- Muhammedi Melamet
Transkript
- Muhammedi Melamet
S e l â m l a r. . . B’ismillah’ir-Rahman’ir-Rahîm Sevgili Dostlar, www. tasavvufdernegi.com ISSN : 2149-5505 Sahibi: Tasavvuf Kültürünü Araştırma ve Yaşatma Derneği Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Numan ÇIPLAK Yayın Kurulu Ali Havuç Orhan Yazıcı Ali Mahmut Can İsmet Bıçak Kapak Tasarım Metin Bozdemir Grafik & Mizanpaj Metin Bozdemir Baskı ve Hazırlık Birleşik Matbaa 5619 Sokak No: 1 Çamdibi - İZMİR Tel: 0. 232 433 68 66 Gsm:0. 506 469 79 44 www. birlesikmatbaa.com Sertifika No: 14892 Basım Tarihi 01 Eylül 2015 Yönetim Adresi 6411 sokak No: 9/4 Şemikler Karşıyaka - İZMİR Tel:0232 336 81 86 Gsm: 0505 669 09 21 E-mail: muhammedimelâ[email protected] Allah’ın rahmeti, bereketi, Rasulü Hz. Muhammed Mustafa Efendimizin şefaati İslâm ümmetinin üstüne olsun. Gönüllerimiz Allah ve Rasulüyle O’nun Ehl-i Beytinin sevgisiyle nurlansın. Dergimizin 2. sayısıyla hamdolsun beraberiz. Bu sayımızda Melâmet anlayışının Muhammedî olması gerektiği hususunu derinlemesine inceleyen bir yazı tefekkür alemimizi nurlandırıyor. Hem haramdan hem helalden dost edinip, haramı helal olarak benimseyip kendini de melami ilan eden sapık bir zihniyetin mensuplarının içler acısı ibretlik halini gözlerimizin önüne seren sohbeti hayretler içinde okuyacaksınız. Hicreti meydana getiren sebebler ve Hicretin gerçekleştirilişi, Hicretin mana aleminde her an devam ettiğini, bugün kendimize “Sen Hicret’ini yaşadın mı?” diye sormamız gerektiğini vurgulayan ve düşündüren yazı sizleri bekliyor. İslâma düşman bir zihniyetin, müslüman kisvesi altında İslâm’a ve müslümanlara verdiği zararın hiç kesilmeden bugün de devam ettiği “Dergahımızdan Özel” bölümünde anlatılıyor. Kur’an-ı Kerim’in taşıdığı edebî özelliklerinin dile getirildiği zarif yazı dergimizi süslüyor. Dervişin kim olduğu, insandaki vicdan ve nefsin ne manaya geldiği, iman ehlinin mutlaka imtihandan geçeceğini işleyen yazıları zevkle okuyacaksınız inşallah. Dergimizde güzel ilahilerin yer aldığını ifade etmek de bizleri mutlu ediyor. Bu ilahilerde ezeli ve ebedi hakikatler çok etkili bir şekilde mısralare dökülmüş. Ülkemizin karanlık güçlerce kontrol altına alınmak istendiği bu günlerde hayırların celbine, şerlerin def’ine, biribirimize dualara vesile olması dileğiyle selam ve hürmetler ederiz. Hicri yeni yılımız hayırlı olsun. Kerbelâ’daki zulmün failleri olan zalimlerin torunlarının şerrinden, Allah dinimizi, ülkemizi ve milletimizi korusun. Muhammedî Melâmet Dergisi 2 İÇINDEKILER Hasan Hilmi SOYYİĞİT Sidre HANNANE Makbul Değildir Muhammedî Olmayan Melâmet 3 Kur’an-ı Kerim’in Edebî Sırları . . . . . . . . .. . . . . . . . . . 52 Hüseyin Sabri SOYYİĞİT Halil ARAS Var Onlarla Kal. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . .13 Nur-u Muhammed Ümmetiyiz!. . . . . . . . . . . . . . . . . . 55 Haramı Helâl Kabul Etmiş; Kendini de Melâmi (!). . 17 Ali HAVUÇ Gönlümün İçinde Sultanım Ali!. . . . . . . . . . . . . . . . . . 56 Hasan AKTAŞ Hicret (Fenadan Beka’ya Yolculuk!). . . . . . . . . . . . . . 22 Ahmed Ziyaeddin SOYYİĞİT Derviş, Gönlünü Allah’a Veren!. . . . . . . . . . . . . . . . . . 57 Erdinç ÖZKAN Girdim Melâmet Yoluna!. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 31 Hamza KILIÇ Vicdan ve Nefis!. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 60 DERGÂHIMIZDAN ÖZEL Kur’an ve Ehl-i Beyt . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .32 Hatice ÖZERENLER Aşkullah Doldur. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . .63 Fazilet ÇITACI İnceden İnceye!. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 42 Mürsel KARACA Bugün Dostlar Bir Hâl Oldum . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .64 Mehmet SOYYİĞİT İman, İmtihandır! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .43 Mehmet GÖNÜLLÜ Muhammedî Melâmiyiz. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 51 3 Hasan Hilmi SOYYİĞİT Gönül Bağından MAKBUL DEĞILDIR; MUHAMMEDÎ OLMAYAN MELÂMET! Melâmet; Allah’ta yok oluşun, Hz. Muhammed’le var oluşun hâli ve zevkidir. Bunu ancak tevhid kelimesiyle ifade edebiliriz ki: “Lâ ilâhe illallah Muhammedür Rasulullah” Gönül Bağından 4 Hasan Hilmi SOYYİĞİT Makbul Değildir; Sevgili Dostlar, Dergimizin ilk sayısındaki “Muhammedî Melâmet Dergisine Hoşgeldiniz!” yazısına gösterdiğiniz ilgiye çok teşekkür ederim. Yazıda ifade edilen hakikatleri daha iyi anlayabilmek için yardım istiyorsunuz. Bu isteği yerine getirmek için yazıyı sizlerle daha detaylı olarak paylaşıyorum: Yazımızın ana fikirini şu cümle oluşturuyor: Muhammedî olmayan Melâmet, makbul ve maksud değildir, olamaz da! Kardeşlerim, Melâmet; Allah’ta yok oluşun, Hz. Muhammed’le var oluşun hâli ve zevkidir. Bunu ancak tevhid kelimesiyle ifade edebiliriz ki: “Lâ ilâhe illallah Muhammedür Rasulullah” “Lâ ilâhe illallah”sız tevhid olamayacağı gibi, “Muhammedür Rasulullah”sız da tevhid olmaz. Allah’sız tevhid edenler, müşrik; Muhammed’siz tevhid edenler, münkirdirler. Allah’ı Muhammed’iyle tevhid edenler, muvahhiddirler. Bütün peygamberler “Lâ ilâhe illallah” ile geldiler. Hz. Muhammed (sav) “Lâ ilâhe illallah Muhammedür Rasulullah” ile geldi ve “Benden sonra peygamber gelmeyecek.” dedi. Muhammedür Rasulullah ile tevhidi ikmâl etti. Âlemin ve Ademin var oluş hikmeti bilindi. Evvelin ve Ahirin sırları açıldı. Tenzih ve teşbih, tevhid olundu. İsa (as) gökten indi, Mehdi (as) zuhur etti. Hiç gizli bir şey kalmadı. Kur’an indi, sünnet yaşandı ve yaşanıyor Rasul Muhammed’le Allah arasında. Muhammed kesretin, halkın, esmanın açığa çıkması ki, Hazret makamı. Rasul, Kavseyn makamı ki, bir yüzü Hak, bir yüzü halk. Allah, Ahadiyet sırrı. Hakk’ın Ahadiyetinden, Vahidiyetine tecellli eden hakikatlerin Hak tarafından Rasul Muhammed’e yani halka iletilmesi sözlü, fiili, takriri... İşte bunun adı İslâm! Allah katında din İslâm’dır. İslâm, teslimiyet ve rızadır. Kendi varlığından izhar ettiği ve Muhammed’inden açığa çıkardığı varlığın (ki o varlık insandır) Allah’a teslimiyeti “Lâ ilâhe illallah”tır. Hz. Muhammede tabi olup da kulluğunun bilincine varması ve bu sayede rızaya ermesi “Muhammedür Rasulullah”tır. O insan ki, teslim olmuş ama kulluğunun şuuruna ermemiş. O zaman bir peygamber gelecek, o uruç edeni nuzûl ettirecek, kulluğa indirecek. Onun için yukarıda dedi ki İsa geldi, Mehdi zuhur etti. Bizim uruç ve nuzûlümüz Muhammedür Rasulullah ile tamamlandı. Kim gelip de ne diyecek, ne getirecek? Gönül Bağından Hasan Hilmi SOYYİĞİT Makbul Değildir; Allah, Ahadiyetinden Vahidiyetine, Uluhiyetine nuzûl etti. Vahidiyetinde Hak ismini aldı. Ve O, öyle bir birlik ki; bir yüzü Hak, bir yüzü halk! kuruna gömülerek gitmeyeceksin. Senin tabutuna melekler omuz verecek, ruhaniler koşup gelecek! Ve sen omuzlar üzerinde vuslata uçan bir hakikat eri olacaksın... Halk, Cenab-ı Hakk’ın ilminde vücut olarak mevcut değildi; ilim olarak mevcuttu. Bu yolu bize Hz. Muhammed (sav) Efendimiz açtı. Bu yol, vuslat yolu. Bu yol, ölüm yolu değil; ölmezlik yolu, Beka yolu! Dostum, Seni anlatmaya çalışıyorum. Senin bir varlık olarak bu aleme gelişini anlatmaya çalışıyorum. Nerden geldiğini, niçin geldiğini, görevinin ne olduğunu... Bu aleme niçin geldin, görevin nedir senin Yaratan ne istiyor, haberin var mı senin Sen bu varlık elbisesini giymeden, Cenab-ı Hakk’ın daha isim ve sıfatları belirmeden, O, mutlak gaybında iken, Ahadiyetinde iken, sırf zat iken, Vahidiyetine nuzûl etti, bilinmesini murad etti, sevdi. Zatına olan muhabbetinden Muhammed’ini zuhura getirdi. Muhammed’ine olan muhabbetinden, melekleri, felekleri, arşı, kürsü, insi, cinni bütün varlığı zuhura getirdi. Ey Allah’a muhatap olarak seçilen ve insan ismini alan varlık! Sen, kendini bilme yolunda insanlığına ulaşacaksın. Nefsini tanıyacaksın, bu sayede Rabbini tanıyacaksın. Varlığı, eşyayı tanıyacaksın ve bu aleme niçin geldiğini idrak etmiş olacaksın. Bu aleme niçin geldiğinin, görevinin ne olduğunun bilinci içerisinde bir hayat süreceksin. Ve dostum, giderken de bir mezar çu- Bize Kur’an, Sünnet senin ikramın Velâyet, Nübüvvet senin makamın Mü’min kulun kalbi senin mekânın Seni gören gözler, senin hayranın Ölmeden evvel ölmenin sırrını yaşayanlar, artık o defteri kapatıp, Beka’ya kanat açan bir anlayışa ulaşırlar. Salik buraya nerden geliyor? Fena-yı Zat’tan geliyor. Üç mertebeyi görüp de geliyor: Tevhid-i Efâl Tevhid-i Sıfat Tevhid-i Zat Tevhid-i Efal’de kendisinde gördüğü, ben yaparım dediği fiillerinden soyunuyor, enfüsünde ve afakında tecelli eden, açığa çıkan, görünen bütün fiillerin fâilini tanıyor. Eyvallah diyor. Lâ fâile illallah ile Fena-yı Efali, Tecelli-i Efali zevk ediyor. Tevhid-i Sıfat’ta enfüs ve afakta tecelli eden sıfatların Allah’a ait olduğunu, O’nun dışında sıfat sahibi olmadığını Lâ mevsufe 5 Gönül Bağından 6 Hasan Hilmi SOYYİĞİT Makbul Değildir; ilallah ile zevk ediyor. Tevhid-i Zat’ta vücudun, mevcudun Allah olduğunun, Hakk’ın dışında bir vücut olmadığının zevkine Lâ mevcude ilallah ile eriyor. Ne oldu? “Küllü men aleyha fân!” âyeti tecelli etti. Herşey fena, nihayet buldu dostum. Kalk, uyan kıyamet koptu! Avam beklesin; gökler yere, yerler göğe karışsın, güneş dürülsün, yıldızlar dökülsün. Bunu bekliyor... Halbuki fena-yı zata uğradığında kendine nispet ettiğin, benim hayatım dediğin, hayat güneşin söndü. Yıldızlar misali görmen, işitmen, konuşman, işlemen döküldü. Fenaya, yokluğa bu şekilde erildi. Sen, sende yok olduktan sonra varlık, Hakk ın varlığıdır. Fakr, yani yokluk, (fakirlik değil) fenaya uğrama halidir, bir zevktir. Fakr tam oldukta o, Allah’tır. Artık sende sana ait, alemde aleme ait birşey kalmamıştır. O zaman mevcut, Hakk’ın varlığıdır. İşte Fena-yı Zat’tan Tecelli-yi Zat’a erince, fenaya uğramış kulun kuvvesinden, Hak kendini izhar eder de “Enel Hak” der. Kulun görmesi bir kuvvedir, gören Haktır. Kulun dili bir kuvvedir, söyleyen Hak’tır. Eli bir kuvvedir, işleyen Hak’tır. Vahidiyyet sırrı zuhura geldi Mansur burada Enel Hak, dedi. Bunu söylerken kendinden bir zerre, bir eser yoktu. Mansur’dan Enel Hak, diyen Hakk’ın ta kendisidir. Burada Hak zahir, halk batın şuhud edilir. Bu şuhud edildikte, zevk edildikte, işte o batındaki halk, esma ve sıfat, Hazretü’l-Cem’de açığa çıktı. Halk nerden açığa çıktı, nerdeydi bu halk? Cenab-ı Hak bu görünen alemi, mükevvenatı bir yerde depo etmemişti. Dostlar, Hakkın Zat’ı, mahluka mekan olamaz. Biz bir mahlukuz, yani yaratılmış varlıklarız. Yaratılmış varlıklar Hakk’ın zatında bulunamazlar. Allah’ın zatı, mahluka mekan, mahal olmaktan münezzeh, âridir. - Peki bu mahluk nerdeydi Efendim? Allah’ın ilminde, vücudu yok varlıklardı, ilmî varlıklardı. İşte Cenab-ı Hak ilminde yani batında olan halkı, batınına tecelli ederek, var kıldı, açığa çıkardı. Sen Allah’ın ilminde, batında iken bu sureti alarak zahire çıktın. Nerden geldin? Hak’tan geldin. Orada nasıl bir vücut olarak var değil idi isen, şimdi de öylesin. Bunu gel anla kardeşim... Velâyet hırkasın eynine giydi Bana benden yakın özümdür benim Kendinden kendini ilan eyledi Tecelli sıfatın örtündür benim Enel Hak söyledim ene olmadan Esma ve ef ’alin halimdir benim Gönül Bağından Hasan Hilmi SOYYİĞİT Makbul Değildir; Ummanı buldum da kendi özümde Sen, Allah’ın ilminde, butununda bir vücut olarak var değilken, senin aslın vücut kokusu almamışken, burada senin gölgen nasıl bir vücut kokusu alabilir? Cenab-ı Hak kendi varlığından izhar ettiği Muhammedinden halkı açığa çıkardı. Muhammedinden açığa çıkardığı kesret, ki bu kesrette en önemli olan insandır. Dağ, taş değil; mükellef insan! İşte bu insanın Allah’a teslimiyetidir Lâ ilâhe illallah. Sen Allah’ın ilminde, Hakk’ın batınında isimler olarak mevcuttun ve seni açığa çıkardı, seni mahlukatın içerisinden özel olarak seçti ve sana insan ismini verdi. Annen baban sana bir isim verdi. Allah Kur’an’da sana insan ismini verdi. Bu insan; fiilinden, sıfatından, vücudundan arındı, soyundu. Vücud-u Hakk’ın mazharı oldu, Allah sırrına erişti. Ey Allah tarafından insan ismi verilen mahluk! “Muhammedür Rasulullah” varlıkta kulluk bilincidir. “Muhammedür Rasulullah” olmadan kulluk bilinci gerçekleşmez. Gider birşeylere tapışırlar; taşlara, tahtalara, putlara... İnsaniyetine ulaş ve insaniyetinin kıymetini bil! Biz bu aleme insaniyetimizi tahsil etmek, onu elde etmek üzere geldik. Buna mahlukat içerisinde başkası seçilmedi. Nefsinin hizmetinde, emrinde vuran, kıran, anneyi babayı darıltan, konu komşuya zarar veren, şeytaniyetinin, şehvetinin esaretinde olan ey insan, dur! Gel bu sıfatlarını, bu kötü ahlâkı terk et. Sen bunun için yaratılmadın, sana Allah, insan ismini koydu. Sen insaniyetini elde et! Biz, Rabbimizin ezelî ilminde insan olarak kodlanmış, bu aleme insan suretini takınıp gelen bir varlık olarak, kendimizi bilme, Rabbimizi tanıma ve Rabbimize kul olma göreviyle görevlendirildik. Dostum, Kulluk bilincine varıp da Rıza-yı İlahiyi tahsil etmesi, o da Rıza. “Muhammedür Rasulullah” varlıkta özellikte insanda kulluk bilincinin, zevkinin açığa çıkmasıdır. Bu yönde de en büyük örnek Muhammedün Rasulullah’tır. Varlıkta kulluk bilinci en önce Hz. Muhammed’le açığa çıkmış ve Hz. Muhammed (sav) kulluğu tercih etmiştir. Efendimizde o, tam bir bilinç, bir zevk, bir varoluş olarak açığa çıktığı için, kulluğu tercih etmiştir. Yani varoluşunun hikmetini idrak eden en büyük müdrik, Peygamber efendimiz kulluğu tercih etmiştir. Ve “Ben şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurmuştur. Bütün kemalat bu kulluğa bağlıdır. Dinimiz İslâm’ı getirdin bize Kur’an’ın hikmetin bildirdin bize 7 Gönül Bağından 8 Hasan Hilmi SOYYİĞİT Makbul Değildir; Güzel ahlâkınla öndersin bize Mevlâ’nın rahmeti seninle bize Biz sevdiğimizi büyütürüz: Efendimiz; velidir, kâmildir, üstündür, yüksektir...” Biz ne kadar ifade etsek, yine azdır. Ama bütün o kâmillerin kemalâtı, kulluk bilincine bağlıdır. O kulluğu idrak edebilme, en büyük idraktir. Çünkü kul, sahibini, efendisini, sultanını tanıyor, sahibinin karşısında yerini biliyor. Öyle bir kul ki, diyeti, Hak olmuş. Hak, onun diyetidir. Kulluk, kula varlık bilinci verir. O varlık bilinci Cenab-ı Hakk’ın ona “kul” demesi, kul olarak onu varlığı ile doldurmasıdır. Kendindeki hakiki varlığın bilincine ulaştırmasıdır. Bu kulun zahiri halk, batını Hak! Bu kula can kurban! Kul demek, Allah tarafından örtülmüş kimse demektir. Kulun kendine ait birşeyi yok ki! Bu kul der ki: “İyyake na’budu” “Ancak sana ibadet ederiz. Ancak sana kulluk ederiz.” Çünkü kendisinde ve âlemde O’nun varlığından gayrı birşey bulamadı. Hakk’ın varlığı ile muhit olduğunu, her şeyi ihata ettiğini, örttüğünü, kendisini izhar ettiğini zevk etti. Hak varlığının, kul mazharından açığa çıkışı! İşte orası Mansur’un “Enel Hak” dediği, Hakk’ın zahir olduğu yer! “İyyake nes’tain” “Ancak senden yardım dileriz. Senin varlığın (yardımın) olmazsa, var olamayız, açığa çıkamayız. Senin varlığın olmazsa biz var olamayız. Bu açıdan sürekli senin yardımına (tecellilerine) muhtacız. Ancak senden yardım dileriz.” demekle kul, bu tecelliler kesilmesin, böyle sürsün diyor. Bu ihtiyaç, kulluktur. Kul, kime ihtiyaçlı olduğunu bilmiş ve O’na yönelmiştir. Kul, Rabbisini bilmiş ve O’na yönelmiştir. O’ndan “İhdinas sıratel mustakîm.” doğru yolu, hidayeti talep etmiştir: Bizi doğru yoluna hidayet et, ilet! Doğru yol, Hz. Muhammed’in (sav) yoludur. “İhdinas sıratel mustakîm.” demek, “Bize Muhammed’inin yolunu ver” demektir. Yukarıda denildi ya: Alem ve Adem, Muhammed mazharından açığa çıktı. Bizim hidâyetimiz ve selâmetimiz, O’na ittiba etmekten, O’na bağlanmaktan geçer. Onun için Muhammedî Melâmiyiz. Sevgili Okuyucular, Fatiha suresinde okuyoruz: “İhdinas sıratel mustakîm.” Bizi dosdoğru yoluna hidayet eyle! Yâsin suresinde de “İnneke leminel mürselin alâ sıratın mustakim.” “Şüphesiz ki sen gönderilenlerdensin ve dosdoğru yol üzerinesin.” Ve yine Yasin’de “ve eni’ buduni haza sıratım mustakim.” “Bana ibadet edin, benim doğru yolum budur.” buyrulmakta. “Bizi doğru yoluna ilet.” derken biz ne diye dua ediyoruz, biliyor musunuz? “Bizi Hz. Muhammed’ine (sav) ilet..!” diye dua ediyoruz. - O doğru yol üzerinde Hz. Muhammed (sav) var. Eğer yolumuz Hz. Muhammed’e (sav) varmıyorsa, yol sırat-ı müstakim değil- Gönül Bağından Hasan Hilmi SOYYİĞİT Makbul Değildir; dir. - Peki efendim, biz Hz. Muhammed’i (sav) nasıl bulacağız? Kardeşlerim, Eğer, biz Hz. Muhammed’i (sav) tarihte, geçmişte, iki zaman dilimi arasında yaşamış bir şahıs olarak algılıyorsak, heyhaat, tren çoktan kaçtı... Zaten o iki zaman dilimi arasına sıkışmış peygamber, bize rahmet de edemez. O doğru yol üzerinde olan Hz. Muhammed’i Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasulullah tevhidiyle bulacağız. Çünkü bu tevhid iki zaman dilimi arasına sığmaz. 571-632 arasına sığmaz. Ya?.. Evveli ahiri kendi içine alır. Zaman kavramını ortadan kaldırır. Biz o tevhid mertebelerinde seyr i sulûk ederek, Makam-ı Cem’den, Vahdetten, esma ve sıfatın açığa çıkıp da halk (Muhammed) ismini aldığı o mertebede Hz. Muhammed’i (sav) bulacağız. Ve o mertebede Hz. Muhammed (sav) bize İslâm’ı tebliğ edecek ve ediyor. Efendimizin en belirgin özelliği Rabbisine kul olmadır. Hz. Muhammed’i (sav) bulmak, O’nun örnek olan kulluğunu bulmak, kul olmaktır. Demek ki biz, Rabbimizin ezelî ilminde ilmî varlıklar iken, insan suretiyle bu aleme geldik, bir varlık kazandık. Bu varlığımızı Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasulullah tevhidinde elekten, süzgeçten geçirip, Hak varlığına ulaştık. Ve nihayet esma ve sıfatları giyinip de bir nefis, bir kul olarak açığa, kesrete çıktığımızda Rabbimize kul olmak, ibadet etmek, itaat etmek görevimizdir. İşte ayet de diyor ki: “Bana ibadet edin, doğru yol budur.” Herkes doğru yol üzerinde olduğunu iddia ediyor ve edecek de. O yola inanmasa gitmez. Biz, yolumuz sıratı mustakim derken, bunu afaki olarak ifade etmiyoruz. Kur’an’ın gösterdiği sırat-ı mustakimi yani Fatiha-yı Şerif ve Yasin-i Şerif ’te ifade edilen doğru yolu esas alıyoruz. Bizim Hz. Muhammed’e (sav) ulaşmamız, O’nu bir beşer suretinde değil de, tevhid olan, mana olan hakikatinde bulmakladır! Lâ ilâhe illallah tevhidinde seyr i sulûk edip, Muhammedür Rasulullah sırrına ermekledir. Muhammedî sıfatlarla giyinmekledir. Onun için biz Muhammedî Melâmiyiz, diyoruz. “Sıratallezîne enamte aleyhim” “Muhammed’in yolu öyle bir yol ki, o yolda olanlara nimetler verdin.” Sevgili dostlar, Bu nimetlerin neler olduğunu Kur’an-ı Kerim tefsir ediyor: 1. Nübüvvet 2. Sıddıkıyet 3. Şehitlik 4. Salihlik Peygamber efendimizin bize müjdelediği ihdinas sıratal mustakim, öyle bir yol ki, 9 Gönül Bağından 10 Hasan Hilmi SOYYİĞİT Makbul Değildir; kendilerine nimet verilenlerin yolu. Bize Hz. Muhammed’le Nübüvvet nimeti verildi. Bize nübüvveti getirdi nübüvveti tanıttı. Nübüvvetin Hz. Muhammed’in (sav) şahsındaki bir temsili var. Bir de alemdeki, kesretteki temsili var. Dolayısıyla biz O’nu yani Nübüvvet nimetini, hem Hz. Muhammed’in (sav) şahs-ı manevisinde bulduk, hem de alemdeki görüntüsünde bulduk. O’na bağlanmakla Sıddıkiyet, O’nu tasdik etmekle Şehadet, O’nunla beraber olma zevkiyle Salihiyet, verilmiştir. Çünki hidayet olunanlar, kendilerine nimet verilenlerdir. Hz. Muhammed’in (sav) tebliğine tabi olan, iman eden, bağlanan müminlere verilen nimetleri sayıyor Rabbimiz. Biz, Hz. Muhammed’siz (sav) bir nimeti ne yapacağız? Zaten öyle bir nimet yok. Bütün nimetin, rahmetin kaynağı, mazharı Hz. Muhammed’dir. (sav) - Efendim size geldi mi nübüvvet? - Vallahi’l-azim geldi. İşte Allahın en büyük nimetlerinden biri, Hz. Muhammed’le (sav) nübüvvettir. Biz Hz. Muhammed’le (sav) nübüvveti teneffüs ediyoruz. İdrak ediyor, şuuruna, zevkine varıyor, onu yaşıyoruz! O’na bağlanmakla Sıddıkiyet verildi. Ebubekir Efendimiz bağlandı, Sıddık oldu. Sen de bağlan kardeşim! Aç gözünü, hikmetle bak! O’nu tasdik etmekle, şahadet nimeti verildi. Eşhedü..! Ben şahadet ederim ki enfüste ve afakta tecelli eden bütün fiiller, sıfatlar O’nundur. Enfüste ve afakta görünen varlık, O’nun varlığıdır, vücudur. O’nunla beraber olma zevkiyle Salihiyet verilmiştir. Salih, fenafillahtan geçmiş, Muhammedî esma ve sıfatlarla zuhura gelmiş olandır. Salih, Muhammed’le yaşıyor, yani Muhammedî zevkle, şuurla, bilinçle yaşıyor. Bu dört vasfı Kur’an zikrediyor. Nimet verilenler ve verilen nimetlerin neler olduğunu beyan ediyor. “Gayril mağdûbi aleyhim” “Gazap ettiklerinin yoluna değil... Nübüvveti, sıddıkıyeti verdiğin, iman edenlerin, teslim olanların yoluna ilet bizi.” - Kimdir onlar, yani kendilerine gazap edilenler? - Muhammed’siz tevhid edenler! Piyasaya çıkıp da Muhammedî olduklarını iddia edip, Hz. Muhammed’in (sav) yolundan, izinden, erkanından, şeriatından uzak olanlardır! İşte onlar mağdub ehlidir. Kur’an’ın tefsirlerinde hristiyanlar deniyor. Ümmetin hristiyanları da var. Onun için Muhammedî Melâmiyiz ve dergimizin adı da Muhammedî Melâmet! Gönül Bağından Hasan Hilmi SOYYİĞİT Makbul Değildir; Dostlar, Gazap yolu, “Farksız Cem yapanlar”ın yoludur. Cem makamında “Kul Hak oldu”deyip, Hak’tan sapanların yoludur. Hak olduk deyip de Hak yoldan sapanlar var! Bunu biraz daha açayım inşallah: Salik, fena mertebelerinden geçip de Cem makamına gelince, “Ancak mevcud benim!” sözünü hakiki benlik sahibinden değil de kendi vehmî benliğinden zannediyor. Ben, Hak oldum, zannediyor. Oysa fena mertebelerinde “Fiiller Allah’ın” dedik, kendimizde fiil kalmadı. “Sıfatlar Allah’ın” dedik, Hakk’ın dışında sıfat kalmadı. Elenmişiz benliklerden Süzülmüşüz varlıklardan Var olmuşuz Hak varlıktan. İşte o elenme, süzülme tahakkuk edecek. İsevîler burada İsa’ya Allah dediler de şirke düştüler, gazaba uğradılar. İsa’daki gerçek varlık sahibini tanıyamadılar. Ama biz tasdik ettik, eyvallah, dedik! Bu yer Cem makamıdır ki, imandan sonra küfre düşmek, ayakların kayması, gazab-ı İlahî’nin hışmına uğrama tehlikesi vardır. Buraya Mazdaka-yı Akdâm, ayakların kaydığı yer, der Pîr Efendimiz. Ey dost, “Vücud Allah’ın” dedik, Hakk’ın dışında vücut, varlık kalmadı. Bu yer, Hakk’ın Hak ismini alıp, kulun mazharından kendini ilan ettiği, Hak zahir, halk batın şuurunun açığa çıktığı yerdir. Pekala, Cem’de kim “Ben Hakk’ım!” dedi? Hak’tır “Ben Hakk’ım!” diyen. Hakk’ın kendisi. Daha kim olacak? Fatihaya devam ediyoruz: “Veleddâllîn” “Dalâlete düşenlerin yoluna değil.” Hasan Fehmi Tezdoğan Hz.’leri: Enel Hak sırrına er bak Ki sanma sen olupsun Hak Velakin sensin ol mazhar Ki Hak der, senden Enel Hak Buralar önemli yerler. Ama fenafillah mertebelerini çok iyi sindirmek lâzım. Hacı Babamızın dediği gibi: Dâl, şaşırmış, Hak’la batılı karıştırmış o- lanlar. Yahudiler (Musevîler) burada şaşırdılar da buzağı icad ettiler. Allah’a cisim ve şekil ittihaz ettiler. Oysa Allah bu gibi sıfatlardan münezzehtir. Kur’an’ın tefsirlerinde dalâlette olanlar için yahudiler, deniyor. Ümmetin de yahudileri var. Onun için Muhammedî Melâmiyiz ve dergimizin adı da Muhammedî Melâmet! 11 Gönül Bağından 12 Hasan Hilmi SOYYİĞİT Makbul Değildir; Dostlar, Tevhid yönüyle dalâlete düşenler, kesrette vahdeti göremeyen, eşyaya Allah deme gafletine düşüp, sapanlardır. Kulun kul; Hakk’ın Hak olduğu sırrına eremeyen bu anlayış, sapıklıkta kaldı. Hakikat: Kulunu kendi varlığı ile zuhura getiren Hak, kulun batınında batın oldu. Hak varlığıyla var olan, kul ismini alan kul da zahir oldu. Zahir olunca şeriat farz olundu. Her zahir bir hükme tabidir. Herşeyin bir hükmü vardır. O hüküm, aslında zahir olan o şeyin korunması içindir, bekası içindir, devamı içindir. Şeriat bizim varlığımızı koruyan, Cenab-ı Hak’tan verilmiş en büyük korumadır. Kulun zahir oluşu, emir ve nehiyleri gerektirmiştir. “Ve kada Rabbuke ellâ ta’budû illa iyyâhu.” “Rabbin sadece kendisine kulluk edilmesine hükmetti.” Alemde zerreden kürreye her şey Allah’ın kullarıdır. Ve o hükmün asla dışına çıkamaz. Allah da hüküm altına aldığı kullarını o hükümle muhafaza eder: Rızkını verir, ömrünü verir, sağlığını verir, selametini verir... Hak, kulun batını (hakikati) olma yönüyle, zahir kıldığı Kulundan, bu kulluğu istemiştir. (buna hükmetmiştir) Çünkü bu kulluk, kulun varlığı, varlığının bekasıdır. Allah bizi kulluğundan ayırmasın. Kulluk bilinciyle yaşamayı nasip eylesin. Amin! Marifet, göklere çıkmak değil; göklere çıktıktan sonra sapasağlam yere inebilmektir. İşte yere Muhammedür Rasulullah paraşütüyle inilir, kullukla inilir. Burada hakikaten kulun tenezzülünde tevazusunda bir değer var. Onun karşılığında Allah var. Çünkü artık o kul, kime eğildiğini, kiminle muhatap olduğunu biliyor. Varlıkta Hakk’ı müşahade etmiş, gözü başka görmüyor. Kulluğunu bilerek yapıyor. Bir kul ki, uruç etmiş, Velayet, vahdet sırrına ermiş, nuzûl edip kulluğa bürünmüş... İşte bunun tevazusunu Allah yüceltiyor. Dostlar, Dergilerimiz, sohbetlerimiz, yaşantılarımız inşallah Muhammedî çizgide devam eder ve dostlarımızla bu manaları paylaşır, yaşarız. Hepinizi Allah’a emanet ediyorum. 13 Hüseyin Sabri SOYYİĞİT Hacı Baba’dan Gönül Sohbetleri VAR ONLARLA KAL... Muhammedî Melâmet’te İslâm’dan taviz verilmez. Ya olduğun gibi görün veya göründüğün gibi ol! Hacı Baba’dan Gönül Sohbetleri 14 Hüseyin Sabri Soyyiğit Var Onlarla Kal! yerde onlar olamaz. Madem tercihin onlarladır. Sen var onlarla kal.” dedi ve bizi aldı yürüdü. İçi dışı bir değildir Bütün işleri hiledir O, nefsinin esiridir Allah şerrinden korusun VAR ONLARLA KAL! Şimdi öylelerini görüyorum ki iki zıttı bir yerde cem etmeye çalışıyorlar. Bunu nasıl ifade edeceğimi bilemiyorum. Bazıları Hak mürşidin yolundan dosdoğru gider, emre itaat ederler. Hak mürşide can ü gönülden bağlıdırlar. Telkine sadâkat ile hedefe doğru yürürler ve Allah onları korur. Koruyucumuz Ulu Yaratan Nefse düşersen sen O’ndan utan Ahmet Efendi Hz.’leriyle Hasan Fehmi Efendi’nin oğlu Hikmet’in sünnetine gitmiştik. Melâmî şeyhleri, Melâmîler, Hasan Efendi’nin dostları oldukça ilgi göstermişlerdi. Efendimiz de bizi getirmişti. Ben farkında değildim. Bahçede ayrı bir sofra kurulmuştu. Ruhu şâd olsun, baktım, Efendim kaşlarını çatmış. Hikmet’i çağırdı. - Hikmet, bu ne? dedi. Ben o zaman farkına vardım, bahçede kurulan sofranın. Efendi’ye dedi ki: - Ahmet! Biz tek taraflı değiliz senin gibi. Bizim böyle de arkadaşlarımız var. O zaman Efendimiz: - “İki zıt bir yerde cem olmaz. Onların olduğu yerde biz olamayız. Bizim olduğumuz Kemâlat bulur nasihat tutan Zevk ile bak ayrılma doğrudan Hak Resûlün izinden gidenler, huzura erdiler. Emre itaat ile Hak yoldan yürüdüler. Bazıları ikili hareket ettiler. Avam dostlarıyla, ahkâmsız Melâmîlerle de ilişkiyi sürdürdüler. Kendileri de yerine göre ahkâmlı, yerine göre ahkâmsız oldular. Onlara sorsan akıllıca hareket ediyorlar, her tarafı idare ediyorlar. Biz onların bizden olduğuna inanıyor, birçok yerde aldanıyoruz. Cemiyetlerine, törenlerine karıştığımız zaman bakıyoruz ki tevhide ters düşen, ahkâmı olmayanlarla kaynaşıp sevişiyorlar. Bize diyorlar ki: “Canım, bizim bu yönümüz de var.” Allah’ın ve Resûlü’nün yolundan gidenler, açıkça, mertçe Allah için sevecek, Allah Hacı Baba’dan Gönül Sohbetleri Hüseyin Sabri Soyyiğit Var Onlarla Kal! için buğz edecekler. Dikkat etmezsen felâket sonun Ehl-i tevhid ile zikre karşı olanları, tevhitten nasipdar olmayanları, hidâyete, nura bütün kapıları kapalı olanları aynı kefeye koymak, bir ölçüde görmek… Bu ne kitapta, ne bir mezhepte vardır! Hiçbir yerde yoktur. Döndür kardeşim Mevlâ’ya yönün Allah bütün ihvanımıza hidâyet olunan yoldan, sırat-ı müstakîmden, şeriatın ahkâmıyla ahlâkıyla yürümek nasip etsin. Amin! Kur’an-ı Kerîm rehberimiz olsun Hak erenleri elimizden tutsun Ulu Mevlâm cümlemizi korusun Güzel ahlâk açar gönül kapısın! Nurlu yol, tevhid yolu, hidâyet olunanların yolu. Bu, asla gayriyet, ikilik, ahkâmsızlık, erkânsızlık kabul etmez. Bu kutsî ve ulvî yolda, Hak yolcusu, nefsânî olan bütün kötülüklerine dur, diyecek. Al denileni alıp at denileni atacak. Muhammedî Melâmet’te İslâm’dan taviz verilmez. Ya olduğun gibi görün veya göründüğün gibi ol! İkiyüzlü olup iki tarafı da aldatanlar var. Sırat-ı müstakîmden gidenlerin yanına gider, “Biz sizdeniz!” derler. Şeriatsız, ahkâmsızların yanına giderler, “Biz onları aldatıyoruz, biz sizdeniz.” derler. Böyle ikiyüzlülük, hileli, aldatıcı hareketler bir müslümana yakışmaz. Bu hâller münafıklık alâmetidir. Özüyle sözü bir değil onun Dikkat et dostum şekle aldanma Ahmet Efendi Hz.’lerinin asla hoşlanmadığı kişiler; hilebaz, ikiyüzlü olan ve tevhide ters düşenlerdi. Ehl-i tevhid, katiyetle yalan söylemez, Hak Resûlün izinin dışına çıkmaz derdi. Melâmîler şeriatın ahkâmını, güzel ahlâkını yaşayanlardır. Melâmîler, güzel ahlâklarıyla, hâl ve tavırlarıyla çevreye nur saçarlar. Geçmeyecek onlar sırat Vermeyecek onlar hesap Mürşide verdiler hesap Allah Hak mürşidin emrini, rızasını, sevgi ve muhabbetini üzerimizden eksik etmesin. Amin! Derviş, va’dinde sâdık olacaktır. Va’dinde hulf edenlerin (sözünde durmayanların) âkıbetleri çok fena olur. Biz de bazılarına üzülüyoruz. Bizi gördüler mi, “Aman efendim, yaman efendim, biz seni çok seviyoruz. Gelemezsek kusura bakma…” Bir çok özür dilemeler… Biz de iyi niyetimizin kurbanı oluyoruz. “Tamam yahu!” diyoruz. Bakıyorsunuz ki bu durumda olanlar, tevhitten hiç nasipdar olamamışlar. İlhamları yok, feyizleri yok, aşk, muhabbetleri yok. Şu insan ancak kendini kandırır. 15 Hacı Baba’dan Gönül Sohbetleri 16 Hüseyin Sabri Soyyiğit Var Onlarla Kal! Dostlar! Allah’a gönülden bağlanalım. Kadere rıza, emre itaat ile Hak yolda ihlâs ve sadâkatle yürüyelim. Ehl-i tevhid, iyilikte yarışır. Birbirimize asla hile düşünemeyiz. Gönül yıkamayız. İnsan darıltamayız. Tevhitle, Allah’ın Resûlü’nde kardeşiz. Bu kardeşliğimizi yaşamak, hâlde tevhid ederek şahadet vermek, hülâsa iyiliklerin insanı olmak Allah cümleye nasip eylesin. Amin! Bu hâllere alıştık, diyemem. Vaktiyle bunlar Allah’ın Resûlü’nü de aldatmaya kalktılar. Allah böylelerin şerrinden korusun. Sevgili Dostlar! Melâmet, öyle bir hakikattir ki katiyen, ikilik kabul etmez. Doğru yolda, şeriatın ahkâmıyla ahlâkıyla yürüyecek derviş. Ehl-i tevhid, hâlde tevhid edenler, görerek, bilerek, şahadet verenler, kesret vahdet tevhid edenler, Hak Resûlün sevgilileridir. Onların elinden, dilinden, âzâlarından kimseye zarar gelmez. Bu zümre-yi sâlihine Allah saadet, selâmet, iyilikler ihsan eylesin. Nisbet varlık atanların Güzel ahlâk alanların Ehl-i tevhit olanların Mevlâ yolun âsan eder Can Dostlarım! Bizler Hak Resûlün izindeyiz. Nefsânîyete açılan bütün kapılar kapanacak. Kapanacak ki rahmet kapıları açılsın. Melâmet, tarîkat üstü bir hakikattir. Bu hakikat ilmi, asla nefsânîyet, kötülük kabul etmez. Kendi kendimizi aldatanlardan olmayalım. Ehl-i tevhid, velilerle haşrolur, nebilerle haşrolur. Kesret vahdet tevhid eder, gayrıyet kabul etmez. Kur’an-ı Kerîm’in fahri üyesidir bunlar. Sırr-ı Velâyet, sırr-ı Nübüvvetin sahibidir bunlar. Çok dikkat edip tevhid düşmanlarına açık vermeyeceğiz. Tefekkür eden, adımını göre göre atan ehl-i tevhide selâm olsun. Allah bizi kendinden hiç ama hiç ayırmasın. Selâm, sevgi ve dualarla bütün ihvanı Allah’a emânet ediyor, hepinize Allah’tan iyilikler diliyorum. Hacı Baba’dan Gönül Sohbetleri Hüseyin Sabri Soyyiğit Haramı Helâl Kabul Etmiş... HARAMI HELÂL KABUL ETMIŞ; KENDİNİ DE MELÂMİ(!) yolcusu oluruz. Cenab-ı Hak buyuruyor ki: “Habibim, Allah’ı seviyorum diyenlere söyle, söyle ki sana tabi olsunlar, Allah da onları sevsin ve günahlarını bağışlasın…” (Al-i İmran, 31) Hz. Muhammed’e tabi olmak, izinden gitmek, emre itaat etmek müminlerin görevidir. Bize diyorlar ki: Esselamualeyküm Muhterem Dostlarım! Yazmış olduğumuz bir ilahide nakarat olarak: “Yürü yavrum, sen, Hak Resulün izinden yürü!” mısrası bulunuyor. Hak Resulün izinden yürümek, izi takip etmek, izin sahibini bulmaktır. Allah’ın Resulü “Yolumdan gelen bendendir.” buyuruyor. Ne mutlu Hak Resulün izinden yürüyenlere! Ve sohbetlerimizde de “Biz Muhammedî Melamileriz!” diyoruz. Bunu söyleme ihtiyacı duyduk. Muhammedî olan zat-ı muhteremlerde aranan vasıflar güzel ahlak, yani Muhammedî ahlak ve ahkam-ı şer’iyye. Bir ayet-i kerimede Mevla: “Habibim, sevgili Muhammedim taraf-ı âliyemden neyi getirip alın dediyse onu alın ve neyi atın dediyse, onu da atın…” (Haşr, 7) Bu ilahi emre uyduğumuz zaman, işte o zaman, halvete, vuslata giden Hak “Muhammedî Melamiyiz!” ifadesini Pir Seyyid ve ondan sonraki efendiler de söylememiş. Siz neden buna ihtiyaç hissediyorsunuz? Zaten Muhammedîyiz. Açıkça söyleme ihtiyacını niçin hissediyorsunuz? Muhterem Dostlarım! Biz de melamiyiz, diyen bir çok insanda ahkam dışı, şeriat dışı Allah ve Resulü’nün emirlerine ters düşen davranışlar vardı. Haramı helal itikat etmeler, ahkam kesmeler vardı. Bunlarla ne kadar mücadele ettikse de “Siz zaten hocasınız. Siz anlamazsınız.” dediler ve ithamlar oldu. Ben karşılaştığım hadiseleri, olayları, kaleme almaya haya ederim, utanırım. Biz Muhammedî Melamiyiz açık ifadesini kullandık ki Muhammediyette güzel ahlak var, ahkam-ı şer’iyye var. Değil Muhammedîyiz demek, Hz. Muhammed’i hale getirme, halde tevhit ederek şuhuduna ermenin aşkını, zevkini, tevhit 17 Hacı Baba’dan Gönül Sohbetleri 18 Hüseyin Sabri Soyyiğit Haramı Helâl Kabul Etmiş... yaşantısını Allah bütün ihvanımıza ihsan ve ikram eylesin. Pirimiz, Pir Seyyid Muhammed Nur kutsi ve ulvi davada Kur’an-ı Kerim’le amel etmiştir. 57 eser vererek Hak yolda tevhide büyük hizmet vermiştir. Biz de Allah’ın inayetiyle tevhidin ve Pirimiz Muhammed Nur’un yolundan, izinden giderek Pir’in mensubu olduğumuzu açık seçik ispat edeceğiz. Allah bizi Pir’den ve Pir’in yolundan, izinden hiç ayırmasın. Pir Seyyid Efendimizden ders alan dervişini gördüm. Kendisiyle bir müddet sohbet ettik, İstanbul’da. Sene 1962 veya 63. “Pirimizden haber ver.” dedik. Gözleri yaşardı. “Hocaefendimiz, dedi, konuşan Kur’an’dı. Allah’ın emirlerini tebliğ ederdi: Tevhide sımsıkı sarılın. Şeriat-ı Muhammediye’den hiç taviz vermeyin. Şeriatı olmayanlar bizden değildir; sakın ha, dergahımıza yaklaşmasınlar.” Bu kadar bir sohbet kendisinden duyduk. Ve bunları bize birçok efendiler de anlatmışlardı. İlm-i Ledünde herkes aklına göre bir karar verirse, erkan, adap bozulur. Pir Seyyid Muhammed Nur Efendimiz bize nasıl emanet etti ise onu muhafaza etme, koruma, görevimizdir. Bu görevimizi de Kur’an-ı Kerimle yerine getireceğiz inşallah. Biz Kur’an-ı Kerim dedikçe Kur’an-ı Kerime ters düşenler, bunu hazmedemiyorlar. Anlıyoruz ki Kur’an-ı Kerim, Mucize-i Muhammediye, peygamberimizin en büyük mucizesidir. Hikmetler hazinesi olan Kur’an-ı Kerim’e sarılmak, Allah ve Resulüne sarılma- nın ta kendisidir. Acaba hazmedemeyenler niçin hazmedemiyorlar? Ahkam-ı şer’iyye’yi, ahlak-ı Muhammediye’yi hazmedemediklerinden, kaldıramadıklarından dolayıdır. Biz Kur’ an-ı Kerim’e dayanarak, Hadis-i Nebeviyeyi yaşayarak Muhammedî Melami sırrına ereceğiz. Dostlar! Başka çıkar yol yok. Tevhide gönülden bağlanalım. Emr-i Hakk’a itaat edelim. Al denileni alıp at denileni atalım. Kur’an-ı Kerim’in dışında yürüyen hiçbir tarikat, hakikate ulaşamaz. Hiçbir efendi, hiçbir mürşit ayet ve hadisin dışında ahkam kesemezler. Ne söylerlerse Kur’an-ı Kerim’e, Hadis-i Nebevîyeye uygun olacak. Onun için “Muhammedî Melamileriz” deme ihtiyacını hissettik. Öyle yanlış hareketler gördük ki… Aman Allahım ne yanlışlar! Bunları da tarikat-ı Melamiye’ye, geçmiş efendilere, Pir Seyyid’e malediyorlar. Pirimiz Kur’an’ın canlı örneğidir. Allah bizi Pir’den ve Pir’in yolundan, Kur’an-ı Kerim’den, habibi sevgili Muhammed’inden hiç ayırmasın. Bizim bu yazılarımıza veryansın yaparlar, okumazlar, okutmazlar. Bizi, bu davayı anlamamakla itham ederler. Hatta Kur’an-ı Kerim’e bile dil uzatırlar. Bu zihniyet çok şükür iflas etmekte. Masonik zihniyet yok olmaya mahkumdur. Dostlara tavsiyelerimiz: Emr-i Hakk’a itaat etsinler. Hak yolda ehl-i Sünnet itikadı Hacı Baba’dan Gönül Sohbetleri Hüseyin Sabri Soyyiğit Haramı Helâl Kabul Etmiş... üzerine el birlik, gönül birlik yürümek Allah cümlemize nasip etsin. Sevgili, muhterem efendimiz, son nefesine kadar oturduğu yerde namazını hiç ihmal etmezdi. Ziyarete gittiğimizde efendimizi birçok zaman namazda bulurduk. Muhittin Usta ile gitmiştik bir gün. Çamın altında namaz kılıyordu, öğle namazı. Muhittin Usta dedi ki: - Ne efendiler, ne dervişler namaz işini halletmiş. Bizim efendimiz oturduğu yerde, bu vaziyette namaz kılıyor. Namazını kıldıktan sonra Efendi Hz.’leri dedi ki: - Muhittin Usta! Benim ruhum namaza alışmış. Efendim Hasan Fehmi Efendi de aynen ima ile dahi namazını kılardı. Ben namazsız huzurlu olamam. Allah bizi emrine itaat edenlerden etsin; isyan edenlerden etmesin. Muhteremler! Biz bunları yazmakla, anlatmakla neyi kasdediyoruz? Ne düşünürsünüz?.. İlahi emirlerin dışına çıkan, treni raydan atmıştır. Çok şükür, Hak resulün izindeyiz, yolundayız, ahkam ile ahlak ile yanındayız. Senin esrar-ı miracın fenafillah olan bildi Bekabillah bulan erdi o zevke ya Resulallah Sevgili Dostlar! Ahkamsız, erkansız yürüyenlerin aile düzenleri tamamen bozuldu. Çocuklarına bir şey veremediler. Zaten ne verebilirlerdi ki! Biz ilm-i Ledünle, tevhit ilmiyle şeriatın ahkam ve ahlakıyla girdiğimiz haneleri hane-yi saadet yapmaktayız. Bizim dostlarımız abdestsiz yere basmazlar. Zikirle, fikirle, zikr-i daimiyle salat-u daimüne girerler. Meratip ve makamat zevkiyle kulluk eder, Allah rızası için ibadet ederler. İtikatları avam itakadı değil; havassü’l-havass itikadıdır. Rabıtları ile ol dost ile halvette, vuslatta, zevk u safadadırlar. Bize tevhidi telkin eden hak mürşidimiz, can mürşidimiz dedi ki: “Ne geçmiş ne gelecek… Halde tevhit edin! Vuslat-ı yarla halvet edin. Halinizle, yaşantınızla halde tevhit ederek, görerek, bilerek, yaşayarak şahadet verin. Allah’ın nuruyla karanlıkları aydınlatın. Ledün ilmine ahlaken layık olanları, ihmal etmeyin, tevhide alın. Melamidir evliya Dahi nice enbiya Hem cihar-ı basafa Kendine gel hey kendine Çok şükür Mevla’ya, zaferimiz mübarek olsun. Ahkamdan haberi olmayanlar taş attılar: “Hocadırlar, bunların tevhitten haberi yoktur.” dediler. Ahkamı olup tevhitten haberi olmayanlar da taş attılar. Biz arada kaldık. Ama çok şükür, elhamdulillah! 19 Hacı Baba’dan Gönül Sohbetleri 20 Hüseyin Sabri Soyyiğit Haramı Helâl Kabul Etmiş... Ahkamları olanlar, baktılar ve dediler ki: “Bunlarda bizden eksik bir şey yok. Sigara dahi içmiyorlar. Tevazuda, tenezzülde toprak gibiler. İyiliklerin insanı. Mahallede, bulundukları yerde ahkamları, ahlakları, merhametleriyle örnek bir aile.” Allah bu erkana efendimizin bu emirlerine riayet edenlerden razı ve memnun olsun inşallah. met, mürşidimizin emir ve telkinleri doğrultusunda yerinden kalkmış, silkelenmiştir. Sahtekarların ışıkları sönmüştür. Pir Seyyidin tarif ve telkini üzerine emin adımlarla hedefe doğru gidiyor. Süzülmüş varlıklardan, elenmiş benliklerden, var olmuş Hak varlıktan. Çok şükür melâmet güldür, güldür, gül kokmaktadır. Ahkamsız olup da “Biz de melamiyiz (!)” diyenlere ne söylesem yeterli değil. Ben yine dua ederim: Allah hidayet etsin, iman-ı kamil, amel-i salih versin. Dostlara tavsiyelerimiz: İlmihalimizi okuyalım. Çocuklarımızı asla ihmal etmeyelim. Onları ev çocuğu, tevhide bağlı, imanlı, inançlı, yetiştirelim. Sokak çocuğu yapmayalım. Çocuklarına sokaktaki tehlikeleri anlatan anne babayı tebrik ediyorum. Maalesef bazı ihmallerimiz vardır. Şeriatsız hareket edenler, sakın ha kendilerini müdafaa etmesinler. Ahkamsızlıkta müdafaa büyük felaket getirir. “Namaza ne lüzüm var. Biz zaten namazdayız. Oruca ne ihtiyaç var. Hacca gidip paraları Araplara yediriyorlar…” Bu sözleri aynen “Biz de bu yoldayız.” diyenlerden duyduk. Ateistler derler, bunlar da böyle diyorlar. Farzı inkar, küfürdür. Kişiyi dinden, imandan, nikahtan yoksun bırakır. Çok şükür ahkamlı, erkanlı, edepli bir toplum, bir cemaat tevhit yolunda uyanmıştır. Biz ilmin, irfanın yanındayız. Ahkam-ı şer’iyye, güzel ahlakın yanındayız. Biz sulhün, barışın, kardeşliğin, dostluğun öncülüğünü yapmaktayız. Üstadımızdan aldığımız telkin, nasihat bu! Sizler çevrenize güzel ahlakınızla, şeriatınızla ışık tutacaksınız. İyiliklerin insanı olacaksınız. Size gelen sevgi bulsun, tatlı dil, güler yüz bulsun. Allah ve Resulünün aşkını, sevgisini, muhabbetini sizde bulsun. Bir kriz geçirip kendini kaybeden melâ- Allahım! Bizi tehlikelerden koru. Bizi sevgine layık olan zümre-yi salihine ilhak eyle. Hak mürşidin emrine itaat, telkinine sadakat gösteren, meratib-i tevhit, makamat-ı tevhit zevki ve şuhuduyla vuslat-ı yarla halvet eden, uruç ve nüzulü zevk edip yaşayanlardan eyle. Her haliyle örnek insan, milliyetçi, mukaddesatçı, vatanperver, bayrağına, sancağına gönülden bağlı olmayı, “Hubbul vatan minel iman” telkinine sadakat göstererek Hak yolda kemal-i edeple yürümeyi, sevip sevip çok sevilmeyi bütün dostlara ihsan et Mevlam. Selam, sevgi, dualarımla Allah’a emanet olun. Hüseyin Sabri SOYYİĞİT Hacı Baba’dan Gönül Sohbetleri Hüseyin Sabri Soyyiğit Hakk’ın takdîrine razı olacaksın! HAKK’IN TAKDÎRINE RAZI OLACAKSIN! Helâl ile haramı fark edeceksin Hak mürşidin itimadın alacaksın Aşkla, zevkle doğru yoldan gideceksin Ol Sultanın gönlünde yer tutacaksın Adımların göre göre atacaksın Sadâkatle gerçek derviş olacaksın Hakk’ın takdîrine razı olacaksın! Hakk’ın takdîrine razı olacaksın! Mütefekkir gerçek insan olacaksın Günden güne aşka, farka geleceksin Melâmiliği aşkla zevk edeceksin Harem-i ismete zevkle gireceksin Râbıtanın dışına çıkmayacaksın Kelâm-ı Hak ile sohbet edeceksin Hakk’ın takdîrine razı olacaksın! Hakk’ın takdîrine razı olacaksın! Kesretle vahdeti tevhit edeceksin Vahdetten kesrete nüzûl edeceksin Her yüzden aşk ile Hakk’ı seveceksin Hak’tan aldığını halka vereceksin Emre mutî, sâdık derviş olacaksın Her hâlinle örnek insan olacaksın Hakk’ın takdîrine razı olacaksın! Hakk’ın takdîrine razı olacaksın! Şuhud ile Hakk’ı zâkir olacaksın Âşık, sâdık, ârif ihvan olacaksın Fenâfillah şühuduna ereceksin Hak Resûl’ün hâlini yaşayacaksın Tecellî zatın mazharı olacaksın Hüseyin Sabri Hakk’a şükredeceksin Hakk’ın takdîrine razı olacaksın! Hakk’ın takdîrine razı olacaksın! “Din nasihattır” telkîni alacaksın Kâmil imanı onunla bulacaksın Kenzi-i mahfi’nin sırrına ereceksin Hakk’ın takdîrine razı olacaksın! 21 22 Hasan AKTAŞ Dostlarımızla HİCRET! (FENADAN BEKAYA YOLCULUK) Hicret, bütün peygamberlerin ve onlara iman eden insanların ortak kaderidir. Allah peygamberleri ve onlara iman eden mü’minler kafirler tarafından hicret edilmeye zorlanmışlar, onlar da imanları uğruna vatanlarını yurtlarını bırakıp hicret etmişlerdir. Dostlarımızla Hasan AKTAŞ Hicret! Sevgili Dostlar, Allah’ın selamı rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.Şu günler kameri takvime göre bir yılı bitirip yeni bir yıla geçmek üzereyiz. Bu nedenle bu sayımızda hicret konusunu ele almaya çalışacağım. Rabbim cümlemize anlamayı ve yaşamayı nasip eylesin. Hicret konusu Efendimizden bu güne ilim sahibi büyüklerimiz tarafından detaylı bir şekilde işlenmiş ve hatta kitaplar yazılmıştır. Allah cümlesinden razı olsun. Biz hicret konusunda tabi ki onlardan hep istifade etmekteyiz. Ama ne var ki hicretin bir zahiri bir de batıni tarafı vardır. Zahiri tarafını herkes anlar yazar-çizer ama batıni tarafıyla pek de ilgilenen olmaz. Âcizane hem ilmi (zahiri) hem he manevi (batıni) yönünü ele almaya çalışacağız. Gayret kuldan muvaffakiyet Rabbimden inşallah. Yüce rabbimiz şöyle buyurur; “İman edip de hicret edip, mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad edenler, Allah katında en büyük dereceye sahiptirler. İşte bunlar murada ermiş olan mutlu kullardır.”(Tevbe, 9/20) Hz. Ömer (r.a) Resûlullah’ın (sav) şöyle buyurduğunu haber verir bizlere: "Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti Allah'a ve Resûlüne ise, onun hicreti Allah ve Resûlünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya nikâhlanacağı bir kadına ise, onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir." [Buhârî, Bed'ü'l-Vahy 1, Itk 6, Menâkıbu'l-Ensâr 45, Nikâh 5, Eymân 23, Hiyel 1; Müslim, İmâret 155, (1907); Ebu Dâvud, Talâk 11, (2201); Tirmizi, Fedâilu'l-Cihâd 16, (1647); Nesâî, Tahâret 60, (1, 59, 60).] Sözlükte, "terketmek, ayrılmak, ilgisini kesmek" anlamına gelen hicran masdarından isim olan hicret "kişinin herhangi bir şeyden bedenen, lisanen veya kalben ayrılıp uzaklaşması" demektir. Ancak kelime daha çok "bir yerin terk edilerek başkabir yere göç edilmesi" anlamında kullanılır. Terim olarak genelde gayri Müslim ülkeden İslâm ülkesine göç etmeyi, özelde ise Hz. Peygamberin ve Mekkeli MüslümanlarınMedine’ye göçünü ifade eder. Medine’ye göç eden Müslümanlara "Muhacir", Rasülü Ekrem'e ve muhacirlere yardım eden Medineli Müslümanlara da "Ensar" unvanı verilmiştir. (TDV İslâm Ansiklopedisi, "hicret" maddesi, c. 17) Hicret, bütün peygamberlerin ve onlara iman eden insanların ortak kaderidir. Allah peygamberleri ve onlara iman eden mü'minler kafirler tarafından hicret edilmeye zorlanmışlar, onlar da imanları uğruna vatanlarını yurtlarını bırakıp hicret etmişlerdir. Mesela Hz. İbrahim Babil'den Harran'a Harran'dan Mısır'a oradan da Suriye'ye hicret etmiştir. Hz. Musa Mısır'dan Medyen'e 23 Dostlarımzla 24 Hasan AKTAŞ Hicret! oradan Mısır'a Mısır'dan da Filistin'e hicret etmiştir. Hz. Lut kavminin azgınlık ve ahlaksızlıkları karşısında Cenab-ı Haktan aldığı emirle bir gece vakti inananlarla birlikte yurdundan çıkmış, arkasına dönüp bakmadan gitmesi istenilen yere gitmiştir. Hz. Peygamber efendimiz (sav) ise daha yeni peygamber olmuşken peygamberliğin ileriki yıllarında yurdundan hicret etmek zorunda kalacağını Varaka b. Nevfel tarafından söylenmiştir. Peygamberimiz Mekke'de doğmuş ve İslâmiyet'i tebliğ etmek üzere burada görevlendirilmişti. Peygamberimizin çağrısını duyanlar ona inanıyor ve etrafında toplanıyorlardı. Çünkü Peygamberimiz o toplumda “el-Emîn - Güvenilir'' diye tanınmış, güzel ahlâkıyla herkes tarafından sevilmişti. Yalan konuşmadığı ve kimseyi aldatmadığı herkesin ortak inancı idi. Onun için de söylediği dinleniyor ve herkese güven veriyordu. Müslümanların sayısı günden güne artıyor ve Allah'ın dini gönüllerde yer ediyordu. Ancak Mekke'de söz sahibi olan Kureyş kabilesi ileri gelenleri bundan endişe duyuyor, toplum üzerindeki etkinliklerini yitireceklerinden ve çıkarlarının sona ereceğinden korkuyorlar, bunun için de bu duruma engel olmak istiyorlardı. "Abdullah b. Abbas (ra) işkencelerle ilgili olarak şu özet bilgiyi vermektedir: "Müslüman olmuş kimseye öyle dayak atar, öyle aç ve susuz bırakırlardı ki uğradığı bu feci durumdan sebep (ayağa kalkmak şöyle dursun) doğrulup oturamazdı bile…" (Mahmut Şakir, İslâm Tarihi, cilt 1, s. 253) Müşrikler mü'minleri; önce duymadılarsonra önemsemezlikten geldiler. Günbegün müslümanların çoğaldığını görünce; kurulu müşrik düzenlerinin bozulacağını, haksız kazancın önleneceğini, değirmenlerinin suyunun kesileceğini, keyfi muamele ve zulümlerine son verileceğini, makam ve mevkilerini kaybedeceklerini anlayınca ezmeye başladılar. Ammar Yasir ve Sümeyye ailesinin başına gelenler, Hz Bilal-i Habeşi’nin başına gelenler hepimizin zihninde acı bir olay olarak hatırlanmaktadır. Müslümanların başına gelenlere çok üzülen Peygamberimiz (sav) bir grup Müslüman'ın Habeşistan'a hicret etmesine izin verdi. Müslümanlara üç yıllık boykot uygulandı. Kız bile alınıp verilmedi, alış veriş yapılmadı; ama mü'minler inançlarından taviz vermediler. Hz. Peygamberin en büyük destekçisi olan amcası Ebu Talib'in ölümü, müşriklere fırsat verdi, onların işkence ve baskıları dayanılmaz hale geldi. Böyle bir ortamda İslâm’ı tebliğ edemeyeceğini anlayan Peygamberimiz, (sav) Taif'e giderek yeni bir çevrede İslâm’ı anlatmaya çalıştı, ancak sert bir tepkiyle karşılaştı, Mekke'ye dönmek mecburiyetinde kaldı. Mekke müşriklerinin yaptıkları dayanılmaz hale gelince Peygamberimiz İslâm güneşine başka ufuklar aramayı düşündü. Hac münasebetiyle Mekke'ye gelmiş olan Yesrip (Medine) lilerden bazılarıyla Akabe denilen Dostlarımızla Hasan AKTAŞ Hicret! yerde iki defa toplantı yaptı. Onlara İslâm’ı anlattı ve müslüman olmalarını istedi. Onlar da İslâmı kabul ederek Medine'ye döndüler. Böylece İslâmiyet Medîne'ye girmiş oldu. Orada da müslümanlar Mus'ab b. Umeyr'in gayretiyle çoğalmaya başladı. Peygamberimiz de Mekke'den Medîne'ye göç etmek isteyenlere izin verdi ve şöyle buyurdu: “Sizin hicret edeceğiniz yerin iki kara taşlık arasında hurmalık bir yer olduğu bana gösterildi.''(Buhari, Menakıp, 45) Peygamberimizin bu izin ve teşviki üzerine Medine'ye hicret başladı. Kısa zamanda pek çok kimse Hz. Ömer de dahil olmak üzere Medîne'ye göç etti. Mekke'de Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali ve Mekke'de müslüman oldukları için aileleri tarafından hapsedilmiş olanlarla köle ve cariyelerden başka kimse kalmamıştı. "Hz. Ebû Bekir de hicret etmek istemiş, Peygamberimiz kendisine; – Acele etme, bana hicret için izin verileceğini umuyorum, diyerek ona izin vermemişti. Hz. Ebû Bekir: – Anam babam sana fedâ olsun, gerçekten bunu umuyor musun? diye sordu. Peygamberimiz: – Evet, umuyorum, diye cevap verdi ve Hz. Ebû Bekir buna çok sevindi."(Buhari, Menakıp, 45; İbn Hişâm, c. l, s. 480) Mekke'de müslümanlardan kimsenin kalmadığını, hepsinin Medîne'ye göç ettiğini gören Mekke ileri gelenleri telâşlanmaya baş- ladılar. Hz. Muhammed de Medîne'ye hicret eder müslümanların başına geçerse kendileri için iyi olmayacağını, Şam ticaret yolu Medîne'den geçtiği için kapanabileceğini düşündüler. Mekke'de hemen hemen yalnız kalan Peygamberimiz için bir şeyler düşünmeli dediler. Bu amaçla Kureyş ileri gelenleri "Dârü'n-Nedve" denilen önemli kararların alındığı yerde toplandılar. Toplantı son derece gizlilik içerisinde yapıldı. Toplantıda çeşitli görüşler ileri sürüldü, tartışıldı. İçlerinden bir kısmı, Muhammed (sav)’in başka bir beldeye sürgüne gönderilmesini teklif ettiler. Bazıları da, onu bağlayıp her tarafı kapalı bir yerde ölünceye kadar hapsedelim, dedi. Bu görüşlerden hiçbiri kabul görmedi. Nihâyet Ebû Cehil şöyle dedi: - Kureyş kabilesinin bütün kollarından birer temsilci seçelim. Bunlar aynı anda Muhammed (sav)’e hücûm edip öldürsünler. Kimin vurduğu belli olmasın. Böylece kanı bütün Kureyş kabilesine dağılmış olur. Haşimîler bütün Kureyş kollarına karşı çıkamıyacaklarından kan davasına kalkışamazlar, çaresiz diyete razı olurlar. Bu iş de böylece kapanmış olur, dedi. Ebû Cehil'in bu teklifi kabul edildi. Bu işi yapacak kırk kişi seçilerek toplantıya son verildi. Bir an evvel bu kırk kişinin görevlerini yerine getirmeleri istendi. Nitekim “Dârü'n-Nedve” de alınan kararla ilgili Kur'an-ı Kerîm de şöyle buyuruluyor: "Hani bir vakitler kâfirler, seni tu- 25 Dostlarımzla 26 Hasan AKTAŞ Hicret! tup bağlamak veya öldürmek veya (Mekke'den) sürüp çıkarmak için tuzak kuruyorlardı da onlar tuzak kurarken Allah da tuzaklarını bozuyordu. Öyle ya Allah tuzakların en iyisini kurar.'' (Enfal, 8/30) Allah onların kararını Cebrâil aleyhi'sselâm aracılığı ile Peygamberimize bildiriyor ve Mekke'yi terkedip Medîne'ye hicret etmesini emrediyordu. Peygamberimiz Hz. Ali'yi çağırdı ve: – Ben Medîne'ye gidiyorum sen bu gece benim yatağımda yat, örtünü üzerine al. Sabahleyin bu emânetleri sahiplerine ver ve sonra da hemen gel, buyurdu. Müşrikler hem Peygamberimizi kendilerine düşman biliyor, hem de onu en güvenilir kişi bilerek kıymetli eşyalarını ve mücevherlerini ona emânet ediyorlardı. Kendi adamlarına güvenmiyorlardı. O yüce Peygamber de emânete verdiği önemi burada gösteriyor. Böyle hem kendisi ve hem de müslümanlar için ölüm kalım savaşı verirken yanındaki emânetleri sahiplerine vermek için Hz. Ali'yi Mekke'de bırakıyor, yatağına yatırıyordu. Sonuçta efendimiz Rabbimizin korumasıyla öldürmek için evin etrafını saran müşriklere bir avuç toprak atarak ve Yâsîn süresini okuyarak hicret için evinden ayrılıyor. Peygamberimiz Mekke'den ayrılırken şu duygu dolu sözleri söylüyordu: "Ey Mekke, vallahi sen Allah katında yeryüzünün en hayırlı yerisin. Bana da en sevimli yerisin. Vallahi eğer buradan çıkmaya mecbur bırakılmasaydım, çıkmazdım." (İbn Mâce, Menâsik, 103, 3099) Neticede Peygamberimiz ve Hz. Ebû Bekir Mekke'nin güneyinde bir buçuk saat mesafedeki Sevr dağına vardılar. Dağı tırmanarak zirvesindeki mağaraya gizlendiler. Mekke müşrikleri guruplar halinde her tarafta Peygamberimizi aramaya koyuldular, bulamadılar. Bulana yüz deve vereceklerini ilân ettiler. Her tarafı arıyorlardı. Hatta bunlardan bir kısmı mağaranın ağzına kadar gelmiş, o kadar yaklaşmışlardı ki, adımlarının sesi içerden duyuluyordu. Hz. Ebû Bekir endişelenmeye başladı Peygamberimize, kulağına eğilerek: - Düşmanlar çok yaklaştı, o kadar ki, ayaklarının dibine bir baksalar bizi görecekler, dedi. Peygamberimiz ona cevap verdi: - Üzülme! Allah bizimle beraberdir. Hatta o sırada mağaranın kapısına kadar gelenlerden biri mağaranın içine girip aramak istemiş. Umeyye b. Halef ona: - Orada ne işin var? Aklını mı yitirdin. Baksana Muhammed doğmadan önce orada örümcekler ağ germiş, kuşlar yuva yapmış, dedi ve içeriye girmesine engel oldu. Mağaranın ağzına örümcekler ağ germiş bir çift güvercin yuva yapmıştı. İşte Tarih kitaplarının sözünü ettikleri mağara mûcizeleri bunlardır. Burada sahabenin hicreti ile ilgili bir ör- Dostlarımızla Hasan AKTAŞ Hicret! nek aktarayım: Süheyb er-Rumi, hicrete karar verdiğinde Mekkeli müşrikler onun hiç bir şeyi yok iken kendi memleketlerine yoksul biri iken geldiğini ve kendi memleketlerinde varlıklı hale geldiğini eğer buradan göç ederse gideceği memlekette bu imkanları bulamayacağını söylediklerinde Suheyb: -Eğer tüm malımı-mülkümü size bağışlarsam hicret etmeme izin verir misiniz? dediğinde müşrikler evet dediler. Suhyeb de her şeyini onlara bırakmıştır. Bu haber Hz. Peygamber'e geldiğinde - Suhayb kazandı, Suhayb kazandı, demiştir. (Şakir, Mahmud, İslâm Tarihi, c.1, s. 328) Sevr mağarasından başlayan bu yolculuk Uraykıd isimli bir kılavuzun öncülüğünde Efendimiz ve Hz Ebu Bekir’in elli dereceye varan sıcaklarda aç susuz çölleri aşarak günlerce süren bir yolculuk sonucu Medine’ye vasıl olmalarıyla son buldu. Bu yolculuk esnasında Peygamberimizin göstermiş olduğu mucizevi olayları yazım uzamasın diye değinmiyorum. (Sürâka’nın başına gelenler, kısır keçinin süt vermesi v.s.) Bu hicretten yaklaşık on beş yıl sonra Müslümanlar takvimlerinin başlangıcı olarak hicreti, Hz. Ömer'in halifeliği zamanında Hz Ali’nin teklifiyle tarih başı kabul etmişlerdir. Kardeşlerim, Buraya kadar özetlemeye çalıştığım yolculuk hicretin görünen kısmıydı ve bunu da bilmek gerekiyor. Bundan böyle âyetler ve hadisler ışığında ve de özellikle aşağıdaki hadisleri dikkate alarak işin diğer boyutuna geçmek istiyorum. Mucaşi' b. Mesûd Sülemi(r.a.) şöyle rivayet etmiştir: "Ben, Peygamber'e (sav) geldim, hicret etmek üzere kendisine biat edecektim. Bunun üzerine: - Artık hicret etme dönemi geçmiştir. Fakat İslâm'a girmek, cihat etmek ve iyilik yapmak üzere biat edebilirsin, buyurdu. (Müslim, İmara, 3465) “Mü'min, insanların canları ve malları konusunda kendisinden güvende olduğu kimsedir. Muhacir (Hakiki hicret eden) ise kötülüklerden ve günahlardan uzaklaşan (hicret eden) kimsedir.” (İbni Mace, Fitne, 2 (3924) ) “Müslüman müslümanların elinden ve dilinden güvende olduğu kimsedir. Hakiki muhacir, Allah'ın yasakladığı şeylerden kaçan, onları terk (hicret) eden kimsedir” (Buhari, İman, 9) buyurmuştur. O halde, bizler de Allah’ın yasakladığı şeylerden kaçınıp nefsimizin kötü isteklerini frenleyerek her an hicret halinde olabilir ve hicret sevabına nail olabiliriz. Allah'a tam manasıyla inanan insan, gönül Medine'sine ulaşmak yolunda her haramdan sakınırken bir dağı geçer, her farzı yerine getirirken bir ovayı aşar, her iyilik yaptığında onun için bir adımdır. Her doğan gün onun ümidini arttırır, her batan gün aşk ve şevkini güçlendirir. O, kendi içinde hicreti yaşayandır. Ailesi ile iken hicrettedir. Toplum içinde hicrettedir. Dün- 27 Dostlarımzla 28 Hasan AKTAŞ Hicret! yada hicrettedir, yaşadığı çağda hicrettedir. Namaz onun için Rabbının yanına bir hicrettir. Oruç bedeninin kötü arzularından hicrettir. Hac bir hicret eğitimidir. Zekât dünyanın hengamesi içine daldığı an, eşyadan bir hicrettir. Hicret, kötü şartlardan kaçış değil; İslâm’ın hükümlerini yaşayacak ve yaşatacak yeni şartların ve mekanların aranışıdır. Hicret; Hak'kın batıla galip gelmesi ve İslâmı tümüyle yaşamanın azmidir. Hicret; tevhid inancının kalplerde kökleşmesinin, gerektiğinde mallardan ve canlardan feragat etmenin sembolüdür. Peygamberimizin Mekke'den Medine'ye hicreti; bir manada zulüm ve haksızlıklardan, hak ve hürriyete göç etmenin bir sembolüdür. Yoksa her başı sıkışan, haksızlığa uğrayan kişi gibi, memleketini terk edip kaçması değildir. Önemli olan kişinin, bulunduğu yerde mücadele edip, insanca yaşama hakkını elde etmesidir. Hicret; kaçış değil; hasrettir, ümittir, yüce hedefleri gerçekleştirme azmidir. Kendi iklimini bulma arayışıdır. Milli, dini hasletlerini, sahip olduğu kültürünü koruması için mücadele etmesidir. Hicret; cimrilikten cömertliğe, zulmetten nura, dalâletten hidâyete, anarşiden sükûnete, zulümden adalete, nefretten sevgiye, kinden şefkate, esaretten hürriyete, kölelikten efendiliğe, batıldan Hakk’a, şeytandan Allah’a, çirkinden güzele, taassuptan sağduyuya, zarardan kâra göç etmektir. Dostlar, Mekke'de zulüm ve haksızlık içinde yaşayan Müslümanlar eğer hicretle istiklâllerine ulaşmışlarsa, bizler de ruh dünyamızda kötülüklerden kurtulmayı, başkalarına haksızlık yapmaktan vazgeçmeyi, yaşadığımız toplumda her türlü fitne ve fesadın etkisinde kalmaktan kurtulmayı, çocuklarımızı yaşadığımız çağa göre yetiştirmeyi, başkalarına iyilik yapmayı, haksızlıklar karşısında mücadele etmeyi hicretle gerçekleştirebiliriz. Yukarıdaki âyet ve hadisler hicretin önemini haber verirken Peygamber efendimizin (sav) Mucaşi' b. Mesûd Sülemi’ye (r.a.) söylediği söz dikkatimizi çekiyor ve buyuruyor ki; "Artık hicret etme dönemi geçmiştir. Fakat İslâm'a girmek, cihat etmek ve iyilik yapmak üzere biat edebilirsin" bu hadisten anlıyoruz ki hicretten gaye nefsi mücadeledir. Nefsi emmare ile cihattır. Bütün münkirattan ve fuhşuyattan kurtulup sırat-ı müstakîm üzere olmaktır. Gerçek Müslim ve Mü’min olabilmektir. Peki, ya bu nasıl olacak? Herkes böyle olmak ister; ama söylemekle, olayım demekle olmuyor. Yeryüzünde her şeyin bir terbiyeye ihtiyacı olduğu gibi insanoğlunun da manevi bir terbiyeye ihtiyacı vardır. Nasıl dağdaki bir ağaç, ehil bir ustanın eliyle çeşitli terbiyelerden geçip, dolap, masa, sıra, rahle halini alıp insana faydalı bir hale geliyorsa, insanoğlunun da ehil bir ustanın terbiyesinde eğitil- Dostlarımızla Hasan AKTAŞ Hicret! mesi gerekiyor. Eğitilmeli ki (hayrunnâs men yenfeunnâs) insanlara faydalı hale gelsin. Küfreden, yalan söyleyen dili hayır ve doğru konuşmaya hicret etsin. Şehvetle bakan gözü Hak nuruyla bakmaya hicret etsin. Tetik çeken, tokat atan eli baş okşamaya, düşeni kaldırmaya hicret etsin. Dostlarım, Hepimiz biliyoruz ki az önce zikrettiğimiz gibi böyle olayım demekle olmuyor. Öyleyse, gelin en büyük savaş için bir mücadele başlatalım. Komutanımız mürşid-i kâmil, silahımız zikrullah olsun. Komutana tabi (biat edip) olup ona tam itaat edelim. Onun verdiği silaha sahip çıkalım ve iyi kullanalım. Sohbetimin başlığını atarken hicreti (fenadan bekaya yolculuk) olarak yazmıştım. Bunu biraz açacak olursak, Hak olan bir mürşid-i kamile varıp, manevi bir terbiyeden geçmeyen kişi, hangi ilme sahip olursa olsun, hangi makamın sahibi olursa olsun, her şeyi kendine nispet ettiği için şirk halindedir. O kişi, fiilleriyle Allah’a şirk koşar, sıfatlarıyla Allah’a şirk koşar, vücuduyla Allah’a şirk koşar; ama farkında olmaz. Rabbimiz de şirki asla affetmeyeceğini buyurur. Kişinin bu şirklerinden kurtulabilmesi için kendi enfüsünde bir mücadele başlatıp, zikrullah kılıcı ile muzafferiyetini ilan etmesi gerekiyor. Biz buna fena, (fenafillah) Allah’ta yok olma (ölmeden önce ihtiyari ölme) diyoruz. Beka ise bütün şirklerimizden kurtulup Hakk’ın varlığı ile kaim olmaktır. Velâyetimizle Hakk’ı, Muhammediyetimizle Efendimizi izhar etmektir. Yani Hak nuru ile bakabilmek, kaderimize razı olabilmek, yaratılanı yaratandan ötürü sevebilmek, merhametli olabilmek, düşeni kaldırıp açı doyurabilmektir. Velhasıl bütün fiil, sıfat ve vücudumuzda Hakk’ın fail, mevsuf ve mevcut olduğunun farkına varmak ve bu zevk ile yaşamaktır. İşte gerçek hicret budur. Bu hicreti gerçekleştirenlerin mükafatı Allah (cc) ve Resûlüllah (sav) ile beraber olmaktır. Dostlar, Buraya kadar söylemeye çalıştığımızı herhalde şu bir cümlelik ayet özetlese gerek “Ve ahsin kema ahsenallahü ileyk”Kasas/77 “Allah’ın sana ihsân ettiği gibi sen de (insanlara) ihsan et.” Cenab-ı Hak cümlemize fenadan bekaya hicret eden ve bu âyetin haliyle hallenenlerden eylesin. Amin! Ve âhıru de’vânâ enil hamdü lillahi rabbil âlemin. 29 Dostlarımzla 30 Hasan AKTAŞ Hicret! FENADAN BEKAYA EDELIM HICRET Mekke’den Medine’ye oldu hicret Kin ile inat yüktür terk edelim Bu hicret ile sona erdi zulmet Gururla kibire kapılmayalım Nefsî mücadeleye oldu davet Sevgide, merhamette yarışalım Fenadan bekaya edelim hicret Fenadan bekaya edelim hicret Mürşid’i Kâmile edelim biat Cimrilikten cömertliğe geçelim Telkini haktır hem candan sadâkat Zulmeti terk edip nuru seçelim Aşkla zikredelim olsun hidâyet Batıldan Hakk’a bir kanat açalım Fenadan bekaya edelim hicret Fenadan bekaya edelim hicret Hafi, cehri, kalbi zikreyleyelim Bekaya hicret eden Hakk’ı bulur Nispetleri bir bir terk eyleyelim Cümle zerrelerde Hak mevcut olur Soyunup varlıktan zevk eyleyelim Hikmetle bakar her dem O’nu görür Fenadan bekaya edelim hicret Fenadan bekaya edelim hicret Ene’lerimiz şirktir, terk edelim Hasan gel kulluğa devam edelim Fail, mevsuf, mevcut Hak’tır bilelim Muhammedî Melâmeti seçelim Hakk’a tertemiz bir ayna olalım Şeriatsız hakikati nidelim Fenadan bekaya edelim hicret Fenadan bekaya edelim hicret Hasan AKTAŞ 31 GIRDIM MELÂMET YOLUNA Elestüde sordun bana Evet dedim rabbim sana Himmet eyle ben kuluna Girdim melâmet yoluna Besmeleyi hep çekeyim Rahman Rahimi bileyim Gizli sırrına ereyim Girdim melâmet yoluna Nefsi hevadan sen geçir Hakkı batılı hep seçtir Dünya oyununu bitir Girdim melâmet yoluna Ayetleri okuyayım Manasını anlayım Ahlakını yaşayayım Girdim melâmet yoluna Bildir burda beni bana Canı vereyim ben sana Söyle bugün bana mânâ Girdim melâmet yoluna Yeni hayatı bulayım Dost yanında hep kalayım Ruhundan hem ruh alayım Girdim melâmet yoluna Oldun hüsnüne pervane Erdir beni kemaline Bakayım hep cemaline Girdim melâmet yoluna Sessiz sözsüz hem duyayım Kur’an’a daim uyayım Aşkın ile hep yanayım Girdim melâmet yoluna Gözümden perdeyi kaldır Bahri ummanlara daldır Hakk’tan daim haber aldır Girdim melâmet yoluna Basiretim aç göreyim Mahremine ben gireyim İstersen canı vereyim Girdim melâmet yoluna Arifliğe erişelim Ol dost ile birleşelim Candan içre sevişelim Girdim melâmet yoluna Erdinç’i sana kul eyle Daim kalpte zikir eyle Duasını kabul eyle Girdim melâmet yoluna Erdinç ÖZKAN 32 DERGÂHIMIZDAN ÖZEL... KUR’AN VE EHL-İ BEYT..! Peki dostum bizim neye ihtiyacımız var? Bizim Hz. Muhammet Mustafa’ya ihtiyacımız var. Bizim Kur’an’a ihtiyacımız var. Bizim o emânetlere ihtiyacımız var: O Kur’an’a, O Ehl-i Beyt’e. Dergâhımızdan Özel... 33 - Ölüm gelmeden önce hayatın, hastalık gelemeden önce sıhhatin, fakirlik gelmeden önce zenginliğin, ihtiyarlık gelmeden gençliğin kıymetini bilin” diyor. Dostlar, Efendimizin (sav) az önce ifade ettiğimiz bir hadisi var ya, hani; insanoğlu iki şey vardır onları takdir etmekte aldanmıştır diye. Sevgili Okuyucular, Cenabı Hak cümlemizi ve cümle mü’min kardeşlerimizi kendine kul, Habibine ümmet olarak kabul eylesin. Şefaat-i Muhammediye'sine kabul eylesin. Dilimizi zikriyle, kalbimizi nur-u muhabbetiyle daim ve kaim eylesin inşallah! Duhulüyle müşerref olduğumuz Muharrem ayını cümlemiz ve cümle İslâm alemi hakkında hayırlara vesile kılsın. Aşure günümüz mübarek olsun hayırlara vesile olsun inşallah! İslâm alemine ve insanlık alemine huzur, kurtuluş, sevgi, saadetler getirsin inşallah! Biz insanoğlu olarak bir çok şeyin kıymetini takdirden aciziz. Peygamber Efendimiz (sav) bize çok şeylerin kıymetini bilmemizi salık veriyor. Buyuruyor ki: - "İki nimet vardır. Bu iki nimet hakkında insanların çoğu aldanmıştır. Bunlardan birisi sağlık, biri de boş vakit." İnsanların çoğu bu iki nimetin kadrini, kıymetini bilmede aldanmıştır. Ve bazı şeyler sayıyor, bunlar gelmeden bunların kıymetini bilin diyor: Haddimi aşarak bir şey söyleyeyim: İnsanlar, iki şey vardır ki onların kıymetini takdir etmekte aldanmıştır. Biri Kur’an'dır biri de Ehl-i Beyt'tir. Ne yazık ki, bu acı bir gerçek! Ki bunların kıymetini takdir etmemek, bu hususta aldanmış olmak İslâm alemi için, Müslümanlar için çok acı, çok büyük kayıp! Oysa Peygamber Efendimiz Veda Haccı'nda: - Size iki şeyi emanet ediyorum. Biri Kur’an biri de Ehl-i Beyt'tir. Yani bu ümmetin omuzlarına bu emaneti yüklemiştir. Aslında bunlar, bir Kur’an, diğeri Ehl-i Beyt'tir diye ayrılmaz. Çünkü Kur’an yazılı bir kitaptır. Ehl-i Beyt de o'nu yaşayan canlı kitaptır. Ama ne yaptılar biliyor musunuz dostlar? Kur’an'ın sayfalarını Sıffin’de mızrakların ucuna taktılar, yani Kur’an'a mızrak soktular; Kerbela’da Ehl-i Beyt'tin de ciğerlerine mızrak soktular. Ne kadar acı..! Efendimiz emanete sahip çıkmayanlara ne diyor? Münafık, diyor. Buyuruyor ki Efendimiz: Dergâhımızdan Özel... 34 - Münafıklığın alâmeti üçtür: Vaad eder, va'dinde durmaz, konuştuğu zaman yalan konuşur, kendisine emanet edilen şeye ihanet eder. Kur’an "o fitneden sakının" diyor. "Allah size o emanetleri ehline vermeyi emreder." Ama siz var ya dostlar, Peygamberimizin "Benim öyle ümmetlerim gelecek ki!" diye haber verdiği bir ümmetsiniz. O zamanda mı olmak istersiniz bu zamanda mı? Bugün, Peygamber Efendimizin müjdelediği bir gündür. Biz Hz. Hüseyin Efendimizin 72 yakınıyle beraber kadere teslim olarak, şahadet şerbeti içerek cenneti alâ’ya, ceddi Hz. Muhammet Mustafa’ya kavuştuğunu biliyoruz. Bugünü hüzün günü mü diyelim, vuslat günü mü diyelim? Bu vuslattan ümmet-i Muhammet olarak üstümüze düşen görevleri çıkaralım. Kendimize istikamet çizelim. Bu, Cenabı Hakk’ın celâl tecellisindeki hikmetidir. Biz o gün olmayıp bugün olmak suretiyle bu tecellinin dışında değiliz; tamamen içindeyiz. Ama neredeyiz..? Hüseyinlerin yanında olmalıyız, mazlumların yanında olmalıyız, emanete sahip çıkanların yanında olmalıyız. Üç günlük dünya menfaati için, madde, makamları için gözleri kör olanlar, kalpleri taşlaşanlar, zannetmeyin ki o günün, geçmişin, tarihin sayfalarında kaldılar. Bugün daha vahşet! Bugün bir düğmeye basıp, binlerce cana kıyılabiliyor. Neler neler yok ediliyor, katlediliyor, sindiriliyor. Allah muhafaza! İnsanlık, tarihin her döneminde sınavdan/imtihandan geçiyor. İnsanlık kavramı manevi bir kavramdır, somut değildir. Peki bu insanlığı ne oluşturuyor? İnsanlar. Biz insanız; ama sahip olduğumuz düşünce, fikir, iman yönüyle bir insanlığımız bir karakter, bir kişilik yapımız vardır. İnsanlık, insanların ortak manevi ürettikleri bir değerdir. Bu manevi değer, ortak değer tarihin her döneminde imtihandan geçer. Her dönemin kendine has imtihanları vardır. Kendine has kullandığı malzemeleri vardır. Ama insan olarak, beşer olarak geçmişle bugün arasında fark yok. Fark sadece kullandığımız eşyada, zahirimizde. Şu çok halis muhlis, üstü başı pırıl pırıl görünen insan, dişleri kanlı canavardan daha kanlı kesilebilir. Hudut, sınır tanımayabilir, tanımaz da. Peki dostum bizim neye ihtiyacımız var? Bizim Hz. Muhammet Mustafa’ya ihtiyacımız var. Bizim Kur’an'a ihtiyacımız var. Bizim o emânetlere ihtiyacımız var: O Kur’an'a, O Ehl-i Beyt'e. Evine, ailene, mahremine bir hücum olsa, canını dişine takarsın, canını hiçe sayarsın o uğurda mücadele verirsin. Ölürsün, kalırsın… Senin Kur’an'ına mızrak soktular. Senin Ehl-i Beyt'inin ciğerine oklar yağdırdılar. Ne yaptın sen ha..? Müslümanım diyerek oturuyor musun..? Benim derdim büyüdü! Allah’a şükür gelirimiz iyi, keyfimiz iyi, sağlığımız iyi şu, bu Dergâhımızdan Özel... 35 iyi demek marifet mi? İnsanlığa -bakın insanlara demiyoruminsanlığa manevi değer üreteceğiz. Atmosfere öyle dalgalar yayacağız ki, insanlığın çehresi değişecek. Değişmiyorsa biz görevlerimizi yapmıyoruz, yapamıyoruz demektir. - Ama efendim biz kimiz ki? - Yok, böyle düşünme! Sen Allah dostunu, bir mü’mini, bir gönül ehlini sayıya, tartıya, ölçüye koyamazsın. Her birerlerimiz bulunduğumuz yerde ahlakımızla, ahkamımızla, tenezzül ve tevazumuzla, merhametimizle insanlığa katkıda bulunacağız. Tabi bu insanlığa katkıda bulunmak, insan yüzünden geçer. Sevgi üretebilmek… Herkes bu kelimeyi diline dolamış. Sevgi, sevgi, sevgi... Neyi seversin Allah aşkına? Sevgiyi öğrendin mi? Okula gidiyorsun yazmayı, okumayı öğreniyorsun. Sanata gidiyorsun mesleği, sanatı öğreniyorsun. Nereye gittin sevgiyi öğrenmeye? Ne kadar acı değil mi?.. Adam doktor olmadan, neşteri eline alırsa; artık o hastadan hayır bekler misin? Adam pilot değil; ama uçak kullanıyor. O uçağın akıbeti nedir? Felâkettir… Sevgiler de kaynağından tahsil edilmezse; aslında sevgi dediğimiz şey, bencillik olur. Şöyle bir bak! İnsan kendisini seviyormuş meğer, kendine göre seviyormuş, kendi çıkarına göre. Ama sevginin mektebi, sevginin kaynağı olan Hak mürşidin yani Hz. Muhammed'in (sav) mektebi. Efendiler Efendisi geldi, bu alemde öyle bir mektep kurdu ki, o mektebin ürettiklerini elleriyle, dilleriyle, güçleriyle kapatamadılar, söndüremediler. Çok tehlikeli uçurumların kenarından dönüldü. Ama o sevgi, o tevhit mektebinin sahibi Hz. Allah olduğu için korudu. "Zikri biz indirdik ve onu koruyacak olan biziz." Zikir, işte o sevgidir, o, Hz. Muhammed'in (sav) hane-yi saadetidir, mekteb-i mübarekesidir. Dolayısıyle işte oradan sevmeyi, karşılıksız sevmeyi, tanıyarak sevmeyi öğrenmeliyiz. Şimdi sen "Allah’ı seviyor musun?"diye git çoluğa çocuğa, büyüğe küçüğe, çobana, bekçiye, amire, memura sor. Allah’ı seviyorum, der. - Peki Allah’ı tanıyor musun? -… Neyi seviyor o? Allah’ı seviyor; ama kendi düşüncesinde ürettiği Allah’ı seviyor. Karşısına geldiği zaman O’nu tanımıyor. O’nu, tahayyülünün dışında gördüğü zaman, O’na sövüyor, darp ediyor, elindekini alıyor. Ne sevmesi!. Güya eşini seviyor; ama nefsiyle, şehvetiyle, hayvaniyetiyle. Sen, onu, senin küffüvvün, eşin, Allah’ın hediyesi ve mânâlar, hikmetler hazinesi olarak görebiliyor musun? Tanıyabiliyor musun bütün bu varlığı? Dostlar, Bu karanlık, bu cehalet içerisindeki insana Hz. Muhammed'in (sav) eli uzanıyor. Efendimizin eli, 1400 sene evveliyle, geçmiş- Dergâhımızdan Özel... 36 le, gelecekle kayıtlı değil. Mutlak olan eli; Hak olan dili, Hak olan sohbeti. Yeniden yapıldım yârin eliyle! Yarimi seyrettim yârin gözüyle Yarime seslendim yârin diliyle Sevilecek yâri buldunsa eğer Bulduk elhamdülillah. Buldurdu, biz bulamazdık; buldurdu! Onun için Hz. Hüseyin Efendimiz'in ve O'nun yolunu takip eden Pir’lerimizin, Efendilerimizin yolu, dünya ve dünyaya ait akıllarla, ölçülerle ölçülmez. Bakın o dünyaya ait ölçülerle ölçenler ne diyor biliyor musunuz? -Hz. Hüseyin’ in orada ne işi vardı, oraya neye gitti? (!) Bunların aklı bu kadar... O, kader takdir ona eyvallah. Ama bize zulmün karşısında takınacağımız bir tavrı, küfrün karşısında vereceğimiz mücadeleyi gösterdi. Hayatımıza anlam kazandırıyor, anlam! Tolstoy, Rusya’da devrimcileri anlatırken bir kitabında diyor ki; "Onlar o devrim idealleri için canlarını hiçe saymışlardı. Nitekim itikatsız, inançsız üst sınıfla, halkın arasındaki o uçurumu kapatmak, halkçı gibi görünmek. Ama bunu yaparken de son derece sakin olan insanlar, hedeflerini gerçekleştirebilmek için yeri geldiği zaman gözünü kırpmadan, onlarca, yüzlerce insan öldürüyorlar. Sırf o inandıkları davayı gerçekleştirebilmek için. O uğurda seve seve ölümü göze alıyorlar." diyor. Allah aşkına, manevi, ilahi hiçbir değeri olmayan, sadece beşerî bir takım fikirlerle insan bu hale gelebiliyor. Kardeşim, Hüseynî olmak demek; adaletli, hakkaniyetli olmak, merhametli olmak, mütevazı olmak, kim olursa olsun zalimin karşısında doğruyu haykırabilmek, mazluma sahip çıkmaktır! Bunlar çok yüksek şeyler de değil. Bulunduğumuz ortamlarda doğruyu, güzeli yani merhameti, tevazuyu göstereceğiz. Ve bunlar insanlığa ivme kazandıracak. Biz bunu insanlık değerini yükseltmek için değil; bunları imanımız, inancımız için yapacağız. Ne var o yüksek binalarda oturanlarda? Farklı elbise diyemeyeceğim herkes birbirinin giydiğini giyiyor. Gelip de şu insanların arasına katılmamanın alemi ne? İnsanları derecelendirmişler. Bir bakıyorsun hakimler lokali, bir bakıyorsun doktorlar lokali, mühendislerin ayrı. İşverenler, sınıflar, sosyal sınıflar... Adam bir mahallede oturuyor, orada çalışıyor, geliri, kazancı yükseliyor. İlk iş evinin bulunduğu yeri değiştiriyor. Halbuki sen orada iken, o zenginliği buldun. Oradaki insanların senin zenginliğinde hakları var. Değil mi? Orada tanıyorsun Ayşe teyzenin yetim çocuklarını! Diyelim 150-200 bin liralık evde oturur- Dergâhımızdan Özel... 37 ken, bir milyonluk, iki milyonluk evde oturmaya kalkıyorsun. Ne oldu? O kadar insanın, kulun hakkı? Hepsini ver demiyor; ama hiç olmasın... uygulamaya çalıştılar. Neticede tarıma da bunu uygulamaya kalktılar. Yüzbinlerce çiftçi, köylü açlıktan öldü. Bu da bir şekilde nüfus planlaması oldu. İşte siteler oluşturuluyor. Hep bunlar, insanları bölmek için. Dün birisi güzel bir söz söyledi. Bölünürsek yok oluruz, paylaşırsak hepimiz doyarız. Yunus Emre’den böyle bir sözdü söylediği. Ey kurban olduğum Allah!.. İnsanlık o değerleri üretmekten uzaklaşınca, insan insanın kanını emer hale geliyor. Siz yeryüzünde insandan daha büyük canavar bulabilir misiniz? Bulamazsınız! Bu, bugünün sorunu değil ha; bu tarihten beri, taa Hz. Nuh zamanından beri hep bir takım insanları, işçi sınıfı proletarya sınıfı, ikinci sınıf, üçüncü sınıf… Eskiden banliyö trenleri 1., 2., 3. mevki idi, vapurlar öyle idi. Böyle bir geçiş dönemleri oluşturulmuştu. Şimdi bu kaos, bu karanlık, bu çılgınlığın yanında Hz. Muhammed Efendimizin bize getirip de semadan indirip önümüze koyduğu Kur’an'ın, canımız pahasına muhafaza edilmesi gerekmiyor mu? Ve onun Ehl-i Beyti!.. İnsanlığa en büyük değeri sağlayan, bu Kur’an ve Kur’an'ın ehli olanlar, Ehl-i Beyt ve Ehl-i Beyt'in âşıkları olanlardır. Peygamber Efendimiz: – Mü’minler bir binanın tuğlaları gibidir, diyor. Hani tuğlayı koyar üstüne de harcı koyar. O harç nasıl bağ değil mi..? Mü’min tanımının içerisinde bize ait, zahire ait tanımlar kalmıyor. Ünvan, san bunlar kalmıyor mü’minlik onları yok ediyor. Çünkü onlar kaynaşmaya mani, kardeşliğe mani. O mü’minlikte, o kaynaşmada rahmet var. O kaynaşmada hakiki sevgi var, muhabbet var. İşte bugünün sistemleri kapital olsun, sosyal olsun hep böyle ayrıştırmalı. Rusya’da devrimi gerçekleştirenler ne yaptılar? 50 milyon Lenin zamanında, 50 milyon da Stalin zamanında insan öldürdüler. Sosyal adalet dediler, eşit, hakça bölüşme dediler, şu dediler, bu dediler. Neden katliam oldu? Çünkü iman yoktu, küfür vardı. Marks’ın, Engels’in ondan sonra Darwin’in teorilerini Bugün de bütün insanlığın, araştırmacıların hemfikir olduğu bir husus ki, iki cihanın efendisi Hz. Muhammet(sav) bu insanların içinde yaşadı. Ayrı tahtlar, ayrı saltanalar hiiç kurmadı. Nasıl Bilal yaşadı, nasıl Selman yaşadı, Efendimiz de aynı. Birisi geliyor Hendek gününde Peygamberimize: - Bak böğrüme bir taş bağladım, diyor. Efendimiz de gösteriyor: - Sen bir tane, ben iki tane! Peygamber Efendimizin taş bağlaması açlığından değildi ha! O'nun manası o kadar yüksek, yüce idi ki göklere ağacak… Taş bağlıyordu, madden ağır olsun da... Dergâhımızdan Özel... 38 Ama o da bizim gibi bir beşer olarak yaşadı. "Ben de sizin gibi bir beşerim." dedi. "Bana ilahınızın bir ilah olduğu vahyolunuyor." İşte o vahye muhatap olan, o sevgiliye muhatap olan, o sevgilinin nuruyla nurlanan Nur-u Muhammediye, beşer elbisesini giydi ki bizimle görüşsün. Beşerim, dedi. Beşerim demekle beşerliğe şeref verdi, beşerliğin şerefini yükseltti. Bize en büyük şeref, işte o beşerliğe şeref veren zat-ı muhteremin kapısının kulu, kölesi olmak. Onun izinde olabilmek! Ne muazzam, değerleri üretip paylaşabilmek! Sevgiyi o sevgi kaynağından tahsil etmek! Yoksa insanlar, o içlerindeki para sevgisi, madde sevgisi, makam sevgisi, dünya sevgisi, kadın sevgisi… Aman Allahım! Hacı Baba bakın ne güzel diyor ne kadar muazzam: Geçtim dünya deminden: Kendi nefislerimizin ürettiği sevgilerdir dünya. Bu nefsani, şehevi, hayvani olarak ürettiklerimizden geçtim. Hem ukbanın seyrinden: Bir ukba anlayışı var ki, ya burada yemedin orada yiyeceksin burada görmedin orada göreceksin diye… Len terani yok bana: Dünya deminden, ukba seyrinden geçtin mi Allah’a, sevgiliye erersin ki, sevgili sana niye desin, beni göremezsin. Çünkü o, nefsinin dünyaya ait, ukbaya ait oluşlarından, bilişlerinden, kayıtlarından elenmiş, süzülmüş. İşte o, Hak varlığıyle zatı, nefs-i zatiyede, fenaya uğramış. Nefsi yok etmek diye bir şey yok, onu söyleyeyim. Ama nefsanî olan şeylerden, nefse ait şeylerden -ki bu aleme ve öbür aleme ait şeylerdir- geçmek var. Onlardan süzülmüş, elenmiş. O, güzelliklerle donanmış. Şimdi Hakk’a ait olan bir gözle nereye bakacaksın? Hak kendine perde çekmez ki! Peki ne yapar? Kendine ayna yapar. Bu Hz. İnsanı Hak, kendine ayna yapar da o aynada kendini seyreder. O Hz. İnsan da Hakk’ın aynasında kendini seyreder. Allah bize anlayış versin! Bu alemin fenasını, bekasını, fena ve beka tecellilerini böyle müşahede edeceğiz. Dövünerek, yas tutarak, Ehl-i Beytçi olunmaz. Bu ağlama, dövünme yarışı değil. Bu Hüseyinlerde nefsimizi terbiye etme, fenaya uğratma! Sende bir yezit var. O Hüseyin’i uyandırıp da sen nefsinde Yezidi mağlup edesin diye Hz. Hüseyin bu yolda şehit oldu. yezit, yani hırs, tamah, öfke, kin, madde, dünya. Öyleyse yezit gözüyle dünyaya bakarsak, göreceğimiz şey bellidir. Onun için Hüseyin olacaksın da o yezit gözünü kör edeceksin. Hüseyin gözü olsun gözümüz. Hüseyin dili olsun dilimiz. Hüseyin eli olsun elimiz. Hüseyin ayağı olsun ayağımızda işte Hüseyin’i yaşayalım, Hakk’ı yaşayalım. İşte o zaman biz emanet olan Kur’an'a sahip çıkarız. Efendimiz "Size iki şey emanet ediyorum Bu ikisine sarıldığınız müddetçe Dergâhımızdan Özel... 39 yeise düşmezsiniz" diyor. Tek başına da olsan, asla ümitsizlik yok. Bir mü’min asla mağlup edilemez. Mü’mini öldürsen onu mağlup ettim mi sanıyorsun? Vallahi değil. O ölürse, şehit olur. En yüce galibiyet orada değil mi? Mağlubiyetler, hüsranlar, yenilgiler dünya ehlinedir. En büyük mağlubiyet dünya ehlinedir. Bu dünyada yezitten ve onun ordusundan daha büyük mağlubiyete uğrayan başka kuvvet yoktur. Senin nefsinle, öfkenle elde ettiği zafer, zafer değil. Senin nefsine karşı, varlık ve benliğine karşı elde ettiği zafer, en büyük zafer. Yürü yavrum, sen, Hak Resulün izinden yürü. Zaferin mübarek olsun kardeşim. Dostlar, Hak Resulün izinden gidersek, zaferler bizi bekliyor. "Biz sana apaçık bir fetih müjdeliyoruz." Efendimizin yolundan gidip de zafere ulaşanlar… Bu yolda taş yiyenleri zayıf zannettiler. Yok değil, değil! Allah bize anlayış versin. Aşk versin, zevk versin. Hasan Hilmi bir ilahide diyor ki: Senden himmet ister cümle evliya Cemalin nurdur Aliyyü’l-Murteza Hacı Baba da ne diyor: Allah’ın dostu, Ebel Ehl-i Beytsin Ölüm yatağına gönüllü yatansın Sırr-ı velâyette Nâtıku’l-Kur’an’sın Himmetine her an muhtacız Efendim! Bize bu mânâ, o mukaddes soydan geliyor, Ehl-i Beyt'ten. Manevî yol bu. Burada mana bulan, o surî/soydan gelme olan evlattır, o mesabededir. Nedir evlat? Babayı temsil edendir, babanın sırrıdır. Biz de o manayla Efendimizin sırrıyız. Bir köle, sahibinin sırrıdır. Çünkü o köle sahibine akşam-sabah, gündüz-gece hizmet ettiği için, onun emriyle hareket ettiği için sahibinin sırrıdır. O efendisini o kadar bilir ki... Ne zaman yatar, ne zaman kalkar, ne zaman yer, ne zaman içer, ne zaman dinlenir, ne zaman ne yapar... Köle her harekatından haberdar. Biz de Hz. Muhammed'in (sav) köleleri olduğumuz için O, ne yapar, ne eder, ne söyler… İbn i Mesut ümmetin dört büyük aliminden biridir. Abdullah İbn-i Mesut. Oğlu İbn-i Mesut’un kölesini satacak. O zaman kölelik sistemi var. Köle demiş ki: - Sen beni satmıyorsun; sen babanın ilmini satıyorsun. İbn-i Mesut’ta ne varsa olduğu gibi biliyor köle. O zaman hâyâ etmiş, utanmış. Beni affet, demiş. Bunu idrak edebilse idik... Bir insan hizmet ettiğinin ilmiyle, ahlakıyla süslenir. Bana efendisi söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. Bana efendisi söyle, sana ilmini söyleyeyim, sana halini söyleyeyim. Sen bu ilmi kimden aldın dediler Bir kamil mürşide varmadan olmaz Dergâhımızdan Özel... 40 O zaman dostlar, bize aşk lazım aşk. Aşkı arttırmak için zikrullah. Zikrullahı arttırmak için aşk. Efendi Baba "Aşk tedarik edin!" diyordu ya şimdi daha iyi anladım. Allah bütün bu alemi, aşk tedarik etmek için yaratmış. Bilinmekliğimi sevdim Ezeli ilmime baktım Hazinelerimi açtım Her şey aşkın eseridir Kutsi Hadis'te: "Bilinmekliğimi sevdim halkı yarattım ta ki beni bilsinler" buyruluyor. Allah’ın ezeli ilmi, yani bütün varlıkların varlık olarak değil, ilim olarak mevcut oldukları Allah’ın ilim hazinesi. Allah’ın ilmi yaratılmış şeylere mekan olmaktan münezzehtir. Onun için varlıklar. Allah’ın ezeli ilminde, var olmamış, yokluk olarak bulunurlar. Bir yönüyle bizim yani varlığın hakikatleri, asılları bir yönüyle de Allah’ın isimleri. "Hazinelerimi açtım." O halk, avam, gafil Allah’ın hazinelerini altından, gümüşten, yakuttan bilir. Yahu Allah onlara bakmadı bile! Onlar ne ki Allah’ın yanında, katında..? Allah’ın hazineleri, o güzel isimleri. Yani Allah, o güzel isimlerinin açığa çıkmasını sevdi. Tabi o güzel isimlerin toplu bulunduğu, o isimlerin de açığa çıkmasındaki hikmet insandı, insanı kamildi. Allah’ın ezeli ilmi, o ilim hazinelerinin açılması, Cenabı Hakk’ın kendisini bir aynada görme sevgisi, muhabbeti idi. Ve o bütün isimleri mecmu olan, cami olan Muhammediyet mazharında, Hak, kendini seyretti. Bir başka ifadesiyle seyretmek için bu alemleri zuhura getirdi, zerreden küreye. Şimdi kalkıp da "Habibim şayet sen olmasaydın ben bu alemleri, eflakı yaratmazdım." hadisine uydurma hadis demek için insanın kalbinin, basiretinin, her şeyinin kapalı olması gerek! Çünkü Allah, bu hazineleri Muhammediyet mazharından açığa çıkardı. Bu mazharla, Muhammediyetle alem vücut buldu. Ne kadar açık... "Her şey aşkın eseridir" İşte o aşk, bu tecelliyi zuhura getirdi. Cenab-ı Hakk’ın bilinmekliği… Allah kendi zatında, kendi zatını biliyordu. Yani kendi zatını, kendi zatında müşahede ediyordu. "Yerler, gökler var eyledim" Bakıyoruz bu aleme, bu kesif aleme, bu kesafet; yerle, gökle ifade ediliyor. Tabi bunun hikmetleri de var. Şu yerlerin yaratılışındaki, göklerin yaratılışındaki hikmete bakın, kudrete bakın. Bu bize bir ilim sahibinin, bir irade sahibinin, bir kudret sahibinin varlığını, mevcudiyetini gösteriyor. Şu binayı yapmak için plan, proje, onca malzeme, usta, kalfa her ne ise... Yerler, gökler var eyledim Sanatımla hem süsledim Halk eyledim suret verdim Her şey aşkın eseridir Dostlar Allah bu alemi inşa etmek için malzeme depoları stoklar, envanterler mi hazırladı. Yok, yok kardeşim! “ innema emruhu Dergâhımızdan Özel... 41 iza erade şey en yekule lehu kün feyekün” Yani Cenab-ı Hakk işte bizim asıllarımız olan, hakikatlerimiz olan ayanı sabiteye bir yönüyle o güzel isimlere varlık tecellisinde bulundu. O varlık tecellisi Cenabı Hakk’ın o ilmindeki ilmi varlıkları bu alemde var kıldı, zuhura getirdi. "Ol!" dedi oldu. Halk eyledim suret verdim. Allah’ın halk etmesi yani yaratması takdirleridir. Suret vermesi o ezelde takdir ettiklerinin bu alemdeki görüntüleridir. Yani burada "Ol!" emriyle olma arasında zaman farkı yok, mesafe yok, zaman da yok. Ama bu alemin şartları, unsur alemi, madde alemi olduğu için burada zaman koydular. İşte yok şu kadar milyon sene şu kadar milyar sene. Siz hesap edin gidin. Yani bunların hesabını bırakın yapan yapsın. Biz çocukken güneşe ayna tutardık. O aynanın yansımasında zaman farkı var mı? Yok. Eyvallah! Her şey aşkın eseridir. Allah iyiliğinizi versin! Sevgimin mazharı Ahmet Nurumun evveli Ahmet Alemin sebebi Ahmet İşte o Ahmet’in yüzü suyu hürmetine varlık yaratıldı ki, bütün varlığın sebebi o. Çünkü Ahmet’in yüzü Hak. Ahmet’in yüzü makam-ı velayettir, vahdettir. Cenabı Hak yani o bilinmezlik veya gayb-ı mutlak dedi- ğimiz Ahadiyetinden vahidiyetine yani Ahmediyetine tecelli etti. İşte bilinmek o! Yani bilinmek, zatındaki bilinmekliğin tecellisi, Ahmet velayet sırrı, vahdet sırrı. “Evvele ma halakallahu nûri” Bir hadiste “Ruhî” birinde “aklî” olarak geçiyor. Bunların birbirine önceliği yok. "ruhî" hay olan, hayat, “nurî “ Allah’ın nurunun varlığı, “ aklî “ de akıl yani O’nu idrak etme. Sonra kalben Allah’ın ilmindeki mücmeli yani o cem olanı, toplu olanı tahsil etmek için. Levhi’de veya arşı da muhit. Yani bunların hepsinin bir manası var. Allah bize bunları anlamayı, yaşamayı nasip eylesin! Allah bize anlayış versin. Zevk versin, ilham versin. Allah hepinizden razı olsun! Gönlümüz bu zevkle olsun, bu şuhutla bu tefekkürle. Ehli Tevhide uzaklık yok. Ehli Tevhit zikirden, şuhuttan düştü mü uzak olur! Zikirli, fikirli oldu mu yani rabıtayla oldu mu hep candan içeru yakındır. Selam olsun, hepinize. Allah evlerinize, işlerinize huzur, bereket versin. Allah’a emanet olun. 42 INCEDEN INCEYE... Haktan geldik aleme hakkı bilmeye Hak yolu gönülde inceden incedir Gidiyoruz Hakta ölüp dirilmeye Orası ehilsiz bulunmaz nicedir Hak emrini tutup sırdaşı olmaya Varlıkla benlikle girilmez latiftir Geldik gidiyoruz inceden inceye Geldik gidiyoruz inceden inceye Oturduk mürşidin dizinin dibine La süpürgesini verdi gönlümüze Sarıldık bize uzanan mana eline Varlık benlik bunla atılır temizle Katıldık bizde telkinle kervanına Nisbetlerin seni ama eder dinle Geldik gidiyoruz inceden inceye Geldik gidiyoruz inceden inceye Davet edildik Allah ın meclisine Şahitliğimiz kulluğumuz bizden bize Mana abdestsiz girilmez haremine Geçtik kesafetinden letafetine Zikrullah ile abdest aldır gönlüne Erdik sırrı hikmetine bizden bize Geldik gidiyoruz inceden inceye Geldik gidiyoruz inceden inceye Çıktık mürşidle uzun ince bir yola Hakkı arayamayız varlığın dışında Faili mutlakı tanıyıp bulmaya Hak Resulü gönül içinde miraçta Arifler meclisine dahil olmaya Daim vücud çadrı içinde vuslatta Geldik gidiyoruz inceden inceye Geldik gidiyoruz inceden inceye Bu alem aşkla kurulmuş Hak pazarı Fazilet hassas yol inceden inceye Tanıttı bize effal sıfat zatını Dikkat et candan cananı incitmeye Şimdi tanıdık asıl mülk sahibini Hep nazarın sohbetin Haktan Resul’e Geldik gidiyoruz inceden inceye Geldik gidiyoruz inceden inceye Fazilet ÇITACI 43 Mehmet SOYYİĞİT Azimle İMAN, IMTIHANDIR! İşte bizim derdimiz, O’nu (Rabbimizi) kendimizde keşfetmektir. Gerçek varlık, O’nun varlığıdır. Gerçek var olan O’dur. Biz zannımızdan kurtulacağız. Derdimiz bu! Yoksa biz, insana Allah buldurmuyoruz. Azimle 44 Mehmet SOYYİĞİT İman, İmtihandır! Sevgili Dostlar, Efendimize bir kısım bedeviler gelip, iman ettiklerini söylüyorlar. Bu konu önemli olduğu için Rabbimiz uyarıyor: “Bedevîler “İman ettik” dediler. De ki: “İman etmediniz. (Öyle ise, “iman ettik” demeyin.) “Fakat boyun eğdik” deyin. Henüz iman kalplerinize girmedi. Eğer Allah’a ve Peygamberine itaat ederseniz, yaptıklarınızdan hiçbir şeyi eksiltmez. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Hucurat, 49/14) İman, imtihanla insanın kalbine yerleşir, güç bulur, kuvvet bulur. Canlarınızla, mallarınızla, Allah yolunda imtihan olunacaksınız. Ve imtihanları vermeden, hemen “Biz inandık”, “İman ettik” demek yeterli değil. Allah bizi imtihan eder, o gün öyle imtihandır, bugün böyle imtihandır. Her kişi mutlaka imtihan olur. Allah her kişiyi ona vermiş olduğu hal üzere imtihan eder. Kimisini kendisiyle imtihan eder, Kimisini yakınıyla, kimisini akrabasıyla, kimisini uzağından, kimisini yakınından, illa ki… Allah insanları mutlaka imtihan eder, yani onları testten geçirir. O imanlarını orada görür Allah. Aslında Allah, imanlarını onlara gösterir. Çünkü Allah’a hiçbir şey gizli değildir. Allah sadırdan geçenleri de bilir. Buradaki asıl gaye kişinin kendini tanımasıdır. Kendi imanını anlaması, idrak etmesidir. Çünkü niceleri vardır ki münafık olarak kaldılar. Bu imtihanları veremediler. Bu imtihanlardan hep kaçtılar. Mesela, biliyorsunuz değilmi? Çok meş- hurdur. Uhud harbine giderken, bin kişilik İslâm ordusu hazırlanıyor. Bunların içinde münafıklar da var. Üç yüz kişilik bir grubu var. Savaş meydanına giderken hemen kaçtılar. Müslümanları yalnız bıraktılar. 1000 kişilik İslâm ordusu 700 kişiye düştü. İmtihana giremediler. Demek ki “İslâm olduk” demek, imtihansız olmaz. Gerçek manada iman etmek, imtihan neticesi ancak ortaya çıkar. Sen bir zorluğa düştün mü, orada bakalım Rabbine tevekkülün var mı? Rabbine sadakat ve samimiyetin var mı? Bağlılığın var mı? İmanın var mı? Ona tam manasıyla sığınıp, dayanıp, emri doğrultusunda O’nun yolunda yürüyebiliyor musun? Malından, canından harcayabiliyor musun? İmtihan edilmeden gerçek iman sahibi olamayız.! Dostlar, Mutlaka imtihan olacağız. Mutlaka… Biz her halimizle gerek mutlu, gerek mutsuz olduğumuz zaman, gerek darda gerek bollukta iken asla ve asla yönümüzü Rabbimizden gayri bir tarafa çevirmeyeceğiz. Rabbimize tam tevekkül, tam bir itaatle, tam bir sadakat ve samimiyetle bağlı olacağız. Ve failim Allah diyeceğiz. “Yarab, failim sensin”, “Yarab, mevsufum sensin”, “Yarab, mevcudum sensin” , “Senden gayrı bir mevcut yok”. “Her şey senin Allah’ım” diyerek, Allah’a tam bir teslimiyeti gösterip başımıza gelen şeye güzelce sabredeceğiz. Başımıza bir iş geldiği zaman, orada, o anda Rabbimize tam bir tevekkül ile, tam bir itaat göstereceğiz. Bu nerden geldi? Bu niye oldu? Şuradan oldu, buradan oldu…” Bileceğiz ki Önce Allah’tan geldi… Nerden gelirse gelsin, ne şekilde gelirse gelsin o sana Allah’tan geldi… Sen şimdi güzelce sabret, Rabbine tam bir teslimiyet göster…“Mevla görelim neyler? Neylerse güzel eyler” Azimle Mehmet SOYYİĞİT İman İmtihandır! Onun için dostlar, biz kaderin çizgisinden çıkmayacağız. Kimse çıkamaz da, ama itiraz eder. İtiraz ettin mi çıktın demektir çizgiden. Anlayış bakımından kaybettin, iman bakımından sıkıntıya düştün. - Niye? Teslimiyeti gösteremedin çünkü! Şimdi şu insana dikkat ediniz. Kime sorsanız “Güç ve kudret kime aittir?” “Allah’a aittir” der. Ama bir iş başına geldi mi hemen unutuverir. Diyorlar ya “sebeplere sarılacağız” diye… Biz Allah’a sarılacağız. Rabbin yolunda malımızdan tasadduk edebilmek, sarf edebilmek. Allah yolunda mücahid olabilmek. Gerektiği zaman malımızla, gerektiği zaman canımızla mücadele. Ama en önemlisi nefsimizle mücadeledir. Nefsiyle mücadele edenler, muzaffer oldular. Onlar gönül kalesine tevhid bayrağını diktiler. Nefsiyle mücadele etmeyenler hep sıkıntıya düştüler. Nefsiyle mücadelede muzaffer olanlar, ancak onlar huzur bulur. Onlar gönül eri, mana eri olurlar. Onlar Allah’ın sevdikleridir. Allah’ı sevenlerdir. Dostlar, Allah bir işi mutlaka bir şeyle yapar. Yani Onun bir görüntüsü vardır. Allah denizi yaracak da diyor ki Musa (as)’a : “Ya Musa asanı denize vur.” Allah Allah… Yani Allah’ın, Musa’nın asasına ihtiyacı mı var? Allah mucize gösterecek, diyor ki: “Ya Musa at elinden asayı”… Bu O’nun sünneti. Allah böyle yapar zaten. Onun oradaki saikini yaratan da O’dur. Sebebi meydana getiren de O’dur. Öyle bir zevk sahibidir ki ehli tevhid. Fenafillah salikidir. O, fenafillahı en derin manada yaşamış, onun zevkine düşmüş, muhabbetine girmiştir. Kendisinde enaniyet dediğimiz bir şey kalmamış. Eniyyet-i İlahi O’nda tecelli etmiş. Makam-ı Velayetin sahibidir. O lütfa mazhar olmuştur. O, fail Allah, mevsuf Allah, mevcut Allah zevki şuuruyla, şuhuduyla, o muhabbetle yaşar. Fenafillah makamı, Tevhid-i Zat’tır. Makam-ı Cem de bu makamın tecellisidir. Bu makama Sultan makamı denir. Bu makamda Hak zahirdir, halk batındır. Bu makamda görünen Hak olduğu için, buradaki zevk de Hakk’ın zevki olduğu için, orada sâlik olmaz. Fenafillah olan yerde salik yoktur. Orada sen yoksun. Sen orada varsan ikilik olur. Onun için Fenafillah diyoruz biz o makama. Fenafillah makamı ne demek? “Allah’ta ifna olmak” demek. Yani bütün şirkinden, enaniyetinden kurtulmuş, tevhidin ifadesiyle şirk fiilinden Fiilullaha geçmiş, Allah’ın Efal-i İlahisi O’nda tecelli etmiş, zuhura gelmiş. Tevhid-i Sıfat da yine öyle. Allah onda sıfatlarıyla tecelli etmiş. Burada ne oluyor? Tevhidi zevk ederken mutlaka kendimize izafe ettiğimiz şeyler ortadan kalkar. İzafe etmek demek,bir şeyi bir şeye nispet etmek demek. Bir söz var mesela, ehlullah söylemiş: “Ettevhidü iskatu-l izafat” Yani “Tevhid izafatı düşürür, ortadan kaldırır.” Biz de tevhidi güzel zevk edebilirsek o kendimize ettiğimiz nispet, kalkar. Zaten insan zannı üzere hareket eder. Hakikatte tevhid de bizi bu zandan kurtarır. Biz ne biliyoruz? İşte ben yapıyorum, ben ediyorum. Biz hep böyle görmüşüz. Doğduğumuzdan beri, çevremizde de böyle gördük. Annemizden, babamızdan da böyle gördük. Çünkü bu ilim bize verilmedi o zaman. Keşke o zamanlardan bu ilmi alabilseydik, temelinden, çocukluğumuzda keşke… Ama Mevlâ ne zaman nasib eder, ne zaman lütfeder buna 45 Azimle 46 Mehmet SOYYİĞİT İman, İmtihandır! da hamd olsun, buna da şükürler olsun. Ya hiç nasib olmasaydı değil mi? Her ne, ne zaman olmuşsa biz ona elhamdülillah diyoruz. O yerli yerincedir. Ve doğrudur. Biz ona bir itirazda bulunmayız. Onun için biz tevhidi mutlak manada zevk etmeliyiz. Aslında hep zevk etmek diyorum. Bunları anlatmak için mecburen kullanıyoruz. Biz ifadeleri kullanmak zorundayız. Siz bir şeyi tarif ederken mutlaka teşbih/benzetme ile yapıyoruz. Biz Allah’ın vahdaniyetini, birliğini ve her şeyden tecellisini anlatabilmemiz için, onu ifade edebilmemiz için böyle bir yöntemi tercih ediyoruz. Ehlullah zaten bize öğretiyor. Neticede bunu biz insana anlatıyoruz. Değil mi? Ben anlatıyorum, Siz anlatıyorsunuz? Beraber anlatmaya çalışıyoruz. Anlatırken de mutlaka onu anlayabilmek için o teslimiyeti gösterebilmek için, onu yaşayabilmek için, oradaki gerçek hikmeti anlayabilmek için bu kavramları kullanıyoruz. Biz bunu demiyor olsak bile, anlatmıyor olsak bile hakikat değişmez. Allah’ ta bir eksilme olmaz, bir artma olmaz. Allah, Allah’tır ve kamilen Allah’tır. Onda en küçük bir noksanlık asla yoktur. Kulun böyle demesi Onda bir eksiklik meydana getirmez. Veya onda başka bir şey meydana getirmez. Allah, etkilenmez, hiç bir şekilde. Allah etkiler bizi. Bizi kendine kul olarak yaratmış. O bizi etkiler, kendine çeker. Bizdeki o zannı, evhamı kaldırır Allah. Bizi ehli tevhid edecek olan zaten Allah‘tır. Bizi şirk fiilimizden kurtaracak olan Allah’tır. Bizi şirk sıfattan kurtaracak olan Allah’tır. Bize neden zikrullah veriliyor? Bu işi yapacak olan Allah’tır, onun için. Ehli zikir olmayan bir kimse, ehli hal olamaz, ehli mana olamaz, ehli zevk olamaz. Zikrullah’tır insan vücudunda ihtilal meydana getiren. Allah’ın sohbeti, Allah’ın muhabbeti zikrullah ile tecelli eder. Allah, kulunda kendini giz- lemiştir. Bunu unutmayalım. Allah kulunda kendini gizlemiştir. İşte bizim derdimiz, O’nu (Rabbimizi) kendimizde keşfetmektir. Gerçek varlık O’nun varlığıdır. Gerçek var olan O’dur. Biz zannımızdan kurtulacağız. Derdimiz bu. Yoksa biz, insana Allah buldurmuyoruz. Zaten mevcuttur. Mevcudiyet O’na mahsustur. Bu mevcudiyet de O’nun mevcudiyetidir. Kul zan eder, zannı üzeredir. “İnsanı zandan kurtarmak“ Dert bu! Senin gözünün önünde perde var, o perdeyi kaldırmak. Senin önünde benlik perdesi var. Bütün derdin, sıkıntın bu. Benlikten kurtulmak. Geç benliğinden bak, göreceksin. Yani görünen görecek ve de görünecek. Öyle bir şey ki tevhid dostlar, gerçekten bunun zevkine, lezzetine, bunun tadına, buna doyum olmaz. Ve bunun tadı, lezzeti tarif de olmaz. Şu derecedir, bu derecedir, milyar derecedir, trilyon derecedir diye bir derece koyamıyorsunuz. Diyor ki ehlullah bunu anlatmak isterken , “Duysa bunu şah-ı cihan, katresine verirdi can.” Hatta bin can. Bir damlasına, onun zevkinin bir damlasına, bir katresine bin tane can verir, feda eder diyor. Bu öyle bir zevk dostlar. Tevhid muazzam ve mükemmel bir şeydir. Çünkü İslâm’ın esasıdır tevhid. İslâm’ın özüdür tevhid. Ve bütün peygamberler tevhid üzere gelmiştir. Bugün mesela Hristiyanlık denmesi, Yahudilik denmesi, asla Allah’ın bir Hristiyan dini veya bir Yahudi dini indirdiği anlamına asla gelmez. Allah böyle bir din indirmemiştir. Allah tevhidi indirmiştir. Tevhidi bildirmiştir. Bütün peygamberler tevhid sancağıyla gelmişlerdir ve hepsi İslâm’dır. Sonradan onlara isimler verilmiştir. Çünkü onlar o tevhidi, o özü, kendilerine indirileni bozdukları için Yahudi olmuş kimisi, Hristiyan olmuş kimi- Azimle Mehmet SOYYİĞİT İman İmtihandır! si. Ama Allah onlara şu an ki inançlarını indirmiş değil, bildirmiş değil, öğretmiş değil. Peygamberler onlara şu an ki inançlarını getirmedi. Hristiyanlar Allah’a şirk koşuyorlar. Teslis inançları var. Bu bir uydurmadır ve Allah’a iftiradır. Aynı zamanda İncil’e iftiradır, O’nun hakikatine iftiradır. Aynı zamanda da İsa (as)’a iftiradır. Onlar öylesine iftira atmışlardır. Yahudiler de öyledir. Onlar da aynı öyledir. Onun için hakikat asla değişmez dostlar. Onların öyle demiş olması hakikati mi değiştiriyor. Onların öyle davranması, gerçeği mi değiştiriyor? Hayır. Bu ancak onların aleyhine bir iştir. O’nlar bunun da cezasını maalesef… maalesef… “Keşke öyle yapmasalar” dersin, “insan netice itibariyle” ama “Mevlam neylerse güzel eyler”. Biz dua ederiz. Mevlâm herkese güzel imanı nasib etsin, Mevlamın cenneti de çok büyük, cehennemi de çok büyük. Hiç birisinde bir eksik kalmaz. Hiç birisi de ne kadar doldurursanız doldurun ebediyyen dolduramazsınız. Ne cennet dolar, ne de Cehennem. Biraz teferruata girdik; ama söylemek istediğim şey şu dostlar: Cenab-ı Hakk’ın hükmü, kudreti, kuvveti sonsuzdur ve herşeyi kuşatmıştır. Allah’ın eşi benzeri yoktur. Allah birdir, tektir. Hatta ve hatta sayılamayan bir rakam üzerinden Allah’ın birliğinin söylenmesi gerekir. O da Ehad’dır Allah, yani biriciktir. Hiçbir şey O’na asla ve asla denk olamaz. En güzel ifadeyi Allah kendisi kullanıyor. Ne diyor? “Kul hüvellâhü ehad.” “De ki Allah, ehaddir.” Herşeyi yaratan, her şeyi yaşatan, her şeye hayat veren, her şeyde işini icra edendir Allah. Gerek hayır, gerek şer. Kişinin başına ne gelirse gelsin mutlak Allah’tandır. Bunda şüphe yoktur. Bir incelik var, onu gözden kaçırmayalım. Ayet-i Kerime “Size bir iyilik isabet ettiği zaman Allah’tandır. Bir kötülük isabet ettiği zaman nefsindendir.”diyor. Bu “nefsindendir” ifadesi bizi şaşırtmasın. Hak ettiğinden dolayıdır onun anlamı. Hakettiğinden dolayıdır. İyilik Allah’ın lütfudur, keremi, ikramı, ihsanıdır. Rabbi kuluna zulüm etmez. O, senin hak edişindendir diyor Allah. İnsanın üzerine bir şer isabet ediyorsa, bil ki bu senin hak edişinden dolayıdır. Yoksa yine O’nu yaratan Allah’tır. Allah’tan başka yaratma vasfının/sıfatının sahibi hiçbir şey olamaz. Bir şeye yaratma vasfı verirseniz, o, ilah olur. Çünkü yaratma vasfı/sıfatı Allah’a mahsustur. O da tekvin sıfatı, yaratma sıfatıdır Allah’ın. Bir şeyi dilediği zaman sadece ve sadece ona “Kün” “Ol” der. Rabbin “Kün” emri kendi fiilinedir, kendi kudret ve kuvvetinedir. Allah “Ol” dediği zaman o şey kendisi olmaz. Yine O’nu Allah yaratır. Çünkü olan o şeyin de kendini yaratma özelliği olmaz. O emir tabi ki o işin hikmeti, Allah bir şeyi meydana getireceği zaman, sadece onu meydana getirmesi için bu emrini, “Kün” emrini kullanır. Bu kadar! O şey mutlaka Rabbin gücü kudretiyle meydana gelir. Ona kim engel olabilir. Mevlâmız buyuruyor ki “Sana biz eğer herhangi bir şekilde azab edecek olsak, onu senden kim giderebilir? Sana biz lütuf ve ikram da bulunacak olsak onu kim geri çevirebilir?” “Sana lütfedecek olan, ikram edecek olan da benim. Eğer azab edeceksem de yine edecek olan benim.”diyor Rabbimiz. Onun için, peygamber efendimiz (asv) hadisi şeriflerinde “Allah’ı en güzel, en mükemmel tanıyanınız, bileniniz benim. Ve O’ndan en çok da çekineniniz, haya ve edep duyanınız benim” buyuruyor. Peygamber efendimiz, bizi o kadar güzel uyarıyor ki, o kadar güzel ikaz ediyor ki, bize o kadar güzel işaretler veriyor ki, Allah bize bunları anlamayı, idrak etmeyi nasib etsin. 47 Azimle 48 Mehmet SOYYİĞİT İman, İmtihandır! Tevhidi yaşamaya, azmedeceğiz, aşk edeceğiz. Bu yola herşeyimizi feda edeceğiz. Bilişimizi, anlayışımızı, malımızı, canımızı Allah yoluna mutlaka feda edeceğiz. Rabbimizin yoluna feda edeceğiz. Bizim kemalimiz ancak böyle olur. Çünkü bize bunu ikram edecek olan Mevlâmız. Bizden şirk fiili kaldıracak olan Allah’tır. Rabbimizdir. Şirk sıfattan yani, zannımızdan bizi kurtaracak olan, bizi şirk vücuttan kurtaracak olan da yine kendisi, Zat-ı İlahisi. Bize ikram edecek olan, bizi yaratan, O. muyuz? Hadi durdur bakayım, bir nefesi durdur tamam. Sen bir nefesi durdur. Şu alemde bir anı durdur; tamam diyeceğim, sen haklısın. Ne mümkün..? İnsan azcık düşünse, azıcık dikkat etse bunu görecek. Sen var mıydın? O alemde miydin? Yoktun. Peki gelmen için sana soru soruldu mu? Sorulmadı. Peki anneni, babanı sen mi seçtin? Hayır. Yahu seni dileyen diledi. Seni dilediği gibi meydana getirdi. Seni dilediği gibi yaşatıyor. Güç onun, kuvvet Onun, kudret O’nun, herşey O’nundur, O’na aittir. İnsanda kendine ait hiçbir şey yoktur. Bu kulak senin mi? Bu burun senin mi? Bu ağız senin mi? Bu göz senin mi? Bu dil senin mi? Bu el, ayak, vücud senin mi? Senin ise tut. Senin ise itiraz et. Bakın dikkat ediniz. Gelişimizde bir dahlimiz yok, gidişimizde var mı? Getiren götürüyor. Görmüyor musun? Her gün, şu vücutta nice alametler oluyor. Şu vücutta nice işler oluyor biliyor musunuz? Allah şu vücutta neler yapıyor bir bilsek var ya… Bir gününüz, diğer bir gününüz ile asla aynı değildir. Siz hatta ve hatta bir nefes önceki halinizle, bir nefes sonraki haliniz aynı değildir. Bir nefes daha öteye, ileri gidiyorsun, her an. İnsan bunun farkında değil; ama zaman gösteriyor aslında. Şimdi bebekliğinizi düşünün, çocukluğunuzu, gençliğinizi düşünün! O zaman bunu daha iyi anlayacaksınız. Seni getiren öyle götürüyor ki.. Bu getiriş, bu götürüş, gerçekten mükemmel. Hani derler ya “Tereyağından kıl çeker gibi” götürüyor. Mevlam bizi gaflete düşürmesin. Mevlam bizi kendinden ayırmasın. Bakın hiçbir şeye müdahale edebiliyor Her an bütün alem, Mevlam onu öldürüyor, diriltiyor, öldürüyor, diriltiyor. Allah bizi yaşatmasa ne bilmişiz biz? Hayatı ne bilmişiz? Yaşamayı ne bilmişiz yahu? Bizi yaratan O. Yaşatan O, bize hayatı bahşeden O! Rızkımızı yaratıyor, havamızı yaratıyor, nefesimizi alıp-veriyor. Nefesimizi O vermezse biz ne yaparız? Almazsa biz ne yaparız? Yahu tepeden tırnağa Allah’a mahsusuz, Allah’a aidiz. Bu o kadar güzel bir şey ki aslında. Bu var ya, yani bizim Rabbimize ait olmamız öyle büyük bir devlettir ki insana… Rabbimizin bizi kendisi için yaratmış olması, bu ne büyük devlettir, ne büyük saadettir, ne büyük mutluluktur! Bunun tarifi mümkün değil. Bir insan bunu anladığı, idrak ettiği zaman, Rabbine ait olduğunu, kendisinin kendisine ait olmadığını, tepeden tırnağa, maddi manevi herşeyiyle Rabbine ait olduğunu anladığı zaman huzuru, saadeti kazanmış demektir. Hamdolsun Mevlâmıza. Allah bizi ayrılığa düşürmesin, bizi kendinden ayırmasın, bize razı olduğu iyilikleri ikram etsin, ihsan etsin. Onun için dostlar, tevhidi gerçekten zevk edebilmek; bu bir teslimiyettir. Ayet-i kerimede “Emaneti ehline teslim ediniz.” diye buyuruluyor. İşte herşeyimizle emanet olduğumuz için kendimiz kendimize, onu, ehline yani Rabbimize teslim edeceğiz. Enfüs–afak Azimle Mehmet SOYYİĞİT İman İmtihandır! fail Allah. Lâ faile illallah. Şirk fiilinden Fiilullah’a geçmek. İşte o şirkten kurtulmak, fail Allah’tır demek, emaneti ehline vermek, iade etmek demektir. Aynı şekilde, enfüs-afak mevsuf Allah, Lâ mevsufe illallah. Bu da şirk sıfatından kurtulup, gerçekte sıfatların sahibine, onları teslim etmektir. Bize sorsalar ki sıfatlarımız var mı diye? Şu vücutta sıfatlar var. Gözümüz, ağızımız, kulağımız; ama dikkat ediniz dostlar, aslında bizim sıfatlarımız birer tecellidir. Birer tecelli-yi Sıfat-ı İlahi’dir. Hani dedik ya, Musa (as)’a “Ya Musa asanı denize vur!” Asayı kullanıyor Allah. Asaya ihtiyacı yok ama. Kullanıyor, öyle seviyor Allah. Öyle istiyor, öyle gösteriyor herşeyini. İnsandan da böyle gösteriyor. Yani bu gözü Allah sana vermiş, aslında o gözden görmeye göz Hakk’ın gözüdür. O göz Hakk’ın nuru ile görüyor, yoksa görmez. Et parçasının gördüğünü bana kim gösterebilir? Et parçası görse niye elim görmüyor da gözüm görüyor? Kulağım nasıl işitiyor? Hakk’ın kudretiyle işitiyor. Dil, O’nun kudretiyle dönüyor. Bu vücutta bize ait bir şey yok. Bütün bu sıfatlarımız, Hakk’ın sıfatlarının mazharıdır. Allah oradan gösteriyor sıfatını. Yani aslında bu, aynı zamanda Rabbin kendini ifşa etmesidir, izhar etmesidir. İşte kul burada önemlidir. Kul burada değerini kazanıyor. Kul dediğiniz insan, işte burada şeref sahibi oluyor. Çünkü bu şerefi Allah, insana verdi. Bu güzelliği, bu mükemmelliği, Allah, insana verdi. Allah, kendini insandan, ifşa etti, izhar etti, zuhura getirdi yahu! O, kendisini gizlemesini, saklı tutmasını insan ile izhar etti, açığa çıkardı. Sıfatları bizden tecelli ediyor, Ef ’al-i İlahisi, kudret ve kuvveti bizden tecelli ediyor. Zatı ile de yine Allah bizden tecelli ediyor. Bu sıfatlar mutlaka bir zata mahsustur. Çünkü sıfatların vücudu yoktur. Görmenin vücudu var mı? Yoktur. İşitmenin vücudu var mıdır? Yoktur. Sıfatların vücudu olmaz. Onlar bir vücuda aittir. Nasıl ki sıfatlarımız Hakk’ın sıfatlarının mazharı ise, vücutlarımız da Hakk’ın vücudunun mazharıdır. Bizim vücutlarımız mümkünü’l-Vücud’ dur. Yani Rabbimizin yaratmasıyla meydana gelmiştir, Allah bizi yaratmıştır. Nasıl ki sıfatlarını, sıfatlarımızdan izhar ediyorsa, vücudunu da bizim vücudumuzla açığa çıkarıyor. Bizim vücudumuz, mümkünü’l-Vücud. Onlar hiçbir iş görmez. Bu vücuttan, kendi Vacibü’l-Vücud oluşunu zuhura getiren, izhar eden Allah’tır. İşte bu en büyük şereftir. İnsana en büyük şeref. Rabbimiz insanı seçti. Ve bu insanı Allah, meleklerden bile üstün tuttu. Allah kime emretti. “Ademe secde edin” diye. Dikkat edin. Kimdir O insan? O insanda nispet adına bir şey var mı? Hak’tan gayri bir şey var mı? Aslında Allah, insana secde ettirmedi. Kendine secde ettirdi. Çünkü Allah Adem’den tecelli etti ve melekleri Adem’e onun için secde ettirdi. Allah bize bu zevki tatmayı, bu zevki yaşamayı, cümlemize nasip etsin inşallah! Mevlam bu teslimiyeti bize göstersin. Bu sadakati, bu samimiyeti mevlam bizlere göstersin, nasib etsin inşallah. Kimdir O Adem? Bütün sır burada. Öyle bir Adem ki Hak O’ndan tecelli etmiş, zuhura gelmiş, Ef ’ali ile fail, sıfatları ile mevsuf, zatı ile mevcudiyetini ilan etmiş. Allah Onun için meleklere diyor ki “Siz bilmezsiniz; Ben bilirim!” Mevlam neler yapar! Herşey O’nun, melekler de O’nun, Cinler de O’nun, felekler de O’nun, alem O’nun, kainat O’nun, insan O’nun, hayvanat O’nun, nebatat O’nun. Ne var ki O’nun değildir? Elhamdülillah, hamd olsun Mevlaya, şü- 49 Azimle 50 Mehmet SOYYİĞİT İman, İmtihandır! kürler olsun. Tepeden tırnağa, Rabbimize aidiz. Mevlam bizi asla nefsimize bırakmasın. Onun için dostlar, tevhidi zevk etmeye, aşk ile Allah demeye, muhabbet-i İlahiyye için muazzam derecede samimiyetle, aşkla muhabbetle Allah demeye daha da sıkı, daha da kuvvetli, daha da güçlü devam edeceğiz inşallah. Herşey O’nundur. mertlik, dürüstlük, efendilik. İyilikle muamele, merhametle muamele, çok dikkat edeceğimiz şeyler dostlar. Ehli tevhidin dilinden çıkan, mücevher gibi olacak. Çok kıymetli olacak, çok değerli olacak. Bir söz söyledi mi cevher… Yani sokağa atılacak söz değil. Daha dikkatli olmamız gerekiyor. Biz Rabbimizden isteyeceğiz. Mesela en güzel duamız, “Yarabbi, bana tevhidi yaşat, tevhid zevki ile beni donat. Yarabbi bende benlik bırakma. Beni seninle donat. Beni nispet fiilimden kurtar, Beni nispet sıfatımdan kurtar. Beni nispet vücudumdan arındır, temizle yarabbi. Kendinle donat, kendini göster. Ef’alin ile failimsin, sıfatlarınla mevsufumsun, zatın ile mevcudum sensin. Beni senden bir an dahi, bir nefes dahi olsun ayırma.” Kırk sefer ölç. Bir sefer söylerken gene düşün. Dikkat etmemiz gerekiyor dostlar. Yani beşeri münasebetlerimiz daima tevhide göre olacak, tevhid zevkine göre olacak. Tevhid muhabbetine göre olacak. Halkı Hak’tan, Hakk’ı halktan ayırarak yapacağımız davranışlar olmaz. Dua edeceğiz gönülden, canı gönülden. Mevla bizleri affı mağfiret eylesin. Hata ve kusurlarımızı bağışlasın. Mevlam bizi kendinden ayırmasın, Mevla bizi sırat-ı müstakiminden ayırmasın, Mevla yar ve yardımcımız olsun, Allah bize aşk versin, feyiz versin, ikram ve ihsanını lütfedip, ikram etsin. Allah hepinizden razı olsun. Çok sağolasınız. Bu zevkler hep ehli tevhidin zevkleridir. Bunlar hakikatte Allah’ın lütuf ve keremidir. Kuluna ikram ve ihsanıdır. Bunları hep bize Rabbimiz ikram ediyor, ihsan ediyor. İnşallah. Samimiyetle, aşkla, zevkle inşallah, tevhide sarılacağız. Sonra, Dostlar; Sevgiye çok ihtiyacımız var. Sevgiye çok muhtacız. İnanın sevgisizlik önümüzü tıkıyor. Sevgisizlik bizi zora sokuyor. Çok sevgiye ihtiyacımız var, hemde fisebilillah. Halkı seven Hakk’ı sevmiş olur. Halkı Hakk’tan Hakk’ı halktan ayırmayız. Allah’a hizmetin yolu ancak halka hizmet ile olur. Çok daha dikkatli olmamız gerek. Sevgiyle, muhabbetle, iyilikle, herkese, her şeye merhametle… Halka hizmet… Mutlaka halka hizmet... Halka hizmet Hakk’a hizmettir. Halka sevgi ve muhabbet beslemek. iyilik, doğruluk, Onun için ehli tevhid, aynı zamanda ehli şeriattır. Ehli tevhid, ehli şeriat. Ehli tevhid, ehli tarikat. Ehli tevhid, ehli hakikat. Ehli tevhid, ehli maharettir. Marifet sahibidir. Allah bu yolda yar ve yardımcımız olsun. Mevla bizi sevdiklerinden ayırmasın inşallah. Sevdikleriyle bizleri haşr-ı cem eylesin inşallah. Allah hepinizden razı olsun dostlar. 51 MUHAMMEDÎ MELÂMIYIZ Melâmettir Bu Dersimiz Ezel Ebed Melamiyiz Cümle Cihanı Severiz Muhammedi Melamiyiz Hak Yolunda Bizi Bulan Halimize Vakıf Olan Cehennemi Cennet Olur Muhammedi Melamiyiz Melami Toprağa Benzer Alemi Kesrette Gezer Gönül Deryasında Yüzer Muhammedi Melamiyiz Bir Er Ararsan Bu Yolda Meşrebi Melami Bulda Küntü Kenzen Gizli Onda Muhammedi Melamiyiz Melâmette Derviş Olan Hazreti İnsanı Bulan Her Zerrede Fail Olan Muhammedi Melamiyiz Hak Mürşidi Bulmuş Olan Hak Rızasın Almış Olan Beratını Almış Olur Muhammedi Melamiyiz Melâmete Girmiş Olan Allah İçin Gelmiş Olan Nefsin Kurban Etmiş Olan Muhammedi Melamiyiz Aşkı Melâmeti Bulan Hacı Sabriye Dost Olan Kur’anın Hadimi Olan Muhammedi Melamiyiz Melaminin Gönlü Yüce Melami İnceden İnce Tevhit Okur Hece Hece Muhammedi Melamiyiz Pir Muhammedin Yolunda Mehmet Gibi Kul Yanında Sadakat Sermayen Olsun Muhammedi Melamiyiz Kim Bizi Bizden Sormadan Bizimle Hemdem Olmadan Bilmessin Bizi Sevmeden Muhammedi Melamiyiz Mehmet GÖNÜLLÜ 52 Sidre Hannâne Severek KUR’AN-I KERİM’İN EDEBÎ SIRLARI! “Nefes almaya başlayan sabaha” ( Tekvir: 18 ) derken güneşin doğuşu ile sabahın ışıklarla ortaya çıkması, bir bebeğin doğup ilk nefesi alması düşündürülüyor, sabah kişileştiriliyor. Severek Sidre Hannâne Kur’an-ı Kerim’in Edebî Sırları! nedir?” (Tin, 95/7) ayetinde istifham(cevap beklenmeyen bir soru sorarak etkileyiciliği artırma) sanatı yapılmıştır. Günlük hayatta, haksızlığı kesin olan saçmalayan bir insana: “Senin derdin ne?” deriz ya aynen öyle bir anlam çıkıyor. Kur’an-ı Kerim; mucizevi bir ilahi kelam olduğu kadar; ses, ahenk, dil ve üslup özellikleri yönünden, müthiş bir edebi eser özelliği de taşır. Kur’an’ın indiriliş nedeni Müddesir Suresi 54. ayette : “Gerçek şu ki, Kuran, elbette bir öğüttür. Artık kim dilerse, öğüt alıp düşünür.” şeklinde açıklanıyor. Öğretme yöntemlerinden en etkilisi örnek vermektir. Örnek, soyut bir konuyu insanın zihninde somutlaştırır ve daha kolay kavranır hâle getirir.Düşünenlere ve akıl sahiplerine hitap eden Kur’anda, bu öğütlerin kısa yoldan iyice anlaşılması ve belleklerde yer etmesi için benzetme vb. söz sanatları, mecaz ve semboller kullanılmıştır. Örneğin; iyi söz meyveleri güzel olan bir ağaca, kötü bir söz de meyveleri yenmeyen kötü bir ağaca benzetilmiştir. Başka bir örnekte, dünya hayatının geçiciliği, yağmura benzetilmiştir. “Dünya hayatı, tıpkı gökten indirdiğimiz bir suya benzer “ Kehf: 45 Hicr: 88. ayette: “Onlara şefkat kanatlarını ger.” derken hayalimizde, yavrularını kanatlarının altında ısıtan, koruyan bir kuş canlanıyor. İşte o kuş gibi şefkatli, merhametli ol, diyor. Bu duyguyu bize başka hangi söz tam olarak hissettirebilir ki? “Ey insan, sana dini yalan saydırtan “Deve iğnenin deliğinden geçmedikçe cennete de giremezler.” (A’raf, 7/40) ayetinde mübalağa(abartma) sanatı vardır. Burada da “devenin iğne deliğinden geçmesi nasıl mümkün değilse onlar da cennet yüzü göremeyecekler” şeklinde olmayacak bir duruma dikkat çekiliyor. “Nefes almaya başlayan sabaha” ( Tekvir: 18 ) derken güneşin doğuşu ile sabahın ışıklarla ortaya çıkması, bir bebeğin doğup ilk nefesi alması düşündürülüyor, sabah kişileştiriliyor. Sonra da ışıklarını toplayıp gidiyor akşam olunca. Aynı zamanda ölümü de düşündürüyor. Bu örnekler o kadar çoktur ki, ayrı bir araştırma konusudur. Kuran-ı Kerim, girift bir anlatıma tezat olarak aynı zamanda çok sade olup herkesin idrak derecesine göre paralel anlamlara kanat açan bir ifadeler manzumesidir. Kur’an’daki edebi sanatlara ek olarak biraz da ahenk özelliklerine değinecek olursak Rabb’imize hayranlığımız kat kat artıyor. Kuran-ı Kerimin veciz ifadesi, ahengi, sözle ses uyumu mucizevidir. Konuyla ilgili olarak seçilen kelimelerin taşıdığı ses özelliklerinin de anlamı pekiştirecek, insana o atmosferi yaşatacak nitelikte olduğunu görüyoruz. Nas suresi, sözle ses uyumunun örtüştüğü en güzel örneklerden biridir. Vesveseyi anlatmaktadır. Vesvese, bildiğimiz gibi, insana gerçek olmayan olumsuz duygu ve düşünceler aşılayan ve zincirleme olarak devam eden, 53 Severek 54 Sidre Hannâne Kur’an-ı Kerim’in Edebî Sırları! sonuçta insan psikolojisini bozan, onu karamsarlığa salan iç ses, fısıltıdır. Bu ses; doğal olarak, kendi arzunuz dışında zihninize gelir durur. Şeytan’ın nefse verdiği bu kuruntuları bertaraf etmek ise Allah’ın yardımıyla gelen bir iç disiplin ve zihin kontrolü ile mümkün olabilir. Yani kendimiz bir iç motivasyon yaparak, bize olumsuz hisler, fikirler veren bu iç sesi susturabiliriz. Bunlar, o olumsuz fikri çürüten mantıklı olumlamalar, dualar, İslâm büyüklerinin, tasavvuf erenlerinin hikmetli sözleri olabilir. dan parçalanıp aşağılara yuvarlanır. Allah ise sizin yaptıklarınızdan asla habersiz değildir.” İşte bütün bu söz sanatları, dil ve üslup açısından sergilenen edebi anlatımlar, ilahi kitabımızdaki bütün gayretimizle, ilgiyle, istekle yönelerek, düşünerek, hissederek fark edebileceğimiz ayrıntılardır. Kuran’ın anlamını mutlaka öğrenmeliyiz; fakat sadece dinlerken bile ruhumuz dinleniyor, huzura eriyor, ilahi nağmesi bizi mana iklimlerine alıp götürüyor. Çünkü ruhlara işleyen bu ilahi kelamı biz bilmesek de ruh anlıyor. Nas suresinde “nas, melikinnas, ilahinnas, hannas, fi su dürinnas” sözcüklerinde “S” sesi tekrarlanıyor, adeta “Fıs fıs fıs..!” diye bir ses geliyor kulağa. İşte şeytanın insanı olumsuzluklara salan durmadan fısıldaması, vesvese vermesi böyle bir aliterasyonla(ses tekrarı ile) hissettirilmiş. Ayrıca yeri gelmişken şunu söylemeliyim ki Kur’an tercümesi yapacak kişinin kendi dilinin inceliklerini, deyimlerini, dil bilgisi kurallarını en üstün şekilde bilmesi gerekir ki Arapçadan dilimize aktarırken manayı tam verebilsin. Arapçayı da fasih olarak bilmesi yetmez, kelimelerin halk arasında kullanılışını, ayetlerin nüzul sebebini, İslâm tarihini, hadis ilmini de öğrenmesi gerekir. En önemlisi de bu kişinin tevhit ilmine, ledünni ilme vakıf olmasıdır. Kuran tercümesi yapmak büyük bir sorumluluktur. Çünkü bu kitap insanın dünyaya geliş nedenini, hayatını nasıl yaşaması gerektiğini, hedefini öğreten bir rehberdir. Yine Fecr suresinde “Kellâ izâ dukketil ardu dekken dekken” (Hayır hayır, yer birbiri ardınca sarsılıp dümdüz olduğu zaman) ayeti de sessel özelliğiyle, yeryüzünün deprem gibi bir felaketle içinin dışına çıkmasınıi alt üst olmasını çağrıştırıyor. O dehşet anını daha iyi hissettirecek kelimeler özenle yerleştirilmiştir. Bakara suresi 74. ayette, taşların çatlaması, “Yeşşakkaku - şak şak parçalanır”; suların şakır şakır akması bize ses olarak yaşatılır. “ve inne minhâ lemâ yeşşakkaku fe yahrucu minhul mâu, ve inne minhâ lemâyehbitu min haşyetillâh(haşyetillâhi) “Sonra, bütün bunların ardından kalbiniz yine katılaştı. Sanki taş kesildi, hattâ taştan da fazla katılaştı. Çünkü öyle taşlar vardır, bağrından nehirler çağlar. Öyleleri var ki, yarılır da aralarından sular akar. Öyleleri var ki, Allah korkusun- Ve seneler sonra diyorum ki: Sayısız kitap geldi geçti elimizden, fakat tek geçemediğimiz, her okuyuşta yeni hikmetlerle dolacağımız kitap, Kur’an-ı Kerim’dir. O öyle bir kitaptır ki insanın yaşına, olgunluk, idrak ve tefekkür seviyesine göre daima yeni açılımlar yapar. Allah onun sırlarını gönlümüze indirmeyi nasip etsin inşallah. C. Allah; daima okumayı, anlamayı, hıfz etmeyi, anlam inceliklerine vakıf olmayı ve Kur’anı, sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in rehberliğinde hayatımıza geçirmeyi nasip etsin Amin! 55 BİZ NUR-U MUHAMMED ÜMMETİYİZ! Ehli beyt yolundan gidenleriz. Ehli beytin bizler aşıkıyız. Telkin ile hikmet bulanlarız. Aşkına canı kurban etmişiz. Kerbelanın ruhunda biz varız. Nuru Tevhittir bizim yolumuz. Biz nuru Muhammet ümmetiyiz. Biz nuru Muhammet ümmetiyiz. Ehli beyt yolunun salikiyiz. Ehli beytin bizler hayranıyız. Kerbela ruhuda hep bir canız. On iki imamın yolundayız. Ölmedik işte hep buradayız. Nur ul Arabinin salikiyiz. Biz nuru Muhammet ümmetiyiz. Biz nuru Muhammet ümmetiyiz. Ehli beyt yolunda dervişleriz. Ehli beyt aşkı ile dolanlarız. Kaderin yolunda gidenleriz. İlmi ledündür bizim yolumuz. Hak mürşitten telkini almışız. Can Sabri’min biz dervişiyiz. Biz nuru Muhammet ümmetiyiz. Biz nuru Muhammet ümmetiyiz. Ehli beyt ruhundan ruh almışız. Ehli beytler bizim kardeşimiz. Aynı ruhun yolunda canlarız. Manada ayrı ruhtan almışız. Ölmedik daima devrandayız. Hakikati Muhammet ruhumuz. Biz nuru Muhammet ümmetiyiz. Biz nuru Muhammet ümmetiyiz. Ehli beyt aşkını yaşıyoruz. Ehli beyt evladı Resulümüz. Yetmiş iki canla bir candayız. Yolundan aşk ile gidenleriz. Hazreti Hüseyindir dedemiz. HALİL rahmet ile dolanlarız. Biz nuru Muhammet ümmetiyiz. Biz nuru Muhammet ümmetiyiz. Halil ARAS 56 GÖNLÜMÜN IÇINDE SULTANIM ALI! Ali’dir Hak yolda canlara rehber Cehri zikir ile eyledi haber Gelin ey âşıklar başladı sefer Gönlümün içinde sultanım Ali Ali’de görünen Billah Hak çehre Hak buyurdu:”Keremullahu veçhe” Ene natıku’l-Kur’an’sın, o yerde Gönlümün içinde sultanım Ali Ali’dir şeriat, hakikat ehli Puta hiç tapmadan eyledi beli Zülfikarı Hak’la kullandı eli Gönlümün içinde sultanım Ali Sahavette kimse sana eremez Sadakatte kimse boy ölçüşemez Cesarette seni kimse geçemez Gönlümün içinde sultanım Ali Ali Muhammed’in sırdaşı idi Ledün’nü ilminin mazharı idi Ehli hakikatin dervişi idi Gönlümün içinde sultanım Ali Resulü Ekrem’in vahdeti Ali Ali’nin kesreti Muhammed idi Kavseynde birdir Muhammet Ali Gönlümün içinde sultanım Ali İmamlar, Ehli Beyt emanet bize Ehli Beyt’i sevmek farzdır mümine Yandı hep âşıklar Kerbelâ ile Gönlümün içinde sultanım Ali Ali sen kendini Ali mi sandın Yoksa Ali’den de gayrı mı sandın Şükret sen Sabri’den Hakka bağlandın Gönlümün içinde sultanım Ali Muhammed şüphesiz beldetü’l-emin Turabı Ali’dir emin beldenin Bu topraktır mutlak aslı Adem’in Gönlümün içinde sultanım Ali Ali HAVUÇ 57 Ahmed Ziyaeddin SOYYİĞİT Merkezden DERVİŞ ALLAH’A GÖNÜL VEREN, KADERİNE RAZI OLANDIR! Üç mertebeyi çok iyi zevk edeceğiz. İyi bilelim ki, nispet fiil, nispet sıfat, nispet vucuttan kurtulmadıkca şirki hafiden kurtulamayız. Merkezden 58 Ahmed Ziyaettin SOYYİĞİT Derviş, Allah’a Gönül Veren... ki: - Dervişin gönlünde Allah ve Resulu miraç eder. Sevgili Okuyucular, Derviş kimdir? diye bana soruyorlar... Derviş, kul olmanın bütün vasıflarını kendinde toplamış, Kur’an’la hemdem olup, Muhammedî bir ahlâka sahip olandır. Telkine sadakat gösterir, Hakk’ın emirlerine itaat eder. Varlığını benliğini terk ederek Hakk’ı kendisine diyet ederek sevilen kul olur. Niçin, neden, acabalara hiç takılmaz; çünkü her tecellinin Hak’tan olduğunu bilir ve zevk eder. İyilik eden, güzel konuşan, gönül yıkmayandır derviş. Enfüs, afak her zerreden Fail-i hakiki, Allah olduğunu bilir. Bu rabıtanın zevkiyle bakınca hiç itirazı kalmaz. Kardeşlerim, Üç mertebeyi çok iyi zevk edeceğiz. İyi bilelimki, nispet fiil, nispet sıfat, nispet vücuttan kurtulmadıkca şirk-i hafiden kurtulamayız. Dostlara tavsiyemiz bu üç mertebeyi hakkıyla hakikatıyla zevk etmeleridir. Yaşantılarını bu şekilde idame ettirmelidirler. Can mürşidimiz bizlere “Varlık benliklerinizi atmadan şirk fiilden filullaha, şirk sıfattan sıfatullaha, şirk vucuttan vücudullaha geçilmez.” diyorlar. Hacı Baba buyuruyorlar- Bir salikin gönlünde Allah ve Resulu’nun miraç etmesi için o kardeşimizin tevhit suyuyla yani Lâ ilahe illallah Muhammedur rasulullah kelime-i tevhidiyle yıkanıp tertemiz olmalıdır. Dervişi kemale erdiren hak mürşidin telkinidir. Bu telkinle beraber nefsi mücadeleyi kazananlarda söz sahibi Allah ve Resulu olur. Değerli dostlar, Bizleri Allahtan uzaklaştıracak kötü vasıfları üzerimizden atmalıyız. En başta gurur, kibir, öfke, inat ve haset... Bunlar şirk olan vasıflardır. Dervişe yakışan Muhammedî yaşantıdır. Yalansız, riyasız, dedikodusuz, fitne fesatsız bir yaşantıdır. AVRUPA MERKEZ HACI BABA MELAMİ DERGAHI’ndan selam ve sevgilerimizi gönderir sizleri Allah ve Resulune emanet ederiz. Bu yeni dergimizde inşallah dostlarla beraber güzellikleri paylaşıp zevk etmeyi gönülden temenni ediyoruz. Dergimizin kardeşlerimizin evlerinde bulunması çok faydalı olacaktır. Emeği geçen kardeşlerimizden Allah razı olsun. Allah’tan muvaffakiyetler dilerim. Merkezden Ahmet Ziyaettin SOYYİĞİT Sensin Benim Can Sultanım! SENSIN BENIM CAN SULTANIM! Şu gönlüme nazar eden Zatın ile hemdem olduk Yakıp yıkıp viran eden Gönlümüzü sana verdik Doyulmaz zevklere salan Gece gündüz zikreyledik Sensin benim can sultanım Sensin benim can sultanım Nefesiyle hayat veren Beka yolu gösterensin Varlığımın özü olan Hakk’a vuslat ettirensin Şirk i evhamdan kurtaran Zahir batın bildirensin Sensin benim can sultanım Sensin benim can sultanım Gözlerdeki perdelerden Şirk-i hafiyi kaldıran Kalplerdeki lekelerden Hû sırrına erdirensin Karanlıklardan kurtaran Ahmet’ten görünen sensin Sensin benim can sultanım Sensin benim can sultanım Gönüllerde taht kuransın Ahmet Ziyaeddin SOYYİĞİT Beni bana bildirensin Efalimsin sıfatımsın Sensin benim can sultanım 59 60 Hamza KILIÇ Araştırdıkça VICDAN VE NEFIS! Kâinatın sahibi Allah’a hamd olsun ki vicdan, insanoğlu yaratıldığından beri kendisine musallat olan nefsine ve onu yöneten şeytana karşı, en etkin bir silah olarak her insanda hazırdır. Araştırdıkça Hamza KILIÇ Vicdan ve Nefis! nun” yani nefsin bilinçlenmesi, iyileştirilmesi, arınması olarak da kabul edilir. Kıymetli Okuyucularım, Kâinatın Sahibi, insanın içine hormonlar vasıtasıyla iki etkin güç koymuştur. Bunlardan biri “daima ve her zaman” kötülüğü emreden nefis, diğeri de her zaman Allah’ın emri doğrultusunda hareket eden ve kişiyi sürekli doğru olana davet eden, ilahî bir sestir. Nefse, iyiyi ve kötüyü ilham eden bu ilâhi ses, daha doğrusu yetenek “Vicdan”dır. Bu iki güç Kur’an-ı Kerim de şu ayet ile ifade edilir. “Nefse ve ona iyilik ve kötülüklerini ilham edene/vicdana yemin ederim ki” (Şems,91/7-8) İnsan davranışlarına yön veren bu iki gücü çok iyi tanımamız gerekir. VICDAN Kelime manası: Sağduyu, insanın içindeki iyiyi kötüden ayırabilen duygu/yetenek/ güç. Vicdan: İnsana, içinde bulunduğu şartlarda, hangisinin gerçekten de en doğru, en akılcı karar, en uygun davranış şekli olduğunu ilham ederek gerçeği bulmasını sağlayan ilâhi bir güçtür. Şaşmaz nitelikte bir terazidir sanki. O kadar hassastır ki onu aldatacak hiçbir kuvvet yoktur. Bu nedenlerle vicdan, Hakk'ı ve hakikati bulmanın en önemli araçlarından biridir ve kendi Yaratıcısı'na aşırı derecede tutkundur. Diyebiliriz ki bütün varlığıyla Allah’la bağlantı halindedir. Bilimin “süper ego” dediği vicdan, “ego’ Kâinatın sahibi Allah’a hamd olsun ki vicdan, insanoğlu yaratıldığından beri kendisine musallat olan nefsine ve onu yöneten şeytana karşı, en etkin bir silah olarak her insanda hazırdır. Ama insanların pek çoğu olaylar karşısında bu silahı devreye sokamaz ya da sokmaya fırsat bulamazlar. Ama bazen de vicdanları kabul ettiği halde gurur ve kibirleri nedeniyle vicdanlarının sesini hiç dinlemezler. Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkâr ettiler. Artık sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak. (Neml, 27/14) Ve yine insanlardan bir kısmı vicdanın sesini dinler, gerçekleri kabul ederek kendini kınadığı da olur ama bir müddet sonra yine eski inanç ve inatlarına dönerler. Olaylar başlayıp bittikten sonra çoğumuz bir vicdan muhasebesi yaparız; ama ne yazık ki artık iş işten geçmiştir. Herkes pişmanlığın ne kadar can yakıcı bir duygu olduğunu tadıp yaşamıştır. İşte insan, düşünerek o etkin ve ilâhi gücü zamanında devreye sokabilirse, her işin doğrusuna varır ve pişmanlık duygusundan kurtulur. Ancak nefis, olaylar karşısında genellikle baskın çıkmasını bilir ve çoğu zaman vicdanın sesi hiç duyulmaz ya da işi işten geçtikten sonra duyulur. Yüce Allah, vicdanlarının sesini işitmeyenlerin kalplerinin katılaştığını hatta körleştiğini haber vermektedir. “İnkârcılar vicdanlarına göre hareket etmedikleri için kalpleri katılaşır. Ona ayetlerimiz okunduğu zaman: “Geçmişlerin masallarıdır”dedi. Asla, hayır; onların kazandıkları, kalpleri üzerinde pas tut- 61 Araştırdıkça 62 Hamza KILIÇ Vicdan ve Nefis! muştur.” (Mütaffifin , 83/13-14) Buna rağmen insanın iç âleminde iyilik ve kötülüğü ilham eden bu iki güç birbirini bütünleyen iki unsurdur ve bir imtihan vesilesi olarak yan yanadır. Vicdanın hâkimiyeti arttıkça nefis arınarak yücelir; öyle ki, nefs-i emmâreden “nefs-i kâmile”ye kadar ulaşır. Kur’an, nefsini kötülüklerden arındıranların kurtuluşunu müjdeler. Bu arınma yani nefsin ıslahı, ancak özel bir eğitim sayesinde gerçekleşir. Böylece vicdan, üstün hâkimiyetiyle her zaman ön plana çıkar. “...Yemin ederim ki, nefsini kötülüklerden arındırıp-temizleyen gerçekten kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.” (Şems,91/7-9) NEFIS Kelime manası: Can, benlik, kişilik, ego. Enfüsümüz/içalemimiz. Nefis: Kulun sıfatlarının, huylarının, davranışlarının tümüne verilen addır. “Benlik, yüzünü ulvî âleme, Allah’a çevirdiğinde ruh, süflî âleme, maddeye çevirdiğinde nefis adını alır” Nefis deyince, sufiler bir şeyin varlığını veya cismini değil, kulun iyi ve kötü görünen huy, fiil, davranış ve eğilimlerini kastetmişlerdir. Onlara göre nefis, beden kalıbına verilmiş ve kötü huyların yeri olan bir latifedir. Bu latifeye “Rûh-u Hayvâni” de denir. Bilimin “kişilik” dediği davranış şekillerimiz yani nefsimiz, ferdin yaşam biçimini oluşturan özellikleridir. Kişilik kavramı, bireyin kendine özgü olan ve başkalarından ayırt ettiren uyum, yaşam biçimini oluşturan bilinçli ya da bilinçdı- şı biliş, duyguların ve davranışların tümüdür. Bireyin kendine özgü olan ve başkalarından ayırt ettiren uyum özelliklerini içerir. Bu özellikler bireyin bilme, düşünme, algılama biçimi, belli durumlarda belli duygusal tepki gösterebilme yetenekleri, engelleme ve çatışmalar karşısında baş etme ve savunma düzenekleridir. Nefsimiz olmasaydı ölüden farkımız olmazdı. Diyebiliriz ki iyilikleri de kötülükleri de üreten nefsimizdir. Ya da şöyle de diyebiliriz. İyilikleri de kötülükleri de üreten hormonlarımızdır. Yani enfüsümüz/iç alemimiz hormonların kontrolü altındadır. Bizleri hep kötülüğe sevk eden, kötülüğü emreden nefsin ismi “Nefs-i Emmâre”dir. “Bedensel hazlara eğimli, lezzet ve şehvetle emreden, kalbi sefil yönlere çeken mertebe.” olarak tarif edilir. Nefs-i Emmâre, insan yaşamına hâkim olan ve daime kötülük üreten nefsin bir yönü olmasına karşın,“Nefs-i Levvame”den başlayarak “Nefs-i Kâmile”ye kadar yükselen ve bütün iyilikleri üreten yine aynı nefistir. Kişilik bozukluğu olan her insanda, Nefs-i Emmâre bütün haşmetiyle ön plana çıkar ve her şeye egemendir. Ancak nefsin ıslâhı her zaman mümkündür. Belirli bir eğitim sonrasında toparlanır ve vicdanın sesi ön plana çıkarak kademe kademe kendisini yüceltir. “..Kim inanır ve nefsini ıslah ederse onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.” (En’âm: 6/48) Zikir ve Tevhit eğitimi nefsin ıslahı için öngörülen en mükemmel bir eğitimdir. Allah’a emanet olunuz! 63 AŞKULLAH DOLDUR! Aşkın ile aşıklar yanar dururlar Tevhidin tecellisi zikir iledir Telkin üzre gidenler necat bulurlar Şirkli amellerden kulu kurtarır Enfüste ve afakta Hakk’ı görürler Manalar hikmetler böyle açılır Ey Rabbim, gönlümüzü aşkullah doldur! Ey Rabbim, gönlümüzü aşkullah doldur! Hak sevdiği kuluna zikir lütfeder Varlığından soyun bak, sevgili sende Kulun lisanından Allah zikreder Ruhundan ruh üfler, diriltir tende Kul Rabbine, Rabbi kula aşk ilan eder Lâ şerike lek, sultan mülkünde Ey Rabbim, gönlümüzü aşkullah doldur! Ey Rabbim, gönlümüzü aşkullah doldur! Zikirdir hayatın anlamı, tadı Zikir seni yerden göğe çıkarır Zikir ile açılır sırr-ı İlahi Gördüğün Allah’a kulluk yaptırır Vuslata erdirir, seven sevileni Kul olmanın zevki böyle yaşanır Ey Rabbim, gönlümüzü aşkullah doldur! Ey Rabbim, gönlümüzü aşkullah doldur! Zikrullah gönlümüzü siler temizler HATİCE sıfatında sultan Allah’tır Sahibine hazırlar, beytullah eder Sultan çok kerim, daim ikramdadır Vuslat orda yaşanır, kul miraç eder Kullukta sultanlık büyük bayramdır Ey Rabbim, gönlümüzü aşkullah doldur! Ey Rabbim, gönlümüzü aşkullah doldur! Zikirle çalışan el, hep hayır işler Zikirle yürüyen, dosdoğru gider Kendi için istediğin, herkese diler Ey Rabbim, gönlümüzü aşkullah doldur! Hatice ÖZERENLER 64 BUGÜN DOSTLAR BIR HÂL OLDUM Ağlayanla ağlar oldum Zuhuratta türlü esmâ Gülen ile güler oldum Firavn var hem de Musa Her anı kendimde buldum Tur oldum elimde âsâ Bugün dostlar bir hal oldum Bugün dostlar bir hal oldum Acılıda acı tattım Susayan toprağa rahmet Dertliyi derdime kattım Coşar Rabbinden muhabbet Garip iye ağıt yaktım Gül Bülbüle oldu cennet Bugün dostlar bir hal oldum Bugün dostlar bir hal oldum Acıdan kurtulma yolu Sabrimle erdim vahdete Ara bir dostu ki ulu Avdet ettim hem kesrete Aça muhabbete yolu Ademiyetle halvette Bugün dostlar bir hal oldum Bugün dostlar bir hal oldum Varlık benlik sevdasından Mürsel denildi adıma Ayrılığın cefâsından Özümü bil var tadıma Kurtuldum nefs hevasından Yol oldum ben Sultanıma Bugün dostlar bir hal oldum Bugün dostlar bir hal oldum.. Vahdeti buldum kesrette Kesrete erdim vahdette Kesret vahdetle halvette Bugün dostlar bir hal oldum Mürsel KARACA