SUMERLER, GUTLAR, HATTİLER, HURRİLER

Transkript

SUMERLER, GUTLAR, HATTİLER, HURRİLER
T.C.
GENELKURMAY BAŞKANLIĞI
ANKARA
SUMERLER, GUTLAR, HATTİLER,
HURRİLER, URARTULAR
Kökenleri, Tarihleri, Dilleri ve Kültürleri
Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları
ANKARA
GENELKURMAY BASIMEVİ
2007
ISBN: 975-409-425-x
NSN: 7610270342291
YAYIN KURULU BAŞKANI
Korg. Eyüp KAPTAN
SAYFA DÜZENİ
Redaksiyon Uzm. Melek ALKA
KAPAK TASARIMI
Ceyhan KURHAN
GENELKURMAY BASIMEVİ
YAYIN NUMARASI:
SUNUŞ
Bilindiği üzere Mezopotamya, Doğu ve Güneydoğu Anadolu
tarihin en eski uygarlıklarına beşiklik etmiş bir coğrafyadır. Bu bölgede
başta Sumerler olmak üzere Gut, Hatti, Hurri ve Urartu kavimleri uzun
yıllar egemenliklerini sürdürmüşler ve tarihin diğer uygarlıklarını da
etkilemişlerdir.
Eserde Sumerler ağırlıklı olmak üzere Gutlar, Hattiler, Hurriler,
Urartular hakkında ayrıntılı bilgiler verilmektedir. Bu kapsamda
kavimlerin etnik kökenleri, siyasi tarihleri, yönetim şekilleri, yazıları,
dilleri, dinleri, sanat anlayışları ve günümüze bıraktıkları eserler
bilimsel veriler ışığında ayrıntılı bir şekilde ortaya konmaktadır.
Özellikle son yıllarda Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizi seçen
ve bu bölgelerde kendilerine siyasal ve tarihsel bir taban oluşturmaya
çalışan bazı gruplar, Ön Asya tarihini bilimsel gerçeklere aykırı bir
şekilde saptırmaya çalışmaktadır.
Tarihsel gerçeklere uygun, bilimsel esas ve yöntemlerle,
Sümerolog Prof. Dr. Cahit Günbattı tarafından hazırlanan bu eserin,
Anadolu ve Mezopotamya tarihlerini gün ışığına çıkaracağına ve yeni
nesillere ışık tutacağına inanıyorum.
Eyüp KAPTAN
Korgeneral
ATASE Başkanı
1
ÖN SÖZ
Geçen yüzyılın başlarından itibaren geniş ölçüde yayınlanmaya
başlanan Sumerce, Akadça ve bunun lehçeleri olan Babilce ve Asurca
yazılmış çivi yazılı tabletlerden Mezopotamya ve buraya komşu
ülkelerin tarihi geniş ölçüde aydınlanmıştır. Şimdi ilk uygarlıkların
doğduğu bu geniş coğrafyadaki kültürler, sosyal ve toplumsal
gelişmeler hakkında çok şey biliyoruz. Zira M. Ö. 3. binden itibaren
önce Sumerli, sonra da Babilli yazarlar bütün bilgileri tabletlere
kaydetmişlerdir. Çivi yazısı çözülüp, tabletler okununcaya kadar,
ilkçağ tarihi hakkındaki bilgiler, başta Tevrat olmak üzere, din
kitaplarında ve Herodot Tarihinde anlatılanlara dayanıyordu.
Mezopotamya, Mısır ve Anadolu’da yaratılmış parlak kültürlerden
habersiz olan batı bilim dünyasında, bütün bilgilerin kaynağının Eski
Yunan’da bulunduğu ve felsefî düşüncenin orada başladığı düşüncesi
hâkim görüştü. Daha 19. yüzyılın sonlarından başlayarak bu
düşüncenin doğru olmadığı; Batı uygarlığının kökenlerinin Eski
Önasya’da aranması gerektiği ortaya çıkmıştır.
Anadolu halkı yazı ile keşfinden en az bin yıl sonra tanışmıştır.
Anadolu’nun tarihi devirlere girmesini sağlayan bu önemli gelişme,
M.Ö. 2. bin yılın başlarında Anadolu’ya ticaret yapmak amacıyla gelen
ve 40 kadar yerde, tabletlerde kārum ve wabartum olarak adlandırılan
ticaret kolonileri kuran Asurlu tüccarlar vasıtasıyla gerçekleşmiştir.
Eski Anadolu tarihinde Asur Ticaret Kolonileri olarak anılan bu devir
yaklaşık olarak M. Ö. 1950’den başlayarak, 250 yıl kadar devam
etmiştir.
Asur Ticaret Kolonileri Devri’nden sonra, yaklaşık M. Ö.
1650’de Anadolu’da ilk merkezi imparatorluğu kurmayı başaran
Hititler’den başka, Hurriler ve Urartular gibi Eski Anadolu kavimlerinin
de çivi yazısını kullanmaları sonucu, Anadolu tarihinin yaklaşık olarak
1500 yıllık dönemini aydınlatacak bilgilere ulaşılmıştır. Metinlerin
okunmasıyla bu Eski Anadolu dilerinin tahlili de mümkün olmuştur.
Öteden beri, tarihte hiçbir zaman bağımsız bir devletleri
olmamış bazı kavim kalıntılarının, coğrafya, kavimlerin kökenleri ve
dillerinin farklılığı gibi temel unsurlar dikkate alınmadan, geçmişte
parlak bir kültürün yaratıcısı olan şu veya bu kavmin soyundan
geldikleri iddiası gündemde tutulmaya çalışılmaktadır. Amaç, Anadolu
toprakları üzerinde onların da hak sahibi olduklarının kabul ettirilmesi
2
ve sonuçta Türk vatanının bölünmesine yönelik girişimlere haklılık
kazandırmaktır. (Bu konuda tarihî olayların ve bilimsel gerçeklerin
nasıl çarpıtıldığını anlatmak için, PKK terör örgütü başı Abdullah
Öcalan’ın “Sümer Rahip Devleti’nden Halk Cumhuriyeti’ne Doğru I –II”
adlı kitabı hakkında hazırladığımız bir rapor bu kitabın sonuna ilave
edilmiştir.)
Bu kitabı hazırlamamızın nedeni, tamamen politik amaçlı veya
bilgisizlikten kaynaklanan saptırmaların önüne geçmek üzere, Eski
Mezopotamya ve Anadolu tarihinde derin izler bırakmış ve Türkçe gibi
Asya kökenli diller konuşan Sumer, Gut, Hatti, Hurri ve Urartu
kavimlerini, bilimsel gerçeklerin ve yazılı kaynakların ışığında
kökenleri, dilleri, kültür ve tarihleriyle kısaca tanıtmaktır.
Eski Anadolu ve Mezopotamya uygarlıklarına duydukları büyük
ilgi dolayısıyla, bu kitabın yazılmasını öneren Sayın Prof. Dr. Nezih
Erverdi’ye çabalarından dolayı minnettarım.
Kitabın basılmasını destekleyen Sayın ATASE Başkanı Korg.
Eyüp Kaptan’a, Sayın Tüma. Yalçın Kavukçuoğlu’na, Sayın Kur. Alb.
Ali Çamurcu’ya ve Sayın (E) Dz. Kur. Alb. Abdullah Armağan’a içten
teşekkürlerimi sunarım.
Metnin yazılmasında ve resimlerin seçilmesinde değerli
katkılarda bulunan Araştırma Görevlileri Murat Çayır ve Hakan Erol’a
ayrı ayrı teşekkür ederim.
Eylül, 2006
Cahit GÜNBATTI
Ankara
3
İÇİNDEKİLER
SUNUŞ
ÖN SÖZ
İÇİNDEKİLER......................................................................................III
I. SUMERLER.......................................................................................1
a) Geldikleri Yer ve Geliş Yolları...........................................................1
b) Sumerler’in Siyasî Tarihî..................................................................3
c) Çivi Yazısı.......................................................................................11
d) Sumer Dili.......................................................................................13
e) Sumerler’de Yönetim ve Hukuk Anlayışı........................................15
f) Sumerler’in Din Anlayışları..............................................................18
g) Sumer Sanatı..................................................................................19
h) Sumer Mitolojisi..............................................................................22
ı) Sumerler’in İnsanlığa Bıraktığı Kültür Mirası...................................26
II. GUTLAR.........................................................................................29
a) Kut, Gut ve Gutium.........................................................................29
b) Gutlar’ın Anavatanları ve Göçtükleri Coğrafya...............................29
c) Gutlar Hakkındaki Tarihî Bilgiler.....................................................29
d) Gut Dili............................................................................................31
III. HATTİLER.....................................................................................33
a) Hatti Dili..........................................................................................34
IV. HURRİLER....................................................................................37
a) Anayurtları ve Göçtükleri Bölgeler..................................................37
b) Hurriler’in Siyasî Tarihî...................................................................37
c) Hurri Dili..........................................................................................39
III
V. URARTULAR.................................................................................41
a) Urartular’ın Kökeni..........................................................................41
b) Urartular’ın Siyasî Tarihî.................................................................42
c) Urartular’ın Dilleri ve Yazıları..........................................................55
d) Urartular’ın Din Anlayışı..................................................................57
e) Urartu Sanatı..................................................................................59
PKK Terör Örgütü Başı Abdullah Öcalan’ın “Sümer Rahip Devletinden
Halk Cumhuriyetine Doğru I-II” Kitabı Hakkında Kısa Rapor..............65
DİZİN..................................................................................................73
KAYNAKLAR......................................................................................79
IV
I. SUMERLER
a) Geldikleri Yer ve Geliş Yolları
Sumerler M. Ö. 4. binin ikinci yarısında, Klasik Yunan
kaynaklarında “iki nehir arası ülke” anlamına gelen Mezopotamya’nın
güneyine göçmüş bir kavimdir. Asya’dan bir yerden göçtükleri kabul
edilmekle beraber, anavatanlarının neresi olduğu hakkında farklı
görüşler bulunmaktadır.
Sumerler’in kendilerine ne isim verdiklerini bilmiyoruz. Sumerce
metinlerde yerleştikleri bölge için Kengi/Kengir sözü geçmektedir.
“Sumer ülkesi” karşılığında geçen māt Şumeri adını Akadlılar
vermişlerdir. Babilce ve Asurca’da “Sumerler” karşılığında Şumerû,
Şumeru’u veya Şumerâ sözleri kullanılmaktadır.
E. Bilgiç, bizde öteden beri Sumerliler yerine Sumerler şeklinin
kullanıla geldiğini, doğru olanın Sumerliler olduğunu belirtmektedir.1
(Bu görüşe katılmakla beraber, “Sumerler” şekli yaygın olarak
kullanıldığı için, bu çalışmada biz de “Sumerler” yazılışını tercih ettik.)
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Sumeroloji
Kürsüsünün kurucusu Prof. B. Landsberger, Sumerler’in geldikleri yer
ve geliş yollarının tespiti hakkında dikkate değer çalışmalar yapan
bilim adamlarının başında gelmektedir. O, bütün büyük Sumer
şehirlerinin Mezopotamya’nın güneyinde bulunmasını ve kuzeye
doğru çıktıkça yerleşim yerlerinin azalmasını, Sumerler’in en eski ve
büyük tanrılarından “yer altı sularının beyi” Enki’nin kült yeri olan
Eridu’nun Mezopotamya’nın en güneyinde bulunmasını Sumerler’in
Basra Körfezi üzerinden geldiklerinin önemli bir delili saymıştır.
Landsberger, bir Sumer efsanesinde cennetin bulunduğu yer olarak
geçen Dilmun (bugünkü Bahreyn) adasının bir Sumer tanrısı ve eşinin
kült yeri olduğunu ve bu tanrılara buradan başka bir yerde tapılmadığını
belirterek, Sumerler’in Mezopotamya’ya ulaşmadan önce bu adada
oturmuş olabilecekleri görüşünü ileri sürmüştür.2
1
E. Bilgiç; “Atatürk, Fakültemiz ve Kürsümüz, Sumerliler’in Tarih, Kültür ve
Medeniyetleri”, DTCF Atatürk’ün 100. Doğum Yılına Armağan Dergisi, Ankara, 1982,
s. 82.
2
B. Landsberger; “Mezopotamya’da Medeniyetin Doğuşu”, DTCFD II/3, Ankara,1944,
s. 423.
1
Daha çok Hindistan’da İndus ve Pencap bölgesindeki eski
kültür merkezlerinde (Mohencodaro, Harappa) ortaya çıkarılan bazı
buluntuların Sumer ülkesinde bulunanlarla benzerlik göstermesine
dayanarak, Sumerler’in bu bölgeden göçtükleri görüşü halen ağırlığını
korumaktadır. Sumerler’in altın, kereste ve kıymetli taş getirdikleri
Meluhha adlı ülkenin de İndus topraklarında olduğu sanılmaktadır.3
Tanınmış Sumerolog S. N. Kramer, Sumerler’in Enmerkar ve
Lugalbanda
destanlarında
anlatılan
kahramanlık
öykülerine
dayanarak, ilk Sumer beylerinin Hazar Denizi yakınlarında bir yerde
aranan Aratta adlı şehir devletiyle yakın bir ilişki içinde olduklarını;
Sumerce’nin de Ural-Altay dilleri gibi aglutinatif bir dil olduğuna dikkati
çekerek, Sumerler’in ana yurtlarının Aratta bölgesinde olabileceğini
söylemektedir.4 Kramer’in bu görüşü, Landsberger’in düşüncesinin
aksine, Sumerler’in Mezopotamya’ya kara yolundan geldiklerine bir
işarettir.
Mezopotamya’nın Sumerler’den önceki halkları hakkında fazla
bir bilgimiz yoktur.
M. Ö. 3. bin yılda “Sumer” olarak anılan ülkede ilk yerleşmelerin
4500 ile 4000 yılları arsında başladığı sanılmaktadır.5 Landsberger
Sumer ülkesine ilk yerleşenleri Proto-Fıratlılar (ön Fıratlılar) olarak
adlandırmaktadır.6
Bu halkın Sumerler olmadığı tamamen filolojik delillere
dayanmaktadır. Sumerce’de köklerin çoğu tek hecelidir. Bu kaideye
uymayan başta Lagaş, Larsa, Urim, Uruk, Eridu, Nippur, Adab, Zimbir
gibi şehir adları olmak üzere, Mezopotamya’ya hayat veren Fırat ve
Dicle karşılığında yazılan Buranun (Akadça Purattu) ve İdigna
(Akadca İdiglat) nehir adlarının Sumerce olmadıkları anlaşılmaktadır.
Ayrıca nimgir “tellal”, simug “demirci”, engar “çiftçi” aşgab “derici”, udul
“çoban”, nangar “marangoz” gibi meslek isimleri; urudu “bakır”, apin
“saban”, Eski Türkçe’deki tengri kelimesiyle karşılaştırılan dingir “tanrı”
3
a.g.e.; s. 423-424.
S. N. Kramer; “The Sumerians Their History, Culture and Character”, Chicago,1963,
s. 42-43.
5
a.g.e.; s. 39.
6
Benno Landsberger; “Mezopotamya’da Medeniyetin Doğuşu”, DTCFD II/3, Ankara,
1944, s. 421.
4
2
ve yukarıda “Sumer ülkesi” anlamına geldiğini söylediğimiz
Kengi/Kengir gibi Sumerce’nin yapısına uymayan kelimeler de
muhtemelen bu Proto Fıratlılar denilen halkın dilinden Sumerce’ye
geçmiştir.
Proto-Fıratlılar, ilk defa El-Ubeyd yerleşim yerinde tespit edildiği
için, El-Ubeyd kültür katı olarak adlandırılmış olan ve
Mezopotamya’da geniş bir alana yayılmış birçok höyüğün en alt
tabakalarında oturmuş halk olarak tanınmaktadır. Kalkolitik kültürün
özellikleri olarak bu tabakalarda ortaya çıkarılan boyalı çanak-çömlek
dışında, çapa, orak, bıçak, havan, öğütme taşı gibi buluntular, bu
insanların ziraatla uğraştıklarını ortaya koymuştur.
b) Sumerler’in Siyasî Tarihi
Eski Mezopotamya tarihinin yaklaşık M.Ö. 2500 ile 2750 yılları
arasına düşen devresi, birçok yerde kurulmuş olan şehir beylikleri
dolayısıyla Erhanedan devri olarak adlandırılmıştır. Bu zaman tarihin
gerçek anlamda başladığı bir dönemdir. Bu devirlere ait bazı bilgileri
Sumer kral listeleri denilen belgelerden öğreniyoruz. Çok sonraları
yazılmış bu listelere göre tarih iki kısma ayrılmaktadır, 1) Tufandan
önceki zaman 2) Tufandan sonraki zaman. Tufandan önceki zaman
için “krallığın gökten indiği zaman başlar” denilmektedir. Tufana kadar
geçen sürede 5 hanedan hüküm sürmüştür. (Eridu, Bad Tibira, Larak,
Sippar, Şuruppak)
Kral listelerinde Uruk ve Lagaş gibi önemli Sumer şehirlerinin
adları geçmemektedir. Halbuki en eski Sumer yerleşmeleri
buralardadır. Uruk tufandan sonraki şehirler arasında sayılmıştır. Bazı
şehirler tufandan sonra kurulmuş gibi gösterilmektedir. Bu bakımdan
listeler pek gerçekleri yansıtmamaktadır. Kral listelerinde arka arkaya
bahsedilen hanedanların bazılarının yan yana hüküm sürdükleri
bilinmektedir.
Kral listelerini yazanlar bu bilgileri nereden almışlardır
bilemiyoruz. Herhalde bize kadar ulaşmayan yazılı kaynaklar vardı.
Tufan hakkındaki bilgiler daha sonraki insanlara Sumer mitolojisinden
geçmiştir. Bu hikâye daha sonra semavî dinlerin kutsal kitaplarında da
yer almıştır. Tufan konusu Sumerler’den sonra Babilliler zamanında
(M. Ö. ± 1800) edebî bir biçim kazanmıştır. Daha sonraları Asurca ve
3
13. yüzyılda Hititçe’ye tercüme edilmiştir.
kahramanı Uruk şehri kralı Gilgameş’tir.
Tufan
efsanesinin
M. Ö. 2. binden önce yazılmış Sumerce bazı metinler Tufana ait
parçalar içermektedir. Anlaşılan M. Ö. 3 bin yıllarında Sumerler
arasında Tufan düşüncesi yayılmıştı. Gerçekten bir tufan olmuş
mudur? Tevrat’taki olaylar Filistin’de geçtiği için burada ve Güney
Irak’ta kazılar yapılmıştır. Fakat büyük bir tufan izine rastlanmamıştır.
Bütün dünyayı kapladığına inanılan büyük sel, yâni tufan olup
olmadığı çok tartışılmıştır. Bazıları Tevrat, İncil ve Kuran gibi kutsal
kitaplarda yer alan tufan konusunun tartışılmasını ve bundan şüphe
edilmesini büyük bir günah sayarken, bazıları da bütün dünyayı
kaplayan bir tufanın mümkün olmadığını, bunun tabiat kurallarına
aykırı olduğunu söylemişlerdir. İkinci görüşü savunanlar, Eski
Önasya’dan uzak birçok yerde de anlatılan tufan hikâyelerinin büyük
bir kısmının yöresel sellerden doğduğunu ve olayın hayal gücüyle
renkli ve canlı bir şekilde sunulduğunu söylemektedirler.
Kral listelerinde tufandan sonraki ilk üç Sumer hanedanı Kiş,
Uruk ve Ur hanedanlarıdır. I. Kiş hanedanı olarak adlandırılmış olan
hanedanın kurucusu Etana adlı bir beydir. Yaptıkları hakkında ilk bilgi
verilen bey budur. Onun ismi daha sonra bir efsaneye konu olmuştur.
(Etana efsanesi) Kral listelerinde ondan “bütün ülkelerde düzeni
sağlayan bey” diye bahsedilmektedir.
Başta gelen hanedanlardan birisi de Uruk’taki hanedandır. (I.
Uruk hanedanı) Bu hanedanın 5. kralı Gilgameş’i adını alan
destandan da tanıyoruz. Bu destanda ebedî hayatı arayan
Gilgameş’in tarif üzerine gittiği bir yerde bulunan Ziusudra adlı bir
kişinin (Akadça: Utnapiştim; Tevrat’ta Nuh) ona anlattığı bir hikâye
içinde tufan olayı da geçmektedir. Elimizde Gilgameş’in zamanından
kalma hiçbir belge yoktur.
I. Kiş hanedanı ile çağdaş olarak Güney Mezopotamya’da Ur
şehrinde başka bir hanedan bulunmaktadır. Bu I. Ur hanedanıdır. Ur
yaklaşık M. Ö. 2600-2500 yılları arasında Sumer ülkesinin idarî
bakımdan önemli bir merkezi idi. I. Ur hanedanının kurucusu, “gök
tarafından seçilmiş kahraman” gibi anlamlı bir isim taşıyan
Meşannepadda’dır. Bu bey I. Kiş hanedanının son beyi Agga’yı
yenerek Kiş’in yönetimini ele geçirmiştir. Bu hanedanının diğer beyleri
Aannepadda, Meşkalamdugga ve kraliçe Puabi’dir.
4
Kiş, Uruk ve Ur hanedanları arasındaki üstünlük mücadelesi bu
beylikleri zayıf düşürmüş olmalı ki, Elam’daki Avan krallığı Sumer
ülkesinde hâkimiyeti ele geçirmiştir. Sumerler’in Avan hâkimiyetine
nasıl son verdikleri hakkında kesin bilgimiz yoktur. Kral listesinde
“Avan silahla mahvedildi” kaydı yer almaktadır.
Sumer ülkesini yabancı boyunduruğundan kurtaran beyin Adab
şehrinde hüküm süren Lugalannemundu olduğu zannedilmektedir. Bu
beyden kalan bir yazıtta ilk defa tarihî bilgiler verilmektedir. Burada
kendisine karşı birleşen 13 beyin yenildiği anlatılmaktadır. Yazıtta
kendisini “Sumer’i eski gücüne yeniden kavuşturan bey” diye
tanıtmaktadır. Adab’ta hüküm süren diğer bir bey Lugaldallu’dur.
(Lugaldallu’nun
İstanbul
Arkeoloji
Müzesinde
bir
heykeli
bulunmaktadır.)
Yaklaşık olarak M. Ö. 2550’lerde Sumer ülkesinde hakimiyeti II.
Kiş hanedanı beyi Mesalim ele geçirmiştir. Mesalim, tarihî devirlerin
başlarında bıraktığı kitabelerle kendisini en iyi tanıtan beydir.
Kendisinden kalan bir yazıttan öğrendiğimize göre etrafı duvarlarla
çevrili bir saray yaptırmıştır. Bu bildiğimiz en eski saraydır.
Mesalim’den yüzyıl kadar sonra Lagaş’ta hüküm sürmüş olan iki bey
onu Lagaş ile diğer beylikler arasındaki anlaşmazlıkları halleden bey
olarak göstermişlerdir.
M. Ö. 2500 civarında Ur’dan 70 km uzaklıkta bulunan Lagaş
şehri önem kazanmıştır. Burada hüküm süren yöneticiler kendilerini
ensi “şehir beyi” olarak tanımlamaktadırlar. Lagaş’taki bu ensi’ler
hanedanının Eski Sumer devrini temsil ettiği kabul edilmiştir. Küçük
şehir devletleriyle temsil edilen bu devirden çoğu ekonomik konularda
pek çok yazılı belge kalmıştır. Bu hanedanın kurucusu Ur-Nanşe’dir.
Başında taşıdığı bir sepetle (tapınağa) tuğla taşır vaziyette tasvirinin
bulunduğu bir kabartmadaki yazıtta Tanrı Ningirsu ve Nanşe’ye
tapınaklar yaptığını ve kanallar açtığını söylemektedir. Kendisinden
sonra oğlu Akurgal, ondan sonra da torunu Eannatum şehir beyi
olmuşlardır.
Eannatum’dan “akbabalar siteli” diye bilinen önemli bir eser ele
geçmiştir. Sitelin küçük bir parçasında akbabalar insan kafasını
gagalamaktadırlar. Eserin bir yüzünde Eannatum ordusunun başında,
çıplak olarak tasvir edilmiş düşmanlara doğru ilerlemektedir. Miğferli
askerler dört köşe bir kalkan ve mızrak taşımaktadırlar. Diğer bir
5
sahnede Eannatum harp arabasına binmiş düşmana saldırıyor. Arka
yüzünde sakallı bir tanrı (Ningirsu) bir elinde gürz diğerinde bir ağ
tutmaktadır. Düşmanları ağın içine toplamıştır. Siteldeki kitabede
Lagaş’ın düşmanı olan Umma’nın ezilişi anlatılmaktadır. Umma kralı
önce yapılmış antlaşmayı bozarak sınır taşını geçmiştir. Savaşı
kaybeden Ummalılar Umma’ya kadar kovalanmıştır. Sonunda iki
beylik arasında yeni bir antlaşma yapılmıştır.
Fotoğraf 1: Ur - Nanşe Siteli
Fotoğraf 2: Akbabalar Siteli
6
Eannatum’dan sonra kardeşi Enannatum ondan sonra da
Entemena şehir beyi olmuşlardır. Bunlar zamanında da Umma ile
mücadeleler devam etmiştir.
Lagaş’ın son beyi Urukagina’dır. Urukagina hanedandan
değildir. Kendisinden önceki Lugalanda’nın 9 yıllık hakimiyetinden
sonra, rahiplere karşı olduğu anlaşılan bir grup tarafından göreve
getirilmiş olabilir. Urukagina şimdiki bilgilere göre tarihte reform yapan
ilk yöneticidir. Yazdırdığı bir kitabesinde rahiplerin halka yaptığı eziyeti
anlatmaktadır. Bundan böyle fakirlerin ezilmeyeceği; tapınakların
rahiplerin şahsî malları olmadığı; kimsenin arazisinin veya hayvanının
uygun olmayan şartlarla satışa zorlanamayacağı anlatılmaktadır.
Metinde ayrıca, Lagaş halkının bir takım borçlardan muaf tutulduğu;
ödemedikleri borçtan dolayı hapis olanların ise affedildiği yazılmıştır.
Urukagina’nın kurduğu düzen uzun sürmemiştir. III. Uruk
hanedanı kralı Lugalzaggesi Lagaş’a hücum ederek şehri yakıp
yıkmıştır. Ur ve diğer bazı şehirleri de zaptederek büyük bir devlet
kurmuştur. “Ülkeler kralı” unvanını taşıyan Lugalzaggesi kitabelerinde
Aşağı Denizden (Basra körfezi) Yukarı Denize (Akdeniz) kadar olan
bütün ülkeleri zaptettiğini söylemektedir. Lagaş’ın tahribinden sonra
yazılmış bir metinde bu tahribin Tanrı Ningirsu’ya yapılmış büyük bir
günah olduğunu ve sonunda Lugalzaggesi’nin cezasını bulacağını
bildiren bir beddua vardır. Sonunda Agade (Akad) kralı Sargon (Şarrukēn) Lugalzaggesi’yi yenerek imparatorluğuna son vermiştir. Kendisini
de zincire vurarak halka teşhir etmiştir. Böylece Eski Sumer devri son
bulmuştur. (M.Ö. ± 2350)
Kral listesine göre Sargon ve onu takip eden 6 kral toplam 181
yıl hüküm sürmüşlerdir. Akad İmparatorluğu iç karışıklıklar ve bundan
yararlanan Elam, Lullubi ve Hurrilerin baskıları sonucunda çökmüş ve
Akad Zagros dağlık bölgesinde oturan Gutlar’ın eline geçmiştir (M.Ö. ±
2170). Böylece Samilerden sonra Mezopotamya’da ikinci defa
yabancı bir halkın hâkimiyetini görüyoruz.
Gutlar zamanında (M.Ö. ± 2210-2170), Uruk’taki IV. Uruk
hanedanı veya Gut krallarına bağlı olarak hüküm süren Lagaş’taki II.
Lagaş hanedanı beyleri Sumerliliği canlı tutmaya çalışmışlardır. Bu
hanedanının kurucusu Ur-Baba’dır. Kendisinden sonra Lagaş beyi
olan damadı Gudea’nın Sumer tarih ve edebiyatı bakımından kıymeti
çok büyüktür. Kendisinden pek çok yazılı belge kalmıştır. Bunlardan
7
iki nüsha halinde yazılmış olan Silindir Kitabesi hepsinden daha
önemlidir. Tanrısı Ningirsu için Lagaş’ta yaptırdığı bir tapınağı
(Eanna’yı) anlattığı bu kitabe Sumer dilinin klasik olmuş bir
şaheseridir. Gudea tapınağı yaptırmaya nasıl karar verdiğini; inşaat
için gerekli taş, kereste ve bakır, gümüş ve altın gibi çeşitli madenleri
hangi ülkelerden getirttiğini; inşaat tamamlandıktan sonra binanın
nasıl süslendiğini edebî bir üslupla anlatmaktadır.
Gudea Elam’daki Anşan’a yaptığı bir sefer dışında askerî
hareketlerde bulunmamıştır. Bir yerde halkın babası olduğunu;
şehirlerde halk üzerinde baskı kuran büyücüleri kovduğunu; efendinin
kölesini dövmediğini; şehirde bir dava konusu kalmadığını; ağıtçı
kadınların yas türküleri söylemediğini övünerek anlatmaktadır.
Sumerler’in yeni yıl bayramında Gudea eski bir Sumer adetini canlı
tutarak tanrı Ningirsu’yu temsilen tanrıça Baba ile kutsal evliliği
gerçekleştirmiştir. “Bu bayramlarda ülkede gerçek bir adalet ve eşitlik
sağlanırdı” denilmektedir.
Fotoğraf 3: II. Lagaş Hanedanı Beyi Gudea
8
Gudea’dan birçok kitabeli heykel de kalmıştır. Heykellerin
başları aynen birbirine benzemektedir. Bu heykellerin hepsinde de
Gudea, bir Sumerli’nin tanrısı karşısında dua ederkenki durumunda,
yâni eller göğüste birleştirilmiş, gözler belirsiz bir noktaya bakıyor
şeklinde tasvir edilmiştir. Saçsız, sakalsız ve bıyıksızdır.
Gudea’dan sonra yerine oğlu Ur-Ningirsu, ondan sonra da
torunu Pirigme geçmiştir. Bu hanedanın son beyi olan Namhani’nin
Gutlar’la işbirliği içinde olduğu belgelenmiştir.
Gutlar’ın Mezopotamya’daki hâkimiyetine Uruk kralı Utuhegal
son vermiştir. Utuhegal Gut kralı Tirigan’a karşı kazandığı zaferin
anlatıldığı bir metinde, Sumer ülkesine şiddetle saldıran Gutlar’dan
dağların yılanları olarak bahsetmektedir. Utuhegal’in hâkimiyeti uzun
sürmemiş, kendisine bağlı olarak Ur şehrinde valilik yapan Ur-Nammu
isyan ederek tahtı ele geçirmiştir.
Ur-Nammu III. Ur hanedanı olarak bilinen Sumer hanedanının
kurucusudur. Eski Mezopotamya tarihinde Yeni veya Klasik Sumer
devri (M.Ö. ± 2112-2002) olarak tanımlanan dönemi III. Ur
hanedanının temsil ettiği kabul edilmiştir. Bu devir Sumerler’in en
parlak fakat aynı zamanda onların tarihte son defa görüldüğü
zamandır.
Ur-Nammu iş başına gelir gelmez, yaptığı kanunun önsözünde
belirttiği üzere, Namhani’yi öldürerek II. Lagaş hanedanına son
vermiştir. Onun zamanında hemen hemen bugünkü Irak’ı içine alan
büyük bir devlet kurulduğu anlaşılmaktadır. O Sumerler’i tek devletin
yönetimi altında birleştirmiştir Bu çok önemli bir olaydır. Çünkü o
zamana kadar Sumerler daima küçük şehir devletleri kurmuşlardır. UrNammu tarihte ilk defa “Sumer ve Akad kralı” unvanını kullanan
kraldır. Sumer ve Akad sözleri yer adı olarak kullanılmış olsa bile, iki
kavmin varlığına da işaret etmektedir. Onun zamanında Irak’ın güneyi
yoğun bir şekilde Sumerler’le meskûn idi. Fakat Sumerler’in arasında
Sami halkın da bulunduğu anlaşılmaktadır.
Ur-Nammu’dan pek çok yazılı belge kalmıştır. Bunlar içerisinde
şüphesiz hepsinden önemlisi yazdırdığı bir kanun metnidir. O, tarihte
9
bilinen ilk kanun koyan kraldır. Onun zamanından kalan belgeler
arasında “kadastro metinleri” denilen tabletler de bulunmaktadır.
Bunlarda dört şehrin sınırları çizilmiştir. Bu topraklar metnin sonunda
bir tanrıya bağışlanmaktadır. Böylece, “toprak tanrınındır” şeklindeki
Sumer düşüncesi de yaşatılmaktadır. Onun önemli bir icraatı da
arazinin sulanması ve nakliyat için Ur’dan Eridu’ya kadar uzanan bir
kanal açtırmış olmasıdır.
Ur-Nammu’dan sonra oğlu Şulgi kral olmuştur. Onun
zamanında ülkenin sınırları daha da genişlemiştir. Bundan dolayı
Şulgi “dört cihanın kralı” unvanını almıştır. Kendisinden sonra oğulları
Amar-Sin ve Şu-Sin kral olmuşlardır. Bunlar zamanında da III. Ur
devleti
gücünü
korumuştur.
Ancak
Şu-Sin
zamanında,
Mezopotamya’nın batısında göçebe olarak yaşayan Batı Samiler’in
(Amoritler/Amurrûlar) Sumer ülkesine sızdıkları anlaşılmaktadır. Bu
kral zamanında Amurrû akınlarını önlemek için Nippur yakınlarında
“Amurrû duvarı” denilen bir sur inşa edilmiştir. Bu duvarın inşası
sonraki zamanda tarihlemede kullanılmıştır.
III. Ur hanedanının son kralı İbbi-Sin’dir. Onun zamanında
Samiler Mezopotamya’nın her tarafına yayılmıştır. Sami liderlerinden
İşbi-Erra Orta Fırat bölgesindeki Mari’de oturmakta iken, devletin
zayıflamasından yararlanarak, Ur şehrinin 130 km. kuzeyindeki İsin’i
ele geçirmiştir. İbbi-Sin bu sırada Elam ile mücadele halindedir.
III. Ur devletinin son yıllarındaki karışıklıkları, İbbi-Sin’in eyalet
valileri ile yaptığı yazışmalardan öğreniyoruz. Bunlar içerisinde,
özellikle, Kazallu valisi Puzur-Numuşda’ya yazdığı mektup devletin
içine düştüğü kötü durumu açık bir şekilde yansıtmaktadır. Nippur’da
bulunmuş olan bu mektupta İbbi-Sin Puzur-Numuşda’ya İşbi-Erra’nın
düşmanca davranışlarını anlattıktan başka, tanrı Enlil’in krallığı
değersiz ve Sumer tohumu olmayan bir kimse olan İşbi-Erra’ya
verdiğini yazmaktadır. Burada, başka bir yerde örneğini görmediğimiz
bir şekilde, tanrıya sitem etmektedir. Sonunda III. Ur devleti Elamlılar
tarafından yıkılmıştır. Bir rivayete göre İbbi-Sin ülkenin doğusunda bir
yere çekilmiştir; bir başka rivayete göre ise esir edilerek Elam’a
götürülmüştür.
10
Ur devletinin yıkılması o günün dünyasında büyük bir yankı
uyandırmış ve “Ur ağıtı” denilen şiir bu olay üzerine yazılmıştır. Bu
şiirde Ur şehrinin yıkılışı bir ağıt şeklinde çok iyi aksettirilmiştir. Gutlar
ve Elamlılar’ın tapınakları nasıl yakıp yıktıkları; eski bir uygarlığın nasıl
ortadan kalktığı, ay tanrısı Sin’in eşi tanrıça Ningal’in ağzından
yazılmıştır. Ningal şiirin sonunda efendisi Sin’e, “Karabaşlılar
(Sumerler) güçlensinler ve Ur şehri bir yıldız gibi parlasın” diye
yalvarmaktadır.
M.Ö. 2. bin yılın başlarında III. Ur devletinin çökmesiyle
Mezopotamya’da Sumer varlığı sona ermiş ve Sumerce konuşma dili
olmaktan çıkmıştır. Sumer halkı güneye, bataklık bölgeye sürülmüş ve
zamanla eriyip gitmişlerdir. Fakat bu küçük kavmin tesirleri binlerce yıl
devem etmiştir. Samiler zamanında Sumer edebî eserleri kopya
edilmiş, Sumerce kitabeler, şiirler yazılmaya devam edilmiştir.
c) Çivi Yazısı
Sumerler’in insanlığa şüphesiz en büyük armağanı icat ettiklere
çivi yazısıdır.
Çivi yazısıyla yazılmış ilk tabletler, Güney Mezopotamya’daki
kültür safhaları hakkında en aydınlatıcı bilgiler veren Uruk’un
(bugünkü Warka; Tevrat’ta Erek) IVa tabakasında bulunmuştur. M.Ö.
yaklaşık 3200 yıllarına tarihlenen bu kil tabletlerin büyük bir kısmı
Sumer tapınaklarına giren ve çıkan malların kayıtları hakkındadır.
İlk yazı işaretleri bilinen çivi yazısı şeklinde değildir. Bu bir çeşit
resim yazısıdır. Buna piktografik yazı denilmektedir. Anlatılmak
istenen şeyin basit olarak resmi çizilmiştir. Bu ilk yazıda fazla karışık
işaretlere pek rastlanmamaktadır. Meselâ, insanlarla ilgili hareketleri
ifade eden işaretler pek görülmemektedir. Halbuki piktografik yazıdan
kısa bir süre önce icat edilmiş olan Mısır hiyeroglif yazısında koşan,
oturan vs. şeklinde resimler çizilmiştir. Mısır hiyeroglif yazısı şekil ve
işaret olarak söylenen sözlerin resmini verir şeklinde ortaya konmuş
bir yazıdır. Piktografik yazı ise, resim yazısı olmakla beraber,
resimden çok çizgilerle maksadı ve kavramları belirtir şekildedir. Mısır
hiyeroglif yazısı Mısır tarihi boyunca resim yazısı hâlini devam ettirmiş
olmasına karşılık, piktografik yazı gittikçe sadeleştirilerek, çizgi-resim
yazısından çivi yazısına doğru gelişmiştir.
11
Fotoğraf 4: Sumerce ticarî bir konuyu içeren tablet.
Yazıyı keşfeden kişi veya kişiler daha başlangıçtan itibaren,
yazının kolayca okunmasına önem vermişler ve kolay anlaşılmayı
sağlayacak yollar aramışlardır. Bir süre sonra yazı resim yazısı olma
karakterini kaybetmiş ve daha çabuk ve kolay yazılabilecek bir şekil
almıştır. Sadece çizgilerden oluşan bu şekiller resimlerden çok farklı
bir şekilde çizilmiştir. Bunlar birer kelime işaretidir. Yâni her işaret bir
kelimeyi ifâde etmektedir. Bu yüzden başlangıçta işaret sayısı çoktur.
Fazla işaret tabii ki yazının kullanımı güçleştirmiştir. Erhanedan
devrinin sonunda (M.Ö. 2700’ler) işaretlerin 2/3’ü bırakılmıştır.
Atılanların ifadesi için yeni yollar araştırılmış ve şöyle bir sadeleşme
yoluna gidilmiştir:
Aynı şekilde telâffuz edilen kelimeler için tek işaret kullanılmaya
başlanmıştır. Meselâ, ti “yaşamak, hayat” resimle nasıl ifade edilecek?
Bu güçlük yine ti olarak telâffuz edilen “ok”un resmi çizilerek
halledilmiştir. Bunların yazıda hangisi olduğunu metni okuyan
bulmalıdır.
Resmi çizilemeyen soyut kavramlar nasıl ifade ediliyordu?
Çizilen resimler ait oldukları şeyi anlatmalarından başka, bu şey ile
ilgili ikinci ve soyut mefhumları anlatmak için de kullanılmıştır. Meselâ,
güneş işareti gün ve aydınlığı; yıldız işareti göğü; ayak resmi gitmek
eylemini de anlatmak üzere kullanılmıştır.
12
Fotoğraf 5: Resimlerden çivi yazısına doğru gelişim (S. Hırçın, Çivi Yazısının Ortaya
Çıkışı, Gelişmesi, Çözümü, İstanbul, 1995).
Bir diğer gelişme, işaretlere bir okunuş verilmesidir. Meselâ, an
“gök” sözü, An-ka-ra yazarken an işaretinin ismi oluyor. Yâni kelimeyi
ifade eden tek bir işaret, o kelimenin sesi olarak, bir hecenin okunuşu
için de kullanılıyor. Böylece yazı bir hece yazısına doğru gelişmiştir.
Çivi yazısı kullanıldığı sürece kelimelerin ideogram olarak veya
heceler halinde yazılması uygulaması devam etmiştir. İşaretlerin
çoğunun birden fazla hece ve kelime değerinin bulunması, metinlerin
okunmasındaki önemli bir güçlüğü oluşturmaktadır.
Uruk’ta çivi yazısının en eski şekliyle yazılmış, öğrencilerin,
edubba “tablet evi” olarak bilinen okullarda okuma ve yazmayı
öğrenirken yazdıkları pek çok kelime listesi ele geçmiştir.
d) Sumer Dili
Sumerce aglutinatif (bitişken) denilen diller gurubuna
girmektedir. Ölmüş diller arasında Sumerce’ye benzeyen yoktur.
Yaşayan diller arasında da tam bir akrabası tespit edilememiştir.
13
Yapısı bakımından Ural-Altay ve bazı Kafkas dilleri ile benzerlikler
gösterir.7
Sumerce eme-ki-en-gi-ra “Kiengir (Sumer) dili” olarak
isimlendirilmiştir. Akadça’da “Sumer dili” karşılığında kullanılan söz
lişan Şumeri(m)’dir.
Sumerce’de kökler çoğunlukla tek hecelidir. İsim ve fiiller form
olarak aynıdır. Kelime kökü ancak başına ve sonuna bir takım ekler
almak suretiyle anlam değiştirir. Türkçe’de de durum böyledir. Fakat
Türkçe’de ön ek yoktur. Bu bakımdan Sumerce’den farklıdır.
Sumerce ile bugünkü bitişken dillerin önemli bir tipi olan
Türkçe’nin yakınlığına ilk defa F. Hommel dikkati çekmiş ve 200 kadar
kelime üzerinde durmuştur.8 Sumerce yazılmış en geç belgelerle en
eski Türkçe belgeler arasında bin yıldan fazla bir boşluk bulunması iki
dilin karşılaştırılmasını güçleştirmektedir.
Sumerce, daha sade ve düz cümle kuruluşuna sahip Sami ve
Hint-Avrupa dillerinden çok farklıdır. B. Landsberger Sumerce için
“kompleksif” dil tabirini kullanmaktadır.9 Yâni cümleyi teşkil eden
elemanlar (özne + tümleç + yan cümleler + asıl fiil) zihinde
konuşmanın mantığına göre sıralanmaktadır.
Sumerce’de birçok isim birleşik kelimelerden oluşur. Meselâ, lú
“adam”, gal “büyük”: lú-gal “büyük adam: kral”; é “ev”, gal “büyük”: égal “büyük ev: saray”; ur “köpek”, zir “zincir”: ur-zir “zincir köpeği: ev
köpeği” gibi.
Özellikle Sumerce meslek isimleri bir isim ile fiilin yan yana
getirilmesiyle teşkil edilmiştir: a “su”, zu “bilmek” = a-zu “suyu bilen:
tabip”; kù “gümüş”, dím “işlemek” = kù-dim “kuyumcu”; má “gemi”, lah
“yürütmek” = má-lah “gemici”; dub “tablet”, sar “yazmak” dub-sar =
“kâtip”; zá “kıymetli taş”, dím “işlemek” = zá-dím “mücevherci”; bur “bir
7
Samuel Noah Kramer; “The Sumerians Their History, Culture and Character”,
Chicago, 1963, s. 306-307.
8
Mebrure Tosun; “Sumer Dili İle Türk Dili Arasında Karşılaştırma”, TTK Atatürk
Konferansları IV, Ankara, 1973, s. 168.
9
Benno Landsberger; “Sümerler”, DTCFD I/5, Ankara, s. 94.
14
cins taş”, gul “kesmek” = bur-gul “mühürcü” ; di “hüküm”, ku5 “kesmek”
= di-ku5 “hüküm kesen: hâkim” gibi.
Sumerce’de kısa ve uzun olarak dört sesli, onbeş sessiz harf
vardır.
Sesliler:
a (al: kazma)
ā (nār: şarkıcı)
e (muşen: kuş)
ē (ēn: râhip)
i (apin: saban)
ī (kīd: kamış hasır)
u (dub: tablet)
ū (būr: kap)
Sesli harfler kelimenin sonunda veya iki sessiz arasında
söylenmezler.
Sessizler:
b, p, d, t, h, g, k, ğ (ng), l, m, n, r, z, s, ş
Gramatik cinsiyet (mask., fem.) farkı bulunmayan Sumerce’de
isimler “canlı” ve “cansız” olarak ayrılmıştır. Sumerce’de çoğul
kelimelerin tekrarı ile yapıldığı gibi, hi-a (cansızlar ve hayvanlar için),
meş (insanlar ve tanrılar için) ve e-ne gibi çoğul yapan ekler de vardır.
Sumerce’nin emegir ve emesal/ememi gibi iki temel lehçesi
bulunmaktadır.
e) Sumerler’de Yönetim ve Hukuk Anlayışı
Eski Sumer devrinde Sumer şehirleri arasında siyasî bir birlik
yoktu. Hemen her şehirde, ancak o şehir ve çevresine hükmeden bir
hanedan hüküm sürüyordu. Bu şehir devletleri “ensi” denilen beyler
tarafından yönetiliyordu. ensi o şehirde tapılan tanrı adına hüküm
sürerdi. (“kral” karşılığında kullanılan lugal sözü çok sonraları ortaya
çıkmaktadır.)
15
Önce de bahsedildiği gibi, Sumerler ilk defa III. Ur devletinin
kurucusu Ur-Nammu zamanında merkezi bir devlet kurmayı
başarmışlardır. III. Ur devrinden kalan idarî belgelerden halkın ihtiyacı
olan her türlü malın (hububat, yağ, yün, elbise vs.) resmî depo ve
ambarlardan karşılandığı anlaşılmaktadır. Arazinin mülkiyeti saray ve
tapınaklara aitti. Bu durum ve devletin tam bir memurlar devleti
görüntüsü, bugünkü anlayışa göre koyu bir devletçiliğin bulunduğunun
işaretleridir. “Çivi yazısı hukuku” konusunda otorite olan P. Koschaker
bu idare şeklini “devlet sosyalizmi” olarak tanımlamaktadır.10 B.
Landsberger de “devlet şekillerinde tamamen etatizm hâkimdir”
demektedir.11 Fakat belgelerde “faiz” ve “faizli borç” gibi ticarî
deyimlerin bu devirde ortaya çıkması; tarlalar dışındaki diğer taşınmaz
malların alınıp satılması veya bağış ya da miras yoluyla devredilmesi,
zaman
içerisinde
devlet
mülkiyetinin
gevşediği
şeklinde
yorumlanabilir.
Sumerler’de hukuk anlayışını incelemek için elimizde çok çeşitli
belge bulunmaktadır. Çünkü Sumerler her türlü alım-satım, ödünç
veya kiraya verme işlemleriyle, evlenme-boşanma, miras, evlatlık
alma gibi aile hukukunu ilgilendiren konuları belgelemişlerdir.
Sumerler’den günümüze kalan hukukî metinlerin en eskisi
Lagaş ensisi Urukagina’nın yaptığı reformlarla ilgili metindir. Burada
Urukagina, kendisinden önceki yönetim zamanında yapılan
yolsuzlukları tek tek sıraladıktan sonra, yolsuzluk yapan memurları
görevden uzaklaştırdığını; ülkede düzen ve adaleti sağladığını; dul ve
yetimleri koruduğunu anlatmaktadır.
III. Ur devletinin kurucu kralı Ur-Nammu’nun yazdırdığı kanun
metni, bilinen en eski kanundur. Fakat metnin yazıldığı tablet çok
hasarlı durumda ele geçmiştir. Ancak önsözü ile 20 kadar maddesi
korunmuştur. (Bu tablet İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde bulunmaktadır.)
Kısa tarihî bilginin de verildiği önsözde, ölçü ve ağırlıklarla ilgili yapılan
düzenlemeler; öksüz zengine teslim edilmedi; dul bir kadın kuvvetli
adama teslim edilmedi; Bir şekel’lik (7.5 gr.) adamın bir mina’lık (1/2
kg.) adama teslim edilmediği” anlatılmaktadır. Burada, “tanrı Utu’nun
10
11
Poul Koschaker; “Keilschriftrecht”, (ZDMG 89), Leipzig, 1935, s. 14.
Benno Landsberger; “Sümerler”, DTCFD I/5, Ankara, s. 91.
16
(Güneş tanrısı)
denilmektedir.
değişmez
sözüyle
ülkede
adaleti
tesis
etti”
Kanunun korunan maddelerinde evlenme-boşanma, büyücülük,
zina, yaralama gibi konularla ilgili hükümler bulunmaktadır. Ur-Nammu
kanunundan üç yüzyıl kadar sonra yazılmış olan ünlü Hammurabi
kanununun büyük ölçüde Sumer kanunlarından bir derleme olduğu
kabul edilmiştir.
III. Ur devrinden, Sumerler’de yasal uygulamalar ve mahkeme
işlemleri ve Sumer toplumunun sosyal yapısı hakkında çok önemli
bilgiler veren üç yüz kadar tablet eldedir. İlk satırlarının başlangıç
kelimesi olan, “tamamlanmış dava” anlamındaki ditilla sözüyle anılan
bu belgeler mahkeme tutanaklarıdır. Bunlar evlenme-boşanma, miras,
köle alım-satımı veya kiralanması, ev, arsa, bahçe alım-satımı, mala
zarar verme, hırsızlık gibi konuları içermektedir. Hiçbir belgede
tarlalarla ilgili bir davaya rastlanmamaktadır. Bu durum, yukarıda da
işaret edildiği gibi, tarlalar üzerinde şahısların mülkiyet haklarının
bulunmaması ile açıklanabilir.
Tutanakların çoğunda, verilen karardan sonra, mahkemede
dava vekili veya komiser olarak görev yaptıkları zannedilen “maşkim”
unvanlı bir kişinin adı ile hâkimlerin isimleri de yer almaktadır.
Belgelerin çoğu önemli bir olaya atıf yapılarak tarihlenmiştir.
Köle satışı ile ilgili bir ditilla metninin 12 tercümesi:
Tamamlanmış dava: Köle Eurbidu’yu, fiyatı olan 15 şekel
(gümüşe), Ureşe’nin oğlu Ur-Baba’dan Amarka’nın oğlu Aşaga satın
aldı. Amarka’nın oğlu Urmeş (ve) Ur-Baba’nın oğlu Urgar (buna)
şahittirler. (Köleyi satın alan) Ur-Baba şahitleri reddetti. (Köleyi satan)
Aşaga yemin etti. Köle Ur-Baba’dan (alınıp) Aşaga’ya verildi. (Bu
davada) haberci Urabba maşkim idi. Lu-Şara (ve) Ur-Satarana
hâkimdiler. (Tarih: ) Simanum şehrinin tahrip edildiği yılı takip eden yıl.
İlgili bütün belgeler, Sumer toplumunda dulların, yetimlerin,
yoksulların, baskı ve haksızlığa uğrayanların korunup, gözetildiğini;
kralların ülkede adaleti sağlamanın kendilerine tanrılar tarafından
verilmiş ilâhî bir görev olduğu bilinci içerisinde hareket ettiklerini ortaya
koymaktadır.
12
Adam Falkenstein; “Die Neusumerische Gerichtsurkunden II”, München, 1956, s. 79.
17
f) Sumerler’in Din Anlayışları
Tapınak:
Erhanedan çağından önceki yaklaşık M.Ö. 3200-2900 yıllarına
tarihlenen Cemdet-Nasr çağında tapınakların bir platform üzerine
yapıldıkları görülmektedir. Uruk şehrindeki bir tapınak 12 m. kadar
yükseltilmiş bir teras üzerine yapılmıştır. Tapınağa taştan bir
merdivenle çıkılmaktadır.
İnsanlar çok eski zamanlardan beri, gökyüzünde oturduklarını
tasavvur ettikleri tanrılarına ulaşmayı veya tanrıların insanlara
inmesini sağlayacak bir yol aramışlar ve bu amaçla ziggurat denilen
basamaklı kuleler inşa etmişlerdir. İlk şehirler anlaşıldığına göre
tapınakların etrafında kurulmuştur. Ekonomik hayatın ağırlık noktasını
tapınaklar teşkil ediyordu. Tapınaklar aynı zamanda geniş arazileri ve
büyük sürüleri olan, içinde yüzlerce kişinin çalıştığı işletmelerdi.
Uruk’ta Gök tanrısı An ve kızı İnanna’ya tapılan bir tapınak (Eanna)
bulunmuştur. Tapınak alanında çömlekçiler, taş işçileri, maden
ustaları için ayrı ayrı işlikler ortaya çıkarılmıştır. Tapınak ekonomisinin
yöneticisi, mühürlerde diğer insanlardan daha büyük gösterilmiş bir
kimse idi. Buna en “bey” denildiği düşünülmektedir. O yerin yöneticisi
de olan bu kişi, görülmeyen tanrının yeryüzündeki temsilcisi idi. Her
şehirde böyle bir politik varlık olup olmadığını bilemiyoruz.
Tanrılar:
Sumerce’de “tanrı” karşılığında kullanılan kelime dingir’dir.
Başlangıçta tanrıların bir takım sembollerle ifade edildiğini biliyoruz.
Uruk vazosu diye bilinen eserde yer alan tasvirler arasında bulunan
bir saz demetinin aşk ve savaş tanrıçası İnanna’yı temsil ettiği kabul
edilmiştir. Erhanedan çağına gelindiğinde tanrıların insan şeklinde
tasvir edilmeye (antropomorfizm) başlandığını görüyoruz. Bu çağda
Sumer
panteonunun
(tanrılar
âlemi)
tamamıyla
oluştuğu
anlaşılmaktadır.
M.Ö. 3. bin yılın ikinci yarısı içine tarihlenen yazılı belgelerde
bazı tanrılara eski tanrılar denildiği ve bunların hepsinin kadın olduğu
anlaşılmaktadır. Bu tanrıçalara daha sonra bir eş de katılmıştır. Kadın
tanrıların önem kazanması şöyle açıklanmaktadır: Bu toplumlarda
18
ekonominin temeli tahıl ve hayvan yetiştirmeye dayanmaktadır.
Meselâ, tanrıça Nisaba “tahıl”, Turdur “koyun” anlamındadır. Bunlar
insanlar arasında üremeyi, yâni toplumun devamını sağlayan varlıklar
olarak görülmüştür. Bunun için ilk toplumların kadın etrafında
kümelendikleri ve ilk yerleşmelerde anaerkil aile tipi bulunduğu
anlaşılmaktadır.
Sumerler’in dini politeizm (çok tanrıcılık) esasına dayanır.
Taptıkları tanrıları fonksiyonları ve temsil ettikleri yerler çerçevesinde
bir sıraya koymuşlardır. Büyük Sumer şehirlerinin tanrıları dünyayı
aralarında paylaşmışlardır. Bunlar gök ve aynı zamanda baş tanrı olan
An, daha sonraki zamanda An’ın yerine, baş tanrılık mertebesine
ulaşmış olan yeryüzü tanrısı Enlil ve okyanuslar tanrısı Enki’dir.
Güneş tanrısı Utu, ay tanrısı Nanna ve fırtına tanrısı İşkur diğer büyük
tanrılardı. Aşk ve savaş tanrıçası İnanna ve ana tanrıça Ninhursag en
önde gelen tanrıçalardı.
Sumer tanrıları Sumerliler’e göre, yer yüzündeki bütün canlıların
mukadderatını tayin ederlerdi. Buna tanrıların talih tayin etmesi
deniliyor. Bu Sumerce nam-tar “talih kesme” sözüyle ifade edilmiştir.
Her varlık doğduğu zaman onun mukadderatı tespit edilmiştir. Her
sene yıl başı bayramında tanrı Enlil o yılın talihini tayin ederdi.
Tanrıların canlılar üzerindeki diğer tesiri me’dir (ilahi nizam). (Akadça
parsu; islamiyette farz) me kudreti insanlara tanrının istediği şeyleri
yaptırıyordu. Bir Sumerli tanrısı huzurunda bu ruh hali içinde dururdu.
Sumer tanrıları insanlara ve diğer yaratıklara doğrudan müdahale
etmezler, bir takım kavramlarla onları harekete geçirirlerdi. Sumerler,
kalbî yalvarıştan çok hoşlandıklarını düşündükleri tanrılarına adaklar
sunarak, onlardan mutlu ve uzun bir hayat dilerlerdi.
Sumerler’in din anlayışı ve yarattıkları panteon sistemi sonraki
Mezopotamya ve Anadolu kavimleri arasında da geniş ölçüde
yayılmış ve kabul görmüştür.
g) Sumer Sanatı
Sumerler’in oturduğu coğrafyanın başta taş ve kereste olmak
üzere, hammadde kaynakları bakımından fakir olması yüzünden,
mimarî alanında parlak bir gelişme olmamıştır. Taşın yokluğu onları
kerpiç ve daha erken zamanlardan itibaren yapmasını öğrendikleri
19
tuğla kullanmaya yöneltmiştir. Güney Mezopotamya’da abidevî eser
sayısının azlığı doğrudan taş ocaklarının olmaması ile bağlantılıdır.
Ele geçen kabartma ve heykeller Sumer’li heykeltıraşların taşı
işlemedeki
ve
seramiğe
tasvirler
oymaktaki
ustalıklarını
göstermektedir. Bu eserlerden Sumerler’in görünüşü ve giysileri
hakkında da bilgi ediniyoruz.
Ur şehrinde kazılar yapmış olan L. Wooley, Ur devrine (M.Ö. ±
2600-2500) ait mezarlar ortaya çıkardı. “Ur kral mezarları” olarak
anılan bu mezarlardan pek çok değerli eser ele geçmiştir. Mezarlar
taştan ve galeriler halinde yapılmıştır. Üzerleri kubbelidir. Anlaşılan
kral veya kraliçe öldükleri zaman maiyeti ile birlikte gömülmüştür.
Mezarlardaki eşyalar ve toplu gömü ölümden sonra hayatın devam
ettiği inancı ile ilgilidir.
Fotoğraf 6: Uruk Vazosu
20
Fotoğraf 7: Ur Kral Standardı
Mezarlarda ele geçen eserler bize Sumer uygarlığının bu erken
dönemlerdeki ileri seviyesini göstermektedir. Eserlerin altın, gümüş,
elektron ve lapislazuliden yapılmış olması onların değerini daha da
arttırmaktadır. Bulunan eserler içerisinde en dikkati çeken “Ur kral
standardı” diye bilinen eserdir. Mozaikten yapılmış eserin iki yüzünde
de üçer sıra halinde kabartmalı tasvirler bulunmaktadır. Tasvirlerde
düşmanın ezilmesi ve zafer sonrası yapılan kutlamalar
anlatılmaktadır.
Mezarlarda harp veya liri hatırlatan müzik aletleri de
bulunmuştur. Davul, tef ve flüt bilinen diğer müzik aletleri idi. Müziğin
Sumerler’in yaşamında önemli bir yeri olduğu bilinmektedir.
Müzisyenler tapınaklarda ve saraylarda önemli kimselerdi.
Mühürcülük Sumer sanatının önemli bir dalı idi. Mezarlarda
zengin bir mühür koleksiyonu da ele geçmiştir. Bunlar silindir
mühürlerdir. Mühürler zaman içerisinde resmî belgelerde bir çeşit imza
olarak kullanılmıştır. Mühürler üzerinde vahşi hayvanların mücadelesi,
Gilgameş, hayat ağacı, ziyafet sahneleri ve bir tanrıya bir duacının
başka bir tanrı tarafından takdim edilmesi başlıca sahnelerdir.
21
h) Sumer Mitolojisi
Sumerli şairler ve düşünürler Eski Önasya’nın en zengin
mitolojisini yaratmışlardır. Sumer mitolojik metinleri çoğunlukla
dünyanın yaratılması ve düzenlenmesi ile tanrıların birbirleriyle olan
ilişkileri hakkındadır.
Sumerler’den sonra Mezopotamya’nın konuşulan dili haline
gelen Akadça’nın lehçeleri Asurca ve Babilce ile yazılmış edebî
metinlerin kaynağının büyük ölçüde Sumer mitolojileri olduğu ve
Sumerler’in mitolojik metinlerindeki kavram ve motiflerin bütün Eski
Önasya’ya yayıldığı ve işlendiği çok açıktır.
Mitolojik metinlerden bazı örnekler:13
Enlil ile Ninlil:
Sumer panteonunun baş tanrısı Enlil’in karısı Ninlil’i gebe
bırakarak, Ay tanrısı Nanna’nın yaratılışı anlatılmaktadır.
Nanna’nın Nippur’a yolculuğu:
Ur şehrinin koruyucu tanrısı ay tanrısı Nanna’nın armağanlarla
dolu bir gemiyle, yeryüzünün beyi ve Nippur şehrinin koruyucu tanrısı
Enlil’e, tapınağını kutsaması için yaptığı yolculuğun hikâyesidir.
Emeş ile Enten:
Baş tanrı Enlil ülkeye bolluk ve bereket getirmek için Emeş ile
kardeşi Enten’i yaratır ve ikisine de bazı görevler verir. Daha sonra iki
kardeş arasında çıkan anlaşmazlığı araya giren Enlil önler ve çiftçi
tanrı olarak Enten’i seçer.
Kazmanın yaradılışı:
Sumerler’in dünyanın yaratılışı ve düzenlenmesiyle ilgili
düşünceleri hakkında önemli bir metindir. Tanrı Enlil kazmayı yaratır
ve talihini belirler. Metinde kazmanın yaptığı işler şairane ifadelerle
anlatılmaktadır.
Sığır ve Tahıl:
Sığır tanrısı Lahur ile kız kardeşi tahıl tanrıçası Aşnan’ın
gökyüzünden yeryüzüne inişleri ve insanlara bağışladıkları nimetler
anlatılmaktadır.
13
Samuel Noah Kramer; “Sumerian Mythology”, Philedelphia, 1947.
22
Enki ve Ninhursag:
Sumerler’in dört yaratıcı tanrısından birisi olan Sular tanrısı
Enki’nin hastalığın ve ölümün bilinmediği Dilmun’da (Bahreyn)
yaptıklarının öyküsüdür. Sumerler’in cennet olarak niteledikleri
Dilmun’da tatlı su yoktur. Dilmun tanrıçası Ninsikil tatlı su için Enki’ye
yalvarır. Enki Güneş tanrısı Utu’ya Dilmun’a tatlı su getirmesini
emreder. Dilmun bol tatlı suya kavuşur. Şimdi yemyeşil bir bahçe
haline gelen Dilmun’da Enki önce ana tanrıça Ninhursag’ı ve daha
sonra diğer bazı tanrıçaları gebe bırakır. Bu arada filizlenen sekiz
bitkiyi Enki’nin yemesi üzerine Ninhursag onu lanetler ve ortadan
kaybolur. Bunun sonucunda Enki’nin sağlığı bozulur ve organlarından
sekizi hastalanır. Enki’nin ölmek üzere olduğunu gören büyük tanrılar
yas tutarlar. O ara ortaya çıkan bir tilki Enlil’e, ödüllendirilirse
Ninhursag’ı geri getireceğini söyler. Tilki Ninhursag’ı geri getirmeyi
başarır. Ninhursag Enki’nin ağrıyan her organı için bir tanrı doğurur ve
sonunda Enki hayata geri döner.
Enki ve Sumer:
Bilgeliğin de tanrısı olan Enki’nin yeryüzünü düzenlemesi ve
Sumer’in kaderini belirlemesi hakkındadır.
Enki’nin Nippur’a yolculuğu:
Sular tanrısı Enki’nin Sumer ülkesinin en eski şehri Eridu’da
kendi “deniz evi”ni inşa ettikten sonra, tapınağını kutsaması için
gemiyle
Enlil’in
Nippur’daki
tapınağına
yaptığı
yolculuk
anlatılmaktadır.
İnanna ve Enki:
Uygarlık tarihi için önemli bir metindir. Göğün kraliçesi ve Uruk
şehrinin koruyucu tanrıçası İnanna, Uruk’u Sumer ülkesinin merkezi
haline getirmek ve böylece kendisini yüceltmek ister. Bunun için
bilgeliğin beyi Enki’nin kült yeri olan Eridu’ya gitmeye karar verir.
Çünkü Enki uygarlığın bütün temel yasalarını elinde tutmaktadır.
Eridu’ya gelen İnanna ile Enki ziyafet sofrasına otururlar. İçtiği içki ile
sarhoş olan Enki, Sumer uygarlığının temelini oluşturan yüzden fazla
temel yasayı İnanna’ya verir. İnanna aldıklarını “gök kayığı”na
yükleyerek Uruk’a gitmek üzere yola çıkar. Ayılan Enki kutsal
yasaların yerinde olmadığını görünce, habercisi İsimud’a sorar ve
23
olanları öğrenir. Büyük bir pişmanlık duyan Enki, “gök kayığı”nın
Uruk’a ulaşmasını engellemeleri için habercisi İsimud’u bir grup deniz
canavarı ile İnanna’nın peşinden gönderir. Haberci İnanna’ya ulaşır ve
Enki’nin emirlerini iletir. İnanna sözünden dönen Enki’yi şiddetle kınar
ve habercisi Ninşubur’dan “gök kayığı”nı ve kendisine armağan
edilmiş yasaları kurtarmasını ister. Ninşubur emri yerine getirir. Fakat
Enki habercisini ve deniz canavarlarını “gök kayığı”nı yakalamaları için
Eridu ile Uruk arasındaki yedi mola yerine gönderir. Fakat her
defasında Ninşubur İnanna’nın imdadına yetişir ve İnanna ile kayığı
Uruk’a ulaşır. Düzenlenen şenliklerle yasalar boşaltılır. Metin Enki’nin
İnanna’ya karşı yaptığı bir konuşma ile sona ermektedir. (Metnin sonu
hasarlı olduğu için sonuçta ne olduğu bilinmemektedir.)
İnsanın yaratılışı:
Metin insanın yaratılışının hikâyesidir. İnsanın yaratılışı ile ilgili
bilgiler yedi tabletten oluşan Babil Yaratılış Destanı (Enuma Eliş) ve
Tevrat’da da bulunmaktadır. Yaratılış Destanında insanın öldürülen bir
tanrının kanından yaratıldığı, Tevrat’ta ise kilden biçimlendirildiği
bilgisi bulunmaktadır. Babil ve İbrani yorumundan bin yıl kadar önceye
tarihlenen bu metinde, Tevrat’ta kaydedildiği gibi, insanın kilden
yaratıldığını okuyoruz. Tanrılar çektikleri sıkıntılardan yakınarak,
kendilerine hizmet edecek yaratıklar yaratılmasını isterler. Sumerler’in
su ve bilgelik tanrısı Enki, annesi Nammu’nun “ey oğul bilgeliğini
göster ve tanrılara hizmetkârlar yarat” ikazı üzerine, Nammu ve diğer
tanrıçaların da yardımıyla denizin dibindeki kilden insan yaratılır. Daha
sonra tanrıça Ninmah da (Ninhursag’ın diğer adı) denizin dibinden
aldığı kille altı değişik türde insan yaratır. Bunlar normal olmayan,
vücut ve zekâca geri olan yaratıklardır. Enki bunların kaderlerini tâyin
eder ve kendisi de bir insan yaratmaya karar verir. Fakat ortaya çıkan
yaratık da normal değildir.
Tufan:
Akadça yazılmış 12 tabletten oluşan Gilgameş Destanının 11.
tabletinde Tufan öyküsünün anlatıldığı anlaşıldıktan sonra, Tevrat’taki
Tufan hikâyesinin orijinal olmadığı ortaya çıkmıştır.
Sumerce Tufan öyküsünün işlendiği metinde, insan ve
hayvanların yaratılışı ve Tufan öncesinde var olan beş şehrin (Eridu,
Badtibira, Larak, Sippar ve Şuruppak) kuruluşu anlatılır. (Kırık bir
24
kısımdan sonra) insanların yok edilmesi için Tufan çıkmasına karar
verilir. Bazı tanrılar bundan pişmanlık duyarlar. Bunların başında,
bilgeliğin de tanrısı olduğu için Sular tanrısı Enki vardır. Enki Akadça
Utnapiştim (Gilgameş destanı XI. Tablet) ve Tevrat’taki Nuh’un
Sumerce karşılığı olan kral Ziusudra’ya tanrıların kararını bildirir ve bir
gemi yapıp kendisini kurtarmasını ister. (Metinde geminin yapılması ile
ilgili büyük bir kısım eksiktir.) Tufan bütün yeryüzünü kaplar ve yedi
gün yedi gece boyunca sürer. Bu sürenin sonunda güneş tanrısı Utu
ortaya çıkarak yeryüzünü aydınlatır. Ziusudra Utu’ya öküzler ve
koyunlar kurban eder. Sonunda, tanrı An ve Enlil Ziusudra’ya ebedî
hayatı verirler ve onu “güneşin doğduğu yer” olan cennet Dilmun’a
götürürler.
İnanna’nın Yeraltı Dünyasına İnişi:
Aşk ve Savaş tanrıçası İnanna sevgilisi Çoban tanrı Dumuzi’yi
kurtarmak için yeraltı ülkesine gitmeye karar verir. Bütün kutsal
yasalarını toplar, tanrıçalara has giysilerini giyer ve yeraltına inmeye
hazırlanır. Yeraltı dünyasının tanrıçası Ereşkigal İnanna’nın ablasıdır.
Ablasının kendisini öldüreceğinden korkan İnanna habercisi
Ninşubur’a üç gün içinde dönmezse, Nippur şehrine gidip kendisini
Ereşkigal’den kurtarması için tanrı Enlil’e yalvarmasını söyler. Enlil
reddederse Ur’a gidip Ay tanrısı Nanna’ya yalvaracak, Nanna da
reddederse Eridu’ya gidecek ve bilgeliğin tanrısı Enki’ye yalvaracaktır.
“Hayat yiyeceğini ve hayat içeceğini bilen” Enki onu hayata
döndürecektir.
Sonunda İnanna yer altına iner. Ereşkigal’in lacivert taşından
yapılmış tapınağına gelir. Tapınağın kapıcısı ona kim olduğunu ve
neden geldiğini sorar. İnanna’nın cevabı üzerine, Ereşkigal’in emri ile
onu yer altının yedi kapısından geçirir. Geçtiği her kapıda giysi ve
takılarından birisi alınır. Sonuncu kapıda çırılçıplak kalır. Ereşkigal ve
yer altının korkunç yargıçları olan yedi Anunnaki’nin huzurunda diz
çöktürülür. Bunların “ölüm bakışları” ile İnanna bir cesede döner ve bir
direğe asılır. Üç gün üç gece geçip dördüncü gün hanımının geri
dönmemesi üzerine Ninşubur İnana’nın verdiği emirlere göre tanrıları
dolaşmaya başlar. Enlil ve Nanna yardım etmeyi reddederler.
Beklendiği gibi Enki onu hayata döndürmeyi kabul eder ve bir plan
yapar. İki cinsiyetsiz varlık yaratır. Onlara hayat yiyeceği ve içeceği
verip, yer altına gitmelerini ve bunları İnanna’nın cesedine altmış defa
25
dökmelerini söyler. Yer altına inen yaratıklar emri yerine getirirler ve
İnanna canlanır. Fakat yer altından ayrılırken ölülerin gölgeleri ve bazı
korkunç yaratıklar peşine takılırlar. Bu yaratıklar peşinde olarak Sumer
ülkesini dolaşır. (Metnin sonu kırık olduğu için öykünün sonunu
bilmiyoruz.)
ı) Sumerler’in İnsanlığa Bıraktığı Kültür Mirası
Sumerler, meydana getirdikleri maddî ve özellikle manevî
alandaki kültür eserleriyle Eski Önasya tarihinde derin izler
bırakmışlardır. Daha Eski Sumer devrinden başlayarak, Sumerler’e ait
bilgi ve keşiflerin, önce iç içe yaşadıkları Sami Akadlılar ve onların
aracılığı ile Mezopotamya ve Anadolu kavimleri arasında yayıldığını
görüyoruz.
Her şeyden önce, icat ettikleri çivi yazısını sadece
Mezopotamya kavimleri değil, M.Ö. 1950’lerden itibaren Anadolu
kavimleri tarafından da alınıp kullanılmıştır. Ayrıca hece ve harf arası
bir yazı olan Ras-Şamra (Ugarit) tipi yazı, çivi yazısı örnek alınarak
yaratılmıştır. Halbuki parlak bir kültür ve uygarlığın yaratıldığı Mısır’da
kullanılmış olan hiyeroglif yazısı Mısır dışında yazılmamıştır.
İcat ettikleri çömlekçi çarkı, araba ve çeşitli tipte tekneler
Sumerler’in teknoloji alanındaki büyük başarılarına örnektir.
Madenlerin işlenmesinde Sumerli maden işçileri büyük bir ustalığa
erişmişlerdi. Madenleri karıştırıp alaşım yapmasını biliyorlardı. Sumerli
mimarlar yaptıkları inşaatlarda kubbe, tonoz ve kemerden
yararlanmışlardır. Bunlar Babilliler vasıtasıyla Yunan ve Roma’ya
geçmiştir.
Bazı araştırmacılar,14 İslamiyetin sembolü olan minarelerin
Sumer-Babil din ve tapınak anlayışının bir ürünü olan zigguratlar’dan
ilham alınarak yapıldığı görüşündedirler.
Fırat ve Dicle Güney Mezopotamya’da durgun ve geniş aktığı
için, bundan yararlanan Sumerler çok erken zamanlardan itibaren
açtıkları kanallarla tarlaları sulayabiliyorlardı. Kanallar ulaşım için de
14
Emin Bilgiç; Atatürk, Fakültemiz ve Kürsümüz, “Sumerliler’in Tarih, Kültür ve
Medeniyetleri”, DTCF Atatürk’ün 100. Doğum Yılına Armağan Dergisi, Ankara, 1982,
s. 120.
26
kullanılıyordu. Taşkınlar sebebiyle bataklık haline gelmiş arazi bir çeşit
drenaj sistemiyle kurutuluyordu.
Sumerler’den sonra meydana getirilen yasaların (Lipit-İştar,
Eşnunna, Hammurabi, Asur, Hitit) köklerinin Sumer’deki örneklere
dayandığından şüphe edilmemektedir.
Sumerler’in insanlığa bıraktığı en büyük miras matematik
alanında olmuştur. Onların geliştirdiği ağırlık sistemi olan altmışlık
hesaplama sistemi diğer ülkelerde de kullanılmıştır. Meselâ, yarım kilo
karşılığında kullanılan mina Sumerce’den Akadça’ya; oradan da Eski
Yunanca ve Latince’ye geçmiştir. Bu konuda en çarpıcı örnek, zaman
ölçüsü saatte altmışlık sistemin kullanılmasıdır.
Sumer yazılı kaynakları Eski Önasya’nın bütün kavimlerini
etkilemiştir. Bu etki özellikle Akadça yazılmış edebî metinler
vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Bu metinlerde işlenen konuların çoğunun
kökeni Sumerce kaynaklarda bulunuyordu. Akadça M.Ö. 2. bin yılda
Önasya’da ortak dil haline geldiği için, Filistin’deki yazarların bu
metinlerden haberdar olmaması düşünülemez. Nitekim Tevrat’taki pek
çok olay ve motif Sumer mitolojisi ile paralellik göstermektedir.
Buradan hareket eden S. N. Kramer Tevrat üzerindeki Sumer etkisini
araştırmış, Tevrat’taki dünyanın ve insanın yaratılışı, cennet, tufan,
Habil-Kabil ve Eyüp motifleri, ölüm ve ölüler dünyası, Babil kulesi gibi
bahislerin Sumer mitolojik metinlerindeki izlerini sürmüş ve bu konuda
dikkate değer paralellikler tespit etmiştir.15. İlginç olan, Tevrat’ta pek
çok yer adı geçtiği halde, “Sumer” ve “Sumerler”den hiç söz
edilmemesidir. Tekvin (yaratılış) bahsinde iki yerde geçen “Şinar”
sözünün “Sumer”le bağlantılı olabileceği ileri sürülmüştür.16
15
Samuel Noah Kramer; “The Sumerians Their History, Culture and Character”,
Chicago, 1963, s. 292-299.
16
a.g.e.; s. 297.
27
Fotoğraf 8: Eski Mezopotamya Haritası
28
II. GUTLAR
a) Kut, Gut ve Gutium
Kut veya Gut adı ile bilinen bu kavim çivi yazılı metinlerde
Gutium olarak da geçmektedir. Bir sıfat elemanı olan –ium, bir
kimsenin nereli veya hangi kökenden olduğunu gösteren Akadça
nispet ekidir. Anadolu’daki ilk yazılı belgeler olan Kültepe tabletlerinde
bu eki almış pek çok yer adı geçer.
b) Gutlar’ın Ana Vatanları ve Göçtükleri Coğrafya
Gutlar Kutû veya Gutû adı ile Geç Asur devrine kadar
Mezopotamya’nın doğusundaki Zagros dağlarının yer aldığı, Basra
körfezine doğru uzanan bölgede oturmuşlardır. Hitit çivi yazısını çözen
B. Hrozny Gutlar’ın Lullubi ve Kasitler’le akraba olduklarını belirtmekte
ve anavatanlarının Batı Türkistan’da Hazar denizinin güneydoğusu ile
Ceyhun (Oxus) ırmağı arasındaki bölge olduğunu ve M.Ö. 2500’lerde
Zagros bölgesine göçtüklerini iddia etmektedir. Sumerolog K. Balkan,
Gutça ile Eski Türkçe arasında tespit edilen yakınlığa işaret ederek,
Hrozny’nin ileri sürdüğü görüşe katıldığını yazmaktadır.17
Gutlar’dan ilk söz edilen, M.Ö. 2400’lerden önceye tarihlenen
bazı metinlerde Subartu (kuzeyde) ile Elam (güneyde) arasında
oturduklarına işaret edilmektedir. C. J. Gadd Gutlar’ın oturdukları yeri
harita üzerinde göstermenin zor olduğunu, çünkü yaşadıkları bölgede
onlara ait bir anıt ele geçmediğini belirtmektedir. O oturdukları yeri
Aşağı Zap ırmağının güneyindeki dağlar ve Süleymaniye’nin
kuzeyinde Babilli Nuh’un tufandan sonra gemisinin oturduğu Nisir
dağının kuzeyi olarak tarif etmektedir.18
c) Gutlar Hakkındaki Tarihî Bilgiler
Mezopotamya’da tarihteki ilk imparatorluğu kuran Sami Akadlar
zamanında (M.Ö. ± 2350-2170), Akad’ın büyük krallarından
Naramsin’den sonra, devletin zayıflamasından yararlanan Gutlar’ın
Akad şehirlerine akınlar yaptıkları bilinmektedir. Son Akad krallarından
“bütün kralların kralı” anlamında bir isim taşıyan Şarkalişarri dördüncü
17
Kemal Balkan; “Eski Önasya’da Kut (veya Gut) Halkının Dili İle Eski Türkçe
Arasındaki Benzerlik”, Erdem 6/16, Ankara, 1990, s. 18.
18
Cyril John Gadd; “The Dinasty of Agade and the Gutian Invasion”, (CAH I/XIX),
Cambridge, 1966, s. 30.
29
Gut kralı Şarlak’ı yenmiştir. Anlaşılan ilk Gut kralları ile, Şarkalişarri ve
sonraki Akad kralları çağdaş olarak hüküm sürmüşlerdir.
Sonunda, iç karışıklıklar ve başta Gutlar olmak üzere, diğer
komşu kavimlerin (Elam, Hurri, Lullubi) baskıları sonucu Akad devleti
çökmüş, Sumer ve Akad ülkelerinin hâkimiyeti Gutlar’ın eline
geçmiştir. Yazılı kaynaklarda Gutlar’ın Akad devletinin başkenti
Agade’yi ve diğer şehirleri yakıp yıktıkları hakkında herhangi bir bilgi
yoktur. Fakat Eski Babil devrinde (M. Ö. 1894-1595) yazılmış olan
Sumerce iki metinde Gutlar’dan “tanrıların düşmanı, Sumer’in krallığını
dağlara alıp götüren ve Sumer’i kötülüklerle dolduran dağların zehirli
yılanı” olarak söz edilmektedir.19
Sumer kral listelerinden birisinde 11 kralın toplam 181 yıl
hüküm sürdüğü Akad hanedanı ile Sumer III. Ur hanedanı arasına,
Gut hanedanı atlanarak, beş kralının ismini tanımadığımız IV. Uruk
hanedanı konulmuştur.20 Gut hanedanından 21 kralın toplam 91 yıl
hüküm sürdüğü belirtilmiş olan bu listede, Gut hanedanından sonra bir
Uruk hanedanı gelmektedir.21 Listedeki Akad hanedanından sonra
Uruk, sonra Gut ve sonra yine Uruk hanedanı şeklindeki sıralama bir
sistem zorlamasından ileri gelmektedir. Yâni zamanın tarihçisi aynı
zamanda meydana gelen olayları ve çağdaş hanedanları alt alta
göstermiştir.
Sumer ve Akad ülkelerindeki Gut hâkimiyetinin ne kadar
sürdüğü kesin değildir. 40-50 yıl kadar sürdüğü zannedilen Gutlar’ın
hâkimiyetine, Sumer kral listesinde sadece 40 gün tahtta kaldığı
bildirilen Tirigan’ı yenerek tutsak eden Uruk kralı Utuhegal son
vermiştir. Utuhegal’in zaferine rağmen, Gutlar’ın Mezopotamya’dan
tamamen çekilmedikleri anlaşılmaktadır. Çünkü sonraları III. Ur
devrinden bazı metinlerde, Gutlar’ın Orta Fırat bölgesinde politik bir
güç olarak varlıklarını sürdürdükleri hakkında bilgiler bulunmaktadır.
Keza Gutça bazı şahıs adlarına rastlanılması da bu konuda diğer bir
delil olarak değerlendirilmiştir.22
19
a.g.e.; s. 48.
Thorkild Jacobsen; “The Sumerian King List” (AS, No. 11), Chicago-Illinois, 1939,
s. 115-117.
21
a.g.e.; s. 121.
22
Kemal Balkan; “Eski Önasya’da Kut (veya Gut) Halkının Dili İle Eski Türkçe
Arasındaki Benzerlik”, Erdem 6/16, Ankara, 1990, s. 22-23.
20
30
d) Gut Dili
Gut dili hakkında ilk defa görüş açıklayan bilim adamı B.
Landsberger’dir. Landsberger 1937 yılında İstanbul’da toplanan
Uluslararası II. Türk Tarih Kongresine sunduğu “Önasya Kadim
Tarihinin Esas Meseleleri” başlıklı bildirisinde Gut dili ve bu dilin Eski
Türkçe ile benzerliği üzerinde de durmuştur. Landsberger bildirisinde
bu konuda şöyle demektedir: “Bu Gutium yahut Kutium milletinin
adının Akadça nispet eki olan kısmını çizecek olursak, Kut kalır. Eğer
çok mühim olan alâmetler bizi aldatmıyorsa, tarihimizde Türkler’le en
yakın bir surette münasebettar olan, hatta belki de ayniyet gösteren
kabîle budur.”
Elimizde Gutça yazılmış orijinal metin yoktur. Daha sonraki
devirlerde yazılmış Sumer kral listelerinde geçen Gut krallarının
isimleri bu dile ait tek malzemedir. (Bu isimler arasında Habil-kēn,
Puzur-Sin gibi Akadça olanlar da bulunmaktadır.)
Landsberger
Gut
krallarından
Yarlagan’ın,
Orhun
kitabelerindeki şahıs adı olan Yargan’ı; son Gut kralının ismi Tirigan’ın
ise “yardım eden” anlamındaki Uygurca tiriga kelimesini hatırlattığını
yazmıştır. Ona göre Şarlak veya Çarlak birçok Türk lehçesinde bir kuş
veya memeli bir hayvan adıdır.23 Altıncı Gut kralı Elulumeş adını
taşımaktadır. Landsberger bu sözü El-ulimiş elemanlarına ayırarak,
“memleketi büyütmüş, büyüten” anlamına geldiğini söylemektedir.24
K. Balkan, “Eski Önasya’da Kut (veya Gut) Halkının Dili İle Eski
Türkçe Arasındaki Benzerlik” adlı uzun makalesinde, Gutça’da kelime
yapısı, kök yapısı, ekler ve bu dile mahsus sesler hakkında ayrıntılı
bilgi vermektedir. Balkan bu çalışmasında Landsberger’in değindiği
konuları çeşitli örneklerle belgelendirmiştir.25
23
Benno Landsberger; “Ön Asya Kadim Tarihinin Esas Meseleleri”, II. Türk Tarih
Kongresi, İstanbul, 1937, s. 105.
24
a.g.e.; s. 106.
25
Kemal Balkan; “Eski Önasya’da Kut (veya Gut) Halkının Dili İle Eski Türkçe
Arasındaki Benzerlik”, Erdem 6/16, Ankara, 1990, s. 16-64.
31
32
III. HATTİLER
Hattiler Anadolu’nun bilinen en eski halkıdır. Arkeolojik
buluntular M.Ö. 3. binde Anadolu’da parlak uygarlıkların varlığını
ortaya koymuştur. Çeşitli merkezlerde yapılan kazılarda ortaya
çıkarılan buluntular ve özellikle Alacahöyük kral mezarlarında ele
geçen altın, gümüş, elektron ve bronzdan yapılan sanat değeri çok
yüksek eserler bunun açık delilleridir. Bu uygarlıkları yaratan
insanların Hattiler oldukları anlaşılmıştır.
Fotoğraf 9: Alacahöyük’te bulunmuş bronz güneş
İlk defa Akad devleti zamanından (M. Ö. 2350-2170) kalmış çivi
yazılı belgelerde Anadolu’dan “Hatti ülkesi” olarak bahsedilmiştir.
M. Ö. 7. yüzyıl ortalarına kadar Mezopotamya kaynaklarında Anadolu
için “Hatti ülkesi” deyimi kullanıla gelmiştir.
Daha sonra Hititlerin de kullandıkları Mezopotamya çivi yazısı
sistemi Anadolu’ya Asur Ticaret Kolonileri devrinde (M.Ö. 1950-1720)
girmiştir. Kültepe-Kaniş’te Anadolu’nun bu ilk tarihî dönemine ait Eski
Asurca yazılmış binlerce tablet bulunmuştur. Bunların çok büyük bir
kısmı Anadolu’ya ticaret yapmak için gelmiş Asurlu tüccarların
ticaretleriyle ilgili konuları içerse de, aralarında ülkemizin en eski
33
tarihine ışık tutan son derece önemli belgeler de bulunmaktadır.
Bunlardan açıkça anlaşıldığı üzere, o dönemde Anadolu’da siyasî bir
birlik yoktu. Ülke birbirleriyle şiddetle mücadele eden yerli krallar ve
bunların vasalleri beyler tarafından yönetiliyordu. Kültepe tabletlerinde
Hatti sözü, Hattim ve bu kökten gelen Hitit başkenti Hattuşa Hattuş
olarak birçok kere geçmektedir.26
M. Ö. 3. bin yılın sonlarında Anadolu’ya gelen ilk Hint-Avrupalı
kavim olan Hititler, Asur Ticaret Kolonileri devrinin nasıl olduğunu tam
bilemediğimiz sebeplerle sona ermesiyle, yaklaşık M.Ö. 1650’de kendi
devletlerini kurmuşlardır. Hititler de hâkimiyet kurdukları ülkeyi “Hatti”,
kendilerini “Hattililer” olarak tanımlamışlardır. Hattiler hakkındaki
bilgilerimizin kaynağı Boğazköy-Hattuşa ve diğer önemli bir Hitit kenti
olan Ortaköy-Şapinuwa’da bulunmuş Hititçe çivi yazılı tabletlerdir.
Bunun içindir ki Hatti dili ve kültürü farklı bir bilim dalı olmaktan çok,
Hititoloji içerisinde işlenmiş ve işlenmektedir.
Atatürk 1923 yılında Adana’da, İskenderun ve Antakya
bölgesini içine alan İskenderun Sancağı için, “Kırk asırlık Türk yurdu
ecnebi elinde kalamaz” şeklinde bir demeç vermiştir.27 Günümüzden 4
bin yıl önce Anadolu’ya Hatti ülkesi denilmesi, keza Hatay bölgesine
M. Ö. 2. ve 1. bin yıllarda Hattene veya Hatti adları verildiği dikkate
alınırsa, Atatürk’ün “kırk asır” ifadesini sözün gelişi söylemediği
anlaşılmaktadır. Nitekim daha sonra, Hatti ve Hattena bağlamında
tarihî bir gerekçeye dayanarak, Anadolu’nun bir parçası sayılan Hatay
ilimize bu adı bizzat kendisi vermiştir.
a) Hatti Dili
Anadolu’nun yerli halkının dili olan Hattice bitişken dillerdendir.
Hattice prefiks (ön ek) alan bir dildir. Yapısı itibariyle Türkçe’ye
benzer. “Hattice” ve “Hatti kökenli” anlamındaki “hattili”deki –li eki,
Türkçe’deki yer adlarının sonlarına gelen (Ankara-lı, İzmir-li, Samsunlu, Ortaköy-lü örnekleri gibi) –lı / -li / -lu / -lü ekleri ile karşılaştırılabilir.
Hattiler’in kendilerinden yazılı belge kalmamıştır. KültepeKaniş’te bulunmuş binlerce çivi yazılı tablet arasında, Anadolu’nun
26
Khaled Nashef; “Die Orts und Gewässernamen der altassyrischen Zeit (RGTC IV)”,
Wiesbaden, 1991, s. 57-58.
27
İsmail Habib Sevük; “Atatürk İçin”, İstanbul, 1939, s. 27.
34
yerli halkının aralarında düzenledikleri senetler, evlenme-boşanma
belgeleri ve birbirleriyle yazıştıklarını gösteren mektuplar da
bulunmaktadır. Fakat bunlar da Eski Asur dilinde yazılmıştır. Şimdiye
kadar yerli halkın dilinde hiçbir belgeye rastlanmamıştır. Yâni Hattiler
yazıyı (çivi yazısı) tanıdıkları halde kendi dillerinde yazmamışlardır.
Hattice hakkındaki bilgilerimiz Boğazköy-Hattuşa ve OrtaköyŞapinuwa’da ele geçmiş Hattice veya Hattice-Hititçe olarak iki dilde
yazılmış (bilingue) metinlerden kaynaklanmaktadır. Hint-Avrupa dil
ailesine mensup Hititçe’ye Hatti dilinden pek çok kelime geçmiştir.
Hititler Hititçe dinî metinlerde Hatti dilinde yazılmış bölümlere yer
vermişlerdir.
Bazı araştırmacılar Hattice’nin daha Hititler zamanında ölmüş
olduğunu iddia etmektedirler. Akrabası bulunmayan bu dil de
Sumerce, Hurrice ve Urartuca gibi izole bir dil olarak kalmıştır.28
28
M. Ali Dinçol; “Eski Anadolu Dillerine Giriş”, İstanbul, 1970, s. 37.
35
36
IV. HURRİLER
a) Ana Yurtları ve Göçtükleri Bölgeler
Yazılı kaynaklarda Hurriler’in geçmişleriyle ilgili hiçbir bilgi
yoktur. Kendilerine ne isim verdikleri de bilinmemektedir. Ana
yurtlarının Transkafkasya’da olduğu ve buradan M. Ö. 3. bin yıl
ortalarında güneye göçtükleri yaygın bir görüştür.29 Zaman içerisinde
Van Gölü’nün güneyinden başlayarak Güneydoğu Anadolu, Kuzey
Mezopotamya ve Akdeniz’e doğru yayılmışlardır.
b) Hurriler’in Siyasî Tarihi
Akad, Sumer III. Ur, Mari, Ugarit, Mısır ve Hitit kaynaklarından
tanıdığımız Hurriler’den Tevrat’ta da Horiler olarak bahsedilmektedir.
(Tekvin 14, 36). Bu durum Hurriler’in Eski Önasya tarihinde önemli
roller oynadıklarını göstermektedir. Fakat komşu kavimlerin kaynakları
bir tarafa bırakılırsa, kendilerinden kalan belgelerde yeterli ve açık
bilgi bulunmadığı için, Hurri tarihi yeterince aydınlık değildir.
Hurriler’in Eski Akad kralı Naramsin zamanında (M. Ö. ± 23502233) Kuzey ve Doğu Mezopotamya’da bulundukları, burada yer alan
Urkiş ve Nawar’da hüküm süren kralların Hurrice isim taşımalarından
belgelenmiştir. Sonraki zamanlarda da, bölgedeki şehir beyliklerinin
bir çoğunun başındaki beylerin Hurice isim taşıdıkları görülmektedir.30
M. Ö. yaklaşık 2100 yıllarında, Sumerler’in “Hurum ülkesi”
olarak adlandırdıkları31 Habur’dan Zagros’a kadar olan bölgede
hâkimiyetlerini pekiştirmeye çalıştıkları, fakat Sumer III. Ur krallarının
buna karşı koydukları Sumerce kaynaklardan bilinmektedir.
Eski Babilce yazılmış Mari (Suriye’de bugünkü Tel Hariri)
mektuplarında geçen Hurri kökenli Turukkular’ın, tamamen ses
benzerliğine dayanarak Türk kökenli oldukları iddia edilmiştir.32
29
Klass R. Veenhof; “Geschichtc des Alten Orients bis zur Zeit Alexanders des Grossen
(ATD Ergänzungsreihe 11)”, Göttingen, 2001, s. 98.
Ahmet Ünal; “Hititler Devrinde Anadolu I”, İstanbul, 2002, s. 86.
30
Ahmet Ünal; “Hititler Devrinde Anadolu I”, İstanbul, 2002, s. 90.
31
Samuel Noah Kramer; “The Sumerians Their History, Culture and Character”,
Chicago, 1963, s. 287.
32
S. Bayram; “Kaynaklara Göre Güney-Doğu Anadolu’da Proto Türk İzleri”, s. 94.
37
Eski Babil devletinin zayıflaması ve sonunda Hitit kralı I. Murşili
tarafından yıkılması ile (M.Ö. 1595) Hurriler Kuzey Suriye’de çok etkin
bir hale gelmişlerdir. Burada Halep, Urşum ve Haşşum önemli Hurri
merkezleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Buralardan Akdeniz
sahillerine doğru yayılmışlardır. Bu bölgedeki Alalah’ta (Hatay-Tel
Açana) ortaya çıkarılan tabletlerde geçen şahıs isimlerinin çoğunun
Hurrice olması, Hurri kökenlilerin halk arasında baskın olduklarını
göstermektedir.33
M.Ö. 16. yüzyılın ortalarında, Eski Babil devrini takip eden
zamanda Kuzey Mezopotamya’da, halkını Huriler’in oluşturduğu
Mitanni devleti kurulmuştur. Kaynaklarda Hanigalbat olarak da geçen
bu devlet Hurri kökenli olmayan krallar tarafından yönetilmiştir.
Mitanni’nin başkenti Waşşukanni şehrinin yeri hâla tespit
edilememiştir.
M. Ö. 16. yüzyıl sonlarında, Hitit imparatorluğunda yaşanan iç
karışıklıklar sonucu Anadolu’daki Hurri etkisi artmış; Adana-Mersin
bölgelerinde Kizzuwatna Hurri devleti kurulmuştur. Bu devlet nüfuzunu
Anadolu içlerine kadar genişletmiştir. Öyle ki, Orta Hitit döneminde
kral ve kraliçeler Hurrice adlar almışlardır.34
O tarihlerde Mitanni-Mısır ilişkilerinin dostane olduğu
anlaşılmaktadır. Mitanni krallarından Şauşatar, 2. Şuttarna ve Tuşratta
kızlarından birisini gelin olarak Mısır’a göndermişlerdir. Tuşratta’nın
firavun 3. Amenofis’e gönderdiği çivi yazısıyla Hurrice yazılmış uzun
bir mektup Mitanni-Mısır ilişkileri hakkında son derece önemli bilgiler
içermektedir.
Hitit kralı 1. Şuppiluliuma zamanında (M. Ö. 1350-1324) Mitanni
Hitit devletinin hâkimiyeti altına girmiştir. Ancak Şuppiluliuma’nın
ölümünden
sonra
tahta
çıkan
oğulları
zamanında
Hitit
boyunduruğundan kurtulabilmişlerdir. Sonraki yıllarda Mitanni batıya
doğru genişleyen Asur ile mücadele içinde olmuştur. Asur kralı 1.
Adadnirari’nin başkent Waşukanni’yi ele geçirmesi ve nihayet
Hititler’in ve Asurlular’ın baskıları sonunda Mitanni devleti yıkılmıştır.
Böylece Hurriler bölgede siyasî bir güç olmaktan çıkmıştır.
33
Klass R. Veenhof; “Geschichtc des Alten Orients bis zur Zeit Alexanders des
Grossen” (ATD Ergänzungsreihe 11), Göttingen, 2001, s. 99.
34
a.g.e.; s. 100.
38
c) Hurri Dili
Hurri dili de bitişken (aglutinatif) dillerdendir. Bu dillerde bir
kelimenin anlamı sonuna eklenen eklerle değişmektedir. Bu bakımdan
yaşayan diller arasında Türkçe ile yakınlık gösterirler. Hurrice ile
Urartuca arasında yapılan karşılaştırmalar bu iki dilin çok yakın akraba
olduklarını ortaya koymuştur. Kafkas dilleriyle akraba olup olmadığı
tartışılmaktadır.
Hurrice belgeler Babil çivi yazısı ile yazılmıştır. Hurrice
belgelere Tel el-Amarna’da (Mısır), Nuzi’de (Irak), Mari’de ve Ugarit’de
(Suriye) rastlanmıştır. Fakat belgelerin çoğunluğu BoğazköyHattuşa’da ve Ortaköy-Şapinuwa’da bulunmuştur. Bu iki merkezde ele
geçmiş Hurrice-Hititçe iki dilli metinler Hurrice hakkındaki bilgilerimizi
arttırmıştır. Hurrice ergatif denilen, öznenin belirli bir sufiksle belirtildiği
ve fiilin pasif olarak tercüme edildiği bir dildir.
Hurri dilinden Akadça ve özellikle Hititçe’ye girmiş birçok kelime
bulunmaktadır. Hititçe dinî metinlerde yer yer çok iyi anlaşılamayan
Hurrice yazılmış bölümler yer almaktadır. Birçok edebî eser
Hurrice’den Hitiçe’ye tercüme edilmiştir.35 Yazılı kaynaklar Hurriler’in
Mezopotamya ile Hititler ve diğer komşuları arasında yazı, dil, din ve
edebiyat alanında arabuluculuk yaptıklarını ortaya koymaktadır.
35
Ahmet Ünal; “Hititler Devrinde Anadolu I”, İstanbul, 2002., s. 100.
39
40
V. URARTULAR
a) Urartular’ın Kökeni
Urartuların kökeni bağlamında dillerinin bitişken diller grubuna
girmesi ve Hurriler’le olan yakın akrabalıkları dışında söylenecek fazla
bir şey yoktur. Nereden göç ettikleri konusu da çok açık değildir. Bazı
araştırmacılar kuzeyden Kafkasya’dan, bazıları ise daha doğudan bir
yerden göç ettikleri konusunda görüş bildirmektedirler.36
Geçmişte Urartular ve dilleri hakkında bazı Batılı ve özellikle
Rus araştırmacılar tarafından bilimsel gerçeklerle ilgisi olmayan
görüşler ileri sürülmüştür. Bunlar Urartuca yazılmış hemen hemen
bütün kitabelerin Haldi kelimesiyle başlamasını dikkate alarak,
Urartular’a Haldiler, dillerine Haldice, Urartu ülkesine de Haldia adını
vermişlerdir. Hatta Bir rahip olan F. W. König Urartuca kitabeleri
yayınladığı kitabına “Haldice Kitabelerin El Kitabı” adını vermekten
çekinmemiştir. Haldi’nin Urartular’ın baş tanrısının adı olduğu bilindiği
halde, bu şekilde adlandırmalara girişilmesinin amacı tamamen
politiktir. Şöyle ki, Haldia, Karadeniz bölgesinde Trabzon ile Batum
arasında yer aldığı bilinen Bizans eyaleti Haldiya ile ilişkilendirilmek
istenmiştir. Halbuki Urartular’ın bu bölgede oturdukları hakkında hiçbir
delil bulunamamıştır. Diğer taraftan, Urartuca’nın henüz tam olarak
anlaşılmadığı zamanlarda, özellikle Rus araştırmacılar tarafından
Urartular’ın Ermeniler’in atası olduğu iddia edilmiş ve bunun sözde en
sağlam kanıtı olarak Ermenice haltik sözünün Haldi ile olan benzerliği
gösterilmiştir. Bu görüş kabul görürse, Urartular’ın yaşadığı Doğu
Anadolu’nun asıl sâhiplerinin Ermeniler olduğu ortaya konulmuş
olacaktı. Ancak Urartuca’nın çözülüp anlaşılmasından sonra bu görüş
tamamen iflas etmiştir. Çünkü Urartuca Türkçe gibi bitişken dillerden
olduğu halde, Ermenice Hint-Avrupa dillerindendir.
Urartu sözüne, Uruatru şeklinde, ilk defa Asur kralı 1.
Salmanassar zamanında (M. Ö. 1263–1233) yazılmış Asurca bir
kitabede rastlanmıştır. Bu kitabeden Uruatru’nun bir halkı değil, fakat
bir bölgeyi ifade ettiği ve bu bölgenin Van gölünün güneydoğusunda,
Büyük Zap ırmağının çıktığı dağlık bölge olduğu anlaşılmaktadır.
Daha sonraki yıllarda yazılmış Asurca kitabelerde Van gölünün
36
Kemal Balkan; “Urartulular’ın Kökeni ve Dilleri”, Belleten 48/191-192, Ankara, 1985,
s. 521.
41
güneyindeki bölgelerden “Nairi ülkeleri” olarak bahsedilmektedir. Asur
kralı 1. Tukulti-Ninurta (M. Ö. 10233-1197) 43 Nairi ülkesi kralını
yendiğini anlatmaktadır. Sonraki Asur krallarından 1. Tiglatpileser
(M. Ö. 1114-1076) ise 60 Nairi ülkesi ile savaştığını söylemektedir. O
tarihlerde anılan bölgede siyasî yapının bağımsız birçok beylikten
oluştuğu anlaşılmaktadır.
M. Ö. 11. yüzyıl Asurca kitabelerde Uruatru adı tekrar ortaya
çıkmaktadır. 9. yüz yılın başlarından itibaren Uruatru Urartu olarak
yazılmaktadır. Herhalde Asur baskısına karşı koymak üzere, bağımsız
hareket eden beylikler Urartu’nun hâkimiyeti altında birleşerek Urartu
devletini oluşturmuşlardır. Bölgede siyasî birliğin sağlanmasından
sonra Urartu adı hem bir ülkeyi hem de o ülkenin halkını anlatmak için
kullanılmıştır.
Tevrat’a göre tufandan sonra Nuh’un gemisinin karaya oturduğu
bugünkü Ağrı dağından başkası olmayan Ararat (Tekvin, 8), Urartu
sözünden bozulmuştur. (Tevrat başlangıçta konsonlarla yazılmıştır.
Sonradan okumayı kolaylaştırmak için vokallendirilmiştir.)
Anlaşıldığı gibi bu kavme Urartu adını Asurlular vermiştir.
Kendilerine ve ülkelerine ne ad verdiklerini kesin olarak bilmiyoruz.
Urartu krallarından İşpuini’nin Urartuca ve Asurca olarak iki dilde
yazdırdığı bir kitabede (Kelişin kitabesi), Asurca metinde Urartu
kralından “Nairi kralı” diye bahsedilmektedir. Urartuca metinde bunun
karşılığı olarak “Biai ülkeleri kralı” yazılmıştır. Bazı Urartuca
kitabelerde de “Biai” veya bunun çoğulu olan “Biainili kralı” sözü
geçmektedir.37 Bazı Urartologlar “Biainili” sözünde Urartular’ın yerli
dilindeki adını bulmak istemektedirler. Bazıları da Van şehrinin adının
bu kelimeyle ilgili olduğunu söylemektedirler.38
b) Urartular’ın Siyasî Tarihi
M. Ö. 900-600 yılları arasında Van gölü çevresi merkez olmak
üzere, doğuda Urmiye gölünden, kuzeydoğuda Çıldır gölünden, batıda
Erzincan ve Malatya’ya, güneyde Urfa’ya kadar uzanan bölgelerde
hâkimiyet sürmüş olan Urartu devletinin kuruluşu hakkında yeterli bilgi
37
B. Boris Piotrovsky; “The Anciant Civilization of Urartu”, (Çeviren James Hoparth),
London, 1969, s. 50.
38
Kemal Balkan; “Urartulular’ın Kökeni ve Dilleri”, Belleten 48/191-192, Ankara, 1985,
s. 517.
42
yoktur. Urartu’nun ilk yıllarına ait bilgiler M. Ö. 858-824 yılları arasıda
Asur tahtında oturmuş olan 3. Salmanassar’ın yıllıklarından
kaynaklanmaktadır. Salmanassar Nairi ülkelerine bir sefer yapmıştır.
Onun anlattıklarından anlaşıldığına göre, bu ülkeler Aramu adlı bir
kralın yönetimi altında birleşmişlerdir. Salmanassar yıllıklarında
“Urartulu Aramu’nun kalesi Sugunia’ya yaklaştım. Şehri kuşattım ve
ele geçirdim…” demektedir. Saltanatının 3. yılında Doğu Anadolu’ya
yaptığı bir seferde de, Urartular’ın belki ilk başkenti olan Arzaşkun’u
zaptederek tahrip etmiştir. Aramu dağlara kaçarak canını kurtarmıştır.
M. Ö. 832 yılında bu bölgeye tekrar bir sefer düzenlemiştir.
Salmanassar seferlere çıkamayacak kadar yaşlandığı için bu seferde
Asur ordusuna Dayan-Aşşur adlı bir komutan komuta etmiştir. Bu
tarihlerde Urartu’nun başında, Urartu devletinin gerçek kurucusu
sayılan 1. Sardur (M. Ö. 840-830) bulunmaktadır. Asur ordusunun
Arzani’yi (Fırat’ın kollarından Murat suyu) geçtiğini haber alan Sardur
harekete geçmiştir. Yapılan savaşın sonucu hakkında kaynaklarda
açık bir bilgi yoktur.
Fotoğraf 10: Van Kalesi (Tuşpa)
43
Sardur devlet merkezini Tuşpa/Turuşpa’ya (Van kalesi)
taşımıştır. Van kalesinin göle doğru uzanan batı tarafında Sardur
Burcu veya halk arasında Madır burcu diye anılan, çok iri taş
bloklardan inşa edilmiş dikdörtgen plânlı bir yapıya ait kalıntılar
bulunmaktadır. Buradaki bloklar üzerinde çivi yazısıyla ve Asurca
yazılmış, birbirinin aynı altı kitabe bulunmaktadır. Kitabelerde Sardur
Nairi kralı ve Lutipri’nin oğlu olduğunu belirtmekte ve “büyük kral,
kuvvetli kral, dünyanın kralı” gibi unvanlar kullanmaktadır. Babası
Lutipri’nin ismine başka bir yerde rastlanmamaktadır. Onun kimliği
hakkında hiçbir bilgimiz yoktur.
Sardur’dan sonra oğlu İşpuini (M.Ö. 830-810) kral olmuştur.
Onun zamanında Urartu devletinin sınırları Urmiye gölünden Murat
suyuna kadar uzanmıştır. İşpuini zamanından kalmış kitabeler
Urartuca yazılmış en eski kaynaklardır. İşpuini bir kitabesinde 40 bin
kişilik bir orduyu harekete geçirdiğini söylemektedir. Irak’ta Ravanduz
yakınındaki Kelişin’de diktirdiği siteldeki Asurca ve Urartuca iki dilli
metinde askerî başarılarını anlatmıştır. Bu kitabede oğlu Menua ile
birlikte, Asur sınırındaki Musasir şehrine gittikleri ve burasını baş tanrı
Haldi’nin kült merkezi haline getirdikleri bilgisi de yer almaktadır.
İşpuini Van kalesinin 11 km. kuzey doğusunda bulunan Aşağı Anzaf
kalesini inşa ettirmiştir. Çağdaşı Asur kralı 5. Şamşi-Adad’ın, o
zamana kadar Asur’a ait Yukarı Dicle bölgesinde Urartu ile savaştığını
öğreniyoruz. İşpuini’nin adı burada Uşpinu olarak geçmektedir.
Menua (M.Ö. 810-781) ile Urartu devletinin yükseliş dönemi
başlamıştır. Urartu artık Önasya’nın en güçlü devletlerinden birisidir.
Devletin sınırları batıda Asur ve Urartu kaynaklarında Melid veya
Melitene olarak geçen Malatya’ya kadar genişlemiştir. Palu’da
yazdırdığı kaya kitabesinde Malatya kralının ismi geçmektedir.
Menua’dan askerî, idarî ve imar faaliyetlerini açıklayan pek çok
kitabe kalmıştır. Sefer yaptığı her yerde, sitel veya kaya kitabeleri
olarak kitabeler yazdırmıştır. O kendisinden en fazla kitabe kalan
Urartu kralıdır. Horasan’da Delibaba köyü yakınında Yazılıtaş denilen
yerde bulunan kitabede, dağlar arasında yaşayan kavimleri nasıl
yendiğini anlatmaktadır. Urmiye gölünün doğu ucunda Taştepe’de
bulunmuş kitabesinde Manna ülkesine karşı kazandığı başarılardan
söz etmektedir. Patnos’un 10 km. kuzeydoğusundaki Aznavurtepe’de
bir kale inşa ettirmiştir. Burada da askerî başarılarını ve imar
44
faaliyetlerini anlatan kitabeler bulunmuştur. Birçok yerde yaptırdığı
tapınaklardan birisi de burada açığa çıkarılmıştır. O, babasının inşa
ettirdiği Aşağı Anzaf kalesinin hemen 1 km. kadar güneyinde, Yukarı
Anzaf diye bilinen yerde de bir kale yaptırmıştır.
Menua tarıma da önem vermiş, bahçeler ve üzüm bağları
yetiştirilmesini sağlamıştır. Birçok yerde kanalar açtırmıştır. Bunların
en ünlüsü, Gürpınar ilçesinin 25 km. kadar doğusundaki bir dağdaki
kaynaktan Tuşpa’ya su sağlayan kanaldır. Van’da bugün bile
kullanılan 55 km. uzunluğundaki kanal, Asur kralı 3. Adadnirari’nin
annesi Sammuramat (daha sonraları Yunanlı yazarlar Semiramis diye
bahsetmişlerdir) tarafından yaptırıldığı şeklindeki yanlış bilgi
dolayısıyla, günümüzde Şamram kanalı olarak anılmaktadır. Kanal
boyunca büyük bazalt bloklar üzerine yazılmış 14 kitabe tespit
edilmiştir. Bu kitabeler kanalı tahrip edeceklerle, onun adını silip kendi
adını yazdıracak olanlar için beddualar içermektedir.
Menua’dan sonra yerine oğlu 1. Argişti (M.Ö. 781-756) kral
olmuştur. Onun zamanında Urartu’nun sınırları daha da genişlemiştir.
Bu kral da gittiği yerlerde kitabeler yazdırmıştır. Bunlar Eski Anadolu
tarihi hakkında etraflı bilgi bulunan kaynaklardır. Van kalesinin
güneybatı tarafında ana kayaya oyulmuş olan bu krala ait mezar
odasının girişinin üstüne ve iki yanına yazılmış uzun bir kitabe
bulunmaktadır. Horhor kroniği olarak adlandırılan bu kitabe bilinen en
uzun Urartu kitabesidir. Argişti bu kitabede seferlerinden, Urartu
devletine katılan yerlerden ve inşa faaliyetlerinden uzun uzun
bahsetmektedir. Burada yazılanlardan anlaşıldığına göre, Argişti
krallığının ilk yıllarında, Asurlular’ın kontrolü altındaki Akdeniz’e giden
ticaret yolunu ele geçirmek için batıya bir sefer düzenlemiştir. Fırat
üzerindeki Til-Barsip’deki Asur valisi Şamşi-ilu’nun sarayında ele
geçmiş bir kitabede Şamşi-ilu, Urartu ile yapılan savaştan ve Akdeniz
yolunu açık tuttuğundan bahsetmektedir.
1.Argişti saltanatının 4. yılında Melitea (Malatya) ve
Anadolu’nun güneydoğusunda yer alan Hatti ülkelerine seferler
yapmıştır. 5. yılında Urartu’nun kuzey bölgelerindeki hâkimiyetini
pekiştirmek için Erivan yakınındaki Arinberd diye bilinen yerde Erebuni
şehrini kurmuştur. (Bugünkü Erivan’ın Erebuni’den geldiği dikkate
alınırsa, Van ve -van ile sonlanan Tatvan, Silvan, Hilvan gibi yer
adlarının da Urartuca olduğundan şüphe edilmemelidir.) Erebuni
45
Urartu devletinin Transkafkasya’daki askerî ve idarî merkezi
konumundaydı. Burada yapılan kazılarda kraliyet sarayı, duvarları
resimlerle süslü bir tapınak ve depolar ortaya çıkarılmıştır. Ele geçen
kitabelerde kanallar açılarak Aras nehrinden su getirildiği, sulanan
arazide bağlar ve bahçeler yetiştirildiği anlatılmaktadır. Buraya bazı
halklar deporte edilmiştir. Erebuni şehrinin kurulmasından altı yıl sonra
Erivan’ın 25 km. kadar güneybatısında, Aras nehri üzerindeki
Armavir’de, Argiştihinili adlı ikinci bir şehir kurmuştur. Kazılarda şehri
çevreleyen sur, tapınaklar, depolar, saray ev kalıntıları açığa
çıkarılmıştır.
1. Argişti yazdırdığı kitabelerde, Asurlular’ın da sık sık sefer
yaptıkları, ülkenin doğusundaki Mannalar’a karşı seferler
düzenlediğinden, önceden Asur’a vergi veren ülkelerin şimdi kendisine
vergi verdiklerinden bahsetmektedir. Bir yerde Asurlular’ın dağına
kadar vardığını söylemektedir. Urartu’nun Asur aleyhine bu kadar
genişlemesinin sebebi, o sırada Asur’da yaşanan siyasî bunalımdır.
Asur’daki bu karışıklık 3-4 kralın saltanatı süresince devam edecektir.
1.Argişti ölünce yerine oğlu 2. Sardur (M.Ö. 756-735) kral
olmuştur. Bu kral zamanında Urartu devletinin sınırları o zamana
kadar
görülmediği
şekilde
genişlemiştir.
Van
kalesinin
kuzeydoğusunda, bugün halk arasında Analı Kız olarak adlandırılan
iki niş içinde iki sitel bulunmaktadır. Birisi daha iyi korunmuş
durumdaki sitellerde Sardur yaptıkları işleri anlatmaktadır. Çıldır
gölünün güneyinde Taşköprü’de bulunan kitabesinde bölgede
kazandığı askerî başarılardan söz etmektedir. Fakat Sardur daha çok
batıya yönelik seferlere ağırlık vermiştir. Malatya’ya gelmeden Fırat
üzerinde İzoğlu-Kömürhan köyleri arasında bir kaya üzerinde onun
yazdırdığı bir kitabe bulunmaktadır. Kitabede kendisinden önce
buralara hiçbir Urartu kralının gelmediğini söylemektedir. O tarihlerde
Malatya’da hüküm süren Geç Hitit kralı Hilaruwanda ayaklarına
kapanarak bağlılığını bildirmiştir.
Güneyde Kummuh (Gaziantep bölgesi) kralı Kuştaşpili’yi
yenerek, oturduğu Halpi (belki bugünkü Halfeti) şehrini zaptetmiş ve
Kuştaşpili’yi vergiye bağlamıştır. İsmi günümüze değişmeden gelen
Karkamış şehrinde oturan Geç Hitit kralı Kamanaş’tan kalan bir
hiyeroglif kitabede bu kral Urartu kralı Sardur’a bağlı olduğunu
46
bildirmektedir. Kamanaş’tan
Medeniyetleri Müzesindedir.
kalan
kitabeler
Ankara
Anadolu
2. Sardur’un Akadeniz yolunu ele geçirmek ve Çukurova’ya
inmek çabası içinde olduğu ve bunu gerçekleştirmek için Asurlular’ı
Fırat boylarından atmak istediği anlaşılmaktadır. M.Ö. 745-727 yılları
arasında Asur tahtında oturan 3. Tiglatpileser krallığının 3. yılında
harekete geçerek, bölgedeki müttefikleriyle birleşmiş olan Urartu
ordusunu Kiştan civarında (Halfeti’nin kuzeyi) ani bir baskınla bozguna
uğratmıştır. Sardur yanında az bir kuvvetle kaçarak canını
kurtarmıştır. Asur kaynaklarında Sardur’un gece karanlığından
yararlanarak kaçtığı, Tiglatpileser’in onu Fırat kıyısına kadar
kovaladığı anlatılmaktadır. 3. Tiglatpileser M.Ö. 735’de Urartu seferine
çıkmıştır. Asur ordusu başkent Tuşpa’ya kadar ulaşmış fakat şehir ele
geçirilememiştir. Asur ordusu Tuşpa çevresindeki yerleşim yerlerini
yakıp yıkarak Asur’a dönmüştür.
2. Sardur kitabelerinde inşâ faaliyetlerinden de söz etmektedir.
Bunlar arasında yaptırdığı iki kale ön plâna çıkmaktadır. Bunlardan
birisi, askerî amaçlar için kurulduğu anlaşılan, Murat suyu yakınında
yer alan Varto-Kayalıdere kalesidir. Diğeri ise Van’ın 24 km.
güneydoğusunda Gürpınar ilçesindeki Çavuştepe’dir. Kale kurulduğu
arazinin yapısına uygun olarak Aşağı ve Yukarı Kale olarak iki
kısımdan oluşmuştur. Burada ele geçen kitabelerden adının
Sardurhinili olduğunu öğrendiğimiz Çavuştepe Urartu yerleşim yerleri
içerisinde en dikkate değer olanıdır. Yapılan kazılarda ortaya çıkarılan
kalıntılar Urartu mimarlığının en seçkin örneklerini teşkil etmektedir.
Şehir suru özenle işlenmiş taşlardan yapılmıştır. Yukarı ve Aşağı
Kalede baş tanrı Haldi’nin birer tapınağı bulunmuştur. Daha iyi
korunmuş durumdaki Aşağı Kaledeki tapınağın giriş kısmında
parlatılmış iki bazalt blok üzerinde kitabe bulunmaktadır. (Yazılı
üçüncü taş kayıptır.) Kitabede, kendisinden önce burada hiçbir şeyin
yapılmadığını; kendisi kral olunca tanrı Haldi’ye bir tapınak
yaptırdığını; Guguna Irmağından (bugünkü Hoşap çayı) bir kanal
açtırdığını; bağ ve bahçeler yetiştirdiğini anlatmaktadır. Kalenin pek
çok odadan oluşan sarayı ve çevresindeki işlikler ortaya çıkarılmıştır.
Sarayın büyük salonunun taş döşenmiş zemini altında ana kayaya
oyulmuş üç büyük sarnıç ile, sarayın batı tarafında bulunan ve bir
kanalla kalenin dışındaki fosseptik çukuruna bağlanmış tuvalet,
benzerleri diğer Urartu yerleşim yerlerinde bulunmayan yapılardır.
47
2. Sardur zamanında tarihinin en parlak dönemini yaşamış olan
Urartu’da, Asur bozgunundan sonra ağır bir çöküntünün başladığı
sezilmektedir. Devletin çevredeki beylikler üzerindeki nüfuzu azalmış
veya hiç kalmamıştır. Kaynaklarda 2. Sardur’un saltanatının son yılları
ile yerine geçen oğlu 1.Rusa’nın ilk yıllarına ait açık bir bilgi yoktur.
1. Rusa (M.Ö. 735-714) son derece becerikli bir kraldı. Urartu
krallığının çevre ülkeler üzerinde zayıflayan otoritesini yeniden
güçlendirmenin ve artan Asur tehlikesine karşı tedbirler almanın
gayreti içinde olmuştur. Bu kraldan çok az sayıda kitabe kalmıştır.
Bunlardan birisi Gökçe göl kıyısında bulunmuştur. Burada yendiği 23
krallığın isimlerini saymaktadır.
Güneydoğudaki Musasir ülkesi Urartu ile Asur arasında önemli
bir çekişme konusu idi. Ülkenin merkezi olan Musasir şehrinin kesin
yeri bilinmemektedir. Bu tarihteki Musasir kralı Urzana adında birisidir.
1. Rusa İşpuini’nin Kelişin’de bulunan kitabesine 25 km. uzaklıktaki
Topzava’da Asurca-Urartuca olarak iki dilli bir kitabe diktirmiştir. Bu
kitabede Rusa Musasir ülkesini koruduğunu ve Urzana’yı o bölgenin
hâkimi yaptığını söylemektedir.
Önceki Urartu kralları gibi 1. Rusa da yeni şehirler kurdurdu.
Bunlardan birisi “(tanrı) Teişeba’nın şehri” anlamına gelen
Teişebaini’dir (Bugünkü Karmirbulur). Teişeba sözü Hurrice Teşub’u
hatırlatmaktadır. Teişeba’nın da fırtına tanrısı olması, Hurriler’le
Urartular’ın yakın akrabalığının diğer bir kanıtı sayılabilir. Ruslar
tarafından kazılan Teişebaini’den Urartu sanatının çok güzel eserleri
açığa çıkarılmıştır. Bunlar arasında yazılı parçalar da bulunmaktadır.
Rusa Van kalesine 9 km. uzaklıkta Rusahinili adlı bir şehir daha inşa
ettirmiştir. Daha sonra Tuşpa’yı terk ederek buraya yerleşmiştir.
Burasının Toprakkale olduğu anlaşılmıştır.
Van yakınlarındaki, eskiden Keşiş gölü denilen, Geniş gölden,
bentler yaptırarak bir kanal açtırmış, böylece çevredeki arazi
sulanarak, bağlar ve bahçeler yetiştirilmiştir.
M.Ö. 8. yüzyılın son çeyreğindeki gelişmeleri M.Ö. 722-705
yıllarında Asur tahtında oturan 2. Sargon zamanından kalmış
kaynaklardan öğreniyoruz. Sargon sınır boylarına yaptırdığı kalelerin
komutanlarına Urartu’da olanları izlemelerini emretmiştir. Komutanlar
öğrendiklerini krala rapor etmektedirler. Sargon istihbarat işlerini
48
yürütmek üzere oğlu Sanherib’i görevlendirmişti. Gelen haberleri
Sanherib topluyor ve babasına ulaştırıyordu. Bu raporlardan bazıları
ele geçmiştir. Bunlardan anlaşıldığına göre, Urartu’da bir huzursuzluk
vardır. 1. Rusa’nın idarî bazı uygulamalarından rahatsız olan valiler
isyan etmişlerdir. Fakat Rusa bu isyanı bastırmıştır.
Bu tarihlerde Urmiye gölü taraflarındaki Manna ülkesi Asur’un
hâkimiyeti altında bulunuyordu. Burada Asur’a sadık bir bey olan
İranzu’ya karşı bir isyan başlamıştır. Bu isyanı Urartu ile, Manna’nın
komşusu Zikirtu ülkesi desteklemiştir. İsyanda İranzu öldürülmüş ve
bir başkası kral olmuştur. Fakat o da kısa süre sonra ortadan
kaldırılmıştır. Diğer taraftan Asur’a bağlı olan Anadolu’nun ortasındaki
Tabal’ın kralı Ambaris de Rusa ile bir antlaşma yapmıştır. Fakat
Sargon hemen harekete geçerek Tabal üzerine bir ordu göndermiştir.
Ambaris esir edilerek Asur’a götürülmüştür. Manna’ya da bir sefer
düzenleyerek İranzu’yu öldürenleri cezalandırmış ve Manna tahtına
Ullusunu adlı birisini oturtmuştur.
Sargon’a gelen raporlarda Urmiye gölünün doğusundan güneye
doğru olan bölgede bir takım kavimlerin hareket halinde oldukları
bildirilmektedir. Gölün güneybatısına düşen bölge Parsuwaş diye
adlandırılmaktadır. Bu kelime “Pers” sözü ile ilgilidir ve Urartu kralı
İşpuini zamanından beri geçmektedir. Sargon zamanından kalmış
bazı kabartmalarda burada oturan halkın tasvirleri de yer almaktadır.
Ayakları çizmeli, omuzları kürklü, kısa ve kıvırcık saçlı bu insanlar dört
köşe bir kalkan ve mızrak taşımaktadırlar. Sargon bu kavimlerin
hareketlerini sınırlardaki gözlemcilerin raporlarından izlemektedir.
Urartu için de büyük tehlike teşkil eden bu halkların faaliyetlerini
Rusa’nın ne derece takip ettiği hakkında bilgimiz yoktur. Bu İranlı
kavimler daha sonraki Medler’dir. Sargon’a yazılan raporlarda
bunlardan Medai veya Madai diye bahsedilmektedir.
M.Ö. 715 yılında daha kuzeyden de Asur’a endişe verici
haberler ulaşmaktadır. Kafkasya’dan atlı olarak sürüler halinde
güneye doğru inen yeni bir halk Urmiye gölünün çevresini tamamen
ele geçirmiştir. Bu yeni halk Asur kaynaklarında Gimirrû diye geçen
Kimmerler’dir.
Sargon’a ulaştırılan bir rapora göre, Kimmerler Urartu’ya karşı
saldırıya geçmişlerdir. Rusa saldırıya karşı koymaya çalışmaktadır. Bir
diğer raporda da, Rusa’nın bir savaşta yenildiği; bazı Urartu
49
komutanlarının esir düştükleri ve Rusa’nın dağlara çekildiği
bildirilmektedir. Sargon M.Ö. 714 yılında Urartu’ya karşı yaptığı büyük
seferi acaba bu haberler üzerine mi, yani Urartu’nun zayıf
durumundan yararlanmak için mi düzenlemiştir, bunu bilemiyoruz.
Sargon, “8. sefer” olarak anılan bu büyük askerî hareketinde
Urartu ülkesini bir baştan öbür başa geçmiştir. Bu seferin ayrıntılı
olarak anlatıldığı kil tablet Asur’da bulunmuştur. (Şu anda ParisLouvre müzesinde bulunmaktadır). Sargon M.Ö. 714 yılının Temmuz
ayında tanrılara dua ederek Kalah şehrinden hareket etmiştir.
Bildirdiğine göre taşkın olduğu bir zamanda Yukarı ve Aşağı Zap
suyunu geçerek, Manna ülkesi yönünde ilerlemiştir. Metinde Asur
ordusunun geçtiği sarp bölge, yer, dağ, ve nehirlerin isimleri de tek tek
sayılarak, canlı bir biçimde tasvir edilmiştir. (Eski Anadolu Tarihi
Coğrafyası üzerinde araştırma yapacaklar için bu metin birinci
derecede önemli bir kaynaktır.) Geçit vermez, uçurumlara dolu
dağlardan askerlerinin dağ keçileri gibi aştığını övünerek
anlatmaktadır. Sonunda Manna ülkesine ulaşan Sargon’u, Manna
kralı Ullusunu karşılayarak hediyeler sunmuş ve bağlılığını bildirmiştir.
Daha sonra tekrar harekete geçen Sargon Parsuaş ülkesine inmiştir.
Burada da çevredeki bütün beyler ve bu arada, “kuvvetli” diye andığı
Med ülkesinin kralı kendisini hediyelerle karşılayarak bağlılıklarını
sunmuşlardır. Onlara, Rusa’yı yenerek, Urartu ülkesini yerle bir
edeceği, kendilerini Urartu’nun boyunduruğundan kurtaracağı ve
dağılmış Mana halkını ülkelerine yerleştireceği sözünü vermiştir.
Parsuaş’tan ilerleyen Asur ordusu, bugünkü Taştepe olduğun
sanılan Missi’ye ulaşmıştır. Burada, ordusunun beslenmesi için
Ullusunu’nun erzak sağladığını bildirmektedir. İlerlemeye devam eden
Sargon Zikirtu ülkesine ulaşmıştır. Zikirtu kralı Metatti Asur ordusuyla
karşılaşmaktan korkarak başkenti Parda’yı terk etmiş ve kuvvetleriyle
Urartu ordusuna katılmak üzere kuzeye çekilmiştir. Sargon isimlerini
saydığı 12 şehri zaptederek, yakıp yıkmıştır. Sargon daha sonra
Urartu kralının konakladığı çok sarp bir bölgeye yönelmiştir. Asur
ordusunun Rusa ve Metatti kuvvetleriyle karşılaştıkları yerde korkunç
bir savaş olmuştur. Metinde “dereler düşman cesetleriyle doldu ve sel
gibi kan aktı” denilmektedir. Sargon Rusa’nın ordugâhına kadar
girmiş, fakat Urartu kralı kaçarak canını kurtarmıştır. Metatti de
kaçmayı başarmıştır. Kaçan düşmanı kovalayan Sargon geçtiği
yerleşim yerlerini yakıp yıkarak, önemli bir müstahkem yer olan
50
Uşkaia’ya gelmiştir. Sargon’un bildirdiğine göre burası Rusa’nın
ordusu için at yetiştirilen bir yerdir. Şehir bir hücumla ele geçirilmiştir.
Bu arada çevredeki 115 yerleşim yeri daha tahrip edilmiştir. Asur
ordusu önüne çıkan her köyü, kasabayı yakıp yıkarak Van gölüne
ulaşmıştır. Ancak Sargon’un Tuşpa’ya hücuma cesaret edemediği
anlaşılmaktadır. Asur kralı, belki bugünkü Bitlis olan Waiaiş üzerinden
güneye doğru inmiştir. Buradan da Nairi kralı İanzu’nun kraliyet şehri
Hubuşkia’ya gelmiştir. İanzu kendisini karşılayarak ayaklarını öpmüş
ve hediyeler sunmuştur. Sargon burada ordusundan, yay, kalkan ve
mızrakla donatılmış bin kişilik bir süvari gücü ayırıp, ordusunun geri
kalanını Asur’a göndermiştir. Ayırdığı kuvvetle, Arsiu adlı bir dağı
aşarak, ormanlarla kaplı nehir vadilerini takip ederek, “Rusa’nın şehri”
dediği Musasir’e ulaşmıştır. Metnin bu kısmında Doğu Anadolu’nun
Yukarı Zap suyu bölgesi detaylı olarak tasvir edilmektedir. Sargon
geçtiği bölgenin ne kadar sarp olduğunu, kendisinin bazen attan
inerek yaya ilerlediğini söyleyerek açıklamaktadır. Musasir’in yerinin
tespiti için bu tasvirlerin dikkatle incelenmesi lâzımdır. Anlaşılan
Musasir Hakkari’nin yakınından geçen Yukarı Zap suyuna yakın bir
yerde bulunuyordu. Sargon ani bir askınla şehri ele geçirmiştir.
Musasir kralı Urzana her şeyini bırakarak dağlara kaçmıştır. Tablette
Haldi tapınağının nasıl yağmalandığı etraflı olarak anlatılmıştır.
Buradaki açıklamalar daha sonra Asur’da yapılan bazı kapı
kabartmalarında tasvir edilmiştir. Bu tasvirlerden bir Urartu tapınağının
nasıl olduğu hakkında bilgi sâhibi olunmuştur. Tapınak sivri çatılı olup,
çatıda Haldi’nin sembolü olan bir mızrak bulunmaktadır. Bu tarihe
kadar doğuda sivri çatılı bina tanınmamaktadır. Tapınakta bulunan
altın, gümüş ve bronzdan yapılmış pek çok kült eşyası ve tanrı
Haldi’ye adak olarak sunulmuş binlerce mızrak ve ok uçları Asur’a
taşınmıştır. Alınan ganimet arasında 380 eşek, 525 büyükbaş hayvan
ve 1235 koyun da bulunmaktadır. Urzana’nın sarayındaki hazine
odasında 34 talent 18 mina (yaklaşık 1030 kg.) altın, 167 talent ½
mina (yaklaşık 5 ton) gümüş ve daha pek çok değerli eşya
bulunduğunu öğreniyoruz.
Sargon yıllıklarında Urartu kralı Rusa’nın bu yenilgiden sonra
üzüntüsünden ve tanrı Aşşur’un korkunç ışıklarından dehşete düşerek
intihar ettiğini söylemektedir. Fakat 8. seferin anlatıldığı tablette bu
intihardan bahsedilmemektedir. Nasıl olursa olsun, Rusa bu seferden
sonra ölmüştür.
51
1. Rusa’dan sonra oğlu 2. Argişti (M.Ö. 714-685) Urartu kralı
olmuştur. Argişti saltanatı süresince Urartu’nun sarsılan otoritesini
yeniden kurmanın çabası içinde olmuştur. Bir kaynakta Urartu
ordusunun Diyarbakır yakınlarında olduğu sanılan Harda şehrine
kadar geldiğinden söz edilmektedir. Hatta Kummuh kralı
yardımlarından dolayı Argişti’ye her yıl vergi vermektedir.
Asur kralı 2. Sargon 8. seferindeki ağır darbesinden sonra,
Urartu ile pek meşgul olmamıştır. O şimdi dikkatini daha çok Asur’un
kuzeyindeki gelişmelere çevirmiştir. M.Ö. 713 yılında Tabal ülkesinde
çıkan bir isyanı gönderdiği bir ordu ile bastırmıştır. Bu arada merkezi
Milid (Malatya) olan Kummanu beyliğini Asur’a bağlamıştır. M.Ö.
711’de de merkezi Marqasi (Maraş∗) olan Gurgum beyliğini Asur’a
katmıştır. Bu bölgede Frigler’den ve M.Ö. ± 1200 yılında Hitit
devletinin çökmesinde büyük rolleri olduğu anlaşılan Kaşkalar’dan
gelecek akınları önlemek için kaleler inşa ettirmiştir.
Urartular’ın püskürttüğü Kimmerler Van gölünün kuzeyinden atlı
birlikler halinde Anadolu’nun batısına yönelmişlerdir. Bu gelişmelerin,
eski Hitit şehirlerinde yerleşmiş olan Frig devletini telaşlandırdığı
anlaşılmaktadır. Frig kralı Midas (çivi yazılı kaynaklarda Mita olarak
geçer) Sargon’a bir elçi göndererek, Kimmer akınlarına karşı birlikte
hareket etmek teklifinde bulunmuştur. Fakat iki devlet arasında bu
konuda bir işbirliği yapılıp yapılmadığını bilmiyoruz. 50-60 yıl sonra
Kimmerler Frig devletini ortadan kaldıracaklardır.
2. Sargon’un ölümünden sonra Asur’da ortaya çıkan
karışıklıklar ve Sargon’dan sonraki son üç büyük kralın daha çok
Babil, Elam ve Mısırla meşgul olmaları dolayısıyla Asur Urartu için bir
tehlike olmaktan çıkmıştır. 2. Argişti bu rahatlık içerisinde ülkede imar
faaliyetlerine girişmiştir. O da diğer Urartu kralları gibi yeni bir şehir
kurmaya karar vermiş, Van gölünün kuzeyinde, Erciş yakınında
Titumnia adlı bir şehir kurmuştur. Burada yapay bir göl ve bir kanal
yaptırmıştır. Erciş yakınındaki Zernaki Tepe’de kalıntıları bulunan
yerin burası olup olmadığı bilinmemektedir. 2. Argişti Erzincan’ın 20
km. doğusundaki Altıntepe’de de bir kale yaptırmıştır. Bu kalenin eski
adını bilmiyoruz. Etrafı kalın surlarla çevrili kalede yapılan kazılarda
∗
Maraş kelimesi Asurca’nın Aramca’daki telaffuzudur. Q sesi Aramca’da ayın ile
karşılanmaktadır. “Mareaş” sözü bir Anadolu sözüdür. Milid de böyledir.
52
duvarları resimlerle süslü saray, tapınak ve erzak depolarının
kalıntıları ortaya çıkarılmıştır. Burada ayrıca, içlerinde zengin ölü
hediyelerinin bulunduğu çok sayıda mezar yapısı bulunmuştur.
Bulunan eserler bugün Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde
sergilenmektedir.
2. Argişti’den sonra yerine geçen 2. Rusa (M.Ö. 684-645) son
Urartu kralları içerisinde en başarılı olanı idi. Asur kralı 2. Sargon’un
oğlu Sanherib M.Ö. 681’de sarayında çıkan bir isyanda öldürülmüş ve
oğlu Asarhaddon’un Asur tahtına oturmasıyla katiller Van gölünün
güneybatısında bir yerlerde sanılan Şupria ülkesine kaçmışlardı. Bu
olay Tevrat’ta Sanherib’in oğullarının babalarının öldürülmesinden
sonra Ararat (yâni Urartu) ülkesine kaçtıkları biçiminde yer almıştır. Bu
tarihlerde Asur Kafkaslar üzerinden batıya ilerleyen Kimmer ve
İskitler’in baskıları altındadır. Asur kaynaklarında bunlara karşı
kazanılmış zaferlerden söz edilmekle beraber, bir taraftan da bunlarla
antlaşmalar yapmanın yolları aranmaktadır. 2. Rusa’nın da bu göçebe
kavimlerle dostluk ilişkileri kurmanın çabası içinde olduğu
anlaşılmaktadır.
Kimmer ve İskit tehdidi altındaki Urartu ve Asur artık birbirleriyle
mücadeleyi bir kenara bırakmış görünmektedirler. Asur kaynaklarında,
son büyük Asur kralı Asurbanipal’in M.Ö. 654 yılında Elam’ın başkenti
Susa’yı almasından sonra, Rusa’nın Asur kralına elçiler gönderip, onu
saydığını bildirdiği belirtilmektedir. 2. Rusa’nın oğlu 3. Sardur’un da
aynı Asur kralına, Araplar’a karşı kazandığı zaferi kutlamak için elçiler
gönderdiğini biliyoruz. Bunlar Asur kaynaklarında Urartu ile ilgili olarak
geçen son bilgilerdir.
2. Rusa’nın saltanat yılları Urartu tarihinin son parlak zamanıdır.
Ondan kalan bir kitabede batıda kazandığı bazı askerî başarılarından
söz edilmektedir. Fakat Rusa daha çok imar işleriyle meşgul olmuş,
birçok yerde kaleler, saraylar, tapınaklar ve su kanalları yaptırmıştır.
Rusa’nın yaptırdığı kalelerden birisi Adilcevaz-Kef kalesidir. Burada
büyük bir saray ortaya çıkarılmıştır. Kale ortası bombeli iyi işlenmiş iri
bazalt taşlarla örülmüş bir surla çevrilmiştir. Açığa çıkarılmış yan yana
üç mahzende, yaklaşık 2 m. boyunda 150 kadar küp bulunmuştur.
Burada, benzerine hiçbir Urartu yerleşim yerinde rastlanmayan, her
biri beş tonluk 9 bazalt blok bulunmuştur. Çok muntazam işlenmiş
blokların dört yüzünde de karşılıklı iki aslan üzerinde karşı karşıya
53
duran baş tanrı Haldi’nin tasvirleri yer almaktadır. Blokların üst
kenarlarında çepeçevre, bu kült yerini Argişti’nin oğlu Rusa’nın inşa
ettiğini bildiren ve bir bedduayı içeren çivi yazılı kısa bir Urartuca
kitabe bulunmaktadır. Bloklardan birisi Ankara Anadolu Medeniyetleri
Müzesinde sergilenmektedir. Her ikisi de Rusahinili adını taşıyan
Toprakkale ve Van’ın 38 km. kuzeyinde Van gölü kıyısında yer alan
Ayanis kalesi ile Karmirbulur (Teişebaini) 2. Rusa’nın yaptırdığı diğer
kale veya şehirlerdir. Bunlar arasında en son ortaya çıkarılan Ayanis
kalesi, tanrı Haldi için inşa edilmiş tapınak ve tapınakta ele geçen
filolojik ve arkeolojik buluntular dolayısıyla dikkatleri üzerinde
toplamıştır. Tapınağın giriş koridorunun iki yanında 16 m.
uzunluğundaki 8 taş blok üzerine yazılmış çivi yazılı kitabe bilinen en
uzun tapınak kitabesidir. Kitabede kalenin Asur, Hitit, Frig gibi
“düşman ülkeleri”nden getirilen insanlarla inşa edildiği anlatılmaktadır.
Tapınakta ve tapınağın depolarında tanrı Haldi’ye adanmış kalkanlar,
miğferler, mızrak uçları, sadaklar gibi yüzlerce silah bulunmuştur.
Yazılı belge azlığından dolayı, 2. Rusa’dan sonraki Urartu
kralları 3. Sardur ve onu takip eden, Erima’nın oğlu olduğu bildirilen 3.
Rusa, 3. Sardur ve oğlu 4. Sardur’un, isimleri dışında, yaptıkları işler
hakkında elimizde fazla bir bilgi yoktur. Hatta bu kralların sırası bile
tartışmalıdır.
Fotoğraf 11: Adilcevaz-Kef Kalesi’nde bulunmuş kabartmalı blok.
54
Urartu’nun ezeli düşmanı Asur’un, birlikte hareket eden Babil ve
Medler tarafından M. Ö. 612’de yıkılmasından sonra, M. Ö. 6. yüzyılın
başlarında doğudan Med, kuzeyden İskit saldırıları sonucunda Urartu
devleti de tarihten silinmiştir. Urartu devletinin yıkılışından sonra
Urartu ülkesi bir süre Medler’in, daha sonra da İranlı Ahamenidler’in
hakimiyeti altında kalmıştır. Ahamenid hâkimiyeti Büyük İskender’in
Anadolu’ya geldiği M. Ö. 333 yılına kadar sürmüştür.
c) Urartuların Dilleri ve Yazıları
Urartuca bitişken dillerdendir. Daha önce de bahsedildiği gibi
Hurrice ile Urartuca yakın akraba dillerdir. Her iki dilde de özne belirli
bir sufiksle belirtilmekte ve fiiller pasif olarak tercüme edilmektedir
(ergatif karakter). Çekim ekleri ve zamirler aynıdır. Birçok kelime her
iki dilde de aynıdır. Bu dillerde değişmeyen kelime köküne eklenen
eklerle kelimenin anlamı değişmektedir.Bu bakımdan yaşayan diller
arasında bunların tip olarak yakın benzeri Türkçe’dir.
Urartuca Asur çivi yazısı ile yazılmıştır. Okunması güçlük
göstermez. Fakat anlaşılması kolay değildir. Urartuca’nın
çözülmesinde Asurca ve Urartuca olarak iki dilde yazılmış Kelişin ve
Topzava stelleri çok yararlı olmuştur.
Fotoğraf 12: Van Kalesi’ndeki Urartu Kralı I. Argişti’nin faaliyetlerinin
anlatıldığı kitabenin son bölümü.
55
Urartular daha çok ana kayalara ve işlenmiş taşlar üzerine
yazmışlardır. Şimdiye kadar bulunan Urartuca kitabe sayısı 400
kadardır. Bunlar Urartu krallarının askerî hareketlerini, inşaat işlerini
ve tanrılara kurban sunmak gibi dini faaliyetlerini içermektedir. Bu
kitabelerin hiç birisinde ekonomik, mitolojik ve günlük hayata ilişkin
konular işlenmemiştir. Kitabelerin büyük bir kısmını F.W. König
Handbuch der Chaldischen Inschriften( AfO 8, Graz, 1955-1957) adlı
eserinde yayınlamıştır. König kitabına bu ismi vermekle Haldi ismini
ebedileştirmek istemiştir. Fakat eski Anadolu Kültür Tarihi konusunda
ilk önemli eserlerden birini yazan A. Goetze, onun bu girişimini
şiddetle tenkit etmiş ve onu tarafgir olmakla itham etmiştir.39
König’in kitabının yayınlanmasından sonraki yıllarda birçok yeni
Urartuca kitabe bulunmuştur. Taş üzerine yazılmış kitabelerin büyük
bir kısmı Van müzesinde korunmaktadır. Burada üzülerek belirtmeliyiz
ki, Urartuca kitabelerin çoğu ülkemiz sınırları içerisinde bulunduğu
halde, Büyük Atatürk’ün Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi bünyesinde bizzat kurduğu Sumeroloji ve Hititoloji bilim
dalları yanında, şimdiye kadar bir de Urartoloji bilim dalının kurulması
mümkün olmamıştır. Ne yazık ki, ülkemizde şu anda Urartuca’yı iyi
derecede bilen bir uzman yoktur.
Urartular çivi yazısıyla, tunçtan yapılmış kalkan, miğfer, sadak
gibi çeşitli eşyalar üzerine de kısa metinler yazmışlardır. Kalelerin
erzak depolarındaki büyük küplerin hacimleri çivi yazısı işaretleriyle
gösterilmişlerdir. Uratular’dan çivi yazısıyla yazılmış kil tabletler de ele
geçmiştir. Fakat bunların sayısı ancak 15 kadardır. Çivi yazısını taşa
yazmakta büyük ustalık gösteren Urartulu kâtiplerin, çok daha kolay
olduğu halde, kil tabletlere yazmayı niçin tercih etmediklerinin sebebini
bilemiyoruz.
Urartular Asurlular’dan aldıkları çivi yazısından başka, bir çeşit
hiyeroglif yazısı da kullanmışlardır. İşlek olmayan bu yazı daha çok
büyük küpler ve çeşitli kaplar üzerine yazılmıştır. Bu resim yazısını
teşkil eden şekil veya işaretler bir heceyi değil, fakat bir kelimeyi ifade
etmek üzere çizilmişlerdir.
39
A. Goetze; “Kleinasien”, München, 1957, s. 191.
56
d) Uratular’da Din Anlayışı
Urartular’dan dinî ve mitolojik içerikli metinler ele geçmediği için,
dinî düşünceleri ve taptıkları tanrıların karakterleri ve onlar için yapılan
dinî ayinler hakkında yeterince bilgi sahibi değiliz. Baş tanrı sembolü
bir mızrak olan Haldi’dir. Urartu kralları yaptıkları savaşları Haldi’nin
desteğiyle kazanıyorlardı. Bu itibarla o bir savaş tanrısı sıfatını
taşıyordu. Etimolojik olarak Haldi kelimesi kesin olarak
açıklanamamıştır. Ancak Hal’in Batı Kafkasya dillerinde “gök”
anlamına geldiği üzerinde durularak, Haldi’nin Gök tanrısı olduğu iddia
edilmiştir.40 Çivi yazılı metinlerin çoğu bu tanrıya hitapla başlar. Urartu
panteonundaki Haldi’den sonra gelen ilk iki tanrının ve 7. sıradaki
tanrının isimleri ideogram olarak yazıldığı halde, Haldi’nin daima Haldi şeklinde fonetik olarak yazılması, onun yerli bir tanrı olduğunun açık
işaretidir. Haldi adına pek çok tapınak yapılmıştır. Tapınaklar, içinde
tanrı heykelinin bulunduğu bir kutsal oda (sella) ile önünde avlu ve yan
odalardan oluşmuştur. Haldi aslan üzerinde ayakta durur biçimde
tasvir edilmektedir. Bu tasvirlerin en güzellerinden birisi Adilcevaz-Kef
kalesinde ortaya çıkarılmış olan kitabeli bazalt bloklar üzerinde
bulunmaktadır.
Urartu panteonu hakkında en iyi bilgi veren kaynak kral İşpuini
tarafından yazdırılmış olan, Van kalesinin 5 km. kuzeydoğusunda
bulunan Meher Kapısı kitabesidir. Kapı şeklinde hazırlanmış bir kaya
üzerine yazılmış bu kitabe Urartu tanrılarına sunulan kurban
hayvanlarının sayılarının kaydedildiği bir listedir. Listede 79 tanrının
adı bulunmaktadır. Ancak buradaki tanrıların çoğunun ismine diğer
Urartu kaynaklarında rastlanmamaktadır. Bu kitabeden Urartu
panteonuna komşu kavimlerin tanrılarının da dahil edildiği
anlaşılmaktadır. Listede Haldi birinci sıradadır ve en çok kurban ona
sunulmuştur (17 sığır, 34 koyun, 6 kuzu). İkinci sıradaki tanrı Fırtına
tanrısı Teşeba’dır. Teşeba, Anadolu kökenli Fırtına tanrısı Teşup ile,
Babil-Asur Fırtına tanrısı Adad’ın ideogramı (dİM) ile yazılmıştır.
Üçüncü sırada Güneş tanrısı (veya tanrıçası) Şiwini bulunmaktadır.
Babil-Asur Güneş tanrısı Şamaş’ın ideogramı (dUTU) ile yazılmıştır.
40
B. Boris Pietrovsky; “Urartu Dini” (Çeviren İsmail Kaynak), DTCFD, Ankara, 1965,
s. 41-42.
57
Yedinci sıradaki tanrı Ay tanrısı Şelardi’dir ve Babil-Asur Ay tanrısı
Sin’in ideogramı (dEN.ZU) ile yazılmıştır. Açıkça anlaşıldığı gibi,
Urartular büyük ölçüde Mezopotamya ve Anadolu kavimlerinin dinî
inançlarının etkisinde kalmışlardır.
Fotoğraf 13: Kapı biçimli kaya nişlerinden Meher kapısı
Urartu ülkesinde tanrılar şerefine ana kayalara kapı şeklinde
nişler yapılmıştır. Urartular’ın, tanrıların bu kapılardan dünyaya
girdikleri düşüncesinde oldukları anlaşılmaktadır.
Bazılarına göre Urartular’da insan kurban etme âdeti
bulunuyordu. Toprakkale’de hayvan kemikleri yanında, kafatası
bulunmayan insan kemikleri bulunmuş olması ve bir mühürde bir
sunak yanında bulunan başsız bir ceset tasviri, insan kurban
edildiğinin delilleri olarak değerlendirilmiştir.41
41
B. Boris Pietrovsky; “Urartu Dini” (Çeviren İsmail Kaynak), DTCFD, Ankara, 1965,
s. 40-41.
58
e) Urartu Sanatı
Urartu sanatı komşu ülkeler arasında özellikle Asur sanatından
geniş ölçüde etkilenmiştir. Öyle ki, Urartu araştırmalarının başladığı ilk
yıllarda Urartu sanatı Asur eyalet sanatı olarak değerlendirilmiş ve
Urartu sanatını Asur sanatından ayıran özellikler ayırt edilememiştir.
Gerçekten de Asur çivi yazısının alınması ve bununla kalınmayıp Asur
dilinde kitabeler yazılması; Urartu krallarının Asur krallarının kullandığı
unvanları kullanmaları; bazı tanrıların adlarının Asurca ideogramlarla
yazılması gibi filolojik unsurlar, Asur’un Urartu krallığı üzerindeki
büyük etkisini ortaya koymaktadır.
50-60 yıldan beri, başta Türk ve Rus bilim adamları tarafından
Urartu yerleşim yerlerinde ve mezarlarında çıkarılan binlerce eser
üzerinde yapılan çalışmalar sonucunda Urartu sanatına has özellikler
tespit edilebilmiştir. Bilim adamları Urartu sanatını halk ve saray sanatı
olarak iki ana başlık altında ayrıntılı olarak incelemişlerdir.
Urartu sanatının en dikkate değer eserleri mimarlık alanında
yaratılmıştır. Urartu ülkesinin haşin coğrafyasında sarp tepeler
üzerine, 10-15 m. yükseklikte, dış yüzleri iyi işlenmiş iri taşlardan
yapılmış surlarla çevrilmiş görkemli kaleler inşa etmişlerdir. Hemen
her kalede anıtsal saraylar ve baş tanrı Haldi için yapılmış tapınaklar
ortaya çıkarılmıştır. Birçok yerde kurulmuş olan barajlar ve dağların
yarılarak veya dereler doldurularak açılmış sulama kanalları, Urartu
mimarlarının ince seviye ve meyil hesapları yapmakta üstün teknik
bilgiye sahip olduklarını göstermektedir.
Urartu saray ve tapınakları, örnekleri Asur saraylarında
görüldüğü biçimde, boyalı duvar resimleriyle süslenmiştir. Çeşitli
rozetler etrafındaki karşılıklı aslan ve boğa, hayat ağacı, karışık
varlıklar (grifon) ve bir hayvan üzerinde duran tanrı gibi tasvirler sıkça
çizilmiştir. Günlük hayatla ilgili konular pek az işlenmiştir. Urartu yazılı
kaynaklarında yeterince bilgi bulunmadığı için, dinî ve mitolojik
konuların tasvir edildiği resimler, kült törenleri ve bunların nasıl yerine
getirildiği hakkında bilgi edinilmesi bakımından ayrıca önemlidir.
Taş işçiliğinde çok usta oldukları anlaşılan Urartulu sanatkârlar
her nedense taş kabartma ve heykeller yapmaya pek itibar
etmemişlerdir. Bu alanda bulunan eser sayısı çok azdır.
59
Urartu’da madencilik çok gelişmiş bir sanat dalı olarak
karşımıza çıkmaktadır. Ele geçen eserler Urartulu sanatkârların
maden döküm ve işlemede çok başarılı olduklarını göstermektedir.
Madenî eserlerin büyük bir kısmı bakır-kalay alaşımı olan bronzdan
yapılmıştır. Çoğunlukla yerleşim yerlerinin mezarlıklarında ele
geçirilen altın, gümüş ve bronzdan yapılmış bilezik, yüzük, gerdanlık,
fibula, madalyon ve kemerler bol bulunan eserlerdir. Bronzdan iri
kazanlar ve diğer çeşitli kaplar, heykelcikler ve çoğunda krallara ait
kısa kitabelerin yer aldığı miğferler, kalkanlar, sadaklar ve at koşum
takımları başlıca eserlerdir.
Fotoğraf 15: Erzincan - Anıttepe’de
bulunmuş fildişi grifon (karışık varlık)
60
Fotoğraf 14: Erzincan - Anıttepe’de
bulunmuş fildişi aslan heykelciği
Urartu’da madencilik çok gelişmiş bir sanat dalı olarak
karşımıza çıkmaktadır. Ele geçen eserler Urartulu sanatkârların
maden döküm ve işlemede çok başarılı olduklarını göstermektedir.
Madenî eserlerin büyük bir kısmı bakır-kalay alaşımı olan bronzdan
yapılmıştır. Çoğunlukla yerleşim yerlerinin mezarlıklarında ele
geçirilen altın, gümüş ve bronzdan yapılmış bilezik, yüzük, gerdanlık,
fibula, madalyon ve kemerler bol bulunan eserlerdir. Bronzdan iri
kazanlar ve diğer çeşitli kaplar, heykelcikler ve çoğunda krallara ait
kısa kitabelerin yer aldığı miğferler, kalkanlar, sadaklar ve at koşum
takımları başlıca eserlerdir.
Fotoğraf 16: Urartu miğrefi
61
Fotoğraf 17: Urartu silahları (Van Müzesi)
Kemerler üzerinde savaşa giden Urartu askerleri; savaş
arabasına binmiş kralın aslan, boğa ve karışık yaratıklarla mücadelesi
ve av sahneleri tasvir edilmiştir. Bunlardan Urartu askerlerinin giyim
kuşamları ve taşıdıkları silahlar hakkında bilgi sahibi oluyoruz.
Askerler dizlerine kadar inen etek giymekteler. Bellerinde bronzdan
kemer bulunmakta. Başlarında ters huni şeklinde karakteristik Urartu
miğferi bulunmakta. Silah olarak ok-yay, mızrak ve kalkan
taşımaktadırlar.
Fotoğraf 18: Urartu kazanı
Dövme tekniğiyle yapılmış
kalkanlar üzerinde düzgün sıralar
halinde aslan ve boğa tasvirleri yer
almaktadır. Tapınakların avlularında
aynı teknikle yapılmış üç ayaklı,
boğa başlı veya insan yüzlü, kuş
gövdeli kulpları olan büyük kült
kazanları bulunuyordu. Bu kazanların
benzerleri
Etrüksya’da
bolca
bulunmuştur.
Urartu
sanatının
Frigya, Yunanistan ve Etrüskya’da iyi
tanındığı ve Urartu sanat eserlerinin
bu
ülkelere
ihraç
edildiği
anlaşılmaktadır.
62
63
64
63
65
66
PKK Terör Örgütü Başı Abdullah Öcalan’ın “Sümer Rahip
Devletinden Halk Cumhuriyetine Doğru I-II” Kitabı Hakkında Kısa
Rapor*
“Bu kitap, Abdullah Öcalan’ın İmralı’da hazırladığı, 28 Eylül
2001’de AİHM’e verilen sunumundan oluşmaktadır.” açıklaması
bulunan iki ciltlik kitapta, Abdullah Öcalan, sanki Paleolitik (eski taş)
çağdan günümüze kadar her devir hakkında derin bilgi sâhibi bir
Prehistoryen, arkeolog ve tarihçi; Mezopotamya ve Anadolu’da
oturmuş eski kavimler ve bunların dilleri üzerinde araştırmalar yapmış
bir filolog; sadece eski çok tanrılı dinleri değil, semavî dinlerin de
kaynağını iyi bilen bir dinler tarihi uzmanı tavrı ile; ilgili alanların
uzmanlarınca bile iyi bilinmeyen ve hâlen tartışma konusu olan
binlerce yıl önceki kavim hareketleri, tarihî olaylar ve kültürel
gelişmeler hakkında zaman, coğrafya, kavimlerin kökenleri ve
dillerinin farklılığı gibi unsurları dikkate almadan, çarpık bir mantıkla
ele alıp, aklınca hükümler vermektedir.
800 sayfayı aşkın kitap, başta Sumerler olmak üzere,
Önasya’nın eski kavimleri hakkında bilimsel gerçeklere aykırı pek çok
iddianın sıralandığı bir safsatalar yumağıdır. Birçok yerde, verilen
bilgilerin doğru olduğu ve belgelendiği belirtildiği halde, bilimsel bir
kaynağa atıf yapılmaması, ileri sürülen iddiaların gerçek dışı ve hayal
mahsulü olduğunun açık kanıtıdır. Burada amacımız, çoğu yerde ne
söylendiği açık olmayan afakî ifadeleri irdelemek ve bilimsel
gerçeklerle çelişen her iddiayı tek tek ele alıp bunların doğru
olmadığını kanıtlamak değildir. Aksini yapmak bir bakıma yazılanları
ciddiye almak ve kitaba bilimsel bir nitelik atfetmek anlamına
gelecektir.
Kitapta ağırlıklı olarak Neolitik çağ ve Sumerler üzerinde
durulmaktadır.
Yaklaşık olarak M.Ö. 7000-5500 yıllarına tarihlenen Neolitik
çağ, ilk yerleşik hayatın başladığı; ziraatın keşfedildiği ve bazı
hayvanların ehlileştirildiği bir zamandır. Bu kültüre ait merkezlerde
*
Bu raporda, dünyanın ilk yazısı olan çivi yazısını okuyan ve bu yazıyla yazılmış
Sumerce ve Akadça ile bunun ana lehçeleri olan Babilce ve Asurca’yı bilen bir uzman
olarak, kitapta geniş bir biçimde yer alan, Eski Önasya’da devlet kurmuş kavimler,
bunların dilleri ve kültürleri hakkındaki hüküm ve açıklamalar değerlendirilmiştir.
65
yapılan kazılarda mimarî kalıntıların dışında, henüz keşfedilmiş çanakçömlek ve taştan kesici ve delici aletler ortaya çıkarılmıştır. Bu çağın
karakteristik buluntuları bolluk ve bereketi temsil eden çıplak Ana
tanrıça heykelcikleridir. Buna bakılarak Neolitik toplumlarda ana erkil
bir aile düzeninin varlığından söz edilmektedir.
Kısaca tanıtmaya çalıştığımız Neolitik çağdan, “Neolitik çağda
kendiliğinden bir yapıya sahip olan etnik varlıklar, kendiliğinden işçi
sınıfı gibi bir anlamı ifade ederler” (I, s.78); “… neolitik toplumda tüm
çağlardan daha derinliğine yaşanan eşitçi ve özgürlükçü toplum
yapısının, gelişen bilimsel-teknik temelde ekonomik, sosyal,
demokratik ve ideolojik olarak yeniden biçimlendirilmelidir” (II. s.114),
biçiminde ne söylendiği anlaşılmayan ifadelerle söz edilmektedir.
Köleliğin Neolitik çağda doğduğu (I, s. 200); o dönemde sömürü
olmadığı (I, s. 245); Neolitik toplumda kadına yeniden dönüldüğü
(I, s. 276); Batınî, Şii ve Alevilik gibi mezhep ve tarikatların kökeninin
Neolitik topluma dayandığı (I, s.361); etimolojik ve arkeolojik
incelemelerin MÖ 10 bin ile 6 bin arasında aryen kökenli halkların
varlığını ortaya koyduğu (I, s. 52-53); dilin şiirsel bir yapıda olduğu
(I, s. 372); bu çağ edebiyatının mutlak gerçekleştirilmesi gerektiği
(I, s. 410-411); Kürtlerin Neolitiğin yaratıcı halkı olduğu (I, s. 427;
II, s. 330); Kürdistan’ın dünyada ilk defa Neolitik çağa beşiklik ettiğinin
kesin olduğu (I, s. 427; II, s.330) gibi tamamen hayalî görüş ve
iddialarla Neolitik çağ övülmektedir.
II. ciltteki “Neolitik çağ ve Kürtler” başlığı altında, “Kürt tarihinin
düğümü neolitik toplumdadır. Kavram olarak neolitik toplumun
çözümlenmesi ve bu çağda Kürtlerin prototiplerinin belirlenmesi,
tarihin aydınlatılmasında kilit rol oynayacaktır. Dikkatli bir gözlemci
bugün bile Kürtlerin yoğun bir biçimde neolitik toplum özelliklerini
yaşadıklarını tespit etmekte güçlük çekmeyecektir” denilmektedir
(s.31).
Bütün bu yazılanların ciddiye alınacak bir tarafı yoktur. Neolitik
çağın sonları ile yazının keşfi arasında 2 bin yıldan daha fazla bir
zaman bulunmaktadır. Dolayısıyla o çağın halklarının etnik yapıları ve
konuştukları diller hakkında hiç bir bilgimiz yoktur. Ancak, dar bir
uzman
çevrenin,
sadece
birtakım
arkeolojik
malzemeyi
değerlendirerek bilgi sahibi olabildiği Neolitik çağ ve sonrası kültürlerle
ilgili açıklama ve iddiaların sadece bilgisizlikten kaynaklandığı
66
düşüncesinde değiliz. Kitapta açıkça, zihinlerin bilinçli olarak
karıştırılmasına yönelik bir istismar ve art niyet söz konusudur.
Önasya olarak anılan coğrafyada devletler kurmuş eski
kavimler ve bunların dil ve kültürleri konusunda yazılanların da
bilimsel gerçeklerle ilgisi yoktur.
Her iki ciltte de yerli-yersiz söz konusu edilen Sumerler M.Ö. 4.
bin yılın ortalarında, coğrafî ve özellikle bazı filolojik delillerin ortaya
koyduğu üzere, Mezopotamya’nın güneyine göçmüş bir kavimdir.
Anavatanlarının neresi olduğu halen açıklaşmamıştır. Kurdukları son
devlet (III. Ur devleti) M.Ö. 2. bin yıllarına yakın bir tarihte yıkılmıştır.
Sumerler’in insanlığa şüphesiz en büyük armağanları yazıyı
(çivi yazısı) icat etmiş olmalarıdır. Mezopotamya ve Anadolu’da
oturmuş sonraki kavimler de (Samiler:Asurlular ve Babilliler, Hurriler,
Hititler, Urartular) çivi yazısını alarak kendi dillerini yazmakta
kullanmışlardır.
Sumer dili Türkçe gibi bitişken diller grubuna girer, Türkçe ile
olan gevşek yakınlığı bir tarafa bırakılırsa, yaşayan diller arasında
Sumerce’nin tam bir akrabası yoktur.
Kitapta uygarlık sürecini görkemli bir şekilde başlattıkları ve
bilimsel tarihteki yerlerini lâyıkıyla alamadıkları (I, s. 21); ilk hukuk
normlarının şerefinin onlara âit olduğu belirtilerek (I, s. 29) yüceltilen
Sumerler, daha sonra tamamen yakıştırma gerekçelerle şiddetle
yerilmektedir. Sumerlerin, her şeylerini bağlı oldukları Neolitik çağın
değerlerine karşı bencillik ve kendilerine mal etme tutumu içinde
oldukları (I, s. 22); ilk emperyalizm ve kolonicilik uygulamalarını
sistemleştirdikleri ve çok etnik yapılı emperyalist bir uygarlık oldukları
(I, s. 29); ideolojik parçaları aşırma yöntemleriyle Neolitik ideolojiden
aldıkları (I, s. 182); sert köleci oldukları (I, s. 424) gibi boş sözler
bunlardan bazı örneklerdir.
Keza, Sumerler’in hukuk kurallarını kayalara kazıp diktikleri
belirtilip, Urnammu ve Hammurabi yasaları övülürken (I, s. 29), daha
sonra “Sümer rahipleri en azgın toplumsal canavarı yaratırken… kul
hakkı diye bir kavram bile düşünülmemektedir. Devlet her şeydir, birey
hiç bir şey” (I, s. 297) denilerek tersi bir görüş ileri sürülmektedir. Bir
kere kayalara kazılıp, dikilen Sumer kanunu yoktur. Urnammu kanunu
pişmiş topraktan bir tablete yazılmıştır. Bir kanun siteli diktirmiş olan
67
Hammurabi Sumerli olmayıp, Sami Eski Babil devletinin kralıdır. Diğer
taraftan, (kitapta bahsedilmeyen) Lagaş beyi Sumerli Urukagina’nın
yazdırdığı reform metninde, hiçkimsenin herhangi bir malının zorla
elinden
alınamayacağı;
yetim
ve
dulların
korunacağı
vurgulanmaktadır. Tarihteki ilk kanun metni olan Urnammu kanununda
da kişi haklarının korunmasına yönelik benzer hükümler yer
almaktadır.
Söz konusu edilen eski kavimler ve bunların dilleri hakkındaki
en temel bilgiler bile dikkate alınmayıp, hemen her konu, ideolojik bir
yaklaşımla değerlendirilip, iddialı sözlerle çarpıtılmaktadır.
Sumerler’in semitik kökenli oldukları iddiası (I, s. 155) herhalde
hiçbir yerde yazılmamıştır.
Sumer şehri Ur’un “tepelik yerde kurulan yerleşim yeri”
anlamına geldiği; Ur’un Urfa olduğu ve İbrahim’in Sumer alanından,
Ur’dan indiği; Urfa yöresinde Sumerlilerin yaygın olduğu; Urfa’nın
Sumer emperyalizmine karşı koyduğu; Urfa’da türbesi bulunan Eyüp
peygamberlerin Sumerli olduğu (I, s. 74-75; II, s. 342) iddialarına
karşı, Ur’un Urfa ile hiçbir ilgisinin bulunmadığı; bu önemli Sumer
şehrinin Mezopotamya’nın güneyindeki Tel el Mugayyir olduğu
gerçeğinin söylenmesi yeterlidir.
“Genelev musakatdim adı altında bir Sumer icadıdır” (I, s. 26;
II, s. 167) denilmektedir. Bu kelime Sumerce olmayıp, Akadça “temiz
olmayan erkek veya kadın” anlamındaki musukku kelimesinin feminen
şeklidir.
Sumerce kaynaklarda “Kürt” kelimesinin geçtiği farklı ifadelerle
bir çok kere vurgulanmaktadır.
Sumerler’in Urfa civarındaki toplulukları “Kurti” diye
adlandırdıkları (II, s.280); Sumer komploculuğunun (ne demekse)
Kurti diye adlandırıldıkları Kürt etnik gruplarına karşı geliştirildiği (I, s.
167) belirtilerek, “Kürt” kelimesinin sözde etimolojik olarak
açıklanmasına girişilmiştir. Bunun için Sumerce “dağ” anlamındaki kur
söz seçilmiş ve olmayan bir –ti aidiyet ekiyle, “yüksek dağlar halkı”
anlamı yüklenen Kurti kelimesi uydurulmuştur (I, s.427; II, s.280; II,
s.330).
68
Kürtler’in orijinal kaynaklarının son büyük buzul döneminin sona
ermesinden, M.Ö. 20 binlerden beri Dicle ve Fırat’ın yukarı kısmı olan
Toros-Zağros hattının iç kavisleri ve dış çeperleri olduğu tüm tarihi
kanıtlarca doğrulandığı (II, s.54); tarihin yazılı olarak başladığı
dönemde, tarih sahnesinde başta gelen rolü Kürt asıllı toplulukların
oynadığının Sumer yazılı belgelerinde anlatıldığı (II, s.38); Kürtler’in
ilkçağı yaratan temel kültür ve halklardan olduğu (II, s. 56); Sumerler’e
kadarki dönemde yaşayan tüm topluluklara Proto-Kürtler denilmesi
gerektiği (II, s.36); Kürtler ve memleketlerinin Sumerli Gilgameş’ten
başlayarak, Babilliler, Asurlular, Persler ve Önasya’da hâkimiyet
kurmuş bütün kavimlerin saldırılarına uğradıkları (I, s.428); Gilgameş
destanının figürlerinden Enkidu’nun ilk işbirlikçi Kürt, Huvava’nın ise,
tarihteki ilk özgürlük savaşçısı olduğu (I, s.168); Kürtler’in Hititler ve
Hurriler’le birlikte Babil’i ele geçirdikleri gibi daha pek çok iddia,
tamamen bir Kürt tarihi yaratmak sevdasına yönelik yakıştırmalardır.
Bütün bu anlatılanlardan sonra, “kafamızda uydurduğumuz bir
Kürt tarihi hiç olmamıştır” (II, s.56) denilmesi tam bir kara mizah
örneğidir.
Bugün çoğunun kökenleri hakkında çok az bilgi sahibi
olduğumuz kavimler bir biçimde Kürtler’le ilişkilendirilmektedir. Bu
bağlamda Eski İran kavimlerinden Persler’in Medler’le akraba olduğu
belirtildikten sonra, “Medlerin ve öncellerinin, en genel tanımıyla Aryen
kökenli Hurrilerin, bugünkü Kürtler’in ataları konumunda oldukları da,
halen yaşanmakta olan Kürt olgusuyla rahatlıkla kanıtlanabilmektedir”
denilmekte ve Guti, Kasit, Mitanni, Urartular’ın da aynı dil ve kültür
grubundan oldukları belirtilmektedir (I, s.136).
Kitapta benzer ifadeler ve bilhassa Hurriler’in Kürtler’in atası
oldukları iddiası defalarca tekrarlanmaktadır.
“Aryen” adlandırılmasının Sumerler’e ait olduğu belirtilerek (I,
s.427), kelime hakkında şu açıklamalar yapılmıştır:
Ard: Kürtçe yer, tarla; Aryen “yeri, tarlayı süren halk”; Ar ve Ard
Sumerce saban ve sürülen tarla (I, s.103-104).
Bir kere Sumerce’de saban apin, tarla ise a.šà’dır.
Aryen’e gelince: Ariler sözü Sanskritçe “soylu” anlamındaki
arya’dan gelmektedir.
69
Urartular’la yakın akraba olan Hurriler’in geçmişleri hakkında
elimizde hiç bir bilgi yoktur. 2300’lerde Kafkaslardan geldikleri iddiası
ağırlıktadır. M.Ö. 2000’lerden sonra Kuzey ve Doğu Mezopotamya’da
çeşitli şehirlerde hâkimiyet kurmuşlardır. Hurrilerin kendilerine ne isim
verdiklerini bilmiyoruz. Dilleri iddia edildiği gibi Hint-Avrupa (Arî)
grubuna girmez, aksine Sumerce ve Urartuca gibi, bitişken
dillerdendir. Bu dillerin en yakın benzeri de Türkçe’dir.
Kitapta Gutlar ve Urartular ile de ilgili gerçek dışı pek çok iddia
yer almaktadır. Gutiler’in Aryen kökenli bir halk olduğundan bahisle,
Guti, “öküz, sığır” anlamındaki Sumerce gud sözü ile ilişkilendirilmekte
ve “öküzlerin peşinde tarım yaptıkları için
öküzleri olan halk”
anlamında olduğu; Guti’nin Kürtçe’de “öküz, sığır sâhibi halk”
anlamına geldiği söylenmektedir (I, s.56, 427).
Gutiler Akad hanedanından sonra Mezopotamya’da 90 yıl kadar
(M.Ö. 2210-2120) hüküm sürmüş bir kavimdir.
1937’de toplanan Büyük Atatürk’ün de katıldığı II. Türk Tarih
Kongresine Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Sumeroloji Kürsüsü
Başkanı Sumerolog-Assiriyolog Prof. Benno Landsberger “Ön Asya
Kadim Tarihinin Esas Meseleleri” başlıklı bir bildiri sunmuştur. Prof.
Landsberger bildirisinde Gut dilinin Eski Türkçe ile benzerliğine
değinerek, “Eğer çok mühim olan alâmetler bizi aldatmıyorsa,
tarihimizde Türkler’le en yakın bir surette münasebette olan hatta belki
de ayniyet gösteren kabile budur” demektedir.
Landsberger
Gut
krallarından
Yarlagan’ın,
Orhun
kitabelerindeki Yargan’ı, Tirigan’ın Uygurca tiriga “mükemmel”
kelimesini hatırlattığını; Şarlak/Çarlak’ın çeşitli lehçelerde kanatlı ve
memeli hayvan; El-ulumiş’in ise “memleketi büyütmüş, büyüten”
anlamında olduğunu bildirmiştir.
Hititçe’yi çözen bilgin B. Hrozny, Gutlar’ın Lullubi ve Kasitler’le
akraba olduklarını ve bu halkın prehistorik çağda Hazar Gölünün
güneydoğusu ile Amu Derya ırmağı arasında oturduklarını; M.Ö.
2500-2400 yıllarında Zagros dağlık bölgesinde yerleştiklerini
yazmıştır.
Sumerolog Prof. Kemal Balkan, “Eski Önasya’da Kut (veya Gut)
Halkının Dili ile Eski Türkçe Arasındaki Benzerlik” başlıklı makalesinde
70
(Erdem, Cilt 6, Sayı 16,1990), Hrozny’nin görüşüne katıldığını
yazmaktadır.
Urartular konusunda yazılanlara gelince:
Urartu’nun Sumerce “yüksek yerler memleketi” anlamına geldiği
ve bu ismi Sumerlilerin verdiği (I, s.57, 130, 427); Uratular’ın Asur dilini
kullandıkları (I, s.130) Khaldi ve Hurri etnik gruplarına dayandığı ve
Khaldiler’in giderek ağırlık kazandıkları (I, s. 57); Khaldiler’in
Ermeniler’in ataları olduğu (I, s.54, 57); Urartular’ın Hitit, SumerAkad’ın hedefi oldukları (I, s.131) iddiaları sıkça tekrarlanmıştır.
Urartular M.Ö. 900 ile 600 yılları arasında Van şehri (eski
Tuşpa) başkent olarak, kabaca Urumiye gölünden Malatya’ya kadar
olan coğrafyada hüküm sürmüşlerdir. Urartular’ın kendilerine ne isim
verdiklerini kesinlikle bilmiyoruz. Ancak Biainili dedikleri iddiası yaygın
bir görüştür. Bu kavme Urartu adını Sumerler değil Asurlular
vermişlerdir. Asur dilini değil, bitişken bir dil olan kendi dillerini
kullanmışlardır. Ancak dillerini Geç Asur döneminin çivi yazısıyla
yazmışlardır.
Urartu devleti kurulduğunda, son Sumer devleti yaklaşık 1100
yıl, Hitit devleti ise 300 yıl önce yıkılmıştı.Dolayısıyla Urartular’ın Hitit
ve Sumer’in hedefi haline gelmeleri mümkün değildir.
Tel Halaf’ın Tel Khalaf yazıldığı gibi (I, s.19; II, s.40), bir yer
dışında (II, s.45) Khaldi olarak, yabancı dildeki yazılışıyla alınmış olan
Haldi sözü, Urartular’ın baş tanrısının adı olduğunun farkında
olunmayarak, Urartular’dan farklı bir kavim gibi değerlendirilmiştir.
Urartuca yazılmış kitabeler baş tanrının yâni Haldi’nin ismi ile
başladığı için, eski bazı kaynaklarda Urartular’a Haldiler adını
vermişlerdir. Bu yanlışlığın politik bazı sebeplerle kasten yapıldığını
biliyoruz. Çünkü Urartular’la Ermeniler’in akraba olduklarının kabul
ettirilmesi için delil aranıyordu. Bunun için Ermence haltik kelimesinin
Haldi’nin devamı olduğu iddia edildi. Ancak Uratuca üzerinde yapılan
araştırmalar, Urartuca ile Ermenice arasında kesinlikle bir yakınlık
bulunmadığını ortaya koymuştur.
Ermenice Hint-Avrupalı gruptan bir dildir. Urartuca ise bitişken
dillerden birisidir.
71
Kitapta yazılanlar bir bakıma, “ insanlığın ırzına geçilmiştir” (I,
s.376); “tarihin kenefini temizliyorum” (II, s.200); “Ortadoğuda din
yitirilmiş, bilim ise hiç olmamıştır” (I, s. 253); “peygamber tarzına
yaklaştıkça yaklaşıyorum” (II, s. 296); “… halkların özgürlüğüne bazı
hediyelerde bulunmak, gerçek anlamıyla peygambersel bir tutum ve
kişilikle mümkündür” (II, s. 221); “… Hz. Muhammed’in kendisine
kalsa… “ (I, s. 236) gibi sözler eden ve İslâmiyet’i en iyi feodalizm
ihracatçısı; tüccar, esnaf ve çiftçi dini olarak tanımlayarak (I, s.249),
dördüncü bir dinin çalışmasını yaptığını îma eden (II, s.221) yâni, “ben
bir peygamberim” demek isteyen birisinin hezeyanları olarak
değerlendirilmelidir.
Sonuç
Khaldi-Haldi örneğinde olduğu gibi, bir kelimenin farklı şekilde
yazılması; aynı konu hakkında değişik ve zıt şeyler söylenmesi;
konudan konuya ve kronolojiye bağlı kalmaksızın devirden devire
geçilmesi; anlatımda bir insicam bulunmaması, yazılanların bir
kafadan çıkmadığı izlenimini uyandırmaktadır.
Anlaşılan, son yıllarda dilimize de çevrilmiş bulunan başta
tanınmış Sumerolog Samuel Noah Kramer’in başlıca eserleri (Tarih
Sumer’de Başlar; Sümer Mitolojisi, Sümerler’in Kurnaz Tanrısı Enki;
Sümerler) olmak üzere, eski Mezopotamya ve Anadolu tarihi ve
mitolojileri hakkındaki kitaplar taranarak, sözde Kürt tarihine, kültürüne
ve diline malzeme aranmış, sözde var olduğu iddiası ile, bilimsel
gerçekler pervasızca çarpıtılmıştır.
Amaç, parlak bir kültürün yaratıcısı olan Mezopotamya ve
Anadolu’nun bazı eski kavimleri ile Kürtler arasında etnik ve kültürel
bağlamda ilişkiler bulunduğu inancı yaratılarak, Kürtler’e millî bir kimlik
ve daha ötesinde, bir ülke kazandırma girişimidir.
Prof. Dr. Cahit Günbattı
Sumerolog
72
DİZİN
Asurca, 1, 3, 22, 41, 42,
48, 52, 55, 59
Aşağı Anzaf kalesi, 44, 45
Aşağı Deniz, 7
Aşağı Zap, 29, 50
Aşnan, 22
Atatürk, 1, 14, 26, 34, 56,
80
Avan, 5
Ayanis kalesi, 54
Aznavurtepe, 44
B
Baba, 8, 17
Babil, 24, 26, 27, 30, 38,
52, 55, 57, 80
Babilce, 1, 22, 37
Bahreyn, 1, 23
Basra Körfezi, 1
Batum, 41
Bitlis, 51
Bizans, 41
Boğazköy, 34, 35, 39
Buranun, 2
Büyük Zap, 41
C
Cemdet-Nasr, 18
Ceyhun, 29
Ç
Çarlak, 31
Çavuştepe, 47
Çıldır gölü, 42, 46
çivi yazısı, 11, 13, 26, 29,
35, 38, 39, 44, 55, 56, 59
D
Dayan-Aşşur, 43
Delibaba, 44
Dicle, 2, 26, 44
Dilmun, 1, 23, 25
A
Aannepadda, 4
Adab, 2, 5
Adad, 44, 57
Adana, 34, 38
Adilcevaz-Kef kalesi, 53, 57
Agga, 4
Ahamenidler, 55
Akadça, 2, 4, 14, 19, 22, 24,
25, 27, 29, 31, 39
Akadlar, 29
Akdeniz, 7, 37, 38, 45
Akurgal, 5
Alalah, 38
Altıntepe, 52
Amar-Sin, 10
Anşan, 8
Anunnaki, 25
Aramca, 52
Aramu, 43
Araplar, 53
Ararat, 42, 53
Aras nehri, 46
Aratta, 2
Argiştihinili, 46
Arinberd, 45
Armavir, 46
Arsiu, 51
Arzani, 43
Arzaşkun, 43
Asarhaddon, 53
Asur, 27, 29, 33, 34, 35, 38,
41, 42, 43, 44, 45, 46, 47, 48,
49, 50, 52, 53, 54, 55, 57, 59,
80
Asur Ticaret Kolonileri, 33, 34
Asurbanipal, 53
73
44,
79,
39,
33,
Gürpınar, 45, 47
H
Habil-Kabil, 27
Habil-kēn, 31
Habur, 37
Hakkari, 51
Haldi, 41, 44, 47, 51, 54, 56,
57, 59
Haldiya, 41
Halep, 38
Halfeti, 46, 47
Halpi, 46
Hammurabi, 17, 27
Hanigalbat, 38
Harappa, 2
Harda, 52
Haşşum, 38
Hatay, 34, 38
Hattena, 34
Hattice, 34, 35, 80
Hazar Denizi, 2
Hilaruwanda, 46
Hilvan, 45
Hindistan, 2
Hint-Avrupa, 14, 34, 35, 41
Hititoloji, 34, 56
Horasan, 44
Horhor kroniği, 45
Hoşap çayı, 47
Hubuşkia, 51
Hurrice, 35, 37, 38, 39, 48, 55
Hurum ülkesi, 37
I
Irak, 4, 9, 39, 44
İ
İbbi-Sin, 10
İbrani, 24
İnanna, 18, 19, 23, 25
İncil, 4
İndus, 2
dingir, 2, 18
ditilla, 17
Diyarbakır, 52
Dumuzi, 25
E
Eanna, 8, 18
Eannatum, 5, 7
El-Ubeyd, 3
Elulumeş, 31
Emeş, 22
Enannatum, 7
Enki, 1, 19, 23, 24, 25
Enlil, 10, 19, 22, 23, 25
Entemena, 7
Enten, 22
Erciş, 52
Erebuni, 45
Erek, 11
Ereşkigal, 25
Erhanedan, 3, 12, 18
Eridu, 1, 2, 3, 10, 23, 24, 25
Erima, 54
Erivan, 45
Ermenice, 41
Ermeniler, 41
Erzincan, 42, 52
Eski Asurca, 33
Eşnunna, 27
Etana, 4
F
Fırat, 2, 10, 26, 30, 43, 45, 46,
47
Filistin, 4, 27
G
Gilgameş, 4, 21, 24, 25
Gimirrû, 49
Gökçe göl, 48
Gudea, 7, 8, 9
Gurgum, 52
Gutça, 29, 30, 31
74
Malatya, 42, 44, 45, 46, 52
Maraş, 52
Mari, 10, 37, 39
Marqasi, 52
Meluhha, 2
Menua, 44, 45
Mesalim, 5
Meşannepadda, 4
Meşkalamdugga, 4
Metatti, 50
Mezopotamya, 1, 2, 3, 4, 7, 9,
10, 11, 19, 20, 22, 26, 29, 30,
33, 37, 38, 39, 58, 79, 80
Mısır, 11, 26, 37, 38, 39
Mitanni, 38
Mohencodaro, 2
Murat suyu, 43, 44, 47
Musasir, 44, 48, 51
N
Namhani, 9
Nammu, 9, 24
Nanna, 19, 22, 25
Nanşe, 5
Naramsin, 29, 37
Nawar, 37
Ningal, 11
Ningirsu, 5, 6, 7, 8
Ninhursag, 19, 23, 24
Ninlil, 22
Ninmah, 24
Ninşubur, 24, 25
Nippur, 2, 10, 22, 23, 25
Nisaba, 19
Nisir dağı, 29
Nuh, 4, 25, 29, 42
Nuzi, 39
O
Orhun kitabeleri, 31
Ortaköy-Şapinuwa, 34, 35, 39
İranzu, 49
İsimud, 23
İsin, 10
İskenderun, 34
İşbi-Erra, 10
İşkur, 19
İşpuini, 42, 44, 48, 49, 57
K
Kafkas dilleri, 14, 39
Kafkasya, 41, 49, 57
Kalah, 50
Kalkolitik, 3
Kamanaş, 46
Karkamış, 46
Karmirbulur, 48, 54
Kaşkalar, 52
Kazallu, 10
Kelişin, 42, 44, 48, 55
Keşiş gölü, 48
Kiş, 4, 5
Kiştan, 47
Kizzuwatna, 38
Kummuh, 46, 52
Kuran, 4
Kuştaşpili, 46
Kültepe-Kaniş, 33, 35
L
Lagaş, 2, 3, 5, 6, 7, 9, 16
Lahur, 22
Larak, 3, 24
Larsa, 2
Lipit-İştar, 27
lugal, 15
Lugalanda, 7
Lugalannemundu, 5
Lugaldallu, 5
Lugalzaggesi, 7
Lutipri, 44
M
Madır burcu, 44
75
Şelardi, 58
Şiwini, 57
Şulgi, 10
Şuppiluliuma, 38
Şupria, 53
Şuruppak, 3, 24
Şu-Sin, 10
Şuttarna, 38
T
Tabal, 49, 52
Taşköprü, 46
Taştepe, 44, 50
Tatvan, 45
Teişebaini, 48, 54
Tekvin, 27, 37, 42
Tevrat, 4, 11, 24, 25, 27, 37,
42, 53
Til-Barsip, 45
Tirigan, 9, 30, 31
Titumnia, 52
Toprakkale, 48, 54, 58
Topzava, 48, 55
Trabzon, 41
Transkafkasya, 37, 46
Tufan, 3, 4, 24
Turdur, 19
Turukkular, 37
Tuşratta, 38
Türk, 14, 31, 34, 37, 59, 80
Türkçe, 2, 14, 29, 30, 31, 34,
39, 41, 55, 79
U
Ugarit, 26, 37, 39
Ullusunu, 49, 50
Umma, 6, 7
Ur, 4, 5, 7, 9, 10, 11, 16, 17,
20, 21, 22, 25, 30, 37
Ural-Altay, 2, 14
Urartoloji, 56
Ö
Önasya, 4, 22, 26, 27, 29, 30,
31, 37, 44, 79
P
Palu, 44
Parda, 50
Patnos, 44
Pencap, 2
piktografik yazı, 11
Pirigme, 9
Proto Fıratlılar, 3
Puabi, 4
Purattu, 2
Puzur-Numuşda, 10
Puzur-Sin, 31
R
Ras-Şamra, 26
Roma, 26
Rus, 41, 59
Rusahinili, 48, 54
S
Samiler, 10, 11
Sanherib, 49, 53
Sardurhinili, 47
Silvan, 45
Sin, 10, 11, 58
Sippar, 3, 24
Subartu, 29
Sugunia, 43
Sumerce, 1, 2, 4, 11, 13, 14,
15, 18, 19, 24, 27, 30, 35, 37
Sumeroloji, 1, 56
Susa, 53
Süleymaniye, 29
Ş
Şamram kanalı, 45
Şamşi-ilu, 45
Şarkalişarri, 29
Şarlak, 30, 31
Şauşatar, 38
76
Urartuca, 35, 39, 41, 42, 44,
45, 48, 54, 55, 56
Ur-Baba, 7, 17
Urfa, 42
Urim, 2
Urkiş, 37
Urmiye gölü, 42, 44, 49
Ur-Nammu, 9, 10, 16, 17
Ur-Nanşe, 5
Ur-Ningirsu, 9
Uruatru, 41, 42
Uruk, 2, 3, 4, 5, 7, 9, 11, 13,
18, 23, 30
Urukagina, 7, 16
Urzana, 48, 51
Utnapiştim, 4, 25
Utu, 16, 19, 23, 25
Utuhegal, 9, 30
V
Van, 37, 41, 42, 44, 45, 46, 47,
48, 51, 52, 53, 54, 56, 57
Van gölü, 41, 42, 51, 52, 53,
54
Van kalesi, 44, 45, 46, 48, 57
Varto-Kayalıdere kalesi, 47
W
Waiaiş, 51
Warka, 11
Waşşukanni, 38
Y
Yarlagan, 31
Yazılıtaş, 44
Yukarı Deniz, 7
Z
Zagros, 7, 29, 37
Zernaki Tepe, 52
ziggurat, 18
Zikirtu, 49, 50
Zimbir, 2
Ziusudra, 4, 25
77
78
KAYNAKLAR
BALKAN, Kemal; Urartulular’ın Kökeni ve Dilleri, Belleten
48/191-192, Ankara, 1985.
____1990; Eski Önasya’da Kut (veya Gut) Halkının Dili İle Eski
Türkçe Arasındaki Benzerlik, Erdem 6/16, Ankara.
BELLİ, Oktay; Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi I, İstanbul,
1982.
BİLGİÇ, Emin; Atatürk, Fakültemiz ve Kürsümüz, Sumerliler’in
Tarih, Kültür ve Medeniyetleri, DTCF Atatürk’ün 100. Doğum Yılına
Armağan Dergisi, Ankara, 1982.
ÇİLİNGİROĞLU, Altan; Urartu Krallığı Tarihi ve Sanatı, İzmir,
1997.
DİNÇOL, M. Ali; Eski Anadolu Dillerine Giriş, İstanbul, 1970.
EDZARD, Dietz Otto; Sumerian Grammar, Leiden, 2003.
ERZEN, Afif; Doğu Anadolu ve Urartular, Eastern Anatolia and
Urartians, Ankara, 1984.
FALKENSTEİN, Adam; Die Neusumerische Gerichtsurkunden
II, München, 1956.
GADD, Cyril John; The Dinasty of Agade and the Gutian
Invasion, (CAH I/XIX), Cambridge, 1966.
JACOBSEN, Thorkild; The Sumerian King List (AS, No. 11),
Chicago-Illinois, 1939.
KINAL, Füruzan; Eski Mezopotamya Tarihi (AÜDTCFY 337),
Ankara, 1983.
KOSCHAKER, Poul; Keilschriftrecht, (ZDMG 89), Leipzig, 1935.
KRAMER, Samuel Noah; Sumerian Mythology, Philedelphia,
1947.
_____1959; Tarih Sumer’de Başlar (Çev. Muazzez İlmiye Çığ,
Ankara, 1990).
_____1963; The Sumerians Their History, Culture and
Character, Chicago.
79
LABAT, Rene; Manuel D’épigraphie Akkadienne, Paris, 1988.
LANDSBERGER, Benno; Ön Asya Kadim Tarihinin Esas
Meseleleri, II. Türk Tarih Kongresi, İstanbul, 1937.
_____1943; Sümerler, DTCFD I/5, Ankara.
_____1944; Mezopotamya’da Medeniyetin Doğuşu, DTCFD
II/3, Ankara.
_____1945; Sümerler’in Kültür Sahasındaki Başarıları, DTCFD
III/2, Ankara.
LUCKENBILL, D. David; Ancient Records of Assyrie and
Babylonia I,II, New York, 1968.
MACQUEN, J. G.; Hititler ve Hitit Çağında Anadolu (Çeviren
Esra Davutoğlu, Ankara, 1986. 2001).
NASHEF, Khaled; Die Orts und Gewässernamen
altassyrischen Zeit (RGTC IV), Wiesbaden,.1991.
der
PİOTROVSKY, B. Boris; Urartu Dini (Çeviren İsmail Kaynak),
DTCFD, Ankara, 1965.
_____1969, The Anciant Civilization of Urartu, (Çeviren James
Hoparth), London.
SOYSAL, Oğuz; Hattice Araştırmalarında Son Durum, Akten
des IV. Internationalen, Kongresses für Hethitologie (StBoT 45),
Wiesbaden, 2001.
TOSUN, Mebrure; Sumer Dili İle Türk Dili
Karşılaştırma, TTK Atatürk Konferansları IV, Ankara, 1973.
Arasında
TOSUN, Mebrure-YALVAÇ Kadriye; Sumer, Babil, Asur
Kanunları ve Ammi-şaduka Fermanı (TTKY VII / 67), Ankara, 1975.
ÜNAL, Ahmet; Hititler Devrinde Anadolu I, İstanbul, 2002.
VEENHOF, Klass R.; Geschichtc des Alten Orients bis zur Zeit
Alexanders des Grossen (ATD Ergänzungsreihe 11), Göttingen, 2001.
80
PKK Terör Örgütü Başı Abdullah Öcalan’ın “Sümer Rahip
Devletinden Halk Cumhuriyetine Doğru I-II” Kitabı Hakkında Kısa
Rapor*
“Bu kitap, Abdullah Öcalan’ın İmralı’da hazırladığı, 28 Eylül
2001’de AİHM’e verilen sunumundan oluşmaktadır” açıklaması
bulunan iki ciltlik kitapta, Abdullah Öcalan, sanki Paleolitik (eski taş)
çağdan günümüze kadar her devir hakkında derin bilgi sâhibi bir
Prehistoryen, arkeolog ve tarihçi; Mezopotamya ve Anadolu’da
oturmuş eski kavimler ve bunların dilleri üzerinde araştırmalar yapmış
bir filolog; sadece eski çok tanrılı dinleri değil, semavî dinlerin de
kaynağını iyi bilen bir dinler tarihi uzmanı tavrı ile; ilgili alanların
uzmanlarınca bile iyi bilinmeyen ve hâlen tartışma konusu olan
binlerce yıl önceki kavim hareketleri, tarihî olaylar ve kültürel
gelişmeler hakkında zaman, coğrafya, kavimlerin kökenleri ve
dillerinin farklılığı gibi unsurları dikkate almadan, çarpık bir mantıkla
ele alıp, aklınca hükümler vermektedir.
800 sayfayı aşkın kitap, başta Sumerler olmak üzere,
Önasya’nın eski kavimleri hakkında bilimsel gerçeklere aykırı pek çok
iddianın sıralandığı bir safsatalar yumağıdır. Birçok yerde, verilen
bilgilerin doğru olduğu ve belgelendiği belirtildiği halde, bilimsel bir
kaynağa atıf yapılmaması, ileri sürülen iddiaların gerçek dışı ve hayal
mahsulü olduğunun açık kanıtıdır. Burada amacımız, çoğu yerde ne
söylendiği açık olmayan afakî ifadeleri irdelemek ve bilimsel
gerçeklerle çelişen her iddiayı tek tek ele alıp bunların doğru
olmadığını kanıtlamak değildir. Aksini yapmak bir bakıma yazılanları
ciddiye almak ve kitaba bilimsel bir nitelik atfetmek anlamına
gelecektir.
Kitapta ağırlıklı olarak Neolitik çağ ve Sumerler üzerinde
durulmaktadır.
Yaklaşık olarak M.Ö. 7000-5500 yıllarına tarihlenen Neolitik
çağ, ilk yerleşik hayatın başladığı; ziraatın keşfedildiği ve bazı
hayvanların ehlileştirildiği bir zamandır. Bu kültüre ait merkezlerde
yapılan kazılarda mimarî kalıntıların dışında, henüz keşfedilmiş çanak*
Bu raporda, dünyanın ilk yazısı olan çivi yazısını okuyan ve bu yazıyla yazılmış
Sumerce ve Akadça ile bunun ana lehçeleri olan Babilce ve Asurca’yı bilen bir uzman
olarak, kitapta geniş bir biçimde yer alan, Eski Önasya’da devlet kurmuş kavimler,
bunların dilleri ve kültürleri hakkındaki hüküm ve açıklamalar değerlendirilmiştir.
çömlek ve taştan kesici ve delici aletler ortaya çıkarılmıştır. Bu çağın
karakteristik buluntuları bolluk ve bereketi temsil eden çıplak Ana
tanrıça heykelcikleridir. Buna bakılarak Neolitik toplumlarda ana erkil
bir aile düzeninin varlığından söz edilmektedir.
Kısaca tanıtmaya çalıştığımız Neolitik çağdan, “Neolitik çağda
kendiliğinden bir yapıya sahip olan etnik varlıklar, kendiliğinden işçi
sınıfı gibi bir anlamı ifade ederler” (I, s.78); “… neolitik toplumda tüm
çağlardan daha derinliğine yaşanan eşitçi ve özgürlükçü toplum
yapısının, gelişen bilimsel-teknik temelde ekonomik, sosyal,
demokratik ve ideolojik olarak yeniden biçimlendirilmelidir” (II. s.114),
biçiminde ne söylendiği anlaşılmayan ifadelerle söz edilmektedir.
Köleliğin Neolitik çağda doğduğu (I, s. 200); o dönemde sömürü
olmadığı (I, s. 245); Neolitik toplumda kadına yeniden dönüldüğü
(I, s. 276); Batınî, Şii ve Alevilik gibi mezhep ve tarikatların kökeninin
Neolitik topluma dayandığı (I, s.361); etimolojik ve arkeolojik
incelemelerin MÖ 10 bin ile 6 bin arasında aryen kökenli halkların
varlığını ortaya koyduğu (I, s. 52-53); dilin şiirsel bir yapıda olduğu
(I, s. 372); bu çağ edebiyatının mutlak gerçekleştirilmesi gerektiği
(I, s. 410-411); Kürtlerin Neolitiğin yaratıcı halkı olduğu (I, s. 427;
II, s. 330); Kürdistan’ın dünyada ilk defa Neolitik çağa beşiklik ettiğinin
kesin olduğu (I, s. 427; II, s.330) gibi tamamen hayalî görüş ve
iddialarla Neolitik çağ övülmektedir.
II. ciltteki “Neolitik çağ ve Kürtler” başlığı altında, “Kürt tarihinin
düğümü neolitik toplumdadır. Kavram olarak neolitik toplumun
çözümlenmesi ve bu çağda Kürtlerin prototiplerinin belirlenmesi,
tarihin aydınlatılmasında kilit rol oynayacaktır. Dikkatli bir gözlemci
bugün bile Kürtlerin yoğun bir biçimde neolitik toplum özelliklerini
yaşadıklarını tespit etmekte güçlük çekmeyecektir” denilmektedir
(s.31).
Bütün bu yazılanların ciddiye alınacak bir tarafı yoktur. Neolitik
çağın sonları ile yazının keşfi arasında 2 bin yıldan daha fazla bir
zaman bulunmaktadır. Dolayısıyla o çağın halklarının etnik yapıları ve
konuştukları diller hakkında hiç bir bilgimiz yoktur. Ancak, dar bir
uzman
çevrenin,
sadece
birtakım
arkeolojik
malzemeyi
değerlendirerek bilgi sahibi olabildiği Neolitik çağ ve sonrası kültürlerle
ilgili açıklama ve iddiaların sadece bilgisizlikten kaynaklandığı
düşüncesinde değiliz. Kitapta açıkça, zihinlerin bilinçli olarak
karıştırılmasına yönelik bir istismar ve art niyet söz konusudur.
Önasya olarak anılan coğrafyada devletler kurmuş eski
kavimler ve bunların dil ve kültürleri konusunda yazılanların da
bilimsel gerçeklerle ilgisi yoktur.
Her iki ciltte de yerli-yersiz söz konusu edilen Sumerler M.Ö. 4.
bin yılın ortalarında, coğrafî ve özellikle bazı filolojik delillerin ortaya
koyduğu üzere, Mezopotamya’nın güneyine göçmüş bir kavimdir.
Anavatanlarının neresi olduğu halen açıklaşmamıştır. Kurdukları son
devlet (III. Ur devleti) M.Ö. 2. bin yıllarına yakın bir tarihte yıkılmıştır.
Sumerler’in insanlığa şüphesiz en büyük armağanları yazıyı
(çivi yazısı) icat etmiş olmalarıdır. Mezopotamya ve Anadolu’da
oturmuş sonraki kavimler de (Samiler:Asurlular ve Babilliler, Hurriler,
Hititler, Urartular) çivi yazısını alarak kendi dillerini yazmakta
kullanmışlardır.
Sumer dili Türkçe gibi bitişken diller grubuna girer, Türkçe ile
olan gevşek yakınlığı bir tarafa bırakılırsa, yaşayan diller arasında
Sumerce’nin tam bir akrabası yoktur.
Kitapta uygarlık sürecini görkemli bir şekilde başlattıkları ve
bilimsel tarihteki yerlerini lâyıkıyla alamadıkları (I, s. 21); ilk hukuk
normlarının şerefinin onlara âit olduğu belirtilerek (I, s. 29) yüceltilen
Sumerler, daha sonra tamamen yakıştırma gerekçelerle şiddetle
yerilmektedir. Sumerlerin, her şeylerini bağlı oldukları Neolitik çağın
değerlerine karşı bencillik ve kendilerine mal etme tutumu içinde
oldukları (I, s. 22); ilk emperyalizm ve kolonicilik uygulamalarını
sistemleştirdikleri ve çok etnik yapılı emperyalist bir uygarlık oldukları
(I, s. 29); ideolojik parçaları aşırma yöntemleriyle Neolitik ideolojiden
aldıkları (I, s. 182); sert köleci oldukları (I, s. 424) gibi boş sözler
bunlardan bazı örneklerdir.
Keza, Sumerler’in hukuk kurallarını kayalara kazıp diktikleri
belirtilip, Urnammu ve Hammurabi yasaları övülürken (I, s. 29), daha
sonra “Sümer rahipleri en azgın toplumsal canavarı yaratırken… kul
hakkı diye bir kavram bile düşünülmemektedir. Devlet her şeydir, birey
hiç bir şey” (I, s. 297) denilerek tersi bir görüş ileri sürülmektedir. Bir
kere kayalara kazılıp, dikilen Sumer kanunu yoktur. Urnammu kanunu
pişmiş topraktan bir tablete yazılmıştır. Bir kanun siteli diktirmiş olan
Hammurabi Sumerli olmayıp, Sami Eski Babil devletinin kralıdır. Diğer
taraftan, (kitapta bahsedilmeyen) Lagaş beyi Sumerli Urukagina’nın
yazdırdığı reform metninde, hiçkimsenin herhangi bir malının zorla
elinden
alınamayacağı;
yetim
ve
dulların
korunacağı
vurgulanmaktadır. Tarihteki ilk kanun metni olan Urnammu kanununda
da kişi haklarının korunmasına yönelik benzer hükümler yer
almaktadır.
Söz konusu edilen eski kavimler ve bunların dilleri hakkındaki
en temel bilgiler bile dikkate alınmayıp, hemen her konu, ideolojik bir
yaklaşımla değerlendirilip, iddialı sözlerle çarpıtılmaktadır.
Sumerler’in semitik kökenli oldukları iddiası (I, s. 155) herhalde
hiçbir yerde yazılmamıştır.
Sumer şehri Ur’un “tepelik yerde kurulan yerleşim yeri”
anlamına geldiği; Ur’un Urfa olduğu ve İbrahim’in Sumer alanından,
Ur’dan indiği; Urfa yöresinde Sumerlilerin yaygın olduğu; Urfa’nın
Sumer emperyalizmine karşı koyduğu; Urfa’da türbesi bulunan Eyüp
peygamberlerin Sumerli olduğu (I, s. 74-75; II, s. 342) iddialarına
karşı, Ur’un Urfa ile hiçbir ilgisinin bulunmadığı; bu önemli Sumer
şehrinin Mezopotamya’nın güneyindeki Tel el Mugayyir olduğu
gerçeğinin söylenmesi yeterlidir.
“Genelev musakatdim adı altında bir Sumer icadıdır” (I, s. 26;
II, s. 167) denilmektedir. Bu kelime Sumerce olmayıp, Akadça “temiz
olmayan erkek veya kadın” anlamındaki musukku kelimesinin feminen
şeklidir.
Sumerce kaynaklarda “Kürt” kelimesinin geçtiği farklı ifadelerle
bir çok kere vurgulanmaktadır.
Sumerler’in Urfa civarındaki toplulukları “Kurti” diye
adlandırdıkları (II, s.280); Sumer komploculuğunun (ne demekse)
Kurti diye adlandırıldıkları Kürt etnik gruplarına karşı geliştirildiği (I, s.
167) belirtilerek, “Kürt” kelimesinin sözde etimolojik olarak
açıklanmasına girişilmiştir. Bunun için Sumerce “dağ” anlamındaki kur
söz seçilmiş ve olmayan bir –ti aidiyet ekiyle, “yüksek dağlar halkı”
anlamı yüklenen Kurti kelimesi uydurulmuştur (I, s.427; II, s.280; II,
s.330).
Kürtler’in orijinal kaynaklarının son büyük buzul döneminin sona
ermesinden, M.Ö. 20 binlerden beri Dicle ve Fırat’ın yukarı kısmı olan
Toros-Zağros hattının iç kavisleri ve dış çeperleri olduğu tüm tarihi
kanıtlarca doğrulandığı (II, s.54); tarihin yazılı olarak başladığı
dönemde, tarih sahnesinde başta gelen rolü Kürt asıllı toplulukların
oynadığının Sumer yazılı belgelerinde anlatıldığı (II, s.38); Kürtler’in
ilkçağı yaratan temel kültür ve halklardan olduğu (II, s. 56); Sumerler’e
kadarki dönemde yaşayan tüm topluluklara Proto-Kürtler denilmesi
gerektiği (II, s.36); Kürtler ve memleketlerinin Sumerli Gilgameş’ten
başlayarak, Babilliler, Asurlular, Persler ve Önasya’da hâkimiyet
kurmuş bütün kavimlerin saldırılarına uğradıkları (I, s.428); Gilgameş
destanının figürlerinden Enkidu’nun ilk işbirlikçi Kürt, Huvava’nın ise,
tarihteki ilk özgürlük savaşçısı olduğu (I, s.168); Kürtler’in Hititler ve
Hurriler’le birlikte Babil’i ele geçirdikleri gibi daha pek çok iddia,
tamamen bir Kürt tarihi yaratmak sevdasına yönelik yakıştırmalardır.
Bütün bu anlatılanlardan sonra, “kafamızda uydurduğumuz bir
Kürt tarihi hiç olmamıştır” (II, s.56) denilmesi tam bir kara mizah
örneğidir.
Bugün çoğunun kökenleri hakkında çok az bilgi sahibi
olduğumuz kavimler bir biçimde Kürtler’le ilişkilendirilmektedir. Bu
bağlamda Eski İran kavimlerinden Persler’in Medler’le akraba olduğu
belirtildikten sonra, “Medlerin ve öncellerinin, en genel tanımıyla Aryen
kökenli Hurrilerin, bugünkü Kürtler’in ataları konumunda oldukları da,
halen yaşanmakta olan Kürt olgusuyla rahatlıkla kanıtlanabilmektedir”
denilmekte ve Guti, Kasit, Mitanni, Urartular’ın da aynı dil ve kültür
grubundan oldukları belirtilmektedir (I, s.136).
Kitapta benzer ifadeler ve bilhassa Hurriler’in Kürtler’in atası
oldukları iddiası defalarca tekrarlanmaktadır.
“Aryen” adlandırılmasının Sumerler’e ait olduğu belirtilerek (I,
s.427), kelime hakkında şu açıklamalar yapılmıştır:
Ard: Kürtçe yer, tarla; Aryen “yeri, tarlayı süren halk”; Ar ve Ard
Sumerce saban ve sürülen tarla (I, s.103-104).
Bir kere Sumerce’de saban apin, tarla ise a.šà’dır.
Aryen’e gelince: Ariler sözü Sanskritçe “soylu” anlamındaki
arya’dan gelmektedir.
Urartular’la yakın akraba olan Hurriler’in geçmişleri hakkında
elimizde hiç bir bilgi yoktur. 2300’lerde Kafkaslardan geldikleri iddiası
ağırlıktadır. M.Ö. 2000’lerden sonra Kuzey ve Doğu Mezopotamya’da
çeşitli şehirlerde hâkimiyet kurmuşlardır. Hurrilerin kendilerine ne isim
verdiklerini bilmiyoruz. Dilleri iddia edildiği gibi Hint-Avrupa (Arî)
grubuna girmez, aksine Sumerce ve Urartuca gibi, bitişken
dillerdendir. Bu dillerin en yakın benzeri de Türkçe’dir.
Kitapta Gutlar ve Urartular ile de ilgili gerçek dışı pek çok iddia
yer almaktadır. Gutiler’in Aryen kökenli bir halk olduğundan bahisle,
Guti, “öküz, sığır” anlamındaki Sumerce gud sözü ile ilişkilendirilmekte
ve “öküzlerin peşinde tarım yaptıkları için
öküzleri olan halk”
anlamında olduğu; Guti’nin Kürtçe’de “öküz, sığır sâhibi halk”
anlamına geldiği söylenmektedir (I, s.56, 427).
Gutiler Akad hanedanından sonra Mezopotamya’da 90 yıl kadar
(M.Ö. 2210-2120) hüküm sürmüş bir kavimdir.
1937’de toplanan Büyük Atatürk’ün de katıldığı II. Türk Tarih
Kongresine Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Sumeroloji Kürsüsü
Başkanı Sumerolog-Assiriyolog Prof. Benno Landsberger “Ön Asya
Kadim Tarihinin Esas Meseleleri” başlıklı bir bildiri sunmuştur. Prof.
Landsberger bildirisinde Gut dilinin Eski Türkçe ile benzerliğine
değinerek, “Eğer çok mühim olan alâmetler bizi aldatmıyorsa,
tarihimizde Türkler’le en yakın bir surette münasebette olan hatta belki
de ayniyet gösteren kabile budur” demektedir.
Landsberger
Gut
krallarından
Yarlagan’ın,
Orhun
kitabelerindeki Yargan’ı, Tirigan’ın Uygurca tiriga “mükemmel”
kelimesini hatırlattığını; Şarlak/Çarlak’ın çeşitli lehçelerde kanatlı ve
memeli hayvan; El-ulumiş’in ise “memleketi büyütmüş, büyüten”
anlamında olduğunu bildirmiştir.
Hititçe’yi çözen bilgin B. Hrozny, Gutlar’ın Lullubi ve Kasitler’le
akraba olduklarını ve bu halkın prehistorik çağda Hazar Gölünün
güneydoğusu ile Amu Derya ırmağı arasında oturduklarını; M.Ö.
2500-2400 yıllarında Zagros dağlık bölgesinde yerleştiklerini
yazmıştır.
Sumerolog Prof. Kemal Balkan, “Eski Önasya’da Kut (veya Gut)
Halkının Dili ile Eski Türkçe Arasındaki Benzerlik” başlıklı makalesinde
(Erdem, Cilt 6, Sayı 16,1990), Hrozny’nin görüşüne katıldığını
yazmaktadır.
Urartular konusunda yazılanlara gelince:
Urartu’nun Sumerce “yüksek yerler memleketi” anlamına geldiği
ve bu ismi Sumerlilerin verdiği (I, s.57, 130, 427); Uratular’ın Asur dilini
kullandıkları (I, s.130) Khaldi ve Hurri etnik gruplarına dayandığı ve
Khaldiler’in giderek ağırlık kazandıkları (I, s. 57); Khaldiler’in
Ermeniler’in ataları olduğu (I, s.54, 57); Urartular’ın Hitit, SumerAkad’ın hedefi oldukları (I, s.131) iddiaları sıkça tekrarlanmıştır.
Urartular M.Ö. 900 ile 600 yılları arasında Van şehri (eski
Tuşpa) başkent olarak, kabaca Urumiye gölünden Malatya’ya kadar
olan coğrafyada hüküm sürmüşlerdir. Urartular’ın kendilerine ne isim
verdiklerini kesinlikle bilmiyoruz. Ancak Biainili dedikleri iddiası yaygın
bir görüştür. Bu kavme Urartu adını Sumerler değil Asurlular
vermişlerdir. Asur dilini değil, bitişken bir dil olan kendi dillerini
kullanmışlardır. Ancak dillerini Geç Asur döneminin çivi yazısıyla
yazmışlardır.
Urartu devleti kurulduğunda, son Sumer devleti yaklaşık 1100
yıl, Hitit devleti ise 300 yıl önce yıkılmıştı.Dolayısıyla Urartular’ın Hitit
ve Sumer’in hedefi haline gelmeleri mümkün değildir.
Tel Halaf’ın Tel Khalaf yazıldığı gibi (I, s.19; II, s.40), bir yer
dışında (II, s.45) Khaldi olarak, yabancı dildeki yazılışıyla alınmış olan
Haldi sözü, Urartular’ın baş tanrısının adı olduğunun farkında
olunmayarak, Urartular’dan farklı bir kavim gibi değerlendirilmiştir.
Urartuca yazılmış kitabeler baş tanrının yâni Haldi’nin ismi ile
başladığı için, eski bazı kaynaklarda Urartular’a Haldiler adını
vermişlerdir. Bu yanlışlığın politik bazı sebeplerle kasten yapıldığını
biliyoruz. Çünkü Urartular’la Ermeniler’in akraba olduklarının kabul
ettirilmesi için delil aranıyordu. Bunun için Ermence haltik kelimesinin
Haldi’nin devamı olduğu iddia edildi. Ancak Uratuca üzerinde yapılan
araştırmalar, Urartuca ile Ermenice arasında kesinlikle bir yakınlık
bulunmadığını ortaya koymuştur.
Ermenice Hint-Avrupalı gruptan bir dildir. Urartuca ise bitişken
dillerden birisidir.
Kitapta yazılanlar bir bakıma, “ insanlığın ırzına geçilmiştir” (I,
s.376); “tarihin kenefini temizliyorum” (II, s.200); “Ortadoğuda din
yitirilmiş, bilim ise hiç olmamıştır” (I, s. 253); “peygamber tarzına
yaklaştıkça yaklaşıyorum” (II, s.296); “… halkların özgürlüğüne bazı
hediyelerde bulunmak, gerçek anlamıyla peygambersel bir tutum ve
kişilikle mümkündür” (II, s. 221); “… Hz. Muhammed’in kendisine
kalsa… “ (I, s.236) gibi sözler eden ve İslâmiyet’i en iyi feodalizm
ihracatçısı; tüccar, esnaf ve çiftçi dini olarak tanımlayarak (I, s.249),
dördüncü bir dinin çalışmasını yaptığını îma eden (II, s.221) yâni, “ben
bir peygamberim” demek isteyen birisinin iddia ve hezeyanları olarak
değerlendirilmelidir.
Sonuç
Khaldi-Haldi örneğinde olduğu gibi, bir kelimenin farklı şekilde
yazılması; aynı konu hakkında değişik ve zıt şeyler söylenmesi;
konudan konuya ve kronolojiye bağlı kalmaksızın devirden devire
geçilmesi; anlatımda bir insicam bulunmaması, yazılanların bir
kafadan çıkmadığı izlenimini uyandırmaktadır.
Anlaşılan, son yıllarda dilimize de çevrilmiş bulunan başta
tanınmış Sumerolog Samuel Noah Kramer’in başlıca eserleri (Tarih
Sumer’de Başlar; Sümer Mitolojisi, Sümerler’in Kurnaz Tanrısı Enki;
Sümerler) olmak üzere, eski Mezopotamya ve Anadolu tarihi ve
mitolojileri hakkındaki kitaplar taranarak, sözde Kürt tarihine, kültürüne
ve diline malzeme aranmış, sözde var olduğu iddiası ile, bilimsel
gerçekler pervasızca çarpıtılmıştır.
Amaç, parlak bir kültürün yaratıcısı olan Mezopotamya ve
Anadolu’nun bazı eski kavimleri ile Kürtler arasında etnik ve kültürel
bağlamda ilişkiler bulunduğu inancı yaratılarak, Kürtler’e millî bir kimlik
ve daha ötesinde, bir ülke kazandırma girişimidir.
Prof. Dr. Cahit Günbattı
Sumerolog

Benzer belgeler