ımmanuel kant

Transkript

ımmanuel kant
IMMANUEL KANT
1.) YAŞAMI
Eleştirel felsefenin babası olarak kabul edilen Immanuel Kant, 1724’te Doğu
Prusya’nın Königsberg liman kentinde dindar ve yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya
geldi. Üniversiteye hazırlandığı dönemde yoğun bir şekilde Roma klasikleriyle ilgilendi.
Üniversite eğitimi sırasında birkaç yıl öğrencilere özel dersler verdi. Königsberg
üniversitesinde fizik, matematik, felsefe ve tanrıbilim çalışmalarında bulundu. 1755’te doçent
derecesi aldıktan sonra üniversitede çeşitli sosyal bilimler alanlarında dersler vermeye başladı.
1760’lı yıllardan itibaren neredeyse tamamen felsefeye yönelirken, yerleşik din anlayışından
iyice kopma eğilimine girdi. Yine bu sıralarda kendisini dogmatik duygusundan uyandırdığını
söylediği Đngiliz düşünürü David Hume’dan yoğun bir biçimde etkilendi. 1770 yılında
Königsberg’de mantık ve metafizik kürsüsüne atandı. Bu tarihten sonra eleştirel felsefesini
geliştirmeye başladı. Eleştirel felsefenin en ince ayrıntısına kadar ortaya koyulduğu bu
dönemde Kant üç ünlü eleştirisini yayınladı. Bunlar:
Saf Aklın Eleştirisi (1781)
Pratik Aklın Eleştirisi (1788)
Yargı Gücünün Eleştirisi (1790)
Kant doğduğu şehir olan Königsberg’de 1804’te öldü.
2.) FELSEFESĐ
a. Bilgi Teorisi
Kant aydınlanma felsefecilerine yakın durur. Đnsanın bağımsızlığını, aklın aydın ve
evrensel bir şekilde bir şekilde kullanımı sayesinde gerçekleştirmeye gayret etmiştir. Kant,
modern felsefenin gelişim seyrine uygun olarak bilgi kuramını (epistemoloji)* ön plana
çıkartmıştır. Öncelikle David Hume’dan etkilenmiştir. Kendi deyişiyle Hume onu dogmatik
uykusundan uyandıran, spekülatif felsefe alanındaki araştırmalarına yeni bir yön veren filozof
olmuştur. Öte yandan, Descartes’in akılcılığının da birtakım olumlu yönler içerdiğini saptamış
ve zihnimizin, matematikle uğraştığı zamanki işleyiş tarzı karşısında adeta büyülenmiştir.
Yine onyedinci ve onsekizinci yüzyıllarda doğa bilimlerinin kaydettiği gelişmelerden çok
etkilenen Kant, bilimi felsefi olarak temellendirme ihtiyacı içinde olmuştur.
Kant eleştirel felsefesiyle insan aklının sınırlarını ortaya koyar veya onun neyi bilip neyi
bilmediğini gözler önüne serer. Bunu yaparken de metafiziğe karşı bir tavır alır ve Hume’dan
sonra modern zamanların en kapsamlı metafizik eleştirisini hayata geçirir. Bu bakımdan tam
bir aydınlanma düşünürü tavrı sergiler.
Kant’ın gözünde bilim, liderleri kesin olan ve yöntemleri ancak Hume’unki gibi felsefi
bir kuşkuculuk benimsediği zaman sorgulanabilen evrensel bir disiplindir. Bilim yansızdır ve
nesneldir.
*Epistemoloji: Bilginin doğası, kapsamı ve kaynağı ile ilgilenen felsefe dalıdır. Bilgi felsefesi olarak da
adlandırılmaktadır.
Kant ilk ve temel misyon olarak bilimi temellendirmeyi amaçlamış, daha sonra da dini
ve ahlaki yaşamı da korumaya çalışmıştır. Ancak bu hiç de kolay bir iş değildir, çünkü bilim
ve din yüzyıllardır birbirlerine karşı amansız bir mücadele içinde olmuşlar ve bilim, dinin
otoritesi karşısında zafer kazanma yoluna girmiştir. Bilimin dini müdahalelere karşı bu tür bir
zafer kazanması iyi bir şey olsa da, Kant’a göre bu bilimsel olmayan tüm inançların, din ve
ahlakın anlamsızlaşması demektir.
Kant bilimi ve ahlakı temellendirmekle yetinmemiştir. O hem Descartes’in
rasyonalizminden hem de Hume’un empirizminden önemli gördüğü öğeleri alarak kendi bilgi
kuramını geliştirmiştir (Transendental epistemolojik idealizm). Kant, rasyonalistlerin
hakiki bilimsel bilgi için vazgeçilmez bir önemi olan deneyim ve sezginin katkısını
küçümsediklerini; empiristlerin ise deneyimin öneminin bilincinde olmakla birlikte,
deneyimimizi düzenleyen kavramların ya da formel yapının önemini gözden kaçırdıklarını
belirtmiştir.
Düşüncesinde rasyonalist felsefe ile empirist felsefenin bir sentezini yapan Immanuel
Kant, bilgide hem deneyimin hem de aklın katkısının kaçınılmaz olduğunu öne sürmüştür.
Kant’a göre zihnin temel faaliyeti deneyimden gelen işlenmemiş malzemeleri bir sentezden
geçirmek ve bu malzemeleri birleştirip onlara birlik kazandırmaktır. Zihin bu işlevi
tecrübelerimizi sezginin belirli formları içine yerleştirerek gerçekleştirir. Bu formlar ise
zaman, mekan ve nedenselliktir. Her türlü bilgi, tüm insanlarda, bu formlar tarafından
şekillenmek durumundadır. Bu anlamda formlar, evrensel olarak geçerli ve zaruridir.
b. Yargı Sınıflaması
Kant, bir yargının, iki unsuru bir araya getirerek onları birbiriyle ilişkilendiren bir
düşünce hareketi olduğunu söyler ve bütün yargıları dört ana başlık altında toplar:
Kant bir bilgi deneyimine dayanan yargılara a posteriori veya empirik yargı adını verir.
Örneğin; “Bu ev yeşildir” yargısı görme duyumuzu kullandığımız, yani deneyime
dayandığımız için a posteriori bir yargıdır. Deneyimden bağımsız olarak, önceden bilinebilir
yargılara a priori veya saf yargı adını verir. Örneğin; “Bekar, evli olmayan kişidir” yargısı
böyle bir yargıdır, çünkü bunu bilmek için herhangi bir duyu ya da deneyime gerek yoktur.
Kant, bu iki yargı türüne ek olarak analitik yargılarla sentetik yargılardan söz eder.
Analitik yargılar, yüklemi öznesinde bir şekilde içerilen ve özne konumunda bulunan terimin
çözümlenmesiyle elde edilen yargılardır. Örneğin; “Güller çiçektir” yargısı böyle bir yargıdır,
çünkü gülün bir çiçek olduğunu biz çiçek tanımından biliriz. Buna karşın, sentetik yargılarda
yüklem öznede içerilmez. Örneğin; “Bazı güller beyazdır” önermesi sentetik bir yargıdır,
çünkü beyazlık gül tanımıda içerilmediği gibi güller başka renkte de olabilir.
Bu yargı türleri sınıflandırıldığında Kant, yargıların sentetik ve a priori olduğunu ileri
sürer. Ona göre her olayın bir nedeni vardır, her olay analitik olarak kavramıyla birlikte
gelmez. Ayrıca her olayın bir nedeni olduğunu bilmek için deneyimlerden istifade etmek
zorunlu değildir.
2
c. Bilginin Sınırları ve Metafizik Eleştirisi
Algılanan nesnelerin insan zihninin işleyişine uydukları için bilinebildiklerini söyleyen
ve tüm empirik yasaları insan zihninin yasalarına indirgeyen Kant’ın bilgi anlayışının en
önemli sonuçları bilginin sınırlılığı ve buna bağlı olarak da metafiziğin imkansızlığıyla ilgili
iki sonuçtur.
Bilgimiz Kant’a göre iki bakımdan sınırlıdır. Bilgi, her şeyden önce duyu-deneyiminin
dünyasıyla sınırlanmıştır. Buna göre, insan deneyimini aşamaz, deneyim alanını aşan bir şeyin
bilgisine sahip olamaz. Bilgimiz ikinci olarak, algılama ve düşünme yetilerimizin
deneyimimizi işleme ve düzenleme tarzıyla sınırlanmıştır.
Kant fenomenal gerçeklikle,
yani bizim duyular aracılığıyla deneyim sahibi
olabileceğimiz dünya ile numenal gerçeklik, yani duyusal olmayan ve akılla anlaşılabilir olan
dünya arasında bir ayrım yapmıştır. Ona göre insan sadece kendi zihninin yapısına uyan,
zihninin kendisine yapı ve düzen kazandırdığı fenomenler dünyasının bilgisine sahip olabilir,
fenomenal dünyanın gerisinde ne tür bir gerçeklik olduğunu asla bilemez. Dolayısıyla
metafizik, onun gözünde, bir bilgi kümesi meydana getirebilmesi imkansız olan bir
disiplindir. Metafiziğin bilim olamamasının, metafizik alanında bilgiye erişilememesinin
nedeni, onun konusunu oluşturan varlık, varoluş, tanrı gibi kavramların algıya konu
olamamalarıdır.
Kant’a göre metafizik aklın deneyden hiçbirşey almayan (a priori) çalışmasının ürünü
olmalıdır. Aklın deneye hiçbir şekilde başvurmadan işlemesine dayanan bilimler, eğer
gerçekten bir bilim olacaklarsa, kavramların çözümlenmesinden öte bilgimize yeni bazı
eklemeler yapmalı, bilgimizi genişletmelidir. Yani Kant’ın ifadesiyle sentetik olmalı ve
deneyden hatta bütün duyu uyaranlarından bağımsız yani a priori yargılar vermelidirler.
Metafizik kavramı gereği empirik (a posteriori) yargılar kullanamaz. Eğer metafizik bir bilim
olacaksa sentetik a priori yargılar üretebilen bilimleri örnek almalıdır.
Kant’a göre duyusallık ve anlama yetisi (geniş anlamda akıl) bilme güçleri bakımından
deneyle sınırlıdırlar. Fakat Kant burada bir soru sorar. Metafiziğin konusunu oluşturan deney
ötesi nesneler hakkındaki tasarımlarımız nerden gelir? Bu soru metafiziğin nasıl olanaklı
olduğunun aydınlatılması anlamına gelir. Burada Kant’ın ide ve akıl kavramları karşımıza
çıkar.
Kant saf akıl kavramlarına “transendental ideler” adını verir. Đde kavramını ise söyle
tanımlar: Đde, duyularda kendisine karşılık gelen hiçbir nesnenin verilmediği zorunlu akıl
kavramıdır. Bu kavramlar aklın kendi doğası sayesinde ortaya çıkar. Saf aklın kavramları
deneyle sınırlı kavramlar değildir. Bu kavramların karşılığı hiçbir deneyde bulunmaz. Kant’a
göre akıl, anlama yetisinin kavramlarını düzenler ve bu kavramların birliğini sağlar.
Kant anlama yetisinin idelerin bilgisinin elde edilmesi amacıyla kullanılmasına “aşkın
kullanılış” adını verir. Anlama yetisinin deney alanı dışında kullanılması aldatıcı ve temelsiz
çıkarımlara yol açar. Tanrı, ruh ve evren gibi metafiziğin konusu olan varlıklar hakkında saf
anlama yetisi ile hiçbir şey bilemeyiz. Dolayısıyla Kant’a göre anlama yetisini deneyim alanı
dışında kullanan metafiziğe duyulan eğilim, anlama yetisini anlamsız çıkarımlar yapmaya
3
sürükler. Eğer metafizik bir bilim olacaksa, öncelikle aklın kendisinin bir eleştirisini yapmalı,
daha sonra da sentetik a priori bilginin olanağını, kullanılışının ilkelerini ve sınırlarını tam bir
sistem içinde ortaya koymalıdır.
Kant’ın metafiziğe bakışı bir insanın bilme yetilerinin yapısının deneyle sınırlı olduğunu
fakat insanın yine de deney ötesini tasarlayabilecek zihinsel yetilerle donanmış olduğunu
göstermektedir. Đnsanın bilme yetisi duyusallık ve anlama yetisinden oluşur ve bu yetilerin her
ikisi de deney alanıyla sınırlı bilme yetileridir. Ancak insan, bilme yetileri bakımından deney
alanıyla sınırlı olmakla beraber, deneyde kendisine verilen ipuçlarından hareketle bütünsel
kavramlar düşünebilen, akıl sahibi bir varlıktır. Böylelikle Kant’a göre insan, bilme yetisinin
açık ve kanıtlanabilir sınırlılığına rağmen, kendisine dünyada verilenleri sonsuza kadar
genişletmeye doğası gereği eğilim duyar. Đşte bu sınırı aşma isteği metafiziği doğurur.
Böylece metafizik, insanın bilme yetilerinin sınırlılığından ve aklın bu sınırın aşılabileceğini
düşünen işleyişinden doğar. Đnsan koşulsuz olanın bilgisine gereksinim duyar, çünkü deney
alanı insan türünün varlıksal özelliklerinin tatminini sağlamada yetersizdir.
d. Etik Anlayışı
Kant’ın etik teorisi ödev etiği olarak bilinir. Onun etiğinde ödev kavramı en temel
kavramdır ve ahlaken doğru ya da yanlış olan ondan çıkarılır. Başka bir deyişle, ödev
duygusu dışında ahlaki değer taşıyan hiçbir motif olmadığını öne süren Kant’a göre, bir eylem
sadece ödev veya yükümlülük duygusuyla yapıldığı zaman, onun gerçek bir ahlaki değeri
olabilir. Kant ödev etiğinde, ödev ve ahlaki yükümlülüğün, sonuçla değil eylemlerin kendi
özellikleriyle ya da nitelikleriyle ilgili olduğunu ileri sürer. Sonuçların da, tıpkı duygu, tutku
ve eğilimler gibi insanın etki ve müdahale alanı dışında kaldığını iddia eder.
Kant, insan varlığı ya da hayatı için bir amaç ortaya koyan ve bu amaca ulaşmak için
gerekli olan erdemleri sıralayan, araç- amaç formundaki bütün etik anlayışlarına karşı çıkar.
Gerçekten iyi olan, mutlak bir biçimde değerli olan ne nihai amaç, ne de bu amaca götürecek
araçlardır. Ahlaki bakımdan en değerli olan tek şey, iyi iradenin kendisidir. Đyi irade, ödevinin
ne olduğunu bilen, yani aklın buyruklarını tanıyan ve eylemi ödev ve ahlaki yükümlülük
çerçevesinde yapan iradedir. Ödev ise yasaya saygıdan dolayı yapılan eylemin
zorunluluğudur.
Kant, evrensel bir ödev ahlakının varlığını savunmaktadır. Kant bu
düşüncesiyle, insanların kurallara her şartta uymalarını öngörür. Örneğin, trafik polisinin
olduğu bir yerde kırmızı ışık yanınca duran araba sürücüsü trafik polisi olmadığı zaman da
hatta gecenin ortasında etrafta hiç kimse yokken bile ödev ahlakının gereği olarak kırmızı
ışıkta durabilmelidir.
Kant'a göre ahlakın kaynağı asla tecrübe olamaz. Ona göre insanlarda bir iyilik iradesi
vardır. Bu irade de davranışları menfaat gözetmeksizin ortaya koymanın ta kendisidir.
Đnsanlar bu iradeyi tecrübeden değil, numenden kazanmaktadırlar. Kant ödev etiğini
temellendirirken, insanın bütünsel doğası yerine salt akli boyutunu dikkate alır, yani onu
sadece akıl sahibi bir varlık olarak görür. Kant evrensel ahlak yasasının temeline doğrudan
4
doğruya aklı yerleştirdiği, aklın bize mutluluk amacı için verilmiş olmayacağını, onun
irademiz üzerinde doğrudan bir etkisi bulunduğunu, ahlak kurallarının insanın pratik aklının
zorunlu ve evrensel olarak geçerli olan ürünleri olduğunu savunduğu için, etik alanında
rasyonalist olan bir düşünürdür.
Kant’ın ödev etiği, bireyi ahlak kuralları alanında mutlak hakim yaptığı ve onun tüm
dışsal ve yabancı güç ve otoriteleri reddetmesine imkan sağladığı için bireyci; fakat onun ne
yapması gerektiğini değil de, ne yapmaması gerektiğini bildirdiği ve ahlakı her tür sezgi ve
deneyden sıyırdığı için formel (biçimsel) bir etiktir.
e. Siyasi Kuram
Kant, insan ve toplum konusunda sosyolojik bir yaklaşımı benimsememiştir. Teorik
çıkış noktası olarak bireyi alır. Kant’ın siyasi kuramındaki temel fikir bireyin kendi öz
değeridir. Bu öz değer bireyin özgürlüğünde yani bireyin ahlaki kurallar koyma ve bunlara
uyma yetisi üzerinde temellenir. Bunun anlamı herkesin ilke olarak eşit olduğudur. Yasal
haklar ve siyasi kurumlar, bu özgürlüğü ve eşitliği korumayı amaçlamalıdır. Bu açıdan Kant,
bireysel hakların bir savunucusudur.
Kant, bir bireyin temel haklarının ihlalini her halükarda yanlış bulur. Đnsanların ahlaki
özgürlük içinde yaşayabilmeleri için gerekli şeyler; anayasal hükümet, köleliğin ve diğer
eşitsizlik göstergelerinin kaldırılması ve savaşlara son verilmesidir. Bu gereksinimler bizim
özgürlük ve barış içinde yaşama, kendi kendimizin efendisi olma hakkımızı yansıtır.
Kant, insan haklarını genel bir prensip olarak ele alan ilk siyasi düşünürlerden biridir.
Aydınlanmanın temel tutumuna uygun olarak herkesin doğuştan gelen ve ihlal edilemez olan
haklara sahip olduğunu ileri sürer. Bunun yanında insan haklarının sahici bir güvence
sağlayabilmesi için, zaman zaman, meşru özgürlüğü kısıtlayan kurumlara ya da kişilere
müdahalede bulunmak gerekli olabilir. Dolayısıyla, devlet insan haklarının çiğnendiği
durumlarda yasal olarak müdahale hakkına sahiptir.
f. Đrade Özerkliği ( Özgür Đrade Sorunu )
Kant, iradeyi determinizm alanı dışında kalan ve bilimsel araştırmanın hiçbir şekilde
konusu olmayan bir eylem kaynağı olarak görür. Çünkü determinizm neden- sonuç ilişkisine
dayanır. Her olayın belli bir sebebi vardır. Ve her aynı sebep şartlar ne olursa olsun aynı
sonucu doğurur. Her aynı olay aynı koşullarda aynı sonucu doğuracağı için de insanın bunları
değiştirmesi imkansızdır. Bu nedenle determinizm alanı içinde insanın irade hürriyetinden
bahsedilemez. Bu yüzden Kant, iradeyi determinizm alanı dışında tutmuştur.
Biraz daha açacak olursak Kant’a göre bilim, evrensel determinizm ilkesine dayandığı
için, irade özgürlüğünün bilimsel kanıtı olamaz. Kant, deney dünyasının, yani maddi nesneler
dünyasının bilgisinin elde edinilmesinde ve bu dünyanın anlaşılmasında temel faktörün bilim
olduğuna inanmaktadır. Zamanda ve mekanda var olan her maddi nesnenin ve bütün
5
hareketlerin iç yapılarının, bilimin ilkeleri ile uyuştuğunu söyler. Ona göre eğer bu yolu
izlemeye devam edersek nesnelerin ve hareketlerin eksiksiz bilgisine ulaşabiliriz.
Fakat burada insanla ilgili ciddi bir sorun ortaya çıkar. Eğer insanın hareketi tamamen
bilimsel yasalara bağlıysa, özgür irade diye bir şeyden söz edilemez. Ancak burada Kant’ın
açıklaması devreye girer. Ona göre, insan bir yönüyle deneyim dünyasına yani fenomenal
dünyaya, diğer bir yönüyle de sadece akılla kavranabilen numenal dünyaya aittir. Đrademizin
özgür eylemleri fenomenler dünyasında değil, numenler dünyasında yer alır. Đşte bu açıklama
ile birlikte Kant özgür irade sorununu ortadan kaldırmıştır.
g. Din Görüşü
Dinin kurumsal boyutuna hemen hemen hiç önem vermeyen Kant, bir ahlak dini ortaya
koyar. Yani din, belli bir ümmete hitap eden tarihsel bir dinden ziyade, bütün iyi insanların
dini olarak ortaya çıkar. Kant’a göre dini bir tavır almak, ahlaki ödevleri ilahi buyruklar
olarak görmek anlamına gelir. Tanrı’nın varoluşu ve ahiret hayatına iman, doğru ahlaki
davranışta ve ahlaki hataları giderme kararlılığında anlam kazanır. Dinde gerçekten doğru
olanın ahlaki akıldan türetilebilir olduğuna inanan Kant’ın saf ahlaklılık dini, hiçbir dogmaya
ihtiyaç duymaz; sadece Tanrı’nın varoluşuna ve ruhun ölümsüzlüğüne iman etmeyi gerektirir.
h. Yargı Gücü
Kant yargı gücünü ikiye ayırır: Birine estetik yargı, diğerine teleolojik yargı adını verir.
Estetik yargılarda sadece beğeni egemendir. Fayda veya amaca uygunluk derecesinin bu yargı
ile zerrece ilgisi yoktur. Oysa teleolojik yargıların temelinde estetik yargının dışında kalan bu
fayda ve amaca uygunluk vardır. Kant yalnız estetik yargıyı, yani şu güzeldir dediğimiz
zaman verdiğimiz yargıyı ele alarak eleştirir ve onda dört özellik bulur:
1. Güzel olan şey bize yarar gözetmeyen, çıkarsız bir haz verir.
2. Güzelin verdiği haz hiçbir kavrama bağlanmaz ve evrenseldir. Kant bunu bir sanat
eserini tarafsız bir şekilde incelediğimizde her birimizin aynı estetik hazzı tatması
ile açıklar. Ona göre tarafsız yaklaştığımızda, her birimiz sanat eseri karşısında aynı
duyguları yaşayabiliriz ve böylece sanat eseri üzerindeki haz yargılarımız
birbirleriyle örtüşür. Dolayısıyla sıradan/normal insanlar aynı duyguları taşıyacaktır.
3. Zevk yargıları evrenseldir ve ne faydaya ne de iyilik düşüncesine dayanır. Zevk
yargısının konusu olan güzellik, bütün amaçlardan uzaktır.
4. Güzellik yargısı evrensel olduğuna göre, zorunludur. Bir şeye güzel dedik mi,
herkesin o şeye güzel demesini, aynı görüşü benimsemesini isteriz. Bu hal, bizim
için bir zorunluluktur. Bu çerçevede Kant’a göre esteki yargı hem nesnel, hem de
evrenseldir.
6