AV. KEMAL KERİNÇSİZ ESAS HAKKINDAKİ SAVUNMA
Transkript
AV. KEMAL KERİNÇSİZ ESAS HAKKINDAKİ SAVUNMA
AV. KEMAL KERİNÇSİZ ESAS HAKKINDAKİ SAVUNMA ÖZET A) DAVADA GENEL OLARAK ÇÖZÜLMESİ GEREKEN HUKUKİ SORUNLAR I-) Soruşturmanın ve davanın siyasi boyutu Ülkenin iç ve dış siyasetinin belirlenmesi yönünden bir proje olarak kurgulanan sözde Ergenekon tertibinde şahsım dahil davada sözde örgüt üyeliği ile suçlanan sanıkların beşeri, sosyal, insani, siyasi, kültürel, iş ve dostluk ilişkileri örgütsel ilişki olarak değerlendirilip, sanal bir örgüt oluşturulma yoluna gidilmiştir. Uluslararası Terör Hukukunda, yapılmış terör örgütü tanımlamasının dışına çıkılmıştır. Birinci Ergenekon iddianamesinin mahkemeye teslimi sırasında 14.07.2008 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz’in yaptığı açıklamada mızrağın çuvala sığmadığı görüldüğünden; “Bu terör örgütü sizin bildiğiniz anlamda olmayıp, bilinenlerin dışında bir örgüttür” denilmiştir. Kurumsallaştıramadığımız demokrasimizde siyasi iktidarı elinde bulunduranların zaman zaman yargı gücünü muhaliflere karşı kullandıkları bilinen bir gerçektir. Ancak bu kullanım öncelikle iç siyasi hedefler doğrultusunda gerçekleşmiş ve daha ziyade muhalefetin bir kesimini hedeflediği gibi işlenen suçlardan sonraki zaman dilimini kapsamıştır. Ergenekon projesi bu konudaki tüm ezberleri bozmuştur. Yargı organlarının siyasi hesaplaşma sürecine dahil edildikleri geçmiş dönemlerden farklı olarak; ___ Toplumun geniş kesimlerini kapsamına alabilecek potansiyelde yapay suç ve suçlu yaratılma yoluna gidilmiştir. ___ İlk defa TSK hedef alınmış, kurumun Türkiye iç ve dış siyasetindeki yerinin küçültülmesine gidilmiş, belirleyici bir aktör olmaktan çıkartılmıştır. 1 ___ Yargı süreci ile rejimsel dönüşümün temelleri atılmış, laik cumhuriyetin tüm kurumlarının ve kurallarının içi boşaltılmaya başlanmıştır. ___ Ülke içinde küreselci güçlere bağlı bir yönetimin iktidarda kalmasının yolu açılmıştır. ___ Bölgede üniter yapısını koruyan en güçlü milli devlet olarak, bölünme ve küçülme ile birlikte federatif yapının kurulması amaçlanmıştır. ___ Türkiye’nin Nato’daki yeri yeniden ve kalın çizgilerle çizilmiş, gevşemiş olan zincirlere yenileri eklenerek koparılamayacak hale getirilmiştir. ___ Amerika ve İsrail’in hedefi olan bölgede Kürdistan oluşumunun alt yapısı oluşturulmuştur. ___ TSK; Amerika’nın, AB’nin ve Nato’nun lejyoneri olması konusunda terbiye edilmiş, tüm kadroları ve yapısı bu amaca yönelik şekillendirilmiştir. ___ Türkiye’nin dış siyasetinde Amerika’ya bağlılığı en üst düzeye ulaştırılmış, ülkemize bölgede jandarma rolü verilmiştir. ___ İkinci İsrail olarak kurulması yoluna gidilen Kürdistan Türkiye’nin himayesine verilerek, İsrail, Kürdistan ve Türkiye şeytan üçgeninin temelleri atılmıştır. ___ Tüm bu politikalara karşı gelecek Atatürkçü, Ulusalcı ve Milliyetçi güçler sindirilmek, korkutulmak ve bu uygulamalara tepki gösteremez hale getirilmek istenmiştir. ___ Bu politikalara karşı çıkacak kesimleri besleyen milli değerlerin zayıflatılması için her yola müracaat edilmiş, en büyük Türk ve ortak değer olan Atatürk’ü onun eseri Cumhuriyet’i, yegane varlık sebebimiz Türklüğü silmek için sinsice hazırlanmış planlar tatbik sahası bulmuştur. 2 ___ İktidarın kalıcı olabilmesi için, ülke içi sermaye transferleri gerçekleştirilmiş devletin tüm olanakları, ülkenin ekonomik değerleri yeniden paylaştırılmıştır. ___ Milli değerlerle ve cumhuriyetle yüzyılın hesaplaşmasına giren demokrasi ve insan hakları görüntüsü altında olağanüstü baskı rejimi oluşturulmuş, sivil darbe yolu ile rejimin ve temel kurumların içi boşaltılmış, ülke insanı etnik, din, mezhep, siyaset bazında olağanüstü bölünme, kamplaşma ve ayrışma sürecine itilmiştir. Sözde örgüt üyeliğinde öylesine ifrata gidilmiştir ki, ülke insanının %42’si Ergenekoncu ilan edilmiş, bu tertibin farkına varan yüz binlerce insan meydanlarda “biz Ergenekoncuyuz” diye haykırmaya başlamış yine on binlerce insan “bende Ergenekoncuyum, benim hakkımda işlem yapın” diye mahkemeye müracaat edebilmiştir. Söz konusu projeye yargı organlarının önüne getirilmeden önce, yasa dışına çıkmış dış destekli bir gurup operasyonel istihbarat elemanlarınca kurumlar kullanılarak pişirilmiş, adım adım geliştirilmiş ve bu ateşten top yargının kucağına bırakılmıştır. Maalesef bir kısım yargı mensupları bu projenin kurgu boyutunu algılayamamış, olayı sadece hukuki bir dava görme yanılgısına kapılmıştır. İktidara sağlanan göreceli siyasi ve ekonomik destekler bu tertibin ülkeye yol açtığı zararları ve rejime vurduğu darbeleri görmeyi engellemiştir. Ergenekon davasının neresinde yer alırsa alsın, bu tertibin ağır sonuçlarından kısa bir süre sonra küçük bir azınlığın dışında tüm insanımızın zarar göreceğinden hiçbir kuşkum yoktur. Bela ile karşılaşmadan, mağduriyeti yaşamadan zamanında tepki gösteremeyen ülke insanım için maalesef 90 yıl önceki tarih yeniden tekerrür edecektir. Tekerrür olmadan, tarihin yazılamayacağını maalesef en iyi milletimiz bilmektedir. 3 Ergenekon soruşturmasında, sözde örgüt suçu olarak kabul edilen suç ya da suçlardan hareketle örgütün hukuki varlığı tespit edilmesi, kurucu yönetici ve üyelerin belirlemesi yoluna gidilmesi gerekirken sözde örgütten hareketle somut suçların işlendiği yargısına varılmıştır. Böylelikle bu dava nedeni ile tüm insanlığın acı tecrübeleri sonucu kurtulmaya çalıştığı itham sistemine yeniden geri dönülmüştür. Ergenekon soruşturması ve davasının toplumumuza verdiği zarar boyutlarını tahayyül etmekte zorlanmaktayım. Devletimize, ülke insanına, millet yapısına, rejimimize ve kurumlarımıza verdiği zararları yaşadıkça hep birlikte göreceğiz. Ancak bu soruşturma ve dava ile hukuk sistemimizin çöktüğü inkar edilmez bir gerçektir. Hukuk devletinin yetersiz de olsa bugüne kadar elde ettiği kazanımlar bu dava yolu ile bir çırpıda ortadan kaldırılmıştır. II) Sözde örgütün kuruluşu kasıtlı olarak araştırılmamıştır. İddianamenin 46.sayfasında sözde örgütün kuruluşundan bahseden sadece 8.paragrafta 5 satırlık bir cümle vardır. Bunun dışında 1950’lerde kurulduğu iddia edilen sözde sivil açılım tarihi olan 1999 yılından önce 50 yıllık geçmişi olduğu belirtilen sicili darbeler, hükümet düşürmeleri, suikastlar, toplu katliamlar, faili meçhullerle dolu sözde örgütün kuruluşu için iddianame ve mütalaanın toplamı 5000 sayfada, sadece 35 kelimden oluşan 5 satırın ayrılmasının tek tercümesi “bu örgütün kuruluşunu kurcalamayın çünkü kurgulanan örgüt projesine zarar verir” anlamı taşımaktadır. İddianamede kuruluş konusunda yer alan şu cümle aslında Ergenekon projesinin neden peydahlandığını net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu cümle şudur; 4 “NATO’nun komünizmle mücadele amacıyla birçok ülkede kurduğu bu örgütler zaman içinde amaçları dışına çıkmış bir kısım kişi ve zümrelerin kendi amaç ve ideolojilerini geliştirmek için kullandıkları terör örgütüne dönüşmüştür” denmekle, sözde Ergenekon’un NATO ve ABD’nin emrinden çıkan kendi ideolojileri olan Atatürkçülüğü ve onun şiarı olan tam bağımsızlık ilkesi çerçevesinde Avrasyacı politikaları uygulamak isteyen askerler tarafından kurulduğu ikrar edilmiştir. İddianamede belirtilen NATO’nun amacı dışına çıkan, kendi amaç ve ideolojilerini geliştirmek isteyen zümre ve kişiler; elbette ki 1990’lı yıllardan itibaren bölgede NATO dışında Rusya, Çin ve İran’la yeni bölgesel politikalar oluşturmak isteyen Atatürkçü- Avrasyacı ve NATO dışı çözüm arayışlarına giren Batı Emperyalizmi ile 50 yıldır oluşturulan zincirleri kırmak isteyen Mustafa Kemal’in gerçek askerleridir. O yüzden kimse ne kendisini ne de başkasını aldatmasın. Bu davada cezalandırılmak ve terbiye edilmek istenen, NATO dışında bağımsız askeri politikaları geliştirmeye çalışan Atatürkçü askerler ve bu düşünceye bağlı sivil muhalefettir. Bu proje ile NATO, gladyo ve ABD’ye bağlı derin devlet yapılanması aklanmıştır. Halen ülkemizde egemen olan NATO ve ABD ile iktidar arasında 2002 yılından itibaren güçlü bir nikah tazelenmiş, bu yapının son 40 yılda Türkiye’deki tüm operasyonları, suikastları, faili meçhulleri, Atatürkçü TSK mensupları ile Bağımsız Türk Milliyetçileri ve ulusalcıların üzerine ihale edilmek istenmiştir. Bu siyasi proje ile bırakınız ülkemizdeki NATO yapılanmasının açığa çıkarılmasını tam tersine bu yapılanmanın işlediği tüm suçlar ve marifetleri, bir daha aydınlanmayacak şekilde üzeri beton bloklarla örtülmüştür. O yüzden bu sözde örgütün kuruluşu araştırılamaz. 5 Hiçbir yargı kurumu NATO’ya; “senin ülkemde kurduğun komünizmle mücadele örgütlerin nerede, nasıl kimlerden oluşmuştur, akıbeti ne olmuştur” sorusunu soramaz. Bu soruyu sorabilmesi için öncelikle siyasi iktidarın bir güç olarak yargının önünü açması, bağımsız bir yargı yapısını oluşturması zorunludur. Bağımsızlığını yitirmiş, 12 Eylül 2010 referandumu ile iktidara tabi hale getirilmiş bir yargı ve NATO’cu bir iktidarla NATO yapılanmasının üzerine gidildiğini söylemek gülünç bir iddiadır. Ergenekon projesi ile ülkemizdeki NATO ve ABD yapılanmalarının tüm kirli ilişkilerinin aklanmasının ötesinde bir daha gündeme getirilemeyecek şekilde tarihin karanlık sayfalarına gömülmüştür. Davanın başındaki en masum taleplerim olan; “Eğer bu dava NATO’cu gladyo ve Derin devlet yapılanmaları ile mücadele davası ise; _ NATO’nun merkezi Brüksel’e bakanlık vasıtası ile yazalım, siz bu ülkede komünizmle mücadele altında hangi örgütlenmeleri kurdunuz, bu örgütlenme Türkiye genelinde Komünizmle mücadele derneklerine dönüştü mü? Bu örgütleri kimler kurdu, yöneticileri kimlerdi. Mali kaynakları nelerdir? Ülke içinde kime bağlıdırlar. Bu yapı halen faal olarak çalışıyor mu? sorularının cevabını anlayalım dedim. _ Yine tüm bu soruların cevabını başta ülke içindeki kurumlardan soralım ve araştıralım dedim. Ancak mahkeme her nedense yargıladığı sözde örgütün kuruluşunun çok önemli olmadığını ifade edecek şekilde “bu davaya bir katkısı yoktur” diye bu taleplerimizi reddetmiştir. İşin ilginç tarafı buradaki sanıklar ile NATO ilişkilerini araştırmış bir bağlantı olup olmadığını sormuştur. 6 Sözde örgütün uyduruk belgeler hazırlanarak yeniden yapılanmasının sivil açılımının 1999 yılına çekilmesinin, aldığı tüm kararlarında şifahilik yöntemini terk ederek, yazılılık usulüne geçtiğini iddia edilmesinin tek sebebi, gerçek NATO’cu gladyo ve derin devlet yapılanmasının ortaya çıkmasının önlenmesine yönelik önlemleridir. Ergenekon tertibi, NATO’cu gladyo ve ABD’nin derin devletinin içerideki taşeronlarla birlikte kurguladığı ve yürürlüğe koyduğu faaliyetlerinden sadece biridir. Faaliyetlerine aynen devam etmektedir. Hükümetin ipotek altına alınmış, gerçek iradesinin yok edildiği Oslo görüşmelerinde, Kürt açılımı politikalarında, Türklüğü, Türk Milletini, T.C.’ni unutturacak anayasa çalışmalarında, Suriye siyasetinde bu NATO’cu ve ABD’ci gladyonun izlerini ve etkisini görmemek mümkün değildir. Bu salonda derin devlet ve gizli örgüt yapılanmasını aramakla, “cambaza bak” aldatmacası bir kez daha sahnelenmektedir. Kuruluşunu 1950’lere kadar indirdiğiniz örgütü; Silivri’de değil 6 yıl, 60 yılda arasanız bulamazsınız. Çünkü örgüt Ankara’da iktidardadır ve ülkenin iç ve dış siyasetini belirlemektedir. İşte bu yüzden sözde örgütün kuruluşunun araştırılması ve ortaya çıkarılmasının önüne bir perde çekilmiştir. Çünkü perdeyi kaldırdığınızda gerçek derin devletin ülkemizin kılcal damarlarına kadar girmiş ve devletimizi tasfiye sürecine sokmuş ABD ve NATO yapılanması olduğunu göreceksiniz. _ Nitekim sayın savcılar NATO’nun komünizmle mücadele amaçlarının dışına çıkmış subaylarca kurulduğu bilgisini çeşitli kaynaklardan temin ettiğini belirtmişlerdir. _ Bu kaynaklar nelerdir? Neden açıklanmamıştır? _ Neden dosyaya konmamıştır? 7 _ İddia makamı belgesiz ve bilgisiz konuşamaz. İddia ettiği bilginin kaynağını göstermek ve iddianamesine eklemek zorundadır. _ Savcılık ve mahkeme 6 yıllık yargılama sürecinde sözde örgütün nerede, ne zaman, kimler tarafından kurulduğu, hangi örgütlere dönüştürüldüğü, yönetici ve faaliyetlerinin ne olduğu konusunda ciddi ve detaylı hiçbir araştırma yapmamıştır. _ Sadece güvenlik kurumlarına sözde örgüt ile ilgili bilgilerin sorulması yeterli değildir. _ İddianamede kuruluşunun ayak izlerinin NATO’ya çıktığı belirtilen sözde örgütün kuruluş itibari ile hiçbir şekilde araştırılmaması önemli bir eksikliktir. _ Örgüt iddiaya göre 1950’lerde kurulduğu tarihten sivil açılım tarihi olan 1999 yılına kadar geçen en az 40 yıllık süreçte + TSK’nin bünyesinde kurulduğu, + Üye ve yöneticilerinin muvazzaf askerlerden oluştuğu, Dikkate alındığında kuruluşunun ve kurucularının araştırılmaması ve tespit edilememesi imkânsız ve önemli bir eksikliktir. _ 50 Yıllık sözde örgütün kuruluşu ve 40 yıllık süre içindeki faaliyetlerini araştırmadan sadece 1999 yılının baz alınarak kabulü ve sivil açılımdan sonra araştırılması, sözde örgütün kurgudan ibaret olduğu görüşünü ortaya koyar. _ Mademki bu sözde örgütün 1999 yılına kadar kurucu ve üyeleri tamamen askerdir. Bu durumda eğer böyle bir örgüt var ise Genelkurmay Başkanlığının Kozmik odasına girilmesine ve tüm belgelerine el konulmasına rağmen, mahkeme her nedense bir dernek için resen 10 yazışma yaparken, Kozmik odadan örgüt kuruluşu ya da örgüt hakkında bilgi çıkıp çıkmadığını sormamıştır. _ Kaldı ki 1999 yılından itibaren 7 Başkanlıktan 5’i askerdir. Kozmik odada bilgi çıkmaması imkânsızdır. _ Sözde örgütün 1999 öncesi ve sonrasında; 8 Para kaynakları, gelir ve giderlerine ilişkin tek bir bilgiye ulaşılmamıştır. _ Hükümetleri düşüren bir örgütün milyon- milyar dolarlık kaynakları olması gerekir. _ Bu davada yargılanan sanıklardan birinden birine bir para transferine ulaşabildiniz mi? _ Kuruluşu, kurucuları, 40 yıllık faaliyeti, mali kaynakları, gelirleri tespit edilemeyen bir örgütün varlığı kabul edilemez. III) Mütalaada sanıklara isnat edilen suçlar, sözde örgütün olmadığının en önemli kanıtıdır. Sözde örgüte bünyesinde cebir ve şiddet içeren suç isnadı yapılabilmesi için, hukukun tüm kuralları zorlanarak eklenmeye çalışılan Danıştay cinayetinin dışında 60 yıllık sözde örgütün cebir ve şiddet içeren tek bir suç işlediği iddia edilememiştir. Sanıklara isnat edilen suçları dört ana gurupta toplamak mümkündür. ___ Birinci gurup suç kişisel veri kaydıdır. Sanıkların %80’ne yakın kısmında bu suç isnadı yapılmıştır. Sanıkların meslekleri ve uğraşı alanları itibari ile kolaylıkla suçlanabilecek bir alandır. Ancak savcılar bu kişisel verilerin sözde örgüt amacına uygun olarak kullanıldığını iddia edememişlerdir. ___ İkinci gurup suç, gizli bilgi ve belge suçlarıdır. Bu suçlarda çok kolaylıkla sanıkların sahip oldukları meslekleri nedeni ile işlenebilecek bireysel suçlardır. Mütalaada her hangi bir gizli belgenin sözde örgüt amacı ile kullanıldığı da kanıtlanamamıştır. Her iki suç türü abartılmış, hemen hemen sanıkların çoğunda suç unsurları oluşmamasına rağmen isnatta bulunulmuş, gizlilik dereceleri olağanüstü abartılmış, belgelerin çoğu maruf hale gelmiş, güncelliğini 9 yitirmesine rağmen sırf sözde örgüt suçu yaratmak için, mesleki sebeplerle bulundurulan kamuoyunca da bilinen bilgi ve belgeler suç konusu yapılmıştır. ___ Üçüncü gurup suç kişilerin bireysel olarak bulundurdukları silah, patlayıcı madde ve ateşli silahlar yönünden suçlanmasıdır. Bu gurupta yer alan suçlamalarda bulunulurken önemli şaibeler oluşmuş, hukuk dışı yöntemlere müracaat edilmiştir. Şöyle ki; Kişilerdeki hatıra olarak saklanan boş kovanlar, gaz tabancaları, kurusıkılar, bilye atan oyuncak tipi bireysel silahlar, içi boş kalemlik olarak kullanılan el bombasının kurşun dökümleri bile sözde örgütün silahı sayılmıştır. Çünkü sözde örgüte uydurma dokümanlarının yanı sıra yine silahlı örgüt vasfını kazandırabilecek uydurma silahlara da ihtiyaç vardır. Kimde nerede patlayıcı madde bulunmuşsa, basit telefon, görme, tanışma gibi sanal irtibatlarla bu davanın eklentisi haline getirilmiştir. Yasanın ruhuna ve amacına aykırı birleşme kararları verilmiştir. Bulunan patlayıcı maddelerin sözde örgüt amaçları doğrultusunda kullanıldığına ve kullanılacağına ilişkin tek bir ciddi delil ortaya konmamıştır. Bomba irtibat raporları bu konuda inandırıcı olmaktan son derece uzaktır. Patlayıcı malzemeleri bulunduğu iddia edilen kişilerin, bu malzemeleri sözde örgüt adına bulundurduğuna, depoladığına ya da kullanacağına, bulunduğu iddia edilen malzemelerin diğer sözde örgüt yöneticilerin bilgisi ve talimatları dahilinde olduğuna ilişkin dosyada ciddi hiçbir delil bulunmamaktadır. Cumhuriyet Gazetesine atılan bombalarla, Ümraniye’de ve Eskişehir’de bulunan bombalar arasında oluşturulmaya çalışılan irtibat yeterlilikten uzak olduğu herkesçe kabul edilen benzer ve aynı kafile numaralarına ve her yönü ile 10 inandırıcılığını yitirmiş bir gizli tanığın beyanlarına dayandırılmıştır. Bulunan patlayıcı maddelerin aramalarında, el koymalarında ve imhalarında yapılan kabul edilemez hatalar, bu delilleri hukuk dışına itmiş, bulunduğu iddia edilen kişilerle bu malzemeler arasında irtibatın kurulması imkansız hale gelmiştir. Kişi ile malzeme arasında bağlantı kurulsa bile bu malzemelerin bireysel temin ve saklama olduğu ortadadır. Sanıklarda bulunduğu iddia edilen inandırıcılıktan uzak tanzim edilmiş krokilere dayalı, dozerlerle yapılan halka ve basına açık kazılar, kilometrelerce ormanlık alanda eliyle konulmuş gibi hiçbir terör örgütü yapısına ve eylemlerine denk düşmeyecek silahların dere yataklarından çamur içinde çıkarılmaları, bu silahların önemli ölçüde suni örgüt projesinde bir takım hukuk dışına çıkmış kişi ve kamu görevlilerince etrafa dağıtıldığı izlenimi vermiştir. Özetle sözde örgüt silahı olarak sunulan silahların önemli bir kısmı bireysel olup, diğer kısmı da sözde silahlı örgüt yaratma uğruna etrafa dağıtılan silah ve malzemeler olduğu anlaşılmaktadır. Danıştay Cinayeti için iki silahın sözde örgüt üyesi olmayan sanıklardan para ile temin edilmesi, Cumhuriyet gazetesine sözde örgüt üyesi olmayan sanıklara menfaat temini karşılığında atıldığı iddiaları sözde örgüt fikrini tam bir fiyaskoya dönüştürmüştür. Sözde örgüt yaratıcıları, sözde örgüte silah temini ve silahlı örgüt yaratma konusunda sınıfta kalmışlardır. Delil olmaktan uzak yorum ve karinelerin tekrarlandığı binlerce sayfa raporlarla sözde örgüt yaratma çabaları beyhudedir. Örgüt kriterlerinin hiçbiri davada yargılanan sanıklar arasında yoktur. Örgütün varlığı ciddi ve inandırıcı kanıtlarla ortaya konmalıdır. 11 Emniyet mensuplarının senaryo yazdığı HTS raporları ile masa başında örgüt yaratılamaz. ____ Dördüncü gurup suç, hükümete karşı işlenmiş suç olup, sanıkların bu suçu dernek kurarak, miting ve basın açıklaması yaparak, konferanslar vererek, gazetede ve internette köşe yazıları yazarak, televizyon programları yaparak, davalar açarak işlediğinin iddia edilmesi ayrı bir hukuk skandalıdır. Bu suçun işlenmesi için ortada netice almaya elverişli, cebir ve şiddet içeren vahim araç suçların olması gerekirken, kişilerin temel hak ve özgürlükleri kapsamında eylem ve faaliyetlerinin vahim suç sayılması sözde örgütün olmadığının bir başka delilidir. Anayasal sistemi ve hükümeti ortadan kaldırma amacı taşıdığı iddia edilen 60 yıllık sözde örgüt üyelerinin vahim araç suçlar kapsamında, banka soygunları, yağmalar, adam kaçırmalar, güvenlik görevlilerinin katli, kundaklamalar gibi suçları olmaması, bu salonda örgüt aranmasının mümkün olmadığını göstermektedir. Kalemde memur gibi çalışan, tarafsızlığını yitirmiş, mesleği bilinmeyen, sıfatına bilirkişi denilen görevlilerin, örgütü nasıl yaratırız kaygısıyla hazırladıkları yapay raporlarla değil altı sene, 60 senede uğraşılsa olmayan örgütü yaratmak imkansızdır. IV-) Suçun sadece hukuki tavsifinde değil aynı zamanda maddi unsurunda da değişiklik yapılmıştır. a) TCK 312.maddesinde Hükümete Karşı Suçta maddi unsur; TC Hükümetini cebir ve şiddet yolu ile ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye yönelik fiillerdir. Nitekim suçun mağduru da toplum değil, doğrudan doğruya hükümettir. 12 b) Oysa TCK 313.maddesinde düzenlenen Halkı Hükümete Karşı Silahlı İsyana Tahrik suçunda ise maddi unsur; devletin kuvvetlerine karşı halkı silah kullanarak isyana tahriktir. Maddedeki hükümet deyiminden devletin kuvvetlerini algılamak gerekir. Nitekim bu suçun mağduru devlet ve dolayısıyla tüm toplumdur. Görülüyor ki; — TCK 312.maddedeki suçta maddi unsur hükümeti ortadan kaldırmaya ya da görevlerini kısmen veya tamamen engellemeye yönelik cebir ve şiddet içeren eylemler iken, — TCK 313.maddede düzenlenen suçta maddi unsur silahlı isyana tahrik fiilidir. İki suçun maddi unsurları birbirinden tamamen farklıdır. Yani şahsımı 313.maddeden suçlarken gerçekleştirdiğim iddia edilen fiiller ile 312.maddeden suçlarken gerçekleştirdiğim iddia edilen fiiller birbirinden tamamen farklıdır. Sayın savcı mütalaasında 313.maddeden suç unsurlarının gerçekleşmediğini kabul etmekle, suçun maddi unsurunda yani dayandığı fiillerde de değişiklik yaptığının kabulü zorunludur. Bu durumda artık CMK 226.madde kapsamında sadece suçta hukuki tavsif değişikliği yapıldığı anlamına gelmemektedir. Fiilde de değişiklik söz konusudur. Artık bu aşamada CMK 226. mad. (Eski CMUK 258.mad.) nin tatbik edilerek sanığa ek savunma verilmek sureti ile davaya devam edilemez. Fiilin ve mağdurun değiştiği suçta, hukuki tavsif değişikliği yoktur. Doğrudan maddi unsuru farklı bir suç söz konusudur ki; bu durumda, ek iddianame tanzim edilmeden yargılamaya devam edilemez. Bu durumda; şahsımın TCK 312.maddeden yargılanabilmesi için, iddia makamına mehil verilerek yeni bir iddianame tanziminin istenmesi zorunludur. 13 V-) Mütalaada suç değişikliğine gidilmesi karşısında sanıklara savunmalarını yeniden hazırlaması konusunda muhik bir süre verilmelidir. Mütalaada suç tanımlamasında yapılan değişikliğin bir an için CMK 216.mad. kapsamında kaldığı kabul edilse bile, 5,5 yılı bulan yargılamada tüm savunma ve delillerimin toplanması, iddianın ve yargılamanın icrası TCK 313.madde kapsamında yapılırken 18.03.2013 tarihinde (20 gün önce) suçun 312.madde kapsamında kaldığı iddia edilerek tavsifte değişikliğe gidilmesi karşısında savunma için makul süre tanınmalıdır. Dosya kapsamı ve bugüne kadar toplanan deliller dikkate alındığında tümünün TCK 312.madde kapsamında değerlendirilebilmesi ve yeni suç kapsamında süzgeçten geçirilmesi önemli bir süreyi alacaktır. Mahkemenin bu kapsamda suçun önem ve vahametini dosya ve delil kapsamını dikkate alarak sanığa adeta savunmasını sil baştan yapacak bu durum karşısında muhik bir süre verme zorunluluğu bulunmaktadır. Diğer taraftan sözde örgüt üyeliği suçundan yargılanırken, iddia makamınca sözde örgüt yöneticiliği suçundan cezalandırılma istenmesi bu anlamda verilecek savunma süresinin makul ve savunmayı hazırlayabilecek bir zaman dilimi olmasını zorunlu kılmaktadır. Yine iddianamenin dışına çıkılarak TCK 136 ve 137 mad. tatbikinde CMK 226/2 maddesindeki ek sürenin verilmesini gerektirmektedir. Diğer tüm tutuklu sanıkların hemen tamamında aynı değişikliğe gidilmesi karşısında mütalaanın okunmasından hemen 20 gün sonra esas hakkındaki savunmalara başlanması yasanın ruhuna ve savunma hakkına uygun düşmeyeceği ortadadır. Nitekim CMK 226.maddesinin 1.fıkrasında; “ Sanık, suçun hukuki niteliğinin değişmesinden önce haber verilip de savunmasını yapabilecek bir halde bulundurulmadıkça, iddianamede 14 kanuni unsurları gösterilen suçun değindiği kanun hükmünden başkasıyla mahkum edilemez” diyerek bu konuda tanınması gereken savunma hakkının şeklen değil özünün korunarak ve sanığın savunmasını yapabilecek ortamın oluşturulması ve sürelerin tanınmasını zorunlu kılmaktadır. Çünkü sanık yeni değişen duruma göre savunmalarını yapabilecek halde bulundurulmadıkça mahkeme, iddianamenin dışına taşmayacak ve mütalaada istenen ceza hükümlerinden ötürü sanık hakkında hüküm tesis edemeyecektir. İddianamenin 2500 sayfa, iddianamenin eki olduğu açıkça zikredilen mütalaanın 2271 sayfa ve milyonlarca sayfayı bulan deliller ve özellikle sanık isimlerinin mütalaanın birçok bölümüne dağıtılması karşısında, bu belgeleri yeterince inceleyerek savunma yapabilir hale gelinmesi için makul, adil ve savunma yapabilecek yeterlilikte sürenin tanınması zorunludur. Bir hukuk metninin bir günde en fazla 100 sayfa okunabileceği düşünüldüğünde şahsımın ve bir çok sanığın henüz mütalaayı dahi okumayı tamamlamadığı ortada iken, esas hakkındaki savunmaya geçilmesi, buradaki yargılamayı bir kez daha adil olmaktan çıkaracak, şekli bir prosedür olduğunu teyit edecektir. Kaldı ki esas hakkında savunmalar yapılırken sürekli delil toplanması, bilirkişi raporlarının gelmesi ve bu konularda ayrıca savunma imkanının verilmemesi yargılamayı adil olmaktan önemli ölçüde çıkarmıştır. VI-) İddia makamının unsurları birbirinden tamamen farklı suç tanımlaması ve suç vasfını 5,5 yıl sonra değiştirmesi aslında ortada işlenen bir suçun olmadığının ikrarıdır. Bu davanın soruşturması bir kısım sanıklar bakımından 1 yıl geçmiş, bir kısmı için 8-9 ay gibi uzun bir süre devam etmiştir. 15 Toplanan deliller, sanık ifadeleri, alınan tanık beyanları karşısında şahsım hakkında süren 8 ay soruşturma sonunda Halkı Hükümete Karşı Silahlı İsyana Tahrik suçunu işlediğim iddiası ile iddianame düzenlenmiştir. Bu sürenin iddia makamı için, delillerin toplanması ve suçun tanımlanması yönünden, kısa bir süre olduğu söylenemez. Yine duruşmalar 20.10.2008 tarihinde başlamış olup mütalaanın okunduğu tarihte 4,5 yılı bulmuştur. Savcılık 4,5 yıllık yargılama sürecinde alınan sanık ifadeleri, dinlenen tanık beyanları ve celp edilen delilleri değerlendirmeyerek davanın sonuna gelindiğinde - Maddi unsurları birbirinden tamamen farklı, - Mağduru ayrı, - Kanunilik unsurları birbirine benzemeyen, - Birinde cebir ve şiddetten bahsederken diğerinde sadece silahlı isyanı konu alan iki suçu birbirinden ayırmayarak, pardon deyip; “ben davanın başında gerçekleştirdiğin eylemlere bakarak her ne kadar suç tanımlamasını silahlı isyana tahrik olarak yapmış isem de 5,5 yılın sonunda hata yaptığımı anladım, senin suçun hükümeti ortadan kaldırmaya ya da görevlerini tamamen ya da kısmen engellemeye yönelik teşebbüs suçudur” demesi hukuken kabul edilemeyecek vahim bir hatadır. İki suçun yasal unsurları öylesine birbirinden farklıdır ki, benzerlik sadece fail ve suçun manevi unsuru olan kasıt ile işlenmesindedir. İddia makamı; bu kadar uzun süreçte mütalaasında halen iddianameyi tekrar ediyorsa, iddianamede suçun vasfını değiştirebilecek başkaca maddi bir olay getiremiyorsa, yapılan suç tavsifindeki değişikliğin gerçek amacının ortaya konmasında zorunluluk vardır. Çünkü bu konuda yapılacak tespit bu davanın 16 soruşturmadan çok önce bir siyasi proje olarak hangi sebeplerle ve çevrelerce uygulamaya konduğu gerçeğini de ortaya çıkaracaktır. — Sayın savcıların bir eylemin ya da eylemlerin TCK 313 madde mi, yoksa 312 madde kapsamında mı kalacağını ayırt edemeyecek ölçüde hukuki yanlışlık yapacak düzeyde hukuki donanım ve bilgi eksikliği içerisinde olduklarına inanmıyorum. Çünkü ceza hukuku dersleri Hukuk Fakültesinde 2.sınıfta verilir. İkinci sınıfın sonunda öğrenciye bir eylemin hangi suçu oluşturduğu sorulduğunda bu iki suç yönünden kesinlikle bir hata yapmayacağı inancındayım. Çünkü iki suçun maddi ve kanunilik unsurları birbirinden öylesine farklıdır ki, bu tabiri caizse masaya sandalye demek kadar farklılık arz eder. Bu sebeple; hukuki ehliyet ve donanım konusunda, bu ölçüde bir eksikliğin olmadığına inandığımız savcılarımızın bu yanlışlığı maddi ya da yorumda bir hata olarak yaptıkları kanaatinde değilim. — İddianamenin genel bölümünün 382, 383, 384, 470, 516, 517, 518. sayfaları ile her bir sanık hakkında yapılan değerlendirmelerde şahsım ve birçok sanık bakımından TCK 313. maddesindeki Silahlı İsyana Tahrik suçunun işlendiği anlatılırken son derece teorik ayrıntılı anlatımlara girilmiş ve suçun TCK 313. mad. kapsamında kaldığı konusunda önemli bir çaba sarf edilmiştir. Davanın başından itibaren şahsımın ve bu suçla yargılanan diğer sanıkların eylemlerinde önemli ve suç tanımını değiştirecek yeni bir fiilde konmamıştır. Danıştay Cinayetinden başkaca bir araç suçta eklenmemiştir. Eklenen dava dosyaları sözde örgüt suçunun oluşmasına katkı sağlamaya yönelik, ihdas edilen suç dosyalarıdır. Tamamı bireysel ve zorlama yorumlarla bu davaya dahil edilmiş eklenti suç ve davalardır. Bu durumda sayın iddia makamına şu soruyu sormak gerekir. İddianamede ısrarla savunduğunuz ve gerçekleştiğini iddia ettiğiniz TCK 313 maddesinde suçun unsurlarının, gelişen ve ortaya çıkan hangi 17 gerçeklik karşısında oluşmadığı kanaatine vardınız? Sizin 5,5 yıldan bu yana savunduğunuz görüşü değiştiren hukuki gelişim nedir? — TCK 312.maddesinin mağduru hükümetin siyasi şahsiyeti, TCK 313. maddesinin mağdurunun toplum ve toplumda yaşayan her bir fert olması, sayın heyetinizde bir değişikliğe yol açmış mıdır? Bu sorulara cevap verilmese dahi suç tanımlamasında yapılan değişiklik, bu davanın ne ölçüde siyasi gelişmelere açık olduğu şüphesini de beraberinde getirmektedir. Sayın savcılar suç tanımlamasında bu ölçüde keskin bir değişikliğe giderken, yargılama sürecinde suçun tavsifinde ve yorumunda bir değerlendirme hatası yapacak kadar özensiz davranabileceklerine asla inanmıyorum. Özellikle soruşturma sürecinde, adli kolluk olarak emri altında bulunan emniyetin sahip olduğu bilgisayar, iletişim ve teknolojik donanımlarından istifade ederek kendilerine her türlü çalışma kolaylığının sağlandığı bu süreçte sanıkların önemli bir kısmının suç tavsifinde bu ölçüde vahim hata yapmaları asla mümkün değildir. Sahip olunan teknoloji hukukun tüm kaynaklarına da rahatlıkla ulaşma imkanı verdiği ve bu olanağın iddianame ve mütalaada en geniş şekilde kullanıldığı dikkate alındığında suç tanımındaki değişikliğin hukuki yorum ya da değerlendirme hatasından kaynaklanabileceği şüphesini önemli ölçüde ortadan kaldırmaktadır. V) Esas hakkında savunma için verilen 1 ve 2 saatlik süre, ithamlar dikkate alındığında yeterli bir savunma süresi olarak değerlendirilemez. İddianame ve mütalaanın kapsamı, ek delil klasörleri, kovuşturma kapsamında toplanan deliller, kapsamlı bilirkişi raporları, delillerin dijital ortamda verilmesi ve bilgisayar çalışmasının son derece kısıtlı olması, isnat edilen suç değişiklikleri dikkate alındığında verilen bir ya da iki saatlik sürenin kesinlikle yeterli olmadığı 18 ortadadır. Yargılama sürecinin 5 yılı aşması, dinlenen tanık sayısının 150’yi geçmesi ve sürekli yargılama sürecinin uygulandığı bir davada azami bir veya iki saatlik savunma süresi; “savunma yapma” demekle eş değerdedir. Adeta verilen süre savunma için değil, az ve yetersiz yapılması için verildiği şüphesini getirmektedir. Esas hakkındaki savunma, sanık ve savunma için davanın en önemli aşamasıdır. Sorguda henüz deliller toplanmamış, okunmamış ve değerlendirilmemiştir. Savcının cezalandırma konusunda görüşü henüz kesinlik kazanmamıştır. Mahkemenin suçun işlendiği konusunda çok önemli şüpheleri mevcuttur. Ancak deliller toplanıp, tanıklar dinlenip, delil okunması ve değerlendirilmesi aşamasından sonra özellikle savcının suçun işlenip işlenmediği konusunda kanaati kesinleştikten ve mahkemenin de bu konuda kanaati önemli ölçüde olgunlaştıktan sonra yapılan savunma, ceza davasının en önemli kritik aşaması ve sanık içim adeta köprüden önceki son çıkış yoludur. Savunma ve sanık haklarının en geniş ölçüde kullanıldığı, savunma dokunulmazlığının en kesif olduğu dava aşamasıdır. Bu süreçte yapılacak kısıtlamalar davanın ve sanığın hukuksal konumunu doğrudan etkileyecek, savunma hakkının sınırlarını ve ne ölçüde riayet edildiğini gösterecektir. Bu durumda sürede yapılan kısıtlamaların bu hakkın kullanımını önemli ölçüde engelleyeceği aşikardır. Kaldı ki yasada bu konuda kısıtlama yapılacağına ilişkin hiçbir hüküm yoktur. Tam tersine özellikle TCK 226.maddesindeki hüküm davanın bu aşamasında savunmaya ayrı bir önem atfetmiş, savunma hazırlığı için emredici ve mutlak hükümler getirmiştir. Bu sebeple dosya kapsamına göre getirilen iki saatlik sınırlama savunma hakkının özünü zedelemiş, kullanılmaz hale getirmiş, adil yargılanma ilkesinin uygulanmadığını bir kez daha kanıtlamıştır. Bu kararının yeniden gözden geçirilerek kaldırılması zorunludur. CMK’ nın hiçbir maddesinde sanığın sorgu ve savunmasının kısıtlanacağına ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır; ___ CMK 191/3-d mad. sanığın sorgusunda, 19 ___ CMK 201.mad. soru yöneltmede, ___ CMK 215.mad. okunan belge ve dinlenen tanıklara karşı beyanda, ___ CMK 216.mad. delillerin ortaya konmasında sanığa verilen söz hakkının kısıtlanacağına ilişkin hiçbir hüküm yoktur. İddianame ve mütalaanın binlerce sayfadan oluşması, dosyanın 4,5 yıllık yargılama sürecinde milyonları aşan belgeden oluşması, hemen her gün binlerce sayfadan oluşan bilirkişi raporlarının alınması karşısında bir ve iki saatlik savunma hakkı verilmesi, savunmayı yok saymakla eşdeğerdir. Bu şartlar altındaki yapılan savunma, tamamlanması gereken şekli prosedür olarak görülmekte “yapılmasa da olur” anlayışı ile bakılmaktadır. Kovuşturmada öyle bir sürece girilmiştir ki, ___ İddia makamı istediği delilin celbini talep etmekte, mahkeme kabul etmekte (TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu raporu) ___ Mahkeme resen delil toplamakta, bilirkişi raporları almakta, ___ Ancak sanıkların en basit delil toplama ve tevsii tahkikat talepleri reddedilmektedir. Mahkeme delillerin toplanması aşamasını sadece sanıklar açısından kapatmıştır. Mahkeme sanıkların aleyhine olabilecek hiçbir delilin toplanmasına sınır tanımamakta ancak lehe olabilecek delil toplanmasına tümden yasaklama getirmiştir. Esas hakkındaki savunma başladığından bu yana üç hafta içinde dosyaya on binlerce sayfadan oluşan raporlar gelmiş ve bu raporlara karşı sanık ve müdafilerine hiçbir söz hakkı verilmemiştir. Adalet kronometreli hale getirilmiştir. Sanıklar adeta yarış atına dönüştürülmüştür. Hukuk dışı usul ve yöntemlerle, nefes nefese yaptırılan savunmalardan adaletin çıkabileceğini söylemek mümkün değildir. Adalete kronometre takılamaz. Çünkü 20 ___ Bizlerin maraton koşan atletler, ___ Bu salonunda stadyum olmadığını en iyi idrak edebilecek olan yine sayın mahkemedir. Adalete ve hukuka yabancı yöntemlerin bir an önce terk edilmesi, öncelikle esas hakkındaki savunmalara getirilen süre sınırlamasının kaldırılması, ___ Adil yargılanmaya, ___ Hak ve nesafete uygun ve yine her sanığın konumuna uygun makul savunma sürelerinin verilmesi zorunludur. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları istenen sözde örgüt yöneticileri sanıklar ile kişisel veri kaydından, tutuksuz yargılanan sözde örgüt üyelerine de aynı savunma hakkının verilmesi adil bir uygulama olamaz. Ceza hukukunda adaleti sağlayan temel ilkenin bireysellik kuralı olduğu unutulmamalıdır. Bu aşamada yapılacak kısıtlamalar sanığın ve davanın hukuki durumunu etkileyecek, savunma hakkına ne ölçüde riayet edildiğini gösterecektir. Bu süreçte yapılan kısıtlamalar hakkın kullanımını da önemli ölçüde etkileyecektir. Bu sebeple tarafımıza tanınan iki saatlik esas hakkındaki savunma süresinin devamı AİHS’nin 6.mad’ni, Anayasanın 36.mad. de düzenlenen adil yargılama hakkını engelleyen aşikar bir hukuk ihlalidir. VII) Esas hakkında savunma için verilen 1 ve 2 saatlik süre, savunma için yeterli değildir. İddianame ve mütalaanın kapsamı, ek delil klasörleri, kovuşturma kapsamında toplanan deliller, kapsamlı bilirkişi raporları, delillerin dijital ortamda verilmesi ve bilgisayar çalışmasının son derece kısıtlı olması, isnat edilen suç değişiklikleri dikkate alındığında verilen bir ya da iki saatlik sürenin kesinlikle yeterli olmadığı ortadadır. Yargılama sürecinin 5 yılı aşması, dinlenen tanık sayısının 21 150’yi geçmesi ve sürekli yargılama sürecinin uygulandığı bir davada azami bir veya iki saatlik savunma süresi; “savunma yapma” demekle eş değerdedir. Adeta verilen süre savunma için değil, az ve yetersiz yapılması için verildiği şüphesini getirmektedir. Esas hakkındaki savunma, sanık ve savunma için davanın en önemli aşamasıdır. Sorguda henüz deliller toplanmamış, okunmamış ve değerlendirilmemiştir. Savcının cezalandırma konusunda görüşü henüz kesinlik kazanmamıştır. Mahkemenin suçun işlendiği konusunda çok önemli şüpheleri mevcuttur. Ancak deliller toplanıp, tanıklar dinlenip, delil okunması ve değerlendirilmesi aşamasından sonra özellikle savcının suçun işlenip işlenmediği konusunda kanaati kesinleştikten ve mahkemenin de bu konuda kanaati önemli ölçüde olgunlaştıktan sonra yapılan savunma, ceza davasının en önemli kritik aşaması ve sanık içim adeta köprüden önceki son çıkış yoludur. Savunma ve sanık haklarının en geniş ölçüde kullanıldığı, savunma dokunulmazlığının en kesif olduğu dava aşamasıdır. Bu süreçte yapılacak kısıtlamalar davanın ve sanığın hukuksal konumunu doğrudan etkileyecek, savunma hakkının sınırlarını ve ne ölçüde riayet edildiğini gösterecektir. Bu durumda sürede yapılan kısıtlamaların bu hakkın kullanımını önemli ölçüde engelleyeceği aşikardır. Kaldı ki yasada bu konuda kısıtlama yapılacağına ilişkin hiçbir hüküm yoktur. Tam tersine özellikle TCK 226.maddesindeki hüküm davanın bu aşamasında savunmaya ayrı bir önem atfetmiş, savunma hazırlığı için emredici ve mutlak hükümler getirmiştir. Bu sebeple dosya kapsamına göre getirilen iki saatlik sınırlama savunma hakkının özünü zedelemiş, kullanılmaz hale getirmiş, adil yargılanma ilkesinin uygulanmadığını bir kez daha kanıtlamıştır. Bu kararının yeniden gözden geçirilerek kaldırılması zorunludur. CMK’ nın hiçbir maddesinde sanığın sorgu ve savunmasının kısıtlanacağına ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır; ___ CMK 191/3-d mad. sanığın sorgusunda, ___ CMK 201.mad. soru yöneltmede, 22 ___ CMK 215.mad. okunan belge ve dinlenen tanıklara karşı beyanda, ___ CMK 216.mad. delillerin ortaya konmasında sanığa verilen söz hakkının kısıtlanacağına ilişkin hiçbir hüküm yoktur. İddianame ve mütalaanın binlerce sayfadan oluşması, dosyanın 4,5 yıllık yargılama sürecinde milyonları aşan belgeden oluşması, hemen her gün binlerce sayfadan oluşan bilirkişi raporlarının alınması karşısında bir ve iki saatlik savunma hakkı verilmesi, savunmayı yok saymakla eşdeğerdir. Bu şartlar altındaki yapılan savunma, tamamlanması gereken şekli prosedür olarak görülmekte “yapılmasa da olur” anlayışı ile bakılmaktadır. Kovuşturmada öyle bir sürece girilmiştir ki, ___ İddia makamı istediği delilin celbini talep etmekte, mahkeme kabul etmekte (TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu raporu) ___ Mahkeme resen delil toplamakta, bilirkişi raporları almakta, ___ Ancak sanıkların en basit delil toplama ve tevsii tahkikat talepleri reddedilmektedir. Mahkeme delillerin toplanması aşamasını sadece sanıklar açısından kapatmıştır. Mahkeme sanıkların aleyhine olabilecek hiçbir delilin toplanmasına sınır tanımamakta ancak lehe olabilecek delil toplanmasına tümden yasaklama getirmiştir. Esas hakkındaki savunma başladığından bu yana üç hafta içinde dosyaya on binlerce sayfadan oluşan raporlar gelmiş ve bu raporlara karşı sanık ve müdafilerine hiçbir söz hakkı verilmemiştir. Adalet kronometreli hale getirilmiştir. Sanıklar adeta yarış atına dönüştürülmüştür. Hukuk dışı usul ve yöntemlerle, nefes nefese yaptırılan savunmalardan adaletin çıkabileceğini söylemek mümkün değildir. Adalete kronometre takılamaz. Çünkü ___ Bizlerin maraton koşan atletler, 23 ___ Bu salonunda stadyum olmadığını en iyi idrak edebilecek olan yine sayın mahkemedir. Adalete ve hukuka yabancı yöntemlerin bir an önce terk edilmesi, öncelikle esas hakkındaki savunmalara getirilen süre sınırlamasının kaldırılması, ___ Adil yargılanmaya, ___ Hak ve nesafete uygun ve yine her sanığın konumuna uygun makul savunma sürelerinin verilmesi zorunludur. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları istenen sözde örgüt yöneticileri sanıklar ile kişisel veri kaydından, tutuksuz yargılanan sözde örgüt üyelerine de aynı savunma hakkının verilmesi adil bir uygulama olamaz. Ceza hukukunda adaleti sağlayan temel ilkenin bireysellik kuralı olduğu unutulmamalıdır. Bu aşamada yapılacak kısıtlamalar sanığın ve davanın hukuki durumunu etkileyecek, savunma hakkına ne ölçüde riayet edildiğini gösterecektir. Bu süreçte yapılan kısıtlamalar hakkın kullanımını da önemli ölçüde etkileyecektir. Bu sebeple tarafımıza tanınan iki saatlik esas hakkındaki savunma süresinin devamı AİHS’nin 6.mad’ni, Anayasanın 36.mad. de düzenlenen adil yargılama hakkını engelleyen aşikâr bir hukuk ihlalidir. VIII) Bu davanın soruşturmasının ve kovuşturmasının İstanbul’da görülmesi açık bir yetki tecavüzüdür. 1) Bu davanın soruşturmasının ve kovuşturmasının İstanbul’da sürdürülmesi hukuki gerekçelerle değil tamamen siyasi tercihler sonucu gerçekleşmiştir. Sözde örgütün araç suçu olarak kabul edilen Danıştay Cinayetine bakan Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesinin kararından memnuniyet duyulmamıştır. 24 Bu sebeple sanal örgütün soruşturmasının İstanbul’da yapılmasının tüm şartları hazırlanmıştır. Danıştay saldırısının kovuşturması devam ederken, bu suçunda içine alındığı soruşturmanın örgüt soruşturması adı altında İstanbul’da yapılması, aynı suçun 10.07.2008 tarihli iddianamede yer alıp, iki ayrı mahkemede kovuşturma konusu yapılması, bunun sözde örgüt ve ilave sanıklar bahane gösterilerek yapılması aynı konuda iki ayrı yargılamanın devam ettiği gerçeğini değiştirmez. Tüm bu yapılanların asıl maksadı Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesinin kararının bertaraf edilerek, davanın İstanbul’a taşınmasının yolunun açılmasıdır. Maalesef aşikar hukuk ihlalleri yapılarak Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesinin, kararı savcılık işlemleri sonucu ortadan kaldırılmıştır. 2 ) Ergenekon davasının İstanbul’da görülmesinin hiçbir yasal gerekçesi yoktur. 20.10.2008 Tarihli celsede yaptığımız yetki itirazı mahkeme tarafından; “Danıştay Saldırısı Eylemi, ETÖ’nün ortaya çıkarılan eylemlerinden sadece birisidir. Ele geçen örgüt dokümanlarında, ETÖ’nün merkezi olarak İstanbul ilinin gösterilmiş olması, eylem ve faaliyetlerinin İstanbul ili ve yargı çevresinde işlendiği anlaşılmakla yetkisizlik kararı verilmesi talebinin reddine” denmiştir. Bu kararı usule ve yasaya uygun bulmak mümkün değildir. Mahkeme, İstanbul’un mahkemelerinin yetkisini kabul ederken iki kriter kullanmıştır. ___ Birincisi sözde örgüt dokümanlarında ETÖ’nün merkezi olarak İstanbul ilinin gösterilmesi, ___ İkincisi eylem ve faaliyetlerinin İstanbul ili ve yargı çevresinde işlendiği belirtilmiştir. Her iki kriterde gerçeği yansıtmamaktadır. 25 a) Ne iddianamede, nede bugüne kadar toplanan hiçbir belgede “sözde örgütün merkezi şu adrestir” şeklinde bir tespit yapılamamıştır. b) İkincisi hangi araç suç İstanbul’da işlenmiştir ki, İstanbul mahkemelerinin yetkili olduğu iddia edilebilsin. Mahkeme eylem ve faaliyet demiştir. Ancak “suç” terimini kullanmamıştır. Oysa yetkiyi belirleyen suç oluşturmayan eylem ve faaliyetler değil, TCK’daki suç tanımlamasına giren fiillerdir. Örgüt, ticari şirket değildir. Şirketlerde olduğu gibi ticari merkezi ve faaliyetlerinden bahsedilerek yetkili mahkeme belirlenemez. 3 ) Davamızda yetkiyi belirleyen sözde örgütün işlediği birden fazla araç suç var ise son suçun işlendiği yer mahkemesidir. İddianamede sözde örgütün işlediği araç suçlardan gazetenin bombalanması ve Danıştay Saldırısının dışında somut bir suçtan bahsedilmemiştir. Son suç olarak Danıştay saldırısı dikkate alındığında, davanın Ankara’da görüleceğinden bir şüphe duyulmamaktadır. İddia makamı aksini düşünüyorsa yetkiyi belirleyecek sözde örgütün İstanbul’da işlenen son araç suçu net olarak ortaya koyması zorunludur. Bu konuda kendilerini açıklamaya davet etmemize rağmen hiçbir açıklama yapmadılar. 4 ) Eğer sözde örgütün amaç suçu olmasaydı, bu durumda örgüt suçundan ötürü sözde örgüt üyelerinin yoğun olarak yakalandığı İstanbul ili, yetkili mahkeme kabul edilebilirdi. Ancak savcılık mütalaasında suç vasfında yaptığı değişiklikle, İstanbul Mahkemelerinin yetkili olamayacağını tevilli olarak ikrar etmiştir. a) Sanıklara sözde örgüt suçunun dışında yüklenen 26 amaç suç TCK 312.maddesinde düzenlenen Hükümete Karşı Suç’tur. Bu suçun İstanbul’da işlenmesi madden mümkün değildir. b) İddia makamı bu suçun 2003-2004 yılında hazırlanan sözde darbe planları ve halen devam etmekte olduğunu iddia ettiği sözde örgütün darbeyi amaçlayan eylem ve faaliyetleri ile işlendiğini ileri sürmüştür. Hükümete karşı, darbeyi yapacağı iddia edilen TSK’nin merkezi ve darbe yapılacak hükümet Ankara’da iken bu darbenin İstanbul’da nasıl yapılacağı gerçekten cevaplandırılması gereken sorundur. Yine iddiaya göre 2003-2004 darbe planları da Ankara’da kuvvet komutanlıklarında yapılmıştır. İnternet Andıcı ve İrtica ile Eylem Planı davalarında suç olduğu iddia edilen faaliyetlerinin tümü Ankara’da gerçekleşmiştir. Suçu işlediği iddia edilen sanıkların tümü Ankara’da yakalanmıştır. Bu durumda suçun işlendiği yer Ankara olup, İstanbul mahkemelerinin yetkisi kabul edilemez. Burada şu soru da akla gelmektedir. Acaba iddia makamı yetki sorununu aşmak için mi 1.iddianamedeki sanıkların önemli bir kesimi hakkında TCK 313.maddesinin tatbikini isteyip, bu sorun aşıldıktan sonra mütalaa da suç tavsifini değiştirmiştir? 5 ) Kaldı ki 1.iddianamenin 117.sayfasında çok net bir şekilde sözde örgütte askeri yapılanmanın önemli olduğu, örgüte bağlı 7 birimden 5’nin muvazzaf askerlerden komutanlık olarak örgütlendiğini, kurucuların ve yöneticilerinin asker kökenli olduğu, örgütün TSK içinde çalıştığı belirtildiğine göre artık bu durumda siz sözde örgütün merkezini nasıl İstanbul olarak gösterebilirsiniz. Sözde örgütü 1999 yılına kadar askeri bir yapı olarak görüp, 1999 yılında darbe zemini oluşturmak için kısmen sivillere açılım 27 sağlayan sözde örgütün askeri yapısının değişmediği uyduruk belgelerden ve savcıların iddialarından da anlaşılmaktadır. Bu durumda işlendiği iddia edilen amaç suçun hükümete karşı suç olması, sözde örgütün kurucu ve yönetici unsurlarının ağırlıklı olarak TSK mensubu olması, 2003-2004 darbe planlarının Ankara’da yapıldığının iddia edilmesi ve sözde örgüt suçu Danıştay olayının Ankara’da olması, İstanbul Mahkemelerinin yetkisini imkansız kılmaktadır. Sanıkların ikametleri ve işyerleri Anadolu’nun muhtelif yerlerinde olmasına rağmen tüm arama, el koyma, yakalama, iletişimin tespiti ve teknik takip kararları İstanbul mahkemelerinden verilmiştir. Savcılar, yetkili oldukları bölgenin dışına çıkarak ifade alma yoluna gitmişlerdir. İstanbul dışında birçok arama, el koyma ve ifade almada İstanbul polisi görevlendirilmiştir. Bu davanın aşikar hukuk ihlalleri sonucu İstanbul’a taşınması bile siyasi iktidarın TCK’nun 309.maddesinde belirtilen suçu işlediğini fiili olarak ortaya koyabilecektir. Eğer bu maddedeki cebir ve şiddet unsurunu, sayın savcılarımızın yorumladığı şekilde kabul edecek olursak, iktidarın oluşturduğu manevi baskı ve gücünü kötüye kullanmasını cebir olarak nitelendirdiğimiz takdirde, hukuk devletinin kurallarının uygulandığı dönemde bu yetki gaspı ve tecavüzü TCK 309.maddesinde belirtilen yargı yetkisine, Anayasal düzeni işlemeyecek hale getirecek şekilde müdahale olarak değerlendirileceğinden hiçbir tereddüdüm yoktur. 28 VII) Danıştay Cinayeti Davası hakkında Yargıtay 9.CD’nin kararına uyulduktan sonra, Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesinin kararı ortadan kaldırılamaz. Yargıtay 9.CD’si, Ankara 11.Ağır Ceza Mah.nin kararı iki usuli gerekçe ile bozulmuştur. Birincisi; bir sanığın esas hakkındaki savunması sırasında müdafiinin bulundurulmaması, diğeri de irtibatlı olduğu iddia edilen dosyalar arasındaki irtibat iddiasının araştırılmamasıdır. Birleşme kararından sonra mahkemeniz, Danıştay sanıkları hakkında verilen kararları değiştiremez. Mütalaada Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesinin kararı ortadan kaldırılmış, bir kısım sanıkları hakkında beraat kararı istenmiş, diğerleri hakkında da uygulanan hükümler değiştirilmiştir. Usul sistemimiz kanun yolları dışında bir mahkemenin kararının ortadan kaldırılamayacağı yolundadır. Aksi takdirde bir mahkemenin kararı, diğer bir mahkeme tarafından ortadan kaldırılması söz konusu olur ki bu durumun yargıda tam bir kaosa yol açacağı ortadadır. Danıştay sanıkları hakkında Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesinin kararı noktasına dokunulmadan esas yönden tekrarlanmak zorundadır. IX) TCK’nun 313.maddesi yönünden ceza verilmesine yer olmadığına ilişkin karar verilemez. Savcılar mütalaada, şahsım dahil birçok sanık hakkında TCK 313.mad. yönünden suç unsurlarının oluşmaması nedeni ile ceza verilmesine yer olmadığına ilişkin karar verilmesi talebinde bulunulmuştur. Oysa bu karar CMK’nun 223/3 maddesinde belirtildiği üzere yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, sağır, dilsizlik, emrin yerine getirilmesi, zorunluluk hali, suçun cebir ve tehdit halinde işlenmesi hali, meşru 29 savunma, sınırın aşılması, hataya düşme gibi kusurun bulunmaması hallerinde verilebilir. Suçun unsurları oluşmaması nedeni ile verilebilecek tek karar; CMK 223/1 mad. uyarınca beraat kararıdır. Ancak bu karar kasıtlı olarak verilmemiştir. Daha az vahim suçun maddi unsurunu oluşturmayan fiillerin daha vahim suçun unsurlarını oluşturmayacağı yorumunun önüne geçilmek istenmiştir. X-) TCK’nun 313.maddesi yönünden ceza verilmesine yer olmadığına ilişkin karar verilemez. Savcılar mütalaada, şahsım dahil birçok sanık hakkında TCK 313.mad. yönünden suç unsurlarının oluşmaması nedeni ile ceza verilmesine yer olmadığına ilişkin karar verilmesi talebinde bulunulmuştur. Oysa bu karar CMK’nun 223/3 maddesinde belirtildiği üzere yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, sağır, dilsizlik, emrin yerine getirilmesi, zorunluluk hali, suçun cebir ve tehdit halinde işlenmesi hali, meşru savunma, sınırın aşılması, hataya düşme gibi kusurun bulunmaması hallerinde verilebilir. Suçun unsurları oluşmaması nedeni ile verilebilecek tek karar; CMK 223/1 mad. uyarınca beraat kararıdır. Ancak bu karar kasıtlı olarak verilmemiştir. Daha az vahim suçun maddi unsurunu oluşturmayan fiillerin daha vahim suçun unsurlarını oluşturmayacağı yorumunun önüne geçilmek istenmiştir. XI-) Savcılar, yargı sürecini aldıkları ifadelerle bitirmişlerdir. Mütalaada savcılar, 4,5 yıllık yargılama sürecini hiç dikkate almamışlardır. Savcılar için yargılama süreci aldıkları ifadeler ile bitmiştir. 30 Kovuşturma sürecinde sadece sanık aleyhine olduğu düşünülen delillere yer verilmiş, sanıklar lehine gelen tek bir delile yer verilmemiştir. İddia makamı kovuşturmayı tek taraflı olarak dondurmuştur. Emniyetin sehven davrandığını kabul ettiği ve düzeltmek zorunda kaldığı deliller dahi dikkate alınmamıştır. Bu konuda birkaç örnek vermek istiyorum. Mütalaanın 468.sayfasının 5.paragrafında; ___ 42.bentte Mustafa Dönmez’le hiçbir telefon görüşmemiz olmadığı halde bu husus nüfus kaydı, HTS kayıtları, vekaletname, dava dosyası, sanık ifadeleri ile kanıtlanmasına rağmen mütalaada halen telefon irtibatı olduğu iddia edilmiştir. 2056.sayfa -108.bentte; ___ Merdan Aydın’ın çektiği mesaj; açık kanıtlara rağmen Merdan Yanardağ ile mesajlaşma olarak geçebilmiştir. Mütalaanın 367.sayfasında bilgisayarımda Kürşat Harekatı Bildirisi ile Sevgi Erenerol, Muammer Karabulut, Oktay Yıldırım, Bekir Öztürk, Kemal Kerinçsiz fotoğraflarının bulunduğu iddia edilmiştir. Doğru değildir. Bilgisayarımda bulunan bu iki siteye girilmesi nedeni ile sitelerin birinci sayfasının ve bildirinin bulunduğu sayfalardır. Sanki fotoğrafları ve bildiriyi bilgisayarıma ben atmışım ya da düzenlemişim gibi sunulması etik bir davranış biçimi değildir. ____Dördüncü örnekte 1301.sayfada Genelkurmay Başkanlığından gönderilen şemanın, kurumca hazırlandığı iddiasıdır. Oysa gelen yazı cevabında kurum “ben hazırladım” demediği halde, “hazırlamıştır” şeklinde iddia etmenin gerçeği inkar etmekten başka bir şey değildir. Sayın savcılık kurumunu vazgeçtik, mahkeme açıkça telefonuma yapılan yüklemeleri kabul edip ara kararla düzeltmesine rağmen, bu ara karardan sonra düzenlenen HTS raporlarında, düzeltme yapılmamış ve ara karar alınmamış gibi tespitler yapmıştır. 31 XII-) iddia makamı henüz hangi suçu işlediğime bir karar verememiştir. 18.03.2013 Tarihli mütalaanın 1955.sayfasında; “Sanık Kemal Kerinçsiz’in örgütsel faaliyetlerinin sürekliliği, çeşitliliği ve yoğunluğu ve kamuoyundaki etkisi bir bütün olarak dikkate alındığında eylemlerinin cebir ve şiddet kullanarak T.C. hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek suçunu oluşturduğu” denilerek TCK 312.maddesindeki suçu işlediğim iddia edilmiştir. Ancak bu suçun gerçekleşmesi için fiillerimin ___ ya hükümeti ortadan kaldırmaya ___ ya görevini tamamen yapılmasını, ___ ya da görevini kısmen yapılmasını engellemeye yönelik teşebbüs hareketlerinden biri veya bir kaçını oluşturması gerekir. İddia makamı benim gerçekleştirdiğimi iddia edilen fiillerin hangisinin, hangi sonucuna sebebiyet verdiğini belirtmemiştir. İddia edilen fiillerim hükümeti ortadan kaldırmaya mı, görevini kısmen ya da tamamen engellemeye mi yönelik olduğu konusunda hiçbir açıklama yoktur. Oysa suçun maddi unsurunun tam olarak ortaya konması, failin hangi fiili ile bu unsuru gerçekleştirdiğinin somut bir şekilde açıklanması gerekir. Savcılar yasanın maddi unsurunu olduğu gibi yazmışlardır. Ancak suçtaki maddi unsur seçeneklidir. Her üç halde de suç gerçekleşmiş kabul edilmektedir. Ama sanık olarak benim bu üç seçenekten oluşan hangi neticeyi; hangi fiilimle gerçekleştirdiğim net bir şekilde tasrih edilmelidir. Aksi halde yapılan suçlamanın hiç bir hukuki dayanağı olamaz. Sadece madde metnini yazarak; “sanık bu fiili işlemiştir” demek bir savcının işi olamaz. Fiil ve netice arasında illiyet bağı kurulmalı, hangi neticenin, hangi fiille gerçekleştirildiği izah edilmelidir. 32 Bu mütalaaya göre benim henüz hangi fiil ya da fiillerimle hükümeti ortadan kaldırmayı mı, yoksa görevlerinin bir kısmını ya da tamamını mı engellemeye teşebbüs ettiğim anlaşılamamaktadır. Fiilde ve maddi unsurun neticesinde somutlaştırmaya gidilmemiştir. B) TARAFIMA İSNAT EDİLEN HÜKÜMETE KARŞI SUÇ (TCK 312)’A İLİŞKİN YAPTIĞIM AÇIKLAMALAR: İddianamede sayılan her biri evrensel bildirgelerde ve anayasalarda teminat altına alınmış yasalar çerçevesinde gerçekleştirdiğim temel hak ve özgürlüklerin kullanımından ibaret olan fiillerim, hükümete karşı silahlı isyana tahrik suçunun, maddi unsuru olarak kabul edilmiş iken, bu defa mütalaada ortaya hiçbir gerekçe konmadan TCK 312.maddesinde düzenlenen hükümeti ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs suçunun maddi unsuru olarak gösterilmiştir. Mütalaada hangi fiilin ya da eylemlerin isnat edilen TCK 312 madde kapsamında sayıldığı ve bu suçun maddi unsurunu oluşturduğu konusunda bir açıklama yapılmamıştır. Ancak savcılık anlatımlarından son iki paragraftaki iddialarının TCK 312.mad. kapsamında kabul edildiği anlaşılmaktadır. Şöyle ki; 1) Mütalaada; Hükümete Karşı Suç Oluşturduğu iddia edilen maddi fiiller. a) Başkanlığın yürüttüğüm derneğin Genelkurmay Başkanlığı Bilgi Destek Dairesi bilgisayar hard disklerinden çıkan çalışmalarda psikolojik harekatta kullanıldığı iddia edilmiştir. aa) Bilgimin dışında, bana hiçbir şekilde ulaştırılmamış, tarafımdan onaylandığı ve kabul edilmiş olduğu ispatlanamayan üçüncü kişinin düşüncesini yansıtan bir yazıdan ötürü suçlanmam doğru değildir. 33 Ceza hukukunun temel prensiplerinden biri bireysellik ilkesidir. Herkes kendi fiilinden sorumludur. Üçüncü kişilerin beyan ve fiillerinin delil olarak dikkate alınabilmesi için bu beyana ve fiile bizzat katıldığım veya onayladığım kanıtlanmalıdır. Mütalaada söz konusu “psikolojik harekat etkinliğinin nasıl arttırılacağı isimli belgenin Fuat Selvi tarafından hazırlandığı iddia edilmiştir. Ancak bu belgedeki düşünceleri paylaştığıma ilişkin dosyada hiçbir kanıt yoktur. Yine bu belgeyi hazırladığı iddia edilen Fuat Selvi ile hiçbir irtibatım yoktur. Yine Fuat Selvi’nin görev yaptığı, Bilgi Destek Dairesinde görev yapan her hangi bir kişi ile de dolaylı ya da dolaysız bir ilişkim bulunmamaktadır. Söz konusu yazının tarafıma mail olarak atıldığı, fakslandığı ya da her hangi bir yolla gönderildiğine ilişkin başkaca bir bilgide mevcut değildir. Bu belgedeki düşüncelere iradi olarak katıldığım ya da Genelkurmay Başkanlığı tarafından başkanı olduğum derneğin etkinliklerde yönlendirildiğine, kullanıldığına, desteklendiğine ilişkin somut bir kanıt ortaya konmadan, TSK’nin derneği psikolojik harekâtta kullandığına ilişkin bir iddia da bulunulamaz. Bilgi Destek Dairesinin bilgisayar hard disklerinde üç milyonu aşkın belge çıktığı iddia edilmiştir. Bu belgelerin hiç birinde derneğimizle ya da şahsımla ilgili bir yazışma, her hangi bir şekilde maddi destek verildiğine ilişkin bir belgede çıkmamıştır. Bu sebeple tek taraflı hazırlanmış, şahsımın iradesini, katıldığını ve bu düşünce doğrultusunda davrandığıma ilişkin belge ya da başkaca bir delil bulunmadığı takdirde, sorumlu tutulmamam ceza hukukundaki şahsilik ilkesinin gereğidir. bb) Söz konusu yazının tarihinin 14.05.2007 olduğu iddia edilmiştir. Başkanlığını yaptığım derneğin faaliyetleri bu tarihte başlamamıştır. 34 Bu tarihten önce de sonra da yürüttüğü faaliyet ve etkinliklerde hiçbir değişiklik yoktur. Derneğin tüm faaliyetlerinin görüntüleri dosyada mübrezdir. 14.05.2007 Tarihinden önce yapılan etkinlik sayısı 26’dır. Bu tarihten sonraki etkinlik sayısı ise 4’tür. Eğer bu belge doğrultusunda derneğimiz psikolojik harekatta TSK tarafından desteklenmiş olsa idi, en azından etkinlik sayısının daha fazla olması, bu tarihten sonra yapılan etkinliklerin nitelik ve nicelik itibari ile öncekilerden daha farklı olması beklenir. Görülüyor ki bu yönü ile de söz konusu düşüncenin sadece hazırlayanın kanaati olarak kaldığı, hiçbir şekilde uygulamaya geçmediği anlaşılmaktadır. cc) Söz konusu yazıda beyin jimnastiği yapıldığı anlaşılmaktadır. Çünkü yazının yazıldığı tarihte ya da sonrasında yazıda belirtilen düşünce doğrultusunda harekete geçildiğine ilişkin bir bilgi ve kanıt yoktur. Çalışmada; “…dönem itibariyle kullanılmaya uygun konumda bulunan STÖ’ler dolaylı olarak desteklenerek harekete geçmeleri sağlanabilir” denmiştir . Yani destekleneceği ya da desteklendiği bu yolda harekete geçildiği konusunda kesin bir dil kullanılmamıştır. İleriye matuf bir dil kullanılmasının ötesinde sadece fikir jimnastiği yapıldığı ve sadece öneride bulunulduğu anlaşılmaktadır. Oysa sayın savcılar sanki bu düşünce uygulamaya konmuş ve dernek psikolojik harekâtta kullanılmış gibi; “sanık Kemal Kerinçsiz’in başkanı olduğu Büyük Hukukçular Birliği ve sanık Adnan Türkkan’ın başkanı olduğu TGB gibi STÖ’ni psikolojik harekâtta kullandığını gösterdiği” denmiştir. 35 Sayın savcılara soruyorum; dosyada kullanıldığını gösteren bir delil var da biz mi görmedik. Ya da yazıda “harekete geçmeleri sağlanabilir” yerine “harekete geçmeleri sağlanmıştır” diye yazılı da biz mi yanlış okuyoruz. Maalesef bu davada ceza usul hukukunun en eski ve evrensel ilkeleri arasında yer alan ispat kurallarının farklı uygulandığını dikkate aldığımızda sayın iddia makamının düşüncesini de yadırgamamak gerekir. dd) Söz konusu yazıda STÖ’lerinin dolaylı desteğinden bahsedilmiştir. Ancak derneğimize bu konuda dolaylı yoldan bir destek verildiği konusunda da bir delil yoktur. Savcılıkta derneğe “şu yoldan dolayı destek sağlanmıştır” şeklinde somut ve delillendirilmiş bir iddiası olmamıştır. Yazıda desteğin ne olacağı ifade edilmemiştir. Eğer destekten kasıt mali destek ise, derneğimizin gelir ve giderlerini gösteren işletme defteri ve belgeler dosyada mübrezdir. Derneğin gelirleri sadece üyelerin bağışlarıdır. Üçüncü bir kişiden tek kuruş yardım ya da hibe almamıştır. Kaldı ki dernek, kirasını ve temel giderlerini dahi güçlükle karşılamaktadır. Dışarıdan mali destek aldığımıza ilişkin en küçük bir emare dahi mevcut değildir. Mali desteğin dışında kalabilecek diğer destek türlerinin hiç biri ile muhatap olmadığımızdan bu konuda da fikir yürütmekte güçlük çekmekteyim. Ancak şunu rahat söyleyebilirim ki, etkinliklere katılanlar ve sayıları belli olup, destek aldığımızı gösteren bir seviyede olmamıştır. Yine etkinliklere muvazzaf bir askerin katıldığını kesinlikle görmüş ve duymuş değilim. Görüntüler dosyadadır. Bunun dışında etkinlikler konusunda hiçbir muvazzaf subayla irtibatım olmamıştır. 36 ee) Kaldı ki yazıda derneğimiz ile TSK’nin aynı paralelde olmadığının da belirtilmesi aramızda sözde örgütsel ilişkinin varlığının da inkarı anlamına gelmektedir. Aynı paralelde düşünmeyen kurumların aynı sözde örgüt çatısın da olması beklenemez. ff) Bir an için aksi düşünülüp, önerinin kurumca gerçekleştirildiği ve ismi yazılı kurumların psikolojik harekâtta kullanılmış olduğunu kabul etsek bile şahsım bakımından TCK 312.maddedeki suç unsurlarının gerçekleştiği iddia edilemez. Çünkü yazıda sivil toplum kuruluşlarının psikolojik harekâtta kullanılması düşünülmüştür. Yani bu kuruluşların zaten amaçları doğrultusunda yaptığı etkinliklerin dolaylı olarak desteklenmesi bir fikir jimnastiği olarak beyin süzgecinden geçirilmiştir. Bu durumda birinci olarak derneğimizin yaptığı etkinliklerin her birinin alınan yasal izinler çerçevesinde olduğu, hiçbir etkinliğinde suç işlenmediği, etkinliklerdeki amaçlarının her birinin meşru ve devlet politikaları ile uyumlu olduğu anayasal hakların kullanımı şeklinde gerçekleştiği dikkate alındığında; _ cebir ve şiddet unsurunun olmadığı, _ hükümeti ortadan kaldırmayı ya da görevlerini tamamen ve kısmen engellemeyi teşebbüs niteliğinde hiçbir eylemde bulunulmadığı düşünüldüğünde bu suçtan sorumlu olmamız mümkün değildir. İkinci olarak verilmesi düşünülen destek dolaylı olup, bu destekten derneğimizin bilgisi olmadığı takdirde ortada manevi unsurun gerçekleşmeyeceği izahtan varestedir. Çünkü burada önemli olan suça iştirak iradesinin olmasıdır. Eğer sizin meşru olarak gösterdiğiniz bir etkinlik, bir başka kişi ya da kurum tarafından gayrimeşru amaçlar doğrultusunda kullanıldığı takdirde burada da diğer tüm unsurları oluşmuş olsa bile manevi unsur nedeni ile suç gerçekleşmiş olmaz. Çünkü TCK 312.maddedeki suç kasten işlenebilen suçtur. 37 Üçüncü olarak yazıda sadece dernek isminden bahsedilmiştir. Tüzel kişiler ancak güvenlik tedbirlerine konu yapılabilir. Şahsımın dernek başkanı olması nedeni ile ceza hukukunun bireyselliği karşısında, şahsımın sorumlu olacağı düşünülemez. Çünkü derneğin bir yönetimi olup, bu irade doğrultusunda faaliyette bulunmaktadır. Suçun tüm unsurları iradem doğrultusunda gerçekleştirilen fiilde bulunmadığı takdirde sadece dernek ismi geçmesi ve dernek başkanı olmam nedeni ile mesul olacağım beklenemez. Tüm bu hususlar birlikte dikkate alındığında Bilgi Destek Dairesindeki yazıdan ötürü TCK’nun 312.maddesindeki suçu işlediğim asla düşünülemez. Bu suçun unsurları aşağıda ayrıntılı olarak inceleyeceğimiz üzere hiçbir yönü ile gerçekleşmemiştir. b) Sözde Ergenekon örgütünün birçok mensubu ile örgütsel irtibat içinde bulunduğum iddia edilmiştir. Bu davada yargılanan sanıklarla hiçbir şekilde sözde örgütsel bağım yoktur. Çünkü ortada bir örgüt yoktur. Eğer ortada bir örgüt yok ise diğer sanıklarla örgüt ilişkisi içerisinde olmamız mümkün değildir. Ergenekon projesinde ülkesini seven, milli değerler konusunda hassasiyet sahibi, Atatürk’ün tüm ilkelerini yürekten benimsemiş, anti emperyalist, tam bağımsız Türk milliyetçileri de hedef alınmıştır. Bu yapıda olan bir insan olarak sosyal ve siyasi çevremin bu tür kişiliklerden oluşması böyle düşünen derneklerde faaliyet göstermem, bu tür fikirlerin savunulduğu etkinliklere katılmam, aynı zihniyette olan insanlarla dost olmam, bu kişilerle meşru ve yasal zeminde, hukukun çizdiği çerçeve içerisinde mücadele vermem son derece tabidir. Elbette ki benim gibi düşünen, benim gibi davranan Yeniçağ Televizyonunda program yapacağım ve bu programlarımda da yine benimsemediğim düşüncülerin doğruluğunu savunacağım. 38 Elbette ki verdiğim konferanslarda ve panellerde milli değerlerimi savunacağım. Elbette ki Türklüğe hakaret edildiği Anayasanın ve Evrensel İnsan Hakları Sözleşmelerinin bana verdiği hak arama özgürlüğü içinde şikayette bulunacağım dava açacağım. Elbette ki şehidine kelle diyen kişiye isterse başbakan olsun dava açacağım ve şehit ailelerinin haklarını arayacağım. Elbette ki yöneticiliğini yaptığım dernek AB’liğine, Nato’ya hayır diyecek etkinlikler içerisinde olacak. Elbette ki 20 yaşında evlatlarını bu topraklar için kefensiz toprağa veren şehit annelerinin kurdukları derneklerin avukatlığını yapacağım. Elbette ki milli mücadelede Atatürk’ün yanı başında olan öz ve öz Türk evladı olan Papa Eftim’e yine Atatürk tarafından kurdurulan Türk Ortodoks Patrikhanesinin vekilliğini yapacağım ve tüm anma ve özel günlerinde yanlarında olacağım. Elbette ki Türk milletinin ve Devletinin yıllardır savunduğu iç ve dış politikaları uyumlu etkinliklere katılıp, ülkenin üniter ve milli devlet yapısını savunacağım. Federasyona, eyalet sistemine, bölünmeye ve bölücülüğe hayır diyeceğim. Böyle bir insanın elbette ki program yaptığı konferans verdiği, mitinge katıldığı, dernek kurduğu kişiler kendisi gibi milli değerlere sahiplenmiş, Atatürkçü ve bağımsız Türk Milliyetçileri olacaktır. Eğer sözde Ergenekon projesi bu tür insanları hedef almışsa elbette ki ben ve benim gibi insanlar gözaltına alınıp, sözde örgüt adı altında yıllarca cezaevlerinde tutulacaklardır. Bu durumda, benim siyasi ve sosyal düşünceme uygun kişilerle beşeri ilişkiler geliştirmem kadar doğal daha ne olabilir? Siz bu durumda ; “aynı zihniyette olan insanları bir biri ile telefonlaştınız, konuştunuz, dernek kurdunuz, dava açtınız, mitinge 39 katıldınız, konferans verdiniz, bu sebeple örgüt oluşturdunuz” diyebilir misiniz? Benim milli devlet, üniter yapı, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları ile birlikte olmam elbette mümkün değildir. Siyasi davalarda hedef hangi kitle ise elbette ki sanık haline getirilen kişiler arasında iletişimin ve irtibatın olmaması mümkün değildir. İleri de bu iktidar döneminde ülkenin birlik ve bütünlüğünü ihlal eden eylemler nedeniyle siyasetçiler ve yöneticiler hakkında dava açıldığı takdirde bu davada da sanıklar arasında hem telefon hem de kişisel irtibatların olduğu görülecektir. Yine sözde Ergenekon tertibini rejimin dönüşmesi amacı ile kullanan siyasiler ve görevini kötüye kullanmış kamu görevlileri hakkında dava açıldığı takdirde, yargılanacak sanıklar arasında, her türlü irtibatın olduğu görülecektir. Bu sebeple bu tür siyasi davalarda davalı haline getirilmiş kişiler arasında ki irtibatları sorgulayıp, sözde örgütün varlığı ve örgüt ilişkisi hakkında karar veremezsiniz. Benim; burada yargılanan sanıklarda özellikle bu dava için siyaseten projeye uygun olarak seçilmiş olduğumdan aynı amaçlar doğrultusunda buraya getirilmiş sanıkların bir kısmı ile telefon irtibatımın olması, birlikte mitinglere katılmamız, dernek kurmamız, konferanslar vermemiz, program yapmamız asla örgütsel ilişki değildir. Maalesef toplumsal dönüşümü sağlayan, hukukun silah olarak kullanıldığı projelerde bu tür insani, siyasi, sosyal, mesleki ve beşeri ilişkiler suni olarak oluşturulmak istenen sözde örgüt ilişkisi olarak değerlendirilir. Sayın iddia makamının burada yargılanan insanlarla sözde örgüt bağı oluşturduğuma ilişkin iddiaları kesinlikle reddediyorum. 40 Ortada ne örgüt vardır, nede örgüt ilişkisi. Sadece siyasi amaçlar doğrultusunda suni olarak iktidar tarafından kurgulanmış bir örgüt senaryosu mevcuttur. c) Başkanı olduğum Büyük Hukukçular Birliği’ni sözde Ergenekon örgütü amaçları doğrultusunda yönetip ve yönlendirdiğim iddia edilmiştir. İddianameye göre sözde örgüt sivil açılımı 1999 yılında gerçekleştirmiş, asker olan bünyesine ilk defa bu yılda sivilleri alarak reorganizasyona gitmiştir. Oysa Büyük Hukukçular Birliği’nin kuruluşu 2006 Yılı Nisan ayı sonunda gerçekleşmiştir. Bu dernekten önce kuruluşuna 1997 yılında başladığımız resmen 2002 yılının Aralık ayında kurulan 2006 yılına kadar yönetici ve üye olarak faaliyet gösterdiğim Hukukçular Birliği, iddianamede yer alan birçok etkinliği gerçekleştirmesine rağmen sözde örgütün kurduğu dernek sayılmamış ve faaliyetleri de sözde örgütün amaçları doğrultusunda kabul edilmemiştir. İddia makamının böyle bir ayırıma gitmesini anlamak mümkün değildir. İki dernekteki faaliyetlerim birbirinin devamı mahiyetindedir. Her iki derneğin amaçları aynıdır. Her iki derneğin kurucu ve üyelerinde ortak kişiler mevcuttur. Benzer etkinlikleri gerçekleştirmişlerdir. Örneğin tüm Rum Ortodoks Patrikhanesine ilişkin basın açıklamaları, Galatasaray Lisesi önündeki Şemdinli iddianamesine ilişkin basın açıklaması, Ermeni Konferansının iptali davaları gibi etkinlikle söz konusu dernek bünyesinde ve diğer yöneticilerle birlikte gerçekleştirilmiştir. Ancak buna rağmen sadece Büyük Hukukçular Birliği’nin sözde terör örgütünün kurduğu ve yönlendirdiği dernek olarak kabul edilmesinin hiçbir hukuk mantığı yoktur. Derneklerden birinin sözde Ergenekon örgütünün torbasına atılıp, diğerinin atılmaması hukuki bir tercih olmaktan ziyade, siyasal bir tercih şüphesini beraberinde getirmiştir. 41 Eğer dernek faaliyetlerim sadece Büyük Hukukçular Birliği, Büyük Güç Birliği ve Ayasofya Derneği kapsamında alınacaksa ki iddianame ve mütalaada bu şekilde değerlendirilmiştir, bu durumda 2006 yılı Nisan, Ekim, Aralık aylarında kurulan bu derneklerin çok geç kuruldukları, sözde örgütün amacına hizmet etmelerinin bu tarihler dikkate alındığında son derece zor ve hayatın akışına da uygun olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü bu derneklerin kuruluşundan 1 yıl sonra gözaltına alındım. Bu süre içinde yapılan faaliyetlerin, sözde örgütün amacına da hizmet ettiği söylenemez. Çünkü iddianameye göre sözde örgütün 1999 yılında sivil topluma açıldığı tarihten yedi yıl sonra, bu dernekleri kurmasının hiçbir mantığı yoktur. 2003-2004 Yılında darbe planlarını hazırlayan sözde örgüt bu tarihten önce bu dernekleri kurması gerekirken 3-4 yıl sonra oluşturması işin oluşuna da uygun değildir. Kaldı ki 2006 yılından sonra ortada hangi darbe planı vardır ki bu dernekler, sözde darbe ortamını hazırlayıcı etkinlikler yapmışlardır. Mücerret darbe planlarından değil, tam tersine 2006 yılından sonra, dernekler ile irtibat kurulabilecek bir darbe planı ortaya konmadığı müddetçe, mütalaadaki iddialar temelsiz kalmaya mahkumdur. Sadece bu tarihte oluşturulan darbe planlarının kanıtlanması da yeterli değildir. Bu planlarla dernek yönetici ve faaliyetleri arasında somut kanıtların ortaya konması gerekir. Böyle bir delillendirme ve illiyet bağı tesis edilememiştir. Sözde örgütün amacı ile derneklerin amaçlarının aynı olduğunu söylemekte mümkün değildir. Derneklerin gayeleri özellikle Büyük Hukukçular Birliği Derneğinin amacı Türk Milletinin her alanda hukukunun korunması için faaliyette bulunmaktır. Derneğin hiçbir yazılı belgesinde ve 42 etkinliğinde Hükümeti Ortadan kaldırmak ya da görevleri engelleme amacında olduğuna ilişkin bir ibare ya da sözcük geçmemiştir. _ Toplantı tutanakları dosyadadır. Hangi sözcük ve cümleden böyle bir amacın varlığı ortaya çıkarılabilir? _ Derneğin yaptığı basın açıklamalarının hangisinde hükümeti ortadan kaldırma hedefi ortaya konmuştur? _ Açılan dava ve yapılan şikâyetlerde yine bu hedefin var olduğu söylenebilir mi? Hükümeti eleştirmek, siyasal görüşlerine katılmamak, demokratik yolla gitmesini istemek ile cebir ve şiddet kullanarak ortadan kaldırılması bir arada telaffuz edilemeyecek ölçüde farklı konulardır. Demokratik hukuk devletinde hiçbir vatandaşa kamu görevlilerin baskısı ile bir takım soruşturmalar kullanılarak hükümet benimsetilemez ve eleştirmeye engel olunamaz. Hiç kimse AKP iktidarını benimsemek zorunda değildir. Kaldı ki yapılan etkinliklerin amaçlarına baktığımızda tamamının yüz yıllık milli devletin iç ve dış siyaseti ile uyumlu olduğu görülmektedir. Etkinlikler içerisinde yer alan; ____Patrikhanenin son iki yüzyıldır Türk Devletlerinin egemenlik hakkını kemirdiğini, kim inkar edebilir? Bu konuda Osmanlı Devletinin takip ettiği politikanın, T.C. siyasetinden çok daha sert olduğunu da söyleyebiliriz. Osmanlı en zayıf dönemlerinde dahi, ihanet ettiğini tespit ettiği patriği, kurum kapısında asmaktan dahi imtina etmemiş, bu infazı dönemin İngiltere, Fransa ve Rusya’nın gösterdiği tüm muhalefete rağmen gerçekleştirmekten çekinmemiştir. Kendi yargısını kuran, yöneticilerini Lozan Antlaşmasına aykırı olarak yabancılardan oluşturan, Türk topraklarına dinsel yönetici tayinlerini yapan ekümenik olduğunu iddia edip, kurum olarak 43 devletlerle uluslararası antlaşmalar yapan devletçik olma yolunda önemli mesafeler kaydeden bu kurumun hukuk dışı faaliyetleri konusunda kamuoyunu oluşturmak ve devleti uyarmak suç mudur? Bu amacın neresinde, sözde örgütün amacı ile bir ayniyet ya da hükümeti ortadan kaldırma niyeti vardır? Bazı çatlak sesler verse de AKP’de ilk 10 yılında bu milli devlet politikasından ayrılmamış, devletin menfaatlerini gözetmeksizin dış baskı ile atılan adımların, geriye dönüşü olmayan zararlara yol açabileceğinin de farkında olmuştur. ___ Yine etkinliklerimiz arasında yer alan Irak Türkmenlerinin, Kıbrıs Türklerinin, Batı Trakya Türklerinin, Azerbaycan Türklerinin, Doğu Türkistan Türklerinin haklarının korunmasını sağlamak ve bu konuda kamuoyunun oluşturulmasını istemek nasıl olurda sözde örgütün amaçları ile ayniyet arz edebilir? Ya da bu etkinliklerle mi hükümetin ortadan kaldırılması amaçlanmıştır? ___ Ülkenin milli finans kurumlarının yabancı devletlere satılmasını engellemek, Hocalı Katliamını kınamak, Pontus anıtlarının kurulmasını engellemek, Türklüğe yapılan saldırılara karşı hukuki müracaatlarda bulunmak, AB’liğine girilmesini istememek, PKK terörünü kınamak, Milli kahramanları yaşatmak, Teröre destek veren devletlerin mallarının alınmasını boykot etmek nasıl olurda sözde örgütün amaçları ile aynı doğrultuda olduğu iddia edilebilir? Bu etkinliklerle mi hükümet ortadan kaldırılmak istenmiştir? Bu etkinliklere bakarak hiçbir hukukçu Büyük Hukukçular Birliği Derneğinin sözde örgüt amaçları doğrultusunda yönetildiğini ve yönlendirildiğini söyleyemez. Derneğin yönetimi, kurucu ve yöneticileri tarafından gerçekleştirilmiştir. Hiçbir sözde örgüt yöneticisi tarafından tavsiye, telkin ve yönlendirme gelmemiştir. Bunun tek bir delili yoktur. 44 Derneğin diğer sivil toplum kuruluşları ile ortak etkinlik yapması yasal hakkın kullanımıdır. Etkinliklerin hiçbirinde hükümetin ortadan kaldırılması amaçlanmamıştır. Derneğin etkinliklerine darbe planı yaptığı iddia edilen kişi ya da kişiler tarafından dolaylı ya da dolaysız olarak etkide ve müdahalede bulunulmamış, hiçbir emir ve talimat verilmemiş, yönlendirme yapılmamıştır. Delilsiz mücerret beyanlarda bulunulmuştur. Dernek kayıtlarına, eşyalarına, bilgisayarlarına el konmuştur. Bu konuda etki yapıldığına ilişkin tek bir belge, mesaj, mail ya da belge çıkmışımdır ki böyle bir iddiada bulunulabilsin? Derneğin sözde örgüt amaçları doğrultusunda yönetildiği ve yönlendirildiği iddiası gerçek dışıdır. Sözde örgütün amaçları ile derneğin etkinliklerinde güdülen amaçlarda en küçük bir benzerlik olduğu söylenemez. Dernek tüzüğü ile sözde örgüt belgelerindeki gayelerinde ne kadar farklı olduğu ortadadır. Derneğin tüzüğü yasaya uygun bulunmuş ve faaliyetlerinden ötürü en küçük bir soruşturma açılmamıştır. Hakkında kapatma davası yoktur. Bu durumda sözde terör örgütünün amacına hizmet ettiği söylenebilir mi? Mütalaada bu konudaki iddialar genel, kalıpçı, içi boş, delilsiz, dayanaksız ve mücerret iddialardır. d) Büyük Hukukçular Birliği Derneğinin avukatlardan oluşmasına rağmen zaman zaman toplantılarına diğer sanıklardan Sevgi Erenerol, Atilla Aksu, M.Zekeriya Öztürk ve Oktay Yıldırım’ın katıldığı iddia edilmiştir. Öncelikle bu durumun nasıl olurda Hükümeti Ortadan Kaldırma suçunun unsuru olduğu kabul ve iddia edilmektedir ki bunu anlamakta güçlük çekmekteyiz. 45 Derneğin hiçbir yönetim toplantısına avukat dışında her hangi bir kişi katılmamaktadır. Bir tek istisnası o gün görüşülen konular arasında, dernek yöneticilerine bilgi verebilecek ilgili kişi davet edilmiş ise, o kişi konu hakkında bilgi verir. Öncelikle o konu görüşülür ve bitiminde misafir gönderilerek, diğer konuların görüşülmesine kaldığı yerden devam edilir. Örnek verecek olursak çocuk istismarcılığı suçları konusunda yapılan çalışmada, bu konuda uzun zamandan bu yana faaliyet gösteren dernek üyesi olmayan bayan avukat o günkü toplantıya davet edilmiş, bizleri bilgilendirmiş, sorular sorulmuş konu bittiğinde misafir gönderildikten sonra toplantıya devam edilmiştir. Yolsuzluk ve kamu malları aleyhine işlenen suçlarda bu konuda kitap yazmış bir kişi, Batı Trakya Türklerine Lozan antlaşmasına aykırı yapılan uygulamalarda orada yaşamış ve derneklerinde faaliyet gösteren bir misafir, Baro seçimlerinde baroda görev yapan bir yönetim kurulu üyesi gibi konusunda uzman kişiler sadece konu ile ilgili olarak dinlenmek için davet edilmiştir. Bunun dışında yönetim kurulu toplantılarında asla bir yabancıya yer verilmez. Toplantı mesaj çağrılarının tümü avukatlara yapılmıştır. Tek bir çağrı yönetimin dışında bir kişiye yapılmamıştır. Burada savcıların karıştırdığı iki konu vardır. Birincisi sivil toplum kuruluşlarının yönetici ve üyeleri ile bir etkinlik öncesi yapılan toplantılardır. Bu toplantılar mali külfet olmaması için sırası ile yapılır. Bu çerçevede yapılan etkinliklere Sevgi Erenerol Türk Ortodoks Patrikhanesini temsilen, Oktay Yıldırım Gaziler Derneğini temsilen katılmışlardır. Ancak bu toplantılar Büyük Hukukçular Birliği derneğinin yönetim toplantıları değildir. 46 Mehmet Zekeriya Öztürk’ü dernek toplantılarının hiç birinde görmedim. Sadece açık havada yapılmış basın açıklamalarına katılmıştır. Atilla Aksu’da dernek merkezinde yapılan hiçbir toplantıya katılmamıştır. Derneğin toplantısında bir etkinlikte bu isimler yazılarak gıyaplarında görev verilmesi, dernek toplantısına katıldıkları anlamına gelmez. Matbaacı bir tanıdığı olan Atilla Aksu ile bu konu ile konuşulmak istenmesi, Sevgi Erenerol’un basın açıklamasında bir görev alması, bu kişilerin toplantıya katıldığı şeklinde bir tespite yol açmıştır. Ancak bu saptama doğru değildir. İkinci olarak savcıların unuttuğu husus, Büyük Hukukçular Birliği’nin merkezinin aynı zamanda Büyük Güç Birliği’nin ve Ayasofya Derneği ile aynı olmasıdır. Bir an için dernek merkezine gelen Sevgi Erenerol’un kendisinin üye olduğu derneğe gelmesi kadar doğal ne olabilir? Bu konuda dinlenen tüm sanık ve tanıklar savunmamı doğrulamıştır. Levent Temiz’in Oktay Yıldırım’ı sivil toplum kuruluşlarının toplantısında görmesi de son derece makuldür. Ancak Mehmet Zekeriya Öztürk’ün geldiğini iddia etmesi doğru değildir. Behiç Gürcihan’ın ifadesinde bahsettiği toplantılarda sivil toplum kuruluşları ile birlikte yapılan toplantılardır. M.Zekeriya Öztürk’ün, Sevgi Erenerol’un, Atilla Aksu’nun, Behiç Gürcihan’ın beyanları bu savunmalarımızı doğrulayacak mahiyette olmuştur. Derneğin yönetim kurulu karar toplantıları, derneğin istişare toplantılarının hiçbirinde yabancı bir kişinin katıldığına ilişkin bir ibare yoktur. Sadece Sevgi Erenerol ve Atilla Aksu’nun “konuşulacak” 47 şeklinde isimlerine yer verilmesinin dışında hiç kimsenin hiçbir toplantıda ismi geçmemektedir. İddia makamının ismini sayarak belirttiği kişileri toplantılara katılmasını temin ettiğim iddiası da tamamen gerçek dışıdır. Temin kapsamında hiç kimseye bir çağrıda bulunmadım. Telefonumdaki mesajlar bu hususun en önemli kanıtıdır. Oktay Yıldırım’ın gelmesinin soruna neden olması bu noktada ne ölçüde hassasiyet gösterdiğimizi de ortaya koymaktadır. HTS inceleme raporunda dernekte Oktay Yıldırım ya da M.Zekeriya Öztürk ile toplantı yapıldığına ilişkin yapılan yorumlarda doğru değildir. Levent Temiz iki dernekte de üye olup, dernek merkezine gelmesi kadar tabi hiçbir şey olamaz. e) Başkanı olduğum Büyük Hukukçular Birliği Derneğini sözde örgütün lobi yapılanması faaliyetlerinin hukuk çerçevesinde kalması temel kuralına özen göstererek legal görünüşlü olan ancak provakatif miting basın açıklaması dava açılması vb. faaliyetlere yönlendirdiğim iddia edilmiştir. aa) Mütalaada bahsedilen lobi belgesi ve bu belgede yer alan hususlar konusunda soruşturmaya kadar hiçbir şekilde haberim olmamıştır. Yapılan aramalarda da ne bu belgeye, nede isminin geçtiği bir yazıya rastlanmıştır. Bir yandan sözde örgütün sivil toplum kuruluşlarının yönetiminden Sevgi Erenerol ile birlikte sorumlu olduğum iddia edilmekte öbür yandan da, sivil toplum kuruluşlarını bu uyduruk belgeye göre yönlendiren yönetici de bu sözde örgüt dokümanı çıkmamakta ve bu belgeden haberim dahi olmamaktadır. Ancak bu belge yıllardan bu yana sitelerde, gazetelerde, dergilerde sözde örgüt belgesi olarak yayınlanmaktadır. 48 Buna rağmen bu uyduruk belgenin çıktığı kişilere de sözde örgüt üyesi olarak işlem yapılmaktadır. Ülkemizde Terör örgütü üyeliğinin bu kadar ucuza gittiği hiçbir dönem yaşanmamıştır. Eğer sözde örgüt üyeliği ile hükümete muhalif olmak aynı potada eritmeye, iktidar sözde örgüt üyeliği suç ve kavramını muhaliflerini ortadan kaldırmak için bir silah olarak kullanmaya devam ettiği taktirde, çok yakında bu ülkenin vatandaşlarının %60’nın Ergenekon örgütü üyesi olarak ilan edilmesine şaşırmamak gerekir. Projenin psikolojik savaşçıları ekranlarda zaten bunu yıllardır yaparak vazifelerini başarı ile sürdürmektedirler. bb) Faaliyetlerimde ve etkinliklerde hukuk kurallarına uygun hareket etmemin ve hukuk çerçevesinden dışarı çıkılmamasına özen göstermemin sebebi sözde örgütün lobi belgesinde yer alan kurallarına uygun davranmak için değildir. Öncelikle mesleğimin gereği olarak yaşamımdaki tüm faaliyetlerimde mesleki, siyasi, beşeri ve sosyal tüm ilişkilerimde hukukun çizdiği sınırların dışına asla taşmadım. Bir avukatın hukuk kurallarına riayet konusunda hassasiyet göstermesi beklenen bir davranış biçimidir. Kaldı ki başkanlığını yaptığım dernek, avukatlardan oluşmaktadır. Hukuku tüm hücrelerinde yaşayan bir avukat olarak elbette ki dernek kapsamında ya da kişisel olarak yaptığım tüm etkinlik ve faaliyetlerimde hukuk kurallarına özen göstermek eşyanın tabiatına uygun bir davranış biçimi olacaktır. Kurallara uygun hareket etmem sözde örgütün lobi belgesinden değil, devletin kurallara uyması gereken bir vatandaşı ve mesleğime olan saygımdan kaynaklanmaktadır. cc) Mütalaada maalesef hukuk dili kullanılmamıştır. Nasıl sözde Ergenekon örgütü altında kamuoyunun kafasını bulandırmak amacı ile psikolojik savaşın parçası olarak uyuşması 49 mümkün olmayan renkler bir araya getirilmiş ise, tüm iddianamelerde ve bu mütalaada aynı zihniyetle hareket edilmiş, bir arada kullanılamayacak sözcükler ve zıt kavramlara yer verilerek anlam kargaşası yaratılmıştır. Yani bir yandan faaliyetlerimizde hukukun emrettiği kuralların dışına taşmayacaksınız, ama öbür taraftan da provokatif miting, basın açıklaması ve dava açmak gibi etkinliklerde bulunacaksınız. Bu iddianın hukuk mantığı ile bağdaşır bir tarafı yoktur. Eğer eyleminizde kışkırtıcılık var ise, etkinlikte başkaca hiçbir suç işlenmemiş olsa dahi en azından TCK 216. Maddesine düzenlenen “halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçu gerçekleşir ki, bu güne kadar şahsım hakkında konuştuğum hiçbir sözcükten, yazdığım hiçbir yazıdan, yaptığım hiçbir programdan ötürü tabiri caizse TCK 216.mad’deki kışkırtıcılık ya da bir başka maddede düzenlenen benzer bir suçtan ötürü şikayet edilmemiş ve soruşturma açılmamıştır. Mütalaayı hazırlayan ve iddianameleri yazanlar her nedense kışkırtıcılığın suç olduğunu gözden kaçırmış olsalar gerek ki, “hukuka uygunluk ve aykırılık” tanımlamalarını bir arada kullanabilmişlerdir. Yani siz bir etkinliğinizde kışkırtıcılık yapmışsanız artık bu bir suçtur. Yaptığınız fiil hukuka uygun olmaktan çıkar. Savcılar beni etkinliklerimde kışkırtıcı olarak suçlamışlarsa artık aynı cümle içinde aynı zamanda hukukun çerçevesinde kaldığımı, bu konuda özen gösterdiğimi iddia edemezler. Siz hem legal hem suç işleyen, hem hukukun çerçevesinde hareket eden hem kışkırtan konumunda olamazsınız. Bir eylem; “legal görünüşlü, provokatif” olmaz. dd) Bugüne kadar yaptığım hiçbir etkinlikten ötürü TCK 216 ve diğer suç teşkil eden hükümlerden ötürü tek bir soruşturma açılmamıştır. Eğer yıllardır yaptığım etkinliklerde bu suçu işleyip de güvenlik güçleri ve savcılar şahsım hakkında bir işlem yapmamışlar ise bu 50 durumda işlem yapmayan güvenlik güçleri ve savcılar görevini kötüye kullanmışlardır. Yok, eğer bir suç işlemediğimden ötürü dava açılmamışsa o takdirde sayın savcılar iddianamelerinde ve mütalaasında şahsıma karşı böyle bir suç ithamında bulunamazlar. Eğer fiillerimde böyle bir suçun işlendiği kanaatine varmışlar ise o takdirde iddianamelerinde TCK 216.maddeden ötürü dava açmaları gerekirdi. Ancak böyle bir suçlamada da bulunmamışlardır. TCK 313.maddesinden yaptıkları ilk suçlamadan vazgeçmişler, bu suçun unsurlarının oluşmadığını belirterek fiillerimde hiçbir şekilde tahrik unsurunun olmadığını kabul etmişlerdir. Kaldı ki savcıların mütalaalarında kullandıkları provokatif sözcüğü kışkırtıcı anlamında olup, TCK 313.maddedeki silahlı tahrik unsuru ile aynı anlama gelmemektedir. Bu sebeple şahsım hakkında TCK 216.maddeye dayalı bir isnatta bulunmaksızın bu suçun maddi unsurlarını oluşturan tanımlamalarla suçlanmam doğru değildir. Savcı dahi olsa bir kişiyi ancak iddianamesinde isnat ettiği fiilden ötürü suçlayabilir. Adam yaralayan kişiye sen yağma yaptın diyemez. Demesi için çerçeve belge olan iddianamede sanığın belirtilen suç ile itham edilmesi gerekir. İddianamede kışkırtıcılık maddi unsurunun yer aldığı bir suçla itham edilmediğimden, sayın savcılar iddianamede kişilik haklarımı zedeleyecek tanımlamalarda bulunamazlar. Savcılık mesleği, sanıkları olur olmaz karalama makamı değildir. Tam tersine iddianamelerde ve mütalaada, duruşma sırasındaki taleplerde ve beyanlarda suç tanımlamalarının dışına çıkılarak sanıkları karalayıcı beyanlarda bulunamazlar. Mütalaada suçlandığım hükümler arasında “ kışkırtıcılık” maddi unsurunun yer aldığı bir suçta tarafıma bir isnat yapılmamıştır. Bu durumda şahsımın suçlanmadığı bir suçun maddi unsuru ile itham edilmesi kişilik haklarına aykırılık teşkil eder. 51 Yargılama sürecinde kim hangi görevi yaparsa yapsın, sanıkların onurlarını zedelemeye hakkı yoktur. Savcılar fiillerimde suç isnadı yapabilecek tahrik ve kışkırtıcılık unsurunu bulamamışlarsa bu durumda beyan ve fiillerimin hukukun çerçevesinde kaldığını kabul etmiş olurlar ki bu durumda artık suç dilinin kullanılması doğru değildir. Kaldı ki AİHM’nin kararlarında dahi bugün sözde özgürlük savaşçılarının çok sevdiği ve savunduğu abartılı, kışkırtan, saldırgan, öfkeli, sert, incitici, sarsıcı ifadelerin suç teşkil edemeyeceğinin yanı sıra tazminat dahi konu edilemeyeceği fikrini benimsendiği, mahkemelerimizin de bu kararları uzun zamandan bu yana uyguladığı bir gerçektir. Eğer faaliyetlerim ve fiillerimde suç teşkil etmeyen nitelikte bir kışkırtıcılık var ise zaten bu anlamda da suçlanmam mümkün olamayacaktır. Sayın savcıların iddianamede kullandıkları ifadelere dikkat etmeleri onların mesleki özen borçlarıdır. Ortada suç teşkil etmeyen bir fiil var ise, iddianameye suç olarak konulmamışsa, artık suçlamadıkları fiilin maddi unsurunu kullanarak sanığa ithamda bulunamazlar. Bu durum kişilik haklarına uygun olmadığı gibi, ceza hukuku açısından da savunulamaz. Özetle bir eylemin hem hukuka uygun olması, hem de kışkırtıcı olması hukuk mantığına uygun düşmez. ee) Eğer tüm etkinliklerimde hukuka uygun davranarak bu konuda özen gösterip yasaların çizdiği sınırlar içerisinde kalmışsam, artık bu fiillerim bir başka suçun unsurunu oluşturmaz. Yani savcılar; “sanık hukuk kuralları içinde kalmıştır. Ancak fiilleri, etkinlikleri, basın açıklamaları, açtığı davalar TCK 312.maddesinde düzenlenen suçun unsurunu oluşturmuştur. Bu sebeple legalde olsa bu eylemler Hükümeti Ortadan Kaldırma Suçunun maddi unsurunu oluşturur” diyemezler. 52 TCK 312.maddesinde düzenlenen amaç suçun gerçekleşebilmesi için, vahim nitelikte araç suçların işlenmesi gerekir. Sayın savcılar bırakınız vahim nitelikte araç suçları işlediğim iddiasını, tam tersine hiçbir araç suç işlemediğimi açıkça ifade ettikleri gibi, ayrıca tüm eylemlerimde hukukun sınırları içerisinde kaldığımı ve bu konuda özen gösterdiğim belirtmişlerdir. Hiçbir suçun işlenmediği, yasal izinler alınarak gerçekleştirilen mitingler, basın açıklamaları ve açtığım davalardan ötürü TCK 312.maddesindeki suçu işlediğimin iddia edilmesi bağışlanmayacak ölçüde yapılan bir hukuk hatasıdır. Suç teşkil etmeyen eylemler TCK 312.maddesinin maddi unsurunu oluşturmaz. Maalesef mütalaada hukukun genel ilkeleri bir kenara bırakılmıştır. Kişilerin cezalandırılması için evrensel hukukun temel ilkeleri inkar edilmiştir. Sanığa bir yandan; “sen eylemlerinde hukukun içerisinde kaldın” deyip arkasından da amaç suçtan cezalandırılması istenmesi sadece bu mütalaaya özgü bir hukuk skandalıdır. f) Sözde örgütün amaçları doğrultusunda yayın yapan sanık Bekir Öztürk’ün sahibi olduğu kuvvaimilliye .net, sanık Ergün Poyraz’ın sahibi olduğu Tepkimiz.net isimli internet sitesindeki kamuoyuna yazılan yazılarımla halkı hükümete karşı kışkırttığım iddia edilmiştir. aa) Mütalaa çelişkilerle doludur. Bir yandan TCK 312.maddede düzenlenen Hükümeti Ortadan kaldırmak ya da görevlerini tamamen veya kısmen kaldırmak suçunu işlediğim iddia edilmekte ve bu suçun maddi unsuru olarak basın açıklamaları, mitingler, açtığım davalar, internette yayınlanan yazılarım, telefon konuşmalarım, televizyon programlarım gösterilirken diğer taraftan 53 mütalaada aynı paragrafta yer alan bir başka cümlede ise aynı maddi eylemlerimle; “halkı hükümete karşı kışkırttığım” iddia edilmiştir. Yani halkı hükümete karşı kışkırtmak sanki TCK 312.maddesinin maddi unsuru olarak değerlendirilmiştir. Oysa 312.maddenin unsuru; hükümeti ortadan kaldırmak ya da görevlerini tamamen veya kısmen engellemektir. Halkı hükümete karşı kışkırtmak bu suçun maddi unsuru değildir. Eğer bu kışkırtma silahlı olursa TCK’nun 313.maddesinin maddi unsurudur. Görülüyor ki iddia makamı 312 ve 313. maddesinin maddi unsurlarını birbirine karıştırmış, bir suçtan itham ederken diğer suçun maddi unsurunun gerçekleştiğini iddia etmiş ancak bu unsuru dahi eksik ifade ederek tahrikin silahlı yapılması gerektiğini bir kenara bırakmıştır. Maalesef hukukun sınırlarının aşıldığı bu belgede bu tür vahim hataların yapılmasını olağan karşılamaktayım. bb) Bekir Öztürk’ün Kuvvai Milliye sitesinde üç yazım çıkmıştır. Bu üç yazımda “gün boyu” isimli günlük gazetede yayınlanan köşe yazımdır. Günlük gazeteden alınmıştır. Bu sebeple bu sitede benim başkaca hiçbir yazım yayınlanmamıştır. Benim ismimin yer aldığı bölümde Bekir Öztürk’ün, Büyük Hukukçular Birliği ile ilgili basında çıkan haberler yayınlanmaktaydı. Bu sebeple bu siteye yazı yazdığım iddiası doğru değildir. Kaldı ki dosyaya celp edilen iki yazıda hukuki tahlil yazısı olup, o dönemde çıkan Pişmanlık Yasasının Terörle Mücadele Yasası kapsamında değerlendirilmesinden ibarettir. Tamamen teknik hukuki bir konudan ötürü halk nasıl kışkırtılmakta ya da hükümet nasıl kışkırtılmakla ya da hükümet nasıl ortadan kaldırılıp, görevleri engellenmekte gerçekten ben de merak etmekteyim. 54 cc) Tepkimiz.Net sitesinde hiçbir yazım yayınlanmamıştır. Sadece Muammer Karabulut Büyük Hukukçular Birliği’nin basında çıkan haberlerini gazetelerin internet sitelerinden alarak yayınlamıştır. Nitekim dosyada da bu sitede şahsımın yazdığı tek bir yazı bulunmamaktadır. Basında, Büyük Hukukçular Birliği Derneği ile ilgili haberler çıkınca kışkırtılmayan halk, her nedense Tepkimiz.Net sitesinde yayınlanınca kışkırtılmış olmaktadır. Bunu hukuk mantığı ile izah etmek mümkün değildir. dd) Mütalaada internet sitesinde yayınlanan yazılarla halk kışkırtılmaktadır suçlaması son derece soyut ve genel beyanlardır. Bu tür afaki beyanlarla suçlama yapılamaz. Hangi yazıda kullanılan hangi ifade ile halkın kışkırtıldığının somut olarak ortaya konması gerekir. İddianamede de bu konuda somut bir suçlama getirilmemiş, mütalaada olduğu gibi genel ve mücerret ifadelerle yetinilmiştir. Delil klasörlerinde bu iki sitede yayınlandığı iddia edilen bir yazımda yoktur. Kovuşturma aşamasında, Kuvvai milliye sitesinde, Gün boyu isimli günlük gazeteden alınan hukuki konuları işleyen üç yazımın yayınlandığı tespit edilmiştir. Ancak bu üç yazıda hiçbir kışkırtıcılık unsuru yoktur. Eğer aksi söz konusu olsa idi, iddia makamının yazının hangi bölümünde kullanılan cümlelerde kışkırtıcılık unsurunun olduğunu netleştirmesi gerekirdi. Bu davanın özelliği sanıkların maddi eylemleri olmaksızın, suçun maddi unsurları yani fiilin hareket ve netice kısımları ortaya konmadan suçlanması olmuştur. İddia makamı sanıkları altı yıl boyunca; _ fiilsiz suç, _ suçsuz örgüt, _ örgütsüz dava ile suçlamayı başarı ile sürdürebilmiştir. 55 ee) İnternette yayınlanan yazıların TCK 312.maddesinde düzenlenen suçun unsuru olarak görülmesini anlamakta ve suçlamaya karşı savunmada bulunmakta güçlük çekmekteyim. TCK 312.mad. suçun maddi unsurları cebir ve şiddet kullanılarak hükümetin ortadan kaldırılması ya da görevlerinin kısmen veya tamamen engellenmesidir. İnternette yazılan yazılarla bu neticeler nasıl sağlanacaktır? Yine bu yazıların neresinde cebir ve şiddet vardır? Hükümet bu yazılarla nasıl ortadan kaldırılır? Tüm bunların iddia makamınca aydınlatılması zorunludur. Suçlamalar hukuk adına trajik-komik haline gelmiştir. Yazılarda cebir ve şiddetin varlığı aranmakta, köşe yazıları ile hükümetin ortadan kaldırılabileceği iddia edilmektedir. Yazılar, konferanslar, televizyon programları, mitingler, açılan davalar, sözde örgüt silahı olarak kabul edilmektedir. Kişilerin temel haklarını kullanmaları sonucu yazdıkları yazılar, gösteri yürüyüşleri, fikir açıklamaları suçun maddi unsuru olarak kabul edilmiştir. Mütalaa, bu dönemde yaşanılan hukuksuzlukların bir sembolü olarak yargı tarihimizde hak ettiği yeri alacaktır. g) İrtibatlı olduğum kişilerle yaptığım telefon konuşmalarında halkı hükümete karşı kışkırttığım iddia edilmiştir. aa) Yaptığım telefon konuşmaları hiçbir şekilde hoparlörden halka yayınlanmamıştır. Yine kayıt altına alınarak, topluluklara dinletilmemiştir. Sadece iki kişi arasında geçen konuşmalardır. Bu durumda telefon konuşmaları ile halkı hükümete karşı kışkırtma maharetini nasıl gösterdiğimi bende merak etmekteyim. Eğer yaptığım telefon konuşmaları basında ya da konferanslarda yayınlanıp, içinde kışkırtma var ise hukuken olmasa da böyle bir iddia da madden bulunma imkanı vardır. Ancak 56 görüşmelerim kayıt altına alınıp üçüncü kişilere dinletmemiş isem, basında çıkmamışsa böyle bir mantıksız iddianın ileri sürülmesi mümkün değildir. bb) İddianameye bir kısım sanıklarla yapmış olduğum telefon görüşmeleri konulmuş olup, bir an için karşımdaki sanığa karşı kışkırtıcı konuşma yaptığımı kabul etsek bile, sanık “halk” tanımlaması içinde kalmayacağından bu durumda da iddiayı anlamlandırmak mümkün değildir. cc) Kaldı ki hiçbir telefon görüşmemde halk, hükümete karşı kışkırtılmamıştır. Düzenlenecek ya da icra edilmiş etkinlikler üzerinde konuşmak yasal hakların kullanımıdır. İfade özgürlüğünün sınırları AİHS’nin 10/2 ve AY’nın 26/2 maddesinde düzenlenmiştir. Eğer bu hakkın sınırlarının aşılması söz konusu ise şikayet halinde ya da resen soruşturma yapılması gerekir. İddianamede yer alan etkinliklerde konuşmalar bizzat yüzlerce emniyet görevlisinin huzurunda yapılmıştır. Eğer ortada suç teşkil eden bir kışkırtma olsa idi, emniyet raporuna yazıp, savcılığa göndermesi gerekirdi. Böyle bir işlem yapılmadığına göre demek ki tüm bu etkinliklerde bir suç işlenmemiştir. dd) Kaldı ki savcılığın bu konuda da mücerret iddia da bulunması doğru değildir. Hangi telefon konuşmam da halka hitaben nasıl kışkırtıcı beyanda bulunduğumu somut olarak ortaya koyması gerekirdi. Suçlamalar diğer konularda olduğu gibi bu konuda soyut, içeriği olmayan, somut hiçbir maddi fiilin gösterilmediği, genel, delilsiz ve yüzeysel beyanlardan ibarettir. ee) Bir an için madden imkanı olmasa da telefon konuşmalarımda kışkırtma yaptığımı düşündüğümüzde, hükümet telefonda iki kişi arasında geçen konuşmalarla mı ortadan kaldırılmış ya da görevleri engellenmiş olacaktır? 57 Telefon konuşmaları TCK 312.maddesindeki suçun maddi unsuru olabilir mi? Suçlamanın bile bir ciddiyeti vardır. Ölçü kaçtığında bırakınız adaletsiz olmayı, ciddiyetten uzaklaşır inandırıcılığınızı yitirirsiniz. Gelecek nesillere bile varmadan bu mütalaalarda geçen “iki kişi arasındaki telefon görüşmesi ile halkı hükümete karşı kışkırtılmış ve hükümetin ortadan kaldırılmasına teşebbüs edilmiştir” düşünceleri kara mizahın konusu olacaktır. Bu iddiaları hukuki sav ve mütalaa altında savunanlar bu defa “ben öyle demek istememiştim” şeklinde kendisini savunamayacak duruma düşeceklerdir. TCK 312.maddesinin cebir ve şiddet unsurunu bir kenara attığınız da, hükümet aleyhine yapılan her konuşmada suç arar hale gelirsiniz ki, maalesef bu mütalaada da suçun unsurları yapılan yorumlarla öylesine değiştirilmiştir ki, vahim bir suç olan TCK 312.mad. hükümete karşı suç, adeta basit hakaret suçuna dönüştürülmüştür. “Her AKP muhalifi ister istemez bu suçu işlemiştir” sloganı ile hareket edilmiştir. İleri de hukuken savunamayacağımız savları mütalaaya doldurmak savcıların işi olmamalıdır. Bir gün dahi tutuklu kalamayacak insanları bu tür hukuki ciddiyetten uzak sav ve iddialarla altı yıl cezaevinde tutulmasının ne ölçüde hukuki, vicdani ve dini sorumluluklar taşıdığını, bu sorumlulukların altından kalkılamayacak ölçüde gayri insani boyutlara vardığını bir kez daha hatırlatma ihtiyacını hissetmekteyim. h) Televizyonlarda yaptığım programlarla halkı hükümete karşı kışkırttığım iddia edilmiştir. aa) Yeniçağ Televizyonunun kuruluşundan tutuklandığım tarihe kadar her hafta en az iki saat, bazen haftada birden fazla program yapmış, programın dışında diğer programlara 58 katılmış, haber programlarına dahil edilmiş ayrıca bu televizyonun dışında diğer televizyonlarda da onlarca programa iştirak etmişimdir. Bu kadar süre içinde yaptığım bu konuşmalardan ötürü halkı hükümete karşı kışkırttığıma ilişkin ne vatandaştan bir şikayet yapılmış nede savcılık resen soruşturma başlatmıştır. Yine tüm programları hassasiyetle inceleyen RTÜK’ten hiçbir kanala uyarı yazısı dahi gelmemiştir. Nitekim bu konuda alınan belge dosyaya sunulmuştur. Hakkınızda tek bir şikayet ya da soruşturma yok iken nasıl olurda televizyon programlarımda yaptığım konuşmalarla halkı kışkırtmış oluyorum. Bunu anlamakta güçlük çekiyorum. bb) Televizyon programında yapılan konuşmaların içeriği ne olursa olsun, TCK’nun 312.maddesinin unsurları arasında sayılamaz. Programlarda yapılan konuşmalarda bir an için iddia edildiği gibi halkı hükümete karşı kışkırtma olsa dahi burada eğer unsurları var ise TCK 216 ya da 125.madde de belirtilen suçlar işlenmiş olur ki, savcılar bu maddelerden ya da benzeri maddelerde yer alan suçlamalarda da bulunmamışlardır. Ne dava iddianamesinde geçmiş, ne de ayrı bir soruşturma konusu yapılmıştır. Ortada araç suçun işlendiği bile iddia edilemez iken televizyon programlarındaki konuşmaların TCK 312.mad. düzenlenen amaç suçun unsuru yapılması hukukun inkarı anlamına gelir. Burada hukuki bir hata yoktur. Bilerek ve isteyerek yapılan aşikar hukuk ihlali vardır. Sanıklara verilen zararlar çerçevesinde zamanaşımı süresi çok uzun yıllar sürecek suçlar işlenmektedir. cc) Şikayetin yapılmadığı, tazminat davasının dahi açılmadığı televizyon konuşmalarının tümü ifade özgürlüğü kapsamında kalan beyanlardır. Bir kısım konuşmalarda elbette ki hükümeti eleştiren, siyasetinin yanlışlığını ortaya koyan, politikalarının millete ve devlete zarar verdiğine ilişkin beyanlarda olabilir. 59 Ancak tüm bu konuşmalar demokrasinin olmazsa olmazı olan ifade özgürlüğü kapsamında yapılmıştır. Bu beyanlar AİHM’nin ve yargı organlarımızca verilen kararlarda sert, incitici, kışkırtıcı, saldırgan ve sarsıcı dahi olabilir. Bu tür beyanlara karşı bırakınız ceza soruşturmasını açmayı, tazminat davası dahi açılamayacağı genel kabul gören uygulamaya dönüşmüştür. ı) Sözde örgütün ve mensuplarının hukuk alanındaki işlerini takip ve organize ettiğim iddiasında bulunulmuştur. aa) Savcılar; mensuplarını bir kenara bırakalım, sözde örgütün hukuk alanında işlerini takip ettiğimi ifade etmişlerdir. Acaba yeni çıkan paketlerde terör örgütlerine tüzel kişilik tanındı da biz mi bu konuyu gözden kaçırdık. Terör örgütünün mensuplarının hukuki işlerinin takip edildiğini madden ve hukuken iddia edebilirsiniz. Bu iddia hukuk mantığına uygundur. Ancak sözde örgütün işlerini takip edebilmem için, sözde örgütün mensuplarının dışında ayrı bir tüzel kişiliği olması gerekir. Siz bir hukuki işi takip ederken vekaleti ya gerçek ya da tüzel kişilik olmadığına göre, hukuki dava ya da ihtilafta ismi geçen kişiden vekaleti alarak, temsil hakkını kazanabilirsiniz. Bu durumda hemen her ihtilafta eğer kişi bu davada yargılanıyor ise sözde örgüt üyesinin temsilcisi olacağım, ancak sözde örgütü temsil etmem hukuken mümkün olamayacaktır. Bu hale göre benim sözde örgütü her hangi bir hukuki ihtilafta savunmam ve işini takip etmek madden ve hukuken mümkün değildir. Hukuki terimleri kullanırken doğru ve yerinde kullanmalıyız. Şahsım için deliliniz var ise sözde örgüt mensuplarının hukuk alanında işlerini takip ve organize ettiğimi söyleyebilirsiniz. Ancak tüzel kişiliği olmamakla hiçbir yerde temsil edilemeyecek sadece sözde örgüt üyelerinin kimlikleri ile taraf olunabilecek ihtilaflarda sözde örgütün bir işi ve ihtilafı olamayacaktır. 60 Savcılar aksini iddia ediyor ise buyursun sözde örgütün hukuk alanında takip ve organize ettiğim tek bir işi örnek olarak sunsunlar. Hukuken ortaya konamayacak bir iddia da bulunulamaz. bb) Ortada sözde örgüt olmadığından, sözde örgütün üyeleri de yoktur. Bu sebeple böyle bir ithamı kabul etmek mümkün değildir. Ancak sözde Ergenekon operasyonunda çoğunlukla hedef alınan kişiler belli bir siyasi görüşü savunan insanlardır. Kamuoyunda kafa karışıklığı yapmak amacı ile her ne kadar bazı etkinlikler yapılmışsa da sanıkların fikir yapısı ülkenin üniter yapısını ve bağımsızlığını savunan Atatürkçü kimliğe uygun düşmektedir. Bu yapıda olan insanların aynı beşeri, siyasi ve sosyal çevrede birbirini tanıması elbette ki hayatın olağan akışına uygun düşen bir husustur. Yine bu kişilerin hukuki ihtilaflarını da tanıdığı ve bildiği aynı sosyal çevrede yer alan avukata tevdii etmesi makul bir tutumdur. Bu sebeple sanıklardan Sevgi Erenerol’un, Muzaffer Tekin’in, Ergün Poyraz’ın, Muammer Karabulut’un vekilliğini yapmanın arkasında sözde örgüt ilişkisi aramak doğru değildir. Eğer sözde örgüt avukatı olsa idim bu kişileri tanımadan sözde örgüt talimatı ile işlerini takip etmem gerekir di ki, ortada böyle bir gerçeklikte yoktur. Tarafıma talimat yolu ile verilen tek bir hukuki ihtilaf yoktur. Her birini tanıdıktan sonra işlerini bireysel olarak almışımdır. cc) Burada yargılanan sanıklardan işlerini üstlendiğim tüm müvekkillerimden vekalet ücretlerini almış, serbest meslek makbuzunu kesmiş ve ticari defterlerime işlemişimdir. Bu makbuzların tümü dosyaya delil olarak sunulmuştur. Yine işlerini üstlendiğim tüm sanıklar sorulan sual üzerine vekalet ücretlerini ödediklerini beyan etmişlerdir. İddia makamı bu yöndeki delilleri hiç dikkate almamıştır. Eğer sözde örgüt avukatı olsa idim, mensuplarının işlerinden ötürü vekalet ücreti almamam gerekirdi. 61 Kesilen makbuzların her bir soruşturmadan çok önceki tarihlere ait olup 2006-2007 yıllarında vergi dairelerine bildirilmiş tarihlerine resmiyet kazandırılmış resmi belgelerdir. Dikkate alınmaması mümkün değildir. dd) İddianameye konu yapılan açmış olduğum davalarda davacılar ve şikayetçilerin hiçbiri burada sanık değildir. Her biri vekaletnameyi ve ihtilafı kendi iradesi ile vermiş olup, davalar bu kişilerin iradeleri doğrultusunda takip edilmiş ve kazanılan tazminatlarda yasal makbuzlar karşılığında kendilerine ödenmiştir. ee) Avukatlığını yapmış olduğum şehit ailelerinden hiçbiri burada sanık değildir. Hem derneklerinin hem de bireysel işlerinde avukatlık görevini yapmaktayım. Avukatlık işlerini alırken hiç kimseden talimat almadım, vekaletname verenlerde hiçbir yerden yönlendirilmemişlerdir. Beni seçmeleri derneklerin, yöneticilerinin ve üyelerinin bireysel tercihleridir. Siyasi düşüncelerimin şehit aileleri ve dernekleri ile uyum içinde olması beni tercih etmelerinin tek sebebidir. Açtığım davalar sözde örgütün davaları olarak değerlendirildiği takdirde bu durumda davacı olan onlarca şehit anneleri ve babaları da sözde örgüt üyesi olarak sayılacaklardır ki böyle bir sonucu kabul etmek elbette ki mümkün değildir. Kaldı ki sunduğum listemde avukatlığını yaptığım şehit aileleri ve annelerinin dernek yönetici ve üyeleri tanık olarak gösterilmiş, avukatlıklarını ve davalarını nasıl aldığım konularının kendilerince mahkemeye aktarılması istenmesine karşılık, maalesef bu kişiler tanık olarak dinlenmemişlerdir. ee) Gerek iddianamede gerekse mütalaada hangi dava ve işleri gerek sözde örgüt, gerekse sözde örgüt üyeleri adına takip ettiğim tasrih edilmemiştir. Bu konuda diğer suçlamalarda olduğu gibi genel, mücerret ve içi boş söylemlerden ibaret kalmıştır. Oysa ortada böyle bir iddia var ise bunun altı doldurulmalıdır. Davalar ve işlerin her biri 62 resmi olup mahkemelerde açılmış dava dosyaları ile sabittir. Bu davaları belirtmeden, dosyaları celp edilip incelenmeden şahsımı sözde örgüt avukatlığı ile itham etmek hukuka uygun bir yöntem olamaz. Dava dosyalarının celbi taleplerimde mahkemece kabul görmemiştir. ff) Bir an için iddiaların doğru olduğu kabul edilse dahi, sözde örgütün ya da mensuplarının davalarının üstlenilmesi, TCK 312.maddesinde belirtilen suçun unsuru olarak kabul edilemez. Sözde örgüt avukatlığı ile hükümeti ortadan kaldırma suçu arasında nasıl bir ilişki kurulduğunu anlamak mümkün değildir. Sözde örgüt mensuplarının ya da sözde örgütün davalarını açmakla hükümeti ortadan kaldırmak ya da görevlerini engellemek arasında hiçbir illiyet bağı yoktur. gg) Dava açılması ya da hakların yargı mercileri önünde aranması için yapılan tüm müracaatlar anayasal bir hak olan, hak arama özgürlüğü kapsamında değerlendirilebilir. Kişilerin dava açarken konumlarına bakılmaz. Suçlu ya da suçsuz, örgüt üyesi ya da değil, ama herkes ayrımsız yasal haklarını yargı mercileri önüne taşıyıp, ihtilaflarının mahkemece çözümlenmesini isteyebilirler. Bu sebeple yasalar çerçevesinde açılan davalar ya da yasal takibatlar hiçbir suçun maddi unsuru sayılamaz. Mütalaada tüm vatandaşların yasal hakkı olan dava haklarının yine yasaların tanıdığı avukatlık mesleğinin verdiği hak ve yetkiler dahilinde kullanılması hiçbir suçun unsuru ya da delili olarak değerlendirilemez. Yasalara uygun davranan bir kişi nasıl olurda suçlanabilir? “Sen yasaları uyguluyorsun ama bu yolla TCK 312.maddedeki suçu işliyorsun ya da davaları açmakla silahlı terör örgütünün üyesisin denilebilir mi”? 63 İşlendiği iddia edilen suçun tüm unsurlarında hukuka aykırılığın aranması gerekir. Kaldı ki suçun unsurlarından bir tanesi de eylemin yasalarda suç olarak yazılmış olması zorunluluğudur. Yasalarda meşru kabul edilen fiillerle, bir başka amaç suçun işlendiği ya da sözde örgüt üyeliği suçunun oluştuğu ileri sürülemez. Gayrimeşru sonuca, meşru araçlarla varılamaz. Bir an için sözde örgütün varlığı kabul edilip, avukat olarak sözde örgütün işlerini üstlensem dahi, örgüt üyeliğinin unsurları oluşmadığı müddetçe sadece davalarını ve hukuki işlerini üstlenmem nedeni ile ne örgüt üyeliği ile ne de amaç suçlarla suçlanmam hukuken tasvip edilemez. i) Asım Demir ve Atilla Aksu’nun doğrudan tarafıma bağlı olup emir ve talimatlarım doğrultusunda yönlendirdiğim iddia edilmiştir. Bu suçlama kişiler arasındaki beşeri ve mesleki ilişkiler dikkate alınmaksızın yapılan haksız suçlamadır. Şöyle ki; aa) Asım Demir, yöneticilik yaptığım siyasi partinin ilçe teşkilatında mahalle biriminde çalışan partili idi. Kendisinin siyasi parti bünyesinde yöneticisiydim. Bunun dışında başkanlığını yaptığım dernekte haftada bir temizlik ve çay hizmetlerinde çalışmaktaydı. Bu anlamda kendisinin işvereni idim. Ancak büromda kesinlikle çalışmamıştır. Dernek başkanlığım nedeni ile dernekte bana bağlı olarak çalışırdı. Siyasi ve iş akdi ilişkileri çerçevesinde şahsımdan emir ve talimat alan birinin, sözde örgüt içerisinde tarafıma bağlı olduğunu iddia etmek, tüm ilişkileri birbirine karıştırmak anlamına gelir. Asım Demir, miting ve basın açıklamalarında taşıdığı pankart ve eşyalar için de ücret alan bir çalışandır. Bu kişinin sözde örgüt üyesi yapılarak benden emir aldığını iddia etmek insan ilişkilerini inkar etmek anlamına gelir. 64 bb) Atilla Aksu’ya tarafımdan emir ve talimat aldığına, bu kişiye her hangi bir işin yapılması konusunda emir verdiğime ilişkin tek bir delil olmadan, bu şahsın bana bağlı olarak yönlendirildiği iddiası da ciddiyetten uzaktır. Kendisinden sadece Muzaffer Tekin’in masumiyetine ilişkin, isim benzerliği nedeni ile verilen karardan bir suret istenmiştir. Bu bir mesleki ricadır. Bir avukatın müvekkilinin savunması için, adliye personelinden karar istemesi ve alması suç teşkil eden bir eylem değildir. Bu konuda hemen her avukat karşılaştığı sorunlar ile ilgili olarak, Yargıtay kararlarını mesleki olarak yakından takip eden yazı işleri müdürlerinden emsal karar talep ederler ve bu talepler her zaman olumlu karşılanır. Emsal kararın bu yolla temininde kesinlikle usule aykırılık yoktur. Nitekim Atilla Aksu’dan bu konuda ricada bulunulmuştur. Bunun dışında ayrıca TCK 301.maddesi ile ilgili olarak bir karar ve açılan dava dosyası ile ilgili kamuoyuna hitaben düzenlenmiş istatistik bilgisini içeren bir açıklama alınmıştır. Telefonda söyledikleri kararların hiç biri tarafımdan talep edilmemiş ve tarafıma da verilmemiştir. Nitekim aramada da bulunmamıştır. Sadece iki mahkeme kararının alınması mesleki bir faaliyet olup, sözde örgütsel ilişki olarak değerlendirilemez. Nitekim gerek ifadesinden, gerekse telefon konuşmalarından Atilla Aksu’nun birçok avukata emsal karar verdiği anlaşılmaktadır. cc) Bu kişi ile beşeri, mesleki ve sosyal ilişkilerim bir an için olmayan sözde örgütsel ilişki olduğunu kabul etsek bile bu tür bir bağlantının TCK 312.maddesindeki suçun unsuru olarak kabul edilmesini anlamakta güçlük çekmekteyiz. 65 Böyle bir tespit ancak sözde örgütün varlığının kabulü halinde olsa olsa sözde örgütü üyeleri arasındaki ilişkilerinin belirlenmesi yönünden önem kazanır. İddia makamının TCK 312.maddesindeki amaç suçun unsurlarını bulamayınca, basit insan ilişkilerinde suç unsuru araması hukuk adına talihsizliktir. j) Sanık Fuat Turgut’u sözde örgütün amaçları uyarınca açtığım veya katıldığım davalara katılması için yönlendirdiğim iddia edilmiştir. aa) Davalara iştirak etmek isteyen ve beni arayan Fuat Turgut’tur. Ben kendisine davalara katıl diye kesinlikle bir ricada ya da telkinde bulunmadım. Bilakis tam tersine İzmir’in uzak olduğunu, buradaki dernek üyesi ve diğer arkadaşların yeterli sayıda davaya girdiklerini söyleyip ilgisi için teşekkür etmişimdir. bb) Kaldı ki Fuat Turgut sadece iki davaya iştirak etmiş ve her ikisinde de kendisi ve müvekkilleri adına katılma talebinde bulunmuştur. Geldiği her iki davaya da gelirken beni aramamış, geleceğim dememiş ve habersiz gelmiştir. Bu durumda, bu kişiyi yönlendirdiğim iddiası gerçekçi olmayacaktır. cc) Kaldı ki başkanlığını yaptığım Büyük Hukukçular Birliği’nin tüm üyeleri avukat iken öncelikle bir başka ilden bir avukatın, davaya girmesini istemek işin akışına uygun değildir. Eğer avukatları yönlendireceksem, dernek üyeleri olan avukatları yönlendirmek var iken hiç tanımadığın bir kişiye davaya katılması için neden telkinde bulunayım? İddiaların her şeyden önce delilsiz olsa bile mantığa ve normal hayat şartlarına uygun olması gerekir. dd) Kaldı ki sanık mahkeme huzurunda sorulan suallere verilen cevapta savunmalarımı teyit etmiş, kesinlikle kendisinin bir davaya 66 iştiraki konusunda tarafımdan bir istek ve talepte bulunmadığımı net bir şekilde ortaya koymuştur. ee) Yine kaldı ki avukatlık mesleğinde iş ilişkisinin dışında hiçbir avukat, diğer avukata emir ve talimat vermez. Bu konuda avukatın genci, yaşlısı, tecrübelisi arasında da fark yoktur. ff) Bir an için aksi düşünülse bile bir avukatın, diğer avukata davaya katılma konusunda ricada bulunduğunu kabul ettiğimizde bu fiil hangi suçun unsurudur? Bu konuda da mütalaada bir açıklama yoktur. Bu fiili TCK 312.maddenin unsuru kabul etmek gülünç olacaktır. Sözde örgüt üyeliği için var olmayan bir ricanın çok ucuz bir delil olacağı bir gerçektir. k) İddia edilen sözde örgütsel faaliyetlerimin sürekliliği, çeşitliliği, yoğunluğu ve kamuoyunda etkisi bir bütün olarak dikkate alındığında eylemlerinin TCK’nun 312.maddedeki suçu oluşturduğu iddia edilmiştir. aa) Bir kişinin sözde örgüt kapsamındaki faaliyet ve eylemlerinin sürekliliği, çeşitliliği yoğunluğu ve kamuoyundaki etkisi TCK 312.mad. düzenlenen suçun unsurlarını oluşturmaz. Olsa olsa sözde örgüt üyeliğinin ya da yöneticiliğinin bir kanıtı olarak kullanılabilir. Nitekim Yüksek Yargıtay kararlarında sözde örgüt üyeliğinin kanıtlanmasında sanıkların örgüt ile organik bağ içerisine girerek yoğunluk, süreklilik ve çeşitlilik göstermesini kriter olarak dikkate almıştır. Yargıtay 9.CD’nin 2004/5975-6725 sayılı 02.12.2004 tarihli kararında; “eylemlerin oluş şekli, sürekliliği ve çeşitliliği nazara alındığında suç örgüt üyeliğidir” denilerek mütalaada belirtilen kriterlerin ancak sözde örgüt üyeliğinde aranması gereken maddi olgular olduğu anlaşılmaktadır. 67 İddia makamının sözde örgüt üyeliği için Yüksek Yargıtay’ın kullandığı maddi olguları, TCK 312.maddesinde düzenlenen vahim nitelikteki amaç suçun işlendiğinin kanıtı olarak kabul etmesi kabul edilebilecek bir hata değildir. bb) Mütalaanın şahsım ile ilgili 1954 ve 1955.sayfalarda tarafıma isnat edilen sözde örgüt yöneticiliği suçu ile Hükümeti Ortadan Kaldırmaya ya da Görevlerini Engellemeye Teşebbüs suçunun gerek unsurları gerekse delilleri kasıtlı olarak birbiri içine dahil edilmiştir. Çünkü TCK 312.mad. düzenlenen suçun hiçbir maddi unsuru gerçekleşmemiştir. Savcılar “sen şu eyleminle ve delilinde 312.mad. suçu işledin” diyemediklerinden iki suçu birbirine isteyerek karıştırmışlar, iki suçun unsur ve delilleri birbirinden ayrı somut olarak ortaya konamamıştır. Sözde örgüt üyeliği için ileri sürülebilecek maddi olgular, deliller ve unsurlar TCK 312.maddesindeki suçun unsurları olarak gösterilmeye çalışılmıştır. Çünkü iddia makamının elinde bu suç için hiçbir veri yoktur. Bunu kapatmak, eksikliğin ortaya çıkmasını engellemek için iki suç birbirinden ayrılmadan aynı anda işlenmiş, hukuki yetersizlik sözde örgüt üyeliği için ileri sürülebilecek iddialarla kapatılmaya çalışılmıştır. İki sayfalık bölümde 312. maddede düzenlenen amaç suçu işlediğime ilişkin ne bir fiil, ne bir delil ne de gerçekleşmiş bir unsur ortaya konamamıştır. Hükümeti cebir ve şiddet kullanılarak ortadan kaldırılmasına ya da görevlerinin kısmen ve tamamen engellemeye teşebbüs suçunun maddi unsuru olarak; ___Türkiyem Topluluğuna üye olmak, 68 ___ Muzaffer Tekin’in tabi olduğu soruşturmayı milli bir mesele olarak görmek, ___ Genelkurmay bilgisayarlarının hard disklerinde Büyük Hukukçular Birliği’nin dolaylı olarak desteklenebilecek sivil toplum örgütlerinden biri olarak görülmesi, ___ Büyük Hukukçular Birliği’nin toplantılarına üye olmayan kişilerin katılması, ___ Yasalara uygun olarak miting ve basın açıklaması yaparak, dava açmak, ___ İnternet sitelerinde yazı yazmak, ___ Televizyon programları yapmak, ___ Telefon konuşmalarında kışkırtıcılık yapmak, ___ Asım Demir, Atilla Aksu’ya emir verip Fuat Turgut’u yönlendirmek iddiaları gösterilmiştir. Bu iddialar TCK 312. maddesinde düzenlenen suçun maddi eylemleri olarak görmek hukuku inkar etmek anlamına gelir. Sayın savcıların yapması gereken her iki suçun fiillerini, delillerini ve unsurlarını ayrı ayrı somut olarak ortaya koyarak fiillerle unsurlar arasında illiyet bağını ayrıntılı bir şekilde açıklamaktır. Ancak TCK 312 maddedeki suç, “ısmarlama suç” olarak mütalaaya ite-kaka sokulmak istendiğinden gözden ve dikkatten kaçırılmak için olağanüstü çaba sarf edilmiştir. Mütalaanın 1954-1955 sayfalarında TCK 312 maddesindeki suçun ismi konmuş, ancak suçun işlendiğine ilişkin ne fiilleri ne delilleri ne de unsurları yazılmamıştır. Sayın iddia makamından soruyorum; ___ Benim isnat edilen amaç suçu işlediğime ilişkin tek bir delil söyleyebilir misiniz? ___ Bu suçun maddi unsurlarının hangi eylemle gerçekleştiğini, neticenin ne olduğunu, eylem ile netice arasındaki illiyet bağını nasıl açıklayacaksınız? 69 Bu sorulara cevap vermeden şahsımın TCK 312. maddesinden cezalandırılmasının istenmesi büyük bir vebal olup, bu tür hukuk dışı ve sınır tanımaz taleplerde bulunanların er veya geç hukuki ve vicdani sorumlulukları mutlaka gündeme gelecektir. Hukukçuluk ciddi bir iştir. Konusu insan yaşamıdır. Yapılan en küçük hata sadece bir insana değil o insanın ailesine daha da öte yaşadığı topluma onarılmaz yaralar verir. Özellikle uygulayıcıların dikkat etmesi gereken en önemli ve bağışlanmayacak davranış, hukuka yabancı unsurların sürece dahil edilmesidir. Bu konuda yapılan hatalar tarihsel süreçte yerini alacağı gibi unutulamayacak şekilde toplumsal belleğe kaydedileceğinden kimsenin şüphesi olmamalıdır. Hukuk tarihi 1933’te Alman Parlamentosunu yaktığı iddiası ile yargılanan Bulgar Sendikacı D. Mitrov’u Hitlerin yabancı tanıklık yapan bakanlarına, sahte ve gerçek dışı delilleri bir kenara iterek Hitlerin dayanılmaz siyasi baskısına rağmen Leipzing yargılamaları sonucu beraat ettiren mahkeme başkanı Bvenger’i unutmadığı gibi, 1919’da Ermeni gazetelerine verilen ilanlar ile bulunan yabancı tanıklarla Ermenilerin ve işgal devletlerin kininin yatıştırılması için Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’i hukuk cinayeti işleyerek asan Nemrut Mustafa’yı da unutmamıştır. Sayın mahkemenin tercihini adaletten ve hukuktan yana kullanacakları konusunda halen ümitlerimi saklı tutmak istiyorum. cc) İddia makamı sözde örgütsel faaliyetlerimin sürekliliğinden, çeşitliliğinden, yoğunluğundan ve kamuoyundaki etkisinden bahsetmiştir. İddianamede ve mütalaada sayılı etkinliklerim ve eylemlerimin tümü bizzat savcılarında kabul ettiği gibi hiçbiri hukukun dışına çıkmamış mesleki, siyasi ve sosyal faaliyetlerimdir. 70 Bir siyasi partinin ve Sivil Toplum Kuruluşlarının yöneticisi ve üyesi olarak gerçekleştirdiğim mitingler, basın açıklamaları, konferanslar, televizyon programları, açtığım davalar sözde örgüt faaliyeti değildir. Bu faaliyetlerim sözde örgüt eylemi olmadığından sürekli, çeşitli, yoğun ve etkili olması ne şahsımın sözde örgüt üye ve yöneticisi olduğunu ne de TCK 312. maddedeki suçu işlediğimin kanıtı değildir. Yasaların tanıdığı temel hakların kullanılması kapsamında hükümete karşı oluşturduğum demokratik muhalif anlayışım hiçbir suçun unsuru ve delili olmaz. Siyasi iktidarı benimsememem, eleştirmem, seçimler sonucu iktidardan uzaklaşmasını istemem, AKP’nin bu ülkenin milli menfaatlerine bekasına ve üniter devlet yapısına zararlı faaliyetlerde bulunduğuna inanmam, inancım doğrultusunda meşru zeminde hukuk kuralları içinde kalarak temel haklarımı kullanarak ifade etmem benim bir örgüt üyesi olduğumun delili olamayacağı gibi TCK 312. maddedeki suçu işlediğimi de göstermez. İddia makamı iddia ettiği gibi hukuk kurallarına uygun olarak ortaya konan sivil toplum faaliyetlerindeki süreklilik ve çeşitlilik sözde örgüt üyeliği suçunun unsurlarını oluşturmaz. Aksi halde bu suçtan ötürü mahkum edemeyeceğiniz hiçbir muhalifin kalması mümkün olmayacaktır. 2) İDDİANAMEDE TCK 313. MADDESİ KAPSAMINDA HALKI HÜKÜMETE KARŞI SİLAHLİ İSYANA TAHRİK SUÇUNU İŞLEDİĞİME İLİŞKİN TARAFIMA İSNAT EDİLEN MADDİ FİİLLER Mütalaada, iddianamede belirtilen eylemlerin TCK’nun 313.maddesinde düzenlenen Halkı Hükümete Karşı Silahlı İsyana Tahrik suçunun unsurlarını oluşturmadığı gerekçesi ile bu suçtan ötürü ceza verilmesine yer olmadığına, ancak iddianamede ve 71 mütalaada sayılan eylemlerin bütün halinde TCK 312.maddesi kapsamında kaldığı belirtilerek bu suçtan cezalandırılma talebinde bulunulmuştur. Bu durumda iddianamede TCK 313.maddedeki suçun maddi unsuru olduğu belirtilen fiillerin tümü, TCK 312.maddesinde düzenlenen Hükümete Karşı Suç’un da maddi unsuru olduğundan, iddianamede TCK 313.maddesindeki suçun maddi unsuru olarak sayılan maddi fiiller burada bir kez daha gözden geçirilerek, Hükümete Karşı Suç’un maddi unsurları olup olmayacağını tespit etmekte zorunluluk bulunmaktadır. İddia makamı TCK 313.maddesinde düzenlenen suçun unsurlarının oluşmaması nedeni ile “ceza verilmesine yer olmadığı” na ilişkin karar verilmesini istemiştir. Bu talep CMK’nun 223.maddesine uygun değildir. Eğer bir suçun unsurları oluşmamışsa bu durumda CMK 223/2-e maddesi uyarınca beraat kararı verilmesi gerekir. Ceza verilmesine yer olmadığına ilişkin karar ancak CMK 223/3 maddesinde belirtilen yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, suçun zorunluluk halinde işlenmesi, meşru savunma, sınırın aşılması, kusurluluğu kaldıran hata hallerinde verilebilecek karardır. İddia makamı beraat deyimini kullanmamak için mahkemeden açıkça yasaya aykırı kararın verilmesini isteyebilmektedir. İddianamede Hükümete Karşı Halkı Silahla İsyana Tahrik Suçunun işlendiğine ilişkin gösterilen fiiller şunlardır; a) Bir kısım sanıkların uhdesinde çıktığı iddia edilen Kemalist Hareket, İstanbul Eylül 2000, Ergenekon Belgesi, Kemalist Model başlığını taşıyan sözde Ergenekon dokümanları aa) Sözde örgüt dokümanları olduğu iddia edilen uyduruk belgelerden hiçbiri uhdemde çıkmamıştır. Bu soruşturmaya kadar bu belgelerin hiçbirini görmedim, duymadım ve okumadım. Buna 72 rağmen bu tür belgelerin, iddianamenin benimle ilgili bölümünde yer almasına bir anlam vermek mümkün değildir. bb) Hiçbir eylemim, beyanım ve tutumum bu belgelere uygunluk arz etmemektedir. Bu belgeler siyasi Ergenekon projesi doğrultusunda önceden hazırlanmış, hedef alınan kişi ve kurumlara göre düzenlenmiştir. Olmayan bir örgüte, uydurma dokümanlar düzenlenerek yapay bir örgüt oluşturma amacı güdülmüştür. cc) Şahsımla hiçbir ilgisi olmayan bu uydurma belgeler ile isnat edilen TCK 312.maddesi suç arasında hiçbir bağlantı olamaz. b) Bilgisayarımda Vatanseverler Güç Birliği Derneği tüzüğünün çıkması aa) Söz konusu tüzük İl Dernekler Müdürlüğünün matbu hazırlanmış tüzüğü olup, bu tüzük kurucu olduğum tüm derneklerin tüzükleri ile aynıdır. Ancak “Vatanseverler Güç Birliği” yazılı tüzüğün başına böyle bir ismi ben yazmadım. Yazıldığı konusunda bilgim olmadı. bb) Bu belge bilgisayarımda çıktıktan sonra yaptığım araştırmada, büroma gelen bir müşterinin bu isimde bir dernek kurmak istemesi üzerine, ofisimde çalışan personel tarafından kişinin istediği ismin yazılıp çıktısının kendisine emsal dernek tüzüğü olarak verildiği öğrenilmiştir. cc) Söz konusu tüzük ve isim ile davamıza konu olan VKGBH Derneği arasında bir bağlantı yoktur. İsimleri farklı olduğu gibi tüzükleri de farklıdır. Kaldı ki VKGBH Derneğinin kurucularını tanımamaktayım. Söz konusu dernekle hiçbir ilişkim olmamıştır. dd) Davada tanık olarak dinlenen Ramazan 73 Selçuk’da bu savunmalarımı doğrulamıştır. Yine davada sanık olarak dinlenen VKGBH yöneticileri de şahsımı tanımadığını, söz konusu tüzükten haberleri olmadığını ifade etmişlerdir. ee) Dosyaya delil olarak celp edilen İl Dernekler Müdürlüğü kayıtlarında “Vatanseverler” unvanlı birçok derneğinde olduğu görülmüştür” Bu sebeple bir vatandaşın bu isimle bir dernek kurması için, büromuzdan matbu bir dernek tüzüğü alması mesleki bir faaliyettir. ff) Bilgisayarımda bir dernek tüzüğünün çıkması ile TCK 312.maddesindeki suç arasında bir bağlantı kurmak da mümkün değildir. Dernek tüzüğünün bulundurulmasının neresinde cebir ve şiddet vardır? Hükümeti ortadan kaldırmak ya da görevlerini kısmen veya tamamen kaldırmak sonucu dernek tüzüğü ile sağlanabilir mi? Bir fiilin böyle bir vahim suçun unsuru olabilmesi için öncelikle, bu fiilin hukuka aykırı ve suç oluşturması gerekir. Bir avukatın bilgisayarında bir tüzüğün çıkmasının neresinde suç vardır? c) Sözde örgüt dokümanı olduğu ileri sürülen Ulusal Güç Birliği kapsamında, sözde örgütün amacının gerçekleştirilmesi için aldığı kararlar doğrultusunda; ___ Sivil toplum kuruluşları ve derneklerin kurulmasına önayak olduğum, diğer şüphelilerle birlikte Büyük Hukukçular Birliği, Milli Güç Platformu-Hareketi (BGB) ve Ayasofya Derneği vs. gibi sivil toplum kuruluşlarının kurucusu ve yöneticisi olduğum, ___ bu yapılanmaların etkili eylemlerde bulunması ve genişlemesi için gayret sarf ettiğim, ___ sözde örgütün talimatları doğrultusunda kamuoyunu etkilemek ve örgütün propagandasını yapmak amacıyla 03.06.2005-30.11.2007 tarihleri arasında yapılan 30 adet eylem ve gösterilere düzenleyici ve iştirakçi olarak katıldığım, 74 ___ Bu gösterilerde “Türklük, Atatürk, Vatan ve Bayrak Sevgisi” gibi ulus olarak hassas olduğumuz ve olmamız gereken unsurları öne çıkarıp, gerçek amaçlarımı gizleyerek ülkemizin çok ihtiyacı olan istikrar ortamını bozduğum, ___ Cumhuriyet tarihimizde örnekleri görüldüğü üzere siyasi düşünceleri, mezhepçiliği, etnik kökeni veya dini kullanarak, sağsol, alevi-Sünni, laik-anti laik, Türk-Kürt, Müslüman-Hıristiyan (misyoner) gibi ayrımcılık yaratarak, kin ve nefret tohumları atarak, mevcut huzur sükun ortamını baltalayarak, ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün muasır medeniyetler seviyesine çıkmamız için önerdiği hedefe ket vuracak, ülkemizin ekonomik, sosyal ve siyasi olarak gelişmesini önleyecek insan hak ve özgürlüklerinin genişlemesi ile demokrasinin yerleşmesine engel olacak hükümete karşı halkı ve silahlı kuvvetler içinde resmi hiyerarşiye uymayacağını düşündükleri bir gurubu kışkırtarak silahlı bir darbeye zemin hazırladığım iddia edilmiştir. aa) Ulusal Güç Birliği isimli sözde örgüt dokümanı olarak belirtilen uyduruk belge şahsımda bulunmadığı gibi iddianameye kadar bu belgeyi ne bir başka yerde gördüm ne de okudum. Bilmediğim bir uyduruk belgeye uygun olarak davranmış olamam. Bir yandan derneklerin kuruluşuna ön ayak olup, bunların yöneticisi olacağım, öbür taraftan da bahsedilen belgenin tarafımdan çıkmaması ve bilgim dahi olmaması iddianın ne ölçüde çürük olduğunu ortaya koymaktadır. Kaldı ki ortada kurulan ne “Kemalist Hareket” isimli bir dernek, ne beş kişilik bir gizli komite, ne de dernek başkanı ile komite arasında köprü vasıtasını yapacak köprü personel mevcuttur. Masa başında bu tertibin taşeronları tarafından hazırlanmış uyduruk belgeler ve tamamen hayali örgütsel yapılar oluşturulmuştur. Nitekim bu sanal yapılar ile gerçek olarak kurulan dernekler ve yöneticiler arasında hiçbir illiyet bağıda kuramamışlardır. Sözde belgeleri olduğu gibi aktarmışlar, arkasından hiçbir yorumda 75 bulunmadan, kurduğum derneklerden bahsetmişlerdir. Ancak hayal ile gerçek arasında hiçbir bağlantı oluşturulmamıştır. Kemalist Hareket isimli dernek nerededir? Gizli komite kimlerden oluşmuştur? Dernek başkanı kimdir? Başkan ile gizli komite arasındaki bağlantıyı kuran köprü personel kimdir? Bu soruların hiçbirine cevap verilmemiştir. Diğer uyduruk belgede gençlik ana tema olarak işlenmiş ve liderliğine de bir Türk kızının getirileceğinden bahsedilmiştir. Bu belgedeki hedeflerle, kurucusu ve üyesi olduğum derneklerin yapı ve amaçları arasında da hiçbir bağlantı yoktur. Ortada kurulan Ulusal Güç Birliği diye bir yapılanma olmadığı gibi, lideri olan bir Türk kızı da yoktur. Milli Güç Birliği ile sözü edilen Ulusal Güç Birliği arasında hiçbir bağlantı yoktur. Platformun ya da derneğin başkanı bir Türk kızı olmadığı gibi, gençler arasında bir teşkilatlanmada hedeflenmemiştir. İddianamede sözde örgütün amacı doğrultusunda alınan kararlardan bahsedilmemiştir. Öncelikle sözde örgütün amacı nedir? Alınan kararlar nerededir? Bu kararları kimler nerede almıştır? Bu sorulara cevap vermeden, ortaya inandırıcı kanıtlarını koymadan, yorum ve hayali karinelerle amaç doğrultusunda alınan karardan bahsetmek ciddiyetle bağdaşabilir bir tutum olamaz. bb) Kurucusu ve üyesi olduğum üç derneğin kuruluşuna sadece kurucuların iradeleri etken olmuştur. Ortada; ne sözde örgütün amacı doğrultusunda alınmış bir karar, ne de sözde örgüt talimatı vardır. Dosyada bu derneklerin sözde örgüt karar ve talimatı ile kurulduğuna ilişkin ne bir yazılı delil ne de bir tanık beyanı vardır. 76 Tam aksine iki derneğin Büyük Hukukçular Birliği toplantılarında uzun aylar sonucu tartışılarak kurulduğu dosyadaki yazılı toplantı tutanakları ile de sabittir. Aksi, iddia makamı tarafından kanıtlanamamıştır. Üye olduğum üç dernekten biri henüz ilk genel kurulunu bile yapmamıştır. Yani kuruluşu tamamlanamamıştır. Ayasofya Derneği ise yeni kurulmuş, hiçbir faaliyeti olmamıştır. cc) Sivil toplum kuruluşlarının amaçları kamuoyunu etkilemek, yönlendirmek ve bu yolla iktidarı denetlemektir. Çünkü Sivil Toplum Örgütü’nün amacı, siyasi partilerde olduğu gibi ülkeyi yönetmek değil, kamuoyunu yönlendirmektir. Sivil Toplum Örgütleri demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Bir toplumda Sivil Toplum Örgütü ne kadar güçlü olursa, demokrasi ve insan hakları da o ölçüde güçlü ve teminat altına alınmış olur. Çünkü Sivil Toplum Örgütü aracılığı ile seçmenler toplumun 4 ya da 5 yılda bir seçim sandığına giderek yönetimi belirlemesinin ötesinde, tüm seçim döneminde iktidarı kontrol etme, sınırlama, denetleme ve yönlendirme imkanını kazanırlar. Bu sebeple iddianamede yazıldığı gibi kurucusu olduğum derneklerin etkili eylemlerde bulunarak, üye sayısını arttırması ve kamuoyunu etkilemesi suçun unsuru olmaz. Maalesef iddia makamı sivil toplum anlayışını, amaçlarını ve toplumdaki yerini tam olarak idrak edemediğinden adeta bu kuruluşları yasa dışı örgüt olarak algılamıştır. 12 Eylül’ü eleştirenler maalesef bu zihniyetle uyumlu olarak sivil toplum kuruluşlarını, sendikaları, dernekleri peşinen yasa dışı örgütler gibi değerlendirmiştir. Aslında burada sorun tek parti iktidarlarının ülkeyi yönetmekte hiçbir ortak istememeleridir. Çünkü iktidarda olup, bu güçlerini küresel dünya ile işbirliği yaparak, uzun dönemlere yaydırmak isteyenler için; kamuoyunu etkileyebilecek, 77 iktidarın her platformda siyasal ve hukuksal denetimini yapabilecek milli nitelikteki Sivil Toplum Örgütleri, en güçlü muhalefet yapılarıdır. Milli çıkarlara aykırı atacakları her adım ve ülkenin geleceğini ipotek altına alacak her ödün bu kurumlarca kamuoyuna taşınacak ve önemli bir baskı unsuru oluşturacaktır. Sözde Ergenekon projesi ile milli nitelikteki Sivil Toplum Örgütleri’nin hedef alınmasının sebeplerinden biri, iktidarın otokratik yönetiminin bu sivil örgütlerin tasfiyesi ile önünün açılmasıdır. Her dernek başkanı ve üyesi, derneğinin her eyleminin etkili olmasını ve büyümesini ister. Bu amaç son derece demokratik ve hukuki bir tutumdur. Toplumda etkili olduğu müddetçe ülkedeki demokrasinin ve insan haklarının kalitesi artacaktır. Çünkü Sivil Toplum Örgütlerinin kuruluş gayeleri etkili eylemlerle kamuoyunu yönlendirip, iktidara baskı unsuru oluşturmaktır. Faaliyetlerimizde etkili olabilmişsek bu sivil toplumun zaferidir. Ancak sayılan dernekler arasında tek faaliyeti olan Büyük Hukukçular Birliği’nin diğer derneklerle yaptıkları etkinliklere katılan vatandaşların sayıları, Emniyet Müdürlüğünden gelen kayıtlarla sabittir. Gelen rakamlar maalesef etkinliklere olan katılımın istenilen düzeyde olmadığını göstermektedir. Bu ölçekte katılımla ülkemizdeki demokrasiye, insan haklarına ve hukuk devletine yeterince katkı sağlamamız mümkün olamamıştır. dd) Başkanlığını ya da üyeliğini yaptığım hiçbir dernek bırakınız sözde örgütten talimat almayı hiçbir kimseden emir alarak etkinlik yapmamıştır. Tüm faaliyetler derneklerin yönetim iradeleri ile gerçekleşmiştir. Dışarıdan ya da sözde örgütten emir ve talimat alındığına ilişkin dosyada tek bir delil yoktur. Faaliyetler derneğin toplantılarında verilen kararlarla icra edilmiştir. Bu husus toplantı tutanakları ile 78 sabittir. Ayrıca tüm resmi izinler derneğimizin müracaatı ile alınmıştır. Yapılan faaliyetlerinde dernek üyelerinin katkıları dışında hiç kimseden ve kuruluştan yardım alınmamıştır. Büyük Hukukçular Birliği’nin diğer derneklerle düzenledikleri etkinliklerde de, katılımcı dernek yöneticilerinin ortak iradeleri geçerli olmuştur. Faaliyetlerde; yönetim dışı ne askeri ne de sivil unsurun iradesi geçerli olmadığı halde, varmış gibi gösteren iddia makamının hangi delili vardır ki, bu iddia da bulunabilmiştir. Sözde uyduruk örgüt belgeleri bu iddiaların kanıtı olamaz. Yapılan etkinliklerin amaçları ortadadır. Hiçbir toplantıda sözde örgütün ismi dahi geçmemiştir. Hiçbir terör örgütü ismini gizli tutmaz. Bilakis hemen her fırsatta ismini duyurmak için her türlü yöntemi kullanır. Bu nasıl örgüttür ki faaliyette bulunuyor ama ismini açıklamıyor, varlığını gizliyor, üyeleri ve yöneticileri bilinmiyor. Hiçbir güvenlik kurumu bu örgütün varlığından haberdar değil. Bu durumda yapılan etkinliklerde bilinmeyen, ismi anılmayan örgütün propagandası gibi imkânsız bir olayı nasıl gerçekleştirebiliriz? Eğer savcılar bu mucizevî yöntemi bulmuşlarsa bize de söylesinler ki bizde bilelim. Gizli kalmak isteyen örgütün propagandaya ihtiyacı yoktur. Eğer bir örgüt propaganda yapıyorsa bu yolla mitingler tertip ediyorsa o takdirde gizli kalması mümkün değildir. Herkes ismini bilir. Lütfen sayın savcılar bu konuda bir karar versinler. Eğer gizlilik ilkesini benimsemişlerse, propaganda iddiasından vazgeçsinler. Yok, örgüt propaganda yapıyor diyorlarsa o zaman, gizlilik ilkesinden vazgeçsinler. Birbirleri ile çelişkili iddiaların savunulması zıt kavramları bir araya getirip kullanmak sözde Ergenekon iddianamesine özgü bir ciddiyetsizliktir. ee) Savcıların iddianamede belirttikleri ve tarafımı 79 suçladıkları “Türklük, Atatürk, Vatan ve Bayrak Sevgisi” gibi milli değerlerimizi gösterilerde öne çıkarmamız bizlerin gurur vesilesidir. Maalesef bu değerlerimizi yeterince ön plana çıkaramadığımızdan bugünkü sıkıntılarımızı yaşamaktayız. Milli değerler, benimsendiği yaşamımızın her alanına yaydırılıp yaşatıldığı müddetçe ayakta kalırlar. Yoksa her an kırılacak sırçadan oluşmuş duvara asılıp, arada bir indirilip hatırlanacak antikalar değildir. Toplumumuzun tüm bireyleri ve kuruluşları, resmi ve özel kurumları bu değerleri içtenlikle içselleştirip, davranışlarımızı ve politikalarımızı bu değerlere göre yönlendirmeliyiz. Bu değerlerimize sahip çıkmadığımız, tüm etkinlerde ön plana çıkarmadığımız takdirde aynen bu dönemde yaşandığı gibi devletimizin ismi kamu kurumlarından dışlanmaya, anayasadan çıkarılmaya, çöplüklere atılmaya, televizyonlarda dahi artık kullanılmamaya başlanır. Bu değerlerimizi hassas kabul edip duvara astığımız etkinliklerimizde kullanmadığımız takdirde varacağımız sonuç bu değerlerden ve kimliğimizden uzaklaşmak olacaktır. Bugün yaşanan kimliksizlik bunalımı, değerlerimizin olması gereken düzeyde benimsenmemesinden kaynaklanmaktadır. Zaten istenilen de bu değerlerimizi hassas ilan ederek unutturmak değil midir? Bugün yaşadığımız süreç ile iddianame arasındaki paralelliği gördükçe bir hukukçu olarak üzülmemek mümkün değildir. Türklüğümü, önderimiz büyük Türk Atatürk’ü, Bayrak ve Vatan sevgisini keşke hemen her etkinliğimde daima en üst seviyede ön plana çıkarabilseydim. Bu konuda eksik kaldığımdan, bugünkü yöneticilerin milletimize yaşatmak istedikleri kimliksizleştirme politikalarının yaşama geçirilmesinden vatandaş olarak kendimi de sorumlu tutuyorum. 80 Milli değerlere sahip çıkan ya da öyle gözüken insanlar bu değerlere sahiplenmiş olsalardı, hiçbir siyasetçi Türklüğü 36 etnik yapıdan biri olarak gösteremezdi, Anayasa’dan Türklüğü çıkaramazdı, kamu kurumlarından devletin ismini silemezdi, “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözünün dağa taşa yazılmasından şikayetçi olup, en üst makamlara gelemezdi, büyük Türk’ün posterleri çöplüklerden toplanamazdı. Yazıklar olsun bana ki, savcıların iddialarının tam tersine milli değerlerime yeterince sahiplenememişim, etkinliklerimde istenilen düzeyde yer verememişim. O yüzden Türk milletine bugün dayatılan ruhsuzlaştırma ve kimliksizleştirme siyasetinden bir vatandaş olarak bende sorumluyum. Milli değerlerimiz kullanılarak çok ihtiyacımız olduğu iddia edilen istikrar ortamının bozulduğunu iddia etmek bir iddianamede savcılar tarafından nasıl ileri sürülebilir? Gerçekten hem şaşırtıcı, hem de üzüntü verici bir durumdur. Milli değerlerimiz yaşanarak ve yaşatılarak gelecek nesillere aktarılır. Etkinliklerimde Türklüğü, Atatürk’ü, Bayrak ve Vatan sevgisini yaşamak ve sürekli hatırlatmakla istikrar bozulmaz. Bilakis tam tersine istikrar sağlanır. Çünkü istikrarı sağlayan ana unsurlar ülkede yaşayanların ortak değerleridir. Bu ortaklıkları sinsice planlar uygulayarak unutturmaya ve millet yaşamından çıkarmaya kalktığınız takdirde, işte o zaman çatışmalara yol açar, ülkeyi istikrarsızlığa sürüklersiniz. İddianamedeki bu anlatımlar ve zihniyet bugün yaşanan açılım sürecinde de tüm topluma dayatılmaktadır. Artık kimse Türküm diyemez hale gelmiştir. Atatürkçü diyen insanlar terörist ilan edilmiştir. Vatan ve Bayrak sevgisinden bahsedenlere marjinal denmeye başlanmıştır. 81 Bu değerlerimizin kullanılmaması konusunda basında ve günlük yaşamda iktidarın baskısı ile yaşanan sansür, Türk Milletinin evlatları için dayanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Bunun sonucunun iç kargaşa, çatışma, kardeş kavgası ve bölünme olacağını görmemek büyük bir aymazlıktır. Yaşanan fetret devridir. Türk milleti özgür iradesi ile bu dönemi aşacak, aşındırılan değerlerini yeniden restorasyona tabi tutarak yapısını ve devletini geçmişten gelen tarihsel çizgisine oturtacaktır. Sayın savcılar gerçek amacımı gizlediğimi ifade etmişledir. Hukukta niyet okuyuculuğu yapılmaz. Öncelikle amacımın ne olduğu ortaya konur ve hukukun kabul ettiği delillerle kanıtlanır. Kişinin amacı dış dünyaya fiillerle yansır. Yansıyan fiillerle amaç farklı ise, hukukçular kişilerin gizledikleri ile değil, ortaya çıkan fiil ve eylemleri ile ilgilenirler. Kişilerin dışa vurmayan düşünce ve niyetlerinin peşinde koşulup, cezalandırılmaz. Amacım yaptığım etkinliklerde konuşulanlardır. Açılan pankartlarda yazılanlardır. Atılan sloganlardır. Bunların hiçbirinde yasaya aykırılık yoktur. Nitekim hiçbir faaliyetimden ötürü suçlanmadım. Emniyet tarafımı suçlayıcı rapor dahi tutmadı. Bu durumda sayın savcılar nasıl olurda hukukun dışına çıkılmamış ve etkinlikler dışa yansıyan fiilleri bırakarak benim olmayan gizli amacımı, düşüncemi, duygu ve niyetimi tahmin ederek suçlama konusu yapabilirler. Yapılan iş, savcıların görevi olamaz. Hukuk gizli niyet ve amaç peşinde koşamaz. Ancak engizisyonda sanıkların içine girdiği sanılan şeytanlar yakılarak dışarı çıkartılırdı. Maalesef bu yargı sürecinde de sayın savcılarımız var olduğuna inandıkları gizli amaçlarımızı açığa çıkartmak için bizleri uzun yıllar cezaevinde tutuklu bırakmaktadırlar. 82 Diğer taraftan etkinliklerimizin konularının, sayın savcılarca yeterince incelenmediği kanaatindeyim. Milli değerlerimizin korunması dışında yine devletimiz ve milletimizin menfaatleri doğrultusunda Batı Trakya, Kıbrıs sorunu, Irak Türkmenleri, İnsan Hakları ve Filistin meselesi, Hocalı Katliamı, Ermeni sorunu, Hukuk Devleti, Türk Birliği, PKK terörü, Irak işgali, ekümeniklik sorunu, Bosna katliamı, AB sorunu, Ege Karasuları ve Kıta sahanlığı sorunu, Özelleştirme politikaları gibi birçok konu ile ilgili miting, basın açıklaması, konferanslar, televizyon programları yapılmıştır. Bu konu yeterince incelenmeden haksız ithamlarda bulunulmuştur. Türk insanının, devletimizin ve milletimizin tüm sorunları faaliyetlerimizin konusu yapılmıştır. ff) İddia makamının iddia ettiği gibi, hiçbir etkinliğimizde, bu toplumda yaşayan insanlar arasında kin ve nefret tohumları ekecek şekilde bir ayırım yapılmamıştır. İddialar genel, klişeleşmiş, delilden yoksun, oluşturulan siyasi hedefe ve uyduruk belgelere uygun olarak düzenlenmiş mücerret beyanlardan ibarettir. Gerek derneğimizde, gerekse etkinliklere katılan birçok insan alevi olduğunu beyan etmesine rağmen bu konuda hiçbir ayırım yapılmamıştır. Kimsenin mezhebi sorulmamıştır. Peygamberimizin kabul etmediği mezhepçilik fikri tarafımdan da kabul görmemiştir. Bulunduğum ortamda konuşulmayan konulardan biri mezhep ayrımcılığıdır. İddia da bulunan savcılar bu konuda ayırım yaptığıma ilişkin tek bir belge ya da tanık beyanı ortaya koyamazlar. Yine kimsenin etnik kökeni ile ilgilenmedim. Çünkü bu ülkede yaşayan kim olursa olsun vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesi Türk vatandaşı olarak kabul ettim. Kendisini Ermeni, Rum ya da Yahudi gören birçok insanla dostluk ve iş ilişkilerim mevcut olmuştur. Yine faaliyetlerimde bir etnik yapının kötülendiğine ilişkin tek bir cümle 83 kullanılmamıştır. Ancak bu objektif tavrım, Türk Milletine yapılanları tarihi gerçeklikler kapsamında ortaya konmasına asla engel olmamıştır. Sağ-sol kavramlarını talebe iken 1980 öncesinde kullanmışımdır. Böyle bir ayırımı yapay ve ülke insanını bölmeyi amaçladığından benim lügatimde sağcı-solcu tanımlamaları yoktur. Etkinliklere kendini her iki kanattan niteleyen insanlar iştirak etmişler, aynı amaçlar doğrultusunda demokratik hukuk mücadelesi vermişlerdir. Kürt-Türk ayırımı, bu ülke insanının yapacağı bir ayrımcılık olamaz. Emperyalizmin son iki yüzyıldır başımıza musallat ettiği bir başka bölme oyunudur. Kürtlerin; Göktürk Kitabelerinde belirtildiği gibi, Türk boyu olduğu ve tarihte kurulan Türk devletlerinin hemen her birinde bir boy olarak varlık gösterdiğinden, Kürt diye ayrı bir etnik yapıyı tanımıyorum. Bu kardeşlerimiz; benim kendimi hissettiğim kadar Türk olduğu gibi ayrımsız Türk vatandaşıdır. Bu sebeple bugün takip edilen açılım, kardeşi kardeşe düşürmenin, bölücülüğün ve ayrımcılığın bir başka yöntemi olarak tatbik sahasına konmuştur. Hangi faaliyetimde Türk-Kürt ayırımı yapılmıştır? Tek bir yazılı ya da şifahi delilin ortaya konması mümkün değildir. PKK terörüne karşı yürüttüğüm fikri mücadele ile Kürt sorunu birbirine karıştırılmamalıdır. PKK, Kürtlüğü emperyalizmin amacına uygun olarak kullanan Kürtlerin ve Türklerin düşmanı olan bölücü bir terör örgütüdür. Benim en çok hassas davranmama yol açan laik-anti laik ayırımıdır. Son dönemde küreselci güçlerin ve onun taşeronluğunu yapan kendisini dinci gösterip dinle ilgisi olmayan aksine din tüccarlığı yapan gurupların kasıtlı olarak pompaladığı bir başka ayrıştırıcı unsur laik-anti laik ayırımıdır. Bu konuyu sürekli gündemde tutmak isteyen, bu tür ayrımcılığı suni olarak yaratıp provokatörlük yapan din tüccarları ile bunların oyununa gelen laik kesimlerin ülkemizde verdikleri zararı gördükçe üzülmemek mümkün değildir. “Türkiye 84 laiktir, laik kalacak” sloganının atıldığı her toplantıyı, büyük bir memnuniyetle medyaya taşıyan din üzerinden iktidar mücadelesini yapanların değirmenine acemice su taşıyan laik kesimin, laikliği dinsizlik olarak görmekten vazgeçmesi zorunludur. Dindar ama laikliği savunan yapım en fazla bu konuda hassas davranmama, din ve laiklik kavramlarının insanımızın arasında kesinlikle bölücü bir unsur olmaması için gayret sarf etmeme yol açmıştır. Bu konuda birleştiricilik ifade eden sözlerimin dışında tek bir söz söylediğim ya da yazdığım iddia edilemez. Cumhuriyet mitinglerinde kitleler laiklik üzerine slogan attıkça en fazla muzip bir gülüşle ellerini ovuşturanların bu ayırımı son yirmi yıldır etkin şekilde kullanan emperyalist güçlerin olduğunu görmemek mümkün değildir. Müslüman-Hıristiyan ayırımı yaptığımı iddia etmek gülünç bir iddiadır. Herkesin dini kendinedir. Din asla siyasete alet edilmemelidir. Hiçbir faaliyetimde böyle bir konu gündeme getirilmemiştir. Misyonerlik faaliyetleri gerçek dindar Hıristiyanların yaptığı bir faaliyet değildir. Hıristiyanlığı iktidarları ve güçleri için araç görenlerin tüm dünyada özellikle İslam ülkelerinde yürüttükleri siyasi bir faaliyettir. Tasvip etmem mümkün değildir. Mutlaka bu konunun yasal düzenlemeye ihtiyacı vardır. Ancak hiçbir faaliyetimde bu konu hukuk dışı bir şekilde gündeme getirilmemiştir. İddia makamının iddia ettiği gibi, çoğu zaman toplumu bölmeyi hedefleyen yukarıdaki siyasi kriterler kesinlikle benimsenmemiş, her zaman birleştirici ve bütünleştirici olunmuştur. Hukuk ve siyasi mücadelemde daima insanların bu şekilde bölünmesine karşı çıkılmış, bizleri bu şekilde bölmek isteyen güçlerin oyunlarına işaret edilmiştir. Huzur ortamı; bu ayırımları körükleyen güçlerin ülkemizde siyasi operasyonlar yapmasına adeta bir laboratuar gibi kullanmasına izin vermekle ya da onların taşeronluğunu yapmakla sağlanmaz. Tam tersine, ülke insanının huzurunu bozarsınız. Son on yılda gelinen 85 noktada, ayrışılmayan bir nokta kalmamıştır. Vatandaşlar cephelere bölünmüştür. Tüm bunlar; iddianamede belirtilen ayrımcı kriterlerin, kimler tarafından ve nasıl kullanıldığını çok daha iyi göstermektedir. Yüz yılın kini ile öcümüzü alıyoruz diyenler, son on yılda ülke insanını lime lime ayrıştırdıklarının farkında değiller mi? Ülkemiz böylesine bölünmeyi 12 Eylül öncesinde dahi yaşamamıştır. İktidarın ektiği yapay bölünme tohumlarının acısını toplum olarak ödeyeceğimiz günlerin çok uzak olmadığı ortadadır. PKK terör örgütü ile yapılan gizli antlaşmalar sonucu yürütülen açılımla federalizmin yolunu ardına kadar açan, yargıyı muhaliflerini ezmek için siyasallaştırıp bağımsızlığını ortadan kaldıran, hemen her gün milliyetçileri ve ulusalcıları hedef göstererek ülkeyi kamplara bölen, barış ve çözümü bahane ederek milli değerlerin kullanılmasını ve konuşulmasına örtülü yasak getiren, insan hakları ve ileri demokrasi adına hukuk devletinde olması mümkün olmayan çağdışı uygulamaları hukuk ve yasalar eliyle gerçekleştiren, Türk’ün ve Türk Devletinin ismini değiştirip tarihten silme gayretine giren, askeri vasiyetle mücadele adına her alanda sivil darbe gerçekleştiren, demokrasi adına siyasal çoğunluğu eline geçirmesini fırsat bilerek totaliter bir rejimi her alanda uygulamaya sokan bir iktidarla; _ Huzur ortamı değil insanlar ayrıştırılarak bilakis huzursuzluk ortamı yaratılmıştır. _ Mustafa Kemal Atatürk’ün bağımsızlık ilkesinin şiar edinildiği muasır medeniyetinden vazgeçilmiş, ABD’nin bölgede İslam ülkelerine operasyon yapılan emperyalizmin köprü ve görev ülkesi haline getirilmiştir. _ Ülkemizin tüm milli serveti satılmış buna rağmen dış borç üçe katlanmış, uluslararası tefecilerin sıcak parası ile ayakta kalabilen, üreten değil tüketen dışa bağımlı bir ekonomi oluşturulmuştur. 86 _ İnsan hakları, sosyal devlet, demokrasi, hukuk devleti ve özgürlükler konusunda dünyadaki son yüz devletin sürekli arka sıralarına düşülmektedir. Tüm bu yapılanlar ülkemizde yerleşik kurumları, sosyal ve siyasi yapımızı derinden çatlatan, toplumsal bünyemizde onarılmaz yaralar açan sivil darbe yolu ile yapılmıştır. Ergenekon tertibi iktidar tarafından gerçekleştirilen sivil darbenin silahı olarak kullanılmıştır. gg) Hangi eylemim ve etkinliğim ile huzur ve sükun ortamı baltalanmıştır? Yine hangi davranışım kin ve nefret tohumlarının atılmasına yol açmıştır? Savcılar bu tür hukuk dışı siyasi tabirler kullanamazlar. İddianame bir hukuk belgesidir. Siyasal bir çalışma değildir. Siyaseten beğenmediğiniz, karşınızda olduğunuz insanları politik bir dille suçlayacağınız propaganda belgesi de değildir. Bir savcı, şahsımı hukukun dışına çıkarak huzur ve sükun ortamını baltalamış, kin ve nefret tohumunu atmıştır diyemez. Bu söylemler hukuki olmaktan uzak, siyasal içerikli eleştiriler olup, iddianamede asla yer verilemez. İddia makamı, konusu suç olan olaylarla ilgilenir. Eğer bir fiilimde suç tespit etmiş ise bunun yasal unsurlarını, delilleri ve suçun ismini koyarak cezalandırılmamı talep edebilir. Bunun dışında politik eleştiri ve söylemde bulunamaz. TCK’nun hiçbir hükmünde huzur ve sükun ortamını baltalama ya da kin ve nefret tohumlarını atmak suçları yoktur. Sadece TCK 216.maddesinde halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek suçu vardır ki, iddia makamı bu suçu işlediğimi de iddia etmemiştir. Çünkü gerek iddianamede gerekse mütalaada böyle bir talebi yoktur. 87 Hükümete Karşı Halkı Silahlı İsyana Tahrik suçunun dahi unsurlarının oluşmadığını belirterek cezalandırma talebinden vazgeçmiştir. İddianame ve mütalaada suç konusu olmayan, içinde suç unsuru barındırmayan düşünce ve eylemlere yer verilmiş, bu fiillerin siyasal eleştirisi yapılmış ancak suç olduğu ifade edilerek cezalandırılma talebinde bulunulmamıştır. Davanın başından itibaren hemen tüm sanıklar müdafileri ve kamuoyu, bu davanın siyasi bir dava olduğunu belirtmesine rağmen, davanın hukuki boyutunu sürekli olarak vurgulamak zorunda kalan mahkeme heyeti olmuştur. Ancak iddianamenin 1870.sayfasındaki şahsıma yöneltilen ithamlar TCK’da düzenlenen bir suçun karşılığı olarak düzenlenmemiştir. _ İddianamede belirtilen sağ-sol, Kürt-Türk, Alevi-Sünni, laikanti laik gibi benzeri hiçbir ayırım tarafımdan yapılmadığı halde yapılmış iddiasında bulunulmuş, ancak bu ayırımın toplumda huzur ve sükun ortamını bozduğu iddia edilmiştir. Sayın savcılara soruyorum, bu ayırımları yaparak toplumda huzur ve sükunu bozmak diye bir suç TCK’da var mıdır? Var ise neden cezalandırılmamı istemediniz? Yok ise suç konusu olmayan fiillere iddianamede neden yer verdiniz? Bu durumda iddianameniz hukuk belgesi olmaktan çıkıp, siyasi eleştirilere yer veren politik bir belgeye dönüşmüyor mu? _ Yine aynı ayırımların yapılarak kin ve nefret tohumları atıldığını iddia etmişsiniz. Eğer bu iddianız TCK 216.maddesindeki Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik suçunu oluşturuyorsa, neden bu suçtan ötürü dava açmadınız? Bu suçun unsurları yok ise, o takdirde suç olmayan bu siyasi söylemlere neden yer verdiniz? 88 Bu tutumunuz söz konusu belgeyi hukuki olmaktan çıkartıp, siyasi belgeye dönüştürmüyor mu? Bu sorulara tatminkar cevaplar verilmediği müddetçe bu davanın siyasi boyutunu inkar etmek mümkün değildir. hh) İddianamede hükümete karşı halkı ve Silahlı Kuvvetler içinde resmi hiyerarşiye uymayacağını düşündüğüm bir gurubu kışkırtarak, silahlı bir darbeye zemin hazırladığım iddia edilmiştir. Mütalaada bu iddiadan vazgeçilmiş, fiillerimde TCK 313.maddenin unsurlarının oluşmadığı belirtilmiştir. Yani hiçbir eylemim de halkı hükümete karşı silahlı olarak isyana tahrik etmediğim kabul edilmiştir. Bu suçlama ile mızrak öylesine çuvala sokulmaya çalışılmıştır ki, ucun her iki taraftan çıktığını gören savcılar bu konudaki tutumlarından vazgeçerek TCK 313.madde suçlamasından vazgeçmişlerdir. Her şeyden önce şahsıma böyle bir suçlamayı getirmeleri için “silahlı tahrik” şeklindeki maddi unsurun bulunması zorunludur. Silahlı tahrik “cebir ve şiddet” unsurunun özel bir halidir. Sadece sözlü olarak tahrikin gerçekleşmesi yeterli değildir. Şahsımın böyle bir silahlı gurubu hükümete karşı tahrik ettiğine ilişkin tek bir delil bulunamayınca sayın savcılar bu iddialarından vazgeçmişlerdir. Kaldı ki tahrik eyleminizin doğrudan doğruya silahlı bir guruba yapılması zorunludur. Yoksa ortada olmayan sadece TSK içinde varlığını düşündüğüm iddia edilen hiyerarşiye uymayan gurubun kışkırtılması ile bu suç oluşmaz. Bu suç için yasada belirtilmiş hiçbir yasal unsur oluşmamıştır. TSK içinde varlığı iddia edilen gurup görevleri gereği yasaların verdiği izin çerçevesinde silahlı olarak bulunmaktadır. 89 Kaldı ki bu guruba tarafımdan hangi tahrikin yapıldığı, bu gurubun kimlerden oluştuğu, bu gurupla şahsım arasında ilişkinin olup olmadığı, böyle bir gurubun varlığı gibi hiçbir konuda açıklama yapmadan, delil konulmadan mücerret olarak yapılan suçlamanın hiçbir temel dayanağı olmadığı ortadadır. ıı) İddianamede yer alan suç oluşturmadığı açıkça ortaya çıkmış bu ithamların TCK 312.madde kapsamında suç sayılması da imkansızdır. Bunun için öncelikle bu düşünce ve fiillerin cebir ve şiddet içermesi, ikincisi de hükümeti ortadan kaldırmayı ya da görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye yönelik olması, üçüncüsü eylemlerin amaç suçu oluşturabilecek ölçüde vahim boyutta olması gerekir. Sadece sözü edilen ayrıştırmaların fikir düzeyinde kalması ya da açıklanması da TCK 312 maddesi kapsamında suç sayılamaz. Mutlak surette cebir ve şiddet unsurunun aranması gerekir. Kaldı ki iddia makamının iddialarının hiçbiri hükümetin ortadan kaldırılmasına ve görevlerinin engellenmesine yönelikte değildir. Söz konusu etkinliklerin yasal izinle yapılması, bu etkinlikler konusunda hiçbir soruşturma ve ceza davasının olmaması, etkinliklere katılanların sayısı ve etkisi dikkate alındığında ortada hukuka aykırı bir eylem olmadığı gibi, vahim nitelikte işlenmiş bir suçta bulunmamaktadır. TCK 312.maddesi amaç suçtur. Bu suçun oluşabilmesi için araç suçların olması gerekir. Ortada bu maddedeki korunan hukuki menfaat aleyhine işlenmiş hiçbir araç suç yoktur. Araç suçlardan ne iddianamede, ne de mütalaada bahsedilmiştir. İddianame tanziminden önce de işlenmiş bir araç suç dosyası mevcut değildir. Bu sebeple de söz konusu etkinliklerinden ötürü TCK 312.maddesinden ötürü suçlamada bulunulamaz. 90 d) Söğütlüler Dernek başkanı ile yapmış olduğum telefon görüşmesinde, devletin yapamadığını sivil toplum kuruluşlarının yaptığını, bir kısım işgalci zihniyetin devleti ele geçirme gayretine girdiğini, Necip Hablemitoğlu’nu anma toplantısına bu ülkenin sorunlarına duyarlı bir kesim olan birçok emekli asker, öğretim üyeleri gibi aydının iştirak ettiği, başkanı olduğu derneğinin Ayyıldız Platformuna girmesinin faydalı olacağına, diğer derneklerin girmesi halinde platformun genişleyeceğine o günkü etkinliğe bulunduğu Pendik’ten Sultanahmet’e gelerek bu konuda bir ateş yaktığını beyan etmem, bu tür anma toplantılarını sözde örgütün propagandasına dönüştürdüğüm, katılanları niteliklerini belirterek eylemi meşrulaştırmaya çalıştığım, sözde örgütün amacı doğrultusunda Sivil Toplum Kuruluşlarını yönlendirdiğim ve bir çatı altında toplayıp genişletme girişimde bulunarak sözde örgütün lobi belgesine uygun davrandığım iddia edilmiştir. aa) İddialarının tümü gerçek dışıdır. Sözde örgütün lobi belgesini bu davanın soruşturmasına kadar ismini duymadım ve görmedim. Evrakı ek klasörler içinde okudum. Bilmediğim, okumadığım ve uhdemde çıkmayan bir belgeye uygun hareket etmem elbette ki ciddi bir iddia olamaz. bb) Devletin görevleri ile Sivil Toplum Kuruluşunun fonksiyonları elbette ki birbirinden farklıdır. Kaldı ki devletin politikaları ile Sivil Toplum Kuruluşlarının amaçları her zaman ters düşmez. Bilakis derneğimizin amaçları ve yine derneğimizin içinde olduğu platformların gayeleri ile devletin milli politikaları arasında tam bir uyum vardır. Etkinliklerimize konu yaptığımız Kıbrıs, Azerbaycan, Irak Türkmenleri, PKK terörü, Ermeni sorunu, Batı Trakya Meselesi, 91 Patrikhane ve ekümeniklik konusu gibi hemen birçok konuda son bir iki yıla kadar ayniyet söz konusudur. Devletin birçok milli politikalarının sivil toplum kuruluşlarınca benimsenip, kamuoyunun aydınlatılması ve bu konulara duyarlılık gösterilmesi arzu ettiği bir tutumdur. Çoğu zaman bu konuda faaliyette bulunan Sivil Toplum Kuruluşunu hukuk kurallarına uygun şekilde destek verir ve faaliyette bulunmasını sağlar. Valilikler nezdinde Sivil Toplum Kuruluşunun yaptığı toplantılar olduğu gibi, bir kısım derneklere bünyesinde çalışma imkanları verilmektedir. Dernekler hukuk devletinin, demokrasinin ve sivil rejimin olmazsa olmazlarıdır. Büyük Hukukçular Birliği’nin Pontus soykırım anıtına karşı yaptığı çalışmalar dönemin Edirne Valisi ve Dış İşleri Bakanı Abdullah Gül tarafından da desteklenmiş ve kamuoyuna açıklanmıştır. cc) Devlet kurum olarak ulusal ve uluslararası birçok kurum ve kuruluş tarafından etki sahasında bulunmakta olup, politikalarını buna göre şekillendirmektedir. Özellikle uluslararası ilişkiler kapsamında taahhüt altına girdiği askeri, siyasal ve ekonomik birlik ve paktlar, devletin tutumunu ve politikalarını önemli ölçüde etkilediği ve bazen bağımsız davranmasını engelleyerek, milli tavır almasının önüne geçtiği bir gerçektir. NATO, AB, ABD ve diğer devletlerle yapılan ikili askeri üs sözleşmeleri zaman içinde devletin bağımsızlığını ve millet lehine kararlar almasını önlediği bir gerçektir. Yine uluslararası ve ulusal bir kısım kuruluşların faaliyet ve etkinlikleri de devletin tutumunu etkilemesi son derece tabidir. Bazen bu etkileşim devletin tüm karar mekanizmalarını felce uğratıp, millet yararına politikaların takip edilmesinin yolunu kapatabilir. Fikri anlamda, zihniyeti işgal edilmiş bir devletin karar mekanizmalarını devlet ve millet yararına demokratik hukuk yolları ile harekete geçirecek kurumlar yine Sivil Toplum Kuruluşlarıdır. 92 İstanbul’un işgali sırasında kurtuluş mitinglerinin o dönemdeki sivil toplum kuruluşları tarafından organize edilmesi ve bunun o dönemdeki meclis ve Ankara Hükümeti tarafından desteklenmesi bunun en bariz örneklerinden biridir. Bugünkü hükümetin şikâyet ettiği, girilmesinden vazgeçme noktasına geldiği AB ile imzalanan antlaşmaların devletin ve milletin zararına olacağı, bu konuda yaptığımız basın açıklamaları ile dile getirilmiştir. Gelinen noktada haklılığımız, hükümetin yaptığı şikayetlerle ortaya çıkmıştır. Telefonda bahsettiğim işgal tehlikesi, devletin fikri anlamda işgalidir. Nitekim “ele geçirme gayretinden” bahsedilerek henüz ele geçirme fiilinin tamamlanmadığı ifade edilmiştir. Buradaki fikri işgalden kasıt tamamen devlet ve millet aleyhine olan dış güçlerdir. dd) Telefonda sözü edilen etkinlik Hablemitoğlu’nun ölüm yıl dönümüdür. Etkinliğe katılan insanların niteliklerinden bahsedilerek, Türkiye’deki aydın kesimin, Hablemitoğlu’na sahip çıkması sevindirici bulunmuştur. ee) Dernek başkanında o etkinliğe Pendik’ten Sultanahmet’e gelerek katılmasının bu konuda hepimizin içinde yanan Hablemitoğlu’nun katline ilişkin ateşin daha da büyütülerek topluma anlatılmasına vesile olunduğu belirtilmiştir. ff) Derneğinin veya diğer derneklerin platforma katılmalarının, bu kuruluşun genişlemesine ve böylelikle kamuoyunu oluşturma noktasında daha etkin hale geleceği anlatılmıştır. Platformun büyümesinin istenmesi ile sözde örgüt arasında nasıl bağlantı kurulmaktadır, bunu anlamakta güçlük çekmekteyim. Lobi belgesi bende çıkmadığı ve benimle bu belge arasında hiçbir maddi ilişki kurulmadığı halde platformun büyümesinin istenmesi ile nasıl olurda sözde örgüt amacı doğrultusunda genişlemenin gerçekleştirildiği savunulabilir? 93 gg) Ortada örgüt isminden bahsedilmeden nasıl örgüt propagandası yapılır? Bu tespitte son derece şaşırtıcıdır. Dışarıdan etkinliği gören bu faaliyetin sözde örgüte ait olduğunu nasıl anlayacak ki, bizde bunun propagandasını yapmış olalım. Bu konuda izahata muhtaçtır. hh) Söz konusu etkinliklerle, sözde örgüt arasında hiçbir ilişki kurulmadan, örgüt toplantısı olduğu iddia edilemez. Şahsımla ilişkisi olmayan uydurma sözde örgüt dokümanlarına dayanılarak bu bağ tesis edilemez. ıı) Kaldı ki bu toplantılarda ne yapılmıştır da örgütün propagandası gerçekleşmiştir? İddiaların tümü içi boş, delilsiz ve mücerret beyanlardan ibarettir. 3) İddianamede isnat edilen TCK 313.maddesinde düzenlenen Silahlı İsyana Tahrik Suçunun hukuki nitelendirmesi İddianamede birçok sanığa bu suç isnat edildiği halde ne şahıslarla ilgili bölümlerde ne de genel bölümlerde yeterince hukuki açıklama ve yorumda bulunulmamıştır. Hangi fiilin bu suçun maddi unsuru olduğu, kişilerin fiilleri ile sonuç arasında illiyet bağı ve bu suçla ilgili delillerinin açıklanması yoluna gidilmemiştir. Bunun dışında suçun unsurları izah edilmemiş, silahlı isyana tahrikin ne olduğu? Hükümetten neyin kast edildiği? Hangi hallerde bu suçun gerçekleşmiş sayılacağı? Gibi çok önemli konularda hiçbir yorumda bulunulmaması savcılığın zorlama yolu ile bu suçu ihdas ettiği, mütalaa bölümünde açıklaması imkansız hale gelince, bu suçun unsurlarının oluşmadığını belirterek ceza verilmemesi yoluna gidilmesini talep ettiği anlaşılmıştır. a) Şahsımla ilgili bölümde aa) 1.İddianamenin 1871.sayfasında; 94 “Silahlı Kuvvetler içinde resmi hiyerarşiye uymayacağını düşündükleri bir gurubu kışkırtarak silahlı bir darbeye zemin hazırlamak olduğu anlaşılmıştır” denilerek TCK 313.maddedeki suçun işlendiği iddia edilmiştir. bb) Yine 1.İddianamenin 1873 ve 1874.sayfalarında sözde Ergenekon Örgütünün “hukuk birimi sorumlusu olarak faaliyet yürütmek, örgütün amacına yönelik olarak halkı T.C. Hükümetine Karşı Silahlı İsyana Tahrik Etmek” suçunu işlediğim iddia edilmiştir. cc) Görülüyor ki bu açıklamalarda suçun ne hukuki yorumu yapılmış, ne unsurları belirtilmiş ne de bu suçun hangi fiilimle işlendiğine ilişkin bir açıklama yapılmıştır. Sadece 1871.sayfada işlediğime ilişkin maddi fiilim olarak; halkı değil, sadece TSK içinde hukukun dışına çıkmış bir gurubu silahlı bir darbeye kışkırtmak amacı ile zemin hazırladığım gösterilmiştir. Ancak bu suçun tarafımdan işlenebilmesi için ortada silahlı isyana tahrik fiilinin mevcudiyeti şarttır. Oysa ortada ne silahlı isyana tahrik eden bir gurup nede silah mevcuttur. Yine böyle bir gurupla irtibatım olmayıp, tahrik fiilini de işlemiş değilim. Böyle bir suçun işlenebilmesi için halkın silahlandırılmaya teşvikinin planlanması, organize edilmesi gereklidir. Maddede düzenlenen isyan birkaç kişinin arasında geçebilecek bir husus değildir. Burada eylem neticesinde bölge halkının hükümet kuvvetlerine karşı gelmesi cezalandırılmıştır. Meydana gelen olaylar birer birer ve gerekse bütün olarak göz önünde bulundurulduğunda hükümet aleyhine hareketin olması gerekir. Böyle bir fiilin oluşabilmesi için karşı hedef gösterilmeden önce gayeye ulaşabilecek kuvvetle teşkilatlanma şarttır. Amaç etrafında 95 birleşmenin kitlelere mal edilmesi mümkün olmadığı takdirde muayyen bir kitleye yönelik olduğunun kabulü de imkansız olacaktır. Tahrik eylemi silahlı isyan çıkmasına yönelik düşmanca davranışlar olup, basit propaganda niteliğindeki girişimler bu anlamda bir tahrik sayılamayacağı gibi silah gibi vasıtalarla halkın isyana sevk edilmesi gerekir. Halk tabiri de isyanı gerçekleştirecek olan topluluğu ifade etmektedir. Bu topluluğun hükümetin görev ve yetkisini yok edebilecek veya bir tehlikeyi doğurabilecek güçte olması gerekir. Maddeye göre isyan, belli bir hükümete karşı onun varlığını, iradesini tanımamak ve yok etmek amacıyla bunu gerçekleştirebilecek bir güçteki topluluğun giriştiği bilinçli bir harekettir. Yasa bir bölge halkının hükümet kuvvetlerine karşı gelmesi eylemini müeyyideye bağlamıştır. Böyle bir fiilin vücudu için halkın silahlandırılması veya silahlandırılmaya tahrikinin planlanması veya organize edilmesi gerekir. Oysa iddianamede bu suçu işlediğime ilişkin maddi unsurun fiilleri olarak; - Bir sanığın bir gazetede okuduğu bir haberi yorumlayarak tarafıma mesaj atması ( Bu kişinin iradesine katılmadığım belirtilmiştir) - Müvekkilim ve dostum olan birinin bana yardım için her zaman emrimde olacağına ilişkin telefon konuşması, - Bir müvekkile verilen dernek tüzüğü, - Yasal izin alınarak yapılan, hiçbir olay çıkmayan otuz basın açıklaması ve benzeri etkinlikler, - Bir etkinliğe katılan dernek başkanının platforma davet edilmesine ilişkin telefon konuşması gösterilmiştir. Bu fiillerin TCK 313.maddesinde düzenlenen suçun unsuru olarak gösterilebilmesi için hukuku tamamen rafa kaldırmak gerekir. 96 Ortada ne bir silahlı gurup, ne isyan eden halk ne de silahlı bir tahrik yok iken bu suçun işlendiğini söylemek her türlü hukuki ciddiyetten uzak bir tutumdur. Nitekim iddia makamı da bu yanlışlığı görmüş iddiasından vazgeçerek TCK 313.maddesinde düzenlenen Silahlı Tahrik Suçunun unsurlarının işlenmediği kanaatine varmıştır. Tüm davranışlarında hukuka uyan, sözde örgütün hukuk sorumlusu olarak böyle bir vahim suçu nasıl işlediğim konusu iddianamede zaten açıkta kalmıştı. Ancak bu suçun işlenmediğinin ve unsurlarının oluşmadığının ikrarı aslında TCK 312.mad. deki suçun işlenemeyeceğinin de tevilli bir ikrarıdır. Çünkü TCK 312.maddedeki suç, 313. maddedeki suçtan daha vahim ve ağır hak ihlalini gerektirmektedir. Savcılık TCK 313. maddesindeki suçun işlendiğini iddia ettiği fiillerle, bu defa fikir değiştirerek, TCK 312.mad. deki suçun işlendiğini iddia etmiştir. Eğer fiiller daha hafif bir suçun işlenmesi için yeterli değilse daha ağır bir suçun işlenmesi için elbette ki yeterli olmayacaktır. Fiillerin hiçbiri hükümeti ortadan kaldırmaya ya da görevlerini engellemeye yönelik bulunmamaktadır. b-) İddianamenin genel bölümünde; aa) İddianamenin 382.sayfasında; “Resmi hiyerarşiye uymayan bir gurubu askeri müdahale yapması için tahrik etmek ve darbe için gerekli ortamı hazırlamaya yönelik faaliyetler arasında; - Gizli Tanık 17’nin Anayasa Mahkemesi üyesine ait binada 15 sabıkalı kişinin bulunduğu, - Aynı tanığın meclise kalpaklı olarak yürüneceğine ilişkin beyanları, 97 - Cumhuriyet Gazetesine bomba atılması ve Danıştay Cinayeti, - Yargıtay Binasının krokisinin çıkması, - İzmir NATO üssüne saldırıya ilişkin bulunduğu iddia edilen planlar, - Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın koruma planları, - Erdoğan Teziç’e yapılan silahlı saldırı, - Ordu göreve pankartının taşındığı miting, - Sanıklar arasında ya da sanıkların başka kişilerle yaptığı telefon görüşmelerindeki konuşmalar, - Doğu Perinçek’te ele geçirilen Askeri Mahkemenin düzenlediği 1971 tarihli iddianame, gösterilmiştir. Şahsımla ilgili bu suçun delili olarak genel bölümde sadece Satılmış Balkaş’ın tarafıma çektiği benim onaylamadığım mesaja yer verilmiştir. Bu durum bile şahsımla ilgili bu suçun maddi unsuru olarak hiçbir fiilimin olmadığını teyit etmektedir. Sayılan suçlar arasında vahim nitelikteki suç sadece Danıştay’a yapılan saldırı olup bu suçunda TCK 313.madde kapsamına girmesi mümkün değildir. Bu suçun icra hareketlerini bizzat işleyen aslı faillerin bu fiillerinin TCK 309. madde kapsamına girip girmeyeceği tartışılabilir. Ancak; bu suçun dışındaki diğer tüm fiillerin gerek vahim olup olmadığı noktasında, gerekse suçun unsurlarını taşımaması nedeni ile TCK 313.madde kapsamında kalmayacağı bir gerçektir. bb) 1.İddianamenin 382.sayfasından itibaren TCK 313.maddedeki suçun birçok sanığın fiilinde gerçekleştiği hususunda şu görüşlere yer verilmiştir. ___ Sözde örgüt suikast, dezenformasyon, hukuk dışı müdahalelere ortam hazırlamış, halkı isyana, kanun ve kurallara uymamaya teşvik gibi bir mücadeleye girişmiştir. 98 ___ Ülkede kaos oluşturması, terör olaylarının artması ve ekonomik kriz çıkması için her türlü eylemi gerçekleştirmekten çekinmemiştir. ___ Başbakan'a suikast planları hazırlamıştır. ___ Dezenformasyon yaparak başbakanı yıpratmaya çalışmıştır. ___ Ülkeyi kaosa sokacak eylemler gerçekleştirip gerekli ortamı hazırlayarak, TSK içinde hiyerarşiye aykırı hareket etmesini istedikleri bir gurubu darbe yapması için göreve çağırmışlardır. ___ Darbe yaptırarak yasama ve yürütme kurumlarını lağvederek yerine kendi düşünce ve amaçlarına uygun bir yönetim tesis etme yönünde faaliyetlere girişmişlerdir. ___ Danıştay hakiminin cenazesinde ülkede gerilim ve çatışma ortamı oluşturacak protestolar düzenlemişlerdir. İktidarı zan altında bırakıp tepkisini iktidara yöneltmesi amaçlanmıştır. ___ Eylemlerin amaç ve neticelerine bakıldığında aynı merkezden yönlendirildiği ülkede kaos, kargaşa ve huzursuzluk çıkarmayı ve ülkemizi uluslararası arenada sıkıntıya sokmayı hedeflediği iddia edilmiştir. ___ Ülkede iç çatışma, anarşi, terör ve kaos oluşturup Askeri müdahale için gerekli ortamın hazırlanmasının amaçlandığı değerlendirilmiştir. ___ Gerçekleştirilen eylemlerle nihai amaçlara ulaşılmadığı, bu nedenle darbe zemini oluşturma yolunda kanlı eylemlerin planlamaya devam ettiği tespit edilmiştir. ___ Telefonlardaki konuşmalar ile darbe çığırtkanlığı ve ordunun darbe yapmaya davet edildiği anlaşılmaktadır. Savcılığın 1.iddianamede yaptığı bu tespitlerin hiçbiri doğru ve yasaya uygun değildir. Çünkü ___ Suikast planlarının tamamı usule aykırı temin edilmiş, maddi gerçeklikle ilgisi olmayan iddialardan ibaret kalmıştır. 99 ___ Sanıkların telefonlarda ifade özgürlüğü kapsamındaki beyanlarının hiçbirinde suç unsuru olmadığı halde abartılı iddialarda bulunularak vahim boyutta suç isnatları yapılmıştır. ___ İstihbarat dili kullanılarak kişilerin her düşüncesi dezenformasyon olarak değerlendirilmiştir. ___ Bazı kişisel eylemler ve suçlar hiçbir delil olmaksızın sözde örgüt suçuna dönüştürülmüştür. ___ Olmayan darbe planlarından bahsedilmiştir. ___ Yasama ve yürütme organlarına yöneltilmiş hiçbir fiil olmadığı halde haksız ve hukuk dışı isnatlarda bulunulmuştur. ___ Sanıklarla ilgili olmayan eylemler arasında delilsiz olarak bağlantı oluşturup, hayali ve sanal ilişkiler ağı üretilmiş, sözde örgüt ve sözde örgüt suçları yaratılmıştır. İddia makamı varsayımlarla ve karinelerle sonuca gitmiştir. Delilsiz, illiyet bağı kurulmadan ve suç unsurları bulunmadan abartılı isnatlarda bulunmuşlardır. Suçla, faille, delille ve netice ile hiçbir ilişki kurulmadan suç ve suçlu yaratılmıştır. Savcıların iddialarının tümü TCK 313 ve 312.maddesinde düzenlenen suçların maddi unsurlarını ve fiilleri oluşturmaktan uzaktır. cc) İddianamenin 517.sayfasında; ____ 313.maddesindeki suç, 312.maddedeki suçun hazırlık hareketi niteliğindeki fiillerin bağımsız suç olarak tanımlanması şeklinde görülmüştür. ____ 313.maddesindeki suçta, suçların silahlı bir örgütle işlenmesinden değil, cebir ve şiddet kullanılarak işlenmesinden bahsedilmektedir. ____ 313.maddesindeki suçu toplumun üzerinde etkili olan bir kişinin işlemesi mümkündür. 100 ____ 312 ve 313.maddedeki suçlardaki cezanın yanı sıra ayrıca 314.maddedeki suçtan ötürü de ceza verilmelidir şeklinde tespitlerde bulunulmuştur. Savcıların bu fikirlerine katılmak mümkün değildir. Çünkü ____ TCK 313.maddesinde Silahlı İsyana Tahrik Suçu amaç suçlardan biridir. Bir amaç suç bir diğer amaç suçun hazırlık hareketi olamaz. Kaldı ki her iki suçta korunan hukuki menfaat, maddi unsur, cebir ve şiddet unsurları farklıdır. Eğer savcılar bu görüşte olsalardı. şahsımı ve birçok sanığın hem TCK 313 hem de 312.maddeden cezalandırılmasını isterlerdi. ____ TCK 313.maddede suçun işlenmesi için cebir ve şiddet yeterli değildir. Mutlaka silahlı isyana tahrik olması zorunludur. Bu suçun unsuru silahtır. Örgüt şart değildir. Ancak silah şarttır. ____ TCK 313.maddesi toplumda etkili olan kişinin sadece tahrik teşkil eden beyanları ile işlenemez. Maddede belirtilen silah yolu ile cebir ve şiddet, halkın isyana tahrik ettirilmesi gibi asıl unsurların bulunması zorunludur. ____ TCK 312 ve 313.mad. cezalandırılma halinde TCK 314.mad. cezalandırma olunmayacağı savcılarca da kabul edilmiştir. 4) Mütalaada TCK 312.maddesinde işlendiği iddia edilen suçun unsurları konusunda yapılan açıklamalar a) İddia makamı tarafıma isnat edilen TCK 312.maddesindeki suçun unsurlarını açıklarken, şu saptamalarda bulunmuştur; aa) Bu madde ile bakanlar kurulunun fonksiyonları korunmak istenmiştir. bb) Teşebbüse ait icrai hareketler tamamlanmış suç gibi cezalandırılmıştır. cc) Suçun oluşabilmesi için fiilin icrasına başlanılmış olması yeterlidir. 101 dd) Suç siyasi iktidarın bir parçası olan hükümete karşı işlendiğinden siyasal bir suçtur. ee) Eylemin mutlaka cebir ve şiddeti içermesi gerekir. ff) Cebir veya şiddetle icraya başladığı anda suç oluşmaktadır. Ancak fiilin amaca yönelik tehlike oluşturmaya uygun ve elverişli olması gerekir. gg) Başlanan icra hareketinin ortadan kaldırma veya engelleme neticelerine elverişliliği değil, neticeler bakımından tehlike oluşturup oluşturulmadığına bakılması gerekir. hh) Başlanan icra hareketinin mutlaka cebir ve şiddet içermesi zorunlu değildir. Tamamlamaya yönelik icra hareketlerinde cebir ve şiddet bulunması yeterlidir. ıı) Elverişli hareketle suçun icrasına başlanmış olunması gerekir. ii) Failinin amacı hükümeti ortadan kaldırmaya ya da görevlerini kısmen veya tamamen engellemeye yönelik olmalıdır. jj) İcraya başlanmadan önceki hareketler, cezalandırılmayan hazırlık hareketleridir. kk) Amaca yönelik birden fazla fiil suçun tekliğine zarar vermez. ll) Bu suçun işlenmesi sırasında başka suçlarında işlenmesi halinde bu araç suçlar açısından gerçek içtima hükümleri uygulanır. mm) 309.Maddedeki suçun tamamlanabilmesi için devamlı bir şekilde anayasanın öngördüğü düzenin değiştirilmesi ya da ortadan kaldırılmasının hedeflenmesi gerekir. Bu suçun manevi unsuru devamlı bir şekilde anayasanın öngördüğü düzenin zorla değiştirilmesi ya da ortadan kaldırılmasının hedeflenmiş olmasıdır. 309.madde işlenen suçla aslında, 311 ve 312.maddelerdeki suçlarda işlenmiş bulunmaktadır. Ancak bu hükümler arasındaki fark sürekli bir şekilde ortadan kaldırma ya da değiştirmeyi 309.madde, sürekli olmadığı ve tek eylemle suç gerçekliği takdirde 311 veya 312.maddenin tatbiki gerekir. 102 nn) Dosya kapsamındaki eylemler daha çok TCK’nun 312.maddesi kapsamına girmektedir. Yani bir hükümet politikasının zorla uygulanmasının engellenmesi halinde 312.mad. uygulanacaktır. Eğer sürekli olarak bu organların Anayasa’da öngörüldüğünün dışında bir organa dönüştürülmesi hedeflenmiş olursa 309.mad. uygulanacaktır. oo) Hükümeti cebir yoluyla yıkmayı hedeflemek ve bu kastla hareket ederek yürütme organının görevlerini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek TCK 312.mad. suç tipine uymaktadır. öö) Suçta özel kast aranır. Yani hükümet hedeflenmiştir. pp) Örgüt adına yapılan her eylem içinde ayrı cebir unsuru aranmamalıdır. Cebir ve şiddetin terör örgütü tarafından yöntem olarak belirlenmesi yeterlidir. rr) Yasada öngörülen cebir maddi ve manevi anlamda kullanılmıştır. Cebir failin amacına ulaşmak için kullanılabileceği tüm meşru olmayan yöntemleri ifade etmektedir. Yani cebir keyfi, meşru olmayan hileli hareketlerde olabilir. Kaldı ki cebir suçun unsuru değil niteliğidir. (S.1088) b) İddia makamı mütalaanın genel bölümünde TCK 309, 311, 312.mad. açısından yaptığı tespitleri maalesef sanıkların fiillerine tatbik ederek sonuca gitmemiştir. Eğer bunu yapmış olsa idi, sanıklar arasında TCK 312.maddesinden yargılanan kalmayacaktı. Her bir sanık için kendi bölümünde isnat edilen fiillerin, TCK 312.maddesinde belirtilen maddi unsuru ve diğer unsurları oluşturup oluşturmadığı tespit edilmeli fiil ile netice arasında illiyet bağı kurulmalıydı. Bu kapsamda sanıkların fiillerinin icra hareketimi yoksa hazırlık hareketi mi olduğu, Eylemlerin cebir ve şiddet içerip içermediği, Fiillerin amaca yönelik tehlike oluşturmaya uygun ve elverişli olup olmadığı, 103 Failin amacının hükümeti ortadan kaldırmaya ya da görevlerini kısmen ya da tamamen engellemeye yönelik bulunup bulunmadığı belirlenmemiştir. Bu tespitler yapılmış olsa idi sayın savcıların 312.maddeden ötürü cezalandırma talebinde bulunacağı bir sanık olmayacaktı. Burada sorun; savcıların yaptıkları tespitleri ve mütalaalarında belirledikleri suç unsurlarını, sanıklara uygulamamasından kaynaklanmıştır. Şahsımla ilgili fiillere tespit ettiği suç unsurlarını uygulamış olsa idi; ___ Hiçbir fiilimin icra hareketi olmadığını, ___ Hiçbir fiilimde cebir ve şiddet unsurunun bulunmadığını, ___ Hiçbir fiilimin amaca yönelik tehlike oluşturmaya uygun ve elverişli olmadığını, ___ Hiçbir fiilimin hükümeti ortadan kaldırmaya ya da görevlerini engellemeye yönelik kastı taşımadığını belirleyerek TCK 312.mad. cezalandırılmamı talep etmeyecektir. Maalesef iddia makamının tespitleri farklı, uygulamaları farklı olmuştur. Savcıların isnat edilen suçlar hakkında teorik olarak yaptıkları tespitlerde önemli hukuka ve yasaya aykırılıklar mevcuttur. Şöyle ki; aa) İcra hareketinin sonucu sağlamaya elverişli olup olmadığı noktasında iddia makamının; “tehlike oluşturup oluşturmadığı bakımından elverişliliği aranmalıdır” görüşüne katılmak mümkün değildir. Gerek doktrindeki baskın görüş, gerekse aşağıda sunacağımız Yüksek Yargıtay kararlarında elverişliliğin netice bakımından aranmasını, tehlike oluşturup oluşturmayacağı konusunda elverişliliğe bakılamayacağı belirlenmiştir. bb) İddia makamı başlanan icra hareketinde cebir ve şiddet aranmasına mahal olmadığına, suçun tamamlanmasına yönelik sonraki 104 icra hareketleri cebir ve şiddet unsuru içerecekse bununla yetinileceğini belirtmiştir. Bu görüşte hatalıdır. Bu yorum TCK 312.mad. belirlenmiş cebir ve şiddet unsurunun giderek yok sayılmasına yol açacak, fiilde cebir ve şiddet olmasa bile yorum yolu ile adeta istikbal okunarak son derece vahim uygulamalara rastlanabilecektir. Bu maddenin tatbikinde tüm icra hareketlerinde başından sonuna kadar cebir ve şiddetin aranması zorunludur. Aksi takdirde yorum ve karinelerle suçun unsuru değiştirilmiş olur, ifade özgürlüğü kapsamında kalan birçok fiil bu madde kapsamında cezalandırılma yoluna gidilebilir. İddia makamı gerek şahsım, gerekse diğer sanıkların eylemlerinde cebir ve şiddeti görmediğinden, fiilin bu nitelikli halini yok sayarak adeta yasa maddesini değiştirme yoluna gitmiştir. cc) 309.Madde için kabul edilen sürekli bir şekilde kaldırma ya da engellemeye yönelik iradenin 312.madde için aranmaması doğru olmamıştır. Bu konuda iki madde arasında ayırım yapılmasını öngören bir düzenleme mevcut değildir. dd) Örgüt adına yapılan, içinde cebir ve şiddet unsuru aranması gereken fiilde, sadece terör örgütünün cebir ve şiddeti yöntem olarak kabul ettiğine bakılarak, fiilde cebir ve şiddetin aranmaması doğru değildir. İddia makamı sadece terör örgütünün cebir ve şiddeti yöntem olarak kabul ettiğine bakarak, bu unsurun bulunması gereken suçlarda aranmasına mahal görmemesi kabul edilemez. ee) Mütalaanın 1088.sayfasında cebir ve şiddet unsuru tamamen değiştirilerek suçun uygulanmasında sadece cebir yeterli görülmüş ve bunun sonucu olarak, yasada açıkça “şiddet” hali öngörülerek sadece manevi cebir yeterli olmamasına rağmen, bu yolla uygulama genişletilerek tüm meşru olmayan yöntemler “cebir” hali içinde gösterilip, maddeye yeni ve genişletici unsurlar dahil edilmiştir. 105 İddia makamının bu yorumu ve tespiti kabul edilemez. Yasada bu konu çok net bir şekilde çözümlenmiştir. Yasa koyucu yanlış anlamaları ortadan kaldırmak amacı ile “cebir veya tehdit” yerine “cebir ve şiddet” halini birlikte öngörmüştür. Yani cebir veya şiddet değil, cebrin içinde şiddet barındıran halini tercih ederek yasanın uygulamasını önemli ölçüde daraltmıştır. İddia makamı TCK 312.maddesini unsurları oluşmamasına rağmen uygulanması için, bu bölümdeki anlatımlarını görmezlikten gelerek cebir ve şiddet unsurunu, içine sadece manevi cebri alacak şekilde cebir haline indirgemiştir. Bu yorum kabul edilemez. 5) Gerek doktrine görüşler, gerekse Askeri Yargıtay ve Yüksek Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatları TCK 312.maddesinin tarafıma uygulanmasını imkânsız kılmaktadır. İddia makamı, 765 Sayılı Yasanın 147.maddesinin, 5237 Sayılı Yasanın 312.maddesinin gerek yasal unsurlarını gerekse uygulamada yerleşmiş yorumlarını eksik ve taraflı olarak aktarmış olsa da maalesef, kendisinin belirlediği eksik ve hatalı unsurları dahi uygulamaktan imtina etmiş, gerek şahsıma gerekse diğer sanıklara TCK 312.maddesinin tatbiki imkansız olmasına rağmen, her bir sanık açısından değerlendirmeden, bu hükmün uygulanmasını talep etmiştir. Bu hükmün davamızda uygulanmasının imkânsızlığını ortaya koymak açısından her bir unsur açısından doktriner görüşlere ve Yüksek Mahkeme içtihatlarına savunmamda ayrıntılı olarak yer vermekte fayda görmekteyim. Şöyle ki; a) Eylemlerin yani icra hareketlerinin neticeyi doğurmaya elverişli olması gerekir. aa) Doktriner Görüşler TCK 312.maddesindeki suçun gerçekleşmesi için hükümeti ortadan kaldırmaya ya da görevlerini kısmen veya tamamen engellemeye yönelik icra hareketlerinin söz konusu tehlikeyi 106 yaratabilecek nitelikte olması gerekir. Her hangi bir tehlike yaratması mümkün olmayan eylemler suçun maddi unsurunu oluşturmaz. Suçun tamamlanması için neticenin meydana gelmesi şart değildir. Ancak icra hareketlerinin neticeyi doğurmaya elverişli olması gerekir. Neticeyi doğurmaya elverişli olmayan hareketler icra hareketi sayılmaz. TCK 312.maddesindeki suç, bir tehlike suçudur. Ancak eylemin amaca yönelik sonucu elde etmeye uygun elverişli olması ve elverişli araçlarla icra hareketlerine başlanmış bulunması, başka bir deyimle amaçlanan sonucu doğurabilecek icra hareketleri olarak belirginleşmesi gerekir. Eylemin sonucu elde etmeye elverişli olup olmadığının soyut ve genel belirleme dışında eylemin işlenme şekli, zamanı ve diğer somut özellikleri ile birlikte değerlendirmek suretiyle saptanması gerekir. Bu itibarla amaç suç niteliğinde bulunan TCK 312.maddesindeki suçu işleme amacı doğrultusunda olmakla beraber, bu sonuca ulaşma tehlikesi doğurmayan yetersiz ve önemsiz eylemler, örgüt suçunun unsurlarının bulunması halinde TCK 314.maddesindeki silahlı örgüt suçunu oluşturabilir. İddia makamının mütalaada belirlediği üzere elverişliliğin tehlikelilik noktasında değil, neticeyi gerçekleştirme noktasında aranması gerektiği kesin bir dille ifade edilmiştir. Tehlike yaratabilecek elverişli hareketler ile neticeyi gerçekleştirebilecek elverişli hareketler arasında çok bariz fark vardır. İddia makamının suçun uygulanmasını genişleten, temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasını engelleyebilecek uygulamalara yol açabilecek bu düşüncesi doktrinde ve Yargıtay içtihatlarında kesin bir dille reddedilmiştir. Bizzat mütalaada belirtilen Yargıtay Ceza Genel Kurul kararında dahi iddia makamının bu görüşü kabul edilmemiştir. Ancak suç bir somut tehlike suçu olduğu için; 107 teşebbüs edilen fiillerin “Devletin Anayasal Düzeni”nin değiştirilmesini mümkün kılabilecek yoğunlukta olması gerekir. Bu husus, somut olayın şartları göz önünde bulundurularak hakim tarafından takdir ve tayin edilecektir. Madde de belirtilen amacın gerçekleşmesine matuf olsa bile, bu neticenin gerçekleşmesi açısından somut bir tehlike arz etmeyen fiiller, başka bir suç oluştursa bile, 312.maddedeki suçu oluşturmayacaktır. İcra hareketinin elverişli olup olmadığının belirlenmesinde sanığın örgütsel bağlılığı, örgütün ülke genelindeki organik bütünlüğü, toplumdaki etkinliği dikkate alınmalıdır. Amaç suçu işlediği iddia edilen sanığın sübuta eren eylemlerin belirlenmesi zorunludur. Failin üyesi bulunduğu örgütün amacı dışında bir başka kişisel nedenlerle suç işlemesi halinde amaç suç olan TCK 312.maddesi uygulanamaz. Bir eylemin TCK 312.maddesindeki suçu oluşturabilmesi için hazırlık hareketini aşıp icra hareketini oluşturabilecek amaç suça uygun ve elverişli olması ve elverişli araçlarla işlenmesi yetmez, eylemlerin mutlaka zorlayıcı nitelikte olması gerekir. Propaganda veya telkin aşamasında kalmış fiiller ile örgütlenme aşamasındaki eylemler maddede sözü edilen gayenin gerçekleşmesine yönelik elverişli özelliğine sahip değildir. Madde de sayılan elverişli fiillerin cebri nitelikte olması gerekir. Göz önünde bulundurulması gereken husus işlenen fiillerin devletin varlığını tehlikeye sokmasının zorunlu olduğu hususudur. bb) Elverişlilik şartına ilişkin Yüksek Mahkeme kararları Yüksek Mahkemeler bu şartı aradıkları kararlarında suçun soyut değil, somut bir tehlike suçu olduğunu ortaya koymuşlardır. Şöyle ki; aaa) Eylemler gaye suçu işlemek amacı doğrultusunda olmakla beraber bu sonuca ulaşma tehlikesi doğurmayan yetersiz ve önemsiz 108 eylemler maddedeki suçu oluşturmazlar. Olsa olsa hazırlık hareketleri niteliğindeki bu tür eylemler silahlı örgüt suçunu oluşturabilir” Yargıtay ( CGK, 22.10.1990,1990/193-251) bbb) “Sanığın duvarlara bildiri asması ve birkaç bina yakmaktan ibaret eylemleri amaç suçu sağlamaya yönelik uygun ve elverişli amaçlarla icra fiili niteliğinde bulunduğu kabul edilemez” (Yargıtay CGK’nun 22.10.1990,9/193-251) ccc) “Amaç suçun uygulanabilmesi için diğer koşullar yanında işlenen gaye suçunun vahamet niteliğini de nazari dikkate almak gerekir… Eylemi fiilen gerçekleştiren kişi ile yanında olup olayın vahametini meydana getiren öldürme eylemine fiilen katılmayan kişinin durumunun aynı nitelikte kabulü hak ve adalet duygusu açısından mümkün olmadığı.” (As.YDK 26.03.1987,61/58) ddd) “Sanıkların korsan mitinge katılmaları, örgüt ve diğer yasak yayınları taşıma eylemleri örgüt üyeliği suçunun unsurları olup, söz konusu eylemler gaye suçuna yönelik cebri ve icrai hareketlerden değildir” (AS.YDK 20.10.1988,140-118) eee) “Terör örgütü üyesi olmak, seminer düzenlemek, bildiri dağıtmak, yazılama da bulunmak, mitinglere iştirak ve slogan atma, örgüte para toplama, K.Maraş olaylarını protesto etmek olarak sabit olan eylemleri gaye suçuna yönelik icra hareketlerinden olmayıp, örgüt üyesi olmak suçunun delilini teşkil eden izhari hareketlerdir” (AS.YDK.06.02.1986,9-17) fff) “Amaç suçun işlenmesi için silahlı örgüt kurmak, duvarlara yazı yazmak, propaganda yapmak amaç suçu oluşturmaz. İcra hareketlerinin başlaması belirli bir sonuca yönelmesi gerektiği gibi, icrada kullanılan vasıtanın da elverişli olması şartı aranacaktır” (AS.Y.1D.10.03.1982,26-86 ve 10.03.1982,121-07) 109 ggg) “Sanıkların korsan mitinge katılmaları örgüt ya da yasak yayın taşımaları diğer unsurların oluşması halinde örgüt üyeliği suçun kanıtları olup, amaç suça yönelik cebri ve icrai hareketler sayılmaz” (AS.YDK 20.10.1988,140-118) hhh) “Propaganda yapmak, örgüte adam kazandırmak, bildiri dağıtmak, bilinçlendirme, faaliyetleri silah temin etmek, silah konusunda örgüt üyesi yetiştirmek, hırsızlık yapmak gaye suçunun unsurları sayılamaz. Bu tür eylemler gaye suçunun hazırlık hareketi olup ancak örgüt üyeliği içinde değerlendirilmelidir” (AS.Y5D. 16.05.1984,138-242) ııı) “Toplumda devletin güçsüz kıldığı, yıkılacağı yolunda korku ve paniğe yol açmaya, yazılama, afiş asma, bildiri dağıtma, seminer ve mitinglere katılma hazırlık hareketi olarak düşünülebilir.”(AS.Y4D.13.03.1984,16-60) iii) “Amaç suç için neticenin gerçekleşme tehlikesini doğurabilecek adam öldürme, silahlı soygun, silahlı çatışma gibi kişi ve toplumları dehşete düşürücü yoğunlukta ve etkinlikte devlete karşı güveni sarsıcı nitelikte icra hareketleri olup, bu fiillerin düzeni esaslı biçimde ve elverişli vasıtalarla zorlayıcı bulunması gereklidir” (AS.Y4D. 13.03.1984, 16/60) jjj) “Niteliği itibariyle örgütün amacı doğrultusunda amaç suçun gerçekleşmesine yönelik olarak vahamet arz eden fiil amaç suçu oluşturur.” (Y.9.CD. 08.12.2003,478-2194) kkk) “Büfeye atılan bomba kullanmaya elverişli olmadığı takdirde ancak örgüt suçu kapsamında değerlendirilebilir” (Y.9CD.18.09.1995,4362-4741) lll) “Jandarma karakoluna silahlı baskın yapılarak askeri personelin görevini yaptırmamaya yönelik tek eylemleri maddede öngörülen sonuca ulaşmadaki yeterlilik ve önemi nazara alındığında hukuki durumlarının örgüt üyeliği çerçevesinde değerlendirilmesi 110 gerekir” (Y.9CD.25.01.1991, 3905-320) ve benzeri karar Y.9CD.02.05.1991, 706/1524) mmm) “Banka ve tren soygunundan pay alan kişi amaç suçu işlemiş sayılamaz. Örgüt üyesi olarak cezalandırılması gerekir. (AS.Y.5D.12.10.1983) nnn) “Gaye suçun maddi hareketinin, örgüt mensubu kimselerin teorisyenlerin önerilerine uygun olarak uyguladıkları usul ve taktiklerin gayeye müteveccih olarak istenilen ortamı yaratacak ve arzulanan neticenin gerçekleşme tehlikesini doğurabilecek olan adam öldürme, silahlı soygun, silahlı çatışma gibi kişi ve toplumları dehşete düşüren devlete karşı olan güveni sarsıcı nitelikte olay eylemler olduğu aşikardır” (AS.YDK.03.05.1984,110-109) ooo) “Gayeye müteveccih eylemler…arzulanan neticenin gerçekleşme tehlikesini doğurabilecek olan adam öldürme, silahlı soygun, silahlı çatışma gibi kişi ve toplumları dehşete düşüren devlete karşı olan güveni sarsıcı nitelikte olan hareketlerdir. (AS.YDK. 10.03.1983 aynı mealde ASY.1D.65-63 ve 27.6.1984,294-325) ööö) “Silahla tehdit ederek mağazadan para alıp kapı önündeki aracı çalan, aynı işyerinin önüne bomba koyan, daha sonra kuyumcuya giderek altınların torbaya konulduğu sırada zile basılması sonucu olay mahallinden kaçan, akabinde bir fabrika kasasını soyarken muhasebeciyi öldüren ve bilahare güvenlik güçleri ile girdiği çatışma sonucunda yakalanan sanığın bu eylemleri kişi ve toplumda panik ve dehşet havası yaratabilecek, anayasal düzenin yıkılması tehlikesini doğurabilecek nitelikte ve birinci derecede önemli haiz eylemler olduğu aşikardır. Sanığın örgüt içindeki yeri, etkinliği, suç kasıtlarındaki yoğunluk ve gerçekleşen eylemlere doğrudan doğruya katılmış olması nazara alındığında hukuki durumlarının amaç suç kapsamında değerlendirilmesi gerekir. (AS.YDK 02.07.1987,117/123) ppp) “Topluluk üzerine silahla birçok defa ateş edilmesi ve bu atış sonucu bir kişinin yaralanması, ateş eden kişinin öldürme gayesi 111 ile hareket etmesi (AS.YDK.19.03.1987,41/49) devlet otoritesinin sarsılması, karşıt görüşteki insanları yıldırmak mevcut düzenin yıkılması için fertler ve topluluklar üzerinde panik yaratmak, toplumu istenildiği şekilde yönlendirmek için adam öldürmek, toplumda mal ve can güvenliğini sağlamak, kolluk kuvvetlerine öldürme noktasına varan tecavüzler, banka soygunları, binaları karşılama, patlayıcı madde atma gibi eylemlere asli maddi fail olarak katılan sanığın bu fiilleri müesses nizamın yıkılmasına elverişli ortamın doğmasına müessir gayeye yönelik suçlardır” (AS.YDK.19.03.1987,41-49) cc) Doktrindeki görüşler ve Yüksek Mahkeme İçtihatları karşısında tarafıma isnat edilen fiillerin hukuki durumu Gerek iddianamede, gerekse mütalaada önce TCK 313.maddesinde, daha sonra TCK 312.maddesinde düzenlenen suçları işlediğim kanaati ile şahsıma şu fiilleri isnat edilmiştir. ___ Türkiyem Topluluğunun İstanbul Şubesinin yürütme kurulu üyesi olduğum, ___ Muzaffer Tekin’in müdafisi olarak telefonda yaptığım bir konuşmada, yürütülen soruşturmayı milli mesele olarak nitelendirdiğim, ___ Ali Yiğit’in yeni ifade vermesi ve de ilk ifadesinin geçerli olmadığını söylemesi için çalışmalar yaptığım, ___ Genelkurmay Başkanlığı, Bilgi Destek Dairesindeki bilgisayar disklerinde bilgim olmaksızın bir yazıda Büyük Hukukçular Birliği’nin TGB ile birlikte desteklenerek harekete geçmeleri sağlanabileceğine ilişkin üçüncü kişinin yorum ve öneri de bulunduğu, ___ Büyük Hukukçular Birliği Derneğinin toplantılarına bir kısım sözde örgüt sanıklarının iştirak ettiği, ___ Büyük Hukukçular Birliği’ni sözde örgütün amaçları doğrultusunda yönetip, yönlendirdiğim, sözde örgütün birçok mensubu ile irtibatta bulunduğum, 112 ___ Hukuk çerçevesinde kalmaya özen göstererek legal görünümlü provakatif miting, basın açıklaması, dava açılması gibi faaliyetleri yönlendirdiğim, ___ Legal görünüşlü eylemlerdeki söylemlerim de internet sitelerinde yazdığım yazılarda, irtibatta bulunduğum kişilerle yaptığım telefon görüşmelerimde televizyon programlarında halkı hükümete karşı kışkırttığım, ___ Sözde örgütün ve mensuplarının hukuk alanında işlerini takip ve organize ettiğim, ___ Diğer sözde örgüt üyelerinden Asım Demir, Atilla Aksu ve Fuat Turgut’u emir ve talimatlarla yönlendirdiğim, ___ Sözde örgütsel faaliyetlerimde süreklilik, çeşitlilik, yoğunluk ve kamuoyundaki etkim olduğu iddia edilerek TCK’nun 312.maddedeki suçu işlediğim ileri sürülmüştür. Şahsıma isnat edilen hiçbir fiilde, TCK 312.maddedeki neticeyi doğuracak ya da bu tehlikeyi yaratacak nitelikte elverişlilik yoktur. TCK’nun 312.maddesinde ki gaye suçunun işlenebilmesi için işlediğim iddia edilen fiillerin vahamet arz etmesi gerekir. Hiçbir müellif görüşünde ve Yüksek Mahkemenin kararında telefon görüşmeleri, basın açıklamaları, mitinge iştirakler, dava açmalar, televizyon programları, internette yazı yazmalar, hukuk alanında işlerin takibi, sivil toplum kuruluşu üyeliği asla vahim bir fiil olarak amaca ulaşma tehlikesi doğurabilecek eylemler olarak değerlendirilmemiştir. Tam tersine söz konusu fiiller sözde örgüt kapsamında yapılsa bile ancak unsurların oluşması halinde sözde örgüt suçunun varlığının delili olabileceği belirtilmiştir. Mütalaa ve iddianamede belirtilen ve tarafıma isnat edilen hangi fiilim de; ___ Toplumda panik ve dehşet havası yaratabilecek, 113 ___ hükümeti ortadan kaldırabilecek ya da görevlerini engelleyebilecek, ___ Devletin otoritesini sarsabilecek, ___ Mevcut düzeni yıkabilecek nitelikte adam öldürme, silahlı soygun, silahlı çatışma gibi eylemlerle kıyaslanarak gaye suçu işlediğim ileri sürülebilir. Tarafıma isnat edilen hangi fiil hükümeti ortadan kaldırmaya ya da görevlerini engellemeye elverişli suçtur. ___ Ortalama 50-60 kişinin katıldığı, yasal izinleri alınmış basın açıklamaları ile mi hükümet ortadan kaldırılacaktır? ___ Açtığım davalar mı hükümetin görevlerini engelleyecektir? ___ Yaptığım iddia edilen televizyon programları, internette yazdığım yazıları, sivil toplum kuruluşuna üyeliğim, içinde hiçbir suç unsuru olmayan telefon görüşmeleri, bir sanığın doğru ifade vermek amacı ile kendi isteği üzerine düzenlenen bir toplantıya davet üzerine iştirakim, dernek yönetim toplantılarına katılmam, bir asker şahsın bilgim olmaksızın başkanlığını yaptığım derneğin kullanılmasına ve desteklenmesine ilişkin yaptığı iddia edilen öneri mi hükümeti ortadan kaldırabilecek nitelikte fiillerdir? Bunun aksini iddia edip, bu fiillerin hükümeti ortadan kaldırabilecek neticeyi sağlayabilecek tehlikeyi doğurabilecek elverişlilikte olduğunu söylemek hukukun tümden inkarıdır. Hiçbir hukuk müellifi ve Yüksek Mahkeme içtihatlarında bir an için bahsi geçen fiiller hukuka aykırı olarak gerçekleştirilmiş olsa bile asla amaç suçu gerçekleştirebilecek tehlikeyi doğurucu nitelikte elverişliliğe sahip olduğu iddia edilmemiştir. Aksi halde evrensel insan hakları belgelerinde ve yasalarda düzenlenmiş tüm temel hakların kullanılması amaç suç kapsamında kalır ki, böyle bir uygulama hukuk düzenini alt üst edip, toplumda büyük bir kaos ve kargaşaya sebebiyet verecektir. 114 Tarafıma isnat edilen yasaya uygun meşru hukuk sistemi içinde kalan anayasal haklarımın kullanımını ifade eden fiillerimi vahim suç kapsamında kabul edip, amaç suçun işlendiğinin iddia edilmesi, hukukun yok sayıldığı faşist sistemlerde olup, 12 Eylül hukukunda dahi böyle bir uygulama görülmemiştir. Bu tür istemleri içeren mütalaalar ve mahkeme kararları yargıyı siyasallaştırıp, hukukun siyasi iktidar kavgasında silah olarak kullanılmasına yol açar. Maalesef sayın savcılar hukuk tarihimizde son derece kötü bir şöhrete sahip olacak, ileride kendilerinde “bu belgeyi nasıl imzaladım” noktasında bahaneler bulmalarını gerektirecek bir mütalaaya imza atmışlardır. Çünkü böyle bir mütalaa hukukun ve yasaların biraz olsun geçtiği hiçbir dünya devletinde, devleti koruma adına dahi verilemez. Bu belgenin ilkel bir hukuk düzeninde dahi yeri yoktur. Hukukun bu ölçüde toplumsal güç çatışmalarında kullanılmasının bedelini kurumlarımız ve bu ülke insanı ödeyecektir. Anayasal rejimimiz ve hukuk sistemimiz toplumsal dinamiklerin yarattığı süreçte değil tam tersine, hukukun kullanılması sureti ile kin ve öfke ile hareket eden yüzyıllık intikam peşinde koştuğunu çekinmeden söyleyen sivil unsurların yarattıkları sürekli darbe ortamında değiştirilmektedir. Bu dönemde hukukun dışına taşmış siyasetçilerin ve kamu görevlilerinin sorumlu kılınacağı, istikbalde yaşanacak hukuk süreçlerinde bugün bu davada verilen mütalaalarda ve aynı görüşleri taşıyacak mahkeme kararlarında benimsenen vahim sayılan amaç suçları bu ölçüde kolaylaştıran yorumların çok önemli ölçüde sorumluluklarında emsal olarak kullanılacağından hiçbir tereddüdüm yoktur. Hukukun silah olarak kullanıldığı bu dönem ülkemizde ne ilk ne de son olacaktır. 115 İnsan haklarının ve demokrasinin gelişmediği, hukuk devletinin sadece anayasalarda ve yasalarda kâğıt üzerinde kaldığı, yaşama dökülmediği toplumlarda güç dengelerinin değiştiği her dönemde, siyasi aktörlerin kolaylıkla mahkûmiyetini sağlayabilecek hukuki argümanları temin etmekte hiç güçlük çekilmeyecektir. Siyasal yargılamalar ve suçlamalar hiç değişmeyecek sadece sanık sandalyelerinde oturanlar değişecektir. 1960 Yassı ada yargılamalarında bile seçilen üç kurbanın dışında ki siyasi kadroların kurtulması için o günün darbe sonrası oluşturulan yönetimin TCK 146/3 mad. feri anayasa ihlali gibi hukuk dışı bir suç yaratarak, siyasi kurban sayısını sınırlandırma gayretleri karşısında, hiçbir yasa değişikliğine gitmeden vahim nitelikteki gaye suçlarını adeta hakaret suçu gibi algılayıp uygulayan bu yönetimin ne ölçüde toplumsal histeriye kapılıp, adeta siyasi katliam yaparak kin ve nefret tohumları ekmesi karşısında endişeye kapılmamak ve ürpermemek mümkün değildir. Sıklıkla siyasi gelgitleri yaşayan ve dönemeçlerin uzun aralıklara yayılmayan toplumumuzda öç alma duygusunun sınır tanımadan uygulanmasının onarılmaz ölçüde yarattığı mağduriyetlerin yeniden bedel ödetme dönemlerini yaşatmayacağını kim iddia edebilir. Hukuku silah olarak kullanan yönetimlerin bulunduğu toplumlarda bu süreçlerden kaçınmak asla mümkün değildir. b) Maddi unsurda mutlaka cebir ve şiddet bulunmalıdır. aa) Doktrindeki görüşler İsnat edilen hükümeti ortadan kaldırmak ya da görevlerini engellemeye teşebbüs etmek suçunun gerçekleşebilmesi için fiilin cebir ve şiddet kullanılarak ika edilmiş olması gerekmektedir. 5237 Sayılı Yasanın görüşülmesi sırasında “Cebir veya tehdit” unsurunun yerine “Cebir ve şiddet” unsurunun getirilmesinin amacı verilen önergede; 116 “Anayasamızda güvence altına alınmış olan ifade ve örgütlenme özgürlüğü kapsamında kullanılan hakların anayasa ihlal suçu kapsamında değerlendirilemeyeceğinin daha açık bir biçimde vurgulanması ve bu bakımdan ortaya çıkabilecek tereddütlerin giderilmesi için böyle bir değişikliğin yapılması gerekli görülmüştür” gerekçesi kullanılmıştır. Bu durumda suçun gerçekleşebilmesi için teşebbüs eyleminin cebren, yani fertlerin iradeleri zorlanmak suretiyle ifsat edilerek gerçekleştirilmesi gerekir. Eylemin, Anayasaya ve yasalara aykırı usul ve yöntemler kullanılarak gerçekleştirilmesi yeterli değildir. Ayrıca teşebbüste cebrilik vasfının oluşması zorunludur. Her ne kadar bir kısım müellifler; ___ cebrin gaye suçunun müstakil bir maddi unsurunu oluşturmadığı, ___ Failin hukuka aykırı usullere veya cebre matuf bir iradesinin mevcudiyetinin yeterli olacağı, ___ Hukuka aykırı bulunan her türlü vasıta ve usul cebir unsuruna dahil olduğu, ___ Başvurulan yolun Anayasa’da öngörülen usul ve esaslara aykırı olmasının yeterli bulunduğu, görüşlerini işlemiş iseler de, yasadaki “cebir ve şiddet” ibaresinin, anayasa ve yasaların müsaade etmediği her türlü usule teşmil edilmesini savunan bu görüşün isabetli olduğunu savunmak mümkün değildir. Kaldı ki tasarıda yer alan metnin yasanın kabulü sırasında “cebir ve şiddet” yolu ile işlenmesi gerektiğine ilişkin değişikliğin yapılması fiilde mutlaka cebir unsurunun bulunmasını, bunun manevi cebir olarak değil, tam tersine maddi cebir anlamında şiddet şeklinde ortaya çıkması istenmiştir. “Cebir veya tehdit” ibaresine önerge gerekçesinde belirtildiği üzere temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının önünün kapatılmaması için özellikle “cebir ve şiddet” tanımına yer verilmiştir. 117 Cebir bu suçun olmazsa olmaz unsurudur. Nitekim 765.Sayılı Yasanın 147.maddesinde de; “cebren ıskat” ve “cebren meneden” ibarelerine yer verilmesi bu suçun gerçekleşmesi için bu fiillerin sadece anayasaya aykırı ve hukuk dışı meşru olmayan nitelikte olmasının yeterli olmadığı, mutlaka cebir unsurunu barındırmasını zorunlu kılmaktadır. Bu durumda fiilin hem hukuka aykırı hem de cebri olması gerekmektedir. Kullanılan cebir ve şiddetin ayrıca neticeyi elde etmeye elverişli olup olmadığının takdir edilmesi gerekir. bb) Cebir ve şiddet unsuruna yönelik Yüksek Mahkeme içtihatları aaa) “Fiilin hukuka aykırı ve cebri olması gerekir” (YCGK 02.04.1996, 9.59/70) bbb) “Burada kastın hukuka aykırı vasıtalar kullanılmasını da kapsadığını belirtmek gerekir. (Y.9CD.30.09.1996,688-4716) ccc) “Bu itibarla, anayasanın koyduğu meşru yollar dışında, hukuka aykırı yollar anlamını taşıyan amaç suçtaki cebren sözü de dikkate alındığında, cezalandırılacak olan eylem anayasa düzenine ve yasaya aykırı tehlike yaratan hareketlerdir. (AS.Y3D.05.04.1983,210-341) ddd) “Fiilin kastedilen neticeyi elde etmeye uygun ve elverişli olması ve elverişli vasıtalarla zorlayıcı fiillere girişilmiş bulunması (Y.9CD.12.05.1987,739-2514) (Y.CGK. 23.11.1999,9-274/284) cc) Cebir ve şiddet unsuru yönünden tarafıma isnat edilen fiillerin değerlendirilmesi İddianamede ve mütalaada bu suçun maddi unsuru olarak belirtilen hiçbir fiilde cebir ve şiddet unsuru bulunmamaktadır. Mütalaada yer alan telefon görüşmelerinde, sivil toplum kuruluşlarına üyelikte, yapılan basın açıklamalarında, mitinglerde, 118 açılan davalarda internet yazılarında, televizyon programlarının hiçbirinde cebir ve şiddet unsuru barındıran bir fiil yoktur. Yine iddianamede belirtilen tarafıma gazetede çıkan bir haberle ilgili kişinin çektiği mesajda, müvekkilimin ve dostumun bana her zaman yardımda hazır olduğuna ilişkin telefonunda, bilgisayarımda çıkan matbu tüzük örneğinde asla cebir ve şiddet içeren bir eylem bulunmamaktadır. Kaldı ki yapmış olduğum etkinliklerim ve eylemlerimin tümünde yasal izinler alınmıştır. Hiç birinde hukuka ve yasaya aykırı bir durum yoktur. Tüm fiillerim Anayasa ve yasalarda belirtilen temel hak ve özgürlüklerimin kullanılmasından ibarettir. Nitekim bu husus özellikle mütalaada da işlenmiş; “faaliyetlerinin hukuk çerçevesinde kalması temel kuralına özen göstererek legal görünüşlü olan” “bu tür legal görünüşlü eylemlerdeki söylemleri” “sözde örgütün ve mensuplarının hukuk alanında ki işlerini takip ve organize ettiği” denilerek tüm eylem ve işlemlerimde hukukun dışına taşmadığım açıkça ikrar edilmiştir. Hukukun dışına taşmayan, hukuk kurallarına uyulmasına özen gösteren bir kişi nasıl olurda cebir ve şiddet içeren eylemlerin zorunlu olduğu TCK 312.maddede ki suçu işleyebilir. İddianamede iddia edilen silahlı kuvvetler içerisinde resmi hiyerarşiye uymayacağı düşünülen bir gurubun kışkırtıldığı iddiası ile de bu suç işlenemez. Çünkü cebir ve şiddet unsurunun bizzat şahsıma ilişkin suçun unsurunu oluşturabilecek fiil ve eylemlerde bulunması zorunludur. Başka bir sanığın fiilindeki cebir ve şiddet unsurundan sorumlu tutulmam düşünülemez. 119 Ordu içerisinde olduğu iddia edilen guruba atfedilen cebir unsurundan şahsımın hukuki durumunun etkilenmesi beklenemez. Ceza hukukunda şahsilik prensibinin varlığı unutulmamalıdır. İşyerimde ve evimde yapılan aramalarda; ___ Silah kapsamına girebilecek küçük bir çakının bile çıkmaması, ___ Uhdemdeki hiçbir belgede şiddet ve cebir unsurunu barındıran hiçbir fiil, eylem ve sözümün olduğunun kanıtlanamaması, ___ Telefon görüşmelerimde ya da kişilerle olan ilişkilerimde cebir ve şiddete yönelik hiçbir konuşmanın bulunmaması, tam tersine tüm etkinliklerimde hiçbir olayın çıkmaması, emniyete daha önce yazılı bildirimler yaparak güvenlik önlemlerinin alınmasını istemem, etkinlikler sırasında emniyet mensupları ile etkili işbirliğim bu konuda etkinliğe katılan herkesi uyarmakta ki hassasiyetim hiçbir söz ve fiilimde cebir ve şiddetin olamayacağının en önemli kanıtı olmuştur. Tarafıma isnat edilen suçu cebir ve şiddet unsuru nedeni ile işlemiş olmam mümkün değildir. c) TCK 312.maddedeki suçu işleyebilmem için bu suçun maddi unsuru olan fiilleri bizzat gerçekleştirmem gerekir. aa) Doktriner görüşler Sanığın bu suçtan cezalandırılabilmesi için bizzat eyleme katılmış olması zorunludur. Yani hükümeti ortadan kaldırmaya ya da görevlerini kısmen veya tamamen engellemeye yönelik fiillerin bizzat gerçekleştirilmesi zorunludur. Bu suça niteliği itibari ile feri iştirak mümkün değildir. Şerik eyleme katılmışsa artık asli maddi fail gibi cezalandırılacaktır. Bu katılım bizzat icra eden olarak da olabilir, yardım eden şeklinde de olabilir. Fail eyleme katılmamışsa ve örgütsel hiyerarşi içinde hareket ediyorsa örgüt üyeliğinden cezalandırılır. 120 Bu sebeple sanık hakkında bu maddeden cezalandırılma isteniyorsa bu suçun maddi unsuru olarak kabul edilen sanığın bizzat gerçekleştirdiği ya da katıldığı sabit ve mutlak olarak gerçekleşmiş vakıaların nelerden ibaret olduğu gösterilmelidir. bb) Bizzat katılım şartı ile ilgili Yüksek Mahkemelerin içtihatları aaa) “Suç işleyen kişinin fiili ve katılarak her hangi bir suç işlediği saptanamadığı gibi, tüm dosya kapsamından icra hareketi bulunmayan ve icra hareketi içinde her hangi bir derecede ki eylemiyle katıldığı tespit edilemeyen fiili…sözde örgüt üyeliği oluşturduğu” (AS.Y1D.09.03.1983, 97/226) bbb) “Hukuk kurallarına ve Yargıtay’ımızın istikrar kesbetmiş uygulamasına göre her sanık kendi eyleminden sorumludur” (AS.Y.5D.16.05.1984,138-242) ccc) “Amaç suçun uygulanabilmesi için gerçekleşen eylemlere doğrudan doğruya katılmış olmaları zorunludur” (AS.YDK. 02.07.1987,117/123) ddd) “Yasadışı örgüt mensubu olan kişinin, örgütün gayesini benimseyen bir kimse olması bakımından bu gayeyi gerçekleştirmek için uygulanacak usul ve taktikleri peşinen kabul etmiş bir kişi olması haliyle diğer mensuplarının işledikleri suçlara katılma iradesinin bulunduğunu kabul etmek gerekir biçiminde geniş bir yorumla suça iştirak iradesinin mevcut olduğu kabul edilebilir ise de ceza tayini için yalnız suça iştirak iradesinin mevcudiyeti yeterli olmayıp, icra hareketlerine iştirak edilmesi zorunludur” (AS. YDK.10.01.1984,5/2) eee) “Vahamet arz eden olaylara fiilen katılması zorunludur” (Y.9.CD.2006/7151,2006/7236) (Y.9.CD. 08.04.2003,2002/23682003/506) fff) “Ancak bu yapılırken, cezaların şahsiliği kuralıyla kişinin sadece kendi eyleminden sorumlu olacağına ilişkin temel ve evrensel kavramlar dışlanmamalıdır” 121 (Y.9.CD.07.07.1998, 1998-9-187,98/272) ggg) “Kararda sanığın katıldığı kabul edilen eylemlerin neler olduğu belirtilmelidir” (Y.9.CD.06.05.2002,874-980) hhh) “Eyleme katılmayan, örgüt bildirilerini dağıtan kuryelik yapan, örgüte yiyecek ve içecek temin eden, örgüt üyelerinin saklanması için barınaklar kazan, yurtiçi yurt dışı eğitim görmüş ise sadece örgüt üyeliği kapsamında değerlendirilebilir” (AS.Y.3D.12.02.1985, 7/28) cc) Suçun unsuru olan fiile katılım ile ilgili hukuki durumum İddianamede ve mütalaada sözde örgüt üyeliğine ilişkin fiillerin aktarılmasına gidilmiş ve bu fiiller TCK 312.maddenin maddi unsuru olarak gösterilmeye çalışılmıştır. İddianamede ve mütalaada yer alan hiçbir fiilim TCK 312.madde kapsamında maddi unsur değildir. Çünkü TCK 312.maddenin maddi fiilleri vahim nitelikte, içinde cebir ve şiddet unsuru barındıran, hükümdeki neticeyi gerçekleştirebilecek ölçüde elverişliliğe sahip, hükümeti ortadan kaldırmaya ya da görevini engellemeye teşebbüs mahiyetindedir. Oysa tarafımdan işlenmiş böyle bir fiil yoktur. Mütalaada sayılan sözde örgüt mensupları arasındaki telefon görüşmeleri, sivil toplum kuruluşlarına üye olmak, toplantılara iştirak etmek, basın açıklamaları ve mitinglere katılmak, televizyon programları yapmak, internet sitelerinde yazı yazmak TCK 312.mad. düzenlenen suçun maddi unsuru olamaz. Bu maddedeki suçun gerçekleşebilmesi için vahim nitelikteki icra hareketlerinin bulunması zorunludur. Tarafımdan bu suçun icra hareketlerine başlandığına ilişkin tek bir fiil gösterilmemiştir. Eğer böyle bir fiil var ise ve bu fiile ben iştirak etmemiş isem elbette ki şahsımın sorumluluğundan bahsedilemez. 122 Ayrıca davanın dışında tarafımdan işlendiği sübut bulan tek bir araç suç dosyası mevcut değildir. d) Suçun işlenme tarihi aa) İddianamede suçun işlenme tarihi olarak tüm sanıklar için yakalanma tarihi olarak gösterilmiştir. Temadi eden sözde örgüt suçu bakımından suçun işlenme tarihi, yakalanma tarihi dikkate alınsa da, TCK 311 ve 312.maddeleri yönünden suçun işlendiği tarih yönünden yakalama tarihinin hiçbir önemi yoktur. Ancak amaç suçlar bakımından suçun işlendiği tarih yönünden hiçbir açıklama yapılmamıştır. bb) Mütalaada durum değişmiş, gaye suçlar yönünden savcılık suç tarihi yönünden açıklama yapmak zorunda kalmıştır. Çünkü davada 765 Sayılı Yasanın 147.maddesinin uygulanma ihtimali çok yüksektir. İddia makamı bu olasılığı gördüğünden, bu konuda doktrinin ve Yüksek Yargıtay’ın görüşlerinin dışına çıkarak kabul edilmeyecek yorumlarda bulunmuştur. Mütalaanın 663.sayfasında suçun elverişli hareketlerle icrasına başlandığı anda suçun tamamlandığını, bu bakımdan suç tarihinin de icraya başlandığı an olduğunu, ancak amaca yönelik icra hareketlerine devam ettirildiği takdirde suç tarihinin son eylem tarihi olarak kabul edilmesi gerektiği, 2003-2004 yıllarında darbe planlarının yapılıp uygulamaya konulduğu darbenin koşullarının yeterince olgunlaşması yönünden ve ekibin deşifre olması nedeni ile gerçekleştirilemediği, ancak sanıkların eylem ve faaliyetlerinin örgütün amacına uygun olarak sürdüğünü bu sebeple suç tarihinin yakalanma tarihi kabul edilerek eski TCK 147.maddesinin uygulanma imkanı olmadığı belirtilmiştir. cc) Bu konuda müelliflerin tamamının ortak görüşü 123 sanığın tek eylemi var ise o eylem tarihi, birden fazla eylem var ise son eylem tarihi suç tarihi sayılacaktır. Suç açısından iddia makamının beyanlarının aksine sanığın yakalandığı teslim olduğu veya örgütten çekildiği tarihin önemi yoktur. ( Vahit Baltacı Terör Suçları ve Yargılaması, sayfa 143) Çünkü suç temadi eden bir suç değildir. dd) İddia makamı suçun işlenme tarihi olarak; “sanıkların eylem ve faaliyetlerini yine örgütün amacına uygun olarak yakalandıkları tarihe kadar sürdürdükleri” diyerek kendisi ile de çelişkiye düşmüştür. Öncelikle çok sanıklı davalarda genel ve mücerret ortak bir suç tarihi tespit edilemez. Savcılar, her bir sanığın suç tarihini ayrı ayrı göstermek zorundadırlar. Eğer 2003-2004 darbe planından sonra sanıkların eylem ve faaliyetleri TCK 312.maddede düzenlenen suçun maddi unsuru niteliğinde icra hareketlerini oluşturuyorsa sanığın son işlediği icra hareketi suç tarihi olacaktır. Bu durumda sanıkların her birinin son icra hareketinin belirlenip, suç tarihinin de ona göre belirlenmesi gerekecektir. Savcılar genel cümlelerle sanıkların eylem ve faaliyetlerinin devam ettiğinden bahsetmişler ancak bu konuda hiçbir sanık yönünden; “son icra hareketi şudur ve işlenme tarihi budur” deyip bir tespit yapmadan, sanki her sanık yakalandığında ve gözaltına alındığında ya da ifadeye çağrıldığında icra hareketini işliyormuş şeklinde hareket etmişlerdir. Bu düşüncenin ne ölçüde hatalı ve imkansız olduğu ortadadır. Sanıkların kendi bölümlerinde hangi eylemlerinin icra hareketi, hangi eylemlerinin hazırlık hareketi olduğu belirtilmemiştir. 124 Bir an için 2003-2004 yıllarında darbe planlarının olduğunu ve uygulamaya konmadığını düşündüğümüzde eğer bu planların hazırlanması icra hareketi olarak kabul edilmişse bu durumda bu planları hazırlayanların suç tarihi 2003-2004 yılı olacak başkaca bir icra hareketi olmadığı takdirde bu kişiler yönünden 765 Sayılı TCK’nun 147.maddesi tatbik edilecektir. Sanıkların bir yandan darbe planlarını hazırlayıp hükümeti, askeri darbe ile ortadan kaldıracakları iddia edilmekte, ancak 20032004 yılından sonra yakalanma tarihlerine kadar başkaca bir darbe planı ortaya konmamaktadır. Sadece mücerret eylem ve faaliyetten bahsetmek yeterli değildir. Çok sanıklı davalar, bireysel konumlarının ortadan kaldırılıp, aynı tornadan çıkmış gibi hukuki statüleri özdeşleştirilerek tek çuvala kondukları ihtilafa dönüştürülemezler. Özellikle TCK 312.maddeden cezalandırılma istenen sanıkların son icra hareketinin ve tarihinin gösterilerek her birinin ayrı ayrı suç tarihlerinin belirlenmesi gerekecektir. Suç tarihi yaş, zamanaşımı ve yasa uygulamaları yönünden büyük önem arz etmektedir. Savcılar bir yandan 2003-2004 yılında darbe planlarının hazırlandığını iddia edip, bu planlarını icra hareketi olarak görüp, sanıkları sorumlu tutmakta, ancak bu tarihten sonra da her bir sanık için başkaca bir icra hareketi gösterip, tarihini belirlemeyerek konuyu tamamen müphemleştirmektedir. TCK 312.maddesinden yargılanan sanıkların bu maddeye ilişkin cebri icra hareketleri netleştirilmediği ve tarihleri gösterilmediği takdirde, savcıların iddialarındaki 2003-2004 darbe planları döneminde yürürlülükte olan 765 Sayılı Yasanın 147.maddesinin uygulanması gerekecektir. Mahkeme öncelikle her bir sanık için suç tarihini ve uygulanacak yasayı çözmek zorundadır. 125 ee) Şahsım bakımından suç tarihi iddianamede yakalanma tarihi olarak 22.01.2008 tarihi gösterilmiştir. Sözde örgüt suçunun dışında iddianamede TCK 313.maddeden ötürü suçlanmama rağmen, bu suçun tarihi de belirlenmemiştir. Mütalaada TCK 312.maddeden suçlamama karşılık, bu suçun icra hareketleri ortaya konmamıştır. Açıkça; “şu eylem, bu suçun icra hareketidir,son icra hareketi şudur ve tarihide budur” şeklinde bir açıklama yoktur. Kaldı ki mütalaada belirtilen hiçbir fiil icra hareketi değildir. Savcılar bu sebeple netleşmekten kaçınıp hemen her konuyu sisli ve çözümsüz bırakmışlardır. Sözde örgüt suçu ile TCK 312.mad. suçun unsur ve fiillerini ayrı ayrı döküp, delillerle irtibatlandırmaları gerekirken maalesef bu hukuki tutumdan kasıtlı olarak kaçınmışlardır. Bu durumda TCK 312.madde yönünden suç tarihi ortaya konamamıştır. Yakalanma tarihi bu suçun işlendiği tarih olarak kabul edilemez. Savcıların açıkça; ___ İşlediğini iddia ettikleri TCK 312.maddedeki suçun icra hareketlerini tek tek belirtip, ___ en son icra hareketinin tarihini söyleyerek suçun tarihini ortaya koymaları gerekir. ff) Kaldı ki aynı sorun TCK 135 ve 327.maddede belirtilen suçlamalar içinde söz konusudur. İddia edilen bu suçlarında tarihi ortaya konmamıştır. Bu suçun delillerine el konulduğu tarih suç tarihi olarak gösterilemez. e-) Tarafıma isnat edilen TCK 312.maddesindeki suçun icra hareketleri gerçekleşmemiştir. 126 aa) TCK 312.maddedeki suçun tarafımdan işlenebilmesi için bu suçun maddi unsuru olan hükümeti, ____ ortadan kaldırmayı ya da ____ görevlerini tamamen veya kısmen engellemeye yönelik icra hareketlerine başlamam gerekirdi. İcra hareketlerinin ne olduğu konusu TCK 35.maddesinde yapılmış bulunmaktadır. Bu hükme göre; “Kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da” denilerek icra hareketinin suçun maddi unsurlarının doğrudan doğruya işlenmeye başlaması anlamına geleceği belirtilmiştir. Doğrudan doğruya başlamak madde gerekçesinde; “işlenmek istenen suç tipiyle belirli bir yakınlık ve bağlantı içindeki hareketlerin yapılması” olarak açıklanmıştır. Buna göre, suçun kanuni tarifinde unsur veya nitelikli hal olarak belirtilmiş hareketlerin gerçekleştirilmesi halinde icra hareketlerinin başladığını kabul etmek gerekir. Fiilin icra hareketi sayılabilmesi için tipik hareketle doğrudan doğruya bağlılık içinde olması gerekir. bb) Tarafıma isnat edilen suçun maddi unsurları cebir ve şiddet yolu ile hükümeti ortadan kaldırmak veya görevini engellemektir. Bu suçun icrasına başlanabilmesi için işlediğim iddia edilen fiil ile bu tipik hareketlerin gerçekleştirilmiş olması gerekir. Gerek iddianamede, gerekse mütalaada yazılı bulunan ve hiç birinde cebir ve şiddet unsuru bulunmayan; ___ sözde örgüt üyeleri arasında telefon görüşmeleri yapılması, ___ sivil toplum kuruluşuna üyeliğim, ___ başkanlığını yaptığım derneğin toplantılarına sözde örgüt üyelerinin katıldığı iddiası, 127 ___ basın açıklamaları, mitingler, açtığım davalar, televizyon programlarım, sözde örgüt ve mensuplarının hukuki işlerini takip etmem gibi fiillerin TCK 312.maddesinin maddi unsuruna ilişkin icra hareketi olarak kabul etmek hukukun inkarı anlamına gelir. Bu fiillerin hükümeti ortadan kaldırmak ya da görevlerini engellemek gibi tipik unsurlar ile doğrudan doğruya bağlantılı olduğunu ileri sürmek ya da tipik hareketlerin gerçekleştiğini kabul etmek, bir hukukçunun savunabileceği görüş olamaz. Bu sebeple iddianamede ve mütalaada tarafıma isnat edilen hiçbir fiil TCK 312.mad’nin icra hareketi olarak kabul edilemez. f-) Bu davada hiçbir halde TCK 312.maddenin unsurları oluşmamıştır. İddia makamı bu suçun unsurlarını yanlış yorumlamıştır. Tüm sanıklara isnat ettikleri fiiller yönünden TCK 312.maddedeki suç işlenmemiştir. Bu konuda savcılar uzun uzun yorumlar yapmış olmasına rağmen, sözde Ergenekon iddianameleri ile yargılanan sanıklara müşterek bir suç yaratmak için hukuk kurallarını kabul edilemez ölçüde zorlamışlardır. Yapılan tespitleri ve varılan sonuçları tasvip etmek mümkün değildir. TCK 309 ve 312.maddelerde düzenlenen suçlarda korunan hukuki yarar müşterektir. Ancak iki suçta korunan hukuki değerin konuları farklıdır. Anayasal düzen bozulmadan bakanlar kurulunun ortadan kaldırılması ya da görevlerinin engellenmesi halinde TCK 312.maddesi ihlal edilmiş olacaktır. Bakanlar kurulunun bu konuda karar alması engelleniyorsa ya da bakanlar kurulunun tümünün ya da çalışamayacak hale getirecek sayıda cebir ve tehdit uygulanarak istifaya zorlanması halinde TCK 312.maddesi tatbik edilecektir. 128 Eğer işlenen fiille 312.maddedeki konunun dışında ayrıca anayasal düzen bozulup 309.maddedeki korunan yarar ihlal edilmişse savcıların düşüncelerinin aksine burada artık 312.madde değil, 309.madde uygulanacaktır. Çünkü yasa koyucu bu hükmü sadece hükümetin kurumsal yapısını korumak amacı ile düzenleme konusu yapmıştır. İddia makamı mütalaasında bu konuda şu hatalı tespitlerde bulunmuştur; aa) TCK 309.maddede işlenen her suç yürütme ve yasama organına karşı işlenmiş olmaz. bb) Savcılar sürekli olarak hükümetin ortadan kaldırılmaması amaçlanmışsa yani bir dönem için ortadan kaldırılması halinde TCK 312.maddenin uygulanacağı belirtilmiştir ki, bu tespitte hatalıdır. Yasa sürekli ya da bir süre için ortadan kaldırma konusunda bir ayırım yapmamıştır. Ortadan kaldırma kısa ya da süresizde olsa anayasal düzeni ihlal etmişse, TCK309.madde uygulanacaktır. cc) Yürütme organının sürekli olarak bir başka organa dönüştürülmek istenmesi halinde TCK 309.maddenin uygulanacağı fikri doğru olmakla birlikte savcılar iki maddedeki konunun ihlali halinde özel hüküm 312.maddenin uygulanacağına ilişkin düşünceleri ile çelişkiye düşmüşlerdir. dd) Savcılar kast ile amacı birbirine karıştırmışlar, TCK 312.maddede özel kastın varlığını savunmuşlardır. Oysa TCK 309,311 ve 312.mad. kast aynı olup, sadece amaçlar farklıdır. İddia makamı sözde örgütün amacının kendi amaç ve çıkarlarına ters düşen yönetimleri yok etmek olarak belirlemekle birlikte, sözde örgütün kurulduğunu iddia ettiği 1950’li yıllardan itibaren hangi hükümetleri yok ettiğine somut örnekler getirmemiştir. Eğer seçimler sonucu oluşmuş yasama ve yürütme organlarını içinde sindirmeyip hukuk dışı yöntemlere müracaat ediyor ise bu durumda TCK 312.mad. uygulanması mümkün değildir. Burada zarar 129 gören ve ihlal edilen anayasal düzendir. İddia makamı üst paragraftaki iddiasının aksini bir alttaki paragrafta savunmak zorunda kalmıştır. 27 Mayıs 1960 Darbesini sözde örgüt yapmış ise bu durumda mecliste ortadan kaldırıldığından sözde örgütün sadece yürütmeyi hedef aldığı savunulamayacaktır. Sözde örgütün hedef aldığı hükümetler konusunda sadece Ecevit hükümetinin faaliyetlerinin engellendiğinden bahsedilmiş olmakla birlikte, sözde örgütün siyasal görüşleri ile uyumlu hükümetin neden düşürülmek istendiği, hangi çıkarlarına ters düştüğü konusu aydınlatılmamıştır. 2002 Yılından sonra AKP hükümetlerinin hedef alındığı iddiası da makul ve mantıklı değildir. AKP’nin çoğunlukla olduğu bir mecliste sadece hükümetin hedef alınmasının hiçbir yararı ve mantığı yoktur. Çünkü AKP hükümetinin ortadan kaldırılması halinde, meclis çoğunluğu AKP’de olduğundan yeni kurulacak hükümet yeni bir AKP hükümeti olacağından, sözde örgütün sadece hükümetleri hedef aldığı iddiası ciddiyetle bağdaşmayacaktır. Bu durumda AKP çoğunluğunun bulunduğu meclisinde hedef alınması gerekecektir ki bu halde, TCK 312.mad’nin değil, 309.maddedeki suçun ihlali gündeme gelebilecektir. Sadece yönetimleri hedef alan terör örgütü kurulmasının hiçbir mantığı olmadığı gibi dünyada eşi görülmemiş böyle bir örgüt gerçek değil sadece sanal olabilir. Hükümetlerin anti demokratik yollarla ele geçirilmesi gibi bir maddi gerçeklik olamaz. Meclis korunduğu müddetçe, anayasal sistemde AKP dışında bir hükümet kurulamayacağından, sözde örgütün sadece hükümetleri ele geçirme amacında olduğu iddia edilemez. İddialar hiçbir mantık temelinde savunulamaz. Meclis korunduğu müddetçe, hükümetlerin ortadan kaldırılması ya da ele geçirilmesinin bir faydası yoktur. 130 Sözde örgüt, TSK içinde hiyerarşiye uymadığı düşünülen bir gurubu darbe yapması için göreve çağırıyor ise, bu durumda yapılacak darbenin hedefi sadece hükümet olmayacağından, zarar görenin anayasal sistem olacağı açıktır. Türkiye’de yapılan iki darbede de sadece hükümetlerin değil, meclislerin de varlığı sona erdirilmiştir. Bu durumda kesinlikle TCK 312.maddenin uygulanmayacağı açıktır. Nitekim iddia makamı da en sonunda sözde darbe sonunda meclisinde çalışamayacağını kabul etmiş ancak buna rağmen TCK 311.mad’nin değil, TCK 312.mad. ihlal edildiğini savunabilmiştir. Bu durumda kasıt hükümete değil, belli bir siyasi görüşün iktidarına yönelmiştir ki, artık bu durumda sadece hükümetin hedef alınmadığı, millet iradesine dayalı anayasal düzen olacağı gerçektir. Savcılar; “eğer suç gerçekleşmiş olsa idi, Meclis’te kapatılacaktı, darbelerin hedefinde Meclis’te vardır” deyip, 311.mad. yerine 312.mad. uygulanması ile iktifa edileceğine ilişkin görüşü hukuk mantığı ile bağdaştırmak mümkün değildir. İddia makamının bu açmazı sözde örgüt için “yönetimleri ve hükümetleri hedef alan” hayali ve bilime ters düşen bir kılıf biçilmesinden kaynaklanmaktadır. Sözde örgüt yanlış bir kuram üzerine oturtulmuştur. Dünyada hiçbir örgüt sadece ve sadece hükümetleri hedef almak için kurulmaz. Bu durumda sözde örgüt sürekli muhalefette kalacaktır ki, gladyo zihniyeti ile oluşturulan bu tür anlayışa sahip devlete dayalı örgütler asla hükümetlere muhalif kalamazlar. İktidarda olmayan derin devlet ya da gladyo olmaz. g) Ortada darbe planı yok iken darbe ortamının yaratılması ile suçlanmam her türlü mantık ve olağan hayat kurallarının dışında bir iddiadır. Bir kısım sanıkların TSK’nin içine sızarak 2003- 131 2004 yılında askeri müdahalede bulunulmasına zemin hazırlanması için planlar yaptıkları, bu planları uygulamaya soktukları ancak darbe koşullarının yeterince olgunlaşmaması ve ekibin deşifre olması nedeni ile gerçekleştirilemediği, yakalandıkları tarihe kadar eylem ve faaliyetlerini sürdürdükleri iddia edilmiştir. Savcıların yaptıkları bu tespitin hiçbir yönü ile tutarlı olmadığı ve her türlü hukuki ciddiyetten uzak bulunduğu anlaşılmaktadır. Şöyle ki; aa) Bir an için bir kısım sanıkların söz konusu planları hazırladığı kabul edilse bile yapılan bu planların hiçbiri icra hareketleri işlenmek sureti ile uygulanmaya konmamıştır. Dosya kapsamında icra hareketi olarak gösterilen faaliyet ve eylemlerin tümü hazırlık hareketi mahiyetinde olup, TCK 312.maddesinin maddi unsurunu oluşturacak icra hareketi olarak kabul edilemez. bb) Savcılar planları hazırlayanların, darbe koşullarının yeterince olgunlaşmamış olması nedeni ile vazgeçtiklerini ifade etmişlerdir. Bu durumda TCK 36.maddesinde düzenlenen; “gönüllü vazgeçme” hükmünün tatbiki gerekir. Ortada icra hareketi olmamasına rağmen, olsa bile hangi saikle olursa olsun bu icra hareketlerinden vazgeçen kişiye teşebbüs edilen cezadan ötürü ceza verilemeyecektir. cc) 2003-2004 Yılından sonra açıkça bir darbe planının olmadığı kabul edilmiştir. 76 Milyonluk bir ülkede iddia edildiği gibi bir gurubun askeri darbe yapabilmesi için yıllar önce her ayrıntının titizlikle düşünüldüğü ve tasarlandığı büyük boyutta planların yapılması gerekir. Nitekim 2003-2004 yılına ait olduğu söylenen sözde darbe planlarında ki ayrıntılar ve kapsam dikkate alındığında, en az bu ölçekte planlar yapılmadan bir darbenin yapılmasının imkansız olduğu anlaşılmaktadır. 132 Ancak iddia makamı 2004 yılından sonra böyle bir planın bulunmadığını, sadece sanıkların eylem ve faaliyetlerinden söz etmiştir. Yani ortada böyle bir darbe planı olmadan ben ve diğer sanıklar nasıl olurda darbe ortamını hazırlamak için faaliyet ve eylemde bulunduğum sorusu açıkta kalmıştır. Darbe planı olmadan, darbeye de zemin hazırlanamaz. Yine plan olmadan, öncesinde ve sonrasında yapılacak faaliyetler konusunda da kimse görevlendirilemez. Tarihimizde en yakın 12 Eylül 1980 darbesinin yapılmasından yıllar önce planlandığı ve adım adım uygulamaya konduğu, darbe planını yapan ve uygulamaya koyanların sürekli toplantılarla planı yürüttükleri konu ile ilgili yazılan kitaplarla kamuoyunun bilgisine sunulmuştur. Bu durumda bir darbe planı olmadan yapılacak darbeden ve ortamının hazırlanmasından da bahsedilemez. dd) 2003-2004 Yılında sözde darbe planlarını hazırladığı iddia edilen, TSK mensuplarının tümü bu tarihte ve sonrasında emekliye ayrılmıştır. Yani bu kişilerin görev başında iken darbe koşullarının oluşmaması, ya da deşifre olması nedeni ile yapamadıkları darbeyi daha sonra sivil hayatta iken nasıl yapacakları konusu da cevaplandırılmayan bir başka müphem konudur. Darbe ancak görevde bulunan Silahlı Kuvvetler mensuplarınca gerçekleştirilebilir. ee) Birleşen davalar içinde İnternet Andıcı ya da İrtica İle Mücadele Eylem Planı davalarında sanıkların darbe yapacakları, ya da bu konuda plan hazırladıkları konusunda bir delil olmadığı gibi iddia makamının bu iddiası da yoktur. Bir an için söz konusu davalarda kamu görevlilerinin yetkilerini aşarak TSK’nin hassas olduğu irtica ve terör konusunda ya da görevini aşan diğer konularda faaliyette bulunarak bir takım çözümler üretmiş olsalar ve bu çözümler doğrultusunda kamuoyunu bilgilendirme ve kazanma yoluna gittikleri düşünülse bile bu 133 faaliyetler kesinlikle hükümeti ortadan kaldırmaya ya da görevlerini engellemeye yönelik faaliyetler olarak kabul edilemez. Ülkenin sorunları ile ilgili olarak TSK’nin fikir üretmesi ve bunu kamuoyu ile paylaşması kadar doğal hiçbir şey olamaz. Bu hususta diğer güvenlik kurumlarının faaliyetleri görmezlikten gelinirken, TSK’nin kurumda çalışan personelinin ya da kurumun görüşlerinin internet siteleri ile kamuoyuna aktarılması kesinlikle TCK 312.maddede ki suçun unsurunu oluşturamaz. Diğer taraftan irtica ile mücadele konusunda, TSK’nin kendisini görevli addederek bu konuda planlar yapması ve faaliyette bulunmasının hukuk ve yasa dışı olduğu da iddia edilemez. Bu konuda İç Hizmet Kanunu dahil birçok yasal düzenleme karşısında TSK’nin ülkenin güvenlik sorunlarından bir tanesi olan irtica konusunda çözüm üretip faaliyette bulunmasının darbe ve hükümeti ortadan kaldırma suçunun maddi unsuru olarak görülemez. ff) 2003 ve 2004 Yıllarında hazırlandığı ve uygulamaya konulacağı iddia edilen sözde planların dışında, 2004-2008 yılları arasında TSK içinde görevli bir gurubun darbe planları hazırladığına ya da bu amaç doğrultusunda faaliyette bulunduğuna ilişkin ciddi hiçbir iddia ortaya konamamış ve delillendirememiştir. İddia makamı sadece sanıkların 2004 yılından sonra eylem ve faaliyette bulunduğunu iddia etmiş ancak herkesin bölümünde yazılı hiçbir eylem ve faaliyetin TCK 312.madde kapsamında suçun maddi unsurunu oluşturan boyutta bir icra hareketinin varlığını ortaya koyamamıştır. Hemen tüm sanıkların Anayasa ve yasaların tanıdığı temel hak ve özgürlükleri kapsamında yaptıkları yasal faaliyetler suç ya da suçun icra hareketi gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Kişilere tanınan hakların kullanımı TCK 26.mad. uyarınca asla suç sayılamaz. 134 Savcıların hukukun ve yaşamın kabul edemeyeceği tüm gerçekleri bir kenara atarak oluşturmaya çalıştıkları sözde örgüte, bu defa evrensel hukuk ilkelerini inkar ederek TCK 312.maddede düzenlenmiş suçu atfetmeye çalışmaları hukuk mantığının kabul edebileceği iddialar olmaktan çıkmıştır. Olaylar, olgular, deliller, yasalar akıl ve mantık dışı yorumlarla değiştirilerek olmayan karineler yaratılarak bu sonuca varılması sadece hukukun katli sonucunu doğuracaktır. C) İDDİANAMEDE SÖZDE ÖRGÜT ÜYELİĞİ, MÜTALAADA SÖZDE ÖRGÜT YÖNETİCİLİĞİ SUÇU (TCK 314/1-2) 10.07.2008 Tarihli iddianamenin 1868.sayfasında sözde örgütün hiyerarşik yapısı içinde özel görevli konumunda bulunduğum, sözde örgütün amacına uygun faaliyet yürüttüğüm, lobi belgesinde açıklanan hukuk departmanın sorumlusu olduğum kanaat ve sonucuna varılarak; sözde örgüt içinde özel göreve haiz bir konumunda olmama rağmen 765 Sayılı TCK’nun 168/1 maddesindeki düzenleme yeni yasada kaldırıldığından, sözde örgüt içinde lider konumunda olmayıp özel bir görev yürütmem nedeni ile konumum örgüt üyeliği olarak öngörülmüştür. Bu defa mütalaada iddianamede tarafıma yapılan isnatlar tekrar edilerek, doğrudan bana bağlı olan Asım Demir ve Atilla Aksu’yu emir ve talimatlar ile yönlendirdiğim, yine aynı şekilde sanık Fuat Turgut’u da sözde örgüt amaçları doğrultusunda açtığım ya da katıldığım davalara iştirak etmesi için yönlendirdiğim, sözde örgütsel faaliyetlerimdeki süreklilik, çeşitlilik, yoğunluk ve kamuoyunda etkisi bir bütün olarak dikkate alındığında sözde örgütün yöneticisi olduğum kanaatine varılarak bu defa hukuki durumumun TCK 314/1 maddesi kapsamında değerlendirilmesi talep edilmiştir. Mütalaada hangi fiillerin TCK 312.mad. suçun, hangi fiillerin TCK 314/1-2 mad. kapsamında kaldığı konusunda hiçbir ayrıştırma 135 yapılmamıştır. Oysa savcıların gerek iddianamede, gerekse mütalaada tarafıma atfedilen fiillerin hangi suçun maddi unsuru olduğunu ayrıştırarak ortaya koyup, fiil ve delil arasında illiyet bağını kurarak isnatta bulunmaları gerekirdi. Savcılar bunu yapmadığından bu görev tarafımıza düşmüş, hangi fiilden ötürü hangi suçun işlendiği iddia edildiği konusu tarafımdan tespit edilmeye çalışılmıştır. Ancak söz konusu fiillerin kesinlikle TCK 312.maddede düzenlenen suçun maddi eylemleri olamayacağı ancak sözde örgüt üyeliğinin şartları oluştuğunda fiilleri olarak tartışılabileceği anlaşılmaktadır. Cevapsız hiçbir konunun kalmaması yönünden atfedilen tüm fiillerin kesinlikle sözde örgüt üyeliği suçunu oluşturmayacağı konusunda açıklamalar yapılma yoluna gidilmiştir. Savcılar mütalaasında şahsımı sözde örgüt yönetici olarak değerlendirirken ortaya koydukları gerekçeler son derece yetersiz, soyut ve genel ifadeler kullanılarak yapılmıştır. Aynı iddialar iddianamede var iken şahsımı sözde örgüt üyesi olarak değerlendiren savcılar, 4,5 yıllık yargılama sonucunda ne değişiklikler ve yeni deliller geldi de, sözde örgüt yöneticisi olarak kabul ettiklerini izah edememişlerdir. Mütalaada sözde örgüt üyeliği ve yöneticiliği adeta torbadan şansa çekilen rütbeler ve payeler olarak dağıtılmıştır. Yapılan suçlamalarda hiçbir hukuksallık ve maddi gerçeklik boyutu yoktur. Neden örgüt üyesi, neden örgüt yöneticisi olunduğu açıklanmadan ve delillendirilmeden atfı cürümde bulunulmuştur. 1) İDDİA MAKAMI, SORUŞTURMANIN BAŞINDAN İTİBAREN KONUMUMU BİR TÜRLÜ ŞEKİLLENDİREMEMİŞ, KURUCU MU? YÖNETİCİ Mİ? ÜYE Mİ OLDUĞUMA KARAR VEREMEMİŞTİR. 136 Şahsım hakkında soruşturmayı başlatan iletişimin dinlenmesi kararı talebinde bulunan savcılık örgüt kurucusu olduğum iddiasında bulunmuştur. Nitekim dinleme kararı da örgüt kuruculuğu nedeni ile verilmiştir. Soruşturma kapsamında, savcılık tarafından ifadem alındıktan sonra, hakimliğe sorgum için yapılan sevk mütalaasında sözde örgüt kurucusu veya yöneticisi olarak tutuklanmam istenmiştir. Sorgumu ve tutuklanmamı gerçekleştiren üye hakim de sözde örgütün kurucusu veya yöneticisi olduğum kanaati ile tevkif müzekkeresini tanzim etmiştir. İddianamede ise, sözde örgütte hukuk platformunun sorumlusu olarak hususi bir görev yaptığım ancak örgüt içinde lider konumunda olmadığım, Eski TCK’da ki 168/1 maddedeki düzenleme kaldırılmış olduğundan bu defa hakkımda sözde örgüt üyeliğinden dava açılmıştır. 4,5 Yılı aşan kovuşturma sürecinde toplanan hiçbir delilde ve dinlenen tanık anlatımlarında benim sözde örgütte yönetici olduğuma ilişkin hiçbir ibare geçmez iken muhtemelen mütalaanın 1954. Sayfasında yaptığım iddia edilen savunmadan ötürü bu defa sözde örgüt yöneticiliğinden cezalandırılmam istenmiştir. Ortada bir örgüt ve örgüt üyeliği olmayınca dava boyunca bu tür çelişkili gelgitlerin yaşanmasını makul karşılamaktayız. Türkiye’de hiçbir güvenlik kurumunun 60 yıldır faaliyette bulunduğu iddiasına rağmen keşfedemediği sözde örgütü, güya Ümraniye soruşturması kapsamında masa başında çalışarak buldukları tarihten itibaren 6 yıl geçmesine rağmen ne kuruluş tarihini, ne kurucularını, ne de kuruluş bildirgelerini ne de toplantılarını bir türlü tespit edemediklerinden torbaya doldurdukları sanıkları bazen yönetici, bazen üye bazen de kurucu yapmışlardır. Kuruculuk, yöneticilik ve üyelik payeleri savcılık iddialarına karşı yaptığınız savunmalara göre şekillenmiş ve dağıtılmıştır. 137 Soruşturmanın başında şahsımı örgüt kurucusu olarak görüp telefon dinleme kararı talep eden savcı ve kararı veren hakim, üç ay sonra tutuklama sevk ve müzekkeresine sadece kuruculuğum konusunda tereddüde düşerek kurucu olabileceğim gibi yönetici de olabileceğim yönünde görüş bildirmişlerdir. Ancak bu davada düzenlemeler ve sözde örgüte ilişkin planlamalar soruşturma ve kovuşturma sırasında “kervan yolda düzülür” misali yapıldığından, önce kurucu olabileceğim doğrultusunda düşünenler, sözde örgütün kuruluşunu 1950’lere götürünce, hasbelkader genç görünmeme bakarak, doğum tarihimin 1960 olduğunu tespitle kuruculuk payemi geri almışlardır. İddianame tanzim edilirken evimde yapılan aramalarda hiçbir uyduruk sözde örgüt belgesi bulamayıp, yaptığım telefon konuşmalarında, Sevgi Erenerol’a bir bayana davranılması gereken kibarlık, terbiye ve nezaket kuralları içerisinde davrandığımı görünce, bu defa beni özel görevli üye olarak yönetici yaptıkları Sevgi Erenerol’a bağlayarak yöneticilik payemi de geri almışlardır. Ancak kovuşturma sürecinde iddianameden farklı hiçbir delil çıkmayıp, hiçbir tanığın beyanı konumumu değiştirmeye yeterli olmayınca dernek yöneticiliğimi ve dernekte ücretle yardım eden Asım Demir’i, adliye çalışmaları çerçevesinde katip-avukat ilişkisi içinde olduğum Atilla Aksu’yu, kendisinin beyanı ile bana telefon açıp davaya iştirak talebinde bulunan Fuat Turgut’u bana bağlı göstererek yönlendirdiğim iddiası ile yeniden yöneticiliğe terfiim istenmiştir. Bu yapılırken talep yeterince gerekçelendirilememiştir. Artık bu konuda da yapılanlar hukuk ciddiyetinden fazlası ile uzaklaşıldığını göstermektedir. Savcılar ve hakimler sözde örgüt iddiası ile sanıkları altı yılı bulan süre tutuklu bırakırken, henüz tüm sanıkları kapsayan bir sözde örgüt şemasını yapamamış olmaları ayrı bir handikaptır. 138 Sosyal ve toplumsal olaylar hiçbir zaman boşluk kaldırmaz. Eğer ortada bir örgüt var ise, bunun mutlaka kurucusu, lideri, yöneticileri, üyeleri ve görev paylaşımı olacaktır. Bugüne kadar, altı yılı bulan soruşturma ve yargılamada bir kısım güvenlik kurumlarının ve kamu kurumlarının tüm enerjisini bu davaya harcamalarına rağmen sözde örgütün hangi tarihte, kimler tarafından nerede kurulduğu, kuruluş tarihinden itibaren yönetici ve üyelerinin kim olduğu, 1999 yılından önce yaptıkları toplantı ve kabul ettikleri tüzük ya da bildirgelerin ne olduğu konusunda en küçük bir bilgi ve belgeye ulaşmamış olmaları, halen sözde örgütün yöneticisi ve lider kadrosunun ortaya çıkarılmamış olması, davanın ve sözde örgütün 1999 yılında tanzim edilen sözde uyduruk örgüt dokümanları üzerinden nasıl kurgulandığını yeterince ortaya çıkarmış bulunmaktadır. Yapay örgüt oluşturma çalışmalarını perdelemek amacı ile ortaya atılan gizlilik ve hücre sistemi gibi prensiplerinin de inandırıcı olmadığı ortadadır. Cumhuriyet tarihi boyunca faaliyet göstermiş, toplantılarını dağlarda ve yabancı ülkelerin kamplarında yapan en küçüğünden en büyüğüne kadar yüzlerce terör örgütünün en ayrıntılı bilgilerine ulaşılmasına karşılık Türkiye’de kamu kurumları içinde ve üye olarak kamu görevlilerinin yer aldığı iddia edilen sözde örgütün 1999 yılındaki uydurma belgelerinin dışında 60 yıllık geçmişe rağmen tek bir belge ve bilginin bulunmaması, sözde örgütün bir proje olarak ortaya atıldığının, dava içinde de cevaplandırılamayan en önemli kanıtıdır. Yargılanan sanıkların tümünün sözde örgüt üyesi olmadığını belirtmesi yöneticisi ve toplantıları hakkında en küçük bir bilgiye sahip olmaması, hayatın olağan akışına uygun bir süreç değildir. Sadece bir kısım sanık için hazırlanmış gerçeğe ve dosyadaki maddi delillere uymayan şemalar yerine tüm sanıkları kapsayan bir 139 şemanın hazırlanamaması, ortada ülkenin dönüşümünü sağlayacak bir örgüt projesinin varlığını göstermektedir. 2) MÜTALAA VE İDDİANAMEDE ŞAHSIMA ATFEDİLEN FİİLLERİN ÖRGÜT ÜYELİĞİ SUÇUNU OLUŞTURMADIĞINA İLİŞKİN YAPTIĞIM HUKUKİ DEĞERLENDİRMELER a) Örgüt suçunun unsurları Örgüt, soyut bir birleşme olmayıp bünyesinde hiyerarşik bir yapının, ast-üst ilişkisinin emir komuta zincirinin hakim olduğu bir yapıdır. Bu sebeple örgüt, mensupları üzerinde bir güç kaynağı tesis eder. Örgüt suçuna katılımda bulunan kişiler aynı yönde hareket eder ve aynı amacın gerçekleşmesini hedeflemektedirler. Örgüt suçunun oluşabilmesi için amacı gerçekleştirmeye yeterli sayıda üyenin yanı sıra hiyerarşik yapının ve şiddete dayanan eylem programının varlığı şarttır. Hukuka uygun bir şekilde kurulmuş olan ve hukuka uygun amaçlar çerçevesinde faaliyet gösteren parti, sendika, dernek, vakıf ve şirket gibi teşekküllerin bünyesinde işlenmiş olan münferit suç vakıaları dolayısıyla bir suç örgütü olarak kabul etmek mümkün değildir. Kişinin katıldığı örgütün, suç işlemek amacı ile oluşturulduğu ve silahlı örgüt olduğu hususunda kasten hareket etmesi gerekir. Çoğu silahlı olan kişilerin meydana getirdiği örgüt silahlı örgüttür. Bu suçun meydana gelebilmesi için örgütü oluşturanların tamamının silahlı olması zorunlu değildir. Ancak silah sayısının suçun oluşması bakımından yeterli olması gerekir. Örgütün varlığı için kurulduktan sonra veya kurulması 140 sırasında amaca uygun olarak örgütlenmek, disipline olmak, faaliyetleri ahenkli hale getirmek, tek tek örgüt mensuplarının hareketlerini koordine etmek zorunludur. İllegal örgütlerde faaliyetler aşama aşama gelişir. Önce sempatizanlar saptanır, ardından bunlara siyasi ve ideolojik bilinç verilir, daha sonra kitle eylemlerine katılmaları sağlanarak cesaretleri geliştirilir. Bilahare kod adı verilerek gizlilikleri sağlanır ve son aşamada ise dağ kadrosuna aktarılarak askeri eğitim almaları ve ileri aşamada amaç suça uyan eylemlerin yapılmasına geçilir. Örgüt suçu soruşturma ve kovuşturmalarında Anayasa ve diğer evrensel sözleşmelerde güvence altına alınmış olan başta ifade özgürlüğü olmak üzere örgütlenme, dernek kurma, toplantı ve gösteri yürüyüşünde bulunma, basın özgürlüğü gibi temel hak ve özgürlükler kapsamında kullanılan hakların devlet aleyhine işlenen amaç suçlar arasında değerlendirmemek için özellikle itina gösterilmelidir. Örgüt niteliği itibariyle devamlılık arz eder. Bu itibarla kişilerin belli bir suçu işlemek için bir araya gelmesi halinde örgütün varlığından bahsedilemez. Örgütün yapısı sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından, amaçlanan suçları işlemeye elverişli olması aranmalıdır. Oluşturulan yapının somut tehlike arz etmesi zorunludur. Kişiler suç işlemek amacıyla bir örgütlenme yapısı içinde bulunmalıdırlar. Her hangi bir silahın varlığı, silahlı örgütün meydana gelmesi için yeterli değildir. Bazı üyelerinin hedeflenen suçların işlenmesini sağlayacak nitelikte ve nicelikte silahlı olmaları suçun oluşması için gereklidir. Silahlı örgütü yönetmek için örgütün hiyerarşik yapısı içerisinde amacına uygun biçimde işleyişini sağlamak örgüt üyelerine görev vermek ve genel stratejiyi belirlemek gerekir. 141 Örgüt üyelerinin organik bağ içerisine girerek yoğunluk, süreklilik ve çeşitlilik gösteren eylemlerde bulunması zorunludur. Silahlı örgütün amacının tüm üyeler tarafından bilinmesi gerekir. Silahlı örgüt üyeliği, örgütün amacını gerçekleştirinceye kadar uzun süreli faaliyetleri gerektirdiğinden somut olaydaki özelliklere göre kişinin konumunun örgüt üyesi sayılmasını gerektirecek boyuta ulaşıp ulaşmadığının ispat ve belirlenmesi zaruridir. Bu suçun özel kastı belli amaçları silahlı olarak gerçekleştirme olduğuna göre, failin bu özel kastının her hangi bir duraksamaya yer vermeyecek şekilde açık ve net kanıtlarla ortaya konması gerekir. Kastın dosyadaki kanıtlarla belirginleştirilmesi sanığın örgütün amacını benimsediğini açığa çıkaracak nitelikte hareketlerin saptanması zorunludur. İşlenen suçların silahlı terör örgütü faaliyeti çerçevesinde işlenmesi aranır. b) Örgüt Suçu ilgili Yargıtay içtihatları Gerek şahsımın, gerekse sözde örgüt üyesi olarak nitelendirilen kişilerin birbirleri arasındaki ilişkiler, dosyadaki mevcut deliller ve iddialar dikkate alınarak sunulan Yüksek Yargıtay içtihatları da sözde örgüt suçlamasının hukuki olmadığını ortaya çıkarmıştır. Şöyle ki; aa) “Yasal bir mitinge katılmak ya da memur arkadaşlarına da katılabileceğini söylemek örgütsel faaliyet olamaz” (AS.YDK.23.11.1989,181-241) bb) “Örgüt adına eyleme katılmayan, bu konuda ikrarı bulunmayan kişi sadece çantasındaki belgelere göre örgüt mensubu olarak kabul edilemez” (AS.Y.2D. 09.04.1985,17-7) 142 cc) “Yasa dışı örgüt üyesi olma, bir takım eylemlerle ortaya konabilecek şahsın kararlılığını örgüte bağlılığını kanıtlayan hareketlerin varlığına bağlı bir durumdur” (AS. YDK.12.11.1987,151174) dd) “Örgütün ülke çapında pek çok silahlı eyleminin bulunduğu, bu nedenle de TCK 168.maddesinde gösterilen silahlı örgüt vasfını aldığı anlaşılmaktadır” (AS.Y2D.15.02.1989,1-85) ee) “Eylemin örgüt tarafından ve örgütün amacı doğrultusunda gerçekleştirilmesinin kararlaştırılması zorunludur” (AS.YDK.28.03.1991,58-64) ff) “TCK 168.mad. silah amaçlanan suçun işlenmesini sağlayacak nitelik ve güçte olmalıdır” (YCGK. 17.06.1985,9-111-384) gg) “Ele geçen silahın örgüte ait olup olmadığı tespit edilmelidir” (AS.Y5D.26.02.1986,45-43) hh) “Şüphe ve karine üzerine örgüt üyeliğinden hüküm kurulamaz” (Y.CGK. 05.04.1993, 6.50-79) ıı) “Örgüt yöneticiliği için silahlı örgütün olması ve bu örgütte hususi bir görev almış olanların her hangi bir duraksamaya yer vermeyecek şekilde durumlarının hukuken belirgin olması gerekir” (TCGK.01.02.1988,9-422-1) ii) “Sanığın sadece örgütsel toplantılara katılması örgüte girdiğini gösterir başka deliller olmadıkça örgüt üyeliği için yeterli delil olarak kabul edilemez” (AS.Y5D.24.09.14986,180-170) jj) “Silahlanmanın TCK 168.maddesinde yazılı devletin şahsiyetine karşı suçları işlemek maksadıyla yapıldığı hususu şüpheli kalmış olmakla” (AS.YDK. 21.10.1982,207/202) kk) “Dokümanların içeriğinden sanığın süreklilik ve çeşitlilik gösteren örgüt üyeliğine götüren somut olaylar açıklanmamıştır. Dokümanların sanığa ait olduğu hususunda kuşkular bulunmaktadır. … 143 Dokümanlar kesin nitelik taşımadığı gibi içerikleri de örgüt üyeliğine götürecek derecede kesin değildir. Bu dokümanların sanığa ait olduğu da kuşkuludur” (Y.9.CD. 31.10.2006, 3095-5680) ll) “Delillerle sonuç arasında bağ kurulmalı, bir başka deyişle bu delillerle neden bu sonuca varıldığı anlatılmalı… hangi faaliyetlerin örgüt üyeliği suçunu oluşturduğu tartışılıp değerlendirilmeden genel ifadelerle gerekçeden yoksun karar verilmesi (Y.9.CD.12.7.2006,1855-4221) mm) “Sanığın örgütsel faaliyet gösterip göstermediği hususunda yeterli araştırma yapılmalıdır” (Y.9.CD.18.04.2006,889-2292) nn) “Sanığın üzerine atılı suçtan mahkumiyetine yeterlilikte her türlü kuşkudan uzak kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gözetilmeden” (Y.9CD.25.05.2006,1203-2816) oo) “Sanığın örgütle bağ içine girerek örgüt propagandası yapmak, örgütsel toplantılar düzenleyip katılmak, örgüte silah temini için yurtdışına gitmek, kod adı almak, örgütsel ders alıp ders vermek, örgüt mezarlığını ziyaret edip, öz geçmiş raporu vermek, istihbarat biriminde görev üstlenmek, örgüt mensuplarının evinde silahlı nöbet tutmak gibi süreklilik ve çeşitlilik gösteren eylemler TCK 168/2 maddesinde yazılı suçu oluşturduğu gözetilmeden” (Y 9.CD. 14.10.2003, 1626-1767, 18.03.2002 388-563, 02.07.2002 1513-1659, 03.06.2002 1183-1247) öö) “Sanık ERNK içinde görev alarak yurt dışında eğitim çalışmalarını sürdürmüş, bu kapsamda örgütsel dersler ve propaganda faaliyetleri ile örgütsel siyasi taban oluşturma ve örgüt üyelerini bilinçlendirme çalışmaları yapmış, sivil toplum örgütleri ile PKK terör örgütü arasında bir köprü görevi görmüştür. Olayda TCK 125.mad. suç unsurları oluşmamış olup, sanığın süreklilik gösteren eylemi TCY’nın 168/1 mad. uygun silahlı çetede özel göreve haiz olma suçu niteliğindedir” (YCGK. 08.04.2003, 9-30-98) 144 c) Mütalaada sözde örgütün varlığına ilişkin yapılan tespitler; Mütalaanın 330.sayfasından itibaren savcılık kurumu sözde örgütün varlığını iddia ederken şu tespitlerde bulunmuştur; ___ Sözde Ergenekon örgütü, NATO’nun soğuk savaş döneminde Türkiye’de adına derin devlette denilen kontrgerilla olarak kurduğu bir yapıdır. ___ Bu örgütün varlığı Başbakan Ecevit tarafından da kamuoyuna duyurulmuştur. ___ Böyle bir yapının varlığına hemen hemen kimse itiraz etmemiştir. ___ Sanıklardan Ferit İlsever’de 22.11.1990 tarihinde yaptığı basın açıklamasında kontrgerillanın olduğu, merkezinin Genelkurmay Özel Harp Dairesi olduğunu belirtmiştir. ___ Memduh Ünlütürk’ün kendisinin de mensubu olduğu Ergenekon örgütünü Erol Mütercimler’e anlatmıştır. ___ Erol Mütercimler savunmasında bir kitaptan alıntı yaparak Türk Generallerin, gladyo yapılanmasından söz ettiklerini anlatmıştır. ___ Susurluk kazasında çıkan yapı Ergenekon örgütünün küçük bir hücresidir. ___ Soruşturmalarda ele geçen belgelerin sözde örgüte ait olduğu hususunda bir kuşku yoktur. ___ NATO tarafından Türkiye’de kurdurulan bu kontrgerilla tipi yapılanmaya Türk kültürüne uygun olarak Ergenekon ismi konmuştur. ___ 1999 Tarihli Ergenekon Analiz belgesinde Derin Devlet, Kontrgerilla, Gladyo, Devlet İçinde Çete denilen yapının aslında Ergenekon olduğu itiraf edilmiştir. ___ NATO’nun kurduğu komünizmle mücadele için oluşturduğu örgütler zamanla amacının dışına çıkarak Ergenekon örgütünü oluşturmuşlardır. ___ Susurluk’ta Ergenekon’un izine rastlanmış ancak ortaya çıkarılamamıştır. Çünkü örgüt o dönemde etkindir. 145 ___ 1999 Yılında reorganizasyona ihtiyaç duyulmuş çalışma usulleri yazılı hale getirilmiş ve sivil açılımlar sağlamıştır. ___ Emniyetten gelen yazıya göre Ergenekon isimli örgütün amacının görünüşte devleti yeniden yapılandırarak iktidara ulaşmak olduğu belirtilmiştir. ___ Emniyetin yazısına göre hiyerarşik görev dağılımının yapıldığı, gizliliğin esas alındığı, iş bölümünün önceden tespit edildiği eğitim ve finans kaynak temininin, üyelerin eğitiminin açıkça ortaya konduğu, yapılan iş bölümüne göre raporlar sunularak yapının hayata geçirildiği, profesyonel bir örgütlenmenin oluşturulduğu; + Belgelerde örgütün suikastı ve amaca aykırı hareket eden ajanın öldürülebileceğini benimsediği, + Soruşturma kapsamında silah, bomba ve mühimmatlar ele geçirildiği, + Yargıtay binasının krokisinin çıktığı, + Bazı kişilerin ifadelerinde ve iletişim tespit tutanaklarında bir takım kişilere suikast düzenlenmesi konusunda planlar yapıldığı, + Ümraniye’de ele geçen 27 bombanın kafile ve stok numarası aynı ya da yakın olan bombaların 18 olayda kullanıldığının, bu olayların 7’sinin şiddet içerikli eylem olduğunun tespit edildiği, + 12.03.2008 Tarihinde dinlenen Gizli Tanık 9’un İstanbul’da bir villada buluşarak Cumhuriyet Gazetesine bomba atılması için 3 bombanın verildiği görülmekle sözde örgütün 3713 sayılı TMK’nun 1 ve 7.maddeleri uyarınca terör örgütü olduğunun saptandığı, __ Silah ve patlayıcı bulundurma, eylem hazırlıkları ve bomba irtibat bilgileri nedeni ile cebir ve şiddeti araç olarak benimsemiştir. __ Ergenekon örgütü Anayasa’da yer alan organları yok saymakta, paravan doktrin doğrultusunda, illegal sonuçları korumak için terör yöntemlerini benimsemiştir. __ Yapılan aramalarda sanıklarda devletin gizli kalması gereken bilgilerin çıktığı, toplumun muhtelif kesimlerinin fişlendiğine ilişkin 146 istihbari çalışmaların bulunduğu, devlet adamlarının koruma planları ve evlerinin krokilerinin olduğu, farklı etnik yapıdaki vatandaşlara ve alışveriş merkezlerine dair eylem planlarının çıktığı, tüm bu planların devletin otoritesini zayıflatmayı ve temel hak ve hürriyetleri yok etmeyi amaçladığı anlaşıldığı gibi bu eylemler devletin iç ve dış güvenliği için tehdit oluşturmuştur. __ Ergenekon örgütünün öncelikli hedefinin, TCK 312.mad. uyan yürütme organına karşı suç olduğunun apaçık ortaya çıkmıştır. __ Ergenekon örgütü çok sayıda vahim nitelikte ki silahı illegal yollardan sağlamış, örgütün amaçları doğrultusunda kullanmış ve gelecekteki eylemlerde kullanmak için saklamaktadır. Silahların çeşitliliği ve miktarı devlet otoritesini zayıflatma hedefini gerçekleşmeye yeterlidir. __ Temel bilgilere göre hiyerarşik yapı, iş bölümü ve uzmanlığa dayalı süreklilik gösteren bir sisteme kavuşturulmuş ve bu yapı uygulamaya konmuştur. __ Ergenekon örgütü, diğer terör örgütlerinin belirginleşmiş kalıplarda olmadığı, doğrudan, paravan ya da taşeron yapılarla faaliyetine devam ettiği, varlığı fark edildiğinde de dezenformasyon yöntemleri ile gizlenmiştir. __ Ergenekon örgütünün bölücü, dini ve Marksist yapıdaki örgütlerden farklı bir ideolojisi mevcuttur. Örgüt Cumhuriyetin temel niteliklerini istismar etmekte, amaçlarını engelleyen demokratik tercihleri gayrimeşru saymakta ve sonuçlarına açık ya da gizli cebri müdahale etmektedir. Örgütün üye yapısı amaçlarına uygun olarak oluşturulmuştur. Yürütme organının ortadan kaldırılması ve çalışamaz hale getirilmesi için normal koşullarda bir araya gelemeyecek kişileri kuruluşları legal ya da illegal siyasi oluşumları iş bölümü ve hiyerarşik yapı içinde bir araya getirilmiştir. __ Örgüt hücreler şeklinde düzenlemeler yaptığından örgüt mensupları birbirlerini bilmezler ve tanımazlar. 147 __ Örgütün meşru alana çıkan faaliyetleri örgütsel niteliği değiştirmemektedir. __ Ergenekon terör örgütü dinlenen tanık ve gizli tanık ifadelerine ve çıkan belgelere göre diğer terör örgütleri ile irtibatlı olup yönlendirmektedir. __ Bugüne kadar ülkemizde çıkan terör örgütlerine bakılarak Ergenekon örgütünün nitelendirilmesi mümkün değildir. O yüzden bir eylemden sonra gazeteleri arayıp eylemi üstlenmesini beklemek demek, devletimizin karşı karşıya kaldığı tehlikeyi algılayamamış olmakla eş değerdir. __ Bu nitelendirmelere göre Ergenekon örgütü TMY ve TCK’ya göre silahlı terör örgütüdür. d-) İddianamede ve mütalaada şahsıma atfedilen fiil ve delillere bakılarak sözde terör örgütü üyesi olduğum iddia edilemez. Mütalaada ve iddianamede tamamen mesleki, beşeri, sosyal ve siyasal çalışmalarım sözde örgüt üyeliğinin maddi fiili ve delili olarak gösterilmiştir. ____ Bu davada yargılanan ülke sorunları karşısında benzer duyarlılıkları gösteren, aynı sosyal çevreden, benzer siyasal düşüncelere sahip, aynı dernek ve siyasi parti üyesi olan, aynı mesleğe sahip, mesleki ve iş ortaklıkları mevcut, vatanseverlik gibi geniş çizgide faaliyet gösteren dernek, vakıf ve kuruluşların düzenledikleri seminer, konferans ve panellere giden, ortak televizyon programlarına katılan, birbirlerini gittikleri miting ve basın açıklamalarında gören, aile dostlukları ve arkadaşlıkları olan kişilerle yaptığım telefon görüşmeleri ya da yüz yüze sohbetlerim ve tanışıklıklarım, bu kişilerin telefon numaralarının bende çıkması ya da benim telefonlarımın bu kişilerin fihristlerinde bulunması, ____ Cumhuriyetin kurumu olan Atatürk’ün kurduğu Türk Ortodoks Patrikhanesindeki anma ya da özel günlerindeki yemekli davetlerine katılmam, 148 ____ Basın açıklamalarda bulunmam, ____ Benzer siyasi ve sosyal görüşleri paylaştığım internet sitelerinde haberlerimin yayınlanması, bu internet sitelerini okumam, ____ Yüz yıllık sorunumuz Ermeni meselesi konusunda beni basından tanıyan bir kişinin tarafıma CD göndermesi, ____ Bir kısım basın kuruluşlarının tarafıma ödül vermesi ve bu ödül töreninde çekilen fotoğraflar, ____ Yasal olarak katıldığım miting ve basın açıklamalarında, yemeklerde, anma günlerinde çekilen fotoğraflarım, ____ Açtığım tazminat davalarım, yaptığım şikâyetler, davaya katılım taleplerim, vekâleten yürüttüğüm davalara iştirakim, ____ Dernek ve siyasi parti faaliyetlerim, dernek üyeliklerim, ____ Adliyeden mesleki çalışmalarım nedeni ile aldığım karar ve içtihatlar, ____ Bilgisayarımdaki dava çalışmalarım, ____ Bir sanığın gördüğünü anlattığı bir toplantıya avukatlar ve kalabalık bir gurupla iştirak etmek, yeniden ifade vermek istemesi halinde bunun hatırlatılmasını istemek, ____ Bir davanın tarafıma verilmek istenmesi ve bu konuda yapılan mesleki boyuttaki görüşme, ____ Telefonda yanlış anlamlara sebebiyet verebilecek konuşmalara hukukçu hassasiyetimle müdahale edip kişilere hatalarını söylemem, ____ Bir hukuk davasını, bir başka avukata yönlendirmem, ____ Tanımadığım bir kişinin tarafıma yardım isteyen mektup ve hukuki görüşümü söylemem için gönderdiği idari dava dosyası, ____ Yaşadıkları olayları şikâyet konusu yapmak isteyenlerin tarafıma faksla ya da telefonla müracaat edip dilekçe yazmamı istemeleri, ____ Etkinliklere katılmak isteyenlerin telefon ve isimlerini vermeleri, 149 ____ Baro yönetimine seçilmek için baro seçimlerine katılmaya davette bulunmam, ____ Kovuşturma aşamasında hukukun dışına taşmış bir kısım kamu görevlilerini savunma dokunulmazlığı kapsamında hukuki eleştirilerde bulunmam ve yapılan yanlışlıkları ortaya koymam, __ Menfur Danıştay olayı sonrasında, masumiyetine inandığım gözaltına alınan sanıklara hukuki yardımda bulunmam, ifadelerine girmem ve bu menfur olay nedeni ile şahsi yorum ve düşüncelerimin ifade edilmesi, __ Sivil Toplum Kuruluşlarına üye olmam, onların toplantılarına iştirak etmem, platform içinde görev almam, __ Altı yıldan bu yana ülkemizin tüm enerjisini tüketen, ülke içi ve dışında hemen her gün gündem bulan, müvekkilimin tabi olduğu soruşturmanın milli bir mesele haline geldiğini söylemem, __ Genelkurmay Başkanlığında görevli tanımadığım ve irtibatım olmayan bir subayın, tek taraflı olarak başkanı olduğum aynı paralelde olmadığını düşündüğü derneğin çalışmalarını dolaylı olarak desteklenmesine ilişkin hiçbir şekilde hayata geçmemiş ya da yazdığı bir yazıdaki kişisel kanaat ve görüşleri, __ Televizyon programları yapmam, __ Aile dostlarımla çıktığım yaz tatili, __ Derneğin temizlik ve çay işleri için personel çalıştırmam, bu personelin dernek işleri kapsamında mitinglerde pankart, megafon ve benzeri eşyaları taşıması, adliyeden karar alması, __ Bir avukatın davaya katılmak isteği ile telefon açması karşısında, İzmir’in uzak olduğunu zahmet etmemesine ilişkin beyanlarım, __ Eşimle ve müvekkillerimle yaptığım mesleki ve özel görüşmelerim, telefonumdaki tatil ve aile fotoğraflarım, __ Müvekkillerimin dava dosyaları, girdiğim davalar ve her türlü mesleki çalışmalarım, 150 __ Şehit ailelerinin avukatlığını yapmam ve bu anneler ve aileler adına Başbakan’a karşı dava açmam, sözde örgüt suçunun maddi fiilleri ve delilleri olarak gösterilmiştir. Tüm bu fiiller ve deliller tek tek incelendiğinde şu tespitleri yapmak mümkündür. aa) Bu delillerin içerisinde sözde örgüt yöneticilerinin her hangi birinden, her hangi bir konuda emir ve talimat aldığına ilişkin tek bir sözcük, yazı, telefon konuşması, mesaj ve benzeri bir delil gösterebilir misiniz? Suçlama konusu yapılan Ankara’ya Müge Tekin’le yaptığımız anlaşma uyarınca müdafilik görevimin gereği gitmeme ilişkin Veli Küçük’ün ya da Sevgi Erenerol’un tarafıma talimat verdiğine ya da yönlendirdiğine ilişkin bir deliliniz var mı? Ankara’ya gitmeden ya da Ankara’da iken ülkesini seven duyarlı her insanın içinin titrediği menfur Danıştay Cinayeti veya bir başka konu hakkında içeriği bilinmeyen telefon görüşmesinin varlığı, iddianızın delili sayılabilir mi? Sadece içeriği bilinmeyen telefon konuşmasının varlığı ileri sürdüğünüz iddiayı karşılayan ve doğrulayan, olayı temsil eden bir delil olarak değerlendirilebilir mi? Bir konuşmanın delil olarak kabul edilebilmesi için içeriğinin bilinmesi ve doğrudan söz konusu olayı bütünü ile karşılaması ve temsil etmesi zorunlu değil midir? Siz diyebilir misiniz ki bu kişilerin arasında telefon görüşmesi vardır. O halde mutlaka emir ve talimat vermiştir. Bu durum niyet okuyuculuğu, yorum ve karinelerle sonuca gitmek değil midir? Hukuk buna müsaade edebilir mi? Yine Büyük Hukukçular Birliği Derneğini, açtığım davaları, katıldığım basın açıklamaları ve mitingleri, sözde örgüt yöneticisinden emir ve talimat alarak yaptığıma ilişkin tek bir delil gösterebilir misiniz? Bu durumda sözde örgüt yöneticisi olarak yargılanan kişilerle aramda hiyerarşik bir ilişki olduğu savunulabilir mi? 151 Ben kimden hangi konuda emir almış ve bu emri uygulamışım? Hiyerarşik olarak kime bağlıyım? Bu hususları net olarak ortaya koyup delillendirmeden nasıl olurda beşeri, sosyal, mesleki ve siyasi ilişkilerimi örgüt ilişkisi olarak kabul edebilirsiniz? İddia makamı tüm konuşma ve yazılı delillerimin arasında hiyerarşik ilişkiye kanıt olarak bula, bula Sevgi Erenerol ile nezaket ve saygı içeren birkaç sözcüğümü ortaya koymuş; “konuşmada nezaket, saygı ve kibarlık var diyerek” kendisine göre hiyerarşik ilişki görmüştür. Herkesin nazik ve kibar konuşması beklenen tutumdur. Ancak toplumumuzun geleneği, bir bayana karşı bu konuda daha hassasiyet gösterilmesi yolundadır. Dosyamızda yönetici olarak gösterilen Muzaffer Tekin ile hiç tape kaydım yoktur. Konuşma sayımda fazla değildir. İlişkimiz daha ziyade müvekkil-vekil çerçevesindedir. Bu kişi ile hiyerarşik ilişki içinde olduğumu ortaya koyan tek bir delil gösterebilir misiniz? Veli Küçük’le yaptığımız konuşmaların içeriği dosyadadır. Bu konuşmaların hangisinde emir ve talimat aldığıma ilişkin bir sözcük geçmiştir? Buyurun gösterin. Veli Küçük’ün haberim ve bilgimin dışında temel hak ve özgürlüğünün kullanımı olarak, Türklüğe hakaret davasına katılma talebinde bulunması, aramızdaki hiyerarşik ilişkinin kanıtı olabilir mi? Söz konusu davaları tüm kamuoyu talep etmekte ve birçok insan bireysel ya da temsil ettiği derneği adına tepkisini koymak ve hakkını kullanmak üzere katılma talebinde bulunmuştur. Davada yer alan diğer yönetici olduğu iddia edilen sanıklarla da hiçbir hiyerarşik ilişkim mevcut değildir. Kimseden emir almadım. Kimse tarafından yönlendirilmedim. Başkanı olduğum dernek yöneticilerin iradesi doğrultusunda faaliyette bulunmuştur. Davada dinlenen hiçbir tanığında aksini ispat eden tek bir beyanı olmamıştır. Yine davada yargılanan hiçbir sanığa emir ve talimat vermedim. 152 Mütalaada belirtilen Asım Demir, dernekte temizlik ve çay hizmetlerini yapan bir çalışandır. Dernek başkanı olarak işveren-işçi ilişkisi sözde örgütsel bağ olarak gösterilemez. Fuat Turgut’a İstanbul’da bir davaya girmesi için hiçbir teklifim olmadı. Kendisinin girme isteği mesafenin uzak olması ve külfete katlanmaması için kibarca gerek yok denmiştir. Mahkemedeki ifadeleri ile bu hususta kanıtlanmıştır. Atilla Aksu’yla birçok telefon görüşmem mevcut olup, hiçbir görüşmem de hiçbir konuda emrim ya da talimatım olmamıştır. Sadece yaptığı iş nedeni ile kendisinden müvekkil ve yaptığım hukuksal çalışmam için iki karar getirmesi rica edilmiştir. Diğer kamuoyunca maruf ve bilinen neticelenmiş soruşturma ve davalarla ilgili kararları kendisi teklif etmiş ve kendisini kırmadan, alırım denmesine rağmen alınmamıştır. Kendisi ile dostluğumun bir gereği olarak hukuksal soruşturmada kullanacağım iki karar vermesi aramızda hiyerarşik ilişki olduğunu göstermez. Davada yargılanan hiçbir sanıkla hiyerarşik ilişkim yoktur. Emir ve talimat aldığıma ya da verdiğime ilişkin dosyada tek bir delil yoktur. Bu sebeple sözde örgütsel ilişkinin varlığından bahsetmek mümkün değildir. bb) Eğer ortada sözde örgüt olsa idi, tüm üyelerin üzerinde bir güç kaynağı oluşurdu. Örgütsel yapılarda hiyerarşik ait- üst ilişkisinin doğal olarak oluşturduğu herkesin tabi olduğu ve üzerinde bir güç kaynağıdır. Örgütsel ilişkilerde hiçbir üye bu gücün karşısına geçemez ve dinlememezlik edemez. Oysa şahsımın, diğer sözde örgüt üyesi olduğu iddia edilen kişilerle birçok sorun yaşanmasına karşılık, hiçbir ortak merkezi güç araya girip, kişilere nasıl davranacağı konusunda emir ve talimat vermemiştir. 153 2006 Yılı Kasım ayının başından itibaren Oktay Yıldırım, Bekir Öztürk, Levent Temiz, Behiç Gürcihan ile sorunlar yaşanmış ve bu kişilerle bu davaya kadar hiçbir görüşmem olmamış, tüm beşeri ve sosyal ilişkilerim kesilmiştir. Söz konusu tarihten sonra hiçbir etkinlikte bir araya gelmediğim gibi telefon konuşması dahil hiçbir iletişimim olmamıştır. Oysa Bekir Öztürk’te bir internet sitesinin ve derneğin kurucusudur. Kurduğu dernekle Türkiye’nin birçok ilinde teşkilatlanmıştır. Söz konusu dernekte sözde örgütün sivil toplum kuruluşu olduğu iddia edilmiştir. Bu durumda iddiaya göre sivil toplum kuruluşlarından sorumlu lobi yöneticisi olarak nasıl olurda bu ölçüde önemli sivil toplum faaliyetinde bulunan Bekir Öztürk’le hiçbir iletişimim ve faaliyetim olamaz. Mütalaaya göre Bekir Öztürk’ün bana bağlı olması gerekir. Ancak benimle arası açık, hiç konuşmuyoruz. Hiçbir etkinlikte yok. Bilgimin ve haberimin dışında dernek kuruluyor, etkinlikler yapıyor. Ama bir yönetici olarak ben tüm eylemlere müdahale edemediğim gibi diğer yöneticilerde duruma müdahale etmiyor. Kimse kavganın son bulması, husumetin ortadan kalkması için tek bir harekette bulunmuyor. Tam tersine benimle kavgalı olan bu gurup, kendi internet sitesinden köşemi ve haberlerimi siliyorlar. Aleyhime birçok yazılar yazıyorlar. Gazetelere yine şahsımla ilgili olumsuz demeçler veriyorlar. Ne ben sözde lobi yöneticisi olarak ne de diğer sözde örgüt yöneticileri hiçbir müdahalede bulunmuyor; “Siz ne yapıyorsunuz. Biz bir örgütüz. Örgüt bundan zarar görüyor” diye taraflara nasıl davranacağı konusunda emir ve talimat vermiyor. Bu kişilerle aramda husumetin oluştuğu 2006 Kasım Ayından itibaren ortak tek bir faaliyetimiz olmuyor, bir araya gelmiyoruz. 154 Ben lobi yöneticisiyim, sivil toplum kuruluşlarından sorumluyum. Ama bana bağlı olması gereken bu örgüt üyeleri bırakın beni dinlemesini internet ve medya ortamında aleyhime demeçlerde bulunabiliyorlar. Sayın savcılara soruyorum. Gevşek hiyerarşik bağdan bahsetseniz dahi, hiçbir terör örgütünde bu tür ilişki ve fiillere izin verilebilir mi? Nerede ortadaki herkese hakim olan, merkezi güç kaynağı? Yine sivil toplum kuruluşlarından sorumlu sözde lobi yöneticisi olarak Kadıköy Merkezli Kuvvayı Milliye Derneğinin ne yerini, ne yöneticilerini biliyorum. Hiçbir yöneticisi ve üyesi ile hiçbir ilişkim ve irtibatım bulunmuyor. Yine VKGBH’nin ne yöneticilerini ne üyelerini tanıyorum. Hiçbir faaliyetlerine iştirak etmiyorum. Böyle lobi yöneticiliği ve terör örgütü üyeliği olabilir mi? Yine sözde örgütün sözde üyelerinden Merdan Yanardağ yazdığı kitapta gerek şahsım hakkında gerekse sözde örgütün yöneticisi Veli Küçük hakkında hakaretlerde bulunuyor ama ne sözde yöneticiler ne de merkezi güç bu duruma müdahale etmiyor. Levent Temiz, dernekten ayrılıyor, başka bir dernek kuruyor, yine sözde örgütün sivil toplum kuruluşu olduğu iddia edilen ancak benim hiç tanımadığım Semih Tufan Gülaltay’ın platformuna giriyor, aleyhime basına demeçler veriyor, her nedense sözde örgütün olması gereken merkezi güç kaynağı yine müdahale etmiyor, kenardan seyrediyor. Sayın savcılar mütalaa ve iddianamelerinin hiçbir bölümünde sözde örgüt üyelerinin üzerinde merkezi bir güç kaynağı ortaya koyamamışlardır. Bu sebeple de ortada sözde örgütün varlığından bahsedilemez. cc) Hukuka uygun bir şekilde, hukuka uygun amaçlar doğrultusunda ve hukuka uygun faaliyet gösteren sivil 155 toplum kuruluşları, sözde örgütün kurduğu kuruluşlar olarak değerlendirilemez. Örgüt üyeliği suçunun gerçekleşmesi için kişilerin suç işlemek amacı ile özel kastla bir araya gelmeleri gerekir. Bir araya gelme amacı suç işlemek değil ise o takdirde sözde örgüt suçu da oluşmayacaktır. Sözde örgüt suçunun maddi fiili olarak kabul edilen sivil toplum kuruluşlarının kurulması ve faaliyetleri hukuka aykırı olmadığı takdirde, bu fiiller sözde örgüt suçunun unsuru olamaz. Çünkü hukuka aykırılığın suçun tüm unsurlarında aranması zorunludur. Eğer bir dernek usulüne uygun kurulmuş, amacı ve faaliyetleri yasaya uygun ise artık bu kuruluşları sözde örgüt suçunun unsurları olarak değerlendiremezsiniz. Üye olduğum tüm dernekler, Dernekler Yasasına göre kurulmuştur. Amaçları da yasa ve anayasalara uygun olarak tescil edilmiştir. Derneklerin faaliyetlerinden ötürü sözde örgüt amaçları doğrultusunda her hangi bir fiilden ötürü kamu makamlarınca resen ya da şikâyet üzerine hiçbir ceza soruşturması ve davası açılmamıştır. Nitekim Büyük Hukukçular Birliği aleyhine sözde örgüt tarafından kurdurulduğuna ya da örgüt amacı doğrultusunda kurulduğuna ilişkin bir dava açılmadığı gibi hukuki faaliyetini halen devam ettirmektedir. Kuruluşu, amaçları ve faaliyetleri ile yasanın dışına taşmamış sivil toplum kuruluşlarında ki faaliyetlerim nedeni ile sözde örgüt suçunun maddi fiillerini oluşturduğum iddia edilemez. dd) Silahlı örgüt üyesinin, bağlı olduğu örgütün silahlı olduğu konusunda kasten hareket etmesi, kastının ve iradesinin örgütün silahlı olduğunu da kapsaması gerekir. Sözde silahlı örgüt üyesi olabilmem için, örgütün silahlı olduğunu da bilmem gerekmektedir. 156 Eğer; örgüt üyesinin kasıt ve iradesi silahı kapsamıyorsa bu konuda özel bir kastı yoksa, silahlı örgüt üyeliği gerçekleşmez. İddianame ve mütalaada sözde örgütün silah ve patlayıcıları olarak kabul edilen malzemeyi bildiğime ya da bu tür malzeme ile ilişkili olduğuma ilişkin bir iddia ve delilde yoktur. Uhdemde ateşli-ateşsiz hiçbir silah çıkmamıştır. Yine bulunan silahlar ile bir ilgimin olduğu konusunda iddiada da bulunulmamıştır. Bu durumda kastımın silaha yönelmesi ve irademin silahlı örgütü kapsadığı da ileri sürülemeyecektir. Gözaltına alındığım tarihe kadar, bu davada yargılanan sanıklardan her hangi birinde silah olup olmadığını bilmemekteydim. Bu durumda bilmediğim silahlardan ötürü, sözde örgütün silahlı olarak kabul edilmesi ve şahsımın iradesinin de hiçbir delil gösterilmeden sanki irademin silahlı örgüte yönelik olarak kabul edilip, bu suçtan ötürü cezalandırılmam ve silahlı örgüt üyesi olarak kabul edilmem mümkün değildir. ee) Anayasal haklarım olan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, dava açma hakkı, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü gibi evrensel temel hak ve özgürlüklerin kullanımı sözde örgüt suçunun maddi unsuru olarak kabul edilemez. Örgüt üyeliği suçu tehlike suçu olsa da, suçun maddi unsurunun da hukuka aykırı fiillerden oluşması gerekir. Kişi anayasal haklarını kullanıyorsa bu durumda yaptığı fiiller, örgüt suçunun maddi unsuru olarak kabul edilemez. Hukuka ve yasalara uygun hiçbir eylem, bir suçun maddi unsuru olamaz. Katıldığım tüm basın açıklamaları, mitingler ve etkinlikler yasal olarak izin alınmış ve bildirimleri yapılmıştır. 157 Toplantı ve Gösteri Yürüyüş Yasasına göre; izin alınmasına gerek olmayan basın açıklamalarında dahi, her hangi bir olay çıkmaması için hukukçu hassasiyeti gösterilerek emniyete ve kaymakamlığa müracaat edilerek, güvenlik önleminin alınması istenmiş, bununla da kalınmamış, tarafımdan yetkili amirlere telefon açılarak etkinliğin süresi, amacı, muhtemelen kaç kişinin katılabileceği, yapılacak etkinliğin ne olduğu konusunda bilgi verilmiş, etkinlik boyunca da irtibat sağlanarak etkinliklerde hiçbir olay çıkmaması temin edilmiştir. Siz, bu şekilde gerçekleşmiş bir eylemi, nasıl olurda sözde örgütün maddi unsuru olarak görebilirsiniz. Adına dava açılan kişilerin hiç biri burada sanık değildir. Davacıların tamamı işlenen fiillerden mağdur olmuş şehit anneleri ve ermeni zulmüne uğramış ailelerdir. Her birinden vekalet alınarak davalar açılmış, kazanılan tazminatlar kendilerine yasal makbuzlarla ödenmiştir. Bu davalar örgüt üyeliği suçunun maddi unsuru nasıl sayılabilir? Yaptığım televizyon programları, RTÜK denetimindedir. Hiçbir programım da söylenen sözlerden ötürü resen ya da şikayet yolu ile bir soruşturma açılmamıştır. RTÜK’ten bir uyarı ya da ceza kesilmemiştir. Yine konuşmacı olarak katıldığım konferanslarda yapılan konuşmalarda hiçbir suç işlenmemiştir. Bu konuda bir soruşturma yoktur. Gazete ve internette yayınlanan köşe yazıları ve haberlerde bir suç unsuru bulunarak takibat yapılmamıştır. Bu durumda; yasal haklarım kullanılması, bir suçun unsuru olarak gösterilemez. TCK 26.maddesindeki; “bir hakkın icrasının suç 158 oluşturamayacağı” kuralı uyarınca mitinge katıldın, yazı yazdın, program yaptın, dava açtın diyerek örgüt suçlamasında bulunulamaz. ff) Sözde örgütün sivillere açıldığı iddia edilen tarih ile benim burada yargılanan sanıklarla tanıştığım tarih arasında sözde örgüt üyesi olmamı imkansız kılacak tarih farklılıkları mevcuttur. İddianameye göre sözde örgütün kuruluşu belli olmamakla birlikte, uydurma belgelere göre 1999 yılında sivillere açılarak, örgüt yapısında reorganizasyon yapılmıştır. Oysa ben burada bulunan sanıklardan sadece Sevgi Erenerol ile 2005 yılı Eylül ayında, Levent Temiz’le siyasi parti bünyesinde 2005 yılında, Bekir Öztürk ile 2005 Aralık ayında tanışmış olup, diğerlerinin tümü ile 2006 yılı Şubat ayından itibaren tanışıklığım mevcuttur. Ümraniye soruşturmasının 2007 yılı Haziran ayında, Ergenekon soruşturmasının 2008 yılı Ocak ayında başladığını düşündüğümüzde bir an için bu kişilerle ilişkilerim örgüt üyeliği olarak değerlendirilse bile örgüt üyeliğimin süresi ortalama iki yıl gibi kısa bir süredir. Savcılara göre ben sivil toplum kuruluşlarından sorumlu lobi yöneticisiyim. Bu durumda benden önce sözde örgütte sivil toplum kuruluşlarından sorumlu üyenin ya da yöneticinin kim olduğu belli değildir. Bu husus önemli bir konudur. Çünkü örgüt stratejisine göre 1999 yılında sivil açılım yapıldığına göre, aslında sivil toplum kuruluşlarının da hemen bu tarihten sonra kurulması ve yine STK’dan sorumlu yöneticinin de o tarihte seçilmesi olayın akışına uygun bir tutum olacaktır. Ancak 2005 yılına kadar ortada ne sivil toplumdan sorumlu yönetici, ne de kurulmuş bir dernek vardır. Oysa yine iddianameye göre sözde örgütün darbe planları 2003-25004 yılına aittir. Eğer sivil toplum kuruluşları darbe öncesinde, darbe zeminini hazırlayacaksa bu durumda sivil toplum kuruluşlarının 2003 yılından önce kurulması gerekmez miydi? 159 Çünkü iddiaya göre STK yaptıkları eylemlerle darbe zemini hazırlamışlardır. Ancak ortada darbe planı yoktur. Uygulamaya konulması düşünülen darbe planlarının tarihi 20032004 yılı iken, bu tarihten önce STK’ların kurulmaması lobi yöneticisinin olmaması, iddiaların ne ölçüde çürük, temelsiz ve ciddiyetten uzak olduğunu göstermektedir. Savcılar, 2003-2004 yılından sonra ortaya bir darbe planı koyamamışlardır. Sanıkların eylem ve faaliyetlerinin devam ettiğinden bahsetmişler ise de ortada bir darbe planı olmayınca, STK’ların darbe zeminini hazırlama fonksiyonları da olmayacaktır. Ortada darbe planı yok iken, benim en erken 2005 yılında sözde örgüte girip lobi yöneticisi olarak dernekler kurup darbe zeminini hazırlamam, çocukların masal kitaplarına konu yapılabilir. Fakat, bir hukuk metni olan iddianameye yazılmaması gerekir. 1999 Yılında açılım yapan sözde örgüt, 2003-2004 yılından önce lobi belgesine uygun olarak neden STK’lar oluşturmamış, lobi yöneticisi seçmemişte, darbe planları yaptığı iddia edilen askerlerin emekliye ayrılması, deşifre olması ve planların uygulanamamasından ve kuruluşundan 6-7 yıl sonra STK’nın kuruluşu yoluna gitmiştir. Bu da gösteriyor ki birbiri ile ilgisiz olaylar, kişiler, olgular sırf yapay bir örgüt kurmak için bir araya getirilmiştir. İddianamenin ve mütalaanın bu ölçüde uyumsuz, benzemez, maddi gerçekliğe uymayan ve hukuk mantığı ile bağdaşmayan olayları bir araya getirip, pazılın parçası yapma gayretleri, sözde örgüt suçunun siyasal maksatlarla kullanılması yolunda hukukumuzun düşürüldüğü ibret verici tabloyu da göstermiş bulunmaktadır. Kaldı ki; ortada bir darbe planı yok iken, kurucusu ve üyesi olduğum derneklerin dışında diğer derneklerle hiçbir ilgi ve alakam yok iken, iki yıllık süreçte bu dernek yönetici ve üyelerini tanımamış ve bu derneklerle hiçbir etkinliğe katılmamış iken, tam tersine 160 sonradan kurulan derneğin yöneticileri ile husumetim oluşmuş iken nasıl olurda lobi yöneticisi olarak, bu dernekleri nasıl bir araya getirip olmayan bir darbe planı için zemin hazırlamakla suçlanmaktayım! Bunu anlamakta güçlük çekmekteyim. Savcıların bu ciddi açmazları değerlendirmeden ithamda bulunmalarının hukukla bağdaşır bir tarafı yoktur. gg) İddianamedeki sözde üyeliğin bir kenara bırakılarak mütalaada sözde örgüt yöneticiliği ile suçlanmamın hiçbir mantığı yoktur. İddianamede; hiyerarşik yapıda özel görevli konumunda Bulunduğum ve lobi belgesinde açıklanan hukuk departmanının sorumlusu olduğum kanaatine varılmıştır. Mütalaada ise Asım Demir ve Atilla Aksu’yu verdiğim emir ve talimatlarla, ayrıca Fuat Turgut’u davalara girme konusunda yönlendirdiğim iddia edilerek, sözde örgüt yöneticiliğinden cezalandırılmam istenmiştir. Mütalaada farklılığın sadece bu üç kişi ile ilişkime dayandırılarak ileri sürülmesi, bu konudaki Yargıtay kararları ve müelliflerin görüşleri ile uyumlu bulunmamaktadır. Asım Demir’le dernek arasındaki iş ve hizmet ilişkisi, Atilla Aksu’nun emir ve talimatın dışında Adliye’de çalışması nedeni ile tarafıma karar getirmesi, Fuat Turgut’u kesinlikle yönlendirmemiş olmam karşısında, iddia makamının bu konudaki iddiaların hiçbir temel yapısı bulunmamaktadır. Örgüt yöneticiliği için; örgütün amacına uygun biçimde işleyişini sağlamak amacı ile örgüt üyelerine görev verilmesi ve genel strateji belirleyen kararların alınması gerekir. Yönetici; amaca uygun olarak örgütleyen, disipline olan, faaliyetleri ahenkli hale getiren, tek tek örgüt mensuplarının hareketlerini koordine eden kişidir. 161 Dosyadaki hiçbir delilde ve tanık beyanında amaca uygun örgütlenme yaptığıma, faaliyetleri ahenkli hale getirdiğime, diğer örgüt üyelerinin faaliyetlerini koordine ettiğime ve genel stratejiyi belirlediğime ilişkin en küçük bir ibare yer almamaktadır. Mesleğimin avukat olması ve kamuoyunda ismimin geçmesi nedeni ile bu tür sözde payelerin verilmesinin hiçbir hukuki temeli yoktur. 1950’lerde kurulduğu, 1999’da sivil açılım yaptığı iddia edilen sözde örgüte, savcıların düşünce sistemine göre son iki yılda tanıyıp yönetici olmanın kriteri maalesef açıklanmamıştır. Çünkü silahlı örgüt üyeliği, örgütün amacını gerçekleştirinceye kadar uzun süreli faaliyetleri gerektirdiğinden, sayın savcıların yöneticilik ve üyelik payelerini de ona göre dağıtmaları gerekir. Maalesef bu iddianamede silahlı örgüt üyeliği, Kanarya Sevenler Derneği olarak algılanmıştır. Bu sözde örgüte üyelikte, yöneticilikte çok ucuza gitmektedir. Kapının önünden geçen üye alınmakta, kapıdan içeriye giren yönetici olmaktadır. Kurucuyu hiç sormayın. Çünkü savcılara göre sözde örgütün varlığının tespiti için kurucuları belirlemeye gerek yoktur. Çünkü bu yapay örgütün hangi karanlık odalarda tezgahlandığını bilmemek mümkün değildir. Uydurma örgüt belgeleri bu suni örgütün nasıl kurulduğunu yeterince ortaya koymaktadır. hh) Yapılan aramalarda uhdemde uyduruk sözde örgüt dokümanlarının hiçbiri çıkmamıştır. İddianamede lobi yöneticiliği isnat edilmiştir. Bir yandan STK’nın, diğer yandan hukuk departmanının sorumluluğu verilmiştir. Ancak bu görevlerin anlatıldığı sözde örgüt dokümanlarından hiçbirinin yedimde çıkmaması yapılan suçlamalarında ciddiyetsizliğini ortaya koymaktadır. 162 Sadece lobi belgesinin değil, diğer uydurma tek bir belgenin, sözde Ergenekon örgütünün isminin yer aldığı bir dokümanın ve yazının bulunmaması, suçlamaların ne ölçüde suni olduğunu da göstermektedir. Gizliliği bünyesinde barındıran istihbarat kurumlarında çalışan her hangi bir personelin, evinin ve işyerinin aranması halinde, ne kadar gizlilik kuralına riayet etseler de, kurumda çalıştığına ilişkin birçok belgeyi bulma ihtimali var iken, bir yandan lobi yöneticisi olup hem hukuk departmanından hem de STK’dan sorumlu olan bir kişinin v ve işyeri aramalarında yöneticisi olduğu örgütün isminin geçtiği bir belgenin bulunmaması suçlamanın ne ölçüde gerçeğe aykırı olduğunu izahı gerektirmeyecek ölçüde ortaya koymaktadır. Bilgisayarımda mesleki, sosyal ve siyasal çalışmalarından ötürü on binlerce dosya ve yazı bulunmasına rağmen Ergenekon sözcüğüne rastlanmaması, tek bir sözde örgüt dokümanının çıkmaması sayın savcıları biraz olsun örgüt üyeliği konusunda şüpheye düşürmemiştir! ıı) Sözde örgüt toplantısına katıldığıma ilişkin tek bir delil bulunmamaktadır. 1999 Yılında sivil açılama geçip, yazılılık prensibini benimseyen sözde örgütün 2008 yılına kadar tek bir örgüt toplantısı yaptığı kanıtlanamamıştır. Bu sıkıntı soruşturmanın başından itibaren sayın savcılarca da duyulmuş, 265 sanıklı sözde örgüt davasında, özellikle sözde örgüt yöneticilerinin katıldığı hiçbir toplantıyı ispat edememişlerdir. Bu sebeple toplantı olarak Türk Ortodoks Patrikhanesinin kuruluş, anma ve özel günlerinde yaptıkları yemekli-pastalı toplantıları sözde örgüt toplantısı olarak göstermeye çalışmışlardır. Bu anma günlerine gelen sözde yönetici sayısı 3 ya da 4 kişidir. Oysa sözde örgütte sözde yöneticisi sayısı 50’yi bulmaktadır. Bu durumda 1999 yılında sivil topluma açılım yapan ve yazılı usule geçen sözde örgütün, uyduruk tüm dokümanlarını ve sözde darbe planlarını 163 bulan emniyetin bu acar çalışmasına rağmen yöneticilerin tümünün ya da ayrı ayrı yaptıkları iddia edilen tek bir toplantının ortaya çıkarılamamış olması sözde örgüt iddiasının da ne ölçüde çürük olduğunu ortaya koymuştur. Görülüyor ki iddianamede ve mütalaada sözde örgüt üyesi olduğuma ilişkin tek bir ciddi delil sunulmamıştır. Hakkın icrası konusunda yasaların tarafıma tanıdığı hak ve özgürlüklerin kullanımına ilişkin faaliyetlerim, mesleki çalışmalarım, iş ve dostluk ilişkilerim sözde örgüt suçunun maddi unsuru ve delili sayılmıştır. e) Sözde örgütün olmadığına ilişkin değerlendirmelerim aa) Sözde örgütün kuruluş tarihi ortaya konamamıştır. Sadece iddianamede NATO’nun kurdurduğu komünizmle mücadele örgütlerini amaç dışı şahsi çıkarları için kullanmak isteyen kişilerce oluşturulduğundan bahsedilmiş, ancak bu oluşumun hangi tarihte, nerede ve kimlerle meydana getirildiğine ilişkin hiçbir açıklama getirilmemiştir. Ülkemizde faaliyet gösteren en küçüğünden, en büyüğüne kadar tüm terör örgütlerinin nerede, kimlerle, hangi tarihte kurulduğuna ve kuruluş bildirgelerine kadar tüm ayrıntılar hakkında bilgi sahibi olan devletin, üyelerinin TSK mensubu, arkasında üye olunan askeri pakt, NATO ve ABD’nin olduğu belirtilen sözde örgütün kurucularını, yöneticilerini, kurulduğu yeri ve tarihi, kuruluş bildirgelerini bilmemesi inandırıcı değildir. Uyduruk belgelerin tarihi olan 1999 yılına kadar resmi görevlilerden oluşmuş, iddia edildiği gibi devasa örgüte ilişkin tek bir örgüt dokümanının bulunmaması, tek bir kurucusunun isminin ortaya konamaması, yöneticilerin belirlenememesi, sözde örgüte ilişkin tek bir faaliyet merkezinin saptanamaması, 50 yıl boyunca üyelerinin 164 belirlenememesi, sözde örgüt hakkında tek bir suç için soruşturmanın olmaması imkansızdır. Sözde örgütün 50 yıl boyunca tek bir toplantısı ortaya çıkarılamamıştır. Tüm bunları perdelemek için sözde örgütün tüm eylem ve işlemlerinde yazılı belge düzenlemesini reddetmesi şifahilik kuralını benimsediği iddiası gerçeklerin ve hayali örgütün perdelenmesinden başkaca bir şey değildir. Asıl ilginç olanı sözde örgütün kuruluşu, kurucuları ve geçmiş eylemleri konusunda soruşturma ve kovuşturma kapsamında ciddi hiçbir araştırma yapılmamış olmasıdır. Sadece Genelkurmay Başkanlığına ve diğer güvenlik kurumlarına sözde örgütün varlığı konusunda yazılan müzekkere cevapları ile yetinilmesi doğru olmamıştır. Dört kurumun dışında sözde örgütün kuruluşu, kurucuları, kuruluş yeri ve tarihi, kuruluş ilkeleri, üyeleri ve eylemleri konusunda bir araştırma yoluna gidilmemiştir. Dava aşamasında sözde örgütün kuruluşunun belirlenmesi, savcının iddiasının doğruluğunun ortaya çıkarılabilmesi için Komünizmle Mücadele Derneklerinin Türkiye genelinde hangi illerde kurulduğu, kurucuları, üyeleri ve akıbetlerinin araştırılması istenmiş, ancak mahkemece bu taleplerimiz gerekçesiz bir şekilde reddedilmiştir. İddiaya göre sözde örgüt 1999 yılında sivil açılım yaptığına göre, bu tarihten önceki tüm üyelerinin TSK mensubu olduğu anlaşılmaktadır. Tüm üyeleri ordu mensubu olan, silahlı terör örgütünün, 50 yıl boyunca tek bir belgesine, kurucusuna, yöneticisine ulaşılmaması, tek bir eylemin ortaya konamaması ciddiye alınacak bir iddia değildir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, Genelkurmay Başkanlığının tüm sırlarını barındıran Kozmik Odalarına girilmiştir. Maalesef bu belgelerin celbi sağlanmamış, en azından sözde örgüte 165 ilişkin bu belgelerde bir bilgi olup olmadığı ilgili savcılığa sorulmamıştır. NATO’nun Brüksel’deki merkezi ve diğer NATO üyesi ülkeleri ile böyle bir oluşumun varlığı konusunda hiçbir yazışma yapılmamıştır. Talip Doğan Karlıbel’in yalanlarından belki bir şey çıkabileceği inancı ile Almanya ile defalarca yazışma yapan mahkemenin, bu konularda hiçbir araştırma yapmaması son derece anlamlıdır. 50 Yıllık süreçte, sözde örgütün isminin geçtiği bir tek belgeye rastlanmamasını hiçbir örgüt kuralı ile açıklamak mümkün değildir. Adeta yapay örgütün 1999 yılı öncesindeki hayali geçmişinin ortaya çıkmaması için her türlü önlem alınmıştır. Çünkü bu soruşturma ve dava için yapay örgüte biçilen milat 1999 yılıdır. Öncesinin tespiti için yapılacak araştırma, sözde örgütün tertip boyutunu ortaya koyacaktır. bb) Sözde örgüt dokümanları, yaratılan suni örgüte uygun olarak şekillendirilmiş, uydurma belgelerdir. Sözde örgüt dokümanları, dokümansız örgüt olmaz anlayışı ile Tuncay Güney gibi zafiyetleri tespit edilen kişiler yolu ile bir kısım sanıklara gönderilmiş, bir kısım belgeler iletişim araçları yolu ile kolaylıkla ulaşılabilir hale getirilmiş, bir kısmı da usulsüz yapılan aramalar neticesinde bulunmuştur. Sözde örgüt dokümanlarının bir kısmının altında yazılı bulunan strateji gurubu ciddi bir şekilde araştırılıp ortaya çıkarılmamıştır. Belgelerin bir kısmı masa başında sözde örgüte uygun hale getirilirken, bir kısım yazılar yapılan eklentiler sonucu sözde örgüt belgesi haline getirilmeye çalışılmıştır. Jandarma Kriminal Laboratuarından alınan rapor; belgelerde yapılan ilave, ekleme ve sahtelikleri bilimsel bir şekilde ortaya koymuş, ancak bu rapor her nedense iddia ve yargılama makamınca hiç dikkate alınmamıştır. 166 Kaldı ki; söz konusu belgeler öylesine soyut olarak hazırlanmıştır ki, ne sözde örgüt yapısı ile ne üyelerle, ne de somut olaylarla hiçbir illiyet bağı kurulamamıştır. Söz konusu belgelerin hiçbir inandırıcılığı yoktur. İddiaya göre 50 yıl boyunca ortaya çıkmayan sözde örgüt, ne olmuştur da sokaktan toplanırcasına doküman yazıp ortalığa saçmıştır? Gizlilik ilkesini uygulamaktan neden vazgeçmiştir? Her nedense sözde örgüt belgelerinin tarihi 1999-2001 yılları arasını kapsamaktadır. 1999 Yılı öncesinde belge hazırlanmama sebebini sözde örgütün şifahilik ilkesini gütmesi ile açıklayan iddia makamı, neden 2001 yılından sonra sözde örgüt belgesi hazırlanmadığını ortaya koyamamıştır. Sebebi açıktır. Çünkü tertip 2002 yılında uygulamaya konmuştur. MİT tarafından uyduruk belgeler kurumlara 2002 yılında gönderilmeye başlanmıştır. Bu sebeple 2002 ve sonrasında hazırlanması elbette ki mümkün olamayacaktır. Sözde örgüt davasında söz konusu uyduruk belgelere kolaylıkla ulaşılması için en sağlıklı yol, yaratılan bir suç nedeniyle mahkeme emanetinde saklanmasıdır. Tuncay Güney bu dokümanları teslime rağmen alsa idi, elbette bu dosyaya celp edilmesi mümkün olamayacaktı. Sözde dokümanların sözde örgüt yöneticisi ve üyeleri tarafından hazırlandığı konusunda da dosyada hiçbir ciddi delil yoktur. Örgüt dokümanlarının örgüt kurucusu ve yöneticileri tarafından hazırlanması beklenen bir tutumdur. Ancak bu davada hiçbir yönetici doküman hazırlamamıştır. Yine özellikle AKP hükümetini, siyasi düşüncesini ve ideolojisini hedef aldığı iddia edilen sözde örgütün her nedense dokümanları AKP iktidarı gelmeden hemen önceki iki yılda hazırlanmakta, iktidara geldiği yılda ele geçirilmekte ve kurumlara gönderilmekte ve proje adım adım yürütülerek iktidarın ABD desteğini alarak en güçlü olduğu dönemde muhalifleri ezen devasa bir davaya dönüştürülmektedir. 167 Sonra da savcı Zekeriya Öz, tüm güvenlik kurumlarının 58 yıl boyunca izine rastlamadığı, asrın örgütünü Beşiktaş’taki Adliyenin 15 m2’lik küçük odasında keşfedebilmektedir. Maalesef akıl tutulmasının yaşandığı dönemlerde ancak insanların zekâları ile fazlası ile alay edilir. Bizde bu dönemi yaşamaktayız. cc) Sözde örgütün hiyerarşik yapısı ortaya konamamıştır. Soruşturma ve kovuşturma boyunca muhtelif şemalar ortaya çıkmış, emniyetçe yapılan şemalar gerçeği yansıtmaktan uzak sadece bir kısım sanıkları ihtiva etmiştir. Şemaların bir kısmında yer alan isimlerin önemli bir kısmı soruşturmaya dahil edilmemiş, ifadesine dahi müracaat edilmemiştir. Adeta kamuoyunu yönlendirmek ve kirli psikolojik savaşa hizmet etmek için masa başında ısmarlama hazırlanan şemalar, sözde örgütü temsil etmekten uzak kalmıştır. Halen huzurda tüm sanıkları ihtiva eden, birbirleri ile sözde bağlantıları ortaya koyan sözde örgüt şeması dahi hazırlanamamıştır. Çünkü yargılanan sanıklar arasında olmayan sözde örgüt ilişkisi, örgüt şemasının hazırlanmasını imkansız kılmaktadır. 1999 Yılından öncesinden vazgeçtik, sonrasında bu sözde örgütün liderinin kim olduğu henüz belli değildir. Lider ile birlikte sözde örgütü idare eden merkez yönetim organı ortaya konamamıştır. Hemen herkes, lideri bulunamayan sözde örgüte, beyinlerde planlanan cezalara çarptırılabilmek için yönetici yapılmıştır. Hücre sisteminden bahsedilmiş, tüm sözde örgüt sanıklarını ihtiva eden hücre yapıları ortaya çıkarılamamıştır. Yargılanan sanıklar arasındaki lider, yönetici üye ilişkisi çerçevesinde örgüt haberleşmeleri, emir verme, talimat alma ve altüst ilişkilerine ilişkin yazılı ya da tanık beyanı olarak inandırıcı ve ciddi deliller bulunamamıştır. 168 Tüm üyeleri kapsayacak, etkili ve yönlendiren bir güç kaynağının varlığı tespit edilememiştir. dd) Sözde örgütün mensuplarının aynı yönde hareket ederek aynı amacı hedeflemeleri şartı gerçekleşmemiştir. Huzurda yargılanan sanıkların siyasi ve sosyal anlamda hiçbiri ne aynı yönde hareket etmekte, ne de aynı amacın gerçekleşmesi için ortak bir faaliyeti mevcuttur. Dosyada yargılanan 265 sanığın siyasi ve sosyal görüş farkları bir örgütte bir araya gelerek ortak amacın gerçekleştirilmesi yönünden çalışma yapmalarını imkansız hale getirmektedir. Birçok sanık vatanseverlik düşüncesinde birleşmiş olsalar da, bu ortak nokta suç oluşturmadığı gibi sözde örgüt kurmanın bir gerekçesi de olamaz. Sanıklar arasındaki bir çok konudaki düşünce farklılıkları hiyerarşi temeline dayalı, emir komuta zinciri içerisinde disiplinli bir terör örgütünde bir araya gelmelerini madden imkansız kılmaktadır. Özellikle PKK, DHKP-C, TİKKO, Hizbullah gibi terör örgütlerinin yönlendirilmesinde ve taşeron olarak kullanılmasında buradaki sanıkların ortak tavır almaları, bu düşünceyi benimsemeleri ve faaliyete geçirmeleri gibi bir konunun konuşulması dahi söz konusu olamaz. Nitekim yönetici olduğu iddia edilen sanıkların birbirleri hakkında kitap yazmaları, TV’lerde hakaret dolu beyanda bulunmaları ve sonra da aynı çatı altında bir örgütte buluşmaları hukuk mantığının ve yaşamın olağan kuralları ile açıklanamaz. Her ne kadar savcılar bu açığı örtmek amacı ile “bu bildiğiniz terör örgütlerinden değildir” demişse de, bu beyanlar sözde örgütün yapay bir proje olarak kurulduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Yargılanan insanların çoğunun milliyetçi, ulusalcı, Atatürkçü, Cumhuriyetçi, üniter devlet yapısından yana olmaları, tek bir örgüt çatısı altında toplanmalarının gerekçesi olamaz. Bu değerleri birçok 169 ayrı siyasi partide ve yüzlerce sivil toplum kuruluşu içinde savunan milyonlarca insan bulunmaktadır. Bu milli değerlerin kalıcı olması için, ortak bir çatı altında, sözde terör örgütü kurmaya mahal yoktur. Bu sebeple burada yargıladığınız insanların disipline dayalı hiyerarşik bir kalıp içinde, bir terör örgütü kurarak, gayrimeşru amaç ve hedefler doğrultusunda, aynı yönde hareket etmeleri madden imkansızdır. Bunun aksi; mücerret hiçbir ilke, karine ve yorumlarla kanıtlanamaz. ee) Sözde örgütün şiddete dayalı ortak eylem programının varlığı zorunludur. Bu güne kadar yapılan tüm aramalarda sözde örgüt yöneticilerinden gerçek anlamda sözde örgüte ait amacı gerçekleştirmeyi hedeflemiş, şiddete dayalı ortak eylem programı bulunamamıştır. İddianame ve mütalaaya konu yapılan sözde eylem ve suikast planlarının hemen tamamı gayriciddi ve dikkate alınamayacak telefon görüşmelerine, plan denemeyecek sanıkların kabul etmediği delillerin arasına serpiştirilmiş usulsüz krokilere ve eylem ya da suikast planı denemeyecek delil hüviyetine sahip olmayan belgelere dayandırılmıştır. Sözde örgüte atfedilmiş işlenmiş ya da işlenecek hiçbir şiddete dayalı eylem sözde örgüt tarafından kesinlikle kabul edilmemiş ve sözde örgüt eylemi olarak ortak eylem planına dayalı olarak gerçekleştirildiğine ilişkin tek bir ciddi delil bulunamamıştır. ff) İddianamede sözde örgüt tarafından kurulduğu iddia edilen STK’nun, sözde örgüt yöneticilerinin emirleri ile kurulduğuna ilişkin hiçbir delil bulunamamıştır. İddianamede sözde örgüt tarafından kurulduğu iddia 170 edilen STK’ları arasında ortak bir bağ olmadığı gibi, birçok sivil toplum kuruluşu birbirini tanımamakta ve ortak hiçbir etkinlik gerçekleştirmemektedir. Yine bu STK’larının sözde örgüt yöneticilerinin talimatları ile kurulduğuna ve ortak bir program dahilinde yönetildiğine ilişkin ciddi ve inandırıcı hiçbir delil yoktur. Kurucular arasında husumet olduğu gibi, ortak bir yönetici tarafından yönetilip, yönlendirilmemektedir. Sözde örgüte bağlı olduğu iddia edilen STK’ların ortak emir aldığı sözde yönetici yoktur. Kuruluşların tüzükleri ortak bir merkezden hazırlanmamıştır. gg) Soruşturma kapsamında ele geçirilen silahların sözde örgüte ait olduğu kanıtlanamamıştır. Sanıkların ev ve işyerlerinde yapılan aramalarda bulunan birçok silah kişisel olup, sözde örgüt silahı olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Sanıkların uhdesinde çıkan silahların hiçbiri tek bir sözde örgüt eyleminde kullanıldığı kanıtlanamamıştır. Hiçbir silah işlenmesi tasarlanan eylem ve planlar için elden ele dolaşmamıştır. Bir kısım sanıklarda bulunduğu iddia edilen patlayıcı maddelerin hiçbiri bulunan sanıklarca kabul edilmediği gibi bu konudaki tüm aramalar usulsüz gerçekleşmiştir. Kaldı ki; bu patlayıcı maddelerle, uhdesinde bulunduğu iddia edilen sanıklar dışında diğer sanıklarla irtibatı kurulmamış ve patlayıcılardan haberdar oldukları kanıtlanamamıştır. Sanıklarda bulunduğu iddia edilen patlayıcıların, sözde örgüt suçunda kullanıldığına ilişkin tek bir eylem yoktur. Cumhuriyet gazetesinde kullanılan bombaların, bir kısım sanıklarda bulunan bombalardan olduğu konusu inandırıcı ve ciddi delillerle kanıtlanamamıştır. Kafile numarası aynılığı ya da benzerliği, 171 inandırıcılığı tamamen ortadan kalkmış sanıktan devşirme bir gizli tanık beyanı ile bu iddianın kanıtlanmış olduğu kabul edilemez. Ortada bulunduğu iddia edilen bireylerin kendilerine ait silah ve patlayıcıların dışında sözde örgüte ait ve sözde örgüt eylemlerinde kullanılan silah ve patlayıcı yoktur. Sözde örgüt silahı ya da patlayıcısı olduğu iddia edilen malzemelerin bulunduğu sanıklarla, sözde örgüt yöneticileri arasında bu silahların sözde örgüt eylemlerinde kullanılmasına ilişkin hiçbir emir ve talimatın verildiğine ilişkin delil ortaya konamamıştır. hh) Sözde örgütte, amaca uygun olarak örgüt faaliyetlerini disipline eden, ahenkli hale sokan, sözde örgüt üyelerinin eylemlerini koordine eden yöneticiler mevcut değildir. Bir örgütte örgüt içi disiplin, ahenkli çalışma ve örgüt mensupları üzerinde denetim zorunlu iken burada yargılanan sanıklar arasındaki ilişkilerde disiplin denetim ve koordineli çalışmaya rastlamak mümkün değildir. İddia makamı hücre yapılanmasından bahsetmiş ise de, aynı dernek içinde faaliyet gösteren küçük guruplar ve kişiler arasındaki ilişkilerde dahi sözü edilen unsurlar bulunmamaktadır. öö) Sözde örgüt içinde eğitim, siyasi bilinçlendirme, ortak kitle eylemleri, kod adı verilmesi sureti ile gizliliğin sağlanması ve emir yolu ile amaç suçların işlenmesi söz konusu değildir. Silahlı terör örgütünde örgüt içinde yaşanması gereken hiçbir süreç davada yargılanan sanıklar arasındaki ilişkilerde gözlemlenmemiştir. Sanıklar arasında, sözde örgütün amacına yönelik konularda bilinçlendirmeyi sağlayacak ideolojik ya da silah eğitimi gibi hiçbir çalışma olmamıştır. Örgütün eğitim yaptığı yer, eğitilen sözde örgüt mensupları ya da eğitmenlerden bahsetmek mümkün değildir. Bir tek sanık sözde örgütte eğiticilerden silah ya da bilinçlendirme 172 eğitimi aldığını ifade etmemiş, buna ilişkin somut belgeler çıkmamış, hiçbir tanıkta ciddi bir beyanda bulunmamıştır. İddia makamı yargı sürecinde bazı kişilerin kod adı kullandığının ispatı noktasında olağanüstü çaba göstermiş ise de söz konusu kod isimlerin bir kısmının kişilerin göbek adı olarak ikinci isim şeklinde kullanıldığı, bir kısmının ise yaptıkları resmi görevler nedeni ile çalıştıkları kurumlarca verildiği yazılı belgelerle kanıtlanmıştır. Böylelikle sanıkların gizliliği sağlamak amacı ile kod isim kullandıklarına ilişkin iddia tamamen çökmüştür. Sözde örgütün kurdurduğu STK’nın tamamının ya da önemli bir kısmının bir araya geldiği tek bir kitle eylemi gösterilemez. Çünkü ismi geçen STK’ların birbiri ile hiçbir organik ilişkisi olmadığı gibi yönetici ve üyeleri arasında tanışıklık dahi yoktur. Sadece kurucuları aynı olan henüz iki derneğin faaliyette bulunmadığı üç derneğin özel durumu bu konudaki iddiaları ispat etmekten uzaktır. ( Büyük Hukukçular Birliği, Büyük Güç Birliği ve Ayasofya Derneği) Yine eğitim ve bilinçlendirme sonucunda amaç suça elverişli suçun işlenmesi için sözde örgüt üyelerine emir ve talimat verildiğine ilişkin hiçbir delilde yoktur. Şiddete dayalı tek suç olan Danıştay eylemi ile sözde örgüt yöneticileri arasında kurulmaya çalışılan irtibatın hukuki hiçbir inandırıcılığı yoktur. ii) Sözde örgütte devamlılık unsuru da yoktur. Sözde örgütün kuruluşu, sivil açılımı, darbe planları ve birbirleri arasındaki ilişkiler dikkate alındığında bir örgütte olması gereken devamlılık unsurunun da bulunmadığını göstermektedir. Kuruluş tarihi ve yeri belli olmayan sözde örgütün 1999 yılına kadar geçen 50 yıllık süreçte sözde örgütün kurucuları yöneticileri, faaliyetleri ve eylemleri konusunda ciddi ve net hiçbir açıklamada bulunulmamıştır. 173 1999 Yılında sivil açılım yapıldığı tarihte bu açılımı yapan sözde örgüt yöneticilerinin kimler olduğu, o tarihte yargılanan sanıklardan kimlerin buna karar verdiği, o tarihte örgüt yöneticilerinin kim olduğu yine belli değildir. 2003-2004 Yılı sözde darbe planları ile burada yargılanan sanıklar arasında ciddi ve somut hiçbir ilişki kurulamamıştır. 1999 Yılından itibaren birbirini tanıyan sanık sayısı son derece azdır. Sanıkların tanışıklıkları dava da gerçekleşmiş, bir kısmı da 2006 ve 2007 yılları arasında tanışmıştır. Oysa bu tarihlerde de ortada bir darbe planı yoktur. Darbe planından önce zemini hazırlayacağı iddia edilen tek bir STK’u kurulmamıştır. Görülüyor ki amaca yönelik vahim suçları işlemesi beklenen silahlı terör örgütünde olması gereken devamlılık unsuruna sanıklar arasında rastlamak mümkün değildir. jj ) İddianame ve mütalaada belirtilen sanıkların eylemlerinin hemen tamamı anayasal hakların kullanımından ibarettir. Sözde örgüte atfedilen amaç suçların gerçekleşebilmesi için sözde örgütün eylem ve faaliyetlerinin tümünde hukuka aykırılık unsurunun bulunması zorunludur. Mütalaa da ise tam aksi savunulmuş hemen tüm sanıkların hükümete karşı suçun unsurları olarak gösterdikleri mitinge ve basın açıklamalarına iştirak, televizyon programı yapmak, köşe yazısı yazmak, davalar açmak, konferanslar vermek, dernek kurmak gibi anayasal temel hak ve özgürlüklerin kullanımı çerçevesindeki icrası hak olan eylemler sayılmıştır. kk) Sanıkların oluşturdukları iddia edilen sözde örgütün amaç suçları işlemeye elverişli bir yapısı yoktur. Örgütün atfedilen amaç suçları işlemeye elverişli araç, 174 gereç ve üye sayısına sahip olması gerekir. Ayrıca oluşturulan yapının da somut tehlike arz etmesi zorunludur. Öncelikle sözde örgütün silahı olarak gösterilen silah ve patlayıcıların sözde örgütle ilişkisi kurulamamıştır. Silahların hemen tümü kişilere ait olduğu gibi, patlayıcıların sanıklardan bulunduğu hususu inandırıcı delillerle ortaya konamamış ve sözde örgütle irtibatlandırılamamıştır. Bu sebeple ortada örgüt silahı yoktur. Sözde örgüt üyelerinin önemli bir kısmı İstanbul’da oturan ve iş sahibi olan kişilerdir. İddianamede de sözde örgütün faaliyetlerinin İstanbul’u seçtiği belirtilmiştir. Oysa hükümete karşı bir suçun Ankara’da işlenmesinin zorunluluğu ortadadır. Ankara merkezli bir faaliyet yoktur. Sözde örgütün faaliyeti olarak gösterilen internet andıcı ya da irtica ile mücadele eylem planı cebir ve şiddet yolu ile hükümete karşı suç kapsamında değerlendirilemez. Darbelerden bahsedilmesine karşılık ortada yürürlükte olan bir darbe eylem planı bile gösterilmemiştir. Kaldı ki darbelerin İstanbul merkezli yapılması imkansızdır. Yargılanan sanıkların hemen tümü emekli iken hangi darbeden bahsedilebilecektir. Emeklilerin darbe yapacağı iddiası her halde sadece bu iddianameye özgüdür. On binlerce sivil toplum kuruluşunun bulunduğu ülkemizde üye sayısı 500’ü bulmayan 5 dernekle darbe zeminin hazırlanacağı iddiası her türlü ciddiyetten uzaktır. Nitekim iddianamede bile meclisin önüne kalpaklarla gidileceği, kalpak giyip çıkararak darbe zeminin oluşturulacağı iddiası bu konuda düşülen yetersizliğin ifadesidir. ll) Kişilerin suç işleme amaçları ile bir araya gelmedikleri araç suçların yokluğu ve yetersizliğinden anlaşılmaktadır. Gaye suçları işlemeye yönelmiş, devamlı ve uzun süreli 175 faaliyet gösteren silahlı terör örgütlerinin en önemli özelliği örgüt mensuplarının vahim boyutta araç suçları işlemiş olmasıdır. Oysa davamızda gizli belge ve kişisel veri kaydı dışında, nerede ise araç suça rastlamak mümkün değildir. Sanıkların önemli bir kısmı açısından bu iki suçun unsurlarının oluşmadığı bir kenara, iki suç tipi de sanıkların yaptıkları mesleklere kolaylıkla atfedilebilecek suç türündendir. Silahlı terör örgütü mensuplarına uygun nitelikte suç tipleri değildir. Daha ziyade meslek suçları arasında sayılır. Meslekleri itibari ile gazetecilerde, yazarlarda, aydınlarda, emekli askerlerde çoğu miadını doldurmuş, gizliliği kalmamış birçok belgeye rastlamak mümkündür. Bu belgeler; sözde örgüt faaliyetleri çerçevesinde değil, mesleki faaliyetleri sonucunda kendilerinde bulunmuştur. Nitekim hiçbir gizli belgenin sözde örgüt faaliyeti çerçevesinde kullanıldığı kanıtlanamamıştır. Keza kişisel veri kaydı da aynı nitelikte vahim olmayan daha ziyade mesleki suç boyutundadır. Araç suç bulamayan iddia makamı sözde örgütün yaratılması için sanıkların mesleki uğraşlarına uygun olarak işlenebileceği iki suçu yoğun olarak kullanma yoluna gitmiştir. mm) Sözde örgüt üyelerinin organik bağ içerisinde bulunarak yoğunluk, çeşitlilik ve süreklilik gösteren eylemleri yoktur. Burada kastedilen çeşitlilik yoğunluk ve süreklilik göstermesi gereken yasaya uygun ve hakkın kullanımını ifade eden hukuka uygun eylemler değildir. Örgütün ve örgüt üyeliğini gösteren eylemlerdeki yoğunluk, süreklilik ve çeşitlilik kişilerin temel hak ve özgürlüklerini kullandıkları faaliyetlere ilişkin olamaz. Bir köşe yazarının her gün yazı yazması, ya da sanıkların sıklıkla konferanslar vermesi, televizyon programları yapmaları ya da basın açıklamalarına katılması bu unsurların varlığını göstermez. Sözü edilen eylemlerin hukuka aykırı olması ve suç teşkil etmesi zorunludur. 176 nn) Kendisinden olmayan hükümetleri ortadan kaldırmak amacı ile kurulduğu ve faaliyet gösterdiği iddia edilen sözde örgütün bu konuda başarılı olduğu ya da teşebbüste bulunduğu bir eylemde gösterilmemiştir. 60 Yıldan bu yana faaliyet gösterdiği iddia edilen sözde örgütün sadece iki hükümete karşı faaliyette bulunduğu iddia edilmiştir. Birincisi 59.Ecevit Hükümeti olup, Ecevit’in rahatsızlığının ileri sürülerek, görevinden uzaklaştırılmaya yönelik faaliyet ve eylemlerde bulunulduğu iddia edilmiştir. Bu konuda ciddi bir delil gösterilmemesi bir kenara, olayın mağduru Başbakan bile, böyle bir faaliyetin olmadığını defalarca dile getirmiştir. Kaldı ki bu hükümeti ortadan kaldıran sözde örgütün bir faaliyeti değil, koalisyon ortağı Devlet Bahçeli’nin iradesi olmuştur. İkinci eylem ise AKP hükümetlerine karşı olduğu iddia edilmiş olup, buradaki sanıklarının hiçbirinin hükümete karşı suçun icra unsurunu oluşturan bir eylemi söz konusu olmamıştır. Görülüyor ki; 60 yıllık sözde örgütün sadece iki hükümete karşı faaliyette bulunduğu iddia edilmiş ancak ikisinde de fiil-sonuç arasında bağlantı kurulamamış, yine fiili temsil eden deliller ortaya konamamıştır. Bu sebeple bu soruşturmanın gerçek amacı Ecevit hükümeti bahane gösterilerek, AKP hükümetlerine muhalif olanlara sindirme operasyonuna dönüştürmek olmuştur. oo) Silahlı sözde örgütte silahlı eylem yapan yoktur. Amacına ulaşması için vahim suçlar işlemesi gereken sözde örgütün iddianamesi incelendiğinde, bu davaya eklenti olarak getirilen ve buradaki sözde Ergenekon sanıkları ile hiçbir bağlantısı kurulamayan Danıştay Olayı dışında yargılanan sanıkların silahla gerçekleştirilmiş oldukları tek bir eylemin, basit yaralamanın hatta 177 havaya ateş açmanın dahi gerçekleştirmediği bir dava ile karşı karşıya olmamız, sözde örgütün olmadığının bir başka kanıtıdır. En basit kavganın, yaralamanın, hakaretin bile olmadığı örgüt yargılanmasında vahim suçlar kapsamında silahlı gasp, banka soygunları, rehin alma, devlet kuvvetleri ile çatışma gibi hiçbir eyleme rastlanmaması bir tesadüf değildir. Böyle bir suç tablosundan silahlı örgüt yaratma çabası beyhudedir. Bu soruşturma ve sürecin tertip boyutu her taraftan fışkırmaktadır. Ön yargılardan sıyrılan her makul kişinin bunu görmemesi mümkün değildir. öö) İşlenen hiçbir suç sözde silahlı terör örgütü faaliyeti çerçevesinde işlenmemiştir. Dosyada sanıkların işlediği iddia edilen vahim nitelikte olmayan, basit suçların hiçbiri örgüt faaliyeti kapsamında işlenmemiştir. Yoğunluklu işlendiği ileri sürülen kişisel veri kaydı ve gizli belge temini suçların her sanığın mesleki faaliyetleri kapsamındaki faaliyetlerden türetildiği ortadadır. Bunun dışında ruhsatsız silah, tarihi eser kaçakçılığı, telsiz yasasına muhalefet gibi suçların hiçbiri sözde örgüt kapsamında işlenen suçlardan değildir. pp) Sanıkların sözde örgütün amacını bildiği ve benimsediği, bunları silahlı olarak gerçekleştirmeye yönelik özel kast taşıdığı kanıtlanamamıştır. Sanıkların hemen tümü sözde örgütün ismini bu soruşturma nedeni ile gözaltına alındığında ya da basından öğrenmiştir. Sözde örgüt dokümanlarının çıktığı sanık sayısı 6-7 kişiyi geçmemektedir. Bu dokümanları okuyan sanık yok gibidir. Kaldı ki bu belgelerin kamuoyunda maruf hale geldiği kanıtlanmıştır. Hiçbir sanığın iradesinin silahlı eylemler sonucu, cebir ve şiddet kullanılarak hükümeti ortadan kaldırmaya yönelik olduğuna ilişkin tek bir delil ortaya konmamıştır. 178 Silahla yaralamanın dahi olmadığı bir sözde örgütte silahla işlenebilecek vahim suçlara yönelik iradenin varlığı da mümkün değildir. Sözde silahlı örgütün gayeye varmak amacı ile ülke çapında çok sayıda silahlı eylem gerçekleştirmesi gerekirken, hiçbir eyleminin olmaması da son derece anlamlıdır. “Silahlı çete” anlam itibarı ile amaca ulaşmak için uzun süreçte birçok vahim suçu işleyen örgüt olarak nitelendirilir. Oysa sözde örgütün 60 yılda işlediği tek bir silahlı eylemi yoktur. rr) Sanıkların sözde örgütteki sözde görev ve sorumlulukları mesleklerine uygun olarak soruşturma aşamasında masa başı çalışması ile tespit edilmiştir. Hiçbir sanığın sözde örgütte yönetici, departman sorumlusu, ara yönetici, lobi yöneticisi, köprü personel olduğuna ilişkin tek bir sözde örgüt dokümanına ulaşılamamıştır. Soyut olarak görevlerin belirtildiği uyduruk belgelerle sanıklar arasında bir illiyet bağı da kurulamamıştır. Kovuşturma kapsamında da bu hususta hiçbir delile ulaşılamamıştır. Bu sorunun aşılması için sözde örgüt dokümanlarındaki mücerret görevler, sanıkların mesleklerine, faaliyetlerine ve toplumsal konumlarına göre masa başında soruşturma kapsamında bol keseden dağıtılmıştır. Avukat olan sanık hukuk departmanında, dernek başkanı olan STK departmanında, gazeteci olan basın departmanında, siyasetçi olan propaganda departmanından sorumlu tutulmuşlardır. Bir yazılı ya da sözlü delil olmadan bu tür görev paylaşımının soruşturma kapsamında yapılması ve bir kısım şemaların hazırlanması hukuken tasvip edilemez. ss) Sözde örgütün 1950’den itibaren kurulduğuna ilişkin gösterilen deliller her türlü hukuki ciddiyetten yoksundur. 179 Mütalaada sözde örgütün NATO tarafından soğuk savaş döneminden itibaren kurulduğuna ve 50 yıldan bu yana faaliyet gösterdiğine ilişkin iddialarını Ecevit’in kontrgerilla konusunda siyasi açıklamasına, dosya sanığı Ferit İlsever’in bir parti adına yaptığı basın açıklamasına, Memduh Ünlütürk’ten şifahi olarak Ergenekon ismini duyduğunu söyleyen sanık Erol Mütercimler’in beyanına ve yine bu kişinin yabancı kaynaklı bir kitapta yapılan yorumuna aktardığı ifadesine dayandırılması hukuk adına traji-komedi bir durumdur. 50 Yıllık geçmişi olduğu iddia edilen silahlı terör örgütünün varlığının yukarıdaki verilerle kanıtlanmaya çalışılması, hukukumuzun sokulduğu çıkmaz sokaklarda düştüğü ibret verici tabloyu göstermesi bakımından önem arz etmektedir. İddia makamınca “Kurucuları, kuruluş yerini, kuruluş tarihini örgüt faaliyet merkezlerini, kuruluş bildirgelerini, yöneticileri, örgüt üyelerini, örgüt eylemlerini kanıtlayamadık ama Ecevit’in bir beyanı var, sanıkların basın açıklaması ve duyumları mevcut, yabancı bir kitapta da yorum yapılmış bunlar örgütün varlığı için yeterlidir” talihsizliği yaşatılmıştır. Türk Yargı tarihinde yaşatılan bu sürecin ibretle anılacağından tereddüdüm yoktur. şş) Savcıların hazırladığı mütalaada sözde örgütün varlığı konusundaki iddiaları hukuk adına üzüntü vericidir. aaa) Susurluk’ta yargıladığınız kişileri, yeniden bu davada sanık yaparak, Susurluk Kazasında ve yargılamasında ismi geçen kişilerin, bu davada yargıladığınız sözde örgütün bir hücresi olduğunu nasıl savunabilirsiniz? Susurluk ile burada yargılanan diğer sanıklar arasında örgütsel ilişkiyi kanıtlayacak hangi deliller mevcuttur? Susurluk’ta yargılanan iki sanığı bu davaya taşımakla, iki dava ve sanıklar arasında bağlantı kurulamaz. 180 Susurluk’ta sözde örgüt davasından yargılanıp mahkûm ettiğiniz iki sanığı, burada da yeniden aynı örgüt suçundan yargılamanız hukuksuzluğun vardığı başka bir boyuttur. Susurluk sanıkları o davada Ergenekon’un hücresi kabul edilen Susurluk örgütü davasından mahkûm edilmiş ise verilen cezanın infazından sonra bir eylemi olmadığı halde bir de buradan sözde örgüt üyeliğinden nasıl mahkûm edilebilir? bbb) Sözde örgüt dokümanlarının sözde örgüte ait olduğuna ilişkin kuşkuyu taşımayan sadece savcılar olabilir. Tam tersine bu dokümanların buradaki sanıklar tarafından hazırlandığına ilişkin bugüne kadar hangi somut kanıtı ortaya koydunuz? ccc) Sözde Ergenekon örgütünün NATO tarafından kurulduğuna ve isminin de Ergenekon konduğuna ilişkin deliliniz nedir? Hem Türk kültüründen ötürü bu ismin konulduğunu savunacaksınız, öbür taraftan da sözde örgütün ismini soy ismi “Ergenekon” olan bir generalle irtibatlandıracaksınız. Bu yorumlarınızdan hangisini tercih ediyorsunuz? Yoksa tüm şıklar geçerlidir mi diyorsunuz? ddd) 1999 Tarihli Analiz belgesinde Derin Devlet’in Kontrgerilla’nın, Gladyo’nun Ergenekon olduğunun itirafı yeterli değildir. Analiz belgesini yargıladığınız sanıklar tarafından hazırlandığı itiraf edilmiş midir? Ya da bu belgeyi sanıkların hazırladığını kanıtladınız mı? Belge ile sanıklar arasında hangi somut bağlantılara ulaştınız? Bu sorulara olumlu cevap verilmeden, uyduruk belgelerdeki itiraflara sığınamazsınız. eee) NATO’nun kurduğu komünizmle mücadele örgütlerinin isimleri nedir? Kurucuları kimdir? Faaliyetleri nedir ve nerededir? Tüm bunlar ispat edilmeden mücerret olarak sözde örgütün kuruluşu, NATO’nun komünizmle mücadele için kurduğu iddia edilen sözde örgütlere atıf yapılarak işin içinden sıyrılmak mümkün değildir. fff) Susurluk sırasında bu sözde örgütün etkin olduğunu savunuyorsanız, bu durumda bu örgütün faaliyetlerini yöneticilerini ve 181 eylemlerini de bilmeniz gerekir. Buyurun bunları da açıklayın ve sorumluların hakkında yasal işlem yapın. Çünkü henüz zamanaşımı dolmamıştır. “Etkindir o yüzden ortaya çıkaramadım” yorumu ile mütalaa yazılmaz. ggg) Sözde örgüt 1999 yılında yazılı usule geçmişse; temsil niteliği olmayan dokümanlarının dışında, doğrudan sanıkların isimlerinin geçtiği, toplantıların yapıldığı, tek bir yazılı belge sunamamanızın sebebi nedir? hhh) Mütalaada emniyetin yaptığı tespitlere dayanmak bir başka traji-komik haldir. Savcılık sözde örgüt dokümanlarını emniyete gönderiyor. Emniyetin de; “ben böyle bir örgüte ve eylemine rastlamadım ama gösterdiğiniz bu belgelere göre sözde Ergenekon örgütünün terör örgütü olduğunu tespit ettim” demesi bir başka vahim durumdur. Uydurma belgelerde belirtilen, hiçbir anlatım ve faaliyetin, sanıklar tarafından icra edildiğine ilişkin kanıt yoktur. Emniyetin sanıklarla illiyet bağı kurulmayan belgelere dayalı değil, bizzat sanıkların işledikleri sözde suç ve eylemlere göre yorumda bulunması gerekir. Nitekim sanıklarla ilgili alana girilen kısımlarda, emniyet kişisel silahlar ve sanıklarla irtibatlandırılamayan patlayıcı maddelere, suçla ve sanıkla ilgisi olmayan Yargıtay krokisine, telefon sohbetlerine, aynı bomba olduğunun kesin kanıtı sayılamayan aynı ya da benzer kafile numaralarına, inandırıcılığı olmayan Gizli Tanık 9’un ifadelerine dayanarak sözde örgütün, terör örgütü olduğu kanaatine varmıştır. Böyle bir yorum ve kanaatin, ne ölçüde hukuk, bilim ve mantık dışı olduğu ortadadır. Cebir ve şiddet unsuru gerçekleşen eylemlere göre değil, delil olmaktan uzak bomba irtibat bilgilerine, sanıklarla irtibatlandırılamayan hazırlık hareketi sayılabilecek kâğıt üzerindeki 182 ya da telefon sohbetlerinde ki eylem hazırlıklarına, kişisel silah ve sözde örgüt ile ilgisi kurulmayan patlayıcı maddelere dayandırılmıştır. Sanıklarla irtibatlandırılamayan, sözde belgelerdeki şiddet ve cebrin benimsendiğine ilişkin yazıları, sözde örgütün terör örgütü olduğuna ilişkin tespitin gerekçesi olarak gösteremezsiniz. ııı) Sözde örgütün; bir yandan Anayasa’da yer alan organları yok saydığını söyleyeceksiniz, sonra da TCK 309. madde yerine TCK 312. maddede düzenlenen suç ile yargılayacaksınız. Doğru bunun neresindedir? iii) Hangi kişisel veri kaydı ya da devletin gizli belgeleri sözde örgüt amacı doğrultusunda kullanılmış ve eylemde kullanılarak devletin iç ve dış güvenliği için tehdit oluşturmuştur? jjj) Sözde örgütün illegal yolla sağladığı tek bir silah yoktur. Kişilerin bireysel silah temin etmeleri, sözde örgüt adına yapıldığı iddia edilemez. Hangi silah, sözde örgüt suçunda kullanılmıştır? Davaya eklenti yapılan Danıştay saldırısı, sözde örgüt ve sözde Ergenekon sanıkları ile delilsiz olarak irtibatlandırılmaya çalışılmıştır. kkk) Uydurma belgelerde anlatılan yapının, fiilen uygulamaya konduğuna ilişkin tek bir somut olay ve deliliniz var mıdır? lll) Hem sözde örgütün yazılı usule geçtiğini savunacaksınız, hem de gizlilik prensibini uyguladığını ifade edeceksiniz. Bu nasıl gizliliktir ki, uydurma tüm örgüt dokümanları basında, internette ve hatta mahkeme kasasında bulunmakta, sözde örgüt üyeleri rahatlıkla birbirleri ile telefonda konuşmakta, etkinliklere katılmaktadır? İddia makamı işine geldiği kuralı, işine geldiği fikri desteklemek için çelişkilere dikkat etmeksizin kullanmıştır. Varlığı için propaganda yaptığı iddia edilen sözde örgütün; fark edilmesi halinde gizlenmek amacı ile dezenformasyona ihtiyacı olur mu? mmm) Yürütme organını hedef alan bir sözde örgüt bir araya getirilemeyecek kurumları ve kişileri bir araya getirip disiplini, hiyerarşiyi sağlamakta güçlük çekmek yerine neden aynı fikirden ve 183 görüşten insanları bir araya getirip daha işlevsel bir yapı oluşturmasın? Farklı fikirdeki kişi ve kuruluşları bir araya getirmenin zorluğunu neden tercih etsin? Kolaylık var iken zoru neden seçsin? Acaba, projeyi hazırlayanların hedeflerine uygun bir örgüt mü kurmak istediler de, tercihlerini tertipçiler lehine uyguladılar? nnn) Henüz yargılanan sanıkların hangilerinin hangi hücrelerde yer aldığını saptamadan genel bir örgüt şemasını ortaya koymadan, nasıl olur da, hücre çalışmasından bahsedebilirsiniz? Maalesef bu davada; yargılanan sanıkların fiilleri değil, uyduruk belgelerdeki anlatımlar olmuştur. Projeyi hazırlayanlar bu düşünceye uygun olarak, hücre sistemini seçmişlerdir. Böylelikle sanıkların birbirlerini tanımamalarına ilişkin açmazlarını da bu yolla aşmaya çalışmışlardır. ooo) Sözde örgütün bırakınız gayrimeşru bir eylemini, meşru alanın dışına çıkan bir faaliyeti yoktur. Kişiler yasaların verdiği hakların icrasından ötürü yargılanır hale gelmiştir. ööö) Bu davada siyasete uygun olarak, terör ve terör örgütünün bilimsel ve hukuksal tanımlaması da değiştirilmiştir. Maalesef siyaset hukuku şekillendirmiştir. O yüzden bu davanın ve çıkacak kararın hukukiliğinden ve adil olacağından söz etmek mümkün değildir. Siyasetin girdiği mekânı ilk terk edenin hukuk ve adalet olduğu unutulmamalıdır. f-) Neden örgüt yoktur. Ben neden sözde örgüt üyesi değilim. 1) Dosyadaki hiçbir yazılı delilde ya da dinlenen tanık beyanlarında sözde örgüt yöneticilerinin her hangi birinden, her hangi bir konuda emir ve talimat aldığıma ilişkin tek bir sözcük, yazı, telefon konuşması, mesaj ve benzeri bir ibare mevcut değildir. 2) Gerek şahsım, gerekse diğer sözde örgüt üyeleri üzerinde oluşmuş bir güç kaynağı yoktur. 184 3) Hukuka uygun bir şekilde, hukuka uygun amaçlar doğrultusunda ve hukuka uygun faaliyet gösteren yöneticisi ve üyesi olduğum sivil toplum kuruluşları, sözde örgütün kurduğu kuruluşlar olarak değerlendirilemez. Bu konuda dosyada bir delilde bulunmamaktadır. 4) Silahlı örgüt üyesi olabilmem için, bağlı olduğum sözde örgütün silahlı olduğu konusunda kasten hareket etmem, kastımın ve irademin sözde örgütün silahlı olduğunu kapsaması gerekir. Bırakınız başkasında silah olduğunu bilmemi, şahsımda dahi hiçbir silah çıkmamıştır. 5) Anayasal haklarım olan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, dava açma hakkı, ifade özgürlüğüm ve basın özgürlüğü gibi evrensel temel hak ve özgürlüklerin kullanımı sözde örgüt suçunun maddi unsuru olarak kabul edilemez. 6) Sözde örgütün sivillere açıldığı iddia edilen tarih ile benim burada yargılanan sanıklarla tanıştığım tarih arasında sözde örgüt üyesi olmamı imkansız kılacak tarih farklılıkları mevcuttur. 7) Kovuşturma aşamasında, sözde örgüt yöneticiliğim konusunda iddianamenin ekindeki delillerden farklı olarak ortaya hiçbir delil çıkmamasına karşılık bilinen üç kişi ile ilişkimin ileri sürülerek örgüt üyeliğinin bir kenara bırakılarak, örgüt yöneticiliğinden suçlanmamın hiçbir mantığı yoktur. 8) Yapılan aramalarda uhdemde uyduruk sözde hiçbir örgüt dokümanı çıkmamıştır. 9) Sözde örgüt toplantılarına katıldığıma ilişkin hiçbir delil yoktur. Türk Ortodoks Patrikhanesinin özel günlerinde yapılan yemekli anma ve kutlamalar sözde örgüt toplantısı değildir. 10) Sözde örgütün ortaya tek bir mali kaynağı, parası, geliri, para kasası, para transferleri, örgüt üyeleri arasında para alışverişi konamamıştır. 185 11) Sözde örgütün kurucuları, kuruluş yeri, kuruluş tarihi, kuruluş belgeleri, kurulduğu iddia edilen 1950’lerden itibaren sivil açılımın sağlandığı belirtilen 1999 yılına kadar tek bir eylemi ve dokümanı ortaya konamamıştır. 12) Sözde örgüt dokümanları, yaratılan yapay örgütle uygun olarak yaratılmış uydurma belgelerdir. 13) Sözde örgütün hiyerarşik yapısı ortaya konamamıştır. 14) Sözde örgütün mensuplarının aynı yönde hareket ederek aynı amacı hedeflemeleri şartı gerçekleşmemiştir. 15) Sözde örgütün şiddete dayalı ortak eylem programı ortaya konamamıştır. 16) Soruşturma kapsamında ele geçirilen silahların sözde örgüte ait olduğu kanıtlanamamıştır. 17) Sözde örgütte, amaca uygun olarak örgüt faaliyetlerini disipline eden, ahenkli hale sokan sözde, örgüt üyelerinin eylemlerini koordine eden yöneticiler mevcut değildir. 18) Sözde örgüt içi eğitim, siyasi bilinçlendirme, ortak kitle eylemleri, kod adı verilmesi sureti ile gizliliğin sağlanması ve emir yolu ile amaç suçların işlenmesi söz konusu değildir. 19) Sözde örgütte devamlılık unsuru yoktur. 20) İddianamede ve mütalaada sanıkların eylemlerinin hemen tamamı anayasal hakların kullanımından ibarettir. 21) Sanıkların oluşturdukları iddia edilen sözde örgütün amaç suçları işlemeye elverişli bir yapısı yoktur. 22) Kişilerin suç işleme amaçları ile bir araya gelmedikleri araç suçların yokluğu ve yetersizliğinden anlaşılmaktadır. 23) Sözde örgüt üyelerinin organik bağ içerisinde bulunarak yoğunluk, çeşitlilik ve süreklilik gösteren eylemleri yoktur. 24) Kendisinden olmayan, hükümetleri ortadan kaldırmak amacı ile kurulduğu ve faaliyet gösterdiği iddia edilen sözde örgütün bu konuda başarılı olduğu ya da teşebbüste bulunduğu bir eylemde 186 gösterilmemiştir. Ecevit hükümeti örneği hukuki ciddiyetle bağdaşabilecek bir örnek değildir. Başbakan Ecevit’in minnet duyup teşekkür ettiği Başkent Hastanesinin ve Mehmet Haberal’ın sorumlu gösterilmesi, iddia makamının düştüğü açmazın ifadesidir. 25) Silahlı sözde örgütte silahlı eylem yapan yoktur. O yüzden Danıştay Saldırısı gerçek dışı delillerle bu davaya eklenme ihtiyacı duyulmuştur. 26) İşlendiği iddia edilen hiçbir suç sözde silahlı terör örgütü faaliyeti çerçevesinde işlenmemiştir. 27) Sanıkların sözde örgütün amacını bildiği ve benimsediği, bunları silahlı olarak gerçekleştirmeye yönelik özel kast taşıdığı kanıtlanamamıştır. 28) Sanıkların sözde örgütteki sözde görev ve sorumlulukları mesleklerine göre soruşturma aşamasında masa başı çalışması ile gerçekleştirilmiştir. 29) Sözde örgütün 1950’lerden itibaren kurulduğuna ilişkin gösterilen deliller her türlü hukuki ciddiyetten yoksundur. C) DELİLLERİMİN ÜZERİNDE YENİ MODA TABİRİ İLE YAPILAN SEHVENLER Aşağıda belirteceğim delillerim üzerinde yapılan yeni moda tabiri ile “sehvenler” soruşturmanın ve devam etmekte olan kovuşturmanın, evrensel hukuka uygunluğu noktasında herkesi endişeye düşürecek boyuta ulaşmıştır. Soruşturmanın ve giderek kovuşturmanın emniyetin gölgesinde yapılması, savcı ve hâkimlerimizi, kolluğun düzenlediği deliller sonucunda akıbeti baştan belirlenen kararlara imza atan uygulayıcı konumuna düşürmekte, çoğu zaman adaleti başladığı emniyetin koridorlarında bitirmektedir. 187 Hukuk devletinin en önemli kriterlerinden biri, ceza dosyalarına emniyetin nüfuz ve etkisini en alt düzeye indirgemektir. —Karar aşamasına gelen dosyamızda birçok delillerimizi emniyetten soruyorsak, savcı dosyada bulunmayan HTS kayıtlarına göre mütalaa verebiliyorsa; — Emniyetin yargılama ile bütünleşmesinin hukukun ve adaletin sağlanması yönünden ne büyük bir tehlike olduğunu göremiyor isek, gelinen noktada hukuk devleti adına bir arpa boyu yol alamamışız demektir. Aşağıdaki beyanlarım sadece şahsıma ait delillere ilişkin sehvenlerdir. Diğer sanıklarla birlikte bilenen ve bilinmeyen sehvenler dikkate alındığında asla hata yapılmaması gereken ceza yargılamamızın ne hale geldiğini görüp de üzülmemek mümkün değildir. 1-) Şahsıma ait olmadığı, yapılan yazışmalar sonucunda Mustafa Uzunoğlu’na ait olduğu belirlenen 0 532 211 48 01 numaralı telefondan, 0 532 214 33 54 numaralı telefonuma 365 adet telefon numarası yüklenmiş, telefonumun rehberindeki 140 adet telefon numarası ile birlikte 505’e ulaşan telefon numarası soruşturma şüphelisi Ahmet Ceyhan’ın 0537 611 94 81 numaralı telefonuna yüklenmiştir. Böylelikle ismim ve telefonum yüklemelerin yapıldığı 0 532 211 48 01 numaralı telefon nedeni ile Pınar Sitesi bilirkişi raporlarına 49 yerde haksız olarak geçirilmiştir. Mahkemenizden defalarca 0 532 211 48 01 numaralı telefonun Alparslan Arslan’ın telefon rehberinde yer alması nedeni ile telefonun adına kayıtlı olduğu Mustafa Uzunoğlu ile ilişkisinin ortaya çıkarılması yönünden talep ettiğimiz basit bir emniyet araştırması dahi yaptırılmamış, bu telefonun şahsıma ait telefon incelemesinin yapıldığı 188 tarihte Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde hangi sebeple bulunduğu sorulmamıştır. Emniyet tüm bu yapılanları “SEHVEN” sözcüğü ile açıklamıştır. Mahkemenizin 09.11.2012 tarihli ara kararının 27/a bendinde telefon rehberimde, beyan etmiş olduğum 140 adet telefonun bulunduğunun belirtilmiş olmasına rağmen, sanki bu kadar yazışma yapılmamış, ara karar tesis edilmemiş, bu konuda tanık dinlenmemiş gibi tüm sanıkların telefon rehber bilgileri ile ilgili olarak yaptırılan 12.04.2013 tarihli toplu HTS raporunda 0 532 211 48 01 numaralı telefon ve bu telefonu rehberinde bulunan 365 adet telefon bana aitmiş gibi işlem yapılmış, böylece şahsımla hiçbir ilgisi olmayan birçok gerçek dışı eşleşme yapılmış ve irtibatlar kurulmuştur. Bu davada bırakınız kendimizi savunmayı, yıllarca uğraş vermiş olmamız sonucunda yapılan sehvenler emniyetçe ve mahkemece kabul edilmiş olmasına rağmen düzeltilmemekte, gerçek dışı irtibatlandırmalar yoluyla sözde örgüt bağlantıları kurulma yoluna gidilmektedir. Nitekim tüm sanıklarda ele geçtiği iddia edilen telefon rehberlerinden oluşturulan 12.04.2013 tarihli HTS raporunda, telefonuma 0532 211 48 01 numaralı telefondan yüklenen 365 adet telefonun, benim telefon rehberimden çıkmış gibi değerlendirilip eşleştirme yapılması, mahkemenin kendisinin verdiği ara karara dahi uymadığını göstermektedir. Mahkeme 09.11.2012 tarihli ara kararının 27/a bendinde verilen ara kararda, her rehberde çıktığı iddia edilen telefon numaralarının o rehbere ait olduğuna ilişkin karar doğrultusunda rehberimde çıkan 140 adet telefon numarası ve ismi dışında, diğer isim ve numaraları ile bir irtibatımın olmadığının kabulüne rağmen, tam aksi yönde HTS raporlarının tanzimi kabul edilecek bir tutum olamaz. 189 Düzenlenen bilirkişi raporlarında mahkemenin ara kararları dahi dikkate alınmamakta, bu yolla hiç tanımadığım yüzlerce kişi ile irtibatım varmış gibi gösterilmiştir. Dava maalesef bırakınız var olan tanışıklıkların farklı yansıtılmasına, gerçek dışı irtibat ve tanışıklıkların oluşturulduğu yapay sözde örgütsel ilişkileri yumağı haline dönüştürülmekle, önemli ölçüde hukukun dışına taşmış bulunmaktadır. Soruşturma ve kovuşturma kapsamında yapılan hatalar sonucu yaratılan yapay delillerin aksini kanıtlamak için yıllarca uğraşır hale gelinmiştir. Yargılama ve emniyet makamları sehven yaratılan delilleri kabul etseler bile, hemen her işlemde yeniden huzurumuza getirilmekte, siyasi davalarda sehven ya da maksatlı yaratılmış olsa da hiçbir delil çürümez anlayışı hakim kılınmıştır. 2-) BHB’de çıktığı iddia edilen, 22.01.2008 tarihli dernek arama tutanağında ve 23.01.2008 tarihli inceleme tutanağında 9 adet CD’den, 6 nolu CD’de olduğu iddia edilen fotoğraftaki toplantının yeri ve tarihi mütalaanın 96 ve 368.sayfalarında farklı belirtilerek yanlış sonuçlar çıkartılmıştır. Fotoğraftaki toplantı Türk Ortodoks Patrikhanesinde olmasına karşılık, inceleme tutanağında ve mütalaanın 368.sayfasında BHB’de olduğu iddia edilmiş, muhtemelen 2007 yılına ait bir toplantı 2005 olarak geriye götürülüp, tanışma tarihleri eskiye taşınmak istenmiştir. Mütalaanın 2 ayrı sayfasında aynı fotoğrafa ilişkin farklı tarih ve yerlerin yazılmasını da SAVCILIĞIN SEHVENİ OLARAK KABUL ETMEKTEYİZ. 3-) Şahsıma ait 25.10.2007 tarihli iletişimin dinlenmesine ilişkin hakimlik kararı ile savcılığın hakimlikten yapmış olduğu talep yazısında öylesine ayniyet vardır ki tesadüf olsa gerek kararda bir sözcükte 190 unutulan harf, talepte de unutulmuştur. Virgüller, noktalar, imla hataları ve kullanılan sözcükler hem talepte hem de kararda aynıdır. (Örneğin talep yazısında “dinlenmesi” sözcüğü “inlenmesi” olarak yazılmış kararda da aynı hata tekrar edilmiştir.) Karar ve talep yazısı adeta aynı bilgisayardan, aynı anda çıkmış gibidir. Savcılık talepte bulunmuş olmasına rağmen, kararda talepte bulunan makam olarak “ Emniyet” yazılmıştır. Bu şekilde yazılımın tek örneği bu karardır. Karara ek klasörlerde, emniyetten gelen belge ve yazışmalarda, tarihine göre yapılan yazışma ve belgeler cetvelinde rastlanamamıştır. Karar üzerinde hiçbir havale tarihi yoktur. Yönetmelik hükümlerine rağmen değişik iş defterlerinde kaydı yoktur. Sadece karar kartonundan çıkmıştır. Böyle bir dinleme kararının usulüne uygun olduğundan bahsetmek mümkün değildir. Usulsüz dinleme kararını da hakimliğin SEHVENİ OLARAK KABUL EDİYORUZ. 4-) 2.Ergenekon davası sanıklarından Mustafa Dönmez’i tanımadığım ve hiçbir telefon irtibatım olmadığı halde, 2.Ergenekon iddianamesine 5 adet telefon görüşmemizin olduğu yazılmıştır. Yapılan araştırmalar sonucunda görüştüğüm Mustafa Dönmez’in sadece isim benzerliği olan müvekkilim olduğu, nüfus kaydının farklı olduğu, ibraz edilen dava dosyası, vekaletname ve HTS kayıtları ve nüfus kayıtları ile ortaya çıkarılmıştır. Bu SEHVENİ de savcılığın hanesine yazmakla birlikte siyasi davalarda delilin yanlışlığını mahkeme ve savcılık kabul edip, ara karar tesis edilse bile çürümezliği ilkesi uyarınca Mustafa Dönmez’le aramda hayali telefon irtibatı ile örgütsel bağ oluşturulmaktan imtina edilmemiştir. 191 5-) İddianamede Merdan Yanardağ’ın tarafıma mesaj attığı belirtilerek sözde örgütsel bağ kurulmuştur. İbraz edilen belgeler ve HTS kayıtlarından, mesajın Merdan Yanardağ’a ait olmadığı, Merdan Aydın isimli birine ait olduğu ortaya çıkmıştır. Bu sehven de savcılığa ait olmasına rağmen, savcılık bu sehvene rağmen, Merdan Yanardağ ile aramda sadece bu hatalı mesaja binaen mütalaada örgütsel ilişki içinde olduğumuzu yazmaya devam etmiştir. Ne demiştik siyasi davalarda hiçbir delil çürümez demiştik! 6-) BHB’nin çaycısı Asım Demir’in; emniyet ve savcılık ifade tutanaklarında; kuvvai milliye derneğinin üyesi olduğuna ilişkin bir beyanı olmadığı halde, iddianameye beyanında üye olduğunu söylemiş gibi yazılmış, böylelikle şahsım ile Kuvvai Milliye Derneği arasında Asım Demir yolu ile irtibat kurulmaya çalışılmıştır. 7-) Alparslan Arslan’ın telefon rehberi el konulduğu tarihten itibaren 3 yıl, 4 ay, 6 gün sonra açılmış ve rehber kayıtlarına ulaşılmıştır. Yüklemelerin hangi tarihte yapıldığı konusunda yaptığımız müteaddit itirazlar üzerine bu defa 1,5 yıl sonra telefonun açılmaması nedeni ile verilere ulaşılamadığına ilişkin rapor verilmiştir. Israrla telefona yeni pil takılarak, telefon şirketinde, TÜBİTAK’ da ya da üniversite laboratuarlarında açılıp veri yüklemesinin ne zaman yapıldığı konusunda rapor alınmasını istememize rağmen bu taleplerimiz reddedilmiştir. Telefona el konulduğunda imajı alınmamıştır. Bir süre de olsa emniyet denetiminde kalan telefondaki 5000’e yakın veri kaydının (e- posta adresleri) hemen tümünün ulusalcımilliyetçi ve Atatürkçü düşünceye sahip kişi ve kurumlara ait olması, sanığın mail atmasını bilmediğinin tüm tanıklarca teyit edilmesi, ifadesinde sanığın bu mail adreslerinin kendisine ait olmadığını beyan 192 etmesi karşısında, veri yüklemesi konusu cevaplandırılamayan bir konu olarak kalmıştır. 3 Yıl 4 ay sonra açılan telefon her nedense, yükleme tarihlerinin açığa çıkma ihtimali karşısında 1,5 yıl sonra açılmaz olmuştur. Mahkemenin bu şüpheleri yenmek için yaptırması gereken incelemeleri yaptırmayıp, kalemde tam gün istihdam eden bilirkişilerin yetersiz ve ön yargılı raporları ile yetinmesi adalet adına üzüntü vericidir. 8-) İşçi Partisinden çıkan 131 nolu CD’de Berlin’de Vural savaş ve Doğu Perininçek ile fotoğraflarımın olduğu iddianameye yazılmış, yapılan yazışma sonucu emniyet Kemal Kerinçsiz’in isminin sehven geçtiğini öyle bir fotoğrafın olmadığını belirtmiştir. 9-) Engin Zorba isimli soruşturma şüphelisi ile telefon tapelerim çıkarılmış, ancak bu şahsın tarafımdan tanınmadığı ve HTS kayıtlarına göre görüşmemin olmadığı ortaya çıkınca, emniyetle yapılan yazışma sonucu Kemal Kerinçsiz isminin tapelere SEHVEN yazıldığı belirtilmiştir. 10-) İddianameye sanık Rıza Ferit Bernay’ın bilgisayarında tarafıma ait bir yılbaşı tebrik mesajının bulunduğu yazılmıştır. Yapılan yazışma sonucunda EMNİYET KEMAL KERİNÇSİZ isminin sehven yazıldığını belirtmiştir. 11-) Erkut Ersoy’u hayatımda hiç görmediğim halde iddianamenin 1863. sayfasında fotoğrafımız olduğu yazılmıştır. Ancak ortada hiçbir fotoğraf yoktur. Bu da hayali bir delildir. Ama olsun, amacımız sözde örgütsel bağ olduktan sonra bu kadar küçük yanlışlığın önemi mi olur. 193 12-) Fikri Karadağ ifadesinde şahsımı Türk Ortodoks Patrikhanesinde gördüğünü belirtmiş, ancak iddianameye “görmek” fiili “tanımak” olarak geçmiştir. Bu iki kişinin tanıştığını ispat etmek için gösterilen gayretin yanında bu sehvenin lafı olur mu? 13-) Süleyman Esen’in bürosunda şahsıma ait bir kartvizitin çıktığı iddia edilmiş, her nedense defalarca talep etmemize rağmen bu kart vizite ulaşılamamıştır. 14-) Büyük Güç Birliği hakkında açılan davadan, Orhan Pamuk davasında, adliye önündeki bazı kişiler hakkında açılan soruşturmadan bahsedilmiş ancak o tarihte verilen kapatmanın ret kararından ve kişiler hakkında verilen beraat kararından hiç bahsedilmemiştir. Savcılık için dava açıldıysa sonucu hiç önemli değildir. Sanığın suçlanması için dava açılması nasıl olsa yeterlidir. Kararlar sehven görülmemiştir. 15-) İsmim, Mehmet Haberal’da çıkan bir belgede önümüzdeki toplantıya davet edilecekler listesinde yer almasına rağmen, sanki bu toplantılara daha önce katılıyormuş gibi Danışma Kuruluna teklif edilenler listesinde gösterilmiştir. Bu SEHVEN DE İDDİA MAKAMINA AİTTİR. 16-) M. Zekeriya Öztürk’le asla yapılmayan 4 görüşme, her iki sanığın HTS kayıtlarında olmamasına rağmen, hazırlanan 299 nolu grafikte, 31.05.2006 tarihinde 00.00’da, 04.05.2006 tarihinde 21.16’da, 21.52, 21.52’de yapıldığı iddia edilen görüşmeler rapor ve grafiklere eklenmiştir. Buda emniyetin sehvenlerinden biridir. 17-) İhsan Göktaş’la görünen bir mesaj, iki görüşme olarak, İbrahim Şahin’le bir mesaj ( ki İbrahim Şahin’i tanımadığımdan bu 194 mesaja da itirazım vardır) iddianameye 2 görüşme olarak geçmiştir. Sanıklarla olan telefon görüşmelerinin hemen tamamı sayı olarak yükseltilmiştir. Adeta sözde örgüt gerçek olmayan telefon sayıları üzerine tesis edilmeye çalışılmıştır. 18-) Oktay Yıldırım’ın BGB Derneğinin üyesi olmadığı yapılan yazışmalar sonucunda ortaya çıkmasına rağmen hale üyesiymiş gibi mütalaada yer alabilmektedir. 19-) Genel Kurmay Başkanlığından müvekkilime gönderilen yazıda; Danıştay ile ilgili dosyamıza gönderilen 22.06.2012 tarihli yazı ekinde bulunan şemanın Genel Kurmay Başkanlığı tarafından hazırlandığı kabul edilmemesine rağmen, iddia makamı Genel Kurmay Başkanlığınca hazırlandığını iddia edebilmiştir. Yazılı belgeye rağmen gerçeğin inkarı kabul edilebilecek bir tutum değildir. 20-) Müvekkilimin soruşturma aşamasında müdafiliğini yaptığı Muzaffer Tekin’in bizzat savcılık tarafından kendisine teslim edilen delillere el konularak bu defa müvekkilimin delili haline getirilmiştir. 21-) Oktay Yıldırım, Fener Rum Patrikhanesi önünde yapılan hiçbir etkinliğe katılmadığı ve bu husus emniyetten gönderilen yazı ve resimlerle sabit olmasına rağmen, iddianamede katıldı denebilmiştir. 22) 22.01.2008 Tarihli BHB Derneğinin arama tutanağının 2.sırasında ve 8.sırasında 1’den 9’a kadar sıralanmış 18 adet CD’den bahsedilmesine karşılık, sadece 9 adet CD hakkında 23.01.2008 tarihli inceleme tutanağı tutulmuş, diğer 9 adet CD hakkında hiçbir inceleme tutanağı tutulmamıştır. İnceleme tutanağı tanzim edilen 9 ve 6 nolu CD’nin imajı istenmesine karşılık gerek esas hakkında savunma yaptığım tarihe kadar imajları tarafımıza teslim edilmemiştir. Bu inceleme tutanağı karşısında; ___ Ortada 9 adet mi yoksa 18 adet mi CD vardır? 195 ___ CD’lerin imajı neden tarafımıza verilmemektedir? ___ Talep etmediğimiz halde hangi sebeple CD imajı üzerinde inceleme yapılmıştır? ___ İnceleme neden asıl CD bırakılarak CD imajı üzerinden yapılmıştır? Bu sorulara halen cevap verilmemiştir. Hemen tüm delillerin el konmasında, saklanmasında ve incelenmesinde ki hukuka aykırılıklar bu CD’ler konusunda da kesif olarak devam etmektedir. 23) Büyük Hukukçular Birliği Derneğinin aranmasında tutulan 22.01.2008 tarihli arama tutanağının 5.sırasında belirtilen 3 sayfalık “Türkiyem Topluluğu İstanbul Yürütme Kurulu görev bölümü 01.05.2006 tarihli bilgisayar çıktısı”nın üzerindeki Oktay Yıldırım’ın bilgisayarından çıkan” notunun bulunması ve aynı delilinin sanık Oktay Yıldırım’da çıkması, bu delilin açıkça derneğe taşındığını göstermektedir. Dernekte yapılan arama usule aykırıdır. Derneğin hiçbir yöneticisi aramada yoktur. Bu sebeple arama sonucu temin edilen bilgisayar hart diskinin, CD’lerin ve CMK 134.madde kapsamındaki delillerin hiçbirinin imajı bırakılmamıştır. Dernekte el konulan tüm deliller hukuk dışı temin edilmiştir. Nitekim üç sayfalık bu belgenin üzerindeki not dahi bu belgenin Oktay Yıldırım’ın delili olup, irtibat kurma noktasında derneğe taşındığının açık kanıtıdır. Dernekte bulunduğu iddia edilen üç sayfalık bu delilin üzerine el yazısı ile yazılmış bu notun emniyet mensuplarınca yazıldığı anlaşılmaktadır. Hiçbir delilin üzerine bu tür yazıların yazılması doğru değildir. Bu durum açıkça delilin tahrifi anlamına gelir. 196 Kaldı ki Oktay Yıldırım’ın evinden çıkan dört sayfalık çıktının Ramazan Bakkal’ın isminin yazıldığı 3.sayfasının olmayışı son derece anlamlıdır. Dört sayfalık belgeden bu sayfanın çıkarılışı belgenin kimin tarafından düzenlendiği konusunda bir şüphe yaratılması amaçlanmıştır. Söz konusu belgenin Ramazan Bakkal tarafından yazıldığı anlaşılmıştır. Ancak bu sayfa çıkartılarak derneğe konulması, sanki bu belgenin Oktay Yıldırım tarafından düzenlendiği izlenimi verilmek istenmiştir. 24) İddianamede ve mütalaada Oktay Yıldırım’ın Yeni Hayat dergisinde yayınlanan “Bu bir dip dalgasıdır” başlıklı yazısının yer aldığı iddia edilmiştir. Bu iddia ve delilde gerçek dışıdır. Oktay Yıldırım’ın bilgisayarından çıkan bir çıktının bir sayfası eksik bırakılarak derneğe taşınması sadece suni delil yaratmaya yönelik bir çabadır. Dernek arama tutanağında Yeni Hayat dergisinde Oktay Yıldırım’ın yayınladığı bir yazı çıkmamıştır. Üç sayfalık yürütme kuruluna ilişkin yazıda Oktay Yıldırım’ın değil, Türkiyem Topluluğu üyesi Ramazan Bakkal’ın hazırladığı bir yazıdır. Tutanakta yer almayan ibareler kullanılarak taşınan deliller üzerinde bile oynanarak yapay delil yaratmada hiçbir sınır tanınmamıştır. 197