SAYI 116 / EKİM 2009 - Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM

Transkript

SAYI 116 / EKİM 2009 - Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM
Ekim 2009
AYLIK E⁄‹T‹M DERG‹S‹
YIL: 10
G
G
SAYI: 116
ISSN-1302-5600
G
İÇİNDEKİLER
EK‹M 2009
SAHİBİ
Nimet ÇUBUKÇU
Millî Eğitim Bakanı
N
Genel Yayın Yönetmeni
Aziz ZEREN
Yayımlar Dairesi Başkanı
Baflbakan
Say›n RECEP TAYY‹P ERDO⁄AN’›n
Mesaj›
2
Millî E¤itim Bakan›
Say›n N‹MET ÇUBUKÇU’nun
Mesaj›
3
Yusuf Dursun / Ö⁄RETMEN‹M SEN ÇOK YAfiA
4
Murat Soyak / RES‹ML‹ fi‹‹R
6
Mümtaz Tiftik / GÖKKUfiA⁄I
7
N
Yazı İşleri Müdürü
Selâmi YALÇIN
([email protected])
N
Yayın Kurulu
Dinçer EŞİTGİN
Şaban ÖZÜDOĞRU
Hakkı USLU
Çağrı GÜREL
Aysun İLDENİZ
Macit BALIK
N
Tasarım
Hakkı USLU
([email protected])
N
İletişim ve Koordinasyon
Dinçer EŞİTGİN
([email protected])
N
Yönetim Merkezi
Yayımlar Dairesi Başkanlığı Teknikokullar/ANKARA
http://yayim.meb.gov.tr e-posta: [email protected]
Tel: (0 312) 212 81 45 / 4188
Fax: (0 312) 212 81 48
N
Dizgi
Reyhan İLKER
N
Baskı
Devlet Kitapları Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü
Engin fiimflek / OKUL ÖNCES‹ E⁄‹T‹M
MESELES‹NDE
FARKINDALI⁄I ARTIRMAK 11
N
Abone / Dağıtım
Fikri NAYIR
Tel: (0312) 866 22 01 / 246
Fax: (0 312) 866 22 72
Gönderilen eser ve çalışmalar yayımlansın veya
yayımlanmasın, iade edilmez. Yazıların içeriğinden
yazarları sorumludur. Yayın Kurulu yazılar üzerinde
değişiklik yapabilir. “Bilim ve Aklın Aydınlığında
Eğitim” adı anılmadan alıntı yapılamaz. Millî Eğitim
Bakanlığı Yayımlar Dairesi Başkanlığının 22.12.2005
tarih ve 6088 sayılı oluru ile basılmıştır.
Dergimizin yıllık abone bedeli 20 TL (öğretmen ve
öğrenciler için 15 TL)’dir. Abone bedelinin
Ziraat Bankası Elmadağ-Ankara şubesindeki
Devlet Kitapları Döner Sermaye İşletmesi
Müdürlüğünün 2016676-5016 numaralı hesabına
yatırılarak makbuzun ve açık adresin “Devlet Kitapları
Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü Hasanoğlan/
ANKARA” adresine gönderilmesi gerekmektedir.
Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları: 4735
Süreli Yayınlar Dizisi: 255
Köksal Cengiz / GÜL YÂRES‹ 25
Mümtaz Baflkaya / TÜRK KONUKSEVERL‹⁄‹NE
TAR‹HSEL B‹R ÖRNEK: KÖY ODALARI 27
‹brahim Sezgül / MEDYA ET‹⁄‹
31
GÜNDEM
40
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
Sevgili Öğrenciler,
Yeni eğitim-öğretim yılının başında sizleri sevgiyle selamlıyor; sağlıklı, huzurlu ve başarılı bir yıl geçirmenizi diliyorum.
Sizleri geleceğe en iyi şekilde hazırlamak için devletimizin her türlü imkân ve kaynaklarını azami derecede seferber
ettiğimizi bilmenizi isterim.
Dünyanın gelişmiş ülkelerinde genç nesillerin sahip olduğu eğitim fırsatlarına sizin de sahip olabilmeniz için özverili
şekilde çalışıyoruz. Her yıl bütçemizden en büyük payı eğitime ayırıyoruz. Bu zamana dek, Türkiye genelinde 133 bin yeni derslik yaptık. Tüm öğrencilerimizin bilgisayarla, internetle buluşmasını sağladık. Geçtiğimiz birkaç yılda olduğu gibi, bu
yıl da ders kitaplarını ücretsiz olarak siz değerli öğrencilerimizin hizmetine sunuyoruz. İhtiyacı olan öğrencilerimize daha
fazla burs, daha konforlu barınma ve ulaşım imkânları oluşturuyoruz. Yeni açtığımız 63 üniversiteyle birlikte 81 ilimizin tamamına üniversite kazandırdık, böylece yarınlarınızı da güvence altına alma yolunda önemli bir adım attık.
Dünya çok hızlı bir şekilde değişiyor, 21’inci Yüzyıl’da bilgi, diğer her şeyden çok daha fazla değer arz ediyor. Sizleri
en yeni ve olabildiğince çok bilgiyle buluşturmak için büyük gayret içindeyiz. Siz değerli öğrencilerimizin de bu imkân ve
fırsatları en iyi şekilde değerlendireceğinize, kendinizi en donanımlı şekilde geleceğe hazırlayacağınıza yürekten inanıyorum.
Cumhuriyetimizin Kuruluşunun 100’üncü Yıldönümü’nde, yani 2023 yılında; bölgesinde ve dünyada güçlü, ağırlığı ve
saygınlığı daha da artmış, küresel sorunların çözümüne katkı sağlayan, dünyanın en büyük ilk 10 ekonomisi arasındaki
haklı yerini almış, mutlu, huzurlu, istikrarlı bir Türkiye inşa etmek gibi önemli bir hedefimiz var. Bu hedefe doğru adım adım
ilerliyoruz. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün işaret ettiği “muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkma” hedefine her geçen gün biraz daha yaklaşıyoruz.
Bu uzun ve meşakkatli yolda en büyük vazife siz genç nesillerimizin omuzundadır. Kendinizi en iyi şekilde yetiştirerek,
dünyadaki değişim ve dönüşümü çok yakından takip ederek bu vazifenizi en iyi şekilde yerine getireceğinize inancım tamdır. Yönünüz mutlaka geleceğe dönük olsun; ama aynı şekilde tarihimizi, kültürümüzü, geçmişten devraldığımız kültürel
mirasımızı öğrenin ve geleceğe taşıyın.
Eğitim ve öğretimin yalnızca okulla sınırlı kalmadığını, hayatımızın her anını kapsadığını lütfen unutmayın. Okul dışında da kendinizi geliştirmek, hayata ilişkin her türlü faaliyeti bir öğrenme sürecine dönüştürmek sizlerin elinde. İşte bunun
için, ders kitapları dışında da bol bol okumanızı, araştırmanızı, merakınızı artırıp sorulara cevaplar üretmenizi son derece önemli buluyorum. Soru sormaktan ve sorgulamaktan asla çekinmeyin. Ancak bu şekilde demokrasimizin standartlarını yükseltebilir, ancak bu şekilde ülkemizin yaşam koşullarını daha yüksek seviyelere ulaştırabiliriz.
Ülkemiz ve aziz milletimiz sizlere güveniyor, sizlerin varlığı sayesinde geleceğini emniyet içinde görüyor. Sizlerin de
bu güveni boşa çıkarmayacağınızı biliyorum.Yolunuz ve bahtınız açık olsun…
Sizleri sevgiyle selamlıyor, yeni eğitim-öğretim yılında size, ailelerinize, öğretmenlerinize ve tüm eğitim camiamıza başarı dileklerimi iletiyorum.
Recep Tayyip ERDOĞAN
Başbakan
2
Ekim 2009
Sevgili Öğrenciler,
Yaklaşık üç aylık bir tatil dönemini yenilenmiş ve dinlenmiş olarak arkanızda bırakıp özlemini duyduğunuz
okulunuza, öğretmenlerinize ve arkadaşlarınıza kavuştunuz. Hepinizin sağlıklı, mutlu ve başarılı bir eğitim-öğretim yılı geçirmenizi diliyorum.
İnsan ömrü, dünyaya gelişimizden itibaren öğrenerek ve öğreterek geçiyor. Öğrenmek etkin ve yaratıcı bir
süreç. Bu süreçte öğrenilen bilgiyi hayatımızın her alanında ve her safhasında yeniden üreterek kullanıyoruz.
İlköğretim bu anlamda en temel bilgileri kazandığımız önemli bir dönem. Kitap okuma alışkanlığını, konuşma
ve kendimizi ifade etme becerisini, yeteneklerimizi fark etmeyi ve geliştirmeyi öğrencilik yıllarımızda ediniyoruz.
Hepinizin bu süreci çok iyi değerlendirmenizi ve her birinize hayatınız boyunca rehberlik edecek düşünme
ve davranış biçimlerini kazanmanızı diliyorum. Öğrenme arzunuzu yitirmeyin ve bu sürecin ezberden değil yaratıcılık, hayal gücü, sevgi ve heyecan duymaktan geçtiğini hiç unutmayın.
Sizler sevgi ve umutla üzerine titrediğimiz aydınlık geleceğimizi, ülkemizin yarınlarını oluşturuyorsunuz.
Her birinizin yolunu öğretmenlerinizin ışığı aydınlatıyor. Öğretmen olmak, her an canlı, her an kıpır kıpır, her
an olmadık sorularla sizi sarsan, düşünmeye ve öğrenmeye teşvik eden çocuklarla ve gençlerle bir arada olmaktır. Her an değişerek, her an yenilenerek yaşamaktır. Öğretmenleriniz, anne-babalarınız ve bu ülke geleceğin Türkiye’sinin sizlerin ellerinde kalkınacağına ve büyüyeceğine büyük bir inanç duymaktadır.
İnanıyorum ki sizler bu inancın çok ötesinde başarılara imza atacaksınız ve “Başöğretmen” unvanını büyük bir gururla taşıyan Büyük Önder Atatürk’ün özlemini duyduğu Türkiye’nin mimarları olacaksınız.
Bu düşüncelerle yeni eğitim-öğretim yılını kutluyor, hepinize sevgilerimi sunuyorum.
Nimet ÇUBUKÇU
Millî Eğitim Bakanı
3
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
Yusuf Dursun
ÖĞRETMENİM
SEN ÇOK YAŞA
Minicikken buldum seni,
Öğretmenim sen çok yaşa.
Annem babam bildim seni,
Öğretmenim sen çok yaşa.
Işık oldum gözlerinde,
Sevgi oldum sözlerinde,
Ne mutluyum dizlerinde,
Öğretmenim sen çok yaşa.
Has bahçende gülün oldum,
Çiçek açan dalın oldum,
Kalem tutan elin oldum,
Öğretmenim sen çok yaşa.
4
Ekim 2009
Kanatlanıp uçtum sana,
Her sırrımı açtım sana,
Adın yayılsın cihana,
Öğretmenim sen çok yaşa.
Dudağından bal akıyor,
Dilinde bülbül şakıyor,
Gözüm hep sana bakıyor,
Öğretmenim sen çok yaşa.
İlim, irfan verdin bize,
Sevgi dostluk serdin bize,
‘Çok yaşayın’ derdin bize,
Öğretmenim sen çok yaşa.
5
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
Murat Soyak
RESİMLİ ŞİİR
sarı güneş, mavi gök
güzelce sarmaşık
gümrah çayır çimen
ince uzun dere
kara kurt uzak olsun
kimsesiz, masum kuzu
ağaç çizelim mi yusuf
çizelim, nerede yeşil
çiçeksiz olmaz ki
gül, gelincik, papatya
baba, ev yapalım ev
bir de bisikletim olsa
6
Ekim 2009
GÖKKUŞAĞI
Mümtaz Tiftik
kasabanın üzerinde bir tak oluştururdu. Bense bu küçücük kasabanın akasya ağaçlarıyla
çevrili küçücük bir okulunun resim öğretmeniydim.
Uzak kıvrımların eteğine gizlenmiş bir küçük kasaba onu ilk görüşünüzde bilge kişi gibi dimdik durur karşınızda. Başında tel tel olmuş saçların kıvrımlar hâlinde sakalına dek
indiğini görür, yüzünde oluşan çizgilerin ve
yeşil gözlerinin büyüsüne kapılırsınız. Ayağından zaman yolculuğuna çıkmış ırmağı sizi
kendisine tutsak eder.
Okulun öğrencileri sevimliydi. Yüzlerini izlediğinizde Anadolu insanının taşıdığı saf güzelliği ve bakirliği bulabilirdiniz. İçlerinde yatılı olanları da vardı. Onlar kasabaya uzak köylerden gelenlerdi. Kasaba insanı geçimini
gurbette arardı hep. Bu nedenle çokluk yatılı
öğrencilerin babaları çalışmak için uzaklara
giderdi.
Bilmem tutsaklığımın kaçıncı yılıydı. Baharın kasabaya gelmek üzere olduğunu gözlemliyordum. Sertçe esen kış rüzgârları yele
dönüşmüş, yanağımı okşarken, çağla ağaçları çiçeğe durmuş, karıncalarsa kendilerini
doğaya vuruvermişti.
Bahar aylarıydı. Okul bahçesindeki
akasya ağaçları çiçeklenmiş, en güzel kokularını sunmaktaydı. Bahar yağmurlarının yağmadığı böylesi anlarda resim çalışmaları yapmak için öğrencilerimle okul bahçesine iner,
Zaman zaman geliveren bahar yağmurları bir çocuğun masum gözyaşları gibi dökülür,
sonrasında ise güneş gülümser, gökkuşağı
7
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
getirip getirmediğinizi görmeliyim.” dedim.
Sınıf içerisinde gezinirken sıralar üzerine çıkartılmış malzemelere de göz atıyordum.
doğayı gözlemlemelerini, sonra da gördüklerinin resmini yapmalarını isterdim.
Öğrencilerim çalışmalarını gruplar hâlinde yapar, boyalarını getirmeyenlerle ortaklaşa kullanırlardı. Ben de her seferinde resim
dersinin boyasız, malzemesiz olamayacağını
söyler, onları uyarırdım. Bazen de boya malzemeleri almaktan yoksun aile çocukları olabileceğini düşünür, bu olumsuzluğu kabullenirdim.
Pencere önünde bulunan sıraların sonuncusunda oturan Nurullah’ın resim malzemeleri tamdı. Hayretle; “Nurullah, sana nazar
boncuğu takacağım. Bugün beni mahcup ettin.” dedim. Nurullah kasabaya uzak İncirpınarı Köyü’nden gelmiş, yatılı olarak okuyan
öğrencimizdi. Derslerinin pek iyi olduğu söylenemezdi. Dersimde resim kâğıdı dışında
malzeme getirdiğini hiç görmemiştim. Sevimli bir hâli vardı. “Öğretmenim. Benim de gökkuşağım olsun istedim.” dedi.
Resim dersi sona ermek üzereydi. Öğrencilerden malzemelerini toplamalarını istedim önce. Toparlandılar. Tümünün pırıl pırıl
gözleri bana çevrilmişti. Ne söyleyeceğim konusunda dikkat kesilmişlerdi.
Tüm sınıfı dolaşmış, sadece Mehmet
Emre’nin resim malzemelerinin olmadığını
görmüştüm. Mehmet Emre, Nurullah’ın aksine sınıfın en çalışkanları arasındaydı. Şimdiye kadar resim dersine malzemesiz geldiğini
hiç görmemiştim. O da Nurullah gibi yatılı öğrencimizdi.
“Çocuklar.” dedim. “Bir sonraki dersimizde renkler konusunu işleyeceğiz. Resim kâğıdımıza gökkuşağı çalışacağız. Her birinizin
gökkuşağı olacak. Ancak bu çalışmayı yapabilmek için sizlerin sulu boya, fırça, palet, su
kabı ve resim kâğıdı getirmenizi istiyorum.
Malzemesiz gelenlere gücenirim.”
Yüzüne şöyle bir baktım. Mahcuptu. Ne
demek istediğimi anlamıştı. Kısa bir çekincenin ardından kendisini sorumlu hissedip ayağa kalkarak; “Öğretmenim boya malzemelerim akşam dolabımda idi. Sabah getirmek için
baktığımda yerlerinde yoktu.” dedi.
Sözlerim anlaşılmıştı. Ders zilinin çalınışının ardından küçük adımlarla evlerine doğru yola çıktılar.
Şose okul yolu üzerindeki ağaçlar, gece
çiseleyen yağmurun etkisiyle yeşile dönmüştü. Sabah güneşinin sıcaklığıyla yola dizilmiş
öğrencilerin yüzlerinden ışıklar saçılıyordu.
“Zararı yok, sen de daha sonra boyarsın
yaptıklarını.” demiştim ki parmağını kaldıran
Salih; “Öğretmenim, akşam Nurullah’ı, Mehmet Emre’nin dolabını karıştırırken gördüm.”
dedi. “Otur Salih.” dedim. Bir anda sınıfta fırtınaların estiğini hissettim. “Yanlış görmüş
olabilirsin. Hem o boyalardan yüzlerce üretiliyor.” dedim.
Sınıfa girdiğimde öğrencileri beni bekliyor
buldum. Sabah aydınlığı yüzlerine vurmuştu.
Birkaç öğrenci sıraların aralarında geziniyordu. Yerlerine geçtiklerinde “Günaydın çocuklar. Nasılsınız?” dedim, oturdular. Ayakta beklemekte olan sınıf başkanı Emel, sınıf arkadaşlarının tam olduğunu söylüyordu.
İster istemez gözüm Nurullah’a ilişti. Ayağa kalktı. “Yok, hayır, benim boyalarım. Babam gönderdi!” diyebilmişti heyecanla. Bu
anda ayakta beklemekte olan Mehmet Emre
“Renkler, bugünkü dersimizin konusu.
Ama ben önce sizlerin resim malzemelerini
8
Ekim 2009
di. Nurullah istenileni kayıtsız yaptı. “Sana hiç
kızmayacağız. Ceza vermeyeceğiz. Yalnız
sen bize doğruyu söyleyeceksin.” dedi. Ben
Nurullah’la göz göze gelmemeye çalışarak;
“Arkadaşın Salih doğru mu söylüyor?” dedim.
hiç mi hiç düşünemeyeceğim bir olgunlukla;
“Öğretmenim, belki de ben yitirdim.” demişti, sınıf arkadaşlarına doğru dönerek.
Bahçeyi adımlarken sınıfta yaşadıklarımı
ne kadar düşündüm bilmiyorum. Öğretmen
arkadaşımın, ”Dersiniz var hocam.” uyarısı
beni kendime getirmeye yetmişti. Yapmam
gereken, yaşananları okul müdürüyle paylaşmaktı.
Nurullah’ın yanaklarının al al olduğunu,
göz pınarlarından yaşların boşaldığını gördüğümde yüreğimin titrediğini hissettim. Demek
doğruydu tüm bu yaşananlar.
Nurullah’sa belli belirsiz bir sesle; “Sizin
kızacağınızdan korktum öğretmenim.” diyordu.
Müdürün odasında, dersimde yaşanan
olayı olduğu gibi aktardım kendisine.
Nurullah’ı nöbetçi öğrenciyle birlikte Müdür Bey’in odasının kapısında gördüğümde
onulmaz kederler içindeydim. Öyle ya, bir öğrencinin “gördüm” demesine ne kadar güvenilirdi? Ya doğru söylemişse, arkadaşlarının
arasında!
Müdür Bey; “Peki oğlum, arkadaşlarının
dolaplarından başka şeyler de aldın mı?” Nurullah’ın ağlaması bir an kesilir gibi oldu.
“Evet, öğretmenim, ihtiyaçlarımı.” dedi.
Kocaman siyah gözlerinde yer etmiş olan
yoksulluk yüreğime bir taş gibi oturdu.
Okul Müdürü sert mizaçlı olmasına karşın; “Gel bakalım Nurullah. Otur şuraya.” de-
Müdür Bey de ben de şaşırmıştık. Böyle-
9
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
si bir olaya okulumuzda ilk kez tanık oluyorduk. Nurullah’ın hiç itirazı olmamış, açık yüreklilikle yaptıklarını bir bir anlatmıştı. Kısa
süren bir sessizlikten sonra Nurullah ağlamayı bırakmış, biraz olsun sakinleşmişti. Bakışları bir şeyler anlatmak istiyor, anlatamıyordu.
“Kasabada sizin oralardan kimse var mı?”
Nurullah bir an düşündü. “Çarşı içindeki Bakkal Cemal Dayı bizim köylüdür.” Nurullah rahatlamıştı. Anlattıklarını duyduktan sonra
duygularım kabarmış, ona acımaya başlamıştım.
“Öğretmenim.” dedi sıkıntıyla, “Biz İncirpınarı Köyü’ndeniz. Köyümüz dağ köyü. Arazimiz kıt. Anam, babam, kardeşlerimle beraber altı nüfustuk. Geçimimiz çok zordu. Babam, iki yıl oldu, anamızla bizi köyde bırakarak “Çalışmaya gidiyorum.” dedi ve İstanbul’a gitti. Babamdan ne haber alabildik
ne de bize para gönderdi. Dedemlerin geçimi de zayıftı. Komşular da yardım ediyordu ara sıra ama
yetişmiyordu.” Nurullah’ın yanakları yeniden al al olmuştu. Ağlamamak için kendini
zor tutuyordu.
Müdür Bey Bakkal Cemal Efendi’yle tüm
bu olanları konuşmuştu. Cemal Efendi; “Onlar iyi insanlardır. Ne gerekiyorsa yapmaya
ben hazırım.” demişti Müdür Bey’e.
Nurullah’ın bu olayı
sınıfta hemen unutulmuştu. Ders öğretmenleri kendisiyle biraz daha fazla ilgilenmeye
başlamışlar, başarısı da
gözle görülür şekilde
artmıştı.
Bir ders bitimi okul
bahçesine inmiş geziniyordum. Yanımda hızla
bitiveren hizmetli; “Müdür Bey sizi odasına
bekliyor.” dedi. “Hayırdır.” dedim kendi kendime.
Müdür Bey; “Anlat
oğlum.” diyordu. Nurullah, “Aşımızın olmadığı, aç kaldığımız zamanlarda komşuların kümeslerine giderdim hep. Ne bulabilirsem alıp
getirirdim. Havalar iyice soğumuş, yakacağımız kalmamıştı. Üşüyorduk. Anam, komşulara gidip yalvarıp yakardı. Hiç olmazsa ödünç
yakacak verin diye, vermediler öğretmenim.
Anam da “Oğlum kardeşlerin hasta olacak,
git odun bul.” dediğinde komşuların koruluğundan alıp getirmiştim.”
Odasına gittiğimde “Hocam.” dedi Müdür
Bey. Yüzüne yayılmış rahat bir gülüşle “Nihayet Nurullah’ın babasına ulaştık. Şimdiye dek
geçici işlere girip çıkmış. Şimdi iyi bir işi olduğunu söylüyor. Bakkal Cemal Efendi’ye oğlu
ve ailesi için para göndermeye başladı. Bilgin
olsun.” Tarifsiz bir sevinç kapladı yüreğimi.
Müdür Bey’e teşekkür ederek odasından ayrıldım.
Demek ki Nurullah’ın da kendisine ait bir
gökkuşağı olacaktı artık.
Müdür Bey yumuşamıştı. “Peki.” dedi.
10
Ekim 2009
OKUL ÖNCESİ EĞİTİM
MESELESİNDE
FARKINDALIĞI
ARTIRMAK
Engin Şimşek
erakleitos,
değişime
vurgu yaparken her şeyin sürekli aktığını, hareket etmekte olduğunu
ve hiçbir şeyin kalıcı ve
durgun olmadığını söylemekteydi.
Ona göre her şey, her an yenidir ve
aynı ırmağa iki kez girmek mümkün
değildir. Çünkü aynı ırmaklara girenlerin üstüne hep başka sular
akar. Herakleitos; aynı ırmaklara
hem giriyoruz hem girmiyoruz, ırmağa giren hem biziz hem de biz
değiliz, diyordu (Hançerlioğlu,
1993, 60).
H
İnsanoğlu hızla geçici ihtiyaçlara
hizmet eden, geçici metotlarla üretilmiş geçici ürünler çağına doğru
hareket ediyor (Toffler, 1971, 73).
11
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
‘Kullan at’ kültürünün egemen olacağı bir dünyada, bürokrasi yerine ‘yönetimde devamlı
değişimi’ ifade eden ‘adhokrasi’ egemen anlayış olacaktır. Objeler, yerler ve insanlar arasındaki bağların değişmesi gibi kurumsal bağla’ da çılgınca ve logaritmik olarak değişmektedir (Toffler, 1971, 125). Her toplum, sadece
bir dizi olası gelecekle karşılaşmaz, aynı zamanda bir dizi mümkün ve tercih edilebilir gelecek hakkında kavgalarla da yüz yüze gelir.
Değişim yönetimi, tercih edilebilir geleceklere
erişmek için olası gelecekleri mümkün hâle
dönüştürme gayretidir (Toffler, 1971, 460).
rin gerçekliği, kaçınılmazlığı, tedirgin ediciliği,
meydan okuyuculuğu, kurumların ve bireylerin değişime kaçınılmaz olarak direnç göstermeleri realitesi, değişimi yönetmenin zorluğunu ister istemez kabul etmemizi gerektirmektedir.
Osmanlının Maarif Nazırlarından Haşim
Paşa’nın ‘Ah şu mektepler olmasaydı maarifi
ne iyi yönetirdim!’ dediği rivayet edilir (Sakaoğlu, 2003, 114). Haşim Paşa belki de bu sözü söylememiştir ama bu sözleriyle eğitim sistemlerinde “değişimi yönetmenin” zorluğunu,
‘idare’ edebilmenin güçlüğünü ister istemez
kabullendiğini göstermiştir.
Değişim basit bir süreç değildir. Değişim
yeniden öğrenme, eski alışkanlıkların yenilenmesi ve yeni tutumların geliştirilmesidir. Değişmek; anlaşılabilir, aşina olandan ve anlaşılırlığın, aşinalığın getirdiği rahatlıktan ayrılmayı gerektirir.
58.982 adet kurumunda 15.351.849 örgün
eğitim öğrencisi, 662.584 öğretmeni,
5.765.168 yaygın eğitim öğrencisi ve 94.693
öğretmeni ile Belçika (2007 nüfusu 10,6 milyon), Yunanistan (2007 nüfusu 11,2 milyon)
ve İsveç (2007 nüfusu 9,1 milyon) gibi ülkelerin nüfusundan daha çok öğrencisi olan Millî
Eğitim Bakanlığımızın bürokratik yapıdan adhokratik bir yapıya dönüşmesi, sadece değişen değil değişimi de yönetebilen, değişime
ayak uydurabilen bireyler yetiştirmesi elbette
kolay olmayacaktır (MEB, 2009a, 46; European Communitites, 2008, 25). Eğitim sistemimizin ‘kronik’ sorunları da göz önünde bulundurulduğu zaman tercih edilebilir geleceklere
(muasır medeniyet seviyesi) ulaşmak için olası geleceklerin mümkünleştirilmesi sürecinin
finansman, insan kaynakları, malzeme, sistem yönetimi ve çevre vb. açısından zorluğu
açıktır. Muasır medeniyet seviyesine ulaşma
araçlarından biri de eğitim sistemimizin çağın
gereklerine uygun olarak düzenlenmesi, vatandaşlarımızın fırsat ve imkân eşitliğinin sağlandığı ortamlarda Anayasa’nın 42. Maddesi
gereğince eğitim-öğretim hakkını kullanabilmesidir.
Sanayi toplumundan bilgi toplumuna toplumumuzun dönüşmesi günlük yaşamımızın
her alanında ve her sektöründe hissedilmektedir. Fakat bu büyük toplumsal değişimlerin
kurumlarımızın (okullar gibi) yapısında ve yönetim şekillerinde oluşturduğu etkileri kavrayamamaktayız. Oldukça hızlı bir şekilde birbirleriyle ilişkili bu değişimlerin kavranması;
yöneticiler, karar vericiler, politika oluşturucular ve liderlerce kavranılması; bunlara uygun
cevap verebilmesi gerekmektedir. Kurumsal
liderlik, statükonun korunmasını sağlamak
değildir. Bunun yerine ‘değişimi yönetmektir’
(McCune, 1986, 1).
Sistemin en küçük parçalarındaki değişimin öngörülemez ve çok ciddi sonuçlar doğurduğu bilgi çağı, elektronik çağı, uzay çağı veya global köy olarak ifade edilebilen bir dünyada; ekonomik, demografik, sosyal, politik,
kurumsal ve teknolojik alanlardaki değişimle-
12
Ekim 2009
Eğitim sistemimizde kendisi de ‘kronikleşen’ bir sorun olan ‘okul öncesi eğitim’ meselesi Millî Eğitim Bakanlığının son yıllarda üzerinde daha fazla durduğu/durmak zorunda olduğu eksik kalan parçalarından biridir.
Bu araştırma ile Millî Eğitim Bakanlığının
okul öncesi eğitimde farkındalığı artırma çalışmalarına bir katkıda bulunmak için; okul öncesi eğitimin önemine, okul öncesi eğitimde
ülkemizin bulunduğu yere, okul öncesi eğitimin tarihçesine ve mevcut yapısına ilişkin bilgiler verilip karşılaştırmalar yapılacaktır.
Millî Eğitim Bakanlığı 2009-2010 eğitimöğretim yılından itibaren ‘okul öncesi eğitim
meselesi’ni en azından nicelik olarak çözebilmek için 32 ilimizde 5 yaş (60-72) gurubunu
zorunlu eğitim kapsamına almıştır. Pilot uygulama yapılacak bu illerin seçiminde okul öncesi eğitimde okullaşma oranlarının yüzde 51’in
üzerinde olması, derslik, öğretmen, donatım
ve materyal ihtiyaçları da göz önünde bulundurulmuştur. Kademe kademe diğer iller de
2014-2015 eğitim-öğretim yılına kadar 5 yaş
gurubunda zorunlu eğitim kapsamına alınacaktır.
‘Okul Öncesi Eğitim’ Meselesinin
Önemi
Okul öncesi eğitim meselesini hayatî derecede önemli yapan, bu yaş grubundaki çocuklar için açık olan fırsat pencereleridir. Özellikle erken yaşlardaki deneyim, bir beyin gelişimi
için yaşam boyunca sağlığı, öğrenmeyi ve
sosyal çevre oluşumunu etkilemektedir. Yedi
yaşına gelen bir çocuğun zihinsel yetenekleri,
davranış alışkanlıkları, dil kabiliyeti, kavrayışı
ve birçok fiziksel özellikleri şekillenmiş durumdadır (AÇEV, 2007, 2). Yedi yaş, çocuklarımızın eğitime başlamaları için çok geçtir.
Millî Eğitim Bakanlığı 2010-2014 yılları
Stratejik Plan taslağında okul öncesi eğitimin
yaygınlaştırılması kapsamında, toplumsal farkındalık düzeyini yükseltmek için geniş kapsamlı tanıtım faaliyetleri ve projeler yürütüleceğini ve okullaşmanın düşük olduğu bölgelere öncelik verilerek, yüz yüze ana-baba bilgilendirmeleri yapılacağını belirtmiştir (MEB,
2009b, 26). Zaten Millî Eğitim Bakanlığı bu
plan taslağında okul öncesi eğitimde %33
olan okullaşma oranını plan dönemi sonuna
kadar %50’nin üstüne çıkarma, bunun için ihtiyaç duyulan öğretmen sayısının tamamını
karşılama; plan dönemi sonuna kadar dezavantajlı çocukların %90’ının okul öncesi eğitimden yararlanmalarını sağlama ve gelişim
süreçlerinin okul öncesi eğitim programı paralelinde destekleme ve plan dönemi sonuna
kadar okul öncesi eğitimi çeşitlendirme ve bu
alanda toplumsal farkındalığı artırma hedeflerini belirlemiştir (MEB, 2009b, 50-53).
Erken Çocukluk Eğitimi olarak da tanımlayabileceğimiz okul öncesi eğitimi almış çocuklar; bilişsel, bedensel, sosyal ve duygusal açılardan daha sağlıklı gelişir, temel eğitime daha fazla hazır olur. Buna bağlı olarak da ilköğretimin kalitesi artar, öğretmenler daha verimli olur. Okula hazır olan çocukların sınıf tekrar
ve okul terk oranları daha düşük olduğundan
okul öncesi eğitim, diğer eğitim kademelerindeki maliyeti düşürür. Okul öncesi eğitim toplumdaki sosyal cinsiyet rollerine bağlı eşitsizliklerin azaltılmasını, kadınların işgücüne daha fazla katılımlarını sağlar. Okul öncesi eğitim özelikle risk altındaki çocuklar hedeflendiğinde yüksek getiriler sağlar (Kaytaz, 2005,
7).
Fayda-maliyet analizi açısından üretilen iki
farklı senaryoya göre okul öncesi eğitimin fayda-maliyet oranları 4,35 ve 6,31 olarak tespit
13
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
kin yapılan 22 yıllık bir boylamsal araştırmaya göre
anaokuluna giden çocukların mesleki statüleri 1. işsiz, 2. düşük statü ve 3.
yüksek statü olarak ölçeklendirildiğinde seneler sonra anaokuluna giden çocukların mesleki statü değerleri 4,39 ve evde yetiştirilen çocukların mesleki
statü değerleri 3,08 olarak
bulunmuştur (Kağıtçıbaşı
ve diğerleri, 2005, 16-24).
Arjantin’de 3-5 yaş arasında okul öncesi eğitim
alanların, üçüncü sınıflarda
daha yüksek dil ve matematik notları aldığı tespit
edilmiştir. Sosyo-ekonomik
seviyesi daha düşük olan
çocuklar okul öncesi eğitim
aldıklarında bu çocukların
üçüncü sınıflarda aldıkları
notlardaki artış iki katına
çıkmıştır. Kamboçya’da
okul öncesi eğitim almak,
başarılı olarak okulu bitirme yüzdesini % 43’ten %
54’e çıkarmıştır. Hindistan’da alt gelir gurubundakilerin okul öncesi
eğitime katılımları onların okuldan atılma oralarını % 46 azaltmıştır (UNESC0, 2009, 50).
edilmiştir. Aynı senaryolarda Anne Çocuk Eğitimi Programı uygulandığı zaman fayda-maliyet oranları 5,91 ve 8,14 olarak bulunmuştur
(Kaytaz, 2005, 29). Hesaplanan oranların birden fazla olması faydanın maliyetten fazla olduğunu göstermektedir. Bu sonuçtan okul öncesi eğitimin kârlı bir yatırım olduğunu
anlayabiliriz. Yani okul öncesi eğitimde 1 TL’lik
bir yatırım, ortalama yaklaşık 7 TL kazandırmaktadır.
Zorunlu eğitimin sonunda örgün eğitime
devam eden 15 yaş gurubu öğrencilerinin matematik, fen bilimleri ve okuma bilgi ve becerilerini reel hayatta ne derece kullanabildiklerini
belirlemek amacıyla OECD tarafından üç yıllık aralıklarla düzenlenen PISA (Uluslar arası
Öğrenci Değerlendirme Programı) Projesi’nin
Gelir ve eğitim düzeyi düşük kesimlere iliş-
14
Ekim 2009
2003 Yılı Sonuç Raporu’na göre sosyo-ekonomik seviye eşitlendiğinde, en azından bir yıl
okul öncesi eğitim alanların matematik puanlarının almayanlara göre 8 puan daha yüksek
olduğu belirlenmiştir (OECD, 2003, 257).
pa’da % 62, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’da
% 81’dir.
Tablo 1’e göre Kuzey Amerika ve Batı Avrupa ülkelerindeki brüt okullaşma oranları %
61 ile % 121 arasında değişmektedir. İspanya’da oran % 121, Fransa’da % 116, Almanya’da % 105, İtalya’da % 104, İsrail’de % 91,
Portekiz’de % 79, Birleşik Krallık’ta % 72, Yunanistan’da % 69, ABD’de % 61’dir. Türkiye’nin de bulunduğu Orta ve Doğu Avrupa
bölgesinde okullaşma oranı en düşük olan ülke Türkiye’dir. Türkiye’den önce sıralamada
Makedonya gelmekte ve bu ülkenin okullaşma oranı ise % 33’tür. Romanya’da oran %
72, Bulgaristan’da % 82, Rusya Federasyonu’nda % 87, en yüksek orana sahip ülke olan
Çek Cumhuriyeti’nde ise % 114’tür.
Faydalılığı yüksek olan ‘okul öncesi eğitim’
meselesinin diğer ülkelerle karşılaştırıldığında
ise ülkemizce aciliyeti daha fazla açığa çıkmaktadır. Tablo 1 incelendiği zaman Türkiye’nin okul öncesi eğitimde okullaşmaya ilişkin bulunduğu yer biraz can sıkmaktadır. Tablo 1’de ülkelerin okul öncesi eğitime hangi
yaşlarda öğrenci aldıkları, okul öncesine ilişkin yaş grubu, okul öncesi eğitime devam
eden kayıtlı öğrenci sayısının yaş grubundaki
nüfusa oranı yani brüt okullaşma oranları toplamda, erkek ve kız sayılarına göre ayrı ayrı
verilmiştir. Yine tabloda ‘Özel Sektörün Payı’
başlıklı sütunlarda okul öncesi eğitime kayıtlı
tüm öğrencilerden özel sekörce işletilen kurumlara kayıtlı olanların yüzdesi verilmiştir.
Tablo 1’de ülkeler dünyada bulundukları bölgelere göre sınıflandırılmış, her bölgedeki ülkelerden brüt okullaşma oranı Türkiye’den
yüksek olanların okullaşma oranları koyu olarak gösterilmiştir. Tabloların en sonundaki sütunda ise dünya, geçiş sürecindeki, gelişmekte olan ve gelişmiş ülkelerle bölgelerin ortalama değerleri verilmiştir.
Tablo 1’e göre Doğu Asya ve Pasifik bölgesinde brüt okullaşma oranı Türkiye’den düşük
olan ülkeler sadece Kamboçya ve Myanmar’dır. Malezya’nın oranı % 125, Japonya’nın % 86, Çin’in % 39, Endonezya’nın %
37’dir. Latin Amerika ve Karayipler Bölgesi’nde tablodaki tüm ülkelerin okullaşma oranı
Türkiye’den yüksektir. Küba’nın % 113, Meksika’nın % 106, Brezilya’nın % 69, Venezuela’nın % 60’tır. Sahra-Altı Afrika’da Liberya’nın
okullaşma oranı % 100, Gana’nın % 60, Kenya’nın % 49’dur. Ülkemiz Senegal, Kongo,
Mali, Togo, Çad gibi ülkeleri okullaşma oranında geçebilmiştir. Arap ülkelerinden Birleşik
Arap Emirlikleri’nde okullaşma oranı % 78,
Lübnan’ın % 64, Fas’ın % 59, Ürdün’ün % 32,
Filistin Özerk Yönetimi’nin % 30, Mısır’ın %
17 ve Cezayir’in % 15’tir. Arap ülkelerinden
okullaşma oranında bizden gerideki ülkeler
Suriye, Libya, Umman, Irak ve Yemen olmuştur. Güney ve Batı Asya bölgesindeki ülkelerden İran’da okullaşma oranı % 53, Pakistan’da % 52, Hindistan’da % 39’dur. Bangla-
Tablo 1’e göre Türkiye’de okul öncesi yaş
grubu 3-5 yaşlarıdır. Okul öncesinde brüt
okullaşma erkeklerde %14, kızlarda %13 ve
toplamda %13’tür. Tabloda Türkiye’deki okul
öncesi eğitime ilişkin özel sektörün payı verilmemiştir. Okul öncesi eğitimde brüt okullaşma
oranı ortalaması dünyada % 41, gelişmekte
olan ülkelerde % 36, geçiş sürecindeki ülkelerde % 62 ve gelişmiş ülkelerde % 79’dur.
Brüt okullaşma oranı Sahra-Altı Afrika’da %
14, Arap ülkelerinde %18, Orta ve Doğu Avru-
15
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
16
Ekim 2009
deş ve Afganistan’ın okullaşma oranları ise ülkemizin oranının altında kalmıştır. Orta Asya
ülkelerinden sadece Tacikistan’ın okullaşma
oranı bizden azdır.
timler ve kimsesiz çocuklar için kurulan Darüleytam-ı Osmani ve Darüleytamları sayabiliriz
(Akyüz, 1996, 12).
Osmanlı’da ‘tam anlamıyla’ anaokulu olarak görev yapan ilk kurumlar II. Meşrutiyet’in
ilanından önce bazı illerde açılmış olan özel
yabancı anaokullarıdır (Akyüz, 2001, 243).
Okul Öncesi Eğitimde Osmanlı
Dönemi
1824’te Sultan II. Mahmut, ilköğretimi zorunlu kılan Fermanı’nı yayınlamıştır. 1847’de
yayınlanan Talimatname ile belki de ilk defa
resmî makamların eğitime olan bakış açılarının değiştiği, sıbyan mekteplerinin yetersizliğinden bahsedildiği dikkati çekmektedir.
1860’lardan itibaren hiç değilse yazılı belgelerde çocukların kendilerine, doğalarına, gelişip eğitilmelerine saygı duyulmaları gerektiği
ifade edilmiştir. Tanzimat aydınları devletin
‘hasta adam’ olmasının temel sebeplerinden
biri olarak eğitim sistemini görmüşler kurtuluşun ve gelişmenin yeni bir eğitimle sağlanacağına inanmışlardır. Osmanlı’da anaokullarının
ortaya çıkması iyiye doğru gelişmelerin doğal
sonucudur (Akyüz, 1996, 11).
Resmî ana mektepleri, Balkan Savaşları
(1912-1913)’ndan sonra açıldı ve yaygınlaşmaya başladı. Bu okulların açılması Şükrü
Bey’in Eğitim Bakanı olduğu 1913-1917 yıllarına denk gelmektedir. 1913 tarihli Tedrisat-ı
Iptidaiye Kanun-ı Muvakkati, ilköğretim öncesi hakkında da hükümler getirmiş ve 1915’te
yayınlanan Ana Mektepleri Nizannamesi ile
büyük kentlerde anaokulları çoğalmaya başlamıştır (Akyüz, 2001, 243). 1914 yılı Eğitim
Bakanlığı bütçesi görüşülürken dördünün Fatih, Şehremini, Sultanahmet ve Eyüp’te olmak
üzere İstanbul tarafında, ikisinin Nişantaşı ile
Kasımpaşa’da olmak üzere Beyoğlu tarafında, ikisinin Üsküdar tarafında, ikisinin de Kadıköy’de toplam 10 adet ana mektebin açılması için bütçeye ödenek konmuştur. 1916
sonlarına doğru İstanbul’daki resmî anaokulu
sayısı 30’a ulaşmıştır (Akyüz, 1996, 13).
Osmanlı’da kurum olarak anaokulları ortaya çıkmadan evvel kısmen anaokulu işlevi gören kurumlardan bahsetmek gerekir. Bu kurumlardan birincisi sıbyan mektepleri (mahalle mektepleri)’dir. Bu kurumlar; 5-6 yaşından
itibaren 3-4 yıl boyunca çocukların Kur’an
okumayı, namaz kılmayı, dua etmeyi, bazen
ise yazmayı öğrendikleri kurumlardır. Sıbyan
mekteplerine daha küçük yaşta çocuklar da
bazen gönderilseler de bu çocuklara herhangi
bir eğitim verilmemekteydi (Akyüz, 1996, 11).
Bu dönemde Satı Bey bir Özel Türk Anaokulu açmıştır. Satı Bey’in İstanbul Beyazıt’ta
açtığı ‘Çocuk Yuvası’ bir süre sonra İstanbul
aristokrasisinin tercih ettiği bir anaokulu olmuştur (Akyüz, 1996, 12).
Balkan Savaşları’ndan sonra hazırlıksız
olarak resmî anaokulları kurulduğu için, bu
okulların bayan öğretmen ihtiyacı, Ermeni ve
Yahudi öğretmenlerle karşılanmıştır. Daha
sonra bu okullara muallime yetiştirilmeye başlanmıştır. Muallimeler; Yahudilerin Ana Mektebi (Allians Israelit) ve İstanbul Darülmuallimatı’ndaki (Kız Öğretmen Okulu) Ana Muallime
Kısmen anaokulu olarak görev yapan eğitim kurumları olarak Mithat Paşa’nın öncülüğünde 1863’lerden itibaren kimsesiz erkek ve
kız çocuklarının korunması, yetiştirilmesi ve
onlara bir meslek kazandırılması için kurulan
Islahhâneler ile şehit çocukları, öksüzler, ye-
17
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
muallimatı’nda açılan Ana Muallime Sınıfı’na ücretsiz olarak 15 yatılı ve 8 gündüzlü Müslüman kız
öğrenci alındı. 1914-1915 öğretim
yılında ise Darülmuallimat bünyesinde öğretim süresi 1 yıl olan Ana
Muallime Mektebi ve bir de bu
mektebin uygulama okulu olan
Ana Mektebi kuruldu. 1918 -1919
öğretim yılından itibaren Ana Muallime Mektebi’nin öğretmen kadrosu daraltılmaya başlandı ve 5
Ekim 1919’da da kapatıldı. Geçen
5 öğretim yılında toplam 370 öğrenciye anaokulu öğretmenliği diploması verildi. Kapatılma gerekçesi yeterli sayıda anaokulu açılamadığı, buna karşılık çok fazla sayıda anaokulu öğretmeni yetiştirilmesi idi (Akyüz, 1996, 16 -17).
Anaokullarına ilişkin ilk kanun 6
Ekim 1913 tarihli Tedrisat-ı İptidaiye Kanun-ı Muvakkati (İlköğretim
Geçici Kanunu)’dir. Kanuna göre
ana mektepleri 4-7 yaş arasındaki
çocukların eğitimi için açılacak ve
ana mektepleri için bir Nizamname yayınlanacaktır. Anaokulu bulunmayan yerlerde beş ve altı yaşındaki çocuklar için ilkokullar içinde ayrıca sıbyan sınıfları açılacaktır. 1914 yılında anaokullarının
programlarını düzenleyip derslerin
işleniş biçimleri konusunda öğretmenleri aydınlatma amacı taşıyan
çok ayrıntılı bir belge yayınlanmıştır. 15 Mart
1915’te okul öncesi eğitime ilişkin 15 maddeden oluşan ve eksikliklerle dolu bir Nizamname yayınlanmıştır (Akyüz, 2004, 12-13).
Sınıfı’ndan gelmekteydiler. Kız Öğretmen
Okulu‘ndaki öğretmen Ermeni, Yahudilerin
Ana Mektebi’ndeki öğretmen ise Musevi’ydi
(Akyüz, 1996, 12).
1913-1914 öğretim yılında İstanbul Darül-
18
Ekim 2009
Türkiye Cumhuriyeti’nde Okul
Öncesi Eğitim
Cumhuriyet döneminde okul öncesi
eğitimde 1923-1924 öğretim yılında
öğrenci sayısı 5.880’dir. 1940-1941
öğretim yılında kurum sayısı 51’e, öğrenci sayısı 1.690’a, öğretmen sayısı
60’a düşmüştür. 1960 -1961 öğretim
yılında kurum sayısı 64, öğrenci sayısı
2.730, öğretmen sayısı 104’tür. Bu öğretim yılından itibaren okul öncesi eğitimde ciddi artışlar meydana gelmiştir.
1970 -1971 öğretim yılında kurum sayısı 413’e, öğrenci sayısı 10.174’e, öğretmen sayısı 743’e çıkmıştır. 19801981 öğretim yılında kurum sayısı
2.007’ye, öğrenci sayısı 43.545’e, öğretmen
sayısı 2.874’e çıkmıştır. 1990 -1991 öğretim
yılında kurum sayısı 3.625’e öğrenci sayısı
113.388’e, öğretmen sayısı 6.624’e, 20002001 öğretim yılında kurum sayısı 9.249’a,
öğrenci sayısı 258.706’ya, öğretmen sayısı
16.563’e çıkmıştır. 2008-2009 öğretim yılında
kurum sayısı 23.653’e, öğrenci sayısı
804.765’e ve öğretmen sayısı 29.342’ye çıkmıştır (Tablo 2).
1739 Sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’nun
okul öncesi eğitim kurumlarının amaç ve görevlerine ilişkin 20. maddesine göre; okul öncesi eğitiminin amaç ve görevleri, millî eğitimin genel amaçlarına ve temel ilkelerine uygun olarak, çocukların beden, zihin ve duygu
gelişmesini ve iyi alışkanlıklar kazanmasını
sağlamak; onları ilköğretime hazırlamak; şartları elverişsiz çevrelerden ve ailelerden gelen
çocuklar için ortak bir yetişme ortamı yaratmak ve çocukların Türkçeyi doğru ve güzel
konuşmalarını sağlamaktır.
1961 yılında yürürlüğe giren İlköğretim ve
Eğitim Kanunu’nda okul öncesi eğitim kurumlarına, zorunlu ilköğretim çağına gelmemiş
çocukların eğitildiği ve isteğe bağlı bir ilköğretim kurumu olarak yer verilmesi ile okul öncesi eğitimle ilgili çalışmalara hız verilmiştir.
1962 yılında Anaokulları ve Ana sınıfları Yönetmeliği çıkarılmış, 1973 yılında yürürlüğe
giren 1739 Sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’nda Türk Millî Eğitim Sisteminin genel yapısı içinde, okul öncesi eğitime, örgün eğitim
sistemi içinde yer verilmiştir. 1992 yılında
3797 Sayılı Kanun’la Okul Öncesi Eğitim Genel Müdürlüğü kurulmuştur (OÖEGM, 2009).
2008-2009 öğretim yılındaki tüm okul öncesi eğitim kurumlarına ilişkin Tablo 3 incelendiği zaman görülecektir ki okul öncesi eğitim
kurumlarını dört guruba bölmek mümkündür.
36-72 ay grubundaki çocuklara eğitim veren anaokulları resmî ve özel anaokulları olarak ikiye ayrılmaktadır. Resmî anaokulları,
Okul Öncesi Eğitimi Genel Müdürlüğü bünyesinde bağımsız olarak açılan okul öncesi eğitim kurumlarıdır. Özel anaokulları ise Özel
Öğretim Genel Müdürlüğü bünyesinde açılan
okul öncesi eğitim kurumlarıdır. Özel anaokul-
19
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
ları Türk, Azınlık, Yabancı ve Uluslararası
anaokulları statülerinde olabilir.
bil ana sınıfları oluşturmaktadır. Özel okullar
bünyesinde açılan ana sınıfları; özel Türk,
Azınlık, Yabancı ve Uluslararası eğitim kurumlarına bağlı olarak açılmaktadır.
60 -72 ay gurubundaki çocuklara eğitim veren ana sınıflarını; resmî ve özel okullar bünyesinde açılan ana sınıfları oluşturmaktadır.
Resmî okullar bünyesinde açılan ana sınıflarını; devlet okulları bünyesinde açılan ana sınıfları (bu kurumlara okul öncesi eğitim veren
kurumlarda açılan uygulama sınıfları da dahildir), okul öncesi eğitimi yaygınlaştırmak ve
geliştirmek için yaz aylarında eğitim veren yaz
anaokulları ve ana sınıfları ile kenar bölge ve
kırsal kesimdeki ekonomik durumu yetersiz
aile çocuklarının okul öncesi eğitimden yararlandırılması amacıyla gezici otobüs içerisinde
ücretsiz okul öncesi eğitim hizmeti veren mo-
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) başlığı altında Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu bünyesinde
açılan resmî ve özel kreş ve gündüz bakımevlerine, çocuk yuvalarına ilişkin veriler açıklanmıştır. 657 sayılı kanunun 191. maddesine
göre açılan kurumlar başlığı altında belirtilen
madde gereğince devlet memurları için açılan
çocuk bakımevlerine ilişkin bilgiler verilmiştir.
Tablo 3’e göre 2008-2009 öğretim yılında okul
öncesi eğitim hizmeti veren 23.653 kurumda
804.765 öğrenci eğitim almıştır. Bu kurumlar-
20
Ekim 2009
Son Yıllarda Okul Öncesinde Nicel
Değişim
3-5 yaş gurubunda okul öncesi eğitimde net okullaşma oranı 2005 yılından
2008 yılına kadar % 14,28’den %
21,39’a çıkmıştır (Tablo 4).
Resmî ve özel anaokulları ve ana sınıfları göz önünde bulundurulduğu zaman öğrenci sayısına göre özel sektörün payı 2000-2001 öğretim yılında %
6,84 iken bu pay bir sonraki yıl % 6,87’ye çıkmış, 2002-2003 öğretim yılında ise % 3,44’e
düşmüştür. Sonraki yıllarda devamlı bir artışla
özel sektörün payı 2007-2008 öğretim yılında
% 6,26 olarak gerçekleşmiştir. 2008-2009 öğretim yılında ise özel sektörün payı % 5,41
olarak gerçekleşmiştir (Tablo 5).
da 29.342 öğretmen görev yapmıştır. Resmî
anaokullarında 117.153, özel anaokullarında
24.239, SHÇEK’e bağlı okul öncesi eğitim kurumlarında 29.641, resmî okullar bünyesinde
açılan ana sınıflarında, yaz ve mobil ana sınıfları da dahil olmak üzere toplam 601.416,
özel okullar bünyesinde açılan ana sınıflarında 17.110 ve 657 sayılı kanunun 191. maddesi gereğince açılan kurumlarda 15.206 öğrenci eğitim almıştır.
DPT Kalkınma Planlarında Okul
Öncesi Eğitim
Okul öncesi eğitimin bahsedildiği ilk plan
olan 2. Kalkınma Planı’nda 1968 - 1972 döne-
1960 yılında okul öncesi eğitim alanında
öğretmen yetiştirmek amacıyla Kız Teknik
Yüksek Öğretmen Okulunda Çocuk
Gelişimi ve Eğitimi Bölümü açılmıştır
(OÖEGM, 2009) 2006-2007 eğitim
öğretim yılında üniversitelerde okul
öncesi öğretime öğretmen yetiştiren
program sayısı 38 olmuştur. 2006 yılında okul öncesi öğretmenliğe ilişkin
üniversitelerdeki kontenjan sayısı
2007’dir. Üniversitelerde okul öncesi
öğretmeni yetiştiren kurumlardan
2004-2005 öğretim yılında mezun
olanların sayısı 1.720’dir. Millî Eğitim
Bakanlığı okul öncesi öğretmenliği ve
çocuk gelişimi bölümlerinden mezun
olanlardan 2006 yılında 1.550 öğretmen istihdam etmiştir (YÖK, 2007,
72-76-78).
21
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
minde okul öncesi eğitim hizmetlerinin, bağımsız anaokulları ve ilkokullara bağlı ana sınıfları kurularak geliştirileceği, bütün kız enstitülerinde öğretim programlarının ve okul öncesi eğitim hizmetlerinin geliştirilmesi amacıyla çocuk yuvaları açılacağı ifade edilmiştir
(DPT, 1968, 164). 3. Kalkınma Planı’nda kaynakların sınırlılığı nedeniyle okul öncesi eğitimde 1995 yılına kadar Millî Eğitim Bakanlığı
ve ilgili diğer kuruluşların çabalarının bir model geliştirme ölçeğinde olacağı ve bu model
çerçevesinde özel sektörün teşvik edileceği
belirtilmiştir (DPT, 1973, 718).
özellikle gecekondular ve işçi çocuklarının hedef alınacağı okul öncesi eğitimi pilot uygulamalarının ele alınacağı belirtilmiştir (DPT,
1979, 455-456).
1983 -1984 eğitim-öğretim yılında 5-6 yaş
grubunda okullaşma oranının % 3 olarak belirtildiği 5.Kalkınma Planı’nda okul öncesi eğitime ilişkin %10 hedefi konmuştur (DPT, 1985,
141). Ama 1989-1990’da okullaşma oranı %
4,2 olmuştur. 6. Kalkınma Planı dönemi sonunda da 5-6 yaş gurubuna ilişkin % 11,5 hedefi konmuştur (DPT, 1990, 291). 1994-1995
öğretim yılındaki 4-6 yaş gurubundaki okullaşma oranı ise % 2,8’dir. 7. Kalkınma Plan’ıyla
artık 4-6 yaş gurubuna ilişkin hedefler veril-
4. Kalkınma Planı’nda okul öncesi eğitimin
gelişmesi, önceki üç plan döneminde, gerek
kaynakların sınırlılığı, gerek bu eğitim alanına yeterince eğinilmemesi nedeniyle yeterli
düzeyde olmadığı ifade edilmiştir (DPT,
1979, 434). 4.Kalkınma Planı’nda
ayrıca okul öncesi eğitime 500
milyon kaynak ayrılacağı, en
çok kentleşmiş yörelerden başlamak üzere
22
Ekim 2009
meye başlanmıştır. Planlanan dönemin sonunda hedef okullaşma oranı % 16’dır (DPT,
1996, 28). Ama yine maalesef 1999-2000 öğretim yılında okul öncesi eğitimde okullaşma
oranının % 9,8’dir. 8. Kalkınma Planı’nda 4-6
yaş gurubuna ait okullaşma hedefi % 25’dir
(DPT, 2001, 81).
öğretmeninin eğitimine ilişkin kapsamlı bir
model önerilmiştir (MEB, 1982). Öğretmen
eğitimin geniş olarak tartışıldığı 12. Millî Eğitim Şurası’nda okul öncesi eğitime öğretmen
yetiştirmeye ilişkin de kararlar alınmıştır
(MEB, 1988).
Okul öncesi eğitimden hiç bahsedilmeyen
13. Millî Eğitim Şurası’ndan sonra toplanan
14. Millî Eğitim Şurası’nın iki gündem maddesinden biri, okul öncesi eğitimidir (MEB,
1993). 15. Millî Eğitim Şurası’nda okul öncesi
eğitimle ilgili 5-6 yaş okul öncesi eğitimin de,
yakın bir gelecekte zorunlu eğitim kapsamına
alınması gerektiği gibi birçok karar alınmıştır
(MEB, 1996).
9. Kalkınma Planı’nda okul öncesinde
okullaşma oranlarında oldukça geride kalındığı belirtilmiştir (DPT, 2007: 40). Plan’da okul
öncesi eğitimin yaygınlaştırılması amacıyla
öğretmen ve fiziki altyapı ihtiyacının karşılanacağı, eğitim hizmetlerinin çeşitlendirileceği,
toplumsal farkındalık düzeyinin yükseltileceği,
erken çocukluk ve ebeveyn eğitimlerinin artırılacağı hedefleri verilmiştir (DPT, 2007: 86).
Sadece mesleki ve teknik eğitimin görüşüldüğü 16. Millî Eğitim Şurası’ndan sonra toplanan 17. Millî Eğitim Şurası’nda okul öncesi
eğitimle ilgili 60-72 aylık okul öncesi eğitim
döneminin zorunlu hâle getirileceği, genel
bütçeden okul öncesi eğitime ayrılan payın artırılacağı, bu alanda belediyeler, il özel idarelerinin, kamu iktisadi teşekküllerinin, vakıfların
ve özel sektörün teşvik edileceği ve Cumhuriyet’in 100. yılını kutlayacağımız 2023 yılında
okul öncesi eğitimdeki 36-60 aylık çocuklar
için okullaşma oranının % 80’e ulaşacağı kararları alınmıştır (MEB, 2006b).
Millî Eğitim Şuralarında Okul
Öncesi Eğitim
Dönemin Millî Eğitim Bakanı Tevfik İleri
başkanlığında toplanan 5. Millî Eğitim Şurası’nın gündeminde ‘okul öncesi öğretim ve
eğitimin anaokulları için hazırlanmış olan
program ve yönetmeliğinin incelenmesi’ maddesi de vardır (MEB, 1953). 7. Millî Eğitim Şurası’nda 222 Sayılı İlköğretim Kanunu’na göre
yeniden hazırlanması gereken 13 adet yönetmelik tasarısından biri olan ‘Anaokulları ve
Ana Sınıfları Yönetmeliği’nin Talim ve Terbiye
Kurulunca incelenerek 1962-1963 eğitim öğretim yılının başında uygulamaya konulacağı
kararı alınmıştır (MEB, 1962).
Sonuç
Sonuç olarak; Millî Eğitim Bakanlığının bu
çabalarının etkili ve verimli olabilmesi için
devletin ilgili tüm kurum ve kuruluşlarının, sivil
toplum kuruluşlarının, toplumun tüm kesimlerinin de sürecin içerisinde bulunması gerekmektedir. Bunun için farkındalığın arttırılması
olmazsa olmaz bir gerçeklik ifade etmektedir.
Her ne kadar, okul öncesi eğitimde uluslararası alanda oldukça gerilerde olsak da değişim
trenini yakalamak, hangi vagon olursa olsun o
9. Millî Eğitim Şurası’nda okul öncesi eğitim, yasalaşan Millî Eğitim Temel Kanunu’nun
ilgili maddeleriyle ele alınmıştır (MEB, 1974).
10. Millî Eğitim Şurası’nda okul öncesi eğitim
detaylı olarak analiz edilmiş, ana sınıflarının
başlangıçta zorunlu olmayıp zamanla zorunlu
olacağı gibi birçok karar alınmıştır (MEB,
1981). 11. Millî Eğitim Şurası’nda okul öncesi
23
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
MEB (1982). 11. Millî Eğitim Şurası: 8-11 Haziran 1982.
MEB (1988). 12. Millî Eğitim Şurası: 18-22 Haziran 1988.
MEB (1993). 14. Millî Eğitim Şurası: 27-29 Eylül 1993.
MEB (1996). 15. Millî Eğitim Şurası: 13-17 Mayıs 1996.
MEB (2006). 17. Millî Eğitim Şurası: 13-17 Kasım 2006.
MEB (2001). Millî Eğitim İstatistikleri 20002001
MEB (2002). Millî Eğitim İstatistikleri 20012002
MEB (2003). Millî Eğitim İstatistikleri 20022003
MEB (2004). Millî Eğitim İstatistikleri 20032004
MEB (2005). Millî Eğitim İstatistikleri 20042005
MEB (2006a). Millî Eğitim İstatistikleri 20052006
MEB (2006b). 17. Millî Eğitim Şurası: 13-17
Kasım 2006.
MEB (2007). Millî Eğitim İstatistikleri 20062007
MEB (2008). Millî Eğitim İstatistikleri 20072008
MEB (2009a). Millî Eğitim İstatistikleri 20082009.
MEB (2009b) Millî Eğitim Bakanlığı 2010-2014
Stratejik Plan Taslağı.
OECD (2003). Learning for Tomorrow’s World
– First Results from PISA 2003.
OÖEGM (Okul Öncesi Eğitimi Genel Müdürlüğü) (2009). Okul Öncesi Eğitimde Tarihsel Gelişim.
Kaynak: http://ooegm.meb.gov.tr/22tarihce.asp.
Erişim Tarihi: 23.07.2009.
Sakaoğlu, N. (2003). Osmanlıdan Günümüze
Eğitim Tarihi. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi
Yayınları.
Toffler, A. (1971). Future Shock. New York:
Bantam Books.
UNESCO (2009). Education for All - Global Monitoring Report 2009.
YÖK (2007) Öğretmen Yetiştirme ve Eğitim Fakülteleri (1982-2007). Ankara: Meteksan A.Ş.
trende bulunmak, geç kalmanın bitiş olmadığının da farkına varmak, bu alandaki farkındalığı da arttırmak gerekir.
KAYNAKÇA
AÇEV (2007). Ekonomik ve Toplumsal Kalkınma İçin Erken Çocukluk Eğitimi. İstanbul.
Akyüz,Y. (1996). Anaokullarının Türkiye’de Kuruluş ve Gelişim Tarihçesi. Millî Eğitim Dergisi, 132
(4), s.11-17.
Akyüz, Y. (2001). Türk Eğitim Tarihi (Başlangıç’tan 2001’e) İstanbul: Alfa Yayınları.
Akyüz, Y. (2004). Bilim ve Aklın Aydınlığında
Eğitim Dergisi, 51, s.10-15.
DPT (1968). 2. Kalkınma Planı (1968-1972).
DPT (1973). 3. Kalkınma Planı (1973-1977).
DPT (1979). 4. Kalkınma Planı (1979-1983).
DPT (1985). 5. Kalkınma Planı (1985-1989).
DPT (1990). 6. Kalkınma Planı (1990-1994).
DPT (1996). 7. Kalkınma Planı (1996-2000).
DPT (2001). 7. Kalkınma Planı (2001-2005).
DPT (2007). 7. Kalkınma Planı (2007-2013).
European Communities (2008). Europe in Figures: Eurostat Yearbook 2008. Luxembourg: Office for Official Publications of the European Communities.
Hançerlioğlu, O. (1993). Düşünce Tarihi. İstanbul: Remzi Kitabevi
Kağıtçıbaşı ve diğerleri. (2005). Erken Müdahalenin Erişkenlikte Süren Etkileri: Erken Destek
Projesi’nin İkinci Takip Araştırması’nın Ön Bulguları. İstanbul: AÇEV.
Kaytaz, M. (2005). Türkiye’de Okul öncesi Eğitiminin Fayda-Maliyet Analizi. İstanbul: AÇEV.
McCune, S.D. (1986). State Strategic Planning. Charleston, W. VA : Appalachia Educational
Lab.
MEB (1953). 5. Millî Eğitim Şurası: 4-14 Şubat
1953.
MEB (1962). 7. Millî Eğitim Şurası: 5-15 Şubat
1962.
MEB (1974). 9. Millî Eğitim Şurası: 24 Haziran4 Temmuz 1974.
MEB (1981). 10. Millî Eğitim Şurası: 23-26 Haziran 1981.
24
Ekim 2009
Köksal Cengiz
GÜL YÂRESİ
Her yürekte yâre vardır,
İflah etmez gül yâresi.
Her derde bir çare vardır,
İflah etmez gül yâresi.
Gül yâresi derin olur,
Bülbül gülden serin olur,
Birkaç arşın yerin olur,
İflah etmez gül yâresi.
Gâhi sitem gâhi nazı,
Döndürür kışlara yazı,
Başlar kalpte ince sızı,
İflah etmez gül yâresi.
Kimi kader baştan kara,
Kimi gönülden fukara,
Benzemez kılıç, oklara,
İflah etmez gül yâresi.
25
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
Her kulun var bir çilesi,
Sabrederek eksilesi,
İyileşir derdin cümlesi,
İflah etmez gül yâresi.
Gece gündüz zâra koyar,
Nefes keser dara koyar,
Bazen nârdan nâra koyar,
İflah etmez gül yâresi.
Muhabbetle sarılırsın,
Bir kem sözle kırılırsın,
Hâlden hâle karılırsın,
İflah etmez gül yâresi.
Candan özge gelir canan,
Küle döner içten yanan,
Nîran olur bağ-ı cinan,
İflah etmez gül yâresi.
Şu derdimle Niyazkâr’ım,
Solan goncaya efkârım,
Bir gün dolar ömür varım,
İflah etmez gül yâresi.
Nevzat Ayaz Anadolu Lisesi Müdürü
26
Ekim 2009
TÜRK
KONUKSEVERLİĞİNE
TARİHSEL BİR ÖRNEK:
KÖY ODALARI
Mümtaz Başkaya
ları yolculuklarda günümüze göre daha ilkel
araçlar kullanmak zorundaydılar. Çünkü yaşadıkları zamanın gereği, günümüzde yaygın
biçimde kullanılan ulaşım araçları henüz icat
edilmemişti. O yüzden, insanlar bir yerden bir
yere seyahat ederken yolculuklarını yaya olarak veya yük ve binek hayvanları ile gerçekleştiriyorlardı. Bu da hayli yorucuydu ve uzun
zaman alıyordu. Bu yüzden, sık sık bir yerlerde konaklamak ihtiyacı duyuyorlardı. Çünkü
gidecekleri yer uzaksa, gecelemek zorunda
kalıyorlardı.
akın zamana kadar köylerde yaşamış veya hâlen yaşamakta olan
kişilerin anılarında dün gibi yaşayan köy odaları geleneği, Türk konukseverliğinin en iyi örnekleri
arasındadır.
Y
Köy odaları geleneğinin tarihselliği, hayli
eski yıllara dayanmaktadır. Çoğu geleneğimiz
gibi bu geleneğimizin de Orta Asya kökenli olması güçlü bir ihtimaldir. Türkler, konukseverlikleri gereği; Orta Asya’da sürdürdükleri bu
güzel geleneği, Anadolu’ya da taşımış olmalıdırlar.
Yol üzerindeki kervanlar ve hanlar bu konaklamanın gerçekleştiği yerlerdi. Bu yerler,
Tarihin yolcuları, bir yerden bir yere yaptık-
27
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
buraları sahiplenmesi ve ihtiyaçlarının kendilerince karşılanması biçiminde yeniden şekillendi.
devlet yönetimince hem yol güvenliğini sağlamak hem de bir yerden bir yere, uzak mesafelere gidenlerin konaklama ihtiyaçlarını gideriyordu. Bu amaçla, vakıflar kurulmuş ve
bu kervansarayların ve hanların ihtiyaçları
için vakfiyeler düzenlenmişti.
Köylülerin gücü ile oluşturulan bu köy odaları, Anadolu’nun özellikle kırsal yerleşmelerinde yaygınlaştı. Türk konukseverliğinin bir
göstergesi olarak uzun yıllar etkinliğini sürdürdü.
Köylerde de gelip geçen yolcuların ihtiyaçlarını karşılamak ve gecelik barınmaları için
köy odaları kuruldu. Köy halkı, sivil bir örgütlenme ile kendi köy odalarını faaliyete geçirdi.
Köylerdeki köy odalarının konukları, bir
yerden bir yere gitmekte olan yolcular olduğu
kadar, köye ticaret amacı ile gelen veya zanaat sahibi insanlar da olabilmekteydi. Çerçiler, testi bardak satanlar, ürettiği malı değiş
yoluyla veya para ile ticaret yapanlar, halatçılar, gezici kalaycılar, orakçılar vb. olmak üze-
Bu konaklama yerleri, özellikle kırsal yerleşmelerde daha yaygındı ve “köy odası” biçiminde tanımlanmaktaydı.
Zamanla çoğalan köy odaları, köylünün
28
Ekim 2009
re köye bir nedenle gelenler istediği kadar bu
köy odalarında konuk olarak kalabiliyorlardı.
bütün odalar, her zaman köye bir konuk gelecekmiş gibi hazır tutulurdu.
Anadolu’nun birçok köyünde, neredeyse
her sülalenin köy odası vardı. Bu köy odaları
ya o sülalelerin ya da önde gelen büyüğünün
adı ile anılıyordu. Gelen konukların ihtiyaçları
da bu sülalelere mensup aileler tarafından
karşılanıyordu. Bu hizmetlerin kesinlikle maddi bir karşılığı yoktu.
Köy odaları köylerdeki dayanışmayı, kaynaşmayı arttıran yerlerdi. Bu yönüyle sosyal
hayatı geliştiren ve ayakta tutan yerlerdi. Buralarda, özellikle kış günlerinde bir araya gelinir memleket meseleleri konuşulurdu. Dışarıdan gelen konuklardan haberler alınır ve bu
sayede ülkede ve çevrede ne olup bitmiş öğrenilirdi.
Köy odaları genellikle iki katlı yapılmıştı.
Yerine göre, birden fazla konuk ağırlanabilecek şekilde düzenlenmişti. Eğer köye gelen
konuklar fazla sayıda ise diğer odalara pay
edilirdi. Bunun için konuğun tercihi önemliydi.
Zaten, köy ahalisi, gelen konukları odalarında
ağırlayabilmek için âdeta birbiri ile yarışırdı.
Bu, konukseverliğin bir gereğiydi. Bu yüzden,
Belli yaşa gelmiş gençler, köy odalarında
büyüklerden sonraki yerlerini alır, konuşmaları sessizce dinler ve söz verilmeden konuşmazlardı, büyüklere karşı saygı esastı.
Ayrıca, köy odalarında özellikle geceleri
oyunlar oynanır, hoşça vakit geçirilirdi. Kimi
zaman anılar tazelenir, sohbetler koyulaşırdı.
29
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
Çocukluğumda, dedemin evinin yakınındaki köy odasında gündüzleri oyunlar oynardık. Bu oda iki katlı idi ve alt katında gelen konukların hayvanları olursa onlar bağlanırdı ve
hemen otu, samanı, suyu verilirdi.
Köy odalarının konukları, bazen diyar diyar
gezen halk ozanları olurdu. Sazlarını çalar,
yanık yanık söylerlerdi. Bayram ve düğünlerde köy halkı odalarda toplanır, kutlamalar yaparlardı ve topluca yemekler yenirdi. Buralarda dargınlıkların küskünlüklerin yeri olmazdı.
Bugün için, bu geleneğimiz unutulmak ve
yok olmak üzere olsa da, Anadolu’da özellikle köy yerleşmelerinde köy odaları geleneğine seyrek de olsa rastlanılmaktadır. Son örnekleri de zamana ve modernizme karşı direnememekte, yok olmaktadır.
Köy odaları sosyal yaşantının gerçekleştiği, kültürün yaşatıldığı yerlerdi. Modern
yaşantının getirdiği tüm olumsuzluklar bu
güzelim kültürümüzü de etkilemiştir.
Denizli’nin Çivril ilçesine bağlı Sökmen Köyü’nde de yakın zamanlara kadar köy odası
geleneği yaşatılmaktaydı. Ne yazık ki bugün
hiçbiri kullanımda değil. Çoğu bakımsızlıktan
yıkıldı. Birkaçı da metruk hâlde, geçmişi ile
yalnız bırakılmış gibi bir köşede öylece duruyor.
Geçmişte, tarihin bir köşesinde saklı kalsa
da, köy odaları geleneği Türk insanının insana verdiği değerin, tarihselliğinin her zaman
göstergesi olacaktır. Bu geleneğimiz de, Türk
konukseverliğine bir örnek olarak hep var olacaktır.
30
Ekim 2009
MEDYA ETİĞİ
Dr. İbrahim Sezgül
rumun amacına göre değişebilmektedir. Mesela, savaş gibi bir konuda okuyucusunun, dinleyicisinin veya izleyicisinin dikkatini çekmek isteyen bir yayıncı veya yorumcunun kelime ve
görüntü kullanmadaki tercihleri ile sosyal bir
konuda aydınlatıcı bir haber vermek isteyen
yayıncının veya yorumcunun kelime, cümle ve
imaj kullanmadaki tercihleri ve haber etik anlayışları birbirinden çok farklı olabilir. Diğer yandan, toplumun sağlığına veya güvenliğine zarar veren bir olaydan haberdar olunduğu hâlde, çeşitli menfaat dengelerini gözeterek haber yapmamak veya sessiz kalmak bile etik dışı sayılabilir. Bu yüzden medya etiği tek boyutlu değil çok boyutlu olarak ele alınması gereken bir konudur. Bazen bir haberin yapılış tarzı etik dışı görülebilirken bazen de yapılmaması bu şekilde değerlendirilebilir. Bu açılardan
medyaya bakıldığında kamuoyunu yönlendir-
Giriş
tik habercilik’ veya ‘haber etiği’
günümüzde çok sık kullanılan
kavramlardan birisidir. Birçok basın ve yayın kuruluşu kendilerinin
rakiplerinden daha etik habercilik
yaptıklarını vurgulamak suretiyle, inandırıcılık
derecelerini yükseltmeye çalışmaktadırlar. Ancak, özellikle televizyon, radyo ve internet haberciliğinde saniyelerin, gazete haberciliğinde
de dakikaların önemli olduğu bir rekabet ortamında haber veya yorum yaparken iyi niyetli
olunsa bile tümüyle etik kurallara uyumlu davranış pek kolay değildir. Öncelikle hangi haber
veya yorumun halka ulaştırılmasının etik kurallar içerisinde olduğu, etik sınırların nerede
başladığının veya bittiğinin belirlenmesi oldukça güçtür. Çünkü bu sınırlar, haberin veya yo-
‘E
31
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
reyting veya tiraj için yarışan rakiplerin; doğru
haber, yönlendirici haber veya sansasyonel
haber vermek arasındaki tercihleri, gerçekler
ya da çarpıtmalar arasındaki sınırların sürekli
değiştirilmesine de sebep olabilirler. Ekonomik, sosyal, politik ya da reyting kaygıları doğrultusunda hareket eden medya kuruluşları bu
yolda insan psikolojisini kullanarak hedeflerine
ulaşmaya çalışırlar. Örneğin, bir sokaktan geçerken orada çalışan veya konuşan kişiler ya
da oyun oynayan çocuklar görülebilir. Ancak,
çok az kişi bu durumla ilgilenip onları seyretmeyi düşünebilir. Bunlar sıradan olay olarak
mek için devamlı bir surette enformasyon, dezenformasyon ve propaganda şeklinde çeşitli
kişi, grup, fikir ve ilişkiler ağının sürekli rekabetini gözlemlemek mümkündür.
Bu tür rekabetlerin pek çok amacı vardır.
Bunlardan bazılarını, kamuoyunu daha fazla
etkileyerek halkın nabzını medya kuruluşunun
temsil ettiği düşünceler ile uyumlu hale getirmek, yönlendirmek, daha fazla maddi veya
politik güç elde etmek olarak sıralamak mümkündür.
Bütün bu faaliyetler yapılırken, daha fazla
32
Ekim 2009
lişkilerin tek taraflı olmadığını da kabul etmek
gerekir. Çünkü toplumdaki her insanın bir kimliği, kişiliği ve toplum içerisinde bir rolü veya rol
beklentisi olduğu gibi medya müşterilerinin de
medya kurumlarından bir takım beklentileri
vardır. Başka bir ifade ile medyanın toplumu
etkilemesi hiçbir zaman tek yönlü değildir, ilişkiler hep iki yönlü gelişmiştir. Çünkü karşılıklı
ilişkilerde medya kullanıcılarının da tercih hakları vardır. Yani ön plana çıkarılmasını istedikleri konuların ilgili kurum tarafından dile getirilmediğini düşünen servis alıcıları başka bir
medyayı tercih edebilirler. Konuya bu açıdan
bakıldığında ve medyada devamlı değişen tiraj
ve reytingler incelendiğinde böyle dinamik bir
yapıyı görmek mümkündür. Bu sebepledir ki,
kullanıcıların eğilim ve istekleri konusunda iyi
tespitler yapamayan, okuyucusuna, dinleyicisine veya izleyicisine istediğini veremeyen medya piyasadaki etkisini yitirmiştir. Bu durumda
toplumu medyanın elindeki bir ‘kurban’ olarak
görmek ve toplumdaki her türlü güzelliğin veya
kötülüğün ana kaynağı veya toplumun neyi düşüneceğini belirleyen bir ‘beyin kontrol aracı’
olarak görmek de yanlış olabilir. Çünkü medya
belki toplumsal gündemin belirlenmesinde etkili olabilir ancak, halkın bu konularda ‘neyi düşüneceğini’ belirleme gücüne sahip değildir
(Jean-Bertrand, 2004). Yani medyanın iletişim
gücü ile halkın üzerinde elde edebileceği gücü
simetrik değildir (Hall, 1988). Bu hususun belirlenmesinde, toplumda başka sosyal, siyasal,
ekonomik veya kültürel dinamikler de bulunmaktadır. Toplumdaki bu tür farklı dinamikler,
medya sahiplerinin ulaşmak istediği amaca her
zaman ulaşmasına müsaade etmez (Couch,
1990).
görüldüklerinden pek fazla ilgi uyandırmazlar.
Ancak aynı mekânda tartışan veya kavga
eden kişi veya gruplar görüldüğü zaman kendi
güvenliklerine bir tehlike oluşturmayacağını
düşünenler, durup olayları seyretmeye ve kavganın içyüzünü araştırmaya çalışırlar. İşte
medyanın zaman zaman maddi veya siyasi
güce tahvil etmeye çalıştığı duygu da genellikle insandaki bu merak duygusudur. Başka bir
ifade ile medya kişilerin ‘merak’ duygularını ticari başarılarının temelinde bulunduran veya
bulundurmak zorunda kalan bir kurumdur. Bu
bağlamda sansasyonel ve sıra dışı haberleri
kullanarak reyting ve tiraj kazanmaya çalışırlar
(Spitzer, 1987). Bu sebepledir ki, basın ve yayın kuruluşları genellikle en etkileyici haberleri
manşetten vermeye, dikkat çekici içeriği bulunmayan haberleri de iç sayfalara taşımaya çalışırlar. Medyada yer alan ilk sayfa haberlerine
bu perspektiften bakılırsa; dünya yanıyor, yıkılıyor, gibi duygulara kapılmak mümkün olabileceği gibi, bu haberleri tersten okuyarak, dünyadaki olumsuz birkaç olay dışında başka güzel şeyler oluyormuş yorumunu yapmak da
toplumsal akıl ve ruh sağlığının korunması açısından doğru olabilir. Neticede, medyanın ticarî bir amacının olduğunu ve daha fazla reklam
almak, daha fazla okuyucu, dinleyici ve seyirci
toplamak için çaba sarfettiğini unutmamak gerekir.
Medyaya onları motive eden gerçek dinamiklerin içyüzünü görerek bakıldığında, onların
da ele aldıkları konularda bir takım politik,
ekonomik, sosyo-psikolojik çelişkiler veya çatışmalar yaşayabilecekleri ve bu konulardaki
eğilimlerinin ağırlığı derecesinde medya etiğinden uzaklaşabileceklerini kabul etmekte fayda
vardır. Ayrıca, bu medya gruplarının bir alıcı,
okuyucu, dinleyici ve izleyici kitlesi olduğu da
dikkate alındığında bu tür eğilimlerin veya çe-
Medyanın toplum veya toplumsal gündem
üzerine etkileri konusu farklı bir açıdan ele alınacak olursa, medya dediğimiz kuruluşlar bü-
33
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
eski Sovyetler Birliği medyasının halkın neyi
düşüneceğini etkileme çabaları ve halkların bu
çabalara direnerek kendi kimliklerini ve inançlarını muhafazası güzel bir örnek olarak gösterilebilir (Gunter, 1987; Meyrowitz, 1994; Jean
Bertrand, 2004).
Hele hele günümüzde elektronik haberleşme ağlarının çok yaygın olduğu ve dünyanın
her tarafındaki haber ve bilgilere çok kısa bir
zamanda ulaşma imkanının olduğu bir devirde
medyanın etik dışı bir ‘tahakküm aracı olarak
kullanılması ve bir sonuca ulaşılması’ artık imkansız hale gelmiştir. Çünkü en küçük bir gazete, televizyon veya radyo haberlerinin elektronik haberleşme kanalları, internetteki mail
grupları veya haber siteleri aracılığıyla milyonlarca insana ulaşması dakikalar içerisinde
mümkün olabilmektedir. Günümüzdeki elektronik iletişim ağlarının ileri seviyede gelişmesi,
basın kuruluşlarını ve basını farklı amaçlar için
kullanmak isteyenleri daha dikkatli veya etik sınırlar içerisinde hareket etmeye zorlamaktadır
(Altheide, 1993).
Medyada yer alan fikirlerin ve gündemlerin
tek taraflı değil aslında ‘dinamik’ gündemler
yani hem etkileyen hem de kullanıcılar tarafından etkilenen gündemler olduğu dikkate alındığında etik çizgilerin belirlenmesi konusu daha da kompleks bir boyut kazanmaktadır. Bir
taraftan medya grubunun ekonomik veya politik beklentileri, diğer taraftan servis kullanıcılarının beklentilerinin karşılanması, ayrıca muhalif grupların tepki ve talepleri arasında denge oluşturmak oldukça zorlaşmaktadır. Çünkü
her bir grup kendi eğilimlerini ilgilendiren alanlarda diğer rakip gruplarca dillendirilen haber
ve mesajlardan farklı beklentiler içerisine girmektedir, ancak, bu beklentileri de karşılarken
‘etik standart’ların aşındırılması da söz konusu
olabilmektedir. Çünkü servis kullanıcının müş-
tününün tek bir blok veya tek bir ses olmadığı
da görülür. Bu durumda tirajı veya reytingi en
yüksek medya kuruluşlarının desteğini alan
her fikir veya güç de etkili olamayabilir. Demokrasinin baskı altına alındığı ve medyanın
hakim güç ve ideolojinin sözcüsü olarak kullanıldığı dönemlerde bile halka tercih hakkı verildiğinde; medyayı tek yönlü olarak kullanarak
bir ‘düşünce kontrol ya da beyin yıkama aracı’
olarak görüp iktidara gelebilecekleri hissine kapılanlar genellikle hayal kırıklığına uğramışlardır. Okuyucu eğilimlerini dikkate almayan ve
daima egemen gücün taleplerini yerine getiren
34
Ekim 2009
MEDYA MESLEKİ ETİK KURALLARI
terisi ya da takipçisi oldukları medyadan birtakım beklentileri vardır ve beklentileri karşılanmazsa alternatif medya gruplarına yavaş yavaş yönelebilirler. Böylesine çelişkili durumlarda medya, aslında servis kullanıcıları ile ilişkilerinde bir taraftan etken iken diğer taraftan
edilgen duruma düşebilir. Bu sebeple, bazen
medya kurumları isteseler de yayın çizgilerini
kendi servis alıcılarının talepleri yüzünden değiştiremeyebilirler. Dolayısıyla her medya kuruluşunun sosyal, kültürel veya siyasal kimliği
olduğu gibi onlardan servis alanların da birtakım kimlikleri olduğu göz önünde tutulmalıdır.
Aşağıda birçok ülke nezdinde ayrıntıları incelenecek olan medyanın genel etik kuralları
sıralanmıştır;
1. Yayımlanan bilgiler tam, doğru, ilgili ve
dengeli olmalıdır;
2. Demokrasiye, insan hak ve hürriyetlerine saygı temelinde olmalıdır;
3. Yalan ve yanıltıcı haber yapmamak gerekir;
4. Özel hayata gereksiz yere müdahale
edilmemelidir;
Bütün bu karmaşık ve dinamik ilişkiler yumağına rağmen, medya hizmet sağlayıcılarının, hedef kitlelerini kendilerinden uzaklaştırmadan etik bir yol belirlemek mecburiyeti de
ortadadır. Çünkü, tek taraflı ve çarpıtma yayın
yaptığı kanaatini ülke kamuoyunda uyandıran
kuruluşlar geniş halk kitleleri nezdindeki inandırıcılıklarını yitireceklerinden marjinalleşeceklerdir. Bu da kamuoyunda etki sahibi olmak isteyen kurumların kendi güçlerini kaybetmeleri
anlamına gelebilir. Böyle bir duruma düşmemek için kullanılacak ilkeler incelendiğinde bütün dünyada kabul gören birtakım medya etik
kurallarının olduğu görülmektedir. Bu değerler
dünyanın bütün demokratik ülkelerinde büyük
oranda aynı olarak görülmektedir. Bunlar, genellikle doğruluğun, adaletin ve hürriyetlerin
korunması; nefretin, şiddetin, insanları küçümsemenin, ırkçılığın reddedilmesi gibi evrensel
değerler üzerine kurulmuştur.
5. Haber tam, eksiksiz, adil ve anlaşılabilir
şekilde verilmelidir;
6. Sosyal, siyasi veya ekonomik grup ayırımcılığı yapılmamalıdır;
7. Bağımsızlık ve tarafsızlık doğrultusunda
hareket ederek, sosyal, siyasal veya ekonomik
birtakım grupların kontrolünde hareket etmemeli veya onların çıkarlarına alet olmamalıdır
(Jean Bertrand, 2004).
Medya etiği konusundaki temel dökümanlardan birisi 24-25 Kasım 1971 yılında basın
örgütleri tarafından ilan edilen ve ‘Münih Beyannamesi’ olarak bilinen Gazetecilerin Hakları ve Sorumlulukları Beyannamesi’dir (The
Declaration of Rights and Obligations of Journalists, the Munich Charter). Bu beyanname
yüz binlerce üyesi bulunan Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (International Federation
of Journalists -IFJ) ve Avrupadaki birçok gazeteci birlikleri tarafından kabul edilen bir belgedir.
Konunun ayrıntılarına geçmeden önce
medya etiğinin çerçevesinin ne olduğunu hatırlamakta fayda vardır: Medya etiğinin çerçevesine basılı, görüntülü, sesli yayınlar, film, tiyatro, sanat eserleri ve interneti içine alan çok geniş bir alan girmektedir. Yazılı, görüntülü ve
sesli reklamlar da bu kapsama dahildir.
Belgenin önsözünde, bilgi alma hakkı, ifade özgürlüğü ve eleştiri yapma hakkının temel
insan hakkı olduğu belirtildikten sonra; gazetecilerin de topluma karşı sorumlulukları olduğu-
35
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
7. Mesleki gizliliğe uymak ve elde edilen
gizli bilgilerin kaynağını açığa vurmamak;
nu ve bu sorumluluğun patronlarına veya devlet kurumlarına karşı olan sorumluluklarından
daha üstün olduğu belirtilerek aşağıdaki sorumluluklar ve haklar sıralanır:
8. İntihal, iftira, karalamak, yaftalamak, temelsiz suçlamalarda bulunmak ve haberlerin
yayımlanması ya da gizlenmesi konularında
herhangi bir şekilde rüşvetin kabul edilmesini
ciddi mesleki bir suç olarak görmek;
Sorumluluklar
1. Kendisi için ne gibi sonuçlar doğurursa
doğursun, toplumun gerçeği öğrenme hakkından dolayı ‘gerçeklere’ saygılı olmak;
9. Gazetecilik mesleğini reklamcılıkla ya
da propagandacılıkla asla karıştırmamak ve
reklamcılardan gelen dolaylı ya da dolaysız
herhangi bir emri reddetmek;
2. Bilgi alma, yorum ve eleştiri özgürlüğünü savunmak;
3. Temel bilgileri gizlemeden, metinleri ve
belgeleri değiştirmeden, sadece kaynağını bildiği gerçekler hakkında bilgi vermek;
10. Her türlü baskıya direnmek; yazı, konu
ve değişiklikler ile ilgili emirleri sadece yazı işlerindeki yetkili insanlardan almak.
4. Haber, fotoğraf ya da belge almak için
hileli yöntemler kullanmamak;
Unvanlarını hakkıyla kazanmış bütün gazeteciler yukarıda belirtilen prensiplere iyi niyetle uymayı kendine görev bilir. Her ülkenin
genel kanunları çerçevesinde, mesleki meselelerde gazeteci, sadece meslektaşlarının yet-
5. Mahremiyete saygı göstermek;
6. Yanlış olduğu tespit edilen yayımlanmış
bilgileri düzeltmek;
36
Ekim 2009
- İnsanların yaşadıkları olayları hoşa gitmeyecek olsa bile, cesurca ifade edebilmelidirler.
kisini kabul eder, hükûmetin ya da başkalarının
müdahalelerini kabul etmez.
Haklar
- Kendi kültürel değerlerini gözden geçirmeli ve bunları başkalarına dayatmaktan kaçınmalıdırlar.
1. Gazeteciler bütün bilgi kaynaklarına özgürce ulaşabilmeyi ve toplum hayatını düzenleyen olayları özgürce araştırma hakkını talep
ederler. Bu yüzden, kamusal ya da özel meseleler sadece özel durumlarda ya da açıkça ifade edilen konularda gazetecilerden gizlenebilir;
- Toplumu ırk, cinsiyet, yaş, din, milliyet,
bölge, cinsel tercihler, maluliyet, fiziki görünüş
veya sosyal statülerine göre ayırmaktan kaçınmalıdırlar.
- Hoşlarına gitmese bile her türlü görüşün
kendini açıkça ifade edebilmesini desteklemelidirler.
2. Gazeteci çalıştığı kurumun genel politikasında ters düşen veya iş kontratına açıkça
dahil edilmeyen konulardaki herhangi bir talebe boyun eğmeme hakkına sahiptir;
- Sessizlerin sesi olmalıdırlar.
3. Bir gazeteci inançlarına ve vicdanına
aykırı olan işleri yapmaya ya da fikirlerini beyan etmeye zorlanamaz;
- Resmî ya da gayri resmî bilgi kaynakları
eşit derecede geçerli olabilir.
- Bilgi toplamanın ve yayımlamanın birilerine zarar verebileceği veya rahatsız edeceği de
dikkate alarak yayın yapmalı ve haberin kaynağı veya konusu olan kişilerin de saygıya layık olduklarını unutmamalıdır.
4. Yazı işlerinin girişim hayatını etkileyecek
önemli kararlardan haberdar edilmesi gereklidir. En azından işe alım, işten çıkarım, gazetecilerin değiştirilmesi ve terfileri gibi yazı işleri
personelinin düzeni ile ilgili kesin karar alınmadan önce yazı işlerine danışılmalıdır;
- Gazetecilerin ‘halkın bilgi alma hakkı’ konusundaki bağımsız çalışmalarına gölge düşürecek her türlü menfaat çatışmasına yol açacak durumdan uzak durmaları gerekir.
5. Gazetecilerin, sadece toplu anlaşmaların sağladığı avantajlardan değil, ayrıca, çalışmalarının maddi ve manevi güvencesini sağlayacak; sosyal konumlarına uygun ve ekonomik
bağımsızlıklarını temin edecek bireysel anlaşma yapmaya hakları vardır (Reporters Without
Borders, 2008).
- Gazeteciler okuyucularına, dinleyicilerine
ve seyircilerine karşı sorumludurlar ve halkın
medyaya karşı şikayetlerini dile getirmelerini
teşvik etmelidirler.
İngiltere Gazeteciler Birliği Kuralları da
(Code of Conduct and Working Practices of
Britain’s National Union of Journalists) yukarıda belirtilen mahiyette kurallar içermekte ve
‘makul bir biçimde bireylere ve kurumlara, yanlışlıklara ve iftiraya cevap verme hakkı tanınması’nı ön plana çıkarmaktadır.
Amerika Profesyonel Gazeteciler Derneğinin (American Society of Professional Journalists) Etik Kuralları incelendiğinde aşağıdaki
kurallar ön plana çıkarılmıştır:
- Gazeteciler, haber toplamada, yayınlamada ve yorumlamada doğru, adil ve cesur olmalıdırlar.
Kanada Kubek Gazetecileri Etik Kuralları,
37
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
biraz daha iyi olmakla birlikte doktorlar (%83),
öğretmenler (%82), polisler (%71) veya askerlerle karşılaştırıldığında (%70) pek de parlak
görülmemektedir. Aynı karşılaştırma tablosu
içerisindeki 18 farklı ülkede gazetecilerin inandırıcılık derecelerinin % 25 - % 58 aralığında
dolaştığı dikkate alındığında, aslında gazetecilere karşı bir ön yargının bulunmadığı, bunun
ülke halkları tarafından yaşadıkları tecrübelere
göre değerlendirildiği anlaşılabilmektedir. Çünkü, gazetecilik mesleğine karşı her ülkedeki
tepki aynı değildir ve ülke halkları özel tecrübelerine göre her meslek grubu üzerinde dinamik
olarak değerlendirme yapabilmektedir. Bu bağlamda, inandırıcılığı en az mesleki grup olarak
tespit edilen politikacıların inandırıcılığı, İsviçre’de % 35 olarak seyrederken Bulgaristan’da
% 8’lere kadar düşmektedir. Çeşitli ülke halkları arasındaki böylesine farklı tepkilere bakıldığında, halkların genel manada birtakım meslek gruplarına önyargılı baktığını ifade etmek
oldukça güçtür (GfK Group, 2007). Bu sebeple, insani ve mesleki etik kurallara uygun hareket eden kişi ve kurumların halk tarafından takdir edildiğini, aykırı hareket edenlerin de tespit
edildiğini söylemek gerekir. Bu durum inandırıcılık dereceleri çok düşük olan meslek gruplarına karşı bir uyarı olarak değerlendirilmelidir.
gazetecilerin olayları ve fikirleri doğru ve yerinde, abartmaya veya küçültmeye kaçmadan
kullanmaları gerektiğini vurgulamaktadır.
Fransız gazeteci etiğinde de doğruyu yansıtma, kişiler ve kişiliklere saygılı olma, hiçbir
kişi veya grubu yaftalamama, masumiyet karinesine uyma yanında ‘medyada yer alacak bir
konu hakkındaki bütün tarafların fikir ve görüşlerini açık ve dürüstçe yansıtma’ prensibini de
benimsemiştir.
Birçok ülkede geçerli olan medya etiği kurallarına bakıldığında insan hak ve hürriyetlerine saygılı, halkın haber hakkını teminde dürüst
haberciliği ön plana çıkaran ve yalan ve iftiraya karşı birçok tedbirler içeren mahiyette; hem
gazetecilere hem de hizmet alanlara güven ve
cesaret veren kurallar olduğu görülmektedir.
Ancak bu durumun uygulamaya nasıl yansıdığı konusu ve halkın bu konudaki yargıları GfK
Grup tarafından yapılan uluslararası bir araştırma çerçevesinde incelenecektir.
KAMUOYUNUN GAZETECİLERİN ETİK
KURALLARA UYMA ve GÜVENİLİRLİKLERİ
KONUSUNDAKİ DEĞERLENDİRMELERİ
Medya mensuplarının mesleki etik kurallara ne ölçüde sadık kaldığının en önemli göstergesi de kamuoyundaki güvenilirlik derecelerinin ölçülmesidir. Bu bağlamda yapılan bir çok
ulusal veya uluslararası araştırmalarda, ne yazık ki, medya mensuplarının toplumda en az
güvenilen meslek grupları arasında yer aldığı
görülmektedir.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Gazeteciliğin temel ilkesi, halkın ilgi duyduğu konulardaki haber, görüş, yorum ve bilgileri adil, tam, tarafsız, dengeli ve ahlaki bir biçimde yansıtmaktır. Bu doğrultuda hareket
ederken, basının, işini uluslararası kabul görmüş birtakım profesyonellik normlarına göre
yapması beklenmektedir. Bu normlar gazeteciye kendi işini yerine getirmesinde yardımcı
olacaktır.
Merkezi Almanya’nın Nürnberg şehrinde
olan ve dünyanın yüzden fazla ülkesinde temsilcilikleri bulunan GfK Group isimli uluslararası araştırma şirketinin 2007 yılında 18 ülkede
yaptığı araştırma sonuçları incelendiğinde tüm
ülkeler bazında gazetecilerin inandırıcılıkları
(%39), politikacılarla karşılaştırıldığında (%17)
Basının tekelleşmesi, sanayileşmesi ve
38
Ekim 2009
medya finansörlerinin ekonominin birçok alanında faaliyet gösteriyor olmaları sebebi ile her
türlü etkiden bağımsız hareket edeceklerini
düşünmek her geçen gün zorlaşmaktadır (Avşar, 2001). Günümüz toplumunda, medya ve
medya mensupları artık her yerde sayısal ve
iletişim gücü olarak eskisinden çok daha fazla
ve güçlü olarak vardırlar, fakat bu varlığın ne
ölçüde ‘etki’ye dönüştüğü tartışma konusudur.
Çünkü mesleki etik kurallara uymayan bir
medyanın halk tarafından ‘etkili’ ve ‘güvenilir’
bulunması mümkün görülmemektedir. Ayrıca,
asıl amacı gerçekleri yansıtmak ve halkı bilgilendirmek olan bir hizmet grubunun bu amaçtan uzaklaşarak topluma duyarsızca hareketinin farkına varılmayacağı yanılgısına düşmeleri medya-toplum ilişkilerini de olumsuz etkilemekte ve medyanın toplum üzerindeki yönlendirici etkisini azaltmaktadır. Medya, etiğe aykırı yayınları yüzünden bir taraftan kişisel, kurumsal ya da sosyal ‘mağdurlar’ yaratabilirken,
diğer taraftan da kendi gücünün mağduru konumuna düşebilmektedir. Yani medya, toplumdaki bir kısım fikir, kişi veya grupları ötekileştirme veya marjinal gösterme çabası içerisine
girdiğinde kendisi de marjinalleşmekte ve alternatif medya kaynakları yerini doldurmaya
başlamaktadır. Bu bağlamda medya kuruluşlarının doğru olmayan, asılsız haberleri yayınlaması, doğrulanmamış söylentiler ve tahminler
gerçekmiş gibi kullanması nedeni ile ‘etkililikleri’ maalesef yok denecek kadar azalmaktadır.
dirmelerini de içerecek objektif bir puanlama
sistemi oluşturularak ‘Başarı Puanlaması’ yapılması ve bu puanlamaların her yıl kamuoyunda yayımlanması; medya kuruluşları arasında etik davranışları teşvik edebilir.
Yukarıda incelenen olumsuz etki ve zararları gidermek ve medya sektöründe meslek etiğine uygun çalışmaları cesaretlendirmek açısından, Basın Konseyi nezdinde gönüllü bir
‘Basın Etiği Takip Bürosu’ oluşturularak, medya kuruluşlarına gelen itirazlar, tekzipler, düzeltmeler, şikayetler ve mahkemelerde açılan
dava bilgileri yanında pozitif başarı değerlen-
Reporters Without Borders, (2008) HANDBOOK for Journalistts -GUIDE PRATIQUE ANGLAIS,
Paris: Reporters Without Borders.
KAYNAKÇA
Altheide, David L. (1993), 'Electronic Media
and State Control: The Case of Azscam', The Sociological Quarterly, 34, pp. 53-69.
Avşar, Z. (2001), Medyada Klasik Etik Kodları
Bir İllüzyon mu?, I. Ulusal Uygulamalı Etik Kongresi Katbı, ODTU, Felsefe Bölümü, 12-13 Kasım
2001, sayfa 112-132
GfK Group, (2007), GfK Trust Index 2007,
Nürnberg: GfK Group.
Jean Bertrand, C. (2004), Medya Etiği, Ankara:
Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel
Müdürlüğü.
Gunter, B. (1987), 'Television and Perceptions
of Crime: The British Experience', in his Television
and the Fear of Crime, London: John Libbey, pp.
67-89.
Hall, P.M. (1988), Asymmetry, Information
Control, and Information Technology, pp. 341-356,
in Communication and Social Structure, edited by
D. R. Maines and C. J. Couch Springfield, III: Charles C. Thomas.
Couch, C.J. (1990), Mass Communications
and Stale Structures, The Social Science Journal
27: 111 -128.
Meyrowitz, J. (1994), "The (Almost) Invisible
Candidate: A Case Study in News Judgement as
Political Censorship', in M. Aldridge and N. Hewitt
(eds), Controlling Broadcasting, Manchester: University of Manchester Press, pp. 93-107.
Spitzer, Steven (1987), 'Security and Control hi
Capitalist Societies: The Fetishism of Security and
the Secret Thereof, in J. Lowman, R. Menzies and
T. Palys (eds), Transcarceration: Essays in the Sociology of Social Control, Aldershot: Gower, pp. 4361.
39
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
GÜNDEM
Okul Kıyafetlerini Değerlendirme
Çalıştayı
Millî Eğitim Bakanı Nimet
Çubukçu, Başkent Öğretmenevi'nde düzenlenen Öğrenci Okul Kıyafetlerini Değerlendirme Çalıştayı'nın açılışına katıldı.
Çalıştayın
açılışında
Cumhuriyetin kuruluşundan
bugüne kadar okul kıyafetlerini anlatan bir sinevizyon
gösterisi sunuldu. Açılışta
konuşan Bakan Çubukçu,
öğrenci kıyafetleri konusunda yeni bir değerlendirme
yapmak üzere böyle bir çalıştay düzenlendiğini belirtti.
"Öğrencilerimiz geçmiş
yıllara oranla daha rahat kıyafet giyiyor olsalar bile biz
yetişkinlerin düşüncelerinden
çok çocuklarımızın her gün
giymek zorunda oldukları kıyafetlere ilişkin duygu ve dü-
şüncelerinin önemsenmesi
gerektiğini vurgulamak isterim," diyen Bakan Çubukçu,
çocukların her şeyden önce
kendilerini ilgilendiren konularda görüşlerinin alınması
ve sürece dahil edilmeleri
gerektiğini kaydetti.
Çocukların ne tür kıyafetler içinde kendilerini daha özgür, daha mutlu ve daha rahat hissettiklerinin, hangi kıyafetleri giydiklerinde derslerde daha katılımcı ve istekli oldukları hususların dikkatle değerlendirilmesi gerektiğini söyleyen Bakan Çubukçu, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Yaptığımız bu çalıştayı çocuklarımızı anlamak, onların
gelişimlerine olumsuz etki
yapan faktörleri tespit etmek
için bu yönde bir çaba olarak
görüyorum. Eskiden öğret-
40
menin anlattığı, öğrencinin
dinlediği bir öğretim şekli eğitim sistemimize hâkimdi. Günümüzde ise artık öğrencilerin daha dinamik, aktif, öğrenmeyi seven, öğrendiklerini uygulayan ve araştıran,
sorgulayan, eleştirel düşünen, yaratıcı bireyler olmalarını istiyoruz. Bunun için de
etkinlik temelli olarak derslerimizi işliyoruz. Dolayısıyla
öğrencilerimiz okul ortamında kendilerini ne kadar rahat
hissederlerse başarılarının o
kadar artacağına inanıyoruz.
Bakanlığıma bağlı öğrenci,
öğretmen ve velilerden gelen
talep ve şikayetlerden de öğrenci kıyafetlerinde artık yeni
bir şekillendirmeye ihtiyaç olduğu açıktır. Nitekim, kıyafet
bir toplumun kültürel ve manevi değerlerini yansıtan en
önemli unsurlardan birisidir.
Ekim 2009
Öte yandan toplumdaki öğrenci algısı ve toplumun öğrenciyi koruyup kollama davranışı da toplumumuzda ağır
basan unsurlardandır. Öğrencileri olduğu kadar aileyi
ve toplumu da ilgilendiren,
öğrenci kılık ve kıyafetleri konusunda tüm paydaşları bir
araya getirip bilimsel ve akademik uygulayıcılarla birlikte
tartışmanın ve kamuoyuna
açmanın en doğru karar olduğuna inancımız nedeniyle
bu çalıştayın yapılmasına
karar verdik."
kan Çubukçu, hem dünyada
hem de Türkiye'de devlet
okullarında ve özel okullarda
çok çeşitli kıyafetlere rastlandığına işaret etti. Bu kıyafetlerin coğrafi, ekonomik ve
sosyokültürel boyutlara göre
değiştiğine işaret eden Bakan Çubukçu, "Bizim için
önemli olan ülkemizin sosyoekonomik düzeyi ve ailelerin
gelir düzeyi de dikkate alınarak öğrencilerin gelişim özelliklerine uygun kıyafetlerin
belirlenmesi ve bunların kullanılmasıdır" diye konuştu.
Okul kıyafetlerinin, "büyümenin ve gelişmenin bir parçası olarak görüldüğünü, bu
nedenle dünyada pek çok ülkede kıyafetlerin farklılık
gösterdiğini" ifade eden Ba-
Çalıştayda, bu konunun
hem ekonomik hem sosyokültürel hem de öğrencilerin
gelişimleri üzerindeki etkileri
bakımından ele alınacağını
söyleyen Çubukçu, "Bunun
için sadece bir bölgedeki değil, ülke genelindeki tüm çocukları göz önüne alan, dikkatli ve başarılı bir çalıştay
gerçekleştirmek zorunluluğu
ortadadır" dedi.
Çalıştayda konuşan MEB
Müsteşarı Muammer Yaşar
Özgül de, çalıştayın önemi
hakkında bilgi verdi.
Çalıştayda, öğrenci kıyafetleri ekonomik, sosyokültürel ve fiziksel gelişim ve eğitim açısından ele alınacak.
Bakanlık
bürokratlarının,
okul müdürleri ve öğretmenlerin, akademisyenlerin, sendika temsilcilerinin, velilerin
ve öğrencilerin katıldığı çalıştay, iki gün sürecek.
Ders Kitaplarında Toplumsal
Cinsiyet Ayrımcılığı
Millî Eğitim Bakanı Nimet
Çubukçu, Başkent Öğretmenevi'nde düzenlenen "Ders
Kitaplarında Toplumsal Cinsiyet Ayrımcılığı" konulu çalıştaya katıldı.
Konuşmasında çalıştayın
ders kitaplarındaki cinsiyet
ayrımcılığının engellenmesi
amacıyla düzenlendiğini belirten Bakan Çubukçu, "Kadınları geri planda kalmaya
41
koşullandıran cinsiyetçi bakış açısı ve ön yargılar her
yerde olduğu gibi eğitimde
de açık veya örtülü olarak
yer almaktadır" dedi.
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
Değerlendirme toplantısıyla, bu konuda yapılması
gerekenlerin tespitinin, öğretmen ve uzmanlarla cinsiyet
eşitliği konusunda bir farkındalığın, duyarlılığın ve bilincin kazandırılmasının hedeflendiğini ifade eden Bakan
Çubukçu, toplumsal cinsiyet
eşitliğinin kadın ve erkeğin
kamusal ve özel alanda her
düzeyde eşit fırsatlar ve haklara sahip olmasıyla mümkün olabileceğini vurguladı.
Türkiye'nin toplumsal cinsiyet eşitliğini ana plan ve
politikalara yerleştirme çabalarının bir boyutunu oluşturan yasal düzenlemeler konusunda önemli adımlar attığını belirten Bakan Çubukçu,
yapılan düzenlemelerle kadınlara yönelik ayrımcı düzenlemelerin ortadan kaldırıldığını, bu düzenlemelerin kadınların toplumsal hayata katılımlarını sağlayıcı düzenlemeler olduğunu söyledi.
"Cinsiyet eşitliği başta zihinlerimizde ve daha sonra
da toplumsal ön yargıların yıkılmasıyla gerçekten hayatımıza yansıyacaktır" diyen
Bakan Çubukçu, bugüne kadar yapılan yasal değişikliklerin hayata taşınması konusunda ciddi sorunlar yaşan-
dığını belirtti. Bakan Çubukçu, çok ileri düzeyde yasal
düzenlemeler olmasına rağmen zihniyet dönüşümünün
gerçekleştirilememesi nedeniyle bu hakların çoğunun
kağıt üzerinde kaldığını söyledi.
Türkiye'de toplumsal cinsiyet eşitliği yaklaşımı konusunda giderek artan bir hassasiyet görüldüğünün altını
çizen Bakan Çubukçu, "Artık
kadına yönelik şiddetin doğal
bir aile içi mesele olmaktan
çıkıp, kamusal bir sorun haline geldiğini görüyoruz.
Şiddet, artık her kesim tarafından kabul edilemez bir olgu olarak karşımıza çıkıyor"
diye konuştu.
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği
Ulusal Eylem Planı'na değinen Bakan Çubukçu, planla
eğitimcilerin, eğitim programları materyallerinin toplumsal
cinsiyet eşitliğine duyarlı hale getirilmesinin hedeflendiğini anımsattı. Bakan Çubukçu, bu hedefe uygun olarak
Talim ve Terbiye Kurulu'nun
bünyesinde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Komisyonu kurulduğunu da ifade etti.
Bakan Çubukçu, "Bu çalıştayın kitap yazma ve ince-
42
leme, değerlendirme aşamalarında toplumsal cinsiyet
bakış açısının nasıl kavranabileceği konusunda önemli
bir açılım sağlayacağına inanıyorum" dedi.
Bakanlık olarak eğitimin
her alanında kadın ve erkek
eşitliğinin sağlanması konusunda gerekli politikaların
belirlenmesinde büyük çaba
sarf edeceklerini belirten Bakan Çubukçu, yapılacak çalışmaların istenen düzeye
ulaşabilmesi için tüm tarafların etkin katılımının sağlanması gerektiğinin önemine
dikkat çekti.
Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı Merdan Tufan da değişimin ve gelişimin eğitimle olacağını belirterek, eğitim imkânlarından herkesin eşit şekilde
yararlanabilmesinin
önemine değindi.
Eğitimin her alanında kadın-erkek eşitliğinin sağlanabilmesinin, bu alanda uygulanabilir politikaların belirlenmesine bağlı olduğunu belirten Tufan, bakanlık olarak
cinsiyet eşitliğinin sağlanması amacıyla çalışmalar yapıldığını ve projeler yürütüldüğünü söyledi.
Ekim 2009
Uzaktaki Yakınlarımız Projesi
Millî Eğitim Bakanı Nimet
Çubukçu, yurt dışındaki Türk
çocuklarının eğitimlerine yönelik Millî Eğitim Bakanlığının hazırladığı "Uzaktaki Yakınlarımız Projesi"nin, Başkent Öğretmenevi'nde düzenlenen tanıtım toplantısına
katıldı.
Burada konuşan Bakan
Çubukçu, yurt dışında çok
büyük Türk nüfusunun yaşadığını belirterek, "1960'lı yıllardan itibaren başta Almanya olmak üzere çeşitli Avrupa
ülkelerine giden vatandaşlarımız hem ülkelerinin hem de
bulundukları ülkenin sosyoekonomik gelişmesine katkı
sağlamışlardır" diye konuştu.
Her göçün sonunda sosyal, kültürel, ekonomik, siyasal sorunların ortaya çıktığını
belirten Bakan Çubukçu, çeşitli ülkelerde yaşayan vatandaşların çözüm bekleyen sorunları ve ihtiyaçları olduğunu söyledi.
"Uzaktaki Yakınlarımız
Projesi"nin, yurt dışındaki vatandaşların eğitim ihtiyaçları-
na yanıt vereceğini ifade
eden Bakan Çubukçu, proje
kapsamında ders kitapları,
çalışma kitapları hazırlandığını söyledi. Bu kitapların
Türk çocuklarının eğitim gördüğü ülkelere gönderileceğini söyleyen Bakan Çubukçu,
kitapların yurt dışındaki öğretmenlere, öğrencilere, konsolosluklara, büyükelçiliklere
ücretsiz dağıtılacağını bildirdi.
Yurt dışında yaşayan vatandaşların sosyal desteğini
sağlamak açısından son yıllarda çok önemli adımlar atıldığını belirten Bakan Çubukçu, Türkiye'nin uluslararası
bir cazibe merkezi olduğunu
ve böylece Türk dili ve kültürüne olan ilginin arttığını söyledi. "Dünyanın dört bir yanında yaşayan soydaşlarımız âdeta bir kültür elçisi gibi
çalışmaktadırlar" diyen Bakan Çubukçu, şunları söyledi: "Türkçe, artık çok büyük
bir coğrafyada konuşulan,
öğrenilen bir dil olmuştur.
Türk dilinin konuşulduğu
coğrafyalarda Türkler olarak
43
evrensel kültüre ve insanlığa
yapmış olduğumuz katkı sayesindedir ki hala dilimiz ve
kültürümüz bütün canlılığıyla
yaşamaktadır. Dünyanın her
noktasında vatandaşlarımızla çok yakın ilişkiler kurmalıyız, trajik olaylar yaşamamalıyız. Hem Türk olup hem de
Türkçe konuşamayan insanlarla karşılaşmamalıyız. Sosyal bir devlet olarak kuşatıcı
olmalıyız. Dilimize, kültürümüze ve uzaktaki yakınlarımıza sahip çıkmalıyız. Bu
projenin temel ilkesi de budur. Ayrıca bu projenin, Türk
dilinin ve kültürünün tanıtılmasında da önemli bir yeri
olacağına inanıyorum."
Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı Merdan Tufan da proje
kapsamında yurt dışındaki
vatandaşlara dilini, kültürünü, tarihini öğretmek amacıyla eğitim materyalleri hazırladıklarını anlattı.
Tufan, şunları kaydetti:
"Bu çalışmayla Türkçe ve
Türk Kültürü dersine giren
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
öğretmenlerimizin, öğrencilerimizin materyal ihtiyacını
karşılamış, kültür hizmeti
sunmuş olacağız. Öğretmenlerimizin, öğrencilerinin karşısına daha donanımlı gelmelerini sağlayacağız. Kendi
kültürünün ve dilinin zenginliklerini bilmeyen, başka kültürlerden haz alamaz ve kültürel farklılığa saygı gösteremez."
Millî Eğitim Bakanlığı Dış
İlişkiler Genel Müdürü İbrahim Özdemir ise yurt dışında
okuyan öğrenciler hakkında
bilgi verdi, bazı anılarını anlattı. Özdemir, ders kitaplarının hazırlanmasında geç kalındığını ancak bu kitapların
daha da geliştirileceğini söyledi.
Bakan Çubukçu, çıkışta
gazetecilerin soruları üzerine
öğretmen atamalarına ilişkin
detaylı bilgi verdi. Bakan Çubukçu, 15 bin öğretmen atayacaklarını hatırlattı.
Bakan Çubukçu, "Bunların yaklaşık 10 bini sözleşmeli olacak, 5 bini de kadrolu
olarak atanacak. Bu bizim
Maliye'den daha önce aldığımız kadrolardı. Biliyorsunuz
benim Bakan olarak bir açıklamam var, 'Bundan sonra
sözleşmeli öğretmen almayacağız' diye. Bu ağustos sürecinden sonra ikinci etap
sözleşmelileri kadrolu olarak
alacağız. 31 Ağustos-11 Eylül 2009 tarihleri arasında
başvurular yapılacak, 14 Eylül 2009 tarihinde ise atamaları yapılacak ve internet yoluyla duyurulacak" dedi.
Bakan Nimet Çubukçu,
kadroların büyük bir çoğunluğunun okul öncesi eğitim için
ayrılacağını ifade ederek,
okul öncesi eğitimi zorunlu
hale getirdiklerini, önümüzdeki yıl içinde de yaygınlaştırılacağını söyledi.
Bir başka soru üzerine,
Kasım ayında da öğretmen
ataması yapacaklarını, ancak bu atamaların sözleşmeli değil, kadrolu atama olacağını vurgulayan Bakan Çubukçu, "Bundan sonrakiler
hep kadrolu olacak" diye konuştu.
Bakan Çubukçu, "Okul
öncesi için ne kadar kadro
düşünülüyor?" sorusuna, ''İlk
etapta 10 bin civarındaki atamanın yaklaşık 8 binini okul
öncesi eğitim için düşünüyoruz" yanıtını verdi.
Bir gazetecinin "Okulların
28 Eylül 2009 tarihinde açılacağına ilişkin bazı söylentiler
var. Bu konuda bir gelişme
var mı?" sorusu üzerine Bakan Çubukçu, "Şu anda öyle
bir şey yok, ama biliyorsunuz
ki okulların açılışı da dahil
her şey Bakanlar Kurulu'nda
görüşülebiliyor. Şu anda böyle bir durum söz konusu değil. 24 Eylülde açılacak diyoruz" dedi.
Eğitime Fiziksel Katkı Projesi
5. Protokolü
Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan, Millî Eğitim Bakanlığı ile İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Başkanlığı
arasında yeni eğitim kurum-
larının yapılması için düzenlenen 5. Protokol'un imza törenine katıldı.
Burada konuşan Başba-
44
kan Erdoğan, kendi jenerasyonunun bodrum katlarında
beden eğitimi dersi gördüğünü, okul bahçelerinde basketbol, voleybol oynamak gi-
Ekim 2009
bi şansları bulunmadığını belirtti. Başbakan Erdoğan,
"Ama şimdi bu spor salonlarını yapmak suretiyle biz hep
şu talimatı veriyoruz Millî
Eğitim Bakanlığı’na; hafta içi
öğrencilerimize, hafta sonu
da buraları ailelere açalım"
diye konuştu.
Başbakan Erdoğan, bu şekilde gençlerin spordan çok
daha fazla istifade etmesine,
öte yandan ailelerin de spor
yapmasına imkan hazırlamayı hedeflediklerini anlattı.
Gençlik ve Spordan Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın
bünyesinde farklı yapılanmalar geliştirdiklerini, Kredi ve
Yurtlar Kurumu’nu Millî Eğitim Bakanlığı’ndan alarak bu
bakanlığa bağladıklarını aktaran Erdoğan, şöyle devam
etti: "Zira gençlik bizim çok
önemli bir sorunumuz. Bakınız sulu kuru, bakıyorsunuz
her türlü kötü alışkanlıklar
gençliğimizde var. Bu tabii
gençliğimizin çok çok arzu
edilmeyen yerlere doğru kaydığını gösteriyor. Eğer suç
oranlarında bazı konularda
artışlar varsa, bu tabii ebeveynler olarak bizim okullarımızdaki eğitim anlayışının,
devlet olarak, Hükümet olarak yine şüphesiz ki eksiklerimiz olduğunu gösteriyor. Sorunlar var. Eğer kara haber-
ler, kötü haberler duymak istemiyorsak, yavrularımızın
bu istenmeyen durumlara
düşmesini istemiyorsak, burada tabii devlet-millet el ele
vereceğiz ve burada çocuklarımızı çok daha iyi yetiştirmek suretiyle, bu kötü alışkanlıklardan da kurtarmak
suretiyle yavrularımızı bu ülkenin aydınlık geleceğinde
birer köşe taşı olarak görmek
istiyoruz. Ve bunun için tabii
ki okullarımızın çok büyük
önemi var, ama anne-babalar olarak bizlerin de çok büyük görevi var. Ben halkımızın, iş adamlarımızın, hayırseverlerimizin bu tür kampanyalara sağlamış olduğu
desteklerden ötürü de ayrıca
büyük bir heyecan ve memnuniyet duyuyorum."
Başbakan Erdoğan, Türkiye'nin inşasındaki dört temel
taşın; eğitim, sağlık, adalet
ve ekonomi olduğunu vurgulayarak, göreve geldiklerinde
Türkiye'yi bu dört temel taş
üzerinde yükselteceklerini
söylediklerini aktardı. O dönemde eğitimin bütçede gerilerde olduğunu vurgulayan
Başbakan Erdoğan, şöyle
konuştu: "Ama biz onu birinci
sıraya taşıdık. Tabii ki şu anda eğitime verilen destek yeterli mi? Hayır değil, daha
fazla verilmesi lazım, ama şu
anda bir numaralı desteği
45
eğitim alıyor. Eğitime verdiğimiz destek geçmişle mukayese edilmeyecek seviyede
fazla. Bakınız, göreve geldiğimizde eğitimin millî bütçeden aldığı destek 7,5 milyar
TL idi, bu yılın bütçesinde ise
27,5 milyar TL olmuştur. Buradan buraya gelmiştir. Bu,
eğitime ne denli destek verdiğimizin en açık ifadesidir.
Bu, yüzde 267'lik bir artıştır.
Fakat yeterli görmüyoruz."
Kendi öğrencilik döneminde ders kitaplarını bulamadıklarını, üst sınıflardaki öğrencilerden istediklerini, onlar da vermeyince teksir makinesinden çıkmış notları bile
alamadıkları için kendi ders
notlarını tuttuklarını anlatan
Başbakan Erdoğan, bu defterlerden bazılarını hâlâ sakladığını dile getirdi.
O çileleri çektikleri için
şimdiki öğrencilerin bunları
yaşamasını istemediklerini,
ilk ve orta öğretim öğrencilerine zengin-fakir ayrımı gözetmeksizin birinci hamur kağıda basılı ders kitapları verdiklerini vurgulayan Başbakan Erdoğan, bu yıl da aynı
şekilde öğrencilerin kitaplarını okullar açıldığında sıraların üzerinde bulacağını söyledi.
Bazılarının, "Fakire veri-
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
yorsunuz anladık da zengine
niye veriyorsunuz?" dediğini,
kendisinin de "Öğrencinin
zengini, fakiri olmaz" yanıtı
verdiğini dile getiren Başbakan Erdoğan, bütün öğrencilere Ders Kitabı Dağıtma
Projesi'nin 7 yıldır başarılı bir
şekilde sürdüğünü, bunun
için de Millî Eğitim Bakanlığı’nda bugüne kadarki bakanlardan bürokratlara herkese teşekkür ettiğini belirtti.
Başbakan Erdoğan, ayrıca 133 bin dersliğin yapımının tamamlanarak eğitim-öğretimin hizmetine sunulduğunu belirterek, 9. Kalkınma
Planı'nda genel orta öğretimde belirlenen hedefin, öğrenci sayısını derslik başına 30
kişiye düşürmek olduğunu
hatırlattı.
Bu hedefe 2013 yılında
ulaşılmasının öngörüldüğünü, ancak daha şimdiden bu
sayıya çok yaklaşıldığını anlatan Başbakan Erdoğan,
"120-125 kişinin okuduğu
derslikler vardı. Bunları yaşadı Türkiye. Mesela ben orta öğretimde okuduğumda
75 arkadaş aynı derslikte
okurduk İstanbul'da... Bunları 2013 itibariyle inşallah 30
öğrenciye düşüreceğiz. Ve
bu hedefi 5 yıl öncesinden
büyük oranda tutturmuş vaziyetteyiz, ama yeterli görmü-
yoruz, koşturuyoruz" diye konuştu.
Başbakan Erdoğan, derslik başına öğrenci sayısının
ilköğretimde 32'ye indiğini de
vurguladı.
"Haydi Kızlar Okula" kampanyasına da değinen Başbakan Erdoğan, o dönemde
okul çağında olan ve eğitimine devam etmeyen 780 bin
çocuk bulunduğunu ve eşi
Emine Erdoğan'ın da görev
aldığı bu kampanya çerçevesinde, bugüne kadar yaklaşık 350 bin öğrencinin eğitime kazandırıldığını bildirdi.
Ramazan ayında fakir aileleri ziyaret ettiğini ve Ankara Çankaya'da 2 yıl önce ilköğretimi bitiren bir kız çocuğunun maddi yetersizlik nedeniyle okula gönderilmediğini öğrendiğini anlatan Erdoğan, hemen bu kızın ortaokula başlaması için okul,
burs ve gerekli şeyleri ayarladıklarını aktardı.
Daha sonra gittikleri başka bir evde, yine aynı durumla karşılaştıklarını söyleyen
Başbakan Erdoğan, "Biz sürekli valilerimizi, kaymakamlarımızı uyarıyoruz; 'aman'
diyoruz, 'dolaşın. Size ulaşamıyorlar.' 'Efendim bize ulaşırlar'. Hayır ulaşamıyorlar.
Nerede fakir var, muhtarları
46
toplayın, sorun ve o yerde
çocuklar acaba okula gidiyor
mu? Eğer gitmiyorsa, ne yapıp yapıp göndereceğiz ve
bunları da üstleneceğiz. Bizim için eğitimdeki, okumanın önündeki bir engel para
olmayacak, bunu bir defa
kaldırmamız lazım. Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışma
Fonumuz var. Biz bu
Fon'dan çocuklarımızı okutabiliriz" diye konuştu.
Başbakan Erdoğan, 8 ve
üzerinde dersliği olan tüm
okullara da bilişim ve teknoloji sınıfları kurulduğunu, bu
sayının 28 bin 939'a ulaştığını belirterek, "Yani artık bilgisayar eğitiminin olmadığı
okul yok durumuna gelmiştir,
yüzde 100'lere ulaşmıştır diyebiliriz. 722 bin 240 bilgisayar dağıttık tüm okullarımıza.
Bugün Patnos'a gidin, bakarsınız orada bilişim sınıfı var"
şeklinde konuştu.
Başbakan Erdoğan, 81 vilayetin 81'inde de artık üniversite bulunduğunu, bunlardan eksikleri olanların eksiklerini de giderdiklerini vurgulayarak, üniversiteye girişte
başarının da yıldan yıla artış
göstereceğini kaydetti.
Başbakan Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Hiçbir evladımızın, ‘okul
Ekim 2009
yoktu, para yoktu, yol yoktu,
kitap, defter, kalem yoktu,
bundan dolayı okuyamadım’
demesine sıcak bakmıyoruz.
Artık çocuklar gelip bizden
ekmek, para istemiyor. Bakıyorum, 'Başbakanım' ya da
'Başbakan amca' ya da 'Tayyip Amca bana lap top alır
mısın?' diyor. İş buraya geldi.
Bu, tabii çok önemli bir gelişme. Artık yavrularımızın bakışı farklılaşmaya başladı.
Öyleyse bu süreci de hep birlikte güçlendirmemiz ve elimizi taşın altına koymamız
lazım. Zira hayatın telafisi
yok. Ve hayatın güçlendirilmesinde eğitimin yeri çok,
ama çok önemli. Eğitimde sıkıntıların olduğu bir Türkiye'yi yaşatmak istemiyoruz.
Türkiye'nin son 7 yılda
ulaştığı seviye, aydınlık geleceğin de müjdecisi. Yeter ki
birbirimize inanalım, güvenelim, sevelim. Biz, el ele verirsek, el birliği yaparsak hiçbir
güç Allah'ın izniyle bizi yolumuzdan döndüremez."
Millî Eğitim Bakanı Nimet
Çubukçu, Millî Eğitim Bakanlığı ile İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) arasında yeni eğitim kurumlarının yapılmasını içeren 5.
Protokol'ün imza töreninde
yaptığı konuşmada, İMKB'
nin eğitime verdiği desteğe
teşekkür etti.
Değişen dünya koşullarının, eğitimi ve bilgiyi her şeyin önüne geçirdiğini ifade
eden Çubukçu, "Göreve geldiğimiz günden başlayarak,
insana ve eğitime yatırım
yapmakta geç kalan ülkemizde bu geç kalmışlığı telafi
edecek adımları atmak, en
önemli önceliklerimizden biri
oldu. Türkiye'nin, bütün illerini kuşatan bir eğitim seferberliğini, hızımızı kesmeden,
heyecanımızı yitirmeden sürdürüyoruz" diye konuştu.
Türkiye'de her düzeyde
eğitimin, uzun yıllara dayanan kökleşmiş sorunlarının
bulunduğunu, öte yandan dinamik bir süreç olan eğitim
hizmetinde bütün sorunlardan arınmış bir sonuca ulaşmanın mümkün olmadığını
da vurgulayan Bakan Çubukçu, halihazırda Türkiye'de
eğitim sistemine ilişkin sorunlara bakıldığında başta
okullaşma oranları olmak
üzere fiziki mekan, teknolojik
altyapı, öğretmen sayısı ve
kalitesi, rehberlik ve müfredat gibi alanlarda daha çok
çalışmaları gerektiğinin görüldüğünü söyledi.
Bakan Çubukçu, geçtiğimiz 5-6 yılda bu problemlerin
çözümü yolunda önemli me-
47
safeler alındığını ve giderek
eğitime ilişkin temel problemlerini halletmiş bir Türkiye'ye
doğru yaklaşıldığını söyleyebileceklerini ifade ederek,
"Sayın Başbakanımızın güçlü liderliğinde millî eğitimde
bir yenilikle atılım dönemi yaşanmıştır. Yapılan eğitim yatırımları, bütçe imkanlarının
genişletilmesi ve gönüllü
halk katkısı ile eğitimde bir
milat yaşanmıştır" dedi.
Bugün ulaşılan noktanın
hem nitelik, hem de nicelik
açısından gurur verici boyutlarda olduğuna işaret eden
Çubukçu, şunları kaydetti:
"Ülkemizde aktif kullanımda
bulunan yaklaşık 470 bin
dersliğin 135 bini, 2002'den
bu yana hizmete açılmıştır.
Bu yeni dersliklerle yaklaşık
7 milyon öğrencilik ek kapasite oluşturulmuştur. Hiç kuşkusuz özel sektörün, sivil
toplum kuruluşlarının ve vatandaşlarımızın gönüllü katılımları, eğitime ilişkin sorunları çözerken bizlere büyük
güç vermektedir. 135 bin
dersliğin, yaklaşık dörtte biri
'Eğitime Yüzde 100 Destek
Kampanyası' çerçevesinde
yapıldı."
Millî Eğitim Bakanlığı ile
İMKB arasında yeni eğitim
kurumlarının yapılması yolundaki ilk işbirliğinin 1998 yı-
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
lında imzalanan bir protokolle başladığını anımsatan Bakan Çubukçu, o günden bugüne ülke genelinde birçok
eğitim kurumumun yapıldığını, bugün imza törenini gerçekleştirdikleri 5. Protokol'ün
de eğitime ciddi katkılar sağlayacağını söyledi.
İMKB Başkanı Hüseyin
Erkan da 32 milyon lira ile
başlanan projeyle İMKB'nin
12 yıldır eğitime desteğinin
aralıksız sürdürdüğünü be-
lirtti. Başkan Erkan, bugün
imzalanan "Eğitime Fiziksel
Katkı Projesi 5. Protokolü" ile
de Millî Eğitim Bakanlığı’na
yine mevcut İMKB Eğitim Fonu'ndan karşılanmak üzere
100 milyon lira daha kaynak
tahsis edilerek Türkiye genelinde yeni eğitim kurumlarının yapılmasının planlandığını bildirdi.
İMKB'nin, proje kapsamında eğitime katkı tutarının
bugün imzalanan yeni proto-
48
kolle 1,4 milyar liraya ulaştığını ifade eden Başkan Erkan, "Bu destekle ülkemiz
genelinde toplam 400 adet
okul, fakülte ve üniversite binası inşa edilmiş ve 200 binin üzerinde öğrencimize
eğitim ve öğretim imkanı
sağlanmış olacaktır" dedi.
Konuşmaların ardından
Başbakan Erdoğan, Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu
ve İMKB Başkanı Hüseyin
Erkan'la protokolü imzaladı.

Benzer belgeler