POZİTİVİZM

Transkript

POZİTİVİZM
POZİTİVİZM
SELDA KONAK
MEHTAP ERDOĞAN
ABSTRACT
o
Positivism is a philosophical approach, theory, or system based on the view that in
the social, as well as in the natural sciences, sense experiences and their logical and
mathematical treatment are the exclusive source of all worthwhile information.
Introspective and intuitional attempts to gain knowledge are rejected. Though the
positivist approach has been a recurrent theme in the history of western thought from
the Ancient Greeks to the present day, the concept was developed in the early 19th
century by the philosopher and founding sociologist, Auguste Comte. Positivism
asserts that the only authentic knowledge is that which is based on sense,
experience and positive verification. As an approach to the philosophy of science
deriving from Enlightenment thinkers such as Henri de Saint-Simon and Pierre-Simon
Laplace, Auguste Comte saw the scientific method as replacing metaphysics in the
history of thought, observing the circular dependence of theory and observation in
science. Sociological positivism was later reformulated by Émile Durkheim as a
foundation to social research. At the turn of the 20th century the first wave of German
sociologists, including Max Weber and Georg Simmel, rejected the doctrine, thus
founding the antipositivist tradition in sociology. Later antipositivists and critical
theorists have associated positivism with "scientism"; science as ideology.
POZİTİVİZM
Pozitivizm Türkçe de “olguculuk” olarak da isimlendirilen bu kelime, pozitiften
gelir. Bizzat bu kuramı ortaya atanlarca, “negatif” kelimesinin karşıtı olarak
kullanılmıştır. Onlara göre bu negatif, metafizik başta olmak üzere soyut tüm
anlayışlardır. Bir düşüncenin pozitif olabilmesi için mutlak bilimsel verilere dayanması
gerekir.
Auguste Comte (1798-1857), hem sosyolojinin hem de pozitivizmin babası
olarak kabul edilir. Aslen fizik ve matematik ile uğraşan Comte, zamanla sosyal bilim
alanına yönelmiştir. Comte’un yaşadığı çağ, Fransa için önemli bir dönemdir. Fransız
Devrimi ertesinde yaşanılan iktidar mücadelesi ve Napolyon Bonapart’ın iktidara
gelişi, ülkeyi ve Avrupa’yı derinden etkilemiştir. Napolyon’un kaybettiği savaşlar
sonrası Fransa dış güçlerce istila edilmiş, Krallık geri gelmiştir. 1820’lerden sonra ise
Krallık ve Cumhuriyet Fransa için mücadele alanı olmuştur. Bu karmaşık ortamda
Comte, toplumları incelemeye başlamıştır. Bir süre eğitime devam etmiş ardından da
ünlü düşünür Saint-Simon’un yardımcılığını yapmıştır. (ki ilk Fransız sosyalistlerinden
olan Saint-Simon ile Comte hakkında, hangisinin sosyolojiyi kurduğuyla ilgili bir
tartışma vardır) Comte, sorunlu evlilikleri ve sevdiği kadının intihar etmesi gibi özel
hayatında sorunlar yaşarken, bir yandan da parasızlıkla mücadele etmiştir. Bu
dönemde ortaya koyduğu kuramları yeterince yayamadığını düşünmüş ve bunalıma
girmiştir. Zamanla akıl sağlığını iyice yitirmiş ve akıl hastanesine yatırılmıştır.
Başarısız bir intihar girişiminde bulunduktan sonra yeniden toparlanmış ve
konferanslar vermeye başlamıştır. Yaşamının bu yeni döneminde inanılmaz bir ilgi ile
karşılaşır. Özellikle İngiliz düşünürler, pozitivizm ile yakından ilgilenir. Bu dönemde
John Stuart Mill gibi ünlü isimlerin desteğiyle ekonomik sorunlarının üstesinden
gelmiştir. Düşüncelerini yaymak için dış ülkelerin önemli devlet adamlarına mektuplar
göndermiştir. Bunlardan biride Osmanlı Devlet adamı Mustafa Reşit Paşa’dır.
Comte’un düşünceleri, kendinden sonraki döneme damgasını vurmuştur.
Pozitivizm'in bilgisel ve mantıksal yanları Comte ile yakın ilişkisi olan John Stuart Mili
tarafından geliştirilmeye çalışıldı. İngiltere'de Pozitivizm'in bir başka temsilcisi olan
Herbert Spencer, Darwin'in evrim kuramını da çalışmalarının kapsamı içine aldı.
Daha sonra Pozitivizm Avusturya ve Almanya'da gelişti. Avusturyalı düşünür Ernst
Mach tüm bilginin doğrudan deney yoluyla duyu verilerinden elde edilen öğelerden
oluştuğunu ileri sürdü. 20. yüzyıl içindeyse Pozitivizm en güçlü anlatımına,
demokrasinin eleştiricileri ve azınlık yönetiminin çeşitli kuramlarının savunucuları
olarak tanınan bazı İtalyan ve Alman düşünürlerle ulaştı. Bunlardan İtalyan Vilfredo
Pareto, bilimsel yöntemin her türlü bilgi alanına ısrarla uygulanması gerektiğini
vurgulayarak, olguları ve olgular arasındaki ilişkileri bulup ortaya koymanın bir
fizikçinin ya da kimyacının olduğu kadar bir sosyologun ya da iktisatçının da işi
olduğunu öne sürdü. Felsefede geçerli olan deney öncesi düşüncelere karşı çıkan
Pareto doğal hukuk, toplum sözleşmesi, adalet ve doğru düşünce konularında
kuramlar ileri sürenlerle yaygın tartışmalara girdi. Ona göre doğal hukuk konusunda
kurgusal düşünceler üretmek, değişik ülkelerin çeşitli dönemlerinin yasa kitaplarını
araştırıp ortaya çıkarmaktan ve içlerinde gerçekten ne olduğunu göstermekten daha
kolaydı.
Pozitivizm, bilimsel verilerin ışığında dünyayı yorumlamaya çalışan bir
görüştür. Pozitivizme göre, gerçek veriler yani olgular, gözlemleyebildiğimiz şeylerdir.
Bir kavramın olgu olarak kabul edilebilmesi için onun somutlaştırılabilmesi gerekir.
Yani üzerinde bilimsel deneyler yapabilecek güce sahip olduğumuz şeyler, gerçek
kabul edilir. Soyut kavramlar tümden reddedilir. Kendinden önceki bilimsel
akımlardan ve “Deneycilik” gibi felsefi kavramlardan etkilenen pozitivizm, metafiziği
kabul etmez.Oysa idealist görüş açısına göre; “kutsal” kabul edilen soyut kavramlar
başta olmak üzere doğaüstü güçler dünyaya şekil vermektedir. Bu açıdan materyalist
görüşe yakınlaşan, pozitivizm; deney yapamadığı yani madde olarak kanıtlanamayan
olguların geçerli olamayacağını, çünkü evreni ortak soyut kavramlar değil ortak somut
verilerin
kontrol
ettiğini
(veya
etmesi
gerektiğini)
söylerler.
Bu
açıdan
muhafazakârlarla büyük ölçüde tartışırlar.
Pozitivizmin bir başka amacı “mutlak bilgi” anlayışıydı. Olgular, deneyler
sonucunda kabul ediliyorlarsa, bu kabul edişin evrensel ve sonsuz süreli olması
gerekirdi. Yani bir fizik deneyi, İngiltere’de de Afrika’da da aynı sonucu vermeliydi. Bir
deney 1830 yılında ve 1984 senesinde aynı sonucu vermeliydi. Ancak bu
gerçekleşirse olgular, olgu haline gelecekti. Bu derece kesin bilgiye ulaşmanın
zorluklarını Comte da biliyordu. Bunun için sürekli araştırmalar yapılmalı ve en iyi
sonuca ulaşılmalıydı. Hurafeler, varsayımlar, tesadüfler, rastlantısal değişimler, ahlak
kuralları, dini yaptırımlar ve kişisel düşünceler “gerçek” kabul edilen olguyu
değiştirememeliydi. Ancak bu sağlanırsa mutlak olguya ulaşılır. Mutlak olgular ise
mutlak bilgiyi yaratacaktır. Bu açıdan bu yöntem bir tümevarım yöntemidir. İşte bu
noktada pozitivizm devrimcidir. Kilise görüşleri başta olmak üzere metafizik düşünce
“tümden gelimi” temel alır. Yani her şeyin kaynağının tek bir değer olması. Oysa
pozitivizm bu kaynağı değil, tek gerçek sonucu bulma eğilimindedir. Bu yöntem çok
daha önceleri ileri sürülse de bilim anlayışında kalıcı olması bu dönemde
gerçekleşmiştir. (Önceden yapılan; Francis Bacon ve Thomas Hobbes gibi isimlerin
çalışmaları da unutulmamalı)
Pozitivizm, çağlar boyunca hurafelerin sorgulamadığı her türlü anlayışa karşı
koyar. Bunu yaparken de öncelikle Comte’un sosyolojisine kafa yormuştur. İnsanların
kültür ve toplum yapısını bilimsel analizler getirmek ister. Yani fizik, kimya, biyoloji
gibi pozitif bilimler (ki hala kullandığımız bu isimlendirme de, pozitivizmin eseridir)
sosyolojiye uyarlanabilir. Bu (pozitivistlerin o zamanlar şüphe ile yaklaştığı)
matematikteki 2x2=4 gibi kesin bir sonucu almak değildir. Pozitif bilimde amaç, kimya
da olduğu gibi deneylerce kanıtlanabilecek kanunların, sosyolojiye uyarlama
arzusudur. Bunu başarmak o yıllar için bile zor olsa da “mükemmel toplum” ileride
gerçekleşebilir. İşte tam bu nokta da, ütopyalara karşı olan pozitivizm bir ütopya
yaratmaya başar.www.onurcoban.com
Comte’a göre pozitif bilimler (deneyci bilimler) yaşamın her anında ön planda
olmalıdır. Ona göre insanlık 3 aşamalı bir tarih geçirmektedirler. İlki Teolojik yani
dinsel dönemdir. Bu aşamada toplumlar rahiplerden, şamanlardan etkilenmiştir. İkinci
aşama metafizik dönemdir. Bu noktada bilim gelişmeye başlamış ancak soyut
düşüncenin etkisi kırılamamıştır. Varsayımlar ve “benceler” bilime yön vermiştir. Son
aşama ise pozitif aşamadır. Yani olguların yine olgularla açıklanabildiği salt bilimsel
aşama. Bu günümüzde (19. yüzyılda) yaşamaya başladığımız çağdır. Bu aşamada
Comte, evrimci bir görüş benimser. Ona göre doğal süreç işlemektedir. Şartlar pozitif
bilime göre ilerlemeye devam etmektedir. Bilim adamları yeni buluşlar yapmakta,
mutlak bilgiye ulaşmaya yaklaşılmaktadır.
Tüm bu düşüncelerin etkisi büyük olmuştur. Bilim adamları, “benceler”
içermeyen bilgiyi cazip bulmuştur. Comte sonrası bilim adamları, sübjektif bakış
açısını bir yana bırakıp, objektif anlayışı savunmuşlardır. Günümüzde bile hala kabul
edilen anlayış, bilim adamlarının objektif olma kuralıdır. Uygulamada tam olmasa da
bir İranlı bilim adamıyla, İsrailli Bilim adamı, bilim konusunda ideolojik düşünceden
sıyrılmalı ve objektif bir bilim için çabalamalıdır. Kübalı sosyalist bir biyolog ile ABD’li
kapitalist bir biyolog için insan hücresi, insan hücresi olmalıdır.
Pozitivizmin bir başka katkısı ise, eğitim alanında olmuştur. Birçok eğitimci,
bilimsel eğitimi savunmuş, çağdaş okulların, deneysel derslerin ve uygulamaya dayalı
ünitelerin daha başarılı olacağını ortaya koymuşlardır. Baskıcı ve dar kalıplı bir
eğitimin sadece “ezber” olacağını savunmuşlardır. Bu amaçla modern üniversiteler
kurulmuş, laboratuar deneyleri, tıp başta olmak üzere tüm alanlarda hız kazanmıştır.
Direkt olmasa da sosyal bilimlerin diğer alanları da pozitivizmden ve dolayısıyla
sosyolojiden etkilenmişlerdir. Psikoloji gibi disiplinlerin bilimsel olmasında önemli bir
katkısı vardır. İletişim bilimi de, bir ölçüde Pozitivizmden etkilenmiştir. Neredeyse tüm
Ana Akım İletişim kuramları (Lasswell, Newcomb, Festinger, Lerner vs.) pozitivist
deneyci bir anlayış güder.www.onurcoban.com
Görüldüğü gibi, belki de Comte'un ilk ortaya koyduğu halinden baya bir
değişmiş olarak pozitivizm siyasi yapıya şekil vermiştir. Aslında başlangıçta Comte
da siyasi yapıyı değiştirmeyi arzu etmekteydi. Hatta yaşadığı çağda güçlü devletlerin
çoğu ile temas kurdu. Onların bilime önem vermesini ve gerekirse tüm sistemlerini
değiştirmesinin önemini anlattı. Ancak bu aşamada Comte’un düşünceleri fazla
ütopik kaldı. Comte, evresel mükemmel toplum anlayışı o kadar ileri boyuttaydı ki,
yeni bir din bile yapmaya karar verdi. Bilimsel pozitif bir din, metafiziğe yem olmayan
evresel bir insan temalı din olacaktı.
Comte, bu ütopyasını gerçekleştiremese de, ardılları daha farklı bir biçimde
bunu başardı. Comte’un kilise ve muhafazakâr karşıtı düşünceleri, önceleri ters
düşseler
de,
burjuva
anlayışına
yaradı.
Daha
doğrusu,
Fransız
Devrimci
Burjuvalardan çok, İngiliz Liberal AydınlaraS Çağı için ilerici olarak kabul edilen bu
ilk Liberaller, insan hakları, kölelik karşıtı, özgür bilim ve demokratik seçimler gibi
bugün ortak hale gelen değerleri savunuyorlardı. Bu açıdan bu liberaller bugünkü
anlamda “sağ” kökenli değildiler. Liberaller, pozitivizme dört elle sarıldılar. Bu
aşamada ulus devlet kavramı ortaya çıkarken, imparatorlara karşı, pozitif ilkeleri
benimsediler.
Ancak tarih bize gösterdi ki, bu liberal anlayış zamanla kapitalist bir çizgiye
kavuştu. Kapitalist ideoloji ve onun sonucunda sömürgecilik bu devletlerin ortak
özelliği haline geldi. Günümüzde birçok liberal ve kapitalistin pozitif düşünceye değer
vermesinin temelleri buralarda yatmaktadır. Çünkü pozitif sosyoloji, şuan yaşadığımız
kapitalist sistemi de yaratan unsurlarda biridir.
Peki,
Pozitivizm
hep
olumlu
sonuçlar
günümüzdeki sonucu ve olumsuz tarafları nelerdir?
mı
doğurmuştur?
Bu
akımın
Pozitivizmin çıkış yıllarında ilk “sağ” kanattan tepki aldığı bir gerçektir. Ancak
bu zamanla “sol” kanada ve ideolojiden bağımsız olarak, yeni bilim çevrelerine
kaymıştır. Bu eleştirilerin bir kısmına bakalım.
Comte, Fransız Devrimine karşıydı. Çünkü ona göre devrimler, olağan evrim
sürecine karşı duruş demekti. Daha önce bahsettiğimiz gibi pozitivizmin temelinde
çizgisel bir evrim anlayışı vardı. Bu açıdan süreci hızlandıran veya değiştiren
devrimler hatalıydı. Comte’un burjuva Fransız devrimine ve Napolyon’a karşı olması
bir başka, ironik durumdur. Çünkü aynı burjuvalar, pozitivizmi neredeyse “resmi tez”
haline getirmişlerdir. Bu kurama en büyük eleştiriyi kuşkusuz Marx yapmıştır. Marx’ın
materyalist ve devrimci anlayışı, Comte’un evrimci çizgisi ile uyuşmaz. Marx,
toplumlarda ekonomik sürecin önemine vurgu yaparken, bir yanda da devrimlerin
gerekliliğini açıklamıştır.
Özellikle Comte, sonrası pozitivistler, sosyalizmle mücadeleye girişmişlerdir.
Liberallerin Modernizm ile olan gönül bağları ile birlikte hareket eden pozitivizm, tüm
sol hareketlere uzak durmuştur. Çünkü bu kişilere göre, doğal evrimini yaşayan
sistem, en doğru yöntemle ilerlemekteydi. Mevcut liberal (sonradan kapitalist, daha
sonra da emperyalist) yapı korunmalıydı. Pozitivist anlayışı güden tüm kuramcılar ve
iletişim uzmanları sistemi korumak için onu revizyona sokma ülküsündeydiler.
Sistemin yanlış olup olmadığını sorgulamadan yapılan bu işlem, neredeyse tüm bilim
dünyasına yayıldı. Bu açıdan farklı düşünen tüm bilim adamları ya dışlandı ya da
görmezden gelindi. Soğuk Savaş sırası sosyalistlerin pozitivizme olan en büyük
karşıtlığı bu nedenledir. Ancak bu durumun tabu haline geldiği ve bir süre sonra
neden karşı olduğunu bilmeden karşı olanların da var olduğunu söylemek
gerekmekte. Bu durum günümüzde de devam etmektedir.
Sistemin kolladığı pozitivizm, zamanla iyice emperyalizmin oyuncağı
olmuştur. Belirttiğimiz gibi evrimci ve sistem yanlısı bir anlayış içinde olan bilim
dünyası, emperyalizmi açıkça desteklemiştir. 1800’lü yıllarda hızla artan Afrika
keşifleri, yeni toplumlarla Batı Dünyasının karşılaşmasına tanık olmuştur. Batı
dünyasına göre “ilkel” olan bu insanların, en kısa süre de “çağdaşlaşması”
gerekmekteydi. Bunun tek yolu birçok pozitiviste göre sömürgecilikti. Örneğin, İngiliz
veya Fransız sömürgesi altında ki bir Afrika toprağı, hızla kalkınacak ve orada
yaşayanlar örnek batı toplumunun seviyesine ulaşacaktı. Bu durumun böyle
sonuçlanmadığını bugün biliyoruz. Her türlü doğal kaynağı sömürülen Afrika,
günümüzde açlık ve (batının belirlediği) sınır çatışmaları yüzünden büyük bir yıkım
içindedir. Belki de “çağdaşlaştıkları” tek konu, kıtanın neredeyse yarısının Fransızca
bilmesidir.
Pozitivizmin en büyük yanlışlarından biri “mutlak bilim” arayışıydı. Onlara göre
bu evrensel kesin bilgiler, pozitif toplum için kaçınılmazdı. Soyut idealleri yıkmak için
yola çıkan kuramın, kendi idealini yaratması bu aşamada kaçınılmazdı. Modern çağ
adını verdiğimiz bir dönem yaşanmaktaydı. Ancak bugün batı dünyası, post-modern
çağı yaşamaktaS Modern kuramlar artık eleştirilmektedir. Günümüzde modernliği
aşamamış bir pozitif kuramın var olmadığı ise bir gerçektir. Birçok düşünüre göre
(hatta destekleyenlere göre) pozitivizmin zamanını doldurmuş olmasının en büyük
sebebi budur. Onlara göre pozitivizm yaşanması gereken bir süreç olsa da 2000’li
yılların ihtiyaçlarına cevap verememektedir. 1970’li yıllardan beri ciddi bir pozitif bilim
eleştirisi yapılmaktadır.www.onurcoban.com
İdeolojik söylemden bağımsız olarak yapılan en başarılı eleştiri kuşkusuz Karl
Popper tarafından yapılmıştır. Bilgi Felsefesi konusunda çalışmaları olan Popper,
mutlak bilgiye ulaşılamayacağını belirtmiştir. Ona göre doğrular, kendinden önceki
doğruları yanlışlayabilir. Bu durum sürekli bir hal kazanır. Yani sürekli “yeni” doğrular
çıkabilir. Oysa pozitivistler doğrunun tek olduğuna inanıyorlardı. Yeterli bilimsel
deneyler yapılır ve bir teori kanıtlanırsa, o teori artık doğru kabul edilirdi. Bu yeni
doğru her yerde her zaman geçerli olurdu.
Günümüzde doğru bilginin kalıcı olmadığını sadece Popper gibi filozoflardan
değil, bizzat bilimin içerisinden de öğrenmiş bulunuyoruz. Comte’un yaşadığı çağ,
bilimin sıçrama yaptığı bir çağdı. Örneğin, Newton, binlerce yıldır bilinen tüm teorileri
çöpe attı. Fizik konusunda ortaya koyduğu kuramlar bilim dünyasını şekillendirdi.
Tüm 19. yüzyıl çalışmaları gösterdi ki, Newton haklıydı. Ondan önceki bilimsel bilgi
yanlıştı. Defalarca deney yapılıyor, farklı koşullarda farklı mekânlarda laboratuar
incelemeleri gerçekleşiyor ve sonuçta Newton’un “kesin” sonucu doğrulanıyordu. Bu
pozitivistlerce umut demekti. Çünkü binlerce yıldır yapılan çalışmalar artık sona
ermişti. Bilimsel deney üzerine şekillenen sistem, bu sonucu neşeyle karşıladı.
Oysa işler 20. yüzyılda değişti. Albert Einstein, neredeyse tüm Newton fiziğini
çökertti. Onun teorileri açıkça daha önce kesin denilen tüm verileri yanlışlıyordu. Bilim
adamları yine birçok deney yaptılar. Farklı yer ve zamanda yeni laboratuar
incelemeleri gerçekleştirdiler. Gördüler ki, bu sefer de haklı olan Einstein. Daha
önceki Newton Teorilerini deneylendirdiklerinde ise onun yanlış olduğunu fark ettiler.
Bu durumun etkisi yıkıcı oldu. Kesin dediğimiz hatta bilimsel deneylerle
kanıtladığımız şeylerin zamanla yanlışlayabildiğimizi fark ettik. Şu anda kesin olan
Einstein fiziğinin bile, bir gün yanlışlanabileceğini varsayıyoruz. Peki, şu an bildiğimiz
tüm fizik (veya diğer bilimler) yanlış olabilirse neye güveneceğiz? Yani şu an doğru
diye yaptıklarımız, ilerde yanlış olabilecekse bilime yüzde yüz güvenebilir miyiz? Bu
durum pozitivizme olan inancı kırdı. Günümüzde bilim adamları, yaşanılan
zamandaki bilimsel verileri baz alma ama şüpheciliği de hiç bırakmama eğilimi
gösteriyorlar. Hatta bilimsel çalışmalar yaparken bunun ilk önce yanlış olup
olmadığının (sağlamasını) anlaşılması için çabalıyorlar.
Bilim dünyasında pozitivizmin sevilmemesinin en büyük sebebi yukarıda
saydığımız, mutlak bilgi anlayışıdır. Onlara göre bu anlayış bizzat bilim tarafından
çürütülmüş durumdadır. Günümüzde hala bu anlayışa körü körüne bağlı olmak,
bilime asıl ihanettir belki de. Ancak bu durumun bir ikilem yarattığı da gerçektir. Bazı
kişiler, bilimin her zaman yanlış olabilme ihtimali sonucunda soyut kavramlara
yönelmenin daha doğru olabileceğini söyler. Ki 21. yüzyılda metafiziğe toplumca bir
geri dönüş gözlenmektedir. Oysa bu doğru bir tutum değildir. Bilim belki bir gün
“mutlak doğruya” ulaşacaktır. Ya da “mutlak doğru” diye bir şeyin aslında olmadığını
kabul edecektir. Ne olursa olsun, adımlarımızı bilime göre atmak, her durumda
olumlu sonuç verecektir.
Pozitivizmin kan kaybetmesi ile gözden düşmeye başlaması bir olmuştur.
Üzerine kapitalist sistemin oyuncağı haline gelmesi ve faydacı yapının egemen
olması, bu durumu hızlandırmıştır. Ancak felsefe de ve kısmen bilimde, pozitivizm
şekil değiştirip kendini yenilemeyi başarmıştır. Günümüzde saf pozitivizmden daha
“saygın” görülen bu akım Mantıksal Olguculuk (Mantıksal Pozitivizm) olarak bilinir.
Analitik Felsefe akımına bağlı olan ünlü filozof Bertrand Russell ile başlayan bu
süreç; Viyana Çevresi gibi felsefe gruplanınca sahiplenilmiştir. Mantık ile Pozitivizmi
birleştirmeye çalışan bu akımı ayrı bir yazı konusu olarak ele almak gerekir. Ancak
özellikle Russell’in çalışmalarının, eski pozitivizm gibi “sistem yanlısı” olmadığını da
belirtmekte yarar vardır.www.onurcoban.com
Sonuç olarak, Pozitivizmin çağımızın en önemli kavramlarından biri olduğu
açıktır. Kendisinin isteyip istemediği meçhul olsa da, günümüzün sistem yapısı ile
önemli bir entegrasyon sağlamıştır. Pozitivizm, modernleşme yolunda ilk hedef olarak
görüldüğü zamanlarda, hurafelere karşı verilen savaşta hep ön planda olmuştur.
Ancak ütopik kesinlik arayışının, en azında günümüz bilgisiyle, yanlış olduğu da bir
gerçektir.

Benzer belgeler