Şefika Kaya Meriç - Gürpınar Kız Kuran Kursu

Transkript

Şefika Kaya Meriç - Gürpınar Kız Kuran Kursu
Muhterem Okuyucu,
Rabbimizin, Hazreti Âdem’e ‘’Eşyanın
adını öğretmesi’’ ile başlayan ilim öğrenme
serüveni, yaratılışla birlikte kıyâmete kadar
devam edecek en kutlu ameldir. Zîra ilimsiz
amelin anlamı olmadığı gibi, ilmin yanlış
yerde kullanılmasının da insana her hangi
bir fayda sağlamayacağı şeytanın sahip
olduğu ilimden anlaşılmaktadır.
Bilgiyi, neyin hizmetine verdiğimiz ve
onun bizi nasıl bir hayat tarzına sevkettiği
önemlidir.
Toplumun ortak aklını oluşturan ilim
adamları, eğitimciler aynı zamanda o toplumun birer gönüllü önderleridir. O yüzden
bir ilim adamının hayat felesefesi, dünya
görüşü, düşüncelerinin beslendği kaynak
her şeyden önemlidir.
Topluma nitelikli şahsiyetler kazandırmak İslam’ın en önemli hedeflerinden
birisidir. İslam’ın ön gördüğü toplum yapısında her bireyin mutlaka günlük ibâdetini, sosyal ilişkilerini düzenleyecek bir bilgi
birikimine sahip olması teşvîk edilir.
Efendimiz (s.a.v.)’e vahyedilen ‘’Oku!’’
emri, sâdece okumak olarak ele alınırsa,
âyet-i kerimenin maksadı tam anlaşılmış
olmaz. Zîra bu emirden okuma bilenler
için, ‘’amel et’’, amel edenler için ise ‘’başkalarına da anlat’’ anlamlarını çıkarmamız lazım.
Gençlerimizi, geleceğimiz olarak gören
bir anlayıştan hareketle, şimdinin geleceğine nasıl bir eğitim verdiğimiz, onları ne ile
beslediğimiz ve yarına nasıl hazırladığımız
her şeyden evvel düşünülmesi gereken bir
konudur.
O yüzden, toplumda yaşayan bireyler
olarak herbirimize öğrenme ve öğretme faaliyeti adına önemli görevler düşmektedir.
İçinde bulunduğumuz imkânlar ölçüsün-
de, ya ilim öğrenen, ya öğreten olmalı
ama asla üçüncüsü olmamalıyız. İlmi,
öğrenmeyi sadece bir okul sırasında, bir
eğitim kurumunda düşünmemeliyiz. İlmin
zamanı, mekânı, yaşı olmaz...
Güzel bir ilim yuvasında, ülkemizin
muhtelif yerlerinden sırf rızâ-i ilâhi için ilim
öğrenmeye gelen öğrenci kardeşlerimizin
ve onlara büyük bir özveri ile hizmet eden
hocalarımızın gayretleri ile çıkan Tebessüm Dergimiz’in bu sayısındaki ana konusunu: ‘’İlim öğrenme ve eğitim’’ olarak
belirledik. Her müellif kendi üslûbunca bir
şeyler yazmaya gayret gösterdi. Her birisi
eğitim daha nasıl keyfiyetli olur? sorusunun cevabını aramaya çalıştı.
Muhterem Osman Nuri Topbaş Hocaefendinin ‘’Aile Yuvası’’ adlı yazısı ile
eğitimin aslında aileden başladığına dikkat çekildi.
Gençliğimizin şimdiki hali ortaya konularak, içinde bulunduğu problemlerin
halledilmesi için nelerin yapılabileceği îzâh
edilmeye çalışıldı.
Ve Gürpınar Kur’an Kursumuz’da geçen zaman zarfında gerçekleştirdiğimiz
faaliyetlere yer verdik.
Neler yaptık?
Neler yapacağız?
Bunları sizlerle paylaşamaya çalıştık.
İstanbulumuzun güzel bir köşesinden
sizlere kendi istîdâdımızca bir tebessüm
göndermeye çalıştık. Unutmayın! ‘’Tebessüm sadakadır.’’ ve ‘’Sadaka ömrü
uzatır. ‘’
Hayırlı ve rızâ-i ilâhi uğrunda geçen bir
ömürle daha nice Tebessüm sayfalarında
güzel haberlerle, güzle sayfalarda buluşmak, görüşmek, dertleşmek dileği ile.
Allah’a emânet olunuz.
Şefika Kaya Meriç
Âile Yuvası
İyi Bir Anne, İyi Bir
Eğitimci Demektir
Osman Nûri Topbaş
Ahmet Ziylan
14
16
Gürpınar’dan
Damlalar
Gürpınar Kur’an
Kursumuzda Neler
Yapıyoruz?
Zeynep Nalbant
3
4
6
Gürpınar Denilince
8
Gençliğin Istırâbı
10
12
Fatma Zehra
Selçuk Esen
Şefika Kaya Meriç
Hasbihal - 2
Ayşe Erbalcı
En Değerli Sermaye:
GENÇLİK
Hilal Küçük
23
24
25
26
Başak Çelikarız
Genciz Biz Delikanlı
Neslihan Nur Türk
Gençsin!
En Güzel Surettesin
Rabia Yelimlibağ
Gençler!
İdölünüz Hangi Sahâbe?
Hatice Şahin
Örnek Hanımlardan
Olmak İçin
13
Çocuk Kalbi
19
Haydi O Zaman
30
Kübra Topal
20
Dertleşmek
31
Sahne ve Kulis
32
Bunları Biliyor Musunuz?
22
Sümeyye Tunç
Betül Önal
Esra Kabakoğlu
O’na Duyulan
Muhabbetin Sırrı
Zeynep Sönmez
SAHİBİ: GÜR-DER adına sahibi Adnan Saraçoğlu
28
Ben Susayım, Sen Söyle
İçimdeki Sensizliği
Cafer Durmuş
Kitap
F. Şeyda Katran
Tuba Doğramacı
Yazı İşleri Müdürü:
Salih Zeki Meriç
Grafik-Mizanpaj: Altınolukgrafik / Bilal İlkay
Baskı, Cilt: Erkam Matbaası Tel:(0212) 671 07 00
Organize Sanayi Bölgesi, Turgut Özal Caddesi No: 117/2-A-D İkitelli/İstanbul
Tel: (0212) 671 07 00 • Faks: (0212) 671 07 17 Posta Çeki: Altınoluk 1653101
YAYIN KURULU: Şefika Kaya Meriç, Hilal Küçük, Tuba Doğramacı, Rabia
Yelimlibağ, Bilge Türkmen, Dilek Ekinci, Kübra Topal, Feyza Yazar
İrtibat Adresimiz: Dereağzı Mah. Halaskargazi Cad. Gürpınar Kız Kur’an
Kursu Gürpınar-Beylikdüzü/İSTANBUL Tel: 0 212 855 83 16
Gürpınar’dan
Damlalar
Zeynep Nalbant
Şayet sana düşman olanı yenmeye kendinde
bir güç bulursan, bulduğun bu gücün şükranesi
olarak onu affet. Rislan-i Dımeşki
‘Mü’min bal arısına benzer. Temiz olanı yer
(helal yer), temiz olan şeyler ortaya koyar
(Hakk’ın rızasına uygun işler yapar), temiz
yerlere konar (salih ve sadık kişilerle muhabbetleşir) ve konduğu yeri ne kırar ne de
bozar.’ Hadis-i Şerif
Gençlik güzelliğine şans denilen kör kuvvet
bile aşktır. Gençliğini boş yere harcama, onu
kıymetlendirmeyi bil.
Gençliğinde iyi arkadaş kazan. Yaşlılıkta
kazanılan arkadaşlık sağlam olmaz. Çünkü
paslı teneke lehim tutmaz.
Gençlik tutulmaz elle,
Geçirme bo emelle
Ali Fuat Başgil
(Gençlerle Başbaşa)
Faruk Nafiz Çaml›bel
Rivayet edilir ki:
Birgün İsa a.s, İsrailoğulları’ndan salih zannedilen bir kimse ile şehir dışına çıkmıştı. Halk arasında
fasıklıkla meşhur günahkar bir adam da büyük bir
eziklikle peşlerine takılmıştı. İstirahat için mola verildiğinde bu
günahkar kul, samimi bir nedamet ve mahcubiyet içinde, gönlü kırık olarak onlardan ayrı bir yere oturdu ve merhametlilerin
en merhametlisi olan Hak Teala’nın yüce affına sığınarak:
‘-Rabbim! Şu yüce peygamberinin hürmetine beni affet!’
diye dua eyledi.
Salih zannedilen kişi ise, onu fark edince küçümsedi, hakir
gördü ve ellerini semaya kaldırıp:
‘-Allah’ım! Yarın kıyamet günü beni bu
adamla birlikte haşreyleme!’ dedi.
Bunun üzerine
Cenab-ı Hak, İsa a.s’a
şöyle vahyetti:
‘Ya İsa, kullarıma
söyle; ikisinin de duasını
kabul ettim. Boynu bükük mücrim kulumu affedip
kendisini cennetlik kıldım. Halkın
salih zannettiği kişiye gelince, onu
da, Ben’im affettiğim kulumla beraber
olmak istemediği için cennetliklerden
kılmadım!’
Şubat-Mart-Nisan
Hayatın ve tutacağın yol hakkında tereddüte ve karamsarlığa
düşüp de bir ışık aradığın zaman
fikrini soracağın kimseyi iyi seç.
Ali Fuat Başgil (Gençlerle Başbaşa)
Gürpınar Kur’an
Kursumuzda
Neler Yapıyoruz?
Burası, Anadolu’nun her bir tarafından, hatta Avrupa’dan ilim gönüllüsü kardeşlerimizin
güzel niyetleri ile doldurduğu müstesna bir
mekân...
Burası, manevi akışların zirveye çıktığı, her
bir köşesinde Rasûlullaha salât ve selamların
gönderildiği bir Kur’an merkezi.
Burası, bir şehr-i stanbul’un mânevi mîmarlarının feyiz ve ruhâniyetleri altında harf harf,
kelime kelime Allah adının yüceltildiği tedris
mekânı.
Burası Gürpınar Kur’an Kursu.
2011 yılı...
Dersler,
Faaliyetler,
Programlar,
Konferanslar,
Ziyaretler,
Sosyal Aktiviteler...
Başta Kur’an-ı Kerim dersi olmak üzere İbadet, Siyer, Îtikad, Ahlâk ve Paygamberler Tarihi
derslerinin verildiği Kur’an Kursumuz’da öğrencilerimizin el becerilerinin gelişmesi için hobi
saatlerimize azami ehemmiyet veriyoruz.
Geçtiğimiz dönem bizim için medâr-ı iftihâr
sayılabilecek bir program tertip ettik: Hâfızlık
Merasimi. 14 Hafız Hanım kardeşimiz, Kur’an
hâfızı oldu. Kursumuz ve onları yetiştiren Hocahanımlar için büyük bir iftihâr vesîlesi olan bu
kardeşlerimize Rabbimizden bir ömür hizmet
hayatı nasip etmesini niyaz ediyoruz.
Ayrıca, Kurs dışı sosyal faaliyetlerden ‘’Dârü’l
Aceze’’ziyaretimizi de burada belirtmekte fayda
var. Bir gurup Hocahanımla gerçekleştirdiğimiz
bu ziyaretimiz, kursumuz adına güzel şeylere
vesile oldu. Bizleri yetiştiren büyüklerimize bir
vefâ borcu mahiyetindeki bu ziyaretlerimizin
devamının geleceğini umuyoruz. Ve toplumda,
kanadı kırıklar olarak yaşamaya devam eden
kimsesizleri, yetimleri bir an bile ihmal etmememiz gerektiğini tekrar hatırlamış olduk.
Ayrıca yine önemli bir sosyal aktivite olarak
Kursumuzun öğrenci ve öğretmenlerinin iştirak
ettiği ağaç dikme faaliyeti gerçekleştirdik. Bu faaliyetimize Muhterem Büyüğümüz Osman Nuri
Topbaş Hocaefendi de iştirak etti. Kursumuzun
bânilerindan işadamı Sayın Ahmet Zîlan ve Doğan Gökmen Beylerin de iştirak ettiği bu faaliyetimiz öğrencilerimize çevre duyarlılığının kazandırlılması bakımından önemli bir adım oldu.
2011 yılında aramıza katılan yeni hocahanımlarla, yeni öğrencilerimizle ilim-irfan yuvası haline
getirdiğimiz Gürpınar Kur’an Kursumuz gönül
insanları yetiştirmeye devame diyor.
Derleyen: Fatma Zehra Selçuk Esen [email protected]
Güllerin kokusu gönlümde saklı hala
Üzülmenin faydası yok gurbet diyarında
Rabbine kul olmak için uğraş burada
Pek vaktimiz kalmadı ahiret zamanına
Işık tutan bu ilim yuvasında
Neyi öğrenmek istiyorsan sor istediğin hocana
Anlat bütün derdini güzel ablalarına
Revirde kalmamak için dikkat et boğazına
Gürpınar Denilince;
İnsanların Allah için hicret edip
geldiği yer Gürpınar..Hayatımız
için bir ışık kaynağı olacak, başka
insanlara da ışık tutacak.Dünya
ve ahiret için bana faydalı olacak
bilgileri öğrendiğim ilim yuvam..
Tuba Kurşun
Değerini anla bu kursta kalmanın
En iyi vakti şimdi bilgi almanın
Neden vaktini israf edip durasın
İlmi en çok almanın
Lafları azaltmanın
İncitmeyip nazik olmanın
Nankörlüğü yok saymanın
Cimrilikten kaçmanın
Evet artık vakti geldi bu kursa kayıt yaptırmanın..
Gürpınar Denilince;
Kur’an ve Sünnet yolunda
Rabbimin rızasını kazanmaya
çalışan Türkiye’nin ayrı ayrı
yerlerinden gelen ilmi talep
eden, buraya hicret eden
kişilere, bir kısım gönül insanının
kucak açtığı bir ahiret dershanesi
olarak görüyorum.
Gülsüm Ferik
Hüsniye Topçu
Gürpınar Denilince;
Gürpınar denilince aklıma gelen
şey hizmet, çünkü Allah için
hizmeti ben burada öğrendim.
Meryem Şentürk
Şubat-Mart-Nisan
Gürpınar Denilince;
Gürpınar denilince hayallerimizi süsleyen, bizi
hayallerimize adım adım yaklaştıran, hayatımıza
düzen getiren bir yuva geliyor aklıma. Boşa
geçmemesi gerek ve geçmemesi için gecemizi
gündüzümüzü dolu dolu geçirdiğimiz, ilmi
öğrendiğimiz anda uygulamaya koyduğumuz,
arkadaşlığın zirvede olduğu ilim yuvası… Ahirete
hazırlık için büyük bir köprü Gürpınar…
Hamide Gökdemir
Gürpınar Denilince;
Güleryüz, kardeşlik, dostluk,
yardımseverlik, güven geliyor
ilk önce aklıma, olmak istediğim
yerdeyim. Coşkuyla akan bir
pınar Gürpınar…
Emine Şahin
Gürpınar Denilince;
Maddiyattan uzaklaşıp manevi
hayata adım adım ilerlemeyi
‘Rabbim affet’ demeyi
Gürpınar’da öğrendim, yanlışı
doğruyu ayırt etmemi öğreten
yer Gürpınar..
Refika Zebek
Gürpınar Denilince;
Sıcak muhabbetlerin oluştuğu
ortam, sıcak insanların, sevecen
yüzlerin buluştuğu bir yer burası.
Gürpınar herkese kucak açan, her
türlü insanı içine alabilen, farklı
farklı şehirlerden, farklı kültürlerin
buluştuğu bir ilim yuvası..
Gizem Doğru
Gürpınar Denilince;
Allah’ın rahmetiyle toplanmış
kocaman bir aile..Ve o ailede
insanları sevgi ve merhametle
kucaklayan, ilmi sevdirerek
vermeye çalışan hizmet erleri.
Fadim Turhan
Gürpınar Denilince;
Huzur ve mutluluk geliyor
aklıma önce, sonrasında
ilim için akan bir çeşme
ve bizler de o çeşmeden
yudumlayanlar…
Nesibe Gökyer
Gürpınar Denilince;
Şehirden uzakta ama güzel ahlakın tam ortasında, sahte arkadaşlıklar
yerine sıkı dostlukların olduğu, her şeyin tam usulüyle eksiksiz
öğrenildiği, disiplinli ama cana yakın hocaların bulunduğu, ev sıcaklığını
ve özlemini hissettirmeyen kocaman bir ailenin oturduğu kocaman bir
ev geliyor aklıma..
Fatma Ravza Pehlivanoğlu
Şubat-Mart-Nisan
Gürpınar Denilince;
Gürpınar samimi,
sevgiyle dolu bir aile
yuvası..
Zeynep Barut
Şefika Kaya Meriç
[email protected]
Konuştuklarımız
hep başkalarının
düşünceleri oldu.
Dönüp geriye
baktığımız zaman biz
bir hiçtik.’’
Gençli¤in
G
Istırâbı
ençlik rüzgârın önünde savrulan yapraklar
gibi mi olmalı? Bu sorunun cevabı elbette
ki: hayır olmalıdır. Bu, bizim için en acı bir
itiraftır. Şahsi kaygılarımızı sıraya koyup ve eski ile
yeninin değer anlayışını kıyasladığımız zaman, genelde insanların, özelde de gençlerimizin değer
anlayışlarının çok hızlı ve menfi istikamette farklılaştığını, kısırlaştığını müşahede etmekteyiz.
Gençlerimizin, içinde bulundukları halin, olması
gerekene bakarak üzüntü verici olduğunu ifade
edebiliriz. Ne acıdır ki; bu bir itiraftır. Sorun şu: Zaman ve yaşanılan hayat gençlerimizdeki değer ve
yargı anlayışını hızla değiştirmektedir. Ve birçok
güzellikle tezyin olması gereken gençlerimiz aksi
istikamette birçok değerden yoksundur. Nihayetinde genç beyinlerde oluşmuş olan değerler dizisi
korkunçtur.
Neden? Gençlik rüzgârın önünde savrulan bir
yaprak gibi oluyor Veya ifademi değiştirerek şunu
ifade edebilirim: Neden gençlerimiz başka başka
rüzgârların önünde savrulmaya mahkûm durumdalar? Kuşkusuz bu tespit ilk değil ve son da olmayacaktır. Ancak her zaman suçlu olarak görmeye
alıştığımız ve benim de şu an aynı şeyi yapacağım
gibi: modern çağın1 ezici kültür anlayışı karşısında yeterince donanımsız olan gençlerimizin zayıf
ve narin beyinleri heder olmaktan başka bir çare
bulamamaktadırlar Çağımız gençliğinin büyük bir
bölümü uykudadır. Uyanık olanların uyuyanlara
oranı az olmakla beraber uyanıklar istenilen seviyede diriltici değiller, olmamaktadırlar.
Gençlerimizin her zamanki önceliklerinin ve değer yargılarında temel aldıkları ölçülerin, manevi
ve insani mefkûre olması için, öncelikli ve ideolojik
olarak bazı imkân ve olgulara sahip olmaları gerekmektedir. Bu imkân ve olgular gençlerimizin daha
çok fikir platformunda dirençli, özgüvenli ve sabit
olmalarını sağlayacaktır.
İlk olarak gençlerimizin model alabilecekleri,
yani onlar için idol2 olabilecek şahsiyetlerin olması
lazım. Tarihi sürece baktığımızda büyük insanlar
sadece üniversite bitirmiş, akademik kariyeri olan
ve modern kültürlü ortamlardan gelmiş insanlar
arasından çıkmamıştır. Bu saydıklarım, sadece
büyük olmayı besleyen yan etkenlerdir. Asıl şahsiyetleri büyüten, önlerinde ulaşmak durumunda
Şubat-Mart-Nisan
hakikat-i baliğa doğar.’’ Genç beyinler tartışmayı laf
kalabalığı ve lâf ebeliği olarak algılamaktan ziyade
meşru zaman ve zeminde faydalı müzakereler yapmak olarak algılamalılar. Gerek kendileri gibi düşünen gerek farklı düşünen insanlarla fikir münakaşaları yapmak, zihin jimnastiği açısından da mühim
bir faaliyettir. Beyinlerin dumura uğraması bir genç
için felakettir. En önemlisi de gençlerimiz tartışma
adabını bilmeli ve faydalı olanı tercih etmelidirler.
Hele hele üniversite öğrencisi olan arkadaşlarımız,
kültürel faaliyet ortamlarını kendileri oluşturmalı ve
bu aktiviteleri ikinci bir üniversite olarak algılamalıdırlar. Sadece okul dersleri ve üniversite programı
ile yetinmek bir arkadaşımızın kendi sonunu hazırlaması demektir.
oldukları birer modellerinin olmasıdır. Her yönüyle çaplı ve donanımlı olan insanlar toplumlarının
gayri resmi medeniyet taşıyıcılarıdırlar. O insanlar
sayesinde gelecek nesillere kültür aktarımı sağlıklı
bir kanaldan olabilir. İşte bu manada gençlerimizin idol yoksunluğu, onları içinde bulunduğumuz
vaziyete düşürmektedir. Bir yönüyle de gençlerin
bu idolu kendi gayretiyle bulması gerekmektedir.
Kendi kendini harekete geçirebilmeli, aktiflik adına,
sade ve sığlığın kaygısını çekerek, bu dertlenmeler
genci tahrik edip bir şeyler yapma kaygısına düşürmelidir. Bunun sonunda ortaya yeni yeni ürünler,
programlar ve projeler çıkacaktır.
Gençlerimizin içinde bulundukları ikinci eksiklik:
yoğun ve etraflı bir okuma ve araştırma faaliyetinden yoksun olmaları. Günümüzün genci okumayı
Üçüncü temel etken olarak da gençlerimizin
unutmak üzeredir. ‘’Okumak’’eyleminin kendisi ayçağın imkânlarını yeterince ve amacına münâsip
rıca bir kültür meselesidir. Kendisini okumakkullanamamaları. Bu, kültür çatışması noktan araştırmaktan mahrum bırakan ve biltasında çok gerekli olan bir olgudur. Çagiye ulaşma kaygısında olmayan genç,
ğımız, teknolojik ve bilişim açısından
Kendisini
küflenmiş bir hafızaya ve donmuş bir
hızına yetişilemeyecek derecede hızokumaktan
beyne sahip olmaktadır. Malumdur
lıdır. Bir gencin tercih edilebilmesi
ki kavramların hem üretenleri hem
için birden fazla hususiyeti olması
araştırmaktan
de kullananları sadece ve sadece
mecburiyet halini almıştır. Yukarımahrum bırakan
okuyan insanlardır. Okuma yapda bahsettiğimiz ve ehemmiyeti
mayan insanların yapabilecekleri
tartışılmaz olan okuma eylemi
ve bilgiye ulaşma
tek şey o insanların kavramlarını
tek başına yeterli olmamaktadır.
kaygısında
olmayan
tırnak içinde kullanabilmektir. Bir
Zamanımızın gencinin ağzı laf
genç, küflenmiş bir
yazarın ifadesi bu manada çok
yapmalı, eli kalem tutmalı gözleri
manidardır: Diyor ki: ‘’önce cümdeğil aynı zamanda kalbi de göhafızaya ve donmuş
lelerimizden ünlemleri çıkardık.
rebilmeli. Sadece okumak yetmez
bir beyne sahip
Konuştuklarımız ve yazdıklarımız
bunun yanında birden fazla dil bilderinlikten uzak oldu. Ardından nokmek,
sadece bilgisayar kullanmayı
olmaktadır.
taları ve virgülleri çıkardık. İfadelerimiz
bilmek yeterli değil bunun yanında
anlamsızlaştı. Hep düz ve basit cümleler
birden fazla programı kullanmayı bilmek,
kurduk. Sonra tırnak içinde konşmaya başlaayrıca sadece izleyen olmak yetmez kendisidık. Konuştuklarımız hep başkalarının düşünceleri
nin de izlendiği ortam ve aktivitelerde bulunmak
oldu. Dönüp geriye baktığımız zaman biz bir hiçtik.’’
çağımızın gencinin yapması gereken birincil ödevGençlerimiz hiç olmamak için okumak zorundalar.
lerindendir.
Velhasılı kelâm gençliğimizin hali pürmelâli iç açıcı
Hiç olmak öncelikle bir toplum için yok oluşdiyemeyiz. Bunda birey olarak her birimizin payının
tur. Toplumun dinamiklerinden en lazımlı ve en
olmasının yanında gençlerimizin kendi gayretsizlikleri
güçlü olması gereken tabaka genç nesil olduğuna
de etkili olmaktadır. İlk şart güçlü bir okuyucu olmak,
göre gençlerimiz, tırnak içerisinden çıkıp özgün
araştıran ve merak eden bir ruha sahip olmak ve en
fikirlerini dile getirebilmeliler ve öznel cümlelerini
mühimi de ne olduğunun farkında olup ne olacakurabilmeliler. Kanımca bunun en kolay yolu okuğının muhasebesini yapabilme yetisinde olmak. Bu
maktan geçer.
öncülleri yerine getiren gençliğimizde gözle görülen
Gençliğimizi körelten en büyük etkenlerden birideğişimler müşahede edilecektir.
si de karşıt fikir ortamlarından uzak oluş ve tartışma
Dipnotlar: 1) Aslında suçlu olan her zaman modern çağ değildir.
Bu bizim kendi iç dünyamızın rahatlaması için oluşturduğumuz suni
bir savunma mekanizmasıdır. 2) İdol kelimesi mana itibariyle ifade etmek istediğimiz fenomeni karşılamamaktadır. İdol, put ya da mini put
demektir. Burada model, örnek alınma durumunda olan manasında
kullanılmıştır.w
zeminlerinden bîhaber oluştur. Karşıt hareket tahrik
olmayı, tahrik olmak da bir takım hareketlenmelerin
husule gelmesini gerektirir. Büyük ediplerimizden
Ahmet Haşim’in ifadesiyle ‘’müsademe-i efkârdan
Şubat-Mart-Nisan
Ayşe Erbalcı
Hasbihal -2
Z
aman su misali akıp geçiyor. Gün 24 saat.
Mümin 24 saatini nasıl geçirmesi gerektiğini düşünmeli, planlamalı… Aklımızın,
gönlümüzün, elimiz-ayağımızın, dilimizin neyle,
ne kadar meşgul olacağını belirlemeli.
Yarın Rabbimizin huzurunda hiç birimizin mazereti olmayacak. Efendimiz ne güzel buyuruyor;
“Size 2 şey bırakıyorum biri Kur’an, diğeri benim
sünnetim.” Rehberimiz Hz. Muhammed Mustafa
(s.a.v), O’nun sözleri Kur’an, hayatı Kur’an; Gerçekten yaşayan Kur’an ı Kerim O.
Kur’an’ın emir ve yasaklarını bize bildiren önderimiz, barışta-savaşta, akrabalıkta-komşulukta, yardım alırken-yardım ederken; baba-evlat,
dede-torun, eş, öğretmen olarak, her ne modele
ihtiyacımız varsa, her birinde Efendimizin üstün
örnekliğini görebiliyoruz.
14 asır önce temeli atılan ve günümüz şartlarında adeta bir üniversite eğitimine denk eğitim ve kurum Ashab-ı Suffe Mescid i Nebevi’de,
(s.a.v) Efendimizin hemen yanı başında yatılı, eğitim gören, Efendimize gelen mesajları O’ndan
10
Şubat-Mart-Nisan
Dünyada, takat ve imkan nispetinde, Efenduyup, ezberleyen, sonra deriler üzerine yazan
seçkin insanlar. ‘Ben güzel ahlakı tamamlamak
dimiz ve ashabının yolu olan ehli sünnet çizüzere gönderildim’ diye buyuran, ûl-ü Kibraya
gisini muhafaza ve müdafaa etmek gibi bir
(s.a.v) efendimizin gölgesinde, herkesten daha
misyonu yüklenmek,elbette ki büyük ve ciddi
çok ilimle meşgul olup Allah (cc)’ın sevgilisinsorumlulukları da beraberinde getirmektedir.
den başka velileri olmayan, yegâne gayeleri O
Bir yandan bu sorumlulukları yerine getirmek,
(s.a.v)’nun sonsuz ilminden nasiplenmek olan,
diğer taraftan da inandığımız bu dini, tahrife
kısaca ömürlerini Allah(cc) yolunda harcamakla
uğratanlara fırsat vermemek için gayret etmek
huzura kavuşan sahâbîler…
gerekmektedir.
Kur’an ilmi tahsil eden, Resûl-i Ekrem (sav)
Hep rızaya talib olmuşlar. Kimin ne bildiğinEfendimizin va’z ve derslerini dinleyerek. Vakitden çok, kim ne kadar,ne biliyorsa onunla Allahın
lerini Resûlüllah (sav)’ın huzurunda geçiren bu
rızasını aramışlar.
mübârek zümre, Efendimiz (s.a.v)’den hep feyz
Biz de Rabbimizin yüce rızasına talibiz. Neye
ve ruhaniyet alarak Resûl-i Ekrem (sav)’in medregücümüz yetiyorsa, ne kadar yapabilirsek, o kasesinde Allah için, ilim dertlisi birer talebeydiler.
dar gayret etmeliyiz.
Peygamber Efendimiz (sav) tarafından tespit edi… Bazen bir açı doyurarak , bazen bir yoklen muâllimler, kendilerine Kur’an öğretirlerdi.
sulu giydirerek, bazen canı sıkılan birine moral
Bu muallimlerin rahle-i tedrisinden geçen öğrenvererek, bazen bir hastayı tedavi
ciler, Müslüman olan kabilelere
ettirerek Rabbimizin rızasını kaBütün hayatları
Kur’an öğretmek ve Sünnet-i Rezanmayı umarız. Rıza ararken, bu
sûlullahı beyân etmek için gönilim öğrenmek ve
gayretlerimizi bazen bir vakıf ,baderilirlerdi.
zen bir dernek, bazen bir Kur’an
öğretmekle geçen
Kur’an nûrunun kısa zamanda
Kursuyla birlikte hareket ederek
Ashab-ı Suffa’nın
âlemin her tarafına sürâtle yayıl… Ama hep rızanın peşinde, her
masında bu ilim heyetinin büyük maişetleri ve dünyevi gün daha fazlasını yapmalıyım
payı vardır. Bu bakımdan İslâm
gayretinde olmalıyız.
tarihinde Ehl-i Suffâ müstesnâ ihtiyaçları Rasulullah
Her fırsat bir sorumluluktur.
bir yer işgal eder.
(s.a.v.) ve gönlü
Rabbimiz bize verdiği fırsatlarBütün hayatları İlim öğrendan, bizleri sorumlu tutacaktır.
zengin, hayırda
mek ve öğretmekle geçen AsYürüme imkanı olanlara, nereye
yarışan ashab-ı
hab-ı Suffanın maişetleri ve düngittiğini soracaktır Rabbimiz. Aklı
yevi ihtiyaçları Resulullah (s.a.v)
kiram tarafından
olanlara, emre itaat edip etmeve gönlü zengin,hayırda yarışan
diğini soracaktır. Bize sahip oldukarşılanıyordu.
Ashab-ı Kiram tarafından karşılağumuz her neyse onu, aklımızı,
nıyordu.
sağlığımızı, vaktimizi, dostlarımıBir kere Hz. Fâtıma (r.a.), el değirmeni ile un
zı, bilgimizi, maddi zenginliğimizi fırsat olarak
öğütmekten yorulduğundan şikâyet ederek bir
vermiştir. Şimdi bu fırsatları doğru değerlendirhizmetçi istediğinde Efendimiz ciğerpâresini
mek ve sorumluluklarımızı yerine getirmek dureddetmiş ;”Kızım! Sen ne söylüyorsun? Ben herumundayız.
nüz Ehl-i Suffa’nın mâişetini yoluna koyamadım.”
Kuran eğitimi hizmetlerin en önde gelenidir.
Buyurarak Kuran eğitimi alan Ashab-ı Suffanın
Ne mutlu bu eğitimin gerçekleşmesinde kendini
ihtiyaçlarını karşılama konusundaki önceliği ve
sorumlu hissederek gereğini yapanlara…
hassasiyeti ile;
Bir tarafta Ashab-ı Suffa ,bir tarafta Kur’an
Tarih yazmışlar, mesajı iletmişler, gayret etKurslarımız… Hedef aynı, misyon aynı …Allah
mişler..
yolumuzu açık eyleye…
Arta kalanlarla değil, onların da ihtiyacı olanRabbimizin bu yüce davayı tamamlaması
larla..
için bize ihtiyacı yok, ancak bizim Rabbimizin
Boş zamanlarında değil, vakit ayırarak…
rızasına ihtiyacımız var.. Ne mutlu Rabbimizin
İmkanları olduğu için değil, imkanlarını zorrazı olduklarına. Ne mutlu Rabbimizin rızası için
layarak , Peygamber efendimiz ve Onun yolunda
gayret gösterenlere, ömrünü, zamanını bu uğurgiden ashabı kiram bize örnek olmuşlardır.
da sarfedenlere….
11
Şubat-Mart-Nisan
Hilal Küçük
En Değerli
Sermaye:
GENÇLİK
ayat isminin sahibi hayat vermek istedi ve insanı en
güzel yaratılışla yarattı. Çamurdan süzülmüş öz; nutfe,
alaka, iskelet ve etle kaplanan varlık aşamalarından
geçerek başka bir yaratılışla insan haline geldi.
Hayy isminin sahibi, insana ömür takdir etti. Anne
karnındaki misafirliği, dünya misafirhanesine, oradan
berzaha ve ahirete uzanacak serüvenin aktörüydü
insan. Çocuk olmadan genç, genç olmadan ihtiyarlanmazdı. Bu da Yaratıcı’nın insana koyduğu kanunuydu.
Yasin suresi 68. ayette ise uzun ömrün sonunda yaratılışın tersine çevrildiği, gençlikteki gücün yaşlılıkta
azaltılıp insanın tekrar en başa döndüğü ibret vesikası
olarak sunulmaktaydı.
Doğum ve ölüm arasındaki yaşam serüveninin
çocukluktan sonraki ilk durağıydı gençlik. Bedenin
sapasağlam, duyguların körpecik, kuvvetin yürekte
ve bedende olduğu, çaresizliklerin ve öğrenilmişliklerin yerine yaşanışların ve cesaretin olduğu ömrün
altın dem’i.
Mevlana, gençliği yapılmış, döşenip dayanmış,
tavanı yüksek, dört duvarı sağlam, onarılmaya gereği
bulunmayan bir eve benzetir. Henüz boyası dökülmemiş, tahtaları aşınmamış, çatısından su damlatmayan,
sahibi için nimet olan bir ev.
Sahibinin nimetin kadrini, ihtiyarlamadan önce
gençliğinin kıymetini bilmesi gerektir. Zira gençlik insanın en değerli sermayesidir. Onu nerede, ne şekilde,
kimlerle harcarsa hayat evi ona göre şekil alacaktır.
Kaşlar aşağı düşmeden, gözler sulanıp kararma-
dan, Yaratan için gözyaşı akıtmalıdır. Eller buruşup
titremeden, veren el olmanın kıymeti bilinmelidir. Kulaklar işitmez olmadan ezanlar, Kuranlar sem’i isminin
tecellisiyle işitilmelidir. Saçlar ağarmadan Allah adı
kalbe ve dile düşürülmeli, günahlar onu terk etmeden,
genç günahları terk edebilmelidir.
Genç, gününü hakiki anlamda gün edebilmeli, takvimden eksilen her yaprakla bir günün daha ömründen
ve gençliğinden gittiğinin bilincinde olabilmelidir.
Adam sende gençliğini yaşa diyenlere inat, Yaratanın en çok hoşuna giden gencin ibadetidir diyen
Rasul’ünün yolunu takip ederek ömrünü ve gençliğini
ibadetle yaşayabilmelidir.
Gencin kendine örnek olacağı modelleri olmalıdır.
Zira hayat yolunda tecrübesiz ancak cesurdur. Onu
dizginleyip, sağlam bir yol üzere götürecek yardımcıları olmalıdır. Genç örnek alacağı şahsiyetleri hem geçmişinden hem de yaşadığı dönemden seçmelidir.
Müslüman gencin en güzel örneği gençliği ve
gençlerle iletişimi üsve-i hasene olan Kainatın efendisidir. Peygamberimiz hayatı boyunca gençlerin eğitimine ve onların topluma kazandırılmasına çok önem
vererek gençlere birçok sorumluluklar yüklemekten
çekinmemiş, onlara her zaman güvenip cesaret vermiştir. Gençler de peygamberlerini Mekke’nin ihtiyarlarının çekinip imana yanaşmadıkları günlerde yalnız
bırakmamışlardır.
Peygamberimiz dini tebliğe başladığında etrafında toplananların çoğunluğu gençlerdi. Hz peygamber
12
Şubat-Mart-Nisan
Mekke’den Medine’ye hicret ederken
genç bir delikanlı onun yatağında yatmış ve ölümle burun buruna gelmişti. O cesaret timsali Hz. Ali’den başkası
değildi.
Habeşistan’a hicret eden kafilenin
başında yirmi beş yaşında, bir hükümdar
karşısında isllamı müdafaa eden bir genç,
Hz. Cafer vardı.
Hz. Peygamberin kızları ve Hz.
Ebubekr’in kızları da davete ilk icap eden
gençlerdendi.
Asrı saadetin gençleriydi onlar peygamberimizden sonraki nesildi, sahabeydiler.
Cesaretleri, yaşayışları ve peygamberimizin
onlara güvenmesiyle gençlere örnektiler.
Asrı saadetten öncelerde de birçok
gencin örneği yüce kitapta anlatılmaktaydı. Kur’an-ı Kerim bizlere mesel olarak genç
peygamber İbrahim’i, iffetinde numune
Yusuf’u ve gençlerin desteklediği Musa’yı
anlatır. Gençlerimizin duygularına hitap
eden, utandırmadan yumuşak ve müsamahalı davranan hayat yolu tercümanlarıydı
onlar.
Gencin yol tercümanlarının yanı sıra
hayatına yön ve gaye verecek idealleri
ve hedefleri de olmalıdır. Çevreden gelecek olumsuz tesirlere kapılmamaları
ve rotalarını şaşırmamaları için hedefleri doğrultusunda ilerleyip iradelerini
kullanabilmelilerdir. Hayatın engebeleriyle karşılaştıklarında sabır ile iradeyi harmanlayıp Rabbe yönelenlerden
olmalılardır.
Kehf suresinde anlatılan Ashab-ı
Kehf kıssası gençlerin imanına dikkat çekerek başlar. O yiğit gençler
imanlarını muhafaza için sığındıkları mağarada “Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ver ve bize (şu)
durumumuzdan bir kurtuluş yolu
hazırla diye Rablerine sabır içinde
sığınıp dua etmişlerdir. Rableri de
onları yalnız bırakmayıp korumuş
ve gözetmiştir.
Hayat yolunun tecrübesiz
ve cesur yolcusu! Hedeflerin
sağlam, örneklerin şahsiyetli, sabır ve dua yol arkadaşın
olsun ki Yaratan, kıyamet gününde gencin gençlikle imtihanında senin yüzünü ak
etsin. Amin.
Kaynak: Şefik Can- Mesnevi Şerhi,
Şaban Karaköse-Etkili Din Öğretimi
Sümeyye Tunç
Çocuk Kalbi
18
yaşında bir genç kızım.. ve hamdolsun Rabbim’e ki
O’nun yolundayım. Dönüp geriye baktığımda sanki
karanlık bir adadan çekip beni buralara getiren bir
şeyler var! Şimdi onları bulma, kavrama çabası içerisindeyim.
Aslında bu çaba çok küçüklüğümden var olan bir merakla
başladı.
Hatırlıyorum da ne zaman kendimi, dünyayı, yıldızların
gökyüzünde nasıl durduklarını hayal etsem sanki o karanlığın
içine tekrar düşüyorum. Annem hep derdi ki:
‘’Kızım dua et ve sadece Allah’tan iste!’’ Peki neydi dua,
neydi Allah!?
O’nu bana annem tanıttığı için şüphe duymuyordum.
Annem, benim üzülmemi, kötülüğümü ister mi? Demek ki
öğretmek istediği çok önemliydi. Ben annemi nasıl seviyorsam
O’nun sevdiğini de öyle sevmem gerekir.
Kimi zaman dünyanın sevgi üzerine, kimi zamanda ayrılık
üzerine yaratıldığını duydum. Ben beni yaratanı hiç görmedim
ki! Acaba ilk ayrılığı biz daha kavuşmadan önce mi yaşadık
ve tabi ilk muhabbeti…? Hep görmeden ve tam bilmeden
sevmedik mi bir şeyleri. Yanımızda (kalbimizde) olanları idrak
etmeden hissetmedik mi yakınlığını… bu kocaman sevginin
altında korkuda vardı. İnsan sevdiğini incitmek ister mi hiç!!!
Annem her zaman O’nun sevgi ve merhametinin her şeyden
büyük olduğunu anlatırdı. Her seferinde kalbimdeki sıcaklığı
daha çok hissettim ve mutlu oldum. Karanlıkta yalnız kalmaktan
korkarken O’na sığınmayı, güvenmeyi yalnız olmadığımı öğrendim. En önemlisi O’nun sevgisine ne kadar muhtaç olduğumu
anladım. Muhtaçlığımı fark edip ne kadar da küçük olduğumu
ve yüreğimdeki kocaman sevginin sesini duydum.
Evet Rabbim!... Senin hakkında bildiğim tek şey uçsuz bucaksız güzelliklerin sahibi ve her zaman ne yaparsam yapayım beni gören ve duyan bir tane Allah’sın. İşte bu yüzden ne
zaman hata yaparsam utanırdım. O hatayı düzeltmek gereği
duyardım kendimce. En çok istediğim şey; canım sıkıldığında
derdimi anlattığımın bana cevap vermesiydi. Acaba çok mu
kızmıştı bana ya da bir umut var mıydı yine!
Sonra güvendiğimin sözleri olan Kur’an’ı öğrendim. Bu
benim duama cevaptı galiba. Hiç kolay olmadı elbette ama
zorluğu yaşamanın da ayrı bir güzelliği vardı ve sanki her zorlandığımda arkasından hiç anlayamadığım bir huzur hissediyordum. O huzur her şeye değerdi işte.
Annemin sayesinde bir kursa başladım. Annemden ayrılmak bazen zor gelip ağladığım oluyordu. Ama beni sarıp
sarmalayan şeyi bırakmak da imkansızdı. O günün üzerinden
aylar geçti ve Rabbim bana bir emanetini verdi. Rabbim’e ne
kadar şükretsem azdır. Hafızlık neydi bilmezken hafız oldum.
Hafızlık Rabbim’in bana en büyük lütfu en kıymetli emanetidir.
Benim görevim ise bu emanete hakkıyla sahip çıkmak. Rabbim
tam manasıyla yaşayanlardan eylesin inşallah.
13
Şubat-Mart-Nisan
Ahmet Ziylan
İyi Bir
Anne,
İyi Bir
Eğitimci
demektir
G
ünlerden bir gün annem
çocuklarını başına topladı.
Babanızın maddi durumu
kötüleşti. Hep birlik olarak babanıza
yardımcı olacağız diyerek nasihat
etti. Herkes kendine düşeni yapacaktı. Kazancımız, her şey babamız
içindi. Babamda evin masraflarını
görecek stresten kurtulacaktı. Annem ilk iş olarak israfa dikkat edip
masrafları azaltacağımızı söyledi.
Evde helalinden ne yapabilir araştırmasına başladık. Fason Masura
sarma, fason fıstık kırma ve yeni
açılan otellerin evde yorganlarını
yapma gibi birçok işi yapıyorduk.
Ev sanki bir atölye olmuştu. Okula
14
Şubat-Mart-Nisan
giden, okuldan geldiğinde hemen işin başına oturuyordu. Evdekiler devamlı, annem
hep başımızda gayretle çalışıyordu. Babam
bir gün; ailece çalışıyoruz hepimiz bir adamın
kazandığı kadar bile kazanamıyoruz diyordu.
Zaten yüksek kazanç olsa işi bize vermezlerdi.
Onun için birbirimize muhabbet, merhamet,
itaat, fedakarlığı annemiz öğretmiş. Bu çalışmamıza Cenabı Allah (c.c) bereketini verdi.
Yaptığımız işi hem güzel, hem dürüst yapıyorduk. Aramızda kibir, gurur, benlik ve tembellik yapan yoktu. Başkalarının aleyhinde
konuşmak, yalan söylemek olmazdı. Bunları
bize annemiz öğretmiş, eğitmişti.
iyileşti. Yanımızda bir hayli çalışanımız var.
Ortaklarımız oldu. Elhamdülillah hiç biri ile
kötü olmadık. Hasmımız olmadı. Herkese
kin nefret haset edeceğimize önderimiz Muhammed Mustafa (s.a.v) gibi dua ediyoruz.
Annemizin, babamızın bize dua ettiği, kalkınmanın huzurun sırrı da burada olsa gerek
onun için Anne ve babalarınızın duasını alın,
bunlar annemizin fedakâr, çalışkan dürüst ilk
eğitimci olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Böyle olunca ALLAH (c.c) bereket
veriyor. Atalarımız yuvayı dişi kuş yapar demiş. Peygamberimizde cennet Anaların ayağı
altında demiştir.
Biz annemizi örnek alıyorduk. Ağzından
kötü kelime çıkmazdı. Beddua ve küfür hiç
duymadık.
Annemin en
kötü sözü
kızdığı zaman
‘’deli duman’’
derdi. Bizlere
hitap ettiğinde
oğlum diyince
güzel oğlum,
güzel kızım ve
tatlı gelinim
gibi sözcükler
kullanırdı.
Herkesi sever
ve kendini de sevdirirdi. Bir gün dedim ki;
Ana herkesi seviyorsun, gelin ile kaynananın
arası pek olmaz gelinini de seviyor musun?
Tabi ki seviyorum kızımdan hiç farkları yok
dedi ve ekledi:
30–35 sene önce bir iş yeri komşumuz
vardı. İyi insandı ama biraz taşkın, birazda
şaşkındı. Namaz kılmaz,
içki falanda
alırdı. Geçen
gün oğlu ile
karşılaştık.
Bana sahip
çıktı. Nasılsın
Ahmet Amca,
hal hatır sorunca bende
baban nasıl,
sağ mı, eski
haline devam
ediyor mu diyince; yok hacı amca babam
Hacca gitti şimdi beş vakit namazında çok
iyi oldu. Rahatladı iyi diyince; onu annen mi
yola getirdi dedim. Nerden bildin dedi. Bende hep anneler beyleri doğru yola sokuyor
da ondan tahmin ettim dedim.
-Ben kayın validemi de severdim ve 30
sene beraber oturduk. 30 sene gelinimle hiç
birbirimizi kırmadık demişti. Bunun üzerine
pekâlâ, ana hiç sevmediğin kimse var mı diyince biraz düşündü ve yok oğlum aklıma
gelmiyor dedi. Herkes bu kadar iyi miydi ve
hiç kötüsü yok muydu?
Bir başka hatıra; dış ülkeye seyahat ediyoruz. Uçaktayız yanımızda Merhum Sakıp
Sabacı var. Uçak havada Sakıp Bey sıra sıra
dolaşıyor. Hal hatır soruyor ve espri yapıyor.
Sevimli bir âlicenaplık sergiliyor. Benim oturduğum sıraya gelince ve Sakıp Bey espri yapınca bende bir espri olsun diye Sakıp Ağa
bu sevimliliğin ve âlicenaplığın anadan mı,
babadan mı sirayet etti deyince; Hem Anadan, hem babadan, amma ille de anamdan,
ille de anamdan cevabını verdi.
Annem ilk önce suçu kendinde arar ve
kimseyi kırmamaya dikkat ederdi. Bu hal ile
toplu çalışana Allah (c.c) yardım ediyor.
Aradan 50- 60 sene geçti. O kardeşlerimizle hala sevgi muhabbetlerimiz devam ediyor.
Birliğimizi ve beraberliğimizi koruyoruz. Allah
(c.c.) sonraları karlı işler verdi. Durumumuz
Onun için bütün Anneler çok kıymetlidir.
ALLAH (c.c) bütün kızlarımıza ve annelere iyi
anne olmayı nasip etsin. ÂMİN
15
Şubat-Mart-Nisan
âilE
Yuvası
Cenâb-ı Hakk vahdâniyyeti kendisine münhasır
kılmış, bütün mahlûkâtı çift olarak halketmiştir. Aralarına da cezb ve incizâb kanunu koyarak maddî ve
mânevî kemâli, birbirleriyle bütünleşmelerine bağlamıştır. Hiç şüphesizdir ki, eşref-i mahlûkât olan
insanda fıtrî muhabbet temâyülü, ilâhî aşka yükselmenin ilk kademesini teşkîl eder. Bu itibarla Allâh
Teâlâ, vermiş olduğu bu ulvî mertebenin muhâfaza
edilmesi ve insan neslinin temiz ve mübârek bir
şekilde devamı için âile hayatını zarûrî kılmış ve
nikâhı emretmiştir.
Nikâh, kadın için, kadınlık duygu, istîdâd ve meziyetlerinin karşı cinsine tahsîs edilmesidir. Bu da
hanımın, hanımlık vakar ve haysiyetinin muhafazasıdır. Erkek içinse nikâh, onu nefsin kötü âkıbetine
dûçâr olmaktan kurtaran ve şerefli bir âile hayatı
yaşatan mecrâdır.
Nikâh, rûhun sükûn ve huzûru yanında bedenin nizâmına da vücûd veren yegâne müessirdir.
Ahlâkın güzelliği onun sayesindedir. Âile seâdeti,
toplumun refah ve terakkîsi, yine nikâhla gerçekleşir. Kadın, kucağına aldığı yavru ile merhamet
ve şefkat duygularının inkişâfına mazhar olur. Bir
mürebbiyelik imtihanı yaşar. Erkek ise, mes’ûliyet
duygusunun gelişip kuvvetlenmesi yanında âile
reisi sıfatıyla olgunluk basamaklarını tırmanmaya
başlar. Çünkü âile, millî bünye içinde en küçük, fakat
en temel idârî bir ünitedir.
Mü’minin, takvâsından sonra en kıymetli varlığı, sâliha bir hanıma sahip olmasıdır. Sâliha kadın,
seâdet bahçelerinin en kıymetli tezyînâtıdır. Milletler, âilenin sağlamlığı ile terakkî eder. İnsanların
bir erkek ve dişiden yaratılması gerçeğine mebnî
olarak kurulan âile çatısındaki hikmetler, Allâh’ın
pek yüce âyetlerindendir.
İdrâk sahipleri için nikâhdaki ibretler hakkında
âyet-i celîlede şöyle buyurulur:
“Kaynaşmanız için size kendi (cinsi) nizden eşler yaratıp aranızda muhabbet ve merhamet te’sîs
etmesi O’nun âyetlerindendir. Doğrusu bunda, iyi
düşünen zümre için muhakkak ki ibretler vardır..”
(er-Rûm, 21)
Bu âyet-i kerîme, birtakım hikmetleriyle birlikte
izdivaçtaki en büyük gâyeyi göstermektedir: Allâh
yolunda muhabbet ve merhamet sâhibi olmak...
Bunun içindir ki Hazret-i Peygamber -sallâllâhü
aleyhi ve sellem-, kendisiyle evlenilecek bir hanımın
vasıfları ve tercih sebebi husûsunda:
“Kadın dört şey, yâni malı, güzelliği, soy-sopu ve
dîndeki kemâli için nikâhlanır. Siz dîndar olanını tercih
ediniz ki, elleriniz hayır görsün!..” buyurmuşlardır.
Diğer bir hadîs-i şerîfde:
“Kişinin yüceliği dîninde, mürüvvet ve şerefi aklında, soy-sop güzelliği de (nikâhla korunan) ahlâkında
gizlidir.” buyurulur.
Cemiyet ahlâkını muhâfazada en müessir âmil,
nikâh olduğu için Allâh Rasûlü -sallhallâhü aleyhi
ve sellem-, onun zorlaştırılmaması husûsunda ümmetini îkâz ederek:
“Nikâhın hayırlısı, külfetsiz olandır.” buyururlar.
Diğer taraftan âile yuvasının kurulması yolunda
yapılan merasimlerde gâyet mütevâzî davranmak
ve israftan kaçınmak zarûrîdir. Ayrıca gayr-i şer’î
birtakım yanlış hareketler ve âdetlerle bu mübârek
teşebbüse kötü bir başlangıç yapmak da, hüsrân
kapısını aralamaktır. Ancak yüce şerîat hükümlerine
bağlı ve ahlâk kâidelerine uygun nikâh meclisleri,
16
Şubat-Mart-Nisan
mübârektir ve duâların makbûl olduğu mekânlardan biridir.
Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyururlar:
“Evleniniz, boşanmayınız!.. Zîrâ boşanma dolayısıyla arş titrer...”
Âile seâdeti, iki tarafın karşılıklı haklarını iyi kullanmasına bağlıdır.
Âile reisi erkekdir. Âile riyâsetini düzgün yürütmek daha ziyâde erkeğe bağlıdır. Âyette: “Erkekler,
kadınlar üzerinde idârecidirler.” (en-Nisâ, 34) buyurulmaktadır.
Âile reisliğinin erkeğe verilmesi, kadınların aşırı
hissîliğinden dolayıdır. Husûsiyle neslin korunması,
ancak şefkat duyguları ile mümkündür.
Bu üstünlük zulüm ve tahakküm için değil, âile nizâmını sağlamak ve izdivaç hayatını korumak
içindir. Kadın da ev içine âid husûslarda âmirdir.
Erkeğin; nafaka, mesken, muhârebe, namazda
imamlık, hükümdarlık gibi mükellefiyetleri üzerine
alması, onun, itâatın kutbu olduğunu göstermektedir. Bu hâl, kadınlardan peygamber gelmemesinin
en mühim delillerindendir.
Önce Âdem -aleyhisselâm-’ın yaratılması, sonra
Havvâ vâlidemizin bir filiz gibi ondan neş’et etmesi,
erkeğin öncülüğünü gösteren açık bir hakîkattir.
Hazret-i Âdem’in sol kaburga kemiğinden yaratılan
Hazret-i Havvâ’nın, tek candan kopan ikinci bir parça olduğu gerçeği, aynı zamanda kadın ile erkeğin,
yakınlık ve kaynaşmasına en güzel bir îzâhdır. Zîrâ
bütün mahlûkâtın var oluş sebeplerinin temel sâiklerinden biri de: “Ben bir gizli hazîne idim. Mârifetime muhabbet ettim de mahlûkâtı yarattım.” hadîs-i
kudsîsinde beyân buyurulduğu üzere muhabbettir.
Bu da ilâhî aşka bir merhaledir. Zîrâ ilâhî aşk, varlığın sebebi olduğu gibi aynı zamanda gâyesidir
de. Bunun için ilâhî aşka bir basamak olan sevme
meyli, bütün canlılara ve hassaten insana fıtrî olarak
verilmiştir. Lâkin bu fıtrî temâyülün gerçekleşmesi, muayyen bir mecrâda olmalıdır. İşte bu mecrâ,
nikâhdır. Bunun içindir ki İslâm âile hayatının temeli, muhabbet, ahlâk, fazîlet, dînî metânet, hüsn-i
muâmele, merhamet, sadakât, sabır, mukâvemet
ve sulh u selâmet gibi mânevî cevherlerle tezyîn
olunmuştur.
Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- ve Hazret-i Havvâ
vâlidemizle cennette başlayan âile hayatı, Allâh’ın
takdîr ettiği izdivaç kanunu ile âdemoğullarına intikâl etmiş, İslâm dîni ile ebedîleşmiştir. Gerçekten
İslâm dîni, koyduğu kâidelerle âile hayatına cennet
huzûru ve dâimî bir baharın rahmet semâsı olmuş-
“Kişinin yüceliği dîninde, mürüvvet ve şerefi aklında, soysop güzelliği de (nikâhla korunan) ahlâkında gizlidir.”
buyurulur.
tur. Bu seâdete nâil olabilmek için, nikâh ve izdivaç
kanunu ile birer Âdem ve Havvâ manzarası sergilemek, onlar gibi Allâh muhabbeti ve takvâ yolunda
kaynaşan âdetâ tek can ve tek nabız hâline gelebilmek zarûrîdir.
Âile seâdetinin te’sîsi husûsunda âyet-i celîlelerdeki “ittekû” ifâdelerinin ihtivâ ettiği “takvâ” pınarından nasîb alabilmek çok mühimdir. Hazret-i
Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz,
kadın hakları husûsunda vedâ hutbesinin bir bölümünde şöyle buyurmaktadır:
“Ey İnsanlar! Kadınların haklarına riâyet ediniz!
Onlara şefkat ve sevgi ile muâmele ediniz! Onlar hakkında Allâh’dan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allâh emâneti olarak aldınız; onların namuslarını
ve iffetlerini Allâh adına söz vererek helâl edindiniz!”
Hanımların, ev tanzîmi ve sâlih bir nesil yetiştirmek yolunda evladlarının ahlâkî yapıları ile meşgûl
olmak yerine, hanımlıklarına, müstesnâ fıtratlarına
zıd işlere yönlendirilmeleri, mantık, iz’ân ve îmâna
sığmaz. Çünkü âiledeki huzûr ve seâdet, kadındaki
ve erkekteki istîdadların yerli yerince kullanılması
ve korunmasıyla elde edilebilir.
Kadınlığın kemâli, Allâh’ın verdiği güzel kâbiliyetleri muhâfaza ile tahakkuk eder. Şâyet kadın,
husûsiyetlerini ilâhî ta’yine ters bir sûrette yönlendirir ve kendi hakîkatine vedâ ederse, kıymetini
mahveder; huzûrsuz ve bedbaht olur. Âile ocağını
kurutur. Böylece toplum hayâtı çoraklaşır. Çağımızda kadınlarla erkekler arasında sun’î bir eşitlik yarışı
17
Şubat-Mart-Nisan
bulunan kızı Hazret-i Fâtıma’ya bütün ev işlerini düzenlemesini, Hazret-i Alî -radıyallâhü anh-’a da dış
işleri tanzîm etmesini emir buyurmuş, böylece bir
âilede olması gereken iş bölümünü fıtrî husûsiyetler çerçevesinde te’sîs etmişti. Ancak mübârek kızı
Hazret-i Fâtıma, ev işlerinin çokluğu, buna mukâbil
bedeninin zayıflığı ve evladlarının küçük olması
dolayısıyla birgün kendisine gelip yardımcı istedi. O
rahmet ve merhamet Peygamberi -sallâllâhü aleyhi
ve sellem-, mübârek kızının bu isteğini hoş görmeyip kabûl etmedi.
Bizzat Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellemtarafından, hem de iki gözünün nûru mübârek kızı üzerinde bütün ümmete sergilediği bu misâl,
çok ibretlidir. Bu hakîkat istikametinde bilmelidir
ki, hanımların ev işleri ve neslin eğitimi ile bizzat
meşgûl olmaları, onların şerefini müstesnâ bir şekilde artırır.
Âilede seâdetin sağlanması hiç şüphe yok ki,
iyi bir babanın olgun idâresine dayanır. Lâkin bir
babadan, gücünün ve kazancının üstünde bir şeyler beklemek, ana ve çocuklar için hak değildir. Erkeğin vazîfesi, israfa sapmamak ve luzûmundan
aşağı düşmemek şartı ile ortalama bir gıdâ ve geçim te’mîn etmektir. Erkek zengin dahî olsa, isrâftan
korunmakla mükelleftir. Zîrâ mülk, Allâh’a âid olduğu için insana sadece bir emanet olarak verilmiştir.
İnsan bu şuûr içinde hareket etmezse, israfın ağır
mes’ûliyyetini yüklenmiş olur. Burada insan karnının, bir tehlike kazanı olduğunu unutmamak gerekir. Onun infilâkı, maddî ve mânevî helâktir.
Şefkat ve merhamet, en güzel bir şekilde anaların gönlünde yerini bulur. İnsandaki analık hususiyyeti, hiçbir mahlukâtın analık mefhumuyla
mukâyese edilemeyecek derecede üstündür. Çünkü insan yavrusunun yalnız fizikî varlığına değil,
aynı zamanda ruhuna sunulacak ilk gıdâ da, anada
tezâhür eder. O ana ki, kâinâtın Rabbine en yakın
olmak istîdâdıyla mücehhez olan insanı doğurmaktadır. Peygamberlerden en âciz ferdlere kadar beşer
olan her varlık, hem fizikî, hem de mânevî olarak ilk
gıdâsını anadan alır. Analar, yaratıcının ilâhî merhametinden en fazla nasîb almış varlıklardır.
Hâsılı evlilik, İslâm’ın, üzerinde çok hassas bir
şekilde durduğu maddî ve mânevî iki yönlü ulvî
bir müessesedir. Dolayısıyla bu ulvî müessesenin
te’sîsi husûsunda son derece ciddiyet ve dikkat sahibi olmak zarûrîdir. Aksi halde izdivacı basit bir
beraberlikten ibaret zannederek oluşturulan âile
yuvaları, arş-ı âlâyı titreten hâdiseler olarak ifâde
edilen yersiz boşanmalarla neticelenmektedir.
Hanımların, ev tanzîmi ve sâlih
bir nesil yetiştirmek yolunda
evladlarının ahlâkî yapıları
ile meşgûl olmak yerine, hanımlıklarına, müstesnâ fıtratlarına zıd işlere yönlendirilmeleri, mantık, iz’ân ve
îmâna sığmaz. Çünkü âiledeki
huzûr ve seâdet, kadındaki
ve erkekteki istîdadların yerli yerince kullanılması ve korunmasıyla elde edilebilir.
başlatılmıştır. Yaratılıştaki husûsiyetlere zıd olan bu
yarış, hanımlık ve annelik meziyetlerini za’fa uğratmakta ve âileyi yaralamaktadır. Diğer taraftan
zamanımızdaki çocuk aldırma hâdiseleri, câhiliyye
devrindeki kız çocuklarını diri diri gömmenin modernleşmiş bir şekli olup asrın cinâyetidir.
Çocuk istememek; ilâhî lutfa nankörlük, nikâhın
ciddî gâyesine aykırılık, rûhânî, ictimâî, ahlâkî kıymet ve lezzetlere karşı duygusuzluktur.
Gerçek şudur ki, Cenâb-ı Hakk, her varlığı ve o
varlığın her cüz’ünü bir maksad için yaratmış ve o
maksadla yaratılış gâyesini gerçekleştirmeye müsâit
bir biyolojik ve psikolojik yapı lutfetmiştir. İşte bu realite sebebi ile İslâm, yaratılış husûsiyetindeki gerçeği esas alıp beşeri ona göre istikâmetlendirmiş,
kadınlık ve erkeklik istîdadlarını, gerektiği şekilde
yönlendirmiştir.Nitekim Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, cihan kadınlarının zirvesinde
1998 - Eylul, Sayı: 151, Sayfa: 20
18
Şubat-Mart-Nisan
Betül Önal
Haydi
O Zaman
G
bürünmüş bir ikra lafzıyla gönüllere hitaptır!.
Neyzenin nefesinden çıkan bir Şems-ü Mevlana’dır yerine göre.
Kimi içinse bir ukbâ’dır. Derya içinde bir ummân!
Dilin lafza dökmeye kudret getiremediği. Kelimelerin mecalini yitirdiği. Bir çift gözün devreye
girdiği an’dır.
İmalara sıkıştırılmış en güzel kıssa’dır. Ahsen-ü’l
kasas, ‘’Sebeb-i Aşk’’
Yedikçe acıktığın bir aş!. Doyamadığın, yedikçe acıktığın. Tıpkı Hallâc-ı Mansur gibi ‘’Enel Hakk’’
düsturunca…
Bir istiridyenin incisine duyduğu muhabbet. Ya
da incinin ta kendisiydi belki de. Bir gün ayrılmaya
boyun eğmiş zerâfet timsali.
Ahûzar’dır. Her damlayı yanaklarından süzüp
gönlüne akıtan. Günbegün doğan güneş.
O Aşktır ki nefes alırken ateşinin şiddetinden
ağzından ciğer kokuları getirir. Sevmeye istidadı
olmayana soyuttur Aşk! O kadar somut ki aslında
görebilen, duyabilen gönüllere.
Zaman zaman kıyıya vurur, hırçın dalgalarıyla
engel olamazsın!
Gün gelir durgun suyun üzerinde hafif bir meltemle dans eden yakamozlardır ki izlemeye doyamazsın.
Hikmettir! Görünenin çok ötesinde, idrak ötesinde. İki kapak arasında toplanmış cümlelerin fısıldadığı bir sırdır, en merak edilen…
Ne var ki bu sırdır… Hurufu mukattâa misali.
Madem ki gidiş o’na.. Fefirru ilallah! Koşun O’na
Haydi Allah’a kaçın. Kaçışınız o’na olsun. Zaten davette O’ndan “Ve ileyye’l mesir” yine de dönüp dolaşıp bana gel! Benim kapıma. Bu davete icabet vacip
olmuş artık üzerimize. Madem öyle; aşk’ı başka vefasızlarda arama En merhametliyi, merhametsizce,
merhametsizlere; Tercih etme!
Haydi o zaman bu mübarek bekleyiş’e acizane
icabete.
ecenin seherinde arşa uzanan dualarımın arasında isim isim zikrederken sevdiklerimi. Ve düşüncelerim an an hülasa etti ‘’sevgi’’ nedir?
Damla damla döküldü sözler kalemimin ucundan. Peki nedir bu sevgi? Nedir sevmek bileniniz
var mı?
Bir ağlayan nazlı bebek, ya da mışıl mışıl uyuyan
tatlı bir melektir sevmek! Bir göz bebeği. “Nurun
âla nur” sırrına gizlenmiş. Ahenkli bir ışıktır parlayan. Öyle ki gözleri kamaştıran, Can’dır sevmek.
Bir noktayla giriş yapıp koca bir ömrü üç noktaya
hapsetmektir.
“Fefirru ilallah” emriyle giriş yapıp “ Vasıl-ı
İlallah’ta son bulmaktır. Söylenebilenlerin yanında
daha söylenemeyen pek çok tecellinin hâl lisanıdır.
Sızıdır gönlünde sakladığın… ilahi rızanın makamına layık sevgiler için köprüdür.
Vuslata basamak, Rahmet’e aksetmiş bir parça.
Üfürdüğü mübarek ruhun merhamet tecellisi.
Gönüllerin fethidir sevmek! İstanbul’un Fethi misali.
Nice beyhude yakarışların doluluğu! Yoklukta
sığındığın en ulvî basamak. Varlık kaftanını çıkarıp,
hiçlik gömleğini giydirmektir. Silbaştan başlamak
hayata.
Hayatının en Taif zamanında teselli. Belki de hüzündür. Fani alemde Rahman’dan gelen. En derûni
sükuttur boğazına düğümlenen. Her şeyi içinde
yaşamaya yemin ettiren! İçine içine doldurduğun
derin bir nefestir. İncitmemekle nefes alan incinmemekle veren bir zaman diliminde hayat bulmaktır.
Sürurun en zirve makamıdır. Hüznünü bağrında
büyüten bir anne gibi. Özlemdir. Her saniye. Her
gecenin Rahmetinde içten içe sessiz. Issız bir ağıt!.
Bir kağıt ve bir kalemin iz düşümüdür günün derinliklerine. Kelam’dır sevgi. Harfe, zamana, sese
19
Şubat-Mart-Nisan
Esra Kabakoğlu
K
Dertlemek
endisine bildirilenlerle gözünde yaş eksik
olmayan şefkat ve merhamet menbaına;
Rahman’ın ilminde gizli ve aşikar olanların sayısınca salat-ü selam olsun..
Hayatımda çok kişinin olmasının hiç bir anlamı kalmıyor “Birisinin” olmayışından dolayı. Oysa ki O’nunla
olan beraberliğimiz ruhlar aleminde başlamıştı. Bu
yüzdendir O’nu hiç göremesem ve bilemesem de
O’na duyduğum muhabbet. Bir geçmişimiz, önceden tatmışlığımız var o ulvi tadı; herkes gibi. Şimdi de
başını taştan taşa vurup bütün varlığını sevdalısına
doğru akıtan su misali binlerce noksan ile de olsa yollardayım. Biliyorum; yeri gelecek çaresiz bir pervane
bazen de gözü kara bir divane olmam gerekecek. Ama
kararlıyım.. El öpmeye, yüz sürmeye gidiyorum ötelere.. Memleketimin tepelerinde kutlu bir şafakla birlikte
yeniden doğmaya gidiyorum.. Bir güzel uğruna nefsimin dağını taşını fersah fersah aşmaya gidiyorum..
Yar ve yarenlerle birlikte aynı sofraya oturabilmek için
yüreğimi yakıp yıkmaya gidiyorum.. Gül yüzlü bir tabibin elleriyle iyileşebilmek için Eyyüb’ün dertleriyle
dertlenmeye gidiyorum.. Beni yolsuz ve yoldaşsız
koyma Rabbim..
Ey içi cemalullah ile dolu gözleriyle baharlar büyüten sevgili! Sensizlik ki gönüllerin ecelidir.. Sen ki
kıyamet kargaşasında ki ruhların can serinliği.. Ben
ki güneşe fırlatılsa bile tekrar tutuşması imkansız bir
yüreğe hizmetçilik yapmaktayım. Buzdan denizlerde yüzer kendinden bihaber. Bir kibrit çöpünün çıkaklığına bile bilsen ne kadar muhtacım efendim..
Ebubekirce sesleniyorum şimdi sana efendim..
Dostun olamasam da dostunun yüreğiyle yalvarıyorum. Sana yine senin gönül inleyişinle, senin
de sevdiğine olan özleminle sesleniyorum. Gel
diye sevgili.. Artık yolların bağını kaldır diye gurbetin sarp koylarından. Hasretin sızı sızı akıyor
içime,boğuluyorum kıymetlim Varlığımın her zerresine işledi Medine kokulu hasretin, hurma kütüğünün iniltisi var içimde sevgili. Sen yoksun ya kıymetlim; ıslak bir şehrin kurumuş damlası gibiyim, hiç bir
hükmüm kalmadı yarınlara karşı. Açım,susuzum.
Doyur beni o ulvi kokuna. O nurdan çehreni damla
damla içir yüreğime. Kırıldı kolum kanadım, çaresizim. Çırpınıyorum sevdanın asude kubbelerinin
altında. Saatler hüzünlere bölündü, burada zaman
durdu artık kıymetlim. Ah bir olsaydım.. Olsaydım
da sen Sevr mağarasındayken o ankebutun ağında
ki bir toz tanesi olsaydım. Senin gölgene sıkışıp ruhunda kaybolmak için..
Sana öldü diyenin boynuna Ömer gibi kılıcımı
sallarım şimdi efendim. Senin dünya semasında
ki nefeslerin yeni doğmuş bir bebeğinkinden
bile daha tazedir. Senin varlığın aynalarda boy
gösterenlerden dahi daha gerçektir. Sen tek
başına bile bütün canlılardan daha fazlasın.
Sevdana gecikmişliğimizden dolayıdır
kalplerimizin tembelliği. Unutuyoruz
hep.. Sen ki ismi anıldığı yere gelensin
efendim. Kabahat seni göremeyip
başkalarında kör olan gözlerimizdedir.. Sana yollar değil, sana
mesafeler değil; sana günahlarla kararmış yürekler engel değil
mi efendim? Onları aşamadığından bir türlü birleşemiyor
zamanlarımız. Kim bilir, belki
de çok üzgünsündür şimdi.
Senin özledim deyip de
yaşlara boğulduğun kardeşlerin seni unutup da
kimleri kendilerine yar
edindiler? Kimler için
kirlettiler çeyizlik, ipek
kumaşlarını kalplerinin? Bizim yüzümüzden yine ağlamaklı
olma sakın efendim.
Kaldır artık o mübarek alnını secdeden. Akıttığın
her gözyaşı
damlasıyla
evren matem içinde
boğulmaz
20
Şubat-Mart-Nisan
mı efendim? Solmaz mı gök, sancılar içinde kıvranmaz mı bahar? Sular boyun bükmez mi, yeryüzü
kabuğundan sıyrılmaz mı? O mahsun yüzün kara
peçeler takmaz mı insanoğlunun çehresine? Söylesen şimdi kıymetlim, anlatsan bize bilseydik az
gülüp çok ağlayacak olduğumuz bilmediklerimizi.
Ayağına batan dikenlerden çok senin için hiç ağlamayan gözler mi acıtıyor yoksa canını? Üzerine
yağmur gibi yağan taşlardan çok içinde senden
başkasını barındıran kalpler mi yaralıyor bedenini?
Sahabelerin gibi olmamız gerekirken içimizde şuan
Ebu Cehiller mi var yoksa? Reyhanlarını şehit ettik
yetmezmiş gibi seni de mi Kerbela da susuz bıraktık efendim? Seni hiç göremeyişimiz senin de bizi
görmek istemeyişinden mi kaynaklanıyor yoksa
sevgili?
Ey Settar olan Rabbim! Ne olur ört üzerimi. Güzelliklerinin hiç bir giysisi kalmadı artık ömrümde.
Kara bir örtüye büründü ki yüreğim tesettürden
bihaber. Benim yanıma başka bir ben daha iliştir.
Örtülecek ve saklanacak hiç bir günahı, bir kusuru,
ayıbı olmayan.. Aslında hiç sevemediğime “Seni
canımdan da çok seviyorum” diye büyük bir laf
ettiğimde , habibine iki yüzlü davranmanın berisinde durabilmek için kalmasın hiç O’ndan başka
sevdiğim.
Şuan senin en çok sevdiğin yerdeyim kıymetlim.. Senin de en çok sevildiğin yerde.. Bizim de
bulunduğumuza en çok sevindiğin yerde. Sözsüz,
hareketsiz ve nefessiz konuşulupta bir çok sırrın
aşikar olduğu yerde.. Secdede.. Ondört asır önce
senin nemlendirdiğin seccadenin ıslaklığına sarılmış yalvarıyorum Rabbime..
Ya Rabbi! Habibin ki bütün korku ve endişelerini
bir kenara atmıştı da canlı ve cansız bütün varlıklar hesabınca Allah diyordu.Senin isminle daha da
inceliyor, bir o kadar da büyüyordu. Ben de şimdi
O’nun teslimiyetiyle başımın ezilmesini, O’nun hassasiyetiyle kalbimin yeniden yoğrulup bereketli bir
toprak haline gelmesini isterim. Sükutuyla nasıl
dağlar devirdiyse, ümmiliği ile bile nasıl tercüme
ettiyse kainatı ve cahiliye devrini nasıl yeniden yazıp okuduysa ben de haberdar olmak istiyorum
perdeler ardında yaşananlardan. Yeniden yazılmak
istiyorum hiç bir imla hatam olmadan..
Sadece ağlayanlar mı sevmiştir seni kıymetlim,
özleyen sadece ağlar mı? Sadece çağlayanlar mı
taşır heyecanın yükünü, taşları bile yosun bağlamaz mı? Senin aşkına tutulup çarpılanlar sadece
destanlar mı düzenlerdir ki? Susupta Meryem gibi
konuşanlar yok mudur ki sözleri can olan? Ne söz
kaldı şimdi bende ne de tahammül.. Ben seni isterim sadece ey can.. Bir damla sudan bile meded
ummadan sende gürül gürül yanabilmeyi, senden
bir parça olabilmeyi isterim. O ateş ki nefes gibidir.
Yanış bittiği zaman benim de ömrüm sona erer artık. Kainatı içine alan bir doğumun sancısıyla dağlar
taşlar parçalarken varlığıma sebep olan varlığı isterim. Artık seni isteyemeyecek kadar senle olana dek
hep seni, illa da seni isterim. Bıkmam, usanmam,
utanmam kıymetlim; her yolda,açılan her kapıda
seni beklemekten. Her gelenin ve her gittiğimin
sen olmanı isterim..
Ey mahsende ki durgun sulara dahi nara attıran
gümüş perçemli güzel! Ne yokluğuna dayanacak
gücüm ne de varlığını kaldıracak cesaretim var. Yarın geleceğini bilsem dahi bu günün özlemi yıktı
kalbimin tüm duvarlarını.Yardım eyle,yetiş kıymetlim. Her şey bir yana bir sensizliğe güç yetmiyor
sevgili..
O kadar değerlim, o kadar kıymetlimsin ki el
sürdürmem sana kaderimde sırrımsın. İçime sığmayıp beni benden taşırsan da yanına yaklaştırmam kimseyi alnımda yazımsın. Kimseleri buyur
edemem gayrı ömrüme, sen dört nala koştuğum
hasretimsin. Deli diyeceklerse de desinler, banane. Yüzüm güler ya da gülmez.Sen hiç ayrılmadan
kapılar önünde beklediğimsin. Ekmek gibi,su gibi
her öğün yolunu gözlediğimsin. Yollar nereye giderse gitsin,ayaklarımın yere bastığı andan itibaren sen canımı parçalarcasına kendisine gitmeyi
arzuladığımsın. Baktığım her yerde o sır perdeli
çehreni göreyim diye sen kendi cismimi
uğruna eskittiğim, yok saydığımsın. Soluksuz kalanın nefes almayı özlediğinden de
çok özledim seni efendim. Seni görmeyen gözlerle okuduğum Kur’an-ı Kerim
bile besmelesiz kalır efendim. Şimdi bir
kere bile olsa bakmayacak mısın bana
kıymeylim?Korkuyorum yar..Aşk belasına
tutuşanın ateşine yağmur bile ilişemez.
21
Şubat-Mart-Nisan
Gülümse
Hala yanağımda gül öpücüğün
Açıyor her sene bin bir tomurcuk
Cennetten kokular sunuyor her gün
Bana solmaz çiçek, o nur öpücük
Alnımı tutuyor hasta olunca
Melek kanadınca denk olan elin
Acılar içinde ben bunalınca
İksir sunar kalbe ışıktan dilin
Zeynep Sönmez
O’na Duyulan
Muhabbetin Sırrı
Gecedir insanların dert ortağı. Gecedir kalbi muhabbete bağlayan. Öyle bir vakittir ki, kalp üstüne
nur yağar. Seher vakti kalbi uyanık, Allah huzurunda
duran, bahar yağmurlarıdır onlar…
O vakitte kılınan iki rekat namaz, insanı öyle bir
götürüyor ki, insan kendini öyle bir kaptırıyor ki, her
an Allah, her an Allah…
Karanlık mı? Ortam karanlık olsa bile, içinde korkumu kalıyor. Öyle bir ilham geliyor ki, O’na duyulan
muhabbet artıyor. Öyle bir anıyor ki Allah’ı yüreği
yüreğinden kopuyor, geceler ve gecelerin kalbi seher
vaktinde. O teheccüd zamanında karanlıklar yerine
adeta bir nur oluyor…
Öyle yanıyor ki yürek,gizli sırlar zuhur ediyor. Gönül yalvardıkça yalvarıyor. Ve bir bakmışsın ki, derdin,
dermanın, her şeyin Rabb’in olmuş!
‘’Ey Rabbim! Sen bizi bu vakitlerden mahrum etme! Etme ki, gecelerde sana yakın olalım. Etme ki, Sen
de fena olalım. Sen rahmetinden bizi mahrum etme
ki, yüreğimiz bir tek sana yansın!…
22
Dolaşsın çehremde melek bakışın
Yanağımda ılık şefkatli buse
Akmasın ne olur gözyaşın
Ağlama anneciğim daim gülümse
Elif Nur ÇETO
Ben Susayım,
Sen
Söyle
İçimdeki Sensizliği
Başak Çekilarız
N
iye uzağım sana Ya Rasûlallah. Seni içimde
bu kadar yaşarken niye yanında değilim.
Sanki senin gözünden dökülür gözyaşlarım.
Hep ağlar durur bu çocuk. Sen ki yolların başında
sonunda bulduğumsun. Sen ki her kapıya çıkansın.
Sadece senin yanında teselli bulurum. Senin adını anınca geçer kalp ağrılarım. Sen ki içimde daim
sakladığım ulvi bir muhabbetsin. Sen ki her zaman
yanımda bildiğimsin. Sen olmadığında kuyulara
düşer gözlerim.
Gönlümün yağmur bulutlarını senin yolunda
hazırladım. Boşalan yağmurlarla güller yeşerttim
yolunda. O gülleri yoluna serdim belki gelirsin diye.
Belki gözleri gözlerime değer diye umutlanan
Hz. Vahşi’nin titrek nefesi geziniyor ensemin örsünde. Sütunlar arkasındna baktırma bizi kendine
Ey Nebi.
Yakınlığına kabul eyle bizi. Sevdalarımızı senin
yolunda müjdele. Sen ki sevdalıların en yücesisin.
Efendim kalplerimizde olanı dudaklarımıza taşı.
Ben susayım sen söyle içimdeki sensizliği.
Gözlerimi gözlerinin nuruna aç. Bir kez bak da
doysun sana şu gönül. Yolları eskittim senin yolunda. Benden sana yol çıkarma ey Yar! Yollar bitince
sana çıkar mı?
Öyle özledim ki seni! Öyle acıyor ki içim yanına
gelememek korkusu ile. Belkilerin umuduyla yeşertiyorum çorak kalmış gönlümü. Gel ki huzura
kavuşsun kalbim. Gel ki çiçekler açsın kurumuş
gönlümde. Kelebekler uçsun seni müjdeler gibi.
Gidişin hüzünlü sonbahardı, şimdi baharlara
açtın gönlümü. Bir geldin içimdeki yangınlar,
rahmet yüklü yağmurlar oluverdi. Varlığın
sindi ruhuma bir anda. Şimdi ben susayım sen söyle içimdeki sensizliğimi.
Sensizler yaşadığımı. İçimin içinde
bir gurbet olduğunu. Mesafelerin
uzaması artık boşuna. Sen varsın
ya Efendim. Kimse uzak değil bana.
Sen geldin ya Sultan’ım, artık gözüm
yollarda değil. Sensiz ayrılık ayrılık olmuyor, kavuşmak bile kavuştuğuna
kalmıyor. Sensiz hüzün bile yüze gelmiyor. Acılar utanıp saklanıyor. Ağlamak
beni benden götürüyor. Gözümün yaşı
kalbimin yangınını söndürür mü acaba?
Şimdi ben susayım, sen söyle içimdeki
sensizliği…
23
Şubat-Mart-Nisan
Neslihan Nur Türk
Ç
ünkü kanımız imanla dolanır. Kalbimiz imanla
çarpar. Çünkü biz, diğerler gibi değiliz. Başkalarının vicdanını sızlatmayan işler, bizim vicdanımızı acıtır. Başkalarına dert olmayan mevzular,
bizim baş tasamızdır.
Genciz, çünkü her gün yeniden tazelenen bir inanç
taşıyoruz. Yaş ötesi bir gençliktir bizimki. İnandığımız ve
bunun gereklerini yaşadığımız sürece, delikanlıyız!
Neden akıllı değil de deli? Çünkü biz, Rasûl-i
ekrem’in haber verdiği “âhır zaman” Müslümanlarıyız.
Uyanık ve akıllı geçinen birçokları bizi deli addeder.
Zira onların uyduğu kurallar bizi bağlamaz. Onların
bağlandığı değerler bizim için tek bir anlam taşımaz!
Çoğunluğun yoluna, genelin fikrine değildir meylimiz. Biz mihengimizi seçmiş, kendimizi de her dem
o mihenge vurmuşuzdur. Kıymetimiz makam mevki
ve zenginlikten gelmez. Bizim değerimiz, Allah’ın ölçüleriyle yaşama titizliğinden gelir. Kim bu anlamda
titiz, işte onun kalbi en temizdir!
Genciz biz! Öyle ufak tefek işler bizi yoramaz. Ufak
tefek imtihanlar bizi yıldıramaz! Başkaları “toy” dese,
adam yerine koymasa da biz, Allah’ın bizden ne beklediğine bakarız. Yaratanımız bizi yetişkin insan olarak
kabul etmiş ve mesuliyetlerimizi de bildirmiştir. Dili
“Allah” diyenin; kalbi de bu zikre aşkla iştirak edenin
“bunalımı” olmaz! Genciz biz! Evet aşkınız; ama hayır,
taşkın değiliz!
Akıl yaşta değil baştadır! Müslüman gençler olarak biz, işte bu veciz sözün en bariz örnekleriyiz! Kimilerinin elli yaşında bile gelemediği olgunluğa, on
sekizli, yirmili yaşlarda ermiş; bazılarının yetmişinde
bile kavrayamadığı “hayat” gerçeğini, en güzel şekilde
kavramışızdır. Zira bize, Hazreti Muhammed Mustafa
sallallahu aleyhi vesellem gibi bir peygamber nasip
olmuştur. Onu anlamamızı, O’nun mesajını hayata
geçirmemizi arzu eden ve bu uğurda gayret ve fedakarlık etmek, hayatının düsturu olmuş bulunan bir
mürşid-i kâmilin talebeleriyiz. Bir çocuk, hakiki bir
mürşit bulduğunda, nasıl da güzel yetişir. Ya bir genç
aynı nimete kavuştuğunda neler olur bilir misiniz?
Dünyalar değişir!
Genciz biz! Ne etikete, ne de isme değil, Allah’a
yakınlığa muhtaç ve hasretiz! Gönlümüzde bir deli
coşku dalgalanır. Evet, aşk da bizdedir. Fakat aşkı nefsimize kurban etmeyiz! Tamam, delidir kanımız; ama
yoktur “aşne fişne”ye ayıracak vaktimiz! Bizim zamanımız kıymetli. Çünkü ihtiyarlığa varma garantimiz yok!
Biz, ölümün yaşlı genç ayırt etmeden herkese ve her
an gelebileceğinin şuurunda, bu sebeple her bir ânı
pek kıymetli kimseleriz. O halde, ne lüzumsuz sohbetlere, ne de faydasız gezmelere açık kapımız var. Hayra
ve iyiliğe açık tüm kapılarımız ve pencerelerimiz!
Genciz! Fatih Sultan Mehmet gibi, Yunus Emre
gibi, Mevlana gibi örneklerin peşindeyiz! Bizi, ahlâkı
ve tüm hayatı tartışmalı fasıklar güruhu cezbetmez!
Biz, Allah’a kul olmakla ölümsüzleşmiş, yüce ruhların
peşindeyiz. Genciz! Ve hazreti Eyüp el ensari hazretlerinin gençlik iksiridir içtiğimiz! Biz, “ümmetim” demenin heyecanı ve bu sözün sorumluluğu ile bugün
nasıl ki genciz, seksen yaşına da geldiğimizde aynı
diriliğe talibiz!
Allah’ım! Bizi, sevdiğin, hallerini tebessümle seyrettiğin, ibadetlerinden ve hizmetlerinden razı olduğun bahtiyar gençler arasına kat da, senin lutfunla,
yaşımız kaç olursa olsun, genç kalalım! Hakiki gençlik,
senin rızan yolunda ihtiyarlayanlarındır! Lutfet ki biz
de bu çok özel nimete kavuşan, güzel kullarından
olalım! Amin.
24
Şubat-Mart-Nisan
Gençsin!
EnGüzel
Sûrettesin!
Rabia Yelimlibağ
[email protected]
‘’Geçmiş zaman odur ki’’ edasıyla süzülen bakışlar; sakin
ve dingin ikindi vakitlerini, huzurla bakan baharın sonunu
ve her anı dopdolu bir kalbin ömür hoşluğunu mırıldanıyor
gibi.
Sırtını yaslamış ruhun, geçmişe dalmış rüyan.Geçmiş
zaman odur ki...
Kıvamında bir hayatın kıvamında bir suretin. En başında
yolun, sadece tertemizdin. Bilir herkes, kendisi gibi; billur
akan bir nehir, çiçeklerle bezenmiş bir dağ başı, delice esen
rüzgar gibiydin. En başında yolun, herkes gibi, herkesin
kendisini bildiği gibi, sen en güzel surettin. Ahseni Takvim
idin.
Hızlı atan kalp, deli akan kan, ışıltılı bakış, hep soran bir
akıl idin.
Sancılı ama delice seven, konağını bulup bulup kaybeden bir gönül idin. Herkes gibi herkesin bildiği gibi, herşey
için çok erken değil, sen en doğru zaman idin. Ahsen-i
Takvim sırrında tertemiz bir genç idin.
Bilenler bilirdi o içten gelen Sesin Sahibini. Sen de uyardın, her an vicdanını yoklayan ses:
“Sonu başından hayırlıdır işin” Başı hayırlıysa sonu da
hayırlıdır işin. Sonundaki hayrı başından niyet etmelisin.
Aradaki sancılar yokluklar, sonunu belli etmek için...
Bilmelisin, en başında yolun bir ikramdır sunulan. En
parlak suret, en canlı ruhtur yansıyan.
Bilmelisin,Ahseni Takvim üzeresin, gençsin!
Aklın ve kalbin doruğundasın. Yetmiyor okumak yazmak sana, tefekkür etmek anlamak, daha çok bilmek istiyorsun. Yetmiyor sevmek sana, tutkun olmak, aşık olmak
istiyorsun. Ellerin sımsıcak ve titremiyor henüz. Saçlarının
en asil zamanı.
Farkında mısın, Gençsin.En güzel surettesin.
“Nimetin şükrü nimetin cinsindendir” Farkında mısın;
dünyadaki bütün nimetler gibi, sen de geçici bir nimettesin!
Tut kitabın elini, yol göstersin kalbine; helak olanları,
hidayete erenleri ve asıl tutkun ve meftun olacağın Sevgiliyi!
Aklın ve kalbin doruğundayken tut elini. Aklın şaşsa da
kalbin yorulsa da bırakma. Yorulsa da gözlerin, uyuma. Bilirsin, sen de herkes gibi; Ebedi uyuyacaksın zaten! Tükense
de ellerin ve ayakların durma. Sonra ne için çalışacak ki!
Gençsin ama geçici bir nimettesin. “Yol bitmez ama
biter yolculuklar. Biter başlayan her şey”!!
Tut Kitabın elini ki, titrese de elin, aklın ve kalbin hep diri
kalsın. Canlılık kaynağı Kur’an elindeyse senin; Bilmelisin,
sen her zaman gençsin ve hep en güzel surettesin!!...
Dingin ikindi vakitleri ve huzurlu baharın sonu yani işin
hayırlı sonu, ilkbaharından belliydi.
25
Şubat-Mart-Nisan
Hatice Şahin
nt
Kazakistan Çimke
şehrinde bulunan
rencileri
Kız Kur’an Kursu öğ
z
ü
n
ü
l
ö
d
‹
!
Gençler
?
e
b
â
h
a
S
i
Hang
K
ader, yolumuzu Kazakistan’ın Çimkent şehrinde bulunan 1400 yıl öncesinin ashabı suffesini andıran küçük bir kursa düşürdü. Bu
kurs 120 kişilik kapasitesiyle Kazakistan’ın her bir
şehrine talebelerini dantel gibi işleyip gönderiyor.
Sadece Kazakistan’la kalmayıp Moğolistan’lı, Çin’li,
Özbek, Tacik, Ahıska Türkü olmak üzere çeşitli ırklardaki kızlar buraya toplanıp İslam kardeşliğinin canlı
örneğini sergiliyorlar. Tıpkı zamanların en ulvisi olan
asr-ı saadette Rasulullah’ın etrafında Selman-ı Farisi,
Zeyd b. Haris, Bilal Habeşi gibi çeşitli milletlerden
genç sahabelerin olması gibi.
Bu kızlarımız belki bir avuç ama bir avuç olmak
onları üzmüyor. Çünkü bu günün bir avuç insanının
sabaha çıkınca iki avuç olacağına tüm kalpleriyle
inanıyorlar. Bunlar 70 yıl Kominizmin, ülkelerinde
yaydığı cahiliye devri karanlıklarını yırtıp, sabaha
kavuşmaya çalışan genç kızlarımız.
Hepsi de İslamın ilk tohumlarını etraflarına saçan
sahabiler yaşında. Kimisi Hz Ali’nin hicret ettiği yaş
olan 22 yaşında. Kimisi Musab b. Umeyrin akabede biat edenlerle birlikte arkasına dahi bakmadan
Mekkesinden ayrılıp Kuran hocası olarak Medineye
gittiği 25 yaşında. Kimisi Hadisleri ezberleyip muksirun arasına girdiği halde Rasulullah vefat ederken
18 yaşında olan Abdullah b.Amr yaşında. Kimisi
gençliğinin baharında bir avuç müslümanla vatanını terk edip, hükümdarın karşısına çıkarak islamı
26
Şubat-Mart-Nisan
savunma cesaretini gösteren 25‘ indeki Cafer(r.
a) yaşında. Kimisi de Peygamber (sav)’in, 17 sinde ordu kumandanı olarak tayin ettiği Üsame
b. Zeyd yaşında.
İçlerine girip dertleşmeye başlayınca hayatları ne kadar da gökteki yıldızlar olan genç
sahabelere benziyor. 0nlar gibi çile yağmurundan nasiplerini alıyorlar. Ama ne kadarda
metin duruşları var. 0nlarda biliyorlar ki dava
fedakarlık ister.
Özellikle de içlerinde bir tanesi var ki ona
baktıkça Musab(r.a) aklıma geliyor. Hz. Musab gençliğinin baharında Mekke’nin en gözde genci. Moda rüzgarını Mekke’de estiren
genç. Herkesin dilinde. Acaba bu gün Musab
hangi marka giyinmiş, saçlarını nasıl taramış,
hangi marka parfüm kullanmış, ayakkabıları
hangi moda şehrinden gelmiş. Moda deyince Mekke’nin, gencinden yaşlısına, dillerinde
olan genç ve her şey islama girmekle bitiyor
ya da her şey yeni başlıyor. Bu sıcak İslam yuvasına da bu kızımız trenle iki gün uzaklıkta
olan Kazakistan’ın Özkömen şehrinden gelmiş.
0nun içinde her şey Musab(r.a.) gibi yeni başlamış. 0 da Musab(r.a.) gibi gösterişli hayatını
geride bırakmış ve bin bir zorluklarla uğraşır
olmuş sadece inandığı dini için. Kazakistan’ın
en iyi üniversitesini kazanmış, kimsenin kazanmaya cesaret dahi edemediği, en iyi bursu verecekleri halde gözü dahi görmemiş, üniversite
bitince işi hazır olduğu halde ve çok gösterişli
bir hayatı varken o da Musab(r.a.) misali vurulmuş kainatın efendisine. Çıkmış yollara Kuranını öğrenmek uğruna ve öğrenip Musab(r.a.)
gibi düşmek için yollara.
Bu küçük yuvada daha hangi sahabenin
canlı örneği var, o da kalsın başka bir bahara.
Geldi mi çabuk giden, gitti mi de gelmeyen
bu gençliğimiz için bize sorsalar; bu gençliği
hangi sahabeye benzeterek yaşlandırıyorsun?,
diye. Bizim cevabımız hangisi olurdu acaba?
Gelin yazımızı bir hadisi şerif ile sonlandırıp
biraz kalbimizi tefekkür ufkuna doğru gezintiye
çıkaralım: “Gençlerinizin en hayırlısı, (sefahetten uzak durmakta ve temkinli davranmakta)
ihtiyarlara benzeyendir. Yaşlılarınızın en fenası
ise, (başını gaflete sokmakta ve nefsinin arzularına uymakta hevaperest) gençler gibi yaşayandır.”
Çimkent Kazakistan
Emine Şahin
İstanbul
Duydum işittim ve gördüm
Neler neler bırakmış ecdâdım
Geçtiği her bir memleketim
Eserler bırakarak yazmış adım
Ben, ya ben bir şey bırakabilecek miyim
Onların torunuyken
Öyle boş yaşamak yok artık eminim
Uyan uyan ey Müslümanım
Vatan bize emanet
Bize emanet canım memleketim
İçinde koybolan gençlik
Şuursuzca işlenen günahlar
Ya gayri meşru ilişkiler
İçinde binlerce kültürü barındırıyorsun
Ey İstanbul!
İçinde bir yumak oldu sevgin
Sen bir Ayasofya bir Sultan Ahmet’sin
Sana gelen senden ayrılamıyor
Ey İstanbul!
Yaşıyorum seni dününle bugününle
Öyle büyülendim ki seninle
Senden gayrı olmuyor
Ey İstanbul!
Uyan artık gelmedi mi vaktin
Sen bir Fatih’sin bir Akif
Yoksa ruhlarda mı öldüler
İşte şimdi ruhların fethi….
Örnek Hanımlardan
Olmak İçin
Cafer Durmuş
İ
“(Allah) iffetini korumuş olan İmran kızı Meryem’i
de (örnek gösterdi.) Biz ona rûhumuzdan üfledik;
Rabbi’nin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O, gönülden itaat edenlerdendi.” (66/10-12)
Bu ayetlerde Peygamber Efendimiz’in tertemiz
eşlerine, dört hanımın hayatından üç ana başlıkta
değerlendirilebilecek bir demet misal getiriyor ki,
burada verilen örneklerlerin başlarına gelenler, hemen her insanın karşılaşabileceği başlıca durumları
özetlemektedir. Bu itibarla konumuzu teşkil eden
misaller insanlığa ışık tutacak zenginliktedir…
Âyetlerde bahsedilen misallerin birincisi Hazreti
Lût ve Nûh (aleyhimesselâm)ın hanımlarının tavırları
hakkındadır. Onlar ki, o gün insanlığa Allah’ın mesajını taşıyan peygamberin yakınında bulunmak gibi bir
nimete erdirilmişlerdi. Allah elçisinin dînî ve dünyevî
pek çok emir ve tavsiyelerini yakından takip etme
fırsatına sahiptiler. Bundan ziyadesiyle istifade edebilirlerdi. Fakat onlar küfür ve nifak içinde yaşadılar.
Nimetin kadrini bilmediler ve kocalarının davasına
hıyanet ettiler. Peygamberin sırrını içeriden dışarıya
taşıdılar. Tefsirde belirtildiğine göre; onların kocalarına hıyaneti, iffetsizlik değildi. Münafıkça davranıp
Allah düşmanlarına haber sızdırmalarıydı.
“ Kişi ettiğini bulur” denilmiştir. Nitekim onların
hıyanetine binaen, kocaları kendilerine Allah katından gelen hiçbir şeyi savamamış ve kendilerine “Haydi ateşe girenlerle beraber siz de girin” denilmiştir. Bu
da gösteriyor ki; insan kendisine verilen imkanların
kıymetini bilmeli ve onları kötüye kullanmamalıdır.
nsanlar arasında “örnek” gösterilmek için, hangi
özelliklere sahip olmak gerekir? Örnek bir hanım
nasıl olmalıdır? “Örnek” gibi ortada bir kelimeyi
“iyi örnek” şeklinde anlayarak düşünecek olursak,
uzun soluklu iyi bir örnek ya da “numune şahsiyet”
olmak için ne yapmalı? Yolumuzu aydınlatacak örnekleri doğru yerde aramak için bu ve benzeri sorular etrafında düşünmeye ne dersiniz?...
Temel hedefi, bütün insanlığı yanlış ve çirkin
işlerden uzaklaştırıp güzel ve doğru olanlara sevk
etmek olan Kur’an-ı Kerim’de, varlığıyla çoğalmaya
basamak kılınan kadına hususen hitap edilir. Yoğunlukla kadın haklarından bahsedilen Nisa sûresiyle,
Tahrim sûresi, Ahzab sûresi, Mücadele sûresi ve pek
çok ayeti kerimeyi de sayabiliriz…
“Ey Peygamber! Allah’ın sana helal kıldığı bir
şeyi, eşlerinin hatırı için neden kendine haram
kılıyorsun?” (66/1) gibi sarsıcı bir soru ile başlayan
Tahrim sûresinin son ayetlerinde şöyle buyruluyor:
“Allah, inkar edenlere Nuh’un karısı ile Lut’un
karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki Salih
kişinin nikahları altında iken onlara hainlik ettiler.
(Ve sonunda) kocaları Allah’tan gelen hiçbir şeyi
onlardan savamadı. Onlara; “Haydi ateşe girenlerle
beraber siz de girin” denildi.
Allah, iman edenlere de Firavun’un karısını misal
gösterdi. O: “Rabbim! Bana katında cennette bir ev
yap; beni Firavun’dan ve onun (kötü) işinden
koru ve beni zalimler topluluğundan
kurtar!” demişti.
28
Şubat-Mart-Nisan
Aksi taktirde büyük zatların yakınında bulunmak,
onların boyası ile boyanmadıktan sonra hiç kimseye
bir fayda sağlamaz.
İkinci misal, Firavun’un karısı Âsiye’nin fedakarlığı
ve firasetidir. Tefsirde belirtildiğine göre o, yaşadığı
çağda akla gelebilecek bütün nimetlerin ayağına
serileceği bir yerde bulunuyordu. Her imkanı nefsine, yakınlarına tahsis eden bir zalimin sarayında
yaşıyordu. Herhangi bir dünyalığa sahip olmayı arzu
ederse, onu istemesi yeterliydi. Fakat o, bu imkanları
elinin tersiyle itti. İman nuruyla gönlü aydınlanınca,
dünyanın bütün nimetlerinden vazgeçti ve işkence
edilerek öldürülmeyi göze aldı…
El açıp; “Rabbim!” diye yalvardı. “Bana katında,
cennette bir ev yap!..” Saraylarda, mücevherlerde
gözüm yok, cennette bir ev istiyorum sadece…
Elçinin davetini işittikten sonra dünyadaki peşin zevkleri imana tercih etmem büyük bir haksızlık
olurdu, zulüm olurdu. Zaten Firavun’un işi-gücü bu
değil mi; Zulmetmek…
“ Rabbim! beni Firavun’dan ve onun kötü amelinden
koru. Beni zalimler topluluğundan kurtar!” demişti…
Rahat yaşamak, daha iyi gelir elde etmek uğruna
nice insanın, inancın bağlayıcı kurallarını unutuverdiği bir zamanda, buradaki örneğin tercihleri üzerine
yeniden düşünmek gerekiyor: İmana taalluk eden
bir esasla menfaatler karşı karşıya geldiğinde, müslüman hiç tereddüt etmeden Asiye’nin yaptığı gibi
davranmalı; dünyalığın cazibesine kapılarak ahireti
unutmamalıdır…
Üçüncü misal; namusunu muhkem bir kale gibi
koruyan İmran kızı Meryem’in insanlığa numûne
olarak sunulmasıdır. O ki, ayetle tasdik edilecek derece iffetini korudu. Gönülden itaat edenlerden oldu.
Rabbinin kelimelerini ve kitabını tasdikle tarihe geçti
ve böylece Allah katından üflenen rûha mekan oldu.
Meryem suresi 16 ila 40 ayetleri arasında anlatıldığı
üzere, bundan sonra ne yapması gerektiği kendisine
ilham edildiği günlerde “Keşke bundan önce ölseydim de, unutulup gitseydim” diye yalvardığı zorlu
bir imtihandan geçti. Fakat sonunda, hiç unutulmayacak iffet âbideleri arasına adı yazıldı.
Burada, sûre-i celîlenin son âyetinde örnek verilen Hazret-i Meryem’in nasıl tavsif edildiğine dikkat
çekmek istiyoruz: O ki, insanlığa “iffetini korumuş
olan İmran kızı Meryem” diye takdim ediliyor. Yetişmekte olan kuşaklara herhalde şunu diyebiliriz:
gençlere özendirilen gelip geçici heveslerden başınızı kaldırıp da Kur’an-ı Kerim sayfalarına baksanız,
orada yolunuzu aydınlatacak örnekler bulabilirsiniz.
Allah Kelamı’ndan alacağınız feyizle iffet, vakar ve sadakat gibi hiçbir zaman modası geçmeyen zînetlere
talip olabilirsiniz. Bütün zamanların hanımefendisi
ve cennet kadınlarının efendisi olmuş numune şahsiyetlerin izlerini sürebilirsiniz….
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) “Kur’an okuyan
kişi, ömrün en kötü çağına düşürülmez” (Buhari, Cihad,
25) buyuruyor. Bu hadis-i şerif Rûhu’l-Beyân’da
“Kur’ân’ı tefekkür ederek okuyan ve ahkamıyla
amel edenler” şeklinde açıklanıyor. Biz bu nebevî
müjdenin Kur’an kurslarında, imam hatip liselerinde öğrenci veya hoca olup ömrünün en kıymetli
günlerini buralarda geçiren bahtiyar insanlar için
hususi bir anlamı olduğuna inanıyoruz. Çünkü
onlar, gelecek kuşaklara güzel örnekler yetiştirmek için, geçmişteki numuneleri alıp hayata tatbik etmek gibi büyük bir sorumluluk almışlardır.
Bu itibarla herkesten farklı olarak, İslam ahlakını
yaşayarak yaşatmak gibi bir misyonları vardır. Kendini çoğaltma heyecanını hep diri tutmak gibi bir
dertleri vardır. Daha çok insanı Allah Kelamı ile
buluşturmak, severek sevdirerek okutmak gibi bir
misyonları vardır.
Hanımlarla ilgili verilen misaller üzerine sözü
bağlamak için şunu diyebiliriz: Biliyoruz ki, hanımlar her şeyde âhengi gözetirler ve her şeyin güzelini
ararlar. Çünkü güzele meyletmek onların tabiatında
var. Öyleyse yapılması gereken, bu fıtrî meyli “değişmez ve eskimez güzele” doğru kanalize etmektir.
Kısa süreli ve mutlaka sonlu olan güzelliklerin cezibesine aldanmayacak mukavemeti, daha gençliğinde kazanmaktır.
Örnek hanımlar listesine bir halka biz eklemeliyiz
diyerek, hedef büyütmeye var mısınız?
29
Şubat-Mart-Nisan
Kübra Topal
GÜL
YETİŞTİREN
ADAM
DİRİLİŞ
NESLİNİN
AMENTÜSÜ
AĞIR
MİSAFİR
RASİM ÖZDENÖREN
İZ YAYINCILIK
SEZAİ KARAKOÇ
DİRİLİŞ YAYINLARI
İBRAHİM TENEKECİ
PROFİL YAYINLARI
Rasim Özdenören’in
yayımlanmış tek romanı.
Batı kültürünün baskısı
ile çaresiz bırakılmış
insanımızın bocalayışı,gizli
protestoları ve gizli
kabullenişleri…Bu
romanda,düşmana karşı
mücadele vermiş bir neslin
son temsilcisi ile sonraki
neslin durumu gözler
önüne serilir. Hülasa yazara
göre anılar defterinde
gül yaprağı olmak ve
unutulmak çelenk
olup baş tacı olmaktan
daha evladır. Satırlar
bunun üzerine bina
edilmiştir. Cumhuriyet
dönemindeki değişime bir
de ‘’gül yetiştiren adam’’ın
gözünden bakmak
isteyenlere…
Sezai Karakoç,
bedenlerden önce
ruhların yenilip tutsak
olduğu bir savaşta diriliş
eri olarak tanımlıyor
kendini ve dirilişi de
‘’ruhun Allah’ı bilme
savaşını sürdürmesi ve
sürekli başarılı olması’’
olarak ifade ediyor.
Elbette ruhun etrafını
kuşatan rahmani ve
şeytani kuşatmaların
farkında ve içinde
bulunduğu mücadelede
her şeyi Allah için
bilmenin, bir hakikat
davası içinde olmanın
insanı özgürleştireceğine
vurgu yapıyor. Ve şöyle
haykırıyor; ‘’kıyametini
yaşayıp yeniden
dirileceksin’’.
Ağır Misafir; sancılı bir
geçmişin, huzursuz
manevraların, söz
ile büyük kavgaların
tezahürü ile doğmuş,
üzülen şairin sevindiren
mısraları… İbrahim
Tenekeci’nin nevi
şahsına münhasır; dolaylı
akrostişleri, muhteşem
teşbihleri, sıra dışı
sadeliği ve hafifliği yine
bu kitapta da kendini
gösteriyor.
30
Şubat-Mart-Nisan
F. Şeyda Katran
H
Sahne ve Kulis
erkes oyunun başlayacağı, gösterinin
sunulacağı sahneye dikmişti gözünü.
Koyu kırmızı perde hafifçe sallanmaya
ve titremeye başlamıştı bile. Ve perde yavaş
yavaş aralanıyordu.
anlaşılması için kötüye, melekleşebilmek için
şeytana ihtiyaç vardır. Tıpkı Cenab-ı Hakk’ın kainat aynasında kendi zatını seyretmek ve sıfatlarını sergilemek için bizleri günahlarımız, sevaplarımız, isyanlarımız, yalvarışlarımız, pişmanlıklarımız ve yönelişlerimiz gibi özelliklerimizle
yarattığı gibi. Hakikati aydınlatmak adına!
Konu; Hz. Adem’den bu yana süregelen, beşeriyetin yaşamla mücadele serüveniydi. Fakat
bu oyunun diğer oyunlardan önemli bir farkı
vardı. Seyirciler de bu oyunun bir parçasıydı!
Hakikat ise zahirde seyreden olayların batınında gizlidir. Hızır (a.s.) ile Hz. Musa (a.s.)’nın
yolculuklarında gerçekleşen ibretli o üç hadisenin perde arkası hakikatin görünenden ne
kadar ayrı olduğunu müthiş bir ifadeyle, muhataba aksettirir.
Kainat sahnesinde herkes bir şekilde görevini ifâ ediyor, herkes fıtratına uygun olana
yöneliyordu. Her insanın tek nüsha olması ve
Hakk’ın ayrı bir sıfatını yansıtması sorumluluk
ve görevlerimizin de farklılık bakımından ne
kadar çeşitli olduğunun bir göstergesiydi.
Dünya sahnesinde de zahirde yaratılan her
canlı kulisteki tek olan sonsuz nurun ayrı tecellileridir. Kainat sahnesinde kesret hali yani parçalanmışlık hakimken, kuliste Yaratan’ın tek ve
bir olan Vahdet-i Vücut halinden başka bir şey
yoktur. Alemde ayrı ayrı gözüken her şey O’nun
tek olan varlığının yansımasından, her varlığa
farklı sıfatlarla tecelli etmesinden ibarettir.
Bu alemde insan üzerinde tecelli eden melik
sıfatıyla hükmetme, afüvv sıfatıyla bağışlama,
müheymin sıfatıyla koruma, kerim sıfatıyla ikramda ve cömertlikte bulunma kahhar sıfatıyla
da intikam alma vazifesindedir. Bununla birlikte
her şey zıddıyla kaimdir. Bu sahnede düşünen,
düşündükçe derinleşip yeni ufuklara yelken
açan tefekkür halinde kahraman olduğu gibi
boş vakit geçiren uyku, gaflet halinde olana,
güzeli ifşa etmek için çirkine, iyinin kıymetinin
Ve bir gün sahnenin de arkasındaki ikinci
perde açıldığında ortada ne oyuncular kalacaktır ne de seyirciler. Tek Hakim olanın varlığından
başka!.
31
Şubat-Mart-Nisan
Tuba Doğramacı
a Birinci Dünya Savaş’ında 2.500.000 atın kullanıldığını?
LAR
HAZIR CEVAP
a Hawaii alfabesinde sadece 12 harfin bulunduğunu?
Yıka da getir!
a Sıcak suyun soğuk sudan daha ağır olduğunu?
a Dünyada en çok kullanılan ismin Muhammed olduğunu?
a Atların insanlardan 18 tane fazla kemiği olduğunu, kusamadıklarını, bir ay ayakta durabildiklerini, kırılan kemiklerinin geri kaynamadığından dolayı ayakları kırılan atların
hayatlarının da sona erdiğini…
a Sivrisinek kovucu spreylerin sinekleri kovmayıp sizi gizlediğini, sivrisineğin alıcılarını bloke ederek sizin orada olduğunuzu anlamalarını engellediğini biliyor muydunuz ?
Bu Suya Pislik Karıştırma
Şiblî Hazretleri bir gün Hicaz ‘a gitmek için yola
çıkar, yolu Bağdat’tan geçer. O zamanın halifesi Hârun
Reşid, Şiblî Hazretleri’nin Bağdat’a geldiğini duyar; “Biz
mi ziyaretine gidelim yoksa o mu sarayımıza şeref verir?” diye haber gönderir. Şiblî Hazretleri, “Biz halifenin
yanına gideriz” der ve saraya gider.
Halife, Şiblî Hazretlerine “Bana bir nasihat eder misiniz efendim?” der. Şibli Hazretleri de : “Bana bir bardak su getirin” der. Halifeye , “Eğer çölde susuz kalsanız,
ölmek üzere olsanız, biri elinde bir bardak su ile çıkıp
gelse, dese ki : “Bu bir bardak suyu sana veririm, ama
servetinin yarısını isterim, verir misin ? Halife düşünür
ve : “Elbette veririm” der.
Şibli Hazretleri, “Peki bu suyu içtin, çıkaramıyorsun
(vücudundan dışarı çıkmıyor, bir hastalık var) bir doktor gelse, ben o suyu çıkarırım fakat servetinin diğer
yarısını isterim, verir misin? Harun Reşid düşünür ve “
Elbette veririm” der.
Şibli Hazretleri, “o halde bir bardak su bile etmeyen
servetine güvenme” der. Halife ağlamaya başlar. Bana
bir nasihat daha eder misiniz?
Şibli Hazretleri, “Siz suyun başındasınız, Allah-u Teala Peygamber efendimizden beri akıp gelen bu İslamiyet suyunun bekçisi olmayı size nasip etti, bu suya
pislik karıştırma, karıştırılmasına da müsaade etme,
bid’at karıştırma onu tertemiz olarak koru ! ”
32
Abdülhak Şinâsi
Süleyman Nazif ve
onu
rken, Şinâsi gars
birlikte yemek ye
ve
en
rd
ki
. Şinâsi’nin
çağırır ve su ister
de
ce
re
de
e el sıkacak
mikroptan eldivenl
ors
ga
Süleyman Nazif
korktuğunu bilen
emez;
na seslenmeden ed
inin suyunu yıka da
-Oğlum, beyefend
öyle getir.
Ne dersiniz?
, diye sormuş, in-Bir talebe : -Hocam
rlar.
lişmiş şeklidir” diyo
san maymunun ge
Ne dersiniz?
sî cevap vermiş :
Seyid Ahmet Arvâ
ar ağacı da mayda
O mantığa göre çın
klidir.
nozun gelişmiş şe
ünü
İstanbul’a Dönüş
ara’nın en çok hanYahya Kemal‘a “Ank
larınunuz” diye sorduk
gi tarafını seviyors
iş:
da şu cevabı verm
nü.
nü
- İstanbul’a dö şü
Bülbül
rlı jest ve mimikle
M. Akif yapmacık
n
gü
r
Bi
.
hoşlanmazdı
le şiir okuyanlarda
in
if’
Ak
in Dergâhı’nda
böyle biri, Tacedd
ılan
Bu okuyuşa canı sık
bülbül şiirini okur.
Âkif, şöyle söylenir:
ülbül’e benziyordu
- Bu bülbül bizim ‘B
udını bıraktı, ne kuyr
ama, adam ne kana
ğunu!..
Genç ihtiyarlar
ail’e:
Yazar Hekimoğlu İsm
sorduklarında:
-Yaşlılık nedir? diye
saçın ağarması, ne
-Bence yaşlılık, ne
ten
idir demiş, gayesi bi
de belin bükülmes
rkes yaşlıdır.
ve ümidi sönen he
Şubat-Mart-Nisan

Benzer belgeler