felsefe köşesi ayna evresi bilim köşesi evrim teorisi

Transkript

felsefe köşesi ayna evresi bilim köşesi evrim teorisi
KİTAPSANATFİLMTİYATROMÜZİKTARİHFELSEFEBİLİMYAZARDİZİEĞİTİMKİŞİVİDEOEKONOMİOYUNTEKNOLOJİSPOR
Y OUREAD S
SEYAHATHABERMEKANİLİŞKİLERSAĞLIKYAZILIMSİYASETSORUCEVAPETKİNLİKYEMEİÇMEÇEŞİTLİANKETYOUREADS
KİTAP
OTOMATİK PORTAKAL
İ N TE R A K Tİ F KÜLTÜR DER GİSİ
TEMMUZ 2016
FİLM
KÖKSÜZ
ÖYKÜ
-CAMIN ARKASINDAN
-SANDALYE
-BUNU SAYMAYIZ YATIYA DA
OCBEKLERİZ
AKDENEME
-51. BÖLGE
-FRANSA'DA NELER OLUYOR?
-...BENCE AŞK
FELSEFE KÖŞESİ
AYNA EVRESİ
BİLİM KÖŞESİ
EVRİM TEORİSİ
-GAZAL RÖMORKORÜ
ŞİİR
-UMUT VE BEKLEMEK ÜZERİNE
-SEN MİSİN?
-ISSIZLIĞIN SESSİZLİĞİNDE
KENDİME SARILDIM
8
EDİTÖR
Kanal Temmuz-2016
@abi
YAZARLAR
@undine
@ruhsuzkozmonot
@multiple personality syndrome
@bilim
@bona dea
@dufduf
@beyaz gargamel
@araf
@samurai
@birgaripcinci
@oceangoingwatchkeepingofficer
Süleyman Altunbaş
ÇİZERLER
@yudum cetin
KAPAK FOTO
@tin abutut
Sevgili Kanal Dergisi okurları,
Üç aylık dergimiz Kanal'ın yepyeni sayısını sizlere sunmaktan
gurur duyuyoruz. Bu günler belki de en çok okumamız en
çok yazmamız gereken dönemler. Yılmadan, keyifle bir sayı
daha hazırladık. Bu sayıda da felsefe ve bilim köşemiz devam
etti, diğer tüm alanlarda ise yoğun bir ilgiyle karşılaştık. Elimizden geldiğince derleyip sizlere sunmanın gururunu yaşıyoruz. Emeği geçen tüm arkadaşlarımıza teşekkürler.
Herkese keyifli okumalar dileriz.
@abi
İçindekiler
4 Yazar Aynası
Otomatik Portakal - Anthony Burgess
6
Beyaz Perde
8
Felsefe Köşesi
8
Bilim Köşesi
8
Öykü
Köksüz - Deniz Akçay
Ayna Evresi
Evrim Teorisi
Camın Arkasından
Sandalye
Bunu Saymayız Yatıya da Bekleriz
10 Deneme
51. Bölge
Bence Aşk
page 10
Fransa'da Neler Oluyor
Gazal Römorkorü
11 Şiir
Şiir Seçkisi
14Görsel
Taş Boyama Sanatı
Resim, Çizim
M A R C H 2 0 1 1 Temmuz
U N I V E 2016
R S A Lyoureads
M A G A Zkanal
INE 3
S EyCaTz IaOr Na yNnAaM
sE
ı
@undine
O tom atik
Por tak a l
"Bazılarımız mücadele etmeli. Büyük özgürlük geleneklerini
savunmak gerek. Ben partizan değilim. Rezalet gördüm mü
düzeltmeye çalışırım. Parti isimlerinin hiçbir anlamı yok. Sadece
özgürlük geleneği önemli. Sıradan insanlar ondan vazgeçecektir, ah
evet. Daha sakin bir hayat uğruna özgürlüğü satacaklar. Bu yüzden
dürtüklenmeleri, dürtüklenmeleri gerekiyor.''
ANTHONY BURGESS
2016
4 Uyoureads
N I V E R Skanal
A L Mtemmuz
AGAZIN
E MARCH
2 0 11
yazar aynası
Bir kitabı bitirdiğimde bende hangi duyguyu bıraktığını tartarım ilk önce. Acıma,
korku, kaygı, öfke, nefret, mutluluk, huzur,
sevinç, pişmanlık, kötülük yapma isteği, kötülüğü engelleme isteği, yardım etme isteği, keşkeler, iyi kiler... İlgiyle ve memnuniyetle okumama rağmen Otomatik Portakal
bende kargaşadan başka bir şey bırakmadı.
Duygusal ve düşünsel bir kaos var elimde şu
anda. Alex'i sevmedim, alex'ten nefret etmedim; alex'e yaptıklarından dolayı kızmadım,
"aman ne de güzel yapmış!" Da demedim.
Platon, phaidros'ta bir mitten bahseder.
Bu mite göre omuzlarımızın üstünde iki at
vardır: iyi huylu at ve yağız (kötü huylu) at.
Yağız at, her zaman dizginlenmesi gereken-
T sI O
@Sr E
oC
be
p iNe rNr A
eME
dir. Eğitim, toplumsallaşma, erdemler yağız
atı dizginlemek ve iyi huylu atı beslemek
için vardır ancak kötü atın öldürülmemesi
gerekir çünkü onun ölmesi insanın ölmesi
demektir. Alex, iyi atın da kötü atın da varlığının farkında olmasına rağmen kötüyü
beslemeyi tercih eder. Romanda bunun nedeni üzerine düşünmemizi sağlayacak açık
bilgileri bulmak biraz zor. Nasıl bir toplumsal yapının alex'i kötüyü tercih etmeye ittiğini sorgulamak okura düşüyor.
Romanda çizilen hükümetin ve sözde muhaliflerin tutumları, sürekli çalışmak zorunda olan aile üyeleri, sorunun modernist
yaşamın kendinden kaynaklandığını düşündürüyor.
M A R C H 2 0 1 1temmuz
U N I V E2016
R S Ayoureads
L M A G Akanal
ZINE 5
S EyCaTz IaOr Na yNnAaM
sE
ı
@undine
Modernist edebiyatın modernizm eleştirisi üzerine kurulu olduğu bilgisi, romandaki
küçük ayrıntılardan çıkan bu sonucu destekliyor.
Suç ve ceza, modernist metinlerin vazgeçilmez temalarından... Romanın birinci
bölümü suç, ikinci bölümü ceza, üçüncü
bölümü cezanın işlenen suçların cezası olmadığında karşılaşılacakların sorgulanması şeklinde kurgulanmış gibi. Bu bağlamda
yine platon'a dönüyorum. Platon, protagoras diyaloğunda erdemin öğretilebilip öğretilemeyeceğini, iyi bir insan olmakla iyi bir
insan haline gelmek arasındaki farkı irdeler.
Alex iyi bir insan olmasa da iyi bir insan haline gelme olasılığını içinde barındırır. Tüm
insanlar gibi... Bu da idam cezasına neden
karşı çıkılması gerektiğinin bir örneği.
Kant'ın etik görüşü de alex'e bakışımızda
yol gösterici olabilir. Kant, sadece pratikte,
sadece çıkarlarımız için iyi olmanın etik olmadığını, önemli olanın iyi niyet olduğunu
söyler. Onun iki bakkal örneği ünlüdür. Biri
müşteri kaybetmemek için doğru tartan,
diğeri doğru tartması gerektiği için doğru
tartan iki bakkal... Alex'in hastalığı süresince kötüyü tercih edememesi, kant'ın birinci bakkalını örnekler. Felsefeyle ilgilenenler,
romana bu bağlamda da bakabilir belki.
Pek çok tartışma için oldukça uygun bir metin olan otomatik portakal'da dikkatimi çeken bir başka kişi f. Alexander. Çok eleştirdiğim ama olmaktan kaçınamadığım bir insan
tipi f. Alexander. Kuram-eylem bağlamını iyi
kuramayan biri. Özgürlük kavramı için çalışıyor ama kişilerin özgürlüğü için değil. Bir
kavram, o kavramın içini dolduracak kişiler2016
6 Uyoureads
N I V E R Skanal
A L Mtemmuz
AGAZIN
E MARCH
2 0 11
den daha önemli duruma geliyor onun için.
Barış diye bağıran ama barışa giden yolun
savaştan geçtiğine inananlar gibi...
Schopenhauer, hakikat'in en dolaysız biçimde açığa çıktığı alanın müzik olduğunu
söyler. Alex için klasik müzik, kendi hakikatinin en dolaysız biçimde açığa çıktığı alandır.
Dinlediği müzikle hakikati görür ama onun
gördüğü hakikat salt kötülüktür. Belki de o
yüce hakikat, kötülüktür, kim bilir? Alex'e
schopenhauer'in insan görüşü bağlamında
da bakılabilir.
Schopenhauer'a göre, kişinin üç farklı karakteri var.
"Yapı karakteri" kişinin yapıp ettiklerinin bütününü oluşturuyor ve karakter değişmez
ve nedensiz. "Ortaya çıkan karakter" kişinin
yapıp ettikleri. Bizler kendimizi teorik doğrularımıza değil, eylemlerimize bakarak öğreniyoruz.
"Kazanılmış karakter" kişinin eylemleriyle
ortaya çıkan karakteri hakkındaki tam bilgisi. İyi ve kötü özelliklerini tam bilen insan
kazanılmış karaktere sahip. Şimdi asıl nokta
burası. Kişi, eylemlerine bakarak kendisiyle yüz yüze gelebilir. Bu yüzleşme öyle sert
olabilir ki eylemleri ve söylemleri arasında
(pratikte ve teoride) önemli farklar olduğunu gören insan, kendi yapısına ve istemesine hayır deyip ulu insan olabilir. İnsanın özgürlüğünün koşulu da bu "hayır"da saklıdır.
Yani, insanların sadece teoride iyi olmaları,
pratikte de iyi olmalarının ön koşulu olabilir.
Eylemlerimize baka baka iyiyi tercih etmeye
başlama olanağı, teoride iyi olmaktan geçiyor olamaz mı? Olabilir.
@undine
C zT IpOeN
bS
eE
ya
r dN
eA M E
@r uhsuzko zmonot
K ö ks üz
Deniz Akçay
"Tüm aileyi çekip çeviren bir abla; ele avuca sığmayan, isyankar,
saldırgan bir ortanca çocuk ve her şeyi içinde yaşamayı tercih eden,
sevgiyi bile sessizce talep eden küçük kız kardeş... "
2016
7 Uyoureads
N I V E R Skanal
A L Mtemmuz
AGAZIN
E MARCH
2 0 11
beyaz perde
Deniz Akçay'ın yazıp yönettiği, Ahu
Türkpençe'nin başrolünde oynadığı 2013
yapımı aile draması. Film, 32. Uluslararası istanbul film festivali'nde seyfi teoman en iyi
ilk film ve radikal halk ödülleri ulusal yarışma
dallarında ödül kazanmıştır. Ayrıca 47. Siyad
türk sineması ödüllerinde Lale Başar filmdeki rolüyle en iyi yardımcı kadın oyuncu
ve Deniz Akçay en iyi senaryo ödülünü, 20.
Adana Altın Koza Film Festivali'nde de Ahu
Türkpençe en iyi kadın oyuncu ödülü'nü,
Deniz Akçay da Yılmaz Güney Özel Ödülü'nü
kazanmıştır.
SECTION
@ sN
dA
eME
şekilde ölen babasının yerini almak zorunda kalmış, tüm aileyi çekip çeviren bir abla;
ele avuca sığmayan, isyankar, saldırgan bir
ortanca çocuk ve her şeyi içinde yaşamayı
tercih eden, sevgiyi bile sessizce talep eden
küçük kız kardeş...
Açıkcası ben filmi çok beğendim, her bir sahneden filme kadın eli değdiği belli oluyor.
Ne güzeldir ki her bir karakterin içi doldurulmuş, hiç biri tip olarak kalmamış. Oyunculuklar ayrıca şahane, çok gerçek, çok samimi. Esasen, film konusu ve işleyişi itibariyle
oldukça dram yüklü fakat deniz akçay öyle
Köksüz Deniz Akçay'ın televizyon için yap- bir iş çıkarmış ki hiç bir duygumuzu sömürtığı işlerin ardından gelen ilk uzun metrajlı memiş, en kısa yoldan insanları ağlatmayı
filmidir. Filmde babalarının ani ölümünün seçmemiş.
ardından, bir ‘aile’ olarak hayata devam etmeye çalışan, çokça bocalayan bir anne ve Filmdeki annneanneye de ayrıca bayıldım,
üç çocuğun hikâyesi anlatılmaktadır. Obses- torunuyla mutfakta bir sahneleri vardı ki,
yonları olan, eşinin kaybını bir türlü kabul- aman allahım..
lenemeyen, güçsüz, sevgisiz bir anne; bir
@ruhsuzkozmonot
M A R C H 2 0 1 1temmuz
U N I V E2016
R S Ayoureads
L M A G Akanal
ZINE 8
felsefe
@multiple personality syndrome
Ayna Evresi
‘’ Farkındasızlık yanılsamasından, farkındalık yanılsamasına geçiş. ‘’
'Kendisini' aynada henüz görmemiş bebek,
'mekan'da parça parça olanları tümleştirerek
algılar ve buna göre yaşar şey'leri. Yani ona
göre henüz benliği ve bedeni algılarının yettiği kadarıyladır.
Eli, bir şeye uzatabildiği hareket eden bir
uzuv,
Ayakları, ellerindekine benzer ama daha küçük parmaklardan oluşan bir uzuv,
Karnı, üzerinde simetrisini bozan asimetrik
bir delik olan, guruldayan, ağrıyan bir oluşum,
Penisi veya vajinası onu dışarı çıktığında rahatlatan sıvıların kaynağı veya onlara dokunduğunda bazı libidinal hareketlenmeler yaşatan uzuvlar v.s.
bir eksikliktir.
Kendisinin içerisinde olduğu bir 'dış dünya'
farkındalığı vardır artık.
Bunun bahsedilen dış bilinçsel `imago`dan
farkı nedir peki?
Bu farkı `lacan` biyolojik bir deneyle karşılaştırarak tavzih etmeye çalışır.
Güvercinlerle yapılan deneylerde, güvercinlerin `gonat ` denen hormonları kendi türünden bir başka güvercini görür görmez hareketlilik kazanıyor.
Bütün bunlar bir bebeğin 'gerçekliğidir'. Ama
aynaya baktığı anda daha önce sadece etrafındaki insanlarda gördüğü arketipsel dış
bilincindeki `imago`lardan mütevellit yadsımadığı 'bütünlüğü', kendisinde görür. Bu bütünlük farkındalığı onda, eksiklik farkındasızlığının tamlığıyla çelişir ve kendine dışarıdan
bakmak yabancılaşmasını ayyuka çıkarır. Bebek aynada bu bütünlük imgesini görerek
eksikleşir. Eksikliğinin farkında olmadığı bir
eksiklik değildir artık bu, gerçek anlamıyla
M A R C H 2 0 1temmuz
1 U N I V2016
E R Syoureads
A L M A G kanal
AZINE 9
@multiple personality syndrome
felsefe
Yani bu aynaya bakan güvercinde bile bu
hormon hareketlenmektedir. Güvercinlerde
bu olay, dış bilinçteki yerleşik imgelerden,
imagolardan dolayı genetiğe işlemiştir.
İnsanda da aynı imagolar vardır ve farklı
tepkimelere yol açabilir. Lâkin kendinin yansıma imgesini görmek ancak ayna veya kendisini aks eden başka bir durum evresinde
gerçekleşebiliyor. Ve bunun etkileri, farkındasızlık otonomluğundan çıktığı için insanda yıkıcı bir süreci tetikliyor.
Bu 'var olmaklık' durumu lacan'ın deyişiyle;
' Kendi mekansal kimliğine takılmış olan
özne için bedenine ilişkin kapıldığı yalancı
görüntüleri üreten bir trajedi. ' Ye eklemliyor
insanı. Ve bunun neticesinde freud'un insanda doğuştan geldiğini söylediği libidinal
içtepi ve destrudo(yıkım dürtüsü) artıyor.
Ama bunlar artık otonom olmadığından dolayı farkındalıklı insanın, bir çok çelişki içre
düşüp otonomluğun huzurunu bu yanılsama içerisinde çaresizce araması esbab-ı
mucibesiyle trajedik yıkım tarafı daha da
güçlenmiş oluyor. Lacan bu aranımın neticesinde insanın kendisini mekanla bütünleşikleştirmeye çalıştığını söylüyor. Ve buna
örnek olarak `hieronymos bosch` ressamının çizdiklerini gösteriyor. Bakalım bu ressamın çizdiklerine; görüldüğü üzere beden
parçaları bir tümleşim istemiyle oraya buraya eklemlenmiştir.
Bilişsel, farkındalıklı oluşun insanı sadece yıkıma sürüklediği gerçeği felsefi, psikolojik
v.S. Her alanda kendisini gösterir. Ve buna
bir çözüm olup olmadığını her kayda değer
düşünürün sorduğu gibi kendisine sorduğunda şu cevabı ayyuka çıkar lacan'ın;' kavramsal çabalarımız, bu sezgileri bir dil tekniğinden elde etmemizi sağlayan deneyimin
koşullarından onları bağımsızlaştırmaya çalışsak bile, yalnızca bu tür öznel veriler üzerine inşa edildikleri sürece, saltık bir özneyi
Aynı şekilde rüyalarda parçalanmış beden- düşünce ile varılamayacak bir düzeyde yanler görmeyi de buna bağlar lacan.
sıtmaya çalışmaktan öteye gidemeyecektir '
M A R C H 2 0 1 1temmuz
U N I V E2016
R S A youreads
L M A G A Zkanal
INE 10
felsefe
@multiple personality syndrome
Bir diğer cevap da `nietzsche`'nin `also
sprach zarathustra`sından gelsin;
‘Hakikatin talibi? Sen ha?’ Diye alay ederlerdi seninle
‘Hayır! Şairin biri sadece!
Bir hayvan ki, kurnaz, yırtıcı, sinsice yaklaşan,
Yalan söylemek zorunda,
Bile bile, isteye isteye yalan söylemek zorunda:
Av peşinde,
Yüzünde rengârenk bir maske,
Kendisi kendisinin maskesi,
Kendisi kendisinin avı
Bu mu, hakikatin talibi?
Hayır! Sadece soytarı! Sadece şair!
Sadece rengârenk konuşan,
Soytarı maskelerinin ardından rengârenk
çığlıklar atan,
Yalancı söz-köprüleri üzerinde yükselen,
Rengârenk gökkuşakları üzerinde,
Sahte göklerle sahte yerler arasında gezinip
salınan
Sadece soytarı! Sadece şair!
Bu mu hakikatin talibi?
Ezcümle çözüm 'bu insan'da değildir. Ama
bu demek değildir ki 'insan'da hiç olmayacak.
M A R C H 2 0 1 1temmuz
U N I V E2016
R S A youreads
L M A G A Zkanal
INE 11
bilim
@bilim
Evr im Teor isi
Biyolojide hiçbir şey, evrimden başka bir şey
ışığında anlam ifade etmez ve aynı şekilde
evrim olmadan, modern biyoloji diye bir şey
var olamaz.
Darwin ve darwin zamanında yaşamış diğer
biyologlar, gerek canlıların karşılaştırılmalı
incelenmesinde, gerek coğrafi dağılımlarında evrime dair inandırıcı kanıtlar bulmuşlardır. Darwin’in zamanından beri kanıtlar
daha güçlü ve daha kapsamlı hal almış, son
dönemde ortaya çıkan bilim dalları (genetik
bilimi, biyokimya, moleküler biyoloji, ekoloji,
etoloji…) çok güçlü ek kanıtlar sağlamış ve
kuramı ayrıntılarına kadar doğrulamıştır.
den daha yüksek biçimlere evrilir ve bu süreç bugün de devam etmektedir. Bu süreçte
her zaman zirve noktası insandır” demiştir.
Bugün biliyoruz ki, doğada üstün biçim yoktur ve hiçbir organizma, bir diğerine üstün
değildir. Lamarck’ın bugün için yanlış olduğu kanıtlanan bir başka kuramı da kullanma
veya kullanmama ile kazanılan veya kaybedilen özelliklerin (modifiksyon) kalıtımla miras
alınabilmesiydi. Edinilmiş özelliklerin kalıtım
yoluyla aktarılması yirminci yüzyılda reddedildi.
Bilim adamları artık evrim olgusunu destekleyecek kanıtlar elde etme çabasında değildir.
Evrimsel biyolojiyi araştıran bilim adamları,
bu tartışmayı yüzyıl önce geride bırakmış ve
artık evrim sürecinin nasıl meydana geldiğini daha fazla ve ayrıntılı olarak anlama çabası
içindedir.
Yaygın kanının aksine, evrim kuramının buluşu ilk kez charles darwin ile başlamamıştır.
Örneğin büyük fransız doğabilimci jean-baptiste lamarck darwin’in doğduğu yıl basılan
zoolojinin felsefesi (philosophie zoologique)
kitabında, ilk geniş kapsamlı evrim kuramını
ortaya attı. Kendi kuramına göre lamarck “organizmalar çağlar içinde daha alçak birimlerM A R C H 2 0 1 1temmuz
U N I V E2016
R S A youreads
L M A G A Zkanal
INE 12
bilim
Aynı şekilde darwin’den bağımsız olarak alfred russel wallace, türlerin evrimini açıklayan
süreç olarak doğal seçilimi keşfetmiştir. Fakat
wallace evrimin ilerlemeci olduğunu düşünüyordu. Darwin ise wallace’ın bu makalesinden bir yıl sonra türlerin kökeni kitabını
yayımlayacak ve burada evrimin mutlaka
ilerleyici yönü zorunluluğunun olmadığını
savunacaktı.
Şu artık rahatlıkla denilebilir ki evrim olgusu
tam bir kesinlikle yerli yerine oturtulmuştur.
Evrimin kabul edilip edilmemesi, semavi dinlerin evrimle çelişmesi, bu kesinliğe şüphe
düşürmez. Organizmaların evrimsel kökenleri, dünya’nın yuvarlaklığı veyahut kütle çekim teorisi gibi keskin bir kesinlikle tesis edilmiş bilimsel bir sonuçtur. Biyologlar evrimin
bir olgu olduğundan bahsederken, kuşkuların ötesine geçen net bir kabul ile araştırmalarını yaparlar.
Az önce de bahsettiğim gibi artık evrimin
varlığı/yokluğu yüzyıl önce tartışma konusu
olmaktan çıkmış, evrimsel sürecin anlaşılması üzerinde yoğunlaşılmıştır. Bazı mekanizmalar net bir şekilde açıklığa kavuşturulmuş
olsa da (örneğin insanın primatlardan bugüne olan evrimi defalarca ve defalarca kez
en ince ayrıntısına kadar net bir şekilde ortaya konulmuştur) başka bazı meseleler o
kadar kesin değildir, ve bazıları da şu an için
tahminden öteye gitmemektedir (örneğin
dünya’da hayatın ne zaman başladığı, ilk
canlıların özellikleri gibi)
@bilim
bilmememiz, galaksilerin varlığından şüphelenmemize ya da özellikleri hakkında öğrendiğimiz her şeyi çöpe atmamıza yol açacak
bir gerekçe değildir.
Şunu tekrar etmekte fayda var. Evrimsiz bir
biyoloji düşünülemez. Evrim olmadan tıp
düşünülemez. (Her iki senede bir grip virüsünün salgınlar yapmasından, bakterilerin
gittikçe sorun oluşturan antibiyotik direnci
geliştirmesine, hızlı üreyen sineklerde yalnızca 30 nesil içinde maya üreten suşların
oluşturulmasına kadar, evrim bilimin her yerindedir)
Kopernik’in madde ve evreni anlamak üzere
araladığı kapıyı, galileo, kepler, newton ve
birçok bilim adamı sonuna kadar açmıştır. Bu
sayede 1500’lü yıllardan başlayan serüven
sayesinde dünya’nın evrenin merkezinde olmadığı, güneş etrafında dönen basit bir gezegen olduğu, evrenin genişliği ve genişlediği, evrende tüm maddelerin hareket halinde
olduğu ve hatta bu hareketlerin doğaüstü
kanunlarla değil; formülize edilebilir, ispatlanabilir doğa kanunlarıyla açıklanabileceği
gösterildi.
Sonuç olarak, nedenler yeterince bilinirse,
bütün fiziksel olgular açıklanabilirdi.
1543’Te kopernik sayesinde başlayan ve diğer bilim adamları ile süregelen ilerlemeler,
insanlığın evreni kavrayışını bölünmüş bir kişilik haline çevirdi. Bu durum 19. Yüzyıl ortasına kadar devam etti. Şöyle ki; bilimsel açıklaYine de bununla birlikte, bu meselelerdeki malar cansız madde alemine hükmeder hale
belirsizlik evrim olgusuna şüphe düşürmez. gelmişken; canlıların kökenini ve yapısını ise
Galaksilerin kökeniyle ilgili bütün ayrıntıları doğaüstü bir yaratıcı açıklıyordu.
M A R C H 2 0 1 1temmuz
U N I V E2016
R S A youreads
L M A G A Zkanal
INE 13
bilim
@bilim
Bu kavramsal şizofreniyi çözen darwin oldu.
Charles darwin, doğanın ve canlıların da (bir
insan ömrünün yetmeyeceği yavaşlıkta olsa
da) hareket halinde olduğunu, bu hareketin
doğaüstü bir nedene başvurmadan açıklanabileceğini göstererek kopernik’in başlattığı devrimi tamamladı.
dirilmektedir.
Darwin’in değerlendirdiği evrim kanıtları paleontoloji (fosil araştırmaları),
biyocoğrafya(canlıların coğrafi dağılımı),
karşılaştırmalı anatomi ve embriyolojiye dayanmaktaydı.Moleküler biyolojinin gelişmesiyle birlikte evrimsel biyoloji en ikna edici
kanıtlarını bulmuş olmasına rağmen darwin
Bu sayede bütün çeşitliliğiyle organizmaların zamanında moleküler biyoloji emekleme
kökeni ve uyarlanması, bilimin alanına dahil aşamasında bile değildi.
edilmiş oldu.
1950’Lerden sonra (yani darwin’den yaklaşık
Yazdığım şey evrim teorisi değil evrimin ken- yüz yıl sonrası), dna’nın keşfi ve gen haritasıdisidir. Evrim başka bir şeydir, evrime açık- nın çıkarılması ile birlikte moleküler biyoloji
lama getiren evrim teorileri bambaşka bir alanında yapılan çalışmalar canlıların evrimşeydir. Kanunlar, teoriler bir bilimsel gerçeği sel tarihinin yeniden inşa edilmesini, evrim
açıklayan teoremlerdir. Ben burada bu ger- ağacının eksiksiz şekilde kurulmasını mümçeği yazmaya çalıştım. Kütle çekimi gerçeği kün kılmıştır.
başka bir şey, kütle çekimini bilimsel olarak
açıklayan kütle çekim teorisi başka bir şeydir. Evrim araştırmalarındaki muazzam ilerlemeler sayesinde, canlı organizmaların evrimsel
Ayrıca kanun tabiri bilim alanında sık kul- tarihindeki bilgi boşluklarının artık bulunlanılan bir tanımlama değildir (örneğin madığını ileri sürmek şu anda mümkündür.
newton'un kütle çekim teorisi, einstein'ın Sırayla evrimin kanıtlarına genel geçer şekilözel görelilik teorisi gibi)
de göz atalım;
Aptal müfredatımızın bize attığı kazıklardan
biri olan, "hipotezler teori olur, yeterince zaman geçer ve deneylerle desteklenirse kanunlaşır" diye bir şey yoktur. Emin olun evrim
her gün ama her gün binlerce kez dünyanın
farklı laboratuvar koşullarında deneylendirilmiş, fosil kayıtları ile, genetik bilimi ile ispatlanmıştır. Kısaca anlatmak istediğim; evrimin
kanun olması önündeki engel (!) Primattan
insan oluşmasının çok zaman alması, deneylendirilememesi falan değil... Nitekim laboratuvar ortamında kısa sürede üreyen canlılar
üzerinde yapay evrim tüm hızıyla deneylen-
Biçimsel benzerlik
Nsanlar, atlar, fareler, balinalar, yarasalar, kuşlar ve kaplumbağalar bulundukları doğal ortamın çeşitliliğine rağmen, çarpıcı derecede
birbirine benzer iskeletlere sahiptir. Tümüyle
pratik bir bakış açısıyla yaklaşıldığında, aynı
kemiklerden oluşmuş ön uzuv yapılarıyla bir
deniz kaplumbağası veya balinanın yüzmesi,
bir atın koşması, bir insanın yazı yazması, bir
yarasanın uçması heyecan vericidir. Bir mühendis, tüm bu amaçlar için ayrı ayrı ve her
bir canlı için daha kullanışlı uzuvlar yaratabiM A R C H 2 0 1 1temmuz
U N I V E2016
R S A youreads
L M A G A Zkanal
INE 14
bilim
@bilim
Lirdi. Fakat bu kadar benzer iskelet yapılarının (ki az sonra bahsedileceği üzere bunlara
homolog organ denilir) farklı hayat tarzlarına
uyum göstermesinin cevabını yalnızca evrim
açıklayabilir.
canlıların aynı ortamda yaşamalarından ileri
gelen bir “yakınlaşmadan” kaynaklanırlar. Örneğin yunuslar geçen 50 milyon yıl boyunca
karadaki memelilerden evrilmiş su memelileridir (evet yunus bir balık değil memelidir).
Fareler insanlardan ne kadar uzaksa, ikisi de
Bilim insanları bu tür yapılara homolog ya da suda yaşayan canlılar olmasına rağmen yukalıtımla miras alınmış benzerlikler der. Yani nuslar da balıklardan o kadar uzak akrabadır
homolog bir yapı, bütün türlerin benzer ya- diyebiliriz.
pıyı gösteren ortak bir atasından evrilmiş ve
sonra doğal seçilimle değişerek, farklı hayat Yine de yunuslar, balıkların bedenlerine bentarzlarına uyum sağlamıştır. Homolog or- zeyen aerodinamik bedenler geliştirmişlerganların benzerliklerinin oranı ne kadar faz- dir. Yunuslarla balıklar arasındaki dışarıdan
laysa evrimsel akrabalık da o kadar yakındır bakınca birbirine benzeyen analog yapılar,
denilebilir. Örneğin, memeli türlerinin ken- homolog organların aksine ayrıntılarda birdi arasındaki benzerlik, memelilerle kuşlar birinden çok farklıdır. Örneğin insanlar, köarasındaki benzerlikten fazladır; memelile- pekler, balinalar ve yunusların ön uzuvlarının
rin kuşlarla olan benzerliği ise balıklarla olan iskeletleri, benzer şekilde düzenlenmiş bilebenzerliğinden daha fazladır.
şenlerden oluşur;humerus, ulna ve radius.
Bilek kemikleri (karpal kemikler), el tarakları
Dolayısıyla, yapıdaki benzerlikler evrimi or- (metakarpal kemikler) ve parmak kemikleritaya koymakla kalmaz, organizmaların evrim nin sayısı (falankslar), düzenlenmesi aynıdır.
ağacının yeniden inşa edilmesini mümkün
kılar.
Bir yunusun ve bir ton balığının yapılarının,
yüzmek ve okyanuslarda yaşamak için “taHayvanların anatomisi, onların hayat tarzına sarlandığı” açıktır. Ama tasarımın ayrıntıları
uymak için tasarlanmış olduğunu gösterir. çok farklıdır. Örneğin yunusların aksine, ton
Ama bir mühendisin tasarlayacağı gibi “zeki” balıklarında nefes almak için solungaçlar bubir tasarım değil, doğal seçilimle ortaya çık- lunur. Bu farklılık söz konusu yapıların analog
mış, “kusurlu” bir tasarımdır. Organizmanın olduğunu gösterir. Benzer şekilde bir kuşun
tasarımının bir yaratıcı tarafından tasarlandı- ve bir yarasanın kanatları uçmak için tasarğını gösteren argümanların aksine, insan ve lanmış olsa da, anatomik ayrıntıları bakımındiğer canlıların vücudundaki kusurlar, evri- dan büyük farklılıklar gösterirler.
min kanıtıdır.
Embriyolojik benzerlik
Ayrı soylarda bazen, bağımsız olarak benzer Darwin’in ardından gelen evrimciler, embriözelliklerin evrildiğini görürüz. Bunlar analog yoların gelişimindeki benzerlikler üzerinde
yapılar olarak bilinir. Bu yapılar homolog ya- yaptıkları çalışmalarla birçok evrim kanıtları
pılara benzeseler de, ortak bir atadan değil, buldular.
M A R C H 2 0 1 1temmuz
U N I V E2016
R S A youreads
L M A G A Zkanal
INE 15
bilim
balıklardan kertenkele ve insanlara kadar
tüm omurgalılar, embriyo döneminin ilk
aşamalarında çarpıcı şekilde benzerlik gösteren biçimlerde gelişmişler, ancak embriyo
olgunluk dönemine yaklaşırken, kendi türlerine doğru farklılaşmışlardır. bu benzerlikler,
yakın ilişkili olmayan organizmalar göre (insan ve kertenkele), birbiriyle daha yakından
ilişkili organizmalar arasında (insan ve maymunlar gibi) daha uzun süre varlığını korur.
insanların ve suda yaşamayan başka omurgalıların embriyolarında, solungaçlarla nefes almamalarına rağmen, solungaç yarıkları görülür. bu yarıklar bütün omurgalıların
embriyolarında bulunur, çünkü ortak ataları,
bu yapıların ilk kez gelişmiş olduğu balıktır.
ayrıca, insan embriyolarında, gelişimlerinin
dördüncü haftasında gayet beliren bir kuyruk görülür, altıncı haftada bu kuyruk en
uzun boyutuna ulaşır. köpekler, atlar ve maymunlar gibi başka memelilerin embriyolarında da benzer kuyruklara rastlanır. ne var ki,
insanlarda bu kuyruk nihayetinde kısalır ve
yetişkinlerde bir kalıntı olarak kuyruksokumu kemiği halini alır. embriyolojik kalıntılar,
zeki tasarım iddialarına ters düşer; doğumdan sonra kaybolacaksa, neden bir yapının
gelişimin erken aşamalarında tasarlanması
gereksin ki?
@bilim
bu kalıntılardan biri apendiks’tir (apandisit)
apendiks, otoburlar gibi memelilerde bulunan, geniş bir körbağırsakla birlikte bakteri
yardımıyla sindirilmesi için selülozun depolandığı bir organ olmasına rağmen, insanlarda düşük miktarda işlevi olan (insanda
apendiks düşük miktarda lenfoid doku bulundurur) bir kalıntıdır.
kalıntılar, tasarımla yaratıma karşı kanıt oluşturan, ama doğal seçilimle evrimin sonucu
olarak tam anlaşılabilir kusurluluk örnekleridir.
biyocoğrafya
bitkiler ve hayvanların dünya çapında farklılık gösteren coğrafi dağılımı ve takımadaların farklı floraları evrimin kanıtıdır. yaklaşık 250.000 bitki türü, 100.000 mantar türü
ve bir milyonu aşan hayvan türü, kendisine
özgü ekolojik ortamda (ki buna “niş” denir)
bulunur. insanlar, köpekler gibi bazı türler
dünya üzerinde çok geniş coğrafi dağılıma
sahipken bazı türler yalnızca sınırlı bir çevrede çeşitlenmiştir.
evrim, biyolojik çeşitliliğin, yerel veya göçmen türlerden evrimleşen yeni türlerin doğal
çevrelere uyum sağlamasının nasıl olduğuna
açıklama getirir.
evrim sayesinde embriyolojik dönemde görülen kalıntıları anlamlandırabiliyoruz.
örneğin;
yaklaşık üç milyon yıl önce panama kanalının
insandaki solungaç yarıkları gibi, hiçbir za- ortaya çıktığı tarihe kadar, kuzey ve güney
man tam olarak gelişmemiş embriyolojik ka- amerika’daki memeliler birbirinden yalıtılmış
lıntılar, her tür hayvanda ortaktır. ne var ki ba- halde yaşıyorlardı. bu kanal oluştuktan sonzıları, yetişkinlerde evrimsel ataları yansıtan ra kuzeyden güneye veya güneyden kuzeye
kalıntılar olarak varlığını sürdürür. insanlarda doğru bitki ve hayvan türleri göç etmiştir.
M A R C H 2 0 1 1temmuz
U N I V E2016
R S A youreads
L M A G A Zkanal
INE 16
bilim
Dünyadaki kıtaların her birinde o kıtaya özgü
hayvan ve bitki toplulukları bulunur. Afrika’da
gergedanlar, hipopotamlar, aslanlar, sırtlanlar, zürafalar, zebralar, lemurlar, şempanzeler
ve goriller bulunur. Afrika’yla hemen hemen
aynı enlemde yer alan güney amerika’da ise
bu hayvanların hiçbiri bulunmaz, bunlar yerine pumalar, jaguarlar, lamalar, rakunlar, keseli sıçanlara rastlanır. Avustralya’da keseli memeliler büyük çeşitlilik gösterir. Plasenta’dan
yoksun olan bu hayvanlarda erken dönemdeki gelişimin büyük bölümü, rahim yerine
annenin dış kesesinde gerçekleşir. Bu coğrafi
izolasyon ve coğrafyaya dayalı çeşitlilik yaratılış argümanlarıyla değil, evrim teorisi ile
açıklanabilir.
Bu çeşitlilik sadece farklı çevrelere uyum sağlayabilmekten kaynaklanmaz. Elbette güney amerika’daki hayvanlar afrika’daki doğa
şartlarında yaşayabilir. Buna güzel bir örnek
olarak avustralya’daki tavşan belası verilebilir; tavşanlar spor olsun diye avlanabilmeleri
amacıyla avustralya’ya götürülmüş, onların
beklediğinden daha fazla üremiş ve tarımın
başına bela olmuştur;
Thomas austin winchelsea, 1859’da victoria
yakınlarında bulunan arazisinde avlamak
üzere ingiltere’den avustralya’ya iki düzine
tavşan getirtmiş. Bu tavşanlar araziden kaçmanın bir yolunu bulmuşlar ve büyük bir hız
ile üremeye ve yayılmaya başlamışlar. Birkaç
sene içinde 2 düzine tavşancığın nüfusu on
binlerle ifade edilmeye başlanmış. İlerleme
hızları senede orman içinde 10-15 kilometre, düz sahada ise 130 kilometreye dağılmış.
Verdikleri zarar ile baş edemeyen halk bu
konuda yönetimden çare talep eder olmuş.
@bilim
Yıl 1900’a geldiğinde sürekli avlanıp yakalanmaya çalışılmalarına rağmen tüm kıtayı
sarmaya başlamış. Tavşanlar tarihe bir memelinin bir bölgeye en çabuk yayılışı olarak
geçmiştir. Daha fazlası için tıklayınız
Dünyanın farklı kısımlarında hayatın gösterdiği dikkat çekici çeşitlilik, doğal seçilimle
ilerleyen evrimin kanıtıdır.
Doğal seçilim nedir?
Genel hatlarıyla, darwin’in çığır açıcı doğal
seçilim kuramı, dünya üzerinde hayatın ortaya çıkmasından bu yana milyonlarca yıldır
gerçekleşmekte olan birikimsel süreci açıklar. Hayatta kalmaya ve üremeye avantaj sağlayacak olan ufak değişiklikler zaman içinde
birikir veya avantaj sağlamayan özelliklerin
yerini alır.
M A R C H 2 0 1 1temmuz
U N I V E2016
R S A youreads
L M A G A Zkanal
INE 17
bilim
Farklı değişiklikler farklı zamanlarda ya da
farklı yerlerde az çok avantajlı olabilir. Örneğin sanayi devrimi olmadan önce sanayi
şehirlerinin yanında yaşayan kelebeklerin
kanat renkleri, eş seçiminde çok etkiliyken,
sanayi devrimi sonrası fabrikalardan çıkan
dumanlar sebepli bitki florasının koyulaşması, renkli kelebeklerin diğer böcekler tarafından avlanmasını daha da kolaylaştırmış, bu
sebeple kanatları siyah olan kelebekler, daha
uzun süre hayatta kalması sebepli üreme
ihtimalini artırmıştır. Yalnızca 150 yıl içinde
kelebeklerin kanat rengi açısından çevreye
uyum sağlamasının nedeni doğal seçilimdir.
Görüldüğü üzere herhangi bir özellik zamanına göre avantaj veya dezavantaj olabilmektedir.
Daha hızlı koşabilen bir çita, yavaş koşan bir
çitadan daha fazla av yakalayacaktır. Dolayısıyla daha uzun yaşayacak ve geride daha
fazla yavru bırakacaktır. Burada bahsedilen
lamarck’ın kuramında bahsedilen modifikasyonlarının yavruya aktarılması değildir! Bunun bilimsel geçerliliğinin olmadığını ilk yazımda belirtmiştim. Burada bahsedilen şey
bambaşkadır. Çitanın (üreme ve hayatta kalma şansı yükseldiği için) çevikliği artıran kalıtsal farklılaşmasının sıklığı kuşaklar boyunca artacak, nihayetinde daha yavaş koşmaya
neden olan farklılaşmanın yerini alacaktır.
@bilim
Doğal seçilim her yerdedir. Hatta insanlarda dahi bunun izlerini görmek mümkündür.
Sıtma, kan hücrelerini parçalayan plasmodium cinsi bir parazitin yaptığı hastalıktır. Bu
parazit kan hücreleri içinde yaşar ve yeterli
olgunluğa eriştiğinde kan hücrelerini parçalayıp yeni kan hücrelerini enfekte eder.
Genetik olarak ebeveynlerden geçebilen bir
hastalık olan orak hücreli anemi hastalığında ise kan hücreleri normal bir hemoglobin
yerine (hb-a) anormal bir hemoglobin (hb-s)
üretir. Vücut bu anormal hemoglobini olan
kan hücrelerini tanır ve dalakta yıkar. İşte
orak hücreli anemi hastalığına sahip olan insanlarda kan hücreleri, sıtma paraziti yeterliği olgunluğa ulaşmadan vücut tarafından
parçalandığı için sıtma yeterli olgunluğa ulaşıp başka kan hücrelerini enfekte edemeden
ölür ve bu sayede orak hücreli anemi hastalığına sahip insanlar, olmayanlara göre sıtmaya bir miktar daha dirençli olurlar.
Sıtma sivrisinekle bulaştığı için sıcak iklimlerde ve bilhassa ezici bir oranla afrika'da daha
sık görülür. Orak hücreli aneminin de bu sebeple afrika'da daha yüksek insidans sahip
olmasını beklemek sürpriz değildir. Bu durumun tek nedeni doğal seçilimdir. Orak hücreli anemiye sahip olmayan insanlar sıtma
sebebiyle erkenden ölürken, bu hastalığa
sahip olan insanların ise yaşama şansı daha
Özetlemek gerekirse;
yüksek olduğu için üreme şansı da yükselir.
“Kuşaklar boyunca yararlı farklılaşmalar (bu- Sonuç olarak bu genetik bozukluğun insirada kastedilen güç, büyüklük değildir, yeri dansı o kıtada artar.
geldiğinde bir böceğin boyunun küçük olması böcek için daha yararlı olabilir) korunup
çoğalacak, zarar verici ya da o kadar yararlı
olmayan farklılaşmalar bertaraf edilecektir.”
M A R C H 2 0 1 1temmuz
U N I V E2016
R S A youreads
L M A G A Zkanal
INE 18
bilim
Kalıtım ve mutasyon
Organizmalar için yararlı olsalar da olmasalar
da, kalıtsal farklılaşmalar mutasyonlar sayesinde ortaya çıkar. Örneğin bir bitkinin kısa
olmasına neden olan bir gen, bir bitkinin
uzun olmasına neden olan bir gene dönüşebilir. Doğal seçilim sayesinde olumsuz olan
mutasyonlar bertaraf edilir. Çünkü bu mutasyonu taşıyanlar, taşımayanlara göre daha
az yavru bırakacaktır. Dolayısıyla olumlu mutasyonlar zaman içinde birikir. Bu birikimin
kontrol edici, ittirici gücü doğal seçilimdir.
Mutasyonlar rastgele olsa da, mutasyonları
kontrol eden şey doğal seçilimdir. Videoda
izlediğiniz üzere bir bebek daha açık renkli
olarak doğmuş olabilir, açık renge sahip olan
mutasyon tamamen rastlantısaldır. Fakat bebeklerin %25’ini yiyen avcı daima sabittir ve
açık renkli bebek avcı için kolay bir avdır.
Dolayısıyla doğal seçilim, mutasyonların birikimli olmasını, çözünmesini, örgütlenmesinin bozucu etkisini kontrol altında tutan
güçtür diyebiliriz. Organizma için faydalı mutasyonları “korur”, zararlı mutasyonları bertaraf eder.
Şimdi olaya farklı bir açıdan bakalım;
Mutasyon süreci her kuşağa, önceki kuşaklardan gelen özelliklere ek olarak yeni genetik farklılaşmalar katar. Örneğin 100’ü aşkın
böcek türü, ilaçlamanın yoğun olduğu bölgelerde, böcek ilacı olan ddt’ye karşı direnç
geliştirmiştir. Başka bir şekilde ifade etmek
gerekirse, böceklerde bu ilacın karşısında hayatta kalmalarını mümkün kılan mutasyonlar ortaya çıkmıştır. Bu mutasyon ise doğal
seçilim yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılma
@bilim
şansı bulmuştur (böceklerin tümü ölebilirdi! Unutmayın doğal seçilim sonucunda ne
olacağı kestirilemez. Mutasyonlar tamamen
rastlantısaldır)
Bence doğal seçilime en güzel örnek yine
bakteriler ve parazitlerin antibiyotik direnci
üzerinden verilebilir;
Varsayalım bir birey, bir hastalığa, örneğin
tüberküloza (verem) yol açan bakteriyi öldüren bir antibiyotik alırsa, bu bakterilerin
büyük çoğunluğu ölür. Ama birkaç milyonda birinde antibiyotiğe karşı direnç sağlayan
bir mutasyon ortaya çıkar. Bu dirençli bakteriler hayatta kalıp çoğalacak, nihayetinde bu
antibiyotik, bu hastalığı tedavi edemez hale
gelecektir. Modern tıpta direnç geliştirme
ihtimali yüksek olan bakterileri çoklu antibiyotiklerle tedavi etmeye çalışmasının altındaki neden budur. Belli bir antibiyotiğe karşı
direnç genini aktaran mutasyon milyonda
birse, her biri bir antibiyotiğe karşı direnç aktaran üç mutasyon taşıyan bakterinin olma
olasılığı katrilyonda birdir (milyon kere milyon). Böyle bir bakterinin var olma olasılığı
kağıt üzerinde mümkün gözükse de, ihtimali
çok çok düşüktür.
Örneğin veremi yok etmek için 4’lü kokteyller, tularemi, brucella, listeria gibi bakterileri
yok etmek için ikili kokteyller kullanılır. Penisilin ilk bulunduğunda penisilin direnci gibi
bir sorun yokken, şu anda büyük bir sorun
haline gelmesinin nedenini yaratılışçı teori
değil, evrim açıklayabilir.
M A R C H 2 0 1 1temmuz
U N I V E2016
R S A youreads
L M A G A Zkanal
INE 19
bilim
E. Coli’nin bazı türleri, kültürde üremek için
şekerli su ve histidin adlı bir aminoaside ihtiyaç duyar. İçinde histidin bulunan şekerli
suya eklenen birkaç bakteri hızla çoğalır ve
iki günde tam 20-30 milyar bakteri ürer. Bu
kültüre streptomisin adlı antibiyotikten bir
damla eklenirse, bakterilerin çoğu ölecektir,
ama bir iki gün sonra kültür yine milyarlarca
bakteriyle kaynıyor olacaktır. Bunun nedeni
ne olabilir?
@bilim
yılda (3,500.000.000 Yıl, 1.277.500.000.000
Gün eder) neler yapabilir?
Doğal seçilim kendi başına yaratıcı bir süreç
değildir, çünkü doğal seçilim mutasyonları
yaratmaz, unutmayın mutasyonlar tamamen
rastlantısaldır. Ne var ki elverişli mutasyonları
koruyan ve türün tamamına yayılmasını sağlayan, çeşitli türler için yararlı mutasyonları
biriktirdiği için yaratıcı bir sürecin en önemli
dinamosu olan şeye biz tam olarak doğal seStreptomisine direnç göstermeye neden çilim diyoruz.
olan mutasyonlar 100 milyon bakteri hücresinde 1 gibi bir hızla ortaya çıkar. 20-30 Milyar
@bilim
bakterinin bulunduğu bir kültürde 200-300
bakterinin dirençli olmasını bekleyebiliriz.
Hayatta kalan bu 200-300 bakteri hızla üreyecek ve bir iki gün süre verdiğimizde hepsi
streptomisine dirençli tam 20-30 milyar bakterimiz olacaktır.
Bu deneyin ikinci adımında streptomisine
dirençli bakterileri histidin aminoasidi olmayan bir kültüre koyduğumuzda beklenildiği
gibi yine çoğu ölecek fakat bir iki güne milyarlarca bakteri üremiş halde olacaktır. Çünkü histidin yokluğunda üreyebilen mutantlar 100 milyonda 4 oranında ortaya çıkar (bu
da 20-30 milyar bakterinin olduğu kültürde
yaklaşık 1000 civarı bakterinin hayatta kalması demektir)
Görüldüğü üzere doğal seçilim, yalnızca iki
adımda ve birkaç günde hem streptomisine
dirençli hem de histidin yokluğunda üreyebilen bakteriler ortaya çıkarmıştır. Bu örnek 3-4
adıma çıkarılabilir. Burada sorulması gereken
soru şudur; yalnızca 4 günde gözle görülebilir bir fark yaratan doğal seçilim, 3,5 milyar
M A R C H 2 0 1 1temmuz
U N I V E2016
R S A youreads
L M A G A Zkanal
INE 20
öykü
@birgaripcinci
Cam ı n
Ar k as ı n da n
Bugün iç sesimle yalnızlığımın dokuzuncu ayı.
Her zaman aldatan zaman insanoğlunu tüketirken, tüm gücümle zamana karşı koyuyorum.
Kuantum fiziğiyle bağdaşmayan özüm makine
mühendislerinin satış politikalarına oyuncak olamamış sanırım. Ya da en azından böyle düşünen
bir gardiyanım var. Sabah ve akşam diye ayırılmış
periyodik bir ışık tablosuyla yaşayan insanoğlu
için neden değerli olduğumu anlamış değilim.
Ben kendime bir varlık biçemezken bana bir öz
biçimleyen insanları yolan antikacının tutuklusu
hiçlerdik sonuçta.
Hiçliklerin beşik olduğu bu yeryüzünde her sabah, küçük dükkânını kaldırımdan ayıran kapıyı
özgüvenle Louvre Müzesi’ne açardı Bunak Bey.
Gri testere suratlı anahtarı göze yerleştirip seslerin tadını çıkarmak isterdi. Eğilip bükülmemeye
gayret etmesini hep arkasında kendisinin kapıyı
açmasını bekleyen bir kalabalık olmasına yorardım. O kalabalığı hiçbir zaman göremeden öleceğini bilmiyordu besbelli. Kapıyı açıp içeri girer girmez durup dinlerdi. Hemen karşımda duran, ölen
annesinin evini apar topar boşaltan bir fahişenin
sattığı Ceviz komidinin kokusuna bırakırdı kendini. Komidinin üzerinde duran sekiz yüz doksan
dört yapımı Continental daktiloya selam verirdi.
Kimsenin kimseyi umursamadığı bu lanet hapishanede, Bunak Bey’in masasına geçip uyumasıyla
yalnızlaşan bütün hiçler kuşkusuz benim gibi içine konuşurlardı. Bunak Bey’in Louvre’a benzettiği
2 1 youreads
UNIVERS
AL M
A G A Z I 2016
NE MARCH
kanal
temmuz
2 0 11
bu antika dükkanının kapısından girer girmez sağ
tarafta başlayan vitrin, camekân üzerinden duvara birleşip oradan içeri akardı. Camekânın önündeki masada horuldayan kel kafalı Bunak Bey.
Masanın üstünde tarihten akan ciltler. Düzenli olmaktan sıkılmış kalemler. Her anında geçmişten
kopamayan nesneler. Kendinden tiksinmiş bir
tomar sararmış kâğıt. Yer yer kenarları böğürtlen
gibi kabarmış masa kaplaması. Masanın köşesinde iğnesi kırık Vouvento gramafon. Bütün çizgiler,
noktalar, ayrıntılar ölmüş.
Bütün raf ve vitrinlerin içinde intizam içerisinde
durmak canımı sıkardı. Her birinin yerini ezberlemiş olmanın verdiği monotonluk. Beklemek. Sessizlik. Durağan. Tik. Tak. Tik. Tak. Tik. Tak. Tak. Tik.
Zaman lastik gibi uzuyor.
Bunak Bey’in uyuduğu sandalyenin hizasında duvara gömülen rafta70’lerde Beyoğlu Bey’in babası Beybaba Bey için yaptırdığı morsalkım desenli
söğüt pipo. Yanında sanki pipoyla aynı dünyaya
gelmemiş, katil görünümlü çalıntı Fransız çakmak. Hemen altında Osmanlı hattatlarının yaptığı yalanını sürekli duyduğum, çöplükten çıkma,
işlemeli teneke tabaka. Bir alt rafta nerden geldiği
belli olmayan Çekoslovak porlesen fincanlar. Taş
aynada yansıyan soğuk. Bütünüyle ceset dolu
bir dükkân. Bütünüyle hiç olan bizler varolmaya
zorlanan nesneleriz bu dükkanda. Dokuz ay boyunca aynı yüzleri görüyorum. Burada birbirimizi
sevmediğimiz aşikâr.
öykü
@birgaripcinci
Nasıl olur sevebiliriz? Mümkün değil. Uzun zamandır burada bekleyenler daha bir nefretle bakıyor karşısındakine. Nesnelerin nefreti insanın
nefretine benzemiyor galiba. Buradaki her antika
müebbet hapse mahrum kalmışlar da kefaletlerini ödeyerek onları kurtaracak af kâğıtlarını bekliyorlar.
güzar bir gülümsemeyle kağıda ismi yazdı. Mankafa Desen. Forddarot yetmiş sekiz. Dört turuncu
kağıdı çekmeceden çıkarıp Mankafa Bey’e uzatan
Bunak Bey tavırlarıyla adeta hadi şimdi bas git
diyordu. Hiçbir şey söylemeden keyifle sandalyesine oturdu. Sağ kolunun hizasındaki National
marka radyu çalıştırdı ve çalmakta olan Rumen
türküleri dinlemeye koyuldu. Mankafa Bey parayı
Bugün iç sesimle yalnızlığımın dokuzuncu ayı. Altı elinde sımsıkı tuttu, cebine koymadan dışarı çıktı
bin dört yüz seksen altı saat elli dört dakika önce ve hızla uzaklaştı..
bu küçük dükkâna girerken, bir çeşit sarhoşluk
içerisinde etrafa göz gezdirip bu nafile düzenin Hızla dükkâna dalan Mankafa’nın gözünün feri
bir parçası olan bütün cesetleri selamlamıştım. gitmişti. Dokuz ay boyunca rehin kalmış kendisiyDakikalar sonra o cesetlerden birinin yanına yer- miş gibi bir hali vardı. Zaman insanı aldatır diyoleştirileceğimi bilemezdim.
rum hep. Bugün iç sesimle yalnızlığımın son günü.
Göz çukurundan kurtlar fışkırıyor Mankafa’nın.
Mankafa’nın elinden düşmeyen bir hiçtim. Man- Ölü insanlar böyle mi oluyor diye hâlâ merak
kafa açlığın kollarından kurtulmanın çaresini an- içerisindeyim. Kapının tekmelenerek açılmasıyla
nesinin elden düşme eşyalarını satmakla aramış- Bunak Bey’in kalp krizi geçirmesini bekliyordum.
tı. Nitekim açlığın koynundan kurtulmak kolay Zira bütün antikalar dal gibi titremişti kapının
değildi. Eli titreye titreye taşıyordu o gün beni. açılmasıyla. Yalnızca ben izlemiyordum sanırsam.
Dükkâna girmesiyle Bunak Bey’in kafasını kaldır- Mankafa’yı gören Bunak Bey şaşırmadı. Elbette bu
ması bir oldu. Zar zor doğruldu. Gözlerini ovuştur- dokuz aylık serüvende birkaç kez beni almak için
madan kısık kısık seçmeye çalışıyordu Mankafa’yı. dükkana gelen Mankafa Bey her seferinde Bunak
Henüz yirmi altısında çelimsiz bir eşeğe benzeyen Bey’in çakallık dolu gülümsemesi eşliğinde dükMankafa suratında keder avucunun içinde sımsıkı kandan ayrılıyordu. Bunak Bey her zamanki gibi
tuttuğu bedenimi Bunak Bey’in avucuna bıraktı. Mankafa’yı kafalayacak ve başından savacaktı. İki
Gümüşü kararmış tenimi alıp küçümser bakışlar- ayda bir olurdu böyle şeyler. Uykusunun bölünla beni inceleyen Bunak Bey beğenmez tavırlarla mesini pek hoş karşılamayan bir bakış atıp ayağa
değerimi söyledi. Forddarot yazısnın orijinal olup kalkan Bunak bey bir şeyler söyleyecek oldu. Manolmadığına baktıktan sonra fiyatı biraz daha yük- kafa konuşmasına fırsat vermeden kahverengi
seltti. Mankafa yüreğindeki son insanlık ayrıtları- ceketinin iç cebinden çıkardığı tabancayı Bunak
nı arayıp buldu ve satmak istemediğini söyledi. Bey’e doğrulttu. Bunak Bey yaşlılığının buğuladıMidesinin yanması ve bayılma kaslarının namlu- ğı gözleriyle silahın ayrıntısından çok Mankafa’nın
ya kurşunu vermesiyle zonkladı. Terleyip duran yüzünde kendisini kurtaracak mimikler arıyordu.
zavallı genç adam bu kararını ne kadar sürdüre- Görebilmek için gözlerini kıstıkça kısıyordu. Zabileceğini bilmiyordu. Rehin bırakmak istediğini ten buruş buruş yüzü, gözlerini kıstıkça çürümüş
son nefeslerinden biriyle söyleyiverdi. Sürekli ter- patlıcanı andırıyordu. Kanı çekilmiş ölü piliç var
liyordu. Köşeye sıkışmış fareyi andırıyordu. Birkaç yüzünde. Zoraki ağzını açıyor ama dur yapma diaya gelip alacağını söyledi ve dört parça kâğıt için yemiyor titremekten. Mankafa kendinden geçmiş
Bunak Bey’e yalvardı. Mankafa iyi yürekli candan bir şekilde nerede diye böğürüyor. Bunak Bey aninsandır. Ne yazık ki insandır. Eşyalara manevi de- layamıyor galiba. Gevelemeye başlıyor. Mankafa
ğer biçmek gibi salaklıkları vardır. Oysa hiç umur- aynı soluksuz böğürmeyle nerede diyor. Bunak
samadan beni satsa önündeki birkaç ay kendisini Bey eliyle gösteriyor. Orda işte orda. Hemen şuidare edecek kadar parası olacaktı. Bunak Bey iş- rada. Ağzı burnu kaşları bağımsızlığını ilan etmiş
2 2 youreads
UNIVERS
AL M
A G A Z I 2016
NE MARCH
kanal
temmuz
2 0 11
öykü
@birgaripcinci
yaşlı vücudunu kontrol etmeye çalışıyor Bunak
Bey. Oldukça ilginçleşen tablo dükkândaki ölü dinamiğe ruh katıyor. Nefes sesleri birbirine karışan
bu iki adam bir şeylerin yolunda gitmediğini antikalara hissettiriyor.
Ben ne istiyorum bu anda diye düşünmeye başladım. Düşündüm düşündüm ve karar verdim. Ben
bana yakışan şeyi istiyordum. Hiçlik.
Mankafa beni almak için tabancayla Bunak Bey’in
gösterdiği yeri işaret ediyor. Bunak Bey ölüm korkusu içerisinde rafa uzanıp beni sıkıca kavradı ve
panikten olsa gerek tekrar bıraktı. Titremekten
beni bulamadı bir an. Kayıp olduğumu düşündü
son nefesini vermeden elleriyle bütün rafı taradı. Kalp krizi geçirmeden beni bulup Mankafa’ya
uzattı. Mankafa bana hiç bakmadan avucuna kavradı. Bunak Bey koltuğuna bir çuval gibi düştü.
Çöktüğü koltuğundan açık çekmecesine takıldı
gözü. Çekmecedeki tabancası göz kırptı Bunak
Bey’e. Elini bir bıkkınlık içerisinde çekmeceye
uzattı. Olanca bitik görünümüyle sakin olmaya
çalışarak tabancayı kabzasından kavradı. Bir kelebeğin kanat çırpışı kadar kısa sürede tabancayı
Mankafa’ya doğrulttu. Mankafa bütün soğukkanlılığını yitirdi ve tetiğe asıldı. Bunak Bey tabancanın sesiyle sersemleyip koltukta oturduğu yerde
sarsıldı. Neyse ki isabet etmedi. Başının hemen
üstünde Çin yapımı matruşka ve hemen yanında
bulunan şarap testisi dağılıp etrafa yayıldı. Parçalanan şarap dolu testiden dökülen kırmızı üzüm
özleri Bunak Bey’in alnına, alnından masaya, masadan da yere dökülüyordu. Bunak Bey tüm bunlar olurken nafile tetiğe basıyordu. Boş altıpatlar
kırik kırik kırik kırik sesleriyle Bunak Bey’in kulaklarında çınlıyordu.
Tetiği çeker çekmez bir tavşan gibi yola fırlayan
Mankafa kalp atışlarını kulaklarında duyuyordu kuşkusuz. Bu yüzden de hiçbir şeyi görecek
ve duyacak zamanı kalmadı. Ben asfalt üzerinde
yuvarlanırken yelkovanım Mankafa’nın parçalanan kafasını gösteriyordu. Mankafa elleri kolları
kan revan içerisinde yola serilmiş donuk gözler2 3 youreads
UNIVERS
AL M
A G A Z I 2016
NE MARCH
kanal
temmuz
2 0 11
le beni izliyordu. Mankafa’nın hemen ardından
dükkândan fırlayan Bunak Bey’le göz göze talihsiz şöför bir heykel misali Mankafa’nın dışarı fırlamış kafatasına donup kalmıştı. Bunak Bey hiç
düşünmeden Mankafa’nın içler acısı bedeninin
yanından beni kaldırıp dükkânına geri döndü.
@birgaripcinci
öykü
@anonim
S and a lye
"İnsanlar ne garip değil mi dostum? Kimse aslında
birbirini önemsemiyor. Şayet hala birbirini önemseyen birileri varsa, onlar da aslında yaptıkları işin
karşılığında bir şey bekledikleri için bunu yapıyorlar. Yine kendinden başkasını düşünen kimse yok
anlayacağın. Bu gerçeği ekseriyetle reddediyor
hepsi de. Duyup da gülmemek elde mi? Her şey
apaçık ortada işte... Sen de katılıyorsundur bana
sanırım?"
Sandalyem de bana bakıp onayladı bu durumu.
Her gün, sokaktaki insanların yüzlerinde gördüğüm şeyleri oturup tartışırız birlikte. Onu ikinci el
mobilya satan bir yerden almıştım. Oldukça yaşlı
bir sandalye. Bahsettiğim konulardan genelde o
da şikayetçi oluyor. İşin kötüsü, daha önce onla
konuşmayı kimse denememiş! Nasıl mutlu oldu
bilemezsiniz. Oysa muhabbeti çok güzeldir. Kim
istemez ki bilge birileriyle konuşmayı? Üstelik sorun çıkarmaz, çıkar gözetmez, bir gün evimden
öylece çıkıp gidemez hiçbir yere. Sadık bir arkadaş o benim için.
Onu başka arkadaşlarımla tanıştırmayı denemiştim bir defasında. Saçmaladığımı ve sandalyelerin
konuşamayacağını söylediler. Delirdiğimi düşündüler. Gerçek olmayan şeyler duyuyormuşum,
öyle diyorlar. Ne saçmalık! Alışılmamış olan her
şeye düşman olmuş sanki hepsi. Sandalyemden
başka her şey gerçekmiş gibi bunu söylemeleri ise
ayrı garip... Sesini duyabiliyorum, görebiliyorum,
karşımda duruyor. Hava, bulutlar ne kadar gerçek
ise bu da o kadar gerçek işte! Sadece her gün görebileceğiniz cinsten bir şey değil. Hepsi bu.
2 4 youreads
UNIVERS
AL M
A G A Z I 2016
NE MARCH
kanal
temmuz
2 0 11
Ah, hatta beni "iyileştirmek" bile istediler. Neden
diye sorduğumda; herkes gibi olmadığımı, bunların normal olmadığını dile getirdiler. Normal
olmamak bir hastalık mı? Hayatı bir ırmağın yatağı, zamanı ise içinden gürül gürül akan ırmağın
kendisi gibi düşünmeleri beni kızdırıyor. Bilirsiniz,
nehrin içinde her damla aynı yöne akar. Peki ya
ben ters yöne akmak istersem? İşte o zaman beni
arkamdan "Hayır, doğru taraf burası!" diye uyarma ihtiyacı duyuyorlar. Kimse düşünmüyor nereye gittiğimizi, nereden geldiğimizi, ne yaptığımızı... Düşüncesiz yaratıklar... Zaten zaman geçtikçe
hepsi beni bırakıp gittiler. Artık pek de bunları
dert etmeme gerek yok.
Tanrı aşkına, hayatınızda hiç alışılagelmişin dışında bir şey yaptınız mı sizler? Hayatınızda bir kez
olsun durup "neden?" sorusunu sordunuz mu?
"Neden" sorusu sadece normal dışı durumlar için
kullanılır sanmaları çok üzücü. Oysa en olağan durumlar için, en katı dogmalar için bile kullanılabilir bu soru. Hatta gerçek işlevini böyle kazanmaz
mı? Bunları insanlara anlatmak çok güç. Sormaya, anlatmaya başlayınca da boş bir "Burada işler
böyledir." cevabı alıyorsunuz. Uğraşmaya gücüm
yok. Umrumda da değil.
-- "Umrunda olmayan biri için çok fazla mızmızlanıyorsun dostum." diye çıkıştı sandalyem lafımı
keserek. Gerçekten de çok fazla konuşmuştum.
Bir an için durup nefes aldım ve onayladım:
-- "Haklı olabilirsin ama ne yapmalı bu konuda?"
diye sordum.
-- "Az önce; normal olmamanın, diğerlerinden
farklı düşünmek olduğunu söyleyen kişi sendin
ama bir düşün: Neden ırmağın içinde ters yöne
öykü
@anonim
akmak istiyorsun?"
-- "Irmağın içinde ne yöne aktığım önemli değil,
önemli olan akışı sorgulayıp sorgulamamam. Sorun bu. Eğer herkesle aynı yönde akmanın doğru
olduğuna karar verseydim, o yönde akmak isterdim. En azından öylesine akıyor olmazdım, tercihim de bu yönde olurdu."
lığı yetmiyormuş gibi bir de o ahmak sandalyeyi
mi dinleyecektim? Peh...
Sandalye artık kırıldığına göre, kendime yeni bir
arkadaş bulmalıyım. Ama kim? Kalem ve kağıtlar mı? Lambam mı? Ah buldum! Duvarlar! Ne de
olsa duvarlar çok kadim ve bilge şeylerdir. Eminim
öylelerdir. Üstelik dinlemeyi de bilirler, memnuniyetle dinlerlerdi beni. Sabaha kadar onlara istediğim şeyleri anlatabilirdim. Bana sinir krizleri de
geçirtmezlerdi. Hem, akılsız sandalyem gibi çene
de çalmazlar.
-- "Pekala, bu senin tercihin. Onların tercihi de
bunu düşünmemek ise? Hatta belki çoğu senin
gibi hayatlarını sorgulamışlardır. Belki de hepsi
hayatlarının akışından memnundur?"
Öyle ya, duvarların konuştuğu nerede görülmüş?
-- "Ne yani şimdi de onları mı savunuyorsun? Peh.
Akışı sorgulamanın tercihlerle alakası olduğunu düşünmüyorum. Her gün aynı şeyleri yapan,
hiçbir soru sormadan ot gibi yaşayan milyarlarca
insan var. Doğru olan bunu yapmak mı? Kendini
akıntıya öylece bırakıp devam etmek mi? Bir insan bundan nasıl hoşnut olabilir? Tanrı aşkına sen
de beni anlamıyorsun artık."
Sinirlenmiştim. Nasıl böyle şeyler söyleyebilirdi?
Haklı olup olmaması şu andan itibaren umrumda
değil. Ben bunları düşünürken aniden lafa yeniden girdi:
-- "Hayır, söylemek istediğim şu: Kendi düşüncenin bu kadar doğru olduğuna nasıl bu kadar emin
olabiliyorsun? Sanıyorsun ki senin yaptığın ve düşündüğün her şey doğru. Diğer herkes ise yanlış
yapıyor. Onları her gün gelip sıkılmadan şikayet
ediyor ve ne kadar akıllı olduğunu anlatıyorsun
bana. Bu ahmaklık. Onları hazmedemediğini düşünüyorum dostum. Mutlu olmalarını hazmedemiyorsun."
Sözlerini bitirmesini beklemeden sinirle ayağa
kalktım. Aptal sandalye! Sinirden kan beynime
hücum etmişti. Hala gereksiz laflarını sıralamaya
devam ederken onu yerinden kaldırıp duvara çarpıverdim. Kalan parçalarını ise kırdım. Öfkem ancak yatışmıştı. Artık sesi çıkmıyordu. Yaptığımdan
pişman değildim. Ne yani; bütün dünyanın aptal2 5 youreads
UNIVERS
AL M
A G A Z I 2016
NE MARCH
kanal
temmuz
2 0 11
anonim
öykü
@beyaz gargamel
Bunu S aymayız!
Yatıya da B ek ler iz
Gözlerime bir kez bile baksa ağlayacaktım, kuy- Babamın yanında ağlamamın, saçmalamamın,
tularda sakladığım duygusallığımdan biliyorum, ‘baba, ben vazgeçtim’ dememin o anki yaşıma ne
tutamazdım kendimi.
aykırılığı olabilirdi ki?
Kuşların o güzel romanların başlangıcındaki gibi
havada ahenkle birbirine kur yaptığı, güneşin
‘ben de buradayım’ demeye başladığı umutsuzluğun ya da başkaca olumsuz bir duygunun konduralamayacağı güzel bir gündü. Büyük bir çam
ağacının olduğu yemyeşil bir bahçede çoğu akranım olan çocuklar ve aileleri tedirgin, heyecanlı bir
şekilde yatılı okul kayıtlarının yapılması için yetkili
kişinin gelmesini bekliyordu. Kimileri ise mağrur,
başarılarının serin çemberi içerisinde ailelerinin
kendisinden gururlanışını, meydan muharebesini
kazanmış muzaffer bir komutan edasıyla yansıtıyordu.
Ben ise topluluktan biraz uzakta, tek katlı, sıvaları
dökülmüş gri renkli binanın köşesinde insanları
izleyerek beni neyin beklediğine yönelik ipuçları
arıyordum. Babam yanımdaydı. Hiç konuşmuyorduk bu bana tuhaf geliyordu. Oysa saçma sapan
da olsa babam mutlaka bir konu bulur, en azından avucunu açar ‘çak’ der çakarken elimi yakalamaya çalışır, hiç olmadı ülke gidişatından ya da
maddi sıkıntılardan dem vurup sağa sola söverdi.
Konuşmuyordu. sesimin çatallaşacağından, titreyeceğinden ve bir ses çıkardığımda gözyaşlarıma
hakim olamayacağımdan korktuğumdan ben de
konuşamıyordum.
2 6 youreads
UNIVERS
AL M
A G A Z I 2016
NE MARCH
kanal
temmuz
2 0 11
3 sene önce beni hırpaladı diye arka mahalledeki
benden yaşça büyük çocuğu sokak sokak kovalayan, babasıyla kavga eden o değil miydi?
Ya da yerden yüksek oynarken düştüğümde yerdeki camın parmağımı derince kesmesinden sonra parmağıma dikiş atılırken yanıbaşımda belli etmeden ağlayan o değil miydi?
Ne kadar küçük düşebilirdim? Hayalkırıklığı mı
olurdum? Babamın bana beslediği sevgi ne kadar
azalabilirdi?
Dayatılan ‘iyi terbiyeli, düzgün, çalışkan ve ailesini gururlandıran çocuk’ olabilmenin karşısında o
yaşta durabilmenin cesaretini aradım, ta en diplere indim. Bulamadım. aslında bir şeyler vardı,
ürkek bir güvercinden dahi ürken, el uzatınca tedirgin oldu, saklandı. Alabildiğine bana ait olmayan ama benimmiş gibi gözüken ‘Her şey güzel
olacak bak görürsün’ düşüncesinin sıkletinde bir
başkaldırı büyütemedim. Geleceğim için böylesi
bir fırsatı tepmemeliydim. Hem her şeye alışılırdı,
mutlaka başlarda herkes zorluk yaşardı. Ailemin
ve çevremin umudunu daracık omuzlarında taşıyan olgun bir çocuk, var olan olmamışlık hissini
uygunuyla gösteremeyecek, sadece ağlayabilecek kadar da bebektim.
öykü
Kayıtları yapmak için görevli olduğu yürüyüşlerinden
bile belli olan iki kişi ellerinde kağıtlarla geldi. Boyumun
tam da onunki kadar uzun olmasını istediğim, uzun boylu, karizmatik, kumral, sakalsız, saçları özene bezene taranmış, top gun filminde olanından güneş gözlüğü takanı bahçeye getirilen masaya oturdu. Diğeri, sıradan biri,
güneş gözlüklünün sağında ayakta duruyordu. Gözlerinde, sözlerinde, hareketlerinde anlamlandırabileceğim,
beni ikna etmeye yarayabilecek, özenebileceğim şeyler
aradım. Rutin faaliyetleri yapmanın verdiği soğukkanlılıktan başka hiçbir şey yoktu.
13 yaşındaydım, muhtemelen yaklaşan 14’ncü doğum
günümü burada kutlayacaktım. Doğum günlerine oldum olası değer vermezdim ama o an için sanki taviz
verilmemesi gereken festival günleriydi. Doğum günümü beraber kutlayabileceklerime bakındım. 15-20 metre
ötede çimlerin üstüne oturmuş annesine sarılan sırtı dönük çocuk, o olabilirdi. Yanında, rotasız uçurduğu kağıttan uçağıyla oynayan 5-6 yaşlarında, muhtemel kardeşi,
tatlı bir ufaklık vardı. Bana, kağıttan gemisini küvetteki
azgın suni dalgalarda dahi yüzdürebilen kardeşimi hatırlattı.
Çocuklarla anlaşabilecek miydim? Yemekler nasıldı? Çamaşırlar, doğru ya, umarsızca sepetin içine bile sokma
zahmetinde bulunmadan savurup, saçtığım çamaşırlarım nasıl yıkanacaktı? İstediğim zaman dışarı çıkabilecek miydim? Ya annem, ne olursa olsun, ne yaparsam
yapayım sualsiz sığındığım, beni hep şımarık kılan o güzel kadının yerine ne koyacaktım? Muhtemelen canım
kardeşimin mahalledeki arkadaşları üzerinde, herhangi
bir durumda derhal müdahalede bulunacak ağabeyi olduğu için kurduğu o saygınlık da zedelenecekti. Babam,
hepsinde de kahraman olduğu bilmem kaçıncı defa
farklı versiyonlarıyla dinlediğim gençlik anılarını, ilk defa
duyuyormuşcasına sabırla dinleyebilecek kişi sıkıntısı çekecekti.
@beyaz gargamel
yakalayabilecek çocuğunu, kısıtlanmış bir aile sevgisine mahkum bırakmak. Şüphesiz ‘en ufak bir olumsuz
durumda oğlumu çekip alırım nasıl olsa’ ya da benzeri
sözlerle duruma alıştırıyordu kendisini ama cebinde beş
kuruş para olmasa da para isteyemeyen, cüzdanını kontrol ederek parasının olmadığını anlayabildiği oğlunun,
kibire varan gereksiz gururunu da düşünmüş olmalıydı.
Adımın okunduğunu duydum, ses, kaçınılmaz anın o
gergin bekleyişine son veren tüm dikkati dağıtan özüt
bir ıslık sesiydi sanki, babam sigarasını söndürdü, omzuma dokundu. Giyotine giden mahkumun son bir isteğin
var mı demesini bekler gibi ayaklarımı sürüye sürüye babamın peşi sıra yürürken, gidişatı bozacak olağanüstülüğü bekledim. Filmlerde öyle olmaz mıydı? Olağanüstü
olan tek şey başından sonuna değin yaşananların şahidi;
güzel havaydı.
Yıllar sonra, belli bir promil oranını yakalayınca hep duygusallaşan, 14 yaşından sonra sadece tatillerde görebildiğim, beni sigara içmiyor sanan canım babam, bir akşamüstü telefonda konuşurken konuyu çağrıştıracak en
ufak bir durum yok iken,
“Hayattaki en büyük pişmanlığım seni yatılı okula vermemdi, biliyor musun?” dedi. O’nun yerine de günlerce
düşünüp, yaşadığım, yaşadığını bildiğim bu birikmiş pişmanlığa; o olağanüstü havanın olduğu gün umutların
taşınamaz ağırlığıyla gömüldüğünden, olgun gözüken
çocuktan çok daha hazırlıklıydım.
“Baba, boşver şimdi bunları, maçı izleyecek misin?”
“Peki oğlum” dedi kesik kesik, “izleyeceğiz sanırım” O koca
adamın ağlamasına bir harf, bir ses kaldığını anladım. O
güzel adama hiç kızmadım, kızamadım. Sevgi denen şeyin çürütülemez delilleriyle ussallığını yitiren son muhakemem sonucunda; gene babama hak verdim ama ben
olsaydım yapamazdım gibi geldi.
“Büyüdüm mü yoksa edilgin ve çaresizce büyütüldüm
Sadece, futbol ve basketbol maçı yapmak için adam bul- mü” diye düşündüm, cevap aramadım, maçın başlayıp
ma zorluğu yaşamayacağımdan emindim.
başlamadığını merak ettim, bir sigara yaktım.
İsimler okunmaya başlandı. İsmi okunan çocuk ve velisi,
güneş gözlüğü takanın olduğu- saçları tam da onun ya@beyaz gargamel
şına geldiğimde olmasını istediğim kadar gürdü - masanın önünde sıra oluyorlardı.
Babam ile aramdaki ses geçirmeyen, görünmez duvar
hala duruyordu. Babamın, benden bir işaret, bir mimik
ufak da olsa serzeniş beklediğini, onun da içinde bir savaşın yaşandığını hissettim. Bir ara baba olmak zor olmalı diye düşündüm. Çocuğun için daha iyi olabileceğine
inanarak, imkansızlıktan dolayı ulaşamadığın idealleri
2 7 youreads
UNIVERS
AL M
A G A Z I 2016
N E M A R C H 2 0 11
kanal
temmuz
deneme
@oceangoingwatchkeepingof ficer
G a z al R ömor kör ü
Gemiler, Süvariler, İskeleler kitabında Eser gerekiyordu, ama hangi gemilerle?
Tutel Gazal römorkörünün destansı hikayesini şöyle anlatıyor:
Gerekiyorsa Gazal gibi bir römorkörle bile!
Rusya'nın Tuapse Limanı’ndan teslim alıDeniz ticaret filomuzun bazı gemileri- nacak silah ve cephanenin Trabzon’a göne, Trablusgarp, Balkan ve Birinci Dünya türülmesi görevi bu 182 gros tonluk Gazal
Savaşı’nda olduğu gibi, Kurtuluş Savaşı yıl- römorkörüne verilmişti.Gazal’ın süvarisi Önlarında da vatan savunmasında görev ve- yüzbaşı Adil Kaptan, Tuapse’ye giderek iki
rilmiştir. O yıllarda ticaret filomuz hayli eski adet 7,5’luk, iki adet 8,8’lik dört sahra topu
gemilerden oluşuyordu. Buna rağmen kah- ile pek çok piyade tüfeği ve bunların sanraman denizcilerimiz, römorkör, kurtarma dıklar dolusu cephanelerini yüklemişti. Rögemisi yada gümrük motoru türünden kü- morkör aldığı yükle iyice suya gömülmüştü.
çük teknelerle boylarından büyük işler ba- Ruslar, bu küçük teknenin Trabzon’a varaşarmışlardır.
madan daha yarı yolda sulara kaynayacağı
görüsündeydiler.
İşte İdare’nin sadece 182 gros tonluk küçük
bir römorkörü olan Gazal’ın akıl almaz ma- Ama Gazel, 24 saatte Tuapse’den Trabzon
cerası;
Limanı’na varmayı başardı. Trabzon’daki ilgililerin sevincine diyecek yoktu.Fakat yeni
Ortadan katlanarak arkaya yatan ince uzun gelen bir emirle malzemelerin Trabzon yeribacasıyla Gazal basit bir römorkördü. Mü- ne İnebolu’ya çıkartılması bildirilmişti. Gazal
tareke döneminin karanlık günlerinde, şiddetli fırtınaya rağmen tekrar demir aldı,
İstanbul’dan askeri sevkiyatın emrinde hiz- düşman gemilerine görünmemek için kıyı
met görürken Karadeniz’in Ereğli Limanı’na kıyı İnebolu’ya giderek bu zor görevi de yegönderilmişti. Milli Hükümet bu küçük rö- rine getirdi.
morkörlerden bile yararlanmak zorundaydı. Sonraki dönemlerde de Gazal römorkörü
Rusya’dan teslim alınacak silah, cephane ve daha birçok zor görevi başarmıştır;
daha başka silah malzemesini acele olarak • Ekim 1920’de 564 tüfek, 586 kasatura
Karadeniz’deki limanlarımıza sevk edilmesi ve 494 sandık cephane getirdi.
2 8 youreads
UNIVERS
AL M
A G A Z I 2016
NE MARCH
kanal
temmuz
2 0 11
deneme
@oceangoingwatchkeepingof ficer
•
Mayıs 1921’de yedeğine çektiği tepeleme silah yüklü Dana adlı yelkenli ile 3.386
sandık cephaneyi teslim etti.
• Ekim 1921’de iki sahra topu, bir hayli
tüfek aksamı ve 5189 sandık cephaneyi nakletti.
• Aralık 1921’de 651 sandık dolusu top
mermisini Rusya’dan Anadolu’ya getirdi.
Bunlar Gazal’ın başarılarından sadece birkaçıydı. Yalnız Haziran 1921’de Polathane
Limanı’na 2.622 sandık top mermisi getirip
boşaltmıştı ki, bu rakam bile bu küçük römorkörün dalgalarla boğuşarak gördüğü
işin büyüklüğünü göstermeye yetiyordu. Bir
seferinde, bir İngiliz muhribiyle karşılaşan
Gazal, mahmuzlanarak batırılmaktan, son
anda düşman gemisinin bir mayına çarpması sonucu kurtulmuştu.
Cephanenin yanı sıra asker sevkiyatında da
hizmet gören Gazal römorkörü, bir keresinde de karakol görevine çağırılmıştı. Hem
düşman hakkında keşif yapacak, hem de
Romanya’dan malzeme getiren düşman gemilerinin önlerini kesecek, onları batıracaktı. Bu iş için tek bir topu vardı. Üstelik uzun
zamandan beri kullanılmamış bir toptu bu.
Aslında iki yıla yakın bir zamandan beri bakımı yapılmadığı için Gazal da hayli çaptan
düşmüştü. Birkaç saatlik bir seyirden sonra mutlaka durması, istiminin yükseltilmesi
gerekiyordu.
1922 yılının 7 Ekim günüydü. Gazal ufaktan
av kovalayarak ağır ağır seyretmekteydi ki,
ufukta bir şilep fark etti. Kumandan Yzb. Nazmi Bey’in ilk işi römorkörün kıçındaki bayrağı
indirmek oldu. Şilebi yakalaması zor olacağı
için bir hileye başvurarak şansını denemek
istedi. Başladı üst üste kısa kısa düdük çalmaya... bu, teknenin zor durumda olduğu
2 9 youreads
UNIVERS
AL M
A G A Z I 2016
NE MARCH
kanal
temmuz
2 0 11
anlamına geliyordu. Şilep düdük seslerini
duymuş, rotasını değiştirerek üstlerine doğru gelmeye başlamıştı. Bir süre sonrada iyice
yaklaşmıştı. Öyle ki burnundaki Urania yazısı iyice seçilir hale gelmişti. Nazmi Kaptan
elindeki megafonla şilep kaptanına seslenerek hangi milletten olduklarını nereye gittiklerini sordu. Şilep kaptanı da Yunan gemisi
olduklarını, Köstence’den hareket ettiklerini
İstanbul’a gittiklerini söyledi. Nazmi Kaptan
yine megafonla seslendi:‘‘Sancağınızı çekin
göreyim.’’Şilebin kıçındaki direğe mavi beyaz haçlı Yunan bayrağı çekildi. Gazal’ın direğine Türk bayrağı çekilmesini işaret eden
Nazmi Kaptan da şilebin süvarisine şu kesin
emri verdi: ‘‘hemen teslim olunuz!’’ O sırada
mülazım Seyfi Bey de fora top ederek namluyu Urania’nın kaptan köprüsüne çevirivermişti. Her şey o kadar ani olmuştu ki, Yunan
süvari telsizini bile kullanma fırsatını bulamamıştı! Nazmi kaptan Gazal’ı Yunan şilebine aborda ederek İkinci Kaptan Mülazım
Sabri Bey’i, yanında silahlı üç askerle birlikte
gemiye çıkardı. Göz açıp kapatıncaya kadar
kaptan köşkü kontrol altına alındı, telsiz susturuldu, süvari, ikinci kaptan ve çarkçı başı
esir alınıp Gazal’a getirildi. Gemide 2.200
ton kereste ile 65 ton karpit vardı. Onlara da
hemen el konuldu.45 tonluk küçücük Gazal
römorkörünün esir aldığı 1.465 tonluk koca
Urania şilebi, yıllarca Samsun adıyla Türk
bayrağı altında hizmet gördü. Gemi önce
Türkiye Seyr-i Sefain İdaresi’ne devredildi.
Sonra 1927’de Kırzade Şevki Bey tarafından
satın alınarak Galata adı verildi. Cumhuriyetin ilanından sonra İstanbul Limanı’na geri
dönen Gazal ise, yine eskiden olduğu gibi
kah gemileri çekerek kah peşindeki koca
koca mavnaları sürükleyerek daha uzun yıllar çalıştı.
deneme
@bona dea
5 1. B ölge
Dünyanın en çok komplo teorisi üretilen ve
gizemini sürdüren "area 51" olarak da bilinen
bu yer. Amerika birleşik devletleri'nin nevada eyaletinde las vegas'ın 153 km kuzeyinde gloom gölü yakınlarında 76 km.Karelik
bir alana kurulan devasa bir üsdür. Amerikan hava kuvvetlerinin uçak test geliştirme
merkezi olarak da bilinir. Ancak bu bölgeye
sadece özenle seçilmiş çalışanlar ve devletin
üst kademe yetkililerinden başka kimsenin
giremiyor oluşu, hava sahasının uçuşa kapalı oluşu ve üst düzey güvenlik önlemleri altında yasak bölge oluşu, "area 51"i fenomen
yapıyor.
nucunda bir rus uydusu rarafından çekilen
görüntülerin yayınlanmasıyla ortaya çıkmıştır. Ancak yetkili makamlar böyle bir bölgenin varlığını roswell ufo kazasından yıllar
sonra açıkladılar.
51. Bölgenin gizemi, 1947 yılında roswell´in
kuzeyinde lincoln bölgesi´ndeki corona´ya
bir 1unidentified flying objec" yani ufo'nun
düşmesiyle başladı. İçinde biri canlı üç dünya dışı varlık vardı. Fakat bölgedeki askeri
hava üssü olayı "hava balonu düştü" diye
örtbas etmiş ve gerçekleri saklamıştı. Olayın
bir kaç görgü tanığı da vardı. Dönemin american başkanı eisenhover gizli bir yolculuk
yaparak bölgeye gitmiş ve denilene göre
Üs çöl ortasına kurulmuştur etrafında ne bir uzaylıların cesedini görüp canlı olanıyla ileyerleşim yeri, ne bir dinlenme tesisi vardır. tişim kurmaya çalışmıştı.
. En yakın yerleşim yeri rachel kasabasıdır.
Bölge topraklarına giriş yasaktır.30 Mil dahilinde amerika başkanı bile bölgeye özel
izinle girer. Üssün tek yolu vardır ve bu yol
asfalt değildir. Bölgede güvenliği gammo
dudes ismi verilen korumalar sağlar. Yasak
bölgeye girenleri vurma haklarına sahiptirler. Bölgede cep telefonu, pusula ve dijital
saatler çalışmaz. Yüksek çözünürlü kameralarla 7/24 izlenir amerikan hava kuvvetleri
tarafından havadan da korunur. Bölgenin
varlığı rus gizli servisi kgb'nin çalışmaları so3 0 youreads
UNIVERS
AL M
A G A Z I 2016
NE MARCH
kanal
temmuz
2 0 11
@bona dea
deneme
Ufo kazasını teksaslı bir petrolcü, silas newton ve manyetik alan fizikcisi leo gebauer'
da gördüklerini söylemişlerdi. Kazanın üstü
kapatılmıştı. 1993 Yılında roswell olayını
konu eden bir özel bir sinema filmi yapılınca amerikan kamuoyunun dikkati tekrar 51.
Bölgeye yönelmişti.
2014 Yılında 51.Bölge hava üssünde görev
yapan emekli uzay ve havacılık mühendisi
body bushman ölmeden yaptığı itirafla bir
kere daha dikkatleri üzerine çekti. Bushman
itirafını videoya kaydetti ve kamuoyunla
paylaştı. İtirafında uzaylılar ve ufolar hakkındaki çalışmalardan bahsediyordu.
Body bushman ileri teknoloji ve havacılık şirketi lockheed martin için ileri derecede uçak
konsept çalışmaları yapıyordu lockheed
martin şirketi balistik füzeler, mühimmatlar,
radar, uydu uçak sistemleri, fırlatma araçları
yapıyordu. Nasa'nın orion uzay mekiğini de
yapmışlardı. , Bu projelerde çalışan araştırma ekibi özel izin ile gizli olan bilgilere erişebiliyorlardı. Bushman'ın iddiasına göre 51.
Bölgede uzaylılar vardı amerikan hükümeti
geldikleri gezegene quintumnia yani güneş
dışı gezegen diyorlardı. Uzaylılar yaklaşık
200 yaşında kıkırdaklı iskelet yapısına sahip,
iri gözlü göz bebekleri olmayan, 1.50 Cm
boyunda perdeli ayaklı canlılardı. Çok zekiydiler. Bushman'a göre bu dünya dışı varlıklar
uzay gemisi yapıyorlardı. Bölgenin altında
gizli bölümlerde dünya dışı varlıklarla çalışıyorlardı. İnsan kobayların da kullanıldığı bu
deneyler gizli tutuluyordu. Uzaylılarla çalışan bilim adamlarının çalışmalarına şahitlik eden bushman perdeli ayakları olanların
quintumnia'dan geldiklerini ve dünyalılara
daha yakın olduğunu, diğer dünya dışı var3 1 youreads
UNIVERS
AL M
A G A Z I 2016
NE MARCH
kanal
temmuz
2 0 11
lıkların ise daha düşmanca bir tavır gösterdiğini anlattığı videosunda fotoğrafları ve
belgeleri de paylaştı.
40 Yıl hughes aircraft, general dynamics,
lockheed martin ve texas instruments gibi
şirketlerde önemli araştırmalarda bulunan
bilim adamımının söyledikleri gerçek mi halüsinasyon mu, uzaylılar ve insan formları var
mı bilinmez ama bilinmez.Uzaylılar var mı?
Üs bölgesinde ne yapılıyor bilinmez ama 51.
Bölge gizemini korumaya devam ediyor.
@bona dea
deneme
@dufduf
Fra n sa'da
N ele r Oluyor
Türkiye’de ne olsa Fransa’da duyuluyor, ama
Fransa’da her olan Türkiye’de duyulmuyor.
İlginç.. Mesela Türkiye’de Mayıs 2016’da
dokunulmazlıklar kaldırıldı, Türkiye haber
kanallarından önce Le Monde (Fransa’nın
geniş kapsamlı gazetesi) haberi yayınladı.
Tabi; sebepleri, neleri kapsadığı konusunda
eksikler ve yanlış analizlerle doluydu, o ayrı..
Bunun yanında, aynı tarihlerde Fransa’da
geniş kapsamlı “işçi eylemleri” yaşanırken
Türkiye’de bunun i’sinden bahsedilmedi.
Hatta aynı dönemde MS804 nolu uçuş koduyla Fransa’nın Paris Charles de Gaule
Havaalanı’ndan kalkıp Mısır’ın Kahire kentine uçan Egyptair uçağının düşmesi/düşürülmesi konusunda Fransa’da büyük tartışmalar yaşanırken, Türkiye’de uçağın düştüğü
bilgisi bile duyulmadı, ilginç..
El Khomri Yasasi
Fransa Çalışma Bakanı Myriam El Khomri tarafından 17 Şubat 2016’da ilk kez sunulan
çalışma yasası, hükümete göre; “maaşlı çalışanları korumak, işe alımı teşvik etmek ve
yeni iş pazarlarına girişte şirketlerin zaman
kaybını önlemek” amacını taşımaktaydı. Bu
nedenledir ki yasa kendisinin adı ile anılmakta, “El Khomri yasası” olarak bilinmektedir.
Yasa tasarısı kamuoyu ile paylaşıldıktan kısa
bir süre sonra; sendikalar, öğrenci grupları
ve sol görüşlü grupların büyük bir kısmı tarafından, ilerici/reformist olmadığı, tersine geriye dönüş olduğu şeklinde yoğun eleştiriler
aldı. Tüm bu eleştirilere rağmen yasa, hükümet sorumluluğu altında (49.3 nolu yasanın
Gelelim işçi eylemlerine.. Fransa’da bilinen verdiği hakla; bkz. bölüm 49.3) Assemblée
adıyla “El Khomri” yasası, Mayıs 2016’dan Nationale’de (Fransız parlamentosunda) ilk
aylar önce konuşulmaya başlandı, ama he- kez okunarak resmileştirildi.
reketli ve ateşli eylemler Mayıs 2016’da yasanın 49.3 diye bilinen bir diğer yasaya isti- Bu yasa ile amaç çalışanların haklarını korunaden parlamentoda oylanmadan hükümet mak olarak gösterilse de yasa, işverenlere
tarafından kabul edilmesi ile başladı. Neden çalışanların çalışma saatlerini istediği gibi
El Khomri? 49.3 nedir? Tüm cevapları bu ya- ayarlayabilme ve kolay işten çıkarma hakları
zının içerisinde vermeye çalışacağım..
veriyor.
3 2 youreads
UNIVERS
AL M
A G A Z I 2016
NE MARCH
kanal
temmuz
2 0 11
@dufduf
deneme
Şimdiki yasa haftalık çalışma saatlerini 35
saat olarak belirlemiş, fazladan çalışılacak ilk
8 saat için saat ücreti için normalın %25’i, 8
saat sonrası için %50’si kadar fazla ödeme yapılmasını öngörmüştür. Bu fazladan çalışma
ile, çalışma saatleri haftada en fazla 60 saat,
12 hafta boyunca ortalama en fazla 44 saat/
hafta, günde en fazla 10 saat olabilir ve işveren çalışanından en fazla bir sene boyunca
fazladan çalışma yapmasını isteyebilir. Yeni
yasanın son hali ile, işverenin çalışanından
isteyebileceği fazladan çalışma süresi 1 yıldan 3 yıla çıkartılmış, en fazla 44 saat/hafta
çalışma süresi de 46 saat/hafta’ya, günde 12
saate kadar çalışma izni çıkmıştır. Yeni yasanın ilk önerildiği hali çok daha ağır koşullar
içermekteydi. 50 çalışandan az olanı firmalara günlük işçi çalıştırma hakkı (Turkiye’de
de geçici işçi yasası olarak kabul edilen), 46
saat/hafta fazladan çalışmanın 16 hafta boyunca yapılabilmesi gibi maddeler içermekteydi.
Yeni yasanın ilk hali işverene; birden fazla çeyrekte müşteri talebi ya da ürün satışı
düşüşü, aylar süren üretim kayıpları, önemli miktarda nakit kaybı, teknolojik değişimler, rekabeti korumak adına organizasyonel
değişiklikler gibi gerekçelerle işten çıkarma
yetkisi veriyorken, yasa hafifletilerek “ekonomik zorluklar nedeniyle işten çıkarma”
gerekçesi listeden çıkarılmıştır.
Yasanın bir diğer düzenleme maddesi ise işveren ve çalışan arasındaki kontrat ile ilgili.
Şu anki yasa ile, herhangi bir firma istihdam
artırımı amacıyla yeni bir pazara giriş yapmak isterse bunu kabul etmeyen çalışanlarını işten çıkarma hakkına sahip değil, ancak
yeni yasa ile bu hakka sahip olacak. Tabi bu
3 3 youreads
UNIVERS
AL M
A G A Z I 2016
NE MARCH
kanal
temmuz
2 0 11
noktada sendikaların veto hakkı olacak, ancak Fransa’da bir firmada birden fazla sendika yer alabildiğinden bu hakkı kullanmak da
pratikte çok kolay olmayacaktır.
Yürürlükte olan yasa ile çalışanların sürekli
gelişim için eğitim ve kariyerlerinde yaşayabilecekleri sıkıntılar sebebiyle kişisel işletme
hesapları açma hakları bulunmakta. Yeni
yasa ile bu hesaplara yatırım hesabı ekleniyor ve eğitim için açılan hesabın üst limiti
artırılıyor. Bu yasa aynı zamanda, genç nüfusun istihdamını artırmak adına eğitimsiz ve
işsiz gençlerin istihdamı adına işverenlere
teşvik verilmesini de içeriyor. Yeni yasanın
bu son paragrafa konu olan maddeleri de
çalışanların ağzına bir parmak bal çalınması
kısmı oluyor aslında..
49.3 Nedir?
Fransa‘nın 1958 yılında yayınlanmış olup
günümüzde hala geçerli olan “beşinci cumhuriyet” anayasasının 49’uncu maddesi
(34’üncü ve 51’inci maddeleri arası) hükümetin parlamentoya olan politik sorumluluklarını tanımlamaktadır. Parlamenter sistemin
genel yapısını anlatan bu anayasa maddesi,
aynı zamanda parlamentarizmin örgütlenmesini yani aslında hükümetin istikrarının
garantisini sağlamak üzere yayınlanmıştır.
Bir önceki anayasanın tüm içeriğini taşımakla beraber 3’üncü bir fıkra eklenerek hükümetin eline çok güçlü bir silah verilmiştir. Bu
3’üncü fıkra ile amaç hükümetin istikrarını
sağlayıp sık yaşanan hükümet düşmelerini
engellemektir (ki “dördüncü cumhuriyet”
döneminde sıkça yaşanmıştır). Bu fıkra kısaca “bir yasanın kabulü için hükümetin parlamentoda oylama yapmaya ihtiyacı olmadı-
@dufduf
deneme
ğını” söyler. Bu maddeye baktığınızda aslında bir demokrasi değil diktatörlük yasası gibi
geliyor değil mi? İşte şu anki Fransız hükümeti de “politik krize” yol açmamak için, bu
anayasa fıkrasının kendisine verdiği yetki ile
bu yeni çalışma yasasını oldu bittiye getirip
onaylamıştır. İşte bu yüzdendir bugünlerde
tüm Fransa’da yaşanan büyük protestolar ve
grevler.
1958 yılından beri, dördüncü cumhuriyet
döneminde bu madde hükümetlerce tam
86 defa; toplumda kriz yaratacak, protestolara sebep olacak neredeyse tüm yasa önerilerinde kullanılmıştır. Bundan bir önceki
kullanımı da yine şimdiki başbakan Manuel Valls döneminde 2015 yılında yine bir
çalışmayı düzenleme yasası onayı (Macron
yasası olarak bilinen, gece ve Pazar günleri çalışmasını düzenleyen yasadır) sırasında
olmuştur. Fransa’da yaşayan herkes bilir ki
Pazar günleri heryer (istisnalar vardır tabiki)
kapalı olur, o gün herkes için aile ve dinlenme günüdür. Bu yasa ile hükümet ekonomiyi canlandırmak adına alışveriş merkezlerinin, mağazaların, fırınların ve hatta yapı
marketlerinin Pazar günleri de açılabilmesinin önünü açmıştır. Bu yasaya karşı çıkanlar
da tabiki bu sektörün çalışanları olmuştur.
Hatta Fransa’da bir fıkra vardır, konuyla ilgili:
ünlü Amerikalı şarkıcı Madonna, Fransa’da
bir şato almıştır ve restorasyonunu yaptırmak istemektedir. Fransız işçiler işin ne
kadar süreceğini, ne kadar tutacağını söyledikten sonra Madonna sürenin uzun olduğunu, onlara Pazar günleri ve tatil günleri
de çalışmaları karşılığı 3 katı para ödeyeceğini söylemiştir. İşçiler Madonna’ya isterse
10 katını ödeyebileceğini ama yine de Pazar
ve tatil günleri çalışmayacaklarını söylemiş3 4 youreads
UNIVERS
AL M
A G A Z I 2016
NE MARCH
kanal
temmuz
2 0 11
lerdir. Kıssadan hisse, Fransızlar azıcık aşım
ağrısız başım diyen bir millettir. Pazar ve tatil günleri değerlidir, bunu para ve mevki ile
değişmezler.
Sonuç olarak, El Khomri yasasını hükümetin kendi kendine onaylamasıyla insanlar
sokaklara dökülmüş, yasayı protesto etmiş,
e tabi arada provokatörler çıkmış polislere
saldırıp arabalarını ateşe vermiş, mağaza
camlarını indirmiş; tüm bunlara rağmen ilginçtir ki polis bu saldırganlara tek bir şiddet
uygulamamış, yangına körükle gitmemiştir.
Bunun yanında Fransa’da bulunan 8 petrol
rafinerisinden 6’sı greve gitmiş, petrol ürünlerinin dağıtımı geçici olarak durdurulmuş,
bu nedenle aşağıdaki fotoğrafta görüleceği
üzere kilometrelerce benzin kuyruğu oluşmuş, benzin istasyonları kullanıcı başına
satışı 20 litre ile sınırlandırmıştır. Bu görüntüler bana karne ile ekmek alınan dönemleri hatırlatmış, hem güldürmüş hem düşündürmüştür..
@dufduf
şiir/deneme
…BENCE AŞK…..
…Bir arkadaşla yazışıyordum.Konu aşka gelip dayandı.Bana bir sürü şeyler anlattı kendince.Gülümsediğimi fark edince,peki sence nedir aşk öyleyse ? diye sordu.Bende kendimce yazarak ifade ettim.Aşağıdaki sözler biraz düzenlenmiş halleridir sözlerimin. …
zamanın bolluğunda zamanı tüketip dar alana sıkıştırmak değildir aşk …zamansızlığın
içinde zaman ayırabilme becerisidir aşk …bazılarının hayatında sanki bir çeşit çeşni
gibidir aşk:olursa iyi olur..ama olmazsa çokta tiii…Bence bu aşk değildir. …Evde iş
yaparken,bir kitap okurken,otobüsteyken,dersteyken kısacık bir an ara verip,sevdiğini
arama,mesaj atma iç güdüsüdür aşk, …ya da dinlenme molasındayken bile yazma
gereği içinden gelemeyen birine lükstür aşk… …Koskoca bir günde,24 saat gibi bir zaman diliminde,1440 dakikanız varken elinizde, yeterince vakti ayırabilme becerisidir aşk.
Yani,kaçamak zamanlara sıkıştırmadan ,geniş zamanlarda doyasıya yaşayabilme becerisidir aşk. Şayet bunu yapmıyorsanız,kendinizce bir takım bahaneler üretiyorsanız mutlaka
bir ayna karşısına geçip gözlerinizi gözlerinize dikerek şu cümleleri tekrarlayınız: “Ben bir
aşk için fazla olgunum.Bunu fark ettim.Ben gidip kıldan,tüyden şeylerle vakit geçireyim.
Sahte dostlarla kahve içip fallara bel bağlayayım,sık sık günlere gideyim,her günüme TV
Dizleri yerleştireyim,yürüyüşe çıkayım vs…vs…“ deyin. İnanın rahatlayacaksınız.Hem
kendinizi,hem karşınızdakini törpülemekten kurtarmış olacaksınız. Ve sizin için önem derecesi oldukça aşağılarda olduğunu tesbit ettiğiniz duygunun aşk olduğunu sanmak hem
kendinize,hem karşınızdakine ihanettir zaten. Ve lütfen “aşk”a saygılı olun
Süleyman Altunbaş….02 Temmuz 2016...
3 5 youreads
U N I V E R kanal
SAL M
A G A Z I 2016
NE MARCH
temmuz
2 0 11
şiir
…ISSIZLIĞIN SESSİZLİĞİNDE KENDİME SARILDIM…
Âsi Serçem,
Şimdi deniz mavisi düşler zamanı
Saçak altı bir ıslanmışlığın hüznü barınır ellerinde
Kimsesiz çocukların
Susuzluk,heceler kendini bir bardak soğuk suda
Bir adım yalnızlık koşar güz türkülerinde
Kıl çadırlar ısınır nefeslerin buğusunda
Bir gelin ağlar yağız bir delikanlının gözbebeklerinde
Bir alevin ayağı incinir gönülde
Ve Sen mahmur uykuları kovalarsın göz kapaklarında
Benimse,dikenli teller gibidir sensizliğim:
Kendini kanatan…
N’olur !
Beni bende tüketecek
Bir alevde sen yakma gönlümde
Yoksun
Islığımın çocukluğunda kayboldum
Hükümsüzüm
Ey vefâsız !
Ben mırıldanırken sevdaya dâir sözler,
Zâyi olmuş zamanda tüketiyor kendini şarkılarda
Besteler dayanmıyor kırık notalara
Buz kestim
Kayboldum gecede
N’olur deniz mavisi düşler/im/de bul,
Ve maviye boya beni !
Mavi kelebeğim,
Beni bir suskunun içine hapsederek
Umarsızca çekip gittin
Sen,gül !
Sen gül ey vefâsız !
Gül !
Ben ağlamaları kendime sakladım
Şimdi gözlerimi açsam,
Ve sen bir çığlık gibi düşsen yanıma
Kanatsan lâcivert gecemi
Kurtarsan sensizliğimden
Uçursan beni kanatlarının altına alarak
Mavi göl manzaralı dağ kulübemize
Heyhât
Yoksun !
Oysa bende ne çoksun
Issızlığın sessizliğinde kendime sarıldım
………12:17/ suskun bir cumartesi /02.07.2016
M A R C H 2 0 1 1temmuz
U N I V E2016
R S A youreads
L M A G A Zkanal
INE 36
şiir/deneme
Sen misin?
düşündükçe düştüm kalbimin kör odalarından
yarım kalmış bir şarkı vardı yıllar öncesinde,
duymadım başka, duymadım hiçbir yerde.
yalvarırcasına "dur" dediklerim gitti,
ben de kalmadım bende,
bir sigara gibiydim, nedendir bilmem basmadılar üstüme
yavaş yavaş söndüm ben de.
gözlerim dalar oldu bazen kahkahalar ortasında,
birdenbire uzaklara.
yani hiçbir gülüş uyandırmadı beni,
ben de uyanmak istemedim.
bilmiyordum ki hayatın bu kadar kısa olduğunu,
bilmiyordum, babam ölmedi.
ayı güneş sanmak gibi bir şeydi bu,
bir çift gözü yıldız...
denk gelemedik bir türlü,
bunca kalabalık varken
söyle, nasıl bulayım seni.
sen misin geceler boyu düşündüğüm,
soruların cevabı.
sen misin denizin ortasında susadığım,
toprakla yağmurun buluştuğu anda
gözlerimi kapayıp derin bir nefes aldığım,
sen misin, yaşlı gözlerimden damlayan?
@samurai
3 7 youreads
U N I V E R kanal
SAL M
A G A Z I 2016
NE MARCH
temmuz
2 0 11
şiir
BEKLEMEK VE UMUT ÜZERİNE
beklemek...
öznesi 'umut' olan cümlelerin, mastar halinde selam
duran fiili
çok yakın arkadaş olsalar da bu iki kelime
aralarına birkaç zamir,sıfat girince ayrı düşüyorlar
umut, cümlenin başından el sallıyor noktadan bir önceki durağa
beklemek durur mu?
o da elini kaldırıyor
cümlenin sonundan ses ediyor
cümlenin en başındaki umuda.
gel zaman git zaman gezip dolaşıyorlar bu iki dost
kitaplarda, çay sohbetlerinde, 'lafların gelişinde'
yahut bir sevdalı türkünün tekrar eden yerlerinde...
öylesine salaş
ama vazgeçilmez...
hayal mekanlarında demliyorlar hüzünlerini
bir kuşun kanadını mekan eyleyip
bir karıncanın sırtına yük olup
bir çocuğun serçe parmağına konup
gelip kuruluyorlar el ele
büyük kentlerin küçük yüreklerine...
küçük dediğime bakmayın
ellerinizin ölçüsünü bilmem
uzun parmaklarımla iki karış sayarım
öylesine bir endam işte
gelip kuruluyorlar yüreklere
bir gidişin ardından gelmeleri tesadüf olamaz
kuşların sır tutamadıklarını söylemiş miydim size?
neden geliyorlar sanıyorsunuz?
...
evet, bir terk-i diyarın arda kalan acılarını gözlemek için
şimdilerde durumlar farklı bilirsiniz
'yollar yapıldı, köprüler kuruldu'
yani yediğimiz(!) pilava
doyduğumuz(!) makarnaya
ısındığımız(!) kömüre şükürler olsun ki
hakkı verildi(!)
elimizi tutan her kim varsa
onun gidişine kolaylık sağlansın diye!
çift kale maçların inönü'sü olan sokaklara
karşıdan karşıya geçerken,
tekrar sola bakmayı unuttuğumuz caddelere
meydanlara...
asfaltlar döküldü...
ki saygısızlık etmedim
asfalt kokusunu bile sevdim!
-görüyorsunuz bayım
cümle geldi kuruldu dedim
şahsi düşlerimi zor tutuyorum
ben de beklemekten tükendimama ne inatçıdır ki 'umut' vazgeçmedi 'beklemekten'
bir çiçek oldu kaldırımların arasında
bir gülümseme olarak kaldı çocukların avuçlarında
ve bir damla oldu düştü yağmur adıyla
-evet bayım, bilirim
yağmur sonrası içime çektiğim toprak kokusuna and
olsun ki
'şemsiye yağmura yapılmış saygısızlıktır'işte böyle sonbahar tadında bir hikayenin
yolları kaplayan kuru yaprak sarıları tonunda
ya da karşı binanın eskimiş duvarları renginde
kısacası hüzün dağıtan soluklukta
öylesine hüsran kokan bir eylemdir beklemek
umudun yoldaşı,
cümlelerin uzak öğesi
ama unutmayın bayım
her ne kadar aynı cümlede yaşayacak kadar yakın olsalar da
umut öznedir
her yere adım atar
beklemek yüklemidir cümlenin
bir adım geriye gitse
düşünceler 'devrik' sayılır, cümlede kıyamet kopar
@araf
M A R C H 2 0 1 1temmuz
U N I V E2016
R S A youreads
L M A G A Zkanal
INE 38
S Er C
T iIm
ON NAME
es
3 9 youreads
U N I V E R kanal
SAL M
A G A Z I 2016
NE MARCH
temmuz
@yudum cetin
2 0 11
S EçC
ON NAME
i zTiIm
4 0 youreads
U N I V E R kanal
SAL M
A G A Z I 2016
NE MARCH
temmuz
@yudum cetin
2 0 11
sE
S E C TyI o
OuNr eNaAdM
youreads kanal temmuz 2016
iletişim: [email protected]
kanal
M A R C H 2 0youreads
11 U N I V
E R Stemmuz
A L M A G2016
AZINE 41

Benzer belgeler