denilebilecek Avrupa plânına da de iniyor. öyle: "Avrupa: 1) Kendisi için ehven-i er olanı daha sonraları daha büyük tâvizler koparmak üzere hazmetmesini bilen, ama 2) Gönlü Türkiye'nin hristiyanla masından yana olan, 3) Bu gerçekle inceye kadar Türkiye'yi, kendi anlayı ına göre va'z ve empoze edece i bir 'ılımlı slâm' reçetesine çekme e çalı an, 4) Bu reçeteye kar ı en mâsum direnci bile 'radikal slâmcılık!' ya da 'Fundamentalizm!' nâra ve amatalarıyla bastırmayı, sindirmeyi ve aforoz etmeyi tabiî hakkı olarak gören, 5) Türkiye'yi yalnızca kendi normlarına göre yeniden biçimlendirmek isteyen, ve 6) Bu konuda her türlü baskıyı ve bu arada da Mason localarını strateji belirleyici bir araç olarak kullanan bir Avrupa'dır." 'Tapınak övalyeleri' kavramını anla ılır kılmak için çıkardı ım yolculukta kafanız iyice karı tı mı yoksa? Yarın ifreleri iyice açayım öyleyse... *** 103 H( " G DDQ A3 slâm Âlemi’nde gizli irkin en belirgin özelliklerinden biri de sahabîlerin tenkit edilmez, hatâ i lemez, hesap sorulmaz, cennete gidi leri garanti bir tür insanüstü, yarı ilâh kadrolar hâlinde kabûl ettirilmesidir. unu açık bir biçimde söylemeliyiz ki, slâm dünyâsının sahâbeye lâyık gördü ü insanüstü nitelikleri ve dokunulmazlı ı Kur’ân, Hz Muhammed de dâhil peygamberlere bile lâyık görmemektedir. O hâlde bu sahâbî anlayı ı All h’ın dinine açık bir hak ret ve insanlı a zulümdür. Biz bu konuyu hemen tüm kitaplarımızda ama özellikle Kur’ân’daki slâm kitabımızda çe itli yönlerden ele tirmi bulunuyoruz. Buraya yine Prof. Özemre’nin bu Kur’ân dı ı tavra getirdi i ele tiriyi, bâzı sâdele tirmeler117 yaparak kaydedece iz: " slâm âleminde ortaya çıkmı olan gizli irklerden birisi de bir zümrenin ashâb hakkındaki ola anüstü abartılı kabûllerinin gerçeklik sınırlarını a arak bu ki ilere bir takım ilâhî özellikler yakı tırmasıyla olu mu tur. Ashâbiyyûn (Ashâbçılar) Fırkası diye adlandırabilece imiz bu zümrenin ashâb hakkındaki kanaatleri öyle özetlenebilir: 1) Müslüman iken Hz. Peygamber'i görmü ve irtidat etmemi olan herkes ashâbdan sayılır. Hattâ Hz. Peygamber'in vefâtından kısa bir süre önce do mu ve O'nu görmü olan bebekler bile. 2) Ashâb-ı Kirâm'ın sayısı gelip geçmi bütün Peygamberlerin sayısına e it olup bu, tamı tamına 124.000'dir. Ashâbdan herbiri bir peygambere benzer. Bunlar arasında Hz. Muhammed'e benzeyen Ebûbekir’dir. 3) Ashâb-ı Kirâm'ın aralarında kerâmet ve adâlet yönünden hiç bir fark yoktur. 4) Ashâbın hiç birinden hiç bir hatâ zuhur etmez. Onlar hatâ i lemez varlıklardır. 5) Ashâb-ı Kirâm'ın her birinin her hangi bir konudaki görü ü di erleriyle ile çeli se de olsa herbirinin sözü delildir. 6) Ashâb-ı Kirâm'ın hepsi de velîdir ve hepsi de cennetlikdir. 7) slâm Âlemi'ni ne kadar karı tırmı olursa olsun ashâb arasında meydana gelmi olan anla mazlıklar, yapılan sava lar ve dökülmü olan kanlar yalnızca rahmettir. Herkim bu anla mazlıkları, sava ları ve dökülen kanları tenkîd konusu yaparsa, bu tenkidi Kur'ân'a ve Sünnet'e uygun olsa bile sapıktır." "Ashâbiyyûn Fırkasının kendi hayâllerinde îmâl etmi oldukları bu anlayı ne Kur'ân âyetlerine ve ne de Sünnet'e dayanmaktadır. Hz. Muhammed bile, peygamber olmasına ra men dünyâ hayatıyla ilgili görü lerinin hatâlı olabilece ini beyân etmi iken, anılan fırkanın, ashâbı hatâsız ve tenkîd üstü göstermeleri onların. Peygamber'den de üstün oldu unu kabûlü zorunlu kılar. Kaldı ki hatâsız ve tenkîd üstü sıfatı yalnızca All h'a mahsûs oldu undan, bu sıfatların ashâba verilmesi onların ilâhla tırılması, sonuç olarak da irktir." 116 Ya ar Nuri Öztürk, Fâtiha Sûresi Tefsiri, Yeni Boyut Yayınları: 27, stanbul 1996, s. 70-72’den. Bu sâdele tirmeler, Prof. Özemre’nin slâm’da Aklın Önemi ve Sınırı kitabındaki ifâdelerini ancak kısmen aksettirebilmektedir. (N. .) 117 104 "Ashâbın biribirleriyle ihtilâfları, sava ları ve akıtılan müslüman kanının yalnızca rahmet oldu u iddiasının ne akla, ne temkine, ne vicdâna, ne adâlete ve ne de Kur'ân'a sı ar yanı vardır! Bu iddia tıpkı eski Yunan mitolojisinde sözü edilen tanrıların biribirleriyle ihtilâfları ile sava larını ve bunlann ölümlülerle hiç bir ili kisi olmadı ı hurâfesini hatırlatıyor. Bu durumda da insan bu her iki bâtıl inanç arasında bir paralellik ve hattâ bir benzerlik bulundu unun farkına varıyor. Ashâb arasındaki anla mazlıkları, sava ları ve dökülmü olan kanları tenkîd etmeyi, bu tenkîdi Kur'ân'a ve Sünnet'e uygun olsa bile sapıklık sayan hezeyan ise tam bir idrâksizlik rezâleti ve do rudan do ruya bir sapıklıktır ... Ashâba Kur'ân'ın üstünde bir mertebe verilmesi ve, dolayısıyla da, apaçık bir irk de il de nedir?" Özemre öyle devâm ediyor: "E er Sıffeyn sava ında haklı olan taraf Hz, Alî ise, bir üçüncü taraf mevcûd olmadı ından haksız olan taraf da Muâviye'dir. Muâviye haksız oldu una göre sava ta dökülmü olan müslümanın kanının, çıkan fitnenin ve fesâdın da vebâli altındadır. nsanların kanının dökülmesine, fitne ve fesâdın çıkmasına yol açan bir haksızlı ın varlı ı, adâletin çi nenmi oldu unun i âretidir". *** 105 ,; ? U3 G 5DDS A3 Kitabın adı, ‘‘Kur'ân-ı Kerîm ve Tabîat limleri’’. Yazarı, uluslararası bir de er olan nükleer fizik profesörü Ahmet Yüksel Özemre... Daha önce eserlerinden tanıdı ım Özemre'yi ben, I ı a Ça rı adıyla yaptıım televizyon programına üst üste üç kez konuk ederek yakından tanıma imkânı bulmu tum. O bir nükleer fizikçi ama, aynı zamanda slâm ilâhiyâtıyla ciddî biçimde me gûl olmu düzeyli bir dü ünce adamı. lim çilesi, irfân nasîbi yüksek bir bilge. Üzerinde konu tu umuz son eserinde tabîat bilimleri ile vahyin verileri arasındaki ili kiyi-alı veri i ele tirel bir yöntemle ele alıyor. Katılmakta zorlandı ım bazı tesbitler var. Dil, ya ayan Türkçe'den biraz uzak ama böyle olması Özemre'nin eserini ‘‘çok de erli’’ olarak nitelememi engellemiyor. Çok de erli, çok düzeyli ve okunması gerekli bir eser... Bilim, kültür ve irfan hayatımız adına kendisine te ekkür ediyorum. Kitabını, ‘‘karde ime’’ diye imzalamı ; ben de ona ‘‘a abey’’ diyerek saygımı iletiyorum. Kitap, ‘‘Kur'ân Tefsirinde Modernist Akım’’ ba lıklı bir giri le ba lıyor. Modern akımın, Kur'ân'ı bir tür lâboratuvar kitabı gibi algılamasına ili kin ele tiriye aynen katılıyorum, akımla ilgili di er ele tirilere ise katılamıyorum. ‘‘Tabiat Bilimlerinin Mahiyeti, Fiziksel Realitenin Algılanı ı, Vahiy-Akıl li kisi, Müte âbih Ayetler, Mûcize, Hikmet ve Pozitif limler, Bing Bang Efsânesi’’, kitabın di er bölümleri... Özemre'nin kitabının 88-90 sayfaları arasında, ‘‘ limlerin slâmîle tirilmesi Meselesi’’ ba lı ıyla yer alan kısa bölüm, bence ayrı bir kitap de erinde... Çünkü bu kısa bölüm, Müslümanlara son zamanlarda yapılan en büyük kötülüklerden birini büyük bir ustalıkla de ifre etmektedir. Depremin Gösterdikleri kitabımda, Batı'nın Müslümanlara vurdu u darbelerin en yıkıcılarından biri olarak gösterdi im ve öncüsünün de yine Batı tarafından öne çıkarılan ranlı bir profesör oldu unu ortaya koydu um (Bk. Deprem, s. 126-127) bu kötülükle ilgili olarak Özemre'nin birkaç satırını ükrânla (ve birkaç kelimeyi sâdele tirerek) alıntılamak istiyorum: ‘‘Bir sömürge tebaası ezikli i kompleksiyle, içinde ya adı ı slâm toplumunun bütün olumsuz yanlarını ilmin ‘‘ slâmî’’ olmamasına ba layan marjinal bir zümre, ilimlerin islâmîle tirilmesiyle islâm toplumunun bütün sıkıntılarının giderilmi olaca ı ütopyasının propagandasını yapmaya ba lamı bulunmaktadır. Savunucularını, ilim câmiasında istihzâya muhâtab kılmaktan ve 118 Hürriyet gazetesinin 18.02.2000 târihli nüshası. 106 yalnızlı a itmekten ba ka mârifeti olmayan bu nifâk unsurunun bir i e yaramayaca ı yava yava ortaya çıkmaya ba lamı tır.’’ ‘‘Tabîat ilimleri kavramını ırkçı bir tutumla kâfirle mek ilân eder, tabîat ilimlerini islâmîle tirmek gibi bir harekete kalkı ırsanız ve hele hele fizikle me gûl olan Müslüman ilim adamlarına saldırırsanız, kendinize de, temsil etti inizi sandı ınız topluma da, hatta ümmete de pek çok söz getirir ve eninde sonunda kaçınılmaz bir biçimde, ilim üretmeden marjinal ve ezik kalmaya mahkûm olursunuz. Cenâb-ı Peygamber, ‘‘ lim Çin'de de olsa gidin, alın!’’ derken ilmin islâmîle tirilmesine hiç de i âret etmemi tir.’’ ‘‘ lmin islâmîle tirilmesi projesi temkin ve teenniden uzak, bozgunculu a müsait bir heves ve softaca bir saplantıdır. Ayrıca, bu konuda yazı yazanların ilimle alâkası yoktur.’’ Özemre'nin ufuk açan kitabını mutlaka okumalıyız diye dü ünüyorum. *** 107 H 5DDP U ,G 3 9 #K 4 Ahmed Yüksel Özemre’nin Üsküdar’da Bir Attar Dükkânı’nı okudunuz mu? Ben bir solukta okudum ve çok sevdim. Birçokları Atom Enerjisi Kurumu eski ba kanı Prof. Özemre’yi sâdece bir atom fizikçisi sanırlar; bu küçük ve zârif kitabını okursanız, onun aynı zamanda geni ufuklu bir kültür adamı, üslûb sâhibi bir yazar ve eskilerin tâbiriyle bir "ehl-i dil" oldu unu göreceksiniz. Ve elbette "Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf de il". Aslında ben bu kitabın bir bölümünü, dostum Rahim Er’in çıkarmak için çok u ra tı ı Kimlik dergisinin günyüzü görmeyen birinci sayısında okumu ve kesip saklamı tım. Hattâ on gün önce smail Kara’ya bir vesiyle ile bu yazıdan söz ettim; "Ahmed Yüksel hocadan tamamını alıp bir yerde ne retsek!" dediydi. Ertesi gün âir Nihad Hayri Azamat, sözkonusu kitabın Kubbealtı tarafından yayımlandı ı haberini verdi. Eski Üsküdarlılar ve klâsik sanatlarımızla herhangi bir ekilde irtibâtı bulunanlar, Aktar Hocalar’ın, yâni Düzgünman’ların Hâkimiyet-i Millîye caddesindeki aktar dükkânını bilirler; 1980’lerin sonuna kadar faaliyet gösteren bu dükkâna Mustafa Düzgünman’la tanı mak için bir kere u ramı , ne yazık ki kendisini bulamamı tım. Merhûm Mustafa Düzgünman, bilindi i gibi, dayısı Hezarfen Necmeddin Okyay’dan120 ö rendi i ebrû sanatının bir virtüözüydü. Yıllarca bu sanatı hem icrâ etti, hem de k biliyetli buldu u gençlere ö reterek yaygınla masını sa ladı. Bugün "ebrûzen" diye tanınan sanatçıların hemen hepsi onun ö rencileridir. Düzgünman’ın bir husûsiyeti de E ref Efendi’den devraldı ı Azîz Mahmûd Hüdaî türbedarlı ını ömrünün sonuna kadar büyük bir evkle yürütmesiydi121. Üsküdar’daki attar dükkânının son yıllarındaki müdâvimleri arasında Prof.Dr. Ali Alpaslan, Neyzen Niyâzi Sayın, U ur Derman, Nezih Uzel ve tabiî Ahmed Yüksel Özemre gibi önemli isimlerin bulundu unu söylersem, okuyucularım bu dükkânın nasıl bir irfân merkezi oldu unu daha iyi anlayacaklardır. Eski müdâvimler ise çok daha ilginç isimlerdir: Galata Mevlevîhânesi’nin son eyhi Ahmed Celâleddin (Baykara) Dede, Rufaî eyhleri Sarı Hüsnü ve Hayrullah Tâceddin (Yalım) Efendi’ler, Sandıkçı Dergâhı’nın son eyhi Haydar Efendi, Celvetî Bekta î eyhi Yusuf Fâhir (Ataer) Baba, Hamzavî-Melâmî me reb E ref (Ede) Efendi, Özbekler Tekke- 119 Be ir Ayvazo lu’nun Zaman gazetesinin 05.07.1996 târihli nüshasındaki "Not Defteri" kö esinden. 120 Necmettin Okyay, Mustafa Düzgünman’ın de il annesi ükriye Düzgünman’ın dayısıdır. (N. .) 121 Mustafa Düzgünman E ref Efendi’nin 1954’deki vefâtından sonra Azîz Mahmûd Hüdaî türbedarlı ını 20 yıldan fazla bir süre icrâ etmi tir. (N. .) 108 si’nin son eyhi Necmeddin (Özbekkangay) Efendi, skele Camii Ba imâmı Nâfiz (Uncu) Efendi, Hezarfen Necmeddin (Okyay) Efendi... Aktar Hocalar’ın dükkânı gibi mahfiller, eski kültürümüzün sı ındı ı, soluk alıp verdi i ve bugüne aktarıldı ı "irfân" merkezleriydi. Tek parti devrinde, hattâ bu devirden sonra da uzunca bir süre söylenmesi tehlikeli olan fikirler, birbirlerine güvenen insanların biraraya geldikleri böyle merkezlerde seslendirilmi tir. Küllük, Dârüttâlim ve Marmara Kıraathânesi gibi kahvelerde, bâzı sahhaf dükkânlarında ve bâzı evlerde (meselâ bnülemin, smail Hâmi Dani mend ve yakınlarının "Ekrem Amca" dedikleri Ekrem Hakkı Ayverdi'nin evlerinde yapılan sohbet toplantılarında, unutulmaması istenen gerçekler, bilgiler ve hünerler genç nesillere aktarılmı , gelecekle ilgili projeler bu sohbetlerde ekillendirilmi tir. Yâni Türkiye’de, muhâlefet ve ele tiri dozu yüksek oldu u için kitaplara, yazılı ve sözlü basına yansımamı , çok gizli olmamakla beraber, uzun bir süre belli çevrelerin pek dı ına ta mamı alternatif bir fikir, kültür ve sanat hayatı sürekli var olmu tur. Sonraları hızla ço alan vakıfların temelinde bu ev toplantıları bulundu u söylenebilir. Bana sorarsanız, bu mahfillerin târihi yazılmadıkça Türk kültür, fikir ve sanat târihini yazmak da mümkün de ildir. Ahmed Yüksel Özemre’nin kitabını, ben bu bakımdan da çok önemli bir ba langıç olarak görüyorum. Sâdece muhtevâsı de il, baskısı ve iç düzeniyle de sevimli ve foto raflarla zenginle tirilmi bir kitap. Okumaya ba ladınız mı elinizden bırakamıyorsunuz(*). (*) Kitap u adresten temin edilebilir: Kubbealtı ktisâdî 34400 Çemberlita / stanbul, Tel: (0212) 516 23 56. letmesi, Peykhâne Sok. No. 3, Altı Çizili Satırlar - > ,, - : Attar dükkânları beni ötedenberi büyülemi tir; utanmasam önlerinde durup geli igüzel dizildikleri izlenimini veren boy boy kavanozları, boya kutularını, ço unun adlarını bile bilmedi im ufak tefek e yâ kalabalı ını, ıhlamur çuvallarını, adaçayı demetlerini, karanfil paketlerini vb. saatlerce seyredebilirim; baharat kokuları alır beni ba ka bir zamana ve iklime (buna "konsantre ark" da diyebilirim) alır götürür. Attar dükkânında yeti mi bir yazarın sâhib olaca ı malzemenin zenginli ini dü ünerek kısa bir süre de olsa çıraklık edip satılan ‘ ey’lerin isimlerini ö renmedi ime hep hayıflanmı ımdır. Ahmed Yüksel Özemre hocanın kitabı bu bakımdan beni ayrıca cezbetti ve okuyucularım için u satırların altını çizdim: Camekânlı tezgâhın içinde ise neler yoktu ki: kutulara sırayla dizilmi çe itli uzunluk ve kalınlıkta yâsemin a ızlıklar ve zıvanaları, im ir ka ıklar, çengelli i neler, toplu i neler, diki i neleri, çuvaldızlar, çe itli kalınlıkta yassı ve yuvarlak çama ır lâstikleri, sapan lâstikleri, topaçlar, rengârenk teneke kumbaralar, açılır-kapanır tahta metreler, duvarcı âkûlleri, erkek ve kız bebekler 109 için sübekler122, yün örmek için i ler, jiletler, tra makineleri, sabun ve fırçaları, dı fırçaları, misvâkler, Radyolin marka di mâcunları, küçük yuvarlak "Krem Pertev" kutuları, nazar boncukları, üzerinde "Mâ âall h" yazılı nazarlıklar, katlanabilir makaslar, çakılar, ba çakıları, fırdöndüler, ayakkabı çekecekleri, tencere kazımak için teller, gaz lâmbası fitilleri vesâire... Camekânın altındaki bölmede ise gaz lâmbası gömlekleri, ardıç katranı ibri i ile zift ve balmumu blokları bulunurdu. Camekânın üstünde, ona paralel olarak tavana asılı bir sopadan da çe it çe it ingiliz sicimi yumakları, tahta ka ıklar ve büyük cam nazarlıklar sarkardı. Tezgâh ile kapı arasında kalan duvarlar da lebâleb doluydu. Solda çe itli uzunluk ve kalınlıkta çama ır ipleri ve halatlar, mandal demetleri, elekler, köpekler ve koyunlar için zincirden yapılmı ya da sarrâciye i i tasmalar, çocuklar için çıngıraklı tekerlekler...vesâire asılı olurdu. Sa da ise altalta, camekânlı, dar, iki dolap vardı. Alttakinde hintya ı, sabunlar, tesbihler, ha arat ilâçları, elbise fırçaları bulunurdu. Üstteki ise nâne rûhu, kekik ya ı, karanfil ya ı, acı elma ya ı, gül ya ı .. vesâire gibi tabiî ıtrıyyâta ve bir de gıdâlarda kullanılan sun'î parfümlere hasredilmi ti. Dolapların hemen yanında, mü teri kısmında, uçurtma yapmak için envâi çe it çıta, balık tutmakta kullanılan kamı lar ve incir toplamak üzere hazırlanmı kamı lâleler yer alırdı.(s. 20-21) *** 122 Sübek: Bebeklerin çi lerini, altları ıslanmadan, be iklerinin altındaki lâzımlı a aktaran, tahtadan boru. 110 #! 9 ,G 3 5 K D%J 9 #K 4 Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre’nin Üsküdar’da Bir Attâr Dükkânı adlı nefis kitabından daha önce söz etmi tim. Bu kitabı okuyup sevenlere hocanın yeni bir kitabını daha duyurmak isterim. Bu seferki bir hikâye kitabı: Gel De Çık in çinden. Seyran Yayınları arasında çıkan ve on iki fantastik hikâyeden olu an bu küçük kitap da daha önceki gibi bir solukta okunuyor. Hele bir "Karga" hikâyesi var ki, bayıldım. Ama benim de inmek istedi im asıl konu ba ka. Son kitaplarını okuduktan sonra Ahmed Yüksel Özemre hocanın portresini yazmak istedim ve evinde kendisiyle uzun uzun konu tum. Yazdı ım portre in âall h Aksiyon’un gelecek haftaki sayısında çıkacak. Tabiî bana ayrılan sayfaların sınırlı olması dolayısıyla konu tu umuz her eyi yazamadım. Meselâ hocanın mûsıkî ile ili kisini. Klâsik Türk mûsıkîsinin en saf ekliyle ya andı ı bir evde ve çevrede yetien hoca, seçkin bir mûsıkî zevkine ve kula ına sâhip. Babası Hâfız Mehmet Nûrull h Bey’in, Saadeddin Kaynak’ın dostlarından ve Üsküdar A zı denilen Kur’ân tilâvet tarzının son temsilcilerinden biri oldu u dü ünülürse, hocanın nasıl bir mûsıkî ortamında yeti ti ini anlamak daha kolayla ır. Böyle bir ortamdan Fransız kültürünün teneffüs edildi i Galatasaray Lisesi’ne giden hoca, burada Batı müzi indeki yüksek de erlerin de farkına vardı ını söyledi. Tchaikovsky, Brahms, Rahmaninof, Schubert, Liszt ... sürekli dinledi i belliba lı kompozitörler. Ve napoliten arkılara çocuklu undanberi tutkun... Fakat istedi i zaman, klâsik mûsıkîmizin seçkin eserlerini dizlerine vura vura usûl tutarak klâsik icrâ edebilen ilginç bir teorik fizikçi ve atom mühendisi... nanır mısınız, Türkiye’de en Batıcılar arasında bile, Batı müzi ini "sa cı" ve "Müslüman" Ahmed Yüksel Özemre kadar severek ve anlayarak dinleyen çok azdır. Yakla ık yüz elli yıldır konser salonları genellikle sosyal statüleri öyle gerektirdi i için, kendilerini bu müzi i dinlemek zorunda hissedenler tarafından doldurulmaktadır (mı?). Zâten bu kesim her zaman bu konserlere dâvetlidir. Hiçbiri, gi elerden para vererek bilet alıp konsere gitmez. Galalarda oturacak yer bulamazsınız, fakat ola an konser günlerinde, salonlarda herhangi bir ola anüstülük ya anmaz. Batı müzi i Türkiye’de devlet ve seçkinler tarafından dayatılmayıp Ahmed Yüksel Özemre hocanın ahsî hayatındaki gibi bir süreç olarak ba lasaydı, büyük ihtimâlle Türk müzi inin imkânlarından da yararlanarak topluma nüfûz edebilece i bir kanal bulabilecek, dolayısıyla konser salonları Batı müzi ini dinlemeleri gerekti ine inananlar tarafından de il, gerçekten severek dinleyenler tarafından doldurulacaktı. 123 Zaman gazetesinin 11.10.1996 târihli nüshasında yayınlanmı tır. 111 Dayatmaya kar ı gösterilen tepki ve direni , Türkiye’de klâsik Batı müzi ini, toplumla göbek ba larını koparan çok küçük bir azınlı a mahkûm etmi tir. Gerçekte Türkiye’de Batı müzi i falan yok, ideolojisi vardır. *** 112 ; = /> U > 63I .33 B , >3 6I D%' ,G 3 9 #K 4 Ahmet Yüksel Özemre Hoca’yı do rusu pek tanımazdım; o benim için sâdece bir atom mühendisi, bir teorik fizik hocası, Çernobil fâciası sırasında Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Ba kanı oldu u için gerekli tedbirleri almadı ı iddiasıyla haksız saldırılara u ramı bir bürokrattı. Bir de konu tu u nefis stanbul Türkçesi ile dikkatimi çekerdi. Birkaç defa aynı mekânlarda bulu mu , hattâ aynı basın kurulu unun de i ik birimlerinde çalı mı tık, fakat tanı ıklı ımız belli bir noktanın ötesine hiç geçmemi ti. Üsküdar’da Bir Attâr Dükkânı’nı okuyuncaya kadar. Me erse ben bilmez imi im, o bir âlem’mi . Bu âlem kelimesini bütün muhtemel tedâîlerini göz önünde bulundurarak kullanıyorum. Ahmet Yüksel Hoca, hem ke fedilmesi gereken bir âlem; hem de bizim asıl âlemimizin son temsilcilerinden, daha açık bir ifâdeyle, do ma büyüme Üsküdar’lı stanbul beyfendilerinden biridir. Baba tarafı Safranbolu’dan stanbul’a gelerek saraya intisab etmi ve hemen hepsi Enderun’da yeti mi bir aileye mensub. Anne tarafı ise dört yüz yıl önce Konya’dan kalkıp K nûnî Sultan Süleyman’ın ordusuyla Belgrad seferine giden ve Saraybosna’da yerle erek orada Gradahçeviç adıyla tanınan bir aile. Balkan sava ı sırasında stanbul’a gelen bu ailenin kızları Pâkize Hanım, 1922 yılında Üsküdar’a, Do ancılar’a Münib Pa a Kona ı’na gelin gidecektir. Münib Pa a, Hoca’nın babaannesinin babasıdır. Mehmet Nûrullah Bey’le Pâkize Hanım’ın evlili i, iki âlemin, Anadolu ve Rumeli’nin bir aile ölçe inde yeniden birle mesi anlamına gelmektedir. Bu evlili in iki meyvesinden biri olan Ahmet Yüksel’in (3 Nisan 1935) bütün çocuklu u, üç katlı on be odalı ah ap kona ın odalarında, sofalarında, incir, ayva, nar, armut, kızılcık, zerdali, kiraz ve dut gibi meyve a açlarıyla, gül, yabangülü, ortanca, filbahri, ak amsefası, hanımeli, menek e, sardunya ve karanfil gibi çiçeklerle bezenmi bahçesinde geçer. Ahmet Yüksel’in çevresini idrâk etmeye ba ladı ı yıllarda Üsküdar hâlâ Yahya Kemal’in iirlerinde en güzel akislerini bulan o eski Üsküdar’dır. Yahyâ Efendi Dergâhı’nda okunan ezanların bile duyulabildi i, âsûde Üsküdar. Âlimlerin, âirlerin, sofîlerin, vezirlerin ve tok gözlü insanların ya adı ı Üsküdar. imdi Münib Pa a Kona ı’nın yerinde yükselen tuhaf apartmanın çatı katında, ikinci e i Gülsen Hanım ve küçük kızı Fâtıma Râbia ile birlikte ya adı ı, tek lüksü Bo az’ı ve bir biblo zerâfetindeki skele Camii’ni görmek olan mütevâzî dairesinde eski Üsküdar’ı anlatırken gözlerinde dâüssıla gölgeleri beliren Hoca, "Üsküdar her eyden evvel bir üslûbdu, diyor. Bir ya ama üslûbu. Ayak takımının bile riâyet etti i üslûbun alâmet-i 124 Aksiyon dergisinin19-25 Ekim 1996 târih ve 98 sayılı nüshasından, s. 54-55, Be ir Ayvazo lu’nun "Yakın Plân" kö esi. 113 fârikası ise sehâvetti. nanır mısınız, Üsküdar esnafı hiç do ru tartmazdı; terâzide tartılan malın konuldu u kefe daima a ır basardı". Üsküdarlılı ın ânından olan sehâvet, ne yazık ki kinci Dünyâ Sava ı sırasında yok olacak, yalnız Aktar Hocalar’ın Hâkimiyet-i Millîye Caddesi’ndeki dükkânında sonuna kadar devâm edecektir. Ahmet Yüksel Özemre’nin hayatında çok önemli yere sâhip bu dükkân, Üsküdar için attâr dükkânı olmanın ötesinde bir anlam ta ır; burası eski zevkin, esteti in, terbiyenin yâni Osmanlı irfânının sı ındı ı, nefes alıp verdi i mekânlardan biridir. Ahmet Yüksel Bey, "Sâim Efendi Amca" dedi i Sâim Düzgünman (onun ölümünden sonra da o ulları Ahmet ve Mustafa Düzgünman’lar) tarafından i letilen attâr dükkânında, Galata Mevlevîhânesi’nin son eyhi Ahmed Celâleddin Dede’den Hamzavî-Melâmî me rep E ref Efendi’ye, Celvetî-Bektâ î eyhi Yusuf Fâhir Baba’dan Hezarfen Necmeddin Okyay’a kadar, çok sayıda sırlı ahsiyeti tanır. Esâsen Münib Pa a Kona ı’nda teneffüs etti i hava da farklı de ildir. Üsküdar A zı denilen Kur’ân tilâvet tarzının en son temsilcilerinden biri olan babası Hâfız Mehmet Nûrullah Bey, can dostu Sâim Düzgünman ile Hazreti Peygamber’in ve sevgili ashâbının güzel hayatları üzerine sohbete daldılar mı, küçük Ahmed Yüksel’in’in keyfine de meyin gitsin! Aslında bu sohbetler çocukların dinlemesi içindir. Hoca, büyüklerinin Mızraklı lmihâl’i korkutarak ezberlemek yerine peygamberimizin ve ashâbının örnek hayatını ve ahlâkını anlatmak sûretiyle slâmî e itimi dolaylı yoldan verdiklerini söylüyor. A ılamaya çalı tıkları de erlere gelince: Sadâkat, cesâret, salâbet, dirâyet, ferâgat, ittik , adâlet, merhamet ve ihsân. lkokulu bitirdikten sonra, a abeyi Mahmûd Mazhar Bey gibi Galatasaray Lisesi’ne verilen Ahmet Yüksel, bu arada ya adı ı çevrenin ve okuyup dinledi i evliyâ menkıbelerinin tesiriyle ciddî bir arayı a girmi , lm-i Ledün’e, dolayısıyla mânevî olgunlu a tasavvuf kitapları okuyarak ula ılamıyaca ını, mutlak bir "mür id"e teslim olmak gerekti ini dü ünmeye ba lamı tır. Beynini bir sürü soru kemirmektedir. Attâr dükkânının en genç müdâviminde bülû ça ının problemleriyle birle erek ciddî bir krize dönü en bu arayı ın, kendi ifâdesiyle havf ve recâ arasında bocalayı ın hemen farkına varan biri vardır: E ref Efendi Amca. Çok az konu an bu sırlı melâmî, nüfûz edici bakı larıyla sürekli kontrol altında tuttu u Ahmet Yüksel’i hiç farkettirmeden yönlendirir. çinde âdetâ kasırgalar kopan genç Galatasaraylı, bu kasırgaları dindirmek için imdi delice spor yapmaktadır. Yaz kı demeyip ko ar, atlar, yüzer... Ve profesyonel bir sporcu olarak ciddî ba arılar kazanır. Yüksek atlama ve tetratlon'da125 rekorlar kırar, rekorlar egale eder, birincilikler kazanır. Galatasaray Lisesi’nde kırdı ı kapalı salon ve açık hava rekorları hâlâ kırılmamı tır. çindeki ate i sporla söndüremeyen Ahmet Yüksel, sonunda herkesi a ırtan ciddî bir karara vararak dinî bayramlar dı ında her gün oruç tutmaya ba lar. Bu arada verdi i önemli kararlardan biri de teorik fizikçi olmaktır. Sekizinci sınıftan îtibâren lise derslerinin çok ötesine geçerek üniversitenin ilk iki yılında okutulan matemati i 125 Tetratlon : kapalı salonda yapılan 1) durarak uzun atlama, 2) gülle atma, 3) yüksek atlama, ve 4) 60 metre hız ko usundan olu an ve elde edilen derecelere göre Fin Cetveli denilen bir cetvele göre puan verilerek toplam puan üzerinden gâlibi hesaplanan bir yarı . 114 âdetâ yutar. Bu bir bakıma "mistik" arayı ın soyut matematik dünyâsındaki devâmıdır. Galatasaray Lisesi’nden mezun oldu u yılın (1954) yazında bir yandan orucuna devam ederken di er yandan hummâlı bir ekilde matematik ve fizik çalı an Ahmet Yüksel’in içindeki fırtınalar, amcası eczâcı evket Bey’in delâletiyle ba landı ı U âkî eyhi tarafından dindirilecek ve üç yıldır tuttu u sürekli oruç da onun nutkuyla Dâvud Orucu’na, yâni iki günde bire çevrilecektir. lk evlili ini yaptıktan sonra da sâdece Ramazan orucu... Ve stanbul Üniversitesi Fen Fakültesi, ardından Fransa Nükleer Bilimler ve Teknoloji Millî Enstitüsü’nde Atom Mühendisli i sâhasında master (1958)... O imdi hem bir sûfî, hem fizik ve metafizi i bir elmanın iki yarısı gibi gören bir teorik fizikçi ve Türkiye’nin ilk atom mühendisidir. Gözünü çok erken ya larda Nobel Fizik Ödülü’ne diker, fakat Türkiye’deki çalı ma artlarında bu mümkün de ildir. Büyük bir alçakgönüllülükle: "Hayâl etti im gibi bir bilim adamı olamadım, diyor Hoca, fakat çok iyi bir mürebbi’ oldu uma inanıyorum. Ö rencilerimden elli ikisi bugün profesör".126 1958’de stanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Teorik Fizik Kürsüsü’nde asistan olarak ba ladı ı akademik hayatını, ardında teorik fizik ve atom mühendisli i dallarında on iki cilde ula an telif ders kitabı, sekiz tercüme, yüzlerce ilmî mak le, rapor ve tebli bırakarak 1984 yılında noktalayan Prof.Dr. Ahmet Yüksel Özemre, ertesi yıl, Ba bakan Turgut Özal’ın ısrarıyla ba ına geçti i Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nda hayatının en sıkıntılı dönemini ya ar. Çernobil fâciası onun ba kanlı ı sırasında patlak vermi tir. Gerekli tedbirleri zamanında almadı ı ve halka radyasyonlu çayları içirtti i iddiasıyla basının boy hedefi hâline gelerek yaylım ate ine tutulur. Hakkında yüzlerce dâvâ, hattâ bir de Meclis soru turması açılır. Geçirdi i dokuz cerrâhî müdâhale127, bir difüz peritonit, bir kangren ba langıcı, iki kanser128, iki genel septisemi, iki hepatit129, bir agranülositoz, iki kırık130 vb. yüzünden fizikî sportmenli i artık kalmamı sa da, rûhî sportmenli ini hiç yitirmeyen hoca dayanıklıdır, üzülür, bunalır, yıpranır ama pes etmez. Üstelik Galatasaraylı’dır, yâni mücâdele etmeyi ve kendini ezdirmemeyi bilir. Nitekim aleyhine açılan bütün dâvâlar beraatle sonuçlanacaktır. Mekteb-i Sultânî dedi i Galatasaray Lisesi’nin zannedilenin aksine, son derece sa lam duru lu vatansever insanlar yeti tirdi ini söyleyen Hoca’ya göre, âdetâ cımbızla ayıklanarak seçilen yerli ve yabancı hocalar, Galatasaray’da reaksiyoner bir kimlik kazandırdıkları ö rencilerine öncelikle kendi kendilerini ve dı dünyâyı kritik 126 Bunun Ekim 1996 târihinde böyle oldu unu ama Aralık 2003 târihinde bu sayı 65’e eri mi bulunmakta oldu unu Prof. Özemre’den ö reniyoruz. (N. .) 127 ubat 2003 i'tibâriyle 29’a eri mi tir. (N. .) 128 ubat 2003 i'tibâriyle 4’e eri mi tir. (N. .) 129 ubat 2003 i'tibâriyle 3’e eri mi ve bir de bunlara siroz eklenmi tir. (N. .) 130 Bu listeye ubat 2003 i'tibâriyle bir enfarktüs, hiperglisemi ( eker) ve polinevrit de eklenmi bulunmaktadır. (N. .) 115 etmeyi ö retmi lerdir: "Fartamız furtamız yoktur, kendimizi ezdirmeyiz. Tevâzu göstermeyi pek sevmeyiz, ama tefâhür de etmeyiz. Biz Galatasaraylılar birer tevâzu âbidesiyizdir!"131 Fehmi Koyuncu, Nûrettin Ergin, Esat Mahmut Karakurt, Muvaffak Benderli, Zeki Ömer Defne, Ahmet Kutsi Tecer gibi tanınmı hocalardan Türkçe ve Türk Edebiyatı, seçkin Fransızlar’dan da Fransız Edebiyatı okuyan Ahmet Yüksel Bey, o yıllarda içinde ikinci ki ilik olarak bir "edib"in te ekkül etti ini emekli olduktan sonra farkedecek ve kar ımıza apansız Üsküdar’da Bir Attâr Dükkânı ve Gel de Çık in çinden adlarını verdi i lezzetli kitaplarla çıkacaktır. Biri hâtırat, di eri ise on iki fantastik hikâyeden olu an ve otobiyografik özellikler ta ıyan bir hikâye kitabı. Hiç üphesiz, bu kitaplar olmasaydı ben Hoca’yı ziyârete gitmeyecek ve bu yazıyı yazamıyacaktım. Do ancılar Caddesi’ndeki evinde bulu tu umuzda kendisine Üsküdar’da Bir Attâr Dükkânı’nda sözünü etti i Gizlice Evliyâ’yı hatırlattıktan sonra dedim ki: "Hocam, me er siz de Üsküdar’da bir Gizlice Edib imi siniz!". Neelendi, gevrek bir kahkaha patlattı ve ba ladı anlatmaya. Mûsıkî, mizah, ironi ve zaman zaman taklitlerle bezeli uzun bir sohbet... Ke ke bu sohbeti bütün güzelli i, derinli i ve tabiîli iyle aktarabilseydim. Nerede bende o k biliyet? *** 131 "Biz Galatasaraylılar birer tevâzu âbidesiyizdir!" lâfzı Prof. Özemre'nin "tevâzu" ile "âbide" arasındaki zıddiyeti vurgulayarak diline pelesenk etmi oldu u, kahkahayla ifâde etti i ve kendisi gibi Galatasaray Lisesi mezûnlarını hedef alan müstehzî bir otokritiktir. Prof. Özemre Galatasaray Lisesi'nden (eski adıyla Mekteb-i Sultânî'den): 1) Galatasaray'lıların, ve 2) Mekteb-i Sultânî'lilerin mezûn olduklarını ifâde etmekte ve kendisini Galatasaray'lı olarak de il Mekteb-i Sultânî'li olarak görmektedir. (N. .) 116 . 5 " C DJ% 3 + ,+ Prof.Dr. Ahmet Yüksel Özemre tanımaktan onur duydu um bir âlim. Atom gibi müsbet ilimlerin en tepesindeki bir mevzuun hocası ve uygulayıcısı olmakla beraber; bilimi, felsefesini, onun yanısıra ilmi, irfânı dünyâ hayatımızda yerli yerine koyabilen bir "bilge". Son günlerde ne retmi oldu u iki-üç eserini bir solukta okuyunca onun mütevâzı, hattâ pek de sâde (belki de âsûde) yanının ötesinde ba ka boyutlarını da gördüm. (Bizim gibi ya ayıp da göremeyen için belki sürpriz olan sizin için de ildir). irin bir anekdotlar kitabı "Gel de çık...". Hani insanın hayatında fizikle, matematikle anlatamıyaca ı, aklın-mantı ın kesmedi i anlar vardır ya; onları anlatmı . Bir berdu hayatınızı kurtarır, bir papaz Itrî’nin segâh mak mındaki tekbirini tu lara söyletir... te o "hayret" anları ... Özemre hoca, o Türkçemizi co turan ırmak gibi uslûbuyla ne güzel de resmetmi hayatı, hayattan kesitleri. Anekdotların sonunda, hani âdetten oldu u üzere muharrir mak lenin yazım yerini koyar ya onun gibi Özemre de hep "Üsküdar" diye bitiriyor satırlarını. Belki dikkat çekmiyor, ama orada bir "gönderme" var. Üsküdar’a ... âret ediyor, "Üsküdar’da Bir Attâr Dükkânı"na ... kinci kitabında öylesine veciz anlatmı kaybetti imiz mevzileri. Okudukça ke ke ben de kısa pantalonlu bir "Kızılelma Dervi i" olarak u rasam da Düzgünman’lara, akîde ekeri alıversem diyorsunuz, yürekten. Yüre i, kalbi tanıyor, Özemre. " slâm’da Aklın Önemi ve Sınırı" ise tam bir denge reçetesi. Okuyun! Geçenlerde "Wall Street Journal"yazıyordu. Amerika ve Avrupa’da "Scientology" mesle i âdetâ bir din gibi kol geziyormu . A zım, kalemim ve aklım elvermedi i için "mezhep" diye yazamadım. Kimi Batılı, din bile diyor. Post-modern bir Protestanlık diye sunuyor âdetâ. Klâsik Kilise bile nasıl bu akımla mücâdele edilir, bilemiyor. En lâik Batılı ülkelerde bile afarozla kar ıla an, devletin müdâhalesi ile yasaklama yoluna gidilen bu akımın aktörlerden bile taraftarları var. Servet döküyorlarmı . Ba arının sırrını ö renebilmek için... Dü ünüyorum da slâm’da Aklın Önemi ve Sınırı yabancı dillere çevrilebilse Batılının zihnini alt üst eden, rûhunu kasıp kavuran ikilemler slâm’ın aydınlı ında nasıl da bertaraf edilebilir. 132 Prof.Dr. Mim Kemal Öke’nin Türkiye gazetesinin 05.12.1996 târihli nüshasındaki "Târihin Süzgecinden" ba lıklı kö esinden. 117 Batı’da "Bilgi Ça ı" ile Bilim Devrimi sonrasında Newton’cuların bile hayâl edemeyecekleri bir bilgi putla tırılması hâkim. Ancak, onun yanı sıra insan kendini de, Dr. Faust’a sattı ı, bilgi için kaybetti i rûhunu da arıyor. Her ikisini te’lif için ne hokkabazlıklara giri iyor. Scientology vs. diye. Önümde Michel Henry’nin Barbarlık adlı kitabı var. Samimî bir yakarı . Yazar ne diyor: Barbarlık ça ını ya ıyoruz. nsanlık târihinde ilk kez bilgi ve kültür birbirinden ayrıldı. Canavarla an bilim bütün hissî özellikleri ve ya amı dünyâdan kovdu. Ya amın kendini geli tirmesinden ba ka bir ey olmayan kültür, modernli in be i i olan Avrupa’dan dı landı. deolojiler insanın yok olu una övgüler ya dırıyor. Ya ama ızdırâbını dindirmenin tek çâresi medyatik evrene sı ınmak. Özemre, Batı’da atomu anlatmı . Bir de atomun sâhibini anlatsaydı. O zaman i in içinden çıkarlardı, ama!... *** 118 " H A; - DJJ 4 4 Kadîm dostumuz Üsküdar Belediye Ba kanı Yılmaz Bayat, Anadolu’dan stanbul’a göç ederek bu kente yerle en insanların ehre ve çevreye sâhip çıkmalarından dert yanmı : Ba kan Bayat: " stanbul’a göç edenler kendilerini kirâcı gibi görüyorlar; çöp atana, ye ili yok edene kar ı çıkmıyorlar, kaçak in aat yapanlara ses etmiyorlar; ben Üsküdar’da ya ayanlardan kente sâhip çıkmalarını istiyorum" demi . Ha kirâcı, ha misâfir; bu geçicilik nereden kaynaklanıyor? Gerçi bizim dünyâ görü ümüzde ömür denilen ey bir a acın altında bir süre gölgelenmekten ibârettir. Yine de ecdâdımız bu süre içinde ya adıkları hayatı ve çevreyi ma’mûr ve güzel kılmaya gayret etmi lerdir. Eski stanbul bu gayretin binlerce ni ânesi ile doludur. Ve belki de bu fânîlik duygusu içinde evlerini ah ap, kamuya ve ibâdete ait binâlarını da ta tan kuruyorlardı. Ancak onların me ru, güvenli, mütevâzî ama vakur, tabîatla barı ık bir yerleim içinde olduklarını biliyoruz. Günümüz stanbul’unda ise yerle imin yüzde altmı be inin kaçak, plânsız, çarpık ve yoz oldu u herkesin mâlûmudur. Ki inin bir yere yerle mesi, orayı vatan tutması evvelemirde bir me rûiyet ve güven duygusuna yaslanmalı. Oysa günümüz stanbul’unda kent sâkinleri öncelikle gayri me rû ve güvensiz bir ortamda tutunmaya çalı ıyorlar. Bir bakıma kirâcının ve misâfirin tedirginli ini ya ıyorlar. Bu tedirginlik kültürel açıdan, toplumsal hayat bakımından da benzer hücumlar ile peki iyor. Anadolu’nun çe itli yörelerinden stanbul’a gelenler, geldikleri yörelerdeki hayatın asırlar içinde olu mu , peki mi sosyo-ekonomik ve kültürel artlarının verdi i huzur ve güveni bulamıyor. O bir yana, ekonomik sebepler yüzünden öncelikle bir ya am sava ına giriyor. Kom uluk, ahlâk, e itim, çocukların istikbâli ve benzeri yüzlerce tehdit bu güvenlikten yoksun ailenin çevresine do ru-düzgün bakmasını engelliyor. Bu sebeple göçmenler öncelikle kendi yöre insanlarının gelip yerle tikleri bölge ve mahalleleri tercih ediyor; köylüsünün, akrabâsının yanına sı ınıyor. Tehlikeye kar ı durma ve kendini güvenli bir alanda hissetmeleri için yapabilecekleri tek tercih bu. 133 Yeni afak gazetesinin 20.08.1996 târihli nüshasından. 119 Bu geçi süreci, Türkiye’nin ehirle me olgusunun yansımasıdır. Ne yazık ki bu ülkeyi yönetenler bu geçi sürecini fevkalâde sakıncalı kılmı lardır. Yılmaz Bayat’ın gönlünde Üsküdar’ı bir "i merkezi" hâline getirme yatıyormu . Esnafın pek iyi durumda olmadı ını söylüyor. i li Belediye Ba kanı da aynı terâneyi çalıyor. Hadi onu affedelim, ama Üsküdar’a yazık de il mi? Yılmaz Bayat’a Prof. Ahmet Yüksel Özemre’nin yakınlarda yayımlanan Üsküdar’da Bir Attar Dükkânı adlı kitabını harâretle tavsiye ediyorum. Bu ola anüstü güzellikte olan küçümen eser, ba kana nasıl bir semti yönettiini ihtâr edecektir. stikbâle mâtuf dü ünceleri için Ahmet Yüksel Bey gibi semtin seçkin simâları ile isti âre etmesi de ayrı bir gereklilik. *** 120 ,+ , B+ I ; = /> U > 3 - /= = @ I,; ,3 E6, 3 I = ,*= ,G =8 +G,; = 3M/ ,,IM?/+/G / UDJ' U O= #K 4 2 yıl kadar mı oldu, tam bilemiyorum, Dursun Ali Erzincanlı’nın davî sesinden Moral FM’de bir kitap dinliyordum. Dinledikçe beni merhûm Necip Fâzıl’ın ifâdesiyle "kehke anlara kaçmı eski günlere"götürmü tü. Dinledi im eser de erli hocam muhterem Prof.Dr. Ahmet Yüksel Özemre Beyefendinin müstesnâ kaleminden anlatılan Üsküdar’dı. Ama Üsküdar’ın ta ı topra ı de il, rûhu... Bugünlerde Moral FM’den dinledi im o güzel yazıların Üsküdar’da Bir Attar Dükkânı ismiyle Kubbealtı Ne riyat’ta çıktı ını memnûniyetle gördüm. Kitabı hakîkaten büyük bir i tiyâkla okudum. Uslûb nefis, baskı nefis135... Bu güzel eser hakkında birkaç satırlık bir eyler yazayım derken de erli uslûbkâr, mütefekkir, erbâb-ı kalem A. Turan Alkan’ın 12 A ustos 1996 târihli Zaman gazetesindeki yazısıyla kar ıla tım. Benim de hissiyâtımı mükemmel ifâde eden bu de erli yazıyla sizleri ba ba a bırakırken Üsküdar’da Bir Attar Dükkânı’nı alıp okumanız nâçiz tavsiyem olarak kabûl edilmelidir. ...... ...... ...... ço unluk nazarında "para kazanmasını bilmeyen tuhaf bir mâk le" olarak görülse bile, hâlâ kepenklerinin ardında modern zamanların çi li ine bula mamı güzel de erleri imbikten geçiren zarîf esnaflarımızın nesli münkarîz de ildir çok ükür; üstelik hâlâ –mûcize k bilinden- çırak, kalfa bile yeti tirebilmektedirler. Duvarlarında "Veresiye veren-pe in satan" levhasından ziyâde kâmil bir hayat tecrübesinin parıltılarını aksettiren "Bârek All h", "Geçme nâmert köprüsünden...", "Benim iki cihân üzre murâdım ol Hudâ’dandır", "Kanaat altından hazînedir" ve nâdiren "Dı arıya takım emânet verilmez"levhaları asılıdır ve hepsinden mühimi zenaatkârlık ve ticârethâne sırf rızk endî esiyle rızâ gösterdiklerini hatırlatan vakur, hattâ övalyelere yara ır bir göz toklu u 134 Nesil dergisinin 1-7 Eylûl 1996 târihli 140. sayısından. Üsküdar’da Bir Attâr Dükkânı’nın 1. ve 2. baskıları cidden nefîs basılmı sa da yayımcının 3. baskıda hem kitabın boyutlarında, hem iç düzeninde ve hem de kapa ında yapmı oldu u de i iklikler kitabın baskı ve görünümündeki nefâseti ola anüstü zedelemi görünmektedir. (N. .) 135 121 sinmi tir hâletlerine; iki gözü iki ticâret bonosu cinsinden bir kâr açlı ı bakı larını asl kirletememi tir. Dünyâ ile âhiret endî esinin birbirini dengeleyip duruldu u sularda gezinirler. Sûretâ asabî gibi görünen çehrelerinde modern îcablarla bir türli imtizâç edememi olmanın gerginli i asılı duru. ükürler olsun ki, hâlâ neslen münkarız hâle gelmi de iller; her çar ı derûnunda hâlâ ehrin mânevî iklimine omuz veren, "çar ı insanı" karakterini dünden bugüne devam ettiren ve sükûtuyla dahî çevresine irfân telkin eden esnaflarımız hâlâ mevcûddur. Onların "bilinmeye, tanınmaya ve îtibâr bulmaya" ihtiyâcı yoktur, ama bizim onları uzaktan da olsa tanımaya ve mümkünse dükkânlarında "bir çay içimi" müddetince oturup o iklimden haberdâr olmaya ihtiyâcımız var. ....... Biz, esâsen kendi uzviyetimizde son derece asil ve vakur bir hâletle can çekien hayat türlerini ke fetmek ve onu yeniden diri kılmakla mükellefiz; ya adıımız ehrin çar ı derûnuna bu nazarla göz gezdiriniz; orada mutlak Üsküdar’da Bir Attâr Dükkânı bulabilece inizden eminim. ...... *** 122 DJQ PQU5 ,3 " Çok okumadı ımız hep biliriz, ama sanırım daha fazla yazmaya ba ladık! Bunun faydası, yazılanlar sınırlı sayıda kimse tarafından da okunsa, dü ünenlerin görü ve çalı malarının yarına aktarılacak olu udur. Ayrıca okuma sevdâlılarının gönlüne de bir ferahlık sa lamaktadır. 1996 yılında ne rolunan eserlerin tamamını gözden geçirebildi imi, hattâ çok yakın dostlarımın eserlerini bile tam anlamıyla tâkib edebildi imi söyleyemem. Ama geçen yıl büyük bir zevkle okudu um, çok sevdi im üç eseri de erli okuyucularımla payla maktan kendimi alamıyorum. Eserlerden birincisi Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre’ye ait Gel De Çık in çinden adını ta ıyor. Hâtıralarla bütünle en, tasavvufî bir incelik içindeki kitabı okurken yazarın uslûb güzelli ine ve gönül dünyâsına kendimi kaptırıvermi im! Atom âlimi A.Y. Özemre’yi iç dünyâ zenginli ine ve kâmil insanlı a götüren, ço u kâzib öhretin hor baktı ı Türk- slâm ahlâkından kaynaklanmaktadır. Hoca, sâdece ilimde de il yazı hayatında da, hattâ bizim dedi imiz dost çevre tarafından bile de eri tam anlamıyla takdîr edilmemi bir güzel insandır. Bu kitapta, ilmî çalı maları yanında dü ünen, dü ündüklerini gönülle yo uran bir rûh hâlini buldum. Kitabı bir solukta bitirdikten sonra, hâtıra-hikâyeler arasında bir tercih yapmayı dü ündüm. Zordu!.. Ama A’mak-ı Vehm-ü Hayâl ile Karagöz’ü di erlerinden biraz daha ayırdı ımı söyleyebilirim. Eser Seyran Yayınları arasında ne rolundu137. ..... *** 136 Dr. Metin Eri ’in Zaman gazetesinin 17 Ocak 1997 târihli nüshasındaki "Kalemucu" kö esinden. Gel De Çık in çinden’in 1. ve 2. baskıları Seyran Yayınları tarafından, bu yayınevi faaliyeti tâtil ettikten sonraki 3. baskısı da Kubbealtı Ne riyâtı tarafından yapılmı tır. (N. .) 137 123 U H DJS H 5I ,73 + #4 Onu bugüne kadar daha çok ilim hizmetlisi olarak tanıdık. Fakat ilim adamlıının gönül adamlı ına denk dü tü ünü son yıllarda yazdı ı kitaplar gün ı ı ına çıkarmı bulunuyor. Gâliba görebilene müsbet ilimler, kabu un özünü göstermek için bir vesiyledir. Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemreden söz ediyorum. "Üsküdar’da Bir Attâr Dükkânı"(Kubbealtı Ne riyâtı – 516 23 56) onun muhte em hâfızasından süzülmü stanbul medeniyetinin son perdesi. Hâtıra belge karı ımı bu kitap, yazarın usta anlatımıyla bir dönemin parıltısı. Bundan önce elime ula an hikâye türündeki eseri Gel De Çık in çinden adını ta ıyordu. Yazarın ince dikkat ve gözlemleriyle örülü ya anmı eylerdi. Özemre’nin köklü bir stanbullu olması, daha da önemlisi konaklı bir aileye mensûbiyeti, kaybetti imiz pekçok de erlerin hârikulâdeliklerin yazılarına renk ve konu te kil etmesini sa lıyor. te bunlardan biri de Üsküdar'da Bir Attar Dükkânı... Burası yazarın ifâdesiyle: "Yalnızca Üsküdar’ın de il bütün Türkiye’nin kültür hayatında 75 yıl müessir olmu bir irfân oca ı...". Çilesinin ve eme inin birbirine karı tı ı nice tasavvuf ehlinin, sanat erbâbının birbiriyle hemhâl oldu u bir attâr dükkânı. Özemre dükkânda satılanları Evliyâ Çelebî dikkatiyle sıralıyor. Türlü çe it nebâtat, kimyevî madde ve nesnenin satıldı ı bu dükkânın sâhipleri babadan o ula intik l eden gelenek, inanç ve görgülerini ya atmanın yanında, Türk slâm sanatlarının birçok dalında usta olmalarıyla da bir devre güzellikler katmı lar. Saim Hoca’dan o ulları Ahmet ve Mustafa Düzgünman’a, Hezarfen Necmeddin Okyay’dan neyzen Niyâzi Sayın’a, M. U ur Derman’a, Prof.Dr. Ali Alpaslan’a ve daha birçok ilim ve sanat ehline uzanan bir k file. Ahmed Yüksel Özemre de üç ya ından îtibâren dükkânın kapanı ına kadar bu çevrede bulunmu , o hârikulâdeliklerle bezeli döneme tanıklık etmi . Eski foto raflar, Mustafa Düzgünman’ın iirleri, daha pekçok kıymetli hâtıra. O Mustafa Düzgünman ki ebrûculu unun yanında tasavvuf âirli i, mevlidhanlı ı ve hepsinden öte Azîz Mahmûd Hidaî Hazretlerinin 26 buçuk yıl türbedarlı ı ile bir ba ka hâlde insan... Ahmed Yüksel Özemre’nin malzemesi o sebeple bir de il, birçok kitaba konu olacak zenginlikte. Da arcı ı ebrûlarla, hatlarla, görkemli tesbihlerle, mûsıkînin mükemmeliyle, iirlerin hasıyla sevdâsıyla yüklü. "Üsküdar’da Bir Attâr Dükkânı"na hem geçmi in hayır-hasenât penceresini araladı ı için, hem de o oca a yabancı olmadı ım için ilgi duydum. Evet Üsküdarlı merhûm Hocaefendiler benim rahmetli babamın da dostu idiler. gere i do an bir dostluk, ben daha do madan önce ba lamı . Saim Hocaların güzelim evlerini, bahçe138 Sevim Çokum’un Türkiye gazetesinin 27.02.1997 târihli nüshasındaki "Edebiyat Sohbetleri" kö esinden. 124 lerini ve attâr dükkânını hayâl meyâl, ama daha çok babamın annemin ve büyük ablamın anlatmalarıyla ekillendirsem de o mekânın üzerimdeki etkisi, sebeplerini bulamadı ım hâlde bende hâlâ canlı kökler olarak ya ıyor. Bizim onlarla gönül ba larımız öylesine sıkıymı ki, küçük ablama Mustafa Düzgünman’ın kızkarde i Saime Hanım’ın ismi verilmi . Dükkânda sattıkları yuvarlak teneke kutular içinde bir merhem vardı ki ola anüstü ifâ hassasına sâhipti. Ben daha kundaktayken bir ara olmamı incir yiyip a zı yara olan ablamın yarası bana da geçmi . Bütün yüzüm alnıma kadar pıtrak gibi yara olmu . Annem beni doktora götürmü ama yaralar bir türlü sa almazmı 139. Sonunda babam Saim Hocalardan bu merhemi alıp getirmi . Merhemin terkibinde ne varsa, daha ilk sürülü üyle birlikte iyile meye ba lamı ım. Sonraları cildimizde ne dert olsa bu merhemi kullandık. Hattâ annem bunlardan köyüne de götürdü, nice insan çoluk çocuk bundan yüzde yüz ifâ gördüler. Do rulu un sembolü, ya ayan bir slâm ahlâkının, Ehl-i Sünnet tarîkinin yolcuları idi onlar. Ne var ki Hâkimiyet-i Millîye Caddesi’nin 104 numaralı attâr dükkânı artık yok. De i en çarkın bir yerinde geçmi e karı ıp gitti. Ahmed Yüksel Özemre bu kitabıyla o mekânın mânevî olarak devâmını gerçekle tirmi . Ama böyle bir irfân oca ı, sanat menbaı Üsküdar’da yeniden kurulabilse günümüze kadar ve yarınlara soluk katabilir, u çi ça da bir ferahlık vaha’sı olurdu. Belediyenin veyâ birilerinin himmetiyle, orada onların adını ta ıyacak; diyelim ki bir ebrû atölyesi, bir attâr dükkânı, bir küçük sohbethâne.... Kimbilir belki? *** 139 Sa almak: iyile mek, ifâya kavu mak. hastalıktan kurtulmak. (N. .) 125 # " 3 3 5 D'& 4 !4 O lum üniversiteyi bitirdi. Kanada'da staj yaptı. Frabsa'da master yapabilmesi için çok güzel bir imkân do du. Bunlar, bir zincirin halkaları gibi, pe pe e olu mu tu. Sevgili dostumuz Ne e'nin o lumu Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre'ye tanı tırmasıy6la ba layan olaylar hepimizin hayatında farklı güzelliklere sebeb olmu tur. Bu vesileyle çok de erli, ilimlerinde zirveye çıkmı üç profesör dost kazandık. Her üçünün de, imdi Fransa'da École Internationale des Sciences du Traitement de l'Information (Bilgi lem Bilimleri Uluslararası Okulu)'dan Enformatik Mühendisi olarak mezun olmu o lumun tahsil hayatına yön veren hârikulâde etkileri olmu tur. Her zaman ükran duydu umuz bu de erli dostlardan bizler de çok eyler ö rendik. Bilgi ça ının bu de erli profesörleri, adımızı yurt dı ında duyurmu ve genç ya larında en üsr derecelere ula mı e siz insanlar. Bu küçük köy evimizde onları hep misâfir etmek isterdik. Prof.Dr. Tuncer Ören Bey ile Prof.Dr. Nesim Fintz Bey yurt dı ında oldukları için ilk onur konu umuz Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre Bey oldu. E i ve [küçük] kızıyle beraber bizi kırmadılar. Akçay'a tâtile giderken u rayacaklarına söz verdiler. Sıcak bir A ustos günü beklenen misâfirlerimiz geldi. Küçük kızları daha sonra ö rencim oldu. Çok irin ve tatlı bir çocuktu. Torunumla anla tılar. E inin ve kendisinin sohbetleri pek ho tu. Henüz çatı katını yapmamı tık. Kendilerini alt kata yerle tirdik. Rahat ettirmeye çalı tık. Geldiklerinin ilk gecesi, burada ya adı ımız güzellikleri onlarla payla mak istedik. Ahmed Yüksel Bey'in sohbeti öylesine derin ve güzeldi ki susup onu dinlemeyi tercih ettik. Gezdi i yerleri öyle detaylı (sokak isimlerine kadar) öyle tatlı anlatıyordu ki dalıp gidiyorduk. Farklı bir âleme girmi tik. Uzun bir süre Paris'de ya adı ı için, hiç abartısız, bütün müzeleri sokak adlarıyla biliyor ve hattâ ressanların eserlerinin hangi müzelerde oldu unu söyleyebiliyordu. Çok a ırmı tık. Ben resim yapan bir insan olarak çok utanmı tım. Konu sanat târihine gelince iyice donup kaldık. Kendilerinin yalnız Paris de il, Roma, Cenevre ve daha birçok yerdeki sanat eserlerinin yapıldıkları yıllar ve sanatçılarıyla beraber sanki dün gezmi gibi anlatıvermesine a ırıyorduk. Oysa kendisi Teorik Fizik'de ve Atom Mühendisli i'nde Türkiye'nin ilk âlimlerindendi. Biraz da Gökbilim üzerine bir sohbet daha yaptıktan sonra geç vakit yattık. Kültür dolu yo un bir ak am ya amı tık. 140 Filiz Sabuncu, Hâkim'in Koyu, XII. Bölüm, s.119-123, Özal Matbaası, stanbul 1999. 126 Kahvaltı ederken o lumun arkada ları a a ıdan seslendiler: "Haydi Tunç, dalmaya gidiyoruz". Tunç izin isteyip ayrıldı. Çünkü misâfirlerimize tutaca ı balıkları ikrâm etmek istiyordu. Biz sohbetimize devam ettik. O gün Roma'daydık. Bu öyle bir gezintiydi ki, tasvir gücü çok üstün olan Hocamız bizi Roma'nın sıcak kaldırımlarında gezdiriyordu sanki. Târihî eserlerin kimler tarafından yapıldı ı ve ehrin nerelerinde oldu unu ö rendik. Sanki çok yürümekten ayaklarımızda a rılar bile hissetmeye ba ladık. Bunu dile getirince herkes gülmeye ba ladı. Bu güzel sabahı denizde noktaladık. Di er günlerde de Venedik, Viyana, Paris ve Cenevre turları devam etti. Rehberimiz her konuda inanılmaz bir bilgiye sâhipti. Kendisi bizim küçücük dünyâmıza kocaman bir pencere açtı. Ak am üzerleri bizim kırmızı sandalımız her günkü görevine çıkıyordu. Her balık seferi zaferle sonuçlanıyordu. Ahmed Yüksel Bey ve e im bir kova balıkla dönüyorlardı. Ne eyle yiyece imiz kadarını ayırıp kalanları kom ularımıza da ıtıyorduk. Bizim gün görmü terasımız bu kez de sanat târihi ve felsefe üzerine sohbetlerle master yapmaktaydı. Kom ılarımız kitaplarından ve medyadan tanıdıkları sevgili Hocamızı çok merak ediyorlardı. Rahatsız etmekten çekindikleri için ilk günlerde yanına yana amadıkarını söylediler. Ben de bir gün çay için bir eyler hazırlayıp sâhile indim. Çamların altında güzel bir sofra hazırladım. Kom ularımızı dâvet ettim. nsanlarla sıcak ili kiler içinde olmayı severim. Dostlarımızın bu de erli ki iden kısa bir zaman diliminde olsa bile faydalanmalarını istedim. Bazılarıyla denizin ortasında tanı mı tı. Sayın Hocamız, ilmi kadar, çok sayıda balık tutması ile ünlenmi ti "Hâkim'in Koyu"nda Bizim küçük köyümüzde böyle farklılıklar her zaman olmuyordu. O ak am üstü çok güzel bir sohbet oldu. E i Gülsen hanımın târifi üzerine yaptı ımız po açalar kapı ıldı. Hem damaklara hem de rûhumuzun derinliklerine hitab eden bir ziyâfetti bu. O gün Güne bir farklı battı da ların ardından. Hiç görmedi im renkte bulutlar bir ressamın fırçasından çıkmı gibiydi. I ıklar ye il, mor ve pembe huzmeler hâlinde denize iniyordu. Ak amın sessizli i öyle bir çökmeye ba lamı tı ki bizler bile konu mayı kestik. Herkes kendi dünyâsına dalmı gibiydi. Gözler denizin üzerinde kaybolmaya ba layan son parıltılardaydı. Yuvalarına çekilmeye ba layan martıların kanat sesleri ve arada çıkardıkları çı lıklardan ba ka bir ey duyulmuyordu. O anda kendimi Tanrı'ya çok yakın hissettim. Ürperdim. Hava tamâmen kararmaya ba ladı. Nükhet'in sesiyle hepimiz daldı ımız âlemden çıktık. "Balıklar pi ti. Sofra hazır!" diye sesleniyordu. Sabahleyin karde inin vurdu u balıkları pi irmi ti. Farklı duygularla eve do ru yürümeye ba ladık. 127 Ayaklarımızın dibinden bir çift kirpi telâ la geçti. Gece ku ları ötmeye ba lamı tı. "Hâkim'in Koyu"ndan yol geçmedi i için sâdece bunları duyabilirsiniz. Bir de ak amları çıkan meltemin saçlarınızın arasında tatlı tatlı gezindi ini hissedebilirsiniz. Bazı geceler ise hızlıca esip dalgaların sesini dalgaların sesini sofranıza ta ır. Zâten hiç televizyon seyretmeyiz. Sessizli in sesini dinlemeyi tercih ederiz. Sevgili misâfirlerimizle bunları ve güzel balıkları payla tıktan sonra kahvelerimizi içip tatlı sohbetlerden birini daha dinlemeye hazırlandık. O ak amki sohbet mistik duygularla dolu idi. Farklı eyler konu tuk... Ertesi sabah Napoliten arkılar e li inde uyandık. Tunç herhâlde güzel bir kaset bulmu diye dü ündük. Güçlü bir erkek sesi birkaç oktavlık bir aralıkta aryalar ve Napoliten arkılar söylüyordu. Hepimiz kalktık ve hiç ses çıkarmadan misâfirimizi dinledik. Koyumuz anfi eklindeydi , ses yankılanıyordu. Uyanan dostlar balkonlarına çıkmı , bu güzel arkılar nerden geliyor diye bakınıyorlardı. Bir süre sonra ses kesildi. Dördümüz de alkı lamaya ba ladık, Kendisi de herhâlde mutlu olmu tur... *** 128 . # !4 4 D'D " A* # 4 /= 3,13 3 = -+ +/*, >3 ; 3 *+,- /= ; , ,+ ,E; F - 6A 3 7 ,; 3 ,; 3= 3 > > M,8 , J& *3 = @,; 33 >E DW63 3 + >+ > < -,; 338 3>3 O, Türkiye'nin ilk atom mühendisi. Ülkemizdeki teorik fizik e itiminin önünü açan bilim adamı. Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre, son kitabı 'Portreler, Hatıralar' ile 1953'ten 1983'e kadar stanbul Üniversitesi Fen Fakültesi koridorlarında geçen 30 yılın kapısını aralıyor. Prof. Dr. Özemre, ünlü matematikçimiz Prof. Dr. Cahit Arf'tan sibernetik kavramını Türkiye'ye tanıtan Dr. Toygar Akman'a kadar hepsi sahalarında birer otorite olan 17 bilimadamının yer aldı ı Portreler, Hatıralar’da o kendine has vakur ve akıcı üslûbu ile okuyucuyu kitaba ba lıyor. Bir dönem Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) ba kanlı ı da yapan Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre, gazeteci dostu Ergun Göze'nin hatırlatması ile yazmaya ba ladı ı Portreler'de uuraltına itilmi , hatta oradan hiç çıkmak istemeyen geçmi e ait teferruatı yeniden ele almak hiç de kolay olmamı . Bahse konu 17 bilim adamı ile güzel günlerin dı ında ya adı ı büyük üzüntü ve hayâl kırıklıklarını belli belirsiz bir iç huzuru ile kaleme aldı ını belirten Özemre, yine de bazı portrelerde birtakım önemli teferruatın üstündeki tülü aralamamayı tercih etmi . Bunun sebebini sordu umuzda ise Özemre, "Belki bunları da yazmak ba kaları için ibretamiz olabilirdi. Ama bunları dile getirirken duyaca ımı hissetti im ızdırabın ve sıkıntının azametini telafi edecek bir netice hasıl olmayaca ına kanaat getirdi im için bu portreleri ve bunlarla ili kili hatıralarımı derunumda gömülü bırakmayı tercih ettim" diyor. Gençler için ibret dersi Kitapta Max Planck ile karı-koca Curie'ler için yazılan portrelerin farklılı ı dikkat çekiyor. Max Planck ve Curie'lerin ba lı ba ına birer destan ve ibret alınması gereken çok müstesna hayatları oldu unu ifade eden Ahmet Yüksel Özemre, öyle devam ediyor: "Elimde çok eskiden kaleme almı oldu um hayat hikâyeleri mevcuttu. Yoksa kendileri ile hiç kar ıla madım. Bunların hayat hikâyesini Prof. Dr. Nesim Fintz ve Prof. Dr. Tuncer Ören ile yapmı oldu um iki röportajla birlikte kitaba ilave ederek genç nesillerin bu bilime sevdalı insanların hayatlarında pek çok ibret dersi alabileceklerini ümit ettim". 141 Zaman gazetesinin 12.08.2001 târihli nüshasından. 129 Kitapta her ne kadar çe itli ba lıklar altında 17 portre yer alsa da okurların satır aralarına sinmi ba ka portrelerin de farkına varaca ını vurgulayan Özemre, "Henüz üniversiteler dejenere olmadan 1932 senesinde Nazi Almanyası'ndan kurtulup da Türkiye'ye sı ınmı olan büyük Alman hocaların, doktora otoritesi ve onların yeti tirdikleri daha üniversitede iken üniversite içindeki edep ve adabı aksettiren portreler olmak hasebiyle bunlardan istifade ederler. O zamanın canlı bir ahitli ini görmü olurlar" diyor. "Bilimde geriliyoruz" Türkiye'de bilime ve bilimadamına gereken önemin verilmedi inin altını çizen Prof. Dr. Özemre, 1983'ten, özellikle YÖK Kanunu'nun çıkmasından sonra üniversitelerdeki e itimin gerek bilimadamı yeti tirilmesi gerekse de müfredat açısından sürekli geriledi ini söylüyor. Üniversitelerin üniversiter yapıdan uzakla tı ını dile getiren Özemre, "Artık üniversite üniversitelikten çıkmı , yüksek lise haline gelmi tir. Üniversite üniversiter zihniyetten uzakla mı ve üniversite hocalı ının liyakati sıfıra inmi tir. TÜB TAK, imdiye kadar Bilimadamı Yeti tirme ve Yürütme Komitesi 895 ki iyi yurtdı ına doktora yapmak için göndermi tir. Bunların 300 kadarı geri dönmemi tir. Yani Türkiye'ye maddeten ve manen borçlu oldukları halde 300 ki i geri dönmemi tir. Yani bu ülkenin parası ABD, Fransa ve Almanya gibi ülkelere yaramı tır. Kendi halkımız kendi vergisinden verdi i para ile onlara adam yeti tirmi tir" yorumunu yapıyor. ÖZEMRE K MD R? 1935 yılında stanbul'da do an Ahmet Yüksel Özemre, 1957'de stanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik–Fizik Bölümü'nden ve 1958'de de Fransa Nükleer Bilimler ve Teknoloji Enstitüsü'nden mezun oldu. 1969'da profesör olan Özemre, Ü Fen Fakültesi Teorik Fizik Kürsüsü ve Matematiksel Fizik Ana Bilim Dalı ba kanlıklarını 11 yıl yürüttükten sonra 1984’de kendi iste iyle emekliye ayrıldı. Bir süre TAEK ba kanlı ı da yapan Özemre, 1998–2000 yılları arasında TEA Genel Müdürü Akkuyu Nükleer Santral hâlesi danı manı olarak çalı tı; hâlen TAEK Danı ma Kurulu üyeli i görevini yürütüyor. Evli ve iki kız çocu u babası olan Özemre'nin teorik fizik ve nükleer mühendislik ile ilgili 12 cilt telif ders kitabının yanında ba ta Gel De Çık in çinden, Üsküdar'da Bir Attâr Dükkanı, Geçmi Zaman Olur Ki, Türkiye'nin Çernobil Çilesi ve limde Demokrasi Olmaz gibi eserleri de bulunuyor. *** 130 I # #. U . .H H 5D'% *+,>./ , stanbul’da ya adı ı bir semte, Üsküdar’a gönülden ba lı bir insan, Ahmed Yüksel Özemre, aslında çok eski bir Üsküdarlı. Bir sohbetimizde " âyet Nasûhîzâdeleri [Orhan Nasûhîo lu, Prof.Dr. Gülten Kazgan] ihmâl edecek olursanız belki en eski Üsküdarlıyım. 190 senedenberi ailem burada" demi ti. Bu yıl onun hem Üsküdar târihine, hem de otobiyografisine girizgâh mâhiyetinde iki çalı ması yayınlandı. lki bir kitap; Üsküdar’da Bir Attâr Dükkânı, [( stanbul, 1996)], di eri ise bir mak le; "Çocuklu umun ve Gençli imin Üsküdar’ı (1935-19555)"[ stanbul Arma anı II ( stanbul, 1996, sf. 219-236]. Profesör Özemre’nin bu kirlenen dünyâda, çivisi çıkmı medeniyet anlayı ında bunalan, bocalayan, maddî sıkıntılarının altında dara dü en ve bo ulan, aynı ekilde ruh ikliminde çâresiz, mânevî dünyânın kalpazanlarına yem olmaya hazır günümüz insanından çok farklı bir konumda oldu u bu yazdıklarının aydınlı ında gün ı ı ına çekiliyor. Somut olgular kar ısında bir Türk çözümü olarak temâyüz ediyor ki daha önceki ku aklarda Osman Nuri Ergin ve Ahmed Süheyl Ünver’in ahsında gördü ümüz bu tipolojinin en belirgin özelli i aklı ve îmânı üslîplu bir ekilde terâzilemi fikir ve aksiyon sâhibi olmasıdır. Özemre maddeyi maddeyle biliyor, çünkü onu her cihetten ku atmı . Fildi i kulesinde oturmuyor, Türkiye’nin kavgasına katılıyor, meselelerini omuzluyor. Çıkar çevrelerine kar ı toplumun hakkını savunuyor, yerine göre politikacıyla ve cühhal ile cedelle iyor. Bu ne îmân gücü ki halkın derdini omuzlarken çekti i sıkıntılar onu ayakta tutuyor. Ender ve gıpta edilecek bir çalı kanlı ın gerisinde herkese yetmeyen gün ona yetiyor. Okuyor, yazıyor, sohbet ediyor, ihtisas alanına giren Türkiye’nin somut meselelerinin üstüne gidiyor. kinci boyut onun îmân tarafıyla ilgili. Bu hususta okuyucu müellifin tasavvufî dünyâsı ile ilgili ilk çizgileri Üsküdar’da Bir Attâr Dükkânı’nda okuyacaktır. Kısaca akıl ve îmân gibi zor düzlemleri bir araya getirmek, sonra uyuma götürüp birlikte olmak [co-existence] öyle her babayi idin harcı olmasa gerek! Özemre’nin rûhunda ve dı a bo alan hareketlerinde gözlemlenen uslûbda denge ve bunun yarattı ı rûhun maddeyle barı masından en fazla onun yazılarının tiryâkileri olan okuyucuları müstefid oluyor. Sâdece aklın veyâ sâdece inancın tek merkezli kuvvetine esir olmadı ından yalpalamıyor. Di erinin etkisini yok sayıp bir merkeze ba lı olmaması ya adı ımız dünyânın nisbetler iklimindeki farklı merkezlerin üretti i sıkıntıları onda göremiyoruz. Nitekim Özemre’nin slâm’da Aklın Önemi Ve Sınırı ( stanbul, 1996) ba lıklı kitabında akleden kafaların ö renece i çok ders ve izleyebilece i ince ipuçları olacaktır. 142 1) 1996 yılında Dergâh dergisinin 80. sayısında s. 7-8’de, ve 2) Ahmed Güner Sayar: Osmanlı’dan Cumhuriyete Portre Denemeleri, Ötüken Yayınları, stanbul 2000, s. 263-272’de yayınlanmı tır. 131 imdi bu kâmil insan "kendi gök kubbemiz" altındaki "Hayâl ehir"i daha çok gelecek ku akların ula amıyaca ı çizgileri ile anlatıyor. Ya adı ını 1945’lerde akletmeye ba ladı ı Üsküdar bu târihlerde uzun sürmü bir târihî ve tabiî güzellik uykusundan henüz uyanmak üzeredir. Bu târihlerde Özemre’nin hatırlayabildi i beton binâ sayısı sâdece iki tâne143. Üsküdar’ı "Hayâl ehir" yapan târihî binâları, ahap ev ve konakları ile sokakları ve çok daha önemlisi mü’min ve mütevekkil insanlarıyla Üsküdar bu defa onun satırları arasında ölümsüzlük uykusuna geçiyor. Ahmed Yüksel Özemre Üsküdar’da Bir Attâr Dükkânı’nda son yıllarda, 1991’de sahneyi terketmi Osmanlı’dan günümüze ula an bir "dükkânın üç çeyrek asırlık bir an’anenin peki tirmi oldu u mânevî havasını"144 okuyucularına teneffüs ettirmektedir. Bir attâr dükkânında olması gereken teferruata müteallik her ey Üsküdar’daki bu dükkânda da mevcûd. Bâzı hâllerde ot ve bahârat terkibleri, isteyen mü terilere sunuluyor. Dükkânda dönen ekonomik çarkı, kâr maksimizasyon anlayı ı de il de " el i te gönül oyna ta"ya âyarlı mânevî âmiller döndürüyor. Kanaatkârlı ın kâr hırsını törpülemesi ile insanlara mal sataraktan hizmet verme ve gönül alma ilkesi mü teri hakkına (kul hakkına) riâyetle birlikte yol alıyor. Bu dükkânın bir yüzü, ama onunla içiçe bir yüzü daha var. Attâr dükkânı aynı zamanda ve aslında bir sohbet meclisi olarak temâyüz ediyor, dillerde gönüllerde yer ediyor. Müdâvimleri kökü Osmanlı’dan gelen muhkem bir gövdenin cumhûriyetli yıllara uzattı ı dalları ile bir kültürün son temsilcilerinden olu uyor. Osmanlı’nın 1875-1900’ler gibi son iki kua ına sıkı mı bu sohbet meclisinin tiryâkileri ile onların konu malarından müstefid olan Cumhûriyet do umlular farklı iki kültürün üyeleri olarak bu dükkânda bir araya geliyorlar. lâhî güzelliklerin, metafizik hakîkatların gönülden gönüle aktı ı bu iddiasız ve garazsız ahbab meclisinde kimler yok ki145. simlerini duydu umuz fakat sathî bilgilerimizi bir türlü a amadı ımız söz gelimi asfiyâdan bir E ref Efendi146 yanında 143 Bkz. A.Y. Özemre,”Çocuklu umun ve Gençli imin Üsküdar’ı (1935-1955)”, stanbul Arma anı II (istanbul 1996/B), sf. 220. 144 ( stanbul 1996/A), sf. 109. 145 Sohbete gelenler için bk. age., sf. 23-25. 146 Bir çalı mamda "Bütün bunlardan öte E ref Efendi hakkında bir ey bilmiyoruz"[A.G.Sayar, A. Süheyl Ünver, ( stanbul, 1994), sf. 282, dn. 1] demi tim. Bu çalı mam hakkında bir tahlil yazısı kaleme alan N.H.Azamat "E ref Efendi’nin Üsküdar Do ancılar’da Hazreti Nasûh[î] dergâhının hazîresinde medfûn oldu unu..."hatırlatmak istiyor [ Süheylnâme"Dergâh, sayı 54, (1994), sf. 11] ama rahmetli Karacaahmed’de gömülü. Hâlbuki E ref Ede (1876-1954) hakkında A. Yüksel Özemre’nin bu çalı masında epey mâlûmat var. Bk. age., sf. 23; 53; 54; 61; 65-68; 70; 91; 93; 101102; A.Y. Özemre, age., (1996/B), sf. 219 .... Bu attâr dükkânının iktisâdî görünümünün altında münhasıran bir tarîkat yuvası olmayı ı, buna kar ılık lâhutî hazînelerin boca edildi i bir ahbab meclisin duayeni olarak E ref Efendi’nin ça da tasavvufun boyutlarını hakkıyla bilen bir insân-ı kâmil olmasının payı büyük olsa gerektir. Cumhûriyet öncesinde E ref Efendi kâh Fâtih Türbesi’nde Ahmed Ami Efendi ile, kâh Eyüp Ni ancası’nda Seyyid Abdülk dir Belhî Efendi ile görü mektedir. Cumhûriyetli günlerde ise Abdülazîz Mecdi [Tolun]’un ziyâretlerinde bulunmakta ve daha çok sırlı insanlarla dü üp kalkmaktadır. E ref Efendi’yi bu yola iten Ami Efendi’nin ona söyledi i u çok özlü ve düündürücü sözü olsa gerektir: "Biz tarîkatı kaldırdık, yerine sohbeti koyduk. Bizim yolumuzu arayanlar sohbette bulunurlar"[E ref Efendi bu sözü A.S. Ünver’e nakletmi tir. Bk. A.G. Sayar, age., sf. 503]. mdi, E ref Efendi gibi sükûtîli i ihtiyâr etmi olgun bir insanın attâr dükkânındaki tasavvufî sohbetleri sürdürmesi bu meclisin rûhânî kıymetinin esaslı bir ölçüsüdür. Tasavvufa meyledenlerin önündeki en büyük tuzak insana benlik vermesi kadar ["All h”lık veriyor, daha ne versin] bâzı hâllerde para, siyâset, mevki, mansıp için mâsivâdan çıkmak ya da ondan mücerred olmak yerine bizâtihî onun kör 132 setrolmu , susmu kâmil insanlar, Üsküdar’ın meczûbları ile o semtin di er mubârek ki ileri hakkında da bilgi sâhibi oluyoruz. Bu arada müellifimiz bu isimlere tanıdı ı eski hüner sâhiplerini katmayı ihmâl etmemi , böylelikle zikredilen her isim bu kitabın satırları arasında "ba’sü ba’de-l mevt"olmu . Attâr dükkânı "yevm-i cedid rızk-ı cedid"anlayı ıyla yol alırken yapılan sohbetlerde nelerin konu uldu unu bilmiyoruz, ama sohbetin sâfiyetine ve garazsızlı ına, E ref Efendi örne i dı ında, u hâdise de iknâ edici bir delildir.Dükkânda mal satarken terâziyi mü teri lehine kaydıran147, mü teriyi ba ından savmayan, gerekti inde farklı bahârat tertipleri üzerine sabırla izahat veren, nihâyet, "ibrikteki su bitti inde onu doldurmak ... [için] harcadı ı suyn en az on mislini [câminin] deposuna148 çeken bu aktar hoca mü terisini selâmetle u urladıktan sonra tekrar o sohbet halkasına mülâkî olması konu maların lâhûtîli i üzerine bir fikir verecektir. Buna ra men "Olgunluk yolunda toplanmı üç be ki i arasında"149 ilâhî sohbetlerin aktı ı bu mecrâda yol ayırımına gelinmi ve bir-iki kırgınlı a da rastlanmı 150. Tasavvufî sohbetlebata ına insanı saplaması ola an hallerdendir. E ref Efendi ise Cenâb-ı Yunus’un "Yere gö e sı mayan girmi bir can içine" mısraına veyâ Werner Heisenberg’in "O hâlde merkezî düzen, aynı yo unlukta bir ba ka insanın rûhu[dur]”, [Parça ve Bütün, ( stanbul,1990), sf. 247] sözüne denk dü ecek bir ekilde All h’ın zâtına mazhar olmu bir sûfîdir. Bir ba ka açıdan E ref Efendi Yahyâ Kemâl’in ”Melâmet söndü imdi ark’ın her yerinde”ye denk dü ecek ekilde 1920’de kalın sis perdesi arkasına giren tasavvuf güne inin gönderdi i son ı ıklardan biriydi. Onun a zından çıkan u beyit ise gene Heisenberg’i gıpta ettirecek çaptadır: "Yıkardım kasr-ı cevheri hadm ederdim tâ zeminden, Ânın da sermâyesi bir ahaddir ammâ telâ ım yok” [Bu beyit için bk. A.G. Sayar, age., sf.282, dn. 1]. "Din ve ahlâk büyükleri esnafa, satarken dâima biraz fazla tartmayı ... sıkı sıkıya tenbih etmi ledi"[S.F. Ülgener, ktisâdî Çözülmenin Ahlâk ve Zihniyet Dünyâsı, ( stanbul, 1981), sf. 204205]. Özemre’yi bu ba lamda zikredelim: "Hayrettir! O devirde Üsküdar esnafının terâziyi hiç dengelememek gibi tuhaf bir âdeti vardı ... Esnaf haramdan korkar, bunun için ‘Betim, bereketimdir’ diyerek mü teriye dâima bir nebze fazla mal tartardı"[A.Y. Özemre, age., (1966/A), sf. 29]. 18 Age., (1996), sf. 40. 17 149 Burhan Toprak, Ballar Balını Buldum, ( stanbul, 1948), sf. 16. Bir gün rahmetli üstad Abdülbâkıy Gölpınarlı’yı hsâniye’deki evinde ziyârete gitmi tim. Kütüphânesinin camına ili tirdi i bir foto rafta yer alan bir grup insandan birini hoca makaslamı tı. Foto raf o hâliyle dikkatleri çekici idi. [Özemre’nin kitabında sf. 66’daki resim]. Daha sonra ö rendim ki Gölpınarlı aralarında münâka a geçti i için bu zâtı foto raftan tardetmi ! Ali Alpaslan fikrî ayırımın sebebini biliyor. Özemre ise meselenin aslına hiç de inmiyor. [kar . Age., sf.54]. Esâsen bu noktada Özemre’nin kitabının bir bo lu u ortaya çıkmaktadır. Kendisinin de içinde bulundu u bu meclisteki sohbetlerin pürüzsüz aktı ı bir mecrâda aynı meseleyi farklı yorumlamak, buradan hareketle yol ayırımına ula mak da gayet tabiîdir. Mustafa Düzgünman’ın türbedârlı ını yaptı ı Azîz Mahmûd Hüdâî (el-Üsküdârî) rahmetli Gölpınarlı’nın yorumlamasına göre”Her hususta erîat’ın zâhitlik yolunu tutan tam sünnî bi r eyhtir. Hattâ o, tasavvufta ta kınlık gösteren yâhut biraz serbest fikirli olan sûfîlere bile muârızdır"["Celvetiye”, slâm Ansiklopedisi, III, sf. 68-69; "Djilwatiyya”, Encyclopedia of Islam, sf 543 (ayrı bası)]. Yukarıdakı satırlar attâr dükkânındaki sohbetlerdeki kırgınlı ın ipuçları olsa gerekir. 150 {Sayın Prof.Dr. Ahmed Güner Sayar bu mütâleaları Üsküdarda Bir Attâr Dükkânı’nın 1996 târihli 1. baskısına dayanarak ileri sürmektedir. Söz konusu kitabın 2002 târihli "Gözden geçirilmi 3. baskı- 133 rin dı ında attâr dükkânı ba ka sanatlara da zemin olu turmu , dükkânda ebrûculuk, tesbihçilik151 yanında "mûsıkî me ki"ne152 de yer verilmi . Sohbet dostlarının vefâtla sahneyi terketmeleri ve daha sonraki ku a ın iktisâdî düzlemde bir yol ayrımına varmasıyla attâr dükkânının firma/sohbet meclisi görünümü bu defa yerini a ırlıklı olarak sanata ve sanatseverli e bırakmı , Mustafa Düzgünman’ı aranan bir ebrû ustası yapmı tı. Eski terbiye ile yeti en bu büyük ebrû ustası dükkâna ko an sanatseverleri bo çevirmemi , ecdaddan gelen sanat hayatiyetini günümüzde de devâm ettirsin diye hasbî çalı masının ürünü o enfes ebrûları cüz’î fiyatlarla tâliblerine sunmu tur. Tabiatıyla bu sohbete te ne, sanata â ık olanlar için dükkânın sıcak yüzü. Bir de madalyonun bir ba ka yüzü daha var. Zaman akarken hayatımızın insan-insan ili kilerinden insan-madde ili kilerinin belirleyicili ine kayması ile attâr dükkânının bu de i ime direnmesi gerçe ini gözardı edemiyoruz. u kadar ki ekonomik düzlemi etki ve itaati altına alan iktisâdî hürriyetçilik ya da kapitalizmin söz konusu minyatür bir tasavvuf meclisi ya da akademi hâline gelen attâr dükkânını kendi rasyonalizm çarkı içerisinde un ufak etmemesini nasıl açıklayabiliriz? Cumhûriyetle geçen 70 yıl içerisinde bir türlü kurulması gerçekle emeyen mikro-iktisat kozmosunda firma örne inin bu sevimli attâr dükkânı olmadı ı muhakkaktır153. Rasyonel firma sı”nın 49. sayfasında Prof. Özemre’nin bu eksikli i gidermi oldu u görülmektedir. Bu baskıda, konuyla ilgili paragraf aynen: . Sanırım, sanatoryum döneminden hemen sonra idi; Abdülbâkî Gölpınarlı da Attâr Dükkânı'nın müdâvimlerinden olduydu. Mustafa A abey onun Arapça'ya ve Farsça'ya vuk funu, hâfızasının kudretini ve müdekikli ini çok takdîr ederdi. Ancak, her ikisinin de pekçok de er hükmünde tamâmen zıd oldukları yava yava ortaya çıkınca ve özellikle de Necmeddin Hoca'nın Toygartepe'deki evinin bahçesinde Necmeddin Hoca, E ref Amca, Mustafa A abey, Necmeddin Hoca'nın o lu Sâcid A abey, Ali Alpaslan ve Abdükbâkî Gölpınarlı'nın katıldıkları bir sohbet esnâsında Abdülbâkî Gölpınarlı'nın eyhü-l Ekber Muhyiddin bn Arabî için: "O eyhü-l Ekber de il, eyhü-l Ekfer'dir (yâni kâfirlerin eyhidir)" iddiasında bulunması üzerine bu ahbablık hemen o anda, gürültülü bir biçimde ve de bıçakla kesilmi gibi sona erdi. eklindedir}. 151 Age., (1996/A), sf.26’da rahmetli Mustafa Düzgünman’a bir iir yazdırtacak kadar zengin bir tesbih kolleksiyonuna sâhip emekli vâli Sedat Erim Bey’den bahsediliyor. Bu zât 1932’de Beyo lu kaymakamı iken A. Süheyl Ünver’le e i Müzehher Ünver’in nikâhını kıyan zâttır. Daha sonra Kütahya vâlisi olmu tur. [Kar . A.G. Sayar, yage., sf.212]. Onun zengin bir tesbih kolleksiyonuna sâhib olması, M. Düzgünman’ın iiri, benim ilâve etme e çalı tı ım bilgilerle bu de erli idârecimizin üzerindeki nisyân bulutunu kaldırmaya çalı tı ımız bir gerçektir. Bu yolla içimizden ölmü birini belki ölümün öldürmesinden kurtarmı oluyoruz. Kim bilir? E er Özemre’nin kitabına bu açıdan yakla ılacak olursa çok ki inin yeniden aramıza döndüklerini bu yolla filozof Popper’in üçüncü dünyâsındaki yerlerini aldıklarını ifâde edebilirim. [Bu hususta bk. K.R. Popper, "Indeterminism is Not Enough”, Encounter, No. 4 (1974), sf. 21; Unended Quest, (London, 1976), sf. 180 vd.]. 152 Kar ., A.Y. Özemre, yage., (1996/B), sf. 230. 19. asrın güzîde mutasavvıflarından âir Osman emsi Efendi’nin bir ara Sirkeci’de açtı ı tütüncü dükkânı bnülemin’in sözleriyle: "Urefâ ve zürefâya mecma’olmu tu”. Neticede Osman emsi Efendi 153 134 tipolojisinini insan-insan ili kisinden insanı maddele tirdi ini, içini bo altıp rûhsuz bir kalıp hâline getirdi ini biliyoruz. Weber-cilere "Âyin bitti dostlar!"dedirtecek cinsten insanî ili kilerimizde maddenin yaptırım gücünün sohbeti bitirece i rasyonel ekonomik düzlem için geçerlidir ve en azından 17. yüzyıldan îtibâren Protestan Batı için bu böyle olmu tur. Oysa "Aktar Hocalar’ın dükkânı zamanın bâzı me hûr sanatkârlarının, âriflerinin, sırlı sûfîlerinin ve me âyihinin sohbet ve muhabbet etmek üzere sürekli u radıkları bir yerdi ... Nice himmetlerin, nice hayrların, nice tefekküre âyân ibretlerin, nice füyûzâtın, nice mânevî tohumların ve nice ir adların sebebi ve mihveri olmu tur"154. mdi, bu dükkânın öyküsü, meseleye maddî bakı açısıyla bakıldı ında, esmekte olan de i im rüzgârlarına, paranın yaptırım gücüne, nüfûsun ve talebin baskısına da direni inin muhâsebesi olacaktır. Kapitalizmin maksimum kazanca, ya da "getirisi-götürüsü"ne âyârlı kör kazması, Mustafa Düzgünman’ın vefâtından sonra bu dükkâna da darbelerini vurmaya ba ladı. Önce "sürümü pek fazla olmayan ... çe itlerden sarf-ı nazar edildi"155. Bunu yazar kasa mecbûriyeti izledi. Ancak de i im rüzgârları içerden ve dı ardan çok kuvvetli esmekteydi. Üsküdar târihî-klâsik çizgilerini kaybederken "Hayâl ehir"de beton bloklar arasında sıkı an târihî noktalar can çeki me e terkediliyordu. Son elli yılda nüfûsu 40.000’den 850.000’in üstüne fırlamasıyla "Hâkimiyet-i Milliye Caddesi"ndeki dükkânlar da çehrelerini de i tirme e ba ladı. 50 gram karabiber tartarken mü terisinin hakkını gözeten eller, imdi, aklı Londra borsasından saat ba ı gelecek olan altının ons fiyatıyla döviz-borsa bile ik endeksine takılı, eli ise en hassas bir terâzide gramın alt birimlerine bölünmü a ırlık ölçüleriyle altın tartıyor. Son 75 yıl "el i te, gönül oyna ta"ile yol almı bu attâr dükkânı zamanın artlarına dayanamadı, neticede "...mîtad oldu u üzere bir kuyumcu dükkânına dönü ürken ... yalnızca Üsküdar’ın de il, bütün Türkiye’nin kültür hayâtında müessir olmu bulunan 75 yıllık bir irfân yuvası da devrini kapa[dı], târihe gömül[dü]"156. Peki o güzel insanlara ne oldu? Ahmed Yüksel Özemre kayıplara kar ısında tahassürünü gizleyemiyor: "... Kendilerinden feyz almı oldu um o mubârek insanlar; insanın îmânını, ahlâkını tahkîm eden, gönlüne huzur veren o âdil ve muhsîn mür idler... Nerelerdesiniz? Nerelerdesiniz?"157 rrasyonel firma zamanın hükmüne boyun e di, silindi gitti158. Örf ve âdetin bu dükkânı altı ay sonra kapatmak zorunda kalmı tır. [M.K. nal, Son Asır Türk âirleri, ( stanbul, 1939), sf. 1797]. 154 A.Y. Özemre, yage., (1996/B), sf. 230; 231. 155 A.Y. Özemre, age., (1996/A), sf.109. 156 A.Y. Özemre, age., (1996/A), sf.123. 157 A.Y. Özemre, age., (1996/A), sf.236. 158 Gerek politik toplumun, gerek ekonomik düzlemim ve gerekse kurumsal dünyânın kendine özgü yasaları ve otonomileri vardır. [Bu hususta kar . A.G. Sayar, Osmanlı ktisat Dü üncesinin Ça da la ması, ( stanbul,1986), sf. 156-159]. Ekonomik hayâtın yasalarını iktisat ilmi arar.Kurumsan dünyânın önemli rüknü olan "din”in yasalarını ise tek Tanrı’lı dinlerde kutsal kitaplar ortaya koymu tur. Bu hâliyle ekonomi ile dinin birle mesinden de il de ortak etkile im alanından bahsedilebilir. âyet bu alanın dı ında ekonomi dine ta ınırsa Osman emsi Efendi tecrübesinde oldu u gibi o dükkân [firma] batar. Benzer bir ekilde aslî i levini bırakan din ekonomiye ta ınırsa o din tefessüh eder. Batı Avrupa’da kilisenin toprak sâhibi olmasıyla rûhâniyetini tamamlamasını {ketmetmesini} ya da bizden bir örnek vermek gerekirse tekkelerin evlâdiyelik olmasını [kar . A.G. Sayar,age., 81986), SF.161- 135 yerini bid’atler ile gün ba ı de i en modalar aldı. nsanî ili kilerde selâm azaldı, sohbet ki isel çıkar aracına dönü tü, hırsız hırsıza ölüm ilânı verdi, (zengin) cenâzeler(i) Müslüman kokteyline dönü tü, toplumsal birli imizi tutan mânevî âmillerin (dintöre) yönetimindeki dayanı ma çözülmeye yüz tuttu. Bunlar a a ı yukarı do ru. Fakat bir ey hâriç: O hasbî insanlar, kenz-i mahfîde hiç olanlar aramıza da ıldılar ve sırr oldular159. Bu attâr dükkânından geriye kalan, herhâlde, üstâd neyzen Niyâzi Sayın’ın Ahmed Yüksel Özemre’ye söyledikleridir: "... Yüksel’ci im; biz bu dükkândan geçmemi olsaydık imdi yedi dükkân süprüntüsünden beter olurduk" lk kez 1081’de Üsküdar’a ula an Türkler stanbul’un fethinden sonra burasını kısa zamanda türkle tirdiler. Üsküdar 1940’lara de in Osmanlı’dan uzanan klâsik çizgilerini, rûhâniyetini, o mahfiyetkâr insanlarıyla korudu. imdi Üsküdar’da Bir Attâr Dükkânı’nda bize ait olan bir hayâtın yok olmu çizgilerini Özemre’nin kaleminden mûtedil Türkçe’nin enfes uslûbuyla yakalıyoruz. Ayrıca bu önemli iki çalı madan hareketle kendisinden Üsküdar’ımız için bir semt monografisi de bekliyoruz. Her eye ra men Üsküdar’da Bir Attâr Dükkânı ile Ahmed Yüksel Özemre gerçekten de her an yapılıp yıkılan bu kevn-ü fesad âleminde mubârek insanları sînesinde barındırmı bir co rafyayı geçen elli yıllık zaman dilimi içerisinde bizlere arma an etmektedir. *** 162 bilhassa dn. 435] gösterebiliriz. Kaldı ki bizim gerçe imizde olması gereken udur: Bir firma sohbet edilen yer de il, fakat sohbet edenlerin helâl rızk için sohbet sonrası dükkânlarına, i lerine daıldıkları yerdir. 17. asrın Melâmî büyüklerinden Sarı Abdull h Efendi’nin sözleriyle: "Tarîk-i Hakk erleri üçü-be i bir araya gelip gönüllerinden "mâsivâ" muhabbetini almak üzere dâhil-i sohbet olduktan sonra ‘All h’ın fazlından taleb-i rızk eyleyin’ kavl-i kerîmi üzere herkes da ılıp kârlarına me gûl olalar"[Semeretü-l Fuad, ( stanbul, 1288), sf.76]. Burada Sarı Abdull h Efendi{nin} All h için sohbet eden üç-be ki i bir Cumâ namazı meclisinde bir araya gelmeleri ve ertesinde (Cumâ âyetine göre) rızk için da ılmalarına i âreti önemlidir. 159 Rahmetli Süheyl Ünver’in sözleriyle: "Bugünün ya ayanları arasında büyükler yok mudur? Var. Hem neler var. Fakat onlar bir maksatla ortaya çıkmaz ve kendilerini belli etmezler"["Takdim”, H. . Çoruh, Emir Sultan, (istanbul 1977), sf. 3] 136 . I 5I DQ& 6>A * 5 5 "Üsküdar’da ya amak kolaydır, ama Üsküdarlı olmak her babayi idin harcı de ildir" Bu ifâdelerle bitiyor Ahmed Yüksel Özemre Hoca’nın Üsküdar, Ah Üsküdar! isimli kitabı. 1976-1996 arası tam yirmi yıl Üsküdar’da ya amı biri olarak "Acaba ben gerçek bir Üsküdarlı olabilmi miyim?" suâliyle me gûl bir hâlet içinde yine Üsküdar sokaklarını ar ınlıyorum. Altı yıllık "Üsküdar tahassürüm" bu kez farklı abanıyor üzerime. stanbul’un Avrupa yakasına geçi te zaman zaman Üsküdar iskelesi tarîki ile vapur yolculu u yapmaktan â inâ bir tad aldı ımı itiraf etmeliyim. imdi "kar ı"ya geçmek için de il, Üsküdar’ı yeniden ya amak, yüre imde hissetmek, tekrar teneffüs etmek, gönül ehli hakikî bir Üsküdarlı ile; üstâd Ahmed Yüksel Özemre ile uzun ve derinlikli bir musâhabede bulunmak üzere Üsküdar’dayım. Arabamı ço u zamanki gibi tanıdık bir mekâna "Tephirhane Soka ı"nın üst kö esindeki duvar dibine park ediyorum. Ötedenberi dikkatimi celbeden bu sokak adına Ahmed Yüksel Hoca’nın Geçmi Zaman Olur Ki ... isimli otobiyografik eserinde de rastlamam merâkımı bir kat daha arttırmı t: Hoca’nın dedesi Ahmed Refik Bey Tebhîrhâne Müdürlü ü görevinde bulunmu tu. Sokak adındaki "tephir"in "tebhîr", onun da buharla ma demek oldu unu ilk bakı ta anlamı tım, ama "Tebhîrhâne"nin ne i e yaradı ını, nasıl bir fonksiyon icrâ etti ini henüz çözebilmi de ildim. Artık Ahmed Hoca’nın çalı ma odasındayım; tebhîrhâne dâhil, kendisinden sorup ö renece im çok ey var: Üç asır gerilere uzanan soya acı, Münib Pa a Konaı’nda geçen çocukluk yılları, Galatasaray Lisesi’nden Fen Fakültesi’ne, oradan da Fransa’ya uzanan e itim hayatı, aldı ı Osmanlı terbiyesi, ilmî ki ili i, Üsküdarlılık misyonu, ünlü Attâr Dükkânı, buranın mânevî ikliminden tevârüsen devraldı ı islâmî duyarlılı ı, kitapları, hâtıraları, tanıdıkları, atomdan çektikleri... Sohbete Hoca’nın aile eceresinden ba lıyoruz. Tesbit edebildikleri en eski ataları E inli Genç Halil A a Osmanlı Saray’ında silâhtara alı ı, kapıcıba ılık ve ba bâkîlik görevlerinde bulunmu . O lu Turunç Mustafa Galata a alı ı, onun o lu Mehmet Emin Efendi ise Sultan Abdülmecid’in çuhadarba ılı ını yapmı . Ahmed Yüksel Hoca’nın ahfâdının ço u Enderûn’dan yeti mi . Nihâyet Hoca’nın dedesi Ahmed Refik Bey’e, oradan da merhûm ve ma fûr pederi Mehmed Nurûll h Bey’e kadar geliyoruz. ûrây-ı Devlet âzâlı ından mollalı a kadar çe itli görevlerde bulunan atalarının hepsinden rahmetle söz ediyor, dualar gönderiyoruz. Köklü aile gelene inin Ahmed Hoca’nın ahsında ekillenen izlerini mü âhede etmekte güçlük 160 Umran dergisinin Ocak 2002 târihli 101. sayısı, s. 94-98’den. 137 çekmiyorum: Saray âdâbı ve konak terbiyesinin konu ma uslûbuna yansıyan letâfet ve fesâhati, aile asâletinin ili ki biçimine ve davranı tarzına sinmi incelikleri ile gönül ehli bir âlim, bir bilge zât ... Çerkez asâletinin zarâfet ve nezâhetinin müstesnâ temsilcilerinden muhterem zevceleri Gülsen Hanımefendinin lûtfettikleri nefis çay-pasta e li inde sohbetimizi sürdürürken, kısa fâsıladan yararlanıp Tebhîrhâne merâkımı gideriyorum: Haydarpaa’ya gelen yolcuların ya da salgın hastalık dönemlerinde hastaların üst-ba larının, e yâlarının dezenfekte edildi i dezenfeksiyon merkezi imi . Dezenfekte i lemi, ilgili kimyâsal madde buharla tırılarak (tebhîr) gerçekle tirildi i için buraya Tebhîrhâne denmi . Binâ imdi Üsküdar Belediyesi’nin veterinerlik i lerine tahsis edilmi . Kelime ve kavramlar konusundaki hassasiyeti örnek alınması gereken Ahmed Hoca, soka ın adının "Tephirhane"yazılmasına hayıflanıyor. Son seçimlerde kendisine gelen seçim kartında soka ın adı "tedbirhane"ye dönü mü ... Gülüyoruz) Münib Pa a Kona ı’nda geçen günlerini soruyorum. Derin bir nefes alarak gözlerini bir noktaya sâbitliyor ve ba lıyor anlatmaya: Rahmetli babaannesinin konaktaki belirleyici otoritesi, rahmetli vâlidesiyle aralarındaki ince ve lâtif ili kiler, konak âdâbı, merhûm pederlerinin dönü saati... - Ak ama do ru, kona ın cumbasından a abeyimle birlikte soka a bakar, babamın gelmesini beklerdik. Kö eyi döner dönmez hemen a a ı iner, kapıyı açar, elindeki paketleri alırdık. E ilip ayakkabısını çözer, terliklerini verir, sonra elini öperdik. Babam elini-yüzünü yıkayıp üstünü de i inceye kadar annem sofrayı kurmu olurdu... Ahmed Yüksel Hoca, kona a gelen herkesin, hangi idrâk seviyesinde olursa olsun, aynı hürmet ve saygıyla kar ılandı ını da ekliyor sözlerine. Sonra hâfız-ı Kur’ân olan muhterem pederleri Nûrull h Bey’ anlatıyor: Sâhil boyunda ya da sokakta, yolda yürürken bile sessizce Kur’ân hatmetti i için sorularına geç cevap veri ini, herkese merhametle muamele edi ini, ki ili ini, fazîletini..."Merhamet" kavramının altını çiziyoruz birlikte; Kur’ân’ın "hakkı ve sabrı tavsiye"ye ilâveten "merhamet"i de tavsiye etti ini hatırlıyoruz: -Sâdece konakta de il, sokakta da merhamet vardı, diyor Ahmed Hoca ve devam ediyor: Tüm Üsküdar merhameti ya ıyordu. Üsküdar âdetâ bir merhamet ehri idi. Bana "Üsküdar’ın ve Üsküdarlının en bâriz vasfı nedir?"diye sorulsa, "sehâvet" derim. Üsküdarlılar, ceplerinde dâima bozuk para bulundururlardı; fakîre, fukarâya, meczûbîne vermek üzere. Söz meczûbîn taifesine gelince, o yıllarda tanıdı ı bâzı meczubları hatırlıyor: Ardarda hanımını ve civân gibi o lunu kaybedip tecennün eden Dârülbedâyi mensûbu hâfız Deli ükrü Bey’den söz ediyor: 138 - Her haftanın belli bir günü ak ama do ru bize u rardı. O gelmeden babaannem veyâ annem harçlı ını takvim yapra ına sararak hazırlar, bana verir, ben de ko arak kendisine uzatırdım. Kapıyı açtı ımda kendisine hörmet gösterir, hâlini hatırını sorar, sonra da " ükrü Bey amca, annem bunu size takdîm etmemi emretti" diyerek parayı verirdim. O da "Vâlidenize hörmetlerimi iblâ edin, büyük vâlidenizin ellerinden öperim, babanıza da selâmımı söyleyin lûtfen" der dua ederek ayrılırdı. Ezcümle, konak hayâtının kendisine "hörmeti, saygıyı, merhameti, sabrı ve tahammülü ö retti ini" söylüyor Hoca. Kelimeleri hassasiyetle seçiyor ve yine bir inceli e dikkati çekiyor: "Tahammül" ile "ho görü"nün çok farklı oldu unu vurgulayarak slâm ahlâkının "ho görü ahlâkına" indirgenemeyece ini ihtar ediyor. Ho görü adına bâzı yanlı fikirleri asl ho kar ılayamıyaca ını belirttikten sonra ses tonunu biraz te dîd ederek "Ben merhametliyim, adâletliyim, sabırlıyım, tahammül sâhibiyim; ama asl ho görülü de ilim" diyor. Sohbetimiz merhamet ekseninde sürer de eski stanbul hayâtında merhametin simgesi hâline elen "fukarâ ta ı"ndan söz edilmez mi? Hoca’ya fukarâ ta ının anlamını soruyorum: - Fukarâ ta ı sâdece merhameti de il, aynı zamanda hörmeti de simgeliyordu. Neye hörmet? Onların fukarâ-i sâbirîn olmalarına, el açıp dilenmemelerine hörmet. Ve inceli i simgeliyordu: Yatsı namazından çıkanlar gece karanlı ında fukarâ ta ına bozuk paralarını bırakırlar; herkes gittikten sonra ihtiyâcı olanlar gelir, sıraya girerek ekmek paralarını alır giderlerdi; kimse ihtiyâcından fazlasını almazdı. Büyüklerimizin anlattı ına göre, sabahleyein fukarâ ta ında hâlâ para kaldı ı olurmu ... (Bu arada Hocâ’nın Üsküdar, Ah Üsküdar!’da anlattı ı Do ancılar Caddesi’ndeki son fukarâ ta ını, yıkıma hazırlanan eski evin bahçesinde buldu umu ve güç belâ resmini çekti imi hatırlatıyorum; ziyâdesiyle memnûn ve mesrûr oluyor.) Nihâyet ünlü Attâr Dükkânı’na geliyoruz: Hacıların, hocaların, hâfızların, me âyihin, yüksek rütbeli memurînin, sanatkârların, âirlerin, mûsıkî inasların ... u radı ı bir dergâh, kendi ifâdesiyle bir akademi burası. Bu akademide özellikle me âyihin yaptı ı sohbetler Ahmed Hoca’nın ibâdet hayatında önemli tesirler meydana getirmi ; hayata bakı ı de i mi , namazlarının hu ûu artmı , uzun yıllar Savm-ı Dâvud {müellif Savm-ı Dâim ve Savm-ı Dâvud demek istiyor}. Hoca hâlâ na melerinin kulaklarında çınladı ını belirtti i Üsküdar a zı ezanları ve Kur’ân tilâvetlerinin mûcidlerini o dergâhta tanımı ; hâfız Ali Üsküdarlı ve özellikle Nâfiz Hoca ... nsan rûhunun derinliklerine i leyen, kendine has ayrı bir letâfeti ve güzelli i olan Üsküdar a zı’nın son temsilcileri Kâni Karaca ve lhan Tok’u konu uyoruz ... Ahmed Hoca, merhûm pederi hâfız Nûrull h Bey’in de Üsküdar a zı ile Kur’ân okudu unu söylüyor ve bir hâtırasını naklediyor: - Bir Cumâ namazını kılmak üzere Azîz Mahmûd Hüdâî’ye babamla birlikte 139 gitmi tik. Müezzin mahfilinde yanyana oturduk. "Nûrull h Bey bir Âyetü-l Kürsî lûtfeder misiniz?". O zamanlar Âyetü-l Kürsî cehren okunuyordu. Babam bir Besmele çekti; vall hilaziym bütün cemaat "Kimdir bu?" diye merakla mahfile yöneldi. Ben ömr-ü hayâtımda babamın Âyetü-l Kürsî’yi bu kadar güzel okudu unu hatırlamıyorum. Hani Fransızlar "ku unun arkısı" derler; ku u ölümünden önce çok güzel bir ses çıkarırmı ; babamın da vefâtından üç ay kadar önce – ki 76 ya ındaydı o zaman – okudu u Âyetü-l Kürsî de öyle oldu. Babasına rahmet dile imizi tekrarladıktan sonra bu çerçevede sürüp giden sohbetimiz esnâsında, Ahmed Hoca’nın hem babasından hem de Attâr Dükkânı’ndaki muhterem zevâttan kendisine intik l etti ini ö rendi im Kur’ân ve Sahîh Sünnet konusundaki hassasiyetini gündeme getiriyorum. "Din"ile "diyânet"i, hak ile bâtılı ve hurâfeleri birbirinden ayırma konusundaki dikkat ve rikkatinin temellerini soru turuyorum. öyle konu uyor: - Onbir ya ımdan bu yana hep Resûlull h’ın sahîh sünnetini aramı ımdır. Öyle hâdiselerle kar ıla tım ki, tüylerimi diken diken eden; bâtıl îtikadlar, hurâfeler ... Anladım ki, slâm’ın üzerine büyük bir tortul kütle örtülmü ... Bunları cımbızla ayıklar gibi ayıklamaya çalı tım. Söz konusu hurâfelerin slâmiyet’e özellikle uydurma hadâsler kanalıyla girdi ini gören Hoca, otuz-otuzbe yıl boyunca bu konuda eline geçen bütün kitapları okumu , ara tırmı . Kütüb-i Sitte’yi ba tan sona büyük bir merak ve sabırla okuyup bitirmi . Fransa’da bulundu u yıllarda da fizik derslerinin yanında Sorbonne Üniversitesi profesörü Henri Corbin’den hadîs dersi almı ; Kadı Said Kummî’nin 13 cildlik hadîs külliyâtını tedrîs etmi . Bu derslerin ufkunu açtı ını söyleyen Ahmed Hoca, meselenin özüne geliyor: - Kütüb-i Sitte’yi okurken bâzı eyler nazar-ı dikkatimi celbetti ve beni çok rahatsız etti. Öyle hadîsler gördüm ki hadîs demeye bin âhit lâzım. Muhakkak rivâyetleri yanlı tır; Cenâb-ı Peygamber’in öyle bir ey söylemesi mümkün de il, Kur’ân’a aykırı hadîsler gördüm; Peygamber’e peygamberlik ahlâkına bühtân eden hadîsler gördüm; anakronik hadîsler gördüm. Bu yüzden hadîsler hakkındaki tetebbûumu teorik fizik ve nükleer mühendisli e paralel olarak otuz yıl sürdürdüm. Hoca’nın bu uzun tetkik ve tetebbûu önemli bir mak leye vücûd vermi . Din, lim, Medeniyet (Dü ünceler) isimli kitabında (2002) yer alan otuz sayfalık "Hadîslerin Sıhhati" Meselesine "Objektif Bir Metodoloji"Çerçevesinde Bakı ba lıklı mak le, hadîslerin seçiminde oldukça esaslı ve muhtasar kıstaslar sunuyor. /Din, lim, Medeniyet deyince, abdestin remzî anlamlarını tasvir eden, abdesti basit bir temizlik olmanın ötesinde bir tövbe olarak ele alan mak lenin önemini de vurgulamalıyım.) Ahmed Hoca’nın hadîs konusuna ilgisi ve Corbin’den aldı ı hadîs dersi ba 140 lamındaki sohbetimiz Louis Massignon’a, V. Monteil’e, Maxime Rodinson’a, Louis Gardet’ye, Toshihiko Izutsu’ya kadar geliyor. Massignon’un Üsküdar Hacı Selim A a Kütüphânesi’nde yaptı ı ara tırmalar sırasında tanı tı ı Ahmed Remzi Bey’den {Üsküdar Mevlevîhânesi’nin son postni îni Ahmed Remzî Dede} etkilenerek müslüman oldu una dair rivâyeti soruyorum, anlatıyor: - L. Massignon bir kere Melki Kilisesi’ne ba lı bir papaz ve aynı zamanda profesör. Hallac hakkında en kapsamlı ara tırmaları yapmı . Çok enteresan, Fransız istihbârat servisinin de ajanı ... " arkiyatçılık, zâten Batı sömürgecili inin ke if kolu olarak i lev görmüyor mu?" diyerek meseleyi biraz derinle tirmek istiyorum: - Evet, ba langıçta öyleydi, diyor: Fakat slâm hakkında yaptı ı tetkiklerden öylesine etkileniyor ki, Ahmed Remzi Bey’e cüppesini çıkarıp müslümanlı ını ilân etmek istedi ini söylüyor. Remzi Bey diyor ki "Sen zâten {fıtraten} müslümansın; bu kıyâfetinle kalırsan slâm’a daha çok hizmet edersin. Abdübâkıy Gölpınarlı da L. Massignon’un müslüman oldu unu çok yakın bir dostuna söylemi . Yine, Massignon’un talebesi D. Masson’un Fransızca’ya Kur’ân çevirisi bir tercüme nâmûsu. Hoca ba ta Izutsu oldu u hâlde, bu müste riklerin ço unun gizli müslüman oldu u kanaatinde. Zîra, slâmiyet’i fenomenolojik olarak içeriden ve objektif biçimde tetkik eden bir âlimin slâm’ı kabûl etmekten ba ka ansı yok. Müste rikler ve eserleri etrâfında devâm eden sohbetimiz, Hoca’nın Türkçe’ye çevirisini {ve yorumunu} yaptı ı Toma’ta Göre ncîl ya da Hz sâ’nın 114 Hadîsi’ne, oradan Fransa hâtıralarına, üniversite ve Galatasaray yıllarına kadar dönüp dola ıyor. Galatasaray Lisesi’nde aldı ı e itimin kendisine hür dü ünmeyi, ö renme a kını, ilim nâmûsunu, hiçbir eyi ara tırıp kritik etmeden kabûl etmemeyi, hattâ dine ba lılı ı ö retmi oldu unu; oradan aldı ı e itimle üniversiteyi ikibuçuk yılda bitirmi oldu unu anlatıyor. Hoca’yla konu acak o kadar çok ey var ki ... Üniversite yıllarında faydalandı ı bilim adamları (matematikçi Câhit Arf, Fâhir Yeniçay, Fezâ Gürsey ve daha niceleri...), 1958’de Fransa Nükleer Bilimler ve Teknoloji Enstitüsü’nden Türkiye’nin ilk atom mühendisi olarak mezun olu u, "atomdan çektikleri", Çekmece Nükleer Ara tırma ve E itim Merkezi müdürlü ü, NATO Bilim Komitesi’nde Türkiye’yi temsil edi i, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu ba kanlı ı, o yıllarda ya anan Çernobil olayı sırasında medya saldırısına ve dezinformasyonuna ra men bilim adamı nâmûsundan tâviz vermeyi i, Dünyâ petrol kartellerinin nükleer enerji santrallerini engellemeye yönelik çabaları ... Ve kendisini sürekli okumaya sevkeden merak tutkusu, ilim a kı, Temmuz 2000’deki kalp rahatsızlı ına kadarki 47 yıllık zaman zarfında geceleri sâdece iki buçuk saat uyku ile yetinerek sürdürdü ü tetkikleri ... Sonuçta ortaya Teorik Fizik ve Nükleer Mühendislik ile ilgili 12 cild telif ders kitabı ve 11 cild ilmî eser çevirisi defalarca basılarak hâlâ üniversitelerimizde okutuluyor. Ayrıca 141 limde Demokrasi Olmaz!, slâm’da Aklın önemi ve Sınırı, Aklın Yolu limdir, Gel de Çık in çinden, Portreler Hâtıralar..., Ah u Atom’dan Neler Çektim!, Muhabbet ve Mücâdele Mektupları çe itli alanlardaki telif eserlerinden bir kısmı. Üsküdar’da Bir Attâr Dükkânı isimli eseri hâtırat dalında; Toshihiko Izutsu’dan çevirdi i bn Arabî’nin Fusûs’undaki Anahtar-Kavramlar ise çeviri dalında Türkiye Yazarlar Birli i ödülü kazandı. Mehmet Âkif, n irâh Sûresi’nin 7. âyetine u anlamı verir: "Mücâhedenin birini bitirdi inde di erine atıl" slâm ve fikir yolunda mücâhedesini kesintisiz olarak sürdüren, bir gözünden geçirdi i 16 ameliyata ra men cehd-ü gayretini elden bırakmıyan Ahmed Yüksel Özemre Hoca’ya Cenâb-ı Hakk’dan sıhhat, âfiyet ve in irâh temenni ediyorum. All h ömrünü tezyîd eylesin. *** 142 . ! # 4 4DQD # G A3 Oyunun adı, 'Bilimin islâmîle tirilmesi'... Aktörleri, Batı’lı politika ve strateji ustalarıyla bunların Müslüman dünyadan avladıkları hurâfe ve sahte din meddahları. Oyunun esâsı u: Müslümanlar bilim üretmeyecekler, üretim sadece ve sadece Batılıların olacak, ama Müslümanlar üretilen bu bilimi 'islâmîle tirecekler' (!) Oyun veyâ rezâlet, ne derseniz, i te bu... imdi, ayrıntıya girelim: Son yıllarda, Müslümanları büyük bir beyin zaafına ve bilim dü manlı ına götürecek çok sinsi bir tuzak tezgâhlandı ve bu tuza ın slâm dünyasının orasınaburasına yerle tirilmesi için de bir ranlı profesör kullanıldı. Adının ba ında, ran'da her devirde çok bol rastlanan 'seyyid' ünvanı da bulunan bir zat; Prof. Dr. Hüseyin Nasr... Nasr, 'bilimin islâmîle tirilmesi' diye anılan bir i di le tirme hareketinin slâm'a sızdırılmasında araç olarak kullanılıyor. Oryantalist Peter Heine'ı dinleyelim: ' slâm dünyasında bilimin islâmîle tirilmesi için büyük gayret harcanmakta, bu, her geçen gün daha da popüler olmaktadır.' NSANLIK GÖREV Alman Oryantalistin Müslüman dünya için duydu u u sevinç (!) sizin de gözlerinizi ya artmıyor mu? Peter Heine'yi bir kenara koyalım. O, akıllı ve uyanık bir Hıristiyan ve ne yaptı ını çok iyi bilen bir Alman... Biz, bizim Seyyidimize, Hüseyin Nasr'a gelelim. Hüseyin Nasr'a göre, bilimin islâmîle tirilmesi, 'bilimi ruhanîle tirmek'mi ... All h, All h! Anla ılır ey de il! Bu da nereden çıktı? Bizim, Kur’ân'dan ö rendi imize göre, bilim bizâtihî ruhanîdir, çünkü bizâtihî ilahîdir. lim, All h'ın zatî sıfatlarından biridir. Onun vatanı, rengi, deseni, dini olmaz. E er maksat bilimin kullanımında etik de erleri egemen kılmaksa bunun adı, bilimin islâmîle tirilmesi de il, bilimin kullanımını ahlakîle tirmektir. Bu ahlakîle tirme, sâdece Müslümanların de il, tüm insanların görevi olmalıdır. Tabiî ki Batı161 Star gazetesinin 23.02 2003 târihli nüshasından. 143 lıların da... Hâl böyle iken ne hikmetse oryantalistlerimiz bilimi kendi ülkelerinde sadece 'bilim' olarak yaratıp yaygınla tırırken, Müslümanlara islâmî-le tirilmi bilim öneriyorlar. Ve ngilizcesi çok kuvvetli Seyyidimiz bu öneriye övgüler döktürüyor. MERTÇE SÖYLEY N imdi, aklı ba ında, basîreti kalbinde tüm Müslümanlar u soruyu soruyor: "Bilimin islâmîle mesi öyle önemli ve yaratıcı ise neden bilim Müslümanlarda yok da Batı'da var? Batılılar, bilimin islâmîle mesini bir de er olarak görüyorlarsa onlar neden ellerindeki bilimi islâmîle tirmiyorlar?" Oyun, çocukların bile fark edece i kadar açıktır: Müslüman dünya, dinin saygınlı ı bir çalı gibi aya ına dolandırılmak sûretiyle bilim üretme kapasitesine ula maktan alıkonuyor. Müslüman dünya ile alay ediliyor. Türkiye'ye 'gıcık' olmalarının nedeni, bu alay edi leri yutmaması, yâhut beklenen ölçüde yutmama-sıdır. Bilimin islâmîle tirilmesiymi ! Bizi be yüz yıl öncesinin küflü medrese odalarına kapatıp perî an etmek istedi inizi mertçe söylesenize!... HEDEF: YIKIM Bilimin islâmîle tirilmesi sözü bile Kur’ân dı ıdır. Ama bu sözü Hüseyin Nasr'a reddettiremezsiniz. Çünkü ondaki çok iyi ngilizce bilen ama hurâfeden âzât olamayan kafa, slâm'ın dealleri ve Realiteleri ( deals and Realities of Islam) adlı eserinde unu bile diyebilmi tir: " slâmî bir kurum olan çok evlilik, Kâbe'ye benzer. Bir Müslüman'ın evlenece i dört kadın, Kâbe'nin dört tarafı gibi, istikrar ve sa lamlı ı sembolize eder". ngilizce'yi çok iyi bilen ranlı seyyidin tefakkuh (dinin inceliklerini anlama) kapasitesi i te budur. Bu ve benzeri yıkım operasyonlarının Müslüman co rafyalarda yaygınla tırılması istenmektedir. Peki, bu nasıl sa lanacaktır? Kur’ân dı ı dincili i, slâm'a sadâkat anlamındaki dindarlıkla e itlemek. Bunun diplomatik-siyasal ifâdesi, hurâfe dincili ini dinin mümessili, koruyucusu, savunucusu olarak göstermek ve bu 'koruyucu' kadroya kar ı çıkanların din dı ı oldu unu yaymak. Dünyanın birçok yerinde birçok sözüm ona bilim adamı, böylesine açık bir gerçe i göremeden slâm'a büyük zararlar verecek ve esasta sömürgeci Batı zihniyeti tarafından yaratılmı bir deyimi kendilerini tanımlamak için kullanmakta ve târihin önünde e i az görülmü bir gaflet sergilemektedir. Bu gafletin açabilece i yaraya parmak basan bilim adamlarından biri de tasavvuf ara tırmalarıyla da dikkat çeken atom fizi i profesörü Ahmet Yüksel Özemre'dir. Bilimin islâmîle tirilmesi aldatmacasıyla ilgili olarak öyle yazıyor: "Bir sömürge tebaası ezikli i kompleksiyle, içinde ya adı ı slâm toplumunun bütün 144 olumsuz yanlarını ilmin 'islâmî' olmamasına ba layan marjinal bir zümre, ilimlerin islâmîle tirilmesiyle slâm toplumunun bütün sıkıntılarının giderilmi olaca ı ütopyasının propagandasını yapmaya ba lamı bulunmaktadır... Savunucularını, ilim câmiasında alay konusu yapmaktan ve yalnızlı a itmekten ba ka marifeti olmayan bu nifak unsurunun bir i e yaramayaca ı yava yava ortaya çıkmaya ba lamı tır..." SOFTACA SAPLANTI "Tabîat ilimleri kavramını ırkçı bir tutumla kâfirle mek ilân eder, tabîat ilimlerini islâmîle tirmek gibi bir harekete kalkı ırsanız, ve hele hele fizikle me gûl olan Müslüman ilim adamlarına saldırırsanız kendinize de temsil etti inizi sandı ınız topluma da hattâ ümmete de pek çok söz getirir ve eninde sonunda kaçınılmaz bir biçimde, ilim üretemeden marjinal ve ezik kalma a mahkûm olursunuz... Cenâb-ı Peygamber, ' lim Çin'de de olsa gidin, alın!' derken ilmin islâmîle tirilmesine hiç de i aret etmemi tir..." " lmin islâmîle tirilmesi projesi temkin ve teennîden uzak, bozgunculu a müsait bir heves ve softaca bir saplantıdır. Ayrıca, bu konuda yazı yazanların ilimle alâkası yoktur..."(Özemre; Kur’ân-ı Kerim ve Tabiat limleri, s. 16). *** 145 # U 4 DQ% A 73 ,+ .5 = -+ +/*, >3 ; 3 +3 *+,- /=; , ,+ ,U3 , ==363 3 +; ,8 G + F > >,23+,> , 63= @; > ; =, >3 ; 33*,>, ; ,8 +,; 3> F ; A # ; ,+ ,U3 *,<3 +33 63 ,B ,238= ? /63 =3 G 3 3 237 3 ; ,>,=, -,3+>, 6 G 7, /=3, G+<3 A= > 6AA ,+ ,U3DPRJ > = >2 DE W&+U 3 =. -; 3 ; ,; 3 /=; ,= - + ,F = A*@@= + > XXX lk atom mühendisimiz olan Ahmet Yüksel Özemre’yi kamuoyuna tanıtan maalesef birikimi ve çalı maları de il, kimi çevrelerin medya aracılı ıyla attı ı iftirâlar oldu. Nükleer enerji ile ilgili hem bilimsel hem de idârî pekçok görevde yar alan Özemre, aynı zamanda teorik fizi e, epistemolojiye ve tasavvufa da merak kelimesiyle izah edilemeyecek yo unlukta ilgi duyan ve çalı malar yapan bir ki i. 61 ö rencisinin imdi profesör olup kendi çalı malarının fersah fersah ötesinde bilimsel eserlere imzâ atmı olmasıyla övünen Özemre, ailesinin 280 yıldır ya adı ı Üsküdar’da do du u kö kün yerinde yükselen apartımanın bir dairesinde mütevâzî hayatını sürdürüyor. Ahmet Yüksel Özemre 3 Nisan 1934 Çar amna sabahı 04.30‘da, babaannesinin babası Münîb Pa a’nın satın aldı ı konakta do du. Babası Üsküdar Kur’ân Tilâvet ekolünün en son ahsiyetlerinden Hâfız Mehmet Nûrull k Bey olan Özemre’nin annesi Pâkize hanım. Henüz 40 bin nüfuslu olan ve Osmanlı’dan tevârüs eden kültürel dokusunun bozulmadı ı yıllarda Üsküdar’ın herbiri " ahsiyet" olan insanların arasında, a abeyi Mazhar Bey ile birlikte büyüyen Özemre, Ayazma 21. lkokul’un ardından a abeyi gibi Galatasaray Lisesi’ne kaydolur. Özemre mesle ine küçük ya ta karar verir ve ailesinin de te viki ile uzun yıllar sürecek zahmetli bir maratona ba lar. "Ailem beni okumaya çok te vik etti. Annem bana o zamanlar yayınlanan Yavrutürk dergisinin 64 sayfalık Edison özel sayısını okuyunca ona Ben mûcid olaca ım dedim. lkokulu bitirmeden Hayat Ansiklopedisi ile Çocuk Ansiklopedisi’ni tamâmen bitirmi tim. 7. sınıfta fizikçi olmaya, 8. sınıfta teorik fizikçi olmaya karar verdim". Hem akademik hem de bürokratik olarak üst düzey görevler alan Özemre, babasının nasihatına her zaman uymasa da hep aklında tu162 Suavi Kemal Yazgıç’ın Gerçek Hayat dergisinin 08.06.2001 târihli nüshasındaki "Portre" ba lıklı kö esinden. 146 tar. "Rahmetli pederin bana vasiyeti vardır: ‘Evlâdım tâlib olma, teklifi de reddetme!’derdi. 43 tâne i e girip çıktım; fakat bunlardan sâdece üniversite ö retim üyeliine kendim tâlib oldum. Onun ötesinde hiçbir i e kendim tâlib olmadım. Daima i gelip beni buldu. Hiçbir i e tâlib olmadım ama pekçok i leri de reddettim". Önce Yüksek Lisans Sonra Üniversite Galatasaray Lisesi’nde imdi hepsini hayrla yâd etti i hocalarından aldı ı e itimin neticesinde plânladı ı gibi stanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’ne giren Özemre, lisans e itimini rekor bir sürede 2,5 yılda tamamlar. Ancak dersler bittikten sonra, diplomasını alabilmesi için "bir mevzuat garâbeti" yüzünden beklemesi gereken bir 1,5 yıl süre daha vardır. Normalde âtıl geçecek olan bu dönemde evlendi i sınıf arkada ı da olan ilk e i Kâmuran Hanım Fransa’dan bir burs kazanınca o da ba ka bir bursla "Fransa Nükleer Bilimler ve Teknoloji Millî Enstitüsü"nde Atom Mühendisli i e itimine ba lar ve böylece Master’ını stanbul’daki Üniversite’den diplomasını alaca ı 1958 Ekim’inden önceki Temmuz ayında tamamlar. Mühendis olması aynı zamanda annesinin Özemre’den ricâsıdır. Özemre’nin Türkiye’nin ilk atom mühendisi olması ona pekçok sorumluluk yükler. 1960’lardan sonra bu yük iyice artar. Nükleer teknolojiyle ilgili pekçok bilimsel ve idârî görevi üstlenen Özemre 1985-1987 yılları arasında 26,5 ay Türkiye Türkiye Atom Enerjisi Kurumu ve Atom Enerkisi Komisyonu Ba kanı olarak görev yaparken Çernobil Kazâsı ya anır ve politik basîretsizlikler yüzünden bütün çalı anlarıyla zan altına alınan kurumun ba ında olması, onu bir anda nefret oda ı hâline getirir. O dönemde ya anan kaosta, tıpkı yakın târihte herkesin deprem ve ekonomi uzmanı kesilmesine benzer bir ekilde "radyasyon ve nükleer enerji uzmanlarının" ânîden bolla masının da payı vardır. O dönem hâtıralarını 1993’de çıkan Türkiye’nin Çernobil Çilesi ve henüz yayıncısını bekleyen Ah, u Atom’dan Neler Çektim!163 adlı iki kitap hâlinde te’lif eden Özemre özellikle 1992-1993’te siyâsî sebeplerle tekrar gündeme gelmesiyle Çernobil kazâsının onu ve ailesini nasıl etkiledi ini öyle özetliyor: "Hakkımda cumhûriyet savcılıklarına 400 küsur suç duyurusunda bulunuldu. Sanki tek merkezden çıkmı casına yazılan bu suç duyurularının her birinde hakkımda 40 yıl hapis ve 40 milyar lira para164 cezâsı öngören ba vurulardı. Bunların hepsinden aklandım. Bu yetmedi, gazeteler beni defalarca vatan haini ilân ettiler. TBMM’nde hakkımda bir ara tırma komisyonu kuruldu. 9,5 ay çalı tı. Ben, TAEK çalı anları ve zamanın hükûmeti ibrâ oldu. Gâziosmanpa a’da 1600-1800 ki inin katıldı ı bir gösteride samandan kuklamı yaktılar. Taksim ve Kadıköy meydanlarına ‘Çocuklarımızı lösemili yapan Ahmet Yüksel Özemre’ye ölüm!’ diye pankart astılar. E im ve kızım çok 163 400 sayfa hacmında bir eser olarak stanbul’da Pınar Yayınları tarafından Mayıs 2002’de yayınlan-mı tır. 164 ubat 1993 ba ında 1$ = 8858,50 TL râyiciyle tam 4.515.437,-$ ya da ubat 2003 râyiciyle 7.382.739.495.000,-TL! 147 ızdırab çekti. 4-5 sene sonra kızımı kaçırmak isteyen gruplar oldu unu ö rendim. Benden saklamı lar". Takunyalı Komünist Do rulardan tâviz vermemesi Özemre’yi hem sa hem de sol çevrelerce "istenmeyen adam" ilân edilmesine yeter. Nitekim Özemre, Özal’ın kalp ameliyatı için Houston’a gitti i zaman gerçekle tirilmesine fırsat bulunan bir komplo neticesinde 627 kadroluk Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nda 400 komünisti koruyan gizli bir komünist olarak azledilir. Bu garâbetin bir benzeri daha sonra da TÜB TAK’ta ya anacaktır. "1988 senesinde Ege Üniversitesi Fen Fakültesi, teorik fizi e ve nükleer mühendisli e yaptıım e itim hizmetlerinden dolayı TÜB TAK’a bana hizmet ödülü verilmesi için gıyâbımda teklif götürüyor. O zaman TÜB TAK’ta bulunan zihniyet ‘Bu takunyalı herife böyle bir ödül verilmez’ diyerek konunun alt komisyonda tartı ılmasına bile engel oluyor. Ertesi sene tamâmen kar ı dü üncede bir zihniyet ise aynı teklife ‘bu komüniste ödül verilmez’ diye reddetti. Bunları ibretle ve hayretle seyrediyorum". Ahmet Yüksel Özemre ya adı ı sa lık sorunlarıyla bir çe it pratisyen hekime döndü ünü söylüyor. "Geçirdi im 23 ameliyat165, 3 kanser166, 3 hepatit ve daha bir sürü hastalık dolayısıyla tıbla ilgilendim. Sâdece gözümden 51 gün içinde 13 ameliyat geçirdim ve birkaç ay içinde de yine gözümden ameliyat olmak üzereyim167. Tek gözle 3 kitap yazdım; dördüncüsünün de tercümesini yapıyorum168" diyen Özemre’ye sa lık ve âfiyet diliyoruz. *** 165 166 167 168 ubat 2003’de bu sayı yirmidokuza eri mi ti. (N. .) ubat 2003’de bu sayı dörde eri mi ti. (N. .) ubat 2003’de bu sayı onaltıya eri mi ti ve Prof. Özemre 17. sini beklemekteydi. Prof. Özemre’ni tek gözle yayınladı ı kitapların sayısı Aralık 2003’de onüçe eri mi ti. 148 5 @ ,+ 4 DQP 3H3 + 5 ),; ,,B 3 0 "Matematik Fizik"te, "Atom Fizi i"nde, "Kar ıla tırmalı Dinler Târihi"nde, "Tefsîr"de, "Tasavvuf"da, "Din ile Bilim Felsefeleri" ve "Hristiyanlı ın Do u Kiliseleri" alanında e ustalıkla at ko turma donanımı ile gücü Özemre’nin tabîatındadır; yâni, onun müktesebâtı ârızî yâhut "yama" de ildir. Ahmet Yüksel Bey bunca müthi bir müktesebâtı edinirken ö renim-ö retim-inceleme-ara tırma çalı maları u runa yeme i, içme i, gezip dola ma ı, hele hele uyuma ı unutmu sayılır. All h "üstüninsan" kılaca ı ki iye azab nasîb eder. Çile çekene arma an büyüktür. Yaratılmı lık ile hayatın mânâsına vâkıf olmak. Ahmet Yüksel Bey, ba lıba ına bir "çile çetelesi"dir. Mânevî-fikrî olanları bir yana bırakalım. Geçirdi i hastalıklar ile ameliyatların sayısı ile çe idine ili kin dökümü bile akılda tutma a imkân var mıdır? Fıtratıne ek olarak katlandı ı acılar, Ahmet Yüksel Beyi, "teorik çileke lik" marazına dûçar etmeyip ya antılarından zenginlik türetip o muazzam servetini, ister devlet-toplum isterse birey düzleminde bulunsun, taleb edene bol bol arzeden hayırhah ki i kılmı tır. Ahmet Yüksel Özemre para, mal-mülk, an- öhret, ehvet ile mak m-mevki çe idinden süflî tutkulardan âzad, kelimenin tam ve yegâne mânâsıyla, iffetli, fâzıl insan örne i bir âlimdir. /= 3,# > 42A +> ) @0 Maddesiyle, mânâsıyla fevkalâde yeti mi bir Müslüman Türk’tür. Ancak çetin ve tâviz vermeyen mi'zâcı dolayısıyla çevresi onun kıymetini bilemedi ve mükemmel birikiminden Türkiye istifâde edemedi/edemiyor. ,L 39, 3 3 = A ) 3 3 =B0 9,*63 Sayın Özemre, son derece üstün nitelikli bir bilim adamımızdır. Bilim hayatında ve kamusal görevlerinde milleti için faydalı ve do ru olanları seçebilme yetene iyle tanınmı tır. Bunların dı ında sayın Özemre’nin en önemli yanı yaratılı ın kimi sırlarının kendisine bah edilmi olmasıdır. Daha da önemlisi gönül âleminden varlı ın ve rûhun kimi inceliklerini seyredebilen mümtaz bir ki ili i ve gücü oldu u kanaatindeyim. Ahmet Yüksel Özemre, Hakk’ın bilinmesi ve ya anması için her türlü yi itli i sergileyebilecek yapıda enerji ve iyilik dolu güzel bir insandır. *** 169 Suavi Kemal Yazgıç’ın Gerçek Hayat dergisinin 08.06.2001 târihli nüshasındaki "Portre" ba lıklı kö esine yapılmı olan eklenti. 149 /,3, =, ,DW& /G- A+3 AB yoluna girdik ya, gün geçmiyor ki bir kurumumuzu "masaya yatırmayalım"! (Bu ifadeyi özellikle kullanıyorum, çünkü biliyorsunuz uzun zamandır bizde âdet artık böyle; her konu ve kurumu tartı mak için illâki "masaya yatıraca ız"!) Kurumlarımızı enine boyuna tartı ma konusu yapmak tabii ki güzel bir i . Fakat acaba, bu i i ne derece ciddi, hazırlıklı, (ve hadi pek moda bir sözcükle) "sahici" yapıyoruz. Ben kendi payıma bu soruyu olumlu cevaplayamayaca ım. Bu i i (tartı ma) gerekti i gibi yapamıyoruz, çünkü zaten bu i i gerekti i gibi yapabilsek, tartı tı ımız kurumlar bu derece tartı maya açık olmazdı... (Bu son cümle "totoloji" intibaını veriyorsa da, inanın de il!) sterseniz bir örnekten hareket edelim: Mesela yakın zamanda RTÜK ya da TRT gibi kurumları tartı ır gibi yaptık. Ama dikkat edin, bu tartı malarda pek çok ikayet dile getirildi i halde, bu kurumlarla ilgili yasa ve yönetmeliklerde bu kurumların "amacının" nasıl tarif edildi ine de inen pek çıkmadı. Çok tuhaf bir "tartı ma" yöntemi de il mi? Hemen her ey konu uluyor, ama sıra söz konusu kurumların yasa ve yönetmeliklerde tarif edilmi "amaçlarına" gelince, kimseden ses çıkmıyor... Oysa "sahici" bir tartı mada bu yöntemin tam tersinin uygulanması gerekmez mi? Her eyden önce tartı ılan kurumların "amaçları" neymi diye bakılmaz mı? Bir ba ka örnek daha arayalım ve son günlerde gündemden inmeyen YÖK tartı masına gelelim. Dikkat ederseniz yine aynı yöntem; kim kimi seçecek, üniversiteyi üniversite mi, yoksa hükümet mi yönetecek; "özerklik" nasıl sa lanacak, Cumhurba kanı'nın yetkileri nasıl budanacak (...) gibi pek çok konuyu evirip çevirip tartı ma konusu yapmamıza ra men, bugüne kadar hiç kimse "Yahu her ey iyi güzel de, acaba ilgili yasa ve yönetmeliklerde üniversitenin amacı nasıl tarif ediliyor acaba?" sorusuna cevap aramayı akıl etmedi. Tabii ki yine yanlı yöntem. E er YÖK tartı ması açılacaksa, her eyden önce "devlet"in üniversiteden ne bekledi inin sorgulanmasıyla i e ba lanmaz mı? Hayır! Hangi cenahtan olursa olsunlar tartı maya katılanların bu temel soruyla ilgilendikleri yok... llâki o bitmez tükenmez meseleler: Kim kimi seçecek, seçilenler nasıl yerinden edilecek, rektör seçimlerine ö renciler de katılsın mı, eski rektörler ne olacak, vesaire.... Peki diyelim ki bir yolunu bulup idari, mali ve akademik "özerlikli i" sa ladık; ya sonrası? Bu "özerk" üniversitenin, bu özerk yüksekö retimin "amacı" ne olacak? Yoksa bütün bu "özerk" yapı, her zamanki gibi yine halen yürürlükte olan Yüksek Ö retim K nûnu'nun 4. maddesinin "a" fıkrasında yer alan 7 bendin târif etti i "amaca" mı yönelecek? 170 Yeni afak gazetesinin 22 ve 23 Temmuz 2003 târihli nüshalarında yayınlanmı tır. 150 te nihayet YÖK tartı masının merkezinde olması gereken meseleye gelmi bulunuyoruz....YÖK tartı masının (e er ciddiyse) her eyden önce cevap araması gereken soru budur. Yani her eyden önce ülkenin "üniversite" hakkında ne dü ündü ünü, nasıl bir felsefe geli tirdi inin irdelenmesi meselesi... E er "tartı ma" buradan ba lamaz ise, rahatlıkla söyleyibiliriz ki, bu da birçok benzeri gibi "bidon" bir tartı madır.... Geçen gün YÖK'e dair yayınladı ım bir yazıya ili kin olarak stanbul Üniversitesi Fen Fakültesi eski Dekanı Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre'den bir kısa mektup aldım. Özemre bu nazik mektubuna bir de yazı ili tirmi ti. Söz konusu yazı, bir önceki Milli E itim Bakanı Erkan Mumcu'ya hitaben bir "açık mektup" tarzında kaleme alınmı tı. Ben atlamı ım, yazı bir dergide de yayınlanmı . Özemre'nin ülkenin "üniversite" yapısını gözden geçiren bu yazısı çok önemli tespitlerle dolu. Tabii her eyden önce de, yazımızın ba ından beri söz etti imiz "amaç" meselesine ili kin önemli tespitler. Özemre'nin yazısında pek çok bölümü "Evet, aynen böyle!" diyerek okudum. Ve imdi de, kö emizin el verdi i ölçüde bu önemli tespitleri sizlere aktarmak istiyorum. "Üniversitelerin gayesi nedir?" ba lıklı bu yazı, üniversitelerimizdeki "deontolojik, etik ve ilmi zihniyet çöküntülerinin sebebleri arasında ilk göze çarpanlar"ı öyle sınıflamı : 1- "Üniversitelerimiz istikrarlı bir statüye kavu turulmalıdır." 2- "Üniversitelerimizde ' lim Ahlakı' ölümcül yaralar almı tır." 3- "Türkiye'de Üniversite Evrensel Hedefi'nden uzakla tırılmı tır." 4- "Üniversitelerimiz eref Pâye'lerini isâbetsiz ve keyfi da ıtmalarıyla da saygınlıklarını yitirmi lerdir." (Tüccarlara, arkıcılara, gazete sahiplerine, gazetecilere, tiyatroculara, siyasîlere, emekli askerlere, cumhurba kanlarına ve (Çavusesku misâlinde oldu u gibi) diktatörlere bol keseden da ıtılan "Doctoris Honoris Causa" pâyeleri!) 5- "Türkiye kendi bilimsel ve teknolojik potansiyelini gündemde tutacak, bu konuyu her yönüyle i leyecek, konunun önemini kamuoyuna açıklayacak yeteri kadar dü ünür ve filozoflardan yoksundur." Söyledi im gibi, Özemre'nin yazısında o kadar güzel tespitler var ki, birço unu, bu kısa kö e yazısında atlamak zorunda olmak gerçekten üzücü... Dolayısıyla bir seçim yapmak gerekti inden, ben yarınki yazıda sadece, Özemre'nin yazısında altını çizdi i "3. sebep"i etraflıca aktarmaya çalı aca ım. Ama izninizle, bu yazıdan "3. sebep" dı ında yer alan u kısa bölümü de aktarmadan yapamayaca ım. Özemre'nin ülkedeki "tüm üniversite sisteminin" halihazır durumuna ili kin tespiti öyle : "1- Emir alma, 2- A ırı merkeziyetçilik, 3- Yetkinin kötüye kullanılmasına, ve 4- Yalnızca üniversiter deontolojiye ve ahlâka de il, düpedüz ahlâka aykırı ahsi tasarruflara müsait hâle getirilmi tir." Kısmetse yarın devam edece iz.... *** 151 Dünkü yazıya bazı kurumlarımızı tartı maya açarken, "Bu kurumun yasa ve yönetmeliklerde târif edilmi amacı nedir?" sorusunu hemen her zaman unuttu umuzu hatırlatarak ba lamı tık. YÖK tartı ması da bunlar arasındaydı. YÖK (ya da daha do rusu YÖK'ü ortadan kaldırmak) konusunda pek çok önerimiz olmasına ra men, bu kurumun varlık nedeni olan yüksek ö retimin ülkemizde kendisine yasa tarafından çizilmi "amacını" konu maya yana mıyorduk. stanbul Üniversitesi Fen Fakültesi eski Dekanı Prof. Dr. Ahmed Yüksel Emre'nin, dün söz etti im yazısı i te tam da bu konuya dikkat çekiyordu. Özemre'nin "üniversitelerimizdeki deontolojik, etik ve ilmî zihniyet çöküntülerinin sebepleri arasında ilk göze çarpanlar"dan birisi olarak saydı ı "Türkiye'de Üniversite Evrensel Hedefi'nden uzakla tırılmı tır" maddesi ba lı ı altında söyledikleri, bize göre de problemin en "can alıcı" noktasını olu turuyordu. Özemre tezini o kadar güzel açıklamı ki, bugün –benim araya girmeye gerek kalmadan- bu önemli yazıdan uzun alıntılar yapmama izin verin. sterseniz önce, Özemre'nin mercek altına aldı ı Yüksek Ö retim K nûnu'nun yüksek ö retimin amacını belirleyen 4. maddesinin "a" fıkrasında yer alan 7 temel amacı oldu u gibi aktaralım: "1. Atatürk inkılabları ve ilkeleri do rultusunda Atatürk milliyetçili ine ba lı, 2. Türk milletinin millî, ahlâki, insanî, mânevi ve kültürel de erlerini ta ıyan, Türk olmanın eref ve mutlulu unu duyan, 3. Toplum yararını ki isel çıkarının üstünde tutan, aile, ülke ve millet sevgisi ile dolu. 4. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne kar ı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranı haline getiren, 5. Hür ve bilimsel dü ünce gücüne sahip, geni bir dünya görü üne sahip, insan haklarına saygılı, 6. Beden, zihin, rûhu, ahlâk ve duygu bakımından dengeli ve saygılı ekilde yeti mi , 7. lgi ve yetenekleri yönünde yurt kalkınmasına ve ihtiyaçlarına cevap verecek, aynı zamanda kendi geçim ve mutlulu unu sa layacak bir mesle in bilgi ve beceri, davranı ve genel kültürüne sahip vatanda lar olarak yeti tirmek." Görüyorsunuz; sanırsınız ki "üniversite"ye de il de, "özel tim"e ya da "ahîlie" girecek arıyorsunuz! (Bu yakı tırmalar benim, Özemre'nin yazısında geçmiyor.) Özemre'nin önümüzde duran bu "7 I ık"a (bu benzetme de benim) ciddi ele tirileri var. Bakın ne güzel açıklıyor: "Söz konusu bu 7 prensip yalnızca, 1) ailenin, ve 2) Orta Ö retim'in temin edebilece i siyasi görü ve davranı biçimleri ile, yâni Cumhuriyet'imizin resmî doktrini ile ilgili bir takım duygusal ifâdelerdir. lmî de il, siyasi doktrin retori idir; ö rencinin üniversite öncesinde aile ve Orta Ö retim'in i birli iyle kazanmı olması gereken bir takım hasletlere i âret etmektedir. Ama, aile ve Orta Ö retim çocukta bu hasletlerin olu masını o âna kadar gerçekle tirememi lerse, bunları gerçekle tirmenin Yüksek Ö retim'in ana görevi ve hedefi addedip de bu dönemde gerçekle tirilebilece ini sanmak yalnızca devrimci geçinenlere has bir safdillik ve ütopyadır." Ne güzel, profesör daha nasıl anlatsın?! (Özemre'nin bu satırlarına tek itirazım udur: Kanunda resmi çizilen "resmi doktrin"in "Orta Ö retim"e de reva görülmemesi gerekir.) 152 Özemre, önümüzdeki "7 I ık"ı incelemeye devam ediyor: "Ayrıca bu k nûn, bu maddesiyle, Türk üniversitelerinin yalnızca Türkiye vatanda larına münhasır oldu unu pe inen kabûl eden bir görgüsüzlü ü de içermektedir. Üniversite, etimolojisi gere i, evrensel bir e itim kurulu udur. Bu itibârla bünyesinde ba ka milletlere mensûb ö rencileri de barındırır. Nitekim, gerçekten de üniversitelerimizde farklı milletlere mensûb ö renciler de vardır; ama bunların Türkiye'nin siyasî doktrinine göre ve Atatürk inkılabları ve ilkeleri do rultusunda Atatürk milliyetçili ine ba lı olarak yeti melerini de bu doktrine inanmalarını da k nûn mârifetiyle zorunlu kılmayı hedef almak, tek kelimeyle abestir." Çok, çok güzel görü ler, tespitler bunlar.... Ve çok da güzel bir ders.... Etimolojisi gere i evrensel bir ö retim kurulu u olan "üniversite"yi, babalarının kurdu u "anaokulu" sananlara çok güzel bir ders... Özemre, bu "7 I ık"ı dayatmanın niçin "abes" oldu unu, üniversite hocaları ve ö rencilerinin sahip olması gereken özelliklerden hareket ederek de açıklıyor: "Ayrıca üniversite hocalarının büyük bir kısmı, mesleklerinin mâhiyeti dolayısıyla, ö rencilerinde bu türlü bir doktrini gerçekle tirecek: 1) istek, 2) inanç, 3) bilgi, 4) irâde, 5) zaman ve 6) davranı tan zâten do al olarak yoksundurlar. Öte yandan da ö rencilerin büyük bölümü kendilerine a ılanmakta olan objektif dü ünme melekesi gitgide geli tikçe her eyi yeni kazandıkları bilimsel yol-yordam ve yöntemlerin eleinden geçirdikleri bir fikri kriz döneminde bulunduklarından, zâten hemen her türlü zorâki doktrinle tirilmeye kar ı do al olarak tepki gösteren bir tutum içindedirler." Yani özetle a a ı yukarı öyle bir ey: "Hoca"sı ve "ö rencileri" ile "7 I ık"a tabîatı gere i kar ı olan "üniversite"de bu zor i i (e er YÖK Ba kanı bizzat üstlenmeyecekse!) kim ba aracak?! Özemre'nin çok güzel açıkladı ı gibi, üniversiteye bir takım kafadan atma "millî" amaçlar dayatmak, her eyden önce bu kurumun etimolojisine aykırıdır... Ve bütün "medenî" memleketlerde oldu u gibi, ülkemizdeki üniversite de ancak "evrensel"e yöneldi i ölçüde bu sıfatı hakedecektir. sterseniz bu yazıyı, Özemre'nin Yüksek Ö retim'in dünyadaki hedeflerine ili kin u hatırlatmasıyla bitirelim: "Ö renicinin: 1. Objektif ve rasyonel olarak dü ünmesini bir davranı biçimi haline getirmesini, 2. Bunun için gerekli yöntemleri ve alı kanlıkları kazanmasanı, 3. Yalnızca gerçe i: A) ara tırmasanı, B) ke f etmesini, C) beyân etmesini, ve 4. Kendi hatâlarını; A) te his. B) tesbit, C) temyiz ve Ç) kabûl edecek olgunlu a ula masını, emsalsiz bir fazîlet mertebesine yükseltmektir." te böyle.... Her i gibi "üniversite" meselesi de zor bir i ... Hükümetten dileimiz en ba ta u "7 I ık" meselesine bir açıklık getirmesi de il mi? *** 153 *<Y Y ; A=;A3 +,; MY ; *Z ; <: [ *+,\ A= ; ,\ ,+ , Sayın Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre'nin kamuoyu tarafından nasıl çeli kili bir biçimde algılandı ı hakkında iyi bir örnek olmak üzere en son yukarıdaki web sitesine kendilerine uygun gördükleri takma isimlerle katılanların Hoca hakkındaki kanaatlerini, imlâ hatâlarını ve yalnızca imlâ hatâlarını düzelttikten sonra, a a ıda takdîm ediyoruz: 1. Türkiye'de Atom Fizi i ile me gul olan öncülerden. Galatasaray Lisesi ve stanbul fizi i bitirdi171. Ardından Fransa'da doktora yaptı172. Son yıllarda hâtırat türünde yazdı ı eserlerle gündeme geldi. (bkz: Üsküdar'da Bir Attâr Dükkânı) (pascal, 22.01.2003 14:58) 2. Toma'ya Göre ncîl ya da Hz. sâ'nın 114 Hadîsi isimli dünyada e ine az rastlanacak bir ara tırma ve hikmet kitabının yazarı ki i. (ars, 07.02.2003 19:25 ~ 01.04.2003 20:12) 3. Toshihiko zutsu'nun bn Arabî'nin Fusûs'undaki Anahtar-Kavramlar adlı eserinin son derece ba arılı çevirmeni fizikçi olmasiyla da ayriyeten saygı uyandıran dâhî insan. (seteney, 16.05.2003 03:34 ~ 03:35) 4. TÜB TAK ve bazı uluslararası bilim cemiyetlerinde önemli görevlerde bulunmu . Bir dönem TAEK'in müdürlü ünü de üstlenmi olan güzîde dehâmız. (dundick, 08.06.2003 13:53) 5. (bkz: ilimde demokrasi olmaz) (dundick, 08.06.2003 13:54) 6. Tam bir sofudur. Nûr cemaatine üyedir173. Kitaplarını yazmaya All h'ın adıyla ba lar, yakararak bitirir. stanbul Üniversitesi basımhânelerinden çıkan en ünlü eseri Ça da Fizi e Giri 'tir (mecbûrî ders olarak okutulur). Yanında bir de Osmanlıca-Türkçe sözlük bulundurularak okunması gereken bir kitaptır. ehsuvar Zebitay onun bayra ını devr almı 174, aynı sofulukla aynı dersleri vermektedir. (nausean, 10.11.2003 21:47) 171 " stanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik-Fizik Bölümü" denilmek isteniyor. "Fransa'da Fransa Nükleer Bilimler ve Teknoloji Millî Enstitüsü'nde Atom Mühendisli i tahsili görerek Master yaptı" denilmek isteniyor. Hoca doktorasını hepsi de merhûm Ord.Prof.Dr. Câhit Arf (Ba kan), Prof.Dr. Fâhir Yeniçay ve Prof.Dr. Lûtfi Biran'dan olu an jüri önünde 1 ubat 1960 târihinde "Pekiyi" dereceyle vermi tir. 173 Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre ömrü boyunca hiçbir siyâsî, ideolojik ve dinî cemaate üye olmamı , sırtını Cenâb-ı Hakk'dan ba ka da kimseye dayamamı tır. Hattâ büyük bir memnûniyetle anlattı ı bir özelli i de imdiye kadar seçimlerde oy vermi oldu u partilerden hiçbirinin iktidâra gelmemi ya da iktidâr orta ı olmamı oldu udur. 174 ehsuvar Zebitay Teorik Fizik doktorasını Hoca'nın yanında yapmı tır. Hâlen Hoca'nın 3 Mart 1984'de emekliye ayrılmazdan önce ba kanı bulundu u stanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümü Matematiksel Fizik Anabilim Dalı'nın Ba kanı'dır. 172 154 A.3 63 3 3 -< @+3 /G 3 >,3 N@;DWR + ", M3 /, Bazı kitaplar su gibidir; okursunuz, kuvvet bulursunuz.; okursunuz, sıhhat ve âfiyet bulursunuz. Kâmil Mür idlerin Mîrâsı176, böyle bir kitap. Elinizden dü ürmeden a kla ve dua ile satır satır içiyorsunuz. Kitap Kâmil Mür idin Portresi adıyla daha önce yayınlanmı bir dizi sohbetin, 1998-2003 yıllarında yapılan sohbetlerle epeyice geni letilmi bir versiyonu. Sonundaki minik sözlük ve ek bölümüyle birlikte 352 sayfa. Oniki sohbetten olu uyor. Her sohbetin ba ında Ganiyy-i Muhtefî'nin nefeslerinden konuyla ilgili alıntılar yapılmı . Yıllar önce Ahmed Yüksel Özemre Beyefendinin Türkiye Yazarlar Birli i çeviri ödülü aldı ı bni Arabî'nin Fusûs'undaki Anahtar-Kavramlar tercümesini okurken, gerek dilin güzelli i gerek dipnotlardaki ilâve izahlar bana sıra dı ı bir insan buldu umu ihsâs ettirmi ti. Neticede, Ahmed Yüksel Beyefendinin kitaplarının pe ine dü mü tüm ve her kitapta bu kanaatim peki mi ti. Süzülmü , durulmu , ı ıl ı ıl cümleler okuyordunuz. Mihenk ta ları ediniyordunuz. Kâmil Mür idlerin Mîrâsı böyle güzel bir insanın meclisinde, hâzırûndan biri gibi sohbeti-muhabbeti dinliyorsunuz hissi veriyor. Necmettin ahinler Beyin her suali ve her cevap öyle âhenkli gidiyor ve öyle cümleler okuyorsunuz ki … sık sık dualar ediyorsunuz. Kendi nâmıma "sırlı insanlar"ın nazarlarına mazhar olmu müstesna bir ahsiyetin inci cümlelerinin kayda geçirilmesi kar ısında duydu um saadet, böyle kısa bir tanıtım yazısında ifâde etmekte zorlandı ım bir hâl. Ho , oynamayı bilmeyen "Yenim dar" dermi . Fakat güzel insanlar hakkında konu urken kekelemek, hattâ lâl u ebkem duruvermek bizden, ho ça bakmak onlardan… Necmettin ahinler Beyin Önsöz cümlelerini imdâda ça ıralım: Kavramların biribirine karı tı ı, sahte ile gerçe i biribirinden ayırt etmenin güçle ti i, Mevlânâ'nın "Mide ayranla, kulak yalanla dolu. Kaçıp kurtulmak için bir himmet lâzım" dedii bir zaman kesitindeProf.Dr. Ahmed Yüksel Özemre Hocamızın çizdi i Kâmil Mü sidin Portresi, aslıı arayı içinde olan rûhumuza bir Âb-ı Hayat çe mesi olmu tu. Kâmil Mür idlerin Mîrâsı'nın da aynı hizmettebulunması dile iyle, Hocamızın himmetinin dâim, hizmetinin k im olmasını Cenâb-ı Hakk'dan niyâz ediyor, bir ilim adamı olarak ülkemize hizmet etti i dönemlerde gerçek de eri anla ılamamı Hocamızın bu vesitle ile bir Merd-i Hakk olarak hakikî kıymet ve kadrinin bilinece ine içtenlikle inanıyorum. Ve son söz: Muhakkak okuyunuz, efendim. Âfiyet bulursunuz. 175 Okur Yazar dergisinin Ekim-Kasım 2004 nüshasında s. 34'de yayınlanmı tır. Ahmed Yüksel Özemre ve Necmeddin ahinler, Kâmil Mür idlerin Mîrâsı, 352 sayfa, Tima Yayınları, stamnul 2004. 176 155 5 TÜRK YE ATOM ENERJ S KURUMU DANI MA KURULU TOPLANTISINDA KURUM BA KANI Prof.Dr. Ahmed Yüksel ÖZEMRE'nin AÇI KONU MASI 15 Eylül 1986 ANKARA Türkiye Atom Enerjisi Kurum Danı ma Kurulu'nun muhterem üyeleri; Atom Enerjisi Kurumu'nun bu seneki ilk Danı ma Kurulu Toplantısını açıyorum. Te rif edip geldi iniz için te ekkürlerimi arz ederim. Danı ma Kurulumuzun bu toplantısı Türkiye'deki Nükleer Tıp Çalı malarının De erlendirilmesi'ne hasredilmi bulunmaktadır. Bu münâsebetle ricâmızı kırmayarak ve konunun önemi ile ileride bir koordinasyon gerektirebilece i esâsına dikkat ederek bu toplantıya katılmı bulunan Sa lık Bakanlı ı Müste arı Sayın Âdil Olcay Bey'e ve Yüksek Ö retim Kurulu Üyesi Sayın Prof.Dr. Selâhattin Gürtürk Bey'e de lutûflarından dolayı te ekkürlerimi alenen arz ederim. Muhterem üyeler; Türkiye Atom Enerjisi Kurumu son toplantısını bundan iki sene kadar önce yaptı. ki senedenberi acaba TAEK ne gibi faaliyet gösterdi? Bu açı konu mamda bu noktalara de inmek istiyorum. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Türkiye'de bu i le u ra an çok kıymetli beyinlerin toplandı ı çok kıymetli bir kurumdur. Bu kıymetli beyinlerin hâsıl etti i yüksek potansiyeli de erlendirebilmek için, Kurum'un kendi organizasyonunu bozmadan yeni bir ruhla te kilâtlanmaya gitmesi iki sene önce bir zarûret hâlini almı tı. 2690 sayılı k nûnumuzun öngördü ü ve ülkenin âlî menfaatlerine müteveccih tedbirler meyânında alınması gereken önlemler iki sene önce tesbit edildi; ve böylelikle TAEK'de ahsî projeler de il fakat DPT'nin tasvibinden geçmi projelere önem kazandırıldı. Bugün unu söyleyebilirim ki bu çalı malar sâyesinde 2 Ocak 1986'dan i'tibâren Kurum'da hiç bir ahsî proje bulunmamakta, bütün projeler Yönetim tarafından vaz edilmi güdümlü hâle getirilmi bulunmaktadır. Bütün projeler DPT'dan bir kod alınarak onun tasvibiyle uygulamaya konulmu tur. Bunun Kurum'un ilmî politikasında terakkî oldu unu teslim edece inizi tahmin ederim. 156 Bunun sâyesinde, Türkiye'nin a a ı yukarı otuz senelik nükleer uygulamalar târihinde, bu nükleer uygulamaları daha iyi kanalize edebilme imkânının da do mu oldu unu da söylemek isterim. TAEK'de iki senedenberi görülen bir ba ka husûs da yatırımlarımızın binâ v.s. gibi ölü yatırımlara de il, fakat özellikle diri yatırımlara yöneltilmi olmasıdır. Bir misâl vermek için u kadarını söyleyebilirim ki; bu sene buraya gelinceye kadar yani 8,5 ay zarfında 826 milyon liralık teçhizat yatırımı yapılmı tır. Bu, 650 ki ilik bir kurum için büyük bir rakamdır ve bu husûsta devletin âlicenaplı ına ve DPT'nın müzâheretine de ne kadar te ekkür edilse azdır. Böylesine önemli bir kurumun cihaz yatırımı olmaksızın geli mesi mümkün de ildir. Biraz sonra de inece imiz gibi Çernobil nükleer kazâsından sonra Kurumumuzun kamuoyunda da adı duyulmaya ve, imdiye kadar son derece mütevâzî bir ekilde hareket etmekte olan Kurum'un gerçekten de Devletin âlî menfaatlerine yönelik selâhiyetli ve dirâyetli bir Kurum olduu (bu husûsta aleyhte ne kadar ne riyat yapılırsa yapılsın) kamuoyunda Güne gibi ortaya çıkmaya ba lamı tır. Bu yatırımların ve plânlı çalı manın neticesinde kurum elemanlarında da evk ve heyecânın fevkalâde yüksek düzeye çıktı ını size teb ir etmekten büyük mutluluk duymaktayım. Özellikle Çernobil nükleer kazâsından sonra Kurum'umuzun büyük bir faaliyete giri ti ini hepiniz gazetelerden biliyorsunuz. Bunun ne kadar zor bir i oldu unu konuyla yakından ilgili olanlar da takdîr etmi lerdir. 848.000 km2 'lik bir alanın ve üzerinde ya ayan 51,5 milyon Türk insanının radyasyon sa lı ı ve güvenlii bakımından sorumlulu u k nûnla Kurum'umuza verilmi bulunmaktadır. Kurum bunun idrâki içinde bu 848.000 km2 'lik alanın taranmasını çok mahdut imkânlarla ve elemanlarının harikulade ferâgat-i nefsiyle sürdürmü tür ve sürdüregelmektedir. Kurum'umuzun 30 senelik târihinde hasbelkader târihî olarak Kurum'umuza verilmi görevler ve birçok da çözülmemi sorun bulunmaktadır. Kurum'umuz iki senedir bu çözülmemi sorunlara çözümler bulma a çalı makta ve bu arada da ilgisi dolayısıyla, fakat yetkili bir kurulu olmaması sebebiyle yakla ılmamı bazı problemlere de sâhip çıkmaktadır. Bu gibi sorunlara sâhip çıkmamız da çok basit bir yöntemle icrâ edilmektedir. Meselâ Türkiye'de 15-20 kadar yeti mi çok iyi plâzma fizikçisi ve kontrollü füzyon fizikçisi bulunmaktadır. Bunlar üniversitelerimizde tamamen da ınık ve bir nevi faaliyetsiz durmakta iken Kurum'umuz bir Millî Konvansiyon toplayarak, plâzma ve kontrollü füzyon fizi inin Türkiye içinde ne ekilde geli tirilebilece ini plânlamı tır. Kezâ aynı ekilde, nükleer konuda tedrisat yapan pek çok yüksek okul bulunmakla beraber bir Nükleer Teknisyen Okulu'nun bulunmaması kurumu tedirgin etmi ve gerek sa lık sektöründe ve gerekse millî lâboratuvarlarımıza nükleer teknisyen yeti tirmek için bu konuyla ilgili kimseleri gene bir Millî Konvansiyon hâlinde toplamak sûretiyle konuyu te rih etmi ve bunun tedbirlerini almı tır. Gene aynı ekilde bugünkü Danı ma Kurulu Toplantımızın esas maddesini te kil eden Türkiye'de Nükleer Tıp Çalı malarının De erlendirilmesikonusu 20 Mayıs 1986'da Ankara'da topladı ımız bir ba ka Millî Konvansi- 157 yon da arîz-amîk tezekkür edilmi ve konunun yılın bu ilk Danı ma Kurulu'na götürülmesi karar altına alınmı tır. Bu sene gerçekle tirece imiz son Millî Konvansiyon, hâlen TR-2 reaktörünün yanında muattal bulunan TR-1 reaktörünü iki sene sonra yeniden i letmeye açtı ımız zaman bunun civârında ne gibi nükleer tecrübeler monte edece imize dair nükleer fizikçiler arasında toplayaca ımız bir millî konvansiyondur. Böylelikle bir sene içinde TAEK, ülke çapınd, 4 Millî Konvansiyon toplamı ve bunun neticelerini en kısa yoldan pratik uygulamalara intikal ettirmi olacaktır. Kurum'da, biraz evvel de arz etmi oldu um veçhile, büyük bir bilgi birikimi ve potansiyel bulunmaktadır. Mühim olan, bu bilgi birikimini, bir beyin gücüne ve bir atâlete sebep vermeksizin verimli bir dinamik hâle dönü türmek ve bunu iyi kanalize etmektir. Sanıyorum ki son bir seneki çabalarımız gerçekten de bu beyin gücünü iyi bir ekilde kanalize etmemize sebep olacak çalı maları ortaya koyabilmi tir. Bir misâl olmak üzere Çekmece Nükleer Ara tırma ve E itim Merkezi'nde kurmakta oldu umuz ve All h nasib ederse önümüzdeki ay açaca ımız Nükleer Yakıt Pilot Tesisi'nden bahsetmek istiyorum. Çok küçük çapta bir Nükleer Yakıt Pilot Tesisi'nin in aı için 1982 senesinde bir Belçika Firması tarafından Kurum'a bir teklif verilmi tir. 1982 senesi râyicine göre 2.750.000.000,- TL'na çıkacak olan bu tesis için, Kurum'un o zamanki bütçesinin 1.450.000.000,-TL olması hasebiyle, malî imkân bulunamamı ve dolayısıyla bu proje askıda kalmı tır. 1985 senesinde bu projeyi yeniden canlandırmak üzere bu projeye gönül ba lamı olan arkada larımız Ba kanlı a müracaat ettiler. Kurum'un ÇNAEM'de, çok iyi yeti mi a a ı yukarı 20-25 ki iden olu an, hepsi de yüksek mühendis, bir tanesi doçent ve 3 tanesi de doktor olan iyi bir nükleer yakıt teknolojisi ekibi vardır. 1985 senesinin ubat ayında nükleer yakıt teknolojisindeki bu arkada larımızla beraber bu projeyi arîz-amîk gözden geçirdik. 1985 senesi râyiçlerine göre bu projenin fiyatı 4.200.000.000,- TL. tutuyordu. Firmanın teklifine göre yaptı ımız çok ince, çok detaylı tetkikatta firmanın bize teklif etti i ekilde bu projenin hem Türkiye'nin âlî menfaatlerine uymadı ı, hem komple bir proje olmadı ı, hem de bundan elde edilmesi umulan neticelerin elde edilemeyece i anla ıldı ından Nükleer Yakıt Teknolojisi Bölümü'ndeki arkada larımızla beraber bu projeyi yeni ba tan ele aldık, kendi bilgimizle, kendi bilgi birikimimizle, bunu yeni ba tan tasarımlayarak bu projeyi kendimizin yapıp yapamayaca ımızı ara tırdık. Gördük ki bu projeyi kendimiz pekâlâ yapabiliriz! Mart 1985'ten i'tibâren bu projenin kâ ıda dökülmesinden sonra Kasım 1985' ten i'tibâren de bu proje yüzdeyüz Türk eme i, Türk katkısıyla gerçekle tirildi. Öyle ümit ediyorum ki muhtemelen Ekim'in ba ında da erefle açılacak duruma gelecek. Bu projenin gerçekle tirilmesi, buna harcanan zaman zarfındaki el eme i ve bu projeye yardımcı olacak bir takım ölçü aletleri ve mesela sinterizasyon fırını gibi büyük bir aletin ithâliyle beraber bu proje bize bugün sâdece 256,5 milyon TL'ya malolmu tur. Böyle bir projenin, böylesine ucuz bir fiyata mal edilmesi Kurum'da çalı an arkada larımıza fevkalâde büyük bir evk ve uur kazandırmı tır. öyle ki, bu projede çalı an 45 kadar arkadaımız Devlete 4 milyar lira kazandırmanın zevkini, erefini, izzetini ve haysiyetini uurla ya amaktadırlar. 158 Kezâ böyle bir proje, 45 ki iyi geceli gündüzlü aynı bir mevzua kanalize etmi ve Türk insanının istedi i zaman ne kadar ba arılı olabilece ini ve kendi bilgisine itimat etmesi gerekti i uurunu da tahkîm etmi bulunmaktadır. Bu, gerçekten de iftihâr etti imiz bir projedir. Peki, acaba bu proje sâdece bir gösteri olarak mı kalacaktır? üphesiz ki hayır. Bu Kurum'un uzun vâdeli plânlarının ancak bir parçasıdır. Ümit ediyoruz ki, 1986 Ekiminde Nükleer Yakıt Pilot Tesisini i letmeye açtıktan sonra, iki sene zarfında bu tesisin, bir taraftan mikroi lemcilerle proses kontrolü husûsunda 2. bir projeyi geli tirirken, öbür taraftan da aynı zaman aralı ı içinde bu tesisin fiziksel ve kimyasal parametrelerini ekonomik bakımdan optimize ettikten sonra elde edece imiz bilgilerle Kurum, 1988 sonu veyâ 1989 ba ında, Akkuyu'da kurulması mutasavver CANDU tipi iki nükleer reaktörün bir senelik nükleer yakıtını imâl edebilecek endüstriyel bir fabrikanın tam ölçekte dizaynını yapabilecek bir ekip geli tirmi olacaktır. çimizde bazı arkada lar belki bunun biraz ütopik, belki de biraz uzun vâdeli oldu unu söyleyecekler. u kadarını alenen ifâde etmek isterim ki, Çin'e dahî gitmek için ilk bir adımın atılması gereklidir. Bu, i te böyle bir birinci adımdır ve muhakkak sûrette atılması gereken bir adımdır. Maalesef Türkiye'de özellikle bürokrat ve teknokrat kesiminde daima fla , daima çabuk ve kalıcı, hatırlatıcı çözümlere gidilmek bir âdet hâline gelmi tir. Bunun neticesi olarak da Türkiye'de en kolay eser vermek binâ in a ettirmektir. Binâ yaptıınızda bir sene sonra ortaya bir eser koymu olursunuz. Kanaatimiz odur ki, Türkiye'nin özellikle son bir kaç on senelik geli mesi nazar-ı i'tibâra alındı ında, Türkiye tohum atanların ve bu tohumları ye ertenlerin memleketi olmak zorundadır. Bu i'tibârla sabırla imdiye kadar hiç atılmamı tohumları, Devlet'imizin yardımıyla, muhakkak sûrette atmaya mecbûr oldu umuz uuru ile hizmet etmemiz gerekmektedir. Bu da, sanırım ki, Kurum için büyük bir ahlâkî bir kazanç te kil edecektir. Son iki sene zarfında yapılan i ler husûsunda sizlere bir ba ka mutlu haber daha vermek istiyorum: TAEK otuz senelik târihinde ilk defa olarak kendi üretti i bir teknolojiyi bir yabancı ülkeye satma a amasına gelmi tir. te söz konusu Nükleer Yakıt Pilot Tesisi dolayısıyla geli tirdi imiz ara kademedeki elemanlar ve cihazlar meyânında bir redüksiyon fırınının plânlarını bir yabancı ülkeye satmı bulunmaktayız. Çok yakın bir gelecekte de teknesyum üretim hücreleri, redüksiyon fırınları, sinterizasyon fırınları, ekstraksiyon kolonları ve detektörler satabilecek duruma gelebilmi olaca ız. Gene mutlu bir haber olarak bu senenin ba ında Mart ayından i'tibâren ba lattı ımız çok etkin bir programdan bahsetmek istiyorum. Birkaç üniversitemizde verilen derslerin ve piyasada son derece mahdut i gören bir iki irketin dı ında mikroi lemcilerin uygulaması bunların hardware'i ve software'i Türkiye'de pek yaygın bir ekilde bulunmamaktadır. Kurum'umuz özellikle mikroi lemcilerin nükleer ve di er alanlara uygulanmasını ve yaygınla tırılmasını sa lamak amacıyla Ankara Nükleer Ara tırma ve E itim Merkezinde bir e itim mikroi lemcisi geli tirmi ve bunu prototipini imal etmi tir. Bu prototipin gerçekten de verimli ve etkin bir prototip oldu unu gözlemi ve bu senenin sonuna kadar bundan 62 adet imâl etme e karar vermi bulu159 nuyoruz. G yemiz hem bu tür mikroi lemcileri kendi amaçlarımız do rultusunda kullanmak hem de Kurum'umuz k nûnunun 4. maddesinde TAEK'a verilen te vik sorumlulu u muvacehesinde bu mikroi lemcilerden onar tanesini belirli bazı üniversitelerimize mikroi lemci e itim lâboratuvarlarını kurmak üzere hediye etmektir. Bu meyanda u kadarını söyleyeyim, mikroi lemcili in hardware'inin ve software'inin geli me imkânını bulaca ını ümit etti imiz bazı üniversitelerimize bu tür lâboratuvarlar kurmaktan ba ka ayrıca Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ndeki Do u Akdeniz Üniversitesinde de bu senenin sonuna kadar kendi üretti imiz 10 mikroi lemciden müte ekkil bir e itim lâboratuvarını da açmak üzere oldu umuzu da bilginize gururla arz etmek isterim. Binâenaleyh gördü ünüz gibi Kurum senelerdir birikimimiz olan bilgi potansiyelini bir taraftan Devletin âlî menfaati, Türk halkının gelece i yönünde yatırım yapıp kanalize ederek bir taraftan da bu birikmi potansiyelden elde edece imiz ilmî haysiyet ve erefi, Türkiye'nin dı ındaki ülkelere açılmakla gerçekle tirmeye azimlidir. Bir ba ka iftihâr vesilemiz de gene Ankara Nükleer Ara tırma ve E itim Merkezindeki plâzma fizi i ve kontrollü füzyon lâboratuvarımızda ODTÜ Mühendislik Fakültesi Elektronik Bölümü'nün de katkısıyla bir mü terek çalı mamızdır. Bu proje çerçevesi içinde kontrollü füzyon konusunda bundan birkaç sene evvel geli tirilmi bir model olan "spheromak" modelinin dünyâdaki 9. nümûnesi lâboratuvarımızda gerçekle tirilmi tir. Doç.Dr. A. Sinman ve Prof.Dr. S. Sinman'ın mü terek gayretleriyle gerçekle tirilmi olan dünyânın bu 9. "spheromak" projesi aynı zamanda Avrupa'nın 3. "spheromak" projesidir. Ve fiziksel karakteristikleri bakımından dünyâdaki bütün "spheromak" projelerinin üstünde olan bir projedir; bunu iftihârla, açıklıkla ve kesinlikle ifâde ediyorum. imdiye kadar bu "spheromak" projesi muhtelif uluslararası podyumlarda dile getirilmi , karakteristikleri ilim adamlarına anlatılmı , son derece büyük ilgi görmü ve Milletlerarası Atom Enerjisi Ajansı (MAEA) tarafından desteklenmekte olan bir projedir. Bunu gerçekle tiren ilim adamlarımız da hem MAEA tarafından hem de TAEK tarafından gerçekle tirdikleri bu düzeyin dünyâ bilim alanına tanıtılması husûsunda gerek Kurumd'an ve gerekse Milletlerarası Atom Enerjisi Ajansından büyük destek görmektedirler. Kurum'un Türkiye'nin atom enerjisinin sulhçu g yelerine müteveccih uygulamalarında menfaatlerini koruması ve bunları yükseltmesi bakımından aldı ı tedbirlerden bir ba kası da ânî ve büyük sıçramalı atılımlar yapmak olmu tur. Tabiî ânî ve büyük sıçramalı atılımlar yapmak uzun ve temkinli bir hazırlık dönemini gerektirir. Ama öyle tahmin ediyorum ki, pek yakında birkaç tane bu türlü sıçramalı atılımı gerçekle tirmi olmanın mutlulu unu da ya ayaca ız. Bunların bir tanesi de ODTÜ ile birlikte yakında imzalayaca ımızı ümit etti imiz bir protokoldür. Bu protokole göre ODTÜ kampüsünde ODTÜ ve TAEK "centre of excellence" mâhiyetinde bir leri Nükleer Teknoloji Ara tırma Merkezi ( NTAM) kuracaktır. Bu husûstaki mü terek irâde muhtelif vesilelerle beyân edilmi ve gerek sayın Rektör tarafından gerekse TAEK Atom Enerjisi Komisyonu kararlarıyla dile getirilmi tir. imdi bunun imzâlanmasına sıra gelmi tir. Bu arada DPT de bu giri imimizi olumlu kar ılayarak bü160 yük müzâheret göstermi tir. Gene bu husûsta da DPT'nı her zaman oldu u gibi minnetle anmak ve bu anlayı ından dolayı ükranlarımı arzetmek isterim. Çok kısa bir zaman sonra Türkiye iki nükleer ara tırma biriminin daha kuruldu una ahit olacaktır. Bunların bir tanesi Karadeniz Üniversitesi ile mü terek olarak, Karadeniz Üniversitesinin kampüsünde kurulacak olan "Do u Karadeniz ve Çevre Radyobiyolojisi Ara tırma Enstitüsü"dür. Bu Enstitü için MAEA Genel Direktörü ilk hatfede 40.000 $'lık bir yardım yapmayı vaad etmi tir. Bu 40.000 $'lık yardımın 15.000 $'ı 3 adam-aylık eksper ve geri kalan 25.000 $'ı da teçhizat yardımıdır. Eksperlerden 2 ki i gelmi Karadeniz Üniversitesi civârını tetkik etmek sûretiyle yeni bir enstitünün gerçekten de burada kurulmasının fevkalâde hayatî ehemmiyeti oldu unu raporlarında ifâde etmi lerdir. Öyle tahmin ediyorum ki, bununla ilgili protokol önümüzdeki aylar içinde Karadeniz Üniversitesinin Sayın Rektörü ile imzalanacak ve ilkbaharın sonuna kadar tam te ekküllü bir enstitü burada faaliyete girmi olacaktır. Tabiî bu enstitünün açılmasında g ye sâdece Do u Karadeniz'in ve hinterlandının çevre radyobiyolojisini incelemek de il fakat ekonomik açıdan büyük bir önem arz eden fındık, çay, mısır, karalahana ve benzeri gıdâ maddelerinin de devamlı sûrette kontrolünü yapmaktır. Kurmayı kararla tırdı ımız ve Hükümet'imizin çe itli kademelerinde tasvib görmü olan bir ba ka projemiz de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde, Do u Akdeniz Üniversitesinin kampüsünde, Do u Akdeniz Üniversitesiyle mü terek olarak bir "Do u Akdeniz ve Çevre Radyobiyolojisi Uluslararası Ara tırma Merkezi"nin kurulmasıdır. Bu KKTC'de kurulacak olan ilk Uluslararası Ara tırma Merkezi olacaktır. Bu husûsta yaptı ımız temaslar olumlu neticeler vermi tir. Bunu da ilk defa kamuoyuna açıklamaktan büyük mutluluk duymaktayım ve böylelikle KKTC de, Do u Akdeniz de gerek deniz gerekse hinterlandının çevre radyobiyolojisi bakımından tamamen etkin bir ekilde ilmî denetim ve kontrol altına alınmı olacaktır. Kurum bugün kaliteli personeli aracılı ıyla geli tirdi i teknolojiler ve bünyesindeki bilgi birikimi bakımından, yabancı ülkelerin kendi personelini staj ya da uzmanlık için gönderip yeti tirmek husûsunda gıpta ettikleri bir kurum hâline gelmi tir. Yılba ından u ana kadar Cezâyir'den altı bilim adamı bir ilâ altı ay süreli kurslar görmek, i ba ında e itilmek üzere Çekmece Nükleer Ara tırma ve E itim Merkezimizde e itim görmü lerdir. Yıl sonuna kadar iki ki inin daha gelmesi beklenmektedir. Kezâ Kuveyt son olarak bu radyasyon meseleleriyle ilgili olarak be ki ilik bir heyeti Türkiye'ye göndermi ; radyasyon sa lı ı ve güvenli i ara tırmalarımızı yakından inceledikten sonra son derece sitayi kâr bir mektupla Dı lerimize müracaat ederek, iki senior radyasyon fizikçisinin muhakkak sûrette Kuveyt'e gelip bu konudaki i leri organize etmesi husûsunda ısrarda bulunmu tur. Bu da Kurum'un biriktirmi oldu u bilimsel potansiyel ve etkinli in bir ba ka delilidir. 161 Muhterem üyeler; senelerdenberi Kurum'da sürüncemede kalmı , hâl edilemeyen bir konu vardı. O da nominal gücü 5 megavatt termik olan TR-2 reaktörünün gerçekten de 5 megawatt'a yükseltilmesiydi. 1982'de i letmeye açılan bu reaktörümüz, 3 megawatt'an yukarı çalı amamı tı. Bunun sebepleri hem idarî, hem ilmî, hem de teknolojiktir. u kadarını söylemekten büyük mutluluk duyuyorum ki, son üç ayda yaptı ımız giri imler, kurmu oldu umuz ekip ve bu ekip sâyesinde yaptı ımız teknolojik yenile tirmeler sâyesinde, bu reaktörümüz 20 A ustos'tan i'tibâren tam gücünde çalı maya ba lamı tır. Bu husûsta .T.Ü. Nükleer Enerji Enstitüsünün çok kıymetli bir elemanı, Doç.Dr. Hasbi Yavuz da bu performansı gerçekle tiren ekibimize süpervayzır olarak fevkalâde müzâhir olmu tur. Bunu da bu enstitüyle olan ili kilerimizin iyi bir ni ânesi olarak burada zikretmeyi bir vazife addederim. Artık TR-2 reaktörümüz gerçekten de 5 megawatt güçte çalı abilecek duruma gelmi tir. Bu, tabiî, radyoizotop üretiminde bize büyük bir imkân kazandırmaktadır. Ayrıca bir de TR-2 reaktörünün in aatı ba ladıktan sonra, durdurulmu olan TR-1 reaktöründen, yâni Türkiye'nin ilk nükleer reaktöründen bahsetmek istiyorum. TR-1 reaktörü özellikle nötron fizi i ve katı hâl fizi i açısından pekçok tecrübeyi gerçekle tirmeyi mümkün kılacak, nötron huzmesi tüplerinin bulundu u bir reaktördür. Maalesef TR-2 reaktöründe nötronları dı arı alıp, tecrübe yapabilmek imkânımız yoktur. Bu i'tibârla Türkiye'deki nükleer fizi i bir katre daha ileri götürebilmek ve nükleer fizikçilerimize gerçekten de çalı abilecekleri, bu arada da master ve doktora tezlerini hazırlayabilecekleri müsait bir zemin hazırlayabilmek için Atom Enerjisi Komisyonu TR-1 reaktörünün de ihyâ edilip devreye sokulması kararı almı tır. Bu karar muvâcehesinde TR-1 reaktörünün elektroni i tamamen yeni ba tan gözden geçirilerek TR-2 reaktörünün kontrol odasına ta ınma i lemleri ba lamı ve her iki reaktörün otomatik olarak kompüter vâsıtası ile kontrolü husûsunda da bir proje ayrıca tatbik mevkiine konulmu tur. Kurum'un önümüzdeki sene gerçekle tirmeyi dü ündü ü bir ba ka teknolojik a ama da, Türkiye'nin sathına teknesyum sa ım hücrelerinin yayılmasına taallûk eden bir uygulamadır. Bildi iniz gibi ÇNAEM tek radyoizotop üreten merkezimizdir. Burada üretilen teknesyum gerek diagnostik, gerekse tedâvi maksadı ile, yarı ömrünün çok kısa olmasından ötürü, sâdece stanbuldaki Nükleer Tıp Merkezlerinde kullanılabilmektedir. Fakat molibden ı ınlayıp, bunu herhangi bir yerdeki teknesyum sa ım hücresinde sa arak Tc-99 elde etmek mümkündür. te bu senenin sonuna do ru Ankara'da da bir Tc-99 sa ım hücremizin hizmete açılabilece ini sizlere müjdelemek istiyorum. Çekmece Nükleer Ara tırma ve E itim Merkezi'nde imâl edilen bu sa ım hücresinin hâlen son rötu ları yapılmakta ve ANAEM'de de bunun için müsait bir yer hazırlanmaktadır. Ümit ederim Aralı ın sonunda veya en geç Ocak 1987'de Ankara bir teknesyum sa ım hücresine kavu acak ve teknesyumun Ankara'daki nükleer tıp merkezlerine ucuz fiatla da ıtımı imkân dahiline girebilecektir. Gayemiz 1988 senesinde aynı i i zmir'de ve ileriki bir târihte de Adana'da da yapmaktadır. Ve gene unu iftihârla söylemek isterim ki, bir teknesyum sa ım hücre162 si de All h nasib ederse 1987 senesinin yazına kadar tarafımızdan Cezâyir'de kurulmu olacaktır. Böyle bir teknesyum sa ım hücresinin kurulmasını ve bu ülkedeki 5 nükleer tıp merkezi için her hafta ÇNAEM'de ı ınlanacak olan molibdenin teknesyum sa ımı için Cezâyir'e gönderilmesini Cezâyir otoriteleri bizden resmen taleb etmi tir. Bu husûstaki ili kilerimiz ve anla manın modaliteleri üzerinde Cezâyir ile müzakerelerimiz devam etmektedir. Türkiye Atom Enerjisi Komisyonu geçen sene almı oldu u bir kararla, Türkiye genelinde nükleer teknisyenlerin sayısının azlı ını göz önünde tutarak ülkede, muhakkak sûrette, en a a ı iki bran ta e itim verecek olan bir Nükleer Teknisyen Okulu açılmasını karara ba lamı tır. Bu karar Devlet Plânlama Te kilatı'mızın müzâhereti ile o zamanki Millî E itim Bakanı'mızın da fevkalâde anlayı ve deste ine mazhar olmu tur. Fakat bu, gerçekle tirilmesi hiç de kolay bir i olmadı ı için bir buçuk senedenberi bu okulun hazırlıkları süregelmi tir. Ümit ediyoruz ki 1987 senesinin Ekiminde bu okul, hiç de ilse mahdut bir kadro ile Ankara'da e itime ba layacaktır, ilk ba ta 20 ki ilik bir kadro ile e itime ba layacak ve orta okul mezunlarını alaca ımız, lise seviyesinde bir meslek okulu gibi dü ündü ümüz bu okulun bir benzerini ileride stanbul'da da kurmayı ve daha ileriki senelerde burada elde etti imiz deneyimimizin bize müsbet bir fikir ve evk vermesi hâlinde de YÖK'le de i birli i yaparak bunu daha üst kademelere te mil etmeyi dü ünmekteyiz. Nükleer Teknisyen Okulu iki bran ta teknisyen yeti tirecektir. Bu okul evleviyetle hastanelerimizde radyasyon fizi i ve nükleer tıp uygulamalarında hocalarımıza, bilim adamlarımıza, kendileriyle aynı bir lisanı konu abilecek, emir verildi i takdirde neyin ne türlü yapılmasını bilecek teknisyenleri yeti tirmeye matûf olacaktır. Bu Nükleer Teknisyen Okulu'nun öteki bran ında ise do rudan do ruya nükleer metroloji yani ölçüm lâboratuvarları için teknisyen yeti tirilecektir. Takdir edersiniz ki, son derece spesifik konular olan nükleer konularda bu türlü teknisyenlere Kurum'un öncelikle ihtiyâcı vardır. Ümit ederiz ki kısa bir süre içinde Nükleer Teknisyen Okulları iyice te mil edildikten sonra, bu tip nükleer teknisyenler, üniversitelerimizde ve bunun dı ındaki di er ara tırma kurulu larımızda da istihdam edilebileceklerdir. Sayın üyeler, Kurum'un son iki sene zarfında gerçekle tirmi oldu u ve gerçekle tirmekte oldu u faaliyetleri hakkında size kısaca bilgi verdim. imdi, bugünkü danı ma kurulumuzun esas mevzuu olan Türkiye'de nükleer tıp çalı malarının de erlendirilmesine geçmeden evvel Çernobil Nükleer Santrali'nde vuku bulan kazânın neticesinde Kurum'un yapmı oldu u faaliyetler, izledi i politika hakkında da sizlere kısaca bilgi vermek istiyorum. Bildi iniz gibi Çernobil Nükleer Santrali 26 Nisan günü bir operatör hatâsı sonucu büyük bir kazâya u ramı tır. Hür dünyâ bu kazânın Rusya'daki bir reaktörden geldi i husûsundaki ilk teyidi 29 Nisan 1986 Pazar ak amı almı tır. Bu kazâ ilk defa dünyâya BBC tarafından duyurulmu tur. 30 Nisan 1986 Pazartesi sabahı, saat 9.30'dan i'tibâren Türkiye radyasyon bulutunun etkisi altına girmeye ba lamı tır. Neden, aradan 8 gün geçtikten sonra? Çok basit, o zamanki nükleer kazâ vuku buldu u zamanki meteorolojik artlar nükleer kazâ dolayısıyla açı a çıkan nükleer artıkların atmosferik hareketler dolayısıyla önce Avusturya, sviçre, Federal Almanya, Polonya, Çekoslovakya'nın bir kısmı, ondan sonra da sveç'e kadar gitmesini, sveç'ten tornistan ederek Finlandiya Polonya, Rus163 ya ve Romanya üzerinden Türkiye'ye gelmesine sebebiyet vermi tir. tam 8 gün sürmü tür. te bu dolanım âyan-ı ükürdür bu kazâ oldu u zaman ve bunu tâkib eden günlerde meteorolojik artlar, Türkiye'nin ancak çok az bir kısmının radyasyondan etkilenmesini tevlid etmi lerdir. Bunun neticesinde sâdece Karadeniz sahilindeki Karadeniz Ere lisi'nden hareket etti iniz zaman, Karadeniz Ere lisi, Akçakoca, Adapazarı, zmit, zmit'ten do rudan do ruya Trakya'da Ke an, Ke an'dan Bulgar hududu, Bulgar hududunu ve Yunan hududunu tâkiben neada, neada'dan bütün Karadeniz sınırını tâkiben Karadeniz Ere lisi'ne kadar olan bir kısım radyasyon bulutunun etkisi altına girmi tir. Bu andı ım günlerdeki meteorolojik artlar Türkiye'yi Sinop-Anamur arasında bir hatla ikiye ayırdı ımız takdirde kuzey-güney, kuzeybatı-güneydo u rüzgârlarının bu hattın batısında kalan bölgede egemen oldu unu ve bu hattın do usunda kalan bölgede de sâdece güneyden gelen rüzgârların egemen oldu unu göstermi tir. Binaenaleyh Türkiye'nin bu hattın do usunda kalan kısmı o günlerde hemen hemen hiç etkilenmemi tir. Biz de bütün gayretlerimizi radyasyonun etkiledi i bu bölge üzerinde teksif etmi izdir ve özellikle Sinop-Anamur hattının batısında kalan bölgeyi son derece iyi bir ekilde taramı ızdır. Fakat bununla beraber, bunun do usunda kalan bölgeden de radyakmetreler vasıtasıyla günü gününe oradaki havadaki radyasyon mikdarını devamlı sûrette ölçmü , ölçtürmü ve bilgi almı ızdır. Esâsında Cenâb-ı Hakk'a ne kadar hamdetsek, ükretsek azdır ki gerçekten de Çernobil kazâsı, civârı ve Avrupa'nın mühim bir kısmı için bir felâket addedilebilecek boyutlara eri mi se de Türkiye'de böyle bir ey kesinlikle vuku bulmamı tır. Ve Türkiye'nin en fazla radyasyon alan bölgesinde dahi, insana yüklenen doz 50 mRem'i, tiroide yüklenen doz ise 75 mRem'i kesinlikle a mamı tır. Bunlar da tıbbî bakımdan herhangi bir tedbir almaya, ya da doz sonrası bir izleme yapmaya vâbeste olacak de erde dozlar de ildir. Gerek televizyonda, gerekse basında hepiniz izlemi sinizdir, "Çernobil kazâsından sonra vukubulan olaylar neticesinde Türkiye'de halka intikal etmi olan bütün gıdâ maddelerinin radyasyon sa lı ı bakımından hiç bir sakınca arzetmedi ini" defaatle söylemi imdir. Ve defaatle de bunu teyid etmi imdir. Gerçekten de bu böyledir. Hakîkaten, üphesiz ki her radyasyon bulutunun Türkiye'nin üzerinden geçmesinde oldu u gibi bütün gıdâ maddelerimizde, sütte, ette bir mikdar radyasyon yükselmesi olmu ise de bu, ne Dünyâ Sa lık Te kilâtı'nın ve ne de Avrupa Ekonomik Toplulu u’nun halk için vazetmi oldu u en yüksek müsaade edilebilir dozların civârına dahi u ramamı tır. Ancak Türk kamuoyunda büyük endî eler zuhur etmi tir. Radyasyon meselesi zaten kolay anla ılabilen, insanın normal pratik aklı içinde idrâk edip ku atabilece i bir mesele de ildir. Bir kere her eyden önce lineer bir mesele de ildir. Hepimiz ilk mektepten i'tibâren do ru orantıya alı mı ızdır. Hani "bir duvarı 8 i çi 2 günde örerse, 16 i çi kaç günde örer?" gibi! Do ru orantı do rultusunda dü ünme e ve fikir yürütme e alı mı insanlarda hiç de lineer olmayan radyoaktivitenin ve radyasyonun ne türlü hesaplanması lâzım geldi i hemencecik idrâk edilebilen bir olay de ildir. Bu sâdece bir uzmanlık meselesidir ve bu uzmanlı a sâhib olmayanların da bu i in uzmanlarına güvenmeleri gerekir. Türkiye'de radyasyon ölçümlerinin rakkamsal sonuçları TAEK'in politikası olarak halka hiç bir zaman intikal ettirilmemi tir. Bunun son derece derin bir hikmeti 164 vardır. Çünkü dünyâ ilk defa bu radyasyon tehlikesiyle kar ıla ıyor de ildir. Bunun daha çok evveliyatına baktı ınız takdirde, ilk büyük radyasyon tehlikesi 1957 senesinde ngiltere'nin kuzeyinde Windscale'de vuku bulan nükleer santral kazâsının ihdâs etti i radyasyon tehlikesidir. Bu radyasyon tehlikesinden sonra ngiliz halkının tutumu ve bu radyasyon tehlikesine kar ı reaksiyonu gözönüne alındı ı takdirde, radyasyon rakkamlarının halka intikal ettirilmesinin çok sakıncalı olaca ı ortaya çıkmaktadır. Biz de bunun için radyasyon ölçümlerimize ait rakkamları Türk kamuoyuna kesinlikle açıklamadık. Sâdece radyasyonun ve tehlikenin olup olmadı ını, ne türlü tedbir alınaca ını bildirmekle iktifâ ettik. 848.000 km2 'lik bir alanın ve üzerinde ya ayan 51,5 milyon Türk insanının radyasyon sa lı ı bakımından bütün mes'ûliyetinin TAEK'nun sırtına yüklendi i bir anda, Kurum yapaca ı görevin uurlu ve herhangi bir ekilde halkımızda bir polemik ve bir pani e yol açmayacak ekilde olmasını temin etmekle mükelleftir. Ve bütün baskılara ra men sanırım Kurum, bu politikasında ba arılı da olmu tur. Avrupa'da yalnızca Fransa, sviçre ve Türkiye radyasyon rakamlarını kamuya açıklamamı lardır; ve sırf bu sebepten ötürü bu üç ülkede panik çıkmamı tır. Endî e vaki olmu tur. nsan orta ça da da bilmedi i vakalar kar ısında hayalini i letmi ve endî eye dü mü tür. Bu durum maalesef günümüzde de bundan farklı de ildir. Evet Türk kamuoyunda endî e zuhur etmi tir. Ancak tek yetkili Kurum olarak bizim açıklamalarımız kamuoyunun büyük bir kısmını teskin etmi ve bir panik çıkmasını önlemi tir. Çernobil kazâsından sonra vuku bulan radyasyon yükselmesi ve bunun neticesinde Avrupa'da alınmı olan son derece zecrî ve bu i in â inası olan kimselere fevkalâde ters ve anlamsız gelen tedbirlerin sâiki ilimden ziyade ço u kere politika olmu tur. Gerek Federal Almanya'da, gerek Avusturya'da politika son derece zecrî tedbirlerin alınmasında çok önemli bir etken olmu tur. Her iki ülkede de ye iller partisinin bulunması ve bu partinin kamuoyunda gitgide a ırlık kazanarak seçimleri etkileyecek dereceye gelmesi idarecilerin bazan kıraldan fazla kıralcı davranmalarına sebebiyet vermi hiç alınmaması gereken bir sürü fuzûlî tedbir alınmı ve bu iki ülkenin iktisadiyatı karman çorman olmu tur. Özellikle Avusturya'da iktidardaki parti Cumhurba kanlı ı için yapılan seçimin birinci turundan sonra ortaya çıkan Ye illere ait % 6,7 oranındaki oyları balotajda yani seçimin ikinci turunda kendi adayının tarafına çekebilmek için yo un bir propaganda yapmı ve ülke çapında fevkalâde zecrî ve fuzûlî tedbirler almı tır. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nda hâli hazırda çalı makta olan ve kendilerinin hocası olmakla iftihâr etti im kıymetli Türk bilim adamları Avusturya radyo ve televizyonu ile gazetelerinde gördükleri Çernobil sonrası radyasyon haber ve yorumlarını, ve ayrıca da bu ülkedeki a ırba lı olması gereken pekçok ilim adamının pani e kapılmalarını hayretle kar ıladıklarını bana defaatle ifâde etmi lerdir. Ben de aynı eyi hasbel kadar bizzat mü ahade ettim. 9 Haziran 1986'da Cumhurba kanlık seçiminin ikinci turunun sabahına kadar radyo ve televizyon Avusturya'da son derece yo un bir anti-nükleer propaganda yapmı ve radyasyon konusunda herkesin hassasiyetini ola anüstü tahrîk etmi tir. 10 Haziran'da radyo-televizyon ve gazetelerde radyasyon ile ilgili haberler bıçakla ke165 silmi gibi son bulmu tur. Çünkü iktidardaki partinin adayı Cumhurba kanlı ı seçimini kazanamamı tır, kazanamayınca da iktidardaki parti kendisinin bir-iki aydan beri sunî olarak ihdâs etti i canavarla mücadele etmek durumuna itilmi ve onun için radyasyon konusundaki tansiyonu derhâl sıfıra dü ürmek mecburiyetinde kalmı tır. Federal Almanya'da da mü ahedemize göre aynı politik oyunlar oynanmı tır. Bunun neticesinde radyasyonu bilen kimseler olarak aklın ve havsalanın almadı ı bir takım fuzûlî önlemler alınmı tır. Gene Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nda Guvernörler Meclisi'nde Alman delegesinin söyledi i gibi sâdece ilk bir ayda itlâf edilen sebze ve sütün de eri 300.000.000 Marktır. Hâlbuki bunlann çok mühim bir kısmı belirli süre bekletildikten, hattâ peynir yapıldıktan sonra rahatlıkla yenilebilecek düzeyde radyasyon ihtivâ eden gıdâlardı. Bildi iniz gibi Türkiye'nin en fazla etkilenen bölgesi Edirne ve civârı olmu tur. Edirne ve civârının etkilenmesinin sebebi de 3 Mayıs 1986 ak amı 20.20'de Bulgaristan üzerinden gelen ve atmosferin yüksek tabakalarında yo unla tıktan sonra yere gökgürültülü sa nak ve dolu eklinde intik l eden bir ya ı ın sürükledi i radyoaktivitenin topra a intik linden ötürüdür. Bunun akabinde Kurum'umuz hepinizin hatırlayaca ı gibi TV aracılı ıyla Edirne iline üç gün süreyle bir takım tedbirler vaz etmi tir. Bu üç gün içinde de TAEK 6 mobilize ekibini buraya sevketmek sûretiyle bütün Trakya'da topra ın kontaminasyon haritasını çıkarmı ve dikkatimizi nerelere teksif etmemiz gerekti ini tesbit etmi tir. Böylelikle son derece enteresan bir olay ortaya çıkmı tır. Edirne'nin civârında ancak be köyün merasının bundan etkilendi i ve bir de Kapıkule-Edirne yolunun 2,5 km'lik kadar bir kısmının kontamine oldu u ortaya çıkmı tır. Kapıkule-Edirne yolu ÇNAEM'in radyoaktif dekontaminasyon ekibi tarafından temizlenmi , kontamine olmu meralara da hayvanların girmemesi ve hayvanların sütlerinin kamuya intikal etmemesi temin edilmi tir. Bunun ötesinde gerçekten de radyasyon tehlikesi sayılabilecek bir durum ortaya çıkmamı tır. Kom u ülkelerde ve özellikle Yunanistan'da Demokritos Nükleer Ara tırma Merkezi her gün âlimâne ve teferruatlı radyasyon tebli leri ne retmek sûretiyle Yunanistan'ın ve özellikle Atina halkının ola anüstü tedirgin olmasına yol açmı tır. Bir kere kendi tesbitlerimize göre buradaki bilgiler kamuyu son derece yanıltıcı bilgilerdir. Çok yüksek radyoaktivite varken bililtizam çok az gösterilmi tir. Ayrıca, halk radyasyon birimlerinden anlamadı ı için sütte ve ette hiç bir ey ifâde etmeyen radyasyon seviyesi oynamalarını büyük bir endî e ile kar ılamı ve bu durum pani e yol açmı tır. Yunanistan'daki panik iyod-131 uptake'i yaptırmak için pek çok kimsenin nükleer tıp merkezlerine tehâcüm etmesine, hâmile kadınların da ceninlerini aldırmak üzere kürtaj için hastahânelere müracaat etmesine yol açmı tır. Türkiye'de, hamdolsun, böyle olaylar ya anmamı tır. Bununla beraber Türkiye'de halkta endî eler olmu tur. Özellikle gazetelerden bir tânesinin hâmile bir kadının karnının üstüne konmu radyasyon dedektörü ile resmini basmasının akabinde büyük bir sıkıntı çıkmı tır. Bundan hemen sonra TAEK'e müracaat eden hâmileleri teskin edinceye kadar çok zorluk çektik. Bu ne riyatın kötü tesirlerine ÇNAEM'e ö166 zel araba tutarak a a ı yukarı 40-45 km'lik bir yerden, i li'den gelen 6 aylık hâmile bir kadın'ın "Ben ne yapayım, All h rızası için bana yol gösterin!" diye korku ve endî esini dramatik bir ekilde ifâde etmi olmasını bir misâl olarak verebilirim. te bu türlü isteriye varan endî elerin kollektif pani e dönü mesine mâni olmak içindir ki, biz kamuya radyasyon rakamlarını vermedik. Fakat i in enteresan tarafı udur ki almı oldu umuz karar bunları akademik kurulu lara vermek idi. Ne var ki Türkiye'de radyasyon rakamlarını kendilerine bildirmemiz için, u âna kadar, hiç bir akademik kurulu bize resmî herhangi bir müracaatta bulunmamı tır. Bize müracaatta bulunanlar sâdece ve daima gazeteciler olmu tur. Türkiye'ye dair radyasyon ölçümlerinin sonuçları, en ufak bir ekilde minimize edilmeksizin, Dı i leri Bakanlı ı'na ve Dı i leri Bakanlı ı kanalıyla da bunları resmen taleb eden Büyükelçiliklere verilmi tir. Bu sonradan basında bir polemik konusu hâline gelmi se de gerçek udur ki hiç bir üniversite177, hiç bir sa lık kurulu u bize müracaat edip de bunları istememi tir. E er bu radyasyon ölçüm sonuçlarını alıp da polemik ve spekülâsyondan uzak, ilmî ekilde yorum yapabilme yetene ine sâhip ciddî ve objektif bir ilmî kurulu bizden bunu isteseydi bunları vermeye zâten âmâdeydik ama bu vasıflara sâhip hiç bir kurulu , imdiye kadar, bunu bizden istememi tir. Bütün olumsuz yanlarına ra men Çernobil nükleer kazâsının Kurum'a fevkalâde hayırı dokunmu tur. Hayırlı olmasının sebebi de udur: Kurum hangi yönden etkin, hangi yönden geri kaldı ını bu sâyede iyice idrâk edebilmi tir. Eksikliklerini tartıp tartı abilme imkânını bulmu tur. Çernobil nükleer kazâsı dolayısıyla Türkiye'deki radyasyon ölçümlerine katılan 42 ki ilik ekip Türkiye'de 28.500 km yol katetmi , 50.000'e yakın ölçüm almı , 3000 kadar analiz yapmı tır. Bu, imdiye kadar Kurum'un yaptı ı en geni kapsamlı faaliyettir. Bunun neticesinde elemanlarımız i ba ında ola anüstü etkin bir ekilde e itilmi ler, büyük bilgi, beceri ve sürat-ı intikal sahibi olmu lardır. Kurum'un Türkiye'nin radyasyon sa lı ı ve güvenli i açısından Çernobil nükleer kazâsının hemen akabinde giri ti i bu faaliyetleri, Kurum Ba kanı olarak de erlendirdi im takdirde objektif ve so uk bir mantıkla bunlara bir not verecek olursam, Kurum'un bu i i 10 üzerinden 8 not alarak ba armı oldu unu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu arada bir takım eksikliklerimiz de ortaya çıkmı tır. Fakat netice genel olarak bizleri tatmîn etmi tir. Ancak bu neticenin bu 42 ki ilik ekibin, tasavvur edilemeyecek derecede büyük bir ferâgat-ı nefsle çalı ması ile tahakkuk etmi oldu unu da ifâde etmem gerekir. Bu 42 ki ilik ekip içinde 15 gün 15 gece Anadolu yollarında direksiyon süren, karısını, çolu unu, çocu unu görmeyen, haber alamayan, ço u kere bürokratik im177 Prof. Özemre bu konu masından sonra Hâcettepe Üniversitesi Nükleer Mühendislik Bölümünün bütün radyasyon datalarını TAEK'den resmen istedi ini ve TAEK'in de bunları bu Bölüm'e vermi oldu unu beyân etmektedir. (N. .) 167 kânsızlıklar neticesinde kendisine anında para yeti tiremedi imiz hâlde konusundan kom usundan borç alıp görevini sürdüren insanlar olmu tur. Da larda, bayırlarda, çamurlarda, radyasyon ölçümleri yaparken üstünü ba ını yırtan, elbisesini peri an eden, ayakkabısını kaybeden arkada larımız olmu tur. Hakikaten, bu, fedâkârlık TAEK personelinin Devlet' ve Millet'e hizmet a kına ve üstün görev ve hizmet anlayı ına destanî bir örnektir. Ve Kurum'un 30 yıllık târihinde böyle bir muhtemel tehlike anında, böylesine tek blok hâlinde böyle etkili bir çalı ma görülmü de ildir. Bu bakımdan, TAEK Ba kanı olarak, bu ekibimle gerçekten de fevkalâde iftihâr ediyorum. unu da söyleyeyim ki biz 400 milyon liralık döviz sarfetseydik bile bu 42 ki ilik ekibi yabancı ülkelerde asl bu kadar etkin bir ekilde e itemezdik. Tabiî bu Çernobil hâdisesi Kurum'un radyasyon konusunda ölçme, izleme bakımından bütün etkinli ine ra men bazı eksikliklerini de ortaya koydu, bizleri bu husûsta bilinçlendirip yönlendirdi. Bu eksikliklerin giderilmesi için DPT'nin müzahereti ve Hükümetin yakın ilgisi ile Devletin imkânlarının seferber edilmesi bizi fevkalâde mutlu kıldı. Bütün bu hâdisenin sonunda Sayın Ba bakan'ın emriyle, di er ülkelerde oldu u gibi ülkemizde de bir Türkiye Radyasyon Güvenli i Komitesi'nin ihdâs edilmi olması Kurum'umuzu rahatlattıran, üzerinden maddî ve mânevî siyasî yükü kaldıran son derece uygun ve olumlu bir icraat olmu tur; bunu da açıkça tebârüz ettirmek isterim. Çünkü Çernobil hâdisesinin sonunda bunun sâdece ilmî de il, fakat siyasî ve özellikle iktisadî reperküsyonlarına hâl çaresi bulmak, Kurum'un i i de ildi; zirâ 2690 Sayılı TAEK K nûnu buna cevaz veriyor de ildir. Bu bakımdan siyasî karar organı hâlinde çalı an ve her nasılsa 2690 sayılı TAEK K nûnu'nun çıkarılmasında unutulmu olan bu Kurul da böylelikle ihdâs edilmi oldu. Bu kurul hem bir siyasî karar, hem de sorumluluk mercii, olup Türkiye'yi ilgilendiren radyasyon meselelerinin siyasî, idarî, içtimaî, tıbbî, ilmî ve iktisadî veçhelerinin koordinasyonunu da ifâ etmektedir. Böylelikle Kurum'un bir önceki Danı ma Kurulu toplantısından bugüne kadar geçen süre zarfında yapmı oldu u faaliyetler husûsunda kısaca bilgi arz etmi bulunuyorum. Hepinize te ekkür ederim. *** 168 55 U #. 1. Do um Yeri ve Yılı: Üsküdar, 3 Nisan 1935 (Nüfus kâ ıdında 25 Mayıs 1935 yazmaktadır) 2. Medenî Hâli: Evli, iki kız çocu u ve bir de erkek torunu var. 3. Ö renim Durumu: 1) Galatasaray Lisesi Fen Kolu (Haziran 1954) 2) stanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik-Fizik Dalı (Lisans) ( ubat 1957) 3) Institut National des Sciences et Techniques Nucléaires, Saclay (Fransa) yâni "Fransa Nükleer Bilimler Ve Teknoloji Millî Enstitüsü": "Génie Atomique" yâni Atom Mühendisli i dalı (Master), (Temmuz 1958) 4. Akademik Unvânları: 1) MS (Ingénieur en Génie Atomique yâni Nucl.Eng., Fransa), 30 Temmuz 1958 (Türkiye'nin ilk Atom Mühendisi). 2) Dr.rer.nat. (Teorik Fizik/ stanbul), 1 ubat 1960. 3) Eylemsiz Doçent (Teorik Fizik), Kasım 1964. 4) Kadrolu Doçent, Haziran 1965. 5) Eylemsiz Profesör, Aralık1969. 6) Kürsü Profesörü (Teorik Fizik), 3 Eylûl 1973 7) Emekli Kürsü Profesörü, 3 Mart 1984. 5. Kazanılan Burslar, Ödüller ve Pâyeler: 1) Atom Mühendisli i tahsili için TÜ- Ü Reaktör Komitesi ve sonra Türkiye Atom Enerjisi Komisyonu'nun bursları (1957-1958) 2) NATO Ara tırma Fonu Deste i (1965-1967/12 500,-$) 3) stanbul Üniversitesi'nin Gümü Üstün Hizmet Madalyası ve Beratı, (1986) 4) stanbul Üniversitesi'nin Altın Üstün Hizmet Madalyası ve Beratı, (1992) 5) Gebze Sanayici ve adamları Derne i (GES AD) tarafından 1993 yılı Türkiye'de Yılın " lim Adamı" ödülü. 6) GES AD Onur Üyesi (1993). 7) Nükleer Mühendisler Derne i eref Üyesi. 8) Üsküdar'da Bir Attar Dükkânı ba lıklı hâtıratı dolayısıyla: Türkiye Yazarlar Birli i'nin 1996 yılı "Hâtırat Dalında Yılın Yazarı Ödülü". 169 9) Prof. Toshihiko zutsu'dan yaptı ı bn-i Arabî'nin "Fusûs"undaki Anahtar-Kavramlar ba lıklı çevirisiyle Türkiye Yazarlar Birli i'nin 1998 yılı "Tercüme Dalında Yılın Tercümanı Ödülü" 10) Üsküdar'a yapmı oldu u hizmetlerden dolayı Üsküdar Belediye Meclisi tarafından Çengelköyü Yıldırım Beyazıt Caddesi’nde yaptırılan Kültür Merkezine Ahmet Yüksel Özemre Kültür Merkezi isminin verilmesi (3 Ekim 2002) 6. fâ Etti i Ba lıca Görevler: 1) 2) 3) 4) 5) 6) 7) 8) 9) 10) 11) 12) 13) 14) 15) 16) 17) 18) 19) 20) 21) 22) 23) 24) stanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Teorik Fizik Kürsüsünde Asistan (1 Kasım 1958 – Kasım1964) Notre Dame de Sion Fransız Kız Okulunda Matematik hocası (19611962) stanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Teorik Fizik Kürsüsünde Eylemsiz Doçent (Kasım 1964 - Haziran 1965) Ba bakanlık Atom Enerjisi Komisyonu Çekmece Nükleer Ara tırma ve E itim Merkezinde Ara tırıcı ( ubat 1962 - ubat 1965) .Ü. Fen Fakültesi Teorik Fizik Kürsüsünde Eylemli Doçent (Haziran 1965 - 1968) .Ü. Fen Fakültesi Yönetim Kurulu Üyesi (1965 - 1966) Ba bakanlık Atom Enerji Komisyonu lmî sti âre Heyeti Üyesi (Ocak 1967 – Temmuz 1969) I ık Mühendislik Özel Yüksek Okulunda Fizik hocası (1967 - 1968) Güne Mühendislik Özel Yüksek Okulunda Fizik hocası (1968 - 1969) Vatan Mühendislik Özel Yüksek Okulunda Fizik Hocası (1969 - 1970) .T.Ü. Elektrik Fakültesinde Doçent (1968 - 1969) .T.Ü. Elektrik Fakültesi Yönetim Kurulu Üyesi (1968 - 1969) .T.Ü. Elektrik Fakültesinde Profesör (1969 - 1973) .T.Ü. Nükleer Enerji Enstitüsünde Ö retim Üyesi (1962 - 1973) .T.Ü. Nükleer Enerji Enstitüsü Yönetim Kurulu Üyesi (1967 - 1972) Ba bakanlık Atom Enerjisi Komisonu V. Dönem Üyesi (1969 - 1972) Ba bakanlık Atom Enerjisi Komisyonu Çekmece Nükleer Ara tırma ve E itim Merkezi Müdürü (28 Ekim 1969 – 28 ubat 1973) TÜB TAK Bilim Kurulu Üyesi ( ubat 1972 – Eylûl 1974/ stifâ) TÜB TAK Marmara Bilimsel ve Endüstriyel Ara tırma Merkezi Kurucu Ve Yönetici Kurul Üyesi (1972 - 1974) NATO Bilim Komitesinde Türkiye Temsilci Üyesi (1972 - 1974) .Ü. Fen Fakültesi Teorik Fizik Kürsüsünde Kürsü Profesörü (2 Eylûl 1973 - 4 Kasım 1981) .Ü. Fen Fakültesi Matematiksel Fizik Anabilimdalı Ba kanı, (4 Kasım 1981- 3 Mart 1984/Emekli) stanbul Üniversitesi Senato Üyesi (1975 - 1977) .Ü. Fen Fakültesi Dekanı, .Ü. Senato Ve Yönetim Kurulu Üyesi (14 Temmuz 1980 - Temmuz 1983/ stifâ) 170 25) TÜB TAK Bilim Adamı Yeti tirme Grubu Yürütme Komitesi Üyesi (1980 – 1982/ stifâ) 26) TÜB TAK Danı ma Kurulu Üyesi (1981 - 1983) 27) .Ü. Fen Fakültesi Nâzım Terzio lu Matematik Ara tırma Merkezi Müdürü (1981 - 1984) 28) Atom Enerjisi Komisyonu Üyesi (1982 - 1984) 29) BORUSAN Boru Sanayii T.A. . Danı manı (Nisan-Haziran 1984) 30) BORUSAN Boru Sanayii T.A. . Genel Müdürü (Haziran-Aralık 1984/ stifâ) 31) Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) ve Atom Enerjisi Komisyonu Ba kanı (21 Ocak 1985 - 6 Nisan 1987) 32) OECD Nükleer Enerji Ajansı (OECD-NEA) Yönetim Kurulunda Türkiye Temsilcisi (21 Ocak 1985 - 6 Nisan 1987) 33) Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) nezdinde Türkiye temsilcisi (21 Ocak 1985 - 6 Nisan 1987) 34) CERN (Centre Européen de Recherches Nucléaires) Konseyi nezdinde Türkiye Mü âhid Temsilcisi (1985 - 1987) 35) TÜB TAK'da Danı man (11 Mayıs-14 Ekim 1987) 36) Ankara Çimento Sanayii T.A. . Yönetim Kurulu Üyesi (1987 - 1990) 37) Bilim Teknoloji Vakfı Kurucularından Ve Genel Müdürü (28 Mart 1989 – 1 Mart 1991/ stifâ) 38) SET Balıkesir Çimento Sanayii T.A. . Denetçisi (1991 - 1996) 39) hlâs Holding T.A. . Danı manı (1 Mart 1992 - 1 Nisan 1994) 40) "Journal of Islamic Academy of Sciences" cra Komitesi Üyesi (1991'den beri) 41) Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) Danı ma Kurulu Üyesi (19922002) 42) Fazilet Vakfı Liseleri Bilim Danı manı (1994 - 1995/ stifâ) 43) T.C. Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlı ı Danı manı ve Nükleer Santral Proje Koordinatörü (5 Mayıs 1996 - 31 Aralık 1996/ stifâ) 44) Türkiye Elektrik Üretim letim A. . (TEA ) Genel Müdürü Danı manı (1 Haziran 1998 - 31 Mayıs 2000) 45) 1. Enerji ûrâsı Yönetim Kurulu Üyesi (Ekim-Aralık 1998) 46) 1. Enerji ûrâsı 4 no.lu "Nükleer Enerji Komisyonu" Ba kanı (EkimAralık 1998) 47) I. Üsküdar Sempozyumu Bilim Kurulu Üyesi (2003) 48) II. Üsküdar Sempozyumu Bilim Kurulu Üyesi (2004) 49) Özel Kadıköy Hastahânesi Ltd irketi Yönetim Kurulu Ba kanı (12 Haziran 2004'den i'tibâren) 7. Üniversitede Vermi Oldu u Dersler: A) Lisans Düzeyinde: 1) Fizikte Matematik Metotlar I ( stanbul Üniv. Fen Fakültesi'nde) 171 2) 3) 4) 5) 6) 7) 8) 9) B) Matematiksel Fizi in Kısmî Türevli Diferansiyel Denklemleri ( stanbul Üniv. Fen Fakültesi'nde) Ça da Fizi e Giri ( TÜ Elektrik Fakültesi'nde) Klâsik Teorik Mekanik ( stanbul Üniv. Fen Fakültesi'nde) Elektrodinamik ( stanbul Üniv. Fen Fakültesi'nde) Isı Teorisi ve statistik Mekanikler ( stanbul Üniv. Fen Fakültesi'nde) Kuvantum Teorisi ( stanbul Üniv. Fen Fakültesi'nde) Nötronların Difüzyon Teorisi ( stanbul Üniv. Fen Fakültesi'nde) Rölâtivite Teorileri ( stanbul Üniv. Fen Fakültesi'nde) Lisanüstü ve Doktora Düzeylerinde: 1) 2) 3) 4) 5) 6) 7) 8) 9) Fizikte Matematik Metotlar II ( stanbul Üniv. Fen Fakültesi'nde) Nötronların Transport Teorisi (Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi'nde) "Case Metodu" ( stanbul Üniv. Fen Fakültesi'nde) Gravitasyonun Rölâtivist Teorileri ( stanbul Üniv. Fen Fakültesi'nde) Kozmoloji ( stanbul Üniv. Fen Fakültesi'nde) Fizi in Epistemolojisi ( stanbul Üniv. Fen Fakültesi'nde) Reaktör Teorisi ( TÜ Nükleer Enerji Enstitüsünde) Nükleer Reaktörlerin leri Teorisi ( TÜ Nükleer Enerji Enstitüsünde) Nükleer Fizik ( TÜ Nükleer Enerji Enstitüsünde) 8. Konferansları: 1956-2004 arasında çe itli akademik ortamlar, mahfeller, dernekler, vs. de verilmi 250'den fazla konferans. 9. Eserleri: • • Akademik, felsefî, dinî, içtimaî ve siyâsî konularda 342 mak le. Teorik Fizik ve Atom Mühendisli i dallarında (biri fransızca olmak üzere) lisans, yüksek lisans ve doktora düzeylerinde 2707 sayfa ve ço u müteaddid baskı yapmı 12 cild te'lif ders kitabı: • 1532 sayfa tutarında 10 cild çeviri. • Ayrıca, hâtırat, deneme, inceleme, olarak yakla ık 6300 sayfa tutarında 23 cild te'lif eser. • Yakla ık 500 sayfa tutarında üç kitabın editörlü ü. • Kurdu u ve Yönetti i Bilimsel Diziler: 1) Teorik Fizik Dersleri Külliyatı ( st. Üniv. Fen Fak. Yay.) (Yayınlanmı 12 cild, baskıya hazır 2 cild/Tümü 27 cild olarak tasarımlandı) 172 2) Teorik Fizik Monografileri ( st. Üniv. Fen Fak. Yay.) (Yayınlanmı 3 cild) • Di er Editörlük Görevleri: 1) Gökyüzü (Türk Astronomi Derne i Yayın Organı) Editörü, 2) Revue de la Faculté des Sciences de l'Université d'Istanbul, Série:C editörü, 3) nsan ve Kâinat Dergisi Akademik Kurul Ba kanı (1985-1991), 4) Journal of Islamic Academy of Sciences, cra Kurulu Üyesi (devam ediyor) • dâre ve ikmâl etti i doktoralar: Fizik ve Astrofizik dallarında 13, Bilim Felsefesi ve Epistemoloji dallarında 2 olmak üzere toplam 15 adet. • dâre ve ikmâl etti i Yüksek Lisans tezleri: Teorik Fizik dalında 2, Nükleer Mühendislik dalında 4 olmak üzere toplam 6 adet. • Eski ö rencilerinden Profesör olanların sayısı: 66. • Türk Ansiklopedisi (M.E.B. Yay.), Cumhuriyet Ansiklopedisi (Arkın Yay.), slâm Ansiklopedisi' (M.E.B. Yay.) ve Türkiye Diyânet Vakfı slâm Ansiklopedisi'nde birçok bend. • TRT-2, MORAL FM, TGRT FM, AKRA FM, BURÇ FM, ve MARMARA FM radyolarında 1993-2000 arasında toplam 130 kadar sohbet. • TRT-1, TRT-2, TGRT, SAMANYOLU, MAGIC BOX, KANAL 6, KANAL 7, FLASH TV, HBB, STANBUL TV, KUZEY TV (Trabzon), MESAJ TV, KÖRFEZ TV ( zmit) ve RTV 66 (Yozgat) televizyonlarında Çernobil Kazâsı, Nükleer Enerji, Radyasyon Sa lı ı, Bilim Adamları, Genel Kültür, slâmiyet hakkında 100 kadar sohbet ve mülâkat. • T.C. Kültür Bakanlı ı için "B LG ÇA I" ba lıklı 3 bölümlük bir belgeselin senaristli i ve prodüktörlü ü (Yönetmen: Yücel Çakmaklı, Realizasyon: V PSA , Kameraman: Özdemir Ö üt/TRT-2'de 1991'de 2 kere gösterildi. Toplam süre: 120 dakika) 10. Organize Etti i Bilimsel Toplantılar: 1) stanbul Teorik Fizik Konferansı/ .Ü. Fen Fak., 1974. 2) Nükleer Enerji Millî Toplantısı /TAEK, Ankara, 1985. 3) Plâsma Fizi i Millî Konvansiyonu/TAEK, Ankara, 1986. 4) Uluslararası "Türkiye'nin Bilimsel Gelece i" Sempozyumu/International Symposium on the Scientific Future of Turkey/Bilim ve Teknoloji Vakfı, stanbul, 1990. 173 5) 2000'li Yıllara Do ru E itim Problemimiz/ lim ve Fazilet Vakfı, stanbul, 7.5.1994. 6) Bilgi Toplumu ve E itimimiz Sempozyumu/ lim ve Fazilet Vakfı, stanbul, 8.5.1995. 11. Bildi i Yabancı Diller: (az). Fransızca (çok iyi), ngilizce ve talyanca (iyi), Almanca (orta), spanyolca 12. Geçmi te Üyesi Oldu u Dernek ve Kurumlar (Ve Belli Sürelerle fâ Etti i Görevler): 1) 2) 3) 4) 5) 6) 7) 8) Association Des Ingénieurs En Génie Atomique, Paris/Fransa (Dernek feshedildi) Türk Astronomi Derne i (Genel Sekreter) (Dernek feshedildi) Türk Fizik Derne i ( kinci Ba kan/Ayrıldı) Türk Matematik Derne i (Ayrıldı) Aydınlar Oca ı ( stifâ ederek ayrıldı) Bilim ve Teknoloji Vakfı (Kurucu Üye ve Genel Müdür/ stifâ ederek ayrıldı) Dü ünceye Ça rı Derne i (Kurucu Üye/Dernek feshedildi) Türk Bilim Târihi Kurumu (Devâm ediyor) * * * 174