AV. KEMAL KERİNÇSİZ ESAS HAKKINDAKİ SAVUNMA

Transkript

AV. KEMAL KERİNÇSİZ ESAS HAKKINDAKİ SAVUNMA
AV. KEMAL KERİNÇSİZ ESAS HAKKINDAKİ SAVUNMA ÖZET
A) DAVADA GENEL OLARAK ÇÖZÜLMESİ GEREKEN HUKUKİ
SORUNLAR
I-) Soruşturmanın ve davanın siyasi boyutu
Ülkenin iç ve dış siyasetinin belirlenmesi yönünden bir
proje olarak kurgulanan sözde Ergenekon tertibinde şahsım dahil
davada sözde örgüt üyeliği ile suçlanan sanıkların beşeri, sosyal,
insani, siyasi, kültürel, iş ve dostluk ilişkileri örgütsel ilişki olarak
değerlendirilip, sanal bir örgüt oluşturulma yoluna gidilmiştir.
Uluslararası Terör Hukukunda, yapılmış terör örgütü
tanımlamasının dışına çıkılmıştır.
Birinci Ergenekon iddianamesinin mahkemeye teslimi
sırasında 14.07.2008 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut
Cengiz’in yaptığı açıklamada mızrağın çuvala sığmadığı görüldüğünden;
“Bu terör örgütü sizin bildiğiniz anlamda olmayıp,
bilinenlerin dışında bir örgüttür”
denilmiştir.
Kurumsallaştıramadığımız demokrasimizde siyasi iktidarı
elinde bulunduranların zaman zaman yargı gücünü muhaliflere karşı
kullandıkları bilinen bir gerçektir.
Ancak bu kullanım öncelikle iç siyasi hedefler
doğrultusunda gerçekleşmiş ve daha ziyade muhalefetin bir kesimini
hedeflediği gibi işlenen suçlardan sonraki zaman dilimini kapsamıştır.
Ergenekon projesi bu konudaki tüm ezberleri
bozmuştur. Yargı organlarının siyasi hesaplaşma sürecine dahil
edildikleri geçmiş dönemlerden farklı olarak;
___ Toplumun geniş kesimlerini kapsamına alabilecek potansiyelde
yapay suç ve suçlu yaratılma yoluna gidilmiştir.
___ İlk defa TSK hedef alınmış, kurumun Türkiye iç ve dış
siyasetindeki yerinin küçültülmesine gidilmiş, belirleyici bir aktör
olmaktan çıkartılmıştır.
1
___ Yargı süreci ile rejimsel dönüşümün temelleri atılmış, laik
cumhuriyetin tüm kurumlarının ve kurallarının içi boşaltılmaya
başlanmıştır.
___ Ülke içinde küreselci güçlere bağlı bir yönetimin iktidarda
kalmasının yolu açılmıştır.
___ Bölgede üniter yapısını koruyan en güçlü milli devlet olarak,
bölünme ve küçülme ile birlikte federatif yapının kurulması
amaçlanmıştır.
___ Türkiye’nin Nato’daki yeri yeniden ve kalın çizgilerle çizilmiş,
gevşemiş olan zincirlere yenileri eklenerek koparılamayacak hale
getirilmiştir.
___ Amerika ve İsrail’in hedefi olan bölgede Kürdistan oluşumunun
alt yapısı oluşturulmuştur.
___ TSK; Amerika’nın, AB’nin ve Nato’nun lejyoneri olması konusunda
terbiye edilmiş, tüm kadroları ve yapısı bu amaca yönelik
şekillendirilmiştir.
___ Türkiye’nin dış siyasetinde Amerika’ya bağlılığı en üst düzeye
ulaştırılmış, ülkemize bölgede jandarma rolü verilmiştir.
___ İkinci İsrail olarak kurulması yoluna gidilen Kürdistan Türkiye’nin
himayesine verilerek, İsrail, Kürdistan ve Türkiye şeytan üçgeninin
temelleri atılmıştır.
___ Tüm bu politikalara karşı gelecek Atatürkçü, Ulusalcı ve
Milliyetçi güçler sindirilmek, korkutulmak ve bu uygulamalara tepki
gösteremez hale getirilmek istenmiştir.
___ Bu politikalara karşı çıkacak kesimleri besleyen milli değerlerin
zayıflatılması için her yola müracaat edilmiş, en büyük Türk ve ortak
değer olan Atatürk’ü onun eseri Cumhuriyet’i, yegane varlık sebebimiz
Türklüğü silmek için sinsice hazırlanmış planlar tatbik sahası
bulmuştur.
2
___ İktidarın kalıcı olabilmesi için, ülke içi sermaye transferleri
gerçekleştirilmiş devletin tüm olanakları, ülkenin ekonomik değerleri
yeniden paylaştırılmıştır.
___ Milli değerlerle ve cumhuriyetle yüzyılın hesaplaşmasına giren
demokrasi ve insan hakları görüntüsü altında olağanüstü baskı rejimi
oluşturulmuş, sivil darbe yolu ile rejimin ve temel kurumların içi
boşaltılmış, ülke insanı etnik, din, mezhep, siyaset bazında olağanüstü
bölünme, kamplaşma ve ayrışma sürecine itilmiştir.
Sözde örgüt üyeliğinde öylesine ifrata gidilmiştir ki,
ülke insanının %42’si Ergenekoncu ilan edilmiş, bu tertibin farkına
varan yüz binlerce insan meydanlarda “biz Ergenekoncuyuz” diye
haykırmaya başlamış yine on binlerce insan “bende Ergenekoncuyum,
benim hakkımda işlem yapın” diye mahkemeye müracaat edebilmiştir.
Söz konusu projeye yargı organlarının önüne getirilmeden önce,
yasa dışına çıkmış dış destekli bir gurup operasyonel istihbarat
elemanlarınca kurumlar kullanılarak pişirilmiş, adım adım geliştirilmiş
ve bu ateşten top yargının kucağına bırakılmıştır.
Maalesef bir kısım yargı mensupları bu projenin kurgu boyutunu
algılayamamış, olayı sadece hukuki bir dava görme yanılgısına
kapılmıştır.
İktidara sağlanan göreceli siyasi ve ekonomik destekler bu
tertibin ülkeye yol açtığı zararları ve rejime vurduğu darbeleri
görmeyi engellemiştir.
Ergenekon davasının neresinde yer alırsa alsın, bu tertibin ağır
sonuçlarından kısa bir süre sonra küçük bir azınlığın dışında tüm
insanımızın zarar göreceğinden hiçbir kuşkum yoktur.
Bela ile karşılaşmadan, mağduriyeti yaşamadan zamanında tepki
gösteremeyen ülke insanım için maalesef 90 yıl önceki tarih yeniden
tekerrür edecektir.
Tekerrür olmadan, tarihin yazılamayacağını maalesef en iyi
milletimiz bilmektedir.
3
Ergenekon soruşturmasında, sözde örgüt suçu olarak
kabul edilen suç ya da suçlardan hareketle örgütün hukuki varlığı
tespit edilmesi, kurucu yönetici ve üyelerin belirlemesi yoluna
gidilmesi gerekirken sözde örgütten hareketle somut suçların
işlendiği yargısına varılmıştır. Böylelikle bu dava nedeni ile tüm
insanlığın acı tecrübeleri sonucu kurtulmaya çalıştığı itham sistemine
yeniden geri dönülmüştür.
Ergenekon soruşturması ve davasının toplumumuza verdiği zarar
boyutlarını tahayyül etmekte zorlanmaktayım.
Devletimize, ülke insanına, millet yapısına, rejimimize ve
kurumlarımıza verdiği zararları yaşadıkça hep birlikte göreceğiz.
Ancak bu soruşturma ve dava ile hukuk sistemimizin çöktüğü
inkar edilmez bir gerçektir.
Hukuk devletinin yetersiz de olsa bugüne kadar elde ettiği
kazanımlar bu dava yolu ile bir çırpıda ortadan kaldırılmıştır.
II) Sözde örgütün kuruluşu kasıtlı olarak araştırılmamıştır.
İddianamenin 46.sayfasında sözde örgütün kuruluşundan
bahseden sadece 8.paragrafta 5 satırlık bir cümle vardır.
Bunun dışında 1950’lerde kurulduğu iddia edilen sözde sivil
açılım tarihi olan 1999 yılından önce 50 yıllık geçmişi olduğu belirtilen
sicili darbeler, hükümet düşürmeleri, suikastlar, toplu katliamlar, faili
meçhullerle dolu sözde örgütün kuruluşu için iddianame ve mütalaanın
toplamı 5000 sayfada, sadece 35 kelimden oluşan 5 satırın
ayrılmasının tek tercümesi “bu örgütün kuruluşunu kurcalamayın çünkü
kurgulanan örgüt projesine zarar verir”
anlamı taşımaktadır.
İddianamede kuruluş konusunda yer alan şu cümle aslında
Ergenekon projesinin neden peydahlandığını net bir şekilde ortaya
koymaktadır.
Bu cümle şudur;
4
“NATO’nun komünizmle mücadele amacıyla birçok ülkede
kurduğu bu örgütler zaman içinde amaçları dışına çıkmış bir kısım kişi
ve zümrelerin kendi amaç ve ideolojilerini geliştirmek için
kullandıkları terör örgütüne dönüşmüştür” denmekle, sözde
Ergenekon’un NATO ve ABD’nin emrinden çıkan kendi ideolojileri olan
Atatürkçülüğü ve onun şiarı olan tam bağımsızlık ilkesi çerçevesinde
Avrasyacı politikaları uygulamak isteyen askerler tarafından
kurulduğu ikrar edilmiştir.
İddianamede belirtilen NATO’nun amacı dışına çıkan, kendi amaç
ve ideolojilerini geliştirmek isteyen zümre ve kişiler; elbette ki
1990’lı yıllardan itibaren bölgede NATO dışında Rusya, Çin ve İran’la
yeni bölgesel politikalar oluşturmak isteyen Atatürkçü- Avrasyacı ve
NATO dışı çözüm arayışlarına giren Batı Emperyalizmi ile 50 yıldır
oluşturulan zincirleri kırmak isteyen Mustafa Kemal’in gerçek
askerleridir.
O yüzden kimse ne kendisini ne de başkasını aldatmasın. Bu
davada cezalandırılmak ve terbiye edilmek istenen, NATO dışında
bağımsız askeri politikaları geliştirmeye çalışan Atatürkçü askerler
ve bu düşünceye bağlı sivil muhalefettir.
Bu proje ile NATO, gladyo ve ABD’ye bağlı derin devlet
yapılanması aklanmıştır.
Halen ülkemizde egemen olan NATO ve ABD ile iktidar arasında
2002 yılından itibaren güçlü bir nikah tazelenmiş, bu yapının son 40
yılda Türkiye’deki tüm operasyonları, suikastları, faili meçhulleri,
Atatürkçü TSK mensupları ile Bağımsız Türk Milliyetçileri ve
ulusalcıların üzerine ihale edilmek istenmiştir.
Bu siyasi proje ile bırakınız ülkemizdeki NATO yapılanmasının
açığa çıkarılmasını tam tersine bu yapılanmanın işlediği tüm suçlar ve
marifetleri, bir daha aydınlanmayacak şekilde üzeri beton bloklarla
örtülmüştür.
O yüzden bu sözde örgütün kuruluşu araştırılamaz.
5
Hiçbir yargı kurumu NATO’ya;
“senin ülkemde kurduğun komünizmle mücadele örgütlerin nerede,
nasıl kimlerden oluşmuştur, akıbeti ne olmuştur”
sorusunu soramaz.
Bu soruyu sorabilmesi için öncelikle siyasi iktidarın bir güç
olarak yargının önünü açması, bağımsız bir yargı yapısını oluşturması
zorunludur.
Bağımsızlığını yitirmiş, 12 Eylül 2010 referandumu ile iktidara
tabi hale getirilmiş bir yargı ve NATO’cu bir iktidarla NATO
yapılanmasının üzerine gidildiğini söylemek gülünç bir iddiadır.
Ergenekon projesi ile ülkemizdeki NATO ve ABD
yapılanmalarının tüm kirli ilişkilerinin aklanmasının ötesinde bir daha
gündeme getirilemeyecek şekilde tarihin karanlık sayfalarına
gömülmüştür.
Davanın başındaki en masum taleplerim olan; “Eğer bu dava
NATO’cu gladyo ve Derin devlet yapılanmaları ile mücadele davası ise;
_ NATO’nun merkezi Brüksel’e bakanlık vasıtası ile yazalım, siz
bu ülkede komünizmle mücadele altında hangi örgütlenmeleri
kurdunuz, bu örgütlenme Türkiye genelinde Komünizmle mücadele
derneklerine dönüştü mü? Bu örgütleri kimler kurdu, yöneticileri
kimlerdi. Mali kaynakları nelerdir? Ülke içinde kime bağlıdırlar. Bu
yapı halen faal olarak çalışıyor mu?
sorularının cevabını anlayalım dedim.
_ Yine tüm bu soruların cevabını başta ülke içindeki kurumlardan
soralım ve araştıralım dedim.
Ancak mahkeme her nedense yargıladığı sözde örgütün
kuruluşunun çok önemli olmadığını ifade edecek şekilde “bu davaya bir
katkısı yoktur” diye bu taleplerimizi reddetmiştir.
İşin ilginç tarafı buradaki sanıklar ile NATO ilişkilerini
araştırmış bir bağlantı olup olmadığını sormuştur.
6
Sözde örgütün uyduruk belgeler hazırlanarak yeniden
yapılanmasının sivil açılımının 1999 yılına çekilmesinin, aldığı tüm
kararlarında şifahilik yöntemini terk ederek, yazılılık usulüne geçtiğini
iddia edilmesinin tek sebebi, gerçek NATO’cu gladyo ve derin devlet
yapılanmasının ortaya çıkmasının önlenmesine yönelik önlemleridir.
Ergenekon tertibi, NATO’cu gladyo ve ABD’nin derin devletinin
içerideki taşeronlarla birlikte kurguladığı ve yürürlüğe koyduğu
faaliyetlerinden sadece biridir.
Faaliyetlerine aynen devam etmektedir.
Hükümetin ipotek altına alınmış, gerçek iradesinin yok edildiği
Oslo görüşmelerinde, Kürt açılımı politikalarında, Türklüğü, Türk
Milletini, T.C.’ni unutturacak anayasa çalışmalarında, Suriye
siyasetinde bu NATO’cu ve ABD’ci gladyonun izlerini ve etkisini
görmemek mümkün değildir.
Bu salonda derin devlet ve gizli örgüt yapılanmasını aramakla,
“cambaza bak” aldatmacası bir kez daha sahnelenmektedir.
Kuruluşunu 1950’lere kadar indirdiğiniz örgütü; Silivri’de değil 6
yıl, 60 yılda arasanız bulamazsınız.
Çünkü örgüt Ankara’da iktidardadır ve ülkenin iç ve dış
siyasetini belirlemektedir.
İşte bu yüzden sözde örgütün kuruluşunun araştırılması ve
ortaya çıkarılmasının önüne bir perde çekilmiştir.
Çünkü perdeyi kaldırdığınızda gerçek derin devletin ülkemizin
kılcal damarlarına kadar girmiş ve devletimizi tasfiye sürecine sokmuş
ABD ve NATO yapılanması olduğunu göreceksiniz.
_ Nitekim sayın savcılar NATO’nun komünizmle mücadele
amaçlarının dışına çıkmış subaylarca kurulduğu bilgisini çeşitli
kaynaklardan temin ettiğini belirtmişlerdir.
_ Bu kaynaklar nelerdir? Neden açıklanmamıştır?
_ Neden dosyaya konmamıştır?
7
_ İddia makamı belgesiz ve bilgisiz konuşamaz. İddia ettiği
bilginin kaynağını göstermek ve iddianamesine eklemek zorundadır.
_ Savcılık ve mahkeme 6 yıllık yargılama sürecinde sözde
örgütün nerede, ne zaman, kimler tarafından kurulduğu, hangi
örgütlere dönüştürüldüğü, yönetici ve faaliyetlerinin ne olduğu
konusunda ciddi ve detaylı hiçbir araştırma yapmamıştır.
_ Sadece güvenlik kurumlarına sözde örgüt ile ilgili bilgilerin
sorulması yeterli değildir.
_ İddianamede kuruluşunun ayak izlerinin NATO’ya çıktığı
belirtilen sözde örgütün kuruluş itibari ile hiçbir şekilde
araştırılmaması önemli bir eksikliktir.
_ Örgüt iddiaya göre 1950’lerde kurulduğu tarihten sivil açılım
tarihi olan 1999 yılına kadar geçen en az 40 yıllık süreçte
+ TSK’nin bünyesinde kurulduğu,
+ Üye ve yöneticilerinin muvazzaf askerlerden oluştuğu,
Dikkate alındığında kuruluşunun ve kurucularının araştırılmaması ve
tespit edilememesi imkânsız ve önemli bir eksikliktir.
_ 50 Yıllık sözde örgütün kuruluşu ve 40 yıllık süre içindeki
faaliyetlerini araştırmadan sadece 1999 yılının baz alınarak kabulü ve
sivil açılımdan sonra araştırılması, sözde örgütün kurgudan ibaret
olduğu görüşünü ortaya koyar.
_ Mademki bu sözde örgütün 1999 yılına kadar kurucu ve üyeleri
tamamen askerdir. Bu durumda eğer böyle bir örgüt var ise
Genelkurmay Başkanlığının Kozmik odasına girilmesine ve tüm
belgelerine el konulmasına rağmen, mahkeme her nedense bir dernek
için resen 10 yazışma yaparken, Kozmik odadan örgüt kuruluşu ya da
örgüt hakkında bilgi çıkıp çıkmadığını sormamıştır.
_ Kaldı ki 1999 yılından itibaren 7 Başkanlıktan 5’i askerdir.
Kozmik odada bilgi çıkmaması imkânsızdır.
_ Sözde örgütün 1999 öncesi ve sonrasında;
8
Para kaynakları, gelir ve giderlerine ilişkin tek bir bilgiye
ulaşılmamıştır.
_ Hükümetleri düşüren bir örgütün milyon- milyar dolarlık
kaynakları olması gerekir.
_ Bu davada yargılanan sanıklardan birinden birine bir para
transferine ulaşabildiniz mi?
_ Kuruluşu, kurucuları, 40 yıllık faaliyeti, mali kaynakları,
gelirleri tespit edilemeyen bir örgütün varlığı kabul edilemez.
III) Mütalaada sanıklara isnat edilen suçlar, sözde örgütün
olmadığının en önemli kanıtıdır.
Sözde örgüte bünyesinde cebir ve şiddet içeren suç isnadı
yapılabilmesi için, hukukun tüm kuralları zorlanarak eklenmeye
çalışılan Danıştay cinayetinin dışında 60 yıllık sözde örgütün cebir ve
şiddet içeren tek bir suç işlediği iddia edilememiştir.
Sanıklara isnat edilen suçları dört ana gurupta toplamak
mümkündür.
___ Birinci gurup suç kişisel veri kaydıdır.
Sanıkların %80’ne yakın kısmında bu suç isnadı yapılmıştır.
Sanıkların meslekleri ve uğraşı alanları itibari ile kolaylıkla
suçlanabilecek bir alandır.
Ancak savcılar bu kişisel verilerin sözde örgüt amacına uygun
olarak kullanıldığını iddia edememişlerdir.
___ İkinci gurup suç, gizli bilgi ve belge suçlarıdır. Bu suçlarda çok
kolaylıkla sanıkların sahip oldukları meslekleri nedeni ile işlenebilecek
bireysel suçlardır.
Mütalaada her hangi bir gizli belgenin sözde örgüt amacı ile
kullanıldığı da kanıtlanamamıştır.
Her iki suç türü abartılmış, hemen hemen sanıkların çoğunda suç
unsurları oluşmamasına rağmen isnatta bulunulmuş, gizlilik dereceleri
olağanüstü abartılmış, belgelerin çoğu maruf hale gelmiş, güncelliğini
9
yitirmesine rağmen sırf sözde örgüt suçu yaratmak için, mesleki
sebeplerle bulundurulan kamuoyunca da bilinen bilgi ve belgeler suç
konusu yapılmıştır.
___ Üçüncü gurup suç kişilerin bireysel olarak bulundurdukları silah,
patlayıcı madde ve ateşli silahlar yönünden suçlanmasıdır.
Bu gurupta yer alan suçlamalarda bulunulurken önemli şaibeler
oluşmuş, hukuk dışı yöntemlere müracaat edilmiştir. Şöyle ki;
 Kişilerdeki hatıra olarak saklanan boş kovanlar, gaz
tabancaları, kurusıkılar, bilye atan oyuncak tipi bireysel
silahlar, içi boş kalemlik olarak kullanılan el bombasının
kurşun dökümleri bile sözde örgütün silahı sayılmıştır. Çünkü
sözde örgüte uydurma dokümanlarının yanı sıra yine silahlı
örgüt vasfını kazandırabilecek uydurma silahlara da ihtiyaç
vardır.
 Kimde nerede patlayıcı madde bulunmuşsa, basit telefon,
görme, tanışma gibi sanal irtibatlarla bu davanın eklentisi
haline getirilmiştir. Yasanın ruhuna ve amacına aykırı
birleşme kararları verilmiştir.
 Bulunan patlayıcı maddelerin sözde örgüt amaçları
doğrultusunda kullanıldığına ve kullanılacağına ilişkin tek bir
ciddi delil ortaya konmamıştır. Bomba irtibat raporları bu
konuda inandırıcı olmaktan son derece uzaktır.
 Patlayıcı malzemeleri bulunduğu iddia edilen kişilerin, bu
malzemeleri sözde örgüt adına bulundurduğuna, depoladığına
ya da kullanacağına, bulunduğu iddia edilen malzemelerin
diğer sözde örgüt yöneticilerin bilgisi ve talimatları dahilinde
olduğuna ilişkin dosyada ciddi hiçbir delil bulunmamaktadır.
 Cumhuriyet Gazetesine atılan bombalarla, Ümraniye’de ve
Eskişehir’de bulunan bombalar arasında oluşturulmaya
çalışılan irtibat yeterlilikten uzak olduğu herkesçe kabul
edilen benzer ve aynı kafile numaralarına ve her yönü ile
10
inandırıcılığını yitirmiş bir gizli tanığın beyanlarına
dayandırılmıştır.
 Bulunan patlayıcı maddelerin aramalarında, el koymalarında
ve imhalarında yapılan kabul edilemez hatalar, bu delilleri
hukuk dışına itmiş, bulunduğu iddia edilen kişilerle bu
malzemeler arasında irtibatın kurulması imkansız hale
gelmiştir. Kişi ile malzeme arasında bağlantı kurulsa bile bu
malzemelerin bireysel temin ve saklama olduğu ortadadır.
 Sanıklarda bulunduğu iddia edilen inandırıcılıktan uzak
tanzim edilmiş krokilere dayalı, dozerlerle yapılan halka ve
basına açık kazılar, kilometrelerce ormanlık alanda eliyle
konulmuş gibi hiçbir terör örgütü yapısına ve eylemlerine
denk düşmeyecek silahların dere yataklarından çamur içinde
çıkarılmaları, bu silahların önemli ölçüde suni örgüt
projesinde bir takım hukuk dışına çıkmış kişi ve kamu
görevlilerince etrafa dağıtıldığı izlenimi vermiştir.
Özetle sözde örgüt silahı olarak sunulan silahların önemli bir
kısmı bireysel olup, diğer kısmı da sözde silahlı örgüt yaratma uğruna
etrafa dağıtılan silah ve malzemeler olduğu anlaşılmaktadır.
 Danıştay Cinayeti için iki silahın sözde örgüt üyesi olmayan
sanıklardan para ile temin edilmesi, Cumhuriyet gazetesine
sözde örgüt üyesi olmayan sanıklara menfaat temini karşılığında
atıldığı iddiaları sözde örgüt fikrini tam bir fiyaskoya
dönüştürmüştür.
Sözde örgüt yaratıcıları, sözde örgüte silah temini ve silahlı
örgüt yaratma konusunda sınıfta kalmışlardır.
Delil olmaktan uzak yorum ve karinelerin tekrarlandığı binlerce
sayfa raporlarla sözde örgüt yaratma çabaları beyhudedir.
Örgüt kriterlerinin hiçbiri davada yargılanan sanıklar arasında
yoktur.
Örgütün varlığı ciddi ve inandırıcı kanıtlarla ortaya konmalıdır.
11
Emniyet mensuplarının senaryo yazdığı HTS raporları ile masa
başında örgüt yaratılamaz.
____ Dördüncü gurup suç, hükümete karşı işlenmiş suç olup,
sanıkların bu suçu dernek kurarak, miting ve basın açıklaması yaparak,
konferanslar vererek, gazetede ve internette köşe yazıları yazarak,
televizyon programları yaparak, davalar açarak işlediğinin iddia
edilmesi ayrı bir hukuk skandalıdır.
Bu suçun işlenmesi için ortada netice almaya elverişli, cebir ve
şiddet içeren vahim araç suçların olması gerekirken, kişilerin temel
hak ve özgürlükleri kapsamında eylem ve faaliyetlerinin vahim suç
sayılması sözde örgütün olmadığının bir başka delilidir.
Anayasal sistemi ve hükümeti ortadan kaldırma amacı taşıdığı
iddia edilen 60 yıllık sözde örgüt üyelerinin vahim araç suçlar
kapsamında, banka soygunları, yağmalar, adam kaçırmalar, güvenlik
görevlilerinin katli, kundaklamalar gibi suçları olmaması, bu salonda
örgüt aranmasının mümkün olmadığını göstermektedir.
Kalemde memur gibi çalışan, tarafsızlığını yitirmiş, mesleği
bilinmeyen, sıfatına bilirkişi denilen görevlilerin, örgütü nasıl yaratırız
kaygısıyla hazırladıkları yapay raporlarla değil altı sene, 60 senede
uğraşılsa olmayan örgütü yaratmak imkansızdır.
IV-) Suçun sadece hukuki tavsifinde değil aynı zamanda maddi
unsurunda da değişiklik yapılmıştır.
a) TCK 312.maddesinde Hükümete Karşı Suçta maddi unsur; TC
Hükümetini cebir ve şiddet yolu ile ortadan kaldırmaya veya
görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye yönelik
fiillerdir.
Nitekim suçun mağduru da toplum değil, doğrudan doğruya
hükümettir.
12
b) Oysa TCK 313.maddesinde düzenlenen Halkı Hükümete Karşı
Silahlı İsyana Tahrik suçunda ise maddi unsur; devletin kuvvetlerine
karşı halkı silah kullanarak isyana tahriktir.
Maddedeki hükümet deyiminden devletin kuvvetlerini algılamak
gerekir.
Nitekim bu suçun mağduru devlet ve dolayısıyla tüm toplumdur.
Görülüyor ki;
— TCK 312.maddedeki suçta maddi unsur hükümeti ortadan
kaldırmaya ya da görevlerini kısmen veya tamamen engellemeye
yönelik cebir ve şiddet içeren eylemler iken,
— TCK 313.maddede düzenlenen suçta maddi unsur silahlı isyana
tahrik fiilidir.
İki suçun maddi unsurları birbirinden tamamen farklıdır.
Yani şahsımı 313.maddeden suçlarken gerçekleştirdiğim iddia
edilen fiiller ile 312.maddeden suçlarken gerçekleştirdiğim iddia
edilen fiiller birbirinden tamamen farklıdır.
Sayın savcı mütalaasında 313.maddeden suç unsurlarının
gerçekleşmediğini kabul etmekle, suçun maddi unsurunda yani
dayandığı fiillerde de değişiklik yaptığının kabulü zorunludur.
Bu durumda artık CMK 226.madde kapsamında sadece suçta
hukuki tavsif değişikliği yapıldığı anlamına gelmemektedir. Fiilde de
değişiklik söz konusudur. Artık bu aşamada CMK 226. mad. (Eski
CMUK 258.mad.) nin tatbik edilerek sanığa ek savunma verilmek
sureti ile davaya devam edilemez.
Fiilin ve mağdurun değiştiği suçta, hukuki tavsif değişikliği
yoktur. Doğrudan maddi unsuru farklı bir suç söz konusudur ki; bu
durumda, ek iddianame tanzim edilmeden yargılamaya devam
edilemez.
Bu durumda; şahsımın TCK 312.maddeden yargılanabilmesi için,
iddia makamına mehil verilerek yeni bir iddianame tanziminin
istenmesi zorunludur.
13
V-) Mütalaada suç değişikliğine gidilmesi karşısında sanıklara
savunmalarını yeniden hazırlaması konusunda muhik bir süre
verilmelidir.
Mütalaada suç tanımlamasında yapılan değişikliğin bir an için
CMK 216.mad. kapsamında kaldığı kabul edilse bile, 5,5 yılı bulan
yargılamada tüm savunma ve delillerimin toplanması, iddianın ve
yargılamanın icrası TCK 313.madde kapsamında yapılırken 18.03.2013
tarihinde (20 gün önce) suçun 312.madde kapsamında kaldığı iddia
edilerek tavsifte değişikliğe gidilmesi karşısında savunma için makul
süre tanınmalıdır.
Dosya kapsamı ve bugüne kadar toplanan deliller dikkate
alındığında tümünün TCK 312.madde kapsamında değerlendirilebilmesi
ve yeni suç kapsamında süzgeçten geçirilmesi önemli bir süreyi
alacaktır.
Mahkemenin bu kapsamda suçun önem ve vahametini dosya ve
delil kapsamını dikkate alarak sanığa adeta savunmasını sil baştan
yapacak bu durum karşısında muhik bir süre verme zorunluluğu
bulunmaktadır.
Diğer taraftan sözde örgüt üyeliği suçundan yargılanırken, iddia
makamınca sözde örgüt yöneticiliği suçundan cezalandırılma istenmesi
bu anlamda verilecek savunma süresinin makul ve savunmayı
hazırlayabilecek bir zaman dilimi olmasını zorunlu kılmaktadır. Yine
iddianamenin dışına çıkılarak TCK 136 ve 137 mad. tatbikinde CMK
226/2 maddesindeki ek sürenin verilmesini gerektirmektedir.
Diğer tüm tutuklu sanıkların hemen tamamında aynı değişikliğe
gidilmesi karşısında mütalaanın okunmasından hemen 20 gün sonra
esas hakkındaki savunmalara başlanması yasanın ruhuna ve savunma
hakkına uygun düşmeyeceği ortadadır.
Nitekim CMK 226.maddesinin 1.fıkrasında;
“ Sanık, suçun hukuki niteliğinin değişmesinden önce haber verilip
de savunmasını yapabilecek bir halde bulundurulmadıkça, iddianamede
14
kanuni unsurları gösterilen suçun değindiği kanun hükmünden
başkasıyla mahkum edilemez” diyerek bu konuda tanınması gereken
savunma hakkının şeklen değil özünün korunarak ve sanığın
savunmasını yapabilecek ortamın oluşturulması ve sürelerin
tanınmasını zorunlu kılmaktadır.
Çünkü sanık yeni değişen duruma göre savunmalarını yapabilecek
halde bulundurulmadıkça mahkeme, iddianamenin dışına taşmayacak ve
mütalaada istenen ceza hükümlerinden ötürü sanık hakkında hüküm
tesis edemeyecektir.
İddianamenin 2500 sayfa, iddianamenin eki olduğu açıkça
zikredilen mütalaanın 2271 sayfa ve milyonlarca sayfayı bulan deliller
ve özellikle sanık isimlerinin mütalaanın birçok bölümüne dağıtılması
karşısında, bu belgeleri yeterince inceleyerek savunma yapabilir hale
gelinmesi için makul, adil ve savunma yapabilecek yeterlilikte sürenin
tanınması zorunludur.
Bir hukuk metninin bir günde en fazla 100 sayfa okunabileceği
düşünüldüğünde şahsımın ve bir çok sanığın henüz mütalaayı dahi
okumayı tamamlamadığı ortada iken, esas hakkındaki savunmaya
geçilmesi, buradaki yargılamayı bir kez daha adil olmaktan çıkaracak,
şekli bir prosedür olduğunu teyit edecektir.
Kaldı ki esas hakkında savunmalar yapılırken sürekli delil
toplanması, bilirkişi raporlarının gelmesi ve bu konularda ayrıca
savunma imkanının verilmemesi yargılamayı adil olmaktan önemli
ölçüde çıkarmıştır.
VI-) İddia makamının unsurları birbirinden tamamen farklı suç
tanımlaması ve suç vasfını 5,5 yıl sonra değiştirmesi aslında
ortada işlenen bir suçun olmadığının ikrarıdır.
Bu davanın soruşturması bir kısım sanıklar bakımından 1 yıl geçmiş,
bir kısmı için 8-9 ay gibi uzun bir süre devam etmiştir.
15
Toplanan deliller, sanık ifadeleri, alınan tanık beyanları karşısında
şahsım hakkında süren 8 ay soruşturma sonunda Halkı Hükümete
Karşı Silahlı İsyana Tahrik suçunu işlediğim iddiası ile iddianame
düzenlenmiştir.
Bu sürenin iddia makamı için, delillerin toplanması ve suçun
tanımlanması yönünden, kısa bir süre olduğu söylenemez.
Yine duruşmalar 20.10.2008 tarihinde başlamış olup mütalaanın
okunduğu tarihte 4,5 yılı bulmuştur.
Savcılık 4,5 yıllık yargılama sürecinde alınan sanık ifadeleri,
dinlenen tanık beyanları ve celp edilen delilleri değerlendirmeyerek
davanın sonuna gelindiğinde
- Maddi unsurları birbirinden tamamen farklı,
- Mağduru ayrı,
- Kanunilik unsurları birbirine benzemeyen,
- Birinde cebir ve şiddetten bahsederken diğerinde sadece silahlı
isyanı konu alan iki suçu birbirinden ayırmayarak, pardon deyip;
“ben davanın başında gerçekleştirdiğin eylemlere bakarak her ne
kadar suç tanımlamasını silahlı isyana tahrik olarak yapmış isem de
5,5 yılın sonunda hata yaptığımı anladım, senin suçun hükümeti
ortadan kaldırmaya ya da görevlerini tamamen ya da kısmen
engellemeye yönelik teşebbüs suçudur” demesi hukuken kabul
edilemeyecek vahim bir hatadır.
İki suçun yasal unsurları öylesine birbirinden farklıdır ki,
benzerlik sadece fail ve suçun manevi unsuru olan kasıt ile
işlenmesindedir.
İddia makamı; bu kadar uzun süreçte mütalaasında halen
iddianameyi tekrar ediyorsa, iddianamede suçun vasfını
değiştirebilecek başkaca maddi bir olay getiremiyorsa, yapılan suç
tavsifindeki değişikliğin gerçek amacının ortaya konmasında
zorunluluk vardır. Çünkü bu konuda yapılacak tespit bu davanın
16
soruşturmadan çok önce bir siyasi proje olarak hangi sebeplerle ve
çevrelerce uygulamaya konduğu gerçeğini de ortaya çıkaracaktır.
— Sayın savcıların bir eylemin ya da eylemlerin TCK 313 madde mi,
yoksa 312 madde kapsamında mı kalacağını ayırt edemeyecek
ölçüde hukuki yanlışlık yapacak düzeyde hukuki donanım ve bilgi
eksikliği içerisinde olduklarına inanmıyorum. Çünkü ceza hukuku
dersleri Hukuk Fakültesinde 2.sınıfta verilir. İkinci sınıfın
sonunda öğrenciye bir eylemin hangi suçu oluşturduğu
sorulduğunda bu iki suç yönünden kesinlikle bir hata
yapmayacağı inancındayım.
Çünkü iki suçun maddi ve kanunilik unsurları birbirinden öylesine
farklıdır ki, bu tabiri caizse masaya sandalye demek kadar farklılık
arz eder.
Bu sebeple; hukuki ehliyet ve donanım konusunda, bu ölçüde bir
eksikliğin olmadığına inandığımız savcılarımızın bu yanlışlığı maddi ya
da yorumda bir hata olarak yaptıkları kanaatinde değilim.
— İddianamenin genel bölümünün 382, 383, 384, 470, 516, 517,
518. sayfaları ile her bir sanık hakkında yapılan değerlendirmelerde
şahsım ve birçok sanık bakımından TCK 313. maddesindeki Silahlı
İsyana Tahrik suçunun işlendiği anlatılırken son derece teorik
ayrıntılı anlatımlara girilmiş ve suçun TCK 313. mad. kapsamında
kaldığı konusunda önemli bir çaba sarf edilmiştir. Davanın başından
itibaren şahsımın ve bu suçla yargılanan diğer sanıkların eylemlerinde
önemli ve suç tanımını değiştirecek yeni bir fiilde konmamıştır.
Danıştay Cinayetinden başkaca bir araç suçta eklenmemiştir. Eklenen
dava dosyaları sözde örgüt suçunun oluşmasına katkı sağlamaya
yönelik, ihdas edilen suç dosyalarıdır. Tamamı bireysel ve zorlama
yorumlarla bu davaya dahil edilmiş eklenti suç ve davalardır. Bu
durumda sayın iddia makamına şu soruyu sormak gerekir.
İddianamede ısrarla savunduğunuz ve gerçekleştiğini iddia ettiğiniz
TCK 313 maddesinde suçun unsurlarının, gelişen ve ortaya çıkan hangi
17
gerçeklik karşısında oluşmadığı kanaatine vardınız? Sizin 5,5 yıldan bu
yana savunduğunuz görüşü değiştiren hukuki gelişim nedir?
— TCK 312.maddesinin mağduru hükümetin siyasi şahsiyeti, TCK
313. maddesinin mağdurunun toplum ve toplumda yaşayan her bir fert
olması, sayın heyetinizde bir değişikliğe yol açmış mıdır?
Bu sorulara cevap verilmese dahi suç tanımlamasında yapılan
değişiklik, bu davanın ne ölçüde siyasi gelişmelere açık olduğu
şüphesini de beraberinde getirmektedir.
Sayın savcılar suç tanımlamasında bu ölçüde keskin bir
değişikliğe giderken, yargılama sürecinde suçun tavsifinde ve
yorumunda bir değerlendirme hatası yapacak kadar özensiz
davranabileceklerine asla inanmıyorum. Özellikle soruşturma
sürecinde, adli kolluk olarak emri altında bulunan emniyetin sahip
olduğu bilgisayar, iletişim ve teknolojik donanımlarından istifade
ederek kendilerine her türlü çalışma kolaylığının sağlandığı bu süreçte
sanıkların önemli bir kısmının suç tavsifinde bu ölçüde vahim hata
yapmaları asla mümkün değildir.
Sahip olunan teknoloji hukukun tüm kaynaklarına da rahatlıkla
ulaşma imkanı verdiği ve bu olanağın iddianame ve mütalaada en geniş
şekilde kullanıldığı dikkate alındığında suç tanımındaki değişikliğin
hukuki yorum ya da değerlendirme hatasından kaynaklanabileceği
şüphesini önemli ölçüde ortadan kaldırmaktadır.
V) Esas hakkında savunma için verilen 1 ve 2 saatlik süre,
ithamlar dikkate alındığında yeterli bir savunma süresi olarak
değerlendirilemez.
İddianame ve mütalaanın kapsamı, ek delil klasörleri,
kovuşturma kapsamında toplanan deliller, kapsamlı bilirkişi raporları,
delillerin dijital ortamda verilmesi ve bilgisayar çalışmasının son
derece kısıtlı olması, isnat edilen suç değişiklikleri dikkate alındığında
verilen bir ya da iki saatlik sürenin kesinlikle yeterli olmadığı
18
ortadadır. Yargılama sürecinin 5 yılı aşması, dinlenen tanık sayısının
150’yi geçmesi ve sürekli yargılama sürecinin uygulandığı bir davada
azami bir veya iki saatlik savunma süresi; “savunma yapma” demekle
eş değerdedir. Adeta verilen süre savunma için değil, az ve yetersiz
yapılması için verildiği şüphesini getirmektedir.
Esas hakkındaki savunma, sanık ve savunma için davanın en önemli
aşamasıdır. Sorguda henüz deliller toplanmamış, okunmamış ve
değerlendirilmemiştir. Savcının cezalandırma konusunda görüşü henüz
kesinlik kazanmamıştır. Mahkemenin suçun işlendiği konusunda çok
önemli şüpheleri mevcuttur. Ancak deliller toplanıp, tanıklar dinlenip,
delil okunması ve değerlendirilmesi aşamasından sonra özellikle
savcının suçun işlenip işlenmediği konusunda kanaati kesinleştikten ve
mahkemenin de bu konuda kanaati önemli ölçüde olgunlaştıktan sonra
yapılan savunma, ceza davasının en önemli kritik aşaması ve sanık içim
adeta köprüden önceki son çıkış yoludur. Savunma ve sanık haklarının
en geniş ölçüde kullanıldığı, savunma dokunulmazlığının en kesif olduğu
dava aşamasıdır. Bu süreçte yapılacak kısıtlamalar davanın ve sanığın
hukuksal konumunu doğrudan etkileyecek, savunma hakkının sınırlarını
ve ne ölçüde riayet edildiğini gösterecektir. Bu durumda sürede
yapılan kısıtlamaların bu hakkın kullanımını önemli ölçüde
engelleyeceği aşikardır. Kaldı ki yasada bu konuda kısıtlama
yapılacağına ilişkin hiçbir hüküm yoktur. Tam tersine özellikle TCK
226.maddesindeki hüküm davanın bu aşamasında savunmaya ayrı bir
önem atfetmiş, savunma hazırlığı için emredici ve mutlak hükümler
getirmiştir. Bu sebeple dosya kapsamına göre getirilen iki saatlik
sınırlama savunma hakkının özünü zedelemiş, kullanılmaz hale getirmiş,
adil yargılanma ilkesinin uygulanmadığını bir kez daha kanıtlamıştır. Bu
kararının yeniden gözden geçirilerek kaldırılması zorunludur.
CMK’ nın hiçbir maddesinde sanığın sorgu ve savunmasının
kısıtlanacağına ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır;
___ CMK 191/3-d mad. sanığın sorgusunda,
19
___ CMK 201.mad. soru yöneltmede,
___ CMK 215.mad. okunan belge ve dinlenen tanıklara karşı beyanda,
___ CMK 216.mad. delillerin ortaya konmasında sanığa verilen söz
hakkının kısıtlanacağına ilişkin hiçbir hüküm yoktur.
İddianame ve mütalaanın binlerce sayfadan oluşması, dosyanın
4,5 yıllık yargılama sürecinde milyonları aşan belgeden oluşması,
hemen her gün binlerce sayfadan oluşan bilirkişi raporlarının alınması
karşısında bir ve iki saatlik savunma hakkı verilmesi, savunmayı yok
saymakla eşdeğerdir.
Bu şartlar altındaki yapılan savunma, tamamlanması gereken
şekli prosedür olarak görülmekte “yapılmasa da olur” anlayışı ile
bakılmaktadır.
Kovuşturmada öyle bir sürece girilmiştir ki,
___ İddia makamı istediği delilin celbini talep etmekte, mahkeme
kabul etmekte (TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu raporu)
___ Mahkeme resen delil toplamakta, bilirkişi raporları almakta,
___ Ancak sanıkların en basit delil toplama ve tevsii tahkikat
talepleri reddedilmektedir.
Mahkeme delillerin toplanması aşamasını sadece sanıklar
açısından kapatmıştır.
Mahkeme sanıkların aleyhine olabilecek hiçbir delilin
toplanmasına sınır tanımamakta ancak lehe olabilecek delil
toplanmasına tümden yasaklama getirmiştir.
Esas hakkındaki savunma başladığından bu yana üç hafta içinde
dosyaya on binlerce sayfadan oluşan raporlar gelmiş ve bu raporlara
karşı sanık ve müdafilerine hiçbir söz hakkı verilmemiştir.
Adalet kronometreli hale getirilmiştir.
Sanıklar adeta yarış atına dönüştürülmüştür.
Hukuk dışı usul ve yöntemlerle, nefes nefese yaptırılan
savunmalardan adaletin çıkabileceğini söylemek mümkün değildir.
Adalete kronometre takılamaz. Çünkü
20
___ Bizlerin maraton koşan atletler,
___ Bu salonunda stadyum olmadığını en iyi idrak edebilecek olan yine
sayın mahkemedir.
Adalete ve hukuka yabancı yöntemlerin bir an önce terk
edilmesi, öncelikle esas hakkındaki savunmalara getirilen süre
sınırlamasının kaldırılması,
___ Adil yargılanmaya,
___ Hak ve nesafete uygun ve yine her sanığın konumuna uygun makul
savunma sürelerinin verilmesi zorunludur.
Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları istenen sözde örgüt
yöneticileri sanıklar ile kişisel veri kaydından, tutuksuz yargılanan
sözde örgüt üyelerine de aynı savunma hakkının verilmesi adil bir
uygulama olamaz.
Ceza hukukunda adaleti sağlayan temel ilkenin bireysellik kuralı
olduğu unutulmamalıdır.
Bu aşamada yapılacak kısıtlamalar sanığın ve davanın hukuki
durumunu etkileyecek, savunma hakkına ne ölçüde riayet edildiğini
gösterecektir. Bu süreçte yapılan kısıtlamalar hakkın kullanımını da
önemli ölçüde etkileyecektir.
Bu sebeple tarafımıza tanınan iki saatlik esas hakkındaki
savunma süresinin devamı AİHS’nin 6.mad’ni, Anayasanın 36.mad. de
düzenlenen adil yargılama hakkını engelleyen aşikar bir hukuk ihlalidir.
VII) Esas hakkında savunma için verilen 1 ve 2 saatlik süre,
savunma için yeterli değildir.
İddianame ve mütalaanın kapsamı, ek delil klasörleri,
kovuşturma kapsamında toplanan deliller, kapsamlı bilirkişi raporları,
delillerin dijital ortamda verilmesi ve bilgisayar çalışmasının son
derece kısıtlı olması, isnat edilen suç değişiklikleri dikkate alındığında
verilen bir ya da iki saatlik sürenin kesinlikle yeterli olmadığı
ortadadır. Yargılama sürecinin 5 yılı aşması, dinlenen tanık sayısının
21
150’yi geçmesi ve sürekli yargılama sürecinin uygulandığı bir davada
azami bir veya iki saatlik savunma süresi; “savunma yapma” demekle
eş değerdedir. Adeta verilen süre savunma için değil, az ve yetersiz
yapılması için verildiği şüphesini getirmektedir.
Esas hakkındaki savunma, sanık ve savunma için davanın en önemli
aşamasıdır. Sorguda henüz deliller toplanmamış, okunmamış ve
değerlendirilmemiştir. Savcının cezalandırma konusunda görüşü henüz
kesinlik kazanmamıştır. Mahkemenin suçun işlendiği konusunda çok
önemli şüpheleri mevcuttur. Ancak deliller toplanıp, tanıklar dinlenip,
delil okunması ve değerlendirilmesi aşamasından sonra özellikle
savcının suçun işlenip işlenmediği konusunda kanaati kesinleştikten ve
mahkemenin de bu konuda kanaati önemli ölçüde olgunlaştıktan sonra
yapılan savunma, ceza davasının en önemli kritik aşaması ve sanık içim
adeta köprüden önceki son çıkış yoludur. Savunma ve sanık haklarının
en geniş ölçüde kullanıldığı, savunma dokunulmazlığının en kesif olduğu
dava aşamasıdır. Bu süreçte yapılacak kısıtlamalar davanın ve sanığın
hukuksal konumunu doğrudan etkileyecek, savunma hakkının sınırlarını
ve ne ölçüde riayet edildiğini gösterecektir. Bu durumda sürede
yapılan kısıtlamaların bu hakkın kullanımını önemli ölçüde
engelleyeceği aşikardır. Kaldı ki yasada bu konuda kısıtlama
yapılacağına ilişkin hiçbir hüküm yoktur. Tam tersine özellikle TCK
226.maddesindeki hüküm davanın bu aşamasında savunmaya ayrı bir
önem atfetmiş, savunma hazırlığı için emredici ve mutlak hükümler
getirmiştir. Bu sebeple dosya kapsamına göre getirilen iki saatlik
sınırlama savunma hakkının özünü zedelemiş, kullanılmaz hale getirmiş,
adil yargılanma ilkesinin uygulanmadığını bir kez daha kanıtlamıştır. Bu
kararının yeniden gözden geçirilerek kaldırılması zorunludur.
CMK’ nın hiçbir maddesinde sanığın sorgu ve savunmasının
kısıtlanacağına ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır;
___ CMK 191/3-d mad. sanığın sorgusunda,
___ CMK 201.mad. soru yöneltmede,
22
___ CMK 215.mad. okunan belge ve dinlenen tanıklara karşı beyanda,
___ CMK 216.mad. delillerin ortaya konmasında sanığa verilen söz
hakkının kısıtlanacağına ilişkin hiçbir hüküm yoktur.
İddianame ve mütalaanın binlerce sayfadan oluşması, dosyanın
4,5 yıllık yargılama sürecinde milyonları aşan belgeden oluşması,
hemen her gün binlerce sayfadan oluşan bilirkişi raporlarının alınması
karşısında bir ve iki saatlik savunma hakkı verilmesi, savunmayı yok
saymakla eşdeğerdir.
Bu şartlar altındaki yapılan savunma, tamamlanması gereken
şekli prosedür olarak görülmekte “yapılmasa da olur” anlayışı ile
bakılmaktadır.
Kovuşturmada öyle bir sürece girilmiştir ki,
___ İddia makamı istediği delilin celbini talep etmekte, mahkeme
kabul etmekte (TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu raporu)
___ Mahkeme resen delil toplamakta, bilirkişi raporları almakta,
___ Ancak sanıkların en basit delil toplama ve tevsii tahkikat
talepleri reddedilmektedir.
Mahkeme delillerin toplanması aşamasını sadece sanıklar
açısından kapatmıştır.
Mahkeme sanıkların aleyhine olabilecek hiçbir delilin
toplanmasına sınır tanımamakta ancak lehe olabilecek delil
toplanmasına tümden yasaklama getirmiştir.
Esas hakkındaki savunma başladığından bu yana üç hafta içinde
dosyaya on binlerce sayfadan oluşan raporlar gelmiş ve bu raporlara
karşı sanık ve müdafilerine hiçbir söz hakkı verilmemiştir.
Adalet kronometreli hale getirilmiştir.
Sanıklar adeta yarış atına dönüştürülmüştür.
Hukuk dışı usul ve yöntemlerle, nefes nefese yaptırılan
savunmalardan adaletin çıkabileceğini söylemek mümkün değildir.
Adalete kronometre takılamaz. Çünkü
___ Bizlerin maraton koşan atletler,
23
___ Bu salonunda stadyum olmadığını en iyi idrak edebilecek olan yine
sayın mahkemedir.
Adalete ve hukuka yabancı yöntemlerin bir an önce terk
edilmesi, öncelikle esas hakkındaki savunmalara getirilen süre
sınırlamasının kaldırılması,
___ Adil yargılanmaya,
___ Hak ve nesafete uygun ve yine her sanığın konumuna uygun makul
savunma sürelerinin verilmesi zorunludur.
Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları istenen sözde örgüt
yöneticileri sanıklar ile kişisel veri kaydından, tutuksuz yargılanan
sözde örgüt üyelerine de aynı savunma hakkının verilmesi adil bir
uygulama olamaz.
Ceza hukukunda adaleti sağlayan temel ilkenin bireysellik kuralı
olduğu unutulmamalıdır.
Bu aşamada yapılacak kısıtlamalar sanığın ve davanın hukuki
durumunu etkileyecek, savunma hakkına ne ölçüde riayet edildiğini
gösterecektir. Bu süreçte yapılan kısıtlamalar hakkın kullanımını da
önemli ölçüde etkileyecektir.
Bu sebeple tarafımıza tanınan iki saatlik esas hakkındaki
savunma süresinin devamı AİHS’nin 6.mad’ni, Anayasanın 36.mad. de
düzenlenen adil yargılama hakkını engelleyen aşikâr bir hukuk ihlalidir.
VIII) Bu davanın soruşturmasının ve kovuşturmasının İstanbul’da
görülmesi açık bir yetki tecavüzüdür.
1) Bu davanın soruşturmasının ve kovuşturmasının
İstanbul’da sürdürülmesi hukuki gerekçelerle değil tamamen siyasi
tercihler sonucu gerçekleşmiştir.
Sözde örgütün araç suçu olarak kabul edilen Danıştay
Cinayetine bakan Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesinin kararından
memnuniyet duyulmamıştır.
24
Bu sebeple sanal örgütün soruşturmasının İstanbul’da
yapılmasının tüm şartları hazırlanmıştır.
Danıştay saldırısının kovuşturması devam ederken, bu suçunda
içine alındığı soruşturmanın örgüt soruşturması adı altında İstanbul’da
yapılması, aynı suçun 10.07.2008 tarihli iddianamede yer alıp, iki ayrı
mahkemede kovuşturma konusu yapılması, bunun sözde örgüt ve ilave
sanıklar bahane gösterilerek yapılması aynı konuda iki ayrı
yargılamanın devam ettiği gerçeğini değiştirmez.
Tüm bu yapılanların asıl maksadı Ankara 11.Ağır Ceza
Mahkemesinin kararının bertaraf edilerek, davanın İstanbul’a
taşınmasının yolunun açılmasıdır.
Maalesef aşikar hukuk ihlalleri yapılarak Ankara 11.Ağır Ceza
Mahkemesinin, kararı savcılık işlemleri sonucu ortadan kaldırılmıştır.
2 ) Ergenekon davasının İstanbul’da görülmesinin hiçbir
yasal gerekçesi yoktur.
20.10.2008 Tarihli celsede yaptığımız yetki itirazı mahkeme
tarafından;
“Danıştay Saldırısı Eylemi, ETÖ’nün ortaya çıkarılan
eylemlerinden sadece birisidir. Ele geçen örgüt dokümanlarında,
ETÖ’nün merkezi olarak İstanbul ilinin gösterilmiş olması, eylem ve
faaliyetlerinin İstanbul ili ve yargı çevresinde işlendiği anlaşılmakla
yetkisizlik kararı verilmesi talebinin reddine”
denmiştir.
Bu kararı usule ve yasaya uygun bulmak mümkün değildir.
Mahkeme, İstanbul’un mahkemelerinin yetkisini kabul ederken
iki kriter kullanmıştır.
___ Birincisi sözde örgüt dokümanlarında ETÖ’nün merkezi olarak
İstanbul ilinin gösterilmesi,
___ İkincisi eylem ve faaliyetlerinin İstanbul ili ve yargı çevresinde
işlendiği belirtilmiştir.
Her iki kriterde gerçeği yansıtmamaktadır.
25
a)
Ne iddianamede, nede bugüne kadar toplanan hiçbir
belgede “sözde örgütün merkezi şu adrestir” şeklinde bir tespit
yapılamamıştır.
b)
İkincisi hangi araç suç İstanbul’da işlenmiştir ki,
İstanbul mahkemelerinin yetkili olduğu iddia edilebilsin.
Mahkeme eylem ve faaliyet demiştir. Ancak “suç” terimini
kullanmamıştır.
Oysa yetkiyi belirleyen suç oluşturmayan eylem ve faaliyetler
değil, TCK’daki suç tanımlamasına giren fiillerdir.
Örgüt, ticari şirket değildir.
Şirketlerde olduğu gibi ticari merkezi ve faaliyetlerinden
bahsedilerek yetkili mahkeme belirlenemez.
3 ) Davamızda yetkiyi belirleyen sözde örgütün işlediği
birden fazla araç suç var ise son suçun işlendiği yer mahkemesidir.
İddianamede sözde örgütün işlediği araç suçlardan gazetenin
bombalanması ve Danıştay Saldırısının dışında somut bir suçtan
bahsedilmemiştir. Son suç olarak Danıştay saldırısı dikkate
alındığında, davanın Ankara’da görüleceğinden bir şüphe
duyulmamaktadır.
İddia makamı aksini düşünüyorsa yetkiyi belirleyecek sözde
örgütün İstanbul’da işlenen son araç suçu net olarak ortaya koyması
zorunludur.
Bu konuda kendilerini açıklamaya davet etmemize rağmen hiçbir
açıklama yapmadılar.
4 ) Eğer sözde örgütün amaç suçu olmasaydı, bu
durumda örgüt suçundan ötürü sözde örgüt üyelerinin yoğun olarak
yakalandığı İstanbul ili, yetkili mahkeme kabul edilebilirdi.
Ancak savcılık mütalaasında suç vasfında yaptığı değişiklikle,
İstanbul Mahkemelerinin yetkili olamayacağını tevilli olarak ikrar
etmiştir.
a)
Sanıklara sözde örgüt suçunun dışında yüklenen
26
amaç suç TCK 312.maddesinde düzenlenen Hükümete Karşı Suç’tur.
Bu suçun İstanbul’da işlenmesi madden mümkün değildir.
b)
İddia makamı bu suçun 2003-2004 yılında
hazırlanan sözde darbe planları ve halen devam etmekte olduğunu
iddia ettiği sözde örgütün darbeyi amaçlayan eylem ve faaliyetleri ile
işlendiğini ileri sürmüştür. Hükümete karşı, darbeyi yapacağı iddia
edilen TSK’nin merkezi ve darbe yapılacak hükümet Ankara’da iken bu
darbenin İstanbul’da nasıl yapılacağı gerçekten cevaplandırılması
gereken sorundur.
Yine iddiaya göre 2003-2004 darbe planları da Ankara’da
kuvvet komutanlıklarında yapılmıştır.
İnternet Andıcı ve İrtica ile Eylem Planı davalarında suç olduğu
iddia edilen faaliyetlerinin tümü Ankara’da gerçekleşmiştir.
Suçu işlediği iddia edilen sanıkların tümü Ankara’da
yakalanmıştır.
Bu durumda suçun işlendiği yer Ankara olup, İstanbul
mahkemelerinin yetkisi kabul edilemez.
Burada şu soru da akla gelmektedir.
Acaba iddia makamı yetki sorununu aşmak için mi
1.iddianamedeki sanıkların önemli bir kesimi hakkında TCK
313.maddesinin tatbikini isteyip, bu sorun aşıldıktan sonra mütalaa da
suç tavsifini değiştirmiştir?
5 ) Kaldı ki 1.iddianamenin 117.sayfasında çok net bir
şekilde sözde örgütte askeri yapılanmanın önemli olduğu, örgüte bağlı
7 birimden 5’nin muvazzaf askerlerden komutanlık olarak
örgütlendiğini, kurucuların ve yöneticilerinin asker kökenli olduğu,
örgütün TSK içinde çalıştığı belirtildiğine göre artık bu durumda siz
sözde örgütün merkezini nasıl İstanbul olarak gösterebilirsiniz.
Sözde örgütü 1999 yılına kadar askeri bir yapı olarak görüp,
1999 yılında darbe zemini oluşturmak için kısmen sivillere açılım
27
sağlayan sözde örgütün askeri yapısının değişmediği uyduruk
belgelerden ve savcıların iddialarından da anlaşılmaktadır.
Bu durumda işlendiği iddia edilen amaç suçun hükümete karşı suç
olması, sözde örgütün kurucu ve yönetici unsurlarının ağırlıklı olarak
TSK mensubu olması, 2003-2004 darbe planlarının Ankara’da
yapıldığının iddia edilmesi ve sözde örgüt suçu Danıştay olayının
Ankara’da olması, İstanbul Mahkemelerinin yetkisini imkansız
kılmaktadır.
Sanıkların ikametleri ve işyerleri Anadolu’nun muhtelif
yerlerinde olmasına rağmen tüm arama, el koyma, yakalama, iletişimin
tespiti ve teknik takip kararları İstanbul mahkemelerinden
verilmiştir.
Savcılar, yetkili oldukları bölgenin dışına çıkarak ifade alma
yoluna gitmişlerdir.
İstanbul dışında birçok arama, el koyma ve ifade almada
İstanbul polisi görevlendirilmiştir.
Bu davanın aşikar hukuk ihlalleri sonucu İstanbul’a taşınması
bile siyasi iktidarın TCK’nun 309.maddesinde belirtilen suçu işlediğini
fiili olarak ortaya koyabilecektir.
Eğer bu maddedeki cebir ve şiddet unsurunu, sayın
savcılarımızın yorumladığı şekilde kabul edecek olursak, iktidarın
oluşturduğu manevi baskı ve gücünü kötüye kullanmasını cebir olarak
nitelendirdiğimiz takdirde, hukuk devletinin kurallarının uygulandığı
dönemde bu yetki gaspı ve tecavüzü TCK 309.maddesinde belirtilen
yargı yetkisine, Anayasal düzeni işlemeyecek hale getirecek şekilde
müdahale olarak değerlendirileceğinden hiçbir tereddüdüm yoktur.
28
VII) Danıştay Cinayeti Davası hakkında Yargıtay 9.CD’nin kararına
uyulduktan sonra, Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesinin kararı
ortadan kaldırılamaz.
Yargıtay 9.CD’si, Ankara 11.Ağır Ceza Mah.nin kararı iki usuli
gerekçe ile bozulmuştur.
Birincisi; bir sanığın esas hakkındaki savunması sırasında
müdafiinin bulundurulmaması, diğeri de irtibatlı olduğu iddia edilen
dosyalar arasındaki irtibat iddiasının araştırılmamasıdır.
Birleşme kararından sonra mahkemeniz, Danıştay sanıkları
hakkında verilen kararları değiştiremez.
Mütalaada Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesinin kararı ortadan
kaldırılmış, bir kısım sanıkları hakkında beraat kararı istenmiş,
diğerleri hakkında da uygulanan hükümler değiştirilmiştir.
Usul sistemimiz kanun yolları dışında bir mahkemenin kararının
ortadan kaldırılamayacağı yolundadır.
Aksi takdirde bir mahkemenin kararı, diğer bir mahkeme
tarafından ortadan kaldırılması söz konusu olur ki bu durumun yargıda
tam bir kaosa yol açacağı ortadadır.
Danıştay sanıkları hakkında Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesinin
kararı noktasına dokunulmadan esas yönden tekrarlanmak zorundadır.
IX) TCK’nun 313.maddesi yönünden ceza verilmesine yer
olmadığına ilişkin karar verilemez.
Savcılar mütalaada, şahsım dahil birçok sanık hakkında TCK
313.mad. yönünden suç unsurlarının oluşmaması nedeni ile ceza
verilmesine yer olmadığına ilişkin karar verilmesi talebinde
bulunulmuştur.
Oysa bu karar CMK’nun 223/3 maddesinde belirtildiği üzere yaş
küçüklüğü, akıl hastalığı, sağır, dilsizlik, emrin yerine getirilmesi,
zorunluluk hali, suçun cebir ve tehdit halinde işlenmesi hali, meşru
29
savunma, sınırın aşılması, hataya düşme gibi kusurun bulunmaması
hallerinde verilebilir.
Suçun unsurları oluşmaması nedeni ile verilebilecek tek karar;
CMK 223/1 mad. uyarınca beraat kararıdır. Ancak bu karar kasıtlı
olarak verilmemiştir. Daha az vahim suçun maddi unsurunu
oluşturmayan fiillerin daha vahim suçun unsurlarını oluşturmayacağı
yorumunun önüne geçilmek istenmiştir.
X-) TCK’nun 313.maddesi yönünden ceza verilmesine yer
olmadığına ilişkin karar verilemez.
Savcılar mütalaada, şahsım dahil birçok sanık hakkında TCK
313.mad. yönünden suç unsurlarının oluşmaması nedeni ile ceza
verilmesine yer olmadığına ilişkin karar verilmesi talebinde
bulunulmuştur.
Oysa bu karar CMK’nun 223/3 maddesinde belirtildiği üzere yaş
küçüklüğü, akıl hastalığı, sağır, dilsizlik, emrin yerine getirilmesi,
zorunluluk hali, suçun cebir ve tehdit halinde işlenmesi hali, meşru
savunma, sınırın aşılması, hataya düşme gibi kusurun bulunmaması
hallerinde verilebilir.
Suçun unsurları oluşmaması nedeni ile verilebilecek tek karar;
CMK 223/1 mad. uyarınca beraat kararıdır. Ancak bu karar kasıtlı
olarak verilmemiştir. Daha az vahim suçun maddi unsurunu
oluşturmayan fiillerin daha vahim suçun unsurlarını oluşturmayacağı
yorumunun önüne geçilmek istenmiştir.
XI-) Savcılar, yargı sürecini aldıkları ifadelerle bitirmişlerdir.
Mütalaada savcılar, 4,5 yıllık yargılama sürecini hiç dikkate
almamışlardır.
Savcılar için yargılama süreci aldıkları ifadeler ile bitmiştir.
30
Kovuşturma sürecinde sadece sanık aleyhine olduğu düşünülen
delillere yer verilmiş, sanıklar lehine gelen tek bir delile yer
verilmemiştir.
İddia makamı kovuşturmayı tek taraflı olarak dondurmuştur.
Emniyetin sehven davrandığını kabul ettiği ve düzeltmek
zorunda kaldığı deliller dahi dikkate alınmamıştır.
Bu konuda birkaç örnek vermek istiyorum.
Mütalaanın 468.sayfasının 5.paragrafında;
___ 42.bentte Mustafa Dönmez’le hiçbir telefon görüşmemiz
olmadığı halde bu husus nüfus kaydı, HTS kayıtları, vekaletname, dava
dosyası, sanık ifadeleri ile kanıtlanmasına rağmen mütalaada halen
telefon irtibatı olduğu iddia edilmiştir.
2056.sayfa -108.bentte;
___ Merdan Aydın’ın çektiği mesaj; açık kanıtlara rağmen Merdan
Yanardağ ile mesajlaşma olarak geçebilmiştir.
Mütalaanın 367.sayfasında bilgisayarımda Kürşat Harekatı
Bildirisi ile Sevgi Erenerol, Muammer Karabulut, Oktay Yıldırım, Bekir
Öztürk, Kemal Kerinçsiz fotoğraflarının bulunduğu iddia edilmiştir.
Doğru değildir. Bilgisayarımda bulunan bu iki siteye girilmesi nedeni
ile sitelerin birinci sayfasının ve bildirinin bulunduğu sayfalardır.
Sanki fotoğrafları ve bildiriyi bilgisayarıma ben atmışım ya da
düzenlemişim gibi sunulması etik bir davranış biçimi değildir.
____Dördüncü örnekte 1301.sayfada Genelkurmay Başkanlığından
gönderilen şemanın, kurumca hazırlandığı iddiasıdır. Oysa gelen yazı
cevabında kurum “ben hazırladım” demediği halde, “hazırlamıştır”
şeklinde iddia etmenin gerçeği inkar etmekten başka bir şey değildir.
Sayın savcılık kurumunu vazgeçtik, mahkeme açıkça telefonuma
yapılan yüklemeleri kabul edip ara kararla düzeltmesine rağmen, bu
ara karardan sonra düzenlenen HTS raporlarında, düzeltme
yapılmamış ve ara karar alınmamış gibi tespitler yapmıştır.
31
XII-) iddia makamı henüz hangi suçu işlediğime bir karar
verememiştir.
18.03.2013 Tarihli mütalaanın 1955.sayfasında;
“Sanık Kemal Kerinçsiz’in örgütsel faaliyetlerinin sürekliliği,
çeşitliliği ve yoğunluğu ve kamuoyundaki etkisi bir bütün olarak
dikkate alındığında eylemlerinin cebir ve şiddet kullanarak T.C.
hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen
veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek suçunu oluşturduğu”
denilerek TCK 312.maddesindeki suçu işlediğim iddia edilmiştir.
Ancak bu suçun gerçekleşmesi için fiillerimin
___ ya hükümeti ortadan kaldırmaya
___ ya görevini tamamen yapılmasını,
___ ya da görevini kısmen yapılmasını engellemeye yönelik teşebbüs
hareketlerinden biri veya bir kaçını oluşturması gerekir.
İddia makamı benim gerçekleştirdiğimi iddia edilen fiillerin
hangisinin, hangi sonucuna sebebiyet verdiğini belirtmemiştir.
İddia edilen fiillerim hükümeti ortadan kaldırmaya mı, görevini
kısmen ya da tamamen engellemeye mi yönelik olduğu konusunda
hiçbir açıklama yoktur.
Oysa suçun maddi unsurunun tam olarak ortaya konması, failin
hangi fiili ile bu unsuru gerçekleştirdiğinin somut bir şekilde
açıklanması gerekir.
Savcılar yasanın maddi unsurunu olduğu gibi yazmışlardır. Ancak
suçtaki maddi unsur seçeneklidir. Her üç halde de suç gerçekleşmiş
kabul edilmektedir. Ama sanık olarak benim bu üç seçenekten oluşan
hangi neticeyi; hangi fiilimle gerçekleştirdiğim net bir şekilde tasrih
edilmelidir. Aksi halde yapılan suçlamanın hiç bir hukuki dayanağı
olamaz. Sadece madde metnini yazarak; “sanık bu fiili işlemiştir”
demek bir savcının işi olamaz. Fiil ve netice arasında illiyet bağı
kurulmalı, hangi neticenin, hangi fiille gerçekleştirildiği izah
edilmelidir.
32
Bu mütalaaya göre benim henüz hangi fiil ya da fiillerimle
hükümeti ortadan kaldırmayı mı, yoksa görevlerinin bir kısmını ya da
tamamını mı engellemeye teşebbüs ettiğim anlaşılamamaktadır.
Fiilde ve maddi unsurun neticesinde somutlaştırmaya
gidilmemiştir.
B) TARAFIMA İSNAT EDİLEN HÜKÜMETE KARŞI SUÇ (TCK
312)’A İLİŞKİN YAPTIĞIM AÇIKLAMALAR:
İddianamede sayılan her biri evrensel bildirgelerde ve
anayasalarda teminat altına alınmış yasalar çerçevesinde
gerçekleştirdiğim temel hak ve özgürlüklerin kullanımından ibaret
olan fiillerim, hükümete karşı silahlı isyana tahrik suçunun, maddi
unsuru olarak kabul edilmiş iken, bu defa mütalaada ortaya hiçbir
gerekçe konmadan TCK 312.maddesinde düzenlenen hükümeti ortadan
kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen
engellemeye teşebbüs suçunun maddi unsuru olarak gösterilmiştir.
Mütalaada hangi fiilin ya da eylemlerin isnat edilen TCK 312
madde kapsamında sayıldığı ve bu suçun maddi unsurunu oluşturduğu
konusunda bir açıklama yapılmamıştır.
Ancak savcılık anlatımlarından son iki paragraftaki iddialarının
TCK 312.mad. kapsamında kabul edildiği anlaşılmaktadır. Şöyle ki;
1) Mütalaada; Hükümete Karşı Suç Oluşturduğu iddia edilen maddi
fiiller.
a)
Başkanlığın yürüttüğüm derneğin Genelkurmay Başkanlığı
Bilgi Destek Dairesi bilgisayar hard disklerinden çıkan
çalışmalarda psikolojik harekatta kullanıldığı iddia
edilmiştir.
aa) Bilgimin dışında, bana hiçbir şekilde ulaştırılmamış, tarafımdan
onaylandığı ve kabul edilmiş olduğu ispatlanamayan üçüncü kişinin
düşüncesini yansıtan bir yazıdan ötürü suçlanmam doğru değildir.
33
Ceza hukukunun temel prensiplerinden biri bireysellik ilkesidir.
Herkes kendi fiilinden sorumludur. Üçüncü kişilerin beyan ve
fiillerinin delil olarak dikkate alınabilmesi için bu beyana ve fiile
bizzat katıldığım veya onayladığım kanıtlanmalıdır.
Mütalaada söz konusu “psikolojik harekat etkinliğinin nasıl
arttırılacağı isimli belgenin Fuat Selvi tarafından hazırlandığı iddia
edilmiştir. Ancak bu belgedeki düşünceleri paylaştığıma ilişkin
dosyada hiçbir kanıt yoktur.
Yine bu belgeyi hazırladığı iddia edilen Fuat Selvi ile hiçbir
irtibatım yoktur. Yine Fuat Selvi’nin görev yaptığı, Bilgi Destek
Dairesinde görev yapan her hangi bir kişi ile de dolaylı ya da dolaysız
bir ilişkim bulunmamaktadır.
Söz konusu yazının tarafıma mail olarak atıldığı, fakslandığı ya
da her hangi bir yolla gönderildiğine ilişkin başkaca bir bilgide mevcut
değildir.
Bu belgedeki düşüncelere iradi olarak katıldığım ya da
Genelkurmay Başkanlığı tarafından başkanı olduğum derneğin
etkinliklerde yönlendirildiğine, kullanıldığına, desteklendiğine ilişkin
somut bir kanıt ortaya konmadan, TSK’nin derneği psikolojik
harekâtta kullandığına ilişkin bir iddia da bulunulamaz.
Bilgi Destek Dairesinin bilgisayar hard disklerinde üç milyonu
aşkın belge çıktığı iddia edilmiştir. Bu belgelerin hiç birinde
derneğimizle ya da şahsımla ilgili bir yazışma, her hangi bir şekilde
maddi destek verildiğine ilişkin bir belgede çıkmamıştır.
Bu sebeple tek taraflı hazırlanmış, şahsımın iradesini,
katıldığını ve bu düşünce doğrultusunda davrandığıma ilişkin belge ya
da başkaca bir delil bulunmadığı takdirde, sorumlu tutulmamam ceza
hukukundaki şahsilik ilkesinin gereğidir.
bb) Söz konusu yazının tarihinin 14.05.2007 olduğu iddia edilmiştir.
Başkanlığını yaptığım derneğin faaliyetleri bu tarihte
başlamamıştır.
34
Bu tarihten önce de sonra da yürüttüğü faaliyet ve
etkinliklerde hiçbir değişiklik yoktur.
Derneğin tüm faaliyetlerinin görüntüleri dosyada mübrezdir.
14.05.2007 Tarihinden önce yapılan etkinlik sayısı 26’dır. Bu
tarihten sonraki etkinlik sayısı ise 4’tür.
Eğer bu belge doğrultusunda derneğimiz psikolojik harekatta
TSK tarafından desteklenmiş olsa idi, en azından etkinlik sayısının
daha fazla olması, bu tarihten sonra yapılan etkinliklerin nitelik ve
nicelik itibari ile öncekilerden daha farklı olması beklenir.
Görülüyor ki bu yönü ile de söz konusu düşüncenin sadece
hazırlayanın kanaati olarak kaldığı, hiçbir şekilde uygulamaya
geçmediği anlaşılmaktadır.
cc) Söz konusu yazıda beyin jimnastiği yapıldığı anlaşılmaktadır.
Çünkü yazının yazıldığı tarihte ya da sonrasında yazıda belirtilen
düşünce doğrultusunda harekete geçildiğine ilişkin bir bilgi ve kanıt
yoktur.
Çalışmada;
“…dönem itibariyle kullanılmaya uygun konumda bulunan STÖ’ler
dolaylı olarak desteklenerek harekete geçmeleri sağlanabilir”
denmiştir .
Yani destekleneceği ya da desteklendiği bu yolda harekete
geçildiği konusunda kesin bir dil kullanılmamıştır.
İleriye matuf bir dil kullanılmasının ötesinde sadece fikir
jimnastiği yapıldığı ve sadece öneride bulunulduğu anlaşılmaktadır.
Oysa sayın savcılar sanki bu düşünce uygulamaya konmuş ve
dernek psikolojik harekâtta kullanılmış gibi;
“sanık Kemal Kerinçsiz’in başkanı olduğu Büyük Hukukçular
Birliği ve sanık Adnan Türkkan’ın başkanı olduğu TGB gibi STÖ’ni
psikolojik harekâtta kullandığını gösterdiği”
denmiştir.
35
Sayın savcılara soruyorum; dosyada kullanıldığını gösteren bir
delil var da biz mi görmedik. Ya da yazıda “harekete geçmeleri
sağlanabilir” yerine “harekete geçmeleri sağlanmıştır” diye yazılı da
biz mi yanlış okuyoruz.
Maalesef bu davada ceza usul hukukunun en eski ve evrensel
ilkeleri arasında yer alan ispat kurallarının farklı uygulandığını dikkate
aldığımızda sayın iddia makamının düşüncesini de yadırgamamak
gerekir.
dd) Söz konusu yazıda STÖ’lerinin dolaylı desteğinden
bahsedilmiştir.
Ancak derneğimize bu konuda dolaylı yoldan bir destek verildiği
konusunda da bir delil yoktur.
Savcılıkta derneğe “şu yoldan dolayı destek sağlanmıştır”
şeklinde somut ve delillendirilmiş bir iddiası olmamıştır.
Yazıda desteğin ne olacağı ifade edilmemiştir.
Eğer destekten kasıt mali destek ise, derneğimizin gelir ve
giderlerini gösteren işletme defteri ve belgeler dosyada mübrezdir.
Derneğin gelirleri sadece üyelerin bağışlarıdır. Üçüncü bir kişiden tek
kuruş yardım ya da hibe almamıştır. Kaldı ki dernek, kirasını ve temel
giderlerini dahi güçlükle karşılamaktadır. Dışarıdan mali destek
aldığımıza ilişkin en küçük bir emare dahi mevcut değildir.
Mali desteğin dışında kalabilecek diğer destek türlerinin hiç biri
ile muhatap olmadığımızdan bu konuda da fikir yürütmekte güçlük
çekmekteyim. Ancak şunu rahat söyleyebilirim ki, etkinliklere
katılanlar ve sayıları belli olup, destek aldığımızı gösteren bir
seviyede olmamıştır.
Yine etkinliklere muvazzaf bir askerin katıldığını kesinlikle
görmüş ve duymuş değilim. Görüntüler dosyadadır.
Bunun dışında etkinlikler konusunda hiçbir muvazzaf subayla
irtibatım olmamıştır.
36
ee) Kaldı ki yazıda derneğimiz ile TSK’nin aynı paralelde
olmadığının da belirtilmesi aramızda sözde örgütsel ilişkinin varlığının
da inkarı anlamına gelmektedir.
Aynı paralelde düşünmeyen kurumların aynı sözde örgüt çatısın
da olması beklenemez.
ff) Bir an için aksi düşünülüp, önerinin kurumca gerçekleştirildiği
ve ismi yazılı kurumların psikolojik harekâtta kullanılmış olduğunu
kabul etsek bile şahsım bakımından TCK 312.maddedeki suç
unsurlarının gerçekleştiği iddia edilemez.
Çünkü yazıda sivil toplum kuruluşlarının psikolojik harekâtta
kullanılması düşünülmüştür. Yani bu kuruluşların zaten amaçları
doğrultusunda yaptığı etkinliklerin dolaylı olarak desteklenmesi bir
fikir jimnastiği olarak beyin süzgecinden geçirilmiştir.
Bu durumda birinci olarak derneğimizin yaptığı etkinliklerin her
birinin alınan yasal izinler çerçevesinde olduğu, hiçbir etkinliğinde suç
işlenmediği, etkinliklerdeki amaçlarının her birinin meşru ve devlet
politikaları ile uyumlu olduğu anayasal hakların kullanımı şeklinde
gerçekleştiği dikkate alındığında;
_ cebir ve şiddet unsurunun olmadığı,
_ hükümeti ortadan kaldırmayı ya da görevlerini tamamen ve
kısmen engellemeyi teşebbüs niteliğinde hiçbir eylemde bulunulmadığı
düşünüldüğünde bu suçtan sorumlu olmamız mümkün değildir.
İkinci olarak verilmesi düşünülen destek dolaylı olup, bu
destekten derneğimizin bilgisi olmadığı takdirde ortada manevi
unsurun gerçekleşmeyeceği izahtan varestedir. Çünkü burada önemli
olan suça iştirak iradesinin olmasıdır. Eğer sizin meşru olarak
gösterdiğiniz bir etkinlik, bir başka kişi ya da kurum tarafından
gayrimeşru amaçlar doğrultusunda kullanıldığı takdirde burada da
diğer tüm unsurları oluşmuş olsa bile manevi unsur nedeni ile suç
gerçekleşmiş olmaz. Çünkü TCK 312.maddedeki suç kasten işlenebilen
suçtur.
37
Üçüncü olarak yazıda sadece dernek isminden bahsedilmiştir.
Tüzel kişiler ancak güvenlik tedbirlerine konu yapılabilir. Şahsımın
dernek başkanı olması nedeni ile ceza hukukunun bireyselliği
karşısında, şahsımın sorumlu olacağı düşünülemez. Çünkü derneğin bir
yönetimi olup, bu irade doğrultusunda faaliyette bulunmaktadır.
Suçun tüm unsurları iradem doğrultusunda gerçekleştirilen fiilde
bulunmadığı takdirde sadece dernek ismi geçmesi ve dernek başkanı
olmam nedeni ile mesul olacağım beklenemez.
Tüm bu hususlar birlikte dikkate alındığında Bilgi Destek
Dairesindeki yazıdan ötürü TCK’nun 312.maddesindeki suçu işlediğim
asla düşünülemez. Bu suçun unsurları aşağıda ayrıntılı olarak
inceleyeceğimiz üzere hiçbir yönü ile gerçekleşmemiştir.
b)
Sözde Ergenekon örgütünün birçok mensubu ile örgütsel
irtibat içinde bulunduğum iddia edilmiştir.
Bu davada yargılanan sanıklarla hiçbir şekilde sözde
örgütsel bağım yoktur. Çünkü ortada bir örgüt yoktur. Eğer ortada
bir örgüt yok ise diğer sanıklarla örgüt ilişkisi içerisinde olmamız
mümkün değildir.
Ergenekon projesinde ülkesini seven, milli değerler
konusunda hassasiyet sahibi, Atatürk’ün tüm ilkelerini yürekten
benimsemiş, anti emperyalist, tam bağımsız Türk milliyetçileri de
hedef alınmıştır.
Bu yapıda olan bir insan olarak sosyal ve siyasi çevremin bu tür
kişiliklerden oluşması böyle düşünen derneklerde faaliyet göstermem,
bu tür fikirlerin savunulduğu etkinliklere katılmam, aynı zihniyette
olan insanlarla dost olmam, bu kişilerle meşru ve yasal zeminde,
hukukun çizdiği çerçeve içerisinde mücadele vermem son derece
tabidir.
Elbette ki benim gibi düşünen, benim gibi davranan Yeniçağ
Televizyonunda program yapacağım ve bu programlarımda da yine
benimsemediğim düşüncülerin doğruluğunu savunacağım.
38
Elbette ki verdiğim konferanslarda ve panellerde milli
değerlerimi savunacağım.
Elbette ki Türklüğe hakaret edildiği Anayasanın ve Evrensel
İnsan Hakları Sözleşmelerinin bana verdiği hak arama özgürlüğü
içinde şikayette bulunacağım dava açacağım.
Elbette ki şehidine kelle diyen kişiye isterse başbakan olsun
dava açacağım ve şehit ailelerinin haklarını arayacağım.
Elbette ki yöneticiliğini yaptığım dernek AB’liğine, Nato’ya hayır
diyecek etkinlikler içerisinde olacak.
Elbette ki 20 yaşında evlatlarını bu topraklar için kefensiz
toprağa veren şehit annelerinin kurdukları derneklerin avukatlığını
yapacağım.
Elbette ki milli mücadelede Atatürk’ün yanı başında olan öz ve
öz Türk evladı olan Papa Eftim’e yine Atatürk tarafından kurdurulan
Türk Ortodoks Patrikhanesinin vekilliğini yapacağım ve tüm anma ve
özel günlerinde yanlarında olacağım.
Elbette ki Türk milletinin ve Devletinin yıllardır savunduğu iç ve
dış politikaları uyumlu etkinliklere katılıp, ülkenin üniter ve milli
devlet yapısını savunacağım. Federasyona, eyalet sistemine,
bölünmeye ve bölücülüğe hayır diyeceğim.
Böyle bir insanın elbette ki program yaptığı konferans verdiği,
mitinge katıldığı, dernek kurduğu kişiler kendisi gibi milli değerlere
sahiplenmiş, Atatürkçü ve bağımsız Türk Milliyetçileri olacaktır.
Eğer sözde Ergenekon projesi bu tür insanları hedef almışsa
elbette ki ben ve benim gibi insanlar gözaltına alınıp, sözde örgüt adı
altında yıllarca cezaevlerinde tutulacaklardır.
Bu durumda, benim siyasi ve sosyal düşünceme uygun kişilerle
beşeri ilişkiler geliştirmem kadar doğal daha ne olabilir?
Siz bu durumda ; “aynı zihniyette olan insanları bir biri ile
telefonlaştınız, konuştunuz, dernek kurdunuz, dava açtınız, mitinge
39
katıldınız, konferans verdiniz, bu sebeple örgüt oluşturdunuz”
diyebilir misiniz?
Benim milli devlet, üniter yapı, Atatürk ve Cumhuriyet
düşmanları ile birlikte olmam elbette mümkün değildir.
Siyasi davalarda hedef hangi kitle ise elbette ki sanık haline
getirilen kişiler arasında iletişimin ve irtibatın olmaması mümkün
değildir.
İleri de bu iktidar döneminde ülkenin birlik ve bütünlüğünü ihlal
eden eylemler nedeniyle siyasetçiler ve yöneticiler hakkında dava
açıldığı takdirde bu davada da sanıklar arasında hem telefon hem de
kişisel irtibatların olduğu görülecektir.
Yine sözde Ergenekon tertibini rejimin dönüşmesi amacı ile
kullanan siyasiler ve görevini kötüye kullanmış kamu görevlileri
hakkında dava açıldığı takdirde, yargılanacak sanıklar arasında, her
türlü irtibatın olduğu görülecektir.
Bu sebeple bu tür siyasi davalarda davalı haline getirilmiş kişiler
arasında ki irtibatları sorgulayıp, sözde örgütün varlığı ve örgüt
ilişkisi hakkında karar veremezsiniz.
Benim; burada yargılanan sanıklarda özellikle bu dava için
siyaseten projeye uygun olarak seçilmiş olduğumdan aynı amaçlar
doğrultusunda buraya getirilmiş sanıkların bir kısmı ile telefon
irtibatımın olması, birlikte mitinglere katılmamız, dernek kurmamız,
konferanslar vermemiz, program yapmamız asla örgütsel ilişki
değildir.
Maalesef toplumsal dönüşümü sağlayan, hukukun silah olarak
kullanıldığı projelerde bu tür insani, siyasi, sosyal, mesleki ve beşeri
ilişkiler suni olarak oluşturulmak istenen sözde örgüt ilişkisi olarak
değerlendirilir.
Sayın iddia makamının burada yargılanan insanlarla sözde örgüt
bağı oluşturduğuma ilişkin iddiaları kesinlikle reddediyorum.
40
Ortada ne örgüt vardır, nede örgüt ilişkisi. Sadece siyasi
amaçlar doğrultusunda suni olarak iktidar tarafından kurgulanmış bir
örgüt senaryosu mevcuttur.
c)
Başkanı olduğum Büyük Hukukçular Birliği’ni sözde
Ergenekon örgütü amaçları doğrultusunda yönetip ve
yönlendirdiğim iddia edilmiştir.
İddianameye göre sözde örgüt sivil açılımı 1999
yılında gerçekleştirmiş, asker olan bünyesine ilk defa bu yılda sivilleri
alarak reorganizasyona gitmiştir. Oysa Büyük Hukukçular Birliği’nin
kuruluşu 2006 Yılı Nisan ayı sonunda gerçekleşmiştir.
Bu dernekten önce kuruluşuna 1997 yılında başladığımız resmen
2002 yılının Aralık ayında kurulan 2006 yılına kadar yönetici ve üye
olarak faaliyet gösterdiğim Hukukçular Birliği, iddianamede yer alan
birçok etkinliği gerçekleştirmesine rağmen sözde örgütün kurduğu
dernek sayılmamış ve faaliyetleri de sözde örgütün amaçları
doğrultusunda kabul edilmemiştir.
İddia makamının böyle bir ayırıma gitmesini anlamak mümkün
değildir.
İki dernekteki faaliyetlerim birbirinin devamı mahiyetindedir.
Her iki derneğin amaçları aynıdır. Her iki derneğin kurucu ve
üyelerinde ortak kişiler mevcuttur. Benzer etkinlikleri
gerçekleştirmişlerdir. Örneğin tüm Rum Ortodoks Patrikhanesine
ilişkin basın açıklamaları, Galatasaray Lisesi önündeki Şemdinli
iddianamesine ilişkin basın açıklaması, Ermeni Konferansının iptali
davaları gibi etkinlikle söz konusu dernek bünyesinde ve diğer
yöneticilerle birlikte gerçekleştirilmiştir. Ancak buna rağmen sadece
Büyük Hukukçular Birliği’nin sözde terör örgütünün kurduğu ve
yönlendirdiği dernek olarak kabul edilmesinin hiçbir hukuk mantığı
yoktur. Derneklerden birinin sözde Ergenekon örgütünün torbasına
atılıp, diğerinin atılmaması hukuki bir tercih olmaktan ziyade, siyasal
bir tercih şüphesini beraberinde getirmiştir.
41
Eğer dernek faaliyetlerim sadece Büyük Hukukçular Birliği,
Büyük Güç Birliği ve Ayasofya Derneği kapsamında alınacaksa ki
iddianame ve mütalaada bu şekilde değerlendirilmiştir, bu durumda
2006 yılı Nisan, Ekim, Aralık aylarında kurulan bu derneklerin çok geç
kuruldukları, sözde örgütün amacına hizmet etmelerinin bu tarihler
dikkate alındığında son derece zor ve hayatın akışına da uygun
olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü bu derneklerin kuruluşundan 1 yıl
sonra gözaltına alındım. Bu süre içinde yapılan faaliyetlerin, sözde
örgütün amacına da hizmet ettiği söylenemez.
Çünkü iddianameye göre sözde örgütün 1999 yılında sivil topluma
açıldığı tarihten yedi yıl sonra, bu dernekleri kurmasının hiçbir
mantığı yoktur.
2003-2004 Yılında darbe planlarını hazırlayan sözde örgüt bu
tarihten önce bu dernekleri kurması gerekirken 3-4 yıl sonra
oluşturması işin oluşuna da uygun değildir.
Kaldı ki 2006 yılından sonra ortada hangi darbe planı vardır ki
bu dernekler, sözde darbe ortamını hazırlayıcı etkinlikler
yapmışlardır. Mücerret darbe planlarından değil, tam tersine 2006
yılından sonra, dernekler ile irtibat kurulabilecek bir darbe planı
ortaya konmadığı müddetçe, mütalaadaki iddialar temelsiz kalmaya
mahkumdur.
Sadece bu tarihte oluşturulan darbe planlarının kanıtlanması da
yeterli değildir. Bu planlarla dernek yönetici ve faaliyetleri arasında
somut kanıtların ortaya konması gerekir.
Böyle bir delillendirme ve illiyet bağı tesis edilememiştir.
Sözde örgütün amacı ile derneklerin amaçlarının aynı olduğunu
söylemekte mümkün değildir.
Derneklerin gayeleri özellikle Büyük Hukukçular Birliği
Derneğinin amacı Türk Milletinin her alanda hukukunun korunması için
faaliyette bulunmaktır. Derneğin hiçbir yazılı belgesinde ve
42
etkinliğinde Hükümeti Ortadan kaldırmak ya da görevleri engelleme
amacında olduğuna ilişkin bir ibare ya da sözcük geçmemiştir.
_ Toplantı tutanakları dosyadadır. Hangi sözcük ve cümleden
böyle bir amacın varlığı ortaya çıkarılabilir?
_ Derneğin yaptığı basın açıklamalarının hangisinde hükümeti
ortadan kaldırma hedefi ortaya konmuştur?
_ Açılan dava ve yapılan şikâyetlerde yine bu hedefin var olduğu
söylenebilir mi?
Hükümeti eleştirmek, siyasal görüşlerine katılmamak,
demokratik yolla gitmesini istemek ile cebir ve şiddet kullanarak
ortadan kaldırılması bir arada telaffuz edilemeyecek ölçüde farklı
konulardır.
Demokratik hukuk devletinde hiçbir vatandaşa kamu görevlilerin
baskısı ile bir takım soruşturmalar kullanılarak hükümet
benimsetilemez ve eleştirmeye engel olunamaz.
Hiç kimse AKP iktidarını benimsemek zorunda değildir.
Kaldı ki yapılan etkinliklerin amaçlarına baktığımızda tamamının
yüz yıllık milli devletin iç ve dış siyaseti ile uyumlu olduğu
görülmektedir.
Etkinlikler içerisinde yer alan;
____Patrikhanenin son iki yüzyıldır Türk Devletlerinin egemenlik
hakkını kemirdiğini, kim inkar edebilir?
Bu konuda Osmanlı Devletinin takip ettiği politikanın, T.C.
siyasetinden çok daha sert olduğunu da söyleyebiliriz.
Osmanlı en zayıf dönemlerinde dahi, ihanet ettiğini tespit ettiği
patriği, kurum kapısında asmaktan dahi imtina etmemiş, bu infazı
dönemin İngiltere, Fransa ve Rusya’nın gösterdiği tüm muhalefete
rağmen gerçekleştirmekten çekinmemiştir.
Kendi yargısını kuran, yöneticilerini Lozan Antlaşmasına aykırı
olarak yabancılardan oluşturan, Türk topraklarına dinsel yönetici
tayinlerini yapan ekümenik olduğunu iddia edip, kurum olarak
43
devletlerle uluslararası antlaşmalar yapan devletçik olma yolunda
önemli mesafeler kaydeden bu kurumun hukuk dışı faaliyetleri
konusunda kamuoyunu oluşturmak ve devleti uyarmak suç mudur? Bu
amacın neresinde, sözde örgütün amacı ile bir ayniyet ya da hükümeti
ortadan kaldırma niyeti vardır?
Bazı çatlak sesler verse de AKP’de ilk 10 yılında bu milli devlet
politikasından ayrılmamış, devletin menfaatlerini gözetmeksizin dış
baskı ile atılan adımların, geriye dönüşü olmayan zararlara yol
açabileceğinin de farkında olmuştur.
___ Yine etkinliklerimiz arasında yer alan Irak Türkmenlerinin, Kıbrıs
Türklerinin, Batı Trakya Türklerinin, Azerbaycan Türklerinin, Doğu
Türkistan Türklerinin haklarının korunmasını sağlamak ve bu konuda
kamuoyunun oluşturulmasını istemek nasıl olurda sözde örgütün
amaçları ile ayniyet arz edebilir? Ya da bu etkinliklerle mi hükümetin
ortadan kaldırılması amaçlanmıştır?
___ Ülkenin milli finans kurumlarının yabancı devletlere satılmasını
engellemek, Hocalı Katliamını kınamak, Pontus anıtlarının kurulmasını
engellemek, Türklüğe yapılan saldırılara karşı hukuki müracaatlarda
bulunmak, AB’liğine girilmesini istememek, PKK terörünü kınamak, Milli
kahramanları yaşatmak, Teröre destek veren devletlerin mallarının
alınmasını boykot etmek nasıl olurda sözde örgütün amaçları ile aynı
doğrultuda olduğu iddia edilebilir? Bu etkinliklerle mi hükümet
ortadan kaldırılmak istenmiştir?
Bu etkinliklere bakarak hiçbir hukukçu Büyük Hukukçular Birliği
Derneğinin sözde örgüt amaçları doğrultusunda yönetildiğini ve
yönlendirildiğini söyleyemez.
Derneğin yönetimi, kurucu ve yöneticileri tarafından
gerçekleştirilmiştir.
Hiçbir sözde örgüt yöneticisi tarafından tavsiye, telkin ve
yönlendirme gelmemiştir.
Bunun tek bir delili yoktur.
44
Derneğin diğer sivil toplum kuruluşları ile ortak etkinlik yapması
yasal hakkın kullanımıdır. Etkinliklerin hiçbirinde hükümetin ortadan
kaldırılması amaçlanmamıştır.
Derneğin etkinliklerine darbe planı yaptığı iddia edilen kişi ya da
kişiler tarafından dolaylı ya da dolaysız olarak etkide ve müdahalede
bulunulmamış, hiçbir emir ve talimat verilmemiş, yönlendirme
yapılmamıştır.
Delilsiz mücerret beyanlarda bulunulmuştur.
Dernek kayıtlarına, eşyalarına, bilgisayarlarına el konmuştur. Bu
konuda etki yapıldığına ilişkin tek bir belge, mesaj, mail ya da belge
çıkmışımdır ki böyle bir iddiada bulunulabilsin?
Derneğin sözde örgüt amaçları doğrultusunda yönetildiği ve
yönlendirildiği iddiası gerçek dışıdır.
Sözde örgütün amaçları ile derneğin etkinliklerinde güdülen
amaçlarda en küçük bir benzerlik olduğu söylenemez.
Dernek tüzüğü ile sözde örgüt belgelerindeki gayelerinde ne
kadar farklı olduğu ortadadır.
Derneğin tüzüğü yasaya uygun bulunmuş ve faaliyetlerinden
ötürü en küçük bir soruşturma açılmamıştır. Hakkında kapatma davası
yoktur. Bu durumda sözde terör örgütünün amacına hizmet ettiği
söylenebilir mi?
Mütalaada bu konudaki iddialar genel, kalıpçı, içi boş, delilsiz,
dayanaksız ve mücerret iddialardır.
d)
Büyük Hukukçular Birliği Derneğinin avukatlardan
oluşmasına rağmen zaman zaman toplantılarına diğer
sanıklardan Sevgi Erenerol, Atilla Aksu, M.Zekeriya
Öztürk ve Oktay Yıldırım’ın katıldığı iddia edilmiştir.
Öncelikle bu durumun nasıl olurda Hükümeti Ortadan Kaldırma
suçunun unsuru olduğu kabul ve iddia edilmektedir ki bunu anlamakta
güçlük çekmekteyiz.
45
Derneğin hiçbir yönetim toplantısına avukat dışında her hangi
bir kişi katılmamaktadır.
Bir tek istisnası o gün görüşülen konular arasında, dernek
yöneticilerine bilgi verebilecek ilgili kişi davet edilmiş ise, o kişi konu
hakkında bilgi verir. Öncelikle o konu görüşülür ve bitiminde misafir
gönderilerek, diğer konuların görüşülmesine kaldığı yerden devam
edilir.
Örnek verecek olursak çocuk istismarcılığı suçları konusunda
yapılan çalışmada, bu konuda uzun zamandan bu yana faaliyet
gösteren dernek üyesi olmayan bayan avukat o günkü toplantıya davet
edilmiş, bizleri bilgilendirmiş, sorular sorulmuş konu bittiğinde
misafir gönderildikten sonra toplantıya devam edilmiştir.
Yolsuzluk ve kamu malları aleyhine işlenen suçlarda bu konuda
kitap yazmış bir kişi, Batı Trakya Türklerine Lozan antlaşmasına
aykırı yapılan uygulamalarda orada yaşamış ve derneklerinde faaliyet
gösteren bir misafir, Baro seçimlerinde baroda görev yapan bir
yönetim kurulu üyesi gibi konusunda uzman kişiler sadece konu ile ilgili
olarak dinlenmek için davet edilmiştir.
Bunun dışında yönetim kurulu toplantılarında asla bir yabancıya
yer verilmez.
Toplantı mesaj çağrılarının tümü avukatlara yapılmıştır. Tek bir
çağrı yönetimin dışında bir kişiye yapılmamıştır.
Burada savcıların karıştırdığı iki konu vardır. Birincisi sivil
toplum kuruluşlarının yönetici ve üyeleri ile bir etkinlik öncesi yapılan
toplantılardır. Bu toplantılar mali külfet olmaması için sırası ile yapılır.
Bu çerçevede yapılan etkinliklere Sevgi Erenerol Türk Ortodoks
Patrikhanesini temsilen, Oktay Yıldırım Gaziler Derneğini temsilen
katılmışlardır. Ancak bu toplantılar Büyük Hukukçular Birliği
derneğinin yönetim toplantıları değildir.
46
Mehmet Zekeriya Öztürk’ü dernek toplantılarının hiç birinde
görmedim. Sadece açık havada yapılmış basın açıklamalarına
katılmıştır.
Atilla Aksu’da dernek merkezinde yapılan hiçbir toplantıya
katılmamıştır.
Derneğin toplantısında bir etkinlikte bu isimler yazılarak
gıyaplarında görev verilmesi, dernek toplantısına katıldıkları anlamına
gelmez.
Matbaacı bir tanıdığı olan Atilla Aksu ile bu konu ile konuşulmak
istenmesi, Sevgi Erenerol’un basın açıklamasında bir görev alması, bu
kişilerin toplantıya katıldığı şeklinde bir tespite yol açmıştır. Ancak
bu saptama doğru değildir.
İkinci olarak savcıların unuttuğu husus, Büyük Hukukçular
Birliği’nin merkezinin aynı zamanda Büyük Güç Birliği’nin ve Ayasofya
Derneği ile aynı olmasıdır.
Bir an için dernek merkezine gelen Sevgi Erenerol’un kendisinin
üye olduğu derneğe gelmesi kadar doğal ne olabilir?
Bu konuda dinlenen tüm sanık ve tanıklar savunmamı
doğrulamıştır.
Levent Temiz’in Oktay Yıldırım’ı sivil toplum kuruluşlarının
toplantısında görmesi de son derece makuldür. Ancak Mehmet
Zekeriya Öztürk’ün geldiğini iddia etmesi doğru değildir.
Behiç Gürcihan’ın ifadesinde bahsettiği toplantılarda sivil
toplum kuruluşları ile birlikte yapılan toplantılardır.
M.Zekeriya Öztürk’ün, Sevgi Erenerol’un, Atilla Aksu’nun, Behiç
Gürcihan’ın beyanları bu savunmalarımızı doğrulayacak mahiyette
olmuştur.
Derneğin yönetim kurulu karar toplantıları, derneğin istişare
toplantılarının hiçbirinde yabancı bir kişinin katıldığına ilişkin bir
ibare yoktur. Sadece Sevgi Erenerol ve Atilla Aksu’nun “konuşulacak”
47
şeklinde isimlerine yer verilmesinin dışında hiç kimsenin hiçbir
toplantıda ismi geçmemektedir.
İddia makamının ismini sayarak belirttiği kişileri toplantılara
katılmasını temin ettiğim iddiası da tamamen gerçek dışıdır. Temin
kapsamında hiç kimseye bir çağrıda bulunmadım. Telefonumdaki
mesajlar bu hususun en önemli kanıtıdır.
Oktay Yıldırım’ın gelmesinin soruna neden olması bu noktada ne
ölçüde hassasiyet gösterdiğimizi de ortaya koymaktadır.
HTS inceleme raporunda dernekte Oktay Yıldırım ya da
M.Zekeriya Öztürk ile toplantı yapıldığına ilişkin yapılan yorumlarda
doğru değildir.
Levent Temiz iki dernekte de üye olup, dernek merkezine
gelmesi kadar tabi hiçbir şey olamaz.
e)
Başkanı olduğum Büyük Hukukçular Birliği Derneğini
sözde örgütün lobi yapılanması faaliyetlerinin hukuk
çerçevesinde kalması temel kuralına özen göstererek
legal görünüşlü olan ancak provakatif miting basın
açıklaması dava açılması vb. faaliyetlere yönlendirdiğim
iddia edilmiştir.
aa) Mütalaada bahsedilen lobi belgesi ve bu belgede yer alan
hususlar konusunda soruşturmaya kadar hiçbir şekilde haberim
olmamıştır.
Yapılan aramalarda da ne bu belgeye, nede isminin geçtiği bir
yazıya rastlanmıştır.
Bir yandan sözde örgütün sivil toplum kuruluşlarının
yönetiminden Sevgi Erenerol ile birlikte sorumlu olduğum iddia
edilmekte öbür yandan da, sivil toplum kuruluşlarını bu uyduruk
belgeye göre yönlendiren yönetici de bu sözde örgüt dokümanı
çıkmamakta ve bu belgeden haberim dahi olmamaktadır.
Ancak bu belge yıllardan bu yana sitelerde, gazetelerde,
dergilerde sözde örgüt belgesi olarak yayınlanmaktadır.
48
Buna rağmen bu uyduruk belgenin çıktığı kişilere de sözde örgüt
üyesi olarak işlem yapılmaktadır.
Ülkemizde Terör örgütü üyeliğinin bu kadar ucuza gittiği hiçbir
dönem yaşanmamıştır.
Eğer sözde örgüt üyeliği ile hükümete muhalif olmak aynı potada
eritmeye, iktidar sözde örgüt üyeliği suç ve kavramını muhaliflerini
ortadan kaldırmak için bir silah olarak kullanmaya devam ettiği
taktirde, çok yakında bu ülkenin vatandaşlarının %60’nın Ergenekon
örgütü üyesi olarak ilan edilmesine şaşırmamak gerekir.
Projenin psikolojik savaşçıları ekranlarda zaten bunu yıllardır
yaparak vazifelerini başarı ile sürdürmektedirler.
bb) Faaliyetlerimde ve etkinliklerde hukuk kurallarına uygun
hareket etmemin ve hukuk çerçevesinden dışarı çıkılmamasına özen
göstermemin sebebi sözde örgütün lobi belgesinde yer alan
kurallarına uygun davranmak için değildir.
Öncelikle mesleğimin gereği olarak yaşamımdaki tüm
faaliyetlerimde mesleki, siyasi, beşeri ve sosyal tüm ilişkilerimde
hukukun çizdiği sınırların dışına asla taşmadım.
Bir avukatın hukuk kurallarına riayet konusunda hassasiyet
göstermesi beklenen bir davranış biçimidir.
Kaldı ki başkanlığını yaptığım dernek, avukatlardan oluşmaktadır.
Hukuku tüm hücrelerinde yaşayan bir avukat olarak elbette ki
dernek kapsamında ya da kişisel olarak yaptığım tüm etkinlik ve
faaliyetlerimde hukuk kurallarına özen göstermek eşyanın tabiatına
uygun bir davranış biçimi olacaktır.
Kurallara uygun hareket etmem sözde örgütün lobi belgesinden
değil, devletin kurallara uyması gereken bir vatandaşı ve mesleğime
olan saygımdan kaynaklanmaktadır.
cc) Mütalaada maalesef hukuk dili kullanılmamıştır.
Nasıl sözde Ergenekon örgütü altında kamuoyunun kafasını
bulandırmak amacı ile psikolojik savaşın parçası olarak uyuşması
49
mümkün olmayan renkler bir araya getirilmiş ise, tüm iddianamelerde
ve bu mütalaada aynı zihniyetle hareket edilmiş, bir arada
kullanılamayacak sözcükler ve zıt kavramlara yer verilerek anlam
kargaşası yaratılmıştır.
Yani bir yandan faaliyetlerimizde hukukun emrettiği kuralların
dışına taşmayacaksınız, ama öbür taraftan da provokatif miting, basın
açıklaması ve dava açmak gibi etkinliklerde bulunacaksınız.
Bu iddianın hukuk mantığı ile bağdaşır bir tarafı yoktur.
Eğer eyleminizde kışkırtıcılık var ise, etkinlikte başkaca hiçbir
suç işlenmemiş olsa dahi en azından TCK 216. Maddesine düzenlenen
“halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçu gerçekleşir ki, bu
güne kadar şahsım hakkında konuştuğum hiçbir sözcükten, yazdığım
hiçbir yazıdan, yaptığım hiçbir programdan ötürü tabiri caizse TCK
216.mad’deki kışkırtıcılık ya da bir başka maddede düzenlenen benzer
bir suçtan ötürü şikayet edilmemiş ve soruşturma açılmamıştır.
Mütalaayı hazırlayan ve iddianameleri yazanlar her nedense
kışkırtıcılığın suç olduğunu gözden kaçırmış olsalar gerek ki, “hukuka
uygunluk ve aykırılık” tanımlamalarını bir arada kullanabilmişlerdir.
Yani siz bir etkinliğinizde kışkırtıcılık yapmışsanız artık bu bir
suçtur. Yaptığınız fiil hukuka uygun olmaktan çıkar.
Savcılar beni etkinliklerimde kışkırtıcı olarak suçlamışlarsa artık
aynı cümle içinde aynı zamanda hukukun çerçevesinde kaldığımı, bu
konuda özen gösterdiğimi iddia edemezler.
Siz hem legal hem suç işleyen, hem hukukun çerçevesinde
hareket eden hem kışkırtan konumunda olamazsınız.
Bir eylem; “legal görünüşlü, provokatif” olmaz.
dd) Bugüne kadar yaptığım hiçbir etkinlikten ötürü TCK 216 ve
diğer suç teşkil eden hükümlerden ötürü tek bir soruşturma
açılmamıştır.
Eğer yıllardır yaptığım etkinliklerde bu suçu işleyip de güvenlik
güçleri ve savcılar şahsım hakkında bir işlem yapmamışlar ise bu
50
durumda işlem yapmayan güvenlik güçleri ve savcılar görevini kötüye
kullanmışlardır. Yok, eğer bir suç işlemediğimden ötürü dava
açılmamışsa o takdirde sayın savcılar iddianamelerinde ve
mütalaasında şahsıma karşı böyle bir suç ithamında bulunamazlar.
Eğer fiillerimde böyle bir suçun işlendiği kanaatine varmışlar ise
o takdirde iddianamelerinde TCK 216.maddeden ötürü dava açmaları
gerekirdi. Ancak böyle bir suçlamada da bulunmamışlardır.
TCK 313.maddesinden yaptıkları ilk suçlamadan vazgeçmişler, bu
suçun unsurlarının oluşmadığını belirterek fiillerimde hiçbir şekilde
tahrik unsurunun olmadığını kabul etmişlerdir.
Kaldı ki savcıların mütalaalarında kullandıkları provokatif
sözcüğü kışkırtıcı anlamında olup, TCK 313.maddedeki silahlı tahrik
unsuru ile aynı anlama gelmemektedir.
Bu sebeple şahsım hakkında TCK 216.maddeye dayalı bir isnatta
bulunmaksızın bu suçun maddi unsurlarını oluşturan tanımlamalarla
suçlanmam doğru değildir.
Savcı dahi olsa bir kişiyi ancak iddianamesinde isnat ettiği
fiilden ötürü suçlayabilir. Adam yaralayan kişiye sen yağma yaptın
diyemez. Demesi için çerçeve belge olan iddianamede sanığın
belirtilen suç ile itham edilmesi gerekir.
İddianamede kışkırtıcılık maddi unsurunun yer aldığı bir suçla
itham edilmediğimden, sayın savcılar iddianamede kişilik haklarımı
zedeleyecek tanımlamalarda bulunamazlar.
Savcılık mesleği, sanıkları olur olmaz karalama makamı değildir.
Tam tersine iddianamelerde ve mütalaada, duruşma sırasındaki
taleplerde ve beyanlarda suç tanımlamalarının dışına çıkılarak
sanıkları karalayıcı beyanlarda bulunamazlar.
Mütalaada suçlandığım hükümler arasında “ kışkırtıcılık” maddi
unsurunun yer aldığı bir suçta tarafıma bir isnat yapılmamıştır. Bu
durumda şahsımın suçlanmadığı bir suçun maddi unsuru ile itham
edilmesi kişilik haklarına aykırılık teşkil eder.
51
Yargılama sürecinde kim hangi görevi yaparsa yapsın, sanıkların
onurlarını zedelemeye hakkı yoktur.
Savcılar fiillerimde suç isnadı yapabilecek tahrik ve kışkırtıcılık
unsurunu bulamamışlarsa bu durumda beyan ve fiillerimin hukukun
çerçevesinde kaldığını kabul etmiş olurlar ki bu durumda artık suç
dilinin kullanılması doğru değildir. Kaldı ki AİHM’nin kararlarında dahi
bugün sözde özgürlük savaşçılarının çok sevdiği ve savunduğu abartılı,
kışkırtan, saldırgan, öfkeli, sert, incitici, sarsıcı ifadelerin suç teşkil
edemeyeceğinin yanı sıra tazminat dahi konu edilemeyeceği fikrini
benimsendiği, mahkemelerimizin de bu kararları uzun zamandan bu
yana uyguladığı bir gerçektir.
Eğer faaliyetlerim ve fiillerimde suç teşkil etmeyen nitelikte bir
kışkırtıcılık var ise zaten bu anlamda da suçlanmam mümkün
olamayacaktır.
Sayın savcıların iddianamede kullandıkları ifadelere dikkat
etmeleri onların mesleki özen borçlarıdır.
Ortada suç teşkil etmeyen bir fiil var ise, iddianameye suç
olarak konulmamışsa, artık suçlamadıkları fiilin maddi unsurunu
kullanarak sanığa ithamda bulunamazlar. Bu durum kişilik haklarına
uygun olmadığı gibi, ceza hukuku açısından da savunulamaz.
Özetle bir eylemin hem hukuka uygun olması, hem de kışkırtıcı
olması hukuk mantığına uygun düşmez.
ee) Eğer tüm etkinliklerimde hukuka uygun davranarak bu
konuda özen gösterip yasaların çizdiği sınırlar içerisinde kalmışsam,
artık bu fiillerim bir başka suçun unsurunu oluşturmaz.
Yani savcılar; “sanık hukuk kuralları içinde kalmıştır. Ancak
fiilleri, etkinlikleri, basın açıklamaları, açtığı davalar TCK
312.maddesinde düzenlenen suçun unsurunu oluşturmuştur. Bu
sebeple legalde olsa bu eylemler Hükümeti Ortadan Kaldırma Suçunun
maddi unsurunu oluşturur” diyemezler.
52
TCK 312.maddesinde düzenlenen amaç suçun gerçekleşebilmesi
için, vahim nitelikte araç suçların işlenmesi gerekir.
Sayın savcılar bırakınız vahim nitelikte araç suçları işlediğim
iddiasını, tam tersine hiçbir araç suç işlemediğimi açıkça ifade
ettikleri gibi, ayrıca tüm eylemlerimde hukukun sınırları içerisinde
kaldığımı ve bu konuda özen gösterdiğim belirtmişlerdir.
Hiçbir suçun işlenmediği, yasal izinler alınarak gerçekleştirilen
mitingler, basın açıklamaları ve açtığım davalardan ötürü TCK
312.maddesindeki suçu işlediğimin iddia edilmesi bağışlanmayacak
ölçüde yapılan bir hukuk hatasıdır.
Suç teşkil etmeyen eylemler TCK 312.maddesinin maddi
unsurunu oluşturmaz.
Maalesef mütalaada hukukun genel ilkeleri bir kenara
bırakılmıştır.
Kişilerin cezalandırılması için evrensel hukukun temel ilkeleri
inkar edilmiştir.
Sanığa bir yandan; “sen eylemlerinde hukukun içerisinde kaldın”
deyip arkasından da amaç suçtan cezalandırılması istenmesi sadece bu
mütalaaya özgü bir hukuk skandalıdır.
f)
Sözde örgütün amaçları doğrultusunda yayın yapan sanık
Bekir Öztürk’ün sahibi olduğu kuvvaimilliye .net, sanık
Ergün Poyraz’ın sahibi olduğu Tepkimiz.net isimli
internet sitesindeki kamuoyuna yazılan yazılarımla halkı
hükümete karşı kışkırttığım iddia edilmiştir.
aa) Mütalaa çelişkilerle doludur. Bir yandan TCK
312.maddede düzenlenen Hükümeti Ortadan kaldırmak ya da
görevlerini tamamen veya kısmen kaldırmak suçunu işlediğim iddia
edilmekte ve bu suçun maddi unsuru olarak basın açıklamaları,
mitingler, açtığım davalar, internette yayınlanan yazılarım, telefon
konuşmalarım, televizyon programlarım gösterilirken diğer taraftan
53
mütalaada aynı paragrafta yer alan bir başka cümlede ise aynı maddi
eylemlerimle;
“halkı hükümete karşı kışkırttığım” iddia edilmiştir.
Yani halkı hükümete karşı kışkırtmak sanki TCK 312.maddesinin
maddi unsuru olarak değerlendirilmiştir.
Oysa 312.maddenin unsuru;
hükümeti ortadan kaldırmak ya da görevlerini tamamen veya kısmen
engellemektir.
Halkı hükümete karşı kışkırtmak bu suçun maddi unsuru değildir.
Eğer bu kışkırtma silahlı olursa TCK’nun 313.maddesinin maddi
unsurudur.
Görülüyor ki iddia makamı 312 ve 313. maddesinin maddi
unsurlarını birbirine karıştırmış, bir suçtan itham ederken diğer
suçun maddi unsurunun gerçekleştiğini iddia etmiş ancak bu unsuru
dahi eksik ifade ederek tahrikin silahlı yapılması gerektiğini bir
kenara bırakmıştır.
Maalesef hukukun sınırlarının aşıldığı bu belgede bu tür vahim
hataların yapılmasını olağan karşılamaktayım.
bb) Bekir Öztürk’ün Kuvvai Milliye sitesinde üç yazım çıkmıştır.
Bu üç yazımda “gün boyu” isimli günlük gazetede yayınlanan köşe
yazımdır. Günlük gazeteden alınmıştır. Bu sebeple bu sitede benim
başkaca hiçbir yazım yayınlanmamıştır.
Benim ismimin yer aldığı bölümde Bekir Öztürk’ün, Büyük
Hukukçular Birliği ile ilgili basında çıkan haberler yayınlanmaktaydı.
Bu sebeple bu siteye yazı yazdığım iddiası doğru değildir.
Kaldı ki dosyaya celp edilen iki yazıda hukuki tahlil yazısı olup, o
dönemde çıkan Pişmanlık Yasasının Terörle Mücadele Yasası
kapsamında değerlendirilmesinden ibarettir. Tamamen teknik hukuki
bir konudan ötürü halk nasıl kışkırtılmakta ya da hükümet nasıl
kışkırtılmakla ya da hükümet nasıl ortadan kaldırılıp, görevleri
engellenmekte gerçekten ben de merak etmekteyim.
54
cc) Tepkimiz.Net sitesinde hiçbir yazım yayınlanmamıştır.
Sadece Muammer Karabulut Büyük Hukukçular Birliği’nin basında
çıkan haberlerini gazetelerin internet sitelerinden alarak
yayınlamıştır. Nitekim dosyada da bu sitede şahsımın yazdığı tek bir
yazı bulunmamaktadır. Basında, Büyük Hukukçular Birliği Derneği ile
ilgili haberler çıkınca kışkırtılmayan halk, her nedense Tepkimiz.Net
sitesinde yayınlanınca kışkırtılmış olmaktadır. Bunu hukuk mantığı ile
izah etmek mümkün değildir.
dd) Mütalaada internet sitesinde yayınlanan yazılarla halk
kışkırtılmaktadır suçlaması son derece soyut ve genel beyanlardır.
Bu tür afaki beyanlarla suçlama yapılamaz.
Hangi yazıda kullanılan hangi ifade ile halkın kışkırtıldığının
somut olarak ortaya konması gerekir.
İddianamede de bu konuda somut bir suçlama getirilmemiş,
mütalaada olduğu gibi genel ve mücerret ifadelerle yetinilmiştir.
Delil klasörlerinde bu iki sitede yayınlandığı iddia edilen bir
yazımda yoktur.
Kovuşturma aşamasında, Kuvvai milliye sitesinde, Gün boyu isimli
günlük gazeteden alınan hukuki konuları işleyen üç yazımın yayınlandığı
tespit edilmiştir.
Ancak bu üç yazıda hiçbir kışkırtıcılık unsuru yoktur.
Eğer aksi söz konusu olsa idi, iddia makamının yazının hangi
bölümünde kullanılan cümlelerde kışkırtıcılık unsurunun olduğunu
netleştirmesi gerekirdi.
Bu davanın özelliği sanıkların maddi eylemleri olmaksızın, suçun
maddi unsurları yani fiilin hareket ve netice kısımları ortaya
konmadan suçlanması olmuştur.
İddia makamı sanıkları altı yıl boyunca;
_ fiilsiz suç,
_ suçsuz örgüt,
_ örgütsüz dava ile suçlamayı başarı ile sürdürebilmiştir.
55
ee) İnternette yayınlanan yazıların TCK 312.maddesinde
düzenlenen suçun unsuru olarak görülmesini anlamakta ve suçlamaya
karşı savunmada bulunmakta güçlük çekmekteyim.
TCK 312.mad. suçun maddi unsurları cebir ve şiddet kullanılarak
hükümetin ortadan kaldırılması ya da görevlerinin kısmen veya
tamamen engellenmesidir.
İnternette yazılan yazılarla bu neticeler nasıl sağlanacaktır?
Yine bu yazıların neresinde cebir ve şiddet vardır? Hükümet bu
yazılarla nasıl ortadan kaldırılır? Tüm bunların iddia makamınca
aydınlatılması zorunludur.
Suçlamalar hukuk adına trajik-komik haline gelmiştir.
Yazılarda cebir ve şiddetin varlığı aranmakta, köşe yazıları ile
hükümetin ortadan kaldırılabileceği iddia edilmektedir.
Yazılar, konferanslar, televizyon programları, mitingler, açılan
davalar, sözde örgüt silahı olarak kabul edilmektedir.
Kişilerin temel haklarını kullanmaları sonucu yazdıkları yazılar,
gösteri yürüyüşleri, fikir açıklamaları suçun maddi unsuru olarak kabul
edilmiştir.
Mütalaa, bu dönemde yaşanılan hukuksuzlukların bir sembolü
olarak yargı tarihimizde hak ettiği yeri alacaktır.
g)
İrtibatlı olduğum kişilerle yaptığım telefon
konuşmalarında halkı hükümete karşı kışkırttığım iddia
edilmiştir.
aa) Yaptığım telefon konuşmaları hiçbir şekilde
hoparlörden halka yayınlanmamıştır. Yine kayıt altına alınarak,
topluluklara dinletilmemiştir. Sadece iki kişi arasında geçen
konuşmalardır. Bu durumda telefon konuşmaları ile halkı hükümete
karşı kışkırtma maharetini nasıl gösterdiğimi bende merak
etmekteyim. Eğer yaptığım telefon konuşmaları basında ya da
konferanslarda yayınlanıp, içinde kışkırtma var ise hukuken olmasa da
böyle bir iddia da madden bulunma imkanı vardır. Ancak
56
görüşmelerim kayıt altına alınıp üçüncü kişilere dinletmemiş isem,
basında çıkmamışsa böyle bir mantıksız iddianın ileri sürülmesi
mümkün değildir.
bb) İddianameye bir kısım sanıklarla yapmış olduğum telefon
görüşmeleri konulmuş olup, bir an için karşımdaki sanığa karşı
kışkırtıcı konuşma yaptığımı kabul etsek bile, sanık “halk” tanımlaması
içinde kalmayacağından bu durumda da iddiayı anlamlandırmak
mümkün değildir.
cc) Kaldı ki hiçbir telefon görüşmemde halk, hükümete karşı
kışkırtılmamıştır. Düzenlenecek ya da icra edilmiş etkinlikler üzerinde
konuşmak yasal hakların kullanımıdır. İfade özgürlüğünün sınırları
AİHS’nin 10/2 ve AY’nın 26/2 maddesinde düzenlenmiştir.
Eğer bu hakkın sınırlarının aşılması söz konusu ise şikayet
halinde ya da resen soruşturma yapılması gerekir.
İddianamede yer alan etkinliklerde konuşmalar bizzat yüzlerce
emniyet görevlisinin huzurunda yapılmıştır. Eğer ortada suç teşkil
eden bir kışkırtma olsa idi, emniyet raporuna yazıp, savcılığa
göndermesi gerekirdi. Böyle bir işlem yapılmadığına göre demek ki
tüm bu etkinliklerde bir suç işlenmemiştir.
dd) Kaldı ki savcılığın bu konuda da mücerret iddia da bulunması
doğru değildir. Hangi telefon konuşmam da halka hitaben nasıl
kışkırtıcı beyanda bulunduğumu somut olarak ortaya koyması
gerekirdi.
Suçlamalar diğer konularda olduğu gibi bu konuda soyut, içeriği
olmayan, somut hiçbir maddi fiilin gösterilmediği, genel, delilsiz ve
yüzeysel beyanlardan ibarettir.
ee) Bir an için madden imkanı olmasa da telefon konuşmalarımda
kışkırtma yaptığımı düşündüğümüzde, hükümet telefonda iki kişi
arasında geçen konuşmalarla mı ortadan kaldırılmış ya da görevleri
engellenmiş olacaktır?
57
Telefon konuşmaları TCK 312.maddesindeki suçun maddi unsuru
olabilir mi?
Suçlamanın bile bir ciddiyeti vardır.
Ölçü kaçtığında bırakınız adaletsiz olmayı, ciddiyetten uzaklaşır
inandırıcılığınızı yitirirsiniz.
Gelecek nesillere bile varmadan bu mütalaalarda geçen “iki kişi
arasındaki telefon görüşmesi ile halkı hükümete karşı kışkırtılmış ve
hükümetin ortadan kaldırılmasına teşebbüs edilmiştir” düşünceleri
kara mizahın konusu olacaktır.
Bu iddiaları hukuki sav ve mütalaa altında savunanlar bu defa
“ben öyle demek istememiştim” şeklinde kendisini savunamayacak
duruma düşeceklerdir.
TCK 312.maddesinin cebir ve şiddet unsurunu bir kenara
attığınız da, hükümet aleyhine yapılan her konuşmada suç arar hale
gelirsiniz ki, maalesef bu mütalaada da suçun unsurları yapılan
yorumlarla öylesine değiştirilmiştir ki, vahim bir suç olan TCK
312.mad. hükümete karşı suç, adeta basit hakaret suçuna
dönüştürülmüştür. “Her AKP muhalifi ister istemez bu suçu
işlemiştir” sloganı ile hareket edilmiştir.
İleri de hukuken savunamayacağımız savları mütalaaya
doldurmak savcıların işi olmamalıdır. Bir gün dahi tutuklu kalamayacak
insanları bu tür hukuki ciddiyetten uzak sav ve iddialarla altı yıl
cezaevinde tutulmasının ne ölçüde hukuki, vicdani ve dini
sorumluluklar taşıdığını, bu sorumlulukların altından kalkılamayacak
ölçüde gayri insani boyutlara vardığını bir kez daha hatırlatma
ihtiyacını hissetmekteyim.
h)
Televizyonlarda yaptığım programlarla halkı hükümete
karşı kışkırttığım iddia edilmiştir.
aa) Yeniçağ Televizyonunun kuruluşundan
tutuklandığım tarihe kadar her hafta en az iki saat, bazen haftada
birden fazla program yapmış, programın dışında diğer programlara
58
katılmış, haber programlarına dahil edilmiş ayrıca bu televizyonun
dışında diğer televizyonlarda da onlarca programa iştirak etmişimdir.
Bu kadar süre içinde yaptığım bu konuşmalardan ötürü halkı
hükümete karşı kışkırttığıma ilişkin ne vatandaştan bir şikayet
yapılmış nede savcılık resen soruşturma başlatmıştır. Yine tüm
programları hassasiyetle inceleyen RTÜK’ten hiçbir kanala uyarı yazısı
dahi gelmemiştir. Nitekim bu konuda alınan belge dosyaya
sunulmuştur.
Hakkınızda tek bir şikayet ya da soruşturma yok iken nasıl
olurda televizyon programlarımda yaptığım konuşmalarla halkı
kışkırtmış oluyorum. Bunu anlamakta güçlük çekiyorum.
bb) Televizyon programında yapılan konuşmaların içeriği ne
olursa olsun, TCK’nun 312.maddesinin unsurları arasında sayılamaz.
Programlarda yapılan konuşmalarda bir an için iddia edildiği gibi
halkı hükümete karşı kışkırtma olsa dahi burada eğer unsurları var ise
TCK 216 ya da 125.madde de belirtilen suçlar işlenmiş olur ki, savcılar
bu maddelerden ya da benzeri maddelerde yer alan suçlamalarda da
bulunmamışlardır. Ne dava iddianamesinde geçmiş, ne de ayrı bir
soruşturma konusu yapılmıştır.
Ortada araç suçun işlendiği bile iddia edilemez iken televizyon
programlarındaki konuşmaların TCK 312.mad. düzenlenen amaç suçun
unsuru yapılması hukukun inkarı anlamına gelir. Burada hukuki bir hata
yoktur. Bilerek ve isteyerek yapılan aşikar hukuk ihlali vardır.
Sanıklara verilen zararlar çerçevesinde zamanaşımı süresi çok uzun
yıllar sürecek suçlar işlenmektedir.
cc) Şikayetin yapılmadığı, tazminat davasının dahi açılmadığı
televizyon konuşmalarının tümü ifade özgürlüğü kapsamında kalan
beyanlardır.
Bir kısım konuşmalarda elbette ki hükümeti eleştiren,
siyasetinin yanlışlığını ortaya koyan, politikalarının millete ve devlete
zarar verdiğine ilişkin beyanlarda olabilir.
59
Ancak tüm bu konuşmalar demokrasinin olmazsa olmazı olan
ifade özgürlüğü kapsamında yapılmıştır.
Bu beyanlar AİHM’nin ve yargı organlarımızca verilen kararlarda
sert, incitici, kışkırtıcı, saldırgan ve sarsıcı dahi olabilir. Bu tür
beyanlara karşı bırakınız ceza soruşturmasını açmayı, tazminat davası
dahi açılamayacağı genel kabul gören uygulamaya dönüşmüştür.
ı)
Sözde örgütün ve mensuplarının hukuk alanındaki
işlerini takip ve organize ettiğim iddiasında
bulunulmuştur.
aa) Savcılar; mensuplarını bir kenara bırakalım, sözde örgütün
hukuk alanında işlerini takip ettiğimi ifade etmişlerdir. Acaba yeni
çıkan paketlerde terör örgütlerine tüzel kişilik tanındı da biz mi bu
konuyu gözden kaçırdık.
Terör örgütünün mensuplarının hukuki işlerinin takip edildiğini
madden ve hukuken iddia edebilirsiniz. Bu iddia hukuk mantığına
uygundur. Ancak sözde örgütün işlerini takip edebilmem için, sözde
örgütün mensuplarının dışında ayrı bir tüzel kişiliği olması gerekir. Siz
bir hukuki işi takip ederken vekaleti ya gerçek ya da tüzel kişilik
olmadığına göre, hukuki dava ya da ihtilafta ismi geçen kişiden
vekaleti alarak, temsil hakkını kazanabilirsiniz. Bu durumda hemen her
ihtilafta eğer kişi bu davada yargılanıyor ise sözde örgüt üyesinin
temsilcisi olacağım, ancak sözde örgütü temsil etmem hukuken
mümkün olamayacaktır.
Bu hale göre benim sözde örgütü her hangi bir hukuki ihtilafta
savunmam ve işini takip etmek madden ve hukuken mümkün değildir.
Hukuki terimleri kullanırken doğru ve yerinde kullanmalıyız.
Şahsım için deliliniz var ise sözde örgüt mensuplarının hukuk alanında
işlerini takip ve organize ettiğimi söyleyebilirsiniz. Ancak tüzel kişiliği
olmamakla hiçbir yerde temsil edilemeyecek sadece sözde örgüt
üyelerinin kimlikleri ile taraf olunabilecek ihtilaflarda sözde örgütün
bir işi ve ihtilafı olamayacaktır.
60
Savcılar aksini iddia ediyor ise buyursun sözde örgütün hukuk
alanında takip ve organize ettiğim tek bir işi örnek olarak sunsunlar.
Hukuken ortaya konamayacak bir iddia da bulunulamaz.
bb) Ortada sözde örgüt olmadığından, sözde örgütün üyeleri de
yoktur. Bu sebeple böyle bir ithamı kabul etmek mümkün değildir.
Ancak sözde Ergenekon operasyonunda çoğunlukla hedef alınan kişiler
belli bir siyasi görüşü savunan insanlardır. Kamuoyunda kafa karışıklığı
yapmak amacı ile her ne kadar bazı etkinlikler yapılmışsa da sanıkların
fikir yapısı ülkenin üniter yapısını ve bağımsızlığını savunan Atatürkçü
kimliğe uygun düşmektedir. Bu yapıda olan insanların aynı beşeri,
siyasi ve sosyal çevrede birbirini tanıması elbette ki hayatın olağan
akışına uygun düşen bir husustur. Yine bu kişilerin hukuki ihtilaflarını
da tanıdığı ve bildiği aynı sosyal çevrede yer alan avukata tevdii
etmesi makul bir tutumdur. Bu sebeple sanıklardan Sevgi Erenerol’un,
Muzaffer Tekin’in, Ergün Poyraz’ın, Muammer Karabulut’un vekilliğini
yapmanın arkasında sözde örgüt ilişkisi aramak doğru değildir.
Eğer sözde örgüt avukatı olsa idim bu kişileri tanımadan sözde
örgüt talimatı ile işlerini takip etmem gerekir di ki, ortada böyle bir
gerçeklikte yoktur. Tarafıma talimat yolu ile verilen tek bir hukuki
ihtilaf yoktur. Her birini tanıdıktan sonra işlerini bireysel olarak
almışımdır.
cc) Burada yargılanan sanıklardan işlerini üstlendiğim tüm
müvekkillerimden vekalet ücretlerini almış, serbest meslek
makbuzunu kesmiş ve ticari defterlerime işlemişimdir. Bu makbuzların
tümü dosyaya delil olarak sunulmuştur.
Yine işlerini üstlendiğim tüm sanıklar sorulan sual üzerine
vekalet ücretlerini ödediklerini beyan etmişlerdir.
İddia makamı bu yöndeki delilleri hiç dikkate almamıştır.
Eğer sözde örgüt avukatı olsa idim, mensuplarının işlerinden
ötürü vekalet ücreti almamam gerekirdi.
61
Kesilen makbuzların her bir soruşturmadan çok önceki tarihlere
ait olup 2006-2007 yıllarında vergi dairelerine bildirilmiş tarihlerine
resmiyet kazandırılmış resmi belgelerdir. Dikkate alınmaması mümkün
değildir.
dd) İddianameye konu yapılan açmış olduğum davalarda davacılar
ve şikayetçilerin hiçbiri burada sanık değildir. Her biri vekaletnameyi
ve ihtilafı kendi iradesi ile vermiş olup, davalar bu kişilerin iradeleri
doğrultusunda takip edilmiş ve kazanılan tazminatlarda yasal
makbuzlar karşılığında kendilerine ödenmiştir.
ee) Avukatlığını yapmış olduğum şehit ailelerinden hiçbiri burada
sanık değildir. Hem derneklerinin hem de bireysel işlerinde avukatlık
görevini yapmaktayım. Avukatlık işlerini alırken hiç kimseden talimat
almadım, vekaletname verenlerde hiçbir yerden
yönlendirilmemişlerdir. Beni seçmeleri derneklerin, yöneticilerinin ve
üyelerinin bireysel tercihleridir. Siyasi düşüncelerimin şehit aileleri
ve dernekleri ile uyum içinde olması beni tercih etmelerinin tek
sebebidir.
Açtığım davalar sözde örgütün davaları olarak değerlendirildiği
takdirde bu durumda davacı olan onlarca şehit anneleri ve babaları da
sözde örgüt üyesi olarak sayılacaklardır ki böyle bir sonucu kabul
etmek elbette ki mümkün değildir.
Kaldı ki sunduğum listemde avukatlığını yaptığım şehit aileleri ve
annelerinin dernek yönetici ve üyeleri tanık olarak gösterilmiş,
avukatlıklarını ve davalarını nasıl aldığım konularının kendilerince
mahkemeye aktarılması istenmesine karşılık, maalesef bu kişiler tanık
olarak dinlenmemişlerdir.
ee) Gerek iddianamede gerekse mütalaada hangi dava ve işleri
gerek sözde örgüt, gerekse sözde örgüt üyeleri adına takip ettiğim
tasrih edilmemiştir. Bu konuda diğer suçlamalarda olduğu gibi genel,
mücerret ve içi boş söylemlerden ibaret kalmıştır. Oysa ortada böyle
bir iddia var ise bunun altı doldurulmalıdır. Davalar ve işlerin her biri
62
resmi olup mahkemelerde açılmış dava dosyaları ile sabittir. Bu
davaları belirtmeden, dosyaları celp edilip incelenmeden şahsımı
sözde örgüt avukatlığı ile itham etmek hukuka uygun bir yöntem
olamaz. Dava dosyalarının celbi taleplerimde mahkemece kabul
görmemiştir.
ff) Bir an için iddiaların doğru olduğu kabul edilse dahi, sözde
örgütün ya da mensuplarının davalarının üstlenilmesi, TCK
312.maddesinde belirtilen suçun unsuru olarak kabul edilemez. Sözde
örgüt avukatlığı ile hükümeti ortadan kaldırma suçu arasında nasıl bir
ilişki kurulduğunu anlamak mümkün değildir. Sözde örgüt
mensuplarının ya da sözde örgütün davalarını açmakla hükümeti
ortadan kaldırmak ya da görevlerini engellemek arasında hiçbir illiyet
bağı yoktur.
gg) Dava açılması ya da hakların yargı mercileri önünde aranması
için yapılan tüm müracaatlar anayasal bir hak olan, hak arama
özgürlüğü kapsamında değerlendirilebilir.
Kişilerin dava açarken konumlarına bakılmaz. Suçlu ya da suçsuz,
örgüt üyesi ya da değil, ama herkes ayrımsız yasal haklarını yargı
mercileri önüne taşıyıp, ihtilaflarının mahkemece çözümlenmesini
isteyebilirler.
Bu sebeple yasalar çerçevesinde açılan davalar ya da yasal
takibatlar hiçbir suçun maddi unsuru sayılamaz.
Mütalaada tüm vatandaşların yasal hakkı olan dava haklarının
yine yasaların tanıdığı avukatlık mesleğinin verdiği hak ve yetkiler
dahilinde kullanılması hiçbir suçun unsuru ya da delili olarak
değerlendirilemez.
Yasalara uygun davranan bir kişi nasıl olurda suçlanabilir?
“Sen yasaları uyguluyorsun ama bu yolla TCK 312.maddedeki
suçu işliyorsun ya da davaları açmakla silahlı terör örgütünün üyesisin
denilebilir mi”?
63
İşlendiği iddia edilen suçun tüm unsurlarında hukuka aykırılığın
aranması gerekir. Kaldı ki suçun unsurlarından bir tanesi de eylemin
yasalarda suç olarak yazılmış olması zorunluluğudur. Yasalarda meşru
kabul edilen fiillerle, bir başka amaç suçun işlendiği ya da sözde örgüt
üyeliği suçunun oluştuğu ileri sürülemez.
Gayrimeşru sonuca, meşru araçlarla varılamaz.
Bir an için sözde örgütün varlığı kabul edilip, avukat olarak
sözde örgütün işlerini üstlensem dahi, örgüt üyeliğinin unsurları
oluşmadığı müddetçe sadece davalarını ve hukuki işlerini üstlenmem
nedeni ile ne örgüt üyeliği ile ne de amaç suçlarla suçlanmam hukuken
tasvip edilemez.
i)
Asım Demir ve Atilla Aksu’nun doğrudan tarafıma bağlı
olup emir ve talimatlarım doğrultusunda yönlendirdiğim
iddia edilmiştir.
Bu suçlama kişiler arasındaki beşeri ve mesleki
ilişkiler dikkate alınmaksızın yapılan haksız suçlamadır. Şöyle ki;
aa) Asım Demir, yöneticilik yaptığım siyasi partinin ilçe
teşkilatında mahalle biriminde çalışan partili idi.
Kendisinin siyasi parti bünyesinde yöneticisiydim.
Bunun dışında başkanlığını yaptığım dernekte haftada bir
temizlik ve çay hizmetlerinde çalışmaktaydı. Bu anlamda kendisinin
işvereni idim. Ancak büromda kesinlikle çalışmamıştır. Dernek
başkanlığım nedeni ile dernekte bana bağlı olarak çalışırdı.
Siyasi ve iş akdi ilişkileri çerçevesinde şahsımdan emir ve
talimat alan birinin, sözde örgüt içerisinde tarafıma bağlı olduğunu
iddia etmek, tüm ilişkileri birbirine karıştırmak anlamına gelir.
Asım Demir, miting ve basın açıklamalarında taşıdığı pankart ve
eşyalar için de ücret alan bir çalışandır. Bu kişinin sözde örgüt üyesi
yapılarak benden emir aldığını iddia etmek insan ilişkilerini inkar
etmek anlamına gelir.
64
bb) Atilla Aksu’ya tarafımdan emir ve talimat aldığına, bu kişiye
her hangi bir işin yapılması konusunda emir verdiğime ilişkin tek bir
delil olmadan, bu şahsın bana bağlı olarak yönlendirildiği iddiası da
ciddiyetten uzaktır.
Kendisinden sadece Muzaffer Tekin’in masumiyetine ilişkin, isim
benzerliği nedeni ile verilen karardan bir suret istenmiştir. Bu bir
mesleki ricadır. Bir avukatın müvekkilinin savunması için, adliye
personelinden karar istemesi ve alması suç teşkil eden bir eylem
değildir.
Bu konuda hemen her avukat karşılaştığı sorunlar ile ilgili olarak,
Yargıtay kararlarını mesleki olarak yakından takip eden yazı işleri
müdürlerinden emsal karar talep ederler ve bu talepler her zaman
olumlu karşılanır.
Emsal kararın bu yolla temininde kesinlikle usule aykırılık yoktur.
Nitekim Atilla Aksu’dan bu konuda ricada bulunulmuştur. Bunun
dışında ayrıca TCK 301.maddesi ile ilgili olarak bir karar ve açılan
dava dosyası ile ilgili kamuoyuna hitaben düzenlenmiş istatistik
bilgisini içeren bir açıklama alınmıştır.
Telefonda söyledikleri kararların hiç biri tarafımdan talep
edilmemiş ve tarafıma da verilmemiştir. Nitekim aramada da
bulunmamıştır.
Sadece iki mahkeme kararının alınması mesleki bir faaliyet olup,
sözde örgütsel ilişki olarak değerlendirilemez.
Nitekim gerek ifadesinden, gerekse telefon konuşmalarından
Atilla Aksu’nun birçok avukata emsal karar verdiği anlaşılmaktadır.
cc) Bu kişi ile beşeri, mesleki ve sosyal ilişkilerim bir an için
olmayan sözde örgütsel ilişki olduğunu kabul etsek bile bu tür bir
bağlantının TCK 312.maddesindeki suçun unsuru olarak kabul
edilmesini anlamakta güçlük çekmekteyiz.
65
Böyle bir tespit ancak sözde örgütün varlığının kabulü halinde
olsa olsa sözde örgütü üyeleri arasındaki ilişkilerinin belirlenmesi
yönünden önem kazanır.
İddia makamının TCK 312.maddesindeki amaç suçun unsurlarını
bulamayınca, basit insan ilişkilerinde suç unsuru araması hukuk adına
talihsizliktir.
j)
Sanık Fuat Turgut’u sözde örgütün amaçları uyarınca
açtığım veya katıldığım davalara katılması için
yönlendirdiğim iddia edilmiştir.
aa) Davalara iştirak etmek isteyen ve beni arayan
Fuat Turgut’tur. Ben kendisine davalara katıl diye kesinlikle bir ricada
ya da telkinde bulunmadım. Bilakis tam tersine İzmir’in uzak olduğunu,
buradaki dernek üyesi ve diğer arkadaşların yeterli sayıda davaya
girdiklerini söyleyip ilgisi için teşekkür etmişimdir.
bb) Kaldı ki Fuat Turgut sadece iki davaya iştirak etmiş ve her
ikisinde de kendisi ve müvekkilleri adına katılma talebinde
bulunmuştur.
Geldiği her iki davaya da gelirken beni aramamış, geleceğim
dememiş ve habersiz gelmiştir.
Bu durumda, bu kişiyi yönlendirdiğim iddiası gerçekçi
olmayacaktır.
cc) Kaldı ki başkanlığını yaptığım Büyük Hukukçular Birliği’nin
tüm üyeleri avukat iken öncelikle bir başka ilden bir avukatın, davaya
girmesini istemek işin akışına uygun değildir.
Eğer avukatları yönlendireceksem, dernek üyeleri olan
avukatları yönlendirmek var iken hiç tanımadığın bir kişiye davaya
katılması için neden telkinde bulunayım? İddiaların her şeyden önce
delilsiz olsa bile mantığa ve normal hayat şartlarına uygun olması
gerekir.
dd) Kaldı ki sanık mahkeme huzurunda sorulan suallere verilen
cevapta savunmalarımı teyit etmiş, kesinlikle kendisinin bir davaya
66
iştiraki konusunda tarafımdan bir istek ve talepte bulunmadığımı net
bir şekilde ortaya koymuştur.
ee) Yine kaldı ki avukatlık mesleğinde iş ilişkisinin dışında hiçbir
avukat, diğer avukata emir ve talimat vermez. Bu konuda avukatın
genci, yaşlısı, tecrübelisi arasında da fark yoktur.
ff) Bir an için aksi düşünülse bile bir avukatın, diğer avukata
davaya katılma konusunda ricada bulunduğunu kabul ettiğimizde bu fiil
hangi suçun unsurudur? Bu konuda da mütalaada bir açıklama yoktur.
Bu fiili TCK 312.maddenin unsuru kabul etmek gülünç olacaktır. Sözde
örgüt üyeliği için var olmayan bir ricanın çok ucuz bir delil olacağı bir
gerçektir.
k)
İddia edilen sözde örgütsel faaliyetlerimin sürekliliği,
çeşitliliği, yoğunluğu ve kamuoyunda etkisi bir bütün
olarak dikkate alındığında eylemlerinin TCK’nun
312.maddedeki suçu oluşturduğu iddia edilmiştir.
aa) Bir kişinin sözde örgüt kapsamındaki faaliyet ve
eylemlerinin sürekliliği, çeşitliliği yoğunluğu ve kamuoyundaki etkisi
TCK 312.mad. düzenlenen suçun unsurlarını oluşturmaz.
Olsa olsa sözde örgüt üyeliğinin ya da yöneticiliğinin bir kanıtı
olarak kullanılabilir.
Nitekim Yüksek Yargıtay kararlarında sözde örgüt üyeliğinin
kanıtlanmasında sanıkların örgüt ile organik bağ içerisine girerek
yoğunluk, süreklilik ve çeşitlilik göstermesini kriter olarak dikkate
almıştır.
Yargıtay 9.CD’nin 2004/5975-6725 sayılı 02.12.2004 tarihli
kararında;
“eylemlerin oluş şekli, sürekliliği ve çeşitliliği nazara alındığında
suç örgüt üyeliğidir”
denilerek mütalaada belirtilen kriterlerin ancak sözde örgüt
üyeliğinde aranması gereken maddi olgular olduğu anlaşılmaktadır.
67
İddia makamının sözde örgüt üyeliği için Yüksek Yargıtay’ın
kullandığı maddi olguları, TCK 312.maddesinde düzenlenen vahim
nitelikteki amaç suçun işlendiğinin kanıtı olarak kabul etmesi kabul
edilebilecek bir hata değildir.
bb) Mütalaanın şahsım ile ilgili 1954 ve 1955.sayfalarda
tarafıma isnat edilen sözde örgüt yöneticiliği suçu ile Hükümeti
Ortadan Kaldırmaya ya da Görevlerini Engellemeye Teşebbüs suçunun
gerek unsurları gerekse delilleri kasıtlı olarak birbiri içine dahil
edilmiştir.
Çünkü TCK 312.mad. düzenlenen suçun hiçbir maddi unsuru
gerçekleşmemiştir.
Savcılar “sen şu eyleminle ve delilinde 312.mad. suçu işledin”
diyemediklerinden iki suçu birbirine isteyerek karıştırmışlar, iki
suçun unsur ve delilleri birbirinden ayrı somut olarak ortaya
konamamıştır.
Sözde örgüt üyeliği için ileri sürülebilecek maddi olgular, deliller
ve unsurlar TCK 312.maddesindeki suçun unsurları olarak
gösterilmeye çalışılmıştır.
Çünkü iddia makamının elinde bu suç için hiçbir veri yoktur.
Bunu kapatmak, eksikliğin ortaya çıkmasını engellemek için iki
suç birbirinden ayrılmadan aynı anda işlenmiş, hukuki yetersizlik
sözde örgüt üyeliği için ileri sürülebilecek iddialarla kapatılmaya
çalışılmıştır.
İki sayfalık bölümde 312. maddede düzenlenen amaç suçu
işlediğime ilişkin ne bir fiil, ne bir delil ne de gerçekleşmiş bir unsur
ortaya konamamıştır.
Hükümeti cebir ve şiddet kullanılarak ortadan kaldırılmasına ya
da görevlerinin kısmen ve tamamen engellemeye teşebbüs suçunun
maddi unsuru olarak;
___Türkiyem Topluluğuna üye olmak,
68
___ Muzaffer Tekin’in tabi olduğu soruşturmayı milli bir mesele
olarak görmek,
___ Genelkurmay bilgisayarlarının hard disklerinde Büyük Hukukçular
Birliği’nin dolaylı olarak desteklenebilecek sivil toplum örgütlerinden
biri olarak görülmesi,
___ Büyük Hukukçular Birliği’nin toplantılarına üye olmayan kişilerin
katılması,
___ Yasalara uygun olarak miting ve basın açıklaması yaparak, dava
açmak,
___ İnternet sitelerinde yazı yazmak,
___ Televizyon programları yapmak,
___ Telefon konuşmalarında kışkırtıcılık yapmak,
___ Asım Demir, Atilla Aksu’ya emir verip Fuat Turgut’u
yönlendirmek iddiaları gösterilmiştir.
Bu iddialar TCK 312. maddesinde düzenlenen suçun maddi
eylemleri olarak görmek hukuku inkar etmek anlamına gelir.
Sayın savcıların yapması gereken her iki suçun fiillerini,
delillerini ve unsurlarını ayrı ayrı somut olarak ortaya koyarak fiillerle
unsurlar arasında illiyet bağını ayrıntılı bir şekilde açıklamaktır.
Ancak TCK 312 maddedeki suç, “ısmarlama suç” olarak
mütalaaya ite-kaka sokulmak istendiğinden gözden ve dikkatten
kaçırılmak için olağanüstü çaba sarf edilmiştir.
Mütalaanın 1954-1955 sayfalarında TCK 312 maddesindeki suçun ismi
konmuş, ancak suçun işlendiğine ilişkin ne fiilleri ne delilleri ne de
unsurları yazılmamıştır.
Sayın iddia makamından soruyorum;
___ Benim isnat edilen amaç suçu işlediğime ilişkin tek bir delil
söyleyebilir misiniz?
___ Bu suçun maddi unsurlarının hangi eylemle gerçekleştiğini,
neticenin ne olduğunu, eylem ile netice arasındaki illiyet bağını nasıl
açıklayacaksınız?
69
Bu sorulara cevap vermeden şahsımın TCK 312. maddesinden
cezalandırılmasının istenmesi büyük bir vebal olup, bu tür hukuk dışı
ve sınır tanımaz taleplerde bulunanların er veya geç hukuki ve vicdani
sorumlulukları mutlaka gündeme gelecektir.
Hukukçuluk ciddi bir iştir.
Konusu insan yaşamıdır.
Yapılan en küçük hata sadece bir insana değil o insanın ailesine
daha da öte yaşadığı topluma onarılmaz yaralar verir.
Özellikle uygulayıcıların dikkat etmesi gereken en önemli ve
bağışlanmayacak davranış, hukuka yabancı unsurların sürece dahil
edilmesidir. Bu konuda yapılan hatalar tarihsel süreçte yerini alacağı
gibi unutulamayacak şekilde toplumsal belleğe kaydedileceğinden
kimsenin şüphesi olmamalıdır.
Hukuk tarihi 1933’te Alman Parlamentosunu yaktığı iddiası ile
yargılanan Bulgar Sendikacı D. Mitrov’u Hitlerin yabancı tanıklık yapan
bakanlarına, sahte ve gerçek dışı delilleri bir kenara iterek Hitlerin
dayanılmaz siyasi baskısına rağmen Leipzing yargılamaları sonucu
beraat ettiren mahkeme başkanı Bvenger’i unutmadığı gibi, 1919’da
Ermeni gazetelerine verilen ilanlar ile bulunan yabancı tanıklarla
Ermenilerin ve işgal devletlerin kininin yatıştırılması için Boğazlıyan
Kaymakamı Kemal Bey’i hukuk cinayeti işleyerek asan Nemrut
Mustafa’yı da unutmamıştır.
Sayın mahkemenin tercihini adaletten ve hukuktan yana
kullanacakları konusunda halen ümitlerimi saklı tutmak istiyorum.
cc) İddia makamı sözde örgütsel faaliyetlerimin sürekliliğinden,
çeşitliliğinden, yoğunluğundan ve kamuoyundaki etkisinden
bahsetmiştir.
İddianamede ve mütalaada sayılı etkinliklerim ve eylemlerimin
tümü bizzat savcılarında kabul ettiği gibi hiçbiri hukukun dışına
çıkmamış mesleki, siyasi ve sosyal faaliyetlerimdir.
70
Bir siyasi partinin ve Sivil Toplum Kuruluşlarının yöneticisi ve
üyesi olarak gerçekleştirdiğim mitingler, basın açıklamaları,
konferanslar, televizyon programları, açtığım davalar sözde örgüt
faaliyeti değildir. Bu faaliyetlerim sözde örgüt eylemi olmadığından
sürekli, çeşitli, yoğun ve etkili olması ne şahsımın sözde örgüt üye ve
yöneticisi olduğunu ne de TCK 312. maddedeki suçu işlediğimin kanıtı
değildir.
Yasaların tanıdığı temel hakların kullanılması kapsamında hükümete
karşı oluşturduğum demokratik muhalif anlayışım hiçbir suçun unsuru
ve delili olmaz.
Siyasi iktidarı benimsememem, eleştirmem, seçimler sonucu
iktidardan uzaklaşmasını istemem, AKP’nin bu ülkenin milli
menfaatlerine bekasına ve üniter devlet yapısına zararlı faaliyetlerde
bulunduğuna inanmam, inancım doğrultusunda meşru zeminde hukuk
kuralları içinde kalarak temel haklarımı kullanarak ifade etmem benim
bir örgüt üyesi olduğumun delili olamayacağı gibi TCK 312. maddedeki
suçu işlediğimi de göstermez.
İddia makamı iddia ettiği gibi hukuk kurallarına uygun olarak
ortaya konan sivil toplum faaliyetlerindeki süreklilik ve çeşitlilik
sözde örgüt üyeliği suçunun unsurlarını oluşturmaz. Aksi halde bu
suçtan ötürü mahkum edemeyeceğiniz hiçbir muhalifin kalması
mümkün olmayacaktır.
2) İDDİANAMEDE TCK 313. MADDESİ KAPSAMINDA HALKI
HÜKÜMETE KARŞI SİLAHLİ İSYANA TAHRİK SUÇUNU
İŞLEDİĞİME İLİŞKİN TARAFIMA İSNAT EDİLEN MADDİ
FİİLLER
Mütalaada, iddianamede belirtilen eylemlerin TCK’nun
313.maddesinde düzenlenen Halkı Hükümete Karşı Silahlı İsyana
Tahrik suçunun unsurlarını oluşturmadığı gerekçesi ile bu suçtan
ötürü ceza verilmesine yer olmadığına, ancak iddianamede ve
71
mütalaada sayılan eylemlerin bütün halinde TCK 312.maddesi
kapsamında kaldığı belirtilerek bu suçtan cezalandırılma talebinde
bulunulmuştur.
Bu durumda iddianamede TCK 313.maddedeki suçun maddi
unsuru olduğu belirtilen fiillerin tümü, TCK 312.maddesinde
düzenlenen Hükümete Karşı Suç’un da maddi unsuru olduğundan,
iddianamede TCK 313.maddesindeki suçun maddi unsuru olarak sayılan
maddi fiiller burada bir kez daha gözden geçirilerek, Hükümete Karşı
Suç’un maddi unsurları olup olmayacağını tespit etmekte zorunluluk
bulunmaktadır.
İddia makamı TCK 313.maddesinde düzenlenen suçun
unsurlarının oluşmaması nedeni ile “ceza verilmesine yer olmadığı” na
ilişkin karar verilmesini istemiştir.
Bu talep CMK’nun 223.maddesine uygun değildir. Eğer bir suçun
unsurları oluşmamışsa bu durumda CMK 223/2-e maddesi uyarınca
beraat kararı verilmesi gerekir.
Ceza verilmesine yer olmadığına ilişkin karar ancak CMK 223/3
maddesinde belirtilen yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, suçun zorunluluk
halinde işlenmesi, meşru savunma, sınırın aşılması, kusurluluğu
kaldıran hata hallerinde verilebilecek karardır.
İddia makamı beraat deyimini kullanmamak için mahkemeden
açıkça yasaya aykırı kararın verilmesini isteyebilmektedir.
İddianamede Hükümete Karşı Halkı Silahla İsyana Tahrik
Suçunun işlendiğine ilişkin gösterilen fiiller şunlardır;
a) Bir kısım sanıkların uhdesinde çıktığı iddia edilen Kemalist
Hareket, İstanbul Eylül 2000, Ergenekon Belgesi, Kemalist
Model başlığını taşıyan sözde Ergenekon dokümanları
aa) Sözde örgüt dokümanları olduğu iddia edilen
uyduruk belgelerden hiçbiri uhdemde çıkmamıştır. Bu soruşturmaya
kadar bu belgelerin hiçbirini görmedim, duymadım ve okumadım. Buna
72
rağmen bu tür belgelerin, iddianamenin benimle ilgili bölümünde yer
almasına bir anlam vermek mümkün değildir.
bb) Hiçbir eylemim, beyanım ve tutumum bu
belgelere uygunluk arz etmemektedir. Bu belgeler siyasi Ergenekon
projesi doğrultusunda önceden hazırlanmış, hedef alınan kişi ve
kurumlara göre düzenlenmiştir.
Olmayan bir örgüte, uydurma dokümanlar düzenlenerek
yapay bir örgüt oluşturma amacı güdülmüştür.
cc) Şahsımla hiçbir ilgisi olmayan bu uydurma
belgeler ile isnat edilen TCK 312.maddesi suç arasında hiçbir bağlantı
olamaz.
b) Bilgisayarımda Vatanseverler Güç Birliği Derneği tüzüğünün
çıkması
aa) Söz konusu tüzük İl Dernekler Müdürlüğünün
matbu hazırlanmış tüzüğü olup, bu tüzük kurucu olduğum tüm
derneklerin tüzükleri ile aynıdır. Ancak “Vatanseverler Güç Birliği”
yazılı tüzüğün başına böyle bir ismi ben yazmadım. Yazıldığı konusunda
bilgim olmadı.
bb) Bu belge bilgisayarımda çıktıktan sonra
yaptığım araştırmada, büroma gelen bir müşterinin bu isimde bir
dernek kurmak istemesi üzerine, ofisimde çalışan personel tarafından
kişinin istediği ismin yazılıp çıktısının kendisine emsal dernek tüzüğü
olarak verildiği öğrenilmiştir.
cc) Söz konusu tüzük ve isim ile davamıza konu
olan VKGBH Derneği arasında bir bağlantı yoktur. İsimleri farklı
olduğu gibi tüzükleri de farklıdır. Kaldı ki VKGBH Derneğinin
kurucularını tanımamaktayım. Söz konusu dernekle hiçbir ilişkim
olmamıştır.
dd) Davada tanık olarak dinlenen Ramazan
73
Selçuk’da bu savunmalarımı doğrulamıştır. Yine davada sanık olarak
dinlenen VKGBH yöneticileri de şahsımı tanımadığını, söz konusu
tüzükten haberleri olmadığını ifade etmişlerdir.
ee)
Dosyaya delil olarak celp edilen İl Dernekler
Müdürlüğü kayıtlarında “Vatanseverler” unvanlı birçok derneğinde
olduğu görülmüştür” Bu sebeple bir vatandaşın bu isimle bir dernek
kurması için, büromuzdan matbu bir dernek tüzüğü alması mesleki bir
faaliyettir.
ff) Bilgisayarımda bir dernek tüzüğünün çıkması
ile TCK 312.maddesindeki suç arasında bir bağlantı kurmak da
mümkün değildir. Dernek tüzüğünün bulundurulmasının neresinde
cebir ve şiddet vardır? Hükümeti ortadan kaldırmak ya da görevlerini
kısmen veya tamamen kaldırmak sonucu dernek tüzüğü ile sağlanabilir
mi?
Bir fiilin böyle bir vahim suçun unsuru olabilmesi için
öncelikle, bu fiilin hukuka aykırı ve suç oluşturması gerekir.
Bir avukatın bilgisayarında bir tüzüğün çıkmasının
neresinde suç vardır?
c)
Sözde örgüt dokümanı olduğu ileri sürülen Ulusal
Güç Birliği kapsamında, sözde örgütün amacının gerçekleştirilmesi
için aldığı kararlar doğrultusunda;
___ Sivil toplum kuruluşları ve derneklerin kurulmasına
önayak olduğum, diğer şüphelilerle birlikte Büyük Hukukçular
Birliği, Milli Güç Platformu-Hareketi (BGB) ve Ayasofya Derneği
vs. gibi sivil toplum kuruluşlarının kurucusu ve yöneticisi olduğum,
___ bu yapılanmaların etkili eylemlerde bulunması ve
genişlemesi için gayret sarf ettiğim,
___ sözde örgütün talimatları doğrultusunda kamuoyunu
etkilemek ve örgütün propagandasını yapmak amacıyla
03.06.2005-30.11.2007 tarihleri arasında yapılan 30 adet eylem
ve gösterilere düzenleyici ve iştirakçi olarak katıldığım,
74
___ Bu gösterilerde “Türklük, Atatürk, Vatan ve Bayrak
Sevgisi” gibi ulus olarak hassas olduğumuz ve olmamız gereken
unsurları öne çıkarıp, gerçek amaçlarımı gizleyerek ülkemizin çok
ihtiyacı olan istikrar ortamını bozduğum,
___ Cumhuriyet tarihimizde örnekleri görüldüğü üzere siyasi
düşünceleri, mezhepçiliği, etnik kökeni veya dini kullanarak, sağsol, alevi-Sünni, laik-anti laik, Türk-Kürt, Müslüman-Hıristiyan
(misyoner) gibi ayrımcılık yaratarak, kin ve nefret tohumları
atarak, mevcut huzur sükun ortamını baltalayarak, ulu önder
Mustafa Kemal Atatürk’ün muasır medeniyetler seviyesine
çıkmamız için önerdiği hedefe ket vuracak, ülkemizin ekonomik,
sosyal ve siyasi olarak gelişmesini önleyecek insan hak ve
özgürlüklerinin genişlemesi ile demokrasinin yerleşmesine engel
olacak hükümete karşı halkı ve silahlı kuvvetler içinde resmi
hiyerarşiye uymayacağını düşündükleri bir gurubu kışkırtarak
silahlı bir darbeye zemin hazırladığım iddia edilmiştir.
aa) Ulusal Güç Birliği isimli sözde örgüt dokümanı
olarak belirtilen uyduruk belge şahsımda bulunmadığı gibi iddianameye
kadar bu belgeyi ne bir başka yerde gördüm ne de okudum. Bilmediğim
bir uyduruk belgeye uygun olarak davranmış olamam. Bir yandan
derneklerin kuruluşuna ön ayak olup, bunların yöneticisi olacağım, öbür
taraftan da bahsedilen belgenin tarafımdan çıkmaması ve bilgim dahi
olmaması iddianın ne ölçüde çürük olduğunu ortaya koymaktadır.
Kaldı ki ortada kurulan ne “Kemalist Hareket” isimli bir dernek,
ne beş kişilik bir gizli komite, ne de dernek başkanı ile komite
arasında köprü vasıtasını yapacak köprü personel mevcuttur.
Masa başında bu tertibin taşeronları tarafından hazırlanmış
uyduruk belgeler ve tamamen hayali örgütsel yapılar oluşturulmuştur.
Nitekim bu sanal yapılar ile gerçek olarak kurulan dernekler ve
yöneticiler arasında hiçbir illiyet bağıda kuramamışlardır. Sözde
belgeleri olduğu gibi aktarmışlar, arkasından hiçbir yorumda
75
bulunmadan, kurduğum derneklerden bahsetmişlerdir. Ancak hayal ile
gerçek arasında hiçbir bağlantı oluşturulmamıştır.
Kemalist Hareket isimli dernek nerededir? Gizli komite
kimlerden oluşmuştur? Dernek başkanı kimdir? Başkan ile gizli komite
arasındaki bağlantıyı kuran köprü personel kimdir? Bu soruların
hiçbirine cevap verilmemiştir.
Diğer uyduruk belgede gençlik ana tema olarak işlenmiş ve
liderliğine de bir Türk kızının getirileceğinden bahsedilmiştir. Bu
belgedeki hedeflerle, kurucusu ve üyesi olduğum derneklerin yapı ve
amaçları arasında da hiçbir bağlantı yoktur. Ortada kurulan Ulusal
Güç Birliği diye bir yapılanma olmadığı gibi, lideri olan bir Türk kızı da
yoktur.
Milli Güç Birliği ile sözü edilen Ulusal Güç Birliği arasında hiçbir
bağlantı yoktur. Platformun ya da derneğin başkanı bir Türk kızı
olmadığı gibi, gençler arasında bir teşkilatlanmada hedeflenmemiştir.
İddianamede sözde örgütün amacı doğrultusunda alınan
kararlardan bahsedilmemiştir.
Öncelikle sözde örgütün amacı nedir?
Alınan kararlar nerededir?
Bu kararları kimler nerede almıştır?
Bu sorulara cevap vermeden, ortaya inandırıcı kanıtlarını
koymadan, yorum ve hayali karinelerle amaç doğrultusunda alınan
karardan bahsetmek ciddiyetle bağdaşabilir bir tutum olamaz.
bb) Kurucusu ve üyesi olduğum üç derneğin kuruluşuna
sadece kurucuların iradeleri etken olmuştur.
Ortada; ne sözde örgütün amacı doğrultusunda alınmış bir
karar, ne de sözde örgüt talimatı vardır.
Dosyada bu derneklerin sözde örgüt karar ve talimatı ile
kurulduğuna ilişkin ne bir yazılı delil ne de bir tanık beyanı vardır.
76
Tam aksine iki derneğin Büyük Hukukçular Birliği
toplantılarında uzun aylar sonucu tartışılarak kurulduğu dosyadaki
yazılı toplantı tutanakları ile de sabittir.
Aksi, iddia makamı tarafından kanıtlanamamıştır.
Üye olduğum üç dernekten biri henüz ilk genel kurulunu
bile yapmamıştır. Yani kuruluşu tamamlanamamıştır. Ayasofya Derneği
ise yeni kurulmuş, hiçbir faaliyeti olmamıştır.
cc) Sivil toplum kuruluşlarının amaçları kamuoyunu etkilemek,
yönlendirmek ve bu yolla iktidarı denetlemektir.
Çünkü Sivil Toplum Örgütü’nün amacı, siyasi partilerde
olduğu gibi ülkeyi yönetmek değil, kamuoyunu yönlendirmektir.
Sivil Toplum Örgütleri demokrasinin vazgeçilmez
unsurlarıdır.
Bir toplumda Sivil Toplum Örgütü ne kadar güçlü olursa,
demokrasi ve insan hakları da o ölçüde güçlü ve teminat altına alınmış
olur.
Çünkü Sivil Toplum Örgütü aracılığı ile seçmenler toplumun
4 ya da 5 yılda bir seçim sandığına giderek yönetimi belirlemesinin
ötesinde, tüm seçim döneminde iktidarı kontrol etme, sınırlama,
denetleme ve yönlendirme imkanını kazanırlar.
Bu sebeple iddianamede yazıldığı gibi kurucusu olduğum
derneklerin etkili eylemlerde bulunarak, üye sayısını arttırması ve
kamuoyunu etkilemesi suçun unsuru olmaz. Maalesef iddia makamı sivil
toplum anlayışını, amaçlarını ve toplumdaki yerini tam olarak idrak
edemediğinden adeta bu kuruluşları yasa dışı örgüt olarak algılamıştır.
12 Eylül’ü eleştirenler maalesef bu zihniyetle uyumlu olarak
sivil toplum kuruluşlarını, sendikaları, dernekleri peşinen yasa dışı
örgütler gibi değerlendirmiştir. Aslında burada sorun tek parti
iktidarlarının ülkeyi yönetmekte hiçbir ortak istememeleridir. Çünkü
iktidarda olup, bu güçlerini küresel dünya ile işbirliği yaparak, uzun
dönemlere yaydırmak isteyenler için; kamuoyunu etkileyebilecek,
77
iktidarın her platformda siyasal ve hukuksal denetimini yapabilecek
milli nitelikteki Sivil Toplum Örgütleri, en güçlü muhalefet yapılarıdır.
Milli çıkarlara aykırı atacakları her adım ve ülkenin geleceğini ipotek
altına alacak her ödün bu kurumlarca kamuoyuna taşınacak ve önemli
bir baskı unsuru oluşturacaktır.
Sözde Ergenekon projesi ile milli nitelikteki Sivil Toplum
Örgütleri’nin hedef alınmasının sebeplerinden biri, iktidarın otokratik
yönetiminin bu sivil örgütlerin tasfiyesi ile önünün açılmasıdır.
Her dernek başkanı ve üyesi, derneğinin her eyleminin etkili
olmasını ve büyümesini ister. Bu amaç son derece demokratik ve
hukuki bir tutumdur. Toplumda etkili olduğu müddetçe ülkedeki
demokrasinin ve insan haklarının kalitesi artacaktır. Çünkü Sivil
Toplum Örgütlerinin kuruluş gayeleri etkili eylemlerle kamuoyunu
yönlendirip, iktidara baskı unsuru oluşturmaktır.
Faaliyetlerimizde etkili olabilmişsek bu sivil toplumun zaferidir.
Ancak sayılan dernekler arasında tek faaliyeti olan Büyük
Hukukçular Birliği’nin diğer derneklerle yaptıkları etkinliklere katılan
vatandaşların sayıları, Emniyet Müdürlüğünden gelen kayıtlarla
sabittir.
Gelen rakamlar maalesef etkinliklere olan katılımın istenilen
düzeyde olmadığını göstermektedir.
Bu ölçekte katılımla ülkemizdeki demokrasiye, insan haklarına ve
hukuk devletine yeterince katkı sağlamamız mümkün olamamıştır.
dd) Başkanlığını ya da üyeliğini yaptığım hiçbir dernek
bırakınız sözde örgütten talimat almayı hiçbir kimseden emir alarak
etkinlik yapmamıştır.
Tüm faaliyetler derneklerin yönetim iradeleri ile
gerçekleşmiştir.
Dışarıdan ya da sözde örgütten emir ve talimat alındığına ilişkin
dosyada tek bir delil yoktur. Faaliyetler derneğin toplantılarında
verilen kararlarla icra edilmiştir. Bu husus toplantı tutanakları ile
78
sabittir. Ayrıca tüm resmi izinler derneğimizin müracaatı ile
alınmıştır. Yapılan faaliyetlerinde dernek üyelerinin katkıları dışında
hiç kimseden ve kuruluştan yardım alınmamıştır.
Büyük Hukukçular Birliği’nin diğer derneklerle düzenledikleri
etkinliklerde de, katılımcı dernek yöneticilerinin ortak iradeleri
geçerli olmuştur.
Faaliyetlerde; yönetim dışı ne askeri ne de sivil unsurun iradesi
geçerli olmadığı halde, varmış gibi gösteren iddia makamının hangi
delili vardır ki, bu iddia da bulunabilmiştir.
Sözde uyduruk örgüt belgeleri bu iddiaların kanıtı olamaz.
Yapılan etkinliklerin amaçları ortadadır. Hiçbir toplantıda sözde
örgütün ismi dahi geçmemiştir.
Hiçbir terör örgütü ismini gizli tutmaz. Bilakis hemen her
fırsatta ismini duyurmak için her türlü yöntemi kullanır. Bu nasıl
örgüttür ki faaliyette bulunuyor ama ismini açıklamıyor, varlığını
gizliyor, üyeleri ve yöneticileri bilinmiyor. Hiçbir güvenlik kurumu bu
örgütün varlığından haberdar değil. Bu durumda yapılan etkinliklerde
bilinmeyen, ismi anılmayan örgütün propagandası gibi imkânsız bir
olayı nasıl gerçekleştirebiliriz? Eğer savcılar bu mucizevî yöntemi
bulmuşlarsa bize de söylesinler ki bizde bilelim. Gizli kalmak isteyen
örgütün propagandaya ihtiyacı yoktur. Eğer bir örgüt propaganda
yapıyorsa bu yolla mitingler tertip ediyorsa o takdirde gizli kalması
mümkün değildir. Herkes ismini bilir. Lütfen sayın savcılar bu konuda
bir karar versinler. Eğer gizlilik ilkesini benimsemişlerse, propaganda
iddiasından vazgeçsinler. Yok, örgüt propaganda yapıyor diyorlarsa o
zaman, gizlilik ilkesinden vazgeçsinler.
Birbirleri ile çelişkili iddiaların savunulması zıt kavramları bir
araya getirip kullanmak sözde Ergenekon iddianamesine özgü bir
ciddiyetsizliktir.
ee)
Savcıların iddianamede belirttikleri ve tarafımı
79
suçladıkları “Türklük, Atatürk, Vatan ve Bayrak Sevgisi” gibi milli
değerlerimizi gösterilerde öne çıkarmamız bizlerin gurur vesilesidir.
Maalesef bu değerlerimizi yeterince ön plana çıkaramadığımızdan
bugünkü sıkıntılarımızı yaşamaktayız.
Milli değerler, benimsendiği yaşamımızın her alanına yaydırılıp
yaşatıldığı müddetçe ayakta kalırlar. Yoksa her an kırılacak sırçadan
oluşmuş duvara asılıp, arada bir indirilip hatırlanacak antikalar
değildir.
Toplumumuzun tüm bireyleri ve kuruluşları, resmi ve özel
kurumları bu değerleri içtenlikle içselleştirip, davranışlarımızı ve
politikalarımızı bu değerlere göre yönlendirmeliyiz.
Bu değerlerimize sahip çıkmadığımız, tüm etkinlerde ön plana
çıkarmadığımız takdirde aynen bu dönemde yaşandığı gibi devletimizin
ismi kamu kurumlarından dışlanmaya, anayasadan çıkarılmaya,
çöplüklere atılmaya, televizyonlarda dahi artık kullanılmamaya
başlanır.
Bu değerlerimizi hassas kabul edip duvara astığımız
etkinliklerimizde kullanmadığımız takdirde varacağımız sonuç bu
değerlerden ve kimliğimizden uzaklaşmak olacaktır. Bugün yaşanan
kimliksizlik bunalımı, değerlerimizin olması gereken düzeyde
benimsenmemesinden kaynaklanmaktadır.
Zaten istenilen de bu değerlerimizi hassas ilan ederek
unutturmak değil midir? Bugün yaşadığımız süreç ile iddianame
arasındaki paralelliği gördükçe bir hukukçu olarak üzülmemek mümkün
değildir.
Türklüğümü, önderimiz büyük Türk Atatürk’ü, Bayrak ve Vatan
sevgisini keşke hemen her etkinliğimde daima en üst seviyede ön
plana çıkarabilseydim. Bu konuda eksik kaldığımdan, bugünkü
yöneticilerin milletimize yaşatmak istedikleri kimliksizleştirme
politikalarının yaşama geçirilmesinden vatandaş olarak kendimi de
sorumlu tutuyorum.
80
Milli değerlere sahip çıkan ya da öyle gözüken insanlar bu
değerlere sahiplenmiş olsalardı, hiçbir siyasetçi Türklüğü 36 etnik
yapıdan biri olarak gösteremezdi, Anayasa’dan Türklüğü çıkaramazdı,
kamu kurumlarından devletin ismini silemezdi, “Ne Mutlu Türküm
Diyene” sözünün dağa taşa yazılmasından şikayetçi olup, en üst
makamlara gelemezdi, büyük Türk’ün posterleri çöplüklerden
toplanamazdı.
Yazıklar olsun bana ki, savcıların iddialarının tam tersine milli
değerlerime yeterince sahiplenememişim, etkinliklerimde istenilen
düzeyde yer verememişim. O yüzden Türk milletine bugün dayatılan
ruhsuzlaştırma ve kimliksizleştirme siyasetinden bir vatandaş olarak
bende sorumluyum.
Milli değerlerimiz kullanılarak çok ihtiyacımız olduğu iddia edilen
istikrar ortamının bozulduğunu iddia etmek bir iddianamede savcılar
tarafından nasıl ileri sürülebilir? Gerçekten hem şaşırtıcı, hem de
üzüntü verici bir durumdur.
Milli değerlerimiz yaşanarak ve yaşatılarak gelecek nesillere
aktarılır.
Etkinliklerimde Türklüğü, Atatürk’ü, Bayrak ve Vatan sevgisini
yaşamak ve sürekli hatırlatmakla istikrar bozulmaz. Bilakis tam
tersine istikrar sağlanır.
Çünkü istikrarı sağlayan ana unsurlar ülkede yaşayanların ortak
değerleridir. Bu ortaklıkları sinsice planlar uygulayarak unutturmaya
ve millet yaşamından çıkarmaya kalktığınız takdirde, işte o zaman
çatışmalara yol açar, ülkeyi istikrarsızlığa sürüklersiniz.
İddianamedeki bu anlatımlar ve zihniyet bugün yaşanan açılım
sürecinde de tüm topluma dayatılmaktadır.
Artık kimse Türküm diyemez hale gelmiştir. Atatürkçü diyen
insanlar terörist ilan edilmiştir. Vatan ve Bayrak sevgisinden
bahsedenlere marjinal denmeye başlanmıştır.
81
Bu değerlerimizin kullanılmaması konusunda basında ve günlük
yaşamda iktidarın baskısı ile yaşanan sansür, Türk Milletinin evlatları
için dayanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Bunun sonucunun iç kargaşa,
çatışma, kardeş kavgası ve bölünme olacağını görmemek büyük bir
aymazlıktır.
Yaşanan fetret devridir. Türk milleti özgür iradesi ile bu dönemi
aşacak, aşındırılan değerlerini yeniden restorasyona tabi tutarak
yapısını ve devletini geçmişten gelen tarihsel çizgisine oturtacaktır.
Sayın savcılar gerçek amacımı gizlediğimi ifade etmişledir.
Hukukta niyet okuyuculuğu yapılmaz.
Öncelikle amacımın ne olduğu ortaya konur ve hukukun kabul
ettiği delillerle kanıtlanır.
Kişinin amacı dış dünyaya fiillerle yansır. Yansıyan fiillerle amaç
farklı ise, hukukçular kişilerin gizledikleri ile değil, ortaya çıkan fiil ve
eylemleri ile ilgilenirler. Kişilerin dışa vurmayan düşünce ve
niyetlerinin peşinde koşulup, cezalandırılmaz.
Amacım yaptığım etkinliklerde konuşulanlardır. Açılan
pankartlarda yazılanlardır. Atılan sloganlardır. Bunların hiçbirinde
yasaya aykırılık yoktur. Nitekim hiçbir faaliyetimden ötürü
suçlanmadım. Emniyet tarafımı suçlayıcı rapor dahi tutmadı. Bu
durumda sayın savcılar nasıl olurda hukukun dışına çıkılmamış ve
etkinlikler dışa yansıyan fiilleri bırakarak benim olmayan gizli
amacımı, düşüncemi, duygu ve niyetimi tahmin ederek suçlama konusu
yapabilirler.
Yapılan iş, savcıların görevi olamaz.
Hukuk gizli niyet ve amaç peşinde koşamaz.
Ancak engizisyonda sanıkların içine girdiği sanılan şeytanlar
yakılarak dışarı çıkartılırdı.
Maalesef bu yargı sürecinde de sayın savcılarımız var olduğuna
inandıkları gizli amaçlarımızı açığa çıkartmak için bizleri uzun yıllar
cezaevinde tutuklu bırakmaktadırlar.
82
Diğer taraftan etkinliklerimizin konularının, sayın savcılarca
yeterince incelenmediği kanaatindeyim.
Milli değerlerimizin korunması dışında yine devletimiz ve
milletimizin menfaatleri doğrultusunda Batı Trakya, Kıbrıs sorunu,
Irak Türkmenleri, İnsan Hakları ve Filistin meselesi, Hocalı Katliamı,
Ermeni sorunu, Hukuk Devleti, Türk Birliği, PKK terörü, Irak işgali,
ekümeniklik sorunu, Bosna katliamı, AB sorunu, Ege Karasuları ve Kıta
sahanlığı sorunu, Özelleştirme politikaları gibi birçok konu ile ilgili
miting, basın açıklaması, konferanslar, televizyon programları
yapılmıştır. Bu konu yeterince incelenmeden haksız ithamlarda
bulunulmuştur.
Türk insanının, devletimizin ve milletimizin tüm sorunları
faaliyetlerimizin konusu yapılmıştır.
ff) İddia makamının iddia ettiği gibi, hiçbir
etkinliğimizde, bu toplumda yaşayan insanlar arasında kin ve nefret
tohumları ekecek şekilde bir ayırım yapılmamıştır.
İddialar genel, klişeleşmiş, delilden yoksun, oluşturulan siyasi
hedefe ve uyduruk belgelere uygun olarak düzenlenmiş mücerret
beyanlardan ibarettir.
Gerek derneğimizde, gerekse etkinliklere katılan birçok insan
alevi olduğunu beyan etmesine rağmen bu konuda hiçbir ayırım
yapılmamıştır. Kimsenin mezhebi sorulmamıştır. Peygamberimizin
kabul etmediği mezhepçilik fikri tarafımdan da kabul görmemiştir.
Bulunduğum ortamda konuşulmayan konulardan biri mezhep
ayrımcılığıdır. İddia da bulunan savcılar bu konuda ayırım yaptığıma
ilişkin tek bir belge ya da tanık beyanı ortaya koyamazlar.
Yine kimsenin etnik kökeni ile ilgilenmedim. Çünkü bu ülkede
yaşayan kim olursa olsun vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesi Türk
vatandaşı olarak kabul ettim. Kendisini Ermeni, Rum ya da Yahudi
gören birçok insanla dostluk ve iş ilişkilerim mevcut olmuştur. Yine
faaliyetlerimde bir etnik yapının kötülendiğine ilişkin tek bir cümle
83
kullanılmamıştır. Ancak bu objektif tavrım, Türk Milletine yapılanları
tarihi gerçeklikler kapsamında ortaya konmasına asla engel
olmamıştır.
Sağ-sol kavramlarını talebe iken 1980 öncesinde kullanmışımdır.
Böyle bir ayırımı yapay ve ülke insanını bölmeyi amaçladığından benim
lügatimde sağcı-solcu tanımlamaları yoktur. Etkinliklere kendini her
iki kanattan niteleyen insanlar iştirak etmişler, aynı amaçlar
doğrultusunda demokratik hukuk mücadelesi vermişlerdir.
Kürt-Türk ayırımı, bu ülke insanının yapacağı bir ayrımcılık
olamaz. Emperyalizmin son iki yüzyıldır başımıza musallat ettiği bir
başka bölme oyunudur. Kürtlerin; Göktürk Kitabelerinde belirtildiği
gibi, Türk boyu olduğu ve tarihte kurulan Türk devletlerinin hemen
her birinde bir boy olarak varlık gösterdiğinden, Kürt diye ayrı bir
etnik yapıyı tanımıyorum. Bu kardeşlerimiz; benim kendimi hissettiğim
kadar Türk olduğu gibi ayrımsız Türk vatandaşıdır. Bu sebeple bugün
takip edilen açılım, kardeşi kardeşe düşürmenin, bölücülüğün ve
ayrımcılığın bir başka yöntemi olarak tatbik sahasına konmuştur.
Hangi faaliyetimde Türk-Kürt ayırımı yapılmıştır? Tek bir yazılı ya da
şifahi delilin ortaya konması mümkün değildir. PKK terörüne karşı
yürüttüğüm fikri mücadele ile Kürt sorunu birbirine
karıştırılmamalıdır. PKK, Kürtlüğü emperyalizmin amacına uygun olarak
kullanan Kürtlerin ve Türklerin düşmanı olan bölücü bir terör
örgütüdür.
Benim en çok hassas davranmama yol açan laik-anti laik
ayırımıdır. Son dönemde küreselci güçlerin ve onun taşeronluğunu
yapan kendisini dinci gösterip dinle ilgisi olmayan aksine din tüccarlığı
yapan gurupların kasıtlı olarak pompaladığı bir başka ayrıştırıcı unsur
laik-anti laik ayırımıdır. Bu konuyu sürekli gündemde tutmak isteyen,
bu tür ayrımcılığı suni olarak yaratıp provokatörlük yapan din
tüccarları ile bunların oyununa gelen laik kesimlerin ülkemizde
verdikleri zararı gördükçe üzülmemek mümkün değildir. “Türkiye
84
laiktir, laik kalacak” sloganının atıldığı her toplantıyı, büyük bir
memnuniyetle medyaya taşıyan din üzerinden iktidar mücadelesini
yapanların değirmenine acemice su taşıyan laik kesimin, laikliği
dinsizlik olarak görmekten vazgeçmesi zorunludur. Dindar ama laikliği
savunan yapım en fazla bu konuda hassas davranmama, din ve laiklik
kavramlarının insanımızın arasında kesinlikle bölücü bir unsur
olmaması için gayret sarf etmeme yol açmıştır. Bu konuda
birleştiricilik ifade eden sözlerimin dışında tek bir söz söylediğim ya
da yazdığım iddia edilemez. Cumhuriyet mitinglerinde kitleler laiklik
üzerine slogan attıkça en fazla muzip bir gülüşle ellerini
ovuşturanların bu ayırımı son yirmi yıldır etkin şekilde kullanan
emperyalist güçlerin olduğunu görmemek mümkün değildir.
Müslüman-Hıristiyan ayırımı yaptığımı iddia etmek gülünç bir
iddiadır. Herkesin dini kendinedir. Din asla siyasete alet
edilmemelidir. Hiçbir faaliyetimde böyle bir konu gündeme
getirilmemiştir. Misyonerlik faaliyetleri gerçek dindar Hıristiyanların
yaptığı bir faaliyet değildir. Hıristiyanlığı iktidarları ve güçleri için
araç görenlerin tüm dünyada özellikle İslam ülkelerinde yürüttükleri
siyasi bir faaliyettir. Tasvip etmem mümkün değildir. Mutlaka bu
konunun yasal düzenlemeye ihtiyacı vardır. Ancak hiçbir faaliyetimde
bu konu hukuk dışı bir şekilde gündeme getirilmemiştir.
İddia makamının iddia ettiği gibi, çoğu zaman toplumu bölmeyi
hedefleyen yukarıdaki siyasi kriterler kesinlikle benimsenmemiş, her
zaman birleştirici ve bütünleştirici olunmuştur.
Hukuk ve siyasi mücadelemde daima insanların bu şekilde
bölünmesine karşı çıkılmış, bizleri bu şekilde bölmek isteyen güçlerin
oyunlarına işaret edilmiştir.
Huzur ortamı; bu ayırımları körükleyen güçlerin ülkemizde siyasi
operasyonlar yapmasına adeta bir laboratuar gibi kullanmasına izin
vermekle ya da onların taşeronluğunu yapmakla sağlanmaz. Tam
tersine, ülke insanının huzurunu bozarsınız. Son on yılda gelinen
85
noktada, ayrışılmayan bir nokta kalmamıştır. Vatandaşlar cephelere
bölünmüştür. Tüm bunlar; iddianamede belirtilen ayrımcı kriterlerin,
kimler tarafından ve nasıl kullanıldığını çok daha iyi göstermektedir.
Yüz yılın kini ile öcümüzü alıyoruz diyenler, son on yılda ülke insanını
lime lime ayrıştırdıklarının farkında değiller mi? Ülkemiz böylesine
bölünmeyi 12 Eylül öncesinde dahi yaşamamıştır. İktidarın ektiği
yapay bölünme tohumlarının acısını toplum olarak ödeyeceğimiz
günlerin çok uzak olmadığı ortadadır.
PKK terör örgütü ile yapılan gizli antlaşmalar sonucu yürütülen
açılımla federalizmin yolunu ardına kadar açan, yargıyı muhaliflerini
ezmek için siyasallaştırıp bağımsızlığını ortadan kaldıran, hemen her
gün milliyetçileri ve ulusalcıları hedef göstererek ülkeyi kamplara
bölen, barış ve çözümü bahane ederek milli değerlerin kullanılmasını
ve konuşulmasına örtülü yasak getiren, insan hakları ve ileri demokrasi
adına hukuk devletinde olması mümkün olmayan çağdışı uygulamaları
hukuk ve yasalar eliyle gerçekleştiren, Türk’ün ve Türk Devletinin
ismini değiştirip tarihten silme gayretine giren, askeri vasiyetle
mücadele adına her alanda sivil darbe gerçekleştiren, demokrasi adına
siyasal çoğunluğu eline geçirmesini fırsat bilerek totaliter bir rejimi
her alanda uygulamaya sokan bir iktidarla;
_ Huzur ortamı değil insanlar ayrıştırılarak bilakis huzursuzluk
ortamı yaratılmıştır.
_ Mustafa Kemal Atatürk’ün bağımsızlık ilkesinin şiar edinildiği
muasır medeniyetinden vazgeçilmiş, ABD’nin bölgede İslam ülkelerine
operasyon yapılan emperyalizmin köprü ve görev ülkesi haline
getirilmiştir.
_ Ülkemizin tüm milli serveti satılmış buna rağmen dış borç üçe
katlanmış, uluslararası tefecilerin sıcak parası ile ayakta kalabilen,
üreten değil tüketen dışa bağımlı bir ekonomi oluşturulmuştur.
86
_ İnsan hakları, sosyal devlet, demokrasi, hukuk devleti ve
özgürlükler konusunda dünyadaki son yüz devletin sürekli arka
sıralarına düşülmektedir.
Tüm bu yapılanlar ülkemizde yerleşik kurumları, sosyal ve siyasi
yapımızı derinden çatlatan, toplumsal bünyemizde onarılmaz yaralar
açan sivil darbe yolu ile yapılmıştır.
Ergenekon tertibi iktidar tarafından gerçekleştirilen sivil
darbenin silahı olarak kullanılmıştır.
gg) Hangi eylemim ve etkinliğim ile huzur ve sükun
ortamı baltalanmıştır?
Yine hangi davranışım kin ve nefret tohumlarının atılmasına yol
açmıştır?
Savcılar bu tür hukuk dışı siyasi tabirler kullanamazlar.
İddianame bir hukuk belgesidir. Siyasal bir çalışma değildir.
Siyaseten beğenmediğiniz, karşınızda olduğunuz insanları politik
bir dille suçlayacağınız propaganda belgesi de değildir.
Bir savcı, şahsımı hukukun dışına çıkarak huzur ve sükun
ortamını baltalamış, kin ve nefret tohumunu atmıştır diyemez.
Bu söylemler hukuki olmaktan uzak, siyasal içerikli eleştiriler
olup, iddianamede asla yer verilemez.
İddia makamı, konusu suç olan olaylarla ilgilenir.
Eğer bir fiilimde suç tespit etmiş ise bunun yasal unsurlarını,
delilleri ve suçun ismini koyarak cezalandırılmamı talep edebilir. Bunun
dışında politik eleştiri ve söylemde bulunamaz.
TCK’nun hiçbir hükmünde huzur ve sükun ortamını baltalama ya
da kin ve nefret tohumlarını atmak suçları yoktur.
Sadece TCK 216.maddesinde halkı kin ve düşmanlığa tahrik
etmek suçu vardır ki, iddia makamı bu suçu işlediğimi de iddia
etmemiştir. Çünkü gerek iddianamede gerekse mütalaada böyle bir
talebi yoktur.
87
Hükümete Karşı Halkı Silahlı İsyana Tahrik suçunun dahi
unsurlarının oluşmadığını belirterek cezalandırma talebinden
vazgeçmiştir.
İddianame ve mütalaada suç konusu olmayan, içinde suç unsuru
barındırmayan düşünce ve eylemlere yer verilmiş, bu fiillerin siyasal
eleştirisi yapılmış ancak suç olduğu ifade edilerek cezalandırılma
talebinde bulunulmamıştır.
Davanın başından itibaren hemen tüm sanıklar müdafileri ve
kamuoyu, bu davanın siyasi bir dava olduğunu belirtmesine rağmen,
davanın hukuki boyutunu sürekli olarak vurgulamak zorunda kalan
mahkeme heyeti olmuştur.
Ancak iddianamenin 1870.sayfasındaki şahsıma yöneltilen
ithamlar TCK’da düzenlenen bir suçun karşılığı olarak
düzenlenmemiştir.
_ İddianamede belirtilen sağ-sol, Kürt-Türk, Alevi-Sünni, laikanti laik gibi benzeri hiçbir ayırım tarafımdan yapılmadığı halde
yapılmış iddiasında bulunulmuş, ancak bu ayırımın toplumda huzur ve
sükun ortamını bozduğu iddia edilmiştir.
Sayın savcılara soruyorum, bu ayırımları yaparak toplumda huzur
ve sükunu bozmak diye bir suç TCK’da var mıdır?
Var ise neden cezalandırılmamı istemediniz?
Yok ise suç konusu olmayan fiillere iddianamede neden yer
verdiniz?
Bu durumda iddianameniz hukuk belgesi olmaktan çıkıp, siyasi
eleştirilere yer veren politik bir belgeye dönüşmüyor mu?
_ Yine aynı ayırımların yapılarak kin ve nefret tohumları
atıldığını iddia etmişsiniz.
Eğer bu iddianız TCK 216.maddesindeki Halkı Kin ve Düşmanlığa
Tahrik suçunu oluşturuyorsa, neden bu suçtan ötürü dava açmadınız?
Bu suçun unsurları yok ise, o takdirde suç olmayan bu siyasi
söylemlere neden yer verdiniz?
88
Bu tutumunuz söz konusu belgeyi hukuki olmaktan çıkartıp,
siyasi belgeye dönüştürmüyor mu?
Bu sorulara tatminkar cevaplar verilmediği müddetçe bu davanın
siyasi boyutunu inkar etmek mümkün değildir.
hh)
İddianamede hükümete karşı halkı ve Silahlı
Kuvvetler içinde resmi hiyerarşiye uymayacağını düşündüğüm bir
gurubu kışkırtarak, silahlı bir darbeye zemin hazırladığım iddia
edilmiştir.
Mütalaada bu iddiadan vazgeçilmiş, fiillerimde TCK
313.maddenin unsurlarının oluşmadığı belirtilmiştir.
Yani hiçbir eylemim de halkı hükümete karşı silahlı olarak isyana
tahrik etmediğim kabul edilmiştir.
Bu suçlama ile mızrak öylesine çuvala sokulmaya çalışılmıştır ki,
ucun her iki taraftan çıktığını gören savcılar bu konudaki
tutumlarından vazgeçerek TCK 313.madde suçlamasından
vazgeçmişlerdir.
Her şeyden önce şahsıma böyle bir suçlamayı getirmeleri için
“silahlı tahrik” şeklindeki maddi unsurun bulunması zorunludur.
Silahlı tahrik “cebir ve şiddet” unsurunun özel bir halidir.
Sadece sözlü olarak tahrikin gerçekleşmesi yeterli değildir.
Şahsımın böyle bir silahlı gurubu hükümete karşı tahrik ettiğine
ilişkin tek bir delil bulunamayınca sayın savcılar bu iddialarından
vazgeçmişlerdir.
Kaldı ki tahrik eyleminizin doğrudan doğruya silahlı bir guruba
yapılması zorunludur. Yoksa ortada olmayan sadece TSK içinde
varlığını düşündüğüm iddia edilen hiyerarşiye uymayan gurubun
kışkırtılması ile bu suç oluşmaz.
Bu suç için yasada belirtilmiş hiçbir yasal unsur oluşmamıştır.
TSK içinde varlığı iddia edilen gurup görevleri gereği yasaların
verdiği izin çerçevesinde silahlı olarak bulunmaktadır.
89
Kaldı ki bu guruba tarafımdan hangi tahrikin yapıldığı, bu
gurubun kimlerden oluştuğu, bu gurupla şahsım arasında ilişkinin olup
olmadığı, böyle bir gurubun varlığı gibi hiçbir konuda açıklama
yapmadan, delil konulmadan mücerret olarak yapılan suçlamanın hiçbir
temel dayanağı olmadığı ortadadır.
ıı) İddianamede yer alan suç oluşturmadığı açıkça ortaya çıkmış
bu ithamların TCK 312.madde kapsamında suç sayılması da
imkansızdır.
Bunun için öncelikle bu düşünce ve fiillerin cebir ve şiddet
içermesi, ikincisi de hükümeti ortadan kaldırmayı ya da görevlerini
kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye yönelik olması, üçüncüsü
eylemlerin amaç suçu oluşturabilecek ölçüde vahim boyutta olması
gerekir.
Sadece sözü edilen ayrıştırmaların fikir düzeyinde kalması ya da
açıklanması da TCK 312 maddesi kapsamında suç sayılamaz. Mutlak
surette cebir ve şiddet unsurunun aranması gerekir.
Kaldı ki iddia makamının iddialarının hiçbiri hükümetin ortadan
kaldırılmasına ve görevlerinin engellenmesine yönelikte değildir.
Söz konusu etkinliklerin yasal izinle yapılması, bu etkinlikler
konusunda hiçbir soruşturma ve ceza davasının olmaması, etkinliklere
katılanların sayısı ve etkisi dikkate alındığında ortada hukuka aykırı
bir eylem olmadığı gibi, vahim nitelikte işlenmiş bir suçta
bulunmamaktadır.
TCK 312.maddesi amaç suçtur. Bu suçun oluşabilmesi için araç
suçların olması gerekir. Ortada bu maddedeki korunan hukuki menfaat
aleyhine işlenmiş hiçbir araç suç yoktur. Araç suçlardan ne
iddianamede, ne de mütalaada bahsedilmiştir. İddianame tanziminden
önce de işlenmiş bir araç suç dosyası mevcut değildir. Bu sebeple de
söz konusu etkinliklerinden ötürü TCK 312.maddesinden ötürü
suçlamada bulunulamaz.
90
d)
Söğütlüler Dernek başkanı ile yapmış olduğum
telefon görüşmesinde, devletin yapamadığını sivil toplum
kuruluşlarının yaptığını, bir kısım işgalci zihniyetin devleti ele
geçirme gayretine girdiğini, Necip Hablemitoğlu’nu anma
toplantısına bu ülkenin sorunlarına duyarlı bir kesim olan birçok
emekli asker, öğretim üyeleri gibi aydının iştirak ettiği, başkanı
olduğu derneğinin Ayyıldız Platformuna girmesinin faydalı
olacağına, diğer derneklerin girmesi halinde platformun
genişleyeceğine o günkü etkinliğe bulunduğu Pendik’ten
Sultanahmet’e gelerek bu konuda bir ateş yaktığını beyan etmem,
bu tür anma toplantılarını sözde örgütün propagandasına
dönüştürdüğüm, katılanları niteliklerini belirterek eylemi
meşrulaştırmaya çalıştığım, sözde örgütün amacı doğrultusunda
Sivil Toplum Kuruluşlarını yönlendirdiğim ve bir çatı altında
toplayıp genişletme girişimde bulunarak sözde örgütün lobi
belgesine uygun davrandığım iddia edilmiştir.
aa) İddialarının tümü gerçek dışıdır. Sözde örgütün
lobi belgesini bu davanın soruşturmasına kadar ismini duymadım ve
görmedim. Evrakı ek klasörler içinde okudum. Bilmediğim, okumadığım
ve uhdemde çıkmayan bir belgeye uygun hareket etmem elbette ki
ciddi bir iddia olamaz.
bb) Devletin görevleri ile Sivil Toplum Kuruluşunun
fonksiyonları elbette ki birbirinden farklıdır. Kaldı ki devletin
politikaları ile Sivil Toplum Kuruluşlarının amaçları her zaman ters
düşmez.
Bilakis derneğimizin amaçları ve yine derneğimizin içinde olduğu
platformların gayeleri ile devletin milli politikaları arasında tam bir
uyum vardır.
Etkinliklerimize konu yaptığımız Kıbrıs, Azerbaycan, Irak
Türkmenleri, PKK terörü, Ermeni sorunu, Batı Trakya Meselesi,
91
Patrikhane ve ekümeniklik konusu gibi hemen birçok konuda son bir iki
yıla kadar ayniyet söz konusudur.
Devletin birçok milli politikalarının sivil toplum kuruluşlarınca
benimsenip, kamuoyunun aydınlatılması ve bu konulara duyarlılık
gösterilmesi arzu ettiği bir tutumdur. Çoğu zaman bu konuda
faaliyette bulunan Sivil Toplum Kuruluşunu hukuk kurallarına uygun
şekilde destek verir ve faaliyette bulunmasını sağlar.
Valilikler nezdinde Sivil Toplum Kuruluşunun yaptığı toplantılar
olduğu gibi, bir kısım derneklere bünyesinde çalışma imkanları
verilmektedir.
Dernekler hukuk devletinin, demokrasinin ve sivil rejimin
olmazsa olmazlarıdır.
Büyük Hukukçular Birliği’nin Pontus soykırım anıtına karşı yaptığı
çalışmalar dönemin Edirne Valisi ve Dış İşleri Bakanı Abdullah Gül
tarafından da desteklenmiş ve kamuoyuna açıklanmıştır.
cc) Devlet kurum olarak ulusal ve uluslararası birçok
kurum ve kuruluş tarafından etki sahasında bulunmakta olup,
politikalarını buna göre şekillendirmektedir. Özellikle uluslararası
ilişkiler kapsamında taahhüt altına girdiği askeri, siyasal ve ekonomik
birlik ve paktlar, devletin tutumunu ve politikalarını önemli ölçüde
etkilediği ve bazen bağımsız davranmasını engelleyerek, milli tavır
almasının önüne geçtiği bir gerçektir. NATO, AB, ABD ve diğer
devletlerle yapılan ikili askeri üs sözleşmeleri zaman içinde devletin
bağımsızlığını ve millet lehine kararlar almasını önlediği bir gerçektir.
Yine uluslararası ve ulusal bir kısım kuruluşların faaliyet ve
etkinlikleri de devletin tutumunu etkilemesi son derece tabidir.
Bazen bu etkileşim devletin tüm karar mekanizmalarını felce
uğratıp, millet yararına politikaların takip edilmesinin yolunu
kapatabilir. Fikri anlamda, zihniyeti işgal edilmiş bir devletin karar
mekanizmalarını devlet ve millet yararına demokratik hukuk yolları ile
harekete geçirecek kurumlar yine Sivil Toplum Kuruluşlarıdır.
92
İstanbul’un işgali sırasında kurtuluş mitinglerinin o dönemdeki
sivil toplum kuruluşları tarafından organize edilmesi ve bunun o
dönemdeki meclis ve Ankara Hükümeti tarafından desteklenmesi
bunun en bariz örneklerinden biridir.
Bugünkü hükümetin şikâyet ettiği, girilmesinden vazgeçme
noktasına geldiği AB ile imzalanan antlaşmaların devletin ve milletin
zararına olacağı, bu konuda yaptığımız basın açıklamaları ile dile
getirilmiştir. Gelinen noktada haklılığımız, hükümetin yaptığı
şikayetlerle ortaya çıkmıştır.
Telefonda bahsettiğim işgal tehlikesi, devletin fikri anlamda
işgalidir. Nitekim “ele geçirme gayretinden” bahsedilerek henüz ele
geçirme fiilinin tamamlanmadığı ifade edilmiştir.
Buradaki fikri işgalden kasıt tamamen devlet ve millet aleyhine
olan dış güçlerdir.
dd) Telefonda sözü edilen etkinlik Hablemitoğlu’nun
ölüm yıl dönümüdür. Etkinliğe katılan insanların niteliklerinden
bahsedilerek, Türkiye’deki aydın kesimin, Hablemitoğlu’na sahip
çıkması sevindirici bulunmuştur.
ee)
Dernek başkanında o etkinliğe Pendik’ten
Sultanahmet’e gelerek katılmasının bu konuda hepimizin içinde yanan
Hablemitoğlu’nun katline ilişkin ateşin daha da büyütülerek topluma
anlatılmasına vesile olunduğu belirtilmiştir.
ff) Derneğinin veya diğer derneklerin platforma
katılmalarının, bu kuruluşun genişlemesine ve böylelikle kamuoyunu
oluşturma noktasında daha etkin hale geleceği anlatılmıştır.
Platformun büyümesinin istenmesi ile sözde örgüt arasında nasıl
bağlantı kurulmaktadır, bunu anlamakta güçlük çekmekteyim.
Lobi belgesi bende çıkmadığı ve benimle bu belge arasında hiçbir
maddi ilişki kurulmadığı halde platformun büyümesinin istenmesi ile
nasıl olurda sözde örgüt amacı doğrultusunda genişlemenin
gerçekleştirildiği savunulabilir?
93
gg) Ortada örgüt isminden bahsedilmeden nasıl örgüt
propagandası yapılır? Bu tespitte son derece şaşırtıcıdır. Dışarıdan
etkinliği gören bu faaliyetin sözde örgüte ait olduğunu nasıl anlayacak
ki, bizde bunun propagandasını yapmış olalım. Bu konuda izahata
muhtaçtır.
hh)
Söz konusu etkinliklerle, sözde örgüt arasında
hiçbir ilişki kurulmadan, örgüt toplantısı olduğu iddia edilemez.
Şahsımla ilişkisi olmayan uydurma sözde örgüt dokümanlarına
dayanılarak bu bağ tesis edilemez.
ıı) Kaldı ki bu toplantılarda ne yapılmıştır da örgütün
propagandası gerçekleşmiştir?
İddiaların tümü içi boş, delilsiz ve mücerret beyanlardan
ibarettir.
3) İddianamede isnat edilen TCK 313.maddesinde düzenlenen
Silahlı İsyana Tahrik Suçunun hukuki nitelendirmesi
İddianamede birçok sanığa bu suç isnat edildiği halde ne
şahıslarla ilgili bölümlerde ne de genel bölümlerde yeterince hukuki
açıklama ve yorumda bulunulmamıştır.
Hangi fiilin bu suçun maddi unsuru olduğu, kişilerin fiilleri ile
sonuç arasında illiyet bağı ve bu suçla ilgili delillerinin açıklanması
yoluna gidilmemiştir.
Bunun dışında suçun unsurları izah edilmemiş, silahlı isyana
tahrikin ne olduğu? Hükümetten neyin kast edildiği? Hangi hallerde
bu suçun gerçekleşmiş sayılacağı? Gibi çok önemli konularda hiçbir
yorumda bulunulmaması savcılığın zorlama yolu ile bu suçu ihdas ettiği,
mütalaa bölümünde açıklaması imkansız hale gelince, bu suçun
unsurlarının oluşmadığını belirterek ceza verilmemesi yoluna
gidilmesini talep ettiği anlaşılmıştır.
a) Şahsımla ilgili bölümde
aa) 1.İddianamenin 1871.sayfasında;
94
“Silahlı Kuvvetler içinde resmi hiyerarşiye uymayacağını
düşündükleri bir gurubu kışkırtarak silahlı bir darbeye zemin
hazırlamak olduğu anlaşılmıştır”
denilerek TCK 313.maddedeki suçun işlendiği iddia edilmiştir.
bb) Yine 1.İddianamenin 1873 ve 1874.sayfalarında sözde
Ergenekon Örgütünün “hukuk birimi sorumlusu olarak faaliyet
yürütmek, örgütün amacına yönelik olarak halkı T.C. Hükümetine Karşı
Silahlı İsyana Tahrik Etmek” suçunu işlediğim iddia edilmiştir.
cc) Görülüyor ki bu açıklamalarda suçun ne hukuki yorumu
yapılmış, ne unsurları belirtilmiş ne de bu suçun hangi fiilimle
işlendiğine ilişkin bir açıklama yapılmıştır.
Sadece 1871.sayfada işlediğime ilişkin maddi fiilim olarak; halkı
değil, sadece TSK içinde hukukun dışına çıkmış bir gurubu silahlı bir
darbeye kışkırtmak amacı ile zemin hazırladığım gösterilmiştir.
Ancak bu suçun tarafımdan işlenebilmesi için ortada silahlı
isyana tahrik fiilinin mevcudiyeti şarttır.
Oysa ortada ne silahlı isyana tahrik eden bir gurup nede silah
mevcuttur.
Yine böyle bir gurupla irtibatım olmayıp, tahrik fiilini de işlemiş
değilim.
Böyle bir suçun işlenebilmesi için halkın silahlandırılmaya
teşvikinin planlanması, organize edilmesi gereklidir.
Maddede düzenlenen isyan birkaç kişinin arasında geçebilecek
bir husus değildir.
Burada eylem neticesinde bölge halkının hükümet kuvvetlerine
karşı gelmesi cezalandırılmıştır.
Meydana gelen olaylar birer birer ve gerekse bütün olarak göz
önünde bulundurulduğunda hükümet aleyhine hareketin olması gerekir.
Böyle bir fiilin oluşabilmesi için karşı hedef gösterilmeden önce
gayeye ulaşabilecek kuvvetle teşkilatlanma şarttır. Amaç etrafında
95
birleşmenin kitlelere mal edilmesi mümkün olmadığı takdirde muayyen
bir kitleye yönelik olduğunun kabulü de imkansız olacaktır.
Tahrik eylemi silahlı isyan çıkmasına yönelik düşmanca
davranışlar olup, basit propaganda niteliğindeki girişimler bu anlamda
bir tahrik sayılamayacağı gibi silah gibi vasıtalarla halkın isyana sevk
edilmesi gerekir.
Halk tabiri de isyanı gerçekleştirecek olan topluluğu ifade
etmektedir. Bu topluluğun hükümetin görev ve yetkisini yok
edebilecek veya bir tehlikeyi doğurabilecek güçte olması gerekir.
Maddeye göre isyan, belli bir hükümete karşı onun varlığını,
iradesini tanımamak ve yok etmek amacıyla bunu gerçekleştirebilecek
bir güçteki topluluğun giriştiği bilinçli bir harekettir.
Yasa bir bölge halkının hükümet kuvvetlerine karşı gelmesi
eylemini müeyyideye bağlamıştır. Böyle bir fiilin vücudu için halkın
silahlandırılması veya silahlandırılmaya tahrikinin planlanması veya
organize edilmesi gerekir.
Oysa iddianamede bu suçu işlediğime ilişkin maddi unsurun fiilleri
olarak;
- Bir sanığın bir gazetede okuduğu bir haberi yorumlayarak
tarafıma mesaj atması ( Bu kişinin iradesine katılmadığım
belirtilmiştir)
- Müvekkilim ve dostum olan birinin bana yardım için her zaman
emrimde olacağına ilişkin telefon konuşması,
- Bir müvekkile verilen dernek tüzüğü,
- Yasal izin alınarak yapılan, hiçbir olay çıkmayan otuz basın
açıklaması ve benzeri etkinlikler,
- Bir etkinliğe katılan dernek başkanının platforma davet
edilmesine ilişkin telefon konuşması gösterilmiştir.
Bu fiillerin TCK 313.maddesinde düzenlenen suçun unsuru olarak
gösterilebilmesi için hukuku tamamen rafa kaldırmak gerekir.
96
Ortada ne bir silahlı gurup, ne isyan eden halk ne de silahlı bir
tahrik yok iken bu suçun işlendiğini söylemek her türlü hukuki
ciddiyetten uzak bir tutumdur.
Nitekim iddia makamı da bu yanlışlığı görmüş iddiasından
vazgeçerek TCK 313.maddesinde düzenlenen Silahlı Tahrik Suçunun
unsurlarının işlenmediği kanaatine varmıştır.
Tüm davranışlarında hukuka uyan, sözde örgütün hukuk
sorumlusu olarak böyle bir vahim suçu nasıl işlediğim konusu
iddianamede zaten açıkta kalmıştı.
Ancak bu suçun işlenmediğinin ve unsurlarının oluşmadığının
ikrarı aslında TCK 312.mad. deki suçun işlenemeyeceğinin de tevilli bir
ikrarıdır.
Çünkü TCK 312.maddedeki suç, 313. maddedeki suçtan daha
vahim ve ağır hak ihlalini gerektirmektedir.
Savcılık TCK 313. maddesindeki suçun işlendiğini iddia ettiği
fiillerle, bu defa fikir değiştirerek, TCK 312.mad. deki suçun
işlendiğini iddia etmiştir.
Eğer fiiller daha hafif bir suçun işlenmesi için yeterli değilse
daha ağır bir suçun işlenmesi için elbette ki yeterli olmayacaktır.
Fiillerin hiçbiri hükümeti ortadan kaldırmaya ya da görevlerini
engellemeye yönelik bulunmamaktadır.
b-) İddianamenin genel bölümünde;
aa) İddianamenin 382.sayfasında;
“Resmi hiyerarşiye uymayan bir gurubu askeri müdahale yapması
için tahrik etmek ve darbe için gerekli ortamı hazırlamaya yönelik
faaliyetler arasında;
- Gizli Tanık 17’nin Anayasa Mahkemesi üyesine ait binada 15
sabıkalı kişinin bulunduğu,
- Aynı tanığın meclise kalpaklı olarak yürüneceğine ilişkin
beyanları,
97
- Cumhuriyet Gazetesine bomba atılması ve Danıştay Cinayeti,
- Yargıtay Binasının krokisinin çıkması,
- İzmir NATO üssüne saldırıya ilişkin bulunduğu iddia edilen
planlar,
- Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın koruma planları,
- Erdoğan Teziç’e yapılan silahlı saldırı,
- Ordu göreve pankartının taşındığı miting,
- Sanıklar arasında ya da sanıkların başka kişilerle yaptığı telefon
görüşmelerindeki konuşmalar,
- Doğu Perinçek’te ele geçirilen Askeri Mahkemenin düzenlediği
1971 tarihli iddianame,
gösterilmiştir.
Şahsımla ilgili bu suçun delili olarak genel bölümde sadece
Satılmış Balkaş’ın tarafıma çektiği benim onaylamadığım mesaja yer
verilmiştir. Bu durum bile şahsımla ilgili bu suçun maddi unsuru olarak
hiçbir fiilimin olmadığını teyit etmektedir.
Sayılan suçlar arasında vahim nitelikteki suç sadece Danıştay’a
yapılan saldırı olup bu suçunda TCK 313.madde kapsamına girmesi
mümkün değildir. Bu suçun icra hareketlerini bizzat işleyen aslı
faillerin bu fiillerinin TCK 309. madde kapsamına girip girmeyeceği
tartışılabilir.
Ancak; bu suçun dışındaki diğer tüm fiillerin gerek vahim olup
olmadığı noktasında, gerekse suçun unsurlarını taşımaması nedeni ile
TCK 313.madde kapsamında kalmayacağı bir gerçektir.
bb) 1.İddianamenin 382.sayfasından itibaren TCK 313.maddedeki
suçun birçok sanığın fiilinde gerçekleştiği hususunda şu görüşlere yer
verilmiştir.
___ Sözde örgüt suikast, dezenformasyon, hukuk dışı müdahalelere
ortam hazırlamış, halkı isyana, kanun ve kurallara uymamaya teşvik
gibi bir mücadeleye girişmiştir.
98
___ Ülkede kaos oluşturması, terör olaylarının artması ve ekonomik
kriz çıkması için her türlü eylemi gerçekleştirmekten çekinmemiştir.
___ Başbakan'a suikast planları hazırlamıştır.
___ Dezenformasyon yaparak başbakanı yıpratmaya çalışmıştır.
___ Ülkeyi kaosa sokacak eylemler gerçekleştirip gerekli ortamı
hazırlayarak, TSK içinde hiyerarşiye aykırı hareket etmesini
istedikleri bir gurubu darbe yapması için göreve çağırmışlardır.
___ Darbe yaptırarak yasama ve yürütme kurumlarını lağvederek
yerine kendi düşünce ve amaçlarına uygun bir yönetim tesis etme
yönünde faaliyetlere girişmişlerdir.
___ Danıştay hakiminin cenazesinde ülkede gerilim ve çatışma ortamı
oluşturacak protestolar düzenlemişlerdir. İktidarı zan altında bırakıp
tepkisini iktidara yöneltmesi amaçlanmıştır.
___ Eylemlerin amaç ve neticelerine bakıldığında aynı merkezden
yönlendirildiği ülkede kaos, kargaşa ve huzursuzluk çıkarmayı ve
ülkemizi uluslararası arenada sıkıntıya sokmayı hedeflediği iddia
edilmiştir.
___ Ülkede iç çatışma, anarşi, terör ve kaos oluşturup Askeri
müdahale için gerekli ortamın hazırlanmasının amaçlandığı
değerlendirilmiştir.
___ Gerçekleştirilen eylemlerle nihai amaçlara ulaşılmadığı, bu
nedenle darbe zemini oluşturma yolunda kanlı eylemlerin planlamaya
devam ettiği tespit edilmiştir.
___ Telefonlardaki konuşmalar ile darbe çığırtkanlığı ve ordunun
darbe yapmaya davet edildiği anlaşılmaktadır.
Savcılığın 1.iddianamede yaptığı bu tespitlerin hiçbiri doğru ve
yasaya uygun değildir. Çünkü
___ Suikast planlarının tamamı usule aykırı temin edilmiş, maddi
gerçeklikle ilgisi olmayan iddialardan ibaret kalmıştır.
99
___ Sanıkların telefonlarda ifade özgürlüğü kapsamındaki
beyanlarının hiçbirinde suç unsuru olmadığı halde abartılı iddialarda
bulunularak vahim boyutta suç isnatları yapılmıştır.
___ İstihbarat dili kullanılarak kişilerin her düşüncesi
dezenformasyon olarak değerlendirilmiştir.
___ Bazı kişisel eylemler ve suçlar hiçbir delil olmaksızın sözde örgüt
suçuna dönüştürülmüştür.
___ Olmayan darbe planlarından bahsedilmiştir.
___ Yasama ve yürütme organlarına yöneltilmiş hiçbir fiil olmadığı
halde haksız ve hukuk dışı isnatlarda bulunulmuştur.
___ Sanıklarla ilgili olmayan eylemler arasında delilsiz olarak bağlantı
oluşturup, hayali ve sanal ilişkiler ağı üretilmiş, sözde örgüt ve sözde
örgüt suçları yaratılmıştır.
İddia makamı varsayımlarla ve karinelerle sonuca gitmiştir.
Delilsiz, illiyet bağı kurulmadan ve suç unsurları bulunmadan
abartılı isnatlarda bulunmuşlardır.
Suçla, faille, delille ve netice ile hiçbir ilişki kurulmadan suç ve
suçlu yaratılmıştır.
Savcıların iddialarının tümü TCK 313 ve 312.maddesinde
düzenlenen suçların maddi unsurlarını ve fiilleri oluşturmaktan
uzaktır.
cc) İddianamenin 517.sayfasında;
____ 313.maddesindeki suç, 312.maddedeki suçun hazırlık hareketi
niteliğindeki fiillerin bağımsız suç olarak tanımlanması şeklinde
görülmüştür.
____ 313.maddesindeki suçta, suçların silahlı bir örgütle
işlenmesinden değil, cebir ve şiddet kullanılarak işlenmesinden
bahsedilmektedir.
____ 313.maddesindeki suçu toplumun üzerinde etkili olan bir kişinin
işlemesi mümkündür.
100
____ 312 ve 313.maddedeki suçlardaki cezanın yanı sıra ayrıca
314.maddedeki suçtan ötürü de ceza verilmelidir
şeklinde tespitlerde bulunulmuştur.
Savcıların bu fikirlerine katılmak mümkün değildir. Çünkü
____ TCK 313.maddesinde Silahlı İsyana Tahrik Suçu amaç suçlardan
biridir. Bir amaç suç bir diğer amaç suçun hazırlık hareketi olamaz.
Kaldı ki her iki suçta korunan hukuki menfaat, maddi unsur, cebir ve
şiddet unsurları farklıdır. Eğer savcılar bu görüşte olsalardı. şahsımı
ve birçok sanığın hem TCK 313 hem de 312.maddeden
cezalandırılmasını isterlerdi.
____ TCK 313.maddede suçun işlenmesi için cebir ve şiddet yeterli
değildir. Mutlaka silahlı isyana tahrik olması zorunludur. Bu suçun
unsuru silahtır. Örgüt şart değildir. Ancak silah şarttır.
____ TCK 313.maddesi toplumda etkili olan kişinin sadece tahrik
teşkil eden beyanları ile işlenemez. Maddede belirtilen silah yolu ile
cebir ve şiddet, halkın isyana tahrik ettirilmesi gibi asıl unsurların
bulunması zorunludur.
____ TCK 312 ve 313.mad. cezalandırılma halinde TCK 314.mad.
cezalandırma olunmayacağı savcılarca da kabul edilmiştir.
4) Mütalaada TCK 312.maddesinde işlendiği iddia edilen suçun
unsurları konusunda yapılan açıklamalar
a) İddia makamı tarafıma isnat edilen TCK 312.maddesindeki
suçun unsurlarını açıklarken, şu saptamalarda bulunmuştur;
aa) Bu madde ile bakanlar kurulunun fonksiyonları korunmak
istenmiştir.
bb) Teşebbüse ait icrai hareketler tamamlanmış suç gibi
cezalandırılmıştır.
cc) Suçun oluşabilmesi için fiilin icrasına başlanılmış olması
yeterlidir.
101
dd) Suç siyasi iktidarın bir parçası olan hükümete karşı
işlendiğinden siyasal bir suçtur.
ee) Eylemin mutlaka cebir ve şiddeti içermesi gerekir.
ff) Cebir veya şiddetle icraya başladığı anda suç oluşmaktadır.
Ancak fiilin amaca yönelik tehlike oluşturmaya uygun ve elverişli
olması gerekir.
gg) Başlanan icra hareketinin ortadan kaldırma veya engelleme
neticelerine elverişliliği değil, neticeler bakımından tehlike oluşturup
oluşturulmadığına bakılması gerekir.
hh) Başlanan icra hareketinin mutlaka cebir ve şiddet içermesi
zorunlu değildir. Tamamlamaya yönelik icra hareketlerinde cebir ve
şiddet bulunması yeterlidir.
ıı) Elverişli hareketle suçun icrasına başlanmış olunması gerekir.
ii) Failinin amacı hükümeti ortadan kaldırmaya ya da görevlerini
kısmen veya tamamen engellemeye yönelik olmalıdır.
jj) İcraya başlanmadan önceki hareketler, cezalandırılmayan
hazırlık hareketleridir.
kk) Amaca yönelik birden fazla fiil suçun tekliğine zarar vermez.
ll) Bu suçun işlenmesi sırasında başka suçlarında işlenmesi
halinde bu araç suçlar açısından gerçek içtima hükümleri uygulanır.
mm) 309.Maddedeki suçun tamamlanabilmesi için devamlı bir
şekilde anayasanın öngördüğü düzenin değiştirilmesi ya da ortadan
kaldırılmasının hedeflenmesi gerekir. Bu suçun manevi unsuru devamlı
bir şekilde anayasanın öngördüğü düzenin zorla değiştirilmesi ya da
ortadan kaldırılmasının hedeflenmiş olmasıdır. 309.madde işlenen
suçla aslında, 311 ve 312.maddelerdeki suçlarda işlenmiş
bulunmaktadır. Ancak bu hükümler arasındaki fark sürekli bir şekilde
ortadan kaldırma ya da değiştirmeyi 309.madde, sürekli olmadığı ve
tek eylemle suç gerçekliği takdirde 311 veya 312.maddenin tatbiki
gerekir.
102
nn) Dosya kapsamındaki eylemler daha çok TCK’nun 312.maddesi
kapsamına girmektedir. Yani bir hükümet politikasının zorla
uygulanmasının engellenmesi halinde 312.mad. uygulanacaktır. Eğer
sürekli olarak bu organların Anayasa’da öngörüldüğünün dışında bir
organa dönüştürülmesi hedeflenmiş olursa 309.mad. uygulanacaktır.
oo) Hükümeti cebir yoluyla yıkmayı hedeflemek ve bu kastla
hareket ederek yürütme organının görevlerini yapmasını engellemeye
teşebbüs etmek TCK 312.mad. suç tipine uymaktadır.
öö) Suçta özel kast aranır. Yani hükümet hedeflenmiştir.
pp) Örgüt adına yapılan her eylem içinde ayrı cebir unsuru
aranmamalıdır. Cebir ve şiddetin terör örgütü tarafından yöntem
olarak belirlenmesi yeterlidir.
rr) Yasada öngörülen cebir maddi ve manevi anlamda
kullanılmıştır. Cebir failin amacına ulaşmak için kullanılabileceği tüm
meşru olmayan yöntemleri ifade etmektedir. Yani cebir keyfi, meşru
olmayan hileli hareketlerde olabilir. Kaldı ki cebir suçun unsuru değil
niteliğidir. (S.1088)
b) İddia makamı mütalaanın genel bölümünde TCK 309, 311,
312.mad. açısından yaptığı tespitleri maalesef sanıkların fiillerine
tatbik ederek sonuca gitmemiştir.
Eğer bunu yapmış olsa idi, sanıklar arasında TCK
312.maddesinden yargılanan kalmayacaktı.
Her bir sanık için kendi bölümünde isnat edilen fiillerin, TCK
312.maddesinde belirtilen maddi unsuru ve diğer unsurları oluşturup
oluşturmadığı tespit edilmeli fiil ile netice arasında illiyet bağı
kurulmalıydı.
Bu kapsamda sanıkların fiillerinin icra hareketimi yoksa hazırlık
hareketi mi olduğu,
Eylemlerin cebir ve şiddet içerip içermediği,
Fiillerin amaca yönelik tehlike oluşturmaya uygun ve elverişli
olup olmadığı,
103
Failin amacının hükümeti ortadan kaldırmaya ya da görevlerini
kısmen ya da tamamen engellemeye yönelik bulunup bulunmadığı
belirlenmemiştir.
Bu tespitler yapılmış olsa idi sayın savcıların 312.maddeden
ötürü cezalandırma talebinde bulunacağı bir sanık olmayacaktı.
Burada sorun; savcıların yaptıkları tespitleri ve mütalaalarında
belirledikleri suç unsurlarını, sanıklara uygulamamasından
kaynaklanmıştır.
Şahsımla ilgili fiillere tespit ettiği suç unsurlarını uygulamış olsa
idi;
___ Hiçbir fiilimin icra hareketi olmadığını,
___ Hiçbir fiilimde cebir ve şiddet unsurunun bulunmadığını,
___ Hiçbir fiilimin amaca yönelik tehlike oluşturmaya uygun ve
elverişli olmadığını,
___ Hiçbir fiilimin hükümeti ortadan kaldırmaya ya da görevlerini
engellemeye yönelik kastı taşımadığını belirleyerek TCK 312.mad.
cezalandırılmamı talep etmeyecektir.
Maalesef iddia makamının tespitleri farklı, uygulamaları farklı
olmuştur.
Savcıların isnat edilen suçlar hakkında teorik olarak yaptıkları
tespitlerde önemli hukuka ve yasaya aykırılıklar mevcuttur. Şöyle ki;
aa) İcra hareketinin sonucu sağlamaya elverişli olup olmadığı
noktasında iddia makamının; “tehlike oluşturup oluşturmadığı
bakımından elverişliliği aranmalıdır” görüşüne katılmak mümkün
değildir.
Gerek doktrindeki baskın görüş, gerekse aşağıda sunacağımız
Yüksek Yargıtay kararlarında elverişliliğin netice bakımından
aranmasını, tehlike oluşturup oluşturmayacağı konusunda elverişliliğe
bakılamayacağı belirlenmiştir.
bb) İddia makamı başlanan icra hareketinde cebir ve şiddet
aranmasına mahal olmadığına, suçun tamamlanmasına yönelik sonraki
104
icra hareketleri cebir ve şiddet unsuru içerecekse bununla
yetinileceğini belirtmiştir.
Bu görüşte hatalıdır. Bu yorum TCK 312.mad. belirlenmiş cebir
ve şiddet unsurunun giderek yok sayılmasına yol açacak, fiilde cebir
ve şiddet olmasa bile yorum yolu ile adeta istikbal okunarak son
derece vahim uygulamalara rastlanabilecektir.
Bu maddenin tatbikinde tüm icra hareketlerinde başından
sonuna kadar cebir ve şiddetin aranması zorunludur.
Aksi takdirde yorum ve karinelerle suçun unsuru değiştirilmiş
olur, ifade özgürlüğü kapsamında kalan birçok fiil bu madde
kapsamında cezalandırılma yoluna gidilebilir.
İddia makamı gerek şahsım, gerekse diğer sanıkların
eylemlerinde cebir ve şiddeti görmediğinden, fiilin bu nitelikli halini
yok sayarak adeta yasa maddesini değiştirme yoluna gitmiştir.
cc) 309.Madde için kabul edilen sürekli bir şekilde kaldırma ya
da engellemeye yönelik iradenin 312.madde için aranmaması doğru
olmamıştır. Bu konuda iki madde arasında ayırım yapılmasını öngören
bir düzenleme mevcut değildir.
dd) Örgüt adına yapılan, içinde cebir ve şiddet unsuru aranması
gereken fiilde, sadece terör örgütünün cebir ve şiddeti yöntem olarak
kabul ettiğine bakılarak, fiilde cebir ve şiddetin aranmaması doğru
değildir.
İddia makamı sadece terör örgütünün cebir ve şiddeti yöntem
olarak kabul ettiğine bakarak, bu unsurun bulunması gereken suçlarda
aranmasına mahal görmemesi kabul edilemez.
ee) Mütalaanın 1088.sayfasında cebir ve şiddet unsuru tamamen
değiştirilerek suçun uygulanmasında sadece cebir yeterli görülmüş ve
bunun sonucu olarak, yasada açıkça “şiddet” hali öngörülerek sadece
manevi cebir yeterli olmamasına rağmen, bu yolla uygulama
genişletilerek tüm meşru olmayan yöntemler “cebir” hali içinde
gösterilip, maddeye yeni ve genişletici unsurlar dahil edilmiştir.
105
İddia makamının bu yorumu ve tespiti kabul edilemez. Yasada bu
konu çok net bir şekilde çözümlenmiştir. Yasa koyucu yanlış anlamaları
ortadan kaldırmak amacı ile “cebir veya tehdit” yerine “cebir ve
şiddet” halini birlikte öngörmüştür. Yani cebir veya şiddet değil,
cebrin içinde şiddet barındıran halini tercih ederek yasanın
uygulamasını önemli ölçüde daraltmıştır.
İddia makamı TCK 312.maddesini unsurları oluşmamasına rağmen
uygulanması için, bu bölümdeki anlatımlarını görmezlikten gelerek
cebir ve şiddet unsurunu, içine sadece manevi cebri alacak şekilde
cebir haline indirgemiştir. Bu yorum kabul edilemez.
5) Gerek doktrine görüşler, gerekse Askeri Yargıtay ve Yüksek
Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatları TCK 312.maddesinin tarafıma
uygulanmasını imkânsız kılmaktadır.
İddia makamı, 765 Sayılı Yasanın 147.maddesinin, 5237 Sayılı
Yasanın 312.maddesinin gerek yasal unsurlarını gerekse uygulamada
yerleşmiş yorumlarını eksik ve taraflı olarak aktarmış olsa da
maalesef, kendisinin belirlediği eksik ve hatalı unsurları dahi
uygulamaktan imtina etmiş, gerek şahsıma gerekse diğer sanıklara
TCK 312.maddesinin tatbiki imkansız olmasına rağmen, her bir sanık
açısından değerlendirmeden, bu hükmün uygulanmasını talep etmiştir.
Bu hükmün davamızda uygulanmasının imkânsızlığını ortaya
koymak açısından her bir unsur açısından doktriner görüşlere ve
Yüksek Mahkeme içtihatlarına savunmamda ayrıntılı olarak yer
vermekte fayda görmekteyim. Şöyle ki;
a) Eylemlerin yani icra hareketlerinin neticeyi
doğurmaya elverişli olması gerekir.
aa) Doktriner Görüşler
TCK 312.maddesindeki suçun gerçekleşmesi için
hükümeti ortadan kaldırmaya ya da görevlerini kısmen veya tamamen
engellemeye yönelik icra hareketlerinin söz konusu tehlikeyi
106
yaratabilecek nitelikte olması gerekir. Her hangi bir tehlike
yaratması mümkün olmayan eylemler suçun maddi unsurunu
oluşturmaz.
Suçun tamamlanması için neticenin meydana gelmesi şart
değildir. Ancak icra hareketlerinin neticeyi doğurmaya elverişli olması
gerekir. Neticeyi doğurmaya elverişli olmayan hareketler icra
hareketi sayılmaz.
TCK 312.maddesindeki suç, bir tehlike suçudur.
Ancak eylemin amaca yönelik sonucu elde etmeye uygun elverişli
olması ve elverişli araçlarla icra hareketlerine başlanmış bulunması,
başka bir deyimle amaçlanan sonucu doğurabilecek icra hareketleri
olarak belirginleşmesi gerekir.
Eylemin sonucu elde etmeye elverişli olup olmadığının soyut ve
genel belirleme dışında eylemin işlenme şekli, zamanı ve diğer somut
özellikleri ile birlikte değerlendirmek suretiyle saptanması gerekir.
Bu itibarla amaç suç niteliğinde bulunan TCK 312.maddesindeki
suçu işleme amacı doğrultusunda olmakla beraber, bu sonuca ulaşma
tehlikesi doğurmayan yetersiz ve önemsiz eylemler, örgüt suçunun
unsurlarının bulunması halinde TCK 314.maddesindeki silahlı örgüt
suçunu oluşturabilir.
İddia makamının mütalaada belirlediği üzere elverişliliğin
tehlikelilik noktasında değil, neticeyi gerçekleştirme noktasında
aranması gerektiği kesin bir dille ifade edilmiştir.
Tehlike yaratabilecek elverişli hareketler ile neticeyi
gerçekleştirebilecek elverişli hareketler arasında çok bariz fark
vardır. İddia makamının suçun uygulanmasını genişleten, temel hak ve
özgürlüklerin kullanılmasını engelleyebilecek uygulamalara yol
açabilecek bu düşüncesi doktrinde ve Yargıtay içtihatlarında kesin bir
dille reddedilmiştir. Bizzat mütalaada belirtilen Yargıtay Ceza Genel
Kurul kararında dahi iddia makamının bu görüşü kabul edilmemiştir.
Ancak suç bir somut tehlike suçu olduğu için;
107
teşebbüs edilen fiillerin “Devletin Anayasal Düzeni”nin
değiştirilmesini mümkün kılabilecek yoğunlukta olması gerekir. Bu
husus, somut olayın şartları göz önünde bulundurularak hakim
tarafından takdir ve tayin edilecektir. Madde de belirtilen amacın
gerçekleşmesine matuf olsa bile, bu neticenin gerçekleşmesi
açısından somut bir tehlike arz etmeyen fiiller, başka bir suç
oluştursa bile, 312.maddedeki suçu oluşturmayacaktır.
İcra hareketinin elverişli olup olmadığının belirlenmesinde
sanığın örgütsel bağlılığı, örgütün ülke genelindeki organik bütünlüğü,
toplumdaki etkinliği dikkate alınmalıdır.
Amaç suçu işlediği iddia edilen sanığın sübuta eren eylemlerin
belirlenmesi zorunludur.
Failin üyesi bulunduğu örgütün amacı dışında bir başka kişisel
nedenlerle suç işlemesi halinde amaç suç olan TCK 312.maddesi
uygulanamaz.
Bir eylemin TCK 312.maddesindeki suçu oluşturabilmesi için
hazırlık hareketini aşıp icra hareketini oluşturabilecek amaç suça
uygun ve elverişli olması ve elverişli araçlarla işlenmesi yetmez,
eylemlerin mutlaka zorlayıcı nitelikte olması gerekir.
Propaganda veya telkin aşamasında kalmış fiiller ile örgütlenme
aşamasındaki eylemler maddede sözü edilen gayenin gerçekleşmesine
yönelik elverişli özelliğine sahip değildir.
Madde de sayılan elverişli fiillerin cebri nitelikte olması gerekir.
Göz önünde bulundurulması gereken husus işlenen fiillerin
devletin varlığını tehlikeye sokmasının zorunlu olduğu hususudur.
bb) Elverişlilik şartına ilişkin Yüksek Mahkeme kararları
Yüksek Mahkemeler bu şartı aradıkları kararlarında suçun soyut
değil, somut bir tehlike suçu olduğunu ortaya koymuşlardır. Şöyle ki;
aaa) Eylemler gaye suçu işlemek amacı doğrultusunda olmakla
beraber bu sonuca ulaşma tehlikesi doğurmayan yetersiz ve önemsiz
108
eylemler maddedeki suçu oluşturmazlar. Olsa olsa hazırlık hareketleri
niteliğindeki bu tür eylemler silahlı örgüt suçunu oluşturabilir”
Yargıtay ( CGK, 22.10.1990,1990/193-251)
bbb) “Sanığın duvarlara bildiri asması ve birkaç bina yakmaktan
ibaret eylemleri amaç suçu sağlamaya yönelik uygun ve elverişli
amaçlarla icra fiili niteliğinde bulunduğu kabul edilemez”
(Yargıtay CGK’nun 22.10.1990,9/193-251)
ccc) “Amaç suçun uygulanabilmesi için diğer koşullar yanında
işlenen gaye suçunun vahamet niteliğini de nazari dikkate almak
gerekir…
Eylemi fiilen gerçekleştiren kişi ile yanında olup olayın
vahametini meydana getiren öldürme eylemine fiilen katılmayan
kişinin durumunun aynı nitelikte kabulü hak ve adalet duygusu
açısından mümkün olmadığı.”
(As.YDK 26.03.1987,61/58)
ddd) “Sanıkların korsan mitinge katılmaları, örgüt ve diğer yasak
yayınları taşıma eylemleri örgüt üyeliği suçunun unsurları olup, söz
konusu eylemler gaye suçuna yönelik cebri ve icrai hareketlerden
değildir” (AS.YDK 20.10.1988,140-118)
eee) “Terör örgütü üyesi olmak, seminer düzenlemek, bildiri
dağıtmak, yazılama da bulunmak, mitinglere iştirak ve slogan atma,
örgüte para toplama, K.Maraş olaylarını protesto etmek olarak sabit
olan eylemleri gaye suçuna yönelik icra hareketlerinden olmayıp, örgüt
üyesi olmak suçunun delilini teşkil eden izhari hareketlerdir”
(AS.YDK.06.02.1986,9-17)
fff) “Amaç suçun işlenmesi için silahlı örgüt kurmak, duvarlara
yazı yazmak, propaganda yapmak amaç suçu oluşturmaz. İcra
hareketlerinin başlaması belirli bir sonuca yönelmesi gerektiği gibi,
icrada kullanılan vasıtanın da elverişli olması şartı aranacaktır”
(AS.Y.1D.10.03.1982,26-86 ve 10.03.1982,121-07)
109
ggg) “Sanıkların korsan mitinge katılmaları örgüt ya da yasak
yayın taşımaları diğer unsurların oluşması halinde örgüt üyeliği suçun
kanıtları olup, amaç suça yönelik cebri ve icrai hareketler sayılmaz”
(AS.YDK 20.10.1988,140-118)
hhh) “Propaganda yapmak, örgüte adam kazandırmak, bildiri
dağıtmak, bilinçlendirme, faaliyetleri silah temin etmek, silah
konusunda örgüt üyesi yetiştirmek, hırsızlık yapmak gaye suçunun
unsurları sayılamaz. Bu tür eylemler gaye suçunun hazırlık hareketi
olup ancak örgüt üyeliği içinde değerlendirilmelidir” (AS.Y5D.
16.05.1984,138-242)
ııı) “Toplumda devletin güçsüz kıldığı, yıkılacağı yolunda korku ve
paniğe yol açmaya, yazılama, afiş asma, bildiri dağıtma, seminer ve
mitinglere katılma hazırlık hareketi olarak
düşünülebilir.”(AS.Y4D.13.03.1984,16-60)
iii) “Amaç suç için neticenin gerçekleşme tehlikesini
doğurabilecek adam öldürme, silahlı soygun, silahlı çatışma gibi kişi ve
toplumları dehşete düşürücü yoğunlukta ve etkinlikte devlete karşı
güveni sarsıcı nitelikte icra hareketleri olup, bu fiillerin düzeni esaslı
biçimde ve elverişli vasıtalarla zorlayıcı bulunması gereklidir”
(AS.Y4D. 13.03.1984, 16/60)
jjj) “Niteliği itibariyle örgütün amacı doğrultusunda amaç suçun
gerçekleşmesine yönelik olarak vahamet arz eden fiil amaç suçu
oluşturur.” (Y.9.CD. 08.12.2003,478-2194)
kkk) “Büfeye atılan bomba kullanmaya elverişli olmadığı takdirde
ancak örgüt suçu kapsamında değerlendirilebilir”
(Y.9CD.18.09.1995,4362-4741)
lll) “Jandarma karakoluna silahlı baskın yapılarak askeri
personelin görevini yaptırmamaya yönelik tek eylemleri maddede
öngörülen sonuca ulaşmadaki yeterlilik ve önemi nazara alındığında
hukuki durumlarının örgüt üyeliği çerçevesinde değerlendirilmesi
110
gerekir” (Y.9CD.25.01.1991, 3905-320) ve benzeri karar
Y.9CD.02.05.1991, 706/1524)
mmm) “Banka ve tren soygunundan pay alan kişi amaç suçu
işlemiş sayılamaz. Örgüt üyesi olarak cezalandırılması gerekir.
(AS.Y.5D.12.10.1983)
nnn) “Gaye suçun maddi hareketinin, örgüt mensubu kimselerin
teorisyenlerin önerilerine uygun olarak uyguladıkları usul ve
taktiklerin gayeye müteveccih olarak istenilen ortamı yaratacak ve
arzulanan neticenin gerçekleşme tehlikesini doğurabilecek olan adam
öldürme, silahlı soygun, silahlı çatışma gibi kişi ve toplumları dehşete
düşüren devlete karşı olan güveni sarsıcı nitelikte olay eylemler
olduğu aşikardır” (AS.YDK.03.05.1984,110-109)
ooo) “Gayeye müteveccih eylemler…arzulanan neticenin
gerçekleşme tehlikesini doğurabilecek olan adam öldürme, silahlı
soygun, silahlı çatışma gibi kişi ve toplumları dehşete düşüren devlete
karşı olan güveni sarsıcı nitelikte olan hareketlerdir. (AS.YDK.
10.03.1983 aynı mealde ASY.1D.65-63 ve 27.6.1984,294-325)
ööö) “Silahla tehdit ederek mağazadan para alıp kapı önündeki
aracı çalan, aynı işyerinin önüne bomba koyan, daha sonra kuyumcuya
giderek altınların torbaya konulduğu sırada zile basılması sonucu olay
mahallinden kaçan, akabinde bir fabrika kasasını soyarken
muhasebeciyi öldüren ve bilahare güvenlik güçleri ile girdiği çatışma
sonucunda yakalanan sanığın bu eylemleri kişi ve toplumda panik ve
dehşet havası yaratabilecek, anayasal düzenin yıkılması tehlikesini
doğurabilecek nitelikte ve birinci derecede önemli haiz eylemler
olduğu aşikardır. Sanığın örgüt içindeki yeri, etkinliği, suç
kasıtlarındaki yoğunluk ve gerçekleşen eylemlere doğrudan doğruya
katılmış olması nazara alındığında hukuki durumlarının amaç suç
kapsamında değerlendirilmesi gerekir. (AS.YDK 02.07.1987,117/123)
ppp) “Topluluk üzerine silahla birçok defa ateş edilmesi ve bu
atış sonucu bir kişinin yaralanması, ateş eden kişinin öldürme gayesi
111
ile hareket etmesi (AS.YDK.19.03.1987,41/49) devlet otoritesinin
sarsılması, karşıt görüşteki insanları yıldırmak mevcut düzenin
yıkılması için fertler ve topluluklar üzerinde panik yaratmak, toplumu
istenildiği şekilde yönlendirmek için adam öldürmek, toplumda mal ve
can güvenliğini sağlamak, kolluk kuvvetlerine öldürme noktasına varan
tecavüzler, banka soygunları, binaları karşılama, patlayıcı madde atma
gibi eylemlere asli maddi fail olarak katılan sanığın bu fiilleri müesses
nizamın yıkılmasına elverişli ortamın doğmasına müessir gayeye
yönelik suçlardır” (AS.YDK.19.03.1987,41-49)
cc) Doktrindeki görüşler ve Yüksek Mahkeme İçtihatları
karşısında tarafıma isnat edilen fiillerin hukuki durumu
Gerek iddianamede, gerekse mütalaada önce TCK
313.maddesinde, daha sonra TCK 312.maddesinde düzenlenen suçları
işlediğim kanaati ile şahsıma şu fiilleri isnat edilmiştir.
___ Türkiyem Topluluğunun İstanbul Şubesinin yürütme kurulu
üyesi olduğum,
___ Muzaffer Tekin’in müdafisi olarak telefonda yaptığım bir
konuşmada, yürütülen soruşturmayı milli mesele olarak
nitelendirdiğim,
___ Ali Yiğit’in yeni ifade vermesi ve de ilk ifadesinin geçerli
olmadığını söylemesi için çalışmalar yaptığım,
___ Genelkurmay Başkanlığı, Bilgi Destek Dairesindeki
bilgisayar disklerinde bilgim olmaksızın bir yazıda Büyük Hukukçular
Birliği’nin TGB ile birlikte desteklenerek harekete geçmeleri
sağlanabileceğine ilişkin üçüncü kişinin yorum ve öneri de bulunduğu,
___ Büyük Hukukçular Birliği Derneğinin toplantılarına bir kısım
sözde örgüt sanıklarının iştirak ettiği,
___ Büyük Hukukçular Birliği’ni sözde örgütün amaçları
doğrultusunda yönetip, yönlendirdiğim, sözde örgütün birçok mensubu
ile irtibatta bulunduğum,
112
___ Hukuk çerçevesinde kalmaya özen göstererek legal
görünümlü provakatif miting, basın açıklaması, dava açılması gibi
faaliyetleri yönlendirdiğim,
___ Legal görünüşlü eylemlerdeki söylemlerim de internet
sitelerinde yazdığım yazılarda, irtibatta bulunduğum kişilerle yaptığım
telefon görüşmelerimde televizyon programlarında halkı hükümete
karşı kışkırttığım,
___ Sözde örgütün ve mensuplarının hukuk alanında işlerini
takip ve organize ettiğim,
___ Diğer sözde örgüt üyelerinden Asım Demir, Atilla Aksu ve
Fuat Turgut’u emir ve talimatlarla yönlendirdiğim,
___ Sözde örgütsel faaliyetlerimde süreklilik, çeşitlilik,
yoğunluk ve kamuoyundaki etkim olduğu iddia edilerek TCK’nun
312.maddedeki suçu işlediğim ileri sürülmüştür.
Şahsıma isnat edilen hiçbir fiilde, TCK 312.maddedeki
neticeyi doğuracak ya da bu tehlikeyi yaratacak nitelikte elverişlilik
yoktur.
TCK’nun 312.maddesinde ki gaye suçunun işlenebilmesi için
işlediğim iddia edilen fiillerin vahamet arz etmesi gerekir.
Hiçbir müellif görüşünde ve Yüksek Mahkemenin kararında
telefon görüşmeleri, basın açıklamaları, mitinge iştirakler, dava
açmalar, televizyon programları, internette yazı yazmalar, hukuk
alanında işlerin takibi, sivil toplum kuruluşu üyeliği asla vahim bir fiil
olarak amaca ulaşma tehlikesi doğurabilecek eylemler olarak
değerlendirilmemiştir.
Tam tersine söz konusu fiiller sözde örgüt kapsamında
yapılsa bile ancak unsurların oluşması halinde sözde örgüt suçunun
varlığının delili olabileceği belirtilmiştir.
Mütalaa ve iddianamede belirtilen ve tarafıma isnat edilen
hangi fiilim de;
___ Toplumda panik ve dehşet havası yaratabilecek,
113
___ hükümeti ortadan kaldırabilecek ya da görevlerini
engelleyebilecek,
___ Devletin otoritesini sarsabilecek,
___ Mevcut düzeni yıkabilecek nitelikte adam öldürme, silahlı
soygun, silahlı çatışma gibi eylemlerle kıyaslanarak gaye suçu işlediğim
ileri sürülebilir.
Tarafıma isnat edilen hangi fiil hükümeti ortadan kaldırmaya ya
da görevlerini engellemeye elverişli suçtur.
___ Ortalama 50-60 kişinin katıldığı, yasal izinleri alınmış basın
açıklamaları ile mi hükümet ortadan kaldırılacaktır?
___ Açtığım davalar mı hükümetin görevlerini engelleyecektir?
___ Yaptığım iddia edilen televizyon programları, internette yazdığım
yazıları, sivil toplum kuruluşuna üyeliğim, içinde hiçbir suç unsuru
olmayan telefon görüşmeleri, bir sanığın doğru ifade vermek amacı ile
kendi isteği üzerine düzenlenen bir toplantıya davet üzerine
iştirakim, dernek yönetim toplantılarına katılmam, bir asker şahsın
bilgim olmaksızın başkanlığını yaptığım derneğin kullanılmasına ve
desteklenmesine ilişkin yaptığı iddia edilen öneri mi hükümeti ortadan
kaldırabilecek nitelikte fiillerdir?
Bunun aksini iddia edip, bu fiillerin hükümeti ortadan
kaldırabilecek neticeyi sağlayabilecek tehlikeyi doğurabilecek
elverişlilikte olduğunu söylemek hukukun tümden inkarıdır. Hiçbir
hukuk müellifi ve Yüksek Mahkeme içtihatlarında bir an için bahsi
geçen fiiller hukuka aykırı olarak gerçekleştirilmiş olsa bile asla amaç
suçu gerçekleştirebilecek tehlikeyi doğurucu nitelikte elverişliliğe
sahip olduğu iddia edilmemiştir.
Aksi halde evrensel insan hakları belgelerinde ve yasalarda
düzenlenmiş tüm temel hakların kullanılması amaç suç kapsamında
kalır ki, böyle bir uygulama hukuk düzenini alt üst edip, toplumda
büyük bir kaos ve kargaşaya sebebiyet verecektir.
114
Tarafıma isnat edilen yasaya uygun meşru hukuk sistemi içinde
kalan anayasal haklarımın kullanımını ifade eden fiillerimi vahim suç
kapsamında kabul edip, amaç suçun işlendiğinin iddia edilmesi, hukukun
yok sayıldığı faşist sistemlerde olup, 12 Eylül hukukunda dahi böyle
bir uygulama görülmemiştir.
Bu tür istemleri içeren mütalaalar ve mahkeme kararları yargıyı
siyasallaştırıp, hukukun siyasi iktidar kavgasında silah olarak
kullanılmasına yol açar.
Maalesef sayın savcılar hukuk tarihimizde son derece kötü bir
şöhrete sahip olacak, ileride kendilerinde “bu belgeyi nasıl imzaladım”
noktasında bahaneler bulmalarını gerektirecek bir mütalaaya imza
atmışlardır.
Çünkü böyle bir mütalaa hukukun ve yasaların biraz olsun geçtiği
hiçbir dünya devletinde, devleti koruma adına dahi verilemez.
Bu belgenin ilkel bir hukuk düzeninde dahi yeri yoktur.
Hukukun bu ölçüde toplumsal güç çatışmalarında kullanılmasının
bedelini kurumlarımız ve bu ülke insanı ödeyecektir.
Anayasal rejimimiz ve hukuk sistemimiz toplumsal dinamiklerin
yarattığı süreçte değil tam tersine, hukukun kullanılması sureti ile kin
ve öfke ile hareket eden yüzyıllık intikam peşinde koştuğunu
çekinmeden söyleyen sivil unsurların yarattıkları sürekli darbe
ortamında değiştirilmektedir.
Bu dönemde hukukun dışına taşmış siyasetçilerin ve kamu
görevlilerinin sorumlu kılınacağı, istikbalde yaşanacak hukuk
süreçlerinde bugün bu davada verilen mütalaalarda ve aynı görüşleri
taşıyacak mahkeme kararlarında benimsenen vahim sayılan amaç
suçları bu ölçüde kolaylaştıran yorumların çok önemli ölçüde
sorumluluklarında emsal olarak kullanılacağından hiçbir tereddüdüm
yoktur.
Hukukun silah olarak kullanıldığı bu dönem ülkemizde ne ilk ne de
son olacaktır.
115
İnsan haklarının ve demokrasinin gelişmediği, hukuk devletinin
sadece anayasalarda ve yasalarda kâğıt üzerinde kaldığı, yaşama
dökülmediği toplumlarda güç dengelerinin değiştiği her dönemde,
siyasi aktörlerin kolaylıkla mahkûmiyetini sağlayabilecek hukuki
argümanları temin etmekte hiç güçlük çekilmeyecektir.
Siyasal yargılamalar ve suçlamalar hiç değişmeyecek sadece
sanık sandalyelerinde oturanlar değişecektir.
1960 Yassı ada yargılamalarında bile seçilen üç kurbanın dışında
ki siyasi kadroların kurtulması için o günün darbe sonrası oluşturulan
yönetimin TCK 146/3 mad. feri anayasa ihlali gibi hukuk dışı bir suç
yaratarak, siyasi kurban sayısını sınırlandırma gayretleri karşısında,
hiçbir yasa değişikliğine gitmeden vahim nitelikteki gaye suçlarını
adeta hakaret suçu gibi algılayıp uygulayan bu yönetimin ne ölçüde
toplumsal histeriye kapılıp, adeta siyasi katliam yaparak kin ve nefret
tohumları ekmesi karşısında endişeye kapılmamak ve ürpermemek
mümkün değildir.
Sıklıkla siyasi gelgitleri yaşayan ve dönemeçlerin uzun aralıklara
yayılmayan toplumumuzda öç alma duygusunun sınır tanımadan
uygulanmasının onarılmaz ölçüde yarattığı mağduriyetlerin yeniden
bedel ödetme dönemlerini yaşatmayacağını kim iddia edebilir.
Hukuku silah olarak kullanan yönetimlerin bulunduğu toplumlarda
bu süreçlerden kaçınmak asla mümkün değildir.
b) Maddi unsurda mutlaka cebir ve şiddet bulunmalıdır.
aa) Doktrindeki görüşler
İsnat edilen hükümeti ortadan kaldırmak ya da
görevlerini engellemeye teşebbüs etmek suçunun gerçekleşebilmesi
için fiilin cebir ve şiddet kullanılarak ika edilmiş olması
gerekmektedir.
5237 Sayılı Yasanın görüşülmesi sırasında “Cebir veya tehdit”
unsurunun yerine “Cebir ve şiddet” unsurunun getirilmesinin amacı
verilen önergede;
116
“Anayasamızda güvence altına alınmış olan ifade ve örgütlenme
özgürlüğü kapsamında kullanılan hakların anayasa ihlal suçu
kapsamında değerlendirilemeyeceğinin daha açık bir biçimde
vurgulanması ve bu bakımdan ortaya çıkabilecek tereddütlerin
giderilmesi için böyle bir değişikliğin yapılması gerekli görülmüştür”
gerekçesi kullanılmıştır.
Bu durumda suçun gerçekleşebilmesi için teşebbüs eyleminin
cebren, yani fertlerin iradeleri zorlanmak suretiyle ifsat edilerek
gerçekleştirilmesi gerekir.
Eylemin, Anayasaya ve yasalara aykırı usul ve yöntemler
kullanılarak gerçekleştirilmesi yeterli değildir. Ayrıca teşebbüste
cebrilik vasfının oluşması zorunludur.
Her ne kadar bir kısım müellifler;
___ cebrin gaye suçunun müstakil bir maddi unsurunu oluşturmadığı,
___ Failin hukuka aykırı usullere veya cebre matuf bir iradesinin
mevcudiyetinin yeterli olacağı,
___ Hukuka aykırı bulunan her türlü vasıta ve usul cebir unsuruna
dahil olduğu,
___ Başvurulan yolun Anayasa’da öngörülen usul ve esaslara aykırı
olmasının yeterli bulunduğu, görüşlerini işlemiş iseler de, yasadaki
“cebir ve şiddet” ibaresinin, anayasa ve yasaların müsaade etmediği
her türlü usule teşmil edilmesini savunan bu görüşün isabetli olduğunu
savunmak mümkün değildir.
Kaldı ki tasarıda yer alan metnin yasanın kabulü sırasında “cebir
ve şiddet” yolu ile işlenmesi gerektiğine ilişkin değişikliğin yapılması
fiilde mutlaka cebir unsurunun bulunmasını, bunun manevi cebir olarak
değil, tam tersine maddi cebir anlamında şiddet şeklinde ortaya
çıkması istenmiştir.
“Cebir veya tehdit” ibaresine önerge gerekçesinde belirtildiği
üzere temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının önünün kapatılmaması
için özellikle “cebir ve şiddet” tanımına yer verilmiştir.
117
Cebir bu suçun olmazsa olmaz unsurudur.
Nitekim 765.Sayılı Yasanın 147.maddesinde de;
“cebren ıskat” ve “cebren meneden” ibarelerine yer verilmesi bu
suçun gerçekleşmesi için bu fiillerin sadece anayasaya aykırı ve hukuk
dışı meşru olmayan nitelikte olmasının yeterli olmadığı, mutlaka cebir
unsurunu barındırmasını zorunlu kılmaktadır.
Bu durumda fiilin hem hukuka aykırı hem de cebri olması
gerekmektedir.
Kullanılan cebir ve şiddetin ayrıca neticeyi elde etmeye elverişli
olup olmadığının takdir edilmesi gerekir.
bb) Cebir ve şiddet unsuruna yönelik Yüksek Mahkeme
içtihatları
aaa) “Fiilin hukuka aykırı ve cebri olması gerekir”
(YCGK 02.04.1996, 9.59/70)
bbb) “Burada kastın hukuka aykırı vasıtalar kullanılmasını da
kapsadığını belirtmek gerekir. (Y.9CD.30.09.1996,688-4716)
ccc) “Bu itibarla, anayasanın koyduğu meşru yollar dışında, hukuka
aykırı yollar anlamını taşıyan amaç suçtaki cebren sözü de dikkate
alındığında, cezalandırılacak olan eylem anayasa düzenine ve yasaya
aykırı tehlike yaratan hareketlerdir. (AS.Y3D.05.04.1983,210-341)
ddd) “Fiilin kastedilen neticeyi elde etmeye uygun ve elverişli
olması ve elverişli vasıtalarla zorlayıcı fiillere girişilmiş bulunması
(Y.9CD.12.05.1987,739-2514) (Y.CGK. 23.11.1999,9-274/284)
cc) Cebir ve şiddet unsuru yönünden tarafıma isnat edilen
fiillerin değerlendirilmesi
İddianamede ve mütalaada bu suçun maddi
unsuru olarak belirtilen hiçbir fiilde cebir ve şiddet unsuru
bulunmamaktadır.
Mütalaada yer alan telefon görüşmelerinde, sivil toplum
kuruluşlarına üyelikte, yapılan basın açıklamalarında, mitinglerde,
118
açılan davalarda internet yazılarında, televizyon programlarının
hiçbirinde cebir ve şiddet unsuru barındıran bir fiil yoktur.
Yine iddianamede belirtilen tarafıma gazetede çıkan bir
haberle ilgili kişinin çektiği mesajda, müvekkilimin ve dostumun bana
her zaman yardımda hazır olduğuna ilişkin telefonunda, bilgisayarımda
çıkan matbu tüzük örneğinde asla cebir ve şiddet içeren bir eylem
bulunmamaktadır.
Kaldı ki yapmış olduğum etkinliklerim ve eylemlerimin tümünde
yasal izinler alınmıştır.
Hiç birinde hukuka ve yasaya aykırı bir durum yoktur.
Tüm fiillerim Anayasa ve yasalarda belirtilen temel hak ve
özgürlüklerimin kullanılmasından ibarettir.
Nitekim bu husus özellikle mütalaada da işlenmiş;
“faaliyetlerinin hukuk çerçevesinde kalması temel kuralına özen
göstererek legal görünüşlü olan”
“bu tür legal görünüşlü eylemlerdeki söylemleri”
“sözde örgütün ve mensuplarının hukuk alanında ki işlerini takip
ve organize ettiği”
denilerek tüm eylem ve işlemlerimde hukukun dışına taşmadığım
açıkça ikrar edilmiştir.
Hukukun dışına taşmayan, hukuk kurallarına uyulmasına özen
gösteren bir kişi nasıl olurda cebir ve şiddet içeren eylemlerin
zorunlu olduğu TCK 312.maddede ki suçu işleyebilir.
İddianamede iddia edilen silahlı kuvvetler içerisinde resmi
hiyerarşiye uymayacağı düşünülen bir gurubun kışkırtıldığı iddiası ile
de bu suç işlenemez.
Çünkü cebir ve şiddet unsurunun bizzat şahsıma ilişkin suçun
unsurunu oluşturabilecek fiil ve eylemlerde bulunması zorunludur.
Başka bir sanığın fiilindeki cebir ve şiddet unsurundan sorumlu
tutulmam düşünülemez.
119
Ordu içerisinde olduğu iddia edilen guruba atfedilen cebir
unsurundan şahsımın hukuki durumunun etkilenmesi beklenemez.
Ceza hukukunda şahsilik prensibinin varlığı unutulmamalıdır.
İşyerimde ve evimde yapılan aramalarda;
___ Silah kapsamına girebilecek küçük bir çakının bile çıkmaması,
___ Uhdemdeki hiçbir belgede şiddet ve cebir unsurunu barındıran
hiçbir fiil, eylem ve sözümün olduğunun kanıtlanamaması,
___ Telefon görüşmelerimde ya da kişilerle olan ilişkilerimde cebir ve
şiddete yönelik hiçbir konuşmanın bulunmaması,
tam tersine tüm etkinliklerimde hiçbir olayın çıkmaması,
emniyete daha önce yazılı bildirimler yaparak güvenlik önlemlerinin
alınmasını istemem, etkinlikler sırasında emniyet mensupları ile etkili
işbirliğim bu konuda etkinliğe katılan herkesi uyarmakta ki
hassasiyetim hiçbir söz ve fiilimde cebir ve şiddetin olamayacağının
en önemli kanıtı olmuştur.
Tarafıma isnat edilen suçu cebir ve şiddet unsuru nedeni ile
işlemiş olmam mümkün değildir.
c) TCK 312.maddedeki suçu işleyebilmem için bu suçun maddi
unsuru olan fiilleri bizzat gerçekleştirmem gerekir.
aa) Doktriner görüşler
Sanığın bu suçtan cezalandırılabilmesi için bizzat
eyleme katılmış olması zorunludur. Yani hükümeti ortadan kaldırmaya
ya da görevlerini kısmen veya tamamen engellemeye yönelik fiillerin
bizzat gerçekleştirilmesi zorunludur.
Bu suça niteliği itibari ile feri iştirak mümkün değildir. Şerik
eyleme katılmışsa artık asli maddi fail gibi cezalandırılacaktır. Bu
katılım bizzat icra eden olarak da olabilir, yardım eden şeklinde de
olabilir.
Fail eyleme katılmamışsa ve örgütsel hiyerarşi içinde hareket
ediyorsa örgüt üyeliğinden cezalandırılır.
120
Bu sebeple sanık hakkında bu maddeden cezalandırılma
isteniyorsa bu suçun maddi unsuru olarak kabul edilen sanığın bizzat
gerçekleştirdiği ya da katıldığı sabit ve mutlak olarak gerçekleşmiş
vakıaların nelerden ibaret olduğu gösterilmelidir.
bb) Bizzat katılım şartı ile ilgili Yüksek Mahkemelerin
içtihatları
aaa) “Suç işleyen kişinin fiili ve katılarak her hangi
bir suç işlediği saptanamadığı gibi, tüm dosya kapsamından icra
hareketi bulunmayan ve icra hareketi içinde her hangi bir derecede ki
eylemiyle katıldığı tespit edilemeyen fiili…sözde örgüt üyeliği
oluşturduğu” (AS.Y1D.09.03.1983, 97/226)
bbb) “Hukuk kurallarına ve Yargıtay’ımızın istikrar kesbetmiş
uygulamasına göre her sanık kendi eyleminden sorumludur”
(AS.Y.5D.16.05.1984,138-242)
ccc) “Amaç suçun uygulanabilmesi için gerçekleşen eylemlere
doğrudan doğruya katılmış olmaları zorunludur” (AS.YDK.
02.07.1987,117/123)
ddd) “Yasadışı örgüt mensubu olan kişinin, örgütün gayesini
benimseyen bir kimse olması bakımından bu gayeyi gerçekleştirmek
için uygulanacak usul ve taktikleri peşinen kabul etmiş bir kişi olması
haliyle diğer mensuplarının işledikleri suçlara katılma iradesinin
bulunduğunu kabul etmek gerekir biçiminde geniş bir yorumla suça
iştirak iradesinin mevcut olduğu kabul edilebilir ise de ceza tayini için
yalnız suça iştirak iradesinin mevcudiyeti yeterli olmayıp, icra
hareketlerine iştirak edilmesi zorunludur” (AS. YDK.10.01.1984,5/2)
eee) “Vahamet arz eden olaylara fiilen katılması zorunludur”
(Y.9.CD.2006/7151,2006/7236) (Y.9.CD. 08.04.2003,2002/23682003/506)
fff) “Ancak bu yapılırken, cezaların şahsiliği kuralıyla kişinin
sadece kendi eyleminden sorumlu olacağına ilişkin temel ve evrensel
kavramlar dışlanmamalıdır”
121
(Y.9.CD.07.07.1998, 1998-9-187,98/272)
ggg) “Kararda sanığın katıldığı kabul edilen eylemlerin neler
olduğu belirtilmelidir” (Y.9.CD.06.05.2002,874-980)
hhh) “Eyleme katılmayan, örgüt bildirilerini dağıtan kuryelik
yapan, örgüte yiyecek ve içecek temin eden, örgüt üyelerinin
saklanması için barınaklar kazan, yurtiçi yurt dışı eğitim görmüş ise
sadece örgüt üyeliği kapsamında değerlendirilebilir”
(AS.Y.3D.12.02.1985, 7/28)
cc) Suçun unsuru olan fiile katılım ile ilgili hukuki durumum
İddianamede ve mütalaada sözde örgüt üyeliğine
ilişkin fiillerin aktarılmasına gidilmiş ve bu fiiller TCK 312.maddenin
maddi unsuru olarak gösterilmeye çalışılmıştır.
İddianamede ve mütalaada yer alan hiçbir fiilim TCK
312.madde kapsamında maddi unsur değildir.
Çünkü TCK 312.maddenin maddi fiilleri vahim nitelikte, içinde
cebir ve şiddet unsuru barındıran, hükümdeki neticeyi
gerçekleştirebilecek ölçüde elverişliliğe sahip, hükümeti ortadan
kaldırmaya ya da görevini engellemeye teşebbüs mahiyetindedir.
Oysa tarafımdan işlenmiş böyle bir fiil yoktur.
Mütalaada sayılan sözde örgüt mensupları arasındaki telefon
görüşmeleri, sivil toplum kuruluşlarına üye olmak, toplantılara iştirak
etmek, basın açıklamaları ve mitinglere katılmak, televizyon
programları yapmak, internet sitelerinde yazı yazmak TCK 312.mad.
düzenlenen suçun maddi unsuru olamaz.
Bu maddedeki suçun gerçekleşebilmesi için vahim nitelikteki
icra hareketlerinin bulunması zorunludur.
Tarafımdan bu suçun icra hareketlerine başlandığına ilişkin tek
bir fiil gösterilmemiştir. Eğer böyle bir fiil var ise ve bu fiile ben
iştirak etmemiş isem elbette ki şahsımın sorumluluğundan
bahsedilemez.
122
Ayrıca davanın dışında tarafımdan işlendiği sübut bulan tek
bir araç suç dosyası mevcut değildir.
d) Suçun işlenme tarihi
aa) İddianamede suçun işlenme tarihi olarak tüm sanıklar için
yakalanma tarihi olarak gösterilmiştir.
Temadi eden sözde örgüt suçu bakımından suçun işlenme
tarihi, yakalanma tarihi dikkate alınsa da, TCK 311 ve 312.maddeleri
yönünden suçun işlendiği tarih yönünden yakalama tarihinin hiçbir
önemi yoktur.
Ancak amaç suçlar bakımından suçun işlendiği tarih
yönünden hiçbir açıklama yapılmamıştır.
bb) Mütalaada durum değişmiş, gaye suçlar
yönünden savcılık suç tarihi yönünden açıklama yapmak zorunda
kalmıştır.
Çünkü davada 765 Sayılı Yasanın 147.maddesinin uygulanma
ihtimali çok yüksektir.
İddia makamı bu olasılığı gördüğünden, bu konuda doktrinin
ve Yüksek Yargıtay’ın görüşlerinin dışına çıkarak kabul edilmeyecek
yorumlarda bulunmuştur.
Mütalaanın 663.sayfasında suçun elverişli hareketlerle
icrasına başlandığı anda suçun tamamlandığını, bu bakımdan suç
tarihinin de icraya başlandığı an olduğunu, ancak amaca yönelik icra
hareketlerine devam ettirildiği takdirde suç tarihinin son eylem tarihi
olarak kabul edilmesi gerektiği, 2003-2004 yıllarında darbe
planlarının yapılıp uygulamaya konulduğu darbenin koşullarının
yeterince olgunlaşması yönünden ve ekibin deşifre olması nedeni ile
gerçekleştirilemediği, ancak sanıkların eylem ve faaliyetlerinin
örgütün amacına uygun olarak sürdüğünü bu sebeple suç tarihinin
yakalanma tarihi kabul edilerek eski TCK 147.maddesinin uygulanma
imkanı olmadığı belirtilmiştir.
cc) Bu konuda müelliflerin tamamının ortak görüşü
123
sanığın tek eylemi var ise o eylem tarihi, birden fazla eylem var ise
son eylem tarihi suç tarihi sayılacaktır.
Suç açısından iddia makamının beyanlarının aksine sanığın
yakalandığı teslim olduğu veya örgütten çekildiği tarihin önemi yoktur.
( Vahit Baltacı Terör Suçları ve Yargılaması, sayfa 143) Çünkü suç
temadi eden bir suç değildir.
dd) İddia makamı suçun işlenme tarihi olarak;
“sanıkların eylem ve faaliyetlerini yine örgütün amacına
uygun olarak yakalandıkları tarihe kadar sürdürdükleri”
diyerek kendisi ile de çelişkiye düşmüştür.
Öncelikle çok sanıklı davalarda genel ve mücerret ortak bir
suç tarihi tespit edilemez.
Savcılar, her bir sanığın suç tarihini ayrı ayrı göstermek
zorundadırlar.
Eğer 2003-2004 darbe planından sonra sanıkların eylem ve
faaliyetleri TCK 312.maddede düzenlenen suçun maddi unsuru
niteliğinde icra hareketlerini oluşturuyorsa sanığın son işlediği icra
hareketi suç tarihi olacaktır.
Bu durumda sanıkların her birinin son icra hareketinin
belirlenip, suç tarihinin de ona göre belirlenmesi gerekecektir.
Savcılar genel cümlelerle sanıkların eylem ve faaliyetlerinin
devam ettiğinden bahsetmişler ancak bu konuda hiçbir sanık
yönünden;
“son icra hareketi şudur ve işlenme tarihi budur” deyip bir
tespit yapmadan, sanki her sanık yakalandığında ve gözaltına
alındığında ya da ifadeye çağrıldığında icra hareketini işliyormuş
şeklinde hareket etmişlerdir. Bu düşüncenin ne ölçüde hatalı ve
imkansız olduğu ortadadır.
Sanıkların kendi bölümlerinde hangi eylemlerinin icra
hareketi, hangi eylemlerinin hazırlık hareketi olduğu belirtilmemiştir.
124
Bir an için 2003-2004 yıllarında darbe planlarının olduğunu
ve uygulamaya konmadığını düşündüğümüzde eğer bu planların
hazırlanması icra hareketi olarak kabul edilmişse bu durumda bu
planları hazırlayanların suç tarihi 2003-2004 yılı olacak başkaca bir
icra hareketi olmadığı takdirde bu kişiler yönünden 765 Sayılı
TCK’nun 147.maddesi tatbik edilecektir.
Sanıkların bir yandan darbe planlarını hazırlayıp hükümeti,
askeri darbe ile ortadan kaldıracakları iddia edilmekte, ancak 20032004 yılından sonra yakalanma tarihlerine kadar başkaca bir darbe
planı ortaya konmamaktadır.
Sadece mücerret eylem ve faaliyetten bahsetmek yeterli
değildir. Çok sanıklı davalar, bireysel konumlarının ortadan kaldırılıp,
aynı tornadan çıkmış gibi hukuki statüleri özdeşleştirilerek tek çuvala
kondukları ihtilafa dönüştürülemezler.
Özellikle TCK 312.maddeden cezalandırılma istenen
sanıkların son icra hareketinin ve tarihinin gösterilerek her birinin
ayrı ayrı suç tarihlerinin belirlenmesi gerekecektir.
Suç tarihi yaş, zamanaşımı ve yasa uygulamaları yönünden
büyük önem arz etmektedir.
Savcılar bir yandan 2003-2004 yılında darbe planlarının
hazırlandığını iddia edip, bu planlarını icra hareketi olarak görüp,
sanıkları sorumlu tutmakta, ancak bu tarihten sonra da her bir sanık
için başkaca bir icra hareketi gösterip, tarihini belirlemeyerek
konuyu tamamen müphemleştirmektedir.
TCK 312.maddesinden yargılanan sanıkların bu maddeye
ilişkin cebri icra hareketleri netleştirilmediği ve tarihleri
gösterilmediği takdirde, savcıların iddialarındaki 2003-2004 darbe
planları döneminde yürürlülükte olan 765 Sayılı Yasanın
147.maddesinin uygulanması gerekecektir.
Mahkeme öncelikle her bir sanık için suç tarihini ve
uygulanacak yasayı çözmek zorundadır.
125
ee)
Şahsım bakımından suç tarihi iddianamede
yakalanma tarihi olarak 22.01.2008 tarihi gösterilmiştir.
Sözde örgüt suçunun dışında iddianamede TCK
313.maddeden ötürü suçlanmama rağmen, bu suçun tarihi de
belirlenmemiştir.
Mütalaada TCK 312.maddeden suçlamama karşılık, bu suçun
icra hareketleri ortaya konmamıştır. Açıkça; “şu eylem, bu suçun icra
hareketidir,son icra hareketi şudur ve tarihide budur” şeklinde bir
açıklama yoktur.
Kaldı ki mütalaada belirtilen hiçbir fiil icra hareketi
değildir.
Savcılar bu sebeple netleşmekten kaçınıp hemen her
konuyu sisli ve çözümsüz bırakmışlardır. Sözde örgüt suçu ile TCK
312.mad. suçun unsur ve fiillerini ayrı ayrı döküp, delillerle
irtibatlandırmaları gerekirken maalesef bu hukuki tutumdan kasıtlı
olarak kaçınmışlardır.
Bu durumda TCK 312.madde yönünden suç tarihi ortaya
konamamıştır. Yakalanma tarihi bu suçun işlendiği tarih olarak kabul
edilemez.
Savcıların açıkça;
___ İşlediğini iddia ettikleri TCK 312.maddedeki suçun icra
hareketlerini tek tek belirtip,
___ en son icra hareketinin tarihini söyleyerek suçun tarihini
ortaya koymaları gerekir.
ff) Kaldı ki aynı sorun TCK 135 ve 327.maddede
belirtilen suçlamalar içinde söz konusudur. İddia edilen bu suçlarında
tarihi ortaya konmamıştır. Bu suçun delillerine el konulduğu tarih suç
tarihi olarak gösterilemez.
e-) Tarafıma isnat edilen TCK 312.maddesindeki suçun icra
hareketleri gerçekleşmemiştir.
126
aa) TCK 312.maddedeki suçun tarafımdan işlenebilmesi için bu
suçun maddi unsuru olan hükümeti,
____ ortadan kaldırmayı ya da
____ görevlerini tamamen veya kısmen engellemeye yönelik icra
hareketlerine başlamam gerekirdi.
İcra hareketlerinin ne olduğu konusu TCK 35.maddesinde
yapılmış bulunmaktadır.
Bu hükme göre;
“Kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle
doğrudan doğruya icraya başlayıp da” denilerek icra hareketinin suçun
maddi unsurlarının doğrudan doğruya işlenmeye başlaması anlamına
geleceği belirtilmiştir.
Doğrudan doğruya başlamak madde gerekçesinde;
“işlenmek istenen suç tipiyle belirli bir yakınlık ve bağlantı
içindeki hareketlerin yapılması” olarak açıklanmıştır.
Buna göre, suçun kanuni tarifinde unsur veya nitelikli hal
olarak belirtilmiş hareketlerin gerçekleştirilmesi halinde icra
hareketlerinin başladığını kabul etmek gerekir.
Fiilin icra hareketi sayılabilmesi için tipik hareketle
doğrudan doğruya bağlılık içinde olması gerekir.
bb) Tarafıma isnat edilen suçun maddi unsurları
cebir ve şiddet yolu ile hükümeti ortadan kaldırmak veya görevini
engellemektir.
Bu suçun icrasına başlanabilmesi için işlediğim iddia edilen
fiil ile bu tipik hareketlerin gerçekleştirilmiş olması gerekir.
Gerek iddianamede, gerekse mütalaada yazılı bulunan ve
hiç birinde cebir ve şiddet unsuru bulunmayan;
___ sözde örgüt üyeleri arasında telefon görüşmeleri yapılması,
___ sivil toplum kuruluşuna üyeliğim,
___ başkanlığını yaptığım derneğin toplantılarına sözde örgüt
üyelerinin katıldığı iddiası,
127
___ basın açıklamaları, mitingler, açtığım davalar, televizyon
programlarım, sözde örgüt ve mensuplarının hukuki işlerini takip
etmem gibi fiillerin TCK 312.maddesinin maddi unsuruna ilişkin icra
hareketi olarak kabul etmek hukukun inkarı anlamına gelir.
Bu fiillerin hükümeti ortadan kaldırmak ya da görevlerini
engellemek gibi tipik unsurlar ile doğrudan doğruya bağlantılı olduğunu
ileri sürmek ya da tipik hareketlerin gerçekleştiğini kabul etmek, bir
hukukçunun savunabileceği görüş olamaz.
Bu sebeple iddianamede ve mütalaada tarafıma isnat edilen
hiçbir fiil TCK 312.mad’nin icra hareketi olarak kabul edilemez.
f-) Bu davada hiçbir halde TCK 312.maddenin unsurları
oluşmamıştır.
İddia makamı bu suçun unsurlarını yanlış yorumlamıştır. Tüm
sanıklara isnat ettikleri fiiller yönünden TCK 312.maddedeki suç
işlenmemiştir.
Bu konuda savcılar uzun uzun yorumlar yapmış olmasına rağmen,
sözde Ergenekon iddianameleri ile yargılanan sanıklara müşterek bir
suç yaratmak için hukuk kurallarını kabul edilemez ölçüde
zorlamışlardır.
Yapılan tespitleri ve varılan sonuçları tasvip etmek mümkün
değildir.
TCK 309 ve 312.maddelerde düzenlenen suçlarda korunan hukuki
yarar müşterektir. Ancak iki suçta korunan hukuki değerin konuları
farklıdır.
Anayasal düzen bozulmadan bakanlar kurulunun ortadan
kaldırılması ya da görevlerinin engellenmesi halinde TCK 312.maddesi
ihlal edilmiş olacaktır.
Bakanlar kurulunun bu konuda karar alması engelleniyorsa ya da
bakanlar kurulunun tümünün ya da çalışamayacak hale getirecek
sayıda cebir ve tehdit uygulanarak istifaya zorlanması halinde TCK
312.maddesi tatbik edilecektir.
128
Eğer işlenen fiille 312.maddedeki konunun dışında ayrıca
anayasal düzen bozulup 309.maddedeki korunan yarar ihlal edilmişse
savcıların düşüncelerinin aksine burada artık 312.madde değil,
309.madde uygulanacaktır. Çünkü yasa koyucu bu hükmü sadece
hükümetin kurumsal yapısını korumak amacı ile düzenleme konusu
yapmıştır.
İddia makamı mütalaasında bu konuda şu hatalı tespitlerde
bulunmuştur;
aa) TCK 309.maddede işlenen her suç yürütme ve
yasama organına karşı işlenmiş olmaz.
bb)
Savcılar sürekli olarak hükümetin ortadan
kaldırılmaması amaçlanmışsa yani bir dönem için ortadan kaldırılması
halinde TCK 312.maddenin uygulanacağı belirtilmiştir ki, bu tespitte
hatalıdır. Yasa sürekli ya da bir süre için ortadan kaldırma konusunda
bir ayırım yapmamıştır. Ortadan kaldırma kısa ya da süresizde olsa
anayasal düzeni ihlal etmişse, TCK309.madde uygulanacaktır.
cc) Yürütme organının sürekli olarak bir başka
organa dönüştürülmek istenmesi halinde TCK 309.maddenin
uygulanacağı fikri doğru olmakla birlikte savcılar iki maddedeki
konunun ihlali halinde özel hüküm 312.maddenin uygulanacağına ilişkin
düşünceleri ile çelişkiye düşmüşlerdir.
dd)
Savcılar kast ile amacı birbirine karıştırmışlar,
TCK 312.maddede özel kastın varlığını savunmuşlardır. Oysa TCK
309,311 ve 312.mad. kast aynı olup, sadece amaçlar farklıdır.
İddia makamı sözde örgütün amacının kendi amaç ve çıkarlarına
ters düşen yönetimleri yok etmek olarak belirlemekle birlikte, sözde
örgütün kurulduğunu iddia ettiği 1950’li yıllardan itibaren hangi
hükümetleri yok ettiğine somut örnekler getirmemiştir.
Eğer seçimler sonucu oluşmuş yasama ve yürütme organlarını
içinde sindirmeyip hukuk dışı yöntemlere müracaat ediyor ise bu
durumda TCK 312.mad. uygulanması mümkün değildir. Burada zarar
129
gören ve ihlal edilen anayasal düzendir. İddia makamı üst
paragraftaki iddiasının aksini bir alttaki paragrafta savunmak
zorunda kalmıştır.
27 Mayıs 1960 Darbesini sözde örgüt yapmış ise bu durumda
mecliste ortadan kaldırıldığından sözde örgütün sadece yürütmeyi
hedef aldığı savunulamayacaktır.
Sözde örgütün hedef aldığı hükümetler konusunda sadece
Ecevit hükümetinin faaliyetlerinin engellendiğinden bahsedilmiş
olmakla birlikte, sözde örgütün siyasal görüşleri ile uyumlu hükümetin
neden düşürülmek istendiği, hangi çıkarlarına ters düştüğü konusu
aydınlatılmamıştır.
2002 Yılından sonra AKP hükümetlerinin hedef alındığı iddiası da
makul ve mantıklı değildir. AKP’nin çoğunlukla olduğu bir mecliste
sadece hükümetin hedef alınmasının hiçbir yararı ve mantığı yoktur.
Çünkü AKP hükümetinin ortadan kaldırılması halinde, meclis çoğunluğu
AKP’de olduğundan yeni kurulacak hükümet yeni bir AKP hükümeti
olacağından, sözde örgütün sadece hükümetleri hedef aldığı iddiası
ciddiyetle bağdaşmayacaktır. Bu durumda AKP çoğunluğunun
bulunduğu meclisinde hedef alınması gerekecektir ki bu halde, TCK
312.mad’nin değil, 309.maddedeki suçun ihlali gündeme gelebilecektir.
Sadece yönetimleri hedef alan terör örgütü kurulmasının hiçbir
mantığı olmadığı gibi dünyada eşi görülmemiş böyle bir örgüt gerçek
değil sadece sanal olabilir.
Hükümetlerin anti demokratik yollarla ele geçirilmesi gibi bir
maddi gerçeklik olamaz. Meclis korunduğu müddetçe, anayasal
sistemde AKP dışında bir hükümet kurulamayacağından, sözde örgütün
sadece hükümetleri ele geçirme amacında olduğu iddia edilemez.
İddialar hiçbir mantık temelinde savunulamaz.
Meclis korunduğu müddetçe, hükümetlerin ortadan kaldırılması
ya da ele geçirilmesinin bir faydası yoktur.
130
Sözde örgüt, TSK içinde hiyerarşiye uymadığı düşünülen bir
gurubu darbe yapması için göreve çağırıyor ise, bu durumda yapılacak
darbenin hedefi sadece hükümet olmayacağından, zarar görenin
anayasal sistem olacağı açıktır.
Türkiye’de yapılan iki darbede de sadece hükümetlerin değil,
meclislerin de varlığı sona erdirilmiştir. Bu durumda kesinlikle TCK
312.maddenin uygulanmayacağı açıktır.
Nitekim iddia makamı da en sonunda sözde darbe sonunda
meclisinde çalışamayacağını kabul etmiş ancak buna rağmen TCK
311.mad’nin değil, TCK 312.mad. ihlal edildiğini savunabilmiştir. Bu
durumda kasıt hükümete değil, belli bir siyasi görüşün iktidarına
yönelmiştir ki, artık bu durumda sadece hükümetin hedef alınmadığı,
millet iradesine dayalı anayasal düzen olacağı gerçektir.
Savcılar; “eğer suç gerçekleşmiş olsa idi, Meclis’te kapatılacaktı,
darbelerin hedefinde Meclis’te vardır” deyip, 311.mad. yerine
312.mad. uygulanması ile iktifa edileceğine ilişkin görüşü hukuk
mantığı ile bağdaştırmak mümkün değildir.
İddia makamının bu açmazı sözde örgüt için “yönetimleri ve
hükümetleri hedef alan” hayali ve bilime ters düşen bir kılıf
biçilmesinden kaynaklanmaktadır.
Sözde örgüt yanlış bir kuram üzerine oturtulmuştur.
Dünyada hiçbir örgüt sadece ve sadece hükümetleri hedef
almak için kurulmaz. Bu durumda sözde örgüt sürekli muhalefette
kalacaktır ki, gladyo zihniyeti ile oluşturulan bu tür anlayışa sahip
devlete dayalı örgütler asla hükümetlere muhalif kalamazlar.
İktidarda olmayan derin devlet ya da gladyo olmaz.
g) Ortada darbe planı yok iken darbe ortamının yaratılması ile
suçlanmam her türlü mantık ve olağan hayat kurallarının
dışında bir iddiadır.
Bir kısım sanıkların TSK’nin içine sızarak 2003-
131
2004 yılında askeri müdahalede bulunulmasına zemin hazırlanması için
planlar yaptıkları, bu planları uygulamaya soktukları ancak darbe
koşullarının yeterince olgunlaşmaması ve ekibin deşifre olması nedeni
ile gerçekleştirilemediği, yakalandıkları tarihe kadar eylem ve
faaliyetlerini sürdürdükleri iddia edilmiştir.
Savcıların yaptıkları bu tespitin hiçbir yönü ile
tutarlı olmadığı ve her türlü hukuki ciddiyetten uzak bulunduğu
anlaşılmaktadır. Şöyle ki;
aa) Bir an için bir kısım sanıkların söz konusu planları
hazırladığı kabul edilse bile yapılan bu planların hiçbiri icra
hareketleri işlenmek sureti ile uygulanmaya konmamıştır.
Dosya kapsamında icra hareketi olarak gösterilen faaliyet
ve eylemlerin tümü hazırlık hareketi mahiyetinde olup, TCK
312.maddesinin maddi unsurunu oluşturacak icra hareketi olarak kabul
edilemez.
bb) Savcılar planları hazırlayanların, darbe koşullarının
yeterince olgunlaşmamış olması nedeni ile vazgeçtiklerini ifade
etmişlerdir. Bu durumda TCK 36.maddesinde düzenlenen; “gönüllü
vazgeçme” hükmünün tatbiki gerekir. Ortada icra hareketi
olmamasına rağmen, olsa bile hangi saikle olursa olsun bu icra
hareketlerinden vazgeçen kişiye teşebbüs edilen cezadan ötürü ceza
verilemeyecektir.
cc) 2003-2004 Yılından sonra açıkça bir darbe planının
olmadığı kabul edilmiştir. 76 Milyonluk bir ülkede iddia edildiği gibi
bir gurubun askeri darbe yapabilmesi için yıllar önce her ayrıntının
titizlikle düşünüldüğü ve tasarlandığı büyük boyutta planların
yapılması gerekir. Nitekim 2003-2004 yılına ait olduğu söylenen
sözde darbe planlarında ki ayrıntılar ve kapsam dikkate alındığında, en
az bu ölçekte planlar yapılmadan bir darbenin yapılmasının imkansız
olduğu anlaşılmaktadır.
132
Ancak iddia makamı 2004 yılından sonra böyle bir planın
bulunmadığını, sadece sanıkların eylem ve faaliyetlerinden söz
etmiştir.
Yani ortada böyle bir darbe planı olmadan ben ve diğer sanıklar
nasıl olurda darbe ortamını hazırlamak için faaliyet ve eylemde
bulunduğum sorusu açıkta kalmıştır.
Darbe planı olmadan, darbeye de zemin hazırlanamaz. Yine plan
olmadan, öncesinde ve sonrasında yapılacak faaliyetler konusunda da
kimse görevlendirilemez.
Tarihimizde en yakın 12 Eylül 1980 darbesinin yapılmasından
yıllar önce planlandığı ve adım adım uygulamaya konduğu, darbe planını
yapan ve uygulamaya koyanların sürekli toplantılarla planı yürüttükleri
konu ile ilgili yazılan kitaplarla kamuoyunun bilgisine sunulmuştur.
Bu durumda bir darbe planı olmadan yapılacak darbeden ve
ortamının hazırlanmasından da bahsedilemez.
dd) 2003-2004 Yılında sözde darbe planlarını
hazırladığı iddia edilen, TSK mensuplarının tümü bu tarihte ve
sonrasında emekliye ayrılmıştır. Yani bu kişilerin görev başında iken
darbe koşullarının oluşmaması, ya da deşifre olması nedeni ile
yapamadıkları darbeyi daha sonra sivil hayatta iken nasıl yapacakları
konusu da cevaplandırılmayan bir başka müphem konudur. Darbe ancak
görevde bulunan Silahlı Kuvvetler mensuplarınca gerçekleştirilebilir.
ee)
Birleşen davalar içinde İnternet Andıcı ya da İrtica
İle Mücadele Eylem Planı davalarında sanıkların darbe yapacakları, ya
da bu konuda plan hazırladıkları konusunda bir delil olmadığı gibi iddia
makamının bu iddiası da yoktur.
Bir an için söz konusu davalarda kamu görevlilerinin
yetkilerini aşarak TSK’nin hassas olduğu irtica ve terör konusunda ya
da görevini aşan diğer konularda faaliyette bulunarak bir takım
çözümler üretmiş olsalar ve bu çözümler doğrultusunda kamuoyunu
bilgilendirme ve kazanma yoluna gittikleri düşünülse bile bu
133
faaliyetler kesinlikle hükümeti ortadan kaldırmaya ya da görevlerini
engellemeye yönelik faaliyetler olarak kabul edilemez. Ülkenin
sorunları ile ilgili olarak TSK’nin fikir üretmesi ve bunu kamuoyu ile
paylaşması kadar doğal hiçbir şey olamaz. Bu hususta diğer güvenlik
kurumlarının faaliyetleri görmezlikten gelinirken, TSK’nin kurumda
çalışan personelinin ya da kurumun görüşlerinin internet siteleri ile
kamuoyuna aktarılması kesinlikle TCK 312.maddede ki suçun unsurunu
oluşturamaz.
Diğer taraftan irtica ile mücadele konusunda, TSK’nin kendisini
görevli addederek bu konuda planlar yapması ve faaliyette
bulunmasının hukuk ve yasa dışı olduğu da iddia edilemez. Bu konuda
İç Hizmet Kanunu dahil birçok yasal düzenleme karşısında TSK’nin
ülkenin güvenlik sorunlarından bir tanesi olan irtica konusunda çözüm
üretip faaliyette bulunmasının darbe ve hükümeti ortadan kaldırma
suçunun maddi unsuru olarak görülemez.
ff) 2003 ve 2004 Yıllarında hazırlandığı ve uygulamaya
konulacağı iddia edilen sözde planların dışında, 2004-2008 yılları
arasında TSK içinde görevli bir gurubun darbe planları hazırladığına
ya da bu amaç doğrultusunda faaliyette bulunduğuna ilişkin ciddi
hiçbir iddia ortaya konamamış ve delillendirememiştir.
İddia makamı sadece sanıkların 2004 yılından sonra eylem ve
faaliyette bulunduğunu iddia etmiş ancak herkesin bölümünde yazılı
hiçbir eylem ve faaliyetin TCK 312.madde kapsamında suçun maddi
unsurunu oluşturan boyutta bir icra hareketinin varlığını ortaya
koyamamıştır.
Hemen tüm sanıkların Anayasa ve yasaların tanıdığı temel hak ve
özgürlükleri kapsamında yaptıkları yasal faaliyetler suç ya da suçun
icra hareketi gibi gösterilmeye çalışılmıştır.
Kişilere tanınan hakların kullanımı TCK 26.mad. uyarınca asla suç
sayılamaz.
134
Savcıların hukukun ve yaşamın kabul edemeyeceği tüm
gerçekleri bir kenara atarak oluşturmaya çalıştıkları sözde örgüte, bu
defa evrensel hukuk ilkelerini inkar ederek TCK 312.maddede
düzenlenmiş suçu atfetmeye çalışmaları hukuk mantığının kabul
edebileceği iddialar olmaktan çıkmıştır.
Olaylar, olgular, deliller, yasalar akıl ve mantık dışı yorumlarla
değiştirilerek olmayan karineler yaratılarak bu sonuca varılması
sadece hukukun katli sonucunu doğuracaktır.
C) İDDİANAMEDE SÖZDE ÖRGÜT ÜYELİĞİ, MÜTALAADA
SÖZDE ÖRGÜT YÖNETİCİLİĞİ SUÇU (TCK 314/1-2)
10.07.2008 Tarihli iddianamenin 1868.sayfasında sözde örgütün
hiyerarşik yapısı içinde özel görevli konumunda bulunduğum, sözde
örgütün amacına uygun faaliyet yürüttüğüm, lobi belgesinde açıklanan
hukuk departmanın sorumlusu olduğum kanaat ve sonucuna varılarak;
sözde örgüt içinde özel göreve haiz bir konumunda olmama rağmen
765 Sayılı TCK’nun 168/1 maddesindeki düzenleme yeni yasada
kaldırıldığından, sözde örgüt içinde lider konumunda olmayıp özel bir
görev yürütmem nedeni ile konumum örgüt üyeliği olarak
öngörülmüştür.
Bu defa mütalaada iddianamede tarafıma yapılan isnatlar tekrar
edilerek, doğrudan bana bağlı olan Asım Demir ve Atilla Aksu’yu emir
ve talimatlar ile yönlendirdiğim, yine aynı şekilde sanık Fuat Turgut’u
da sözde örgüt amaçları doğrultusunda açtığım ya da katıldığım
davalara iştirak etmesi için yönlendirdiğim, sözde örgütsel
faaliyetlerimdeki süreklilik, çeşitlilik, yoğunluk ve kamuoyunda etkisi
bir bütün olarak dikkate alındığında sözde örgütün yöneticisi olduğum
kanaatine varılarak bu defa hukuki durumumun TCK 314/1 maddesi
kapsamında değerlendirilmesi talep edilmiştir.
Mütalaada hangi fiillerin TCK 312.mad. suçun, hangi fiillerin TCK
314/1-2 mad. kapsamında kaldığı konusunda hiçbir ayrıştırma
135
yapılmamıştır. Oysa savcıların gerek iddianamede, gerekse mütalaada
tarafıma atfedilen fiillerin hangi suçun maddi unsuru olduğunu
ayrıştırarak ortaya koyup, fiil ve delil arasında illiyet bağını kurarak
isnatta bulunmaları gerekirdi.
Savcılar bunu yapmadığından bu görev tarafımıza düşmüş, hangi
fiilden ötürü hangi suçun işlendiği iddia edildiği konusu tarafımdan
tespit edilmeye çalışılmıştır.
Ancak söz konusu fiillerin kesinlikle TCK 312.maddede
düzenlenen suçun maddi eylemleri olamayacağı ancak sözde örgüt
üyeliğinin şartları oluştuğunda fiilleri olarak tartışılabileceği
anlaşılmaktadır.
Cevapsız hiçbir konunun kalmaması yönünden atfedilen tüm
fiillerin kesinlikle sözde örgüt üyeliği suçunu oluşturmayacağı
konusunda açıklamalar yapılma yoluna gidilmiştir.
Savcılar mütalaasında şahsımı sözde örgüt yönetici olarak
değerlendirirken ortaya koydukları gerekçeler son derece yetersiz,
soyut ve genel ifadeler kullanılarak yapılmıştır. Aynı iddialar
iddianamede var iken şahsımı sözde örgüt üyesi olarak değerlendiren
savcılar, 4,5 yıllık yargılama sonucunda ne değişiklikler ve yeni deliller
geldi de, sözde örgüt yöneticisi olarak kabul ettiklerini izah
edememişlerdir.
Mütalaada sözde örgüt üyeliği ve yöneticiliği adeta torbadan
şansa çekilen rütbeler ve payeler olarak dağıtılmıştır.
Yapılan suçlamalarda hiçbir hukuksallık ve maddi gerçeklik
boyutu yoktur. Neden örgüt üyesi, neden örgüt yöneticisi olunduğu
açıklanmadan ve delillendirilmeden atfı cürümde bulunulmuştur.
1) İDDİA MAKAMI, SORUŞTURMANIN BAŞINDAN İTİBAREN
KONUMUMU BİR TÜRLÜ ŞEKİLLENDİREMEMİŞ, KURUCU MU?
YÖNETİCİ Mİ? ÜYE Mİ OLDUĞUMA KARAR VEREMEMİŞTİR.
136
Şahsım hakkında soruşturmayı başlatan iletişimin dinlenmesi
kararı talebinde bulunan savcılık örgüt kurucusu olduğum iddiasında
bulunmuştur. Nitekim dinleme kararı da örgüt kuruculuğu nedeni ile
verilmiştir.
Soruşturma kapsamında, savcılık tarafından ifadem
alındıktan sonra, hakimliğe sorgum için yapılan sevk mütalaasında
sözde örgüt kurucusu veya yöneticisi olarak tutuklanmam istenmiştir.
Sorgumu ve tutuklanmamı gerçekleştiren üye hakim de sözde
örgütün kurucusu veya yöneticisi olduğum kanaati ile tevkif
müzekkeresini tanzim etmiştir.
İddianamede ise, sözde örgütte hukuk platformunun sorumlusu
olarak hususi bir görev yaptığım ancak örgüt içinde lider konumunda
olmadığım, Eski TCK’da ki 168/1 maddedeki düzenleme kaldırılmış
olduğundan bu defa hakkımda sözde örgüt üyeliğinden dava açılmıştır.
4,5 Yılı aşan kovuşturma sürecinde toplanan hiçbir delilde ve
dinlenen tanık anlatımlarında benim sözde örgütte yönetici olduğuma
ilişkin hiçbir ibare geçmez iken muhtemelen mütalaanın 1954.
Sayfasında yaptığım iddia edilen savunmadan ötürü bu defa sözde
örgüt yöneticiliğinden cezalandırılmam istenmiştir.
Ortada bir örgüt ve örgüt üyeliği olmayınca dava boyunca bu tür
çelişkili gelgitlerin yaşanmasını makul karşılamaktayız.
Türkiye’de hiçbir güvenlik kurumunun 60 yıldır faaliyette
bulunduğu iddiasına rağmen keşfedemediği sözde örgütü, güya
Ümraniye soruşturması kapsamında masa başında çalışarak buldukları
tarihten itibaren 6 yıl geçmesine rağmen ne kuruluş tarihini, ne
kurucularını, ne de kuruluş bildirgelerini ne de toplantılarını bir türlü
tespit edemediklerinden torbaya doldurdukları sanıkları bazen
yönetici, bazen üye bazen de kurucu yapmışlardır.
Kuruculuk, yöneticilik ve üyelik payeleri savcılık iddialarına karşı
yaptığınız savunmalara göre şekillenmiş ve dağıtılmıştır.
137
Soruşturmanın başında şahsımı örgüt kurucusu olarak görüp
telefon dinleme kararı talep eden savcı ve kararı veren hakim, üç ay
sonra tutuklama sevk ve müzekkeresine sadece kuruculuğum
konusunda tereddüde düşerek kurucu olabileceğim gibi yönetici de
olabileceğim yönünde görüş bildirmişlerdir.
Ancak bu davada düzenlemeler ve sözde örgüte ilişkin
planlamalar soruşturma ve kovuşturma sırasında “kervan yolda
düzülür” misali yapıldığından, önce kurucu olabileceğim doğrultusunda
düşünenler, sözde örgütün kuruluşunu 1950’lere götürünce,
hasbelkader genç görünmeme bakarak, doğum tarihimin 1960
olduğunu tespitle kuruculuk payemi geri almışlardır.
İddianame tanzim edilirken evimde yapılan aramalarda hiçbir
uyduruk sözde örgüt belgesi bulamayıp, yaptığım telefon
konuşmalarında, Sevgi Erenerol’a bir bayana davranılması gereken
kibarlık, terbiye ve nezaket kuralları içerisinde davrandığımı görünce,
bu defa beni özel görevli üye olarak yönetici yaptıkları Sevgi
Erenerol’a bağlayarak yöneticilik payemi de geri almışlardır.
Ancak kovuşturma sürecinde iddianameden farklı hiçbir delil
çıkmayıp, hiçbir tanığın beyanı konumumu değiştirmeye yeterli
olmayınca dernek yöneticiliğimi ve dernekte ücretle yardım eden
Asım Demir’i, adliye çalışmaları çerçevesinde katip-avukat ilişkisi
içinde olduğum Atilla Aksu’yu, kendisinin beyanı ile bana telefon açıp
davaya iştirak talebinde bulunan Fuat Turgut’u bana bağlı göstererek
yönlendirdiğim iddiası ile yeniden yöneticiliğe terfiim istenmiştir. Bu
yapılırken talep yeterince gerekçelendirilememiştir.
Artık bu konuda da yapılanlar hukuk ciddiyetinden fazlası ile
uzaklaşıldığını göstermektedir.
Savcılar ve hakimler sözde örgüt iddiası ile sanıkları altı yılı
bulan süre tutuklu bırakırken, henüz tüm sanıkları kapsayan bir sözde
örgüt şemasını yapamamış olmaları ayrı bir handikaptır.
138
Sosyal ve toplumsal olaylar hiçbir zaman boşluk kaldırmaz. Eğer
ortada bir örgüt var ise, bunun mutlaka kurucusu, lideri, yöneticileri,
üyeleri ve görev paylaşımı olacaktır.
Bugüne kadar, altı yılı bulan soruşturma ve yargılamada bir kısım
güvenlik kurumlarının ve kamu kurumlarının tüm enerjisini bu davaya
harcamalarına rağmen sözde örgütün hangi tarihte, kimler tarafından
nerede kurulduğu, kuruluş tarihinden itibaren yönetici ve üyelerinin
kim olduğu, 1999 yılından önce yaptıkları toplantı ve kabul ettikleri
tüzük ya da bildirgelerin ne olduğu konusunda en küçük bir bilgi ve
belgeye ulaşmamış olmaları, halen sözde örgütün yöneticisi ve lider
kadrosunun ortaya çıkarılmamış olması, davanın ve sözde örgütün
1999 yılında tanzim edilen sözde uyduruk örgüt dokümanları
üzerinden nasıl kurgulandığını yeterince ortaya çıkarmış
bulunmaktadır.
Yapay örgüt oluşturma çalışmalarını perdelemek amacı ile ortaya
atılan gizlilik ve hücre sistemi gibi prensiplerinin de inandırıcı
olmadığı ortadadır.
Cumhuriyet tarihi boyunca faaliyet göstermiş, toplantılarını
dağlarda ve yabancı ülkelerin kamplarında yapan en küçüğünden en
büyüğüne kadar yüzlerce terör örgütünün en ayrıntılı bilgilerine
ulaşılmasına karşılık Türkiye’de kamu kurumları içinde ve üye olarak
kamu görevlilerinin yer aldığı iddia edilen sözde örgütün 1999
yılındaki uydurma belgelerinin dışında 60 yıllık geçmişe rağmen tek
bir belge ve bilginin bulunmaması, sözde örgütün bir proje olarak
ortaya atıldığının, dava içinde de cevaplandırılamayan en önemli
kanıtıdır.
Yargılanan sanıkların tümünün sözde örgüt üyesi olmadığını
belirtmesi yöneticisi ve toplantıları hakkında en küçük bir bilgiye
sahip olmaması, hayatın olağan akışına uygun bir süreç değildir.
Sadece bir kısım sanık için hazırlanmış gerçeğe ve dosyadaki
maddi delillere uymayan şemalar yerine tüm sanıkları kapsayan bir
139
şemanın hazırlanamaması, ortada ülkenin dönüşümünü sağlayacak bir
örgüt projesinin varlığını göstermektedir.
2) MÜTALAA VE İDDİANAMEDE ŞAHSIMA ATFEDİLEN
FİİLLERİN ÖRGÜT ÜYELİĞİ SUÇUNU OLUŞTURMADIĞINA
İLİŞKİN YAPTIĞIM HUKUKİ DEĞERLENDİRMELER
a) Örgüt suçunun unsurları
Örgüt, soyut bir birleşme olmayıp bünyesinde
hiyerarşik bir yapının, ast-üst ilişkisinin emir komuta zincirinin hakim
olduğu bir yapıdır.
Bu sebeple örgüt, mensupları üzerinde bir güç kaynağı
tesis eder.
Örgüt suçuna katılımda bulunan kişiler aynı yönde
hareket eder ve aynı amacın gerçekleşmesini hedeflemektedirler.
Örgüt suçunun oluşabilmesi için amacı gerçekleştirmeye
yeterli sayıda üyenin yanı sıra hiyerarşik yapının ve şiddete dayanan
eylem programının varlığı şarttır.
Hukuka uygun bir şekilde kurulmuş olan ve hukuka uygun
amaçlar çerçevesinde faaliyet gösteren parti, sendika, dernek, vakıf
ve şirket gibi teşekküllerin bünyesinde işlenmiş olan münferit suç
vakıaları dolayısıyla bir suç örgütü olarak kabul etmek mümkün
değildir.
Kişinin katıldığı örgütün, suç işlemek amacı ile
oluşturulduğu ve silahlı örgüt olduğu hususunda kasten hareket
etmesi gerekir.
Çoğu silahlı olan kişilerin meydana getirdiği örgüt silahlı
örgüttür.
Bu suçun meydana gelebilmesi için örgütü oluşturanların
tamamının silahlı olması zorunlu değildir. Ancak silah sayısının suçun
oluşması bakımından yeterli olması gerekir.
Örgütün varlığı için kurulduktan sonra veya kurulması
140
sırasında amaca uygun olarak örgütlenmek, disipline olmak,
faaliyetleri ahenkli hale getirmek, tek tek örgüt mensuplarının
hareketlerini koordine etmek zorunludur.
İllegal örgütlerde faaliyetler aşama aşama gelişir. Önce
sempatizanlar saptanır, ardından bunlara siyasi ve ideolojik bilinç
verilir, daha sonra kitle eylemlerine katılmaları sağlanarak cesaretleri
geliştirilir. Bilahare kod adı verilerek gizlilikleri sağlanır ve son
aşamada ise dağ kadrosuna aktarılarak askeri eğitim almaları ve ileri
aşamada amaç suça uyan eylemlerin yapılmasına geçilir.
Örgüt suçu soruşturma ve kovuşturmalarında Anayasa
ve diğer evrensel sözleşmelerde güvence altına alınmış olan başta
ifade özgürlüğü olmak üzere örgütlenme, dernek kurma, toplantı ve
gösteri yürüyüşünde bulunma, basın özgürlüğü gibi temel hak ve
özgürlükler kapsamında kullanılan hakların devlet aleyhine işlenen
amaç suçlar arasında değerlendirmemek için özellikle itina
gösterilmelidir.
Örgüt niteliği itibariyle devamlılık arz eder. Bu itibarla
kişilerin belli bir suçu işlemek için bir araya gelmesi halinde örgütün
varlığından bahsedilemez.
Örgütün yapısı sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve
gereç bakımından, amaçlanan suçları işlemeye elverişli olması
aranmalıdır. Oluşturulan yapının somut tehlike arz etmesi zorunludur.
Kişiler suç işlemek amacıyla bir örgütlenme yapısı içinde
bulunmalıdırlar.
Her hangi bir silahın varlığı, silahlı örgütün meydana
gelmesi için yeterli değildir. Bazı üyelerinin hedeflenen suçların
işlenmesini sağlayacak nitelikte ve nicelikte silahlı olmaları suçun
oluşması için gereklidir.
Silahlı örgütü yönetmek için örgütün hiyerarşik yapısı
içerisinde amacına uygun biçimde işleyişini sağlamak örgüt üyelerine
görev vermek ve genel stratejiyi belirlemek gerekir.
141
Örgüt üyelerinin organik bağ içerisine girerek yoğunluk,
süreklilik ve çeşitlilik gösteren eylemlerde bulunması zorunludur.
Silahlı örgütün amacının tüm üyeler tarafından bilinmesi
gerekir.
Silahlı örgüt üyeliği, örgütün amacını gerçekleştirinceye
kadar uzun süreli faaliyetleri gerektirdiğinden somut olaydaki
özelliklere göre kişinin konumunun örgüt üyesi sayılmasını
gerektirecek boyuta ulaşıp ulaşmadığının ispat ve belirlenmesi
zaruridir.
Bu suçun özel kastı belli amaçları silahlı olarak
gerçekleştirme olduğuna göre, failin bu özel kastının her hangi bir
duraksamaya yer vermeyecek şekilde açık ve net kanıtlarla ortaya
konması gerekir.
Kastın dosyadaki kanıtlarla belirginleştirilmesi sanığın
örgütün amacını benimsediğini açığa çıkaracak nitelikte hareketlerin
saptanması zorunludur.
İşlenen suçların silahlı terör örgütü faaliyeti
çerçevesinde işlenmesi aranır.
b) Örgüt Suçu ilgili Yargıtay içtihatları
Gerek şahsımın, gerekse sözde örgüt üyesi olarak
nitelendirilen kişilerin birbirleri arasındaki ilişkiler, dosyadaki mevcut
deliller ve iddialar dikkate alınarak sunulan Yüksek Yargıtay
içtihatları da sözde örgüt suçlamasının hukuki olmadığını ortaya
çıkarmıştır. Şöyle ki;
aa) “Yasal bir mitinge katılmak ya da memur
arkadaşlarına da katılabileceğini söylemek örgütsel faaliyet olamaz”
(AS.YDK.23.11.1989,181-241)
bb) “Örgüt adına eyleme katılmayan, bu konuda ikrarı
bulunmayan kişi sadece çantasındaki belgelere göre örgüt mensubu
olarak kabul edilemez” (AS.Y.2D. 09.04.1985,17-7)
142
cc) “Yasa dışı örgüt üyesi olma, bir takım eylemlerle
ortaya konabilecek şahsın kararlılığını örgüte bağlılığını kanıtlayan
hareketlerin varlığına bağlı bir durumdur” (AS. YDK.12.11.1987,151174)
dd) “Örgütün ülke çapında pek çok silahlı eyleminin
bulunduğu, bu nedenle de TCK 168.maddesinde gösterilen silahlı örgüt
vasfını aldığı anlaşılmaktadır”
(AS.Y2D.15.02.1989,1-85)
ee)
“Eylemin örgüt tarafından ve örgütün amacı
doğrultusunda gerçekleştirilmesinin kararlaştırılması zorunludur”
(AS.YDK.28.03.1991,58-64)
ff) “TCK 168.mad. silah amaçlanan suçun işlenmesini
sağlayacak nitelik ve güçte olmalıdır” (YCGK. 17.06.1985,9-111-384)
gg) “Ele geçen silahın örgüte ait olup olmadığı tespit
edilmelidir” (AS.Y5D.26.02.1986,45-43)
hh)
“Şüphe ve karine üzerine örgüt üyeliğinden hüküm
kurulamaz” (Y.CGK. 05.04.1993, 6.50-79)
ıı) “Örgüt yöneticiliği için silahlı örgütün olması ve bu örgütte
hususi bir görev almış olanların her hangi bir duraksamaya yer
vermeyecek şekilde durumlarının hukuken belirgin olması gerekir”
(TCGK.01.02.1988,9-422-1)
ii) “Sanığın sadece örgütsel toplantılara katılması örgüte
girdiğini gösterir başka deliller olmadıkça örgüt üyeliği için yeterli
delil olarak kabul edilemez”
(AS.Y5D.24.09.14986,180-170)
jj) “Silahlanmanın TCK 168.maddesinde yazılı devletin
şahsiyetine karşı suçları işlemek maksadıyla yapıldığı hususu şüpheli
kalmış olmakla” (AS.YDK. 21.10.1982,207/202)
kk) “Dokümanların içeriğinden sanığın süreklilik ve çeşitlilik
gösteren örgüt üyeliğine götüren somut olaylar açıklanmamıştır.
Dokümanların sanığa ait olduğu hususunda kuşkular bulunmaktadır. …
143
Dokümanlar kesin nitelik taşımadığı gibi içerikleri de örgüt üyeliğine
götürecek derecede kesin değildir. Bu dokümanların sanığa ait olduğu
da kuşkuludur” (Y.9.CD. 31.10.2006, 3095-5680)
ll) “Delillerle sonuç arasında bağ kurulmalı, bir başka deyişle bu
delillerle neden bu sonuca varıldığı anlatılmalı… hangi faaliyetlerin
örgüt üyeliği suçunu oluşturduğu tartışılıp değerlendirilmeden genel
ifadelerle gerekçeden yoksun karar verilmesi
(Y.9.CD.12.7.2006,1855-4221)
mm) “Sanığın örgütsel faaliyet gösterip göstermediği hususunda
yeterli araştırma yapılmalıdır”
(Y.9.CD.18.04.2006,889-2292)
nn) “Sanığın üzerine atılı suçtan mahkumiyetine yeterlilikte her
türlü kuşkudan uzak kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı
gözetilmeden” (Y.9CD.25.05.2006,1203-2816)
oo) “Sanığın örgütle bağ içine girerek örgüt propagandası
yapmak, örgütsel toplantılar düzenleyip katılmak, örgüte silah temini
için yurtdışına gitmek, kod adı almak, örgütsel ders alıp ders vermek,
örgüt mezarlığını ziyaret edip, öz geçmiş raporu vermek, istihbarat
biriminde görev üstlenmek, örgüt mensuplarının evinde silahlı nöbet
tutmak gibi süreklilik ve çeşitlilik gösteren eylemler TCK 168/2
maddesinde yazılı suçu oluşturduğu gözetilmeden” (Y 9.CD.
14.10.2003, 1626-1767, 18.03.2002 388-563, 02.07.2002 1513-1659,
03.06.2002 1183-1247)
öö) “Sanık ERNK içinde görev alarak yurt dışında eğitim
çalışmalarını sürdürmüş, bu kapsamda örgütsel dersler ve propaganda
faaliyetleri ile örgütsel siyasi taban oluşturma ve örgüt üyelerini
bilinçlendirme çalışmaları yapmış, sivil toplum örgütleri ile PKK terör
örgütü arasında bir köprü görevi görmüştür. Olayda TCK 125.mad. suç
unsurları oluşmamış olup, sanığın süreklilik gösteren eylemi TCY’nın
168/1 mad. uygun silahlı çetede özel göreve haiz olma suçu
niteliğindedir” (YCGK. 08.04.2003, 9-30-98)
144
c) Mütalaada sözde örgütün varlığına ilişkin yapılan tespitler;
Mütalaanın 330.sayfasından itibaren savcılık kurumu sözde
örgütün varlığını iddia ederken şu tespitlerde bulunmuştur;
___ Sözde Ergenekon örgütü, NATO’nun soğuk savaş döneminde
Türkiye’de adına derin devlette denilen kontrgerilla olarak kurduğu
bir yapıdır.
___ Bu örgütün varlığı Başbakan Ecevit tarafından da kamuoyuna
duyurulmuştur.
___ Böyle bir yapının varlığına hemen hemen kimse itiraz etmemiştir.
___ Sanıklardan Ferit İlsever’de 22.11.1990 tarihinde yaptığı basın
açıklamasında kontrgerillanın olduğu, merkezinin Genelkurmay Özel
Harp Dairesi olduğunu belirtmiştir.
___ Memduh Ünlütürk’ün kendisinin de mensubu olduğu Ergenekon
örgütünü Erol Mütercimler’e anlatmıştır.
___ Erol Mütercimler savunmasında bir kitaptan alıntı yaparak Türk
Generallerin, gladyo yapılanmasından söz ettiklerini anlatmıştır.
___ Susurluk kazasında çıkan yapı Ergenekon örgütünün küçük bir
hücresidir.
___ Soruşturmalarda ele geçen belgelerin sözde örgüte ait olduğu
hususunda bir kuşku yoktur.
___ NATO tarafından Türkiye’de kurdurulan bu kontrgerilla tipi
yapılanmaya Türk kültürüne uygun olarak Ergenekon ismi konmuştur.
___ 1999 Tarihli Ergenekon Analiz belgesinde Derin Devlet,
Kontrgerilla, Gladyo, Devlet İçinde Çete denilen yapının aslında
Ergenekon olduğu itiraf edilmiştir.
___ NATO’nun kurduğu komünizmle mücadele için oluşturduğu
örgütler zamanla amacının dışına çıkarak Ergenekon örgütünü
oluşturmuşlardır.
___ Susurluk’ta Ergenekon’un izine rastlanmış ancak ortaya
çıkarılamamıştır. Çünkü örgüt o dönemde etkindir.
145
___ 1999 Yılında reorganizasyona ihtiyaç duyulmuş çalışma usulleri
yazılı hale getirilmiş ve sivil açılımlar sağlamıştır.
___ Emniyetten gelen yazıya göre Ergenekon isimli örgütün amacının
görünüşte devleti yeniden yapılandırarak iktidara ulaşmak olduğu
belirtilmiştir.
___ Emniyetin yazısına göre hiyerarşik görev dağılımının yapıldığı,
gizliliğin esas alındığı, iş bölümünün önceden tespit edildiği eğitim ve
finans kaynak temininin, üyelerin eğitiminin açıkça ortaya konduğu,
yapılan iş bölümüne göre raporlar sunularak yapının hayata geçirildiği,
profesyonel bir örgütlenmenin oluşturulduğu;
+ Belgelerde örgütün suikastı ve amaca aykırı hareket eden
ajanın öldürülebileceğini benimsediği,
+ Soruşturma kapsamında silah, bomba ve mühimmatlar ele
geçirildiği,
+ Yargıtay binasının krokisinin çıktığı,
+ Bazı kişilerin ifadelerinde ve iletişim tespit tutanaklarında bir
takım kişilere suikast düzenlenmesi konusunda planlar yapıldığı,
+ Ümraniye’de ele geçen 27 bombanın kafile ve stok numarası
aynı ya da yakın olan bombaların 18 olayda kullanıldığının, bu olayların
7’sinin şiddet içerikli eylem olduğunun tespit edildiği,
+ 12.03.2008 Tarihinde dinlenen Gizli Tanık 9’un İstanbul’da bir
villada buluşarak Cumhuriyet Gazetesine bomba atılması için 3
bombanın verildiği görülmekle sözde örgütün 3713 sayılı TMK’nun 1 ve
7.maddeleri uyarınca terör örgütü olduğunun saptandığı,
__ Silah ve patlayıcı bulundurma, eylem hazırlıkları ve bomba irtibat
bilgileri nedeni ile cebir ve şiddeti araç olarak benimsemiştir.
__ Ergenekon örgütü Anayasa’da yer alan organları yok saymakta,
paravan doktrin doğrultusunda, illegal sonuçları korumak için terör
yöntemlerini benimsemiştir.
__ Yapılan aramalarda sanıklarda devletin gizli kalması gereken
bilgilerin çıktığı, toplumun muhtelif kesimlerinin fişlendiğine ilişkin
146
istihbari çalışmaların bulunduğu, devlet adamlarının koruma planları ve
evlerinin krokilerinin olduğu, farklı etnik yapıdaki vatandaşlara ve
alışveriş merkezlerine dair eylem planlarının çıktığı, tüm bu planların
devletin otoritesini zayıflatmayı ve temel hak ve hürriyetleri yok
etmeyi amaçladığı anlaşıldığı gibi bu eylemler devletin iç ve dış
güvenliği için tehdit oluşturmuştur.
__ Ergenekon örgütünün öncelikli hedefinin, TCK 312.mad. uyan
yürütme organına karşı suç olduğunun apaçık ortaya çıkmıştır.
__ Ergenekon örgütü çok sayıda vahim nitelikte ki silahı illegal
yollardan sağlamış, örgütün amaçları doğrultusunda kullanmış ve
gelecekteki eylemlerde kullanmak için saklamaktadır. Silahların
çeşitliliği ve miktarı devlet otoritesini zayıflatma hedefini
gerçekleşmeye yeterlidir.
__ Temel bilgilere göre hiyerarşik yapı, iş bölümü ve uzmanlığa dayalı
süreklilik gösteren bir sisteme kavuşturulmuş ve bu yapı uygulamaya
konmuştur.
__ Ergenekon örgütü, diğer terör örgütlerinin belirginleşmiş
kalıplarda olmadığı, doğrudan, paravan ya da taşeron yapılarla
faaliyetine devam ettiği, varlığı fark edildiğinde de dezenformasyon
yöntemleri ile gizlenmiştir.
__ Ergenekon örgütünün bölücü, dini ve Marksist yapıdaki
örgütlerden farklı bir ideolojisi mevcuttur. Örgüt Cumhuriyetin temel
niteliklerini istismar etmekte, amaçlarını engelleyen demokratik
tercihleri gayrimeşru saymakta ve sonuçlarına açık ya da gizli cebri
müdahale etmektedir. Örgütün üye yapısı amaçlarına uygun olarak
oluşturulmuştur. Yürütme organının ortadan kaldırılması ve çalışamaz
hale getirilmesi için normal koşullarda bir araya gelemeyecek kişileri
kuruluşları legal ya da illegal siyasi oluşumları iş bölümü ve hiyerarşik
yapı içinde bir araya getirilmiştir.
__ Örgüt hücreler şeklinde düzenlemeler yaptığından örgüt
mensupları birbirlerini bilmezler ve tanımazlar.
147
__ Örgütün meşru alana çıkan faaliyetleri örgütsel niteliği
değiştirmemektedir.
__ Ergenekon terör örgütü dinlenen tanık ve gizli tanık ifadelerine ve
çıkan belgelere göre diğer terör örgütleri ile irtibatlı olup
yönlendirmektedir.
__ Bugüne kadar ülkemizde çıkan terör örgütlerine bakılarak
Ergenekon örgütünün nitelendirilmesi mümkün değildir. O yüzden bir
eylemden sonra gazeteleri arayıp eylemi üstlenmesini beklemek
demek, devletimizin karşı karşıya kaldığı tehlikeyi algılayamamış
olmakla eş değerdir.
__ Bu nitelendirmelere göre Ergenekon örgütü TMY ve TCK’ya göre
silahlı terör örgütüdür.
d-) İddianamede ve mütalaada şahsıma atfedilen fiil ve delillere
bakılarak sözde terör örgütü üyesi olduğum iddia edilemez.
Mütalaada ve iddianamede tamamen mesleki, beşeri,
sosyal ve siyasal çalışmalarım sözde örgüt üyeliğinin maddi fiili ve
delili olarak gösterilmiştir.
____ Bu davada yargılanan ülke sorunları karşısında benzer
duyarlılıkları gösteren, aynı sosyal çevreden, benzer siyasal
düşüncelere sahip, aynı dernek ve siyasi parti üyesi olan, aynı mesleğe
sahip, mesleki ve iş ortaklıkları mevcut, vatanseverlik gibi geniş
çizgide faaliyet gösteren dernek, vakıf ve kuruluşların düzenledikleri
seminer, konferans ve panellere giden, ortak televizyon programlarına
katılan, birbirlerini gittikleri miting ve basın açıklamalarında gören,
aile dostlukları ve arkadaşlıkları olan kişilerle yaptığım telefon
görüşmeleri ya da yüz yüze sohbetlerim ve tanışıklıklarım, bu kişilerin
telefon numaralarının bende çıkması ya da benim telefonlarımın bu
kişilerin fihristlerinde bulunması,
____ Cumhuriyetin kurumu olan Atatürk’ün kurduğu Türk Ortodoks
Patrikhanesindeki anma ya da özel günlerindeki yemekli davetlerine
katılmam,
148
____ Basın açıklamalarda bulunmam,
____ Benzer siyasi ve sosyal görüşleri paylaştığım internet
sitelerinde haberlerimin yayınlanması, bu internet sitelerini okumam,
____ Yüz yıllık sorunumuz Ermeni meselesi konusunda beni basından
tanıyan bir kişinin tarafıma CD göndermesi,
____ Bir kısım basın kuruluşlarının tarafıma ödül vermesi ve bu ödül
töreninde çekilen fotoğraflar,
____ Yasal olarak katıldığım miting ve basın açıklamalarında,
yemeklerde, anma günlerinde çekilen fotoğraflarım,
____ Açtığım tazminat davalarım, yaptığım şikâyetler, davaya katılım
taleplerim, vekâleten yürüttüğüm davalara iştirakim,
____ Dernek ve siyasi parti faaliyetlerim, dernek üyeliklerim,
____ Adliyeden mesleki çalışmalarım nedeni ile aldığım karar ve
içtihatlar,
____ Bilgisayarımdaki dava çalışmalarım,
____ Bir sanığın gördüğünü anlattığı bir toplantıya avukatlar ve
kalabalık bir gurupla iştirak etmek, yeniden ifade vermek istemesi
halinde bunun hatırlatılmasını istemek,
____ Bir davanın tarafıma verilmek istenmesi ve bu konuda yapılan
mesleki boyuttaki görüşme,
____ Telefonda yanlış anlamlara sebebiyet verebilecek konuşmalara
hukukçu hassasiyetimle müdahale edip kişilere hatalarını söylemem,
____ Bir hukuk davasını, bir başka avukata yönlendirmem,
____ Tanımadığım bir kişinin tarafıma yardım isteyen mektup ve
hukuki görüşümü söylemem için gönderdiği idari dava dosyası,
____ Yaşadıkları olayları şikâyet konusu yapmak isteyenlerin
tarafıma faksla ya da telefonla müracaat edip dilekçe yazmamı
istemeleri,
____ Etkinliklere katılmak isteyenlerin telefon ve isimlerini
vermeleri,
149
____ Baro yönetimine seçilmek için baro seçimlerine katılmaya
davette bulunmam,
____ Kovuşturma aşamasında hukukun dışına taşmış bir kısım kamu
görevlilerini savunma dokunulmazlığı kapsamında hukuki eleştirilerde
bulunmam ve yapılan yanlışlıkları ortaya koymam,
__ Menfur Danıştay olayı sonrasında, masumiyetine inandığım
gözaltına alınan sanıklara hukuki yardımda bulunmam, ifadelerine
girmem ve bu menfur olay nedeni ile şahsi yorum ve düşüncelerimin
ifade edilmesi,
__ Sivil Toplum Kuruluşlarına üye olmam, onların toplantılarına iştirak
etmem, platform içinde görev almam,
__ Altı yıldan bu yana ülkemizin tüm enerjisini tüketen, ülke içi ve
dışında hemen her gün gündem bulan, müvekkilimin tabi olduğu
soruşturmanın milli bir mesele haline geldiğini söylemem,
__ Genelkurmay Başkanlığında görevli tanımadığım ve irtibatım
olmayan bir subayın, tek taraflı olarak başkanı olduğum aynı paralelde
olmadığını düşündüğü derneğin çalışmalarını dolaylı olarak
desteklenmesine ilişkin hiçbir şekilde hayata geçmemiş ya da yazdığı
bir yazıdaki kişisel kanaat ve görüşleri,
__ Televizyon programları yapmam,
__ Aile dostlarımla çıktığım yaz tatili,
__ Derneğin temizlik ve çay işleri için personel çalıştırmam, bu
personelin dernek işleri kapsamında mitinglerde pankart, megafon ve
benzeri eşyaları taşıması, adliyeden karar alması,
__ Bir avukatın davaya katılmak isteği ile telefon açması karşısında,
İzmir’in uzak olduğunu zahmet etmemesine ilişkin beyanlarım,
__ Eşimle ve müvekkillerimle yaptığım mesleki ve özel görüşmelerim,
telefonumdaki tatil ve aile fotoğraflarım,
__ Müvekkillerimin dava dosyaları, girdiğim davalar ve her türlü
mesleki çalışmalarım,
150
__ Şehit ailelerinin avukatlığını yapmam ve bu anneler ve aileler adına
Başbakan’a karşı dava açmam, sözde örgüt suçunun maddi fiilleri ve
delilleri olarak gösterilmiştir.
Tüm bu fiiller ve deliller tek tek incelendiğinde şu tespitleri
yapmak mümkündür.
aa) Bu delillerin içerisinde sözde örgüt yöneticilerinin her
hangi birinden, her hangi bir konuda emir ve talimat
aldığına ilişkin tek bir sözcük, yazı, telefon konuşması,
mesaj ve benzeri bir delil gösterebilir misiniz?
Suçlama konusu yapılan Ankara’ya Müge Tekin’le yaptığımız
anlaşma uyarınca müdafilik görevimin gereği gitmeme ilişkin Veli
Küçük’ün ya da Sevgi Erenerol’un tarafıma talimat verdiğine ya da
yönlendirdiğine ilişkin bir deliliniz var mı? Ankara’ya gitmeden ya da
Ankara’da iken ülkesini seven duyarlı her insanın içinin titrediği
menfur Danıştay Cinayeti veya bir başka konu hakkında içeriği
bilinmeyen telefon görüşmesinin varlığı, iddianızın delili sayılabilir mi?
Sadece içeriği bilinmeyen telefon konuşmasının varlığı ileri
sürdüğünüz iddiayı karşılayan ve doğrulayan, olayı temsil eden bir delil
olarak değerlendirilebilir mi? Bir konuşmanın delil olarak kabul
edilebilmesi için içeriğinin bilinmesi ve doğrudan söz konusu olayı
bütünü ile karşılaması ve temsil etmesi zorunlu değil midir? Siz
diyebilir misiniz ki bu kişilerin arasında telefon görüşmesi vardır. O
halde mutlaka emir ve talimat vermiştir. Bu durum niyet okuyuculuğu,
yorum ve karinelerle sonuca gitmek değil midir? Hukuk buna müsaade
edebilir mi?
Yine Büyük Hukukçular Birliği Derneğini, açtığım davaları,
katıldığım basın açıklamaları ve mitingleri, sözde örgüt yöneticisinden
emir ve talimat alarak yaptığıma ilişkin tek bir delil gösterebilir
misiniz?
Bu durumda sözde örgüt yöneticisi olarak yargılanan kişilerle
aramda hiyerarşik bir ilişki olduğu savunulabilir mi?
151
Ben kimden hangi konuda emir almış ve bu emri uygulamışım?
Hiyerarşik olarak kime bağlıyım? Bu hususları net olarak ortaya koyup
delillendirmeden nasıl olurda beşeri, sosyal, mesleki ve siyasi
ilişkilerimi örgüt ilişkisi olarak kabul edebilirsiniz?
İddia makamı tüm konuşma ve yazılı delillerimin
arasında hiyerarşik ilişkiye kanıt olarak bula, bula Sevgi Erenerol ile
nezaket ve saygı içeren birkaç sözcüğümü ortaya koymuş; “konuşmada
nezaket, saygı ve kibarlık var diyerek” kendisine göre hiyerarşik ilişki
görmüştür. Herkesin nazik ve kibar konuşması beklenen tutumdur.
Ancak toplumumuzun geleneği, bir bayana karşı bu konuda daha
hassasiyet gösterilmesi yolundadır.
Dosyamızda yönetici olarak gösterilen Muzaffer Tekin ile hiç
tape kaydım yoktur. Konuşma sayımda fazla değildir. İlişkimiz daha
ziyade müvekkil-vekil çerçevesindedir. Bu kişi ile hiyerarşik ilişki
içinde olduğumu ortaya koyan tek bir delil gösterebilir misiniz?
Veli Küçük’le yaptığımız konuşmaların içeriği dosyadadır. Bu
konuşmaların hangisinde emir ve talimat aldığıma ilişkin bir sözcük
geçmiştir? Buyurun gösterin.
Veli Küçük’ün haberim ve bilgimin dışında temel hak
ve özgürlüğünün kullanımı olarak, Türklüğe hakaret davasına katılma
talebinde bulunması, aramızdaki hiyerarşik ilişkinin kanıtı olabilir mi?
Söz konusu davaları tüm kamuoyu talep etmekte ve
birçok insan bireysel ya da temsil ettiği derneği adına tepkisini
koymak ve hakkını kullanmak üzere katılma talebinde bulunmuştur.
Davada yer alan diğer yönetici olduğu iddia edilen
sanıklarla da hiçbir hiyerarşik ilişkim mevcut değildir. Kimseden emir
almadım. Kimse tarafından yönlendirilmedim. Başkanı olduğum dernek
yöneticilerin iradesi doğrultusunda faaliyette bulunmuştur. Davada
dinlenen hiçbir tanığında aksini ispat eden tek bir beyanı olmamıştır.
Yine davada yargılanan hiçbir sanığa emir ve talimat
vermedim.
152
Mütalaada belirtilen Asım Demir, dernekte temizlik ve çay
hizmetlerini yapan bir çalışandır. Dernek başkanı olarak işveren-işçi
ilişkisi sözde örgütsel bağ olarak gösterilemez.
Fuat Turgut’a İstanbul’da bir davaya girmesi için hiçbir
teklifim olmadı. Kendisinin girme isteği mesafenin uzak olması ve
külfete katlanmaması için kibarca gerek yok denmiştir. Mahkemedeki
ifadeleri ile bu hususta kanıtlanmıştır.
Atilla Aksu’yla birçok telefon görüşmem mevcut olup,
hiçbir görüşmem de hiçbir konuda emrim ya da talimatım olmamıştır.
Sadece yaptığı iş nedeni ile kendisinden müvekkil ve yaptığım
hukuksal çalışmam için iki karar getirmesi rica edilmiştir. Diğer
kamuoyunca maruf ve bilinen neticelenmiş soruşturma ve davalarla
ilgili kararları kendisi teklif etmiş ve kendisini kırmadan, alırım
denmesine rağmen alınmamıştır.
Kendisi ile dostluğumun bir gereği olarak hukuksal
soruşturmada kullanacağım iki karar vermesi aramızda hiyerarşik
ilişki olduğunu göstermez.
Davada yargılanan hiçbir sanıkla hiyerarşik ilişkim
yoktur. Emir ve talimat aldığıma ya da verdiğime ilişkin dosyada tek
bir delil yoktur. Bu sebeple sözde örgütsel ilişkinin varlığından
bahsetmek mümkün değildir.
bb) Eğer ortada sözde örgüt olsa idi, tüm üyelerin üzerinde
bir güç kaynağı oluşurdu.
Örgütsel yapılarda hiyerarşik ait- üst ilişkisinin
doğal olarak oluşturduğu herkesin tabi olduğu ve üzerinde bir güç
kaynağıdır.
Örgütsel ilişkilerde hiçbir üye bu gücün karşısına geçemez ve
dinlememezlik edemez. Oysa şahsımın, diğer sözde örgüt üyesi olduğu
iddia edilen kişilerle birçok sorun yaşanmasına karşılık, hiçbir ortak
merkezi güç araya girip, kişilere nasıl davranacağı konusunda emir ve
talimat vermemiştir.
153
2006 Yılı Kasım ayının başından itibaren Oktay Yıldırım,
Bekir Öztürk, Levent Temiz, Behiç Gürcihan ile sorunlar yaşanmış ve
bu kişilerle bu davaya kadar hiçbir görüşmem olmamış, tüm beşeri ve
sosyal ilişkilerim kesilmiştir. Söz konusu tarihten sonra hiçbir
etkinlikte bir araya gelmediğim gibi telefon konuşması dahil hiçbir
iletişimim olmamıştır.
Oysa Bekir Öztürk’te bir internet sitesinin ve derneğin
kurucusudur. Kurduğu dernekle Türkiye’nin birçok ilinde
teşkilatlanmıştır.
Söz konusu dernekte sözde örgütün sivil toplum
kuruluşu olduğu iddia edilmiştir. Bu durumda iddiaya göre sivil toplum
kuruluşlarından sorumlu lobi yöneticisi olarak nasıl olurda bu ölçüde
önemli sivil toplum faaliyetinde bulunan Bekir Öztürk’le hiçbir
iletişimim ve faaliyetim olamaz. Mütalaaya göre Bekir Öztürk’ün bana
bağlı olması gerekir. Ancak benimle arası açık, hiç konuşmuyoruz.
Hiçbir etkinlikte yok.
Bilgimin ve haberimin dışında dernek kuruluyor,
etkinlikler yapıyor. Ama bir yönetici olarak ben tüm eylemlere
müdahale edemediğim gibi diğer yöneticilerde duruma müdahale
etmiyor. Kimse kavganın son bulması, husumetin ortadan kalkması için
tek bir harekette bulunmuyor. Tam tersine benimle kavgalı olan bu
gurup, kendi internet sitesinden köşemi ve haberlerimi siliyorlar.
Aleyhime birçok yazılar yazıyorlar. Gazetelere yine şahsımla ilgili
olumsuz demeçler veriyorlar. Ne ben sözde lobi yöneticisi olarak ne
de diğer sözde örgüt yöneticileri hiçbir müdahalede bulunmuyor; “Siz
ne yapıyorsunuz. Biz bir örgütüz. Örgüt bundan zarar görüyor” diye
taraflara nasıl davranacağı konusunda emir ve talimat vermiyor.
Bu kişilerle aramda husumetin oluştuğu 2006 Kasım
Ayından itibaren ortak tek bir faaliyetimiz olmuyor, bir araya
gelmiyoruz.
154
Ben lobi yöneticisiyim, sivil toplum kuruluşlarından sorumluyum.
Ama bana bağlı olması gereken bu örgüt üyeleri bırakın beni
dinlemesini internet ve medya ortamında aleyhime demeçlerde
bulunabiliyorlar.
Sayın savcılara soruyorum. Gevşek hiyerarşik bağdan
bahsetseniz dahi, hiçbir terör örgütünde bu tür ilişki ve fiillere izin
verilebilir mi?
Nerede ortadaki herkese hakim olan, merkezi güç kaynağı?
Yine sivil toplum kuruluşlarından sorumlu sözde lobi yöneticisi
olarak Kadıköy Merkezli Kuvvayı Milliye Derneğinin ne yerini, ne
yöneticilerini biliyorum. Hiçbir yöneticisi ve üyesi ile hiçbir ilişkim ve
irtibatım bulunmuyor.
Yine VKGBH’nin ne yöneticilerini ne üyelerini tanıyorum.
Hiçbir faaliyetlerine iştirak etmiyorum. Böyle lobi yöneticiliği ve
terör örgütü üyeliği olabilir mi?
Yine sözde örgütün sözde üyelerinden Merdan Yanardağ
yazdığı kitapta gerek şahsım hakkında gerekse sözde örgütün
yöneticisi Veli Küçük hakkında hakaretlerde bulunuyor ama ne sözde
yöneticiler ne de merkezi güç bu duruma müdahale etmiyor.
Levent Temiz, dernekten ayrılıyor, başka bir dernek
kuruyor, yine sözde örgütün sivil toplum kuruluşu olduğu iddia edilen
ancak benim hiç tanımadığım Semih Tufan Gülaltay’ın platformuna
giriyor, aleyhime basına demeçler veriyor, her nedense sözde örgütün
olması gereken merkezi güç kaynağı yine müdahale etmiyor, kenardan
seyrediyor.
Sayın savcılar mütalaa ve iddianamelerinin hiçbir bölümünde
sözde örgüt üyelerinin üzerinde merkezi bir güç kaynağı ortaya
koyamamışlardır.
Bu sebeple de ortada sözde örgütün varlığından bahsedilemez.
cc) Hukuka uygun bir şekilde, hukuka uygun amaçlar
doğrultusunda ve hukuka uygun faaliyet gösteren sivil
155
toplum kuruluşları, sözde örgütün kurduğu kuruluşlar
olarak değerlendirilemez.
Örgüt üyeliği suçunun gerçekleşmesi için kişilerin suç işlemek
amacı ile özel kastla bir araya gelmeleri gerekir. Bir araya gelme
amacı suç işlemek değil ise o takdirde sözde örgüt suçu da
oluşmayacaktır.
Sözde örgüt suçunun maddi fiili olarak kabul edilen sivil toplum
kuruluşlarının kurulması ve faaliyetleri hukuka aykırı olmadığı
takdirde, bu fiiller sözde örgüt suçunun unsuru olamaz.
Çünkü hukuka aykırılığın suçun tüm unsurlarında aranması
zorunludur.
Eğer bir dernek usulüne uygun kurulmuş, amacı ve faaliyetleri
yasaya uygun ise artık bu kuruluşları sözde örgüt suçunun unsurları
olarak değerlendiremezsiniz.
Üye olduğum tüm dernekler, Dernekler Yasasına göre
kurulmuştur. Amaçları da yasa ve anayasalara uygun olarak tescil
edilmiştir. Derneklerin faaliyetlerinden ötürü sözde örgüt amaçları
doğrultusunda her hangi bir fiilden ötürü kamu makamlarınca resen ya
da şikâyet üzerine hiçbir ceza soruşturması ve davası açılmamıştır.
Nitekim Büyük Hukukçular Birliği aleyhine sözde örgüt
tarafından kurdurulduğuna ya da örgüt amacı doğrultusunda
kurulduğuna ilişkin bir dava açılmadığı gibi hukuki faaliyetini halen
devam ettirmektedir.
Kuruluşu, amaçları ve faaliyetleri ile yasanın dışına
taşmamış sivil toplum kuruluşlarında ki faaliyetlerim nedeni ile sözde
örgüt suçunun maddi fiillerini oluşturduğum iddia edilemez.
dd) Silahlı örgüt üyesinin, bağlı olduğu örgütün silahlı olduğu
konusunda kasten hareket etmesi, kastının ve iradesinin
örgütün silahlı olduğunu da kapsaması gerekir.
Sözde silahlı örgüt üyesi olabilmem için, örgütün silahlı olduğunu
da bilmem gerekmektedir.
156
Eğer; örgüt üyesinin kasıt ve iradesi silahı kapsamıyorsa bu
konuda özel bir kastı yoksa, silahlı örgüt üyeliği gerçekleşmez.
İddianame ve mütalaada sözde örgütün silah ve
patlayıcıları olarak kabul edilen malzemeyi bildiğime ya da bu tür
malzeme ile ilişkili olduğuma ilişkin bir iddia ve delilde yoktur.
Uhdemde ateşli-ateşsiz hiçbir silah çıkmamıştır. Yine
bulunan silahlar ile bir ilgimin olduğu konusunda iddiada da
bulunulmamıştır.
Bu durumda kastımın silaha yönelmesi ve irademin silahlı
örgütü kapsadığı da ileri sürülemeyecektir.
Gözaltına alındığım tarihe kadar, bu davada yargılanan
sanıklardan her hangi birinde silah olup olmadığını bilmemekteydim.
Bu durumda bilmediğim silahlardan ötürü, sözde örgütün silahlı olarak
kabul edilmesi ve şahsımın iradesinin de hiçbir delil gösterilmeden
sanki irademin silahlı örgüte yönelik olarak kabul edilip, bu suçtan
ötürü cezalandırılmam ve silahlı örgüt üyesi olarak kabul edilmem
mümkün değildir.
ee) Anayasal haklarım olan toplantı ve gösteri yürüyüşü
hakkı, dava açma hakkı, ifade özgürlüğü ve basın
özgürlüğü gibi evrensel temel hak ve özgürlüklerin
kullanımı sözde örgüt suçunun maddi unsuru olarak kabul
edilemez.
Örgüt üyeliği suçu tehlike suçu olsa da, suçun maddi unsurunun da
hukuka aykırı fiillerden oluşması gerekir.
Kişi anayasal haklarını kullanıyorsa bu durumda yaptığı fiiller,
örgüt suçunun maddi unsuru olarak kabul edilemez.
Hukuka ve yasalara uygun hiçbir eylem, bir suçun maddi unsuru
olamaz.
Katıldığım tüm basın açıklamaları, mitingler ve etkinlikler yasal
olarak izin alınmış ve bildirimleri yapılmıştır.
157
Toplantı ve Gösteri Yürüyüş Yasasına göre; izin alınmasına
gerek olmayan basın açıklamalarında dahi, her hangi bir olay
çıkmaması için hukukçu hassasiyeti gösterilerek emniyete ve
kaymakamlığa müracaat edilerek, güvenlik önleminin alınması istenmiş,
bununla da kalınmamış, tarafımdan yetkili amirlere telefon açılarak
etkinliğin süresi, amacı, muhtemelen kaç kişinin katılabileceği,
yapılacak etkinliğin ne olduğu konusunda bilgi verilmiş, etkinlik
boyunca da irtibat sağlanarak etkinliklerde hiçbir olay çıkmaması
temin edilmiştir.
Siz, bu şekilde gerçekleşmiş bir eylemi, nasıl olurda
sözde örgütün maddi unsuru olarak görebilirsiniz.
Adına dava açılan kişilerin hiç biri burada sanık değildir.
Davacıların tamamı işlenen fiillerden mağdur olmuş şehit
anneleri ve ermeni zulmüne uğramış ailelerdir. Her birinden vekalet
alınarak davalar açılmış, kazanılan tazminatlar kendilerine yasal
makbuzlarla ödenmiştir.
Bu davalar örgüt üyeliği suçunun maddi unsuru nasıl
sayılabilir?
Yaptığım televizyon programları, RTÜK denetimindedir. Hiçbir
programım da söylenen sözlerden ötürü resen ya
da şikayet yolu ile bir soruşturma açılmamıştır. RTÜK’ten bir uyarı ya
da ceza kesilmemiştir.
Yine konuşmacı olarak katıldığım konferanslarda yapılan
konuşmalarda hiçbir suç işlenmemiştir. Bu konuda bir soruşturma
yoktur.
Gazete ve internette yayınlanan köşe yazıları ve
haberlerde bir suç unsuru bulunarak takibat yapılmamıştır.
Bu durumda; yasal haklarım kullanılması, bir suçun unsuru
olarak gösterilemez.
TCK 26.maddesindeki; “bir hakkın icrasının suç
158
oluşturamayacağı” kuralı uyarınca mitinge katıldın, yazı yazdın,
program yaptın, dava açtın diyerek örgüt suçlamasında bulunulamaz.
ff) Sözde örgütün sivillere açıldığı iddia edilen tarih ile
benim burada yargılanan sanıklarla tanıştığım tarih
arasında sözde örgüt üyesi olmamı imkansız kılacak tarih
farklılıkları mevcuttur.
İddianameye göre sözde örgütün kuruluşu belli
olmamakla birlikte, uydurma belgelere göre 1999 yılında sivillere
açılarak, örgüt yapısında reorganizasyon yapılmıştır.
Oysa ben burada bulunan sanıklardan sadece Sevgi Erenerol ile
2005 yılı Eylül ayında, Levent Temiz’le siyasi parti bünyesinde 2005
yılında, Bekir Öztürk ile 2005 Aralık ayında tanışmış olup, diğerlerinin
tümü ile 2006 yılı Şubat ayından itibaren tanışıklığım mevcuttur.
Ümraniye soruşturmasının 2007 yılı Haziran ayında, Ergenekon
soruşturmasının 2008 yılı Ocak ayında başladığını düşündüğümüzde
bir an için bu kişilerle ilişkilerim örgüt üyeliği olarak değerlendirilse
bile örgüt üyeliğimin süresi ortalama iki yıl gibi kısa bir süredir.
Savcılara göre ben sivil toplum kuruluşlarından sorumlu lobi
yöneticisiyim. Bu durumda benden önce sözde örgütte sivil toplum
kuruluşlarından sorumlu üyenin ya da yöneticinin kim olduğu belli
değildir. Bu husus önemli bir konudur. Çünkü örgüt stratejisine göre
1999 yılında sivil açılım yapıldığına göre, aslında sivil toplum
kuruluşlarının da hemen bu tarihten sonra kurulması ve yine STK’dan
sorumlu yöneticinin de o tarihte seçilmesi olayın akışına uygun bir
tutum olacaktır.
Ancak 2005 yılına kadar ortada ne sivil toplumdan sorumlu
yönetici, ne de kurulmuş bir dernek vardır. Oysa yine iddianameye
göre sözde örgütün darbe planları 2003-25004 yılına aittir. Eğer sivil
toplum kuruluşları darbe öncesinde, darbe zeminini hazırlayacaksa bu
durumda sivil toplum kuruluşlarının 2003 yılından önce kurulması
gerekmez miydi?
159
Çünkü iddiaya göre STK yaptıkları eylemlerle darbe zemini
hazırlamışlardır.
Ancak ortada darbe planı yoktur.
Uygulamaya konulması düşünülen darbe planlarının tarihi 20032004 yılı iken, bu tarihten önce STK’ların kurulmaması lobi
yöneticisinin olmaması, iddiaların ne ölçüde çürük, temelsiz ve
ciddiyetten uzak olduğunu göstermektedir.
Savcılar, 2003-2004 yılından sonra ortaya bir darbe planı
koyamamışlardır. Sanıkların eylem ve faaliyetlerinin devam ettiğinden
bahsetmişler ise de ortada bir darbe planı olmayınca, STK’ların darbe
zeminini hazırlama fonksiyonları da olmayacaktır.
Ortada darbe planı yok iken, benim en erken 2005 yılında sözde
örgüte girip lobi yöneticisi olarak dernekler kurup darbe zeminini
hazırlamam, çocukların masal kitaplarına konu yapılabilir. Fakat, bir
hukuk metni olan iddianameye yazılmaması gerekir.
1999 Yılında açılım yapan sözde örgüt, 2003-2004 yılından önce
lobi belgesine uygun olarak neden STK’lar oluşturmamış, lobi
yöneticisi seçmemişte, darbe planları yaptığı iddia edilen askerlerin
emekliye ayrılması, deşifre olması ve planların uygulanamamasından ve
kuruluşundan 6-7 yıl sonra STK’nın kuruluşu yoluna gitmiştir.
Bu da gösteriyor ki birbiri ile ilgisiz olaylar, kişiler, olgular sırf
yapay bir örgüt kurmak için bir araya getirilmiştir.
İddianamenin ve mütalaanın bu ölçüde uyumsuz, benzemez,
maddi gerçekliğe uymayan ve hukuk mantığı ile bağdaşmayan olayları
bir araya getirip, pazılın parçası yapma gayretleri, sözde örgüt
suçunun siyasal maksatlarla kullanılması yolunda hukukumuzun
düşürüldüğü ibret verici tabloyu da göstermiş bulunmaktadır.
Kaldı ki; ortada bir darbe planı yok iken, kurucusu ve üyesi
olduğum derneklerin dışında diğer derneklerle hiçbir ilgi ve alakam
yok iken, iki yıllık süreçte bu dernek yönetici ve üyelerini tanımamış
ve bu derneklerle hiçbir etkinliğe katılmamış iken, tam tersine
160
sonradan kurulan derneğin yöneticileri ile husumetim oluşmuş iken
nasıl olurda lobi yöneticisi olarak, bu dernekleri nasıl bir araya getirip
olmayan bir darbe planı için zemin hazırlamakla suçlanmaktayım! Bunu
anlamakta güçlük çekmekteyim.
Savcıların bu ciddi açmazları değerlendirmeden ithamda
bulunmalarının hukukla bağdaşır bir tarafı yoktur.
gg) İddianamedeki sözde üyeliğin bir kenara bırakılarak
mütalaada sözde örgüt yöneticiliği ile suçlanmamın hiçbir
mantığı yoktur.
İddianamede; hiyerarşik yapıda özel görevli konumunda
Bulunduğum ve lobi belgesinde açıklanan hukuk departmanının
sorumlusu olduğum kanaatine varılmıştır.
Mütalaada ise Asım Demir ve Atilla Aksu’yu verdiğim emir ve
talimatlarla, ayrıca Fuat Turgut’u davalara girme konusunda
yönlendirdiğim iddia edilerek, sözde örgüt yöneticiliğinden
cezalandırılmam istenmiştir.
Mütalaada farklılığın sadece bu üç kişi ile ilişkime dayandırılarak
ileri sürülmesi, bu konudaki Yargıtay kararları ve müelliflerin
görüşleri ile uyumlu bulunmamaktadır.
Asım Demir’le dernek arasındaki iş ve hizmet ilişkisi, Atilla
Aksu’nun emir ve talimatın dışında Adliye’de çalışması nedeni ile
tarafıma karar getirmesi, Fuat Turgut’u kesinlikle yönlendirmemiş
olmam karşısında, iddia makamının bu konudaki iddiaların hiçbir temel
yapısı bulunmamaktadır.
Örgüt yöneticiliği için; örgütün amacına uygun biçimde işleyişini
sağlamak amacı ile örgüt üyelerine görev verilmesi ve genel strateji
belirleyen kararların alınması gerekir.
Yönetici; amaca uygun olarak örgütleyen, disipline olan,
faaliyetleri ahenkli hale getiren, tek tek örgüt mensuplarının
hareketlerini koordine eden kişidir.
161
Dosyadaki hiçbir delilde ve tanık beyanında amaca uygun
örgütlenme yaptığıma, faaliyetleri ahenkli hale getirdiğime, diğer
örgüt üyelerinin faaliyetlerini koordine ettiğime ve genel stratejiyi
belirlediğime ilişkin en küçük bir ibare yer almamaktadır.
Mesleğimin avukat olması ve kamuoyunda ismimin geçmesi
nedeni ile bu tür sözde payelerin verilmesinin hiçbir hukuki temeli
yoktur. 1950’lerde kurulduğu, 1999’da sivil açılım yaptığı iddia edilen
sözde örgüte, savcıların düşünce sistemine göre son iki yılda tanıyıp
yönetici olmanın kriteri maalesef açıklanmamıştır. Çünkü silahlı örgüt
üyeliği, örgütün amacını gerçekleştirinceye kadar uzun süreli
faaliyetleri gerektirdiğinden, sayın savcıların yöneticilik ve üyelik
payelerini de ona göre dağıtmaları gerekir.
Maalesef bu iddianamede silahlı örgüt üyeliği, Kanarya Sevenler
Derneği olarak algılanmıştır. Bu sözde örgüte üyelikte, yöneticilikte
çok ucuza gitmektedir. Kapının önünden geçen üye alınmakta, kapıdan
içeriye giren yönetici olmaktadır.
Kurucuyu hiç sormayın. Çünkü savcılara göre sözde örgütün
varlığının tespiti için kurucuları belirlemeye gerek yoktur.
Çünkü bu yapay örgütün hangi karanlık odalarda tezgahlandığını
bilmemek mümkün değildir.
Uydurma örgüt belgeleri bu suni örgütün nasıl kurulduğunu
yeterince ortaya koymaktadır.
hh) Yapılan aramalarda uhdemde uyduruk sözde örgüt
dokümanlarının hiçbiri çıkmamıştır.
İddianamede lobi yöneticiliği isnat edilmiştir. Bir yandan
STK’nın, diğer yandan hukuk departmanının sorumluluğu verilmiştir.
Ancak bu görevlerin anlatıldığı sözde örgüt dokümanlarından
hiçbirinin yedimde çıkmaması yapılan suçlamalarında ciddiyetsizliğini
ortaya koymaktadır.
162
Sadece lobi belgesinin değil, diğer uydurma tek bir belgenin,
sözde Ergenekon örgütünün isminin yer aldığı bir dokümanın ve yazının
bulunmaması, suçlamaların ne ölçüde suni olduğunu da göstermektedir.
Gizliliği bünyesinde barındıran istihbarat kurumlarında çalışan
her hangi bir personelin, evinin ve işyerinin aranması halinde, ne kadar
gizlilik kuralına riayet etseler de, kurumda çalıştığına ilişkin birçok
belgeyi bulma ihtimali var iken, bir yandan lobi yöneticisi olup hem
hukuk departmanından hem de STK’dan sorumlu olan bir kişinin v ve
işyeri aramalarında yöneticisi olduğu örgütün isminin geçtiği bir
belgenin bulunmaması suçlamanın ne ölçüde gerçeğe aykırı olduğunu
izahı gerektirmeyecek ölçüde ortaya koymaktadır.
Bilgisayarımda mesleki, sosyal ve siyasal çalışmalarından ötürü
on binlerce dosya ve yazı bulunmasına rağmen Ergenekon sözcüğüne
rastlanmaması, tek bir sözde örgüt dokümanının çıkmaması sayın
savcıları biraz olsun örgüt üyeliği konusunda şüpheye düşürmemiştir!
ıı) Sözde örgüt toplantısına katıldığıma ilişkin tek bir delil
bulunmamaktadır.
1999 Yılında sivil açılama geçip, yazılılık prensibini benimseyen
sözde örgütün 2008 yılına kadar tek bir örgüt toplantısı yaptığı
kanıtlanamamıştır.
Bu sıkıntı soruşturmanın başından itibaren sayın savcılarca da
duyulmuş, 265 sanıklı sözde örgüt davasında, özellikle sözde örgüt
yöneticilerinin katıldığı hiçbir toplantıyı ispat edememişlerdir.
Bu sebeple toplantı olarak Türk Ortodoks Patrikhanesinin
kuruluş, anma ve özel günlerinde yaptıkları yemekli-pastalı toplantıları
sözde örgüt toplantısı olarak göstermeye çalışmışlardır.
Bu anma günlerine gelen sözde yönetici sayısı 3 ya da 4 kişidir.
Oysa sözde örgütte sözde yöneticisi sayısı 50’yi bulmaktadır. Bu
durumda 1999 yılında sivil topluma açılım yapan ve yazılı usule geçen
sözde örgütün, uyduruk tüm dokümanlarını ve sözde darbe planlarını
163
bulan emniyetin bu acar çalışmasına rağmen yöneticilerin tümünün ya
da ayrı ayrı yaptıkları iddia edilen tek bir toplantının ortaya
çıkarılamamış olması sözde örgüt iddiasının da ne ölçüde çürük
olduğunu ortaya koymuştur.
Görülüyor ki iddianamede ve mütalaada sözde örgüt üyesi
olduğuma ilişkin tek bir ciddi delil sunulmamıştır.
Hakkın icrası konusunda yasaların tarafıma tanıdığı hak ve
özgürlüklerin kullanımına ilişkin faaliyetlerim, mesleki çalışmalarım, iş
ve dostluk ilişkilerim sözde örgüt suçunun maddi unsuru ve delili
sayılmıştır.
e)
Sözde örgütün olmadığına ilişkin değerlendirmelerim
aa) Sözde örgütün kuruluş tarihi ortaya konamamıştır.
Sadece iddianamede NATO’nun kurdurduğu komünizmle
mücadele örgütlerini amaç dışı şahsi çıkarları için kullanmak isteyen
kişilerce oluşturulduğundan bahsedilmiş, ancak bu oluşumun hangi
tarihte, nerede ve kimlerle meydana getirildiğine ilişkin hiçbir
açıklama getirilmemiştir.
Ülkemizde faaliyet gösteren en küçüğünden, en büyüğüne kadar
tüm terör örgütlerinin nerede, kimlerle, hangi tarihte kurulduğuna ve
kuruluş bildirgelerine kadar tüm ayrıntılar hakkında bilgi sahibi olan
devletin, üyelerinin TSK mensubu, arkasında üye olunan askeri pakt,
NATO ve ABD’nin olduğu belirtilen sözde örgütün kurucularını,
yöneticilerini, kurulduğu yeri ve tarihi, kuruluş bildirgelerini
bilmemesi inandırıcı değildir.
Uyduruk belgelerin tarihi olan 1999 yılına kadar resmi
görevlilerden oluşmuş, iddia edildiği gibi devasa örgüte ilişkin tek bir
örgüt dokümanının bulunmaması, tek bir kurucusunun isminin ortaya
konamaması, yöneticilerin belirlenememesi, sözde örgüte ilişkin tek
bir faaliyet merkezinin saptanamaması, 50 yıl boyunca üyelerinin
164
belirlenememesi, sözde örgüt hakkında tek bir suç için soruşturmanın
olmaması imkansızdır.
Sözde örgütün 50 yıl boyunca tek bir toplantısı ortaya
çıkarılamamıştır. Tüm bunları perdelemek için sözde örgütün tüm
eylem ve işlemlerinde yazılı belge düzenlemesini reddetmesi şifahilik
kuralını benimsediği iddiası gerçeklerin ve hayali örgütün
perdelenmesinden başkaca bir şey değildir.
Asıl ilginç olanı sözde örgütün kuruluşu, kurucuları ve geçmiş
eylemleri konusunda soruşturma ve kovuşturma kapsamında ciddi
hiçbir araştırma yapılmamış olmasıdır.
Sadece Genelkurmay Başkanlığına ve diğer güvenlik kurumlarına
sözde örgütün varlığı konusunda yazılan müzekkere cevapları ile
yetinilmesi doğru olmamıştır.
Dört kurumun dışında sözde örgütün kuruluşu, kurucuları,
kuruluş yeri ve tarihi, kuruluş ilkeleri, üyeleri ve eylemleri konusunda
bir araştırma yoluna gidilmemiştir.
Dava aşamasında sözde örgütün kuruluşunun belirlenmesi,
savcının iddiasının doğruluğunun ortaya çıkarılabilmesi için
Komünizmle Mücadele Derneklerinin Türkiye genelinde hangi illerde
kurulduğu, kurucuları, üyeleri ve akıbetlerinin araştırılması istenmiş,
ancak mahkemece bu taleplerimiz gerekçesiz bir şekilde
reddedilmiştir.
İddiaya göre sözde örgüt 1999 yılında sivil açılım yaptığına göre,
bu tarihten önceki tüm üyelerinin TSK mensubu olduğu
anlaşılmaktadır. Tüm üyeleri ordu mensubu olan, silahlı terör
örgütünün, 50 yıl boyunca tek bir belgesine, kurucusuna, yöneticisine
ulaşılmaması, tek bir eylemin ortaya konamaması ciddiye alınacak bir
iddia değildir.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, Genelkurmay
Başkanlığının tüm sırlarını barındıran Kozmik Odalarına girilmiştir.
Maalesef bu belgelerin celbi sağlanmamış, en azından sözde örgüte
165
ilişkin bu belgelerde bir bilgi olup olmadığı ilgili savcılığa
sorulmamıştır.
NATO’nun Brüksel’deki merkezi ve diğer NATO üyesi ülkeleri ile
böyle bir oluşumun varlığı konusunda hiçbir yazışma yapılmamıştır.
Talip Doğan Karlıbel’in yalanlarından belki bir şey çıkabileceği inancı
ile Almanya ile defalarca yazışma yapan mahkemenin, bu konularda
hiçbir araştırma yapmaması son derece anlamlıdır.
50 Yıllık süreçte, sözde örgütün isminin geçtiği bir tek belgeye
rastlanmamasını hiçbir örgüt kuralı ile açıklamak mümkün değildir.
Adeta yapay örgütün 1999 yılı öncesindeki hayali geçmişinin
ortaya çıkmaması için her türlü önlem alınmıştır.
Çünkü bu soruşturma ve dava için yapay örgüte biçilen milat
1999 yılıdır. Öncesinin tespiti için yapılacak araştırma, sözde örgütün
tertip boyutunu ortaya koyacaktır.
bb) Sözde örgüt dokümanları, yaratılan suni örgüte uygun
olarak şekillendirilmiş, uydurma belgelerdir.
Sözde örgüt dokümanları, dokümansız örgüt olmaz
anlayışı ile Tuncay Güney gibi zafiyetleri tespit edilen kişiler yolu ile
bir kısım sanıklara gönderilmiş, bir kısım belgeler iletişim araçları
yolu ile kolaylıkla ulaşılabilir hale getirilmiş, bir kısmı da usulsüz
yapılan aramalar neticesinde bulunmuştur.
Sözde örgüt dokümanlarının bir kısmının altında yazılı bulunan
strateji gurubu ciddi bir şekilde araştırılıp ortaya çıkarılmamıştır.
Belgelerin bir kısmı masa başında sözde örgüte uygun hale
getirilirken, bir kısım yazılar yapılan eklentiler sonucu sözde örgüt
belgesi haline getirilmeye çalışılmıştır.
Jandarma Kriminal Laboratuarından alınan rapor; belgelerde
yapılan ilave, ekleme ve sahtelikleri bilimsel bir şekilde ortaya
koymuş, ancak bu rapor her nedense iddia ve yargılama makamınca hiç
dikkate alınmamıştır.
166
Kaldı ki; söz konusu belgeler öylesine soyut olarak hazırlanmıştır
ki, ne sözde örgüt yapısı ile ne üyelerle, ne de somut olaylarla hiçbir
illiyet bağı kurulamamıştır.
Söz konusu belgelerin hiçbir inandırıcılığı yoktur. İddiaya göre
50 yıl boyunca ortaya çıkmayan sözde örgüt, ne olmuştur da sokaktan
toplanırcasına doküman yazıp ortalığa saçmıştır? Gizlilik ilkesini
uygulamaktan neden vazgeçmiştir?
Her nedense sözde örgüt belgelerinin tarihi 1999-2001 yılları
arasını kapsamaktadır. 1999 Yılı öncesinde belge hazırlanmama
sebebini sözde örgütün şifahilik ilkesini gütmesi ile açıklayan iddia
makamı, neden 2001 yılından sonra sözde örgüt belgesi
hazırlanmadığını ortaya koyamamıştır. Sebebi açıktır. Çünkü tertip
2002 yılında uygulamaya konmuştur. MİT tarafından uyduruk belgeler
kurumlara 2002 yılında gönderilmeye başlanmıştır. Bu sebeple 2002
ve sonrasında hazırlanması elbette ki mümkün olamayacaktır.
Sözde örgüt davasında söz konusu uyduruk belgelere kolaylıkla
ulaşılması için en sağlıklı yol, yaratılan bir suç nedeniyle mahkeme
emanetinde saklanmasıdır. Tuncay Güney bu dokümanları teslime
rağmen alsa idi, elbette bu dosyaya celp edilmesi mümkün
olamayacaktı.
Sözde dokümanların sözde örgüt yöneticisi ve üyeleri
tarafından hazırlandığı konusunda da dosyada hiçbir ciddi delil
yoktur. Örgüt dokümanlarının örgüt kurucusu ve yöneticileri
tarafından hazırlanması beklenen bir tutumdur. Ancak bu davada
hiçbir yönetici doküman hazırlamamıştır.
Yine özellikle AKP hükümetini, siyasi düşüncesini ve ideolojisini
hedef aldığı iddia edilen sözde örgütün her nedense dokümanları AKP
iktidarı gelmeden hemen önceki iki yılda hazırlanmakta, iktidara
geldiği yılda ele geçirilmekte ve kurumlara gönderilmekte ve proje
adım adım yürütülerek iktidarın ABD desteğini alarak en güçlü olduğu
dönemde muhalifleri ezen devasa bir davaya dönüştürülmektedir.
167
Sonra da savcı Zekeriya Öz, tüm güvenlik kurumlarının 58 yıl
boyunca izine rastlamadığı, asrın örgütünü Beşiktaş’taki Adliyenin 15
m2’lik küçük odasında keşfedebilmektedir. Maalesef akıl tutulmasının
yaşandığı dönemlerde ancak insanların zekâları ile fazlası ile alay
edilir. Bizde bu dönemi yaşamaktayız.
cc) Sözde örgütün hiyerarşik yapısı ortaya konamamıştır.
Soruşturma ve kovuşturma boyunca muhtelif şemalar
ortaya çıkmış, emniyetçe yapılan şemalar gerçeği yansıtmaktan uzak
sadece bir kısım sanıkları ihtiva etmiştir.
Şemaların bir kısmında yer alan isimlerin önemli bir kısmı
soruşturmaya dahil edilmemiş, ifadesine dahi müracaat edilmemiştir.
Adeta kamuoyunu yönlendirmek ve kirli psikolojik savaşa hizmet
etmek için masa başında ısmarlama hazırlanan şemalar, sözde örgütü
temsil etmekten uzak kalmıştır.
Halen huzurda tüm sanıkları ihtiva eden, birbirleri ile sözde
bağlantıları ortaya koyan sözde örgüt şeması dahi hazırlanamamıştır.
Çünkü yargılanan sanıklar arasında olmayan sözde örgüt ilişkisi,
örgüt şemasının hazırlanmasını imkansız kılmaktadır.
1999 Yılından öncesinden vazgeçtik, sonrasında bu sözde
örgütün liderinin kim olduğu henüz belli değildir.
Lider ile birlikte sözde örgütü idare eden merkez yönetim
organı ortaya konamamıştır. Hemen herkes, lideri bulunamayan sözde
örgüte, beyinlerde planlanan cezalara çarptırılabilmek için yönetici
yapılmıştır.
Hücre sisteminden bahsedilmiş, tüm sözde örgüt sanıklarını
ihtiva eden hücre yapıları ortaya çıkarılamamıştır.
Yargılanan sanıklar arasındaki lider, yönetici üye ilişkisi
çerçevesinde örgüt haberleşmeleri, emir verme, talimat alma ve altüst ilişkilerine ilişkin yazılı ya da tanık beyanı olarak inandırıcı ve
ciddi deliller bulunamamıştır.
168
Tüm üyeleri kapsayacak, etkili ve yönlendiren bir güç kaynağının
varlığı tespit edilememiştir.
dd) Sözde örgütün mensuplarının aynı yönde hareket ederek
aynı amacı hedeflemeleri şartı gerçekleşmemiştir.
Huzurda yargılanan sanıkların siyasi ve sosyal anlamda
hiçbiri ne aynı yönde hareket etmekte, ne de aynı amacın
gerçekleşmesi için ortak bir faaliyeti mevcuttur.
Dosyada yargılanan 265 sanığın siyasi ve sosyal görüş
farkları bir örgütte bir araya gelerek ortak amacın gerçekleştirilmesi
yönünden çalışma yapmalarını imkansız hale getirmektedir.
Birçok sanık vatanseverlik düşüncesinde birleşmiş olsalar da, bu
ortak nokta suç oluşturmadığı gibi sözde örgüt kurmanın bir
gerekçesi de olamaz.
Sanıklar arasındaki bir çok konudaki düşünce farklılıkları
hiyerarşi temeline dayalı, emir komuta zinciri içerisinde disiplinli bir
terör örgütünde bir araya gelmelerini madden imkansız kılmaktadır.
Özellikle PKK, DHKP-C, TİKKO, Hizbullah gibi terör örgütlerinin
yönlendirilmesinde ve taşeron olarak kullanılmasında buradaki
sanıkların ortak tavır almaları, bu düşünceyi benimsemeleri ve
faaliyete geçirmeleri gibi bir konunun konuşulması dahi söz konusu
olamaz.
Nitekim yönetici olduğu iddia edilen sanıkların birbirleri
hakkında kitap yazmaları, TV’lerde hakaret dolu beyanda bulunmaları
ve sonra da aynı çatı altında bir örgütte buluşmaları hukuk mantığının
ve yaşamın olağan kuralları ile açıklanamaz.
Her ne kadar savcılar bu açığı örtmek amacı ile “bu bildiğiniz
terör örgütlerinden değildir” demişse de, bu beyanlar sözde örgütün
yapay bir proje olarak kurulduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.
Yargılanan insanların çoğunun milliyetçi, ulusalcı, Atatürkçü,
Cumhuriyetçi, üniter devlet yapısından yana olmaları, tek bir örgüt
çatısı altında toplanmalarının gerekçesi olamaz. Bu değerleri birçok
169
ayrı siyasi partide ve yüzlerce sivil toplum kuruluşu içinde savunan
milyonlarca insan bulunmaktadır. Bu milli değerlerin kalıcı olması için,
ortak bir çatı altında, sözde terör örgütü kurmaya mahal yoktur.
Bu sebeple burada yargıladığınız insanların disipline dayalı
hiyerarşik bir kalıp içinde, bir terör örgütü kurarak, gayrimeşru amaç
ve hedefler doğrultusunda, aynı yönde hareket etmeleri madden
imkansızdır. Bunun aksi; mücerret hiçbir ilke, karine ve yorumlarla
kanıtlanamaz.
ee)
Sözde örgütün şiddete dayalı ortak eylem programının
varlığı zorunludur.
Bu güne kadar yapılan tüm aramalarda sözde örgüt
yöneticilerinden gerçek anlamda sözde örgüte ait amacı
gerçekleştirmeyi hedeflemiş, şiddete dayalı ortak eylem programı
bulunamamıştır.
İddianame ve mütalaaya konu yapılan sözde eylem ve suikast
planlarının hemen tamamı gayriciddi ve dikkate alınamayacak telefon
görüşmelerine, plan denemeyecek sanıkların kabul etmediği delillerin
arasına serpiştirilmiş usulsüz krokilere ve eylem ya da suikast planı
denemeyecek delil hüviyetine sahip olmayan belgelere
dayandırılmıştır.
Sözde örgüte atfedilmiş işlenmiş ya da işlenecek hiçbir şiddete
dayalı eylem sözde örgüt tarafından kesinlikle kabul edilmemiş ve
sözde örgüt eylemi olarak ortak eylem planına dayalı olarak
gerçekleştirildiğine ilişkin tek bir ciddi delil bulunamamıştır.
ff) İddianamede sözde örgüt tarafından kurulduğu iddia
edilen STK’nun, sözde örgüt yöneticilerinin emirleri ile
kurulduğuna ilişkin hiçbir delil bulunamamıştır.
İddianamede sözde örgüt tarafından kurulduğu iddia
170
edilen STK’ları arasında ortak bir bağ olmadığı gibi, birçok sivil
toplum kuruluşu birbirini tanımamakta ve ortak hiçbir etkinlik
gerçekleştirmemektedir.
Yine bu STK’larının sözde örgüt yöneticilerinin talimatları ile
kurulduğuna ve ortak bir program dahilinde yönetildiğine ilişkin ciddi
ve inandırıcı hiçbir delil yoktur.
Kurucular arasında husumet olduğu gibi, ortak bir yönetici
tarafından yönetilip, yönlendirilmemektedir. Sözde örgüte bağlı
olduğu iddia edilen STK’ların ortak emir aldığı sözde yönetici yoktur.
Kuruluşların tüzükleri ortak bir merkezden hazırlanmamıştır.
gg) Soruşturma kapsamında ele geçirilen silahların sözde
örgüte ait olduğu kanıtlanamamıştır.
Sanıkların ev ve işyerlerinde yapılan aramalarda bulunan
birçok silah kişisel olup, sözde örgüt silahı olarak kabul edilmesi
mümkün değildir.
Sanıkların uhdesinde çıkan silahların hiçbiri tek bir sözde örgüt
eyleminde kullanıldığı kanıtlanamamıştır.
Hiçbir silah işlenmesi tasarlanan eylem ve planlar için elden ele
dolaşmamıştır.
Bir kısım sanıklarda bulunduğu iddia edilen patlayıcı maddelerin
hiçbiri bulunan sanıklarca kabul edilmediği gibi bu konudaki tüm
aramalar usulsüz gerçekleşmiştir. Kaldı ki; bu patlayıcı maddelerle,
uhdesinde bulunduğu iddia edilen sanıklar dışında diğer sanıklarla
irtibatı kurulmamış ve patlayıcılardan haberdar oldukları
kanıtlanamamıştır.
Sanıklarda bulunduğu iddia edilen patlayıcıların, sözde örgüt
suçunda kullanıldığına ilişkin tek bir eylem yoktur. Cumhuriyet
gazetesinde kullanılan bombaların, bir kısım sanıklarda bulunan
bombalardan olduğu konusu inandırıcı ve ciddi delillerle
kanıtlanamamıştır. Kafile numarası aynılığı ya da benzerliği,
171
inandırıcılığı tamamen ortadan kalkmış sanıktan devşirme bir gizli
tanık beyanı ile bu iddianın kanıtlanmış olduğu kabul edilemez.
Ortada bulunduğu iddia edilen bireylerin kendilerine ait silah ve
patlayıcıların dışında sözde örgüte ait ve sözde örgüt eylemlerinde
kullanılan silah ve patlayıcı yoktur.
Sözde örgüt silahı ya da patlayıcısı olduğu iddia edilen
malzemelerin bulunduğu sanıklarla, sözde örgüt yöneticileri arasında
bu silahların sözde örgüt eylemlerinde kullanılmasına ilişkin hiçbir
emir ve talimatın verildiğine ilişkin delil ortaya konamamıştır.
hh)
Sözde örgütte, amaca uygun olarak örgüt faaliyetlerini
disipline eden, ahenkli hale sokan, sözde örgüt üyelerinin
eylemlerini koordine eden yöneticiler mevcut değildir.
Bir örgütte örgüt içi disiplin, ahenkli çalışma ve örgüt
mensupları üzerinde denetim zorunlu iken burada yargılanan sanıklar
arasındaki ilişkilerde disiplin denetim ve koordineli çalışmaya
rastlamak mümkün değildir.
İddia makamı hücre yapılanmasından bahsetmiş ise de, aynı
dernek içinde faaliyet gösteren küçük guruplar ve kişiler arasındaki
ilişkilerde dahi sözü edilen unsurlar bulunmamaktadır.
öö) Sözde örgüt içinde eğitim, siyasi bilinçlendirme, ortak
kitle eylemleri, kod adı verilmesi sureti ile gizliliğin
sağlanması ve emir yolu ile amaç suçların işlenmesi söz
konusu değildir.
Silahlı terör örgütünde örgüt içinde yaşanması gereken
hiçbir süreç davada yargılanan sanıklar arasındaki ilişkilerde
gözlemlenmemiştir.
Sanıklar arasında, sözde örgütün amacına yönelik
konularda bilinçlendirmeyi sağlayacak ideolojik ya da silah eğitimi gibi
hiçbir çalışma olmamıştır. Örgütün eğitim yaptığı yer, eğitilen sözde
örgüt mensupları ya da eğitmenlerden bahsetmek mümkün değildir.
Bir tek sanık sözde örgütte eğiticilerden silah ya da bilinçlendirme
172
eğitimi aldığını ifade etmemiş, buna ilişkin somut belgeler çıkmamış,
hiçbir tanıkta ciddi bir beyanda bulunmamıştır.
İddia makamı yargı sürecinde bazı kişilerin kod adı kullandığının
ispatı noktasında olağanüstü çaba göstermiş ise de söz konusu kod
isimlerin bir kısmının kişilerin göbek adı olarak ikinci isim şeklinde
kullanıldığı, bir kısmının ise yaptıkları resmi görevler nedeni ile
çalıştıkları kurumlarca verildiği yazılı belgelerle kanıtlanmıştır.
Böylelikle sanıkların gizliliği sağlamak amacı ile kod isim
kullandıklarına ilişkin iddia tamamen çökmüştür.
Sözde örgütün kurdurduğu STK’nın tamamının ya da önemli bir
kısmının bir araya geldiği tek bir kitle eylemi gösterilemez. Çünkü ismi
geçen STK’ların birbiri ile hiçbir organik ilişkisi olmadığı gibi yönetici
ve üyeleri arasında tanışıklık dahi yoktur.
Sadece kurucuları aynı olan henüz iki derneğin faaliyette
bulunmadığı üç derneğin özel durumu bu konudaki iddiaları ispat
etmekten uzaktır. ( Büyük Hukukçular Birliği, Büyük Güç Birliği ve
Ayasofya Derneği)
Yine eğitim ve bilinçlendirme sonucunda amaç suça elverişli
suçun işlenmesi için sözde örgüt üyelerine emir ve talimat verildiğine
ilişkin hiçbir delilde yoktur. Şiddete dayalı tek suç olan Danıştay
eylemi ile sözde örgüt yöneticileri arasında kurulmaya çalışılan
irtibatın hukuki hiçbir inandırıcılığı yoktur.
ii) Sözde örgütte devamlılık unsuru da yoktur.
Sözde örgütün kuruluşu, sivil açılımı, darbe planları
ve birbirleri arasındaki ilişkiler dikkate alındığında bir örgütte olması
gereken devamlılık unsurunun da bulunmadığını göstermektedir.
Kuruluş tarihi ve yeri belli olmayan sözde örgütün 1999 yılına
kadar geçen 50 yıllık süreçte sözde örgütün kurucuları yöneticileri,
faaliyetleri ve eylemleri konusunda ciddi ve net hiçbir açıklamada
bulunulmamıştır.
173
1999 Yılında sivil açılım yapıldığı tarihte bu açılımı yapan sözde
örgüt yöneticilerinin kimler olduğu, o tarihte yargılanan sanıklardan
kimlerin buna karar verdiği, o tarihte örgüt yöneticilerinin kim olduğu
yine belli değildir.
2003-2004 Yılı sözde darbe planları ile burada yargılanan
sanıklar arasında ciddi ve somut hiçbir ilişki kurulamamıştır.
1999 Yılından itibaren birbirini tanıyan sanık sayısı son derece
azdır.
Sanıkların tanışıklıkları dava da gerçekleşmiş, bir kısmı da 2006
ve 2007 yılları arasında tanışmıştır. Oysa bu tarihlerde de ortada bir
darbe planı yoktur.
Darbe planından önce zemini hazırlayacağı iddia edilen tek bir
STK’u kurulmamıştır.
Görülüyor ki amaca yönelik vahim suçları işlemesi beklenen
silahlı terör örgütünde olması gereken devamlılık unsuruna sanıklar
arasında rastlamak mümkün değildir.
jj ) İddianame ve mütalaada belirtilen sanıkların eylemlerinin
hemen tamamı anayasal hakların kullanımından ibarettir.
Sözde örgüte atfedilen amaç suçların gerçekleşebilmesi
için sözde örgütün eylem ve faaliyetlerinin tümünde hukuka aykırılık
unsurunun bulunması zorunludur.
Mütalaa da ise tam aksi savunulmuş hemen tüm sanıkların
hükümete karşı suçun unsurları olarak gösterdikleri mitinge ve basın
açıklamalarına iştirak, televizyon programı yapmak, köşe yazısı
yazmak, davalar açmak, konferanslar vermek, dernek kurmak gibi
anayasal temel hak ve özgürlüklerin kullanımı çerçevesindeki icrası
hak olan eylemler sayılmıştır.
kk) Sanıkların oluşturdukları iddia edilen sözde örgütün amaç
suçları işlemeye elverişli bir yapısı yoktur.
Örgütün atfedilen amaç suçları işlemeye elverişli araç,
174
gereç ve üye sayısına sahip olması gerekir. Ayrıca oluşturulan yapının
da somut tehlike arz etmesi zorunludur.
Öncelikle sözde örgütün silahı olarak gösterilen silah ve
patlayıcıların sözde örgütle ilişkisi kurulamamıştır. Silahların hemen
tümü kişilere ait olduğu gibi, patlayıcıların sanıklardan bulunduğu
hususu inandırıcı delillerle ortaya konamamış ve sözde örgütle
irtibatlandırılamamıştır. Bu sebeple ortada örgüt silahı yoktur.
Sözde örgüt üyelerinin önemli bir kısmı İstanbul’da oturan ve iş
sahibi olan kişilerdir. İddianamede de sözde örgütün faaliyetlerinin
İstanbul’u seçtiği belirtilmiştir. Oysa hükümete karşı bir suçun
Ankara’da işlenmesinin zorunluluğu ortadadır. Ankara merkezli bir
faaliyet yoktur.
Sözde örgütün faaliyeti olarak gösterilen internet andıcı ya da
irtica ile mücadele eylem planı cebir ve şiddet yolu ile hükümete karşı
suç kapsamında değerlendirilemez.
Darbelerden bahsedilmesine karşılık ortada yürürlükte olan bir
darbe eylem planı bile gösterilmemiştir.
Kaldı ki darbelerin İstanbul merkezli yapılması imkansızdır.
Yargılanan sanıkların hemen tümü emekli iken hangi darbeden
bahsedilebilecektir. Emeklilerin darbe yapacağı iddiası her halde
sadece bu iddianameye özgüdür.
On binlerce sivil toplum kuruluşunun bulunduğu ülkemizde üye
sayısı 500’ü bulmayan 5 dernekle darbe zeminin hazırlanacağı iddiası
her türlü ciddiyetten uzaktır.
Nitekim iddianamede bile meclisin önüne kalpaklarla gidileceği,
kalpak giyip çıkararak darbe zeminin oluşturulacağı iddiası bu konuda
düşülen yetersizliğin ifadesidir.
ll) Kişilerin suç işleme amaçları ile bir araya gelmedikleri araç
suçların yokluğu ve yetersizliğinden anlaşılmaktadır.
Gaye suçları işlemeye yönelmiş, devamlı ve uzun süreli
175
faaliyet gösteren silahlı terör örgütlerinin en önemli özelliği örgüt
mensuplarının vahim boyutta araç suçları işlemiş olmasıdır.
Oysa davamızda gizli belge ve kişisel veri kaydı dışında,
nerede ise araç suça rastlamak mümkün değildir. Sanıkların önemli bir
kısmı açısından bu iki suçun unsurlarının oluşmadığı bir kenara, iki suç
tipi de sanıkların yaptıkları mesleklere kolaylıkla atfedilebilecek suç
türündendir. Silahlı terör örgütü mensuplarına uygun nitelikte suç
tipleri değildir. Daha ziyade meslek suçları arasında sayılır.
Meslekleri itibari ile gazetecilerde, yazarlarda, aydınlarda, emekli
askerlerde çoğu miadını doldurmuş, gizliliği kalmamış birçok belgeye
rastlamak mümkündür. Bu belgeler; sözde örgüt faaliyetleri
çerçevesinde değil, mesleki faaliyetleri sonucunda kendilerinde
bulunmuştur. Nitekim hiçbir gizli belgenin sözde örgüt faaliyeti
çerçevesinde kullanıldığı kanıtlanamamıştır. Keza kişisel veri kaydı da
aynı nitelikte vahim olmayan daha ziyade mesleki suç boyutundadır.
Araç suç bulamayan iddia makamı sözde örgütün yaratılması için
sanıkların mesleki uğraşlarına uygun olarak işlenebileceği iki suçu
yoğun olarak kullanma yoluna gitmiştir.
mm)
Sözde örgüt üyelerinin organik bağ içerisinde bulunarak
yoğunluk, çeşitlilik ve süreklilik gösteren eylemleri yoktur.
Burada kastedilen çeşitlilik yoğunluk ve süreklilik
göstermesi gereken yasaya uygun ve hakkın kullanımını ifade eden
hukuka uygun eylemler değildir.
Örgütün ve örgüt üyeliğini gösteren eylemlerdeki yoğunluk,
süreklilik ve çeşitlilik kişilerin temel hak ve özgürlüklerini
kullandıkları faaliyetlere ilişkin olamaz.
Bir köşe yazarının her gün yazı yazması, ya da sanıkların sıklıkla
konferanslar vermesi, televizyon programları yapmaları ya da basın
açıklamalarına katılması bu unsurların varlığını göstermez.
Sözü edilen eylemlerin hukuka aykırı olması ve suç teşkil etmesi
zorunludur.
176
nn) Kendisinden olmayan hükümetleri ortadan kaldırmak amacı
ile kurulduğu ve faaliyet gösterdiği iddia edilen sözde
örgütün bu konuda başarılı olduğu ya da teşebbüste
bulunduğu bir eylemde gösterilmemiştir.
60 Yıldan bu yana faaliyet gösterdiği iddia edilen sözde
örgütün sadece iki hükümete karşı faaliyette bulunduğu iddia
edilmiştir.
Birincisi 59.Ecevit Hükümeti olup, Ecevit’in rahatsızlığının ileri
sürülerek, görevinden uzaklaştırılmaya yönelik faaliyet ve eylemlerde
bulunulduğu iddia edilmiştir. Bu konuda ciddi bir delil gösterilmemesi
bir kenara, olayın mağduru Başbakan bile, böyle bir faaliyetin
olmadığını defalarca dile getirmiştir. Kaldı ki bu hükümeti ortadan
kaldıran sözde örgütün bir faaliyeti değil, koalisyon ortağı Devlet
Bahçeli’nin iradesi olmuştur.
İkinci eylem ise AKP hükümetlerine karşı olduğu iddia edilmiş
olup, buradaki sanıklarının hiçbirinin hükümete karşı suçun icra
unsurunu oluşturan bir eylemi söz konusu olmamıştır.
Görülüyor ki; 60 yıllık sözde örgütün sadece iki hükümete karşı
faaliyette bulunduğu iddia edilmiş ancak ikisinde de fiil-sonuç
arasında bağlantı kurulamamış, yine fiili temsil eden deliller ortaya
konamamıştır.
Bu sebeple bu soruşturmanın gerçek amacı Ecevit hükümeti
bahane gösterilerek, AKP hükümetlerine muhalif olanlara sindirme
operasyonuna dönüştürmek olmuştur.
oo) Silahlı sözde örgütte silahlı eylem yapan yoktur.
Amacına ulaşması için vahim suçlar işlemesi gereken sözde
örgütün iddianamesi incelendiğinde, bu davaya eklenti olarak getirilen
ve buradaki sözde Ergenekon sanıkları ile hiçbir bağlantısı
kurulamayan Danıştay Olayı dışında yargılanan sanıkların silahla
gerçekleştirilmiş oldukları tek bir eylemin, basit yaralamanın hatta
177
havaya ateş açmanın dahi gerçekleştirmediği bir dava ile karşı karşıya
olmamız, sözde örgütün olmadığının bir başka kanıtıdır.
En basit kavganın, yaralamanın, hakaretin bile olmadığı örgüt
yargılanmasında vahim suçlar kapsamında silahlı gasp, banka
soygunları, rehin alma, devlet kuvvetleri ile çatışma gibi hiçbir eyleme
rastlanmaması bir tesadüf değildir.
Böyle bir suç tablosundan silahlı örgüt yaratma çabası beyhudedir.
Bu soruşturma ve sürecin tertip boyutu her taraftan
fışkırmaktadır. Ön yargılardan sıyrılan her makul kişinin bunu
görmemesi mümkün değildir.
öö) İşlenen hiçbir suç sözde silahlı terör örgütü faaliyeti
çerçevesinde işlenmemiştir.
Dosyada sanıkların işlediği iddia edilen vahim nitelikte olmayan,
basit suçların hiçbiri örgüt faaliyeti kapsamında işlenmemiştir.
Yoğunluklu işlendiği ileri sürülen kişisel veri kaydı ve gizli belge
temini suçların her sanığın mesleki faaliyetleri kapsamındaki
faaliyetlerden türetildiği ortadadır.
Bunun dışında ruhsatsız silah, tarihi eser kaçakçılığı, telsiz
yasasına muhalefet gibi suçların hiçbiri sözde örgüt kapsamında
işlenen suçlardan değildir.
pp) Sanıkların sözde örgütün amacını bildiği ve benimsediği,
bunları silahlı olarak gerçekleştirmeye yönelik özel kast taşıdığı
kanıtlanamamıştır.
Sanıkların hemen tümü sözde örgütün ismini bu soruşturma
nedeni ile gözaltına alındığında ya da basından öğrenmiştir. Sözde
örgüt dokümanlarının çıktığı sanık sayısı 6-7 kişiyi geçmemektedir. Bu
dokümanları okuyan sanık yok gibidir. Kaldı ki bu belgelerin
kamuoyunda maruf hale geldiği kanıtlanmıştır.
Hiçbir sanığın iradesinin silahlı eylemler sonucu, cebir ve şiddet
kullanılarak hükümeti ortadan kaldırmaya yönelik olduğuna ilişkin tek
bir delil ortaya konmamıştır.
178
Silahla yaralamanın dahi olmadığı bir sözde örgütte silahla
işlenebilecek vahim suçlara yönelik iradenin varlığı da mümkün
değildir.
Sözde silahlı örgütün gayeye varmak amacı ile ülke çapında çok
sayıda silahlı eylem gerçekleştirmesi gerekirken, hiçbir eyleminin
olmaması da son derece anlamlıdır.
“Silahlı çete” anlam itibarı ile amaca ulaşmak için uzun süreçte
birçok vahim suçu işleyen örgüt olarak nitelendirilir. Oysa sözde
örgütün 60 yılda işlediği tek bir silahlı eylemi yoktur.
rr) Sanıkların sözde örgütteki sözde görev ve
sorumlulukları mesleklerine uygun olarak soruşturma aşamasında
masa başı çalışması ile tespit edilmiştir.
Hiçbir sanığın sözde örgütte yönetici, departman sorumlusu, ara
yönetici, lobi yöneticisi, köprü personel olduğuna ilişkin tek bir sözde
örgüt dokümanına ulaşılamamıştır.
Soyut olarak görevlerin belirtildiği uyduruk belgelerle sanıklar
arasında bir illiyet bağı da kurulamamıştır.
Kovuşturma kapsamında da bu hususta hiçbir delile
ulaşılamamıştır.
Bu sorunun aşılması için sözde örgüt dokümanlarındaki
mücerret görevler, sanıkların mesleklerine, faaliyetlerine ve
toplumsal konumlarına göre masa başında soruşturma kapsamında bol
keseden dağıtılmıştır.
Avukat olan sanık hukuk departmanında, dernek başkanı olan
STK departmanında, gazeteci olan basın departmanında, siyasetçi
olan propaganda departmanından sorumlu tutulmuşlardır.
Bir yazılı ya da sözlü delil olmadan bu tür görev paylaşımının
soruşturma kapsamında yapılması ve bir kısım şemaların hazırlanması
hukuken tasvip edilemez.
ss) Sözde örgütün 1950’den itibaren kurulduğuna ilişkin
gösterilen deliller her türlü hukuki ciddiyetten yoksundur.
179
Mütalaada sözde örgütün NATO tarafından soğuk savaş
döneminden itibaren kurulduğuna ve 50 yıldan bu yana faaliyet
gösterdiğine ilişkin iddialarını Ecevit’in kontrgerilla konusunda siyasi
açıklamasına, dosya sanığı Ferit İlsever’in bir parti adına yaptığı basın
açıklamasına, Memduh Ünlütürk’ten şifahi olarak Ergenekon ismini
duyduğunu söyleyen sanık Erol Mütercimler’in beyanına ve yine bu
kişinin yabancı kaynaklı bir kitapta yapılan yorumuna aktardığı
ifadesine dayandırılması hukuk adına traji-komedi bir durumdur.
50 Yıllık geçmişi olduğu iddia edilen silahlı terör örgütünün
varlığının yukarıdaki verilerle kanıtlanmaya çalışılması, hukukumuzun
sokulduğu çıkmaz sokaklarda düştüğü ibret verici tabloyu göstermesi
bakımından önem arz etmektedir.
İddia makamınca “Kurucuları, kuruluş yerini, kuruluş tarihini
örgüt faaliyet merkezlerini, kuruluş bildirgelerini, yöneticileri, örgüt
üyelerini, örgüt eylemlerini kanıtlayamadık ama Ecevit’in bir beyanı
var, sanıkların basın açıklaması ve duyumları mevcut, yabancı bir
kitapta da yorum yapılmış bunlar örgütün varlığı için yeterlidir”
talihsizliği yaşatılmıştır.
Türk Yargı tarihinde yaşatılan bu sürecin ibretle
anılacağından tereddüdüm yoktur.
şş) Savcıların hazırladığı mütalaada sözde örgütün varlığı
konusundaki iddiaları hukuk adına üzüntü vericidir.
aaa) Susurluk’ta yargıladığınız kişileri, yeniden bu davada sanık
yaparak, Susurluk Kazasında ve yargılamasında ismi geçen kişilerin, bu
davada yargıladığınız sözde örgütün bir hücresi olduğunu nasıl
savunabilirsiniz?
Susurluk ile burada yargılanan diğer sanıklar arasında örgütsel
ilişkiyi kanıtlayacak hangi deliller mevcuttur?
Susurluk’ta yargılanan iki sanığı bu davaya taşımakla, iki dava ve
sanıklar arasında bağlantı kurulamaz.
180
Susurluk’ta sözde örgüt davasından yargılanıp mahkûm
ettiğiniz iki sanığı, burada da yeniden aynı örgüt suçundan
yargılamanız hukuksuzluğun vardığı başka bir boyuttur.
Susurluk sanıkları o davada Ergenekon’un hücresi kabul edilen
Susurluk örgütü davasından mahkûm edilmiş ise verilen cezanın
infazından sonra bir eylemi olmadığı halde bir de buradan sözde örgüt
üyeliğinden nasıl mahkûm edilebilir?
bbb) Sözde örgüt dokümanlarının sözde örgüte ait olduğuna
ilişkin kuşkuyu taşımayan sadece savcılar olabilir. Tam tersine bu
dokümanların buradaki sanıklar tarafından hazırlandığına ilişkin
bugüne kadar hangi somut kanıtı ortaya koydunuz?
ccc) Sözde Ergenekon örgütünün NATO tarafından kurulduğuna
ve isminin de Ergenekon konduğuna ilişkin deliliniz nedir? Hem Türk
kültüründen ötürü bu ismin konulduğunu savunacaksınız, öbür taraftan
da sözde örgütün ismini soy ismi “Ergenekon” olan bir generalle
irtibatlandıracaksınız. Bu yorumlarınızdan hangisini tercih
ediyorsunuz? Yoksa tüm şıklar geçerlidir mi diyorsunuz?
ddd) 1999 Tarihli Analiz belgesinde Derin Devlet’in
Kontrgerilla’nın, Gladyo’nun Ergenekon olduğunun itirafı yeterli
değildir. Analiz belgesini yargıladığınız sanıklar tarafından
hazırlandığı itiraf edilmiş midir? Ya da bu belgeyi sanıkların
hazırladığını kanıtladınız mı? Belge ile sanıklar arasında hangi somut
bağlantılara ulaştınız? Bu sorulara olumlu cevap verilmeden, uyduruk
belgelerdeki itiraflara sığınamazsınız.
eee) NATO’nun kurduğu komünizmle mücadele örgütlerinin
isimleri nedir? Kurucuları kimdir? Faaliyetleri nedir ve nerededir?
Tüm bunlar ispat edilmeden mücerret olarak sözde örgütün kuruluşu,
NATO’nun komünizmle mücadele için kurduğu iddia edilen sözde
örgütlere atıf yapılarak işin içinden sıyrılmak mümkün değildir.
fff) Susurluk sırasında bu sözde örgütün etkin olduğunu
savunuyorsanız, bu durumda bu örgütün faaliyetlerini yöneticilerini ve
181
eylemlerini de bilmeniz gerekir. Buyurun bunları da açıklayın ve
sorumluların hakkında yasal işlem yapın. Çünkü henüz zamanaşımı
dolmamıştır. “Etkindir o yüzden ortaya çıkaramadım” yorumu ile
mütalaa yazılmaz.
ggg) Sözde örgüt 1999 yılında yazılı usule geçmişse; temsil
niteliği olmayan dokümanlarının dışında, doğrudan sanıkların
isimlerinin geçtiği, toplantıların yapıldığı, tek bir yazılı belge
sunamamanızın sebebi nedir?
hhh) Mütalaada emniyetin yaptığı tespitlere dayanmak bir başka
traji-komik haldir. Savcılık sözde örgüt dokümanlarını emniyete
gönderiyor. Emniyetin de; “ben böyle bir örgüte ve eylemine
rastlamadım ama gösterdiğiniz bu belgelere göre sözde Ergenekon
örgütünün terör örgütü olduğunu tespit ettim” demesi bir başka
vahim durumdur.
Uydurma belgelerde belirtilen, hiçbir anlatım ve faaliyetin,
sanıklar tarafından icra edildiğine ilişkin kanıt yoktur.
Emniyetin sanıklarla illiyet bağı kurulmayan belgelere dayalı
değil, bizzat sanıkların işledikleri sözde suç ve eylemlere göre
yorumda bulunması gerekir.
Nitekim sanıklarla ilgili alana girilen kısımlarda, emniyet kişisel
silahlar ve sanıklarla irtibatlandırılamayan patlayıcı maddelere, suçla
ve sanıkla ilgisi olmayan Yargıtay krokisine, telefon sohbetlerine, aynı
bomba olduğunun kesin kanıtı sayılamayan aynı ya da benzer kafile
numaralarına, inandırıcılığı olmayan Gizli Tanık 9’un ifadelerine
dayanarak sözde örgütün, terör örgütü olduğu kanaatine varmıştır.
Böyle bir yorum ve kanaatin, ne ölçüde hukuk, bilim ve mantık dışı
olduğu ortadadır.
Cebir ve şiddet unsuru gerçekleşen eylemlere göre değil, delil
olmaktan uzak bomba irtibat bilgilerine, sanıklarla
irtibatlandırılamayan hazırlık hareketi sayılabilecek kâğıt üzerindeki
182
ya da telefon sohbetlerinde ki eylem hazırlıklarına, kişisel silah ve
sözde örgüt ile ilgisi kurulmayan patlayıcı maddelere dayandırılmıştır.
Sanıklarla irtibatlandırılamayan, sözde belgelerdeki şiddet ve
cebrin benimsendiğine ilişkin yazıları, sözde örgütün terör örgütü
olduğuna ilişkin tespitin gerekçesi olarak gösteremezsiniz.
ııı) Sözde örgütün; bir yandan Anayasa’da yer alan organları yok
saydığını söyleyeceksiniz, sonra da TCK 309. madde yerine TCK 312.
maddede düzenlenen suç ile yargılayacaksınız. Doğru bunun
neresindedir?
iii) Hangi kişisel veri kaydı ya da devletin gizli belgeleri sözde
örgüt amacı doğrultusunda kullanılmış ve eylemde kullanılarak devletin
iç ve dış güvenliği için tehdit oluşturmuştur?
jjj) Sözde örgütün illegal yolla sağladığı tek bir silah yoktur.
Kişilerin bireysel silah temin etmeleri, sözde örgüt adına yapıldığı
iddia edilemez. Hangi silah, sözde örgüt suçunda kullanılmıştır?
Davaya eklenti yapılan Danıştay saldırısı, sözde örgüt ve sözde
Ergenekon sanıkları ile delilsiz olarak irtibatlandırılmaya çalışılmıştır.
kkk) Uydurma belgelerde anlatılan yapının, fiilen uygulamaya
konduğuna ilişkin tek bir somut olay ve deliliniz var mıdır?
lll) Hem sözde örgütün yazılı usule geçtiğini savunacaksınız, hem
de gizlilik prensibini uyguladığını ifade edeceksiniz. Bu nasıl gizliliktir
ki, uydurma tüm örgüt dokümanları basında, internette ve hatta
mahkeme kasasında bulunmakta, sözde örgüt üyeleri rahatlıkla
birbirleri ile telefonda konuşmakta, etkinliklere katılmaktadır? İddia
makamı işine geldiği kuralı, işine geldiği fikri desteklemek için
çelişkilere dikkat etmeksizin kullanmıştır. Varlığı için propaganda
yaptığı iddia edilen sözde örgütün; fark edilmesi halinde gizlenmek
amacı ile dezenformasyona ihtiyacı olur mu?
mmm) Yürütme organını hedef alan bir sözde örgüt bir araya
getirilemeyecek kurumları ve kişileri bir araya getirip disiplini,
hiyerarşiyi sağlamakta güçlük çekmek yerine neden aynı fikirden ve
183
görüşten insanları bir araya getirip daha işlevsel bir yapı
oluşturmasın?
Farklı fikirdeki kişi ve kuruluşları bir araya getirmenin
zorluğunu neden tercih etsin? Kolaylık var iken zoru neden seçsin?
Acaba, projeyi hazırlayanların hedeflerine uygun bir örgüt mü kurmak
istediler de, tercihlerini tertipçiler lehine uyguladılar?
nnn) Henüz yargılanan sanıkların hangilerinin hangi hücrelerde
yer aldığını saptamadan genel bir örgüt şemasını ortaya koymadan,
nasıl olur da, hücre çalışmasından bahsedebilirsiniz? Maalesef bu
davada; yargılanan sanıkların fiilleri değil, uyduruk belgelerdeki
anlatımlar olmuştur. Projeyi hazırlayanlar bu düşünceye uygun olarak,
hücre sistemini seçmişlerdir. Böylelikle sanıkların birbirlerini
tanımamalarına ilişkin açmazlarını da bu yolla aşmaya çalışmışlardır.
ooo) Sözde örgütün bırakınız gayrimeşru bir eylemini, meşru
alanın dışına çıkan bir faaliyeti yoktur. Kişiler yasaların verdiği
hakların icrasından ötürü yargılanır hale gelmiştir.
ööö) Bu davada siyasete uygun olarak, terör ve terör örgütünün
bilimsel ve hukuksal tanımlaması da değiştirilmiştir. Maalesef siyaset
hukuku şekillendirmiştir.
O yüzden bu davanın ve çıkacak kararın hukukiliğinden ve adil
olacağından söz etmek mümkün değildir. Siyasetin girdiği mekânı ilk
terk edenin hukuk ve adalet olduğu unutulmamalıdır.
f-) Neden örgüt yoktur. Ben neden sözde örgüt
üyesi değilim.
1) Dosyadaki hiçbir yazılı delilde ya da dinlenen tanık
beyanlarında sözde örgüt yöneticilerinin her hangi birinden, her hangi
bir konuda emir ve talimat aldığıma ilişkin tek bir sözcük, yazı,
telefon konuşması, mesaj ve benzeri bir ibare mevcut değildir.
2) Gerek şahsım, gerekse diğer sözde örgüt üyeleri üzerinde
oluşmuş bir güç kaynağı yoktur.
184
3) Hukuka uygun bir şekilde, hukuka uygun amaçlar
doğrultusunda ve hukuka uygun faaliyet gösteren yöneticisi ve üyesi
olduğum sivil toplum kuruluşları, sözde örgütün kurduğu kuruluşlar
olarak değerlendirilemez. Bu konuda dosyada bir delilde
bulunmamaktadır.
4) Silahlı örgüt üyesi olabilmem için, bağlı olduğum sözde
örgütün silahlı olduğu konusunda kasten hareket etmem, kastımın ve
irademin sözde örgütün silahlı olduğunu kapsaması gerekir. Bırakınız
başkasında silah olduğunu bilmemi, şahsımda dahi hiçbir silah
çıkmamıştır.
5) Anayasal haklarım olan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı,
dava açma hakkı, ifade özgürlüğüm ve basın özgürlüğü gibi evrensel
temel hak ve özgürlüklerin kullanımı sözde örgüt suçunun maddi
unsuru olarak kabul edilemez.
6) Sözde örgütün sivillere açıldığı iddia edilen tarih ile benim
burada yargılanan sanıklarla tanıştığım tarih arasında sözde örgüt
üyesi olmamı imkansız kılacak tarih farklılıkları mevcuttur.
7) Kovuşturma aşamasında, sözde örgüt yöneticiliğim konusunda
iddianamenin ekindeki delillerden farklı olarak ortaya hiçbir delil
çıkmamasına karşılık bilinen üç kişi ile ilişkimin ileri sürülerek örgüt
üyeliğinin bir kenara bırakılarak, örgüt yöneticiliğinden suçlanmamın
hiçbir mantığı yoktur.
8) Yapılan aramalarda uhdemde uyduruk sözde hiçbir örgüt
dokümanı çıkmamıştır.
9) Sözde örgüt toplantılarına katıldığıma ilişkin hiçbir delil
yoktur. Türk Ortodoks Patrikhanesinin özel günlerinde yapılan
yemekli anma ve kutlamalar sözde örgüt toplantısı değildir.
10) Sözde örgütün ortaya tek bir mali kaynağı, parası, geliri,
para kasası, para transferleri, örgüt üyeleri arasında para alışverişi
konamamıştır.
185
11) Sözde örgütün kurucuları, kuruluş yeri, kuruluş tarihi,
kuruluş belgeleri, kurulduğu iddia edilen 1950’lerden itibaren sivil
açılımın sağlandığı belirtilen 1999 yılına kadar tek bir eylemi ve
dokümanı ortaya konamamıştır.
12) Sözde örgüt dokümanları, yaratılan yapay örgütle uygun
olarak yaratılmış uydurma belgelerdir.
13) Sözde örgütün hiyerarşik yapısı ortaya konamamıştır.
14) Sözde örgütün mensuplarının aynı yönde hareket ederek aynı
amacı hedeflemeleri şartı gerçekleşmemiştir.
15) Sözde örgütün şiddete dayalı ortak eylem programı ortaya
konamamıştır.
16) Soruşturma kapsamında ele geçirilen silahların sözde örgüte
ait olduğu kanıtlanamamıştır.
17) Sözde örgütte, amaca uygun olarak örgüt faaliyetlerini
disipline eden, ahenkli hale sokan sözde, örgüt üyelerinin eylemlerini
koordine eden yöneticiler mevcut değildir.
18) Sözde örgüt içi eğitim, siyasi bilinçlendirme, ortak kitle
eylemleri, kod adı verilmesi sureti ile gizliliğin sağlanması ve emir yolu
ile amaç suçların işlenmesi söz konusu değildir.
19) Sözde örgütte devamlılık unsuru yoktur.
20) İddianamede ve mütalaada sanıkların eylemlerinin hemen
tamamı anayasal hakların kullanımından ibarettir.
21) Sanıkların oluşturdukları iddia edilen sözde örgütün amaç
suçları işlemeye elverişli bir yapısı yoktur.
22) Kişilerin suç işleme amaçları ile bir araya gelmedikleri araç
suçların yokluğu ve yetersizliğinden anlaşılmaktadır.
23) Sözde örgüt üyelerinin organik bağ içerisinde bulunarak
yoğunluk, çeşitlilik ve süreklilik gösteren eylemleri yoktur.
24) Kendisinden olmayan, hükümetleri ortadan kaldırmak amacı
ile kurulduğu ve faaliyet gösterdiği iddia edilen sözde örgütün bu
konuda başarılı olduğu ya da teşebbüste bulunduğu bir eylemde
186
gösterilmemiştir. Ecevit hükümeti örneği hukuki ciddiyetle
bağdaşabilecek bir örnek değildir. Başbakan Ecevit’in minnet duyup
teşekkür ettiği Başkent Hastanesinin ve Mehmet Haberal’ın sorumlu
gösterilmesi, iddia makamının düştüğü açmazın ifadesidir.
25) Silahlı sözde örgütte silahlı eylem yapan yoktur. O yüzden
Danıştay Saldırısı gerçek dışı delillerle bu davaya eklenme ihtiyacı
duyulmuştur.
26) İşlendiği iddia edilen hiçbir suç sözde silahlı terör örgütü
faaliyeti çerçevesinde işlenmemiştir.
27) Sanıkların sözde örgütün amacını bildiği ve benimsediği,
bunları silahlı olarak gerçekleştirmeye yönelik özel kast taşıdığı
kanıtlanamamıştır.
28) Sanıkların sözde örgütteki sözde görev ve sorumlulukları
mesleklerine göre soruşturma aşamasında masa başı çalışması ile
gerçekleştirilmiştir.
29) Sözde örgütün 1950’lerden itibaren kurulduğuna ilişkin
gösterilen deliller her türlü hukuki ciddiyetten yoksundur.
C) DELİLLERİMİN ÜZERİNDE YENİ MODA TABİRİ İLE
YAPILAN SEHVENLER
Aşağıda belirteceğim delillerim üzerinde yapılan yeni moda tabiri
ile “sehvenler” soruşturmanın ve devam etmekte olan kovuşturmanın,
evrensel hukuka uygunluğu noktasında herkesi endişeye düşürecek
boyuta ulaşmıştır.
Soruşturmanın ve giderek kovuşturmanın emniyetin gölgesinde
yapılması, savcı ve hâkimlerimizi, kolluğun düzenlediği deliller
sonucunda akıbeti baştan belirlenen kararlara imza atan uygulayıcı
konumuna düşürmekte, çoğu zaman adaleti başladığı emniyetin
koridorlarında bitirmektedir.
187
Hukuk devletinin en önemli kriterlerinden biri, ceza dosyalarına
emniyetin nüfuz ve etkisini en alt düzeye indirgemektir.
—Karar aşamasına gelen dosyamızda birçok delillerimizi
emniyetten soruyorsak, savcı dosyada bulunmayan HTS kayıtlarına
göre mütalaa verebiliyorsa;
— Emniyetin yargılama ile bütünleşmesinin hukukun ve adaletin
sağlanması yönünden ne büyük bir tehlike olduğunu göremiyor isek,
gelinen noktada hukuk devleti adına bir arpa boyu yol alamamışız
demektir.
Aşağıdaki beyanlarım sadece şahsıma ait delillere ilişkin
sehvenlerdir. Diğer sanıklarla birlikte bilenen ve bilinmeyen sehvenler
dikkate alındığında asla hata yapılmaması gereken ceza
yargılamamızın ne hale geldiğini görüp de üzülmemek mümkün değildir.
1-) Şahsıma ait olmadığı, yapılan yazışmalar sonucunda
Mustafa Uzunoğlu’na ait olduğu belirlenen 0 532 211 48 01 numaralı
telefondan, 0 532 214 33 54 numaralı telefonuma 365 adet telefon
numarası yüklenmiş, telefonumun rehberindeki 140 adet telefon
numarası ile birlikte 505’e ulaşan telefon numarası soruşturma
şüphelisi Ahmet Ceyhan’ın 0537 611 94 81 numaralı telefonuna
yüklenmiştir.
Böylelikle ismim ve telefonum yüklemelerin yapıldığı
0 532 211 48 01 numaralı telefon nedeni ile Pınar Sitesi bilirkişi
raporlarına 49 yerde haksız olarak geçirilmiştir.
Mahkemenizden defalarca 0 532 211 48 01 numaralı telefonun
Alparslan Arslan’ın telefon rehberinde yer alması nedeni ile telefonun
adına kayıtlı olduğu Mustafa Uzunoğlu ile ilişkisinin ortaya çıkarılması
yönünden talep ettiğimiz basit bir emniyet araştırması dahi
yaptırılmamış, bu telefonun şahsıma ait telefon incelemesinin yapıldığı
188
tarihte Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde hangi sebeple
bulunduğu sorulmamıştır.
Emniyet tüm bu yapılanları “SEHVEN” sözcüğü ile açıklamıştır.
Mahkemenizin 09.11.2012 tarihli ara kararının 27/a bendinde
telefon rehberimde, beyan etmiş olduğum 140 adet telefonun
bulunduğunun belirtilmiş olmasına rağmen, sanki bu kadar yazışma
yapılmamış, ara karar tesis edilmemiş, bu konuda tanık dinlenmemiş
gibi tüm sanıkların telefon rehber bilgileri ile ilgili olarak yaptırılan
12.04.2013 tarihli toplu HTS raporunda 0 532 211 48 01 numaralı
telefon ve bu telefonu rehberinde bulunan 365 adet telefon bana
aitmiş gibi işlem yapılmış, böylece şahsımla hiçbir ilgisi olmayan birçok
gerçek dışı eşleşme yapılmış ve irtibatlar kurulmuştur.
Bu davada bırakınız kendimizi savunmayı, yıllarca uğraş vermiş
olmamız sonucunda yapılan sehvenler emniyetçe ve mahkemece kabul
edilmiş olmasına rağmen düzeltilmemekte, gerçek dışı
irtibatlandırmalar yoluyla sözde örgüt bağlantıları kurulma yoluna
gidilmektedir.
Nitekim tüm sanıklarda ele geçtiği iddia edilen telefon
rehberlerinden oluşturulan 12.04.2013 tarihli HTS raporunda,
telefonuma 0532 211 48 01 numaralı telefondan yüklenen 365 adet
telefonun, benim telefon rehberimden çıkmış gibi değerlendirilip
eşleştirme yapılması, mahkemenin kendisinin verdiği ara karara dahi
uymadığını göstermektedir.
Mahkeme 09.11.2012 tarihli ara kararının 27/a bendinde verilen
ara kararda, her rehberde çıktığı iddia edilen telefon numaralarının o
rehbere ait olduğuna ilişkin karar doğrultusunda rehberimde çıkan
140 adet telefon numarası ve ismi dışında, diğer isim ve numaraları ile
bir irtibatımın olmadığının kabulüne rağmen, tam aksi yönde HTS
raporlarının tanzimi kabul edilecek bir tutum olamaz.
189
Düzenlenen bilirkişi raporlarında mahkemenin ara kararları dahi
dikkate alınmamakta, bu yolla hiç tanımadığım yüzlerce kişi ile
irtibatım varmış gibi gösterilmiştir.
Dava maalesef bırakınız var olan tanışıklıkların farklı
yansıtılmasına, gerçek dışı irtibat ve tanışıklıkların oluşturulduğu
yapay sözde örgütsel ilişkileri yumağı haline dönüştürülmekle, önemli
ölçüde hukukun dışına taşmış bulunmaktadır.
Soruşturma ve kovuşturma kapsamında yapılan hatalar sonucu
yaratılan yapay delillerin aksini kanıtlamak için yıllarca uğraşır hale
gelinmiştir.
Yargılama ve emniyet makamları sehven yaratılan delilleri kabul
etseler bile, hemen her işlemde yeniden huzurumuza getirilmekte,
siyasi davalarda sehven ya da maksatlı yaratılmış olsa da hiçbir delil
çürümez anlayışı hakim kılınmıştır.
2-) BHB’de çıktığı iddia edilen, 22.01.2008 tarihli dernek arama
tutanağında ve 23.01.2008 tarihli inceleme tutanağında 9 adet
CD’den, 6 nolu CD’de olduğu iddia edilen fotoğraftaki toplantının yeri
ve tarihi mütalaanın 96 ve 368.sayfalarında farklı belirtilerek yanlış
sonuçlar çıkartılmıştır.
Fotoğraftaki toplantı Türk Ortodoks Patrikhanesinde olmasına
karşılık, inceleme tutanağında ve mütalaanın 368.sayfasında BHB’de
olduğu iddia edilmiş, muhtemelen 2007 yılına ait bir toplantı 2005
olarak geriye götürülüp, tanışma tarihleri eskiye taşınmak istenmiştir.
Mütalaanın 2 ayrı sayfasında aynı fotoğrafa ilişkin farklı tarih
ve yerlerin yazılmasını da SAVCILIĞIN SEHVENİ OLARAK KABUL
ETMEKTEYİZ.
3-) Şahsıma ait 25.10.2007 tarihli iletişimin dinlenmesine ilişkin
hakimlik kararı ile savcılığın hakimlikten yapmış olduğu talep yazısında
öylesine ayniyet vardır ki tesadüf olsa gerek kararda bir sözcükte
190
unutulan harf, talepte de unutulmuştur. Virgüller, noktalar, imla
hataları ve kullanılan sözcükler hem talepte hem de kararda aynıdır.
(Örneğin talep yazısında “dinlenmesi” sözcüğü “inlenmesi” olarak
yazılmış kararda da aynı hata tekrar edilmiştir.)
Karar ve talep yazısı adeta aynı bilgisayardan, aynı anda çıkmış
gibidir. Savcılık talepte bulunmuş olmasına rağmen, kararda talepte
bulunan makam olarak “ Emniyet” yazılmıştır. Bu şekilde yazılımın tek
örneği bu karardır.
Karara ek klasörlerde, emniyetten gelen belge ve
yazışmalarda, tarihine göre yapılan yazışma ve belgeler cetvelinde
rastlanamamıştır.
Karar üzerinde hiçbir havale tarihi yoktur. Yönetmelik
hükümlerine rağmen değişik iş defterlerinde kaydı yoktur.
Sadece karar kartonundan çıkmıştır.
Böyle bir dinleme kararının usulüne uygun olduğundan
bahsetmek mümkün değildir.
Usulsüz dinleme kararını da hakimliğin SEHVENİ OLARAK
KABUL EDİYORUZ.
4-) 2.Ergenekon davası sanıklarından Mustafa Dönmez’i
tanımadığım ve hiçbir telefon irtibatım olmadığı halde, 2.Ergenekon
iddianamesine 5 adet telefon görüşmemizin olduğu yazılmıştır. Yapılan
araştırmalar sonucunda görüştüğüm Mustafa Dönmez’in sadece isim
benzerliği olan müvekkilim olduğu, nüfus kaydının farklı olduğu, ibraz
edilen dava dosyası, vekaletname ve HTS kayıtları ve nüfus kayıtları
ile ortaya çıkarılmıştır.
Bu SEHVENİ de savcılığın hanesine yazmakla birlikte siyasi
davalarda delilin yanlışlığını mahkeme ve savcılık kabul edip, ara karar
tesis edilse bile çürümezliği ilkesi uyarınca Mustafa Dönmez’le
aramda hayali telefon irtibatı ile örgütsel bağ oluşturulmaktan imtina
edilmemiştir.
191
5-) İddianamede Merdan Yanardağ’ın tarafıma mesaj attığı
belirtilerek sözde örgütsel bağ kurulmuştur. İbraz edilen belgeler ve
HTS kayıtlarından, mesajın Merdan Yanardağ’a ait olmadığı, Merdan
Aydın isimli birine ait olduğu ortaya çıkmıştır. Bu sehven de savcılığa
ait olmasına rağmen, savcılık bu sehvene rağmen, Merdan Yanardağ ile
aramda sadece bu hatalı mesaja binaen mütalaada örgütsel ilişki
içinde olduğumuzu yazmaya devam etmiştir. Ne demiştik siyasi
davalarda hiçbir delil çürümez demiştik!
6-) BHB’nin çaycısı Asım Demir’in; emniyet ve savcılık ifade
tutanaklarında; kuvvai milliye derneğinin üyesi olduğuna ilişkin bir
beyanı olmadığı halde, iddianameye beyanında üye olduğunu söylemiş
gibi yazılmış, böylelikle şahsım ile Kuvvai Milliye Derneği arasında
Asım Demir yolu ile irtibat kurulmaya çalışılmıştır.
7-) Alparslan Arslan’ın telefon rehberi el konulduğu tarihten
itibaren 3 yıl, 4 ay, 6 gün sonra açılmış ve rehber kayıtlarına
ulaşılmıştır. Yüklemelerin hangi tarihte yapıldığı konusunda yaptığımız
müteaddit itirazlar üzerine bu defa 1,5 yıl sonra telefonun açılmaması
nedeni ile verilere ulaşılamadığına ilişkin rapor verilmiştir. Israrla
telefona yeni pil takılarak, telefon şirketinde, TÜBİTAK’ da ya da
üniversite laboratuarlarında açılıp veri yüklemesinin ne zaman
yapıldığı konusunda rapor alınmasını istememize rağmen bu
taleplerimiz reddedilmiştir.
Telefona el konulduğunda imajı alınmamıştır.
Bir süre de olsa emniyet denetiminde kalan telefondaki 5000’e
yakın veri kaydının (e- posta adresleri) hemen tümünün ulusalcımilliyetçi ve Atatürkçü düşünceye sahip kişi ve kurumlara ait olması,
sanığın mail atmasını bilmediğinin tüm tanıklarca teyit edilmesi,
ifadesinde sanığın bu mail adreslerinin kendisine ait olmadığını beyan
192
etmesi karşısında, veri yüklemesi konusu cevaplandırılamayan bir konu
olarak kalmıştır.
3 Yıl 4 ay sonra açılan telefon her nedense, yükleme
tarihlerinin açığa çıkma ihtimali karşısında 1,5 yıl sonra açılmaz
olmuştur. Mahkemenin bu şüpheleri yenmek için yaptırması gereken
incelemeleri yaptırmayıp, kalemde tam gün istihdam eden bilirkişilerin
yetersiz ve ön yargılı raporları ile yetinmesi adalet adına üzüntü
vericidir.
8-) İşçi Partisinden çıkan 131 nolu CD’de Berlin’de Vural savaş ve
Doğu Perininçek ile fotoğraflarımın olduğu iddianameye yazılmış,
yapılan yazışma sonucu emniyet Kemal Kerinçsiz’in isminin sehven
geçtiğini öyle bir fotoğrafın olmadığını belirtmiştir.
9-) Engin Zorba isimli soruşturma şüphelisi ile telefon tapelerim
çıkarılmış, ancak bu şahsın tarafımdan tanınmadığı ve HTS kayıtlarına
göre görüşmemin olmadığı ortaya çıkınca, emniyetle yapılan yazışma
sonucu Kemal Kerinçsiz isminin tapelere SEHVEN yazıldığı
belirtilmiştir.
10-) İddianameye sanık Rıza Ferit Bernay’ın bilgisayarında
tarafıma ait bir yılbaşı tebrik mesajının bulunduğu yazılmıştır. Yapılan
yazışma sonucunda EMNİYET KEMAL KERİNÇSİZ isminin sehven
yazıldığını belirtmiştir.
11-) Erkut Ersoy’u hayatımda hiç görmediğim halde iddianamenin
1863. sayfasında fotoğrafımız olduğu yazılmıştır. Ancak ortada hiçbir
fotoğraf yoktur. Bu da hayali bir delildir. Ama olsun, amacımız sözde
örgütsel bağ olduktan sonra bu kadar küçük yanlışlığın önemi mi olur.
193
12-) Fikri Karadağ ifadesinde şahsımı Türk Ortodoks
Patrikhanesinde gördüğünü belirtmiş, ancak iddianameye “görmek”
fiili “tanımak” olarak geçmiştir. Bu iki kişinin tanıştığını ispat etmek
için gösterilen gayretin yanında bu sehvenin lafı olur mu?
13-) Süleyman Esen’in bürosunda şahsıma ait bir kartvizitin çıktığı
iddia edilmiş, her nedense defalarca talep etmemize rağmen bu kart
vizite ulaşılamamıştır.
14-) Büyük Güç Birliği hakkında açılan davadan, Orhan Pamuk
davasında, adliye önündeki bazı kişiler hakkında açılan soruşturmadan
bahsedilmiş ancak o tarihte verilen kapatmanın ret kararından ve
kişiler hakkında verilen beraat kararından hiç bahsedilmemiştir.
Savcılık için dava açıldıysa sonucu hiç önemli değildir. Sanığın
suçlanması için dava açılması nasıl olsa yeterlidir. Kararlar sehven
görülmemiştir.
15-) İsmim, Mehmet Haberal’da çıkan bir belgede önümüzdeki
toplantıya davet edilecekler listesinde yer almasına rağmen, sanki bu
toplantılara daha önce katılıyormuş gibi Danışma Kuruluna teklif
edilenler listesinde gösterilmiştir. Bu SEHVEN DE İDDİA
MAKAMINA AİTTİR.
16-) M. Zekeriya Öztürk’le asla yapılmayan 4 görüşme, her iki
sanığın HTS kayıtlarında olmamasına rağmen, hazırlanan 299 nolu
grafikte, 31.05.2006 tarihinde 00.00’da, 04.05.2006 tarihinde
21.16’da, 21.52, 21.52’de yapıldığı iddia edilen görüşmeler rapor ve
grafiklere eklenmiştir. Buda emniyetin sehvenlerinden biridir.
17-) İhsan Göktaş’la görünen bir mesaj, iki görüşme olarak,
İbrahim Şahin’le bir mesaj ( ki İbrahim Şahin’i tanımadığımdan bu
194
mesaja da itirazım vardır) iddianameye 2 görüşme olarak geçmiştir.
Sanıklarla olan telefon görüşmelerinin hemen tamamı sayı olarak
yükseltilmiştir. Adeta sözde örgüt gerçek olmayan telefon sayıları
üzerine tesis edilmeye çalışılmıştır.
18-) Oktay Yıldırım’ın BGB Derneğinin üyesi olmadığı yapılan
yazışmalar sonucunda ortaya çıkmasına rağmen hale üyesiymiş gibi
mütalaada yer alabilmektedir.
19-) Genel Kurmay Başkanlığından müvekkilime gönderilen yazıda;
Danıştay ile ilgili dosyamıza gönderilen 22.06.2012 tarihli yazı ekinde
bulunan şemanın Genel Kurmay Başkanlığı tarafından hazırlandığı
kabul edilmemesine rağmen, iddia makamı Genel Kurmay Başkanlığınca
hazırlandığını iddia edebilmiştir. Yazılı belgeye rağmen gerçeğin inkarı
kabul edilebilecek bir tutum değildir.
20-) Müvekkilimin soruşturma aşamasında müdafiliğini yaptığı
Muzaffer Tekin’in bizzat savcılık tarafından kendisine teslim edilen
delillere el konularak bu defa müvekkilimin delili haline getirilmiştir.
21-) Oktay Yıldırım, Fener Rum Patrikhanesi önünde yapılan hiçbir
etkinliğe katılmadığı ve bu husus emniyetten gönderilen yazı ve
resimlerle sabit olmasına rağmen, iddianamede katıldı denebilmiştir.
22) 22.01.2008 Tarihli BHB Derneğinin arama tutanağının
2.sırasında ve 8.sırasında 1’den 9’a kadar sıralanmış 18 adet CD’den
bahsedilmesine karşılık, sadece 9 adet CD hakkında 23.01.2008
tarihli inceleme tutanağı tutulmuş, diğer 9 adet CD hakkında hiçbir
inceleme tutanağı tutulmamıştır. İnceleme tutanağı tanzim edilen 9 ve
6 nolu CD’nin imajı istenmesine karşılık gerek esas hakkında savunma
yaptığım tarihe kadar imajları tarafımıza teslim edilmemiştir.
Bu inceleme tutanağı karşısında;
___ Ortada 9 adet mi yoksa 18 adet mi CD vardır?
195
___ CD’lerin imajı neden tarafımıza verilmemektedir?
___ Talep etmediğimiz halde hangi sebeple CD imajı üzerinde
inceleme yapılmıştır?
___ İnceleme neden asıl CD bırakılarak CD imajı üzerinden
yapılmıştır?
Bu sorulara halen cevap verilmemiştir.
Hemen tüm delillerin el konmasında, saklanmasında ve
incelenmesinde ki hukuka aykırılıklar bu CD’ler konusunda da kesif
olarak devam etmektedir.
23) Büyük Hukukçular Birliği Derneğinin aranmasında tutulan
22.01.2008 tarihli arama tutanağının 5.sırasında belirtilen 3 sayfalık
“Türkiyem Topluluğu İstanbul Yürütme Kurulu görev bölümü
01.05.2006 tarihli bilgisayar çıktısı”nın üzerindeki Oktay Yıldırım’ın
bilgisayarından çıkan” notunun bulunması ve aynı delilinin sanık Oktay
Yıldırım’da çıkması, bu delilin açıkça derneğe taşındığını
göstermektedir.
Dernekte yapılan arama usule aykırıdır.
Derneğin hiçbir yöneticisi aramada yoktur.
Bu sebeple arama sonucu temin edilen bilgisayar hart diskinin,
CD’lerin ve CMK 134.madde kapsamındaki delillerin hiçbirinin imajı
bırakılmamıştır.
Dernekte el konulan tüm deliller hukuk dışı temin edilmiştir.
Nitekim üç sayfalık bu belgenin üzerindeki not dahi bu belgenin
Oktay Yıldırım’ın delili olup, irtibat kurma noktasında derneğe
taşındığının açık kanıtıdır.
Dernekte bulunduğu iddia edilen üç sayfalık bu delilin üzerine el
yazısı ile yazılmış bu notun emniyet mensuplarınca yazıldığı
anlaşılmaktadır.
Hiçbir delilin üzerine bu tür yazıların yazılması doğru değildir.
Bu durum açıkça delilin tahrifi anlamına gelir.
196
Kaldı ki Oktay Yıldırım’ın evinden çıkan dört sayfalık çıktının
Ramazan Bakkal’ın isminin yazıldığı 3.sayfasının olmayışı son derece
anlamlıdır. Dört sayfalık belgeden bu sayfanın çıkarılışı belgenin kimin
tarafından düzenlendiği konusunda bir şüphe yaratılması
amaçlanmıştır.
Söz konusu belgenin Ramazan Bakkal tarafından yazıldığı
anlaşılmıştır. Ancak bu sayfa çıkartılarak derneğe konulması, sanki bu
belgenin Oktay Yıldırım tarafından düzenlendiği izlenimi verilmek
istenmiştir.
24) İddianamede ve mütalaada Oktay Yıldırım’ın Yeni Hayat
dergisinde yayınlanan “Bu bir dip dalgasıdır” başlıklı yazısının yer
aldığı iddia edilmiştir.
Bu iddia ve delilde gerçek dışıdır.
Oktay Yıldırım’ın bilgisayarından çıkan bir çıktının bir sayfası
eksik bırakılarak derneğe taşınması sadece suni delil yaratmaya
yönelik bir çabadır.
Dernek arama tutanağında Yeni Hayat dergisinde Oktay
Yıldırım’ın yayınladığı bir yazı çıkmamıştır. Üç sayfalık yürütme
kuruluna ilişkin yazıda Oktay Yıldırım’ın değil, Türkiyem Topluluğu
üyesi Ramazan Bakkal’ın hazırladığı bir yazıdır.
Tutanakta yer almayan ibareler kullanılarak taşınan deliller
üzerinde bile oynanarak yapay delil yaratmada hiçbir sınır
tanınmamıştır.
197