ֺet (Tr) - Ortayol kitabi-Y isim,B쮬esme,Evrim ve Uyum

Transkript

ֺet (Tr) - Ortayol kitabi-Y isim,B쮬esme,Evrim ve Uyum
KİTAP ÖZETİ (Türkçe Makale)
Orta Yol:
Alternizmin Nörobilimsel Temelleri ve Yeni Bir
Dünya İdeali Olarak Pax Social Democratica
"Başka bir dünya var; ancak bunun içinde"
(Paul Eluard)
"Kötü zamanlarda umutlu olmak budalaca bir romantiklik sayılmaz.
Bu umutvarlık, insanın tarihinin yalnızca zalimliğin deği,
aynı zamanda merhamet, fedakarlık, cesaret ve nezaketin
tarihi olmasına dayanır"
( Howard Zinn)1
Amerikalı fizikçi Leonard Mlodinow tarafından ortaya konulan bilimsel bir tespite göre,
temel arzusu kendilerini iyi hissetmek olan insanlar bilinçdışı bir şekilde, kendilerininkine
benzeyen özellikler lehinde önyargılıdırlar. Bilim insanları beyinde, bu önyargının büyük
kısmına aracılık eden ve adına "dorsal stiratum" denilen bir alan belirlemişlerdir2. İnsanların
sahip olduğu bu önyargı, sadece bireyler arası değil, toplumlar ve bir toplumsal işbirliği yapısı
olan devletler, devletlerin bir araya gelerek oluşturdukları entegrasyonlar arasında da öteki
algısına dayalı çatışmaların temel sebebidir. Irk, din, dil gibi unsurlar üzerinden kendine yakın
olanlarla bir araya gelme ve karşıtını dışlama şeklinde kendini gösteren önyargı, kimliksel
farklılıkların birer zenginlik faktörüne dönüşmesine engel olmakta, hatta tam aksi yönde
toplumsal kutuplaşmaları daha da artırmaktadır. Bu nedenle, bir medyasyon, iki ağırlıklı
yönelim dışında bir üçüncü yol, felsefi temelinden hareketle adlandırılabileceği şekliyle de bir
"orta yol" bulma ihtiyacı tarihin her döneminde hissedilmiş, bu doğrultuda düşünsel, bilimsel
ve yapısal arayışlar, yönelimler ve çabalar farklı adlandırmalarla ortaya çıkmıştır. Konfüçyüs
ve Budha'nın Orta Yol Doktrini'nde, Stoacılar'ın panteizminde, İmam Gazali'nin İtikatta Orta
Yol (el-İktisâd fi’l-i‘tikâd) 3 'unda, Immanuel Kant'ın deneyüstü idealizminde, Hegel'in
diyalektiğinde, Marquis Child'ın İsveç orta yolunda, Eduard Bernstein'ın temellerini attığı
1
Howard Zinn, You Can't be Neutral on a Moving Train, Beacon Press, 1994
Leonard Mlodinow, Subliminal:Bilinçdışınız Davranışlarınızı Nasıl Yönetir?, çev. Nuray Önoğlu, Okyanus Us Yayınları, İstanbul, 2013, s.31
3
İmam Gazali, İtikadda Orta Yol, çev.Osman Demir, Klasik Yayınları, İstanbul, 2013
2
1
sosyal demokraside, John Maynard Keynes'in karma ekonomisinde, Anthony Giddens
tarafından formüle edilen üçüncü yol tezinde, farklı medeniyetlerin ve toplumların farklı
tarihlerdeki orta yol arayışları belirginleşmektedir. Döneminde hakim bakış açılarının dışında
farklı ve alternatif bir önerme özelliği taşıyan bütün orta yollar, bu çalışmada genel bir
sınıflandırma içerisine sokularak "alternizm" şeklinde adlandırılmış, felsefi, bilimsel,
kültürel, ideolojik, ekonomik, küresel ve uluslararası düzlemlerde tarihten alternizm
örnekleri ve günümüzden alternizm çabaları ile alternatif önermeler doğrultusunda alternizmi
şekillendiren revizyonist alternist hareketler ve düşünceler inceleme altına alınmıştır. Bu
bağlamda alternizmin yaygınlaşması ile erişilecek ideal toplum düzeni de "Pax
Alterdemocratica" olarak nitelendirilmeye tabi tutulmuş, bir başka deyişle sistemde
sürdürülebilir barış, sistem ile ilgili en radikal kalan görüşlerin dahi sürece yön verebilmesine
olanak sağlayan bir yönetişim yapısının oluşturulmasına (Bölüm 1), farklı düzlemlerde
düşünsel ve bilimsel çeşitlilikler arasında optimumda bütünleşme ve denge kurulmasına
(Bölüm 2) tüm değişkenleri bulunduğu şartlara göre yeniden revize etme kapasitesine sahip
evrim ve uyum dinamiklerinin etkin bir şekilde işletilmesine bağıntılandırılmıştır (Bölüm 3).
"Pax Alterdemocratica" alternizmin yaygınlaşmasının toplumlara ve sisteme barış
getireceği öngörüsüne sahip bir tezdir. Bu tezi destekler biçimde, tarihin farklı dönemlerinde
alternizmin ve evrimsel sürecinde modern döneme yön veren akım olan sosyal demokrasinin,
gergin ortamlarda nasıl barışa hizmet ettiği, rekabet ettiği düşünsel kuramların aksine, nasıl
bir toplumsal uzlaşı modeli yaratma arayışında olduğu bu çalışmada örneklerle orta
koyulmuştur. Sosyal bilimler alanındaki tüm tezlere ve düşünsel kuramlara en sıklıkla
yöneltilen eleştiri, pozitif bilimler üzerine temellendirilememeleri nedeniyle "subjektif"
olmaları ve bu nedenle de bireye ve çevresine fazlasıyla bağımlı durumda kalmalarıdır. Bu
eleştirler dikkate alınarak çalışmada, sosyal demokrasinin bir düşünsel kuramdan öte
alternizmin temsilcisi bir mekanizma olduğu ve doğa bilimlerinde diğer benzer
mekanizmalarla aynı temel prensipler üzerine çalıştığı tespiti yapılmış, bu tespit
doğrultusunda bilinen en gelişmiş karar alma mekanizması olan "beyin" inceleme altına
alınmıştır. İnsanlar arası bir işbirliği organizasyonu olan devlet, kendi içindeki görev dağılımı
ile insan bedenine benzer bir yapıda tasarlanmıştır ve karar alma mekanizmalarının
işletilmesinden sorumlu iktidarlar da, bedende beynin rolüne özdeş bir fonksiyonlar bütünü
yürütecek şekilde konumlandırılmışlardır. Buradan hareketle, her politik çıktının, beyin
fonksiyonları sonucu ortaya konan beden davranışları ile örtüştüğü ve politikaların birer
devlet davranışı olduğu ileri sürülebilir. İşte " Alternizmin Nörobilimsel Temelleri ve Yeni
2
Bir Dünya İdeali Olarak Pax Social (Alter) Democratica" isimli çalışma da, bir toplumsal
uzlaşı modeli olan alternizmin (sosyal demokrasinin), -son teknolojik gelişmeler ışığındadavranışı meydana getiren, beyin içindeki dinamikler ile arasındaki işleyiş benzerliklerini fark
edilir kılmak, yani alternizmi bilimsel açıdan temellendirmek amacına yönelik hazırlanmıştır.
Alternizmin, toplum içi, uluslararası, transnasyonel ve küresel düzeyde barış getirdiği tezi,
nörolojik veriler dışında, tarihin farklı dönemlerinden örnekler ile de desteklenmiş, özellikle
Avrupa'da iki Dünya Savaşı öncesi ve arası yıllar ve savaş sonrasında güç dengesi oyununun
sistemde ayrışmaları daha da körüklediği Soğuk Savaş dönemleri detaylı bir biçimde ele
alınmıştır. Çalışmada ayrıca günümüz uluslararası sisteminde çatışmalara sebebiyet veren ve
verme kapasitesi bulunan yapısal eksiklikler tanımlanmış, devlet ve sistem düzeyinde barışın
sağlanması ve sürdürülmesinde alternizmin oynayabileceği rolün çerçevesi detaylı bir biçimde
çizilmiştir.
Alternizmde (Sosyal Demokraside) Yönetişim
Konusu insan ve insanlar arası her tür ilişki olan sosyal bilimlerde, sosyal alana hakim
kuralların ortaya konabilmesi ve sürdürülebilir barış ortamı doğrultusunda yapısal
eksikliklerin giderilebilmesi, insan davranışlarını oluşturan dinamiklerin incelenmesi ile
mümkündür. Çalışmanın ilk bölümü de bu amaç doğrultusunda, beyne mükemmel karar alma
mekanizması kimliğini kazandıran yönetişim organizasyonunu ve bu organizasyonu işler hale
getiren kompleks iletişim alt yapısını konu etmektedir. İnsan davranışları, hem bilinçli hem
bilinçdışı düzeyde, sonsuz bir algı, duygu ve düşünce akışının ürünüdür 4 . Bu sebeple
davranışları açıklamaya yönelik çalışmaların bir kısmı beynin anatomisi ve içerisinde
gerçekleşen kimsayal tepkimeleri konu alırken, bir diğer grup bilim insanı ise, daha ağırlıklı
olarak bilinçdışı etkileşimlerin gerçekleştiği subliminal kısımları incelemeye yönelmişlerdir.
Davranışların açıklanmasına yönelik daha yetkin ve kapsamlı bir açıklama, her iki alanda da
yapılan çalışmaların birlikte ele alınması ve beynin yapısı içerisinde, beyne ait anatomi
dışında bu gözle görünmeyen ancak nöron faaliyetleri aracılığıyla beyin üzerinde yarattığı
kimyasal ve fiziksel etkiler gözlemlenebilen subliminal kısımların da değerlendirilmesiyle
mümkündür. İnsanın en gelişmiş canlı olmasının temel sebebi, onun beyninin gelişmişlik
seviyesidir. Beyin, hayatta kalmayı sağlayan temel güdüleri işleten bilinçdışı düzey ve
güdülerin bedeni yönlendirmesine araclık eden bilinçli düzey olmak üzere, iki katmanlı bir
sistem şeklinde evrilmiştir. Hayatta kalma konusunda temel öneme sahip bilinçdışı düzey,
4
Mlodinow, ibid., s.27
3
evrim sürecinin erken dönemlerinde gelişmiştir ve bütün omurgalıların beyinlerinin standart
altyapısıdır. İnsan dışındaki çoğu tür, bilinçli düşünce kapasitesine sahip olmadan ya da az bir
kapasite ile hayatta kalma yeteneğine sahiptir 5 . İnsan davranışları, bu iki düzeyli sistem
içindeki çok boyutlu etkileşimden ortaya çıkmaktadır. İnsanlık bilimleri kapsamındaki
tartışmalarda da, beyindeki bilinç ve bilinçdışı düzlemin etkileşimini temel alan "orta
yol"ların kurgulanması, geçmiş ve mevcut çabaların devamlılığının sağlanması, bu iki
düzlemin işleyiş prensiplerinin ortaya konulması ile mümkündür.
Beyinde Çift Yönlü İletişim Ağı
Beyinde vücut bulan zihin ile beden arasında, sadece bedenden gelen algıları duyguya
dönüştüren tek yönlü bir bağ değil, zihnin durmunun bedeni, bedenin durumunun da zihni
etkilemesine olanak sunan çift yönlü (bidirectional) bir iletişim mevcuttur. İmün sistem,
endokrin sistem ve sinir sistemi ile aradaki bu çift yönlü akımlar, beynin bedeni, böylece de
zihnin ve hem duygu hem de düşüncelerin insan sağlığında değişikliklere yaratmasına imkan
vermektedir.
6
Zihin ve beden arasındaki çift yönlü iletişimi gösteren nörobilimsel
çalışmalardan hareketle toplumda hakim psikolojik durumun negatif ya da pozitif olmasının
karar alma mekanizmalarını ve politik çıktıları etkilediği gibi iktidardaki düşünsel kuramların
içeriğinin ve yönelimlerinin de sağlıklı bir toplumun belirtileri olan refah, istikrar ve barış gibi
hedeflerin ulaşılabilirlik düzeyini belirlediği ortaya çıkmaktadır. İçeriğinde devrim yerine
evrime, ötekileştirme yerine empatiye, kutuplaştırma yerine ortak değerlerde buluşturmaya,
çatışma eğilimi yerine uzlaşı çabasına yer veren ve tüm kapsamı, temeli, yönelimi ile pozitif
duygu ve düşüncelere, kimseyi dışarda tutmadan insanlığın geneli için iyi niyetlere sahip
sosyal demokrasi de, hem belirli sınırlar içinde, belirli bir toplum içinde, hem de uluslararası
ve transnasyonel düzeyde pozitif status'e erişilmesi ve durumun sürdürülebilmesine yönelik
en etkin düşünsel kuram ve yönetişim mekanizması olarak, rakiplerinin önüne geçmektedir.
Tüm bunların yanında, sosyal demokrasinin toplumdan beslenmeye yönelik iletişim
kaynaklarını her daim açık tutması ve geri iletimler doğrultusunda kendini yenilemesi,
tepeden aşağı doğru tek taraflı yönetim yapısı yerine çift yönlü yönetişim yapısı özelliği
göstermesi, tüm duygu ve düşüncelerin baskı altında kalmadan kendilerini ifade etmelerine
olanak sağladığı gibi, topluma da, beynin ve zihnin bedendeki rolüne en yakın organizasyon
şeması ile, sürdürülebilir uzlaşı ve barış ortamı vaad etmektedir.
5
6
Mlodinow, ibid. s. 51
ibid., ss.125-136
4
Kendini Örgütleyen Sistem7: Beyin
Toplumsal
yapay
sistemlerin
oluşturulmasına
ve
varolan
toplumsal
kanunların
belirginleştirilmesine yönelik ele alınması gereken bir diğer konu, beynin yönetişim sistemi
ve bu yönetişime neresinin yön verdiğidir. Mevcut buluşlar beynin, algılardan bağımsız bir
biçimde dış dünyadaki bazı durumlara denk gelen sevgi, korku, maneviyat gibi duyguları
içerisinde barındırdığını ortaya koymuş, uzun yıllar dışa bağımlı olduğu düşünülen bu
yönetici organın tutku duymak için bir sevgi objesine ya da korku duymak için bir tehdite
ihtiyaç duymadan bunları kendi içinde üretebildiğinin anlaşılması, nörobilimsel çalışmaları bu
karmaşık fonksiyonların gerçekleşmesine imkan sağlayan iletişim altyapısının kendine özgü
işleyişine, kendini örgütleme kapasitesine odaklandırmıştır. Kendini örgütleyen sistemin en
önemli özelliği sistemin kontrolünün merkezi olmaması, bütün sisteme yayılmış
bulunmasıdır. Bu sistemin basit bir örneğini sunan konser izleyicilerini alkışları, ilk başta
birbirinden çok farklı ritimlerde, dağınık ve gelişigüzel başlamış olmasına rağmen, sonunda
başlarında bunu yapmalarını söyleyen bir yönetici olmaksızın tüm seyircilerin uyum içinde
alkışlamalarıyla sonuçlanması bakımından kendini örgütleyen sistem özelliğindedir8. Kendini
örgütleyen
sistem
örnekleri,
doğal
ortamın
farklı
düzlemlerinde
ve
alanlarında
gözlemlenebilmektedir. Arı, balık ve kuşların süürüleşmesi, karıncaların işlevsel koloniler
oluşturmak için kendiliğinden örgütlenmesi, hava durumu değiştiğinde ekosistemlerin
kendilerini dönüştürmesi bu örneklerden bazılarıdır. İnsan beyniyse, kendini örgütleyen
sistemler arasında en mükemmeli görüntüsü çikmekte, görünürde ve dışardan gelen bir
kontrol olmaksızın sürekli ve kendiliğinden yeni düşünceler üretmektedir. Beyin bölgelerinin
"yerel boyut"taki (local level) 9 dinamiklerinin , bu dinamiklerin yönlendirilmesi, kontrol
edilmesini ve kısıtlanmasını sağlayan "global boyut"taki dinamikler (global level) ile
arasındaki, "nöroanatomik matrisler"
10
(neuroanatomic matrix) aracılığıyla sağlanan
çiftyönlü ve karmaşık etkileşim, beyne eşsiz bir kendini örgütleyen sistem özelliği
vermektedir. Doğadaki kendini örgütleyen sistemler örneğinden hareketle, doğanın ulaştığı
karmaşıklık ve karşılıklı-bağımlılığa yakın yapay sistemler elde etme çabası, modüler
robotlar, sensör ağlar, programlanabilir materyeller gibi mühendislik konularının ortaya
çıkmasını beraberinde getirmiştir. Sosyal bilimler kapsamında da, doğadaki örnekler ve doğa
7
Gustavo Deco, Victor Jirsa ve Karl J.Friston, "The Dynamical ans Tructural Basis of Brain Activity", Principles of Bran Dynamics: Global State
Interactions, (ed.) Mikhail I.Rabinovich, Karl J.Friston ve Pablo Varona, MIT Press, Cambridge,2012, s.9 (ss. 9-27)
8
Andreasen, ibid., s.76-77
9
Rabinavicch, Friston ve Varona, ibid., s. 10
10
ibid., s.15
5
bilimlerindeki gelişmeler temel alınarak yapay sistemler oluşturma çabası tarih boyunca
süregelmiştir. Kendini örgütleyen sistemlere örnek teşkil eder biçimde Avrupa'da başlayan
bölgesel entegrasyon süreci, Latin Amerika, Afrika, Asya-Pasifik ve Orta Asya'da Avrupa
Birliği model alınarak kurgulanan bölgesel ekonomik entagrasyonların hayata geçirilmesi ile
devam etmiş, böylece yerel işbirliklerinin küresel sistemi yönlendirdiği ve birimler arası
etkileşimin her geçen gün daha da artmakta olduğu bir yapı ortaya çıkmıştır. Bireyler arasında
ırk, din, dil gibi farklı unsurların ayrıştırıcı değil, ortak zenginliği besleyici bir işleve
kavuşmasına, belirli bir coğrafyadaki doğal kaynakların ve bunları geliştirme çabasının ortak
çıkarlar ve işbölümü üzerinden birleştirici birer unsura evrilmesine imkan veren bölgesel
entegrasyonlar, doğala en yakın yapılarıyla, toplumsal denge ve sürdürülebilir barışı besleyen
dinamiklere dönüşmüşlerdir. Bunların yanında, alternist hareketlere örnek teşkil eden Occupy
Wall Street ve Occupy Seattle, Movimiento 15-M, Amesi Dimokratia Tora , Arap Baharı, El
Invierno Chileno, DemocracyNow, DirenGezi gibi çevre, demokrasi, eşitlik konulu, otorite ve
hiyerarşi karşıtı "yeni toplumsal hareketler" de internet üzerinden milyonlarca insanın
etkileşimiyle, gidişatın ve sürecin geleceğinin ortaklaşa belirlendiği ilk lidersiz, "kendini
örgütleyen eylemler" olmuşlar, geleceğin daha katılımcı ve hızlı yönetişim mekanizmalarına
rol model görevi üstlenmişlerdir.
Beynin Yönetişim Organizasyonu
Toplumdaki karar alma mekanizmalarının yapısında ve işleyişinde hareket noktası olması
bakımından beynin yönetişim organizasyonunun incelenmesi ve bu doğrultuda farklı bölgeler
arası ilişkilerin ve bağların ortaya konması, beyin içindeki ve bedenle arasındaki iç iletişim
sisteminin detaylı bir biçimde ele alınması önem taşımaktadır. En gelişmiş canlı olan insanın,
en gelişmişlik sıfatını elde etmesini sağlayan en gelişmiş organı olan beyin, her türlü
yönetimsel
organizasyon
yapısının
oluşturulmasında
model
görevi
üstlenebilecek
mükemmellikte bir mekanizmadır ve fonksiyonların beyindeki hangi altyapı ve etkileşim
zinciri sonucu ortaya çıktığını gözlemlemeye yönelmek, hem idari hem de sosyal bilimler
alanında mükemmel karar alma mekanizması arayışında olan bilim insanlarının ve karar alıcı,
uygulayıcıların, politika yapıcıların öncellikli eğilimi olmalıdır. Beyinin fonksiyonlarını
yerine getirmesinde temel öneme sahip unsurlardan biri, "neural urwit" teknik adıyla bilinen
nöronlar arası etkileşimdir. Beynin içerdiği bir trilyondan fazla nöronun, sinapslar aracılığıyla
bir çok başka nöronla iletişim içinde olmasını sağlayan bu dev altyapı, beyin içi iletişimin
temel ayağıdır. Nöronların, yani beyin içi iletişim ağlarının sıkılığı bir beyinin gelişmişliğinin
6
de göstergesidir. Beynin gelişmesi olarak adlandırılan süreç tamamen nöronların
yaygınlaşması ve miyelin yayılması ile beyin içi iletişim ağlarının karmaşık bir yapı
kazanmasıdır. Bu açıdan, sosyal hayatta bir karar alma mekanizmasının gelişmişliğinin
göstergesi de, olabildiğince geniş alana yayılmış "demokratik iletişimsel altyapı"sıdır. Beyin
fonksiyonlarının gerçekleşmesinde bir diğer önemli unsur da "serebral assosiyasyon"un
varlığı, yani kortikal alanlar arası bağlantı kanallarının bulunması ve işlemesidir. Beynin dört
lobu içindeki lob içi assosiyasyonlar farklı fonksiyonların hayata geçirilmesine imkan
sağlamaktadır. Sağ ve sol hemisferler arası assosiyasyonda en önemli yapı ise "korpus
kallozum"dur. Korpus kallozum çok zengin miyelin yapısına sahiptir ve anatomik olarak iki
hemisferin tam ortasına yerleşmiş olmasıyla birlikte iletim fonksiyonu gündeme
gelmektedir. 11 Hemisferler arası iletişimde bir diğer önemli yapı da "somatosensoriyel
korteks" (somatosensory cortex)'tir. Beynin tam üstünde bir kulaktan diğerine uzanan çizgi
biçimindeki bu korteks,beynin sol tarafından aldığı sinyalleri sağ, sağdan aldıklarını da sol
tarafa iletmektedir. Hem somatosensoriyel korteksin bedenin neredeyse her köşesinin beyinde
temsilini sağlayan bu eşsiz yapısı, hem korpus kallozumun iki hemisfer arasında iletişimi
maksimize ederek kişiye en uygun fonksiyonun ortaya çıkmasına olanak sağlayan anatomisi,
hem de hareketlerin güdü ile birleştirilmesine olanak sunan serebral assosiyasyonların
çeşitliliği, mükemmele yakın bir karar alma organizasyonu için en temel gerekliliğin
"iletişim" olduğu gerçeğini de görünür kılmış, böylece, "yönetim"i "iletişim" ile birleştirerek
"yönetişim" idealine yönelen alternizmin haklılığını kanıtlayan bilimsel veriler sunmuştur.
Somatosensoriyel korteks üzerine yapılan bu cerrahi deneyler, ayrıca politik temsil konusuna
da, sosyal bilimlere yeni bir boyut kazandırmış, bedenin, hiç eksiksiz bütün uzuvlarının
yönetişim birimi içinde yer aldığı bu yapı, demokrasinin önemini bilimsel kaynaklarla
temellendirdiği gibi, daha da gelişmiş yeni bir demokrasi türüne geçiş ihtiyacını da
belirginleştirmiştir.
Alternizmde Yönetişim
İletişimsel teknolojilerin her geçen gün geliştiği ve daha etkin yönetsel altyapılar inşa etmeye
imkan sunduğu "yeni toplumsal düzen"de tıpkı beynin karar alma mekanizması gibi yüksek
verimlilikte "yönetişimsel yapılar"ın kurgulanması ve işlerliğini sağlayacak "iyi yönetişim"
modellerinin geliştirilmesi; toplumsal eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına, kıt kaynakların
verimli kullanımına ve sürdürülebilir bir ekosisteme yönelik öncelikli ihtiyaç olarak
11
ibid., s.29-30
7
belirginleşmiştir. Geleneksel hiyerarşik yönetim yapıları yerine, karşılıklı çift yönlü etkileşim
içerisinde yönetsel birimlerden meydana gelen desantralize karar alma mekanizmalarını
yerleştirmenin, daha demokratik ve buradan hareketle daha katılımcı, daha adil ve daha
barışçı bir topluma ulaşmanın başlıca önşartı olduğu önkabulüne sahip "yönetişim
paradigması"12, bu amaç doğrultusunda merkezi kontrol arçlarının gevşetilmesi, yönetsel ve
bireysel performansın ölçülerek ödüllendirilmesi, insan ve teknoloji de dahil tüm kaynakların
toplum amacı doğrultusunda optimum verimlilikte kanalize edilmesi gibi adımlar atılarak
hayata geçirilecek bir "kamu sektörü reformu"nun, köklü değişim sürecinin ilk kıvılcımını
ateşleyeceğini ve başka alanlara da kısa sürede yayılacağını savunan yeni bir perspektif olarak
ortaya çıkımıştır. Ana konusu hükümet-piyasa 13 , hükümet-vatandaş, hükümet-özel sektör
(PPP-Public Private Partnership), hükümet-gönüllüler, seçilmişler-atanmışlar, yerel-merkezi,
ulusal-uluslararası arası ilişkiler olan yönetişim paradigmasında, bu karmaşık ve içiçe geçmiş
ilişkiler ağının kesintisiz ve etkin işleyişi için tıpkı "nöral urwit" gibi yaygın iletişim
altyapılarının kurulması ve yönetsel organizasyonlar ile sebep-sonuç dinamiği oluşturması
gerekliliği öne çıkarılmıştır. Sadece kamu yönetiminin iyileştirilmesinden çok ötede bir
içeriğe sahip olan perspektif, internetin hayatın her köşesine kısa sürede nüfus etmesi ve
dönüştürmesini takiben, modern toplumda demokrasinin yaygınlaşması ve yerleşmesi
sürecinde karşılaşılan sorunların çözümüne yönelik tasarlanmış çok boyutlu bir karar alma
mekanizmaları reformunun yol haritasına dönüşmüştür. Toplum için maksimum faydayı
sağlayacak yönetsel kuralların ortaya konması ile yönetişim, demokrasi ile daha bütüncül yeni
bir forma bürünerek "iyi yönetişim" 14 e (good governance) dönüşmüştür. Demokratik bir
hükümetin, bireylerin karar alma süreçlerine katılımını, hizmetlerin verimli sunulmasını,
insan haklarına saygının yerleşmesini ve böylece sosyal adaleti sağlamanın temel aracı olduğu
önkabulüne sahip "iyi yönetişim perspektifi", gelişmiş sivil toplumu ve desentralizasyona
uğramış karar alma mekanizmaları ile demokrasinin iyi yönetişimi desteklediğini gözler
önüne sermiştir. Hesap verebilirlik, şeffaflık, üretkenlik, katılımcılık, meşruluk, yargı
bağımsızlığı ve yolsuzlukla mücadele gibi temel özellikler üzerine inşa edilen iyi yönetişim,
bunlardan herhangi birinin eksikliğinin yoksulluğu, çevreye verilen zararı, kamu hizmetlerinin
ortak çıkar yerine özel çıkarlar için kullanımını ve bunun bir sonucu olarak da toplumsal ve
uluslararası çatışmaları artırabildiğini tecrübe eden insanların hem kamu, hem özel sektörde
büyük bir reform sürecine karşılık gelir şekilde kanumlandırılmıştır. Teknolojik gelişmelere
bağlı olarak kontrol araçlarının da evrime uğraması ile bir şehirdeki ağaçlık alanın kaderinin
12
Sam Agere, Promoting Good Governance: Princeples, Practices and Perspectives, Commonwealth Secretariat, London, 2010, s.1
ibid.
14
Agere, ibid., s.7
13
8
belirlenmesi gibi "yerel" (local) yönetimsel konulardan, temsili demokrasiden katılımcı
demokrasiye geçilmesine olanak sağlayan sürekli denetim ve yönlendirme araçlarının
kurumsallaştırılması gibi "hükümetsel" (governmental) ve hatta Çin'deki bir işçinin çalışma
koşullarına ya da İran'daki bir nükleer santralin geleceğine Peru'dan Norveç'e, Nijerya'dan
Malezya'ya kadar dünyanın farklı köşelerinden insanların birlikte karar vermesine olanak
sağlayacak transnasyonel ve uluslararası yapıların kurgulanması gibi "küresel" (global)
meselelere kadar çok farklı düzlemler iyi yönetişim kapsamına girmiştir. Çok düzlemli ve çok
boyutlu bir iyi yönetişim idealine sahip alternizm de, nörobilim alanındaki yeni bulgularla
beynin yönetişimsel organizasyonunun daha net ortaya konmasından hareketle, nörobilimdeki
bulguların sosyal bilimlerde daha derinlemesine kullanılmasını, toplumsal barış ve
sürdürülebilir refahın en temel altyapıları arasında kabul etmiştir.
Alternizmde (Sosyal Demokraside) Bütünleşme Ve Denge
Sadece beyin üzerine araştırma yapan nörobilimciler değil aynı zamanda günlük pratik
hayatta beynin fonksiyonlarını gözlemleyen herkes, bu küçük organın, oldukça karmaşık
girdiler bütününü, insanlar tarafından hissedilmeyecek kadar kısa zaman dilimleri içinde nasıl
duygusal, düşünsel ve davranışsal çıktılara dönüştürdüğüne haryanlıkla şahit olmakta ve
beynin çıktılarındaki bu, doğanın hemen hemen bütün organizmalarında var olmasına rağmen,
eşi çok az mekanizmada deneylenebilen, mükemmel işleyişteki sürdürülebilen doğal denge
durumu meraklı zihinleri, teknolojik gelişmeyle birlikte insanoğluna her gün yeni ipuçları
sunan araştırma ve deneyleme çalışmaları içine çekmektedir. Beynin çok boyutlu denge
durumu iki boyutta ele alındığında anlam bütünlüğü oluşturmakta ve üzerine yapılan
çalışmaları anlaşılabilir basitliğe indirgemektedir; bu boyutlar, bedensel boyut ve zihinsel
boyuttur. İlk ele alınabilecek, -iletişim ağlarının sağladığı altyapı sayesinde birimler arası
sonsuza uzanan eşleşmeye rağmen- diğer boyuttan göreceli daha basit, bedensel boyuttaki
dengenin adı "homeostasis"15tir ve hem beyin içi hem de beynin bedenle arasındaki içsel
dengeye işaret etmektedir. Beynin ikinci denge boyutu ise -bedensel boyutun karmaşık
yapısının üstüne henüz çoğuna dair bilimsel bulguların dahi elde edilemediği metafizik
unsurların dahil olduğu- zihinsel boyuttur. Bu boyut, beyindeki içsel dengenin ürünü olan
birleşimin, zihindeki daha önceden kazanılmış deneyimler, bu deneyimler sonucu
oluşturulmuş değer yargıları, bir çok değişken tarafından etkilenme olasılığı bulunan
15
Daniel J.Siegel, Mindsight, Bantam Books, New York, 2010, s.xiv
9
duygular, duruma bağlı kısa vadeli ya da gelecek perpektifi olan beklentiler ve doğal dürtüler
adı verilen henüz sebebine ve nasıl oluştuğuna dair bilimsel verilerin bulunmadığı doğuştan
gelen kodlamalar ile bütünleştirildiği boyuttur. Bu aşamadaki çok düzlemli ve çok boyutlu
etkileşim sebebiyle,ikinci boyuttaki bu denge durumu "bütünleşme" (integration)16 olarak
anılmaktadır. Bütünleşme, beynin dış dünya ile bağlantısını, iç dünya bağlantısı ile biraraya
getirerek daha kapsamlı ve daha sağlıklı sonuçlar ortaya koyan bir karar çıktısına ulaşılmasını
sağlamaktadır. Bu bağlamda beyin, sadece doğal davranış olasılıkları arasında denge sağlayan
bir organ değil, davranışları dürtü, deneyim ve duygularla birleştirerek çok yönlü ve çok
boyutlu denge denge kurma kapasitesine sahip bir mekanizmadır. Bu çok yönlü ve çok
boyutlu denge özelliği le beyin, idari ve sosyal bilimlerdeki insan kurgusu karar alma
mekanizmalarının kurulması ve işlemesinde bir örnek olarak ele alınmasıyla toplumsal
hayatta pozitif yönlü fark yaratabilecek bir yapıdır. Sosyal bilimlerde tüm düşünsel kurmlar
içinde, beynin bu yapısına en yakın dengeleyici özelliğe sahip politik karar alma ve uygulama
mekanizması sosyal demokrasi önermesidir. Çalışmanın genelinde de görülebileceği üzere
sosyal demokrasi, kendini geliştirme, değişme, uyum sağlama, bir yandan materyalist
unsurları idealist unsurlarla, diğer yandan da algıları kendi içnde dengeleme kapasitesiyle
beyne en yakın yapı görünümü çizmektedir.
Alternizmde Felsefi Bütünleşme: Alterdeterminizm
Çok boyutlu ve çok düzlemli bir bütünleşme fonksiyonunun işletilmesi ile ortaya çıkan
alternizmin (sosyal demokrasinin) ilk bütünleşme ayağı felsefi boyuttur. Felsefenin
temelindeki fizikalist-idealist ayrımının günümüze dek süren tartışmalarda ele alındığı
şekliyle, böylesine net ve geçişsiz yapılabilmesi teorik açıdan mümkün gözükse de, bilimsel
açıdan dayandırıldığı temel zayıftır 17 . Fikirler, maddeler; maddeler de fikirler olmadan,
deneyleyeni insan seçilen bir testte varlıkları konusunda kesin hükme varılmasına olanak
sağlamazlar. Tıpkı beynin frontal lobunda bir maddenin görüntüsünün oluşmasının, gözün
gönderdiği sinyallere cevap olarak devreye sokulan nöronların görsel bir fotoğraf yaratmasına
bağlı olması gibi, maddenin de varolabilmesi için öncelikle duyular aracılığıyla
algılanabilmesi gerekmektedir. Alternizm, tarihin ilk dönemlerinden beri çok çeşitli düşünsel
kaynaklardan beslenerek birbirleriyle karşıt gelişim gösteren iki ana perspektifin bir sentezi,
bir orta yol olarak evrimini sürdürmüş, böylece Socrates, Zeno, Spinoza, Leibniz, Kant,
16
17
ibid., s.xv
Siegel, ibid., s.17
10
Hegel, Husserl, Sellars ve Foucault felsefi boyutta alternizmin farklı dönemlerdeki
temsilcileri olmuştur. Kendinden önceki dönemde ortaya konan düşüncelerin bir sentezini
kurarak farklı düşüncelerin bir bütün hale gelmesini ve "academia" adını verdiği okul çatısı
altında kurumsallaşmasını sağlayan kişi Socrates'tir. Socrates sonrasında alternizm evrilerek
"Stoacılık"a dönüşmüş, Helenistik dönemde Atina'da, Stoa Okulu'nu kuran Kıbrıslı Zeno
akımın yeni temsilcisi olmuştur 18 . Doğa ile uyumlu bir yaşam, insan özgürlüğü ve dünya
vatandaşlığı idealinde birleşen Stoacılar, Platon ve Aristoteles'in fikirleri arasında bir sentez
kurarak bir uzlaşma felsefesi oluşturmuşlardır. Aydınlanma Döneminde hem rasyonalist, hem
de ampirisistlere eleştirel yaklaşan ve bir üçüncü "orta yol" kurgulamaya çalışan ilk filozof,
zihinle duyular, ruhla beden arasında bir üstünlük yerine birlikte işleyen bir "paralellik"
bulunduğunu ileri süren Baruch Spinoza olmuştur. Yine aynı dönemde rasyonalizm ile
amprizmin bir sentezini geliştirme çabasını gösteren bir diğer filozof da Locke'un çağdaşı
Gottfried Leibniz olmuştur. Leibniz'e paralel biçimde Immanuel Kant da, 1781 yılında
yayınlanan "Saf Aklın Eleştirisi" (The Critique of Pure Reason) adlı kitabında bir taraftan
geçmişte geleneksel felsefenin metafizik konusundaki bazen spekülasyona kayan bilimsellik
dışı kapsamını eleştirirken, diğer taraftan da ampirisistlerce metafiziğin bir bilgi kaynağı
çeşidi olarak görülmemesine de 19 karşı çıkmış, böylece alternizmin temsilcisi bir üçüncü yol
kurgulamıştır.
Modern döndemde alternizmin ilk temsilcisi, "diyalektik" metod yaklaşımı ile alternizmin
işleme prensibinin ana hatlarını da çizen Georg Wilheim Friedrich Hegel'dir20. Alternizmin
bir diğer temsilcisi de, Hegel tarafından, phenomena'ların ardındaki mutlak, mantıksal,
ontolojik ve metafizik ruhu bulmak için yapılan çalışmaları tasvir etmede kullanılan
"fenomenoloji" (phenomenology) kavramını geliştirerek, bir felsefi okula dönüştüren
Edmund Husserl'dır
21
. 20.yüzyılın ortalarında geçmiş yüzyıllardan kalma Fransız
rasyonalizmi ile İngiliz ampirisizmi arasındaki rekabet yeni bir düzlemde süregiderken,
felsefenin, analitik felsefe, mantıksal positivizm, fenomenoloji, yapısalcılık, idealizm gibi
farklı perspektiflerden beslenerek daha bütüncül (synoptic)22 bir gelişme göstermesi ve için
1950 yılında "Felsefi Etüdler" (Philosophical Studies) adlı bir dergi çıkarmaya başlayan
Amerikalı filozof Wilfrid Sellars, böylece temellerini attığı "analitik alternizm" ile
alternizmin bir diğer temsilcisi olmuştur. Michel Foucault ve Roland Barthes da, yapısalcılık
18
Blackburn,ibid., s.350
Immanuel Kant, Prolegomena to Any Future Metaphysic, 1783, çev. Jonathan Bennett, Early Modern Texts, Önsöz, s.7
20
Blackburn, ibid., s.99
21
Edmund Husserl, Logical Investigations, çev., J. N. Findlay. (ed)., London and New York, Routledge, (1900-01); 2001
22
Wilfrid Sellars, Science, Perception and Reality, Routledge & Kegan Paul Ltd; London, 1963, s.40
19
11
ile postyapısalcılık arasında, alternizmin devamı niteliğindeki bir "orta yol"u temsil
etmektedirler. Alteryapısalcılık (alterstructralism) olarak adlandırılabilecek bu orta yolun her
iki temsilcisi de, felsefi perspektiflerinin bazı boyutları nedeniyle yapısalcı, bazı boyutları
nedeniyle de postyapısalcı sınıflandırmasına tabi tutulmuşlardır. 20.yüzyıl boyunca felsefede
temel tartışma yine "fizikalizm-rasyonalizm" ekseninde sürmüştür. Böylece Socrates'ten,
Stoacılar'a, Spinoza, Leibniz ve Kant'tan, Hegel ve Husserl'a, Sellars'tan Foucault'ya
alternizmin devam eden evriminin günümüz versiyonunun birinci boyutunu oluşturan
"alterfizikalizm" öncüllerinden daha fazla bilimselik içeren bir senteze dönüşmüştür.
Geçmişten beri süregelen fizikalizm-rasyonalizm tartışmalarına ek olarak 20.yüzyıl
felsefesine yön veren ana dinamikler, analitiklik-varoluşçuluk, yapısalcılık-postyapısalcılık,
davranışsalcılık-işlevselcilik, ya da daha genel bir bakış açısıyla yüzyıl ele alındığında
"determinizm-endeterminizm" tartışmaları olmuş, iki perspektifin bir sentezi konumundaki
"alterdeterminizm" aynı anda
hem sistemin, hem de bireyin birbirlerinin karşılıklı
belirleyeni olduğu önkabulüne sahip bir perspektif olarak ortaya çıkmıştır.
Alternizmde Bilimsel Bütünleşme: Alterpozitivizm
Sistemin rasyonel yapısına dair ipuçları ve "gerçek nedir" sorusuna cevap arayan farklı
görüşler arasında süre giden bilimsel tartışmaların metodolojik ayağı Antik Yunan dönemine
kadar dayandırılabilse de, modern çağda bilimin tek geçerli bilgi türü kabul edilmesi ve
olguların
bilinebilen
ve
üzerinde
inceleme
yapılabilecek
tek
obje
biçiminde
nitelendirilmesinde çıkış noktası olarak Saint Simon ve öğrencisi Auguste Comte'un
temellerini attığı "pozitivizm" ele alınabilir. Pozitivizm, bilimde, kuralları belli olan, belli
kurallara göre işleyen bir bilgi türünü temel alırken, felsefede ise bilimsel yöntem dışı
çalışmaları reddeden bir kalıba bürünmüştür. 23 Pozitivizmin hızlı gelişimi ve bilimsel
çevrelerde yaygınlaşmasının yanında politik ve toplumsal olaylarda da etkilerinin arttığı
18.yüzyılda yaşayan Immanuel Kant,(1724-1804) 1781 tarihli The Critique of Pure Reason
adlı çalışmasında, Saint Simon, Auguste Comte ve pozitivizmi benimseyen çağdaşları
tarafından ortaya konan görüşlere karşı çıkarak, bilginin elde edilmesinde "sezgi" 24 nin
öneminin altını çizmiş, ayrıca bilimsel bilgiyi "salt" (pure) ve "deneysel" (empirical) olmak
üzere ikiye ayırmıştır 25 . Saint Simon ve Auguste Comte'un pozitivizm anlayışı üstüne
23
Ural, ibid., s.47
Immanuel Kant, The Critique of Pure Reason, 2nd ed., İngilizceye çeviren Paul Guyer ve Allen Wood, Cambridge University Press,
Cambridge, 2003, xi
25
Ural, opcit.,s.16
24
12
kurgulanan ancak hem sosyal olaylar yerine fizik ve biyolojiyi temel alması, hem de
materyalist görüşleri tek başlarına kabul etmek yerine metafizik inançları da "gerçeklik"
arayışının araçlarından birisi olarak kabul etmesiyle klasik pozitivizmden farklılaşan Herbert
Spencer(1820-1903)'ın "evrimci pozitivizm"i, 19.yüzyılın ikinci yarısında bir oorta yol
çizmiş, yaklaşık bir asır sonra kurgulanacak "post pozitivizm"e zemin hazırladığı gibi, bir
mekanizma olarak sosyal demokrasinin "bilimsel bütünleşme" ayağında temel alınabilecek bir
örnek oluşturmuştur. Alternizmin "bilimsel bütünleştirme" fonksiyonuna örnek oluşturan bir
diğer isim de Alman sosyolog Wilhem Dilthey (1833-1911)'dir.
26
Alman Neo-
Romantiklerden ve Kant'tan da esinlenen Dilthey,felsefede dualizmi benimseyerek bireyselpsikolojik ve sosyal-tarihsel analizleri harmanlamış böylece hem daha geniş kapsamlı bir
çalışma zemini bulmuş, hem de felsefeden sosyolojiye, dilden (hermeunetics) siyaset bilimine
kadar birçok alanda sosyal demokrasi de dahil olmak üzere yeni perspektifleri ve kuramları
etkilemiştir.
Pozitivizmde bir diğer önemli aşama da fizikçi
Ernest Mach (1838-1916) tarafından
olguların duyumlarla özdeş kabul edilmesi ve bilimsel çalışmalarda duyumların temele
koyulması; yani duyumculuk ve empirizmin yöntem olarak seçilmeye başlanmasıdır. Mach'ın
1895 yılında kurucusu olarak görev yaptığı "Endüktif Bilimler Felsefesi" isimli kürsüye 1922
yılında atanan Moritz Schlick (1882-1936), Mach'ın görüşleri üzerine temellendirdiği yeni
pozitivizm anlayışıyla hepsi farklı alanlardan gelen bilim insanlarının katılımıyla Viyana
Üniversitesi'nde bir dizi toplantının başlatılmasına öncülük etmiş, böylece "Mantıkçı
Pozitiivizm" olarak da anılan ama daha yaygın bir biçimde "Viyana Çerçevesi" olarak bilinen
akımı başlatmıştır 27 . Bilim felsefesi alanında uzun yıllar süren tartışmalar ve pozitivizmin
ortodoks modeline Touolmin, Feyerabend, Hesse, Kuhn gibi yazarlar tarafından yöneltilen
eleştirileri bir sistematiğe oturtan ve pozitif bilimlerdeki gelişmelere paralel bir biçimde
sosyal bilimlerde yeni bir metodolojik bakış açısı geliştirerek tüm eleştirel bakış açıları için de
kaynak oluşturan Karl Popper (1902-1994) olmuştur. Bilimsel ve buna bağlı olarak sosyal
gelişmelerde Viyana Çerçevesi'nin rölativiteyi temel alarak getirdiği yeni pozitivist anlayış,
yine rölativite üzerine temellendirilen ancak tıpkı Popper'ın çalışmaları gibi dönemine kadarki
bütün bakış açılarının sorgulanmasına ve kendinden sonraki perspektiflerin yeni bir eğilim
kazanmasına yol açan Thomas Samuel Khun'un 1962 yayın tarihli " Bilimsel Devrimlerin
Yapısı" (The Structure of Scientific Revolutions) adlı eseri olmuş, eski dönem bu eser ile
26
27
Giddens, Politics..., s. 190-191
Ural, opcit., s.55
13
yerini "post pozitizim" olarak adlandırılan yeni bir teorik çerçeveye bırakmıştır. 28 Doğa
bilimlerindeki değişmez kanunların sosyal bilimlere uyarlanma çabasına eleştirel yaklaşan bir
diğer kişi de Anthony Giddens'tır29. Her ne kadar pozitivist yaklaşımların genel kural arayan
çalışmalarına eleştirel yaklaşsa da Giddens, tıpkı modernizm-postmodernizm ilişkisinde
olduğu gibi, ne modernizmin ne de pozitivizmin tmamlanmamış birer süreç olduklarını, bu
nedenle de, "sonrası" anlamına gelen "post" eki yerine pozitivizmin kendi içinde bir evrime
işaret eden farklı tamlamalar ya da kelimeler kullanmanın, insanlık tarihinde mevcut dönemi
anltmak için daha doğru olacağını ileri sürmüş, bu bakış açısıyla post pozitivist yaklaşımlarım
eleştirilerini dikkate alırken, bilimsel çalışmalarda metafizik bakış açılarını dışlayan pozitivist
methodolojiyi de özel bir konuma yerleştirmekte ve Aydınlanma ile başlayan değer yerine
akıl temelli bilim arayışlarının kesintiye uğramadan devamı idealine yönelmiştir. Sosyal
demokraside "bilimsel bütünleşme"ye bir örnek teşkil eden Giddens, hem pozitivist ve post
pozitivist bakış açıları arasında metodolojik, hem de Platon ve Hegel'in ampirizmi, Locke ve
Hume'un rasyonalizmi ve Kant ve Hegel'in idealizmi arasında epistemolojik bir sentez ortaya
koymuş, böylece "alterpozitivizm"in son temsilcisi olmuştur.
Alternizmde İdeolojik Bütünleşme: Alterdemokrasi
İdeolojilerin ortaya çıktığı dönem Fransız Devrimi yıllarıdır. Devrimle beraber başlayan
monarşilerin yerini halk egemenliği modellerine bırakma sürecinde, her ne kadar devrimi
gerçekleştiren dinamikler içerisinde bulunmasa da, monarşi otoritesinin zayıflamasının
sunduğu uygun ortamda gittikçe güçlenen liberalizm, ve liberalizmin toplumu zorladığı
değişimlerden rahatsız kesimlerin altında toplandıkları, sosyalizm ve konservatizm ilk ortaya
çıkan ideolojiler olmuşlardır 30 . Gelişen süreçte sosyalizm ve konservatizmin, liberalizm
karşısında başarılı olamayacağını dününen ve hem ideolojik hem de metodolojik açıdan
diğerlerinden farklılaşan kesimler, politik ortamın değişen şartlarına uyum sağlamak amacıyla
bu sefer marksizm,, nasyonel sosyalizm,
sosyal demokrasi ve komunizmin temellerini
atmışlar, İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar politik hareketler genel olarak bu çerçeveler
dahilinde gelişmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrası iki kutuplu düzende her ne kadar ideolojiler
ortadan kalkmasa da, kutup liderlerinin temsil ettiği liberal demokrasi ile komunizmin
sistemde birbiri ile mücadele içindeki iki temel ideoji olduğu gözlemlenmektedir. Soğuk
Ian Hacking, Introduction, içinde Thomas S. Khun, The Structure of Scientific Revolution, The University of Chicago Press, Chicago,
2012, ilk yayın tarihi 1962, s.xxxiii
29
Giddens, Politics..., s.198
30
Ian Adams, Political Ideology Today, Manchester University Press, Manchester, 2001, s. 9
28
14
Savaş yıllarında sosyal demokrasi kendini kutup liderlerinin politik tutumlarından farklı bir
yerde konumlandırmış, bu dönemde gelişen post-kolonyal akımların ve Birleşmiş Milletler
politikalarının yönlendiricisine dönüşmüştür. Sovyetler Birliği'nin çöküşü sonrası bir
süreliğine liberal demokrasinin rakipsiz kaldığı iddia edilse de, özellikle postmodernist
yaklaşımlar doğrultusunda çevreciler, feministler, anti-globalistler gibi yeni sosyal
hareketlerin doğmasıyla politik ortam daha da zenginleşmiş, böylece halen sürmekte olan bir
ideolojik çeşitlilik dönemi başalmıştır. Sosyal demokrasi ya da alternatif demokrasi algısı
nedeniyle artık anılabileceği şekliyle "alterdemokrasi" bu yeni dönemde de, kendini hakim
ideoloji olan liberal demokrasiden farklı konumlandırarak, bu yeni sosyal hareketler ile
etkileşim içine girmeye yönelmiş, bu yönelim sonucunda çevre, azınlıklar, kadın hakları ve
yeni dönem sosyal adaletsizlikler sosyal demokrasinin bütüncül gündeminin alt bileşenlerine
dönüşmüştür.
Sosyal demokrasinin ana atardamarı ve diğer değişkenlerce sivri uçları törpülenen temel
bileşeni sosyalizmdir. Her ne kadar bazı radikal sol kesimler tarafından sosyalist geleneğin bir
parçası olarak görülmese de sosyal demokrasi, sosyalizm tartışmaları içinde doğmuş, ilk
ortaya çıktığı dönemde sosyalizmin öncü temsilcisine dönüşmüş, daha sonraları toplumsal,
ekonomik ve politik koşulllara göre kendini dönemine uyarlaması ve toplumsal değişimler
için araç olarak "devrim" yerine "evrim"e yönelmesiyle sosyalizmin diğer yorumlarından
ayrışmaya başlamıştır. Modern toplumda sosyalizm ile liberalizmin bütünleşmesini sağlayan
ve kapsamına demokrasi idealini de ekleyerek sosyal demokrasinin bir ideoloji olarak
temellerini atan ilk kişi Eduard Bernstein'dır (1850-1932). Bernstein, 1899'da yayınlanan
"Sosyalizmin Ön Koşulları ve Sosyal Demokrasinin Görevleri" isimli kitabında demokrasiyi
"halk iktidarının da ötesinde hiçbir sınıfa toplum karşısında bir imtiyaz tanınmadığı bir
durum"31 olarak tanımlamış ve buna bağlı biçimde demokrasinin "sosyalizmi elde etmenin ve
gerçekleştirmenin aracı " olduğu sonucuna varmıştır. 20.yüzyılın sonlarında Soğuk Savaş'ın
sona ermesinin ardından İngiltere'de, bu kez neoliberalizm ile sosyal demokrasi arasında bir
bütünleşme yaşanmış, Anthony Giddens tarafından formüle edilen "Üçüncü Yol"32, sosyal
demokrasiyi sağ ile sol görüşler arasında bir orta yol, bir üçüncü yol olarak konumlandırarak,
tüm ideolojilerle çok boyutlu etkileşimine vurgu yapmıştır. Giddens'ın sosyal demokrasiyi
günün şartları göre yeniden formüle etme iddiasını da içeren Üçüncü Yol, neoliberalizm ile
Yeni Sağ'ın ortasında konumlandırılmış, bir taraftan kaynakların en etkin şekilde dağıtılması
31
32
Eduard Bernstein, Sosyalizmin Ön Koşuılları ve Sosyal Demokrasinin Görevleri, Yazılama Yayınevi, İstanbul, 2011, s.160
Anthony Giddens, The Third Way, Polity Press, Cambridge, 1998, s.2
15
için serbest piyasa ekonomisinin hayati rolüne vurgu yapılırken, diğer taraftan da savaş
sonrasında evrimci sosyalistlerin toplumsal adalet ve ahlaki sorumluluk konusundaki yenilikçi
görüşleri de dikkate alınmış33, böylece evrimci sosyalizm, neoliberalizm, piyasa sosyalizmi ve
sosyal liberalizmin bir sentezi kurulmuştur.
Sosyal demokrasinin genel dünya görüşü ile oldukça zıt olmasına rağmen, sosyal demokratik
bütünleşmenin ideolojik düzleminin bir ayağını da muhafazakarlıktan nasyonalizme -ve her
ne kadar adından sosyalizm geçse de tamamen Sağ görüşü yansıtan nasyonel sosyalizmeuzanan perspektifiyle "Sağ" oluşturmaktadır. Sosyal demokrasi ile klasik dönem
muhafazakarlığına ortak yönlerini kazandıran da sanayileşmenin toplumda yarattığı erozyon
ve bireyciliğin yerleşik toplumsal işbirliği kodlarına verdiği zarar konularının eşzamanlı
tespititidir. Ancak sosyal demokrasi, muhafazakarlığın eski toplum düzenine geri dönme,
sanayileşmeyi tersine çevirme ve libeal ekonomiyi tamamen ortadan kaldırma eğilimi yerine,
sanayileşmeyi kontrol altına alma, işçilerin çalışma koşullarını iyileştirme, liberal ekonomik
dinamikleri bireysel çıkar yerine toplumsal çıkar doğrultusunda işletme reçetesini, hızla
değişen toplumun yeniden yapılandırılmasının yöntemi olarak ileri sürmüştür. Sosyal
demokrasi, nasyonalizm - hatta nasyonel sosyalizm ve faşizm- ile ortak görüşünü yansıtan ise
tarihsel materyalizm ve sınıf çatışmasının reddi konusu dışında, hiç bir dönemde bir arada yer
alamayacağı düşünülen şiddet eğilimli bir düşünsel kuram ve politik aksiyonun dahi bazı
duyarlılıklarını anlayabilmiş ve kendi ideolojik bütünleşmesi içine katmış bir harekettir34. Bu
bağlamda bakıldığında anti-sömürgeci hareketlerin destekleyicisi olan ve sömürünün,
sömürgeciliğin her türlüsüne karşı duran sosyal demokrasi de, hak arama aracına dönüşen
nasyonalizme destek vermiştir. Anti-sömürgeci hareketlerin başarısının, bu başarıda toplum
içi dinamikleri aynı hedef doğrultusunda yönlendiren nasyonalizmin oynadığı kilit role bağlı
olduğunun anlaşılması, o dönemde nasyonalist akımlara destek verdiği için eleştirilen sosyal
demokrasinin haklılığını gözler önüne sermiştir. Ayrıca sanayileşme sonrasından günümüze
dek devam eden süreçte, yeni düzenin bireyleri yalnızlaştıran, toplumsal aidiyet duygusunu
zayıflatan ve gelenekler, inançlar gibi değer yargılarını etkisizleştirmeye yönelen liberal
dinamiklerinin etki alanının genişlemesine bağlı olarak, yeni düzenden aradığını bulamayan
kitlelerin radikal sağdaki faşist hareketlere yönelmesini -doğru bulmasa da- anlamayı
başarmış, toplumsal değerleri, inançları, aidiyetleri ve toplumun birlik, beraberlik hissini, bir
daha bu çeşit tepkiye bağlı bir şiddet eğilimi ortaya çıkmaması için, koruma altına almış bir
33
34
ibid., s. 64
Berman, The Primacy, ibid., s.68
16
düşünsel kuram olarak sosyal demokrasi,
radikal sağın yükselişinden en doğru dersleri
çıkarmayı başarmıştır. Sosyal demokrasinin beslendiği ana damar ise sol hareketlerdir ve
istisnasız hertürlü revizyonist görüş sosyal demokrasinin dönemsel politik tutumuna yön
veren dinamiklere dönüşmektedir. Klasik ideolojiler döneminde özellikle işçi hakları,
sanayileşmeye bağlı ortaya çıkan çevresel, psikolojik ve sosyal sorunlar ilk dönem sosyal
demokrasinin başlıca eğildiği meseleler olmuş, ardından savaş sonrası düzende barış
sağlamaya yönelik uluslararası örgütlerin kurulması, BM çatısı altında uluslararrsı normların
oluşturulması
ve
hem
bireyler
hem
de
toplumlar
ve
uluslar
arası
işbirliğinin
kurumsallaştırılması çabası öncelikli ele alınmış, günümüzde de duyarlılık alanını çevre,
kadın hakları, azınlık hakları, katılımcı demokrasi, bölgesel ve bireysel düzeyde adaletli gelir
dağılımı, Kuzey-Güney arası gelişmişlik farkının azaltılması, finansal kapitalizmdeki krizin
toplumsal etkilerinin minimize edilmesi gibi konuları kapsayacak şekilde genişletmiştir. Bu
bağlamda sosyal demokrasinin beslendiği ana kollar da radikal sosyalist hareketler dışında
anarşistler, çevreciler ve feministler olmuştur.
Bütün bu "ideolojik bütünleşme" süreçlerinin sonucunda, liberalizm ile ortodoks
Marksizm'in pasivizm ve ekonomizmini, faşizm ile nasyonel sosyalizmin otoriterliği ve şiddet
yöntemini reddederek sosyalizmin Marksist olmayan bir vizyonuna yönelen, tarihin ekonomik
değil politik güçlerce şekillendirildiği inancıyla toplumun ihtiyaçlarının sağlanması ve iyi
yönde değişmesinin yine
bu politik güçlerin politikalarınca gerçekleştirilebileceği
öngörüsünü özünde barındıran sosyal demokrasi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında liberalizmin
biraz yeniliğe uğratılmış formu ile rekabette kazançlı çıkan ve yetmiş yıılık süre zarfında
Kuzey Avrupa'dan başlayarak kıtaya hızla yayılan en etkin düşünsel kuram olmuştur35. Soğuk
Savaş yıllarında iki bloğun ideolojileri olan liberal demokrasi ve komunizm arasında bir "orta
yol" olarak kendini konumlandıran sosyal demokrasi, Doğu Bloğu'nun yıkılması ve
komunizmin oldukça sınırlı bir alana sıkışması sonrası ideolojik çeşitliliği daha da artan bir
politik ortamda farklı eğilimlerden ve görüşlerden beslenme imkanı bulmuştur. Küreselleşme
ile birlikte sınırların anlamını yitirmeye, ulusal egemenliğin kontrol alanının gittikçe
daralmaya başlaması, post-endüstriyel ekonomi ile tüketici tercihlerinin sistemin temel
dinamiklerinden birine dönüşmesi daha bireyci, daha çoğulcu ve daha çokkültürlü bir
toplumun doğmasını beraberinde getirmiş, artık geleneksel ideolojik kalıplarda yeni
koşulların gerektirdiği esnekliği bulamayan bireyler de böylece daha fazla, belli bir alanda
35
Sheri Berman, The Primacy of Politics: Social Democracy and the Making of Europe's Twentieth Century, Cambridge University Press, New
York, 2006, s.6
17
faaliyetlerini yoğunlaştıran "yeni sosyal hareketler"e ilgi duymaya başlamışlardır. Azınlık
haklarının genişletilmesi, çevrenin korunması, kadının toplumsal statüsünün geliştirilmesi gibi
konularda kendilerince politik gündemler belirleyen bu yeni sosyal hareketler ile, politik
ortam daha fazla sesin birbirleriyle etkileşim içinde bulunduğu bir platforma evrilmiştir.
Postmodern yaklaşımlar doğrultusunda entellektüel kesinliğin ortadan kalkması ve mutlak
doğrular yerine göreceli ve daha çoğulcu, farklı bakış açılarını içinde barındıran politik
arayışlar artmıştır. Sosyal demokrasi de bu yeni konjonktüre ayak uydurarak, Savaş
sonrasından günümüze dek değişen şartlar doğrultusunda bu sefer sosyalizmin yeni ve
çeşitlenen versiyonları, çevreciler, feministler, ulusalcılar ve hatta anarşist hareketler ile
bütünleşme sürecini devam ettirmiş, böylece günümüzde, tüm ideolojilerin bir "orta yol"una,
bir "ideolojiler sentezi"ne dönüşmüştür.
Alternizmde Ekonomik Bütünleşme: Alterliberalizm
Ekonomi alanında, disiplinin bir bilimde dönüşmesini sağlayan Adam Smith sonrası düşünsel
ve teorik çalışmalar incelendiğinde toplam üç düzlemde gelişen bir devamlılık görülmektedir.
Liberal, sosyal ve bütünleşme düzlemleri olarak adlandırılabilecek bu teorik benzeşiklikler
kümeleri her ne kadar 19.yüzyıldan günümüze dek birbirleri ile rekabet edegelmiş olsalarda,
farklı düzlemlerden iktisatçıların bazı konularda birbirleriyle oldukça benzer bakış açıları
ortaya koymaları nedeniyle birbirlerinden keskin hatlarla ayrışmamaktadırlar. Hem klasik
teori içinde Smith, Bentham, Malthus, Ricardo arasında bir bütünlük oluşturulması hem de
teorinin sosyalist-komunist bakış açılarıyla harmanlanması John Stuart Mill ile olmuştur. Bir
taraftan sanayide ve toplumsal hayattaki değişimleri, diğer taraftan da klasik teoriye
yöneltilen eleştirileri dikkate alarak ekonomide yeni bir anlatım tarzı geliştiren Mill,
Ricardo'nun
gelir
dağılımı
teorisinden,
Bentham'ın
faydacılık
teorisine,
Fransız
sosyalizminden Colleridge ve Carlyle'ın İngiliz Romantizmi kapsamında değerlendirilen
fikirlerine kadar geniş bir düşünsel çeşitlilikten etkilenerek bir altenatif model, bir orta yol,
alternist bir ekonomi teorisi kurgulamış, böylece ekonomi alanında alternizminilk ilk
temsilcisi olmuştur. 20.yüzyılda yaşanan sosyal ve liberal teorilerin ekonomik boyuttaki
bütünleşmesi sürecinde en temel aktör olarak ise John Maynard Keynes (1883-1946)
sayılabilir. Ricardo gibi yaşadığı dönemin güncel sorunları ile ilgilenen Keynes, tanık olduğu
iki dünya savaşı ve Büyük Ekonomik Buhran'ın etkisiyle, çalışmalarını ekonominin nasıl
yeniden canlandıırılacağı ve istikrarlı bir mali sistemin nasıl kurulacağı üzerine
yoğunlaştırmıştır. Böylece liberal teorinin içinde yetişen ve Marshall'ın öğrencilerinden birisi
18
olan, fikirleri 1944 yılında toplanan Bretton Woods Konferansı'nı derinden etkileyen
Keynes, diğer yandan özellikle işsizliğin sebebi ve istihdamı artırma yöntemleri üzerine
görüşleriyle sosyal teorinin de en önemli temsilcilerinden birisine dönüşmüş,ekonomik
boyutta liberal-sosyal teori bütünleşmesinde önemli bir yapı taşı görevi üstlenmiştir.Liberal ve
sosyal teoriler arasında süregiden bütünleşmenin üçüncü ayağında ise -ABD'de hakim
görüşler karşısında göreceli heterodoks bir bakış açısını yansıtan- "neo-Keynesyen teori" ve
"matematiksel ekonomi" nin babası Paul Anthony Samuelson (1915-2009) yer almaktadır.
Ekonomik boyutta bütünleşik düzlemin gelecekteki formuna genel hatlarıyla şekil verecek
alternist akım ise, yeni dönem sosyal teori olan "yeşil ekonomi"dir. Geçmişte, alternist
düşünce ve hareketlerin etkisiyle, eşit vatandaşlık, adalet önünde eşitlik, insan hakları gibi
politik ve etkin biçimde işleyen sosyal güvenlik, yüksek standartta ve sağlıklı çalışma şartları,
kontrollü ve dengeli rekabet koşulları gibi ekonomik standartların, devlet yaptıırımıyla
işlerliğinin sağlandığı "refah devleti" formuna bürünen alternizm, günümüzün yaygın çevresel
ve sosyal alternist talepleri doğrultusunda çevreci bir boyut da kazanmakta ve devletlerin de
transnasyonel ortamda egemenliklerini birer biobölge olan bölgesel entegrasyonlara
bırakmaya başlamasıyla, "refah devleti"nden "yeşil refah bölgesel entagrasyonları"na geçiş
süreci hız kazanmaktadır. UNEP, UNDESA, UNCTAD, ILO, OECD, GGGI ve Yeşil
Ekonomi Koordinasonu (Green Economy Coordination) 36 gibi uluslararası örgütlerin
yayınları aracılığıyla "yeşil ekonomi", gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelere yeni yatırım ve
iş sahaları da yaratarak, sürdürülebilir kalkınma doğrultusunda, yenilenmiş ulusal kalkınma
politikaları ile uluslararası işbirliğinin bir katalizörüne de dönüşmüş, yeni ekonomik
perspektiflerin çoğunluğu üzerinde etkili yeni bir alternist düşünsel ve politik akım
başlatmıştır.
Alternizmde Evrim ve Uyum
Beyin kısa bir süre öncesine kadar nörobilimciler tarafından statik ve değişmeyen bir organ
olarak ele alınmış olsa da, son dönem çalışmalar kapsamında yapılan incelemeler göstermiştir
ki, beyin, kendini, yaşadığı tecrübeler ve hatta kendi düşünceleri doğrultusunda değiştirme,
yenileme özelliğine sahip bir organdır. Beynin şartlara göre değişimini sağlayan başlıca
özelliği "beynin plastikliği" adıyla anılan nöroplastik yapısı ve anatomik açıdan içerdiği
nöroplastik maddedir. Ancak nörobilimciler, beynin plastikliği tanımlaması ile polimerlere
36
"Green Economy in the Context of Sustainable Development and Poverty Eradication", United Nations Sustainable Development
Knowledge Platform, http://sustainabledevelopment.un.org/index.php?menu=1224
19
değil, beynin dış etkilere karşı tepki veren, uyum sağlama yeteneğine sahip ve ömrünün
sonuna kadar değişimini sürdüren yapısana vurgu yapmaktadırlar37. Alternizmi ve bir aşaması
ve boyutu olan sosyal demokrasiyi diğer düşünsel kuramlardan ayıran önemli bir unsur da işte
bu çok boyutlu ve farklı dinamiklerin birlikte işletilmesiyle kendini gösteren değişme, yani
evrim kapasitesidir. Kuramın ilk kez ele alındığı 19.yüzyıl şartlarının son bulmasına rağmen,
sürekli değişen, yeni sorunlara tepki veren, toplumun geçirdiği evrime uyum sağlayan sosyal
demokrasi, ortaya çıkışından yıllar sonra halen canlılığını korumaktadır. 19.yüzyılın üretimdağıtım ilişkileri içerisinde kendini zor şartlar altındaki işçi sınıfının yanında konumlandıran
kuram, bir dönem genel oy ve hak eşitliği, gelirlerin dağıtım eşitliği, cinsiyet eşitliği gibi
konular üzerine baskısını yoğunlaştırmış, günümüzde de -bir bölgeden diğerine mevcut
diinamiklere göre farklı şekle bürünüp farklı yöntemler izlese de- sürdürülebilir bir hayata
yönelik yerel mücadelelerin, barış araştırmalarının, çevre aktivistlerinin ve azınlık hakları
savunucularının destekçisine dönüşmüştür.
Düşünsel Kuramdan Mekanizmaya Evrim
Alternizmin politik boyutta son yüzyıldaki temsilcisi sosyal demokrasiye sistematikliğini
kazandıran en önemli gelişme bir düşünsel kuram, bir ideoloji olarak doğması ancak ardından
yaşanan toplumsal ve bilimsel gelişmeler doğrultusunda, bağıntılı dış şartlar çerçevesinde ve
belli iç kurallar doğrultusunda işleyen bir mekanizmaya evrilmesi, yani artık sadece bir
ideoloji olarak kalmamasıdır. İdeoloji kavramının ve ilk ideolojilerin ortaya çıkışı
günümüzden 200 yıl öncesine, Fransız Devrimi dönemine denk gelmektedir38. Fransız filozof
Antoine Destrutt de Tracy'nin 1790'larda geliştirdiği kavram, 1840'larda Karl Marx tarafından
farklı bir boyuta taşınmış, 1950'lerde ise "ideolojinin sonu" akımı ile günümüzde üzerinde
tartışmaların halen sürdüğü yeni bir aşamaya geçiş yaşanmıştır. "İdeolojnin Sonu"
perspektifine dair görüşlerin dile getirilmeye başladığı dönem Savaş Sonrası, yer ise ABD'dir.
Amerikalı sosyal bilimciler, dönemin hakim felsefi dili ve mantıksal pozitivizmin etkisi ile
politik felsefeyi ve ideolojiyi, tıpkı ahlak ve estetik gibi, fazla subjektivite içeren ve rasyonel
temeli zayıf, bu nedenle de sonu gelmiş birer konsept olarak tanımlamaya başlamışlardır. Her
ne kadar güncel tartışmalarda ideolojinin sonunun geldiği doğrultusundaki görüşler oldukça
geniş bir kesim tarafından dile getirilse de, iddia sahiplerinin liberalizmi bu sınıflandırmaya
sokmaması iddiaların bilimsel bir tespit ortaya koymaktan öte, pragmatik liberalizmi
37
38
Andreasen, opcit, s.187
Andrew Vincent, Modern Politial Ideologies, Wiley Blackwell, Oxford, 2010, s.1
20
benimseyenlerin bir beklentisini yansıttığı yönünde eleştirileri de beraberinde getirmiştir.
İdeolojinin sonunun gelip gelmediği konusunda tartışmalar halen devam etmektedir. Her ne
kadar Amerikan sosyal bilimcilerinin 1950 sonrası görüşleri dönemsel şartların etkisini
üzerinde taşıması nedeniyle yanlışlanabilir bir kalıba bürünse de, ideolojiniin değil, ancak
ideolojilerin, bilimin gerektirdiği amprik ve rasyonel yaklaşıma sahip olmadan uzun soluklu
olmaları imkansız gözükmektedir. Bu nedenle şartlardan bağımsız, her dönemin sorunlarına
göre kapsamını ve yönelimini evrimsel dinamiklere açık tutan ideolojiler, bir ideolojinin
ötesine geçerek mekanizmaya dönüşecek ve böylece rakiplerinden farklılaşabilecektir. Bu
farklılaşmayı ve değişimi göstermiş tek ideoloji alternizmin tarihsel bir uzantısı olan sosyal
demokrasidir. İdeolojiler birer politik tutum önermesi şeklinde değerlendirlebilirler; bir
ideoloji olarak sosyal demokrasi de devletin davranışlarının ne yönde oluşması gerektiği
konusunda iddialar içermektedir. Bu bağlamda sosyal demokrasi, toplumda iki ve daha fazla
eksende yoğunlaşan tez ve antitezler arasında sentez kurma yönelimi göstermektedir. Sosyal
demokrasi bunun da ötesinde, en uç görüş ve eğilimlerin dahi karar alma mekanizmalarında
kendilerini ifade edebilmelerine imkan sağlayacak şekilde iletişim ağlarını yaygınlaştırmaya
ve etkinleştirneye yönelen bir "sentez" çabasıdır. Bu dinamikleriyle 20.yüzyılda, bir düşünsel
kuramın çok ötesine geçmeyi başarmış -tıpkı beynin plastiklik özelliğine benzer biçimde
evrilerek- şartlara ve döneminin gerektirdiği ihtiyaçlara göre kendisini yenileme kapasitesine
sahip bir karar alma mekanizmasına dönüşmüştür. Bu doğrultuda, dönemin sorunlarına,
öncelikli ele alınması gereken eksikliklerine ve toplumsal dinamiklerine göre pozisyon alan,
toplum dinamikleri arasında iletişimi maksimize etmeye, etkileşim yaratmaya, genel sentez
oluşturmaya, uzlaşı sağlamaya yönelen bir "model yönetişim" organizasyonuna evrilmiştir.
Bireysel özgürlüklerin genişletilmesi, toplum içi ve gruplar arası eşitsizliklerin giderilmesi,
barış ortamının sürdürülmesi gibi temel hedefleri sabit kalmak üzere, zamana ve mekana bağlı
olarak biçim, içerik ve tutumu değişebilen bir yapıya bürünmüştür. Sosyal demokrasiye beyin
ile ortak dinamikleri bulunan bir mekanizma yapısı kazandıran özelliklerinden birisi de, onu
diğer tüm düşünsel kuramlardan ayrı bir konuma taşıyan "bütünleştirme" fonksiyonudur.
Sosyal demokrasinin poliitik çıktıları ve karar alma mekanizmasını işleten dinamikler, tıpkı
beyindeki gibi çok boyutlu bir "bütünleşme" nin sonucunda ortaya çıkmaktadır,
Felsefi,bilimsel ve ideolojik boyuttaki etkileşimi ve birlikte değerlendirilmesiyle ortaya çıkan
sentezlerin karara ve politikalara yüksek hızda yansıtılması, hem karara daha kapsayıcı bir
yapı kazandırmış, hem de sosyal demokrasinin, belli zaman aralıklarında ve genelde bir orta
yola, toplum dinamiklerinderki değişime göre kısa sürede yeniden pozisyon alabilen bir uzlaşı
platformuna dönüşmesini sağlamıştır.
21
Bireysel Fikirlerden Aydınlanma Felsefesine Evrim
Sanayi Devrimi sonrasında ortaya çıkan tüm ideolojiler gibi sosyal demokrasinin de düşünsel
kaynaklarını Rönesans ve Aydınlanma Dönemi felsefi, politik, ekonomik ve metodolojik
tartışmaları ve bu tartışmalar dahilinde ele alınan Antik Yunan felsefesi oluşturur. Her ne
kadar kaynaklar sadece 17 ve18.yüzyılı Aydınlnma dönemi kabul ediyorlarsa da,
15.yüzyıldan başlayarak 20.yüzyıla kadar, farklı boyutlarda süren Aydınlanma, hem modern
Avrupa'nın hem de modern dünyanın şekillenmesinde en temel rolü üstlenmiştir. Bu dönemde
devlet düzleminde "işbirliği ve dayanışma", birey düzleminde "özgürlük", sistemi
düzleminde de "eşitlik ve adalet" üzerine geliştirilen fikirler, alternizmin politik boyuttaki
20.yüzyıldan sonraki temsilcisi sosyal demokrasinin de kuramsal temellerine, ilkelerine
dönüşmüştür. Alternizmin birinci sütununda yer aldığı şekliyle, insanlar arası bir "işbirliği ve
dayanışma" yapısı olarak kurgulanmasına rağmen otoriter bir baskı aracına dönüşen devletin
yeniden ilk saf amacına döndürülmesi; din, devlet, sınıfsal hiyerarşi gibi faklı birimlerce
kısıtlanan bireyin yeniden doğa durumundaki gibi özgürleştirilmesi ve sistemdeki birey ve
devletlararası ilişkilerin evrensel hukuk normlarıyla eşitlik ve adalet düzleminde yeniden
formüle edilmesi gibi çok çeşitli boyutlarda ortaya konulan çalışmalar, içerik ve yönelimleri
zamanın koşullarına göre evrilerek günümüze dek süregelmiştir. Alternizmin (ve sosyal
demokrasinin) devlete bakış açısına temel oluşturan, devleti bir “ortaklık” kurumu içeriğine
dönüştüren Thomas Hobbes’un Levithan adli eseri ve bu calismada kurgulanan, "Ortak
Refah" anlamına gelen “Commonweath” idealidir.
Hobbes'un, insanlar tarafından
özgürlüklerinin bir kısmının toplumun genelinin iyiliği için bir üst otoriteye devretmeleri
gerektiği yönündeki düşüncelerini yansıtan Leviathan'da, bu idealin şekil bulmuş hali
"Commonwealth" şeklinde adlandırılmıştır. Tarihsel gelişimi sonucunda elde ettigi yetkiler ve
siddet uygulama tekeli ile devletin, uzerine insa edildigi temel hedeflerinden uzaklasarak
kontrol edilemeyen bir guc unsuruna donusmeye baslamasi, yonetenlerin denetlenmesi ve
farkli
yonetimsel
organizasyonlarin
birbirlerine
karsi
sorumlu
olacak
sekilde
bagintilandirilmasi yonunde dusunsel arayislarin dogmasini beraberinde getirmis, "gucler
ayriligi ilkesi" ve "toplumsal sozlesme" fikri de bu arayislardan dogmustur . Devletin görevini
kişinin hak ve özgürlüklerini garanti etmek şeklinde ele alan ve kendini meydana getirenlerin
yararları dışında davranma zorunluluğuna vurgu yapan Jean-Jacques Rousseau, 1762 yılında
yayınlanan ve kısaca "Toplum Sözleşmesi adıyla bilinen "Toplum Sözleşmesi ya da Siyaset
Hukukunun İlkeleri" (Du Contract Social ou Principes du Droit Politique) adlı kitabında
22
bireylerin eşitliğini ve özgürlüğünü garanti altına almanın yolunun tüm vatandaşların
imzalayacakları bir "toplumsal sözleşme" yoluyla mümkün olabileceğini savunmuş, halkın
egemenliğinin yerine kullandığı "çoğunluğun egemenliği"ni (la souverainete populaire) ve bu
egemenliğin "bölünmezliği"ni (l'indivisibilite) bu sözleşmenin temel ilkeleri biçiminde
tanımlamıştır. Birey üzerinde otorite kuran din, devlet gibi her türlü yapının eksikliklerini
görünür kılmak töneünde yoğunlaşan çabaların ilk meyvesi Rönesans Dönemi'nde ortaya
çıkan hümanizm akımı olmuş, eserlerinde dönemin hakim görüşlerinin etkisiyle skolastik
geleneğin izlerine de rastlanan Francesco Petrarca ile Desiderus Erasmus ve Thomas
More akımın düşünsel altyapısının oluşmasında ve yaygınlaşmasında önemli bir rol üstlenmiş
ve kendilerinden sonraki alternizmin de ikinsi sütununu meydana getiren bireysel özgürlük
akımlarını tetiklemişlerdir. "Bireysel özgürlük" ve devletin kısıtamasına tabi bireysel
hakların yeniden tanımlanması üzerine, daha sonrasinda politik boyutta da etkileri gorulecek
dusunsel calismalara Aydınlanma Dönemi'nde kaynak olusturan kisi ise 17.yuzyilda yasamis
Ingiliz filozof John Locke olmustur. Locke, 1684 yilinda yayinlanan ‘Yonetim Uzerine Iki
Inceleme’ (Two Treaties of Government) adli eserinde bir taraftan otorite ve geleneklerden
akil yoluyla kurtulmanin saglikli bir toplum duzeni icin oneminin altini cizerken, diger
taraftan da ozgurluk ve mulkiyet kavramlari arasindaki iliskiyi belirginlestirmeye yonelik
tespitlerini ortaya koymus, boylece bireyin ozgurlesmesi arayislarini yeni bir boyuta
tasimistir. Alternizmin üstüne oturduğu üçüncü sütun ise, doğadaki anarşik düzenin etkilerinin
minimize edilmesi ve sosyal ilişkilerin belli norm ve kurallar ile, daha fazla insanı adalet
çemberi içine dahil edecek şekilde düzenlenmesi çabasını içeren "eşitlik ve adalet"tir.
Aydınlanma sonrası modern dönemin hukuksal çalışmalarına kaynaklık eden ve firkirleri ile
modern hukuka çıkış noktası teşkil eden kişi Hollandalı düşünür Hugo Grotius (1583-1645)
olmuştur. 1625 yılında yayınlanan "Savaş ve Barış Hukuku Üzerine" adlı eserinde
Grotius, (De iure belli ac pacis “DIB”) yaşadığı dönemde, hukuku da kuşatan skolastik
öğretinin etkisiyle, doğal hukukun dini perspektiften yorumlanması ve Hristiyan olmayanları
dışarıda bırakacak şekilde tanımlanmasına karşı çıkarak , ne düşündükleri ve neye
inandıklarına bakılmaksızın tüm insanları kapsayan bir "doğal hukuk" anlayışı ortaya koymuş
ve bu görüşleriyle hukukun dinden arındırılması yönünde önemli bir adım atmıştır39. Grotius,
gelecekte, devletlerden bağımısz hukukun daha iyi işleyeceği önkabulüne sahip liberal
yaklaşımın aksine devleti, bir hukuki yapı, hukukun en temel uygulayıcısı ve koruyucusu
konumuna yerleştiren sosyal demokrasi tarafından sahiplenilecek ve geliştirilecektir.
39
Hugo Grotius, DIB II.20.44, Richard Tuck, The Rights of War and Peace, Books I–III, Indianapolis: Liberty Fund, 2005
23
Felsefeden Evrensel Normlara Evrim
Sosyal demokrasinin ilk kurgulandığı dönemlerdeki temel ilkeleri arasında yer alan
"özgürlük", 20.yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren, tüm insanların tabi olacağı evrensel
normların ve bunları yürütecek uluslararası yapıların oluşturulması çabaları ile birlikte evrim
geçirerek önce "adalet"e dönüşmüş, 1948 tarihli Evrensel İnsan Hakları Bildirisi'nin ardından
da adalet boyutunda farklı düzlemlerde gelişerek hak ve sorumluluklar, negatif ve pozitif
özgürlük gibi çok çeşitli konuları kapsar bir içeriğe kavuşmuştur. Savaş sonunda Avrupa'da
adalet/eşitlik boyutunda temel değişim, savaş dönemine kadar liberal doktrin tarafından
yönlendirilen ve "sınırsız özgürlük" hedefine kenetlenmiş "laissez-faire"ci akımların, sınırsız
özgürlüğün topluma verdiği zaraların tecrübe edilmesiyle, daha sosyal içerikli bir "sınırları
tanımlı özgürlük" idealiyle yer değiştirmesi ve evrensel adalet/eşitlik yapılandırmalarının
dümenine sosyal demokratların geçmesi olmuştur. Aydınlanma'dan sonra Avrupa'da rejim
arayışlarının merkezine yerleşerek mevcut politik yapıların otoriter eğilimlerini sorgulamaya
açan ve böylece bireyin özgürleştirilmesi yolunda otoritenin her türlüsü ile mücadele içine
giren liberalizm, monarşilerin birçoğunun yıkılması ya da yetkilerinin sınırlandırılması ile
sonuçlanan yaklaşık iki yüz yıllık mücadelesinin ardından bayrak yarışını sosyal demokrasiye
devretmiş ve bu değişimle sosyal demokrasi, evrensel insan hakları, kanunların üstünlüğü,
kurumlar aracılığıyla gücün denetlenmesi içeriği ile dönemin -özgürlük arayışları da dahilpolitik ortamına yön veren düşünsel kuram konumuna erişmiştir. 40 Sosyal demokrasinin
öncelik verdiği evrensel norm "eşit vatandaşlık hakkı" olmuştur. Tipki liberalizm gibi
vatandaslik kavramina ozel bir onem atfeden sosyal demokrasi, politik otoritenin bagli oldugu
toplumsal sozlesme icerisinde tum bireylerin “vatandaslik” kimlikleri ile, esit birer ortak hatta
sahiplerden birisine donusmelerini, ozel mulkiyet hakkindan cok daha ileri bir ozgurluk
asamasi olarak degerlendirmeye tabi tutmustur. Bu baglamda 19.yuzyilin sonlarina dek sosyal
demokrasi ozgurluk mucadelesini, vatandaslik kavraminin icerigi uzerinden, bu icerigi
doldurmaya, bireyleri vatandas olarak hak sahibi yapmaya yonelik politik hareketler ile
birlikte hareket ederek surdurmustur. Yine ayni donemde, Sanayi Devrimi ile birlikte sayilari
hizla artan ve herhangi bir duzenleme ve denetim bulunmamasi nedeniyle, calisma kosullari
gittikce kotulesen isci sinifinin durumu ve "işçi hakları", sosyal demokrasi tarafindan -bu
olumsuz gelismeleri gormezden gelerek modern toplumun bir asamasi kabul eden
liberalizmden farkli olarak- donemsel oncelik biciminde ele alinmistir. Bu konuda
liberalizmden ziyade sosyalizm ile ortak duyarliliklari paylasan dusunsel kuram, iscilerin
40
Thomas Meyer, Lewis P.Hinchman, The Theory of Social Democracy, Polity Press, Cambridge, 2007, s.9
24
saglikli kosullar altinda calismasi, gelirlerinin devlet tarafindan duzenlenmesi, cocuk
calistirma oranlarinin sonunda sifirlanacak sekilde hizla azaltilmasi, fabrikalarin yasam
alanlarina zararlarinin minimize edilmesi gibi hedefler belirleyerek politik baski kurmaya
yonelmistir. 19.yuzyilin sonlarina dek dusunsel ve politik boyutta liberalizm tarafindan cizilen
cerceve dahilinde devam eden bireyin ozgurlestirilmesi mucadelesi 20 yuzyil Avrupasi’nda
degisen sartlara bagli olarak onculunden cok daha kapsamli ve farkli dusunsel kuramlarin da
etkisine acik bicimde bir donusum gecirmistir. Bu yeni yuzyilda klasik liberalizmin fikirlerine
elestirel yaklasim gelistiren kesimlerin basinda gelen sosyal demokratlar, Locke tarafindan ,
mulk edinme hakkinin, insanlarin kendi bedenleri uzerindeki haklarinin genislemis bir
versiyonu biciminde tanimlanmasini kabul etmeyerek, yeni gelisen piyasa kosullarinin bir
sonucu olarak ortaya cikan, insanlarin baskasi icin kendi istegiyle calismasi seklinde tarif
edilebilecek “gonullu ozgurluk devri”nin, devredilemez nitelikteki dogal haklar prensibi ile
catistigina, vurgu yapmislardir. Bu tespiti desteklemeye yonelik toplumda, hayatta kalmak
icin baskalarinin mulklerine, kiralama ya da topragini isletme benzeri bicimlerde bagimli olan
mulksuz insanlarin mevcudiyeti ornegini one cikaran sosyal demokrasinin ileri gelen
entellektuelleri, bu çeşit bir iliski biciminin ortaya cikardigi mulk sahibine bagimli bir
ozgurluk turunun, mulksuzlerin ozgurluklerini kisitladigi ve secimlerini mulk sahibine
bagimli kildigini ileri surmuslerdir. Tum bu sartlar altinda gelisen ve sekillenen sosyal
demokratik düşünsel kuram da eşit derecede onemli haklarin arasindaki catışmanın
dengelenmesi görevini devlete yuklemis ve “minimal devlet” 41 hedefine yonelen Robert
Nozick, Friedrich von Hayek, John Gray gibi düşünürler, modern liberallerden ayrışır
şekilde devleti özgürlüklerin koruyucusu bir misyonla konumlandırmışlardır42. Böylece sosyal
demokrasinin temel haklar teorisi, "insan hakları ve sivil hakların eşitlikçi teorisi"ni temel
alarak, daha "orta yol"43da bir adalet teorisine dönüşmüştür.
Aydınlanma döneminden beri devam edegelen düşünsel boyuttaki tartışmaların ve
adalet/özgürlük/eşitlik konularının geçirdiği uzun evrim sürecinin sonunda varılan devrimsel
aşama 1948 yılında, "İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi"nin temellerinin atılması olmuştur.
Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi'nin kabulü ile birlikte bir çok konsept gibi vatandaşlık
kavramı da daha sosyal bir içerik kazanmış ve Thomas Marshall'ın 1949 yılında yayınlanan
"Vatandaşlık ve Sosyal Sınıf" (Citizenship and Social Class) makalesinde çerçevesini çizdiği
41
Robert Nozick, Anarchy, State and Utopia, Basic Books,New York 1974, Friedrich August Von Hayek, Law Legislation and Liberty,The
University of Chicago Press, Chicago, 1973, John Gray, Liberalism, 2nd edn., Open University Press, Buckingham, 1995
42
Meyer, ibid.. s.12
43
ibid., s.55
25
"sosyal vatandaşlık" kavramı da, vatandaşlık üzerine tartışmaları yeni bir boyuta taşımıştır.
İngiltere'de temel hakların, 18 ve 19.yüzyılda üzerinde yoğun tartışmaların sürdüğü
vatandaşlık hakkından evrildiği tespitinden harketle Marshall, böylece liberal hak anlayışı ile
BM'in çerçevesini çizdiği sosyal haklar arasında bir köprü kurmuştur. Devletin vatandaşlarına
karşı sosyal sorumluluklarına yer verilmesi konusunda bir ilk olan makalede devlete
"minimumda bir ekonomik refah ve güvenlik hakkından, sosyal mirasın paylaşımı ve
toplumda süregiden standartlara göre sivil bir insan hayatı yaşama hakkına kadar"44 geniş bir
alanda sorumluluklar yüklenmiştir. 1948 Hukuki Devrimini takiben evrim geçiren bir diğer
kavram da özgürlük olmuş, Isaiah Berlin'in 1958 yılında yayınlanan "İki Özgürlük Kavramı"
(Two Concepts of Liberty) başlıklı çalışmasında ortaya koyduğu "pozitif özgürlük" ve
"negatif özgürlük" arasındaki ayrım, özgürlük ile ilgili tartışmaları yeni bir boyut taşımıştır.
Negatif özgürlüğü "insan ya da insan gruplarının, diğerlerince müdahale edilmeden ne
yapmak ve ne olmak istiyorlarsa oldukları ve yaptıkları alan"45, yani bireylerin dış sosyalyapılarca müdahale edilemeyen özel hareket sahası şeklinde tanımlayan Berlin,bu
sınıflandırmaya giren özgürlüklerin, diğerlerinin hoşuna neyin gideceği ya da çıkarlarının
neler olduğu düşünülmeden korunması gerektiğini savunmuştur. Diğer taraftan pozitif
özgürlüğü de, toplumu yönetenlerin seçimi, bireysel yönelim gibi konulardaki özgürlükler,
yani kendinin hakimi olmak şeklinde tanımlamış ve bu şekliyle bir otoriteye devredilen
özgürlüğün, özgürlüğün genel içeriğine paradoksal olarak otoriter eğilimleri güçlendirirken,
negatif özgürliklerin korunması konusnda da sıkıntı yaratabileceğinin altını çizmiştir. Tüm bu
bakış açıları ile birlikte sosyal demokrasinin adalete yaklaşımına yön veren temel kişi, kendisi
liberal gelenek içinde yetişen John Rawls'dur. 1971 yılında yayınlanan "Bir Adalet
Teorisi"46 (A Theory of Justice) adlı kitabında özellikle dağıtım adaleti konusunu ele alan
Rawls, toplumun üyelerinin, görece kıt olan malları işbirliği içerisinde, en adil biçimde
dağıtmaya çabalamaları gerektiğini belirterek, toplumda varolan çıkar çelişkilerinin, her bir
alan için özgül kurumlara sahip "adil bir temel düzen"47 içerisinde yürütülmesi gerektiğine
vurgu yapmıştır. Rawls, bir düzenin adil şeklinde nitelendirilebilmesini "her insan, bütün
diğer insanlar için geçerli olan aynı özgürlük sistemiyle bağdaşan, eşit temel özgürlüklerin en
kapsamlı sistemi üzerinde eşit hakka sahip olmalarıdır" ve "sosyal ve iktisadi eşitsizlikler şu
özelliklere sahip olmalıdır: adil tasarruf ilkesinin sınırlamaları altında en az avantajlı
durumda olana en fazla yarar sağlamalıdırlar ve adil fırsat eşitliği gereğince herkese açık
44
Thomas H. Marshall, Citizenship and Social Class: And Other Essays, Cambridge University Press, 1950
Isaiah Berlin, "Two Concepts of Liberty" (1958), içinde Berlin, Four Essays on Liberty, Oxford, Oxford University Press, 1969, ss.1-54
46
John Rawls, A Theory of Justice, HArvard University Press, (1971 ), 1999
47
Gombert, Sosyal Demokrasinin Temelleri, s.21
45
26
olan makamlarla ve konumlarla bağlantılı olmalıdırlar"48 sözleriyle ortaya koyduğu iki temel
prensibe bağlamıştır. Rawls ayrıca, sosyal demokrasinin adalet anlayışına da örnek oluşturur
şekilde, her bireyin gelecek nesillere karşı da sorumlulukları bulunduğunu "insanlar
kendilerini, tek ve izole bireyler olarak görmemelidirler... onların gelecek nesillerle arasında
bağlar vardır"49 cümlesiyle vurgulamıştır. 20.yüzyılın ortalarında özgürlük konusunda temel
degisim, sosyal demokrasinin etkisiyle, devlet ve bireyin karsılıklı sorumluluklarının
tanimlanmasi çabasının “özgürlük” kavramından “haklar” ve “yükümlülükler” adı altında
tarafların sorumluluklarının çercevesini çizen yeni konseptlerin türetilmesi olmuştur.
Özgürlükte meydana gelen evrim ile birlikte, bireyin temel haklarının teklikede olduğu
durumlarda müdahele etme zorumluluğu, devletin temel yükümlüğüne dönüşmüş, bu
sorumluluk genişlemesi, uluslararası örgütlere de, bir devletin sınırları içerisinde özgürlük
ihlali gerçekleştiği tespit edildiğinde müdahil olma hakkı tanımıştır. İnsanlık onurunun
aşağılandığı durumlarda kanuni koruma koyma, -örneğin cinsiyet eşitliğini sağlama ya da
kültürlerarası entegrasyon hedefiyle- sosyal ve politik ölemleri hayata geçirme; her bir bireyin
sosyal özerkliğini sürdürmeye yönelik, sosyal katılımı bir sivil hak yapma ve sosyal güvenliği
anayasal zorunluluğa dönüştürme; vatandaşlara sosyal olarak kabul edilebilir minimum hayat
standardını sunma konusunda eğitim, sağlık imkanlarını eşitleme ve çalışma koşullarını insan
onuru zedelenmeyecek düzeye çıkarma ve son olarak da kaynakların adil dağılımını sağlama
doğrultusunda piyasaları regüle etme, günümüzde sosyal devletlerin yeni yükümlülüklerine
dönüşmüştür. Tüm bunların yanında Berlin'in negatif ve pozitif özgürlük ayrımı 2000'li
yıllarda, Ronald Dworkin tarafından yeniden ele alınarak, eşitlik ve özgürlüğün aslında
birbirleri ile çatışmadığına vurgu yapılmış ve ancak bütünleşik bir özgürlük ve eşitlik
perspektifinin kavramlara yüklenen anlamı doldurabileceği iddiası ile birinin özgürlüğünün
sınırını diğerinin özgürlüğü gören "ikili eşitlik ve özgürlük kavramı"nı50 (dual concept of
equality and freedom) geliştirilmiştir. Dworkin ayrıca 2000 yılında yayınlanan "Egemen
Erdem: Eşitliğin Teorisi ve Uygulaması" (Sovereign Virtue: The Teoory and Practice of
Equality) adlı kitaabında eşitlik kavramını derinlemesine ele alarak, yetenek ve zekanın
toplum kaynaklarının dağılımında belirleyici etken olmaması gerektiğini savunmuş ve bu
eşitlik türünü "kaynak eşitliği"51 (equality of resources) şeklinde nitelendirmiştir.
48
49
50
ibid., s.23
Meyer,ibid., s.49
51
Ronald Dworkin, "Do Values Conflict? A Hedgehog's Approach", Arizona Law Review, Vol 43:2
Dworkin, Sovereign Virtue: The Theory and Practice of Equality. Cambridge, Harvard University Press, 2000
27
Evrensel Normlardan "Orta Yol"a Evrim
20.yüzyılın politik çıktılarına yön veren temel değişimler sistemsel düzeyde gerçekleşmiştir.
Bunlardan ilki, 1945 yılında çiftkutuplu (bipolar) yapının ortaya çıkması, ikincisi ise 1991
yılında çözülmesi ve yerini -büyük güçlerce çiftkutup politikalarınınn da sürdürülmeye
çalışıldığı- göreceli daha çoğulcu, bölgesel entegrasyonlar da dahil bölgesel güçlerin sistem
üzerinde daha etkin bir konuma eriştiği çift-çokkutuplu (bi-multipolar) bir yapıya
bırakmasıdır. Bu değişimlerden ilki, yani ABD ve Sovyetler Birliği liderliğinde bir çift
kutuplu yapının ortaya çıkması, denge ve karşı denge politikalarının iki büyük güç dışı dünya
coğrafyasında tetiklediği kutuplaşmaya varan toplumsal ayrışmalardan rahatsız üçüncü
kesimleri
alternatif
arayışlarına
itmiş,
dekolonizasyon
sürecinden
Bağlantısızlar'ın
kurulmasına ve 68 hareketlerine kadar birçok dinamik tepkili kesimlerin bu alternatif
arayışlarından doğmuştur. Sistemde çift kutupluluğun devam ettiği yıllarda alternatif arayışı
çabalarının en sürdürülebilir kurumsal örneğini teşkil eden ise, kendisini hem iki kutup, hem
toplumsal uçlar arasında bir "orta yol" şeklinde konumlandıran "İsveç sosyal demokrasisi"
olmuş, "İsveç modeli" bu konumlandırma ile alternizmin evriminde bir aşama görevi
üstlenmiştir. Sistemde meydana gelen ikinci değişim, yani çiftkutuplu yapının çözülmesini
takiben de, küreselleşme ile neoliberal politikaların hem çevresel, hem sosyal, hem sistemsel
sonuçlarına tepkili kesimler dünyanın farklı yerlerinde "yeni alternist hareketler"de
buluşmaya başlamışlar, bu yeni dönemde, kendisini öncülü İsveç "orta yol"unun devamı
niteliğinde bir "üçüncü yol"da konumlandıran "İngiliz sosyal demokrasisi" ve bu
çalışmada ana hatları ortaya konulan "orta yol" ya da "alternizm" yeni kuramsal çerçeveye
dönüşmüştür. Sosyal demokrasinin son dönem evriminde, kuramsal içeriğin yeniden
şekillenmesi ve akımın kendini daha ortada konumlandırmasında temel devindiricilerden
birisi de Anthony Giddens tarafından geliştirilen "üçüncü yol" doktirinidir. Soğuk Savaş
döneminde bir taraftan Amerikan liberalizmine, diğer taraftan da Sovyet komunizmine
alternatif bir üçüncü yol olarak görülen sosyal demokrasi, çiftkutuplu sistemin çözülmesi
sonrasında bu konumunu daha da pekiştirmiş, böylece ABD ve İngiltere de, hem "sosyal"
hem de "demokratik" yeni bir dünya idealinin temelleri atılmıştır. İlk önce Amerikan
Demokratları'nın 1996 yılında yayınlanan "Yeni İlerici Belge"de çerçevesini çizdiği dönüşüm,
köşe taşlarını fırsat eşitliği, kişisel sorumluluk, yurttaş ve toplulukların mobilizasyonu
oluşturan ve kamu politikalarına, refahın yeniden dağıtımından öte, refahın yaratılması
28
kapsamı kazandıran ve üçüncü yolun öncül bir versiyonu niteliğindeki "Yeni İlericilik" 52 i
ortaya çıkarmıştır. Hem Yeni Demokratlar'dan esinlerek, hem de kendi evrim çizgisini
izleyerek İngiltere'de de Tony Blair liderliğindeki İşçi Partisi, "eski ilericilik" ile bağlarını
koparmış ve 1998 yılında Anthony Giddens'ın "Üçüncü Yol: Sosyal Demokrasinin Yeniden
Canlanışı" 53 kitabı ve Blair'in parti için hazırlattığı "Üçüncü Yol" 54 kitapçığında ilk kez
tanımlanan "üçüncü yol"culuğu benimsemiştir. Kısa bir süre sonra, Nisan 1999'da
Washington'da düzenlenen ve ABD Başkanı Bill Clinton ile İngiltere Başbakanı Tony Blair
dışında dönemin Almanya Başbakanı Gerard Schröder, Hollanda Başbakanı Wim Kok ve
İtalya Başbakanı Massimo D'Alema'nın da katıldıkları "Üçüncü Yol: 21.Yüzyıl'da İlerici
Yönetim" 55 konferansı ile sosyal demokrasideki evrim bu ülkeleri de içine alır şekilde
genişlemiştir 56 . Mümkün olan her yerde insan sermayesine yatırım yapma ilkesine sıkıca
sarılan üçüncü yol, böylece fırsat eşitliği yaratmayı sosyal demokrasinin yeni öncelikleri
arasında konumlandırmıştır57. Giddens tarafından temellendirilen bu dönüşümler zinciri ile
"Üçüncü Yol", tıpkı Childs'ın "İsveç: Orta Yol"u gibi sosyal demokrasiden "Orta Yol"a
geçiş için gerekli kuramsal zemini hazırlamıştır.
Sonuç
Alternizmin içsel dinamiklerinin çok boyutlu ve çok düzlemli şekilde işletilmesiyle ortaya
çıkan "orta yol"ların politik boyuttaki örneği, 19.yüzyılın ortalarından itibaren sosyal
demokrasi ola gelmiştir. İlk temellerinin atıldığı dönemde alternist hareketlere daha yakın bir
konuma sahip düşünsel kuram, geçirdiği evrim ile birlikte farklı bakış açılarından beslenen ve
çok çeşitli politik pozisyonları ortak bir paydada buluşturan bir mekanizmaya dönüşmüştür.
Sosyal
demokrasiye
bir
"orta
yol"
niteliği
kazandıran
en
temel
özelliği
"sistematiklik"tir.(systematicty) Doğadaki herhangi bir organizmaya çok benzer şekilde
yönetişim, bütünleşme ve evrim araçlarını ihtiva eden orta yol, bu araçların birlikte etkin
biçimde kullanılmasıyla bir düşünsel kuramdan çok öteye geçerek bir mekanizmaya
evrilmiştir. Orta yolun ikinci temel özelliği "sürdürülebilirlik"tir (sustainability). Geleceğin
refahının bağımlı olduğu doğal kapitalin tüketilmemesi gerektiği yönündeki kabulün gittikçe
yaygınlaşmasıyla, çevre, tıpkı insan, sivil ve sosyal haklar gibi sosyal adaletin bir boyutuna
52
Anthony Giddens, Üçüncü Yol ve Eleştirileri, Ankara, Phoenix Yayınevi, 2001, s.2
Giddens, The Third Way: The Renewal of Social Democracy, Polity Press, 1998
Tony Blair, The Third Way, Londra, Fabian Society, 1998
55
Beyaz Saray, "Üçüncü yol: 21.Yüzyılda İlerici Yönetim, 25 Nisan 1999
56
Giddens, opcit., s.4
57
ibid., s.153
53
54
29
dönüşmüş, sosyal demokrasinin sürdürülebilirlik teorileri ile bütünleşmesi sonucu çevresel
sorunlar, orta yolun başlıca duyarlılık konuları arasında yer almaya başlamıştır58. Orta yolun
üçüncü temel özelliği "evrensellik"tir (universalism). Antik Yunan hatta Eski Mısır felsefi ve
bilimsel tartışmalarından günümüze dek, evrensel geçerliliğe sahip tek bir doğru,ya da
doğruların arayışı süregelmiş, ve bu arayışlar üzerine kurgulanan bir çok tez, evrensel
geçerlilik iddiasını yansıtmıştır. Tüm sosyal kuramlardan farklı olarak orta yol, birincisi
pozitif ikincisi ise normatif iki boyutlu bir evrenselliğa sahiptir. Pozitif boyuttaki
evrenselliğinin temelinde, tez ve antitezlerden bir sentez ortaya koyma ve alternizm
dinamikleri ile farklı görüş, inanç ve algıları bütünleştirme yer alan orta yol, bu özelliği
sayesinde toplumsal dengenin kurulması ve sürdürülmesinde kilit rol üstlenmektedir.
Normatif boyuttaki evrenselliğinin temelinde ise, toplumsal ilişkileri, bölgelere, kültürlere ve
insanlar arası eşitsiz ilişkilere bağımlılıktan kurtararak her yerde, her insan için geçerli
evrensel normlar ve evrensel bir hukuk oluşturma ideali bulunan orta yol, Antik Yunan
filozoflarından beri tartışılagelen ve modern dönemde Immanuel Kant tarafından ilk kez
formulü edilen "evrensel vatandaşlık" ya da "dünya vatandaşlığı" hedefine kenetlenmiştir.
Orta
yolun
dördüncü
temel
özelliği
"çeşitlilik/çokkültürlülük"
tür
(divergence/multiculturalism). 20.yüzyıl boyunca sosyal demokrasi çatısı altında, kontrolsüz
piyasadan kaynaklanan ekonomik eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasının mücadelesini veren
orta yol, 90'lı yıllarla birlikte sistemde çift kutuplu yapının çözülmesi ve internet devriminin
bir sonucu olarak dünyanın farklı köşelerinden kültürel unsurların yoğun etkileşim içine
girmesiyle etnik, dini ve dilsel çeşitlilik ile buna bağlı kültürel zenginliklerin sosyal ve politik
düzen içerisindeki konumlarının garanti altına alınması çabasına ağırlık vermeye başlamıştır.
En az kültürel çeşitlilik kadar düşünsel çeşitliliğin, yani farklı fikirlerin ve inançların birarada
varolabilmesini, sağlıklı bir toplumsal yapının olmazsa olmazı kabul eden orta yol bu
doğrultuda da, her türlü fikrin herhangi bir kısıtlamayla karşılaşmadan kendini özgürce ifade
edebildiği ve her türlü inancın -diğer inançların özgürlük alanını daraltmadığı sürece- sınırsız
yaşanabildiği bir çok boyutlu özgürlükler alanı yaratmaya yönelmiştir. Orta yolun beşinci
temel özelliği de "şeffaflık ve hesap verebilirlik"tir (transparency and accountability). Her
türlü ekonomik, politik ve sosyal yapının, çağcıl teknolojilerin genişlettiği imkanlar ile
denetime maksimum düzeyde açıklığının sağlanmasını kaynakların en etkin, en verimli ve en
adaletli dağıtımının öncelikli önkoşulu kabul eden orta yol, devletler ve irili ufaklı diğer
transnasyonel aktörlerin işleyiş dinamiklerinin ve bunlar arası ilişkilerin gittikçe şeffaflaştığı
bir toplumsal düzeni
58
idealize etmiştir. Şeffaf ilişkilerin ve hesap verebilir yapıların
Meyer, ibid., s.43
30
yaygınlaşmasının herkes için daha iyi bir dünya idealine gerçeklik kazandırmada oynadığı
rolün bilincindeki orta yol, kendi dinamiklerini de bu doğrultuda yenileyerek, çeşitli kalıpların
dışına çıkamayan düşünsel kuramlardan farklılığını pekiştirmiş, bu temel beş özelliği ile
dönemin tüm toplumsal ihtiyaçlarına cevap verebilen en geniş kapsamlı sosyal mekanizma
olmuştur.
31

Benzer belgeler