istanbul noter odası hukuki yardım komisyonu tarafından

Transkript

istanbul noter odası hukuki yardım komisyonu tarafından
İSTANBUL NOTER ODASI
HUKUKİ YARDIM KOMİSYONU
TARAFINDAN HAZIRLANMIŞTIR.
İÇİNDEKİLER YARGITAY İÇTİHADI BİRLEŞTİRME BÜYÜK GENEL KURULU KARARLARI 01‐) 1939/32 ESAS 1940/92 KARAR 001 02‐) 1972/00003 ESAS 1972/00011 KARAR 002 YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARLARI 01‐) 1976/10‐3435 ESAS 1978/23 KARAR 003 02‐) 1977/4‐1268 ESAS 1978/972 KARAR 006 03‐) 1990/12‐593 ESAS 1991/10 KARAR 007 04‐) 1990/4‐619 ESAS 1991/70 KARAR 008 05‐) 1992/12‐679ESAS 1993/17 KARAR 009 06‐) 1993/2‐757 ESAS 1993/71 KARAR 009 07‐) 1999/01143 ESAS 1999/067 KARAR 010 08‐) 2000/12‐1011 ESAS 2000/1076 KARAR 014 06‐) 2000/1 3‐1729 ESAS 2001/32 KARAR 015 07‐) 2000/13‐51 ESAS 2000/54 KARAR 020 08‐)2001/18‐956 ESAS 2001/731 KARAR 023 09‐)2001/19‐534 ESAS 2001/583 KARAR 024 10‐) 2002/14‐17 ESAS 2002/65 KARAR 028 11‐) 2004/4‐526 E SAS 2004/589 KARAR 031 12‐) 2006/11‐525 ESAS 2006/554 KARAR 032 13‐) 2006/14‐692 ESAS 2006/702 KARAR 038 14‐)2007/1‐911 ESAS 2007/954 KARAR 041 15‐)2007/13‐914 ESAS2007/964 KARAR 043 YARGITAY 1.HUKUK DAİRESİ KARARLARI 01‐) 1974/1497 ESAS 1974/2061 KARAR 046 02‐) 1983/13715 ESAS 1983/13784 KARAR 046 03‐) 1987/06593 ESAS 1987/09335 KARAR 047 04‐) 1989/02463 ESAS 1989/06435 KARAR 048 05‐) 1989/02783 ESAS 1989/05244 KARAR 049 YARGITAY 2.HUKUK DAİRESİ KARARLARI 01‐) 1969/2395 ESAS 1969/2562 KARAR 051 02‐) 1970/2711 ESAS 1970/4508 KARAR 052 03‐) 1970/7125 ESAS 1970/489 KARAR 053 04‐) 1972/5977 ESAS 1972/6472 KARAR 054 05‐) 1977/1882 ESAS 1977/1969 KARAR 056 06‐) 1977/7621 ESAS 1977/7844 KARAR 057 07‐) 1978/02992 ESAS 1978/04111 KARAR 058 08‐) 1991/6596 ESAS 1991/9044 KARAR 058 09‐) 1996/1471 ESAS 1996/3555 KARAR 059 10‐) 2005/8051 ESAS 2005/10580 KARAR 060 11‐) 2005/8654 ESAS 2005/11578 KARAR 061 12‐) 2007/6349 ESAS 2007/7938 KARAR 062 YARGITAY 4.HUKUK DAİRESİ KARARLARI 01‐) 1973/03658 ESAS 1974/16534 KARAR 063 02‐) 1975/03749 ESAS 1976/00477 KARAR 064 03‐) 1976/11251 ESAS 1978/00005 KARAR 065 04‐) 1977/5312 ESAS 1978/3193 KARAR 067 05‐) 1980/12644 ESAS 1981/00518 KARAR 069 06‐) 1982/08932 ESAS 1982/10570 KARAR 072 07‐) 1988/02990 ESAS 1988/06935 KARAR 073 08‐) 1998/00316 ESAS 1998/06105 KARAR 074 09‐) 2000/3957 ESAS 2000/6531 KARAR 075 10‐) 2000/6166 ESAS 2000/6793 KARAR 076 11‐) 2000/5662 ESAS 2000/8772 KARAR 078 12‐) 2001/2136 ESAS 2002/6321 KARAR 079 13‐) 2001/12220 ESAS 2001/12773 KARAR 080 14‐) 2001/03236 ESAS 2001/4369 KARAR 081 15‐) 2001/5014 ESAS 2001/9347 KARAR 082 16‐) 2002/5808 ESAS 2002/8687 KARAR 082 17‐) 2002/5645 ESAS 2002/6791 KARAR 084 18‐) 2003/4891 ESAS 2003/10641 KARAR 085 19‐) 2003/8610 ESAS 2003/10502 KARAR 086 20‐) 2003/14412 ESAS 2003/15286 KARAR 087 21‐) 2003/15231 ESAS 2004/6266 KARAR 088 22‐) 2003/16353 ESAS 2004/1080 KARAR 089 23‐) 2004/16831 ESAS 2005/13312 KARAR 090 24‐) 2004/16884 ESAS 2005/478 KARAR 091 25‐) 2004/627 ESAS 2004/10702 KARAR 092 26‐) 2004/11409 ESAS 2005/05780 KARAR 092 27‐) 2004/12650 ESAS 2005/11104 KARAR 093 28‐) 2004/16580 ESAS 2006/1098 KARAR 094 29‐) 2005/14432 ESAS 2005/13780 KARAR 096 30‐) 2005/12386 ESAS 2006/11900 KARAR 096 31‐) 2006/1956 ESAS 2006/3585 KARAR 097 32‐) 2006/2193 ESAS 2007/1807 KARAR 099 33‐) 2006/2411 ESAS 2007/1543 KARAR 099 34‐)2007/5873 ESAS 2008/2288 KARAR 100 35‐) 2007/6459 ESAS 2007/8597 KARAR 101 36‐)2008/1699 ESAS 2008/13767 KARAR 103 YARGITAY 5.HUKUK DAİRESİ KARARLARI 01‐) 1980 / 09298 ESAS 1980/09377 KARAR 106 02‐) 2003 / 6533 ESAS 2003/8509 KARAR 107 YARGITAY 7.HUKUK DAİRESİ KARARLARI 01‐)1990/8163 ESAS 1991/998 KARAR 108 02‐) 2001/03954 ESAS 2001/04154 KARAR 109 YARGITAY 9.HUKUK DAİRESİ KARARLARI 01‐) 2002/2721 ESAS 2002/2771 KARAR 111 YARGITAY 11.HUKUK DAİRESİ KARARLARI 01‐) 1975/00736 ESAS 1975/0369 KARAR 116 02‐) 1988/04471 ESAS 1988/04846 KARAR 119 03‐) 1989/6381 ESAS 1989/5454 KARAR 120 04‐) 1998/5299 ESAS 1998/8321 KARAR 121 05‐) 1998/5400 ESAS 1998/9376 KARAR 123 06‐) 1999/8617 ESAS 1999/1959 KARAR 125 07‐) 2000/385 ESAS 2000/3835 KARAR 126 08‐) 2000/5526 ESAS 2000/06590 KARAR 128 09‐) 2001/4254 ESAS 2001/6369 KARAR 129 10‐) 2002/6005 ESAS 2002/6116 KARAR 130 11‐) 2003/13105 ESAS 2004/7164 KARAR 131 12‐) 2004/03849ESAS 2005/00280 KARAR 131 13‐) 2004/3177 ESAS 2004/12534 KARAR 133 14‐) 2006/12186 ESAS 2006/13739 KARAR 134 YARGITAY 12.HUKUK DAİRESİ KARARLARI 01‐) 1996/15550 ESAS 1996/15912 KARAR 136 02‐) 1997/6436 ESAS 1997/6832 KARAR 136 03‐) 1998/4066 ESAS 1998/773 KARAR 137 04‐) 2001/4570 ESAS 2001/5885 KARAR 138 05‐) 2004/1589 ESAS 2004/6352 KARAR 139 06‐) 2006/11906 ESAS 2006/14652 KARAR 140 07‐) 2006/23644 ESAS 2007/1257 KARAR 141 08‐) 2008/21678 ESAS 2008/17969 KARAR 141 YARGITAY 13.HUKUK DAİRESİ KARARLARI 01‐) 1978/03712 ESAS 1978/03972 KARAR 143 02‐) 1981/04831 ESAS 1981/06005 KARAR 144 03‐) 1982/08375 ESAS 1983/00658 KARAR 145 04‐) 1985/00399 ESAS 1985/01945 KARAR 147 05‐) 1990/07902 ESAS 1991/01170 KARAR 148 06‐) 1995/9277 ESAS 1995/10817 KARAR 149 07‐) 1996/1944 ESAS 1996/2275 KARAR 151 08‐) 1997/11384 ESAS 1997/01392 KARAR 152 09‐) 2004/17197 ESAS 2004/18667 KARAR 155 10‐) 2005/9271 ESAS 2005/12302 KARAR 156 11‐) 2005/14434 ESAS 2006/993 KARAR 157 YARGITAY 14.HUKUK DAİRESİ KARARLARI 01‐)2003/5271 ESAS 2004/2515 KARAR 159 YARGITAY 15.HUKUK DAİRESİ KARARLARI 87‐) 1983/01922 ESAS 1983/02312 KARAR 161 88‐) 1993/3202 ESAS 1994/3218 KARAR 163 89‐) 1996/00728 ESAS 1996/00854 KARAR 164 YARGITAY 17.HUKUK DAİRESİ KARARLARI 01‐)2007/1188 ESAS 2007/1606 KARAR 165 YARGITAY 19.HUKUK DAİRESİ KARARLARI 01‐) 1992/08679 ESAS 1993/02410 KARAR 166 YARGITAY İÇTİHADI BİRLEŞTİRME BÜYÜK GENEL KURULU KARARLARI
T.C.
YARGITAY
İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu
E:1939/32
K:1940/92
T:04.12.1940
DAMGA RESMİ
Pul müfettişlerinin denetlemesi sırasında kullanılmak ve belge olarak gösterilmek üzere
saklanan ve resmi ödenmemiş olan kâğıtlardan dolayı ancak o kâğıtları imza edenler sorumlu
olurlar.
Ortaya çıkararak göstermemiş ve kullanmamış olan elinde bulunduranın (hâmilin)
sorumluluğu yönüne gidilemez.
1928 gün ya 1324 ş. Damga Resmi Kanunu (Bu yasa, 1964 gün ve 488 s. Damga Vergisi
Kanunu ile yürürlükten kaldırıldı.)
Damga Resmi Kanununun on birinci faslındaki ahkâma tevfikan damga resminin kanun
dairesinde istifasını temin için pul tetkikine memur edilen kimseler tarafından hususî
meskenlerden maada resmî ve hususî daire ve müesseselerle sair bilumum mahallerde yapılan
tetkikat neticesinde damga resmine tabi evrak ve senedatın damga resmi bu kanun hükümlerine
göre ifa edilmediği veya pulların ilsak ve iptali kanuna muhalif olduğu görüldüğü takdirde o kabil
evrak ve senedatı istimal etmek üzere muhafaza etmekte olanlardan bunları istimal veya ibraz
eylemiş gibi evvelemirde ve alelıtlak resim ve ceza ile mesul olmaları lâzım geleceği ve daha kısa
ifade ile hini tetkikte noksan pullu evrak kimin nezdinde zuhur etmişse resim ve ceza
evvelemirde andan istifa edileceği hakkında bir içtihat teessüs etmişken ahiren bunun hilâfına
yani pul tetkikine memur edilen kimselerin bu kabil yerlerde elde ettikleri resim ve cezaya tabi
evraktan dolayı nezdlerinde zuhur eden kimseler mübriz addedilemeyeceği cihetle resim ve
cezanın bunlardan tahsili cihetine gidilmesi caiz olmadığına dair içtihat takarrür ettiğinden
bahisle ihtilâfın tevhidi içtihat suretiyle halli için Temyiz Mahkemesi Dördüncü Hukuk Dairesi
Reisliğinden 27.5.939 tarih ve 874/107 numaralı yazı ile vaki olan müracaat üzerine keyfiyetin
tetkik ve karara raptı Birinci Reisliğin tensibi üzerine Tevhidi içtihat Heyeti Umumiye sine
havale edilmiş olmakla 4.12.940 tarihinde toplanan ve 567 müzakere nisabına baliğ olan heyette
Birinci Riyaset tarafından ihtilâfı mucip olan nokta tesbit edildikten ve dairesi reisi de bu hususta
izahat verdikten sonra keyfiyet müzakere olundu :
Damga Resmi Kanununun birinci maddesine göre damga resmi bu kanunda yazılı olup
ihticac ve ibraz olunabilecek olan evrak ve senedat ile ilânata mahsus tekâliftir.
Yedinci maddesinde de resmî dairelerden efrada veya efrat tarafından resmî dairelere ita
olunacak bilcümle senetlerin ve evrakın damga resimleri efrada ait olduğu ve efradın birbirine
verecekleri evrak ve senetlerin damga resmini mümzilerinin ifa edecekleri tasrih edilmiştir.
Otuz beşinci madde ise istimal veya ibrazında kanunun ilsakını emreylediği evraktan
maada evrak ve senedatın tanzimi zamanında pullarının yapıştırılması mecburiyeti beyan
olunmaktadır.
Kanunun işaret olunan bu hükümlerine nazaran kanunun tayin ettiği ahvalden maadasında
mükellefiyeti tamamen veya kısmen ifa etmemis olan mümzileri gerek resim ve gerek cezadan
evvelemirde ve doğrudan doğruya mesuldürler. Çünkü mükellef olan mümzidir. Ancak
vazııkanun bu kabil evrak ve senedatın tabi olduğu resmin mumzisi tarafından tamamen veya
1 kısmen ifa edilmemesinden dolayı lâzım gelen resım ve para cezasının tahsilini teshil için kırk
beşinci madde mucibince imza edenlere müracaat haklan olmak üzere bu kabil evrakı ve senetleri
istimal ve ihticac ve ibraz edenlerden de alınmasını tecviz eylemiştir. Bu cevazın şartı
hamillerinin bu evrak ve senedatı istimal için ibraz eylemiş olmalarıdır. Hamil bunlan nezdinde
hıfzettiği müddetçe ne resmi ve ne de ceza ile mesul olamaz. Nitekim Damga Kanunu
İzahnamesinde de damga resmi tatbikatım tetkik ve teftiş eylemekte bulunan alâkadar memurun
damga resmine tabi evrak ve saireyi talep etmesi ibraz addolunamaz, diye yazılıdır. Bu itibarla
pul müfettişlerinin teftişi sırasında istimal ve ihticac edilmek üzere mahfuz tutulan ve resmi ifa
edilmemiş olan evraktan dolayı ancak o evrakı imza edenlerin mesul olacağına ve ibraz ve istimal
etmemiş olan hamillerin mesuliyeti cihetine gidilemeyeceğine ve dairenin son içtihadının da
kanuna muvafık olduğuna ittifakla karar verildi.
T.C.
YARGITAY
İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu
E:1972/3
K:1972/11
T:19.06.1972
NOTERLİK KANUNU UYGULAMALARI
içtihatları birleştirmeye yer olmadığına ilişkindir.
1512 sayılı Noterlik Kanununun yorumu gerektirmeyen açık hükümleri karşısında yürürlükte
bulunmayan 3456 sayılı Noterlik Kanununun yürürlükte bulunduğu döneme ilişkin
uygulamaları < arasındaki aykırılıkların giderilmesi için içtihadı birleştirmeye yer yoktur.
15.6.1938 ğ. ve 3456 s. Noterlik Kanunu. (Bu yasa 18.1.1972 g. ve 1512 s. Noterlik
Kanununun 208. maddesiyle yürürlükten kaldırıldı.)
3456 saydı Noter Kanununun yürürlükte bulunduğu devrede, noterlik dairesi olarak kullanılan
yerlere ait kira sözleşmeleri çeşitli şekillerde düzenlenmekte idi.
Bunlardan mecurun «noterlik dairesi» olarak kullanılmak üzere kiralandığı ve kiracının
noter sıfatını taşıdığı zikredilmeden, yalnız şahsi, âkit gösterilmek suretiyle 'kira sözleşmesinin
düzenlendiği hallerde, (kiracı âkit durumunda bulunan noterin -herhangi bir şekilde- görevden
ayrılmasından sonra sözleşmeden doğan hakların, özellikle mecurdan yararlanmak yetkisinin âkit
olan eski noter veya mirasçılarına mı, yoksa aynı yerde vazifeye devam eden halef notere mi
intikal edeceği bakımından tereddütlere yol açan değişik uygulamalar yapılmış bulunmakta idi.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ile Birinci ve Altıncı Hukuk Dairelerinin uygulamalarında,
kiralanan taşınmaz malda kamu hizmeti görülmekte olması nedeniyle yukarıda sözü edilen
şekilde düzenlenen kira sözleşmelerinden doğan hakların yeni notere intikal edeceği esası kabul
edilmiş, Sekizinci Hukuk Dairesi ise; mecurun kullanma ve tahsis tarzına rağmen, sözleşmeden
doğan
hakların âkit (selef) noterin uhdesinde kalacağı ve ölmüş ise mirasçılarına geçeceği görüşüne yer
verilmiş idi.
Uygulamalardaki aykırılık giderilmek ve bu konuda görüş birliğine varılmak üzere
mesele, 3456 sayılı Kanunun yürürlükte bulunduğu donemde, İçtihadı Birleştirme Büyük Genel
Kurulunun gündemline alınmış olmasına rağmen zamanın elverişsizliği ve araya giren diğer bazı
sebeplerle konunun kurulda müzakeresi ancak 19/6/1972 .gününde yapılabilmiştir.
2 19/6/1972 gününde toplanan İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunda, aralarında içtihat
aykırılığı bulunduğu iddia olunan Hukuk Genel Kurulu ve özel daire kararlan ile eski ve yeni
kanunların konu ile ilgili hükümleri okunup enine boyuna, uzun boylu konuşulup tartışıldıktan
sonra oylandı, aşağıdaki neticeye varıldı :
Konunun gündeme alındığı ve müzakeresine başlandığı tarihler arasında geçen süne
içinde kanun değişikliği vukua gelmiş, 3456 sayılı Noter Kanunu yerine 1512 sayılı Noterlik
Kanunu tedvin edilerek 5/5/1972 gününde yürürlüğe konulmuştur.
Yeni kanun eski kanundaki boşlukları doldurmuş, konumuzu aydınlatmaya yarayan açık
hükümler getirmiştir. Ezcümle; 1512 sayılı yeni Kanunun birinci maddesinde «Noterliğin bir
kamu hizmeti» olduğu, kırkıncı maddesinde Noterlik Dairesinin «Resmi daire» sayıldığı, kira
sözleşmesinin «daire adına noter tarafından» yapılması gerekli bulunduğu öngörülmüştür.
Yeni kanunun konumuza doğrudan doğruya değinen ve yoruma ihtiyaç bırakmayan açık
hükümleri karşısında, hukuki hayatı ' sona eren 3456 sayılı kanunun yürürlükte bulunduğu
döneme ilişkin uygulamalar arasındaki aykırılıkların giderilmesi için içtihadın birleştirilmesine
lüzum ve mahal olmadığına, 19/6/1972 gününde oyların üçte ikisini geçen çoğunlukla karar
verildi.
3 YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARLARI
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E:1976/10-3435
K:1978/23
T:25.01.1978
Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda ( Adana İş
Mahkemesi )nce davanın reddine dair verilen 16.9.1975 gün ve 727-2129 sayılı kararın
incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, ( Yargıtay 10. Hukuk Dairesi'nin
21.5.1976 gün ve 9276-4034 sayılı ilamiyla, ) ( ...hükme dayanak kılınan ve ibraname olarak
adlandırılan belge işverence yapıldığı iddia olunan yardımları tesbit etmektedir. Bu bakımdan
ibra olarak nitelendirilmesi mümkün bulunmaktadır. Sözü edilen belge olsa olsa bir takım
ödemelerin yapıldığını gösteren makbuz anlamındadır. Bu maddi ve hukuki olgular gözönünde
tutulmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi.. ) sebebiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,
yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Temyiz eden:
Davacılar vekili,
Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Davacılar vekili müvekkillerinin miras bırakanlarının davalıya ait işyerinde
geçirdiği iş kazası sonucu öldüğünü, kusurun tamamının davalı işverende olduğunu iddia ile
fazlaya ait dava hakkı saklı kalmak kaydiyle şimdilik 5.700 lira maddi, 13.000 lira da manevi
tazminatın alınmasına hükmedilmesini istemiştir. Davalı vekili, davacıların müvekkilini ibra
ettiklerini ileri sürmüş, mahkemece dava ibranameye dayanılarak reddedilmiş özel daire
ibraname adı verilen belgenin gerçekte makbuz niteliğinde olduğu gerekçesiyle kararı bozmuş;
mahkeme direnmiştir.
İş hukukuna egemen bulunan ilkelerden biride kuşkusuz işçiyi koruma ilkesi olup gerek
yasa ile getirilen düzenleyici kuralların ve gerekse tarafların yani işçi veya hak sahipleri ile
işveren arasındaki ilişkilere ait irade açıklamalarının yorumunda bu ilkenin ışığında hareket
olunması zorunludur. Olayda davacılardan, iş kazası sonucu ölen işçinin eşinin kendi adına
asaleten ve yedi çocuğuna velayeten noterde düzenlettiği belge, az önce açıklanan ilkenin
ışığında ve tarafların sosyal durumları ile belgedeki sözlerin kapsamı dikkate alınarak
yorumlandığında, hak sahiplerinin tek taraflı irade açıklaması ile beliren bir makbuz olarak kabul
edilmelidir. Bu nedenlerle mahkemece Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen özel daire bozma
kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı
bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının özel daire bozma kararında
gösterilen sebeplerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, ilk
görüşmede yeterli çoğunluk sağlanamadığından 25.1.1978 gününde ikinci görüşmede yarıdan bir
fazlayı geçen çoğunlukla karar verildi.
KARŞI OY: Davacıların miras bırakanı ( A ) işveren davalı ( İ )'nin işyerinde sigortalı işçi
iken 20.10.1973 tarihinde geçirdiği bir iş kazası sonucunda ölmüştür.
( A )nın, tedbirsizlik veya dikkatsizlik veya nizamat ve evamir ve talimata riayetsizlikle
ölümüne sebebiyetten ( İ ), ( T ), ( S ) aleyhlerine TCK.nun 455/1-son maddelerince Adana
Asliye Üçüncü Ceza Mahkemesi'ne açılan kamu davası suçun işleniş tarihi itibariyle 1803 sayılı
Af Kanununun şumulüne girdiğinden 25.6.1974 günlü kararla ortadan kaldırılmıştır.
4 Davacılar vekili 14.3.1974 kayıt tarihli dava dilekçesiyle fazlaya dair talep ve dava hakkı
saklı kalmak şartıyla, 5.700 lira maddi, 13.000 lira manevi olmak üzere toplam 18.700 lira
tazminatın ödetilmesini istemiş davalı ( İ ) vekili de 4.6.1974 günlü cevap dilekçesinde yazılı
sebeplerle, özellikle Adana Dördüncü Noterliği'nde düzenlenen 12.11.1973 gün 25885 sayılı (
Genel ibraname ve feragat )a dayanılarak davanın reddini savunmustur.
Genel ibraname ve feragat sebebiyle davanın reddine dair yerel mahkeme kararı Yargıtay
Onuncu Hukuk Dairesi'nin 21.5.1976 günlü ilamiyle hükme dayanak kılınan ve ibraname olarak
adlandırılan belge işverence yapıldığı iddia olunan yardımları tesbit etmektedir. Bu bakımdan
ibra olarak nitelendirilmesi mümkün bulunmamaktadır. Edilen belge olsa olsa bir takım
ödemelerin yapıldığını gösteren makbuz anlamındadır. Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular
gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı görülerek bozulmuş
mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Gerçekte ise ( Genel ibraname ve feragat ) başlığını taşıyan 12.11.1973 günlü belge ile
davacı ( K ) kendisine asaleten küçük çocuklarına velayeten ".. hadisenin oluş özellikleri ve
bundan hiç bir kimsenin kasıt ve kusura dayanan hiç bir hareket ve sorumluluğu bulunmaması
sebebiyle gerek yukarıda adı geçen ( İ ) ve gerekse ilgili sayılabilecek resmi ve özel kişi, kurum,
ve kuruluşlardan münferiden veya müştereken hiç bir şekilde şikayetimiz olmadığı gibi maddi ve
manevi takip ve başka bir müracaat yoluna başvurmayacağımızı adı geçenlerden hiç bir şekilde
bütün zararlarımız karşılandığı için davacı olmayacağımızı ve kendilerini tamamiyle her suret ve
şekilde zimmetlerini ibra ve ıskat ettiğimizi ... bundan böyle kendilerinden herhangi bir alacak
talebinde bulunmayacağımızı, zimmetlerini tamamen ibra ettiğimizi açılmış veya açılacak
hukuki, maddi, manevi ve cezai bütün davalardan feragat ettiğimizi .. beyan ikrar ve kabul"
etmiştir.
İsviçre Borçlar Kanununun 115. maddesinde yazılı olan borç ibra ( mutabakatla kaldırma
) hükmü Türk Borçlar Kanununa alınmamıştır. Ancak HUMK.nun 63, 268 ve 100. maddelerinde
( ibra ) dan söz edildiği görülmektedir. Özellikle HUMK.nun 288/2 de ibranın borçluyu ( borçtan
kurtarma ) olarak tarifi yapılmıştır. Bu nedenle ibra borcun sukutu sebeplerindendir.
BK.nun 113. maddesindeki asıl borcun ( ... sair bir surette sakıt olduğu takdirde )
ibaresindeki sair sukut sebeplerinden birinin de bu itibarla ibra keyfiyeti olduğu hiç kuşkusuzdur.
İbra, bir kimsenin zimmetini haktan beri kılmaktır, ki hakkın ortadan kalkmasına
sebebiyet veren bir vakıa olarak alacaklı tarafından borcun ifasını istemeyi imkansız hale getirir.
"Genel ibraname ( ibrai An ) kaffe-i hukuk ve da-aviden bir kimseyi ibra eylemektir." (
Türk Hukuk Lügatı Sahife 13 ).
Yukarıda özeti alınan 12.11.1973 günlü genel ibraname ve feragatın borçluyu borçtan
kurtaran, açılmış ve açılacak bütün hukuk ve ceza davalarından borçluyu ibra eden bir belge
niteliğinde bulunduğunda tereddüt edilemez.
1475 sayılı İş Kanununda özel ve genel mahiyetteki ibrayı kısıtlayıcı bir hüküm yoktur.
Türk Hukuk mevzuatının belirlediği şeklin dışında ibraya bir mana verilmesinde imkan
görülememiştir.
Davacı 12.11.1973 günlü genel ibraname ve feragatta gerçek maksadının ( ... zimmetlerini
tamamen ibra ettiğimi ... açılmış ve açılacak hukuki, mali, maddi manevi ve cezai bütün
davalardan feragat ettiğimi" bildirmiştir. Mutlak şekilde vaki olan irade açıklamasını ibranameyisair bir şekilde yoruma tabi tutmak ve makbuz olarak nitelendirmek Borçlar Kanununun umumi
hükümlerine de aykırı olur.
Davacı "... adı geçenlerden hiç bir şekilde bütün zararlarımız karşılandığı için davacı
olmayacağımızı her suret ve şekilde zimmetlerini ibra ve ıskat ettiğimizi" bildirmekle davacıların
işvereni karşılıksız olarak ibra ettiğinden de söz edilemez.
Ne var ki dava dilekçesinde sarahaten ve delaleten dayanılmamakla beraber 17.6.1974
günlü cevaba cevap dilekçesinde "... okuma yazma bilmeyen müvekkili aldatmak suretiyle 5.000
lira ödemiş bulunmaktadır...
5 T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E:1977/4-1268
K:1978/972
T:08.11.1978
NOTERLERİN SORUMLULUĞU
TAPUDAKİ İŞLEMDEN HAZİNENİN SORUMLULUĞU
ZİNCİRLEME SORUMLULUK
Gerçeğe aykırı düzenlenen vekaletname ile tapuda işlem yapılmasında zarara birlikte neden
olma sözkonusu olduğundan noter Hazine ile birlikte sorumludur.
743 s. MK m. 917
818 s. BK m. 50
1512 s. Noterlik K m. 162
Taraflar arasındaki Tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Ankara
Onüçüncü Asliye Hukuk Mahkemesi)nce davanın kabulüne dair verilen 11.3. 1975 gün ve 923 122 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Dördüncü
Hukuk Dairesi'nin 3.3.466 1976 gün ve 5652-2246 sayılı ilamiyle, (tanzim edilmiş bulunan
vekaletnamede taşınmaz sahibi lehine ipotek tesisi için yetki verilmiştir. Buna rağmen bu yetki
dışına çıkılarak ipotek tesis edilmiştir. 0 halde noterin sağladığı yanlış işlemle zarar arasında bir
ilişki yoktur. Zarar tapu idaresinin, vekaletnamede gösterilen işlemler dışında bir işlemin
yapılmasından doğmuştur. Tapu memuru bu vekaletname ile ipotek tesisi yapmaması gerekirdi.
Banka bu zararı istemekte haklıdır. Fakat bu hakkı davada ileri sürdüğü gibi davalı noterden
değil, yetkisiz vekaletnameye istinaden ipotek tesisini yapan tapu dairesinden istemesi
icabederdi) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama
sonunda; mahkemece önceki kararda d i ren ilmiştir.
Temyiz eden ve duruşma isteyen davalı vekili.
Hukuk Genel Kurulu'nca dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü
Davacı banka vekili gerçeğe aykırı vekaletname düzenlemek suretiyle bankanın zararına
sebebiyet veren davalı noterden zarar tutarının alınmasına karar verilmesini istemiş mahkemece
iddia sabit görülerek tazminata hükmedilmiştir. Karar özel dairece zararı doğuran işlemin
yapılması konusunda vekaletnamede yetki bulunmadığı ve bunun sonucu olarak tapu memurunun
gereken yetkiyi kapsamayan vekaletnameye dayanarak işlem yapmaması gerektiği ve şu suretle
zararla noterin yaptığı yanlış işlem arasında illiyet bağının gerçekleşmediği gerekçesiyle karar
bozulmuş mahkeme direnmiştir.
Vekaletnamenin gerçeğe aykırı olduğu olayda gerçekleşmiştir; tapudaki işlem bu
vekaletname dayanak yapılmak suretiyle yapılmıştır. 0 halde zarara birlikte sebebiyet verme
durumu söz konusudur. Bu nedenlerle vekaletnameyi düzenleyen noterin sorumluluğunun kabulü
gerekir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle usul ve yasaya uygun olan direnme kararı onanmalıdır.
6 Sonuç: Temyiz itirazlarının reddiyle, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle
(ONANMASINA) ve (308300) kuruş ilam harcının temyiz edenden alınmasına davacı yararına
takdir olunan (1400) lira avukatlık parasının davalıdan alınıp davacıya verilmesine 8. II. 1978
gününde üçte ikiyi geçen çoğunlukla karar verildi.
Kaynak:YKD - 1979/4 - Sayfa:465
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E:1990/12-593
K:1991/10
T:23.01.1991
Taraflar arasındaki "takibin iptali" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kadıköy
1. İcra Tetkik Mercii`nce davanın kabulüne dair verilen 20.12.1989 gün ve 286-2327 sayılı
kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin
12.3.1990 gün ve 1285-2480 sayılı ilamı: ( ... Takip dayanağı senedin 1.3.1988 tanzim tarihini
taşıdığı, takip talepnamesinde belirtildiği gibi, dosyadaki fotokopisinde de görülmektedir. Bu
tarihin noterce düzenlenmiş protesto evrakına yazılmamış olması gerçekte ve tedavüle
çıkarılırken mevcut olmadığını göstermez. TTK. 690. madde yoluyla uygulanması gerekli 592.
maddesine göre tamamen doldurulmadan bono düzenlenebileceği, aradaki anlaşmalara aykırı
doldurulduğunun bir belge ile kanıtlanması gerektiği düşünülmeden yazılı biçimde takibin
iptaline karar verilmesi isabetsizdir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle
yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu`nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği
anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Tetkik Merciince verilen kararın Yargıtay`ca bozulması üzerine noterden
protesto evrakına ait kartonlar getirtilip, tetkik edilmiş ve noter de olayla ilgili olarak dinlenmek
suretiyle direnme kararı verilmiştir. Bozmadan sonra tetkik merciinde yapılan bu işlemler sonucu
verilen kararın, yeni bir hüküm niteliğinde olup olmadığı hususu, önsorun olarak ele alınmış ve
Hukuk Genel Kurulu`nca ilk hükümde dayanılmayan yeni olgular değil, önceki kararın
alınmasındaki genel espriye uygun biçimde gerekçenin genişletilmiş olduğu sonucuna varılarak,
Merci Kararının, direnme kararı olarak incelenmesine üçte ikiyi geçen oy çoğunluğuyla karar
verildikten sonra, hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine geçilmiştir.
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara bozma
kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu`nca da benimsenen Özel
Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı ( alacaklı ) vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının
Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, oybirliğiyle karar
verildi.
7 T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E:1990/4-619
K:1991/70
T:13.02.1991
Taraflar arasındaki manevi tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;
Ankara Asliye 1. Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 20.12.1988 gün ve
1988/146-789 sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine,
Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 14.5.1990 gün ve 1990/5323-4115 sayılı ilamı (Davacıların
miras bırakanı içinde yolcu olarak bulunduğu motorlu aracın hemzenin geçitten geçerken
DDY'na ait trenin çarpması sonucu meydana gelen kazada ölmüştür.
Mahkeme davalı DDY'nın bilirkişi raporuna göre kusurunun bulunmadığını kabul ederek
davanın reddine karar vermiştir.
Davalı DDY'nın sorumluluğu kural olarak Borçlar Kanunun 58. maddesinde düzenlenen
objektif sorumluluğuna ilişkindir. Ancak olay karayolu ile Demiryolunun kesiştiği hemzenin
geçitte meydana geldiğine göre sorumluluk 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunun 85.
maddesinde düzenlenen ağırlaştırılmış objektif sorumluluktan Tehlike sorumluluğu
kaynaklanmaktadır. Çünkü olayın meydana geldiği hemzemin geçit karayolunun bir uzantısıdır.
Trenin alt raylar üzerinde seyretmiş olması sonuca etkili değildir ve trende bir motorlu araçtır.
Tam objektif sorumluluklarında kusur aranmaz. Sorumluluğu doğuran olayla zarar
arasında uygun illiyet bağının bulunması yeterlidir. Bu illiyet bağı, 3. şahsın zarar görenin ağır
kusuru ile kesilmedikçe sorumluluk devam eder. Davalının illiyet bağının kesildiğini ileri
sürebilmesi içinde olayda kendinin ek kusurunun bulunmamasına bağlıdır. O halde olayımızda
ölenin içinde bulunduğu motorlu aracın ağır kusuru bulunduğuna göre davalının kusurunun
bulunup bulunmaması önem kazanır. Demiryolu işletmesi ve karayolunda hemzemin geçitte
motorlu araç isletmek çok riskli bir faaliyettir. Risk ve tehlikelilik oranı arttıkça özen
yükümlülüğü de artar; bu nedenle davalı işletmenin kusuru belirlenirken kendisinden beklenilen
objektif özenin yüksek olduğu unutulmamalıdır. DDY.nin kendi yapısında var olan işletme
tehlikesi hemzemin geçitte karayoluna karışmakla artmaktadır. Bu nedenle davalı işletmeden
beklenen özen yüksek özendir; davalı işletme hemzemin geçitlerde muhtemel tehlikeleri
önleyecek üst geçit bariyer gibi teknik önlemleri almak zorundadır. Bunun alınmamış olması ek
kusuru oluşturacağından illiyet bağı kesilmez ve davalı işletme de kazaya neden olan ağır kusurlu
motorlu araç işleteni ile birlikte doğan zarardan müteselsilen sorumlu olur.
O halde mahkemenin hatalı bilirkişi raporuna dayanarak isteği reddetmesi usul ve yasaya
aykırıdır... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yargılama sonunda;
mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği
anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü :
KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara,
bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere özellikle, hukuk genel kurulunun 29.3.1989 gün
919-206, 21.6.1989 gün 338-429 sayılı kararlarında da açıkça vurgulandığı üzere, davalı
DDY.nın sorumluluğu kural olarak BK.nun 55, 58 de düzenlenen kusura dayanmayan objektif bir
sorumluluk olduğuna göre Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına
uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme
kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire
bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, 13/02/1991 tarihinde
oyçokluğuyla karar verildi.
8 T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E:1992/12-679
K:1993/17
T:27.01.1993
Taraflar arasındaki "itiraz" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Mardin İcra
Tetkik Mercii`nce davanın reddine dair verilen 29.3.1991 gün ve 1991/6-1991/4 sayılı kararın
incelenmesi davacı tarafından istenilmesi üzerine; Yargıtay 12. Hukuk Dairesi`nin 13.4.1992 gun
ve 1991/11206-1992/4769 sayılı ilamı: ( ... Takip dayanağı bononun tanzim tarihi 4.2.1991, vade
tarihi ise 2.1.1991`dir. TTK. 690. maddesi delaletiyle 615. maddesinde vadenin nasıl
gösterileceği belirtilmiştir. Takip dayanağı bonoda vade tarihi tanzim tarihinden önce olduğundan
senet bono niteliğinde değildir. Merciice bu yön gözetilerek İİK. 170/a maddesi gereğince takibin
iptaline karar verilmek gerekirken itirazın reddi isabetsizdir... ) gerekçesiyle bozularak dosya
yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda
direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu`nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği
anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR: Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara,
bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu`nca da benimsenen
Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya
aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacının temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma
kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA oybirliğiyle karar verildi.
T.C
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas: 1993/2-757
Karar: 1993/71
Karar Tarihi: 24.02.1993
ÖZET: Medeni Kanununun 483 maddesi okuma yazma bilmeyenlerin şahit sıfatıyla
vasiyetnameye katılamayacakları hükmünü koymuştur. İptali istenen vasiyetnamedeki şahit Sadık
Demir imzası ile onaylamıştır. Böyle bir durumda şahidin okuma yazma bilmediğinin açık seçik,
duraksamaya yer vermeyecek biçimde kanıtlanması gerekir. Davacının bir kısım tanıklarına karşı
davalı şahitleri Sadık Demir'in okur yazar olduğunu da haber vermişlerdir. Okur yazar kabul
edilmek için okul bitirip diplomalı olmaya da gerek yoktur
Dava: Taraflar arasındaki "vasiyetnamenin iptali" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;
Gümüşhacıköy Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 3.5.1990 gün ve
1989/268-1990/182 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine;
Yargıtay 2 Hukuk Dairesinin 7.11.1990 gün ve 7601-10503 sayılı ilamı:
(.. Medeni Kanununun 483 maddesi okuma yazma bilmeyenlerin şahit sıfatıyla vasiyetnameye
katılamayacakları hükmünü koymuştur. Vasiyetnamenin geçerliliğini sağlayacak bu önemli
9 koşulun, vasiyetnameyi düzenleyen noterce göz ardı edileceği düşünülemez. İptali istenen
vasiyetnamedeki şahit Sadık Demir imzası ile onaylamıştır. Böyle bir durumda şahidin okuma
yazma bilmediğinin açık seçik, duraksamaya yer vermeyecek biçimde kanıtlanması gerekir.
Davacının bir kısım tanıklarına karşı davalı şahitleri Sadık Demir'in okuryazar olduğunu da haber
vermişlerdir. Okuryazar kabul edilmek için okul bitirip diplomalı olmaya da gerek yoktur; O
halde kanıtlanmayan davanın reddine karar vermek gerekirken yazılı biçimde hüküm kurulması
Yasaya aykırıdır.) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan
yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve
dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Karar: Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma
kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel
Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve Yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile
direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı
(BOZULMASINA), 24.2.1993 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas No : 1999/01143
Karar No : 1999/00067
Tarih : 10.02.1999
• ARAÇ REHNİ
• SÖZLEŞMENİN GEÇERLİLİĞİ
• İPTAL DAVASI
ÖZET : MK.nun 853. maddesi uyarınca, menkul rehni ancak, teslim şartı ile tescil edilebilir.Araç rehin
sözleşmesi oluşturulup trafik siciline de işlenerek aleniyet sağlandıktan sonra rehin alanın, trafik
sicilindeki rehin şerhini kaldırmadan, davacının ekonomik durumunu korumaya yönelik iyi niyetli bir
davranışla ve geçici iade amacıyla araç üstündeki zilyedliğini davacıya iadesi halinde, sözleşme geçersiz
olmaz, yürürlüktedir.
Taraflar arasındaki "rehin sözleşmesinin iptali" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;
(Konya Asliye Ticaret Mahkemesi)nce davanın reddine dair verilen 19.06.1997 gün ve 1997/61
E.,-96 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay On
birinci Hukuk Dairesi'nin 01.12.1997 gün ve 1997/7060 E. -8686 K. sayılı ilamiyle; (… Davacı
vekili; müvekkile ait iki adet dava dışı Z… Ltd. Şti.nin davalıdan alacağı ve aldığı mal bedeli
teminatı olarak noter sözleşmesi ile rehnedildiğini ancak sözleşmenin imzalanmasının hemen
akabinde araçların fiili zilyetliğinin müvekkile bırakıldığını, menkul malların MK.nun 893.
maddesi uyarınca teslim şartı ile rehnedilebileceğini, bu nedenle hak rehin sözleşmelerinin teslim
şartı gerçekleşmediğinden batıl olduğunu ileri sürerek rehin sözleşmelerinin iptalini istemiştir.
Davalı vekili; rehin sözleşmesi düzenlendiği sırada merhumun müvekkile teslim edildiğini, kaldı
ki sicile kayıtlı araçların rehin için teslimin şart olmadığını ileri sürerek davanın reddini
10 istemiştir. Mahkemece, toplanan kanıtlara göre; rehin sözleşmesinde rehne konu araçların
davalıya teslim edildiğinin yazıldığı, kaldı ki 4199 sayılı Yasa ile değişik Karayolları Trafik
Yasasının 20. maddesi uyarınca trafiğe tescilli araçların her türlü satış ve devirlerin ancak
noterlerce yapılabileceği, araçların bundan böyle el değiştirmelerinin ve hatta rehnin noterlik
senedi ile mümkün olduğu bu nedenle araçların fiilen tesliminin şart olmadığı, rehin işleminin
geçersiz olduğunun ileri sürülmesinin iyi niyetten yoksun olduğu gerekçesiyle davanın reddine
karar verilmiştir.
Kararı davacı vekili temyiz etmiştir.
Dava; noter sözleşmesi uyarınca davalıya rehnedilen aracın zilyetliğinin davacıda olduğu ileri
sürülerek açılmış rehin sözleşmesinin iptali istemine ilişkindir. Mahkemece; KYTY. 20. maddesi
uyarınca trafiğe tescilli araçların devrinin ancak noterde düzenlenmiş satış sözleşmesine
dayanılarak trafik siciline tescil ile mümkün olduğu mülkiyet hakkının devrinin bu şekilde
düzenleyen yasa hükmünün, daha sınırlı bir aynı hak olan rehin hakkı içinde uygulanmamasının
düşünülemeyeceği, bu nedenle araç kaydına düşülen rehin kaydına rağmen zilyetliğin kendinde
olduğu ileri sürülerek rehin sözleşmesinin iptalinin istenemeyeceği, kaldı ki böyle bir işleminde
iyi niyetli olmadığı gerekçesiyle dava reddedilmiştir.
Bilindiği üzere MK.nun 853. maddesi uyarınca menkul rehni ancak, teslim şartı ile tescil
edilebilir. Karayolları Trafik Kanununda menkul niteliğinde olan araçların mülkiyetinin geçişinin
noter satış sözleşmesi ve trafik siciline tescili ile mümkün görmüş, rehin konusunda açık bir
düzenlemeye gidilmemiştir. Dava konusu aracın baştan beri davacının zilyetliğinde bulunduğu
taraflar arasında uyuşmazlık konusu olmadığı gibi, mahkeme kanalı ile yaptırılan tespitte de
araçların zilyetliğinin davacıda bulunduğu sabittir. O halde merhumun zilyetliği ve kendi rızası
ile rehin verene iade eden davalının artık merhum üzerinde fiili egemenliğinden söz etmek
mümkün değildir. Bu durumda, yerleşik bilimsel ve yargısal görüşler doğrultusunda (Yargıtay
HGK. 1996/609-764 sayılı 13.11.1996 tarihli kararı, Yargıtay 19. HD. 1997/18543845 sayılı
10.04.1997 tarihli kararı) rehin sözleşmesi geçersiz olup, davanın kabulü gerekir iken, yazılı
şekilde reddi doğru görülmemiş, hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir…) gerekçesiyle
bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki
kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davacı vekili
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve
dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Menkul rehin sözleşmesinde alacaklının zilyetliğini öngören MK.nun 853. maddesinde, ancak
yasaların öngördüğü istisnalar halinde rehin konusu menkulün zilyetliğinin alacaklıya geçmeden
de sözleşmenin oluşabileceği kabul edilmiştir. Yasanın bu emredici ve açık hükmü karşısında
zilyetliğin alacaklıya nakli gerçekleşmeden bir menkul rehninin oluşabilmesi için bu konuda
mutlaka açık bir yasa hükmü bulunması gerekir. Bu düzenlemelere örnek olarak hayvan rehni ile
ilgili MK' nun 854. md.si, TTK' nun 875 vd. maddelerinde düzenlenen gemi ipoteği gibi yasa
hükümleri gösterilebilir. Oysa, 2918 sayılı Yasanın değişik 20. maddesinde araç rehni ile ilgili bir
düzenleme yer almamıştır. Anılan maddenin yorum yolu ile genişletilerek araç rehnini de
düzenlediği sonucuna varılması yasal olarak mümkün olmadığına göre, mahkemenin anılan
maddeye davalı olarak rehin konusu menkul zilyetliğinin borçluya intikal ettirilmiş olmamasının
rehin sözleşmesini bozmayacağı yolunda ki görüşe itibar edilmesi isabetli görülmemiştir.
11 Zira, menkul rehni sözleşmesinin subutunu düzenleyen MK.nun 857. maddesinin ilk cümlesinde,
rehin verenin, merhum üzerindeki zilyetliğinin zayii hali rehin hakkının düşmesi nedeni olacağı
hükme bağlanmış bulunmaktadır Ne var ki, taraflar arasındaki noterlikçe düzenlenen menkul
rehni senetlerinde (sözleşmelerinde) araçlar üzerindeki zilyetliğin rehin alana verildiği hükme
bağlanmış ve taraflarca kabul edilmiştir. O halde, düzenlenen bu resmi senet ile menkul rehin
sözleşmesinin yasanın öngördüğü biçimde oluştuğunun kabulü gerekir. Esasen mahkeme ile Özel
Daire arasında bu konuda bir uyuşmazlık da bulunmaktadır.
Dava konusu olayda üzerinde durulması gereken hukuki uyuşmazlık, rehin konusu menkullerin
rehin verene iadesinin ne amaçla yapıldığı noktasında toplanmaktadır. Yukarıda da değinildiği
üzere menkul üzerindeki rehin alanın zilyetliğinin son bulması akdi ilişkiyi sona erdiren
sebeplerdendir. Ne var ki, MK.nun 857. maddesinin ikinci cümlesinde rehin veren, rehin alanın
rızası ile rehin konusu menkul üzerindeki zilyetliğini tekrar elde ettiğinde rehin sözleşmesinin
muallak yani askıda kalacağı hükme bağlanmıştır. Yani bu düzenlemeye göre, rehin alacaklısı,
menkul üzerindeki zilyetliğini, sözleşmeyi bozmamak ve zilyetliğin kesin iadesi iradesini
içermemek kaydı ile rehin verene geçirmesi halinde menkul rehin sözleşmesi geçerli kalacak,
ancak tanıdığı haklar bakımından hükümleri askıda kalacaktır. Nitekim doktrinde de anılan
hüküm bu şekilde açıklanmaktadır (Bkz. Türk Eşya Hukuku, Prof. Dr. KT. Gürsoy, Sınırlı Ayni
Haklar, Prof. Dr. B. Köprülü- Prof. Dr. S. Kaneti, İst. 1982 sh. 495 vd.)
Bu genel açıklamalardan sonra tekrar dava konusu olaya dönüldüğünde, rehin sözleşmesi
oluştuktan sonra yine sözleşme hükümleri uyarınca rehin işlemi trafik siciline de işlenmiş ve
aleniyet kazandırılmıştır. Bu durumda rehin alanın menkul üzerindeki zilyetliğini davacı rehin
alana devretmiş olması sadece onun ekonomik durumunu korumaya yönelik iyi niyete davalı bir
davranış olup, zilyetliğin kesin iadesi diğer bir deyişle sözleşmeyi sükut ettirmeye yönelik amaç
taşıyan bir iade hali değildir. Zira, trafik sicilindeki rehin şerhi kaldırılmamıştır. Bu da davalı
rehin alanın zilyetliği iadesinde ki amacın kesin iade değil, geçici iade amacına yönelik
olduğunun karinesi ve delilidir.
Bu durum karşısında, menkul rehni sözleşmesi, MK.nun 857/2. maddesi hükmü gereğince
geçersiz olmayıp, yürürlüktedir. Sadece hükümleri askıya alınmış bulunmaktadır. O halde,
mahkemece rehin sözleşmesinin geçersizliği ve iptaline ilişkin davanın reddi ve direnme kararı az
yukarıda açıklanan değişik gerekçe ile sonucu itibari ile doğru görülmekle, davacı tarafın yerinde
görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının onanması gerekmiştir.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan
nedenlerle (ONANMASINA), gerekli temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç
alınmasına mahal olmadığına, 10.02.1999 gününde oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Davacı, menkul rehini sözleşmesine konu olan otoların zilyetliğinin, sözleşme ile birlikte
kendisine bırakıldığı nedenine davalı olarak, rehin sözleşmesinin oluşmadığı iddiasındadır.
Davalı taraf ise cevap dilekçesinde: Otoların, rehin sözleşmesinden bir süre sonra kullanmak ve
saklamak üzere davacının yedieminliğine tevdi edildiği nedenine davalı olarak rehin
sözleşmesinin son bulmadığını savunmaktadır. Maddi olayın, sözleşmenin yapılmasını takiben,
otolar rehin alan tarafından teslim alınmaksızın, zilyetliklerinin rehin verende bırakıldığı şeklinde
mi? yoksa teslim alınmayı takiben kısa süre sonra zilyetliğin rehin verene iade edildiği şeklinde
mi? subuta erdiğinin kabul edilmesine göre iki ayrı şekilde irdelenmesi gerekmektedir. Her ne
kadar davalı, otoların bir süre sonra rehin veren davacıya yediemin olarak bırakıldığını
12 savunmakta ise de: kabul tarzı itibar ile mahkemece bu yönde hiç bir araştırma yapılmadığı gibi
dosyadaki delillerin değerlendirilmesine dahi lüzum görülmemiştir. Rehin sözleşmesinde
araçların rehin alana teslim edildiğinin yazılı olması, davacının bunun aksini yani davacının iddia
ettiği gibi, sözleşmeyle birlikte otolar fiilen teslim alınmaksızın zilyetliklerinin davacıda
bırakılmış olduğunu ispatlamasına engel değildir. Bu durumda tarafların bu yöne ilişkin delilleri
toplandıktan sonra sözleşmeyi takiben otoların zilyetliğinin rehin verende bırakıldığının sabit
görülmesi halinde, MK.nun m. 853 deki rehin, Merhumu fiilen ve hasren kendi yedinde
bulundurdukça; Mürtehin için rehin hakkı sabit olmaz hükmünce taşınırın münhasıran rehnedenin
hakimiyetinde kaldığının kabulü gerekeceğinden, rehin hakkı doğmayacaktır. Bu nedenledir ki
yerel mahkeme kararının tarafların bu yöne ilişkin yemin dahil tüm delilleri usulünce toplanıp
değerlendirilmek ve sonucuna uygun bir karar verilmek üzere bozulması gerekmektedir.
Maddi olayın sayın çoğunluk tarafından kabul edildiği şekilde, otoların zilyetliğinin rehin alan
tarafından, sözleşmeyi takiben bir süre sonra rehneden davacıya iade edildiği sabit görülse dahi,
rehin sözleşmesinin sona ereceği sonucuna varılmak gerekecektir.
Şöyle ki; MK.nun 857. maddesinin 1. cümlesi alacaklının zilyet olmaktan çıkması halinin taşınır
rehinini sona erdireceğini hükme bağlamaktadır. Geri verme sırasında rehin hakkının saklı
tutulması dahi bir sonuç yaratmaz (Bkz. Prof. Dr. Bülent Köprülü ve Prof. Dr. Selim Kaneti
Sınırlı Aynı Haklar Sh: 500). Bu cümledendir ki, rehin alanın, rehninin zilyetliğini rehin veren
borçluya iadesi, rehin sözleşmesini sona erdirmekle; rehinin, borçlunun ekonomik durumunun
korunması amacına yönelik olarak iyi niyetle verilmesinin sonuca etkisi bulunmamaktadır. Zira
MK. m. 857 sadece tarafları değil, üçüncü kişilerin de hukukunu korumaya yönelik hükümleri
içermektedir. Bu nedenledir ki söz konusu madde hükümlerinin yorumlanmasında tarafların
birbirine olan durumu dışında, üçüncü kişilerin çıkarlarının da korunmasına özen gösterme
zorunluluğu vardır. Bunun içindir ki yukarıda anılan maddenin 2. cümlesinin rehin alana tanıdığı,
rehin hükümlerini askıda bırakıp rehin sözleşmesini sona erdirmeyecek nedenlerin, öğretinin
klasik örneğini teşkil ettiği vechile: bir saatçi tarafından rehin verilen ve özel bakım isteyen bir
saatin, bakımı yapılmak üzere rehin veren saatçiye bırakılmasında olduğu gibi geçici ve sınırlı
zilyetlik imkanı verip, geniş tasarruf imkanı vermeyecek nitelikteki olaylara inhisar ettirilmesi
zorunludur. Bu zorunluluk, yine menkul hükmünde olup 2918 Sayılı Kanun hükümlerince
mülkiyetlerinin devri sözleşmelerinin noterde yapılması koşuluna bağlanmış ve trafik siciline de
tescil olunması mecburi kılınmış olan otolar için daha da önem arz etmektedir.
Şöyle ki; otolar aynı zamanda, oluşmasına sebebiyet verdikleri maddi ve manevi zararların
teminatını da teşkil ederler. Nitekim üçüncü kişilerin hukukunun bir oranda korunmasını teminen
bu yönde C. Savcılarına dahi trafik siciline kayıt düşürülmesi yönünden görev tevdi olunmuştur.
Trafik kazaları sonucunda hukuki sorumluluk, otonun işletenine aittir. İşleten, tabiri malikle
örtüşen bir tabir olmayıp işletenin kimler olabileceği 2918 sayılı kanunun 3. Maddesinde
belirlenmiştir. Rehin alan kişinin elinde iken bir otonun zarara sebebiyet vermesi durumunda
işleten otoyu elinde bulunduran ve ondan iktisaden yararlanan kişidir. Bu kişinin otoyu rehin
verene iadesi sonucu otonun rehin verenin elinde iken bir zarar husule getirmesi halinde ise
işleten rehin verendir. Rehin alanın hangi amaçla olursa olsun rehin konusu olan otonun
zilyetliğini rehin veren borçluya iade etmesi ile rehin akdinin sona ermeyeceğinin kabul
olunmasını MK.nun 857. maddesi ilk cümlesinin ve haksız fiile ilişkin genel hükümler ile 2918
sayılı Kanun hükümlerinin zarar gören üçüncü kişilere tanıdığı hukuki imkanlarının tümünü fiilen
ortadan kaldırmakta olduğu açıktır.
Zira böyle bir durumda, hem rehin hem de rehin alanın çıkarları üçüncü kişilere karşı birleşmekte
olup, haksız fiil sonucu zarar gören alacaklıların, hukuki prosedürünü ikmal edip MK. m. 857
hükmünün kendilerine tanıdığı rehin konusu otoya başvurma imkanını elde etmelerine kadar, ya
13 rehin verenin otoyu rehin alana derhal iade etmesi, ya da rehin alanın otoya derhal el koyup
zilyetliği ele geçirmesi suretiyle askıda olan rehin sözleşmesini üçüncü kişiler aleyhine yeniden
sürdürmeye başlamaları imkanını elde etmektedirler.
Yargıtay’ın yerleşmiş uygulamalarına göre rehin konusu otonun yediemin olarak üçüncü bir
kişiye tevdi olunmasını, rehin sözleşmesini sona erdirmeyeceği yolundaki kabul tarzı, rehin
sözleşmesinin sona ermesine kadar yediemin otoyu muhafaza etmek yükümlülüğünde bulunması
nedeniyle, üçüncü kişilerin haklarını tehlikeye sokmamaktadır.
Nitekim yüksek HGK.nun 13.11.1996 gün ve 609-764 sayılı kararındaki Ancak yediemin teslim
keyfiyeti alacaklı bankanın açık rızası dışındadır ve olayda alacaklının açıkça rıza göstermiş
olduğu da soyut kalmıştır, şeklindeki anlatımının mefhumu muhalifinden, otonun zilyetliğinin,
rehin alan tarafından rehin veren borçluya doğrudan tevdi olunması bir yana, yediemin tarafından
rehin verene tevdi olunmasına rıza göstermiş olmasının dahi rehin sözleşmesini sona erdireceği
açıktır. Ayrıca Yüksek 19. HD. 10.04.1997 gün ve 1854-3848 sayılı kararında: Rehin konusu
otonun üçüncü kişinin yedieminliğine tevdi olunması durumunda alacaklının zilyetliğini dolaylı
olarak yediemin vasıtası ile sürdürdüğü; bu kişi tarafından rehin konusunun zilyetliğinin
alacaklının rıza ve muvafakatı dışında borçluya geçirilmesinin (Yüksek HGK.nun kabul tarzına
uygun şekilde) rehin sözleşmesini sona erdirmeyeceği ve bunun aksine olan durumun rehin
sözleşmesini sona erdireceği kabul edilmiştir. Bu durumda sayın çoğunluğu bu kararı yukarıda
anılan HGK. ve Dairemizin kararlarına açıkça aykırı olup İçtihadı Birleştirmeye gitme olasılığı
doğurmaktadır.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle yerel mahkeme ısrar kararının tahkikat yetersizliği ve
kabul tarzı itibarı ile de rehin sözleşmesinin sona erdiği nedenine davalı olarak davanın
reddolunması gerektiği yönlerinden bozulması icap ettiği kanaati ile sayın çoğunluğun onama
görüşüne katılmıyorum.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E.2000/12-1011
K. 2000/1076
T. 21.6.2000
• BONO TANZİM TARİHİNİN 30 ŞUBAT OLARAK GÖSTERİLMESİ ( Bononun
Geçerliliğine Etkisi )• TANZİM TARİHİNİN 30 ŞUBAT OLARAK GÖSTERİLMESİ (
Bononun Geçerliliğine Etkisi )• 30 ŞUBAT TANZİM TARİHLİ BONO ( Geçerliliği )
İMKANSIZ BİR TARİHİN BONO TANZİM TARİHİ OLARAK GÖSTERİLMESİ ( 30
Şubat Tanzim Tarihli Bononun Geçerliliği ) 6762/m.6882004/m.71 ÖZET : Bono üzerinde tanzim tarihi olarak şubat ayının 30`u gösterilmesinin bir yanılgıdan
kaynaklandığı ve tanzim tarihinin şubat ayının son günü olarak kabul edilmesi gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki "Takibin iptali" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;
Aksaray İcra Tetkik Merciince takibin iptaline dair verilen 11.11.1999 gün ve 195-191 sayılı
Kararın incelenmesi davalı alacaklı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 12. Hukuk
Dairesinin 28.12.1999 gün ve 16745-17482 sayılı ilamı ile; "... takip dayanağı bonolarda tanzim
tarihinin 30.2.1997 olarak yazılı olması 14 nedeniyle gerçeği yansıtmadığı ve bunun TTK.nun 688/6. maddesine aykırı bulunduğundan
bahisle takibin iptal edildiği görülmektedir. Tanzim tarihinin 30.2.1997 olarak yazılmış olması
halinde bu durumun belgenin bono olma özelliğini ortadan kaldıracağını kabul etmek aşırı bir
şekilcilik olup, hakkın zayiine neden olur. Her ne kadar Şubat ayının 30. günü söz konusu olamaz
ise de, tanzim tarihinin bu şekilde gösterildiği hallerde bunun yanılgıdan kaynaklandığının ve bu
eksikliğin bononun niteliğini etkilemediğinin ve tanzim tarihinin Şubat ayının son günü olarak
yazıldığının kabulü gerekir. O halde borçlunun esasla ilgili itirazlarının incelenip hasıl olacak
sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir..." gerekçesiyle
bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki
kararda direnilmiştir. Temyiz Eden: Davalı Alacaklı vekiliHukuk Genel Kurulu`nca incelenerek
direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra
gereği görüşüldü:
KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma
kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu`nca da benimsenen Özel
Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. SONUÇ : Davalı alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının
kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı
HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 21.6.2000 gününde, oyçokluğu ile karar
verildi. (KAZANCI)
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E:2000/13-1729
K:2001/32
T:07.02.2001
HAKSIZ İKTİSAP ' İADE ANINDAKİ REEL DEĞER
Haksız iktisabın denkleştiriri adalet fonksiyonu ve işlevi ile hakkaniyet kuralları çerçevesinde,
adalet sağlanırken; kural olarak iadenin talep edildiği andaki paranın reel değeri tesbit edilip
hükme esas alınmalıdır.
743 s. MK. m. 2
818 s. BK. m. 43, 44
"' Taraflar arasındaki "Tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Denizli
Asliye Üçüncü Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 28.3.1999 gün ve 6636 sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Onüçüncü
Hukuk Dairesi'nin 25.1.2000 gün ve 1999/10202 E. 2000/193 K. sayılı Hamiyle; (... Davacı
davalı Orhan ve eşi Fatma'nın Denizli 2. Bölge K... Köyü Arapkaçıran mevkiinde kain olup 253
P. sayısı ile adlarına kayıtlı bulunan taşınmazı özel parselasyon ile 14 parsele böldüklerini,
bunlardan 2, 3, 12, 13 ve 14 nolu parselleri 18.3.1992 tarihli harici sözleşme ile kendisine
sattıklarını 2 ve 3 nolu parsellerin tapularını verdiklerini, ihtarname keşide etmesine rağmen diğer
parselleri vermediklerinden 505 m2 miktarındaki taşınmazların rayiç değeri olan 2.525.000.000
TL.nın faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalılar davanın zamanaşımına uğradığını esas yönden de davanın reddi gerektiğini,
davacının ödediği bedelin 57.565.000 TL. olup birikmiş faizi ile birlikte 189.964.500 TL. talep
edebileceğini zamanaşımı nedeniyle ve esas yönden davanın reddini dilemişlerdir. Mahkemece,
189.964.500 TL. alacağın tahsiline, fazla istemin reddine karar verilmiş hüküm taraflarca temyiz
edilmiştir.
15 1- Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve
özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalıların tüm, davacının ise
aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- Davacı, davalılardan satın aldığını ileri sürdüğü 2, 3,12,13 ve t-4 nolu özel parsellerden
teslim edilmeyen ve tapusu verilmeyen 12, 13 ve 14 nolu parsellerin rayiç bedellerini talep etmiş
mahkemece tüm, satış bedelinin faizi ile birlikte tahsiline karar verilmiştir. "Kanunu Medeni ile
muayyen hükümler mahfuz olmak üzere hakim her iki tarafın iddia ve müdafaalarıyla mukayyet
olup ondan fazlasına veya başka bir şeye hüküm veremez" (HUMK. mad. 74).
Davada çözümlenmesi gereken uyuşmazlığın haricen satın alınan tapulu taşınmazın
tapusunun verilmemesi nedeniyle uğranılan zararın istenip istenemeyeceği ve bu zararın
kapsamının ne olduğudur. Bir davada dayanılan maddi vakıaları açıklamak taraflara, bu maddi
vakıaları nitelendirmek, uygulanacak yasa maddelerini arayıp bulmak ve doğru olarak
yorumlayıp uygulamak da hakimin görevidir (HUMK. madde 75).
Somut olayda taraflar arasındaki satıma konu taşınmazın tapulu olduğu yönünde
uyuşmazlık bulunmamaktadır. Davada dayanılan 18.3.1992 tarihli sözleşme resmi biçimde
yapılmadığından geçersizdir (MK. Md. 634, BK. 213, T. Kanunu Md. 26). O nedenle geçerli
sözleşmelerde olduğu gibi taraflarına hak ve borç doğurmaz. Bu durumda davacı, bu geçersiz
sözleşme nedeniyle davalıya verdiğini, ancak haksız iktisap kuralları nedeniyle geri isteyebilir.
Ne var ki hukuken geçersiz sözleşmeden kaynaklanan bu nitelikteki bir uyuşmazlığın haksız
iktisap kurallarına göre çözümlenip tasfiye edilebilmesi için öncelikle haksız iktisabın kapsamını
tesbitteki ilke ve esasların açıklanmasında zaruret görülmüştür.
Geçerli bir sebebe dayanmaksızın bir kişinin mal varlığından diğerinin mal varlığına
kayan .değerlerin iadesi "denkleştirici adalet" düşüncesine dayanır. Denkleştirici adalet ilkesi ise,
haklı bir sebep olmaksızın başkasının mal varlığından istifade ederek kendi mal varlığını artıran
kişinin elde ettiği bu kazanımı geri verme zorunda olduğunu ve bu gerçek bir eski hale getirme
yükümlülüğü bulunduğunu ifade eder.
İlke böyle olmakla beraber iade edilecek zenginleşme miktarının tesbit ve
hesaplanmasında, öğretide birlik olduğu söylenemez. İade edilecek zenginleşme miktarı
konusunda öğretideki bu ayrık düşünceleri, kısaca "fakirleşme kadar olmalıdır" veya "fiili değer
artışı yani gerçek zenginleşme miktarı ne ise o olmalıdır" veyahut ihlal edilen hakkın sahibine
bahşettiği yararlanma yetkisi ile bağdaşmayan her türlü zenginleşme miktarı kadar olmalıdır"
şeklinde özetlemek mümkündür. Olayı çözümlerken öğretideki bu görüşlerden şüphesiz
yararlanılmalıdır.
Bilindiği gibi ülkemizde yaşanan enflasyon, uzun yıllardan beri yüksek oranlarda
seyretmekte ve paramızın değeri de bununla ters orantılı olarak devamlı düşmektedir. Belli bir
miktar paranın verildiği tarihteki alım gücü ile aynı miktar paranın aradan geçen zamana bağlı
olarak iade günündeki alım gücünün farklı ve çok daha az olduğu bir gerçektir.
Bu güne kadar uygulanan kurallara göre geçersiz sözleşme gereğince alıcının akit
tarihinde verdiği paranın aynı miktarda iadesine karar verilmesi gerçek hayatta büyük sıkıntılara
tutarsızlıklara, adalete karşı varolması gereken güvenin sarsılmasına neden olmuş, kamu
vicdanında haklı eleştiri konusu yapılmıştır. Hukuk kuralları, gerçek hayata uygun olduğu
toplumun adalet saygınlık sağlar ve hukuk kuralı olma özelliğini korur. O nedenle hukuk
kuralları, görevli organlarca değiştirilinceye bu konuda yeni düzenlemeler yapılıncaya kadar
zedelenmeden gerçek hayata uygun olarak yorumlanıp uygulanmalıdır. Bu görevin ise yargıya ait
olduğunda duraksamaya yer yoktur. Nitekim, gerek Yargıtay kararlarında ve gerekse öğretide bu
görüşe paralel düşünceler bulunmaktadır. Bu düşüncelerin isimleri farklı ise de varılmak istenen
sonuç aynıdır. Akit öncesi sorumluluk kurallarının geçersiz sözleşmelerde de uygulanması
gerektiği geçersiz sözleşmelerden dolayı olumsuz zararın istenebileceği, bu zarar kapsamında
kaçırılan fırsat karşılığının da bulunduğu, olumsuz zararın bazı özel durumlarda olumlu zarar
kadar dahi olabileceği, MK.nun 2. maddesine göre akdin geçersizliğinin ileri sürülemeyeceği
hallerdeki zarar kavramları hep bu zaruretin sonucu ortaya konulan düşünce ve uygulamalardır.
Yargının asıl görevi toplumun huzurunu sağlamaktır. Bunun için uygulanması gereken kurallar,
16 mevcut yasaların ışığında bu yasa hükümlerine aykırı düşmeyecek şekilde yorumlanıp
uygulanmalıdır.
BK.nun 63 ve 64 maddeleri iade borcunun kapsamını fakirleşmenin değil, zenginleşmenin
iyi veya kötü niyete dayalı olmasına göre bir ayrım yapmıştır. Haksız zenginleşen zenginleşmeyi,
kötü niyetle elden çıkarmış ise, elden çıkarmış olduğu bu zenginleşmeyi, iade tarihinde olması
gereken durumuyla ve tam olarak iade etmekle yükümlüdür. İade borcunun kapsamı tayin
edilirken olumlu ve olumsuz zenginleşmenin tamamı dikkate alınmalıdır. Değişik bir anlatımla
haksız zenginleşen kötü niyetli ise elden çıkardığı zenginleşmeyi de elde kalan zenginleşme ile
birlikte iadeye mecbur tutulmuştur. Hemen belirtelim ki zenginleşenin iyi niyetli sayılıp
sayılmayacağı, zenginleşmeyi iyi veya kötü niyetle mi elden çıkardığı hususu MK.nun 3. maddesi
uyarınca belirlenecektir. Haksız zenginleşen elde ettiği yararın geçerli bir sebebe dayanmadığını
ve iade ile yükümlü olduğunu biliyor veya bilebilecek durumda ise, iyi niyetli sayılmayacaktır.
Kural olarak iade alacaklısı iade borçlusu zenginleşenin iyi niyetli olmadığını ispat etmelidir. Ne
var ki olayın özellikleri zenginleşenin iyi niyetli olmadığını açıkça gösteriyor ise, ayrıca bu
yönün ispatına gerek bulunmamalı, iddianın ispat edilmiş olduğu kabul edilmelidir.
Hukuken geçersiz sözleşmeler, haksız iktisap kuralları uyarınca tasfiye edilir iken
denkleştiriri adalet kuralı hiçbir zaman gözardı edilmemelidir. Bu husus hem hakkaniyetin hem
de gerçek adaletin bir gereğidir. Bu bakımdan iadeye karar verilirken satış bedeli olarak verilen
paranın alım gücünün ilk ödeme tarihindeki alım gücüne ulaştırılması ve o şekilde iadeye karar
verilmesi uygun olacaktır. Aksi takdirde kısmi iade durumu oluşacak, iade dışındaki
zenginleşme, iade borçlusu yedinde haksız zenginleşme olarak kalacak iade borçlularının iadede
direnmelerine neden olacaktır. Ancak burada denkleştirme yapılırken bir hususa daha dikkat
edilmelidir. İade alacaklısının geçersiz sözleşmenin ifa edilmeyeceğini öğrendiği tarihinde iade
kapsamını tesbitte önemli olduğu unutulmamalıdır. Zira geçersiz sözleşmenin artık ifa
edilmeyeceğini bile bile haksız zenginleşmenin iadesini istemeyen alacaklı, zararının artmasına
kendisi sebep olacağından bu artan zararını iade borçlusundan isteyememelidir.
Tüm, bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında davalılar tapulu taşınmazdan
toplam 842 m2 miktarındaki 5 özel parseli davacıya 18.3.1992 tarihinde satmışlar, satış bedeli
olarak toplam 57.565.000 TL. almışlardır. Satış bedeli bu tarihteki alım gücü ile davalıların mal
varlığına girip kalmıştır. Davalılar tapu kayıt maliki olarak bu satışın geçersiz olduğunu bilen
veya bilmesi gereken kişiler konumunda olduklarına göre bu durumda iktisaplarının iyi niyete
dayalı bulunmadığı çok açıktır.
Davacı davalı tarafa 4.12.1998 tarihinde ihtarname keşide ederek tebliğ tarihinden itibaren
30 gün içinde tapunun verilmesini veya bedelin iadesini istemiştir. Davacının tapuda ferağ
verilmeyeceğini 30 günlük sürenin bitiminde, yani 3.1.1999 tarihinde öğrendiğinin kabulü
gerekir.
Hal böyle olunca mahkemece yapılacak iş; davacının 18.3.1992 tarihinde davalılara
ödemiş olduğu dava edilen 505 m2, lik kesime isabet eden bedelin, 3.1.1999 tarihi itibariyle
ulaşacağı alım gücünün (değerinin ne miktar olacağı) az yukarıda açıklanan ilke ve esaslar altında
ve gerektiğinde bu konuda uzman bilirkişi kurulundan nedenlerini açıklayıcı, taraf ve Yargıtay
denetimine elverişli rapor da alınarak belirlemek; bu yolla belirlenecek miktara istemle de bağlı
kalınarak hükmetmekten ibarettir. Mahkemece, açıklanan hususlar gözetilmeksizin yazılı biçimde
hüküm kurulması usul ve kanuna aykırı olup, bozma nedenidir...) gerekçesiyle bozularak dosya
yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda
direnilmiştir.
Temyiz Eden: Davacı vekili
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği
anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava harici satım sözleşmesiyle satılan, tapulu taşınmazın ferağının verilmemesi nedeni
ile rayiç değerinin ödetilmesi istemine ilişkindir.
Bir davada öne sürülen maddi olguların hukuki değerlendirmesini yapmak, uygulanacak
yasa maddelerini bulmak ve uygulamak hakimin doğrudan görevidir (HUMK. md. 76).
17 Yanlar arasında düzenlenen 18.3.1992 günlü sözleşme tapulu taşınmazın mülkiyetinin
naklini amaçlamaktadır. Kanunun öngördüğü şekil şartına uyulmadan yapıldığı için geçerli
değildir (BK. md. 11/11, 213, MK. md. 634 Tapu Kanunu md. 26, Noterlik Kanunu md. 60).
Yanlar verdiklerini sebepsiz zenginleşme veya Mülkiyet (İstihkak MK. md. 618)
davasıyla geri isteyebilirler. .
Davada, taşınmazın rayiç değerinin ödetilmesi (ifa menfaati) istenmiştir.
Oysa, sav, savunma ve toplanan delillere göre davacının ifa menfaatini isteme olanağının
hukuken bulunmadığı açıktır. Ne varki çoğun içinde azında var olacağına ilişkin mantık kuralı
karşısında, davacının istemi; verdiği satış parasının reel değerinin ödetilmesi biçiminde
yorumlanmalıdır. O nedenle, davanın netice-i talebi, bu doğrultuda ele alınarak çözümlenecektir.
Şu durum karşısında, uyuşmazlık, kanunun öngördüğü şekle uygun olarak yapılmadığı
için geçersiz olan. akdin; ifasından önceki olaylara dayanan ve verilen satış parasıyla vücut bulan
zenginleşmenin tasfiyesinin, hukuki kapsam ve niteliğinin belirlenmesinde toplanmaktadır.
Daha açık bir anlatımla; haksız iktisap kurallarınca ve para ile iadenin söz konusu olduğu
durumlarda, zenginleşme tutarının nasıl ve hangi andaki eğere göre hesaplanacağı sorununun
çözümü söz konusudur.
Öncelikle, davaya; doğrudan etkili olan MK. md..2 daha sonrada, haksız iktisap ilkeleri
açısından bakılması zorunludur.
1) Medeni Kanunun 2. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen, hakkın kötüye
kullanılması yasağı kuralının amacı, hakime özel ve istisnai hallerde (adalete uygun düşecek
şekilde) hüküm verme olanağını sağlamaktadır.
Bir hakkın kullanılmasının açıkça adaletsizlik oluşturduğu ve gerçek hakkın tanınması ve
bireyin korunması için tüm hukuki yolların kapalı bulunduğu, zorunluluk hallerinde, MK. 2,
uygulama alanı bulur ve olağan üstü bir imkan sağlar; haksızlığı düzeltici, yasadaki kuralları
tamamlayıcı fonksiyonunu yerine getirir (Bkz. 25.1.1984 T. 1983/3 E., 1984/1 K. sayılı Yargıtay
İçtihadı Birleştirme Kararı).
Ancak, önemlidir ki, bu kuralın taliliği (ikinciliği) de gözetilerek her soruna ona ait kanun
hükümleri uygulanması asıl olmalıdır.
Gerçekte de, hukukun tüm alanlarında, uygulama niteliğine sahip olan hakkın kötüye
kullanılması, özellikle çelişkili davranış yasağı, şekli aykırılığı ileri sürme hakkı içinde, bir sınır
teşkil ettiği, buyurucu olması nedeni ile hakim tarafından doğrudan gözetileceği; öğreti ve
uygulamada tartışmasız kabul edilmektedir (Bkz. HGK.nun 2.10.1974 T. ve 2/810-1043,
7.2.1983 T. 4/24-1276 sayılı kararları ile 5.4.1944 T. 12/26 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme
Kararı).
Dahası, resmi biçimde yapılmayan sözleşmelerin "yok hükmünde" sayılacağı, "borç
doğurmayacağı" bundan dolayı, doğmayan bir borcun, yerine getirilmesinden de söz
edilemeyeceği, o nedenle hakkın kötüye kullanılması yasağının (MK. Md. 2) uygulanamayacağı
sonucu, öğretide terk edilmektedir (Bkz. Medeni Hukuk Sorunları altıncı cilt, Prof. Dr. İsmet
Sungurbey İstanbul 1994 sh. 345). Örneğin, olayların kendine özgü koşullarının oluşması
halinde, akit öncesi sorumluluk kurallarının kıyas yoluyla geçersiz sözleşmelerde de
uygulanabileceği, MK. md. 2 uyarınca olumlu zararın (ifa menfaatinin), kaçırılan fırsat
karşılığının istenebileceğine ilişkin yargı kararları bunlardandır.
Öte yandan, yargı organları, çıkarlar dengesini ve adalet duygularını gözeterek toplumun
gereksinmelerini karşılamakla yükümlüdür. Maddi hukuk, her zaman hayatın değişen sosyal akışı
içinde, gelişen tüm olayları ve tüm ayrıntıları kurallaştırma gücüne de sahip değildir.
Toplumun, ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarının çıkardığı sorunlar; çıkarlar dengesi, adalet
ve hukuk inançları ve yasaların amaçları gözetilerek sonuçlandırılması kaçınılmazdır.
Bu güne kadar süregelen uygulamalardan edinilen bilgilere göre, olayımızda göründüğü
şekilde, geçersiz sözleşme gereğince, akdin düzenlendiği tarih itibariyle, verilen paranın aynen
iadesine karar verilmesi, enflasyonist yaşam hayatında, büyük adaletsizlikler ve sıkıntılar
yaratmıştır.
18 Bunun doğal sonucu, adalete güvenin sarsılacağı; kamu vicdanın rahatsız olacağında
kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Yine, davada, iade alacaklısının sözleşmenin ifa
edileceğine dair güveninin korunması yadsınamaz bir hukuki olgudur. Yurdumuzda ekonomik
koşullar tahminlerin üstünde değiştiği, enflasyonist durum hızla artarak bireylerin hayat yükünü
çekilmez düzeye çıkardığı yaşanan bir gerçektir.
2) Şimdi, davanın haksız iktisap kurallarınca, hukuki tahlil ve değerlendirilmesine sıra
gelmiştir. İlkin belirtelim ki, haksız iktisabın temeli hakkaniyet esasına dayanır. Nedensiz
zenginleşmenin asli fonksiyonunu "denkleştirici adalet" oluşturur.
Geçersiz sözleşmelerde, taraflardan her biri diğer tarafın ifa ettiği edimi (zenginleşmeyi)
iade etmekle yükümlüdür. Bu aşamada, iade yükümlülüğünün zenginleşenin mal varlığının
azalmasına yol açmaması önemli bir unsurdur. Eş söyleyişle; zenginleşen; iadeden sonra,
zenginleşme vuku bulmasaydı, içinde bulunacağı ekonomik durumdan daha kötü veya
zararlandırılmış, fakir bir duruma düşmemesine dikkat ve özen gösterilmelidir.
Bu tür işlemlerde amaç; davalının edindiği çoğalma sonucu, tüm malvarlığında meydana
gelen artışın iadesinden ibarettir.
O nedenle, zenginleşmenin kapsamını tayinde, müktesibin malvarlığında oluşan çoğalma
ile azalmanın karşılaştırılması yapılmalı, böylece, kazanç ve farkın oluşturacağı sonuç,
zenginleşmeyi ortaya koymalıdır (Bkz. İlhan Ulusan, iyiniyetli sebepsiz zenginleşenin iade
borcunun sınırlanması sorunu; BK. md. 63/1 İstanbul 1984 sh. 34, 35).
BK. 63/F-1 deki madde metninin kötü ifadesi; zenginleşenin elinde kalanı iade ile
yükümlü olacağı anlamını taşımaktadır, yükümlülüğün kapsamını iade anında (istirdadı
zamanında) mevcut duruma göre belirleyen bu anlatım yerinde değildir. Zira şeklen iade
gerçekleşmiş görünmekle birlikte, gerçekte zenginleşenin karlı, fakirleşenin zararlı çıkacağı;
sonuçta adaletsizlerle karşılaşılacağı kaçınılmazdır. Bunun ise zenginleşmenin denkleştirici
işleviyle asla bağdaşmayacağı gün ışığı kadar açıktır.Belirtilen ilkeler altında zenginleşme
saptanırken; Malvarlığının, sebepsiz yere artmasına neden olan tüm ihtimal ve olgular (en
önemlisi enflasyon) ile nedensellik bağı kurulabilen ve zenginleşenin malvarlığında değişmelere
yansıyan bütün olaylar iadenin miktarını tayinde gözden kaçırılmamalıdır. Şu da var ki bu
işlemlerde, hakimin geniş takdir hak ve yetkisinin varlığı tartışılamaz. Borçlar Yasasının 98
maddesi yollamasıyla uygulanması gereken BK. Md. 43, 44. maddelerindeki, haksız fiil
tazminatında hakime büyük takdir yetkisi tanıyan kurallar, geri verme borcunun kapsamının
belirlenmesinde, kıyas yoluyla uygulanmalıdır. Görülüyor ki; geri verme borcunun kapsamı,
borçlunun (zenginleşenin) durumunu ağırlaştırıyorsa hakim bunu hakkaniyete uygun bir ölçüye
indirebilecektir.
Hal böyle olunca, iadenin gerçekleştiği andaki değil iadenin talep edildiği andaki
zenginleşme miktarı bu borcun kapsamını belirlemelidir (Bkz. Ulusan adı geçen eser sh. 33; Eren
Borçlar Hukuku C. III. Sh. 63, Feyzioğlu I. Sh. 784-786; Tekinay-Akman, Burcuoğlu-Altop Sh.
999; Egemen, Çelikoğlu, Kaynak Sh. 294-295; Zerozan, ifa, ifa engelleri, haksız zenginleşme 27.
m. 21). Konu bağlamında şu yönde önemlidir ki, MK. Md. 3 uygulaması ile iade alacaklısının,
geçersiz sözleşmenin karşı tarafça iade edilmeyeceğini öğrendiği, bu konuda güveninin kesildiği
an tasbit edilmeli, böylece iadenin talep edilmesi zamanı tayin edilmelidir. İadenin kapsamında
bu zaman noktası esas alınmalıdır. Aksi halde geçersiz sözleşmenin artık ifa edilemeyeceğini
bilerek iade talebinde bulunmayan, alacaklı, zararın artmasına kendisi sebep olacağından, bu
artan zararını iade borçlusundan istemesi kabul edilemez (MK. Md. 2). Zenginleşmenin, borç
ilişkisinin mevcut olduğu süre içinde her an değişebilir olması da önemli etkenlerdendir. Bu
bakımdan denilebilir ki, her olay için gerekli bir zenginleşmenin tesbitine yarayacak bir formül
kurulamaz. O nedenle, hakkaniyet, denkleştirici adalet görüşlerinin yardımıyla zenginleşmenin,
her davanın verilerine ve özelliklerine göre belirlenmesi gerekir.
Tüm açıklananların ışığında, davanın çözümünde uygulanacak yasal dayanaklar şöyle
sıralanabilir. Davadaki somut olayın özelliği, toplanan delil ve belgeler, sav, savunma, öncelikle
MK. 2. maddesi açısından ve davanın her iki yanları yönünden incelenmeli; haksız iktisabın
denkleştirici adalet fonksiyonu ve işlevi ile hakkaniyet kuralları çerçevesinde, adalet sağlanırken;
19 hakim; BK. 43, 44 maddelerine dayanarak takdir yetkisini kullanmalı ve zenginleşenin geri
verme sonucunda, zenginleşme olmasaydı bulunacağı durumdan daha kötü duruma düşmemesi
kuralının ihlal edilmemesine özen Gösterilmeli, böylece, kural olarak iadenin talep edildiği
andaki paranın reel değeri tesbit edilip hükme esas alınmalıdır.
Davacı davalıya gönderdiği 4.12.1998 günlü ihtarnamede tebliğ tarihinden 30 gün içinde
taşınmazın tapusunun verilmesini veya satış bedelinin iadesini istemiştir. Bu durumda, davacı
tapuda ferağ işleminin yapılmayacağını, sürenin bitimi 3.1.1999 tarihinde öğrenmiş sayılır. Şu
durum karşısında, davacının 18.3.1992 davalılara ödemiş olduğu, taşınmazın 505 m2 lik kesimine
isabet eden satış bedelinin 3.1.1999 tarihi itibariyle ulaşacağı alım gücü, uzman bilirkişiler
aracılığı ile belirlenmeli daha sonra, toplanan deliller az yukarıda açıklanan yasa maddeleri ile
hukuk kuralları altında tahlil ve münakaşa edilmeli, hasıl olacak uygun sonuç çerçevesinde bir
karar verilmelidir. Mahkemece, özel dairenin bozmasına uyulması yerine, hukuki nitelendirmede
hataya düşülerek yazılı şekilde direnme kararı verilmesi usule ve yasaya aykırıdır. Bozma
nedenidir.
Sonuç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire
bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK. nün 429. maddesi gereğince
(BOZULMASINA), istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 7.2.2001 gününde
ikinci görüşme de oyçokluğu ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E:2000/13-51
K:2000/54
T:02.02.2000
Taraflar arasındaki alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Elazığ 3.Asliye
Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen (...) kararın incelenmesi davalılar
vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13.Hukuk Dairesinin 3.5.1999 gün ve 1999/16593463 sayılı ilamı ile; (...Davacı, davalıların miras bırakanı Zeki Çakarel adına tapuda kayıtlı arsa
üzerinde, dava dışı yüklenici Sebahattin Seçkin tarafından yapılan binadan 18.10.1991 tarihli
sözleşme ile bir daire satın aldığını, inşaatın yapımı sırasında yüklenicinin olduğunu, inşaatın az
bir bölümünün eksik kaldığını, arsa sahiplerine düşen üç dairenin davalılar tarafından teslim
alındığını, yüklenici ile yaptığı sözleşme gereğince "alacağın temliki" hükümlerine göre
yüklenicinin halefi olarak kendisine verilen dairenin 1997 Bayındırlık birim fiyatlarına göre
değerinin saptanmasını, fazla hakları saklı kalmak kaydıyla 1.500.000.000 TL. alacağın reeskont
faiziyle davalılardan ödetilmesini istemiş, ek dava ile de her iki davada toplam 2.176.926.118 TL.
nın davalılardan ödetilmesini istemiştir.
Davalılar davacıyla aralarında hukuki bir borç ilişkisi ve akit bulunmadığını, daire bedelinin
müteahhidin mirasçılarından istenmesi gerektiğini, davacı tarafça açılan tescile icbar davasının
reddedildiğini savunarak, davanın reddini dilemişlerdir. Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile
2.049.462.170 TL.nın dava tarihlerinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalılardan ödetilmesine
karar verilmiş, hüküm davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacının, dava dışı müteahhit Sebahattin Seçkin'den harici sözleşme ile bir daire satın aldığı
tarafların kabulündedir. Dava dışı müteahhit ile arsa sahipleri arasında yapılan kat karşılığı inşaat
sözleşmesi gereğince müteahhidin payına düşen daireyi harici sözleşme ile davacıya devretmesi
alacağın temliki niteliğinde bulunduğu ve yazılı da yapıldığı için geçerlidir. Ne var ki bu
sözleşme tarafları bulunan davacı alıcı ile dava dışı müteahhidi bağlar. Değişik bir anlatımla
davacı, bu sözleşmeden doğan haklarını davalı arsa sahiplerinden isteyemez. Kaldı ki, daha önce
açtığı tescil davası da reddedildiğine göre ortada bir kesin hükmün varlığından sözedilmesi
gerekir. O halde, mahkemece bu yön gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken
20 yazılı gerekçeyle isteğin kabul edilmiş olması bozmayı gerektirir ...) gerekçesiyle bozularak
dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda
direnilmiştir.
TEMYİZ EDENLER : Davalılar vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan
(...) sonra gereği görüşüldü:
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, temyiz dilekçesinde
ileri sürülen hükme etkili itirazların Yargıtay 13.Hukuk Dairesinin 3.5.1999 gün ve 1659-3463
sayılı ilamında ayrı ayrı ele alınıp cevaplandırılmış bulunmasına ve özellikle davada salt "İFA
MENFAATİNİN", diğer bir deyimle "Dairenin gerçek değerinin" istenmiş bulunmasına; oysa,
davacının ancak açacağı başka bir davada istemin kendine özgü hukuki niteliği de gözetilmek
suretiyle, en önemlisi davanın yasal şartlarının oluşması ve kanıtlanması durumunda; 1983 /3 E ,
1984/1 K. sayılı ve 25.1.1984 günlü Yargıtay Tevhidi İçtihat ilkelerine ve BK. 169, 371 ve MK.
m.2 hükümlerine dayanarak talepte bulunabi1eceğine göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da
benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve
yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç: Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire
bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA.
Karşı Oy Yazısı
Davacı, davalıların miras bırakanı ile dava dışı yüklenici arasında düzenlenen kat karşılığı inşaat
sözleşmesine dayalı olarak, yüklenici ile yaptığı sözleşme uyarınca yükleniciye isabet eden
bağımsız bölüme bağlantılı hak satın aldığını ve bedelini ödediğini; ancak, yüklenicinin inşaatı
tamamlayamadan öldüğünü, bu nedenle kat karşılığı inşaat sözleşmesinin münfesih olduğunu
ileri sürerek yükleniciye yaptığı ödemeler karşılığı temlike konu bağımsız bölümün saptanacak
bedelinin davalılardan tahsiline hükmedilmesini istemiştir.
Dosya kapsamından, davalılar miras bırakan ile dava dışı yüklenici arasında Elazığ
1.Noterliğince onaylı 24.1.1990 tarihli kat karşılığı inşaat ve satış vaadi sözleşmesi düzenlendiği,
davacının bu sözleşmeye dayanarak yükleniciden 18.10.1991 tarihini taşıyan sözleşme ile inşa
edilen taşınmazdan bağımsız bölüme bağlantılı hak temellük ettiği, bu temliknameye dayanarak
açtığı hükmen tescil davasının redle sonuçlandığı, inşaat sözleşmesinin devamı sırasında ve
inşaat tamamlanmadan yüklenicinin öldüğü, mirasçılarının da mirası reddettiği anlaşılmaktadır.
Tartışmasız bu olgular gözetilerek yerel mahkemece dava kısmen kabul edilmiş, yüksek Özel
Daire ise, kat karşılığı inşaat sözleşmesi ve buna bağlı temlikin geçerli olduğunu; ne var ki,
sözleşmelerin tarafları bakımından hüküm ifade edeceğini; davacının, arsa sahiplerinden hak
talebinde bulunamayacağını; diğer taraftan, açılan ve reddolunan tescil davasının da kesin hüküm
teşkil edeceğini gerekçe yaparak, davanın reddi gerektiği düşüncesiyle yerel mahkeme kararını
bozmuş, Yüksek Hukuk Genel Kurulu da özel Daire kararını çoğunlukla benimsemiştir.
Öncelikle, davacı tarafından, davalılar aleyhine hükmen tescil isteği ile açılıp redle sonuçlanarak
kesinlesen kararın eldeki dava bakımından kesin hüküm oluşturduğu yolundaki kabule katılma
olanağı bulunamamıştır. Bilindiği üzere, HUMK.nun 237.maddesi anlamında kesin hükmün
varlığından söz edilebilmesi için davalarda taraf, konu ve sebep birliğinin mevcudiyeti gereklidir.
Oysa önceki dava ayn'a yönelik tescil istemini içerirken, eldeki dava kişisel hak niteliğini taşıyan
sebepsiz zenginleşmeden kaynaklanan tazminat taleplidir. Bu bakımdan her iki sebep birliğinin
bulunduğu söylenemez.
Diğer taraftan, temelde akitlerin yalnızca tarafları bakımından bağlayıcı olup onlar hakkında
hukuki sonuç doğuracağı bilinen bir kuraldır. Kat karşılığı inşaat sözleşmeleri, satış-eser
nitelikleri itibariyle karma; arsa sahibinin, yükleniciye henüz karşı edimini yerine getirmeden
kendisine geçirilmiş veya geçirilmesi vaadedilmiş hakları veya bunların bir kısmını üçüncü kişiye
devretme yetkisi verdiği hallerde de birleşik sözleşme niteliğindedir. Bu nitelikte kat karşılığı
21 inşaat sözleşmesi yapan arsa sahibi de yükleniciye devrettiği hakkın üçüncü kişiye
devredilebileceğini bilen kimsedir. Buna baştan rıza göstermiş, icazet vermiştir.
Hal böyle olunca, artık arsa sahibi ile yüklenici arasında düzenlenen akdin, iki taraflı olma
özelliğini kaybettiği, yükleniciden hak temellük eden üçüncü kişileri de kapsayan çok taraflı bir
akit niteliğine büründüğünün kabulü gerekir. Böyle bir akdi ilişkide de, akde dahil olan üçüncü
kişileri yok sayarak çözüm üretilemez. Daire ve onu benimseyen Hukuk Genel Kurulu kararında
ifade edildiği üzere, çok taraflı ilişkinin reddiyle, akitlerin isteklerini yekdiğerine karşı ileri
sürmesi gerektiği düşüncesi kabul edilemez.
Eldeki davada, arsa sahibi ile yüklenici arasındaki kat karşılığı inşaat sözleşmesinin (kurucu
sözleşme), yüklenici ve davacı arasında düzenlenen temlike dair (katılım sözleşmesi),
sözleşmenin hukuka uygun ve geçerliliği tartışmasızdır. Bu husus Daire bozma kararında da
vurgulanmıştır. Bu durumda; davalının, akde konu taşınmazda kat karşılığı inşaat sözleşmesi ile
yapımı öngörülen binada, kendisine temlik edilen hakka bağlantılı daire satın almayı amaçladığı
muhakkaktır. Ayrıca, davacının, yükleniciden temellük ettiği hakkın, yükleniciye yapacağı emek
ve masraf karşılığı devredildiğini bildiği de acıktır. Ne var ki, bu hak, yükleniciye, arsa sahibince
ve onlar arasında düzenlenen, karşılıklı uygun iradeleri ile devredilen kısımdan aktarılmıştır. Bu
durumda yüklenici üzerindeki hakkın illetsiz ve sebepsiz olduğu söylenemeyeceği gibi davacının,
yükleniciden hak temellük ettiği sırada, yüklenici ile arsa sahibi arasındaki, kat karşılığı inşaat
sözleşmesi de ayaktadır. Öyle ise davacı da sebebi belli, yolsuzluktan ari bir hak iktisap etmiştir.
Yüklenicinin ölümü ile ifa imkânsızlığının ortaya çıktığı, inşaatın yarım kaldığı somut olayda,
arsa sahibinin davacıya karşı sorumluluğunun dayanağı kuşkusuz yüklenici ile yaptığı kat
karşılığı eser sözleşmesi ve bu sözleşme ile verdiği temlik yetkisidir. Muhakkak ki, sözleşme ve
yetki bulunmasaydı, davacının, hak edinmesi olanaksızdı; davacının, yüklenici ile yaptığı
temliknamenin davacıya hak sağlaması ve bunu arsa sahibinden talebi mümkün görülmezdi. Ne
var ki değinilen sözleşmeler zincirinin mevcudiyeti davacının zararı ile onay arasında sebepsonuç ilişkisinin varlığını ortaya koymaktadır. Burada arsa sahibinin sorumluluğu da sebep
sorumluluğudur. Bu sorumlulukta ise kusur şartı aranmaz; kusurun yerine özen borcunun
eksikliği geçer. Gerek arsa sahibi, gerek yükleniciden hak alan davacı için de aynı derecede
düşünülmesi gereken özen borcunun yerine getirilmesindeki eksiklik ise sorumluluğu ortadan
kaldırmayıp Borçlar Kanununun 44. maddesi gereğince tazminattan indirimi gerektirir.
Diğer taraftan, eksik dahi olsa yapılan inşaat Medeni Kanunun 648. maddesi gereğince arzın
mütemmim cüz'ü olur. Yine Medeni Kanunun 649. maddesi hükmü gereği yapılar (enbiye) kal
olunmadığı takdirde arsa sahibi, inşaat malzemesine karşılık hakkaniyete uygun bir tazminat
vermekle yükümlüdür. Bu yükümlülüğü yükleniciye olduğu kadar, ondan hak temellük edene
karşı da mevcuttur. Aksi halde, eldeki davada çarpıcı bir şekilde görüldüğü gibi arsa sahibi
nedeni olmayan bir şekilde zenginleşecektir. Böyle bir zenginleşmenin de hukuken izahı yoktur.
Bugün uygulamada; kat karşılığı inşaat sözleşmesine ve bundan kaynaklanan temliki işlemlere
dayalı çekişmeler, tam ifa, yani yüklenicinin edimini tam olarak yerine getirmesi gerektiği ön
şartı çoğunlukla kabul edilegelmektedir. Bu kabulde yükleniciden hak devralan kimsenin, onun
halefi olduğu, yüklenicinin hak etmediği şeyi başkasına temlik edemeyeceği düşüncesi
egemendir. Ancak, Borçlar Kanununun 162 ve takip eden maddelerinde kısmi temliki yasaklayan
bir hüküm bulunmadığı gibi, yukarıdan beri açıklanmasına çalışılan görüşler doğrultusunda,
çekişmeli hale gelen işlerde kısmi ifanın kabul edilmesinin hakkaniyet ve adalet ilkelerine daha
uygun olacağı düşüncesindeyim.
Açıkladığım nedenlerden ötürü, Özel Daire ve onu benimseyen Hukuk Genel Kurulunun bozma
kararlarına katılmıyorum.
Ayrıca; akde konu yapının yüklenici tarafından gerçekleştirilme oranı belirlenmek, keza
yüklenicinin temlik edebileceği hak miktarı saptanmak, yapılan ödemeden arsa sahibinin
üzerinde kalması gereken bölüm ayrılmak, gerektiğinde Borçlar Kanununun 44. maddesi
hükümleri gözetilmek suretiyle davacı zararına hükmetmek gerekirken, bu kıstasları gözetmeyen
yerel mahkeme kararının, bu nedenlerle bozulması gerektiği inancındayım.
Orhan UZGÖREN 1.Hukuk Dairesi Üyesi
22 T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E:2001/18-956
K:2001/731
T:17.10.2001
Taraflar arasındaki "itirazın iptali" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 9.
Sulh Hukuk Mahkemesi'nce davanın reddine dair verilen 29.11.2000 gün ve 2000/772-1410
sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 18. Hukuk
Dairesi'nin 16.4.2001 gün ve 2001/3023-3691 sayılı ilamıyla; (...Kat Mülkiyeti Kanununun 22.
maddesi hükmüne göre, kat mülkiyeti hükümleri çerçevesi içinde yönetilen gayrimenkullerin
ortak gider ve avans borcu ile gecikme tazminatından, bağımsız bölümlerde, kira aktine, sükna
hakkına veya başka bir sebebe dayanılarak devamlı bir şekilde faydalananlar da kat maliki ile
birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur. Kiracının sorumluluğu ödemekle yükümlü
olduğu kira miktarı ile sınırlıdır. Yasanın bu hükmü çerçevesinde yönetici veya kat maliklerinden
birisi, ortak gider ve avans borcunu ödemeyen malikten veya bunun yerinde kira aktine dayalı
olarak oturan kiracısından ya da her ikisinden birlikte borcun Ödenmesini isteyebileceği gibi,
bunların birisi veya her ikisi hakkında takip veya dava hakkına da sahiptir. Kiracının sorumluluğu
kira aklinin devamı süresince mevcut olup kiracının bu yeri boşaltıp kullanmamakta olması
kendisini sorumluluktan kurtarmaz.
Somut olayda, davalı kiracı 1.1.1999 tarihinde davaya konu teşkil eden bağımsız bölümü
boşaltıp başka yere taşındığı ve kira ilişkisinin kalmadığını ileri sürmüş ve bu yerden taşındığı da
sabit olmuş ise de, kira ilişkisinin sona erdiği kanıtlanamamıştır. Aksine, kira sözleşmesinin
tapudaki şerhi kaldırılmadığı gibi davalı kiracının, noter aracılığıyla bağımsız bölümün malikine,
borcun ilgili bulunduğu donemden sonraki 1.2.2000 tarihinde keşide ettiği ihtarname ile kira
akdini tek taraflı olarak feshettiğini bildirmiş olması da bu tarihe kadar henüz kira bağılının sona
ermediğini göstermektedir.
Bu duruma göre, davalı kiracının Mart-Aralık 1999 döneminde ortak gider ve avans borcu
ile gecikme tazminatından Kat Mülkiyeti Kanununun 22. maddesi hükmü çerçevesinde sorumlu
tutulması ve bu doğrultuda davanın esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken mecuru tahliye
etmiş olması esas alınarak kiracının sorumluluğunun sona erdiği sonucuna varılıp davanın
reddine karar verilmiş olması doğru görülmemiştir.
Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı sekilde hükum
tesisi isabetsizdir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan
yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz Eden: Davacı vekili
Hukuk Genel Kurulu Kararı
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği
anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma
kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel
Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire
bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.'un 429. maddesi gereğince
BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 17.10.2001 gününde
oybirliği ile karar verildi.
23 T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E:2001/19-534
K:2001/583
T:04.07.2001
GARANTİ SÖZLEŞMESİ
KEFALET
Hiçbir menfaati olmayan, ticari bir gaye gütmeyen, sadece dostane ilişkiler nedeniyle tüketime
yönelik banka kredi kam kullanmasına imkan tanımak için verilen teminatın, garanti beyanı
adı altında da olsa bir garanti sözleşmesi amacı ile değil, kefalet amacı ile verildiğinin kabulü
gerekir.
818 s. BK. m. 18, 110, 484, 492, 496, 497
Taraflar arasındaki "itirazın kaldırılması" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;
(Ödemiş ikinci Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 21.12.1999 gün ve
1999/279 E-450 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine,
Yargıtay On dokuzuncu Hukuk Dairesinin 18.12.2000 gün ve 2000/7107-8738 sayılı ilamı ile; (...
Dava konusu uyuşmazlık garanti sözleşmesinden kaynaklanmaktadır.
Kanunda özel bir akit türü olarak düzenlenmemiş olan garanti sözleşmesi, BK..nun 110.
maddesinde hükme bağlanan üçüncü kişinin fiilini (edimini) taahhüt niteliğinde kabul
edilmektedir. Fiil tabirinin her türlü edimi karşılayacak şekilde çok geniş bir anlama geldiğinin ve
bir para borcunun ifasının da fiil kapsamına girdiğinin kabulü sonucu para borçları yönünden de
garanti sözleşmesi yapılabileceği, gerek öğretide gerekse uygulamada çoğunlukla
benimsenmiştir.
Kefaletten farklı olarak asıl borç ilişkisinden tamamen bağımsız nitelikteki garanti
sözleşmesinde şekil serbestisi hakim olup garantinin sınırının önceden belirlenmesi zorunluluğu
bulunmamaktadır.
Ancak, sözleşme serbestisi sınırsız değildir. BK.nun 19. ve 20. maddelerinde sözleşme
serbestisine birtakım sınırlamalar getirilmiştir. Gerçekten bir sözleşmenin geçerli olması için,
onun taraflara yüklediği hak ve borçların tereddüde yer vermeyecek şekilde açık, başka bir
deyimle konusunun gereği ve yeteri kadar belli ve sınırlı olması gerekir. Belirsizliğin garantisi
olmaz.
Bu itibarla, limit gösterme şartı bulunmamakla birlikte, garanti sözleşmesinde
hangi riskin garanti edildiğinin belli olması ya da garanti edilen riskin boyutlarının tereddüt
yaratmayacak biçimde belirlenebilir nitelikte bulunması gerekir.
Hangi riskin garanti edildiği belirlenmeden "doğmuş ve doğacak her türlü borcun garanti
edildiğinden söz etmek, boyutları belli olmayan (belirsiz) bir edimin garantisi anlamına gelir ki,
bu da garanti sözleşmesiyle bağdaşmaz.
Hal böyle olunca, garanti sözleşmesi düzenlendiği anda garanti edilen edimin sınırlarının
açıkça belirlenmemiş olması ya da bunu belirlemeye yarayan koşul ve açıklamaların sözleşmede
yer almamış bulunması halinde garanti edenin sorumluluğundan söz edilemez.
Sözleşmenin düzenlendiği tarihte asıl borçluya açılan kredi miktarının belli olduğu ya da
asıl borçlu yönünden kredi limitinin belirlenmiş bulunduğu kredi sözleşmelerinde garanti eden,
garanti ettiği edimin boyutlarını görmekte ve risk gerçekleştiğinde sorumlu olacağı miktarı
tahmin edebilmektedir. Böyle bir durumda asıl borçluya verilen kredi borcu miktarının ve
fer'ilerinin garanti kapsamında kaldığı açıktır. Ancak, özellikle süresiz garanti sözleşmelerinde
24 asıl borçlunun kredi limitinin sonradan yükseltilmesi halinde garanti verenin başlangıçtaki
iradesinin yükseltilen limiti de kayıtsız şartsız kapsamına aldığı söylenemez.
Garanti edenin, limit artışlarından sorumlu tutulabilmesi için sözleşme koşullarındaki
değişikliklerin garanti verene bildirilmesi, onun da bu değişikliklere karşı çıkmamak suretiyle
muvafakat etmesi gerekir. Garanti verenin muvafakati olmadan akdi ilişkideki koşulların borçlu
aleyhine ağırlaştırılması veya borçlunun yeni birtakım yükümlülükler üstlenmesi garanti kapsamı
dışında kalır. Bunun yanında, muaccel hale gelen borcun, alacaklı banka tarafından uzun süre
takip edilmemesi sebebiyle sürüncemede kalmasından dolayı artması halinde garanti edenin
meydana gelen artıştan sorumlu tutulamayacağı açıktır. Zira, BK.nun 98. maddesi yollamasıyla
akde muhalefet hallerinde de uygulanması gereken aynı Yasanın 44/1. maddesi hükmü ve
iyiniyet kuralları karşısında garanti alan (banka) kendi kusurlu davranışıyla borcun artmasına
sebebiyet vermiş olacağından böyle bir durumda garanti edenin artan borçtan sorumlu tutulması
düşünülemez.
Öte yandan, sözleşmede limit aşımının da garanti edildiği durumlarda limit ne miktara
kadar aşıldığı taktirde garanti edenin sorumlu tutulacağı hususu da tartışılması gereken bir
konudur. Önceden sınıfı belirlenmemiş ise, asıl borçlu yönünden saptanan kredi limitinin makul
(kabul edilebilir) ölçülerde aşılması durumunda garanti verenin aşılan limitten de sorumlu
tutulabileceği ancak, makul ölçüler dışındaki aşırı limit aşımının (garanti verenin açık ya da
zımni muvafakati olmadıkça) garanti kapsamı dışında kaldığının kabulü gerekir.
Somut olaya gelince, dava konusu kredili bankomat -724 kartı üyelik sözleşmesinde yer
alan "garanti şekli" içeriğinden tarafların kefaleti değil garanti sözleşmesini amaçladıkları açıkça
anlaşılmaktadır.
Bu durumda, uyuşmazlığın BK- 110. maddesi gereğince garanti sözleşmesi hükümleri ile
yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde çözümlenmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme sonucu
kefalet hükümlerine göre sonuca gidilmesi doğru görülmemiştir.
O halde, mahkemece sözleşmedeki akdi ve temerrüt faiz oranları da gözetilerek takip
tarihi itibariyle önce asıl borçlunun sorumlu olduğu toplam borç miktarının bilirkişi incelemesi
ile saptanması, daha sonra limit aşımının makul (kabul edilebilir) ölçülerde olup olmadığı ve
borcun artmasında alacaklı bankaya izafe edilebilecek bir kusur bulunup bulunmadığı hususları
tartışılmak suretiyle garanti edenin sorumlu olacağı borç miktarının belirlenmesi, hasıl olacak
sonuca göre hüküm kurulması gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz olup hükmün bu
nedenlerle bozulması gerekirken ilamda yazılı gerekçeyle onandığı anlaşıldığından karar
düzeltme isteminin kabulü gerekmiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle
yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz eden: Davacı vekili
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği
anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava konusu uyuşmazlığın çözümü, taraflar arasındaki sözleşme ilişkisinin' kefalet
sözleşmesi mi, yoksa garanti sözleşmesi mi olduğu noktasında toplanmaktadır. Zira, yerel
mahkeme bu ilişkiyi kefalet olarak nitelendirirken, Özel Daire ilişkinin garanti sözleşmesi
niteliğinde olduğunu benimsemektedir.
Somut olaya girilmeden önce, her iki sözleşmenin nitelikleri ve farkları üzerinde
durulmalıdır. Kişisel (şahsi) teminat sözleşmelerinin alt kavramlarını oluşturan kefalet ve garanti
sözleşmelerinin temel amaçları, esas itibariyle asıl borç ilişkisinin tarafı olmayan üçüncü
kişilerce, alacaklıya şahsi teminat (güvence) verilmesidir iki sözleşme de temel amaçları itibari
ile aynı hedefe yönelmekle birlikte, gerek doktrinde, gerekse bu konudaki uygulamanın öncüsü
niteliğindeki 11.6.1969 gün ve 1969/4-6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı'ndaki-belirlemelere
göre, şu ana farkları bulunmaktadır. Öncelikle kefalet sözleşmesi, BK.nun 484. maddesi hükmü
uyarınca, geçerliliği yazılı şekle tabi olması ve ayrıca bu sözleşmede kefilin sorumlu olacağı
belirli bir miktar gösterilmesi gerektiği halde, BK.nun 110. maddesindeki "Başkasının Fiilini
Taahhüt" başlığı altında düzenlenmiş olan garanti sözleşmesi herhangi bir şekle tabi tutulmadığı
gibi, verilen garantinin belli bir limite bağlanmış olması da öngörülmemiştir. Öte yandan,
25 kefalette, BK.nun 497. maddesi hükmü uyarınca kefil, borçluya ait defi-leri alacaklıya karşı ileri
sürebilme hakkına sahipken, garanti akdinde teminat veren kişiye bu hak tanınmış değildir.
Bunların dışında kefil kefaletten doğan borcunu ödedikten sonra BK.nun 496. maddesi hükmü
uyarınca asıl borçluya yasadan ötürü dönme (rücu) hakkı bulunduğu halde, garanti sözleşmesinde
teminat verene bu hak tanınmış değildir. Nihayet, BK.nun 492. maddesi gereğince kefalette,
kefilin sorumluluğu asıl borcun geçerli oluşuna ve devamına bağlı iken, bir tür üçüncü kişinin
fiilini taahhüt niteliğini taşıyan garanti sözleşmesindeki bağımsızlık ilkesi gereğince bu koşullara
tabi tutulmamıştır. Bu farklı hüküm ve sonuçlardan anlaşılacağı üzere, garanti veren kişinin
sorumluluğu, kefalet veren kimsenin sorumluluğundan çok daha ağır koşullara tabı tutulmuştur.
Bu nedenle sözleşmenin niteliğinin tespit ve yorumunda teminat veren kimsenin iradesi de bu
yönden titizlikle değerlendirilmelidir. İşte bu nedenledir ki, doktrinde ve uygulamada (11.6.1969
gün ve 1969/4-6 sayılı İBK) her iki sözleşmenin birbirinden ayırt edilebilmesi için çeşitli kıstaslar
belirlenmiştir.
Bu kıstaslardan ilk gurubu yardımcı olarak belirlenen kıstaslardır ki, bunlar ana hatları
itibariyle; sözleşmede kullanılan deyimler, üstlenilen rizikonun niteliği, borçlu yerine ifa veya
tazminat ödeme yükümlülüğü, para borcunun tekeffülü veya bir fiilin tekeffülü gibi kriterlerdir.
Bunlar, aşağıda belirtilecek ana kıstasların yanında kullanılması mümkün olan feri nitelikteki
kriterlerdir. Yine doktrin ve anılan İBK.da belirlenmiş olan ana kıstaslara gelince; bunlardan ilki,
asli-feri yükümlülük kriteridir. Buna göre, garanti veren bağımsız bir borç altına girmekte olup,
bu yükümlülüğün bir başka borç ile ilgisi yoktur, Kefalette ise, asıl olan bir başka borcun (temel
ilişki) olması ve verilen teminat ile o borcun ödenmesinin sağlanmasıdır. Doktrine göre de, bir
başka borç ilişkisine yollamada bulunulması ferilik karinesini teşkil eder. Ana kıstaslardan
ikincisi, yükümlülüğün kapsam ve niteliği teşkil eder. Buna göre, asıl borçlu gibi yükümlülük
altına girme amacını taşıyan sözleşme kefalet, asıl borçlunun borcunu aşabilecek, bir başka
deyimle, lehine taahhüt altına girilen alacaklının hiçbir şekilde zarara uğramayacağını temine
yönelik sözleşme ise, garanti sözleşmesi olarak nitelendirilmesi gerekmektedir. Ana kıstaslardan
bir diğeri ise, menfaat kıstası olup, buna göre kefalet ilişkisinde kefalet verenin bu ilişkide bir
yararlanma amacı almadığı halde, garanti sözleşmesinde ilke olarak, böyle bir teminat verenin
yararı olduğudur. Nihayet, ana kıstaslardan bir diğeri ise, kişiye yönelik teminat verme kıstası
olup buna göre teminatın bir kişi gözönüne tutularak verilmesi kefalete işaret olacak, böyle
değilde objektif olarak belli bir sonucun gerçekleşmesi amacına yönelik olarak verilmesi halinde,
garanti sözleşmesinin amaçlandığı kabul edilecektir (Bütün bu açıklamalar için bkz. Prof. Dr. S.
Reisoğlu, Türk Hukukunda ve Bankacılık Uygulamasında Kefalet, Ank. 1992 sh. 78 vd., Prof.
Dr. H. Tandoğan, Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri, C. II 3. Bası, Ank. 1987, Sh. 818 vd.,
Prof. Dr. K. Tunçomağ, Türk Borçlar Hukuku, İst. 1997 Cilt l, Sh. 980 vd., Dr. H. Becker, İsviçre
Medeni Kanun Şerhi, Borçlar Kanunu, Genel Hükümler, Madde 111).
Bu şekilde iki sözleşme türü farkları ile kıstasları belirlendikten sonra, bu kriterlerin dava
konusu sözleşmeye uygulanarak, niteliğinin saptanması gerekmektedir. Uyuşmazlığın kaynağını
teşkil eden sözleşme "Kredili Bankomat-Kart Sözleşmesi" başlığını taşımakta olup, bununla kredi
kartı hamili olan müşteriye belli limitler çerçevesinde kredi açılarak, bu kredinin ATM ve POS
cihazları aracılığı ile müşterisine kullandırma amacı güdülmektedir. Bu sözleşmede birinci
maddede kart hamiline tahsis edilen kredi limiti 2.500.000.000 TL. olarak belirlenmiştir.
Sözleşmenin diğer hükümlerinde ise, teknik açıklamalardan sonra müşterinin kullandığı krediyi
geri ödeme koşul ve temerrüdün sonuçlar belirlendikten sonra sözleşmenin taraflarınca
imzalandığı ve aynı sözleşmenin hemen altına "Garanti Şerhi" adı altında asıl sözleşmeye
yollama yapılarak "Bu sözleşmede yer alan hükümlere göre, Bankomat 724 kart hamili ve ortak
kart hamillerinin yükümlülüklerini, doğmuş ve doğacak tüm borçlarını garanti ettiğinden,, bu
kredi sözleşmesinde belirtilen limitlerin, bankaca tek taraflı olarak veya hamilinin talebi üzerine
tespiti ve artırılması veya kart türünün değiştirilmesi ve kartın yenilenmesi, Bankomat 724 kartın
kaybedilmesi, çalınması, şifrenin deşifre edilmesi hallerinde doğacak borçlar da dahil olmak
üzere, bankaca ödenmesi istenecek meblağları herhangi bir limite bağlı olmaksızın, protesto
çekmeye, hüküm elde etmeye ve kart hamilinin rızasını almaya gerek olmaksızın ve bu borçlular
26 ile bankanız arasında ortaya çıkacak herhangi bir uyuşmazlık ve bunun akıbet ve kanuni
neticelerini dikkate almaksızın, bankanızın ilk yazılı talebi ve talep tarihinden ödeme tarihine
kadar geçecek günlere ait bankanın uyguladığı akdi kredi faizinin %50 artırılması suretiyle
hesaplanacak faizi, komisyon; banka ve sigorta muameleleri vergisi, kaynak kullanım destekleme
fonu ve diğer her türlü masrafları birlikte ödemeyi gayrikabili rücu olarak kabul ederim"
denilerek, garanti veren sıfatı ile limitle sınırlı olmaksızın bu kartın kullanılmasından doğacak
tüm borçların ödenmesi taahhüt altına alındığı ve. matbu beyanın altında davalının imzası alınmış
bulunmaktadır. "Garanti Şerhi" beyanı ve bu beyanda kullanılan sözcük ve deyimleri feri
kıstaslardan olan "sözleşmede kullanılan deyimler" kıstasına göre ilk bakışta bir garanti akdinin
oluştuğu intibaı bırakıyor ise de, sadece bu deyim ve sözcüklere dayanılarak sözleşmenin
niteliğinin belirlenmesi doğru olmayacağı gibi, mümkün de değildir. Nitekim, yukarıda değinilen
11.6.1969 gün ve 4/6 sayılı İBK.da da Banka Teminat Mektuplarında kullanılan kefalet sözcüğü
vurgulamasına rağmen, bu ilişkinin bir kefalet değil, garanti sözleşmesi niteliğinde olduğu açık
bir şekilde kabul edilmiştir.
Ana kıstasların dava konusu sözleşmeye uygulanmasına gelince; yukarıda da değinildiği
üzere Davalının garanti beyanı kredi kartı sözleşmesinin hemen altına alınmış ve bu beyanın
başlangıcında da kredi sözleşmesine yollama yapılarak bu sözleşmeden doğan ve doğacak borçlar
için davalıdan teminat beyanı alınmış olmakla, garanti beyanı asli unsur olmaktan çıkmış, feri
nitelik yani kefalet amacına yönelik olduğu intibaı borçluya verilmiş bulunmaktadır. Keza, bu
beyanın genel anlamından teminat verenin bağımsız bir borç değil, kredi kartı müşterisi asıl
borçlunun sorumluluğu yüklenilmiş olmakla, ikinci ana kıstas bakımından da bir garanti
sözleşmesinin varlığından söz edilemez. Diğer bir ana kıstas olan, teminat veren kimsenin bu
sözleşmeyi yapmakta menfaati olduğu belirlenemediği gibi, bu husus davacı bankaca da ileri
sürülüp kanıtlanabilmiş değildir. Nihayet, kişiye yönelik teminat verme amacı gerek sözleşme,
gerekse garanti beyanından açıkça anlaşılmaktadır. Zira, verilen teminat, kredi sözleşmesinin
müşterisi ve asıl borçlusu Hüseyin isimli kişinin borçlarını karşılamaya yöneliktir. Bağımsız ve
objektif bir amaca yönelik teminat verilmiş değildir. O halde, tüm ana kıstasların uygulanması
sonucu davalının garanti beyanı adı altındaki beyanlarının bir garanti sözleşmesi amacı ile değil,
kefalet amacı ile verildiği sonucu ortaya çıkmaktadır. BK.nun 18. maddesi uyarınca da davalının
bu iradesinin bir kefalet amacına yönelik olduğunun kabulü gerekir. Hiçbir menfaati olmayan,
ticari bir gaye gütmeyen, sadece dostane ilişkiler nedeniyle tüketime yönelik banka kredi kartı
kullanmasına imkan tanımak için verilen teminatın amacına aykırı olarak yorumlanması yasanın
yukarıda anılan hükmüne aykırılık teşkil eder. Nitekim İsviçre Federal Mahkemesi de 17 Kasım
1987 de verdiği bir kararda gerçek kişiler tarafından verilen garantilerin daha ziyade kefalet
olarak görünmeleri gerektiğini ifade etmiştir (Bkz. Jdt 1988 1 189 Yargıtay Kararları Işığında
Kredi Kartları Prof. Dr. Erden Kuntalp, Ticaret Hukuku ve Yargıtay Kararları Sempozyumu XIII.
1996 sh: 297).
Asıl kredi sözleşmesinde limit belli olduğuna ve garanti beyanında da bu sözleşmeye
yollama yapıldığına göre, 12.4.1944 gün ve 14/13 sayılı İBK. gereğince, kefaletin asli unsuru
olan limit belirlemesinin de kefalet sözleşmesinde de gerçekleştiğinin kabulü gerektiğinden,
davalı Mustafa'nın bu sözleşmedeki taahhüdünün kefalet olması gerektiği yönündeki isabetli olan
teşhis ve tesbite dayalı olarak mahkemece verilen direnme kararı yerinde bulunmaktadır.Sonuç:
Yukarıda açıklanan sebeplerden dolayı direnme kararı yerinde olup, işin esasına yönelik temyiz
itirazlarının incelenmesi için dosyanın Ondokuzuncu Hukuk Dairesine gönderilmesine, 4.7.2001
gününde oyçokluğu ile karar verildi.
27 T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E:2002/14-17
K:2002/65
T:13.02.2002
Taraflar arasındaki "Tapu iptali ve tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;
Menderes Sulh Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 04.05.2000 gün ve
1997/239 - 2000/136 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine,
Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 02.11.2000 gün ve 2000/5463-6896 sayılı ilamı ile (...Davacı,
13.4.1968 tarihli gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayanarak l, 11, 12 ve 129 sayılı
parsellerde davalının hissesinin iptali ile adına tescilini istemiştir. Mahkeme, 129 parsel (yeni 159
ve 160 parseller) ve 11 sayılı parselde davalı hissesini iptal edip davacı adına tesciline karar
vermiş; hükmü, davalı vekili temyize getirmiştir.
Davaya dayanak 13.4.1968 tarihli satış vaadi sözleşmesi incelendiğinde satıcı Fatma'nın
54 ada 11 parsel, 55 ada l parsel ve 55 ada 12 parselin satışını vaad ettiği, alıcı Mustafa'nın ise 54
ada 11 parsel, 55 ada l parsel, 55 ada 12 parsel ve 129 parselleri almayı kabul ettiği
anlaşılmaktadır. Tarafların birleşen irade beyanı 1,11 ve 12 parsellere ilişkindir. 129 parselin alım
satımına ilişkin birleşen irade beyanları yoktur. Bu durumda 129 parselin de tapusunun iptaline
karar verilmesi doğru görülmemiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle
yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz Eden: Davalı vekili
Hukuk Genel Kurulu Kararı
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği
anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, taşınmaz satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu kayıt iptali ve ferağa icbar suretiyle
tescil isteğine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkili ile davalı Fatma'nın kardeş olduklarını, aralarında düzenlenen
İzmir 3. Noterliğinin 13.04.1968 tarih ve 8173 yevmiye numaralı re'sen gayrimenkul satış vaadi
sözleşmesi ile davalı Fatma tarafından kendisine ait İzmir, Menderes, B. Köyü, 54 ada 11 parsel,
55 ada l parsel, 55 ada 12 parsel, K.Köyü 129 parsel sayılı olmak üzere toplam 4 adet taşınmazın
satımının müvekkiline vaad edildiğini, bu vaade dayanılarak taşınmazlardaki hisselerin karşılığı
satış bedelinin müvekkilinden alındığını, tapuda devrinin de vaad edildiğini, sözleşmeyi takiben
taşınmazların zilyetliğinin de müvekkiline devredildiğini, müvekkilinin uzun yıllar Almanya'da
işçi olarak çalışması sebebiyle başkalarına icara vermek suretiyle zilyetliğini sürdürdüğünü,
Türkiye'ye geldiğinde ise davalı kardeşinden satış vaadi ile almış olduğu ve zilyetliğinde bulunan
yerlerin tapuda devirlerinin yapılmasını istediğini, davalının devirden kaçındığını, bunun üzerine
müvekkilinin İzmir 4. Noterliğinin 28.02.1995 tarih ve 6761 yevmiye nolu ihtarını keşide ederek
ve davalıdan tapuda devir talep ettiğini, bu ihtara rağmen davalının tapuda ferağa yanaşmadığını
ifadeyle, davalı tarafından satışı vaad edilen 4 adet taşınmazın davalı adına olan tapu kayıtlarının
iptali ile müvekkili adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, davaya konu taşınmazların tapu
kayıtlarından l ve 12 parsel nolu taşınmazların kamulaştırıldığının tespit edildiği, toplanan tüm
delillerden, davalı Fatma ile davacı Mustafa'nın kardeş oldukları, davalı Fatma'nın kendisine
babasından intikal eden taşınmazdaki tüm hisselerini davacıya noter huzurunda 13.4.1968 yılında
sattığı ve parasını aldığının anlaşıldığı, davalı tarafın zamanaşımı definin zilyetliğin davalı
tarafından davacı tarafa devir edilmiş olması nedeniyle reddedildiği, zilyetliğin devir edilmediği
hususundaki davalı iddiasının da yerinde görülmediği, satıştan itibaren davalının bu yerleri
kullanmadığı, ancak Tahtalı Barajı istimlakleri nedeniyle kıymetinin artması üzerine davalının
129 parselden bölünme 159 ve 160 parselin bir bölümünde oğlu vasıtasıyla son birkaç yıl ziraat
28 yaptığı diğer yerlerde ise herhangi bir hak iddia etmediği, satış vaadi sözleşmesinin sahte olduğu
hususunda herhangi bir savunmanın da mevcut olmadığı, taşınmazların başında yapılan keşif ve
fen bilirkişisi beyanlarına göre sözleşmede belirtilen taşınmazların, başında keşif yapılan
taşınmazlar olduğu, yapılan satışın yasalara uygun olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulü
ile 129 parsel (yeni 159 ve 160 parseller) ve 11 sayılı parselde davalı hissesinin iptali ile davacı
adına tesciline, l ve 12 parseller hakkındaki davanın ise bu parseller kamulaştırıldığından reddine
karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine özel daire "Davaya dayanak 13.4.1968 tarihli satış vaadi
sözleşmesi incelendiğinde satıcı Fatma'nın 54 ada 11 parsel, 55 ada l parsel ve 55 ada 12 parselin
satışını vaad ettiği, alıcı Mustafa'nın ise 54 ada 11 parsel, 55 ada l parsel, 55 ada 12 parsel ve 129
parselleri almayı kabul ettiği anlaşılmaktadır. Tarafların birleşen irade beyanı l, 11 ve 12
parsellere ilişkindir. 129 parselin alım satımına ilişkin birleşen irade beyanları yoktur. Bu
durumda 129 parselin de tapusunun iptaline karar verilmesi doğru görülmemiştir..." gerekçesi ile
sadece 129 parsel yönünden hükmün bozulmasına karar vermiştir.
Yerel mahkeme, 13.4.1968 tarihli taraflarca düzenlenen satış vaadi sözleşmesinin üst sol
tarafına çıkıntı yapılarak K.Köyü'nde kain 129 parsel de yazılıp noterce usulüne uygun
onaylandığından bu eklemenin de sözleşme metninden sayılacağı ve sözleşmenin ikinci
sayfasında aynı parsel belirtilerek şüpheye yer vermeyecek şekilde 129 parsel için de tarafların
birleşen irade beyanı bulunduğu gerekçesiyle önceki kararında direnmiştir.
Uyuşmazlık, davaya konu satış vaadi sözleşmesinde 129 parsel sayılı taşınmazın da
satışının vaad edilip edilmediği, bu hususu tespite yönelik olarak sözleşmenin dosyaya ibraz
edilen noterlikçe taraflara verilmiş tasdikli suretinin ikinci sayfasında yapılan çıkıntı ile "ve yine
K.Köyü'nde kain 129 parseldeki" şeklindeki ilavenin noterlikte saklanan belge aslında da olup
olmadığı, belge aslında varsa bu çıkıntının hukuken geçerli ve sözleşme metnine de dahil olup
olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle mahkemece yapılan incelemenin hüküm kurmaya yeterli olmadığım belirtmekte
yarar vardır. Bu cümleden olarak, satış vaadine konu olduğu davacı yanca iddia edilen K.Köyü
129 parsel sayılı taşınmazın dosyada mevcut tapu kaydına göre hükmen 09.02.1982 tarih ve 199
no ile kayıtlı olduğu anlaşılmaktadır. Mahkemece de bu husus 24.02.2000 tarihli celsede zapta
geçirilmiş, ancak davacı vekilinin daha önce zapta geçen beyanı ve evveliyat kayıtlan
olmadığından 129 parselden bölündüğü kayden belli olmayan, 129 parsel kaydından eski tarihi
taşıyan 159 ve 160 parsellere ait tapu kaydı yeterli kabul edilerek sonuca varılmıştır. Taşınmazın
tapudaki kayıt durumunun ve gerçekten 159 ve 160 parsellerin sözleşmede 129 parsel olarak
gösterilen taşınmaz olup olmadığının birbirine bağlı evveliyat kayıtlan ile birlikte tevsiki gerekir.
Diğer taraftan, davalı yanca, ilavede yer alan dava konusu parsellerden 129 parselin satış vaadine
konu edilmediği savunması yönünden ise, davacı yanca davaya dayanak alınan satış vaadi
sözleşmesinin dosyaya ibraz edilen ve noterlikçe taraflara verilmiş tasdikli suretinin ikinci
sayfasında yapılan çıkıntı ile "ve yine K.Köyü'nde kain 129 parseldeki" şeklindeki ilavenin
noterlikte saklanan belge aslında da olup olmadığı belge aslı getirtilerek tespit edilmemiştir.
Ayrıca bu çıkıntı belge aslında da varsa bunun işlem tarihinde yürürlükte bulunan 15.06.1938
tarih ve 3456 Sayılı Noterlik Kanunu hükümlerine uygun olup olmadığı üzerinde hiç durulmamış,
eksik inceleme ile sonuca varılmıştır.
Davanın çözümü için davaya dayanak teşkil eden satış vaadi sözleşmesinin hukuksal
niteliği de irdelenmelidir.
İlkin belirtmelidir ki , taşınmaz satış vaadi sözleşmeleri Borçlar Kanunumuzun Türk
Hukukuna getirdiği yeniliklerdendir ve daha çok da koşullan henüz gerçekleşmediği için
kurulması olanaksız olan asıl satım sözleşmesinin görevini yerine getirmek üzere kolay ve
güvenli bir yol olarak görülüp, tercih edilen bir sözleşme türüdür.
Borçlar Kanunumuz kural olarak sözleşmelerde şekil serbestisini benimsemiştir. Nitekim
bu husus yasanın 11. maddesinin 1. fıkrasında açıkça belirtilmiş, ancak yasada tersine kural
bulunması halinde şekle bağlılık kabul edilmiştir. Maddenin 2. fıkrasında da yasaca bir biçim
29 öngörülmüşse ve bu biçimin kapsam ve sonuçlan için başkaca kural konulmamışsa, sözleşmenin
bu biçime uyulmadıkça geçerli olmayacağı hükme bağlanmıştır.
Yine, "akit yapma vaadi" başlığı altında aynı kanunun 22. maddesinde, "Bir ak-din ileride
inşa edilmesine dair mukavele muteberdir. Kanun iki tarafın menfaatleri için bu akdin sıhhatini
bir nevi şekle riayet etmeye tabi kıldığı takdirde bu şekil o ak-din yapılması taahhüdüne de tatbik
olunur." denilmektedir.
Taşınmaz mülkiyetini devir borcunu doğuran sözleşmelerde Medeni Kanunun 634.
maddesinin 1. fıkrası "mülkiyeti vaadeden akitler resmi şekilde yapılmadıkça muteber olmazlar."
genel hükmünü getirmektedir. Borçlar Kanununun 213. maddesinde de sözleşmenin biçimi
başlığı altında, taşınmaz satımının geçerli olması için getirilen resmi senede bağlanması şartı,
taşınmaz satış vaadi sözleşmeleri için de öngörülmüştür. Bu bağlamda 2644 Sayılı Tapu
Kanununun 26. maddesi taşınmaz satışları için tapu sicil muhafız ya da memurlarını yetkili
kılmışken, 1512 Sayılı Noterlik Kanununun 60/3 ve 89. maddeleri taşınmaz satış vaadi
sözleşmelerinin noterlerce düzenleme şeklinde (resen) yapılacağı kuralını getirmiştir.
Bu açık hükümler göstermektedir ki, resmi senede bağlanmayan tapuda kayıtlı taşınmaz
satışları ile noterde düzenleme biçiminde (resen) yapılmamış olan taşınmaz satış vaadine ilişkin
sözleşmeler geçersizdir.
Burada kanunun öngördüğü şeklin bir geçerlilik (sıhhat) şartı olarak düzenlendiğini, buna
uyulmadan yapılan sözleşmelere "geçersizlik" müeyyidesinin bağlandığını, bunun hukuki
mahiyet olarak emredici nitelikte olduğunu, bu nedenle de "geçersizlik" müeyyidesine bağlanan
şekil eksikliğinin hakim tarafından taraflar ileri sürmeseler dahi, yargılamanın her aşamasında
resen göz önüne alınması gerektiğini belirtmekte yarar vardır.
Diğer taraftan, Borçlar Kanununun 12. maddesinde, yasaca yazılı olması gereken bir
sözleşmenin değiştirilmesi de yazılı olmak gerekir. Şu kadar ki bu sözleşmeye aykırı olmayan
veya onu değiştirmeyen tamamlayıcı yan şartlar bu kuralın dışındadır, hükmüne yer verilmiştir.
Ayrıca, 1512 Sayılı Noterlik Kanununun evrak ve defterlerin gizliliği başlıklı 55. maddesi
ve bu maddenin uygulanması ile ilgili Türkiye Noterler Birliği genelgeleri nazara alınarak ilgili
noterlik dairesinden işlem aslının getirilmesi olanağı bulunmaktadır.
Yeri gelmişken ifade etmelidir ki , işlem tarihi olan 13.04.1968 tarihinde yürürlükte
bulunan 15.06.1938 tarihli 3456 Sayılı Noterlik Yasasının tanzim şekli başlıklı 51. maddesinde,
"Bu kanunda yazılı şartlara ve hükümlere göre tanzim ve tasdik olunmayan kâğıtlar resmi
sayılmayıp adi senet hükmündedir. Alakalıların imzası bulunup da noter tarafından tasdik
edilmemiş olan çıkıntılar gerçek sayılmaz. Tasdikli kâğıtlar ve senetlerle bunların kayıtlı
bulunduğu sicil arasında ayrılık olduğu takdirde alakalıların imzasını taşıyana itibar olunur.
Tasdik ve tekemmül eden her nevi işlere ait kâğıtlar üzerinde değişiklikler yapılamaz. Bunlar
ancak ikinci bir muamele ile değiştirilebilir." hükmü bulunmaktadır.
Halen yürürlükte olan 1512 Sayılı Noterlik Yasasının 81. maddesinde de noterlik
işlemlerinde çıkıntı, değiştirme, fesih, iptal ve düzeltme başlığı altında, "Noterlik işlemlerinde,
ilgilinin imzasını ve noterin onayını taşımayan çıkıntılar geçerli değildir. Çıkıntılar el yazısı ile
yapılamaz.Tamamlanmasından sonra bir noterlik işleminin değiştirilmesi veya fesih ve iptal ve
yahut evvelki işin nitelik ve değeri değişmemek şartıyla düzeltilmesi, evvelki işlemin yapıldığı
şekilde yeni bir işlemle yapılır. Yeni işlemin tarih ve numarası, noterlik dairesinde bulunan
evvelki işleme ait kâğıda yazılır. Şu kadar ki, yeni işlem başka bir noterlikte yapılırsa, bu
noterlik, yeni işleme ait kâğıdın bir nüshasını, gerekli açıklama yapılarak ilk işleme ait kâğıda
bağlanması için o işlemi yapan noterliğe gönderir" hükmüne yer verilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında, mahkemece öncelikle tapu kaydının
iptali ve davacı adına tescili istenen uyuşmazlığa konu K.Köyü 129 parselin evveliyat kayıtlan ile
birlikte tapu kayıtlan getirtilmeli, gerçekten 159 ve 160 parsellerin sözleşmede 129 parsel olarak
gösterilen taşınmaz olup olmadığının ve davalı ya da kardeş olan tarafların ortak murisi adına
kayıtlı bulunup bulunmadığının birbirine bağlı evveliyat kayıtları ile birlikte tereddüte yer
bırakmayacak şekilde tevsiki gerekir. Bu konu açıklığa kavuşturulmadan tapu kaydının iptaline
ve tescile karar verilemeyeceği unutulmamalıdır.
30 Bunun yanında yukarıda açıklanan hükümler karşısında noterlik dairesinden getirtilecek
işlem aslı incelenerek dosyaya ibraz edilen tasdikli surette 2. sahifede yer alan ilavenin işlem
aslında da olup olmadığı, belgenin devamındaki açıklamalarda da yer alıp almadığı tereddüte yer
vermeyecek şekilde tespit edilmeli, ilave varsa bunun şekli ve yasaya uygunluğu üzerinde
durulmalıdır. Bu değerlendirmede de işlem tarihi olan 13.04.1968 tarihindeki yasal düzenleme
göz ardı edilmemelidir. Mahkemece bu yönler irdelenmeden verilen kabul karan ve bu kararda
direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup açıklanan değişik gerekçelerle bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, 129 parsele ilişkin direnme
kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.'nun 429. maddesi gereğince
BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 13.02.2002 gününde
oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E:2004/4-526
K:2004/589
T:10.11.2004
İLLİYET BAĞI
KUSURSUZ SORUMLULUK
Kusursuz sorumluluk da illiyet bağının kesilebilmesi için zarar görenin ağır kusurunun
bulunması veya üçüncü bir kişinin illiyet bağını kesebilecek nitelikte ağır kusurunun olması
veya hakkında zararlandırıcı sonucun meydana gelmesinde öngörülmeyen bir halin
bulunması gerekmektedir.
4721 s. MK. m. 1007, 1023
Taraflar arasındaki "tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda (Eskişehir
Dördüncü Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 31.10.2002 gün ve
2000/284-2002/703 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine,
Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 18.6.2003 gün ve 1424-7982 sayılı ilamı ile, (......Davacı davalı
idareden tapu kütüğünün tutulmasından dolayı uğradığı zararın giderilmesini istemiştir. Davalı,
davanın reddini savunmuştur. Mahkemece eylemin tapu sicilinin tutulmasında kusurlu
davranılmaktan ileri geldiği, böylece davacının zarar gördüğü belirtilerek tazminata
hükmedilmiştir.
Dosyadaki kanıtlara göre tapuda cinsi mesken olan ve kat mülkiyeti kurulmuş bulunan
bağımsız bölümün Behçet adına kayıtlı iken 28.7.1995 tarihinde davacımız olan Muzaffer'e satış
yolu ile devredildiği görülmektedir. Durumu öğrenen gerçek tapu maliki Behçet tarafından
davacı Muzaffer aleyhine açılan tapu iptali ve tescili davası sonucunda Şaban adlı kişinin gerçek
malikmiş gibi düzenlediği sahte nüfus cüzdanı sonucu diğer davalı Muzaffer'e satıldığı
belirlenerek kaydın iptaline ve gerçek malik olan davacı Behçet adına tesciline karar verilmiş
karar temyiz incelenmesinden geçmek suretiyle kesinleşmiştir.
Yine dosya içinde yukarıda adı geçen Şaban hakkında sahte nüfus cüzdanı düzenlemekten
ve kullanılmaktan dolayı açılan kamu davası sonunda yeterli kanıt bulunmadığı gerekçesi ile
beraati yönünde hüküm kurulmuştur.
Yukarıda açıklanan olgular itibarıyla usulsüz işlemin sahte nüfus cüzdanından
kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Diğer bir anlatımla zarar tapu sicilinin tutulmasından değil, sicilin
düzenlenmesinde etken olan nüfus kaydından kaynaklanmaktadır. Medeni Kanunun 917. md.
(yeni 1007) maddesinde sorumluluğun, tapu sicilinin tutulmasından kaynaklandığı belirlenmiştir.
31 Madde de öngörülen sorumluluk, kusursuz sorumluluktur. Diğer bir anlatımla zarar gören
davalının kusurunu kanıtlamak zorunda değildir. Davalı da kusuru bulunmadığı savunmasının
ötesinde uygun illiyet bağının kesildiğini kanıtlamak zorundadır. Kusursuz sorumluluk da illiyet
bağının kesilebilmesi için zarar görenin ağır kusurunun bulunması veya üçüncü bir kişinin illiyet
bağını kesebilecek nitelikte ağır kusurunun olması veya hakkında zararlandırıcı sonucun
meydana gelmesinde öngörülmeyen bir halin bulunması gerekmektedir. Somut olayda zarar
gören davacının illiyet bağını kesebilecek ölçüde kusurunun olmadığı yine öngörülmeyen bir
durumun da bulunmadığı görülmektedir. Ne var ki gerek ceza dosyasında gerekse tapu iptaline
ilişkin dava dosyasında zararlandırıcı sonucun ortaya çıkmasında bir üçüncü kişinin hukuka
aykırı eyleminin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu kişinin suç teşkil eden ve ağır kusuru oluşturan
eylemi açıktır. Şu haliyle sorumluluğu gerektiren illiyet bağının kesildiği kabul edilmelidir.
Yapılan bu açıklama itibarıyla olayda zarar, hukuka aykırı eylem bulunmakta ise de kusursuz
sorumlu olan davalının sorumluluğunu gerektirecek uygun illiyet bağının bulunmadığı
görülecektir. Aksi bir sonuç kusursuz sorumluluğun ötesinde bizi sebep sorumluluğuna götürür ki
davanın dayanağını teşkil eden MK.'nun 1007. maddesi sebep sorumluluğunu öngörmemiştir.
Tüm bu olgular birlikte değerlendirildiğinde davalının sorumluluğundan söz edilemez.
Dava reddedilmek üzere bozulması gerekmiştir...) gerekçesiyle dosya yerine geri çevrilmekle,
yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz eden : Davalı vekili
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği
anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma
kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel
Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki
kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma
kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince (BOZULMASINA),
10.11.2004 gününde yapılan 2. görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E:2006/11-525
K:2006/554
T:20.09.2006
ESER SÖZLEŞMESİ
İŞ BEDELİ
Özet: Eser sözleşmelerinin en önemli unsuru iş bedelidir. İş bedeli, taraflarca götürü olarak,
birim fiyat esasına göre ya da başka bir şekilde kararlaştırılabilir. Taraflarca sözleşme
serbestisi ilkesine uygun olarak sözleşme düzenlenip, işe başlandıktan sonra, bazı istisnalar
dışında, sözleşmenin bedel dahil tüm hükümleriyle birlikte, işin başlangıcından, bitimine
(teslimine) kadar uygulanması zorunludur.
İmzalanan bir sözleşmenin sonradan ortaya çıkan şartlara göre değiştirilebilmesi için,
sözleşmede buna imkân veren bir hükmün bulunması gerekir. Bunun dışında, BK'nın 365.
maddesinde belirtilen şartlar varsa, sözleşme şartlarının, bu arada, iş bedelinin değiştirilmesi
istenebilir.
Bu nedenlerle somut olayda, mahkemece yapılması gereken iş; gerekirse ayrı bir bilirkişi
kurulu oluşturmak suretiyle, sözleşmenin imzalanmasından sonra oluşan ekonomik ve fiyatı
32 etkileyen diğer şartların, işin bu bedelle yapılmasını son derece zorlaştırıp zorlaştırmadığının
ve MK'nın 2. maddesi uyarınca sözleşme fiyatlarıyla işe devam etmesini yükleniciden
beklemenin iyiniyet kurallarıyla bağdaşıp bağdaşmayacağının, tarafların durumu ve
sözleşmedeki amaç dikkate alınarak değerlendirilmesi ve hasıl olacak sonuca ve vicdani
kanaate göre davacıya ödenmesi gereken bir bedel varsa miktarı takdir olunup, belirlenerek
davalı iş sahibinden tahsiline karar verilmesinden ibarettir.
818 s. BK m. 355, 365
4721 s. MK m. 2
Taraflar arasındaki "alacak" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Ankara
Asliye Birinci Ticaret Mahkemesi)'nce davanın reddine dair verilen 27.05.2004 gün ve 2002/3812004/237 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay On
birinci Hukuk Dairesinin 12.07.2005 gün ve 2004/10025-2005/7561 sayılı ilâmı ile; ("...Davacı
vekili, asıl ve birleştirilen davalarda müvekkili şirketin davalının çıkardığı kömürlerin
torbalanması ve vagonlara yüklenmesi işini 16.07.2001 tarihli sözleşmeyle üstlenerek şartname
ve sözleşme uyarınca mahallinde torbalama tesisi kurup torbalama ile torbalanan kömüre belirli
oranlarda kireç katılması işini yapmaya başlandığını, 18.02.2001 tarihli Resmi Gazete'de
yayımlanan 28.07.1988 tarih ve 88/13181 sayılı Kararnameye ek getiren 2001/2862 sayılı
Bakanlar Kurulu Kararı uyarınca müvekkilinin fiyat farkından doğan alacağın ödenmesi
başvurusunun davalı tarafından reddedildiğini, oysa müvekkilinin üstlendiği işin 2001/2862 sayılı
kararın 5/3. maddesince aksine sözleşme hükmü olsa bile bu kapsamda kaldığı, çünkü işin sabit
fiyatla yapıldığını ileri sürerek, şimdilik birer milyar TL'den iki milyar TL'nin davalıdan tahsilini
talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, yapılan işin Kararnamenin kapsamı dışında kaldığını, sözleşmenin 6. maddesine
göre fiyat farkı talep edilemeyeceğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, Bakanlar Kurulu Kararının taraflar arasındaki sözleşmenin fiyat farkı
istenemeyeceğine ilişkin 6. maddesini hükümden düşüremeyeceği, aslolanın sözleşme özgürlüğü
olduğu, bu durumda sözleşmede bedelin saptanma tarihi ve özelliği ve sözleşme fiyatları ile bu
işin yapılmasının değişen ekonomik koşullara göre işin yapımını zorlaştırıp zorlaştırmadığı ve
sözleşme fiyatlarına davacının bağlılığının iyiniyet kuralları ile bağdaşıp bağdaşmadığına
bakılmak gerektiği, sözleşme tarihinden sonra makro ekonomik gösterge ve koşullarda esaslı bir
değişiklik olmadığı, sözleşmenin kurulmasından sonraki uyuşmazlıkların adlî yargının görevine
girdiği gerekçesiyle ve oyçokluğu İle her iki davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Bakanlar Kurulu'nun 2001/2862 sayılı Kararnamesinin 5. maddesi hükmü karşısında taraflar
arasındaki sözleşmenin 6. maddesinde malzeme ve girdi fiyat artışlarından dolayı yüklenicinin
fiyat değişikliği talebinde bulunamayacağı yolundaki düzenlemeden hareketle davacının anılan
Kararname uyarınca fiyat farkı talep edemeyeceği sonucuna varılması isabetsizdir. Böyle bir
durumda, 24.11.1986 gün ve 1986/2-2 sayılı İBK uyarınca her uyuşmazlığın özelliği dikkate
alınarak hükümetin bu tür tasarruflarının kamu kurum ve kuruluşları ile iş yapan sözleşme
taraflarına uygulanabilirliği hâkim tarafından tayin ve takdir edilmelidir.
2001/2862 sayılı Kararnamenin 01.03-31.12.2001 dönemini kapsaması nedeniyle taraflar
arasındaki 16.07.2001 tarihli ve (8) ay süreli sözleşmenin bir kesitini kapsadığı ve davacı
yüklenicinin Kararnamenin 17. maddesince öngörülen 30 gün içerisinde davalıya başvurarak işe
devam etme iradesini bildirmek suretiyle fiyat farkından yararlanma talebini açıkladığı sabittir.
Taraflar arasındaki sözleşme sabit birim fiyat esası ile düzenlenmiştir. Davacının fiyat farkı
Kararnamesinden yararlanabilmesi için, fiyat farkına rağmen yapılan işten dolayı mağduriyete
uğradığının belirlenmesi gerekir. Bilirkişiler kurulunun asıl ve ek raporlarında (908) milyar TL
tutarındaki toplam iş bedeline nazaran Kararname kriterlerince davacının isteyebileceği fiyat
farkı (169) milyar TL olarak hesaplanmış, ancak bu verilerin Kararnamedeki ölçüler ve anılan
İBK ilkeleri karşısında durumu mahkemece değerlendirilmemiştir. Mahkemece, işin türü, zorluk
33 derecesi, maliyeti belirleyen faktörler ve hakkaniyetin takdirinde dikkate alınabilecek tüm diğer
bulgular aynı bilirkişilere açıklattırıldıktan sonra davacının üstlendiği iş nedeniyle aldığı bedel ile
fiyat farkından dolayı alması gereken bedelin karşılaştırılması sonucu davacının fiyat farkına hak
kazanıp kazanmayacağının MK'nın 2. maddesi de gözetilerek değerlendirilmesi ve oluşacak
uygun sonuç çerçevesinde karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve uyuşmazlığa uygun
düşmeyen gerekçelerle davanın reddi doğru olmamıştır...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine
geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz Eden: Davacı vekili
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve
dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, ihale sonucunda düzenlenen sözleşme çerçevesinde yapılan işten dolayı oluştuğu ileri
sürülen, fiyat farkı alacağının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı S... İnşaat Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti. vekili, taraflar arasında ihale sonucunda düzenlenen
16.07.2001 tarihli sözleşmeyle, davacı Şirketin, davalıya bağlı Kütahya ili Tavşanlı ilçesi GLİ
kömürlerinin torbalanması ve vagonlara yüklenmesi işini üstlendiğini, şartname ve sözleşme
gereğince mahallinde torbalama tesisi kurarak, tesiste torbalama ile torbalanan kömüre belirli
oranlarda kireç katılması işini yapmaya başladığını; 18.08.2001 tarihli Resmi Gazete'de
yayımlanan 28.07.1988 tarihli ve 88/13181 sayılı Karar-name'ye ek getiren 2001/2862 sayılı
Bakanlar Kurulu Karan ile "Kamu Sektörüne Dahil İdarelerin İhalesi Yapılmış ve Yapılacak
İşlerinde İhale Usul ve Şekillerine Göre Fiyat Farkı Hesabında Uygulayacakları Esaslarda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Esaslar"ın yürürlüğe girdiğini, davacının da bu kararname
doğrultusunda fiyat farkı alacağının kendisine ödenmesi için 13.09.2001 ve 17.09.2001
tarihlerinde davalıya başvurduğunu, ancak, davalının 02.11.2001 tarihli cevabî yazıyla bu istemi
reddettiğini, oysa, yapılan işin fiyat farkı kararnamesinin 3. maddesinin C ve R bentlerinde
belirtilen, fiyat farkı uygulanması gereken işlerden olduğunu, aynı Kararnamenin 5/3.
maddesinde, sözleşmede fiyat farklarının ödenmeyeceğine ilişkin hüküm bulunsa dahi, söz
konusu sözleşme hükmünün uygulanmayacağının belirtildiğini, bu durumda, davacıya fiyat farkı
ödenmesi gerektiğini ileri sürerek; dilekçenin "Netice ve Talep" bölümünde, fazlaya ilişkin hak
saklı kalmak kaydı ile, aynen "...Fiyat farkı kararnamesinin 2001 yılında yapılan işlere
uygulanması sonucu doğacak fark ile müvekkil şirket tarafından yapılan işin sabit fiyat ile
yapılan iş olması nedeniyle fiyat farkı kararnamesinin uygulanması sonucu 31.12.2001 tarihinde
bulunan son sabit fiyatın 2002 yılında yapılan işlere de uygulanarak, 88/13181 sayılı Kararname
ve 2001/2862 sayılı ek fiyat farkı kararnamesinden doğan alacaktan şimdilik dava konusu
1.000.000.000.- TL'nin davalıdan alınarak müvekkile verilmesine..." şeklinde talepte bulunmuş;
02.10.2002 tarihli dilekçeyle açılan ve aynı Mahkemenin 2002/681 esas saydı dosyası üzerinden
görülmekte iken asıl davayla birleştirilen davada da, aynı hukuksal nedenlere dayalı olarak, asıl
davanın açılmasından sonra sözleşme çerçevesinde yapılan işlerle ilgili olarak, yine şimdilik bir
milyar TL fiyat farkının davalıdan tahsiline karar verilmesi talep ve dava edilmiştir.
Davalı Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu Genel Müdürlüğü vekili, 2001/2862 sayılı
Kararnamenin ilgili bentlerine ve sözleşme metnine göre, ihale konusu hizmetin, anılan
Kararnamenin 3. maddesinin "c" bendindeki "iş" ve V bendindeki "sanayi ürünü" kapsamında
olmadığını, zira, davacı tarafın yapmayı üstlendiği hizmetin kömür torbalama, gerektiğinde
kireçleme, piyasa kamyonlanma ve vagonlarına yükleme yapma işi olduğunu, bu iş için kurulan
tesisin ise işin bitiminde davacı tarafça 15 gün içerisinde sökülüp götürüleceğini, bu durumda
davacının yapacağı hizmetin, ne iş tanımına ne de sanayi ürünü tanımına girdiğini, dolayısıyla
davacının anılan Kararname hükümlerinden yararlanamayacağını; 233 sayılı KHK uyarınca
davalının özel hukuk hükümlerine tabi olduğunu, tamamen Borçlar Kanunu hükümleri
çerçevesinde aktedilen sözleşmede fiyat farkı istenemeyeceğini kabul eden davacının,
Kararnameye dayanarak ahde vefa ilkesine aykırı davranamayacağını, nihayet, sekiz ay gibi kısa
bir süre devam edecek olan bir sözleşmeden dolayı fiyat farkı istenilmesinin, iyiniyet kurallarıyla
da bağdaşmayacağını, davanın reddi gerektiğini bildirmiştir.
34 Yerel Mahkeme; esas itibariyle taraflar arasındaki sözleşmeye konu işin 2001/2862 sayılı
Kararname kapsamında olduğu, ancak, sözleşmenin 6. maddesinde fiyat farkı istenemeyeceğine
dair açık hüküm bulunduğu, kararnamelerin sözleşmelere müdahale etmesinin hukuken mümkün
olmaması nedeniyle davacının anılan Kararname hükümlerinden yararlanamayacağı; Yargıtay
Onbeşinci Hukuk Dairesinin konuya ilişkin kararlarında belirtilen şekilde, sözleşmedeki bedelin
saptanma tarihi ve özelliği ve sözleşme fiyatları ile bu işin yapılmasının değişen ekonomik
koşullara göre işin yapımını son derece zorlaştırıp zorlaştırmadığı ve MK'nın 2. maddesi uyarınca
sözleşme % itianayla işe devam edilmesinin müteahhitten beklenilmesinin iyiniyet kuralları ile
bağdaşıp bağdaşmayacağı yönünde yapılan araştırma sonucunda 2„ sözleşmenin
imzalanmasından sonraki dönemde, koşulların önemli ölçüde değişmediğinin belirlendiği,
davacıya BK'nın 365/2. maddesi hükmü çerçevesinde bir fark ödenmesine de gerek bulunmadığı
gerekçesiyle ve oyçokluğuyla her iki davanın reddine karar vermiş; davacı vekilinin temyizi
üzerine hüküm Özel Dairece yukarıdaki gerekçeyle bozulmuş, Yerel Mahkemenin gerekçesini
tekrarlayarak ve genişleterek kurduğu direnme hükmünü de davacı vekili temyiz etmiştir.
Öncelikle, maddi olgunun ve taraflar arasında çekişmesiz bulunan yönlerin ortaya konulmasında
yarar görülmüştür:
Taraflar arasında ihale sonucunda düzenlenen 16.07.2001 tarihli sözleşmeyle; davalının Kütahya
ili, Tavşanlı ilçesi Garp Linyitleri Bölge Müdürlüğü bünyesindeki lavvar tesisinde üretilen
kömürlerin elendikten sonra torbalanması, gerektiğinde kireç katılması, piyasa kamyonlarına
yüklenmesi, torba kömürlerin işletme araçları tarafından nakledilmek sureti ile vagonlara
yüklenmesi işlerinin davacı şirket tarafından üstlenildiği; sözleşmenin 3. maddesinde işin
süresinin işe başlama tarihinden itibaren 8 ay olarak kararlaştırıldığı, torbalama işine
sözleşmeden sonra 45 takvim günü içinde başlanacağının 4. maddede belirtildiği; sözleşmenin 6.
maddesine "...Hükümet tarafından akaryakıta, asgari ücrete, iplik, torba ve başka malzemelerle
ilgili yapılacak artışlardan dolayı müteahhit herhangi bir fiyat değişikliği talebinde
bulunamayacaktır..." hükmünün konulduğu; Davacı şirketin, 1988/13181 sayılı Kararnamede
yapılan değişiklikleri içeren ve 18.08.2001 tarihinde yürürlüğe giren, "Kamu Sektörüne Dahil
İdarelerin İhalesi Yapılmış ve Yapılacak İşlerinde İhale Usul ve Şekillerine Göre Fiyat Farkı
Hesabında Uygulayacakları Esaslarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Esaslar" başlıklı ve
2001/2862 sayılı Kararname hükümlerine dayanarak, 13.09.2001 ve 17.09.2001 tarihli
dilekçelerle davalıya başvurarak, 2001/2862 sayılı Kararnamenin geçici 17/2-B maddesi
çerçevesinde, fiyat farklarından yararlanmak suretiyle işe devam etmek istediğini
bildirdiği;'davalının, bu istekleri, gerek fiyat farkı kararnamesi kapsamına ve gerekse sözleşme
hükümlerine göre uygun bulunmadıktan gerekçesiyle reddettiği, davacıya bu yönde 02.11.2001
tarihli yazı cevabını gönderdiği dosya kapsamından açıkça anlaşılmaktadır. Bu yönlerden taraflar
arasında bir uyuşmazlık da bulunmamaktadır.
Gerek davacı şirketin başvurusuna ve gerekse davalının bu başvuruyu ret kararına dayanak olarak
gösterdiği 2001/2862 sayılı Kararnamenin 5. maddesi "...Geçici 17. maddenin l/a veya 2/b
bentlerine göre uygulamayı seçen müteahhit veya taşeronların sözleşmelerinde, bu Kararnamenin
uygulanmayacağını ya da fiyat farkları ödenmeyeceğini veya yılı içindeki fiyat farkları için başka
usul ve esaslara göre ödeneceğini veyahut 90/1216 sayılı Kararname hükümlerinin
uygulanacağını belirten hükümler olsa dahi, bu hükümler 01.03.2001-31.12.2001 tarihleri
arasında uygulanmaz."; 6. maddesi "Bu Esaslar yayımı tarihinde yürürlüğe girer ve fiyat farkları
uygulaması 01.03.2001 tarihinden 31.12.2001 tarihine kadar bu Esaslardaki şartlarla yapılır."
şeklindedir. 5. maddede atıf yapılan geçici 17. maddenin 2/b bendi ise, ihale tarihi Esasların
yürürlüğe girdiği tarihten önce olan işler ile sözleşmeleri yapılmış ve devam eden işlerde;
müteahhitler veya taşeronların, otuz gün içinde hiçbir şart öne sürmeden idareye başvurarak, işe
sözleşmelerine göre devam etme veya Geçici maddelerde getirilen Esaslara göre işi sürdürme
yahut, sözleşmenin tasfiyesini isteme hakkına sahip bulundukları belirtilmiştir.
Yukarıda belirtildiği gibi, davacı şirket, davalıya süresi içerisinde verdiği dilekçeyle fiyat
farklarından yararlanmak suretiyle işe devam etmek istediğini bildirmiş; davalı, fiyat farkı
istemini reddetmiştir.
35 Bozma ve direnme kararlarının içerik ve kapsamları itibariyle Hukuk Genel Kurulu önüne gelen
uyuşmazlık, davacının fiyat farkı talebinin haklı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Belirtilmelidir ki; taraflar arasındaki sözleşme, Borçlar Kanunu'nun 355. ve ardından gelen
maddelerinde düzenlenmiş olan istisna (eser) sözleşmesi niteliğindedir.
Dolayısıyla, uyuşmazlığın çözümünde hem taraflar arasındaki sözleşmenin, hem davacı tarafın
davasını dayandırdığı 2001/2862 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının ve hem de Borçlar
Kanunu'nun eser (istisna) sözleşmesine ilişkin 355. ve sonraki hükümlerinin değerlendirilmesi
gerekmektedir.
Yukarıda değinildiği üzere, taraflar arasındaki sözleşmenin 6. maddesinde, yüklenicinin Hükümet
tarafından akaryakıt, asgari ücret, iplik, torba ve başka malzemeler yönünden yapılacak artıştan
dolayı fiyat farkı isteyemeyeceği yönünde hüküm bulunmaktadır. Buna karşılık, yine yukarıda
belirtildiği gibi, 2001/2862 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının 5. maddesinde, sözleşmelerde yer
alan bu tür hükümlerin 01.03.2001-31.12.2001 tarihleri arasında uygulanmayacağı
öngörülmüştür.
İhale sonucunda idareler ile yükleniciler arasında düzenlenen sözleşmelerdeki, yüklenicinin fiyat
farkı isteyemeyeceğine ilişkin kararlaştırmaların aksini öngören Kararname (Bakanlar Kurulu
Kararı) hükümlerinin, bu tür sözleşmeler yönünden etki ve değerleri konusunda, Yargıtay Özel
Daireleri ve Hukuk Genel Kurulu'nun kararlılık kazanmış uygulaması şöyledir:
Eser sözleşmelerinin en önemli unsuru iş bedelidir. İş bedeli, taraflarca götürü olarak, birim fiyat
esasına göre ya da başka bir şekilde kararlaştırılabilir. Taraflarca sözleşme serbestisi ilkesine
uygun olarak sözleşme düzenlenip, işe başlandıktan sonra, bazı istisnalar dışında, sözleşmenin
bedel dahil tüm hükümleriyle birlikte, işin başlangıcından, bitimine (teslime) kadar uygulanması
zorunludur. Sözleşmede veya eklerinde, sözleşmede kararlaştırılan bedele fiyat farkı
kararnamelerinin uygulanacağına dair bir hüküm varsa, fiyat farklarının yükleniciye ödenmesi
gerekir.
Türk Hukuk sisteminde sözleşme serbestisi ilkesi benimsenmiş; Anayasa'da veya yasalarda
sözleşme yapma imkânı, özel bazı istisnalar dışında herkes için kabul edilmiştir. İmzalanan bir
sözleşmenin sonradan ortaya çıkan şartlara göre değiştirilebilmesi için, sözleşmede buna imkân
veren bir hükmün bulunması gerekir.
Bunun dışında, BK'nın 365. maddesinde belirtilen şartlar varsa, sözleşme şartlarının, bu arada, iş
bedelinin değiştirilmesi istenilebilir. Aksi takdirde, yüklenici işi sözleşmede kararlaştırılan
bedelle yapmak ve teslim etmek yükümlüğü altındadır. İş bitmediği takdirde, yüklenici bunun
sonuçlarına katlanmak ve işin tamamlanması için başkasına yaptırılmasından doğacak zararları
da karşılamak zorundadır.
Somut olayda, taraflar, sözleşmeyle işin bedeline fiyat farkı ödenmeyeceğini
kararlaştırdıklarından, sözleşmeye dayalı olarak fiyat farkı verilmesi imkânı yoktur.
Taraflar arasındaki sözleşmenin 15. maddesinde, sözleşmenin Ekleri olarak "İhale şartnamesi,
14.06.2001 tarihli firma teklifi, maden mühendisi bildirisi, Taahhütname" gösterilmiş; fiyat farkı
konusundaki Bakanlar Kurulu Kararnamesi, sözleşmenin ekleri arasında sayılmamıştır.
Esasen, anılan Kararnamenin uygulanmayacağının veya yüklenicinin yapacağı işe hiçbir şekilde
fiyat farkı almayacağının kararlaştırıldığı sözleşmelerde, yüklenicilere fiyat farkı verecek şekilde
kararname çıkarma yetkisinin bulunup bulunmadığı tartışmalıdır. Bakanlar Kurulu'nun
kararname çıkarma yetkisi mevcut yasalardan kaynaklanmaktadır. Bir yasadan yetki almaksızın,
sözleşmelere müdahale eder şekilde kararname çıkartılması mümkün değildir. 12.06.2001 gün ve
2001/2862 sayılı Kararnamenin çıkartıldığı ve yürürlüğe girdiği 18.08.2001 tarihinde yürürlükte
bulunan 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu'nda fiyat farkı verilebilecek hallerin, hazırlanacak
şartnamelerde gösterilmesi gerektiği, 7. maddenin (k) bendinde belirtilmiştir. Ancak bu imkânın
tanınabilmesi, "sözleşmeye eklenecek" şartnamelerde bunu mümkün kılan bir hükmün
bulunmasına bağlıdır. 2886 sayılı Yasa'da, sözleşme ve eki şartnamelerde fiyat farkı verileceğine
ilişkin bir hüküm olmadığı halde, sözleşmenin imzalandığı tarihten sonrası için bu konuda dahi
kararname çıkartma hususunda Bakanlar Kurulu'nun yetkili olduğuna dair bir hüküm yoktur.
Bakanlar Kurulu'nun yetkisi sadece fiyat farkı verileceği kabul edilen sözleşmelere konu işlere
36 uygulanacak fiyat farkları içindir. Bu nedenle, sözleşmede ileride çıkartılacak kararnamelerin
uygulanmayacağı veya yüklenicinin fiyat farkı istemeyeceği yönünde hüküm bulunan hallerde,
Bakanlar Kurulu'nun bu sözleşmelere müdahale edecek nitelikte kararname çıkarma yetkisi
bulunmamaktadır.
Kaldı ki, bu yetki yasayla tanınsa bile; mevcut sözleşmelere kamu düzenine ilişkin sebepler
haricinde müdahale edilemez. Bu nitelikteki yasalar Anayasa'ya aykırı bulunduğundan iptali
cihetine gidilebilir. Nitekim 20.02.2001 gün ve 4628 sayılı "Elektrik Piyasası Kanunu"nun
mevcut sözleşmelere müdahale eden maddeleri, Anayasa'nın 2. ve 48. maddelerine aykırı
bulunarak Anayasa Mahkemesi'nin 13.02.2002 gün ve 2001/293 E. - 2002/28 K. sayılı kararıyla
iptal edilmiştir. Demek oluyor ki, aslolan sözleşme hürriyetidir ve Anayasa ile yasaların
güvencesi altındadır. Bu güvenceyi zedeleyen yasalar Anayasa'ya aykırı bulunup Anayasa
Mahkemesi'nce iptal edilebilmektedir. Yasalar ile sözleşmelere müdahale edilemeyeceği kabul
olunan bir hukuk sisteminde, böyle bir müdahalenin kararnamelerle yapılamayacağı açıktır.
Hal böyle olunca; anılan Kararnameye dayanılarak fiyat farkı istenemeyeceği, olsa olsa yasal
dayanağı olan BK'nın 365. maddesindeki şartların varlığı halinde böylesi bir istemin hüküm
altına alınabileceği ortadadır. Nitekim Bakanlar Kurulunca daha önceki yıllarda çıkartılan 8/505,
8/2574 v.b. karar-nameler ile yükleniciler lehine uygulanması gereken fiyat farklarına ilişkin
olarak açılan davalarda verilen çelişkili kararlar sonucunda konu Yargıtay İçtihadı Birleştirme
Büyük Genel Kurulu'nun gündemine getirilmiş, yapılan müzakereler sonucunda kararnamelerin
uygulanması genel olarak kabul edilmiş ise de, her olayın özelliğine göre koşulların gerçekleşip
gerçekleşmediğinin, MK'nın 2. maddesindeki hususlar dikkate alınarak hâkimin takdirine
bırakılması gerektiği sonucuna varılmıştır. Bu sonuç, esasen BK'nın 365. maddesindeki
düzenlemeye de uygun bulunmaktadır. Çünkü, BK'nın 365/1. maddesinde, kural olarak
yüklenicinin yapılacak şeyi kararlaştırılan fiyata yapmaya mecbur bulunduğu benimsenmiş,
maddenin 2. fıkrasında ise "Fakat evvelce tahmin olunamayan veya tahmin olunup da iki tarafça
nazara alınmayan haller, işin yapılmasına mani olur veya yapılmasını son derece işkal ederse
hâkim, haiz olduğu takdir hakkı dolayısıyla ya takarrür eden bedeli tezyit veya mukaveleyi
fesheyler" denilmek suretiyle, işin yapımını son derece zorlaştıran şartların oluşması halinde
fiyatın artırılabileceği ya da akdin bozulabileceği kabul edilerek, bu hususlar hâkimin takdirine
bırakılmıştır. Böylece Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 24.11.1986 gün ve
1986/2 E. - 1986/2 K. sayılı kararında da bu ölçütlere yer verilmekle, kararnamelerin
uygulamaları hâkimin takdirine bırakılmış olmaktadır (Aynı görüş: Prof. Dr. Haluk Tandoğan,
Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, Cilt: II, 4. Baskı, Sayfa 272).
Somut olayda, taraflar arasındaki sözleşmede yüklenicinin fiyat farkı istemeyeceğine ilişkin açık
hüküm bulunduğundan, davanın hukuki dayanağının BK'nın 365/2. maddesi ile 1986/2-2 sayılı
İBK olacağı açıktır. Gerek, BK'nın 365/2. maddesinde ve gerekse anılan İBK'da, sözleşme
bedelinin artırılıp artırılmayacağı hususu, her olayın özellikleri dikkate alınarak hâkimin takdirine
bırakılmıştır. Bu nedenlerle, böyle bir davada hâkimin şartların oluşup oluşmadığına karar
verebilmesine yetecek derecede inceleme-keşif vs. yapması, icabında bilirkişiden mütalaa alarak
sonuca ulaşması yerinde olacaktır.
Öte yönden, Bakanlar Kurulu'nca fiyat farkı kararnamesinin çıkartılması, BK'nın 365/2.
maddesinde yer alan ve sözleşmedeki bedelin değişmesini haklı kılacak derecede şartların
ağırlattığının idarece kabul edildiğini göstermez. Çünkü, idare zaten her yıl için gerekli kabul
ettiği fiyat artışlarını otomatikman yapmakta, sözleşmelerinin eki olarak kabul edilen
şartnamelerde fiyat farkı alarak işe başlayan yüklenicilere ödemektedir. Böyle bir durum
bilinmekte iken, sözleşmenin fiyat farkı istenilmeyeceği kabul edilerek imzalanması karşısında
"madem ki kararname çıktı, öyleyse BK'nın 365/2. maddesindeki şartlar da oluşmuştur" şeklinde
bir sonuca varılması mümkün bulunmamaktadır.
Yine, 2886 S.K.'ya göre, sözleşmeleri idare namına imzalamaya ita amirleri yetkili olduğundan,
Bakanlar Kurulunca çıkartılan Kararnamelerin icap-kabul şeklinde, sözleşmenin değişikliği
olarak yorumlanması da mümkün değildir.
37 Nihayet, Bakanlar Kurulu Kararnameleri ile sözleşmelere müdahale edilmesi; ihale
şartnamesinde fiyat farkı alınmayacağı yazılı olan ihalelere, fiyat farkı alamayacağını düşünerek
teklif vermeyenler ile, ihaleye girenler arasındaki fırsat eşitliğini de zedeleyici niteliktedir.
Sözleşmenin imzalanmasından sonra fiyat farkı alamayacağını bilen yükleniciye istemediği bir
bedelin verilmesi yükleniciler arasında haksız rekabete yol açabilecek bir sonuç yaratabilecektir.
Bu açıklamalar çerçevesinde somut olaya dönüldüğünde: Yerel Mahkeme, davadaki fiyat farkı
istemi konusunda BK'nın 365. maddesi çerçevesinde yeterli inceleme ve araştırma yapmamıştır.
Alınan bilirkişi raporu, bu yönde hükme yeterli açıklık ve ayrıntıyı içermemektedir.
Hal böyle olunca, Mahkemece yapılması gereken iş; gerekirse ayrı bir bilirkişi kurulu oluşturmak
suretiyle, sözleşmenin imzalanmasından sonra oluşan ekonomik ve fiyatı etkileyen diğer
şartların, işin bu bedelle yapılmasını son derece zorlaştırıp zorlaştırmadığının ve MK'nın 2.
maddesi uyarınca sözleşme fiyatlarıyla işe devam etmesini yükleniciden beklemenin iyiniyet
kurallarıyla bağdaşıp bağdaşmayacağının, tarafların durumu ve sözleşmedeki amaç dikkate
alınarak değerlendirilmesi ve hasıl olacak sonuca ve vicdani kanaate göre davacıya ödenmesi
gereken bir bedel varsa miktarı takdir olunup, belirlenerek davalı iş sahibinden tahsiline karar
verilmesinden ibarettir.
Yerel Mahkemece; sonucu itibariyle aynı yönde bulunan Özel Daire bozma kararına uyulması
gerekirken, yukarıda açıklanan hususlar üzerinde durulmaksızın, eksik incelemeyle ve alınan
bilirkişi raporundaki değerlendirmeler dahi göz ardı edilerek, salt, teklif ve sözleşme tarihi ile
onları izleyen dönemlerdeki döviz kurları değerlendirilmek suretiyle kurulmuş olan önceki
kararda direnilmesi, usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
Sonuç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen
nedenlerden dolayı HUMK'nın 429. maddesi gereğince (BOZULMASINA), istek halinde temyiz
peşin harcının geri verilmesine, 20.09.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E:2006/14-692
K:2006/702
T:08.11.2006
GÖREVLİ MAHKEME
MÜDDEABİHİN DEĞERİ
TAPU İPTALİ VE TESCİL
1086 s. HUMKm. 1,2
743 s. MK m. 642
4721 s. MK m. 716
818 s. BK m. 22, 213
Taraflar arasındaki "gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali, tescil"
davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Manavgat Sulh Hukuk Mahkemesi)nce davanın
kabulüne dair verilen 27.07.2005 gün ve 148-655 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili
tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Ondördüncü Hukuk Dairesinin 23.01.2006 gün ve
2005/10552 E. 2006/96 K. sayılı ilamı ile; (...Dava, taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesine dayalı
tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Dava 22.02.2005 tarihinde Sulh Hukuk Mahkemesinde
açılmış, bu mahkemece de davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dava dilekçesinde davanın değeri 1.000 YTL olarak gösterilerek 223 ada 5 parsel sayılı taşınmaz
tapusunun 1/2 hissesinin iptali ile davacı adına tescili istenmiştir.
38 Sözleşmeye konu taşınmazın tamamının davanın açılarak mülkiyetin aktarılması istenen
22.02.2005 tarihinde 1.000 YTL değerinde olduğunu kabul etmek hayatın olağan akışına uygun
düşmeyeceği gibi yapılan keşifle de değerin 46.149,30 YTL olduğu belirlenmiştir. Kaldı ki;
sözleşmenin tarafı olan kişiler, kamu düzenine ilişkin olan mahkemenin görevini belirler şekilde
sözleşme yapamazlar. Taşınmazın bu son değeri esas alınarak görevsizlik kararı verilmesi yerine
salt sözleşmede ve dava dilekçesinde yazılı bedele bakılarak harç kaybına da neden olacak
şekilde işin esası yönünde karar verilmesi doğru görülmediğinden hükmün bozulması
gerekmiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama
sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz Eden: Davalı vekili
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve
dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
Bu tür davalara uygulamada ferağa icbar davaları da denilmektedir.
Kaynağını Borçlar Kanununun 22. maddesinden alan taşınmaz satış vaadi sözleşmeleri, Borçlar
Kanununun 213. maddesi ile Medeni Kanunun 706 ve Noterlik Kanununun 89. maddeleri
hükümleri uyarınca noter önünde resen düzenlenmesi gereken sözleşmedir. Bir başka anlatımla
geçerliliği resmi şekil şartına bağlı kılınan ve iki tarafa borç yükleyen, kişisel hak meydana
getiren sözleşmelerdendir.
Vaad alacaklısı, taşınmaz satış vaadi sözleşmesi ile mülkiyet geçirim borcu yüklenen satıcıdan,
edimini yerine getirmediğinde dava tarihinde yürürlükte bulunan Türk Medeni Kanununun 716.
maddesi (743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin 642.md.) uyarınca açılacak tapu iptali ve tescil
davası ile edimin hükmen yerine getirilmesini isteyebilir.
Satış vaadi sözleşmesinden kaynaklanan tapu iptali ve tescil davalarının kabulü için öncelikle
aranacak unsurlardan birisi, sözleşmenin ifa olanağının bulunup bulunmadığının araştırılmasıdır.
Ancak, Yüksek özel Daire görev yönünü öncelikle incelediğinden, diğer yönler inceleme konusu
yapılamamıştır. Bu nedenle sözleşmenin geçerlilik şartları irdelenmemiştir.
Bilindiği üzere; mahkemelerin görevi kanunla belirlenir (Anayasa 142.md.; HUMK.md.1/1)
HUMK. m. 1/2; "Görev dava olunan şeyin değerine göre belirtilmiş ise, görevli mahkemenin
tespitinde, davanın açıldığı gündeki değer esas tutulmak üzere aşağıdaki maddeler hükümleri
uygulanır. Faiz, icra tazminatı ve giderler görevin tespitinde hesaba katılmaz" hükmünü amirdir.
HUMK.nun 1/2 maddesi; kaideyi koymuş ve görevin belirlenmesinde davanın açıldığı gündeki
değerin esas alınması gerektiğini vurgulamıştır.
HUMK.nun 1. maddesi 26.02.1985 gün ve 3156 sayılı Kanun ile değiştirilerek, yukarıda
açıklanan şeklini almıştır.
HUMK.na göre; müddeabihi paradan başka bir şey olan davalarda iki taraf müddeabihin
değerinde uzlaşmazlarsa, müddeabihin davanın açıldığı gündeki değeri mahkemece tayin ve
takdir olunur.(m.2/2)
Doktrinde bir kısım yazarlar bu hükümden hareketle iki tarafın müddeabihin değerinde
uzlaşmaları halinde mahkemenin görevinin bu uzlaşılan değere göre belirleneceği mahkemenin
bu değere bağlı olduğu, resen kıymet takdirine başvuramayacağı, mahkemenin müddeabihin
değerinin tarafların uzlaştıktan değerden farklı olduğunu tespit etse bile buna dayanarak
görevsizlik kararı veremeyeceği düşüncesindedirler.
HUMK.nun 2. maddesi, Nöşatel Usul Kanununun ikinci maddesinden alınmıştır, 1. ve 3. fıkralar
Nöşatel Kanunundaki ile aynıdır. Nöşatel Usul Kanununun 2. maddesinin 2. fıkrası ise şöyledir;
"Müddeabih paradan başka bir şey veya hak ise davanın açıldığı mahkeme, sözlü ve basit
duruşmadan (duruşmaya tarafları dinlendikten) sonra müddeabihin değerini takdir eder."
Görüldüğü gibi; Nöşatel Usul Kanununda bizdeki "iki taraf kıymetinde uzlaşmazlarda" deyimi
yoktur. Nöşatel Usul Kanununa göre; Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olup, taraflar
anlaşma ile bunları değiştiremezler.
39 Bundan da anlaşıldığı gibi, kanunu tercüme edenler, Nöşatel Kanunundaki "apres debat"
deyimini, HUMK.nun m.2/ll'ye "iki taraf kıymetinde uzlaşmazlarsa" şeklinde tercüme etmişler ve
fıkra bu şekilde kanunlaşmıştır.
Bu nedenle, md.2/ll hükmünün, Nöşatel kanunundaki gibi anlaşılması gerekir. (Prof.Dr.Baki
Kuru, HMUK., 6. baskı, 2001. c.3, s. 168 vd.) Çünkü, "Kanunlarımızı yorumlarken kendi
metinlerimizi gözönünde tutmakla beraber yorumlarda... bunların asıllarına da bakmaktan
vazgeçemeyiz."28.11.1945 n ve 1945/13 Esas, 15 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme
Karan; 20.09.1950 gün ve 1950/4 Esas, 10 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı)
Bu açıklamaya göre iki taraf müddeabihin kıymetinde uzlaşsalar bile mahkemenin res'en
müddeabihin değerini takdir etmesi ve görevli olup olmadığını kendi takdir ettiği değere göre
karara bağlaması gerekir. Çünkü, görev kuralı kamu düzenine ilişkindir ve bu nedenle hakim
tarafından davanın her aşamasında kendiliğinden nazara alınır. Taraflar görev konusunda anlaşma
yapamazlar.
Olayımızda; satış vaadi sözleşmesi yapılmıştır. İsminden de anlaşılacağı gibi ortada bir
sözleşme vardır ve iki taraflı sözleşmedir. İki tarafa da hak ve vecibeler yüklenmektedir. Bu
sözleşmede taraflar taşınmazın değerini de belirlemişlerdir. Sözleşmeye müdahale edilmemesi
genel kuraldır. Zaten yıllarca tarafların tespit ettikleri bu değere mahkemelerce müdahalede
bulunulmamıştır. Mahkemelerin görevleri tespit edilen bu değere göre belirlenmiştir. Yargıtay
Özel Daireleri ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da içtihatlarını bu yolda geliştirmişlerdir.
Ancak; Satış vaadi sözleşmesine dayanılarak elde edilmesi istenilen hak tapu iptali ve tescildir.
Sözleşmenin asli unsurunu tapu iptali ve tescil oluşturmaktadır. Sözleşme ile elde edilmek
istenilen nihai talep iptal ve tescildir. Tatbikatta görüldüğü gibi, bu talep, bazen çok uzun yıllarca
yapılmamaktadır. Taşınmaz vaad olunana teslim edilmişse zamanaşımı da işlemeyeceğinden,
taraflar tescil talebinde bulunmamaktadır. Çok zaman 20-30 yıl sonra talepte
bulunabilmektedirler. Bazen de sözleşmede onlarca taşınmazın satışı vaat edilmektedir. 20-30 yıl
önce veya onlarca taşınmazın satışının vaad edildiği sözleşmelerde gösterilen değerler yeni açılan
davalarda çok cüzzi kalmaktadır.
Uzun yıllar suren yüksek enflasyon ve tarafların satış bedelini sözleşmede bilerek düşük
göstermeleri ihtimali nazara alındığında taşınmazın değerinin dava tarihine göre belirlenmesi
gerekmektedir.
Hakim yapacağı keşifte dinleyeceği bilirkişilere taşınmazın değerini tespit ettirecektir.
Tespit edilen bu değere göre hem mahkemenin görevi tayin edilecek, hem de noksan harç ikmal
ettirilecektir. Bu durumda sözleşmeye müdahaleden de söz edilemeyecektir. Kamu düzeninden
olan bu husus tarafların insiyatifine bırakılmadan, hakim tarafından resen yerine getirilmiş
olacaktır. Harçlar Kanununun 16. maddesi de, müdahalenin meni, tescil ve tapu iptali gibi
taşınmazın aynını ilgilendiren davalarda, taşınmazın değerinin esas alınacağını öngörerek
görüşümüzü teyit etmektedir. Harç kaybı da böylece önlenmiş olacaktır.
Benzer hukuki durumlardan olan, şufa ve tenkis davalarında, yıllar önce ilgili Özel Daireler
içtihatlarını değiştirerek taşınmazların değerlerinin yeniden belirlenmesini içtihat etmişler,
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da bu değişime haklı olarak onay vermiştir.
Özel Daire ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu yukarıda açıklanan nedenlerle; Eski kararlarından
dönerek, yeni oluşuma göre kararını değiştirme gereğini duymuşlardır.
Somut olayda; satış vaadi sözleşmesi 18.03.2004 tarihinde yapılmış, dava ise 22.02.2005
tarihinde açılmış, sözleşmeye konu taşınmazların değeri 1.000 YTL olarak gösterilmiş, yapılan
keşif sonucu alınan bilirkişi raporuna göre; davaya konu taşınmazın dava tarihi itibari ile rayiç
değerinin 46.149.300.000 TL. olduğu saptanmıştır.
Yukarıdan beri izah edilen nedenlerle ve Özel Dairenin bozma gerekçesinde açıkladığı hususlar
da nazara alınarak bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve
yasaya aykırıdır. Bu nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 29.03.2006 gün ve 2006/14-91-115 sayılı ilamı, 12.04.2006
gün ve 2006/14-95-158 sayılı ilamı ve 31.05.2006 gün ve 2006/14-330-332 sayılı ilamında da
aynı ilkeler benimsenmiş ve Yargıtay'ın görüşünün bu yönde olduğu iyice pekiştirilmiştir.
40 Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma
kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince
(BOZULMASINA), istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 08.11.2006 gününde
oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E:2007/1-911
K:2007/954
T:05.12.2007
İMZA
SAHTE VEKALETNAME
TAPU İPTALİ VE TESCİL
Özet
VEKALETİN VERİLDİĞİ TARİHTE YÜRÜRLÜKTE BULUNAN 3456 SAYILI NOTER
KANUNU'NUN 38. MADDESİNDE İMZA ATMASINI BİLMEYENLERİN KENDİLERİNE
AİT MÜHÜR KULLANABİLECEKLERİ, MÜHÜR BULUNMADIĞI TAKDİRDE PARMAK
İZİNİN ALINACAĞI BELİRTİLMİŞTİR. BU NEDENLE, VERİLEN VEKALETNAMEDE
MÜHRÜN BASILMIŞ OLMASI YETERLİDİR.
1512 s. Yasa m. 38
Taraflar arasındaki "tapu iptali ve tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Batman
İkinci Asliye Hukuk Mahkemesi)'nce
davanın kabulüne dair verilen 30.11.2005 gün ve 2005/508-637 sayılı kararın incelenmesi
davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Birinci Hukuk Dairesi'nin 06.07.2006
gün ve 2006/5174-7966 sayılı ilamı ile; (...Dava, tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden, çekişme konusu 110 parsel sayılı taşınmazdaki davacı
payının 21.12.1965 tarihli akitle ve Batman Noterliği'nce düzenlenen 03.07.1963 tarih 1971
yevmiye nolu vekaletname ile davalıların miras bırakanına temlik edildiği görülmektedir.
Davacı, anılan temlik işleminde kullanılan vekaletnamenin hatalı olduğunu ileri sürerek eldeki
davayı açmıştır.
Gerçekten de işlemde kullanılan vekaletnamede davalının okuma yazma bilmediğinden bahisle
mühür kullandığı, ancak parmak izinin alınmadığı anlaşılmaktadır. Söz konusu vekaletnamenin
bu şekliyle Noterlik Mevzuatı'nın 75. maddesine aykırı olarak düzenlenmiş olduğu kuşkusuzdur.
Ne var ki, temlik işleminden bu yana 40 yıla yakın bir süre geçmiştir. Akdin ifa edilmesi intikal
işlemlerinin tamamlanması taşınmazın davalıların zilyetliğinde bulunduğu dikkate alındığında, bu
kadar süre sonra eldeki dava ile şekil eksikliğinden bahisle dava açılmasının Türk Medeni
Kanunu'nun 2. maddesinde öngörülen dürüstlük kuralı ile bağdaşmayacağı kuşkusuzdur
(Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 11.03.1953 tarih 9/12778; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
24.03.1965 tarih 562/125).
41 Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm
kurulması doğru değildir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan
yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz Eden: Davalılar vekili Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde
temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava;
sahtecilik hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
Davacı vekili, 110 parsel sayılı taşınmazındaki davacı payının, davacı adına düzenlenen sahte
vekaletname ile Esma tarafından oğlu Muhittin'e satıldığını, oysa okuma yazma bilmeyen
davacının Esma'ya böyle bir vekalet vermediğini, vekaletnamede parmak izinin bulunmadığını,
dolayısı ile vekaletnamenin sahte olduğunu ileri sürerek Muhittin mirasçıları adına kayıtlı
tapunun satılan hisse oranında iptaline, davacı adına tesciline karar verilmesini talep ve dava
etmiştir.
Davalılar vekili, davanın haksız ve hukuka aykırı olup, satışın geçerli olduğunu ileri sürerek
davanın reddini savunmuştur.
Yerel mahkeme; davanın kabulüne, yolsuz tescile dayanan ve geçersiz olan işlemin iptaline, dava
konusu taşınmazın tapu kaydının davacının hissesi oranında iptaline, davacının hissesi oranında
adına tapuya kayıt ve tesciline karar vermiş, davalılar vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel
Daire'ce yukarıdaki gerekçe ile bozulmuş, yerel mahkeme kanunda hak düşürücü veya
zamanaşımı süresi bulunmadığı, MK'nın 2. maddesinde öngörülen dürüstlük kuralı ile
bağdaşmayacağı gerekçesi ile davanın reddedilemeyeceği gerekçesi ile kararında direnmiştir.
Esma, 03.07.1963 tarihinde Cemile tarafından kendisine verilen vekalete dayalı olarak dava
konusu taşınmazdaki davacı hissesini oğlu Muhittin'e satmıştır.
Vekaletin verildiği tarihte yürürlükte bulunan 3456 sayılı Noter Kanunu'nun 38. maddesi
"Alakalılarla şahit ve muarrifler ve tercümanın imza koymak bilmedikleri ve mühür ve hususi
işaretleri de olmadığı takdirde sol ellerinin baş parmağı bastırılarak üzerine sahiplerinin öz ve
soyadları yazılır ve noter tarafından kağıda şerh verilerek altı tasdik ve imza olunur." şeklindedir.
Madde metninden de açıkça anlaşılacağı üzere, burada mühre öncelik tanınmış olup, mührün
bulunmadığı hallerde parmak izinin alınacağı belirtilmiştir.
Kaldı ki, somut olayda vekaletname noter tarafından okunup, altı imzalanıp mühürlendiğine göre,
bu durum işlemin ve mührün tasdikini de kapsamaktadır
O halde, davacı tarafından Esma'ya verilen vekaletnamede davacının parmak izi olmamakla
birlikte sadece mührünün basılmış olması yeterli olup, sahteliği başka şekilde de ispatlanamayan
ve ileri sürülmeyen vekaletname ve buna bağlı olarak yapılan satış geçerlidir.
Bu nedenle direnme kararı isabetsiz olup, bozulmalıdır.
Sonuç: Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen
nedenlerden dolayı HUMK'nın 429. maddesi gereğince (BOZULMASINA), istek halinde temyiz
peşin harcının geri verilmesine, 05.12.2007 gününde oybirliği ile karar verildi.
42 T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E:2007/13-914
K:2007/964
T:12.12.2007
ARAÇ SATIŞI
MÜLKİYETİN İNTİKALİ
AİDİYET TESPİTİ DAVASI
Özet Taraflar arasında noterde yapılan geçerli satış sözleşmesiyle araç satışı gerçekleşmiş, söz
konusu araç davalı alıcıya teslim edilmiştir. Bu aşamada, aracın trafik tescili işleminin
yaptırılmamasından dolayı vergi ve cezaların gelmesini önlemek isteyen araç satıcısının,
mülkiyetin davalıya geçtiğinin tespitini istemekte hukuki yararı vardır.
Taraflar arasındaki "Mülkiyet Tespiti" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir
Asliye 10. Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 16.5.2006 gün ve 2006/48-126
sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk
Dairesinin 16.11.2006 gün ve 2006/10349-15075 sayılı ilamı ile,
(...Davacılar murislerinden kalan trafikte kayıtlı aracı davalıya noterde düzenlenen kati satış
sözleşmesi ile satıp teslim ettikleri halde davalının trafikte kendi adına tescilini yaptırmadığını
bildirerek mülkiyetin davalıya geçtiğinin tesbitine karar verilmesini talep etmişlerdir. Davalı
davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacılar tarafından temyiz edilmiştir.
Davacıların, trafikte murisleri adına kayıtlı aracı 27.10.1992 tarihli noterde düzenlenen satış
sözleşmesi ile davalıya satıp teslim ettikleri halde, aracın trafikte kaydının davalı üzerine intikal
ettirilmemesi nedeniyle, aracın vergi ve cezalarının davacılar adına gelmesinden dolayı, aracın
mülkiyetinin davalıya geçtiğinin tesbiti için bu davayı açmışlardır. 2918 Sayılı Kanunun 20/d
maddesi uyarınca, trafikte kayıtlı araçların satışı resmi şekilde yapılması halinde geçerli olacaktır.
Aracın satışına ilişkin noterde düzenlenen sözleşme geçerli ise de, aracın trafikteki kaydının
davalı adına yapılması idari bir işlemi gerektirdiğinden, ayrıca trafik tescil bürolarına
başvurulması gerekmektedir. Taraflar arasında noterde yapılan geçerli satış sözleşmesi ile araç,
davalıya teslim edilerek sözleşmenin 5. maddesine göre de, alıcının trafikte aracı kendi adına
kayıt ve tescil ettirmek hakkına haiz olduğunu bildirildiği halde, davalı aradan geçen süreye
rağmen trafik kaydını üzerine almadığı için bu yüzden aracın vergi ve cezalarının davacılar adına
gelmeye devam ettiğinden davacılar satış sözleşmesi ile aracın mülkiyeti davalıya geçtiğinin
tespitini istemekte hukuki yararlan vardır. Öyle olunca davacıların davalarının kabulüne karar
verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup
bozmayı gerektirir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan
yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve
dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında
açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma
kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle
direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile,direnme kararının Özel Daire bozma
kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK'un 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA,
istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, birinci görüşmede çoğunluk
sağlanamadığından, 12.12.2007 gününde ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Dava, davacılar tarafından resmi şekle uygun sözleşmeyle davalıya satılmış olan aracın
mülkiyetinin, bu satışla birlikte davalı alıcıya geçmiş bulunduğunun tespiti istemine ilişkindir.
43 Davacılar vekili, trafikte davacılar adına kayıtlı 3...627 plaka sayılı aracın, noterde düzenlenen
27.10.1992 tarihli satış sözleşmesiyle davacılar tarafından davalıya satılıp teslim edildiğini,
ancak, vergi dairesinden 2004 yılında gelen ödeme emrinden, araç kaydının hala davacılar
üzerinde bulunduğunun öğrenildiğini; bunun üzerine davacıların 8.2.2005 günlü dilekçeyle trafik
kaydının silinmesi ve alıcı adına tescili istemiyle İzmir Trafik Tescil Şube Müdürlüğüne
müracaatta bulunduklarını, 21.11.2005 tarihli yazı cevabıyla, aracın alıcısı adına tescil
edilebilmesi için noter satış senedi ve mülkiyetin alıcıya geçtiğine dair mahkeme karan ile birlikte
başvurulması gerektiğinin davacılara bildirildiğini; kanun gereği satış sözleşmesiyle birlikte
mülkiyetin alıcıya geçtiğini, tescil işleminin bildirici nitelikte bulunduğunu ileri sürerek, araç
mülkiyetinin davalıya intikal etmiş olduğunun tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı davaya cevap vermemiş; duruşmada, davayı kabul etmediğini bildirmiştir. Yerel
Mahkeme; davacıların dava konusu aracı geçerli sözleşmeyle davalıya satıp teslim ettikleri; 2918
Sayılı Karayolları Trafik Kanununun 20. maddesine göre, noterin bu satışı 15 gün içerisinde ilgili
tescil kuruluşu ve vergi dairesi müdürlüğüne bildirmekle yükümlü bulunduğu; noterin bildirimi
üzerine satış sözleşmesinin düzenlendiği tarih itibarıyla vergi mükellefiyeti sona erdirilip, yeni
malik adına mükellefiyet tesisinin gerektiği, davacıların usulüne uygun satış yapmasıyla birlikte
satış tarihi itibarı ile mülkiyetin davalıya geçtiği, mülkiyetin geçirilmesi bakımından davacılara
düşen bir görevin bulunmadığı, görevin satışı yapan notere, alan kişiye ve noter bildirimi üzere
gereğini yapması gereken ilgili müdürlüklere ait bulunduğu, bu durumda, satışın geçerli
olduğunun ve mülkiyetin davalıya geçtiğinin tespitine yönelik bir dava açılmasına gerek olmadığı
gibi, açılan davada mülkiyetin tespitine ve alıcı adına tesciline yönelik bir hüküm kurulmasına da
gerek bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiş; hüküm Özel Dairece metni
yukarıda bulunan ilamla bozulmuş; Yerel Mahkeme gerekçesini tekrarlayarak ve genişleterek
önceki kararında direnmiştir.
Bozma ve direnme kararlarının içerik ve kapsamlarına göre Hukuk Genel Kurulu önüne gelen
uyuşmazlık; mülkiyeti davalı alıcıya devreden resmi satış sözleşmesine rağmen, davalı alıcının
aracı kendi adına tescil ettirmemiş ve kaydın davacılar üzerinde kalmış olması karşısında; Yerel
Mahkemenin, eldeki davada, mülkiyetin davalıya geçmiş bulunduğunun tespiti yönünde karar
vermesinin gerekli olup, olmadığı noktasında toplanmaktadır. Davaya konu 3...627 plaka sayılı
Skoda Marka 1964 model kamyonetin, 28.8.1986 tarihinde davacıların miras bırakanı Niyazi
adına trafiğe kaydedildiği, miras bırakanın 1983 yılında ölümünden sonra 7.3.1991 tarihinde
intikal suretiyle davacılar adına tescil olunduğu ve Bornova 3. Noterliğinde resen düzenleme
şeklinde yapılan 27.10.1992 tarihli satış sözleşmesiyle, davacılar tarafından davalıya satılıp,
teslim edildiği çekişmesizdir. Dosya kapsamından; 1992 yılında resmi şekle uygun olarak
düzenlenen bu satış sözleşmesine ve aracın sözleşmeyle birlikte davalıya teslim edilmiş olmasına
rağmen, davalının aracı trafikte kendisi adına tescil ettirmediği, kaydın davacılar üzerinde
kaldığı, bu nedenle 2004 yılında aracın vergi borcuyla ilgili olarak davacılara ödeme emri
gönderildiği; davacıların, satış sözleşmesine dayanarak ödeme emrine itiraz ettikleri, ancak, ilgili
vergi dairesinin, trafik kaydında aracın davacılar üzerinde görünmesinden dolayı vergiden
sorumlu bulundukları yönünde cevap verdiği; davacıların bu cevap üzerine, İzmir Valiliği
Emniyet Müdürlüğü'ne 8.2.2005 günlü dilekçeyle başvurarak, aracın davalı adına tescilini
istedikleri; kendilerine gönderilen 21.11.2005 günlü yazı cevabında, aracın alıcısı adına tescili
konusunda gerekli değerlendirmeler yapılmak üzere, satış sözleşmesiyle ve ayrıca mahkeme
kararı ile birlikte başvurulması gerektiğinin bildirildiği; davacıların bu yazı içeriğini, taleplerinin
zımnen reddi mahiyetinde görerek, zımni ret kararının iptali ve aracın alıcısı adına tescili
istemiyle İdare Mahkemesinde dava açtıkları, davanın İzmir 4. İdare Mahkemesi'nin 2005/615
esas sayılı dosyasıyla görülmesine başlandığı anlaşılmaktadır. O davanın aşaması veya akıbeti
hakkında, eldeki dava dosyasında herhangi bir bilgi veya beyan mevcut değildir. Bu noktada,
konuya ilişkin yasal düzenleme hakkında kısa bir açıklama yapılmasında yarar görülmüştür:
18.10.1983 tarihinde yürürlüğe girmiş olan 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 20.
maddesinin (d) fıkrası, aynen "Tescil edilmiş araçların her çeşit satış ve devirleri, araç sahibi
adına düzenlenmiş tescil belgesi esas alınarak, noterlerce yapılır ve bu satış noterlerce tescil
44 belgesine tarih konularak ve tasdik edilmek suretiyle işlenir. Noterlerce yapılmayan her çeşit satış
ve devirler geçersizdir.Ayrıca tescil edilmiş araçların satış ve devirleri noterlerce, sicillerine
işlenmek üzere en geç müteakip iş günü içinde ilgili tescil kuruluşuna bildirilir." hükmünü
taşımakta idi. Görüldüğü üzere, maddenin bu metnine göre; araç satışına ilişkin resmi şekle
uygun sözleşmeyi düzenleyen noterin, satış sözleşmesini, aracın siciline işlenmek üzere en geç
müteakip iş günü içerisinde ilgili tescil kuruluşuna bildirme yükümlülüğü bulunmaktadır. Madde
metninde 28.3.1985 tarih ve 3176 Sayılı Kanun ile yapılan değişiklikte de noterlerin tescil
kuruluşuna bildirim yükümlülüğü aynen korunmuş, sadece, bildirim süresi yedi iş gününe
çıkartılmıştır.
Taraflar arasında davaya konu araçla ilgili satış sözleşmesinin düzenlendiği 27.10.1992 tarihinde
bu metin yürürlüktedir. Başka bir ifadeyle, satış sözleşmesinin yapıldığı tarihte, sözleşmeyi yapan
noterin, satış sözleşmesini en geç yedi iş günü içerisinde ilgili tescil kuruluşuna bildirme
konusunda Kanundan kaynaklanan bir yükümlülüğü bulunmaktadır. İzmir Emniyet
Müdürlüğünün Yerel Mahkemeye gönderdiği 11.4.2006 tarihli yazısında yer alan "...Aracın
Bornova 3. Noterinin 27.10.1992 tarih ve 53685 sayılı satış sözleşmesi ile... adresini beyan eden
Hüseyin adına satışının yapıldığı, ancak şahsın aracı kendi adına tescil ettirmediği, halen
kaydının Süheyla ve ortakları adına tescilli olduğu dosyasının tetkikinden anlaşılmış olup..."
şeklindeki ifadeden, satış sözleşmesinin ilgili noterce Trafik Tescil Şube Müdürlüğüne bildirilmiş
olduğu, ancak, alıcı davalının aracı kendi üzerine tescil ettirmediği, o nedenle araç kaydının
davacılar üzerinde kaldığı açıkça anlaşılmaktadır.
Buraya kadar yapılan açıklamaların ortaya koyduğu sonuç şudur: Taraflar arasında, davacılara ait
aracın davalıya satılması konusunda; 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 20. maddesinin
(d) fıkrasının emrettiği resmi şekle uygun olarak, 27.10.1992 tarihli satış sözleşmesi düzenlenmiş
ve sözleşme, noter tarafından ilgili tescil kuruluşuna bildirilmiştir. Tescil kuruluşunun (İzmir
Emniyet Müdürlüğü Trafik Tescil Şube Müdürlüğünün), bu bildirime ve hatta davacıların satıştan
uzun bir süre sonra verdiği 8.2.2005 günlü dilekçeye rağmen, aracı davalı alıcı adına tescil
etmediği ve bu yönde işlem yapmak için, satış sözleşmesiyle birlikte mahkeme kararının ibrazını
şart koştuğu anlaşılmaktadır. Belirtilmelidir ki; yukarıda değinilmiş olan, trafiğe kayıtlı araç
satımına ilişkin yasal düzenleme uyarınca, resmi şekle uygun olarak düzenlenen satış
sözleşmesiyle birlikte araç mülkiyeti alıcısına geçer; mülkiyetin devriyle ilgili olarak trafik
kaydında ilgili idarece yapılacak işlem, inşai (kurucu) değil; izhari (bildirici) niteliktedir.
Dolayısıyla, böylesi bir işlemin yapılmamış olması, mülkiyetin alıcıya geçmediğinin kabulünü
gerektirmez. Somut olayda, taraflar arasındaki 27.10.1992 tarihli satış sözleşmesiyle birlikte araç
mülkiyeti, o tarih itibariyle davalı alıcıya geçmiştir. Davalı alıcının, aracı kendisi adına tescil
ettirmek üzere ilgili tescil kuruluşuna başvurmamış olması, sözleşme tarihi itibariyle Kanun
gereği kendiliğinden oluşan bu sonuca etkili değildir.
Hal böyle olunca, somut olayda davacıların yapması gereken, mülkiyetin devrini sağlayan satış
sözleşmesini ibraz etmek suretiyle, sözleşme tarihinden itibaren geçerli olmak üzere araç
kaydının kendileri üzerinden terkinini ve aracın davalı adına tescilini dava dışı İzmir Emniyet
Müdürlüğü Trafik Tescil Şube Müdürlüğünden istemek; bu istek reddedildiği takdirde, idari
işlem niteliğinde olacağı açık bulunan bu ret işlemine karşı, idari yargıda iptal istemiyle dava
açmaktır.Nitekim, davacıların eldeki davadan önce, 8.2.2005 günlü dilekçeyle idareye bu yönde
bir başvuruda bulundukları; hatta, zımni ret niteliğinde gördükleri işlemin (21.11.2005 günlü yazı
cevabının) iptali istemiyle, İzmir 4. İdare Mahkemesinin 2005/615 esasında kayıtlı davayı
açtıkları dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Davacıların idari yargıdaki o davanın
sonuçlanmasını beklemeleri gerekirken; satış sözleşmesindeki alıcı tarafı hasım göstermek
suretiyle, mülkiyetin davalıya geçmiş bulunduğunun tespiti istemiyle adli yargıda açtıkları eldeki
dava dinlenebilir (mesmu) değildir.Yerel Mahkemenin aynı gerekçeye dayalı direnme kararının
usul ve yasaya uygun bulunduğu ve onanması gerektiği görüşünde olduğumdan, sayın
çoğunluğun aksi yöndeki görüşüne katılmıyorum.
Zeki AKAR Birinci Başkan Vekili
45 YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ KARARLARI
T.C.
YARGITAY
BİRİNCİ HUKUK DAİRESİ
Esas No : 1974/1497
Karar No : 1974/2061
Tarih : 26.03.1974
• VEKALETNAME DÜZENLENMESİNDE HATA ÖZET : Satış esas tutulan vekaletname sahte değildir. Davacı ile nikahsız kocasının notere bir
vekaletname tanzim ettirmek maksadıyla gittikleri, noterin davacının nikahsız kocasına satış
yetkisini veren bir vekaletname tanzim ettiği; davacının önce vekile böyle bir yetki verilmesine
razı olmadığını söylediği halde satış bedelinin kendisine ödenmesi kaydıyla itirazından
vazgeçerek vekaletnameyi imza ettiği anlaşılmaktadır. Bu şekilde düzenlenen vekaletnamede
davacının hataya düşürüldüğü, davalının vekil ile birlikte hareket ederek böyle bir
vekaletnamenin alınmasını sağladığı, vekil ile davalı arasında hileli satıştan yarar sağlayacak
yakın bir ilişkinin mevcut olduğu tesbit edilemediğine göre davanın reddi gereklidir.
T.C.
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi
E:1983/13715
K:1983/13784
T:19.12.1983
DAVA : Taraflar arasında görülen davada; davacı vekili, 11274 parsel sayılı Taşınmazın
müvekkiline ait 1/2 yarı yapına ilişkin olarak davalılardan Yusuf'a yapılan temlikte kullanılan
vekaletnamenin sahte olduğunu, böylece temlikin yokluk ifade ettiğini ileri sürerek, tapu iptal ve
tescil isteğinde bulunmuştur. Davalı taraf, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, Davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararın temyizen incelenmesi
süresinde davalı Yusuf vekili tarafından istenilmekle; dosya incelendi, gereği görüşülüp
düşünüldü:
KARAR : Davacı, 11274 parsel sayılı taşınmazın kendisine ait davaya konu payının
sahte vekaletnameye dayanılarak vekil aracılığıyla davalı Yusuf'a temlik edildiğini ileri sürüp,
temliki tasarrufun iptalini istemiştir.
Davalı, iddianın doğru olmadığını savunmuş, MK.nun 931. maddesi hükmünce
iyiniyetinin korunması gerektiğini bildirmiştir. Davacının kayden maliki bulunduğu dava konusu
payın davalıya satış yoluyla temlikinde kullanılan 12.5.1978 tarihli vekaletnamenin davacı
yönünden bir hüküm taşımayan sahte vekaletnamenin davacı yönünden bir hüküm taşımayan
sahte vekaletname olduğu kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanıtlanmıştır. Bu itibarla
mahkemenin sahtelik iddiası hakkındaki değerlendirmesi ve kabulü dosya içeriğine, toplanan
delillere, uygundur ve doğrudur. Öte yandan, olayda davalının MK.nun 931. maddesi hükmünde
yararlanmasına yasal olanak bulunmadığı gerek öğretide, gerekse yargısal uygulamada açıkça
46 vurgulanmıştır. Nitekim bu görüş ve düşünce öğretide "iyiniyet, tapu sicilindeki kaydın
doğruluğuna ilişkin olmalıdır. Tapu sicilinin kapsamı içine girmeyen konulara ait iyiniyet
durumu, bu madde hükmü ile korunamaz. Sahte bir vekaletnameye dayanılarak yapılan satış
işleminde alıcı bu maddeye dayanmak suretiyle iktisabın geçerli olduğunu ileri süremez.
Tasarrufta bulunan kişinin hukuki yeteneği, kimliği, temsile olan yetkisi gibi kişisel özelliklerin
bu maddede sözü edilen iyiniyetli korunma ile ilgisi yoktur" denilerek ifade edilmiş; (Homberger,
S. 416-418, Çev. Bertan). Hukuk Genel Kurulu'nun 12.10.1968 tarih, 1967/1-21 esas, 687 sayılı
kararında da "Tapulu gayrimenkul mülkiyetinin başka bir şahsa geçmesi hukukun geçerli
tasarrufa dayanan tescil işleminin mevcudiyetini gerektirir. Gayrimenkul mülkiyetini nakleden
akitler sebebe bağlıdır. Sebep mevcut olmadıkça mülkiyetin nakledilmiş olduğu düşünülemez.
Satış suretiyle mülkiyet hakkının nakledilmiş olduğu ve davalının gayrimenkulü iktisap ettiği
ancak geçerli bir akdin ve tasarrufun mevcut olması halinde kabul olunabilir. Olayda ne
davacının ve ne de vekilinin yaptığı geçerli bir satış akti bulunmamaktadır. Tescil gerçek satışa
değil, sahte vekaletname ile yapılmış satışa dayanmakta olup sebep ve illetten mahrumdur. O
halde, olayda davalının gayrimenkulü iktisap ettiği düşünülemez. İktisap mevcut olmayınca
davalının iyi niyetli olması sonucu değiştiremez. Davalı, tapu kaydına iyi niyetle dayanan kimse
durumunda değildir. Sadece noterin yaptığı vekaletnameye dayanan bir kimse durumundadır.
Vekaletnameye dayanan bir kimsenin iyi niyetli bulunması MK.nun 931. maddesinin kapsamına
giremez. Sebep ve illetten mahrum bu tescilde davalının iyi niyetli olduğu kabul edilse dahi
aslında bu iyi niyet mevcut olmayan tasarrufa hukuki bir sonuç veremez. Olayda MK.nun 931.
maddesi uygulanamaz" şeklinde yerini almıştır.
SONUÇ : O halde, mahkemece davanın kabulüne karar verilmesi doğrudur. Davalının
temyiz itirazı yerinde değildir, reddiyle usul ve yasaya uygun bulunan hükmün ONANMASINA,
19.12.1983 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi
E:1987/6593
K:1987/9335
T:22.10.1987
SAHTE VEKALETNAME HATA-HİLE
Davacı, temliki sağlayan vekaletnamenin kendisine okunmadığını veya değişik şekilde
okunduğunu ileri sürerek sahteliğini iddia etmedikçe, hata ve hileye düşürüldü günden söz
ederek tanık dinletemez.
818 s. BK. m. 23, 24, 28
Taraflar arasında görülen tapu iptali, tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın
reddine ilişkin olarak verilen karar, davacı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edildiğinden;
dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü
Davacı vekili, ileri derecede yaşlı (80 yaşında) ve hasta olan müvekkilini, üvey evladı
bulunan davalılardan Mustafa'nın ~maaşınla ilgili evrak düzenlemesi gerekiyor" diyerek notere
götürdüğünü ve ondan (müvekkili davacıdan) hile ile hataya düşürüp, diğer davalı Mehmet'i vekil
tayin eden 6.4.1983 günlü vekaletnameyi aldığını, daha sonra maaş ile ilgili evrak düzenleniyor
zannedilerek imzalanan vekaletnamenin kullanılması suretiyle müvekkiline ait çekişmeli payın
47 mülkiyetinin iş ve elbirliği içerisinde Mustafa'ya geçirildiğini ileri sürmüş, tapunun iptali
isteğinde bulunmuştur.
Tapuda çekişmeli paya ilişkin olarak yapılan temlik işlemin (tasarrufun) iptali için açılan
bu davaya bakılmakta iken, temlikte kullanılan vekaletnamenin noterlikte müvekkiline
okunmadığını bildiren davacı vekili, sahtelik iddiasına dayanarak, bunun( vekaletnamenin)
iptalini ayrı bir davaya konu yapmış, Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi'nin (... Davacı, davaya
konu vekaletnamenin iptaline karar verilmesini isterken, bunu taraflar arasında mevcut tapu iptali
davasında delil olarak kullanmayı amaçlamıştır. Davacı aynı iddiayı ve gerekse kendi adına
yapılan hukuki işlemin gerçekleştirilmiş biçimini tapu iptal davasında da ileri sürmüştür. Tüm
iddiaların birlikte ve asıl uyuşmazlık içinde incelenmesinde yarar bulunmaktadır. 0 halde,
mahkemenin hukuki yarar ve dava ekonomisi açısından dava dilekçesinin reddine karar verecek
yerde işin esasını incelemesi yasaya aykırıdır) şeklindeki bozma kararına uyan yerel mahkeme, o
davayı hukuki yarar ve dava ekonomisi noktasından (usuli yönden) reddetmiştir. Hemen
belirtmek gerekir ki, davacı temliki sağlayan vekaletnamenin kendisine okunmadığını veya
değişik şekilde okunduğunu ileri sürerek sahteliğini iddia etmedikçe hata ve hileye
düşürüldüğünden söz ederek tanık dinletemez. Nitekim, anılan ilke, Hukuk Genel Kurulu'nun
5.7.1960 gün ve 1/61-47 sayılı kararında açıklanmış bulunmaktadır. Somut olayda davacı vekili,
temliki sağlayan vekaletnamenin müvekkiline okunmadığını, başka amaçla (maaş almak
amacıyla) evrak düzenleniyormuşçasına imza alındığını bildirmiş, sahtelik iddiasına açıkça
dayanmıştır. Öte yandan, dava dilekçesinde açıklanan maddi olay (vakıa); vekaletnamenin
alınışındaki sahtelik iddiası yanında vekaletnamenin kullanılışında da "vekalet görevini kötüye
kullanılması iddiasını içermektedir. Gerçekten BK.nun gerek temsile, gerekse vekalet aktine
ilişkin hükümlerinden anlaşılacağı üzere, vekaleten temsil yetkisi kural olarak vekalet verenin
yararına kullanılmalıdır. Eğer ~ekil, vekaletnameye davalı temsil yetkisini kasten vekalet verenin
zararına, kendi yada iş ve elbirliği yaptığı anlaşılan başka birinin yararına kullandığı takdirde
yapılan işlem temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalmış olsa bile vekalet vereni (temsil olunanı)
bağlamaz. Böyle bir davranışıyla vekil, vekalet görevini kötüye kullanmakta, yetkisini kötüye
kullandığını bilerek vekil ile sözleşme yapanda hakkını kötüye kullanan kişi durumuna
düşmektedir. Bu itibarla, yerel mahkemece yapılacak iş yanların gösterecekleri tüm delillerin
toplanarak davada ileri sürülen iddia ve savunma çerçevesinde değerlendirilmesi ve varılacak
sonuca göre bir hüküm kurulmasından ibarettir. Değinildiği biçimde inceleme ve değerlendirilme
yapılmadan noksan soruşturmayla yetinilip, yanılgılı gerekçeyle yazılı olduğu üzere davanın
reddine karar verilmesi isabetsizdir. Davacının temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle hükmün
açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.nun 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA) ve peşin
alınan harcın temyiz edene geri verilmesine, 22.10.1987 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Kaynak:YKD - 1988/5 - Sayfa:615
T.C.
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi
E:1989/2463
K:1989/6435
T:23.05.1989
SAHTE VEKALETNAMEYE DAYANILARAK YAPILAN SATIŞ
TAPU İPTALİ VE TESCİL
Sahte bir vekaletnameye dayanılarak yapılan satış işleminde; alıcı, Medeni Yasanın 931.
maddesine tutunmak suretiyle edinmesinin (iktisabının) geçerli olduğunu ileri süremez.
743 s. MK. m. 931
48 Yanlar arasında görülen davada;
Davacı, 2778 Parsel sayılı taşınmazdaki 10.000/159300 payının davalıya satışı
işleminin sahtecilik hukuksal nedeniyle illetli olduğundan, tapu iptal ve tescil isteğinde
bulunmuştur.
Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır. Mahkemece, davalı Nevzat hakkındaki
davanın husumet yöneltilemeyeceği ve davalı kooperatif hakkındaki davanın ise yerinde
görülmediği gerekçesiyle reddine dair verilen karar, yasal süresi içerisinde duruşmalı inceleme
yapılması isteği ile davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; dosya incelenerek, gereği
görüşülüp düşünüldü:
Dava, sahtecilik hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Bilindiği üzere, Medeni Yasanın 931. maddesiyle korunan iyiniyet, tapu sicilindeki kaydın
doğruluğuna ilişkindir. Tapu sicili kapsamına girmeyen belgeye dayalı iyiniyetten söz
edilemez. Diğer bir anlatımla, sahte bir vekaletnameye dayanılarak yapılan satış işleminde alıcı,
anılan 931. maddeye tutunmak suretiyle edinmesinin (iktisabının) geçerli olduğunu ileri
süremez.
Somut olayda, davacının verdiği İstanbul Dördüncü Noterliği'nce düzenlenen
20.3.1984 gun, 7351 yevmiye numaralı vekaletnamenin Antalya Birinci Noterliği'nce çıkarılan
27.2.1985 tarih, 21235 sayılı örneğine (suretine) asıl vekaletnamede bulunmayan "...
başkalarını da tevkil, teşrik, azle yetkili olmak üzere ..." sözcüklerinin sahte olarak
eklendiği, bu örnek vekaletnameye dayanılarak İstanbul Altıncı Noterliği'nde düzenlenen
6.3.9985 gün, 34379 yevmiye numaralı vekaletname ile davalı Nevzat'ın "tevkil" edildiği ve
bunun tarafından da çekişmeli taşınmazdaki davacıya ait payın diğer davalı kooperatife satış
suretiyle temlik edildiği tartışmasızdır. Bu husus, yanların ve mahkemenin de kabulündedir.
Hal böyle olunca, davanın kabul edilmesi gerekirken, kanıtların değerlendirilmesinde
yanılgıya düşülerek yazılı gerekçe ile reddedilmesi isabetsizdir. Davacı vekilinin temyiz
itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.nun 428. maddesi
uyarınca (BOZULMASINA), 16.5.1989 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret
Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 100.000 lira duruşma
avukatlık parasının temyiz edilenden tahsiline ve peşin alınan harcın temyiz edene geri
verilmesine, 23.5.1989 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Kaynak:YKD - 1991/2 - Sayfa:170
49 T.C.
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi
E:1989/2783
K:1989/5244
T:27.04.1989
SAHTE VEKALETNAME
TAPU İPTALİ
YAN TUTMA
Sahte vekaletname ile mülkiyetinin devri [nakli] sağlanan taşınmaza ilişkin tapunun iptali için
açılacak davada, kural olarak tapu kayıt malikinin yan tutulması [husumet tevcihi] gerekir.
Ayrıca noterin yan tutulmasında yasal zorunluluk yoktur.
1086 s. HUMK m. 38
Teraf1ar arasında görülen Tapu iptali ve tescil davası sonunda, Yerel Mahkemece,
davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar, yasal süre içersinde davalılardan Yusuf tarafından
temyiz edildiğinden; dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:
Davacı, davaya konu taşınmazının mülkiyetinin sahte işlemlere başvurulup sağlanan
vekaletnameye dayanılarak davalı Halil'e aktarıldığını onun adına yolsuz bir kayıt oluşturulduğu,
bu işleme davalılardan noterin de denetim görevini özenle yerine getirmemek suretiyle (ihmali
hareketiyle) katıldığını ileri sürmüş, tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.
Gerçekten, davada ileri sürülen sahtecilik, iddiası, dosya içeriği ve toplanan delillerle
kanıtlanmıştır. 0 nedenle, davanın kabul edilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur. Ne var ki,
değinilen türdeki iptal davalarının kural olarak tapu kayıt maliki ya da malikleri aleyhine açılması
gerekmekte olup, böyle bir davada notere husumet yönelmesinde yasal zorunluluk
bulunmamaktadır. Elbette koşullarının oluşması durumunda noterin, gerek kendi yasasına,
gerekse genel hükümlere göre sorumlulukları olabilir.
0 halde, yukarıda açıklanan hususlar gözetilerek noter hakkındaki davanın husumet yönünden
reddine karar verilmesi gerekirken onun hakkında da davanın kabul edilmesi doğru değildir.
Davalılardan noterin temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle hükmün belirtilen nedenden ötürü
HUMK.nun 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA), alınan peşin harcın temyiz edene geri
verilmesine, 27.4.1989 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Kaynak:YKD - 1989/11 - Sayfa:1544
50 YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ KARARLARI
T.C.
YARGITAY
2.Hukuk Dairesi
Sayı: Esas
69/2395
Karar
69/2562
Özet:Vasiyetçinin Türkçe bilmemesi halinde konuştuğu dili bilen noter'in o dille
vasiyetname düzenlemesi mümkündür.
Şahitlerin de o dili bilmeleri zorunlu değildir. Noterin tercümesi ile vasiyetçinin beyanlarını
şahitlerin anlamaları yeterlidir.
Not: 23.1.1970 T. 7125-489 sayılı kararla bu görüşten vazgeçilmiştir.
Adile Erişen tarafından Henri Geron Kızılay Genel Müdürlüğü Balat Orhayım Musevi
Hastahanesi yetimleri koruma ve barındırma cemiyeti ve Raul Benmair aleyhlerine açılan
vasiyetnamenin iptali davasının, Henri Kayyımı Avukat Erol Keskinel 'in müdahalesiyle yapılan
muhakemesi sonunda; iddia sübuta erdiğinden İstanbul Beşiktaş noterliği tanzim olunan
20.11.1957 gün ve 16257 sayılı vasiyetnamenin iptaline dair verilen yukarıda tarih ve numarası
yazılı hükmün temyizen tetkiki taraflar ve tetkikatın duruşmalı olarak yapılmasıda davacı Adile
Erisen ve davalılardan Balat Orhayım hastahanesi yetimleri koruma cemiyeti ve Henri Geron
taraflarından istenilmiş ve dava murafaaya tabi mesailden bulunmamış isede niteliği itibariyle
taraflardan gerekli bilgi alınmak üzere resen duruşmaya tabi tutularak duruşma için tayin edilen
günde mümeyyiz davalılar Kızılay genel müdürlüğü vekili Avukat Ekrem Atabey ve Henri Geron
vekili Avukat Naci Uluger ve Balat Orhayım Hastahanesi vekili Avukat Rasih Yeğengil ve
mümeyyiz davacı Adile Erişen vekil Avukat Esat Öztek geldiler. Tebligata rağmen mümeyyiz
davalılar Raul Benmair ve yetimleri koruma ve barındırma cemiyeti ve mümeyyezünaley Henri
Kayyımı Avukat Erol Keskinel adlarına kimse gelmedi. Gelenlerin konuşmaları bittikten sonra
vaktin yetersizliğinden ötürü işin incelenerek karara bağlanması için başka güne bırakılması
uygun görüldü. Ahiren evrak okunup vasiyetçi Willi Gereiver tarafından Beşiktaş noterliğince
tanzim ettirilmiş bulunan 20.1.1957 gün ve 16257 sayılı vasiyetnamenin Türkçe ve Fransızca
nüshalarından birer onanlı suretlerinin evrakla birleştirilerek dosyanın geri çevrilmesi için
mahalline gönderilmiştir. Bu noksan ikmal edilerek iade edilmekle dosyadaki bütün kağıtlar
okunup gereği düşünüldü.
1-Davacının; mahkemeden talebine uygun olarak verilen böylece lehine tahsis olunan hükmün
gerekçelerini temyize yetkisi yoktur. Bu sebeple davacı vekilinin hükmün gerekçelerine ilişkin
temyiz itirazlarının reddine,
2-Davalıların temyizlerine gelince:
Dava, Willi Greivver tarafından Beşiktaş noterliğine tanzim ettirilen 20.11.1957 tarihli
vasiyetnamenin şekil şartındaki kanuna aykırılık yönünden iptali istenmiştir.
Mahkemece karar yerinde ileri sürülen itirazlar birer birer ele alınarak reddedilmiş ancak
vasiyetçinin Türkçe okur yazar olduğunun vasiyetname muhtevasından ve tasdik şerhinden
anlaşılmaması ve vasiyetnamenin tanzim şekli şekil şartını ihlal eder mahiyette olduğundan bahis
ile vasiyetnamenin iptaline karar verilmiştir.
51 Dosyada mevcut 20.11.1957 tarihli vasiyetnamenin onanlı örneğinden Willi Grevver tarafından
Notere Fransızca takrir edildiği ve noter tarafından Fransızca olarak kaleme alındığı keza noter
Fransızca bildiğinden kendisi tarafından Türkçeye çevrildiği anlaşılmaktadır. Vasiyetçinin son
arzularının resmi memura naklinde Medeni Kanunun muayyen bir şekil tayin etmemiştir.
Vasiyetçinin arzusunu nakletmesi (takriri) ayrı bir muamele, takrire göre senedin resmi memur
noterce tanzimi ise ayrı bir muameledir. Bu nedenle Noterin dil bilmesi halinde vasiyetnameyi
kendisinin tercüme etmesinde kanuna aykırı bir yön görülmemiştir. Vasiyetname tanzimi
hususunda Medeni Kanun özel kanundur. Bu itibarla hadisede bu özel kanunun hükümlerinin
uygulanması gerekir. Noter K. nun olayda uygulanması mümkün bulunmamıştır.
Vasiyetnamenin tanzimi ve şahadet edecek kimselerin, vasiyetçinin takrir muhtevasını buna
binaende, takrirde kullandığı lisanı bilmelerine kanuni mecburiyet yoktur. Medeni Kanunun 481.
maddesi hükmünce vasiyetnameye imza konulduktan sonra vasiyetçinin, vasiyetnameyi
okuduğunu ve vasiyetnamenin son arzularını muhtevi olduğunu resmi memur huzurunda iki
tanığa ana dili ile beyan etmesi, lisan bilen noterin bu beyanı Türkçeye çevirerek tanıklara intikal
ettirmesi, şahitlerin bu şekilde kendilerine intikal eden beyanı imza etmeleri kafidir. Nitekim
vasiyetnamede noter tarafından vasiyetçinin bu beyanı evvela Türkçe sonrada Fransızca olarak
yazılmış sonrada tanıkların kanuna uygun şerhleri yazılıp imzalattırılmıştır. Vasiyetçinin
beyanının evvela Türkçe sonrada Fransızca yazılmış olması şekil şartına aykırı bulunmamıştır.
Kaldı ki vasiyetçinin bu beyanı yapacak kadar yani vasiyetnamenin son arzularına uygun olarak
tanzim edildiğini şahitlere bildirecek kadar Türkçe de bildiği dosya münderecatından
anlaşılmaktadır. Söz konusu vasiyetnamenin incelenmesinde Medeni Kanunun hükümlerine
aykırı bir husus ihtiva etmediği bir şekil şartı noksanı bulunmadığı görülmüştür. Ayrıca noter
tarafından yapılan tercümenin aslına aykırılığı da ileri sürülmemiştir. Bu durumda davanın reddi
gerekirken kararda yazılı görüş ve düşüncelerle davanın kabulüyle vasiyetnamenin iptali yolsuz
olduğundan açıklanan sebeplerle hükmün BOZULMASINA, ve duruşma için takdir olunan 65
lira vekalet ücretinin ileride haksız çıkacak taraftan alınmasına 13.5.1969 tarihinde oy birliğiyle
karar verildi.
Başkan Üye Üye Üye Üye
N.Gürsel B.Enten A.Esmer H.Atasoy H.Yazıcı
T.C
YARGITAY
2.Hukuk Dairesi
Esas : 1970/2711
Karar : 1970/4508
Tarih : 11.09.1970
ÖZET : Daktilo ile yazılan ancak altı miras bırakan tarafından imzalanan vasiyetname el
yazısı ile vasiyetname kabul edilmez.
(743 sayılı MK. m. 485, 486, 487)
KARAR METNİ :
M.İmancı ve arkadaşları tarafından B.Kaplan ve rüfekası aleyhine açılan vasiyetnamenin iptali
davasının bozma ilamına uyularak yapılan muhakemesi sonunda iddia subuta ermediğinden
davanın reddine dair verilen yukarda gün ve numarası yazılı hükmün temyizen murafaa icrası
suretiyle incelenmesi davacılar tarafından istenilmişse de, dava mahiyeti itibarı ile duruşmaya
tabi mevaddan olmadığından duruşma talebinin reddine karar verildikten sonra evrak okunarak
gereği düşünüldü:
52 Davacılar Amerika da düzenlenen vasiyetnamenin şekil şartlarından yoksun bulunduğundan ve
murisin yetersizliğinden bahisle iptalini istemişlerdir.
Mahkemece sözü edilen vasiyetname Amerika da Massachusetts eyaletinde o yer kanunlarına
göre yapılmış bir vasiyetname olduğu kabul edilerek murisin yetersizliği de subuta ermediğinden
söz edilerek davanın reddine karar verilmiştir.
Dairece yapılan inceleme sonunda: murisin yetersizliği hususunda gerekli araştırma ve
soruşturma yapılmadığına işaret edilerek, diğer yönleri tetkikine yer olmadığına ve hükmün bu
nedenle bozulmasına karar verilmiştir. Mahkemece bozmaya uyulmuş gerekli inceleme yapılmış
murisin akli maluliyet subuta ermediği gerekçesiyle dava bu yönden tekrar reddedilmiştir.
Murisin ehliyeti yönünden bozulan hükme mahkemece uyulmuş ve bozma dairesinde bu
bakımdan yeniden hüküm tesis edilmiş olduğundan davacıları bu yöne karşı ileri sürdükleri
temyiz itirazları yerinde bulunmamıştır. Sözü geçen vasiyetname Amerika'nın Massachusetts
eyaletinde daktilo makinesiyle özel biçimde yazılmış ve muris tarafından altı imza edilmiştir. Bu
vasiyetname adı geçen eyalet kanunlarına göre usulü dairesinde tanzim edilmişse de Medeni
Yasanın hükümlerine göre el ile tanzim edilecek vasiyetnameler hakkında ayrı bir şekil şartı
kabul edilmiştir. Muris Türk uyruğunda bulunduğuna göre el yazısı ile vasiyetnamesini Medeni
Yasanın 485. maddesi hükmü dairesinde düzenlenmesi gerekirdi. Buna herhangi bir engel yok
iken anılan eyalet kanunlarına göre düzenlenmiş olan söz konusu vasiyetname Medeni
Kanunumuzda yazılı şekil şartlarını muhtevi bir vasiyetname olarak kabul edilen mahkemece
vasiyetnamelerin geçerli olmasında locus reğit aktum ana prensibi göz önünde tutulmadan bu
yönden bir inceleme yapılmadan davanın reddedilmesinde isabet bulunmadığından hüküm
yukarda açıklanan nedenlerle (BOZULMASINA) 11/09/1970 gününde oy birliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
2.Hukuk Dairesi
Sayı:
Esas Karar
70/7125 70/489
Özet:Türkçe bilmeyen kişinin bildiği dille notere beyanda bulunması ve o dille resmi
vasiyetname düzenlenmesi mümkün ise de, vasiyetçinin şahitlerle ne suretle anlaştığının da
vasiyetnameye derci gerekir.
Not: 13.5.1969 tarih 2395-2562 Sayılı karara bakınız.
Adile Erişen ile Henri Geron, Kızılay Genel Müdürlüğü, Balat Orhayım Musevi Hastahanesi
yetimleri koruma ve barındırma cemiyeti ve Raül Benmair aralarındaki vasiyetname iptali
davasına dair verilen 16.7.968 gün ve 358/583 sayılı hükmün dairenin 13.5.1969 tarih ve
2395/2562 sayılı Hamiyle bozulmasına karar verilmişti. Adı geçen kararın düzeltilmesi davacı
tarafından istenilmekle dosyadaki kağıtlar okunup gereği düşünüldü.
Vasiyetçinin iptal davasına konu vasiyetnamede hükümsüz olduğunu söylediği mukaddem tarihli
bir vasiyetname metni onun ölüme bağlı tasarrufa bulunabilecek kadar Türkçe bilmediği
sarahaten tesbit ettiği gibi, bu defa dahi son arzularını ancak tercüman vasıtasıyla ifade
edebildiğine göre, mahkemenin vasiyetçi Türkçe bilmediği yolundaki kabulü, hükme temel
maddi yön olarak isabetlidir.
Bundan başka kişisel iradenin dosdoğru tesbit edilmesini sağlama amacı gereğince yabancı dil
konuşan bir kimsenin açıklamalarını Türkçeye çevirme yoluna baş vurarak yapılması öngörülmüş
bir vasiyetnamede bu yüzden ortaya çıkan şekli noksanını ört bas edebilmek için bu kimsenin
esasen Türk dilini yeteri kadar bildiği vakıasından faydalanmaya kalkışmakta hukuka ve iyi niyet
ve doğruluk kurallarına uygun bir tutum ve davranış sayılamaz. Bu durumda vasiyetnameyi
tanzim eden Noter Fransız dilini bizzat bildiğinden bahisle vasiyetçinin son arzularını Fransızca
olarak vasiyetname metnine derç ve vasiyetçiye okumuş olduğunu beyan etmesi, vasiyetçinin de
53 noter tarafından Fransızca tesbit edilen vasiyetnameye Türkçe tercümesi dahi yazılmış son
arzularının kendisine okunduğunu ve hazırlanan metni muvafık gördüğü yolundaki iradesini ifade
eylemiş bulunması Türkiye de düzenlenmiş resmi bir vasiyetname için yeterli olmayıp, bu
onaylama iradesinin vasiyetçi tarafından tanıklara Fransızca mı yoksa tercüme edilerek Türkçemi
yada işaret sureti ilemi bildirildiği yolunda tanıkların tasdik meşruhatında da açıklama mevcut
olması gerekir. Medeni Kanunumuzun 481. maddesinde tanık meşruhatının vasiyetçi tarafından
yapılan olumlu bir irade bildirimine şahadeti ihtiva etmesini zorunlu gösteren hükmün anlamı
budur. Türkiye de, yapılmış resmi vasiyetname metnine Fransız diliyle düzenlenmiş bir ölüme
bağlı tasarruf formülünün muteberiyet için hiçte lüzumlu değilken olduğu gibi geçirilmesi
tanıklarca yapılacak tasdik şerhinin dahi vasiyetçi tarafından açıklanan olumlu idare kendilerine
hangi dilde intikal ettirildiğini belirtmesi zorunluluğunu ister istemez doğurmaktadır. Aksi
taktirde, Türkçeden başka dil bilmeyen tanıkların tasdik meşruhatını kontrol etmek ve onların
tanıklık ettikleri konuya en basit bir ölçü ile vukuf peyda etmiş olup olmadıklarını ve resmi
vesikanın ciddiyet derecesini anlamak imkansızlaşır.
Tanıklarca nasıl olup da anlaşıldığını kestiremiyorsak, müteveffanın irade bildirim veya beyanını
onların gerçekten öğrenip tasdik edecekleri sonucunu çıkaramayız. Ve bu işlemin ciddi ve
emniyet verici şartlar altında yerine getirildiğini de kabul edemeyiz. O halde ise geçerli bir tasdik
şerhi yok demektir. Dava konusu vasiyetnamenin 481. maddedeki şekle riayetsizlik teşkil eden
yönü işte burasıdır. Gerçekten Yargıtay 2. Hukuk Dairesi olarak 12.11.1965 tarih ve 5008 esas,
5432 karar sayılı ilamla belirtilen görüşteki gibi, şahitlerin verecekleri meşrubat bitince
vasiyetname son bulur ve fazla olarak Noterin nihai ve genel tasdik meşruhatına ihtiyaç yoktur.
Amma, tanıklar için düzenlenecek tasdik şerhinin ciddiyeti riayet olunması gereken bir temel
kuraldır ve Noter huzurunda vasiyetçi tarafından, vasiyetname metni hakkında yapılacak olumlu
beyan, resmi dil olan Türkçeye çevrildiği ve Türkçe olarak tanıkların ıttılaına ulaştığı yalnız Türk
dilini bilen bu tanıklarca tasdik edilmiş olmak en önemli muteberiyet şartıdır. Bu düşüncelerledir
ki iptal hakkındaki karar sonucu bakımından doğru ve onama gerekli iken bozma yoluna
gidilmesi yanlışlığa müstenit görülmüş ve düzeltme isteği haklı bulunmuş olmakla, dairece
bozmaya ilişkin olarak verilen evvelki kararın kaldırılmasına ve mahalli mahkeme hükmünün
(ONANMASINA) ve aşağıda yazılı ilam harcının peşin alınan harçtan mahsubuna 23.1.1970
tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.
Başkan V. Üye Üye Üye Üye
N.Gürsel F.M.Alperen B.Erten R.Süray H.Atasoy
(muhalif) (muhalif)
MUHALEFET ŞERHİ
Bozma kararındaki esbabı mucibeler dairesinde karar düzeltme talebinin reddi mütalaasındayız.
Başkan V. Üye
N.Gürsel B.Ertan
T.C.
YARGITAY
2.Hukuk Dairesi
Sayı
YARGITAY İLAMI
Esas Karar
72/5977 72/6472
17.11.1972
Özet:Vasiyetnameden rücu da vasiyetname şekillerinden birine uygun olmalıdır.
Şekle aykırı noter tesbiti ile vasiyetten rücu edilmiş olmaz.
Kadriye Kentmen tarafından Sabire Seher Kentmen ve arkadaşları aleyhlerine acilen tasarrufun
iptali davasının yapılan muhakemesi sonunda davanın reddine dair verilen yukarıda tarih ve
numarası yazılı hükmün temyizen murafaa icrası suretiyle tetkiki davacı tarafından istenilmekle
54 duruşma için tayin olunan günde mümeyyiz vekili Av. Kerim Tevfik Alyot ve
mümeyyezünaleyhler vekili Av. Yılmaz Dedeoğlu geldiler. Gelenlerin konuşmaları dinlendikten
sonra işin incelenerek karara bağlanması için başka güne bırakılması uygun görüldü. Bugün
dosyadaki bütün kağıtlar okunup iş anlaşıldıktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü.
Dava, müteveffa Selim Kantmen'in rücu ile ilgili 16 Temmuz 1969 günlü tasarrufunun geçerli
olmaması sebebiyle 14 Nisan 1956 tarihli vasiyetinin lüzum ve hüküm ifade ettiğinin tesbitine
ilişkindir.
Müteveffa Selim Kantmen 16.7.1969 günü Bakırköy 2. Noterliğine başvurarak gördüğü lüzum
üzerine 14.4.1956 günlü vasiyetnamesini fesh eylediğini bildirmiş, Noter bu beyanı tanıklar
önünde tesbit etmiş, işbu irade beyanını Selim ve tanıkların müşterek imzalarıyla tevsik
eylemiştir. Musaleh vekili ve tarz bir irade beyanının vasiyet hükümlerini ortadan
kaldırmayacağını ileri sürerek dava açmış, davalı taraf ise aksini savunmuştur. Böylece
uyuşmazlık, yukarıda açıklanan belgenin hukuki sonuç doğurmaya elverişli bir nitelik taşıyıp
taşımadığı noktasında düğümlenmiştir.
Vasiyetçi, vasiyet için kanunda yazılı şekillerden biriyle vasiyetinden her zaman rücu edebilir
(M.K. 489). Kanun metninden açıkça anlaşıldığı üzere rücuun, vasiyetin yapıldığı şekle uyulmak
suretiyle vukuuna lüzum olmayıp, vasiyet için kanunda öngörülen şekillerden birinin seçilmesi
ile vasiyetten dönülmesi mümkündür. Mesela: Resmi vasiyetten, el yazısı ile düzenlenmiş
vasiyetle dönülebileceği gibi, el yazısı vasiyetten de resmi vasiyet şekliyle dönülebilir.
489. madde hükmü emredici nitelik taşıdığı için, aksine hareket tasarrufu geçersiz kılar. Çünkü;
Medeni Kanunun 5. maddesi delaletiyle Borçlar Kanununa ait hükümler Medeni Hukuk
ilişkilerinde de uygulanır. Kanunun emrettiği şekle uyulmadan yapılan işlemler geçersiz olur
(B.K. 11). Mademki kanun koyucu vasiyet şekillerinden birisiyle vasiyetten rücuu gerekli
bulmuştur. 0 halde, bu şekle uyulmadıkça rücu hüküm ifade etmez. İlmi ve kazai içtihatlar da bu
konuda ittifak halindedir. (Dr. İlhan Öztırak, Tek Taraflı Ölüme Bağlı Tasarruflardan Rücu 1964,
S. 32-35, Prof Zahit İmre, Türk Miras Hukuku, 1968 S. 149, Prof. Gönensay Birsen, Miras
Hukuku S.113, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 7.1.1946 gün 6211/76 sayılı kararı).
Her ne kadar Medeni Kanunun 490. maddesi imha suretiyle rücuu kabule müsait ise de, rücuun
bu özel şeklinden hareket edilerek 489. maddeyi amacı dışına taşırmak, yani vasiyet şekillerine
uyulmaması halinde dahi rücuu geçerli kılmak caiz ve mümkün değildir.
Yukarıda açıklanan belgenin Medeni Kanunun 480. ve sonraki maddelerinde yer alan resmi
vasiyet şeklinde uygun olmadığı hususunda tereddüt yoktur. Dayanılan belge müteveffanın rücu
iradesini genel olarak notere tesbit için, iradenin açıklanması yeterli olmayıp, rücu için seçilen
vasiyet şekline uygun bir belgenin düzenlenmiş olması şarttır. Eğer düzenlemede bir eksiklik
varsa rücu iradesi hukuki netice meydana getirmez. Davaya konu 16.7.1969 günlü belge resmi
vasiyet niteliğinde bulunmadığına nazaran buna dayanılarak 14.4.1956 günlü vasiyetnamenin
geçersizliği ileri sürülemez. Bu itibarla, isteğe uygun hüküm tesisi icap ederken, kanunun açık
hükmüne ve içtihatlara aykırı düşünceler benimsenerek davanın reddedilmesi usul ve kanuna
aykırıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen kararın gösterilen sebeplerle BOZULMASINA ve duruşma için takdir
olunan sekiz yüz elli lira vekalet ücretinin davalılardan alınıp davacıya verilmesine 17.11.1972
tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
Başkan Üye Üye Üye Üye
Esat Şener B.erten H.Kandilci H.Atasoy M.Aksoy
55 T.C.
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi
E:1977/1882
K:1977/1969
T:08.03.1977
1 - Dava dilekçesinde, Tanık ( A.S.T. ) ile yararına vasiyet yapılan ( M.Ö ) nün kardeş
oldukları açıklanmış ve vasiyetnamenin geçersizliği ileri sürülmüştür. Buna rağmen mahkemece,
dava dilekçesinde, ( A.S. ) bakımından, bir iddia bulunmadığından söz edilmesi dosyaya aykırı
olduğu gibi, gerekçe gösterilmeden Medenî Kanunda, kardeşlerin vasiyetname tanığı olmalarına
engel bir hükmün bulunmadığı ifade olunarak davanın red edilmesi de yanlıştır.
Medeni Kanun’un 483. maddesinde vasiyet edenin karı veya kocası, usul ve füruu erkek
ve kız kardeşleri ile bu kimselerden her birinin karı ve kocasının resmi vasiyetnamenin
düzenlenmesi sırasında tanık olarak bulunamayacakları öngörülmüştür. Türk Medeni
Kanunu’nun karşılığı olan İsviçre Medeni Kanunu’nun 503. maddesinin son fıkrasına göre,
"vasiyetnameyi düzenleyen resmi memur ve tanıklar ile bunların usul ve füruuna, erkek ve
kızkardeşlerine veya eşlerine vasiyetnamede bir teberru yapılamaz". Bu hüküm, Türk Medeni
Kanunu’na alınmamış olmakla beraber, Medeni Kanun’un 500/2. maddesinde, şekle ait
yanlışlığın, vasiyetnamenin düzenlenmesine katılanlara veya ailesi fertlerinden birine teberru
yapılmasından ibaret olması halinde, bu teberrunun iptâl olunacağı kabul edilmiş böylece kaynak
İsviçre M. Kanunu’nun 503. maddesinde yer alıp da Medenî Kanunun 483. maddesine
geçirilmesi ihmal olunan ve bu suretle meydana gelen boşluk doldurulmuş bulunmaktadır. İlmi
ve kazai içtihatlar da bu doğrultudadır. Kaldı ki tereddüt halinde kaynak Kanunun uygulanacağı
20.9.1950 günlü 4/10 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gereğindendir. Esasen Medenî Kanunun
500/2. maddesi bile uyuşmazlığı çözmeye yeterlidir. Çünkü: Anılan madde "...vasiyetnameye
katılanların ailesi fertlerinden birisine yapılan teberru" vasiyeti iptâl için sebep sayılmıştır. Aile
kavramı, "füruu, eş ana baba ile kardeşler ve birlikte yaşayan yakın kan ve sıhriyet ilişkisi"
olanları kapsar. Olayda tanıklardan ( A.S. ) ile yararına vasiyet yapılan ( M. Ö. ) kardeş
olduklarına göre biri ötekinin ( ailesi fertlerinden ) dir. Bu ise, geçersizlik sebebidir.
Medeni Kanun#un 500. maddesi gereğince yararına vasiyet yapılan kardeşin vasiyetname
düzenlenirken tanık olarak bulunması iptal sebebidir. Eğer, vasiyetnamede başkalarına da teberru
yapılsaydı sadece ( M ) ile ilgili bölüm geçersiz olurdu ( M.K.500/2 ). Dava konusu
vasiyetnamede ise, ( M ) den başkası yararına bir kazandırma bulunmadığından Medeni
Kanun’un 500/1. maddesi gereğince vasiyetnamenin tümünün iptali zorunludur.
2 - Tanıklardan ( A.A.T. ) nin vasiyet edenin eniştesi olduğunda uyuşmazlık yoktur. Her
ne kadar vasiyet gününde vasiyetçinin kardeşi ve tanığın eşi olan ( M.M. ) ölmüş ve evlilik
ilişkisi ortadan kalkmış ise de, evlenmenin herhangi bir sebeple sona ermesi, sıhri hısımlığı
ortadan kaldırmaz. Medeni Kanun#un 18. maddesi, Mahkemenin sandığı gibi sağ kalan karı
kocayı ayrık tutmuş değildir. O halde bu şekil eksikliği de iptali gerektirir ( M.K.500 ).
56 T.C.
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi
E:1977/7621
K:1977/7844
T:10.11.1977
HİLE
VASİYETNAME
1) Hile bir kimsenin iradesinin gerçek dışında açığa vurulması için ona karşı girişilen eylem ve
davranışlardır.
2)
Medeni Yasanın 480-482 maddesinde vasiyetnameyi düzenleme yeri yönünden
bir geçerlik koşulu öngörülmemiş olup bu hükümler Noterlik Yasasına göre özel hüküm
niteliğinde olduğundan Medeni Yasada yazılı biçim eksikliği dışındaki bir nedenle vasiyetname
geçersiz sayılmaz.
818 s. BK m. 28
743 s. MK m. 480-482
1512 s. Noterlik K m. 83
(F.
E.), (M. P.) ile (5. Ç.) arasındaki tenkis iptal davasının yapılan muhakemesi
sonunda verilen hüküm davalı tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği düşünüldü
1Dava, ehliyetsizlik sebebine de dayandığı halde mahkemece bu konuda bir
inceleme yapılmamış olması doğru değilse de, hükmü davacı temyiz etmediğinden bu yön bozma
sebebi sayılmamış, yanlışlığa işaret edilmekle yetinilmiştir.
2- Hile (aldatma), bir kimsenin iradesinin gerçek dışında açığa vurulması için ona karşı
girişilen eylem ve davranışlardır. Yani o kişinin gerçeği bilmesi halinde iradesini açıklamaktan
kaçınacağı kesin olan hallerde hileden söz edilebilir. Söz gelimi, bir kişi kira konusunda beyanda
bulunduğu halde 21 sözleşmeye bu yönün satış şeklinde geçmiş olması gibi, olayda az önce
açıklanan kuralın kapsamına giren bir aldatmanın (hilenin varlığını kabule yeterli ve elverişli
durum ve deliller yoktur. Şöyle ki : Miras bırakan başlangıçta, ölünceye kadar bakma sözleşmesi
yapmayı arzulamış, fakat bundan vazgeçerek resmi vasiyet düzenlettirilmiştir. Görülüyor ki
ölüme bağlı tasarrufta bulunan kişi, kendi iradesi ile vasiyet düzenlettirmiştir. Eğer o kimse
notere, ölünceye kadar bakma sözleşmesi şeklinde bir irade beyanında bulunduğu halde, iradesi
vasiyet biçiminde tesbit edilmiş olsa idi, bu takdirde aldatıldığının kabulü gerekirdi. Oysa miras
bırakan ölünceye kadar bakma sözleşmesi yapmaktan kendi isteğiyle yaz geçmiş, resmi
vasiyetname düzenleme yolunu seçmiştir. 0 halde aldatmadan söz edilemez. Buna rağmen
değerlendirmede yanlışa düşülerek vasiyetnamenin iptal edilmiş olması isabetsizdir.
3- 1512 sayılı Noterlik Kanununun 83. maddesi gereğine göre Noter, zorunluk hallerinde,
sebebini açıklayarak, noterlik dairesinin dışında vasiyetname düzenleyebilir. Ne var ki, sebebin
belirtilmemiş olması vasiyetnameyi geçersiz kılmayacağı gibi, vasiyetname noterlik dairesinde
düzenlenmiş iken, yanlışlıkla başka yerde düzenlendiğinin yazılması veya vasiyet edenin
bulunduğu yerde düzenlenen vasiyetnamenin, Noterlikten düzenlendiğine işaret edilmiş
bulunması da geçersizlik sebebi değildir. Çünkü : MK.nun 480-482. maddelerinde düzenleme
yeri bakımından bir geçerlik şartı öngörülmemiştir. MK.nun bu hükümleri, Noterlik Kanununa
göre özel hüküm niteliğinde bulunduğundan, MK. da yazılı şekil eksikliği dışındaki bir sebeple
57 vasiyetname geçersiz sayılamaz. Onun için tanıkların düzenleme yeri konusunda beyanlarının
doğruluk ve yanlışlığı üzerinde durulmaya gerek bile yoktur. O halde vasiyetnamenin şekil
bakımından iptal edilmiş olması yanlıştır.
Yukarıda yazılı gerekçeler karşısında davanın reddi gerekirken iptal kararı verilmiş olması
usul ve kanuna aykırıdır.
Sonuç: Temyiz edilen kararın gösterilen sebeple (BOZULMASINA) 10. II. 1977 tarihinde
oybirliğiyle karar verildi.
Kaynak:YKD - 1979/1 - Sayfa:20
T.C.
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi
E:1978/2992
K:1978/4111
T:25.05.1978
NOTERLİK İŞLEMLERİNDE YASAKLILIK
VASİYETNAME DÜZENLEMEYE KATILMA YASAĞI
Medeni Yasanın vasiyetnamenin düzenlenmesine katılmaya ilişkin 483. maddesi, Noterlik
Yasasının, işlemlerde yasaklılığa ilişkin 76 ve 78. maddelerine oranla daha özel niteliktedir.
743 s. MK m. 483
1512 s. Noterlik K m. 76, 78
(Ş.
Y.) ve arkadaşları ile (0. T.) ve arkadaşları arasındaki vasiyetnamenin iptali
davasının (F. R. G.)nin de müdahalesiyle yapılan muhakemesi sonunda verilen hüküm temyizen
mürafaa icrası suretiyle tetkiki davacılar ve müdahil tarafından istenilmekle dosyadaki bütün
kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü
MK.nun 483. maddesi, Noterlik Kanununun 76 ve 78. maddelerine oranla daha özel
nitelikte bulunduğundan (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 11.3. 1970 günlü, 2/1250-1750
sayılı kararı) bu yöne değinen temyiz itirazı yerinde değildir.
Kaynak:YKD - 1979/11 - Sayfa:1554
T.C.
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi
E:1991/6596
K:1991/9044
T:10.06.1991
MİRAS HAKKINDAN İSKAT
Mahfuz hisseli mirasçılar, murisin ölüme bağlı tasarrufu ile mirastan iskat edilebilir.
Ölüme bağlı tasarruf vasiyetname veya miras sözleşmesi yolu ile yapılır. Resmi vasiyet
senedi, iki şahit huzurunda sulh hakimi, noter yahut kanunen bu husus ile tavzif edilen
58 memur tarafından tanzim edilir. Miras hakkından iskatın muteber olması için müteveffa
tarafından iskatı amir olan tasarrufta sebebin beyan edilmiş olması lazımdır.
743 s. MK. m. 457, 449, 450, 479
İsmail tarafından açılan vasiyetname tanzimi davasının yapılan muhakemesi sonunda,
davanın reddine dair verilen hüküm İsmail tarafından temyiz edilmekle; evrak okunup,
gereği görüşülüp düşünüldü:
"Mahfuz hisseli mirasçılar, murisin ölüme dağlı tasarrufu ile mirastan iskat edilebilir"
(MK. 457). Ölüme bağlı tasarruf, vasiyetname (MK. 449) veya miras sözleşmesi (MK. 450)
yolu ile yapılır. "Resmi vasiyet senedi, iki şahit huzurunda sulh hakimi, noter, yahut kanunen
bu husus ile tavzif edilen memur tarafından tanzim edilir" (MK. 479). "Miras hakkından iskatın
muteber olması için müteveffa tarafından iskatı amir olan tasarrufta sebebin beyan edilmiş
olması lazımdır. İskat edilen kimse tarafından itiraz vukuunda bu beyanın doğruluğunu ispat
külfeti ıskattan müstefit olan mirasçıya veya lehine vasiyet yapılan kimseye aittir. Bu beyine,
ikame edilmemiş veya iskatın sebebi beyan olunmamış ise muteveffanın arzuları, ıskatın sebebi
hakkında aşikar bir hatanın neticesi olmadıkça, tasarruf nisabı miktarınca infaz olunur" (MK.
459). Ölüme bağlı tasarruflar iptal olunabilir (MK. 499) ve iptal edilinceye kadar
geçerlidir. Görüldüğü gibi kanun, ölüme bağlı tasarrufla iskat yapılırken murisin iradesine başka
bir iradenin inzimamını öngörmemiştir. Tasarrufta şu veya bu yönde eksik bilgi verilmesi
veya eksik yahut hatalı bilgiye dayanılması, tasarrufa ait belgenin düzenlenmesini red etme
yetkisini hakime veya notere vermemiştir. Bu hallerin müeyyidesi, iskatın, tenkisi gerekli bir
vasiyetname haline dönüşmesinden ibarettir. Bu yönler gözetilmeden, murisin ortaya koyduğu
olayların iskat sebebi olamayacağından söz edilerek vasiyetname düzenleme isteğinin reddi
doğru bulunmamıştır.
S o n u ç : Vasiyetçinin temyiz itirazının bu sebeplerle kabulü ile sulh hakiminin red
kararının (BOZULMASINA), 10.6.1991 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Kaynak:YKD - 1991/11 - Sayfa:1636
T.C.
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi
E:1996/1471
K:1996/3555
T:02.04.1996
OKUMA YAZMA BİLMEYENLER
RESMİ VASİYETİN GEÇERLİLİĞİ
Okuma yazma bilmeyenler için resmi vasiyetin geçerliliği, Medeni Kanunun 482. maddesine
uygun olarak yapılmasıyla mümkündür. Noterlerce düzenlenen resmi belgeler, sahteliği sabit
oluncaya kadar geçerlidir. Yasal koşulları uygulamadan resmi belge düzenleyen noter
hakkında, C. Savcılığına suç duyurusu yapılarak soruşturma sonucu doğrultusunda bir
hüküm kurulması gerekir.
743 s. MK. m. 482
Taraf1ar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda , mahalli mahkemece
verilen hükmün temyizen mürafaa icrası suretiyle tetkiki istenilmekle; dosyadaki bütün
kağıtlar okunup, gereği görüşülüp düşünüldü:
59 Okuma yazma bilmeyenler için resmi vasiyetin geçerliliği, Medeni Kanunun 482.
maddesine uygun olarak yapılmasıyla mümkündür. Yasanın amir hükmü gereği noterin,
düzenlenen vasiyeti okuması, vasiyetçinin okunan metnin son arzularına. uygun olduğunu
tanıklar huzurunda belirtmiş olması, tanıkların da bu olayı doğrulamaları ve vasiyetçiye
medeni haklarını kullanmaya ehil bulduklarını belirtmiş olmaları gerekir. Olayımızda, yetkili
noter (K.Ç.), vasiyetçinin noter katibi (M.Ş.) tarafından ,evinde yalnız olarak dinlendiğini, katibin
beyanına göre vasiyeti Dairede. yaptığını açıklamış, dinlenen vasiyet tanığı imam da bu
açıklamayı doğrulamıştır. Noterlerce düzenlenen resmi belgeler sahteliği sabit oluncaya kadar
geçerlidir. O halde, yasal koşulları uygulamadan resmi belge düzenleyen noter hakkında, C.
Savcılığına suç duyurusu yapılarak soruşturma sonucu doğrultusunda bir hüküm kurulması
gerektiğinin düşünülmemesi, eksik incelemeyle davanın red edilmesi doğru bulunmamıştır.
S o n u ç : Temyiz konusu hükmün açıklanan nedenle (BOZULMASINA), temyiz peşin
harcın yatırana geri verilmesine 2.4.1996 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Kaynak:YKD - 1996/10 - Sayfa:1551
T.C.
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi
E:2005/8051
K:2005/10580
T:05.07.2005
Vasiyetçi son arzularını noter vekiline bildirmiş, vasiyetname bu kişi tarafından hazırlanmış,
ancak bu kişi tarafından değil, bir gün sonra noter tarafından imzalanmıştır. Vasiyetnamenin,
vasiyetçinin son arzularını dinleyen resmi memur tarafından bizzat imzalanması zorunludur.
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve
yukarıda tarih numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp
düşünüldü.
Vasiyetname 5.6.2000 tarihinde düzenlenmiş; miras bırakan 23.2.2004 tarihinde ölmüştür.
Türk Medeni Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önce yapılmış olan işlemlerin hukuken
geçerli ve bağlayıcı olup olmadıkları ve sonuçları; bu tarihten sonra dahi, yapıldıkları sırada
yürürlükte bulunan kanunlara göre belirlenir. (4722 Sayılı Yürürlük Kanunu md.1/2) Resmi
vasiyetname, noter vekili Ferhan tarafından, davet üzerine murisin ikametgahında düzenlenmiştir.
Vasiyetçi son arzularını noter vekili Ferhan'a bildirmiş, vasiyetname bu kişi tarafından
hazırlanmış, ancak bu kişi tarafından değil, bir gün sonra noter tarafından imzalanmıştır.
Vasiyetnamenin, vasiyetçinin son arzularını dinleyen resmi memur tarafından bizzat imzalanması
zorunludur. (TKM.md.480) Bu koşulu ihtiva etmeyen vasiyetname şeklen geçersizdir.
SONUÇ:Açıklanan nedenle hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı harcın temyiz eden
yükletilmesine, peşin harcın mahsubuna, iş bu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar
düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 05.07.2005 (Salı)
60 T.C.
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi
E:2005/8654
K:2005/11578
T:18.07.2005
RESMİ VASİYETNAMEDE BAŞTAN İTİBAREN TÜM İŞLEMLERİN VE SON İMZA
İŞLEMİNİN AYNI MEMUR TARAFINDAN YAPILMASI GEREKİR
ÖZET: Resmi vasiyetnameyi tanzim eden memurun yaptığı işlemler tevsik işlemidir. Bu
nedenle baştan itibaren tüm işlemlerin aynı memur tarafından yapılması ve son imza işleminin
de tahriri alan, okuyan ve vasiyetçi ile tanık sözlerini dinleyen, yazdıran memur tarafından
yapılması zorunludur. Bu yön, işlemlerde birlik prensibinin zaruri bir sonucudur. Dosya
kapsamından, resmi vasiyetnameyi düzenleyen kimsenin vasiyetnamede imzası bulunmadığı
anlaşılmaktadır. Bu durum karşısında vasiyetnamenin iptali talebinin kabulü gerekir.
4721 s. Yasa m. 531,532,533,536
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen
hüküm temyiz edilmekle evrak okunup, gereği görüşülüp düşünüldü.
Vasiyet resmi senet ile veya vasiyet eden kimsenin el yazısı ile yapılabileceği gibi sözlü dahi
yapılabilir (TMK. mad. 531). Resmi vasiyet senedi, iki tanık huzurunda sulh hakimi, noter yahut
kanunen bu husus ile tavzif edilen memur tarafından tanzim edilir (TMK. mad. 532). Vasiyet
eden kimse, arzularını resmi memura takrir edip onun tarafından yazıldıktan veya yazdırıldıktan
sonra okuması için kendisine verilir (TMK. mad. 533). Vasiyet eden kimse vasiyetnameyi
okuyamaz ve imza edemez ise resmi memur tanıklar huzurunda vasiyetnameyi kendisine okur.
Vasiyetçi vasiyetnamenin son arzularını içerdiğini beyan eder (TMK. mad. 535). Vasiyetname
vasiyet eden kimse tarafından okunur ve imza olunduktan sonra resmi memur tarafından tarih
yazılarak imzalanır (TMK. mad. 533).Görüldüğü gibi resmi vasiyetname düzenlenmesine iştirak
eden kişilerin kimliği önem taşıdığı gibi, kanun, bazı işlemlerinde bizzat resmi memur tarafından
yapılmasını emretmiştir. Söz konusu kişinin bu işle görevli resmi memur olup olmadığı, engelinin (TMK. mad. 536) bulunup bulunmadığı kimliğinin tereddüt yaratmayacak bir biçimde
belli olmasına bağlıdır. Resmi memurun yaptığı işlemler tevsik işlemi olduğu için baştan itibaren
aynı memur tarafından yapılması ve son imza işleminin de tahriri alan, okuyan ve vasiyetçi ile
tanık sözlerini dinleyen, yazdıran memur tarafından yapılması zorunludur. Bu yön işlemlerde
birlik prensibinin (Y. 2. HD. 12.11.1965 gün 3008/5432 sayılı kararı) zaruri bir sonucu
olmaktadır. Öte yandan noterlik işlemlerinde, ilgilinin imzasının ve noterin onayını taşımayan
çıkıntılar geçerli değildir. Çıkıntılar el yazısı ile yapılamaz (Noterlik Kanunu mad. 81).
Söz konusu vasiyetname düzenlenirken gerekli olan bütün yerlerde Ç. Birinci Noteri A.T'nin ismi
yazılmıştır. Ancak birinci sahifenin başında yer alan bu isim ikinci sahifede imza mahallindeki
isim altında "vekili O.Ş.'nin" kaşesinin basıldığı ve onun tarafından imzalandığı görülmektedir.
Bu hal söz konusu vasiyetnameyi düzenleyen kişinin kimliği hakkında tereddütler yaratmaktadır.
ikinci sayfadaki onayın Noter A.T.'ye ait olmadığından yukarıda açıklanan kural uyarınca geçerli
değildir. Böyle olunca takriri alanın ve düzenleme yapanın N.A.T. olduğunu kabul etmek zarureti
ortaya çıkmakta olup söz konusu kişinin imzasını muhtevi olmayan belgeyi de resmi vasiyetname
olarak nitelemek doğru olmaz. Şu halde davanın kabulü gerekirken reddi usul ve kanuna
aykırıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz peşin harcının
yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık
olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 18.07.2005
61 T.C.
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi
E:2007/6349
K:2007/7938
T:14.05.2007
Mirastan Feragat
Miras Sözleşmesi
Özet: Davaya konu miras sözleşmesine miras bırakan bizzat katılmayıp vekaleten
düzenlendiğinden, geçerli bir mirastan feragat sözleşmesinden söz edilemez.
4721 s. Yasa m. 528,545
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm
temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü. Mirastan feragat sözleşmesi (TMK
m. 528), miras sözleşmesinin bir çeşidi olduğundan, resmi vasiyetname şeklinde yapılması
zorunludur (TMK m. 545 ve Y.İç.B.K. 11.02.1959 tarih, 16/14 sayılı kararı). Davaya konu
07.06.2004 tarihli sözleşmeye miras bırakan Cemal bizzat katılmayıp vekaleten
düzenlendiğinden, geçerli bir mirastan feragat sözleşmesinden söz edilemez. Davanın reddi
gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır.
Sonuç: Temyiz olunan kararın açıklanan sebeple (BOZULMASINA), bozma sebebine göre diğer
yönlerin incelenmesine yer olmadığına, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar
düzeltme yolu açık olmak üzere 14.05.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
62 YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ KARARLARI
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E:1973/3658
K:1974/16534
T:04.12.1974
ADAM ÇALIŞTIRANIN SORUMLULUĞU
DAVA HAKLARININ TELAHUKU
1 - Düzenlediği vekaletnameye, müvekkilin iradesini yansıtmayan bir çıkıntının katibi
tarafından eklenmiş olması, noterin, müvekkilin zararından sorumlu olmasını gerektirir.
2- Zararın, değişik hukuk nedenleriyle birden çok kimseden istenebilmesi sorumlular
arasında eksik zincirleme durumu sağlar ve zarar görenin dava haklarının telahuku durumu
meydana gelir.
818 s. BK m. 51, 55
1512 s. NK m. 162
Davalı Ş. davaya dahil olmayan müvekkili M. nin kendisi adına Emniyet Sandığından
ipotek karşılığında 10 bin lira ödünç almasını sağlayan yetki ile vekaletname vermiş ve iş bu
vekaletname yalnız Emniyet Sandığından ipotekli ödünç alınması yetkisi ile sınırlı bulunmuştur.
Buna rağmen davalı vekil Ş. sonradan Notere başvurarak ve vekaletname ile verilen yetkinin
yanlışlığını ileri sürerek vekaletnameye Emniyet Sandığından başka kişilerden de ödünç alma
yetkisini sağlayan bir kayıt koydurmuştur. Bu kayda dayanarak vekil davalı Ş. müvekkili M.
adına davacıdan 10 bin lira ödünç almış ve müvekkilinin taşınmazını ipotek ettirmiştir. Bu
davaya dahil olmayan müvekkil verdiği yetkinin değiştirilip aşıldığını öğrenerek ipoteğin iptalini
dava etmekle, ipotek iptali edilmiştir.
Ödünç veren davacı ödünç konusu paranın kendisinin zararını teşkil ettiğini ileri sürerek
ödetilmesini yetkiyi değiştiren katibi çalıştıran Noterle sahtekarlığı yapan vekilden istemektedir.
Yetkisiz vekilin yetki sınırları dışında sahte işlemle yaptığı eylemden doğan zarar vekil yönünden
vekalet sözleşmesi dışında yapılan bir işlemdir. davalı noter ve yetkisiz vekil tarafından ödünç
konusu paranın görünüşte ödünç borçlusu olan M. nin mal varlığına girdiği ne ileri sürülmüş ne
de ispatlanmıştır. Bu durumda ödünç alacaklısı, yalnız görünüşte ödünç borçlusu olan M. ye karşı
herhangi bir istekte 42 bulunamaz. Ş. ye yöneltilen dava mahkemenin de kabul ettiği üzere
doğrudur.
Ancak: davalı noter davaya verdiği karşılıkta onansız ve müvekkilin iradesini
yansıtmayan eklemenin çalıştırdığı katibi tarafından yapıldığını kabul etmiştir. 0 halde bunun
doğurduğu zararlandırıcı sonuçtan Noter Yasasının 162. maddesi ve Borçlar Yasasının 55.
maddesi hükmünce sorumludur. Çünkü davacının zararı iki ayrı kişinin hukuka nitelikleri ayrı iki
eyleminden doğmuştur.
Davacı telahuk eden hakları nedeniyle eksik zincirlemeye dayanarak fakat ödetmek de
tekrarlamamak koşulu ile bu iki davalıdan isteyebilir. Bu hak açıkça Borçlar Yasasının 51.
maddesine dayanmaktadır. Davacının uğradığı zarardan her iki davalı ayrı hukuki sebeple
63 sorumlu olduğu, zarar gerçekleştiği, davacının telahuk eden dava haklarını kullandığı halde
mahkemenin aksi görüşle davalılardan Notere yöneltilen davayı red etmesi Yasaya aykırıdır,
isteğe hükmedilmelidir.
Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıdaki nedenlerle BOZULMASINA ve peşin harcın
istek halinde geri verilmesine 4.12.1974 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Kaynak:YKD - 1975/3 - Sayfa:42
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E:1975/3749
K:1976/477
T:16.01.1976
SATIN ALANIN TAŞINMAZI GERÇEK MALİKİNE GERİ VERMESİNDEN DOĞAN
ZARAR
SORUMLULUĞUN SINIR VE KAPSAMI
TAPU SİCİLİNİN TUTULMASINDAN HAZİNENİN SORUMLULUĞU
Medeni Yasanın 917. maddesi hazineyi tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan
sınırsız olarak sorumlu tutmuştur. Bu sorumluluk kusursuz sorumluluktur. Bu nedenle sahte
bir vekaletname düzenletip üçüncü kişinin taşınmazını satan kimse- ve hazinenin bu taşınmazı
gerçek malikine geri veren alıcının uğradığı zararla sorumlu tutulması doğrudur.
743 s. MK m. 917
Dava: Davacılar avukatı; Davalılardan Yükselin düzenlediği sahte vekaletname ile
müvekkillerine ait taşınmazı 200.000 liraya sattığını ileri sürerek satışın iptalini istemiştir.
KARAR: Yapılan yargılama sonunda: Dava ilgili dosya ile sabit olduğundan 200.000
liranın davalılardan ortaklaşa ve müteselsilen alınarak davacılara ödenmesine karar verildiğine
ilişkindir. Temyiz eden ve duruşma isteyen: davalı Hazine avukatı.
Üçüncü kişinin tapu ile mülkiyeti altında bulunan taşınmazı davalılardan Yüksel, ibraz
ettiği vekalete dayanarak vekili Mehmet eliyle davacılara sattırmıştır. Yükselin vekaletnamesi
İstanbul 4. Noterliğinden düzenlenmiş aslı bulunmayan bir vekaletnamedir. 4. Noterlikte
Yükselin kullandığı vekaletnamenin aslı bu işle ilgisi bulunmayan başka bir işleme aittir.
Olayların akışından anlaşıldığına göre Yüksel bu vekaletnameyi sahte olarak düzenlemiş veya
başkasına düzenletmiş vekaletnamede. Fatma'yı müvekkil göstermiş velayeti altındaki çocuğu da
temsil ettirmiş vekaletnamenin bir örneğini Bursa 5. ci Noterliğine götürerek aynı yetkilerle
Mehmet'i yetkili kılmış, Mehmet bu sahte vekaletname ile Fatma ve çocuğuna ilişkin taşınmazı
davacılara satmıştır. Durumu öğrenen önceki malikler davacılara karşı bu taşınmazın mülkiyeti
konusunda dava açmışlar ve duruşmanın ilk celsesinde davalılar, şimdiki davacılarımız, gerçeği
kabul edecek ferağa amade bulunduklarını bildirmişlerdir. Bu dava davacı alıcılarımızın tapu
idaresine ve vekil sahteci Yüksele yöneltilmiş mal satış parası alacağı davasıdır. Fatma ve çocuğu
adına onun vekili imişçesine sahte vekaletname ile yaptıkları satış sırasında aldıkları paranın geri
alınması davasıdır. Yükselin alıcılardan aldığı mal satış parasını hemen geri vermesi gerekir.
Medeni Yasanın 917. maddesi hükmünce Hazine tapu sicilinin tutulmasından doğan her,
türlü zarardan sorumludur. Maddenin yazılış biçimine göre sorumluluk sınırlı değil çok geniş
64 kapsamlıdır. Çünkü Yasa hazineyi "bu yüzden doğan bütün zararlardan" sorumlu tutmuştur.
Malik Fatma ve çocuğu kendi iradelerine dayanmayan satış nedenleriyle zararlarını
isteyebilirlerdi. Fakat önce davacılara, yanlış kaydı yükümlenen kişiye dava açmışlardır. Hiç
dava açmasalar da yeni alıcılar iyi niyetle gerçek malikin hakkı olan aynı yeri verseler de yine
hazineyi ve sahteciliği sorumlu tutabilirlerdi nitekim Dairenin 7.3.969 gün ve 6220/2170,
18.6.1975 gün ve 5711/8001 sayılı kararları da bu yoldadır. Hazine bu zararlardan sorumlu
olduğuna göre mahkemenin karar doğrudur ve onanmalıdır.
Sonuç: Temyiz olunan kararın gösterilen nedenle ONANMASINA ve davacı yararına
takdir edilen 1.000 lira duruşma avukatlık parası ile aşağıda yazılı onama harcının temyiz edene
yükletilmesine 16.1.1976 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
Kaynak:YKD - 1977/3 - Sayfa:339
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E:1976/11251
K:1978/5
T:05.01.1978
KESİN HÜKÜM
TAPU SİCİLİNİN TUTULMASINDA SORUMLULUK (TAPU MEMURUNUN
SORUMLULUĞU
HAZİNENİ
SORUMLULUĞU)
EKSİK
ZİNCİRLEME
SORUMLULUK(ZİNCİRLEME SORUMLULUKTA YÖNELME [RÜCU])
ZARAR VE TAZMİNAT [ÖDENCE]
1) Olay tarihi itibariyle, tapuda işlem yapmak için vekaletnamenin şekle bağlı olması koşul
unu, mevzuat gerekli kalmadığından ve vekillik sıfatını belirleyen belgenin sahteliği de belli
olmadığından tapu memuru sorumlu tutulamaz.
2)
Hazinenin MK’nın. 917'ye, noterin Eski Noter Km. 64'e göre sorumluluğu
yasadan doğan kusursuz sorumluluk olup, aralarında eksik zincirleme sorumluluk ilişkileri
vardır.
3)
Zararın bütününü ödeyen Hazine eşit pay karinesine göre noterden yönelme
[rücu] yoluyla tazminatın yarısını isteyebilir.
4)
Zarara uğrayanın temyizi üzerine Hazinenin yanında noterin de sorumluluğunu
belirleyen bozma kararına karşı, yerel mahkemenin direnme kararını Hazinenin değil de
zarara uğrayanın temyiz etmesi gerektiğinden direnme kararının onanmasıyla Hazinenin
ardıllığı davalı olarak noter aleyhine açtığı yönelme davası için kesin hüküm olmaz.
5)
Hazine yönelme yoluyla, kendiliğinden değil icra kanalıyla ödemekten doğan ek
zararları isteyemez.
743 s. MK m. 917
818 s. BK m. 42, 43, 50, 51
1086 s. HUMK m. 237
3456 s. Eski Noter K m. 64 1512 s. Noter K m. 162
65 Taraflar arasındaki rücu tazminat davası nedeniyle yapılan yargılama sonunda, ilamda
yazılı nedenlerden dolayı 45730 lira 96 kuruşun faizi)' ve birlikte davalılardan kararda yazılı
şekilde alınarak davacıya ödenmesi ilişkin hükmünün davalılardan Kazım avukatı tarafından ve
davacı Hazine ile davalılardan Kemal avukatı tarafından da temyiz edilmesi üzerine dosya
incelendi gereği konuşuldu
Dairemizin 6.7. 1967 gün, 1965/6790 esas ve 5861 karar sayılı emsal bir içtihadın
da söz edildiği vechile; olayda takrir alan davalı tapu memurunun ibraz edilen vekaletnamenin
sahte olduğunu ve ilgililerin bir sahte işlem üzerinde anlaştıklarını bilecek durumda olduğunu
gösteren bir neden ve delil ibraz edilememiştir. Takrir alan memurun mübrez ve usulünce
onaylanmış bir vekaletnamenin geçerliği üzerinde ayrıca bir inceleme yapmak zorunluluğu da
yasada benimsenmiş değildir. Meğer ki, şüpheli bir durum bulunmuş olsun. Olayın
gerçekleşmesinde ibraz edilen vekaletnamenin durumuna, takrirde açıklanan sözlerin
vekaletnameyi doğruladığına göre, davalı tapu memuru Kazım'ın bu olayda sorumluluğunun
kabulü mümkün değildir. Yine Dairemizin 21.12. 1965 gün ve 6924/7631 sayılı dosyada mevcut
kararımızda da belirtildiği gibi, tapu memurlarının tapu dairelerinde vekiller eliyle yapılan
işlemlerde, vekillerden resen düzenlenmiş bir vekaletname aramasına da gerek yoktur. Çünkü,
vekalet sözleşmesi şekle bağlı sözleşmelerden değildir. Resmi daireler önünde yapılan işlemlerde
vekaletnamenin yazılı şekilde olmasını aramak vekilin sıfatının belirtilmesi ve tevsiki
bakımından yeterlidir. Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü ile Adalet Bakanlığı'nın genelgeleri
genel müdürlük ile tapu memurları arasındaki ilişkiye ait olup, üçüncü kişileri ilgilendirmez.
Tapu dairelerinde yapılan işlemlerde vekilin sıfatının bir belge ile belirtilmiş olması yeterli
olacağına göre, ayrıca noterlikçe doğrudan doğruya düzenlenmiş bir vekaletname aranmasına yer
yoktur. Tapu Kanununda, Nizamnamesinde, Noter Kanunu ve Medeni Kanunda bu görüşün
aksine yoruma yeterli hüküm de yoktur. Çünkü, Tapu Sicil Nizamnamesini n 17. maddesinde
öngörülmüş olan (musaddak vekaletname) deyiminin, Noterlerce resen düzenlenmiş bir
vekaletname anlamına gelmeyeceği de açıktır. Nitekim olay tarihinde yürürlükte bulunan Noter
Yasasında da bu konuda bir açıklık yoktur. Ancak 1512 sayılı Yeni Noterlik Yasasının 89.
maddesinde bu kerre getirilen açıklık bu görüşü desteklemektedir. 0
halde,
davalı
tapu
memurunun tazminatla sorumlu tutulması anılan nedenlerle mümkün olmadığından bu davalı
hakkındaki dava reddedilmek üzere hüküm bozulmalıdır
2- Olayımızda, davacı Hazine, MK.nun 917 ve davalı noter de, Noter Kanununun 64.
maddesi hükmünce doğan zarardan sorumludurlar. Gerek davacı hazinenin ve gerekse davalı
Noterin sorumluluğu yasalardan doğmuştur. Her ikisinin müşterek kusurlarıyla doğan bir zarar
söz konusu olmadığı için, gerek davacı Hazine ve gerek davalı noter, BK.nun 51. maddesi
hükmünce, Zarara uğrayan üçüncü kişiye karşı eksik teselsül hükümlerince sorumludur. Nitekim,
zarara uğrayan davacı üçüncü kişi hazine ile birlikte davalı noteri de dava etmiş, dava sonunda
her ikisi de tazminatla sorumlu tutulma fakat üçüncü kişi zararın tamamını davacı hazineden
tahsil etmiştir. Bu durumda, davacı Hazinenin BK.nun 51. maddesi hükmünce, davalı rücu etmesi
mümkündür. Çünkü, ikisinin sorumluluğu da yasadan doğmaktadır ve BK.nun 51. maddesinde
öngörülen sıra rücu hakkını engellemektedir. Hal böyle olunca, ikinci aşamada çözümlenmesi
gereken sorun, davacı Hazinenin davalı notere ne oradan rücu edebileceği olmalıdır. Bu yon, BK.
146/1. maddesi hükmünde, düzenlenmiştir. Anılan maddede, eşit pay karine öngörülmüştür.
Borcun niteliğinden, ve yasadan doğma bir istisna bulunmadığına göre, müteselsil borçlulardan
herbiri, alacaklıya yaptığı ödeme nedeniyle birbirine eşit pay üzerinden rücu edebilir. Olayda
davacı hazinenin memurunun kusuru da bulunmadığına göre, davacı ancak, sorumlu tutulabilecek
tazminatın yarısını davalı noterden isteyebilir. Mahkemenin, hazinenin ödediği bütün tutarın
davalı noterden alınmasına ve böylece davaya hazinenin sorumluluktan tamamen kurtulmasına
müncer olacak şekilde karar vermiş olması yasa hükümlerine aykırıdır.
66 3- Zarara uğrayan üçüncü kişinin davacı hazine ile davalı noter aleyhine açtığı İstanbul
Altıncı Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 1967/159 esas sayılı davası sonunda; hazinenin
sorumluluğuna, noter hakkındaki davanın reddine karar verilmiş, bu karar davacı ve hazine
tarafından temyiz edilmiş, dairemizce davacının temyizi kabul edilerek noterin de sorumluluğu
cihetine gidilmek üzere hüküm bozulmuştur. Yerel mahkeme, eski hükmünde, direnmiş, hüküm
bu kez yalnız davalı hazinenin temyizi üzerine Hukuk Genel Kurulu'nca daire görüşü
doğrultusunda yine bozulmuş, fakat karar düzeltme üzerine (direnmeye karşı davacının temyizi
bulunmadığından) bahisle karar düzeltme isteği kabul edilerek temyiz dilekçesinin reddi cihetine
gidilmiştir. Yerel mahkeme az yukarda anılan davada, davalı noterin sorumlu olmadığının kesin
bir hükümle sabit olduğundan söz ederek bu dava ile sınırlı olmak üzere davacı hazinenin rücu
davasını reddetmiştir. Oysa ortada yerel mahkemenin soz ettiği gibi kesin bir hüküm mevcut
değildir. Eğer, ısrar kararı o davanın davacısı tarafından temyiz edilmiş olsaydı, hükmün
bozulacağı Hukuk Genel Kurulu kararı ile anlaşılmaktadır. Davacı mağdurun ısrar kararını
temyiz etmemesi müteselsil borçlulardan hazinenin durumunu ağırlaştırmıştır. Ortada davacı
hazine ile davalı noter arasında mevcut bir dava da olmadığına nazaran kesin bir hükümden söz
edilmeyeceği gibi, zarara uğrayan üçüncü kişi zararının tamamını hazineden tahsil ettiğine göre,
zarara uğrayan kararı temyiz etmeme şeklinde beliren davranışı hazinenin notere rücuunu
engellemez. Çünkü, BK.nun 147. maddesi hükmünce, hazine zararının tamamını mağdura
ödediği cihetle, alacaklının haklarına halef olmuş ve bu davayı halefiyet esasına dayanarak
açmıştır. Anılan nedenlerle işin esası incelenip sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken
davanın reddine karar vermesi yasaya aykırıdır, ve hüküm bu nedenle de bozulmalıdır.
4- Davacı hazine, zarara uğrayan üçüncü kişi tarafından açılan davada mahkum edildiği
tazminat ve hükmedilen faizi ile mahkeme giderlerini ve bu arada avukatın ücretini icra
koğuşturmasına mahal bırakmaksızın ödemesi gerekirdi. Bu itibarla, ödememek suretiyle
temerrüde düştüğünden icra giderlerini isteyemez hal böyle olunca davacının bu konuya yönelik
temyiz itirazı yersizdir. Ancak, davacı hazine müteselsil borçlu sıfatıyla dava tarihinden itibaren
hükmün kesinleştiği güne kadar işlenmiş olan faizi de isteyebilir. Mahkemenin faiz hakkındaki
isteği reddetmiş bulunması bu nedenle yasaya aykırıdır.
Sonuç : Temyiz olunan kararın birinci bentte gösterilen nedenle davalı Kazım'ın İkinci
bentte gösterilen nedenle davalı noter yararına, üçüncü ve dördüncü bentte gösterilen nedenlerle
davacı Hazine yararına (BOZULMASINA) ve davalı Kazım yararına takdir edilen 1400 lira
duruşma avukatlık parasının davacı Hazineye ve hazine yararına takdir edilen 1400 lira duruşma
avukatlık parasının da davalılardan Kazıma yükletilmesine ve peşin harcın istek halinde geri
verilmesine 5. 1. 1978 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Kaynak:YKD - 1979/3 - Sayfa:344
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E:1977/5312
K:1978/3193
T:13.03.1978
DOĞRUDAN DOĞRUYA ZARAR
HUKUKA AYKIRILIK BAĞI
UYGUN NEDENSELLİK BAĞI
Sözleşme dışı sorumlulukta haksız eylemden doğrudan doğruya zarar gören, bir hukuk
kuralının korumak amacı güttüğü varlıkları doğrudan doğruya zarara uğrayan kişiler ödence
isteminde bulunabilirler.
67 2)
Eylem, niteliği itibariyle olayların doğal ve alışılmış akışına ve hayat
denemelerine ve objektif olasılığa göre zararı doğurmaya elverişli ise, uygun nedensellik
bağının varlığından sözedebilir.
818 s. BK m. 41
Taraflar arasındaki tazminat davası nedeniyle yapılan yargılama sonunda, ilamda yazılı
nedenlerden dolayı 22346 liranın faiziyle birlikte davalılardan alınarak davacılara ödenmesine
ilişkin hükmün süresi içinde davalılardan Denizcilik Bankası avukatı tarafından temyiz edilmesi
üzerine dosya incelendi gereği konuşuldu
Davacılar, 18.2. 1973 günü davalılardan Denizcilik Bankası'na ait Yeşilköy
Römorkörünün kusurlu davranışı yüzünden diğer davalıya ait Başkanlar adlı av motoruna
çarparak batmasına neden olduğunu, oysa davalı (A) ya ait motorla balık avına çıkmak üzere,
evvelce anlaştıklarını ve bu kaza nedeniyle balık avına çıkamadıklarını ve bu yüzden zarara
uğradıklarını ileri sürerek, 26.500 liradan ibaret zararlarının her iki davalıdan tahsilini
istemişlerdir.
Yerel mahkeme, gerçekleşen zararın her iki davalıdan tahsiline karar vermiştir.
Gerek kusur sorumluluğu ve gerekse kusursuz sorumluluk söz konusu olsun, sözleşme
dışı sorumlulukta, Türk/İsviçre ve Alman Hukuku'nda kural olarak, yalnız haksız eylemden
doğrudan doğruya zarar gören, bir hukuk kuralının (normunun) ihlal edilmesiyle bu kuralın
korumak amacını güttüğü varlıkları doğrudan doğruya haleldar olan kişilerin tazminat talep
edebileceği kabul olunmakta ve hukuken korunan varlığı haleldar edilen kişiden gayrı, ihlal
sonucunda dolaylı olarak eylemin etkilerinin yansıması (in'ikası), tabir caiz ise sıçraması (effet
reflex) suretiyle zarar gören üçüncü kişilerin tazminat isteyemeyecekleri belirtilmektedir. Bunun
tek istisnası BK.nun 45. maddesinin düzenlediği tazminat türüdür. (Haluk Tandoğan Üçüncü
Şahsın Zararının Tazmini - Ankara 1963- Sayfa 1 vd.)(Fikret Eren - Hukuka Aykırılık Bağı ve
Normun Koruma Amacı Teorisi - Ankara 1975 - Sayfa l vd.) Tazminat talebine yetkili kişilerin
alanını, ister dolayısıyla zarar gören şahıs kavramına başvurarak, isterse hukuka aykırılık bağı
kavramına dayanarak sınırlama çabaları Tandoğan'ın da belirttiği gibi şu düşünceye
dayanmaktadır. Bir haksız eylem veya sorumluluğu gerektiren başka bir olay, hukuki varlıklarını
doğrudan doğruya haleldar ettiği kişilerden başka pek çok kişilerin de zarara uğramasına yol
açabilir. Örneğin, doktrinde (klasik bir örnek olarak) belirtildiği gibi, bir gazinoda her akşam
konser vermeyi taahhüt eden bir piyanist, bir akşam gazinoya giderken bir trafik kazasından
yaralanmış ve bir süre konserlerine verememiştir. Burada, piyanistin kazaya sebebiyet verenden,
maruz kaldığı zararları talep etmesi hukuk kuralının (normunun) koruma alanına girmektedir.
Ancak. piyanistin maruz kaldığı bu zarar dolayısıyla gazino sahibi, vestiyeri işleten şahıs,
garsonlar, müzik eleştiricileri, hatta gazino sahibinin kazancı azaldığı için az vergi almak zorunda
kalan devlet, o süre içinde elektrik sarfiyatı olmaması nedeniyle daha az elektrik ücreti tahakkuk
ettiren belediye vs. de dolaylı olarak zarar görmüşlerdir. Hiç şüphesiz verilen bu örnekteki
kişilerle zarar arasında mantıki bir illiyet bağı bulunmasına- rağmen, trafik kazasına neden olan
haksız eylem failinin ihlal ettiği hukuk normu (trafik kuralı) bu kişileri yani gazino, sahibi,
vestiyerci, devlet ve belediyeyi koruma amacını gütmediğinden, yoksun kaldıkları kazanç için
failden tazminat talebinde bulunamazlar. Bu kural (haksız eylemi işleyenin önceden
göremeyeceği sonuçlardan dahi sorumludur). ilkesinin, fail veya objektif surette sorumlu olan
şahıs için çok ağır olabilecek sonuçlarını hafifletmek üzere, bir yandan uygun illiyet bağı, diğer
yandan hukuka aykırılık bağı kavramlarının bir sonucu olarak kabul edilmiştir. (Tandoğan age._l7)(Eren-age-IS vd. 27). 0 halde bu gibi durumlarda sorumluluğu sınırlamak, hem uygun
illiyet teorisinden ve hem de hukuka aykırılık bağı teorisinden yararlanmak suretiyle mümkün
olacak ve en doğru ve adil çözüm yolu bulunacaktır.
68 Temyize konu, bu davanın dayanağı olan maddi olgu da yukarıda verilen örnekte olduğu
gibidir. davalı Denizcilik Bankası'na ait bir deniz aracı, kusurlu davranışı ile diğer davalının
balıkçı teknesini batırmıştır. davalı Denizcilik Bankası'nın kullandığı adamı Deniz Ticareti
Hukukunun öngördüğü kuralları çiğnemistir. İhlal edilen koruyucu kural, doğrudan doğruya diğer
davalının deniz aracını koruyan bir kuraldır. Davacıların ileri sürdüğü zararla ihlal edilen kural
arasında bir bağ mevcut değildir.
Kaldı ki, eylemle zarar arasında da uygun bir illiyet bağı mevcut bulunmamaktadır. Şöyle
ki; yukarı da belirtildiği gibi olayda mantıki bir illiyetten söz edilebilir. Ne var ki, davacıların
zararı ile davalı, Denizcilik Bankası'nın kullandığı adamın eylemi arasında tazmin borcunu
gerektirecek bir illiyet bağı yoktur. Çünkü, uygun illiyetten söz edilebilmesi için, eylemin niteliği
itibariyle olayların doğal ve alışılmış (mutat) akışına ve hayat denemelerine ve objektif olasılığa
göre, meydana gelmiş olan zarar türünden (davacıların zararı türünden) bir zararı doğurmaya
elverişli olması gerekir. Diğer bir deyimle, sonuç niteliği itibariyle eyleme ve olaya uygun olmalı,
onun uygun bir sonucu olarak görülmelidir. Eğer sonuç, olayların doğal akışına ve hayat
denemelerine göre, beklenilmeyecek bir nitelikte ise, manıiki anlamda bir illiyet bulunmasına
rağmen, eylemi işleyen (Davalı Denizcilik Bankası'nın Kaptanı) bu türden anormal, atipik, illete
uygun olmayan sonuçtan dolayı sorumlu tutulamaz. Çünkü, tazmin borcu, illiyet bağının dışına
çıkamaz. O halde, davalı Denizcilik Bankası aleyhine açılan davanın anılan nedenlerle reddine
karar verilmek gerekirken, aksine düşüncelerle ve sorumluluğun yasal dayanakları da
gösterilmeksizin isteğe karar verilmiş olması bozmayı gerektirir.
Sonuç : Temyiz olunan kararın gösterilen nedenlerle temyiz eden davalı yararına
(BOZULMASINA) ve peşin harcın istek halinde geri verilmesine 13.3.1978 gününde oybirliğiyle
karar verildi.
Kaynak:YKD - 1979/1 - Sayfa:28
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E:1980/12644
K:1981/518
T:26.01.1981
DEVLETİN SORUMLULUĞU
TAPU KÜTÜĞÜ
VEKİLLİĞİN KAPSAMI
YALIN VEKİLLİK
1) - Tapu işlemlerinin yapılması ve yürütülmesi biçimi ile ilgili yasa ve tüzüklerde öngörülen
kurallara aykırılık nedeniyle doğan zararlardan Hazine (Devlet) sorumludur. Hukukun genel
kurallarının ve özellikle Medeni Hukukun bu nitelikteki hükümlerinin ihlal edilmiş olması da
aynı sonucu doğurur.
2)
- Bu ilke uyarınca, özel yetkisi bulunmayan bir vekilin isteği üzerine tesis
olunan ipoteğin bilahare iptali nedeniyle doğan zararı Devlet ödemekle yükümlüdür.
3)
- Devletin sorumluluğu için tapu memurunun kusurlu olması şart olmayıp,
zararın, tapu sicilinde usulüne uygun olmayarak yapılan işlemlerden doğmuş olması yeterlidir.
69 4)
- Özellikle lehine ipotek yapılan banka temsilcisinin vekilin vekaletnamesini
incelemek zorunluğu olmadığından, aksi davranış davanın reddini gerektirmez.
743 s. MK m. 917
818 s. BK m. 388/II, 44
Tapu Sicilli Niz. m. 17,12
Taraflar arasındaki alacak davası nedeniyle yapılan yargılama sonunda, ilamda yazılı
nelerden dolayı zararı MK.nun 917. maddesi kapsamı dışında kaldığından dayanır reddine ilişkin
hükmün davacı avukatı tarafından duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi
gereği konuşuldu
Davacı tasfiye halindeki Raybank, TAŞ. MK.nun 917. maddesinden söz ederek davalı
Hazine'den uğradığı zararın ödetilmesini istemektedir.
Dava dosyası ile, eki bulunan İstanbul Onuncu Asliye Hukuk Mahkemesi'ne ait olan
1967/471 E. sayılı (ipoteğin iptali) ile ilgili dosya münderecatına göre
Davacı Raybank, (Dündar ve Ortakları Adi Komanditt Şirketi)nden alacaklıdır. Davacı
banka ile borçlu komandit şirket ve Karabet adlı özet kişi İstanbul Üçüncü Noterliği'nde 12 Ocak
1965 günü bir araya gelip bir sözleşme yapmışlardır. Bu sözleşme hükümlerine göre; Karabet
borçlunun davacıya olan borcu için müşterek borçlu ve müteselsil kefil olmuş ve bu arada
Kararbet kendisine ait olan (pafta 81, ada 209, parsel 7 sayılı ve pafta 498, ada 2953 ve parsel 8
sayılı) taşınmaz ile İstanbul Üçüncü Noterliği'nin 17.8.1963 tarih ve 11588 yevmiye numaralı
vekaletnamesiyle vekili bulunduğu babası Leon's ait bulunan (Kadıköy, pafta 67, ada 316 ve
parsel 55; Fatih, pafta 238, ada 1020 ve parsel 10 ve ayrıca Eminönü, pafta 81, ada 209 ve parsel
7'de müseccel) üç parça taşınmazı da munzam teminat olarak davacı alacaklı bankaya bir milyon
lira karşılığında ikinci derecede ipotek etmeyi taahhüt eylemiştir. Bu taahhüt de uygun olarak
Karabet, babası Leona ait olan bu taşınmazları alacaklı banka lehine ipotek etmiştir. Ancak, taşın
m azların maliki olan Leon (İstanbul Onuncu Asliye Hukuk Mahkemesi'ne 1.7. 1967 tarihinde)
alacaklı Raybank aleyhine bir dava açarak (.... oğlu Karabet'in m0n'hasıran ipotek tesis etmek
suretiyle istikrazda bulunmaya .... borç para alınması için gerekli işlemleri icra ve ifaya..) yetkili
kılındığını, başkasının borcu için munzam teminat (yani ipotek) vermeye yetkili kılınmadığını
ileri sürerek, alacaklı Raybank lehine vaki ipoteklerin iptalini istemiş; yapılan yargılama sonunda
da (30.4.1969 gün ve 471/300. sayılı kararla) davacı alacaklı baraka lehine tesis olunan ipoteğin
[iddia doğrultusunda) iptaline karar verilmiş ve bu karar yasa yollarından geçmek suretiyle
kesinleşmiştir.
İşte davacı alacaklı banka, vekaletnamede yetki bulunmamasına rağmen bu ipotek
işlemini yapmak suretiyle kendilerini zarara uğratan tapu sicil muhafızının bu eylemi dolayısıyla
MK.nun 917. maddesi hükmüne dayanarak davalı Hazine'den zararın ödetilmesini bu dava ile
istemektedir.
Davalı Hazine ise savunmalarında (... ipotek akdinin davacı bankanın temsilcisi huzuru ile
yapıldığını, bu itibarla zararın Karabet'in vekaletnamesini iyi incelemeyen davacı temsilcisinin
eyleminden doğduğunu, bu konunun HGK.nun 12.10.1955 gün ve 177/175 sayılı kararı ile de
kabul edildiğini hal böyle olunca davacıya iyi niyet atfedilemiyeceğini öte yandan dört parça
taşınmazın 1.000.000 liraya ve ikinci derecede ipotek edilmiş olması nedeniyle bu miktarın
üzerinde bir ödetme talebinde bulunmanın MK.nun 766. maddesi hükmüne aykırı olacağını . ...
kaldı ki davacı banka lehine ipotek edilen taşınmazların değerinin 380.000 lira olarak
gösterilmesine ve ipotek edilen taşınmazlardan bir tanesinin Karabet'e ait olup diğer bir tanesinin
de Leon ile Karabet adına müşterek mülk olarak müseccel olmasına göre zararın bu yönler dikkat
70 nazara alınmak suretiyle tespit edilmesi gerektiğini özellikle de davacı alacaklı bankanın gerek
asıl borçlusu olan Komandit şirketi ve gerekse müşterek borçlu ve müteselsil kefil olan Karabet'i
takip edip alacağını tahsil etmesi mümkün iken, bu yola da başvurmaması nedenleriyle...)
davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ise, MK.nun 917. maddesi hükmünün sevk amacından sözederek ve davalı Hazinenin
savunmasını benimseyerek aynen (
davacı tasfiye halinde Raybak TAŞ. iptal edilen ipotek
muamelesinin alacaklısı olup, temsilcisinin 2.2.1965 tarihli ipotek akit tablosunda imzası vardır.
İpotek akit tablosu, yine davacı ile Dündar ve Ortakları Adi Komandit Şirketi ve Karabet arasında
tanzim edilmiş 12.1.1965 günlü sözleşmeye göre tesis edilmiştir. Bu durumda davacının ipotek
tesisine esas teşkil eden vekaletnamedeki tüm kayıt ve şartları tetkik ederek, teminatın.
vekaletnamedeki şartlara uygunluğunu kontrol etmesi ve muameleyi de buna göre yaptırması
gerekirdi. İpotek sözleşmesinin, geçerli olmayan yetkisiz vekille yapılması dolayısıyla geçersiz
sayılmasından dolayı davacının MK.nun 917. maddesine dayanmak suretiyle tazminat istemeye
hakkı yoktur. Davacı kendi kusurlu muamelesine dayanarak MK.nun 917. maddesi gereğince
tazminat isteyemez; çünkü, zarar kendisi ile yetkisi Olmadığı halde ipotek sözleşmesi yapan
Karabet'in muteber olmayan muamelesinden doğmuştur. HGK.nun 22.3.1969 gün ve 3/993 E. ve
194K. sayılı içtihadı da bu doğrultudadır....) demek suretiyle davayı reddetmiş bulunmaktadır.
Bilindiği gibi, tapu sicilinin yolsuzlaşmasıyla ortaya çıkan zarar ihtimalleri karsısında
yasa koyucu, ilgilileri tapu sicili hukuku çerçevesinde bir takım yollarla korumak mecburiyetini
duymuştur. Bu yollar ilgililere, ya bir zararın doğmasını önlemek için sicilin düzeltilmesi
davasını açmak ya da zarar doğduğu takdirde Devlet'ten bunun tazminini istemek imkanını verir.
Kuşku yoktur ki Devlet'in bütün özenine rağmen tapu sicilindeki yolsuzlukların önemli ve büyük
bir bölümü doğrudan doğruya sicilin tutulması ile ilgili olup, görevli memurun bilerek veya
bilmeyerek sicilin tutulmasında uyulması gereken hukuk kurallarına aykırı bir davranışta
bulunması sonucu ortaya çıkar. Bu itibarla yasa koyucu, taşınmazlar üzerindeki ayni hakların
Devlet eliyle tutulan bir sicille aleniyet kazanmasının, hak ve işlem güvenliği yönünden sağladığı
teminatın bir uzantısı olarak MK.nun 917'de, tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan
Devlet'in sorumlu olduğu ilkesini hükme bağlamak zorunluğunu duymuştur (Dr. Lale SirmenTapu Sicilinin Tutulmasından Doğan Zararlardan Devlet'in Sorumluluğu-Ankara 1976-Sayfa 23).
Tapu işlemlerinin yapılması ve yürütülmesi biçimi gerek Medeni Kanunda ve gerekse tapu
hukukunda, özellikle de tapu kanunu ile ilgili tüzükte yer alan hükümlerde gösterilmiştir. İşte
anılan yasa ve tüzüklerde öngörülen bir kurala aykırılık halinde doğacak zarardan Hazine
sorumlu olacaktır. Zararın tapu sicilinde usulüne uygun olmayarak yapılan muamelelerden
doğmuş olması yeterlidir; bu bakımdan tapu memurunun kusurlu bir eylemi ile buna sebebiyet
verip vermemesi önemli değildir. Önemli olan hukuka aykırı bir muamelenin tapu memuru
tarafından yapılmış olmasından yani tapu sicillerinin tutulmasında uyulması gerekli hukuk
kurallarına aykırı davranılmış -bulunulmasıdır. Bu hukuk kuralları sadece az yukarıda anılan tapu
mevzuatından ibaret değildir. Hukukun genel kurallarının ve özellikle Medeni Hukukun bu
nitelikteki hükümlerinin ihlal edilmiş olmasına aynı sonucu doğurur. Mesela; davamızın
konusunu oluşturan olayda olduğu gibi, BK.nun 388/ll'ye rağmen genel bir vekaletnameye
dayanarak vekil tarafından yapılan bir taşınmaz temlikinin ya da ayni bir hak ile takyidinin
tapuya tescili bunlara misal olarak gösterilebilir. Demek oluyor ki, anılan talep özel yetkisi
bulunmayan (BK. 388/II) bir vekil tarafından yapılmış, tapu memuru da buna dayanarak işlemi
gercekleştirmişse, bu durumda Devlet sorumlu olabilecektir (Sirmen-age.-77)(Esat Şener
MK.nun 917. maddesine Göre Hazine'nin Mes'uliyeti-Yaı-gıtay 100. Yıldonümü Armaganı-Sayfa
565, Dipnot 51 ile ilgili metin), (JIe G. Akıpek-Turk Esya Hukuku-Ayni Haklar Birinci KitapZilyedlik ve Tapu Sicili-Ankara 1965-Sayfa 301). Bunun için tapu memurunun kanunu bilip
bilmemesinin önemi yoktur. Aynı şekilde tapu memurunun kendisine ibraz edilen vesaikin yanlış
olduğunu sahteliğini veya muvazaaya dayandığını anlamamış bulunması ya da mesela bir
vekaletnamenin kapsamının tayininde hataya düşmüş olması, Devleti sorumluluktan kurtaramaz;
çünkü 917'deki sorumluluk kusura dayanan bir sorumluluk değildir. Olayımızda da durum budur.
71 Davacı banka lehine, borçlu Karabet'in genel vekili bazı taşınmazları bankaya ipotek etmek
istemektedir. Vekil vekaletnamesini tapu memuruna vermiştir. Tapu memuru, Tapu Sicili
Nizamnamesi'nin 17. maddesi hükmünü dikkat nazara alarak vekilin yetki sınırını BK.nun 388/II,
maddesi uyarınca belirleyip, bu yolda işlem yapmak yükümü altındadır. Bu işlemin yapılması
doğrudan doğruya tapu memurunun görevi cümlesindendir. Ayrıca lehine ipotek yapılacak banka
temsilcisinin, vekilin vekaletnamesini inceleme zorunluğu yoktur. Bu yön, Nizamnamenin 12. ve
özellikle 17. maddesi hükmünden açıkça anlaşılmaktadır. Bu bakımdan davacı banka
temsilcisinin vekaletnameyi incelememiş olması nedeniyle Devlet'in sorumlu tutulamayacağı
yollu mahkeme görüşü tamamen dayanaktan yoksun bulunmaktadır. Böyle bir görüşün kabulü
MK.nun 917. maddesi hükmünün uygulanmasını sonsuz bir şekilde sınırlamış olacaktır ki, böyle
bir yorum herşeyden evvel anılan hükmün sevki amacına da aykırı düşecektir. Öte yandan
davalının dayandığı içtihadın da davamızın konusunu oluşturan olayla ilgi ve irtibatı da yoktur.
0 halde mahkemenin davanın reddine ilişkin bu gerekçesi varit değildir. Bir itibarla mahkemece
yapılacak iş, davanın esasına girilip teminatsız kalan davacı alacağının asıl borçlu ile müşterek
borçlu ve müteselsil kefilden tahsil imkanı olup olmadığı ve davacının zararının doğup
doğmadığı yönü üzerinde durulup, ayrıca aynı taşınmazların Sosyal Sigorta Kurumu yararına
birinci derecede bir milyon liraya ipotekli olduğu dikkat nazara alınıp eğer ipotek işlemi iptal
edilmeseydi dahi davacı bankanın alacağını tahsil olanağı bulunup bulunmadığı hususu üzerinde
de özellikle araştırma ve inceleme yapılıp, hasıl olacak sonuç uyarınca bir karar verilmek üzere
hüküm bozulmalıdır.
Sonuç Temyiz olunan kararın gösterilen nedenlerle davacı yararına (BOZULMASINA) ve
davacı yararına takdir edilen 3000 lira duruşma avukatlık parasının davalıya yükletilmesine,
davacının peşin harcının istek halinde geri verilmesine, 26.1.1981 gününde oybirliğiyle karar
verildi.
Kaynak:YKD - 1981/8 - Sayfa:966
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E:1982/8932
K:1982/10570
T:16.11.1982
NOTERLERİN HUKUKİ SORUMLULUĞU
Stajyer, katip ve katip adayları tarafından yapılmış olsa bile, noterler bir işin yapılmamasından
veya hatalı, yahut eksik yapılmasından dolayı zarar görmüş olanlara karşı sorumludurlar.
1512 s. Noterlik K m. 162
Taraflar arasındaki tazminatın rucuan ödenmesi davası nedeniyle yapılan yargılama
sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın tümünün reddine ilişkin hükmün davacı T.C.
Ziraat Bankası avukatı tarafından duruşma istekli olarak temyiz edilmesi üzerine; dosya
incelendi, gereği konuşuldu:
Davacı banka, davalı Yılmaz'ın noter olarak imzasını onadığı 31.3.1977 günlü ve 10436
yevmiye numaralı asıl vekaletname ile buna ek olarak bankadan para çekmeğe yetki veren
11.4.1977 günlü ve 11581 yevmiye numaralı vekaletnameye istinaden Şevket adındaki kişinin
hesabından vekili sıfatını takınan Osman’a para ödediklerini, ancak bu vekaletnamelerin .sahte
olduğunun ticaret mahkemesinin kesinleşen ilamı ile sabit olduğunu ileri sürerek sahte
72 vekaletnameleri onayan davalı noterden Şevket'e ödenen paranın rücuan tahsiline karar
verilmesini istemiştir.
Davalı noter tarafından başlangıçta onanmış bulunan 31.3.1977 günlü ve 10436 yevmiye
numaralı asıl vekaletnamenin davacı banka tarafından yetersiz görülmesi üzerine 11.4.1977 günlü
ve 11581 yevmiye numaralı ek vekaletname tarizim edilmiştir. Bankaca bu ek vekaletnameye
istinaden Osman’a ödeme yapıldığı anlaşılmaktadır. Geçekten 11.4.1977 günlü ek
vekaletnamedeki imzanın öncekinde olduğu gibi Şevket'e ait bulunmadığı, imzanın sahte olduğu
kesinleşen mahkeme ilamı ile sabit olmuştur. Noter bu ek vekaletnamede hüviyet tesbiti
yapmayarak sadece "işbu vekaletname altındaki imzanın şahıs ve hüviyeti dairece marufum ve
malumum bulunan, Şevket'e ait olduğu" yolunda meşruhat vermiştir. Kendisi savunmasında
kendi memurunun bu ibareyi fazladan yazmış olduğunu bildirmiştir. Oysa 1512 sayılı Noterlik
Kanunun 162. maddesi hükmüne göre stajyer, katip ve katip adayları tarafından yapılmış olsa bile
noterler, bir işin yapılmamasından veya hatalı yahut eksik yapılmasından dolayı zarar görmüş
olanlara karşı sorumludurlar. Görüldüğü gibi maddenin düzenleniş biçiminden noterin, kendi
eylemlerinden şahsen sorumlu olduğu kadar emrinde çalışan kimselerin eylemlerinden doğan
zararlardan da sorumlu olduğu anlaşılmaktadır. Maddede kusurdan söz edilmemiştir. 0 halde
noterin sorumluluğunda kusur aranmayacaktır. Noter ek vekaletnameyi onarken kendisini
Şevket'in yerine koyan sahteciyi tanıyormuş gibi "şahıs ve hüviyetinin dairece maruf ve malum
olduğu yolunda" beyanda bulunmuştur ve onun bu beyanını kapsayan ek vekaletname davacı
banka personelini yanıltmıştır. 0 halde noterin bu beyanı imzalamış olması zararın
gerçekleşmesinde onun da kusurlu olduğunu göstermektedir. Kaldı ki bu beyanı katibi yazmış
olsa bile noter meydana gelen zarardan sözü edilen yasa maddesi hükmünce yine sorumludur. 0
halde olayda tüm kusurun eylemi üçüncü kişiye ait hesap cüzdanını istememiş olmaktan ibaret
bulunan davacı bankada olduğunun kabulü ile davanın tamamen reddine karar verilmiş olması
usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.
Sonuç : Temyiz olunan kararın gösterilen nedenlerle (BOZULMASINA), davacı T.C.
Ziraat Bankası yararına takdir edilen 5000 lira duruşma avukatlık parasının davalıya
yükletilmesine ve peşin alman harcın istek halin değeri verilmesine 16.11.1982 gününde
oybirliğiyle karar verildi.
Kaynak:YKD - 1983/3 - Sayfa:349
T.C.
YARGITAY
DÖRDÜNCÜ HUKUK DAİRESİ
Esas No : 1988/02990
Karar No : 1988/06935
Tarih : 06.07.1988
• VEKALETNAMENİN DÜZENLENMESİNDEN KAYNAKLANAN ZARARLARDAN
MESULİYET
• HAKSIZ FİİL FAİLİNİN MESULİYETİ
Taraflar arasındaki birleştirilen tazminat davaları üzerine yapılan yargılama sonunda, ilamda
yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine ilişkin hükmün davacılar avukatı tarafından duruşma
istekli olarak temyiz edilmesi ve davalılardan M. M.'nin avukatı tarafından da temyize cevap
dilekçesinde duruşma istenilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşuldu:
Davanın yasal dayanağı Türk Medeni Kanununun 917. maddesidir. Davacılar doğan zararın
tazminini hazine ile sahte vekâletnameyi düzenleyen noterden istemektedirler. Mahkeme davanın
reddine karar vermiştir. Yargıtay'ın kökleşmiş uygulaması gereği sahte vekâletname
73 düzenlenmesinden kaynaklanan zararların da Türk Medeni Kanununun 917. maddesinin kapsamı
dâhilinde olduğudur.
Noterin bu konudaki sorumluluğu ise kusursuz sorumluluk esaslarına tabidir. Kaldı ki, olayda
davalı noterin ek kusuru da bulunmaktadır.
Borçlar Kanununun 51. maddesi gereğince her iki davalının zarardan sorumlu olmaları
gözetilmeksizin davanın reddedilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan hükmün yukarıda gösterilen nedenlerle (BOZULMASINA) ve
davacılar yararına takdir edilen 24.800 lira duruşma avukatlık parasının davalı Hazine ve davalı
M. M.'ye yükletilmesine ve davacılardan peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine
06.07.1988 gününde oy birliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E:1998/316
K:1998/6105
T:09.07.1998
Dayacı M.K. ile davalı, 1 - ... Başkanlığı adına Av. S.S., 2 - ... T.A.Ş. Genel Müdürlüğü
adına Av. A.D., 3 - Y.G. adına Av. E.K., 4 - H.Ç. aralarındaki dava hakkında Ankara Asliye 18.
Hükuk Hakinliği`nden verilen 4.12.1996 Tarih ve 1995/356-1996/840 sayılı hükmün Daire`nin
23.9.1997 tarih ve 1997/4401-1997/8574 sayılı ilamıyla kısmen bozulmasına, kısmen
onanmasına oyçokluğu ile karar verilmişti. Davalılardan H.Ç. avukatı ile ... T.A.Ş. avukatı
tarafından süresinde kararın düzeltilmesi istenmiş olmakla, 2797 sayılı Yargıtay Kanunu`nun 40.,
Yargıtay İç Yönetmeliği`nin 18. ve Daire`nin 15.1.1998 tarihli ilke kararının 7. maddesi
gereğince öncelikle yapılan inceleme sonunda Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor
okunduktan sonra, dosya incelendi, gereği görüşüldü:
KARAR : 1 - Temyiz ilamında bildirilen gerektirici nedenler karşısında Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanunu`nun değişik 440. maddesinde sayılan nedenlerden hiçbirine uygun
olmayan ... T.A.Ş.`nin karar düzeltme istemi reddedilmelidir.
2 - Davalı H.Ç.`nin karar düzeltme istemine gelince; dava, tazminat istemine ilişkindir.
Davacı, gazetede gördüğü bir ilan üzerine Ankara ... semtinde yapılmış olan ve ... İdaresi`nce
satımı yapılan evi satın aldığını, ancak satan kişinin gerçek malik olmaması nedeniyle evi gerçek
malike iade ettiğini, olayın davalıların kusuru nedeniyle meydana geldiğini belirterek, tazminat
isteminde bulunmuş, yerel mahkemece hükmedilen tazminatın P. ve davalı noterden müştereken
tahsiline karar verilmiştir.
1512 sayılı Noterlik Yasası`nın 162. maddesinde noterlerin sorumluluğu düzenlenmiştir.
Anılan düzenlemeye göre noterler zarar görenlere karşı kusursuz sorumludurlar. Çalışanların
sorumluluğu ise BK. 41. maddesi uyarınca kusurlu sorumluluğa dayanmaktadır. Çalışanların
yaptığı işten zarar meydana gelmişse, noter yine kusursuz olarak sorumlu olacaktır. Noterlerin
kusursuz sorumluluğundan kastedilen, zarar görenin kusuru kanıtlamak zorunda olmamasıdır.
Sorumluluk hukukunun önemli ögelerinden biri de zarar ile eylem arasında illiyet bağının
bulunmasıdır. İlliyet bağının kesildiği durumlarda kusursuz sorumlu olan kişi de sorumlu
tutulmayacaktır. Teoride ve uygulamada; mücbir sebep, zarar görenin tam kusuru ve üçüncü
kişinin ağır kusuru ile illiyet bağı kesilir. Bu üç olgudan birinin bulunması halinde kusursuz
sorumlu kimse de sorumluluktan kurtulacaktır.
Somut olayda satıcı B.S., sahte bir kimlik ve bedeli istenen dairenin kendisine ait
olduğuna ilişkin bir tahsis belgesi ile notere başvurmuştur. Nüfus cüzdanında satıcının fotoğrafı
ve diğer bilgiler normal bir nüfus belgesindeki gibidir. Tahsis belgesinde ise sadece, nüfus kaydı
sahibi B.S.`nın adı yer almaktadır. Satıcı B.S. ile alıcı davacı arasında 5.5.1993 tarihinde noterde
imza onayı biçiminde "Tahsis hakkı devir senedi" düzenlenmiştir. Senet kapsamında devir alan
74 davacı devir edilen yeri görüp beğenerek ve B.S.`ye ait olduğunu bilerek, evrak ve kayıtları tetkik
ederek devir aldığına ilişkin açıklama ile sözleşmeyi imzalamıştır. Noterde düzenlenen onay
biçimindeki belgede yanların kimlikleri tam olarak alınmıştır. Bu durum sözleşmenin altına
yazılan kısımla da sabittir. Satıcının fotoğrafının alınması gerekmediği gibi, yapılan sözleşme de
noterde düzenlenmesi gerekmeyen bir sözleşmedir. Adiyen yapılabileceği gibi hiç yazılı
sözleşme de yapılmayabilir. Ayrıca Noterlik Yasası`nda bu tür işlemler için fotoğraf alınması da
öngörülmemiştir. Yasanın aramadığı bir koşulun davalı noterin kusuru olarak yorumlanması
mümkün değildir.
Noterde yapılan sözleşme ile, davacının kazandığı bir hak bulunmamaktadır. Sözleşme
güvene dayanan bir ön ilişkinin kurulduğunu göstermekte, öte bir anlam ifade etmemektedir.
Davacı sözleşme ile ayni bir hakkı kazanamadığı gibi kişisel hakka dayanarak aynı hak da talep
edemez. Bütün aykırılık bankadaki işlem sırasında gerçekleşmiştir. Bankada gerçek B.S.`nin
kimliğini belirten kayıtlar mevcuttur. Şayet banka bu kayıtları gereğince incelemiş olsaydı, satıcı
B.S.`nin gerçek malik B.S. olmadığı ortaya çıkacaktı. Noterde düzenlenen devir belgesine esas
alınan kimlik dışında noterin dayanabileceği ve istenmesini gerektiren başkaca bir bilgi ve belge
bulunmamaktadır.
Somut olayın oluş biçimi itibariyle davalı noterin sorumlu tutulması yasal düzenlemeye
ve sorumluluk hukukunun ilkelerine aykırı olup sorumluluğu yönünde hüküm kurulmuş olması
bozmayı gerektirir ise de, karar onanmış bulunduğundan, davalının karar düzeltme isteği
HUMK`nun 440-442. maddeleri uyarınca kabul edilmeli, onama kararı kaldırılmalı ve hüküm
gösterilen nedenlerle bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı ... T.A.Ş.`nin karar düzeltme isteminin ( 1 ) nolu bentte gösterilen
nedenlerle oybirliği ile reddine, H.Ç.`nin karar düzeltme isteminin ise ( 2 ) nolu bentteki
nedenlerle oyçokluğu ile kabulüne, onunla ilgili onama kararının kaldırılmasına ve hükmün yine
anılan kişi yönünden oyçokluğu ile BOZULMASINA, 9.7.1998 tarihinde karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Daha önce karara karşı yazdığım karşı oy yazısının ( 3 ) nolu bendinde gösterdiğim
gerekçe ile, karar düzeltme isteminin ( 1 ) nolu bendindeki, zarar kapsamı ile ilgili bölümünde
kabul edilmesi gerektiği düşüncesindeyim. 9.07.1998.
Başkan
Bilal Kartal
KARŞI OY YAZISI
Onama kararı ve yerel mahkeme kararında yazılan gerekçelerle karar düzeltme isteğinin
reddi oyundayım. 9.7.1998
Üye
Salim Öztuna
T.C.
YARGITAY
DÖRDÜNCÜ HUKUK DAİRESİ
Esas No : 2000/3957
Karar No : 2000/6531
Tarih : 03.07.2000
KARAR METNİ : Davacı Hüsamettin Konuk vekili Avukat Neşat Çetinkaya tarafından, davalı
Hüseyin Kaya ve İlhan Özkan aleyhine 18.1.1993 tarihinde verilen dilekçe ile sahte nüfus
cüzdanı ile yapılan satışın iptalinin istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda
davanın davalı İlhan Özkan yönünden kabulüne, davalı Hüseyin Kaya yönünden reddine dair
verilen 9.12.1999 tarihli kararın Yargıtay'ca tetkiki davalı ilhan Özkan vekili tarafından süresi
içerisinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi
tarafından hazırlanan rapor ile dosya içindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
75 Dava, sahte nüfus cüzdanı ile yapılan araç satış sözleşmesinin iptali istemine ilişkindir.
Mahkemece istek kısmen kabul edilmiş, karar davalılardan İlhan Özkan tarafından temyiz
edilmiştir.
Davacı dava dilekçesinde kendisine ilişkin aracın üçüncü kişiler tarafından rızası dışında elinden
alınarak sahte nüfus cüzdanı ile davalı İlhan Özkan´a satıldığını, sair davalı Noter Hüseyin
Kaya´nın da kusurlu olduğunu bildirerek aracın aynen, mümkün olmadığı takdirde bedelinin
tahsili ile satış sözleşmesinin iptalini istemiştir.Araç, ceza yargılamasında olayla ilgili devam
eden soruşturma sebebiyle Cumhuriyet Savcılığı tarafından davacıya teslim edilmiştir.
Mahkemece, satış işleminde sahte nüfus cüzdanı kullanıldığı gerekçesiyle davalı İlhan Özkan
yönünden istek kabul edilmiş, davalı
noter açısından herhangi bir gerekçe göstermeden dava reddedilmiştir.
Noterlerce yapılan araç satış sözleşmesinin düzenlenmesi sırasında, araç ruhsatının istenmesi
zorunludur. Ruhsatlarda araç sahibinin nüfus kimlik bilgileri yer almış bulunduğuna göre
sözleşmede araç sahibi olarak bildirilen kişinin nüfus bilgileri ile ruhsattaki bilgilerin birbiriyle
örtüşüp örtüşmediği incelenip noterin de sorumluluğunun belirlenmesi gerekir. Bu yön
incelenmeden noter hakkındaki davanın reddi doğru değildir. Anılan yön gözetilmeden verilen
karar usul ve kanuna aykırı olup bozulması gerekmiştir.
SONUÇ :Temyiz edilen kararın gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair
yönlerin incelenmesine yer olmadığına ve peşin alınan harcın istem halinde geri verilmesine
3.7.2000 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
Kaynak : Corpus Arşiv
Noterlik kanunu madde : 90
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E:2000/6166
K:2000/6793
T:10.07.2000
Taraf1ar arasındaki Tazminat davasından dolayı yerel mahkemece verilen gün ve sayısı
yukarıda yazılı kararın; Dairemizin 27.3.2000 günlü ve 2000/2401-2639 karar sayılı ilamıyla
onanmasına karar verilmiştir. Süresi içinde davalı vekili avukatı tarafından kararın düzeltilmesi
istenilmiş olmakla HMUK'nun 440-442. maddeleri uyarınca tetkik hakimi tarafından hazırlanan
rapor ile dosya içerisindeki kâğıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Üzerine ipotek konulan taşınmaz Derya adına kayıtlıdır. Adı geçen malik, Avukat A.M'yu
vekil tayin etmek suretiyle taşınmazı üzerine ipotek koydurtmaya ve kaldırtılmasını öngören
vekaletname vermiştir. Vekil, bu vekaletnameye dayanarak davacı yararına 5.000.000.000 liralık
ipotek tesis etmiştir. Sonradan vekilin taşınmaz maliki Derya tarafından verilmediği belirlenince
ipotek kaldırılmıştır.
İşte davacı, ipoteğin kaldırılması sonucu zarar gördüğünü belirterek bunun vekaletnameyi
düzenleyen davalı noterden tahsilini istemektedir. Mahkemece istem aynen kabul edilmiş,
davalının temyizi üzerine, dairece karar onanmıştır. Davalının karar düzeltme istemi üzerine
dosya yeniden incelenmiştir.
Noterlerin, Noterlik Yasasının 162. maddesi uyarınca, sorumlu olmaları için kusurlu
olmalarının gerekmediği tartışmasızdır. Diğer bir anlatımla, tüm kusursuz sorumluluk hallerinde
olduğu üzere, zarar gören, davalının kusurunu kanıtlamak zorunda değildir. Kusursuz
sorumluluğun, kusurlu sorumluluktan tek farkı bu noktada toplanmaktadır. Bu bağlamda zarar
gören, kusurlu sorumlulukta olduğu üzere zararını, zararla eylem arasındaki uygun illiyet bağını
kanıtlamak zorundadır.
76 Somut olayda, davacı yararına ve borçlusu tapu maliki olmak üzere vekil Alaattin
vasıtasıyle 5.000.000.000 liralık ödenme günü belirtilen ipotek tesis edilmiştir. Bunun iptali ile
davacının zarara uğradığı iddia edilmiş ise de, bu konuda bir inceleme yapılamadığı gibi
kanıtlanmış da değildir. İkinci koşul, zararın davalının eyleminden doğup-doğmadığının, diğer bir
ifade ile, uygun illiyet bağının olup-olmadığının incelenmesi gerekmektedir. Somut olaydaki
uygun illiyet bağı, davalının düzenlediği her vekalette, zarar doğacağı anlamına gelir. Halbuki
davalının görevi arasında, vekalet düzenlemesi de bulunmaktadır. Her vekaletname
sorumluluğunu gerektirmemektedir. Sorumluluğunu gerektirmeyen vekaletnamelerde daha fazla
bir özen göstermesinden kaynaklanmamaktadır. Aynı özen, aynı işlemi yapmaktadır. O halde
uygun illiyet bağının bulunduğundan söz edilemez. Kusursuz sorumluluğun tüm hallerinde,
uygun illiyet bağının zarar görenin veya üçüncü kişinin ağır kusuru ile beklenmeyen bir halin
varlığı durumunda kesileceği, gerek teoride ve gerekse yargısal kararlarla kabul edilmiş
bulunmaktadır. Aksi halde risk veya sart nazariyesi öne çıkacak ve zararın var olduğu her halde,
kusursuz sorumlu olanın sorumluluğu yoluna gidilecektir ki böyle bir sonuç, hukukumuzda kabul
edilmemiştir.
Somut olayda, üzerinde ipotek tesis edilen taşınmaz tapu kütüğünün l pafta 14 parselinde
kayıtlı olup, malik olarak "Rauf kızı Derya" yazılıdır. Bunun dışında davacının kimliğini ve
özelliği belirleyen başkaca bir kayıt bulunmamaktadır, işte davalı Noter'e iş sahibi olarak gelen
ve ben Derya'yım, diyen kişi, fotoğrafını ve nüfus kimliğini vermek suretiyle işlem yapmıştır.
Davalı noterde, tapu malikinin daha öncesinde, bir fotoğrafı veya tapuda doğum tarihi de
olmadığı için, yaş olarak bir karşılaştırma yapma olanağı bulunamamaktadır. Kaldı ki, davacı
gerçekten 1960, işlem yaptıran ise, 1959 doğumludur. Verilen kimlikteki ana ve baba adları
nüfusa kayıtlı olduğu yerlerde aynıdır.
Böyle bir durumda üçüncü kişinin bu bağlamda vekil eden sıfatıyla iş yaptıran kişinin ağır
kusuru sonucu illiyet bağının kesileceği, böylece davalının sorumlu tutulamayacağı kabul
edilmelidir. Bu işlemin yapılmasında, davalının gerçek durumu bildiği iddia ve ispat
edilemediğine göre, salt vekaletname düzenlemekten dolayı kusursuz sorumludur diye,
sorumluluğuna karar verilmesi, kusursuz sorumluluk ilkeleri ile bağdaşmamaktadır.
Yine olayda davacı, tapu malikinden alacaklı imiş gibi, onun borcundan dolayı ipotek
tesis etmistir. Bir an için, vekaletnamenin doğru olduğu, yani tapu maliki tarafından verildiği
kabul edilse dahi, gerçekten tapu malikinin davacımıza bu miktarda borçlu olup-olmadığı
araştırılmalıdır. Eğer davacı tapu malikinden alacaklı ise, sahte vekaletle ipotekli alacağı ortadan
kalkmaz, olsa olsa onun tahsilinde güçlükle ve dolayısıyle teminatsız bir alacak konumuna gelmiş
olur. Ve davacı, bu alacağını, tapu malikinden alamadığını da kanıtlamalıdır. Aksi halde, bu
bedeli hem davalıdan hem de asıl borçlu olduğunu iddia ettiği Derya'dan alacaktır ki nedensiz
zenginleşmiş olacaktır.
Diğer bir yönde, davacı ve davalı yan tacir olmamalarına karşın, %64 oranında reeskont
faizine hükmedilmiştir. Bu da 2095 sayılı yasa hükümlerine aykırıdır.
Sonuç olarak, bir kamu görevi yürüten davalının eylemi ile davacının iddia ettiği zararının
meydana gelmesi olayı arasında uygun illiyet bağı bulunmamaktadır. Kaldı ki, davacının zarar
gördüğü de iddia ve kanıtlanmamıştır. Bu yönler itibariyle kararın bozulması gerekirken karar
onanmış bulunduğundan, davalının karar düzeltme istemi HUMK.'nun 440-442. maddeleri
uyarınca kabul edilmeli ve karar gösterilen nedenlerle bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalının karar düzeltme isteminin kabulüne, onama kararının kaldırılmasına ve
kararın yukarıda gösterilen nedenlerle BOZULMASINA ve karar düzeltme isteyen davalıdan
önce alınan onama harcı ile peşin alınan red karar harcının istek halinde geri verilmesine
10.7.2000 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
77 T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E:2000/5662
K:2000/8772
T:16.10.2000
HAKSIZ ŞİKAYET NEDENİYLE MANEVİ TAZMİNAT
Şikayet hakkının hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için,
şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların
olması zorunlu değildir. Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da
olsa varlığı yeterlidir.
2709 s. Anayasa m. 12,17
743 s. MK. m. 24, 24/a
818 s. B K. m. 49
Davacı Ahmet Mürat veki1i Avukat Süleyman tarafından, davalı Genel İş Sendikası
aleyhine 14.9.1999 gününde verilen dilekçe ile haksız şikayet nedeni ile manevi tazminat
istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen
16.2.2000 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından süresi içinde
istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından
hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Dava, haksız şikayet nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı, davalı tarafından haksız olarak şikayet edildiğini bu yüzden kişilik haklarının
zarar gördüğünü iddia etmek suretiyle manevi tazminat isteminde bulunmuştur. Mahkemece
istem kısmen kabul edilmiştir. Karar davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Şikayet hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü; Anayasa'nın Hakların Korunması
ile ilgili Hükümler başlığı altında ve 36. maddesinde; herkesin meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri , önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma
hakkına sahip olduğu şekli ile yer almıştır. Bu düzenleniş biçimi itibariyle kişinin hak arama
özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir, işte bundan dolayıdır ki kişi, gerek yargı
mercileri önünde ve gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendisine zarar
veren kişilere karşı, haklarının korunmasını, bunun sonucu olarak da zarar veren hakkında yasal
işlem yapılmasını ve bu bağlamda cezalandırılmasını isteme hak ve yetkisine sahiptir.
Anayasanın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, yine Anayasanın
Temel Haklar ve Hürriyetlerin niteliği başlığını taşıyan 12. maddesinde de herkesin kişiliğine
bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu
belirtildikten başka, 17. maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahip bulunduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadır. Medeni
Kanunun 24 ve 24/a maddelerinde de* kişilik haklarına karşı yapılan saldırının dava yolu ile
korunacağı belirtilmiş, BK.nun 49. maddesinde ise saldırının yaptırımı düzenlenmiştir.
Görüldüğü üzere, Anayasa'da ve yasalarda kişinin hak arama özgürlüğü ile kişilik
değerleri güvence altına alınmıştır.
İşte bu noktada, hak arama özgürlüğü ile kişilik hakları karşı karşıya gelmiş olabilir.
Sorun bu değerlerden hangisine üstünlük tanınacağı noktasında toplanmaktadır. Bir taraftan
kişinin hak arama ozgürlüğü güvence altına alınmışken, diğer taraftan kişilik hakları da Anayasal
ve yasal güvence altına alınmıştır. Buna karşın kişi, hakkını ararken, karşı yanın kişilik
değerlerine saldırıda bulunabilir. Onu hukuka aykırı bir eylemle suçlayabilir.
78 Hukukun, karşı karsıya gelen bu iki değeri aynı konuda ve zamanda koruma altına aldığı
düşünülemez. Aksi halde, hukukun kendisi kendi kuralları ile çatışmış olur. Aslında konu birazyakından incelendiğinde her iki değerin aynı anda birbirine karşı korunmadığı, çatışma
durumunda somut olaydaki özelliğe göre birinin diğerine üstün tutulduğu görülecektir.
Şu durumda uyuşmazlığın çözümünde, hak arama özgürlüğünün, tüm özgürlüklerde
olduğu gibi sınırsız olmadığı, diğer bir anlatımla kişi, istediği biçim ve koşulda ve salt başkasını
zararlandırmak için bu hakkı kullanamayacağı, aksi halde bu hakkı kötüye kullanmış sayılacağı
kabul edilerek, Anayasa ve yasaların öngördüğü güvenceden yararlanamayacaktır.
Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için,
şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların
olması zorunlu değildir. Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa
varlığı yeterlidir. Bu olgu veya emareye dayanılarak, başkalarının da böyle bir olay karşısında,
davalı gibi hareket etmesinin uygun görüleceği diğer bir anlatımla orta düzeydeki kişinin de
somut olaydaki gibi davranacağı ve bu çerçevenin içinde kalan şikayet hakkının yerinde
kullanıldığı kabul edilmelidir. Aksi halde şikayetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak
kullanıldığı ve şikayet edilenin kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.
Somut olayda, davacının çalıştığı notere başvuran iki kişinin başka noterliklerce
düzenlenmiş 83 adet beyanın davalıya tebliğini istedikleri, davacının tebliğ işlemini yaptığı,
bunun üzerine davalı vekilinin savcılığa başvurarak 83 adet beyana ilişkin belge asılları
görülmeden fotokopilerin tebliğine çıkarıldığını iddia ettiği anlaşılmaktadır. Dosyadaki bilgi
belge ve açıklamalardan ve ceza dosyasında yer alan ifadelerden; davacının kendisine sunulan
beyanların asıllarını görmeden tebliğ işlemi yaptığı, 83 ayrı kişinin vekili olmayan iki kişinin
başvurusu üzerine başvuranlardan ayrı olan kişilere ait beyanları da tebliğ etmiş olduğu, böylece
tebligat işleminde usulsüzlük bulunduğu kanaatine varılmıştır. Bu itibarla şikayet dolaylıda olsa
hukuken korunması gereken emarelere dayanmaktadır. Öte yandan şikayet dilekçesi
kapsamından davacının değil, onun çalıştığı noterin şikayet edildiği anlaşılmaktadır. Bu itibarla
davacıya yönelen bir şikayet bulunduğu da benimsenemez. Kaldı ki şikayet dilekçesi vekil
tarafından verilmiş olup davalı asilin şikayet dilekçesindeki beyanlara katıldığı hususu da
kanıtlanmış değildir. Açıklanan bu olgular itibariyle davanın reddi gerekirken yerel mahkemece
kabulüne karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.
Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle (BOZULMASINA) ve
peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine, 16.10.2000 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Kaynak:YKD - 2001/1 - Sayfa:25
T.C.
YARGITAY
DÖRDÜNCÜ HUKUK DAİRESİ
Esas No : 2001/2136
Karar No : 2002/6321
Tarih : 14.06.2001
DAVA : Davacı M.Metin ile ödenen eksik Damga Vergisi,Noter Harcı ve Gecikme Faizinin
davalılara rucüan tahsilinin istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonucunda davanın
kısmen kabulüne dair verilen 22.11.2000 günlü kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacı ve
davalılar vekili tarafından süresi içinde istenilmekte,temyiz dilekçesinin kabulüne karar
verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar
incelenerek gereği görüşüldü.
KARAR :
1.Dosyadaki yazılara,kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlerle özellikle
delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalılar ile davacının
aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.
79 2.Davacının diğer temyiz itirazlarına gelince; dava davacının görevli olduğu Balıkesir
3.Noterliği'nde işlem yaptıran davalılardan eksik harç ve masraf alındığının inceleme sonucu
anlaşılması ve vergi dairesine bildirilmesi üzerine uzlaşmaya giden davacı noterin ödediği
8.670.000.000 TL'nin davalılardan rucüan alınması istemine ilişkindir.
Davalılar cevaplarında davacı noterin kusuru nedeniyle ödediği miktarın kendilerinden
istenemeyeceğini belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece 488 Sayılı Damga Vergisi
Kanunu'nun ilgili maddesi esas alınarak ödenen damga vergisinin rucüan tahsiline,diğer
işlemlerin reddine karar verilmiştir.Karar taraflarca temyiz edilmiştir.
Dosyada bulunan belgelere göre davacı, vergi dairesine 21.04.2000 tarihinde Damga Vergisi
2.500.000.000 TL,ağır kusur 250.000.000 TL,noter harcı 200.000.000 TL,ağır kusur 50.000.000
TL ve Gecikme Faizi 5.670.000.000 TL'nin toplamından oluşan 8.670.000.000 TL ödemiştir. 488
Sayılı Damga Vergisi Kanunu'nun ilgili maddesinde resmi daireler veya noterlerce düzenlenerek
kişilere verilen veya dairede bırakılan ve Damga Vergisi hiç alınmayan veya çok az alınan
kağıtların vergisi mükelleflere,cezası düzenleyenlere aittir hükmü yer almaktadır. Davacının
yaptığı işlemden eksik harç alındığının anlaşılması üzerine davalılara eksik harcın ödenmesi için
ihtarda bulunulmuştur. İhtar tarihinden itibaren davalıların borcu ödemedikleri sabit olduğuna
göre bu tarihten itibaren temerrüt
faizinden sorumlu olduklarının kabulü gerekir. Yazılı gerekçe ile ödenen gecikme faizinin rücuan
alınması isteminin tamamen reddi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın (2) Nolu bentte gösterilen nedenle davacı yararına
BOZULMASINA,davalıların tüm,davacının öteki temyiz itirazlarının ilk bentteki nedenlerle
reddine ve temyiz eden davacıdan peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine
14.06.2001gününde oy birliğiyle karar verildi
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E:2001/12220
K:2001/12773
T:24.12.2001
Davacı EnsaR Kemer vekili Avükat Ahmet Cengiz taraFından, davalılar Turkiye Noterler
Birliği ve Mehmet Arslan aleyhine 26/9/2000 gününde verilen dilekçe ile rücuan tazminat
istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; dava dilekçesinin yetkisizlik nedeniyle
reddi ne dair verilen 12/2/2001 günlü kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından
süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi
tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, rücuan tazminat istemine ilişkindir Mahkemece, dava dilekçesinin
HUMK'nun 9. ve 27. maddeleri uyarınca yetki yönünden reddine karar verilmiştir.
Davacı, kendisinden önce görev yapan davalılardan Mehmet Arslan'ın o donemde isten
ayrılıp emeklilik muracaatında bulunan personeli için diğer davalı Türkiye Noterler Birliği'ne
durumu bildirmediği bu nedenle sonradan personele fazladan kıdem tazminatı ödemek zorunda
kaldığını belirterek, davalılardan bu ödemenin rucuan tahsilini istemektedir.
Dava, olayın gerçekleştiği Karaman Asliye Hukuk Mahkemesinde açılmıştır. Davalılar,
ikametgah mahkemesinin yetkili olduğunu savunmuşlardır.
Davacı, eski noterin kusurlu davranışı sonucu zarara uğradığını belirterek onun haksız
eylemine dayanmıştır. Şu durumda, HUMK'nun 21. maddesi uyarınca mahkemenin yetkili
olduğu gözetilerek davanın esasının incelenmesi gerekirken yazılı şekilde yetkisizlik kararı
verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenle BOZULMASINA ve peşin
alınan harcın istek halinde geri verilmesine 24/12/2001 gününde oybirliğiyle karar verildi.
80 T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E:2001/3236
K:2001/4369
T:30.04.2001
HAKSIZ EYLEM NEDENİYLE TAZMİNAT
ZAMANAŞIMI
Davacıya ait kamyonun sahte vekaletname düzenlenerek satılması nedeniyle uğranılan zararın
tazmini için açılan davada, sahteliği iddia edilen vekaletnamenin bizzat davalı noter tarafından
mı, yoksa başka bir noterlik görevlisi tarafından mı düzenlendiği araştırılmalı; bizzat noter
tarafından düzenlenmediğinin anlaşılması halinde, noter hakkında ceza zamanaşımının değil,
BK.nun 60. maddesinde yazılı genel zamanaşımının uygulanacağı düşünülmelidir. (3456 s.
Noterlik K. m. 162) (818 s. BK. m. 60)
Dayacı Hilmi vekili avukat Emrah tarafından, davalı A.Şekip ve diğerleri aleyhine
15.10.1993 gününde verilen dilekçe ile tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama
sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 27.6.2000 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi
davalılardan A.Şekip vekili avukat Mehmet tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz
dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya
içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Dava, haksız eylem nedeniyle tazminat istemine ilişkindir. Davacı, sahibi olduğu
kamyonun sahte vekaletname tanzim edilerek satılması nedeniyle uğradığı zararın tazminini
istemektedir. Davalılardan noter Ahmet Şekip'in zamanaşımı savunması, bu davalı hakkında ceza
davası bulunduğu ve ceza zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmiştir.
Zararın meydana gelmesine neden oluşturan sahte vekaletnamenin 30.9.1987 tarihinde
düzenlendiği, eldeki davanın ise 15.10.1993 günü açıldığı anlaşılmaktadır, incelenen ceza dosyası
içeriğinden, hazırlık soruşturması sırasında davalı noter yönünden takipsizlik kararı verildiği,
hakkında kamu davası açılan öteki davalının evrakta sahtekarlık sucundan cezalandırılmasına
karar verildiği, noter hakkında açılmış bir ceza davası bulunmadığı anlaşılmaktadır. Dosyadaki
fotokopiden sahte vekaletnamenin davalı noter mi yoksa başka bir noterlik görevlisi tarafından
mı düzenlenmiş olduğu anlaşılamamaktadır. Şayet vekaletname davalı noter tarafından
düzenlenmemişse, Noterlik Yasasının 162. maddesinde ifadesini bulan hukuki sorumluluk için,
genel zamanaşımı süresinin uygulanması gerekir. Bu bağlamda düzenlenen ve sahte olduğu iddia
edilen vekaletname bizzat noter tarafından düzenlenmemişse artık noter hakkında ceza
zamanaşımı değil, BK.nun 60. maddesinde belirtilen genel zamanaşımı uygulanacaktır. Ceza
zamanaşımı, suç teşkil eden eylemi bizzat yapan hakkında uygulanır. Şu durum karşısında
vekaletname aslı getirtilip kim tarafından düzenlendiği incelenip araştırılarak ceza veya hukuk
zamanaşımı sürelerinden hangisinin uygulanacağının buna göre değerlendirilerek varılacak
uygun sonuç çevresinde bir hüküm kurulması gerekirken karar yerinde gösterilen gerekçelerle
davalı Ahmet Şekip'in sorumluluğuna karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.
Sonuç:Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenle (BOZULMASINA) ve peşin
alınan harcın istek halinde geri verilmesine, 30.4.2001 gününde oybirliğiyle karar verildi.
81 T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E:2001/5014
K:2001/9347
T:11.10.2001
Davaci Mustafa K. vakili Avukat Cem Şenocak tarafından, davalılar Ülkü B. ve diğerleri
aleyhine 23/3/1998 gününde verilen dilekçeyle kaybolan nüfus cüzdanı ile yapılan sahte
işlemlerin iptalinin istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kabulüne
dair verilen 14/12/2000 günlü kararın Yargıtay'ca incelenmesi davalı Ülkü Bayraktar ve Vergi
Dairesi Müdürlüğü vekilleri tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne
karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar
incelenerek gereği görüşüldü.
KARAR : Davacı Mustafa K. 1992 yılında kaybetmiş olduğu nüfus cüzdanını elde eden
bir kişinin bu kimliği kullanmak suretiyle yapmış olduğu işlemlerin iptaline karar verilmesini
istemiştir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş ve karar davalılardan Vergi Dairesi
Müdürü ile Samsun 2. Noteri Ülku Bayraktar tarafından temyiz edilmiştir.
Davacının, vergi idaresine karşı açmış olduğu davada sahte kimlik ile yapılan vergi kaydı
işlemlerinin iptali istenmiştir. Görüldüğü gibi istek vergi hukuku ile ilgili olup bu konuda adli
yargı yerinde dava açılamaz. O halde adı geçen davalıya yönelen davanın yargı yolu bakımından
reddine karar verilmelidir.
Davacının, Samsun 2. Noterliğine karşı isteği de aynı sahte kimlikle düzenlenmiş olan
"1.9.1995 tarihli imza sirkülerinin" iptaline ilişkindir. İmza sirkülerinin iptali tek basına herhangi
bir hukuki sonuç yaratmaz. Bu nedenle böyle bir davanın açılmasında görünürde hukuki bir yarar
bulunmamaktadır. Kural olarak ancak bir eda davasında mesele olarak çözümlenmesi gereken
hususun ayrı bir dava ile tespitinin istenmesinde de hukuki yarar yoktur. Öyleyse bu davanın da
reddine karar verilmelidir. Mahkemece bu yönler üzerinde durulmadan her iki davalı yönünden
de işin esasının incelenmiş olması bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA ve
temyiz eden davalı Ülkü Bayraktar'dan peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine
11/10/2001 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E:2002/5808
K:2002/8687
T:09.02.2002
818 s. Yasa m. 41
Davacı TC Merkez Bankası vekili Avukat Osman Günver tarafından, davalı Muzaffer
Görürgöz ve arkadaşları aleyhine 23.12.1996 gününde verilen dilekçe ile haksız eylem nedeniyle
tazminat istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda; Mahkemece davanın kısmen kabulüne
dair verilen 28.11.2001 günlü kararın Yargıtayda duruşmalı olarak incelenmesi bir kısım
davalılar ve duruşmasız olarak davacı vekili taraflarından süresi içinde istenilmekle, daha
önceden belirlenen 9.7.2002 duruşma günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalılardan
asil Muzaffer Görürgöz ve vekili Avukat Ali Üstünbaş ile diğer davalılardan asiller Hasan Kılıç,
Fahrettin Kalyon ve Nazım Kalyon ve karşı taraftan davacı banka vekili Avukat Murat Özyiğit
82 geldiler. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne
karar verildikten ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra taraflara duruşmanın
bittiği bildirildi. Dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile
dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:
KARAR : 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici
nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davacının
temyiz itirazları reddedilmelidir.
2-Davalıların temyizine gelince; davacı TC Merkez Bankası dava dışı Mehmet Sorkun'un
Kredi Mektuplu Döviz Hesabından sahte kimlik belgesine dayanılarak düzenlenmiş olan
vekaletname ile para çekildiğini, davalı Hasan Kılıç ve Fahrettin Kalyon'un Ankara 9. Noteri
yeminli katibi diğer davalı Nazım Kalyon'un ise Noter başkatibi olduğunu, anılan kişilerin gerçek
hesap sahibi olan Mehmet Sorkun adına düzenlenen sahte kimlikle ve pasaport aslını görmeden
düzenledikleri vekaletname ile paranın çekilmesine neden olduklarını, davalı Muzaffer
Görürgöz'ün Ankara 9. Noteri olup 1512 sayılı yasanın 162. maddesi gereğince çalışanlarının
eylemlerinden kusursuz sorumluluğu bulunduğunu belirtilerek eylem nedeniyle uğranılan zararın
ödetilmesini istemiş yerel mahkemece istem doğrultusunda kararı temyiz etmeyen ve kimlik
belgelerinde sahtecilik yapan kişilerle birlikte anılan davalıların da hükmedilen tazminat ile
sorumlu tutulmasına karar verilmiştir.
Dosyadaki ve ceza dosyasındaki bilgi ve belgelerden davalı Sezai Karadeniz'in
Almanya'da işlediği bir suçtan dolayı cezasını çektikten sonra sınırdışı edilerek Türkiye'ye
geldiği, Türkiye'de Ali Alan ve Merkez Bankası İşçi Dövizleri Genel Müdürlüğünde şef
yardımcısı olarak çalışan Mehmet Kumru ile tanışıp samimiyet kurdukları, Sezai Karadeniz'in
Mehmet Kumru'nun maddi sıkıntı içinde olmasından yararlanarak Merkez Bankasındaki
hesaplardan sahte vekaletname ile para çekme konusunu gündeme getirdiği, Mehmet Kumru'nun
tereddüt etmesi üzerine Ali Alan ve Ahmet Karadeniz'in devreye girdikleri ve bankadan sahte
vekaletname ile para çekme konusunda fikir birliğine vardıkları, davalı Mehmet Kumru'nun
bankada fazla miktarda parası olduğunu tesbit ettiği Mehmet Sorkun'a ait hesaptaki bilgi ve
belgelerin fotokopilerini gizlice çekip işbirliği içinde olduğu davalılara verdiği sahte vekaletname
düzenlenmesi için sahte nüfus cüzdanına ihtiyaç olduğundan bu işlerden anlayan davalı Ali
Dönmez aracılığı ile davalı Hürşehit Ulusoy ve Hayati Urgun ile anlaşıldığı, davalı Hürşehit
Ulusoy'un hesap sahibi Mehmet Sorkun'a benzediği anlaşıldığından onun yerine geçmesine karar
verildiği ve Hürşehit Ulusoy'un bu nedenle sakal bırakıp resim çektirdiği, davalı Ali Dönmez
öncülüğünde sahte nüfus cüzdanı temin etmek amacıyla Demetlale Muhtarlığından alınmış gibi
görülen sahte nüfus cüzdanı değiştirme belgeleri ile ikametgah ilmuhaberi düzenlenip
Yenimahalle Nüfus Müdürlüğüne gidilerek vekil olacak Zekeriya Sorkun kimliği ile Aydın
Alan'a, Mehmet Sorkun kimliği Hürşehit Ulusoy'a sahte nüfus cüzdanı çıkartıldığı ve
vekaletname düzenlenmesi icin Ankara 9. Noterliğine gidildiği, Yargıtay 6. Ceza Dairesinin
20.8.1998 tarihli ilamında da belirtildiği gibi iğfal kabiliyeti bulunan belgelerle noterlikteki
işlemlerin tamamlandığı, davalı 9. Noter yeminli katibi Fahrettin Kalyon tarafından hazırlanan
vekaletnamenin Mehmet Sorkun'un mazerete nedenıyle notere gelemeyeceği beyan edildiğinden
yine Noter yeminli katibi davalı Hasan Kılıç aracılığıyla Mehmet Sorkun olarak bilinen ve
gerçekte Hürşehit Ulusoy olan davalının beklemekte olduğu otele gidildiği, imzaların
tamamlatılıp vekaletnameye yapıştırılacak resimlerde alınarak dönüldüğü ve bu şekilde
tamamlanıp hazırlanan vekaletnamenin o sırada davalı Ankara 9. Noteri Muzaffer Görürgöz'ün
işi nedeniyle bulunmaması sebebiyle davalı ve imza yetkisi olan Nazım Kalyon tarafından
onaylandığı ve düzenlenen bu vekaletname ile davacı Merkez Bankasından 1.488.180 mark
çekildiği ve çekilen paranın hakkında dava reddedilen davalılar ve Muzaffer Görürgöz, Hasan
Kılıç, Fahrettin Kalyon ve Nazım Kalyon dışındaki davalıların arasında paylaşıldığı
anlaşılmaktadır.
Dava konusu olayın yukarıda anlatılan gelişimi gözetildiğinde; davalılar Muzaffer
Görürgöz, Hasan Kılıç, Fahrettin Kalyon ve Nazım Kalyon'un aldatma niteliği ( iğfal kabiliyeti )
olan belgelerle vekaletnameyi düzenledikleri, davacı bankada bulunan kredi mektuplu Döviz
83 Hesabındaki tüm bilgilerin davacının çalışanı olan davalı Menmet Kumru tarafından cezada
mahkum olan diğer davalılara verilerek belgelerin düzenlendiği, davacı bankanın çalışanı ve
hesap bilgilerinin korunması ve denetimi konusunda özensiz davranışının sonuca neden olduğu
görülmektedir. Sahte ve iğfal kabiliyeti olan kimlik belgelerini düzenleyen davalıların eylemleri
ve davacı çalışanı Mehmet Kumru'nun eylemi ağır kusur oluşturduğundan zarar ile kararı temyiz
eden davalılar Muzaffer Görürgöz, Hasan Kılıç, Fahrettin Kalyon ve Nazım Kalyon'un eylemleri
arasındaki illiyet bağı kesilmiştir, bu nedenle de anılan davalıların sorumluluğundan sözedilemez.
Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilerek davanın Mümeyiz davalılar yönünden
reddedilmesi gerekirken hükmedilen tazminat ile sorumlu tutulmuş olmaları usul ve yasaya aykırı
olup bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın ( 2 ) sayılı bentte acıklanan nedenlerle temyiz eden
davalılar yararına BOZULMASINA, davacının temyiz itirazlarının ilk bentteki nedenlerle
reddine ve temyız eden davalılardan Muzaffer Görurgoz vekili için takdir olunan 250.000.000
lira duruşma avukatlık ücretinin davacıya yükletilmesine ve temyiz eden davalılardan peşin
alınan harcın istek halinde geri verilmesine 9.7.2002 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY :
1-Dosyadaki delillere göre vekaletnamenin düzenlenmesine noter dairesinde başlanılmış,
vekaletname verecek kişinin noterliğe gelmemesi nedeniyle adı geçen kişinin imzası bulunduğu
otelde alınmış, buna rağmen düzenlemenin tamamının noterde yapıldığı şeklinde tutanak tanzim
edilmiştir. Bu düzenleme biçimine göre yetkili kişinin dikkatli biçimde tanzim etmediği
vekaletnameden zarar doğduğuna göre evrakı tanzim edenler sorumlu olup Noter de Noterlik
Kanunu'nun 1621. maddesi gereğince sorumlu olduğundan adı geçenlerin sorumlu olmadıkları
yönünde bozma kararı verilmesi uygun olmamıştır.
2-Borçlar Kanunu'nun 83. maddesinin 1. fıkrasına göre "mevzuu para olan borç memleket
parası ile ödenir". Taraflar arasında sözleşme varsa bu kuralın dışına çıkılabilir. Maddede ki kural
kamu düzeni ile ilgili olduğu için her aşamada ve talep olmasa bile gözönünde bulunacak
hususlardandır.
Davaya konu uyuşmazlığın hukuki dayanağı sözleşme değil haksız fiildir. Zarara sebep
olan olayda kaybedilen malın olay tarihindeki değeri zararın tazmininde esas alınmalıdır. Dava
konusu edilen malın yabancı para ile alınmış olması veya yurt içinde imal edilmiş bulunması
etkili değildir. Aslolan olay tarihindeki değeridir. Kaideten istek Türk parası esas alınarak
yapılmalıdır. Eğer davacı Türk parası dışında bir para üzerinden istekte bulunmuşsa, bu paranın
istek tarihindeki kur üzerinden karşılığı tesbit edilerek, HUMK.nun 74. maddesine uygun talep
miktarı belirlendikten sonra yargılama yapılarak, sonuçta gene Türk parası üzerinden karar
verilmesi gerekir. HGK.nun 19.2.2001 gün 2001/19-17 esas, 2001/151 karar sayılı kararında da
bu görüş aynen uygulanmıştır. Bu nedenle uygulama yeri bulunmayan tahsil tarihindeki yabancı
paranın karşılığının tahsiline karar verilmesi de doğru olmamıştır.
Yukarıda iki maddede yazılan nedenlerle, yüce çoğunluğun kararına katılamıyorum.
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E:2002/5645
K:2002/6791
T:03.06.2002
818 s. Yasa m. 53
Davacı Macide Cantürk vekili Avukat Ahmet Aksu tarafından, davalılar T.C. Urla
Noterliği ve diğerleri aleyhine 4.4.2000 gününde verilen dilekçe ile davalı Urla Noterliğince
davalı Necip Fırfır adına düzenlenen sahte vekaletname ile davacıya yapılan taşınmaz satışının
84 iptali nedeniyle gayrimenkul satış bedelinin tahsilinin istenmesi üzerine mahkemece yapılan
yargılama sonunda; davalı Necip Fırfır hakkında açılan davanın açılmamış sayılmasına, diğer
davalılar hakkında açılan davanın kabulüne dair verilen 3.7.2001 günlü kararın Yargıtayca
incelenmesi davacı vekili ve davalılar Urla Noterliği ve M. Hakan Çokan vekili tarafından süresi
içinde istenilmekle temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi
tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşuldu:
KARAR : Dava, haksız eylem nedeniyle tazminat istemin ilişkindir. Dosya içeriğinden
davalılar Murat Donmez, M. Hakan Çokan ve Necip Fırfır haklarında bu davaya konu edilen
eylemleri itibariyle ceza davası acıldığı derdest olduğu anlaşılmaktadır. BK.nun 53. maddesi
gereğince hukuk hakimi ceza mahkemesinin belirlediği maddi vakıalar ile bağlıdır. Ceza
Mahkemesinin delil yetersizliğinden verilen beraat kararları her ne kadar da bağlayıcı değilse de
hukuk mahkemesinin karar verdiği tarihte derdest bir ceza davasının bulunduğu ve somut olayın
özellikleri gözetildiğinde ceza mahkemesinin ileride vereceği kararın hukuk davasını etkilemesi
olgusu nedeniyle ceza davasının sonucunun beklenmesi gerekirken mahkemece İzmir 1. Ağır
Ceza mahkemesinin 1998/106 esas sayılı davasının sonucu beklenmeden karar verilmesi doğru
görülmemiştir. Öte yandan davada Urla Noterliğine de husumet yöneltilerek aleyhine hüküm
kurulduğu anlaşılmaktadır. Noterliğin tüzel kişiliği bulunmadığı ancak notere husumet
yöneltilebileceği gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması da ayrıca bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA bozma
nedenlerine göre tarafların öteki temyiz itirazlarının şimdiden incelemesine yer olmadığına ve
peşin alınan harçların istek halinde geri verilmesine 3.6.2002 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E:2003/4891
K:2003/10641
T:25.09.2003
Davacı Asım vekili tarafından, davalı İbrahim ve Behcet aleyhine 3.10.2001 gününde
verilen dilekçe ile haksız eylem sonucu uğranılan zararın ödetilmesinin istenmesi üzerine yapılan
yargılama sonunda; davalılardan Behçet hakkındaki istemin kısmen kabulüne, diğer davalı
hakkındaki istemin reddine dair verilen 30.12.2002 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davacı
vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra
tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği
görüşüldü:
KARAR : Davacı, adına trafikte kayıtlı bulunan aracın çalındıktan sonra davalılardan
İbrahim'in elinde bulunduğunu belirterek adı geçen davalı oluşturulan kaydın iptali ile aracın
kendisine teslimini veya aracın değerinin ödetilmesini istemiş; davalı olarak da aracı elinde
bulundurun İbrahim ile aracı ona satan Behçet'i hasım olarak göstermiştir. Mahkemece, İbrahim
hakkındaki istemin reddine, aracın bedelinin diğer davalı Behçet'den alınmasına karar verilmiştir.
Kararı davacı temyiz etmistir.
Dosyadaki bilgi ve belgelere gore; davacı adına kayıtlı bulunan 34 M... 48 plakalı aracın
13.9.1993 günü çalındığı, davacı adına düzenlenen sahte nüfus cüzdanı ile 17.9.1993 tarihinde
davalılardan Behçet'e noter sözleşmesi ile satılarak 06 J... 58 plakasını aldığı ve bu davalı
tarafından da 22.9.1993 tarihinde yine noter sözleşmesi ile diğer davalı İbrahim'e satılarak onun
adına tescil edildiği anlaşılmaktadır. Ne var ki, 17.9.1993 tarihli noter satış sözleşmesinin
dayandığı nüfus cüzdanı örneğinin gerçek Asım'ın ( davacının ) kimlik bilgilerine uymadığı ve bu
kimliğin sahte olarak düzenlenmiş olduğu anlaşılmaktadır. Böylece gerçekte malik olmayan
kişinin ( hırsızın ) sahte kimlik kullanmak suretiyle yapmış olduğu satış işlemi geçersiz olur.
Geçersiz bir satış mülkiyetin geçişini sağlayamayacağına göre ondan sonraki davalıya yapılan
85 satışta geçersiz olup alıcının iyi niyetli olması bile sonucu değiştirmez. Bu durumda rızası dışında
elinden çıktığı anlaşılan otomobilin davacıya ait olduğuna ve ona iadesine karar verilmelidir.
Davalı ancak MK.nun 902. maddesinden kaynaklanan bir hakkı varsa onu isteyebilir.
Mahkemece açıklanan yönler gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya
uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA ve
peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 25.9.2003 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E:2003/8610
K:2003/10502
T:23.09.2003
DAVALILARIN BİRDEN FAZLA OLMASI
HAKSIZ EYLEMDEN KAYNAKLANAN
TAZMİNAT DAVASI
YETKİLİ MAHKEME
Dava sebebine göre davalıların tamamı hakkında ortak yetkili mahkeme varsa, davalılardan
birinin ikametgahı mahkemesinde dava açılamaz,
1086 s. HUMK. m. 9,21
Davacı ismail vakili avukat Sami tarafından, davalılar M. Erkan ve diğerleri aleyhine
23.11.2000 gününde verilen dilekçe ile tazminat istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda;
Mahkemece davanın kısmen kabulüne dair verilen 8.10.2002 günlü kararın Yargıtayda duruşmalı
olarak incelenmesi davalı M.Erkan vekili, duruşmasız olarak incelenmesi de Z Bankası Genel
Müdürlüğü vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz
dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği
görüşüldü.
Dava, tazminat istemine ilişkindir, İstanbul'da görev yapan davacının çalıştığı kurumdan
emekliye ayrılması üzerine davalılardan Emekli Sandığı tarafından davalı Z.... Bankasının
İstanbul Şenesenevler şubesine emekli ikramiyesi ve emekli maaşı gönderildiği, Kadıköy'de noter
olan diğer davalı M. Erkan'ın noterliğinde sahte nüfus cüzdanı kullanılarak düzenlenen
vekaletname ile davacıya ait emekli ikramiyesi ve maaşının banka şubesinden üçüncü kişi
tarafından çekildiği anlaşılmaktadır.
Davalılardan M. Erkan'ın yetki itirazı hakkında bir karar verilmeksizin işin esasının
incelenmesinin doğru görülmediğine ilişkin dairemizin 29.1.2002 tarihli bozma kararına yerel
mahkemece uyulmuş ve adı gecen davalının yetki itirazı reddedilerek işin esası hakkında bir
karar verilmistir.
Bankası'nın ikametgahlarının Ankara'da, diğer
Davalılar Emekli Sandığı ve 2
davalı noterin ise Kadıköy'de bulunduğu belirgindir. Birden fazla davalıya karşı, davalılardan
birinin ikametgahı mahkemesinde dava açılabileceğine ilişkin kuralın istisnalarından birisi, ortak
yetkili mahkeme bulunması durumudur. Dava sebebine göre davalıların tamamı hakkında ortak
yetkili mahkeme varsa, davalılardan birinin ikametgahı mahkemesinde dava açılamaz.
HUMK.nun 21. maddesi gereğince, haksız eylem birden fazla kişi tarafından işlenmişse ortak
yetkili mahkeme haksız eylemin işlendiği yer mahkemesidir. Anılan yasa maddesi HUMK.nun 9.
maddesine göre daha özel bir yetki kuralı içermektedir. Somut olayımızda noterde sahte nüfus
cüzdanı kullanılarak vekaletname düzenlenmesi ve bu vekaletname ile banka şubesin den para
86 çekilmesi şeklindeki haksız eylemler istanbul ili içinde gerçekleşmiştir. Ortak yetkili
mahkemenin haksız eylemin gerçekleştiği yer mahkeme si olduğu benimsenerek yetki itirazının
kabulü ile Kadıköy Asliye Hukuk Mah kemesince yetkisizlik kararı verilmesi gerekirken,
mahkemece yetki itirazının reddedilmesi yeniden bozmayı gerektirmiştir.
Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenle (BOZULMASINA), bozma
nedenine göre öteki yönlerin şimdiden incelenmesine yer olmadığına ve temyiz eden davalılar
M.Erkan vekili için takdir olunan 275.000.000 lira duruşma avukatlık ücretinin davacıya
yükletilmesine ve davalılardan peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine, 23.9.2003
gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
DÖRDÜNCÜ HUKUK DAİRESİ
Esas No : 2003/14412
Karar No : 2003/15286
YARGITAY İLAMI MAHKEMESİ :Lüleburgaz Asliye Hukuk Hakimliği
NOSU :001/823-2002/1160 TARİHİ :24.12.2002
DAVACI :Maliye Hazinesi adına Avukat Fatma Çavuşoğlu
DAVALI :1-M.M. adına Avukat Doğan Kandemir
2-K: F. vd.
Davacı Maliye Hazinesi vekili Avukat Fatma Çavuşoğlu tarafından, davalı Muhsin Macuncu ve
Kemal Pars aleyhine 440.2001 gününde verilen dilekçe ile rücuen tazminat istenmesi üzerine
mahkemece yapılan yargılama sonunda; davalılar Türkan Akbulut ile Neriman Ozan hakkındaki
davanın reddine, diğer davalılar hakkındaki davanın kısmen kabulüne dair verilen 24.12.2002
gönlü kararın Yargıtayca duruşmalı olarak incelenmesi davalılardan Muhsin Macuncu vekili
duruşmasız olarak de davacı vekili taraflarından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçelerinin
kabulüne ve tebligat gideri verilmediğinden duruşma isteminin reddine karar verildikten sonra
tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği
görüşüldü.
Dava, davacı hazinenin MK. nun 917. maddesi (yeni 1007 maddesi) gereğince Ödediği
tazminatın davalı noterden ve tapu sicil müdürlüğünde görevli kişilerden rücuen tahsili istemine
ilişkindir.
Davacı vekili, Büyükkarıştıran Köyü hudutlarında bulunan 2753 nolu parselin maliklerinin rızası
dışında davalı noterin düzenlediği vekaletnameye dayanılarak Hayrettin Akan adındaki kişiye
satıldığını Hayrettin Akan'ın dört gün sonra Hayrettin ve Nergiz Erdirik isimli kişilere sattığını
tapu iptali ve tescil davasının reddi üzerine gerçek malik tarafından hazine aleyhine dava
açıldığını, dava sonunda toplam 60,208.840.000 lira ödendiğim ileri sürerek davalı noterden ve
tapu sicil müdürlüğünde görevli diğer davalılardan müştereken müteselsilen tahsilini istemiştir.
Mahkemece istem kısmen kabul edilmiş, karar, davalı noter Muhsin Macuncu davacı tarafından
temyiz edilmiştir.
Davalı Muhsin Macuncu hakkında hüküm kurulurken vekaletname üzerinde hiçbir inceleme
yapılmamış, sadece vekaletnamenin düzenlemesi nedeniyle ve adam çalıştırmadan dolayı
sorumlu olduğu açıklanmıştır. Oysa malik Savraya (Süreye) Maussa Pars tarafindan Nergis ve
Hayrettin Eldirik aleyhine açılan tapu iptali ve tescil davasında davalı noter taraf olmadığı gibi
sözü edilen dosyada davalı tarafından 'Vekaletnamenin sahte olduğunu kabul ediyoruz" demeleri
üzerine, vekaletnamenin sahte olup-olmadığı, vekaletnamenin düzenlemesinde; vekaletnameyi
düzenleyen noter başkatibinin kusuru ve ihmalinin bulunup bulunmadığı hususlarının
87 incelenmesine karar verilmiştir, Hazine aleyhine açılan tazminat davasında da bu yönde bir
inceleme yapılmamıştır.
Davalı noterin sorumluluğu kusursuz sorumluluk ise de bu kusursuz sorumluluk halinin
doğabilmesi için işlemi gerçekleştiren personelinin olayda kusurlu olduğunun kanıtlanması
gerekir. Şu durumda sahte olduğu ileri sürülen vekaletnamenin düzenlenmesinde, vekaletnameyi
düzenleyen noter başkatibinin bir kusuru bulunup bulunmadığının araştırılması ve sonucuna göre
karar verilmesi gerekir. Eksik inceleme ile verilen kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ :Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle davalı Muhsin Macuncu yararına
BOZULMASINA bozma nedenine göre davacının temyiz itirazlarının şimdilik incelemesine yer
olmadığına ve temyiz eden davalı M. M.’dan, peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine
24.12.2003 gününde oy birliğiyle karar verildi.
Başkan Üye Üye Üye Üye
Bilal Kartal Ülkü Aydın Şerife Öztürk Mustafa Kıcalıoğlu Mehmet Uyumaz
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E:2003/15231
K:2004/6266
T:12.05.2004
AİDİYETİN VE MÜLKİYETİN TESBİTİ
ÇALINTI ARAÇ
Bir aracın aidiyeti ve bu bağlamda mülkiyeti, aracın motor ve şasi numaraları ile belirlenir.
Aracın kasasının aidiyeti mülkiyeti belirleyen unsur değildir
2918 s. Trafik K. m. 27
Davacı Hüsevin vekili Avukat tarafından, davalı Mustafa vd. aleyhine 23.2.1998 gününde
verilen dilekçe ile davacıya ait olan ancak çalınan aracın davacıya ait olduğunun tespiti ile aracın
davacıya tesliminin istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davalı Mustafa
hakkındaki davanın kabulüne, davacıya ait olduğunun tespiti ile davacıya teslimine, diğer
davalılar hakkında açılan davanın husumet yönünden reddine dair verilen 11.9.2003 günlü
kararın Yargıtay'ca incelenmesi davalı Mustafa vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz
dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya
içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Dava, dava konusu otomobilin davacıya ait olduğunun tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece, davalılardan Mustafa hakkındaki davanın kabulüne, diğer davalılar yönünden açılan
davanın husumet yönünden reddine karar verilmiş; karar davalı Mustafa tarafından temyiz
edilmiştir.
Davacı adına trafikte kayıtlı olan 16 .. 550 plaka nolu araç, 1993 yılında çalınmıştır.
Davacı, çalınan bu aracını, 1997 yılında, plakasının değiştirilerek 16
.. 732 plaka nosu ile tamircide görmüştür. Plakası 16 .. 732 olan araç ise 1992 yılından bu yana
davalı Mustafa adına trafikte kayıtlıdır. Davacı, bu aracın kendisine ait olup olmadığının
belirlenmesi için delil tespiti isteminde bulunmuştur. Tespit bilirkişi'nin düzenlediği 13.1.1998
günlü raporda; tespite konu; 16 .. 732 plaka nolu aracın, motor ve şasi numarasının yazılı olduğu
sağ ön amortisör üst bağlantı sacının değiştirildiği, 16 .. 732 plakalı araca ait motorun ve sasi
numarasının, 16 .. 550 plaka nolu araca monte edilerek 16 .. 732 plakalı yine 1998 model Doğan
88 marka araç halinde getirtildiği, tespit konusu aracın tespit isteyene ait 16 .. 550 plakalı araç
olduğu belirtilmiştir.
Davalı-sanıklar hakkında açılan kamu davasının yargılaması sırasında, Emniyet Genel
Müdürlüğü Kriminal Polis Laboratuarı tarafından düzenlenen 24.5.2000 tarihli bilirkişi raporunda
da; "suça konu 16 .. 732 plakalı aracın şasi numarasının orjinal olduğu, bu bölgede alet izlerinin
mevcut olduğu, amortisör kolon başlığının şasiye tutturulduğu puntolar arasında büyüklük,
derinlik ve diziliş itibariyle farklılıklar bulunduğu, ayrıca amortisör kolunun şasi ile bağlantılı
olduğu tekerlek iç davlumbaz bölümünde kaynak izlerinin mevcut olduğu ancak üzerinde şasi
numarası olan amortisör kolunun bulunduğu bölgeye sonradan monte edilip-edilmediği
hususunda kesin bir beyanda bulunulmasının mümkün olmadığı" açıklanmıştır. Ceza davası
sonucunda davalı-sanıkların beraatine karar verilmiş olup karar Yargıtay denetiminden geçerek
kesinleşmiştir.
Şu durumda; davacının aidiyetini istediği aracın, yapılan belirlemede motor ve şasisinin
davalı Mustafa'ya kaportanın ise davacının aracına ait olduğu anlaşılmaktadır. Bir aracın
aidiyetinin, bu bağlamda mülkiyetini aracın motor ve şasi numaralarının belirleyeceği yasal
düzenlemede yer almıştır. Bir aracın kasasının aidiyeti, mülkiyeti belirleyen unsur değildir. Dava
konusu edilen aracın motorunun davalıya ait araca ait olduğu anlaşıldığına göre davacının ancak
koşulları gerçekleştiğinde tazminat isteyebileceği gözetilerek davanın reddi gerekirken
mahkemece yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup karar bozmayı
gerektirmiştir.
Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle (BOZULMASINA) ve peşin
alınan harcın istek halinde geri verilmesine, 12.5.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E:2003/16353
K:2004/1080
T:09.02.2004
1086 s. Yasa m. 21
Davacı Nevzat Aksoy vekili Avukat Yılmaz Rona tarafından, davalılar Mustafa Candan
ve Ray Sigorta A.Ş. aleyhine 28/4/2003 gününde verilen dilekçe ile sahte belgelerle noterden
satışı yapılan otomobilin elinden alınması nedeniyle maddi tazminat istenmesi üzerine
mahkemece yapılan yargılama sonunda; mahkemenin yetkisizliğine dair verilen 6/10/2003 günlü
kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz
dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya
içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, davalı noterde yapılan taşıt satış sözleşmesinin sahte belgelere dayalı
olması nedeniyle geçersizliğinden kaynaklanan zararın ödetilmesine ilişkindir. Mahkemece
davalının ikametgahı mahkemesinin yetkili olduğu gerekçesiyle yetkisizlik kararı verilmiş ve
karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Dava konusu zarara neden olan taşıt satış sözleşmesi davanın açıldığı Edremit'te yapılmış
ve zarar da aynı yerde doğmuştur. Zarar iddiaya göre davalının hukuka aykırı eyleminden
doğmuştur. Bu duruma göre HUMK.nun 21. maddesi uyarınca haksız eylemin oluştuğu ve
zararın ortaya çıktığı yer mahkemesi de yetkilidir. Bu nedenle davanın yetkili mahkemede
açıldığı anlaşıldığından yetkisizlik itirazının reddi ile işin esasının incelenmesi gerekirken yazılı
şekilde karar verilmiş olması bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenle BOZULMASINA ve peşin
alınan harcın istek halinde geri verilmesine 9.2.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi.
89 T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E:2004/16831
K:2005/13312
T:08.12.2005
818 s. Yasa m. 47,49
4721 s. Yasa m. 24,25
Davacı H. vekili Avukat O. tarafından, davalı M. aleyhine 4.12.2002 gününde verilen
dilekçe ile haksız eylem nedeniyle tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama
sonunda; davanın kabulüne dair verilen 12.10.2004 günlü kararın Yargıtay'ca incelenmesi davalı
vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra
tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği
görüşüldü:
KARAR : 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici
nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre aşağıdaki
bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.
2- Davalının diğer temyiz itirazlarına gelince; dava haksız eylem nedeniyle uğranılan
zararın tazmini istemine ilişkindir. Yerel mahkemece dava kabul edilmiş, kararı davalı temyiz
etmiştir.
Davacı, oto pazarından satın aldığı aracın davalı noter huzurunda satış işleminin
yapıldığını, davalı noterin tahrif edilmiş ilişik kesme belgesine rağmen görevini ihmal ederek
gerçekte çalıntı olan aracın kendine satılması nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararın
tazminini istemiştir. Yerel mahkemece dava kabul edilmiş, kararı davalı noter temyiz etmiştir.
Satışa konu "İlişik Kesme" belgesi üzerinde tahrifat yapıldığı çıplak gözle bile rahatlıkla
görülebilmekte olup, araç satın alan davacının bu belgedeki tahrifatı görmemesi mümkün
değildir. Oto pazarından bilinmeyen kimseden araç aldığına göre aracın ilgili belgelerini istemesi,
incelemesi, bu şekildeki bariz kazıntı ve silinti hallerinde araç hakkında gerekli incelemeyi
yapması normal bir alıcıdan beklenen davranış biçimidir. Şu durumda bu konularda davacının
dikkatsiz ve tedbirsiz davrandığı, dolayısıyla kusurlu olduğunun kabulü gerekir. O halde
davacının kusur durumu da gözetilerek tazminattan uygun bir miktar indirim yapmak gerekirken
bu hususun gözardı edilmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan kararın bozulması gerekmiştir.
3- Manevi tazminat istenebilecek haller Borçlar Kanunu'nun 47 ve 49. maddeleri ile
Medeni Kanun'un 24 ve 25. maddelerinde belirtilmiş olup, somut olay itibarıyla davalı eylemi bu
maddeler de gözetildiğinde manevi tazminatı gerektirmediği halde, davacı yararına manevi
tazminata hükmedilmesi de doğru görülmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.
4- Dava, haksız eyleme dayalı olduğundan yasal faize hükmedilmek gerekirken Merkez
Bankası'nın uyguladığı avans faizine hükmedilmesi de usul ve yasaya aykırı görüldüğünden
kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda ( 2-3 ve 4 ) nolu bentlerde gösterilen
nedenlerle davalı yararına BOZULMASINA, diğer temyiz itirazlarının yukarıda ( 1 ) nolu bentte
gösterilen nedenlerle reddine ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 8.12.2005
gününde oybirliğiyle karar verildi.
90 T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E:2004/16884
K:2005/478
T:27.01.2005
Davacı Selahattin Polat ve Sona Polat vekili Avukat Zülfü Öztürk tarafından, davalı
Ahmet Öz aleyhine 25.4.2003 gününde verilen dilekçe ile muris adına kayıtlı ve noter satış
senedi ile davalıya satılan aracın malikinin tespitinin istenmesi üzerine mahkemece yapılan
yargılama sonunda; davanın reddine dair verilen 12.6.2003 günlü kararın Yargıtay'ca incelenmesi
davacılar vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar
verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar
incelenerek gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, tespit istemine ilişkindir. Yerel mahkemece dava reddedilmiş, kararı
davacılar temyiz etmişlerdir.
Davacılar, miras bırakanları Cafer Polat'ın sağlığında dava konusu aracını davalıya noter
satış senedi ile sattığını; ancak, davalının aracı teslim almasına rağmen bir türlü aracın Trafik
Tescil Şube Müdürlüğünden adına tescilini yaptırmadığını, bu nedenle araç için verilen cezalar
ile vergilerin kendilerine gönderildiğini, mağduriyetlerinin giderilmesi bakımından aracın
malikinin tespitini istemişlerdir. Yerel mahkeme, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nda
tescil işlemlerinin nasıl yapılacağının düzenlendiğini, bu nedenle davacıların dava açmakta
hukuki yararları olmadığından davayı reddetmiştir. 2918 sayılı Kanun'un 20. maddesinde araç
satışlarının yöntemi gösterilmiştir. Buna göre, noter satış senedi ile aracın mülkiyeti davalıya
geçmiş ve davalının bu belge ile Trafik sicilinde aracı adına kaydetmesi gerekirken bu
yükümlülüğü yerine getirmediği ve davacıların bu tescil nedeniyle bir takım yükümlülükler
aldıkları anlaşılmaktadır. Miras bırakanla davalı arasındaki satış sözleşmesi gereğince aracın
malikinin davalı olduğunun tespiti şeklindeki karar, davacılara bu kararla Trafik siciline mevcut
satışı işlemeyi sağlayacağından davanın kabulüne karar vermek gerekirken reddi usul ve yasaya
aykırı görüldüğünden kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle davacılar yararına
BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 27.1.2005 gününde
oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E:2004/627
K:2004/10702
T:28.09.2004
Davacı A. T. vekili Avukat Z. B. tarafından, davalı M. U. aleyhine 12.10.2001 gününde
verilen dilekçe ile tazminat istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda; mahkemece davanın
reddine dair verilen 18.11.2003 günlü kararın Yargıtayda duruşmalı olarak incelenmesi davacı
vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, daha önceden belirlenen 28.9.2004 duruşma günü için
yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı vekili Avukat A. B. geldi, karşı taraftan davalı adına
gelen olmadı ve fer'i müdahil D. Sigorta AŞ vekili Avukat S. K. geldi. Açık duruşmaya başlandı.
Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve hazır bulunanların
sözlü açıklamaları dinlendikten sonra taraflara duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyanın
91 görüşülmesine geçildi. Tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar
incelenerek gereği görüşüldü:
KARAR : Davacı, noter olan davalının dava dışı şirketin davacıya alacağını temlik
işlemini Merkez Bankasına geç bildirmesi nedeniyle alacağın başka alacaklılara ödenmesi sonucu
uğradığı zararın tazminini istemiştir.
Yerel mahkemece davacının kendisinin de Merkez Bankasına başvurarak alacağını
isteyebileceği, temlik ihbarının geç yapılmasının sonuca etkili olmadığı gerekçesiyle dava
reddedilmiştir. Karar davacı yanca temyiz edilmiştir.
Dosyadaki kanıtlara göre dava dışı Ö. Tarım Ürünleri Ticaret ve Nakliyat Ltd.Şti. T. 3.
Noterliğinde gümrük çıkış beyannamelerindeki tüm hak ve alacaklarını davacıya temlik ettiğini,
bu hak ve alacakların Merkez Bankası Trabzon Şubesinden davacının hesabına havale olunmasını
ve bu temliknamenin bir suretinin Merkez Bankasına tebliğini istemiştir. Ne var ki davalı Noter
bu tebliği hemen değil çok sonra yapmıştır.
Temlik işleminin yapılışı BK. 162. maddesine uygundur. Temlik belgesinin bankaya
bildirilmesi görevi işlemi yapan davalı notere yüklenmiştir. Davacı bunun için tebliğ giderini de
vermiştir. Bu işlemin noter tarafından zamanında yerine getirilmemesi bir kusurdur. Hatta davalı
bu yüzden görevi ihmal suçundan mahkum olmuştur. Bu nedenle davalı sorumludur. Mahkeme
kararında belirtilen gerekçe ancak indirim nedeni olabilir.
Şu durumda mahkemece yapılacak iş zarar kapsamının belirlenerek davalının
sorumluluğuna karar vermektir. Bu yönün gözetilmemiş olması bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA ve
temyiz eden davacı vekili için takdir olunan 375.000.000 lira duruşma avukatlık ücretinin
davalıya yükletilmesine ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 28.9.2004 gününde
oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E:2004/11409
K:2005/5780
T:30.05.2005
TAPU SİCİLİNDEN DOĞAN TAZMİNAT
Zarar tapu sicilinin tutulmasından değil, sicilin düzenlenmesinden kaynaklanmaktadır.
Medeni Kanununun 1007.(Eski 917) maddesindeki sorumluluk kusursuz sorumluluktur.
Zarar görenin illiyet bağını kesecek nitelikte kusuru olmadığı, zararın bir üçüncü kişinin
eyleminden kaynaklandığı ve bu kişinin ağır kusurunun sorumluluğu oluşturan illiyet bağını
kestiği kabul edilmelidir.
4721 s. MK. m. 1007
743 s. MK. m. 917
Davacı Murat ve Ira vekili tarafından, davalı Tapu Sicil Müdürlüğü aleyhine 14.10.2002
gününde verilen dilekçe ile tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluk nedeniyle maddi
tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne
dair verilen 1.7.2004 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili ile davalı vekili
taraflarından süresi cinde istenilmekle temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra
tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği
görüşüldü.
92 Davacı, davalı idareden tapu kütüğünün tutulmasından dolayı uğradığı zararın
giderilmesini istemiştir. Davalı, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece eylemin tapu sicilinin
tutulmasında kusurlu davranılmaktan ileri geldiği, böylece davacının zarar gördüğü belirtilerek
tazminata hükmedilmiştir.
Dosyadaki kanıtlara göre tapuda cinsi mesken olan ve kat mülkiyeti kurulmuş bulunan
bağımsız bölümün Isa adına kayıtlı iken 24.2.2000 tarihinde davacılara satış yolu ile devredildiği
görülmektedir. Durumu öğrenen gerçek tapu maliki Isa tarafından davacılar Murat ve Ira aleyhine
açılan tapu iptali ve tescili davası sonucunda, satışın gerçek malike ait kimlik bilgileri
kullanılarak noterden sahte olarak düzenlenmiş vekaletnameler ile yapıldığı belirlenerek kaydın
iptaline ve gerçek malik olan Isa adına tesciline karar verilmiş karar temyiz incelemesinden
geçmek suretiyle kesinleşmiştir.
Yukarıda açıklanan olgular itibariyle usulsüz işlemin noterde sahte olarak düzenlenmiş
vekaletnameden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Diğer bir anlatımla zarar tapu sicilinin
tutulmasından değil, sicilin düzenlenmesinde etken olan vekaletnameden kaynaklanmaktadır.
Medeni Kanunun 917. madde (yeni 1007) maddesinde sorumluluğun, tapu sicilinin
tutulmasından kaynaklandığı belirlenmiştir. Maddede öngörülen sorumluluk, kusursuz
sorumluluktur. Diğer bir anlatımla zarar gören davalının kusurunu kanıtlamak zorunda değildir.
Davalı da kusuru bulunmadığı savunmasının ötesinde uygun illiyet bağının kesildiğini
kanıtlamak zorundadır. Kusursuz sorumluluk da illiyet bağının kesilebilmesi için zarar görenin
ağır kusurunun bulunması veya üçüncü bir kişinin illiyet bağını kesebilecek nitelikte ağır
kusurunun olması veya hakkında zararlandırıcı sonucun meydana gelmesinde öngörülmeyen bir
halin bulunması gerekmektedir. Somut olayda zarar gören davacının illiyet bağını kesebilecek
ölçüde kusurunun olmadığı yine öngörülmeyen bir durumunda bulunmadığı görülmektedir. Ne
var ki gerek savcılık soruşturmasında, gerekse tapu iptaline ilişkin dava dosyasında zararlandırıcı
sonucun ortaya çıkmasında bir üçüncü kişinin hukuka aykırı eyleminin bulunduğu
anlaşılmaktadır. Bu kişinin suç teşkil eden ve ağır kusuru oluşturan eylemi açıktır. Şu haliyle
sorumluluğu gerektiren illiyet bağının kesildiği kabul edilmelidir. Yapılan bu açıklama itibarıyla
olayda zarar, hukuka aykırı eylem bulunmakta ise de kusursuz sorumlu olan davalının
sorumluluğunu gerektirecek uygun illiyet bağının bulunmadığı görülecektir. Aksi bir sonuç
kusursuz sorumluluğun ötesinde bizi sebep sorumluluğuna götürür ki davanın dayanağını teşkil
eder. MK.'nun 1007 maddesi sebep sorumluluğunu öngörmemiştir.
Tüm bu olgular birlikte değerlendirildiğinde davalının sorumluluğundan sözedilemez.
Davanın reddedilmek üzere bozulması gerekmiştir.
Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle (BOZULMASINA),
30.5.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E:2004/12650
K:2005/11104
T:18.10.2005
4721 s. Yasa m. 1007
743 s. Yasa m. 917
Davacı Suzan Kaşıkçı vekili Avukat Kenan Yüksel tarafından, davalı Maliye Hazinesi
aleyhine 4/12/2003 gününde verilen dilekçe ile maddi tazminat istenmesi üzerine yapılan
yargılama sonunda; Mahkemece davanın reddine dair verilen 7/7/2004 günlü kararın Yargıtay'da
duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, daha önceden
belirlenen 18/10/2005 duruşma günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı vekili
93 Avukat Kenan Yüksel ile karşı taraftan davalı Hazine vekili Avukat Armağan Örücü geldiler.
Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar
verildikten ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra taraflara duruşmanın
bittiği bildirildi. Dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile
dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:
KARAR : Davacı, davalı idareden tapu kütüğünün tutulmasından dolayı uğradığı zararın
giderilmesini istemiştir. Davalı, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, davaya dayanak
yapılan zararın tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanmadığı belirtilerek davanın reddine karar
verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz olunmuştur.
Dosyadaki kanıtlara göre, davaya konu taşınmazın sahte nüfus belgesi ve sahte
vekaletnameye dayalı olarak satışı yapılmış; davacı tarafından, taşınmazı son olarak satın alan
kişiye karşı açılan tapu iptal ve tescil davası reddedilmiş ve temyiz incelemesinden de geçmek
suretiyle kesinleşmiştir.
Yukarıda açıklanan olgular itibariyle usulsüz işlemin noterde sahte olarak düzenlenmiş
vekaletnameden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Diğer bir anlatımla zarar tapu sicilinin
tutulmasından değil, sicilin düzenlenmesine etken olan vekaletnameden kaynaklanmaktadır.
Medeni Kanunun 917 ( Türk Medeni Kanunu 1007 ) maddesinde sorumluluğun, tapu sicilinden
kaynaklandığı belirlenmiştir. Maddede öngörülen sorumluluk, kusursuz sorumluluktur. Diğer bir
anlatımla zarar gören, davalının kusurunu kanıtlamak zorunda değildir. Davalı da kusuru
bulunmadığı savunmasının ötesinde uygun illiyet bağının kesildiğini kanıtlamak zorundadır.
Kusursuz sorumlulukta illiyet bağının kesilebilmesi için zarar görenin ağır kusurunun bulunması
veya üçüncü kişinin illiyet bağını kesebilecek nitelikte ağır kusurunun olması veya hakkında
zararlandırıcı sonucun meydana gelmesinde öngörülmeyen bir halin bulunması gerekmektedir.
Somut olayda zarar gören davacının illiyet bağını kesebilecek ölçüde kusurunun olmadığı yine
öngörülmeyen bir durumun da bulunmadığı görülmektedir. Ne var ki gerek ceza yargılamasında,
gerekse tapu iptaline ilişkin dava dosyasında zararlandırıcı sonucun ortaya çıkmasında bir üçüncu
kişinin hukuka aykırı eyleminin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu kişinin suç teskil eden veya ağır
kusuru oluşturan eylemi açıktır. Şu haliyle sorumluluğu gerektiren illiyet bağının kesildiği kabul
edilmelidir. Yapılan bu açıklama itibariyle olayda zarar, hukuka aykırı eylem bulunmakta ise de
kusursuz sorumlu olan davalının sorumluluğunu gerektirecek uygun illiyet bağının bulunmadığı
görülecektir. Aksi bir sonuç kusursuz sorumluluğun ötesinde bizi sebep sorumluluğuna götürür ki
davanın dayanağını teşkil eden MK.'nun 1007. maddesi sebep sorumluluğunu ön görmemiştir.
Tüm bu olgular birlikte değerlendirildiğinde davalının sorumluluğundan söz edilemez.
Mahkeme kararı, açıklanan nedenlerle yerinde görülmüş ve onanması gerekmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın, yukarıda gösterilen gerekçeler ile ONANMASINA ve
davalı hazine yararına takdir olunan 400,00 YTL duruşma avukatlık ücreti ile aşağıda yazılı
onama harcının temyiz eden davacıya yükletilmesine 18.10.2005 gününde oybirliğiyle karar
verildi.
T.C.
YARGITAY
DÖRDÜNCÜ HUKUK DAİRESİ
Esas No : 2004/16580
Karar No : 2006/1098
• HİZMET KUSURU
• 4721 S. TÜRK MEDENİ KANUNU [ Madde 1007 ]
İÇTİHAT METNİ : Davacılar F.... ve B...... vekili Avukat Ü...... tarafından, davalılar Hazine ve
R.... aleyhine 11/3/2003 gününde verilen dilekçe ile sahte vekaletle yapılan taşınmaz satışından
doğan zarar nedeniyle maddi tazminat istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda; Mahkemece
94 davanın reddine dair verilen 9/9/2004 günlü kararın Yargıtay'da duruşmalı olarak incelenmesi
davacılar vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, daha önceden belirlenen 14/2/2006 duruşma
günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacılar vekili Avukat Ü...... ile karşı taraf
davalılardan Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü adına Hazine vekili Avukat K...... ve R..... vekili
Avukat Z...... geldiler, diğer davalılar adlarına gelen olmadı.
Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar
verildikten ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra taraflara duruşmanın
bittiği bildirildi.
Dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki
kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. Dava, davacıların tapuda satın aldığı taşınmazın, davalı
noterde düzenlenmiş sahte vekaletname ile satılmış olması nedeniyle, doğan zararın ödetilmesi
istemine ilişkindir. MK'nun 1007. maddesi uyarınca dava hazineye ve notere yöneltilmiş olup
mahkemece her iki davalı hakkındaki davanın da reddine karar verilmiş, karar davacılar
tarafından temyiz edilmiştir.
Dosya içerisindeki bilgi ve belgelerden, gerçek malik yerine geçerek dava konusu taşınmazı
davacılara satan kişilerin, tapu sicilindeki kayıtlardan elde ettikleri malike ait bilgileri kullanarak
ve kendi resimlerinin yapıştırılmasını sağlayarak nüfus idaresinden aldıkları kimlik ile taşınmaz
satışı için noterde vekaletname düzenleterek bu vekaleti kullanmak suretiyle tapuda
gerçekleştirdikleri işlemlerle taşınmazın davacılara satılmış olduğu anlaşılmaktadır. Bundan
sonra gerçek malik tarafından açılan dava ile davacılar adına olan tapu iptal edilmiş ve taşınmaz
gerçek malike dönmüştür. Böylece davacıların zarara uğradığı açıktır Yukarıda anlatıldığı üzere,
noterde vekaletname düzenlenirken, her ne kadar nüfus idaresinden alınmış, resim dışında gerçek
malike ait bilgileri içeren, sahteliğinin anlaşılması mümkün olmayan kimlik kullanılmış ise de,
noterde kalan vekaletname aslına sahte kimlikteki fotoğrafın aynısı yapıştırılmışken,' şahıslara
verilen vekaletname örneğine farklı bir fotoğraf yapıştırılmıştır. Bu fotoğraflar karşılaştırmalı
olarak incelendiğinde, birbirleri ile önemli derecede farklı oldukları ilk bakışta anlaşılabilir
niteliktedir.
Tapu Sicil Müdürlüğünde yapılacak alım satım işlemlerinde kullanılacak böyle bir vekaletname
düzenlenirken noterlerin tüm dikkat ve özeni göstermeleri gerekir. Nitekim taşınmazların alım
satımına ilişkin vekaletnamelere fotoğraf yapıştırılması zorunluluğu da bunun bir gereğidir. Diğer
taraftan şahısa verilen vekaletnameye yapıştırılan fotoğrafın,sahtecilik işlemini yapanlarca tapu
Kayıtlarındaki gerçek malike ait resimden çoğaltılmış olması tapudaki-işlemlerin yapılmasında
önemli derecede kolaylık sağlayan bir unsur olmuştur. Belirtilen nedenlerle davalı noterin
vekaletnamenin düzenlenmesinde gerekli dikkat ve özeni göstermediği anlaşıldığından doğan
zarardan sorumlu tutulması gerekir.,
Tapu Sicil Müdürlüğü yönünden ise, sahte vekaletname ve bunun ekindeki nüfus cüzdanı ile tapu
kayıtlarındaki bilgiler karşılaştırıldığında, diğer tüm bilgiler birbirleri ile uyumlu olmakla birlikte,
satış işleminde kullanılmış olan nüfus cüzdanındaki fotoğrafın gerçek malike ait diğer resimlere
benzemediği hemen anlaşılabilecek kadar açıktır. işlemi yapan görevlinin buna dikkat etmemiş
olması kusurlu bir davranıştır. Bundan önce de sahteciliği yapanların gerçek malike ait bilgi ve
fotoğrafı tapu idaresinden temin etmiş olmaları da tapu idaresi açısından bir kusur oluşturur.
Açıklanan nedenlerle tapu idaresi de doğan zarardan sorumlu tutulmalıdır Yerel mahkemece bu
yönler üzerinde durulmadan yazılı şekilde davanın tümden reddine karar verilmiş olması bozmayı
gerektirmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın açıklanan nedenle BOZULMASINA ve temyiz eden davacılar
yararına takdir olunan 450,00 YTL duruşma avukatlık ücretinin davalılara yükletilmesine ve
davacılardan peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 14/2/2006 gününde oy birliğiyle
karar verildi.
95 T.C
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E:2005/14432
K:2005/13760
T:19.12.2005
818 s. Yasa m. 41
Davacı Mustafa Kaya vekili Avukat Hakan Bahadır tarafından, davalı Fikri Karaerkek
aleyhine 16.9.2002 gününde verilen dilekçe ile maddi tazminat istenmesi üzerine mahkemece
yapılan yargılama sonunda; davanın kabulüne dair verilen 10.10.2005 günlü kararın Yargıtay'ca
incelenmesi davalı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar
verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar
incelenerek gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, davalı noterde sahte belgelerle davacıya çalıntı otomobil satılmış
olmasından kaynaklanan zararın ödetilmesine ilişkindir. Mahkemece davanın kabulüne karar
verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Dava konusu satış işlemi sırasında kullanılmış olan ve Fatsa Emniyet Müdürlüğünce
düzenlenmiş olduğu anlaşılan Motorlu Araç Tescil Belgesinde aracın markası ile modeli yazılı
olmadığı için satış işleminin yapılmaması gerekirken davalı noterin bu belgeye göre satış işlemini
yapmış olması nedeniyle zarardan sorumlu olduğuna karar verilmiştir. Oysa ki satısı yapılan
aracın Motorlu Araç Tescil Belgesinde yazılı araç olmadığı hakkında bir iddia yoktur. Kaldı ki
aynı araca ait ve yine satış sırasında ibraz edilmiş olan Motorlu Araç Trafik Belgesinde araca ait
marka ve model bilgileri bulunduğu gibi birlikte kullanılan bu iki belgedeki diğer tüm bilgiler de
birbirini tutmaktadır. Davacıya satılan aracın her iki belgede yazılı araç olduğu konusunda bir
uyuşmazlık da yoktur. Bu nedenlerle Motorlu Araç Tescil Belgesinde şekli bazı eksiklikler davalı
noterin satış işlemini yapmamasını gerektirmez. Satış işleminde kullanılan sürücü belgesinin
sahte olduğu da anlaşılamamıştır. Bu halde davacının zarar görmesinde davalının herhangi bir
kusurunun bulunduğu kanıtlanmış değildir. Dava dışı üçüncü kişilerin haksız eylemleri ile
davacının zarara uğradığı ve davalının bu kişilerle hukuki veya fiili ilişkisinin bulunduğu
konusunda herhangi bir iddia ve delil de bulunmadığına göre hakkındaki davanın reddedilmesi
gerekir. Yerel mahkemece bu yön üzerinde durulmadan yazılı şekilde karar verilmiş olması
bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenle BOZULMASINA ve peşin
alınan harcın istek halinde geri verilmesine 19.12.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
DÖRDÜNCÜ HUKUK DAİRESİ
Esas No : 2005/12386
Karar No : 2006/11900
• 1086 S. HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU [ Madde 438 ]
İÇTİHAT METNİ : Davacı R...... vekili Avukat N........tarafından, davalı N....... aleyhine
9.6.2004 gününde verilen dilekçe ile araç satış sözleşmesinin iptalinin istenmesi üzerine
mahkemece yapılan yargılama sonunda; istemin kabulüne dair verilen 1.3.2005 günlü kararın
Yargıtayca incelenmesi davalı tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne
96 karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar
incelenerek gereği görüşüldü.
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle
delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre aşağıdaki bendin kapsamı
dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.
2-Diğer temyiz itirazına gelince; dava, muvazaa nedeniyle traktör satış sözleşmesinin iptali
istemine ilişkin olup mahkemece, istem kabul edilmiş ve karar davalı tarafından temyiz
edilmiştir.
Davacı, miras bırakanı A....... adına kayıtlı traktörün, miras bırakan tarafından satış gibi
gösterilerek davalıya bağışlandığını belirterek muvazaalı olarak miras bırakan ile davalı
arasındaki satış sözleşmesinin iptalini istemiştir.
Miras bırakanın davacıdan başka mirasçıları da olduğu dosya içeriğinden anlaşılmaktadır. Diğer
mirasçılar sözleşmenin iptali davası açmadıklarına, davacı da sadece kendi payı oranında
sözleşmenin
iptalini isteyebileceğine göre mahkemece dava açmayan mirasçıların haklarını da kapsayacak
biçimde iptal kararı verilemez. , Miras bırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin davacının miras
payı oranında iptali gerekirken tümden iptal edilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden
kararın bozulması gerekir ise de belirtilen bu yanılgının giderilmesi yeniden yargılamayı
gerektirmediğinden Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasası'nın 438. maddesi gereğince kararın
düzeltilerek onanması uygun görülmüştür
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda (2) sayılı bentte gösterilen nedenlerle, hüküm
fıkrasının 1. bendinde yer alan "Ferizli Noterliğinin 14.04.1998 tarih ve 468 yevmiye nolu 54...
273 plakalı, F...... marka, 1972 model traktörün satış sözleşmesinin muvazaa nedeniyle....."
sözcüklerinden sonra gelmek üzere ".....davacının miras payı oranında., sözcüklerinin
yazılmasına öteki temyiz itirazlarının ilk bentteki nedenlerle reddiyle kararın düzeltilmiş bu
biçiminin ONANMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 9.11.2006
gününde oy birliğiyle karar verildi.
T.C
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E:2006/1956
K:2006/3585
T:03.04.2006
4721 s. Yasa m. 1007
1512 s. Yasa m. 162
Davacı A. vekili Avukat K. tarafından, davalı Maliye Hazinesi ve diğerleri aleyhine
13.5.2004 ve 5.1.2005 gününde verilen dilekçeler ile tazminat istenmesi üzerine yapılan
yargılama sonunda; Mahkemece davalılar E. ( mirasçıları ) ve Y. hakkında karar verilmesine yer
olmadığına, diğer davalılar hakkındaki davanın kısmen kabulüne dair verilen 10.2.2005 günlü
kararın Yargıtay'da duruşmalı olarak incelenmesi davalı T. vekili, duruşmasız incelenmesi davalı
Maliye Hazinesi vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, daha önceden belirlenen 8.11.2005
duruşma günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalı asil T. ç. ve vekili Avukat N. ile
karşı taraftan davacı vekilleri Avukat K. ve Avukat B. geldiler. Açık duruşmaya başlandı.
Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve hazır bulunanların
sözlü açıklamaları dinlendikten sonra taraflara duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyanın
görüşülmesine geçildi. Tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar
incelenerek gereği görüşüldü:
97 KARAR : Dava, tapuda sahte vekaletname ile işlem yapılmasından kaynaklanan zararın
tazminine ilişkindir. Yerel mahkemece davalılar E. mirasçıları ve Y. hakkında karar verilmesine
yer olmadığına, diğer davalılar hakkındaki davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, hüküm
davalılardan Maliye Hazinesi ve T. ç. tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı sahte vekaletname ile kendisine tapuda satılan taşınmazın gerçek malikin açtığı
tapu iptali ve tescil davasını kazanması sonucu elinden çıktığını, zarara uğradığını belirterek
tazminat istemiştir.
Dosyadaki kanıtlara göre, davalılar E. ve Y. tapu maliki R.nin kimlik bilgilerine ulaşarak
haricen sahte bir nüfus cüzdanı düzenlemişler ve davalı E.nin fotoğrafını yapıştırmışlar,dır. B.u
nüfus cüzdanı ile davalı T. 'nun görevli olduğu U. Noterliği'nde, A. ili E. İlçesi H. Beldesi 531
Ada, 13 parsel sayılı taşınmazın satışı hususunda, emlakçılık yapan davalı Y.ye düzenleme
seklinde vekaletnameyi davalı E. vermiştir. Daha sonra davalı Y. bu vekaletname ile taşınmazı
davacıya tapuda satmıştır. Asıl malik R. durumu öğrenince suç duyurusunda bulunmuş ve tapu
iptali tescil davası açarak taşınmazını geri almıştır.
Yine dosya içeriğine göre davalılar Y. ve E. sahtecilik suçundan mahkum olmuşlardır.
Vekaletnameyi düzenleyen noter katibi ise sahtecilik suçundan beraat etmiştir. Davalı noter
hakkında ise Adalet Bakanlığı'nca koğuşturma izni verilmemiştir. Emniyet Genel Müdürlüğü
Kriminal Polis Laboratuarları Dairesi Başkanlığı'nın 9/8/2001 tarihili ekspertiz raporuna göre
vekaletname çıkarılmada kullanılan sahte nüfus cüzdanı iğfal kabiliyetine haizdir.
Davalılar Maliye Hazinesi ve Noter T. 'nun sorumlulukları Medeni Kanun'un 1007.
maddesi ve Noterlik Kanunu'nun 162. maddesi gereğince kusursuz sorumluluktur. Diğer bir
anlatımla zarar gören bu davalıların kusurunu kanıtlamak zorunda değildir. Bu davalılar da
kusurlarının bulunmadığı savunmasının ötesinde uygun illiyet bağının kesildiğini
kanıtlamalıdırlar. Kusursuz sorumlulukta illiyet bağının kesilebilmesi için zarar görenin ağır
kusurunun olması veya üçüncü bir kişinin illiyet bağını kesebilecek nitelikte ağır kusurunun
olması veya zararlandırıcı sonucun meydana gelmesinde öngörülmeyen bir halin bulunması
gerekmektedir. Somut olayda iğfal kabiliyeti bulunan nüfus cüzdanını kullanan üçüncü kişinin bu
eylemi ile illiyet bağı kesilmiştir.
Şu durumda davalılardan Maliye Hazinesi ve T. hakkındaki davanın reddi gerekirken
yerel mahkemece anılan davalıların da sorumlu tutulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup, karar
bu nedenle bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, bozma
nedenine göre öteki temyiz itirazlarının şimdiden incelenmesine yer olmadığına ve temyiz eden
davalı T. yararına takdir olunan 475.00 YTL duruşma avukatlık ücretinin davacıya
yükletilmesine ve davalı T. Ç.'ndan peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 03.04.2006
gününde oybirliğiyle karar verildi.
98 T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E:2006/2193
K:2007/1807
T:19.02.2007
818 s. Yasa m. 41
Davacı T.E... Bankası Liman Şubesi vekili Avukat M.B. tarafından, davalılar Mesut ve
Ergüder aleyhine 14.07.2000 gününde verilen dilekçe ile maddi tazminat istenmesi üzerine
mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın reddine dair verilen 16.06.2005 günlü kararın
Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin
kabulüne karar verildikten sonra, tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki
kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, banka görevlisi davalıların dikkat ve özen eksiğinden doğan zararın ödetilmesi
isteğine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş ve karar, davacı tarafından temyiz
edilmiştir.
Davacı banka, sahte vekaletname ile şubelerinden para çekilmesi olayında, davalıların dikkat ve
özen eksiği olduğu iddiasıyla, doğan zarardan sorumlu tutulmalarını istemiştir. Dava dosyasında
bulunan bilgi ve belgelerden, dava konusu işlemde kullanılan vekaletnamede yer alan kimlik ve
banka hesap bilgileri, hesap sahibinin banka kayıtlarındaki bilgileri ile büyük oranda uyum
göstermektedir. Vekaletnamenin hazırlanış şekli itibarıyla noterde düzenlenen vekaletnamelerde
bulunması gereken tüm unsurları taşımakla birlikte, işlem sırasında bankaya sunulmuş olan
vekaletname üzerindeki doğum tarihi ve düzenleme tarihleri üzerinde ilk bakışta bile fark edilen
düzeltmeler bulunmaktadır. Bu duruma göre, davalıların üzerinde düzeltme yapılmış olan bu
vekaletnameyi geçerli kabul etmek suretiyle, hiçbir ek araştırma ve inceleme yapmadan ödeme
yapmış olmaları kusurlu bir davranıştır. Dava konusu ödemenin büyüklüğü, hesaptaki tüm
paranın çekiliyor olması ve davalıların kendi beyanlarına göre bile parayı çeken şahsın heyecanlı
tavırlar sergilemiş bulunması karşısında, hiçbir şüphe duymadan hesaptaki tüm parayı ödemiş
olan davalılar, görevlerinin gerektirdiği dikkat ve özeni göstermemişlerdir. Bu nedenlerle,
davalılar bu eylemlerinden doğan zarardan sorumlu tutulmalıdır. O halde, davalıların eyleminden
kaynaklanan zararın kapsamı belirlenerek sonucuna göre bir karar verilmelidir. Yerel mahkemece
bu yönler üzerinde durulmadan davanın tümden reddedilmiş olması bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın, yukarıda gösterilen nedenle ( BOZULMASINA ), 19.02.2007
gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
DÖRDÜNCÜ HUKUK DAİRESİ
Esas No : 2006/2411
Karar No : 2007/1543
YARGITAY İLAMI MAHKEMESİ : Fatih Asliye 3. Hukuk Hakimliği
TARİHİ : 27.9.2005
N0SU : 2003/701-2005/379
99 DAVACI : Mehmet Sadık Kardeş vekili Avukat Orhan Yardım
DAVALI :1-T ..Ç.. İstanbul 7. Noterliği vekili Avukat Şengül Ateş
İHBAR OLUNAN :Anadolu Sigorta A.Ş. Davacı Mehmet Sadık Kardeş vekili Avukat Orhan
Yardım tarafından davalı Tülin Çağlayan ve İstanbul 7. Noterliği aleyhine 22.9.2003 gününde
verilen dilekçe ile tazminat istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda; Mahkemece istemin
reddine dair verilen 27.9.2005 günlü kararın Yargıtayda duruşmalı olarak incelenmesi davacı
vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, daha önceden belirlenen 13.2.2007 duruşma günü için
yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı vekili Avukat İsmet Atay ile karşı taraf davalılardan
Tülin . Çağlayan vekili Avukat İlhan Işık geldiler, diğer davalı adına kimse gelmedi. Açık
duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten
ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra taraflara duruşmanın bittiği bildirildi.
Dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki
kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Dosyadaki yazılara, karam dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle
delillerin
değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre yerinde bulunmayan bütün temyiz
itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA ve davalılardan Tülin
Çağlayan yararına takdir olunan 500,00 YTL duruşma avukatlık ücreti ile aşağıda yazılı onama
harcının temyiz eden davacıya yükletilmesine 13.2.2007 gününde oy birliğiyle karar verildi.
Başkan Üye Üye Üye Üye
Ülkü Aydın Şerife Öztürk Mustafa Kıcalıoğlu Mehmet Uyumaz Kamil Kancabaş
T.C
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E:2007/5873
K:2008/2288
T:25.02.2008
Maddi Tazminat
Noterin Hukuki Sorumluluğu
Özet
Davalı noterin sahte belgelerle araç satışı sırasında motor ve şasi numaralarının kısalığını ve
dolayısıyla sahteliğini, görevi gereği olarak fark etmesi gerekirken fark etmemesi, gerekli
dikkat ve özeni göstermediği anlamına gelir ve sorumluluğunu gerektirir.
818 s. Yasa m. 98
Davacı Hüsamettin vekili tarafından, davalı Hüseyin aleyhine 25.10.2005 gününde verilen
dilekçe ile noterin sorumluluğuna dayalı maddi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan
yargılama sonunda; davanın reddine dair verilen 07.03.2007 günlü kararın Yargıtay'ca
incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, temyiz dilekçesinin kabulüne
karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar
incelenerek gereği görüşüldü.
Dava, davalı noterde sahte belgelerle davacıya yapılan otomobil satışından kaynaklanan zararın
tazmini istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş; karar, davacı tarafından
temyiz edilmiştir.
Davacıya otomobil satış işlemi davalı noterde, otomobilin trafik tescil belgesi ile araç sahibinin
kimlikleri sunularak yapılmıştır. Ancak daha sonra her iki belgenin de sahte olarak düzenlenmiş
olduğu ortaya çıkmış ve davacıya satılan otomobilin çalıntı olduğu anlaşılarak gerçek sahibine
100 teslim edilmiştir. Dosyadaki delil ve belgelere göre İstanbul'da çalınan 34 ... 6929 plaka numaralı
otomobil Ankara'ya getirilmiş ve tamamen sahte olarak 06 ... 138 plaka ile trafik tescil belgesi
düzenlenerek davalı noterde yapılan satışla davacıya satılmıştır. Satış sırasında gerçekte var olan
06 ... 138 plakalı araca ve sahibine ait bilgiler kullanılarak düzenlenmiş olan sahte tescil belgesi
ile kimlik kullanılmıştır. Dosyada örneği bulunan sahte tescil belgesi incelendiğinde, araca ait
motor ve şase numaralarının sadece altı ve sekiz haneli rakamlardan ibaret olduğu görülmektedir.
Oysa ki, gerçekte motor ve şase numaralarının daha çok sayıdaki harf ve rakam gruplarından
oluştuğu bilinmektedir. Bu derece dikkat çeken bir farklılığın noter işlemi sırasında fark
edilmemiş olması, davalının dikkat ve özen eksiğinin olduğunu gösterir. Davacının da bunu fark
etmemiş olması, davalının sorumluluğunu tamamen kaldırmaz. Resmi işlem yapma görevini
üstlenmiş olan davalının daha fazla bilgi ve tecrübeye sahip olması nedeniyle daha üst düzeyde
dikkat ve özen görevi vardır. Bu nedenle davacının kusuru, kamusal bir görev yapan davalı
noterin sorumluluğu yönünden illiyet bağını kesecek ağırlıkta değildir. Bu durum sadece zarardan
uygun bir indirim yapma nedeni olabilirse de, davanın tümden reddini gerektirmez. O halde
mahkemece zararın kapsamı belirlenerek davalının sorumluluğuna karar verilmelidir.
Mahkemece bu yönler üzerinde
HUKUK BOLUMU
durulmadan yazılı şekilde davanın tümden reddine karar verilmiş olması doğru olmamış, bu
nedenle hükmün bozulması gerekmiştir.
Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenle (BOZULMASINA) ve peşin alınan
harcın istek halinde geri verilmesine 25.02.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Kaynak:YKD Haziran 2009
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E:2007/6459
K:2007/8597
T:25.06.2007
BANKANIN ÖZEN YÜKÜMLÜLÜĞÜ
MANEVİ TAZMİNAT
NOTERLERİN ÖZEN YÜKÜMLÜLÜĞÜ
"ÖZET"
İŞLEM YAPILIRKEN İMZA ONAYI YAPILAN KİŞİNİN KİMLİĞİNİ İSPAT İÇİN
SUNDUĞU BELGENİN İNCELENMESİNDE KAMU HİZMETİ YAPAN NOTERLERİN
GEREKLİ TÜM DİKKAT VE ÖZENİ GÖSTERMELERİ GEREKİR. DAVALI BANKANIN
DA ÇEK HESABI AÇTIRAN KİŞİNİN KİMLİK BİLGİLERİNE İLİŞKİN BELGELERİN
ASILLARINI İSTEMESİ, SOSYO-EKONOMİK DURUMU HAKKINDA GEREKLİ
ARAŞTIRMAYI YAPMASI GEREKİR. AÇIKLANAN NEDENLERLE GEREKLİ ÖZENİN
GÖSTERİLMEMESİ SONUCU, DAVACI ADINA DÜZENLENEN KARŞILIKSIZ ÇEKLER
NEDENİYLE DAVACI İŞ VE SOSYAL ÇEVRESİNDE ZOR DURUMDA KALMIŞ, ONURU
İNCİNMİŞTİR.
818 s. Yasa m. 41
1512 s. Yasa m. 1
3167 s. Yasa m. 2,3
Davacı Övün vekili tarafından, davalı Y... K... Bankası A.Ş. ve diğerleri aleyhine 02.02.1999
gününde verilen dilekçe ile manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama
101 sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 12.10.2004 günlü kararın Yargıtay'ca incelenmesi
davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten
sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği
görüşüldü.
Dava, manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacı, kendisine ait sürücü belgesi kullanılarak
davalı Necati tarafından düzenlenen sahte belgeler ve A... Üçüncü Noterliği'nde tanzim edilen
imza onayı ile davalı Y... K... Bankası A.Ş.'nin A... Şubesinde çek hesabı açtırıldıgını, kullanılan
çeklerin karşılıksız çıkması üzerine hakkında Cumhuriyet Savcılığı tarafından kovuşturmalar
yapılıp, ceza davaları açıldığını, işyerine gönderilen bildirimler ve çevrede yapılan araştırmalar
nedeniyle onurunun incindiğini belirterek manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Mahkemece, zararın davalı Necati'nin haksız ve hukuka aykırı eyleminden doğduğu, diğer
davalıların olayda kusurları bulunmadığından sorumluluklarının söz konusu olamayacağı
gerekçesiyle davalı banka ve noter M.Y. hakkındaki davanın reddine karar verilmiştir.
Dosyadaki bilgi ve belgelere göre; davacının kaybolan sürücü belgesi davalı Necati tarafından ele
geçirilmiş, resmi değiştirilerek ve bu kimlik ile ikametgah ilmühaberi alınarak davalı notere imza
onayı için başvurulmuştur. Noter tarafından üzerinde tahrifat yapılmış sürücü kimliği esas
alınarak imza onayı düzenlenmiştir. Davalı bu imza onayı ile birlikte kimliğin fotokopisi,
ikametgah ilmühaberi ve Nüfus Cüzdan Örneği fotokopisini ibraz ederek davalı banka
şubesinden çek hesabı açılması talebinde bulunmuş ve talebi yerinde görülerek açılan çek
hesabından 10.07.1998 tarihinde çek karnesi verilmiştir. Davalı Necati'nin imzaladığı çeklerden
biri karşılıksız çıkmış ve davacı hakkında karşılıksız çek düzenlemek nedeniyle işlemler
yapılmıştır. Davacının bu şekilde durumu öğrenip davalı banka şubesine başvurması üzerine,
davalı banka tarafından bu konuda Merkez Bankası'na bildirimde bulunulmuştur.
Davalılardan M.Y., A... Üçüncü Noteridir. 1512 sayılı Noterlik Kanunu'nun 1. maddesine göre,
noterlik bir kamu hizmeti olup, noterler hukuki güvenliği sağlamak ve anlaşmazlıkları önlemek
için işlemleri belgelendirir ve kanunlarla verilen başka görevleri yaparlar. Anılan Yasa'nın 90.
maddesinde, hukuki işlemlerin altındaki imzanın onaylanmasının imzayı atan şahsa ait olduğunun
bir şerhle belgelendirilmesi şeklinde yapılacağı, 92. maddesinde ise, onaylama şerhinin işlemin
yapıldığı yer ve tarihi, ilgilinin kimliği, adresi ve vergi kimlik numarasını, noter ilgiliyi
tanımıyorsa, kimliği hakkında gösterilen ispat belgesini ve işleme katılanların ve noterin imza ve
mührünü taşıması gerektiği hüküm altına alınmıştır. Sahte kimlik ile davalı tarafından imza onayı
yapıldığı anlaşılmaktadır. İşlem yapılırken imza onayı yapılan kişinin kimliğini ispat için
sunduğu belgenin incelenmesinde kamu hizmeti yapan noterlerin gerekli tüm dikkat ve özeni
göstermeleri gerekir. Olayımızda kamu hizmetinin gerektirdiği özenin gösterilmemiş olması
sonucu, davacı adına düzenlenen karşılıksız çekler nedeniyle davacı iş ve sosyal çevresinde zor
durumda kalmış, onuru incinmiştir.
Davalı Y... K... Bankası A.Ş.'nin durumuna gelince; Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi ve Çek
Hamillerinin Korunması Hakkındaki 3167 sayılı Yasa'nın 2. maddesi gereğince; bankalar, çek
hesabı açmak maksadıyla bu Kanunla kendilerine verilen görev ve yükümlülükleri yerine
getirirken, çek hesabı açtırmak isteyenin yasaklılık ve engel durumu bulunup bulunmadığını, TC.
Merkez Bankası'nca 9. maddeye göre bankalara yapılan duyumlar çerçevesinde her birinin kendi
nezdinde oluşturduğu kayıtlardan araştırırlar, ayıca bu kişinin ekonomik ve sosyal durumu gibi
hususların belirlenmesinde gerekli basiret ve özeni gösterirler, aynı Yasa'nın 3. maddesine göre
ise; bankalar çek hesabı açtıranların açık kimlik ve adreslerini saptamak için fotoğraflı nüfus
cüzdanı örnekleri ile yerleşim yeri belgelerini, tacir olanların ayrıca ticaret sicili kayıtlarını
almak, bunların açık kimliklerini, adreslerini, vergi kimlik numaralarını ve çek hesabının
kapatılma hallerini onbeş gün içinde TC. Merkez Bankası'na bildirmek zorundadır. Ayrıca
102 Bankalar Yasası'nda da banka mudilerinin kimliklerinin gerçeğe uygun tespit edilmesi konusunda
düzenleme mevcuttur. Açıklanan yasal düzenlemeler gözetildiğinde, davalı bankanın, çek hesabı
açtıran şahsın kimlik bilgilerine ilişkin belgelerin asıllarını istemeden, sosyo-ekonomik durumu
hakkında gerekli araştırmayı yapmadan kendisine çek karnesi verdiği anlaşılmaktadır. Bu
nedenle, davalı Necati çek karnesi alarak bu çekleri de kullanmış ve davacı hakkında karşılıksız
çek düzenlemekten yasal işlemler yapılmıştır.
Yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler ile olayların gelişimine göre davalılar Y... K... Bankası
A.Ş. ve M.Y.'nin dava konusu olayların meydana gelmesine eylemleriyle neden oldukları
gözetilerek sorumluluklarına karar verilmesi gerekirken, sorumluluğu gerektirir eylemleri
bulunmadığından bahisle davanın reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup,
bozmayı gerektirmiştir.
Sonuç: Temyiz olunan kararın açıklanan nedenlerle (BOZULMASINA) ve peşin alınan harcın
istek halinde geri verilmesine 25.06.2007 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E:2008/1699
K:2008/13767
T:10.11.2008
Maddi Tazminat
Manevi Tazminat
Noterin Hukuki Sorumluluğu
Noterlerin Özen Yükümlülüğü
Özet
Noterlerin sorumlu olmaları için kusurlu olmaları gerekmez. Araç satış için vekaletname
düzenleyen noterin bir gün sonra kendisine kullanılan kimliğin sahteliği bildirildiği halde
durumu aynı gün Noterler Birliği'ne bildirmeyip geç bildirdiği, bu sürede satış sözleşmesinin
yapıldığı anlaşıldığından doğan zarar ile eylemi arasında uygun illiyet bağı bulunmaktadır.
Kati satış sözleşmesini düzenleyen noterin de ruhsattaki şasi numarası ile ibraz edilen ilişik
kesme belgesindeki numarayı karşılaştırmayarak satışı yapmasında oluşan zarar ile eylem
arasında illiyet bağı bulunmaktadır.
Davacıların da sigorta poliçesindeki isim ile ruhsattaki isim arasındaki farkı göremeyip vekalet
tanziminden satışa kadarki tutumlarıyla zarar doğmasına neden oldukları anlaşıldığından
tazminattan indirim yapılması gerekir.
818 s. Yasa m. 41,98
1512 s. Yasa m. 1,162
Davacı A.Erdoğan vd. vekili tarafından, davalı Nurhayat vd.leri aleyhine 03.12.2004 gününde
verilen dilekçe ile maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama
sonunda; davanın reddine dair verilen 18.09.2007 günlü kararın Yargıtay'ca incelenmesi
davacılar vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, temyiz dilekçesinin kabulüne karar
verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar
incelenerek gereği görüşüldü.
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle
delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davacı A.Erdoğan'ın maddi
103 ve manevi tazminat taleplerinin tümden reddi ile davacı O.Deniz'in manevi tazminat talebinin
reddine yönelik yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2-Davacı O.Deniz'in maddi tazminat istemine yönelik temyiz itirazlarına gelince; dava, noterin
kusursuz sorumluluğuna dayalı maddi ve manevi tazminat talebine ilişkindir.
Davacılar, sahte kimlik kullanan ve kendisini Hüseyin olarak tanıtan kişinin, kullandığı sahte
kimlik ile kendilerinden A.Erdoğan adına araç satışı için B... Yirmisekizinci Noterliği'nin 037186
yevmiye nolu vekaletnamesi ile yetki verdiğini, bu vekalete istinaden S... İkinci Noterliği'nin
10639 yevmiye nolu kati satış sözleşmesi ile A.Erdoğan'ın diğer davacı Ö.Deniz'e Hüseyin'in
vekili sıfatı ile aracı sattığını, ancak aracın çalıntı çıktığını, ruhsatının da sahte olarak
düzenlenmiş bulunduğunu, her iki noterin de araç ruhsatının sahte olduğunu anlamamış olmaları
nedeni ile ayrıca S... İkinci Noter vekilinin İzmir
Motorlu Taşıtlar Vergi Dairesi'nden gelen ilişik kesme yazısındaki şasi numarasının ruhsattaki
ile aynı olmadığını da anlamaması nedeni ile doğan zararlarından sorumlu olduklarını ileri
sürerek 25.000 YTL maddi, 5.000 YTL manevi tazminatın davalılardan alınarak kendilerine
ödenmesini talep etmişlerdir.
Davalı S... İkinci Noter vekili, araç ruhsatlarının tek tip olmadığını, bu sebeple üzerinde silinti,
kazıntı ya da sahtelik şüphesi uyandıracak bir durum bulunmayan, bilgileri B... Yirmisekizinci
Noterliği tarafından çıkartılan araç satışına dair vekaletnamedeki bilgiler ile aynı olduğu
anlaşıldığından ruhsattan şüphelenmediğini, şasi no'sunun ise çoğu ilişik kesme belgelerinde yer
almadığını, diğer bilgiler tuttuğundan şasi no'su üzerinde durulmadığını, vekaleti teyit ettiğini,
davacıların satış sözleşmesini yapmadan aracın sahteliğini fark ettiklerini, kötü niyetli olarak bu
yola başvurduklarını savunarak davanın reddini istemiştir.
Davalı B... Yirmisekizinci Noteri, araç satışı için vekalet çıkartırken ruhsat görme
mecburiyetlerinin bulunmadığını, yalnız kimlik kontrolü yapıp fotokopisini evraka eklediklerini,
davacıların vekalet aldıktan bir gün sonra noterliği arayarak baş katip ile görüştüklerini ve
vekalete konu kimliğin sahte olduğunu söylediklerini, buna karşın bilerek kati satış sözleşmesini
yapmakta kötü niyetli olduklarını bildirerek davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Mahkemece, noterlerin sorumluluğu kusursuz sorumluluk ise de sınırsız sorumluluk anlamına
gelmeyeceği, üçüncü kişilerin ağır kusurları ile sebebiyet verdikleri zararlarda noterlerin
sorumlulukları arasındaki illiyet bağının kesileceğini, noterlerin ibraz edilen belgeleri
kaynaklarından denetleme yükümlülükleri bulunmadığını, sonradan işleme konu belgenin sahte
olduğunun, aracın çalıntı olduğunun anlaşılmasının noterin sorumlu tutulmasını mümkün
kılmadığını beyanla sübut bulmayan davanın reddine karar verilmiştir.
Noterlerin, Noterlik Yasası'nın 162. maddesi uyarınca, sorumlu olmaları için kusurlu olmalarının
gerekmediği tartışmasızdır. Diğer bir anlatımla, tüm kusursuz sorumluluk hallerinde olduğu
üzere, zarar gören, davalının kusurunu kanıtlamak zorunda değildir. Kusursuz sorumluluğun,
kusurlu sorumluluktan tek farkı bu noktada toplanmaktadır. Bu bağlamda zarar gören, kusurlu
sorumlulukta olduğu üzere zararını, zararla eylem arasındaki uygun illiyet bağını kanıtlamak
zorundadır.
Somut olayda, araç satışı için vekaletname tanzim etmiş bulunan davalı B... Yirmisekizinci
Noteri'nin vekaletname tanziminden bir gün sonra kendisine evrak tanziminde kullanılan kimliğin
sahte olduğu yolunda telefon açılmış bulunmasına rağmen durumu aynı gün Noterler Birliği'ne
bildirmediği, birkaç gün beklediği, bu süre zarfında da kati araç satış sözleşmesinin yapıldığı
anlaşıldığından doğan zarar ile gelen ihbar telefonunu zamanında bildirmemesi nedeni ile eylemi
arasında uygun illiyet bağı bulunmaktadır.
Kati araç satış sözleşmesini tanzim eden S... İkinci Noter vekilinin de işleme konu ruhsatta yer
alan şasi no'su ile ibraz edilen ilişik kesme belgesindeki motor şasi no'sunun aynı olmadığını fark
etmeyerek satış işlemini yaptığı anlaşıldığından zarar ile eylemi arasında uygun illiyet bağı
bulunmaktadır.
Kusursuz sorumluluğun tüm hallerinde, uygun illiyet bağının zarar görenin veya üçüncü kişinin
ağır kusuru ile beklenmeyen bir halin varlığı durumunda kesileceği, gerek teoride ve gerekse
yargısal kararlarla kabul edilmiş bulunmaktadır. Aksi halde risk veya şart nazariyesi öne çıkacak
104 ve zararın var olduğu her halde, kusursuz sorumlu olanın sorumluluğu yoluna gidilecektir ki
böyle bir sonuç, hukukumuzda kabul edilmemiştir.
Somut olayda, davacılardan A.Erdoğan'ın şikayetçi ifade tutanağındaki beyanından sahte kimlik
kullanarak araç satışı için kendilerine vekalet veren şahsa aynı gün araç satış bedelini ödedikleri,
ilişik kesme belgesi geldikten sonra işbu belge ile birlikte sahte ruhsat da kendilerinde olduğu
halde sahteliği ve şasi no'ları arasındaki farkı görmedikleri gibi kati satış sözleşmesini yaptıktan
sonra ruhsat kılıfı içinde bulunan sigorta poliçesinden aracın başkası adına sigortalı olduğunu
görmeleri üzerine şüphelenerek gerçek Hüseyin'e, ondan sonra da aracın gerçek sahibine
ulaştıkları ve aracın çalıntı olduğunu anladıkları anlaşılmakla, zararın doğumuna vekalet
tanziminden aracın kati satışının yapıldığı güne kadarki tutumlarıyla neden oldukları anlaşılmakla
birlikte, bu durum davalıların eylemleri ile zarar arasındaki uygun illiyet bağını kesmez, ancak
zarardan indirim nedeni olarak kabul edilebilir. Bu nedenle davacı Ö.Deniz'in maddi tazminat
talebine ilişkin davanın tümden reddi doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.
Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda (2) nolu bentte gösterilen nedenlerle (BOZULMASINA),
(1) nolu bentte gösterilen nedenlerle davacı A.Erdoğan'ın tüm, Ö.Deniz'in diğer temyiz
itirazlarının reddine ve temyiz eden davacılardan Ö.Deniz'den peşin alınan harcın istek halinde
geri verilmesine 10.11.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Kaynak:YKD MART 2009
105 YARGITAY 5. HUKUK DAİRESİ KARLARI
T.C.
YARGITAY
5. Hukuk Dairesi
E:1980/9298
K:1980/9377
T:23.12.1980
NOTERLİK İŞLEMLERİNİN HÜKÜMLERİ
POSTA BİLDİRİM
Tebligat Yasası uyarınca posta memuru tarafından yapılan bildirim [tebliğ] belgeleri,
noterlikçe doğrudan doğruya yapılmış düzenlemeler ve işlemlerin ancak sahteliği
kanıtlanıncaya kadar geçerli olacağına ilişkin Noterlik Kanunu m. 82'nin kapsamı dışındadır.
1512 s. Noterlik K m. 82
7201 s. Tebligat K m. 23
Taraflar arasındaki kamulaştırma bedelinin artırılmasına ve Mustafa Hakkındaki davanın
ise süresinde açılmadığından süre yönünden reddine dair verilen hükmün duruşmalı olarak
Yargıtay'ca incelenmesi davalılardan Mustafa vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiş
olmakla, dosyadaki kağıtlar okunup iş anlaşıldıktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü
Noterlikçe doğrudan doğruya yapılmış düzenlemeler ve işlemler Noterlik Kanununun 82.
maddesi uyarınca ancak sahteliği ispat edilinceye kadar geçerlidir. Bunun dışında kalan ve
Tebligat Kanunu uyarınca posta memuru tarafından yapılan tebliğ belgeleri anılan 82. maddenin
kapsamı dışındadır. Yapılan tebligat ve posta memuru tarafından düzenlenen belgenin geçerli
olup olmadığı mahkemece hadise olarak incelenmiş olmasına göre varılan sonuç göz önünde
tutularak karar verilmesi gerekirken Mustafa'ya ait davanın süre bakımından reddedilmesi doğru
görülmemiştir.
Davacı, Mustafa vekilinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan
kabulü ile hükmün yukarıda açıklanan nedenle HUMK.nun 428. maddesi gereğince
(BOZULMASINA) ve temyiz eden davalılardan mail yararına dava tarihinde yürürlükte bulunan
Avukatlık Ücret Tarifesi uyarınca takdir olunan 1.400 lira vekalet ücretinin karşı tarafa
yükletilmesine 23.12.1980 gününde oybirliği ile karar verildi.
Kaynak:YKD - 1982/3 - Sayfa:334
106 T.C.
YARGITAY
5. Hukuk Dairesi
E:2003/6533
K:2003/8509
T:19.06.2003
1359
KAMULAŞTIRMA İŞLEMİNİN KESİNLEŞMESİ
KAMULAŞTIRMA TEBLİGATININ NOTERE
KISMEN KAMULAŞTIRMA (Baraj İnşaatı İçin
VERİLMESİ
Yapılan Kamulaştırma)
Baraj inşaatı için yapılan Kamulaştırmalarda, Kamulaştırma sahasına mücavir taşınmaz
içersinde kalan tüm taşınmaz malların kamulaştırılması için baraj göl alanı noter kanalı ile
yapılması gereken kamulaştırma tebligatının Notere verilmesi işleminin bildirilme tarihinde
kamulaştırma kesinleşmiş sayılır. Kamulaştırmanın bitirildiğinin idarece ilan edilmesi gerekir.
Özel durumda da; ilan henüz yapılmadığından davanın reddi gerekir.
2942 s. Kamulaştırma K. m. 11,12
1086 s. HUMK. m. 382,388
Taraflar arasındaki 2942 sayılı Kamulaştırma Yasasının 12. maddesine dayanan baraj için
yapılan kamulaştırma nedeni ile çevrenin sosyal, ekonomik ve yerleşme düzeninin bozulması
nedeni ile taşınmazdan ekonomik ve sosyal yönden yararlanma olanağı kalmadığı iddiasına
dayanan taşınmaz bedelinin tahsili davasından dolayı yapılan yargılama sonunda: Davanın
kısmen kabulüne dair verilen yukarıda gün ve sayıları yazılı hükmün Yargıtayca incelenmesi
davalı idare vekili yönünden verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla dosyadaki belgeler okunup iş
anlaşıldıktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
Dava, 2942 sayılı Kamulaştırma Yasasının 12. maddesine dayanan baraj için yapılan
kamulaştırma nedeni ile çevrenin sosyal, ekonomik ve yerleşme düzeninin bozulması nedeni ile
taşınmazdan ekonomik ve sosyal yönden yararlanma olanağı kalmadığı iddiasına dayanan
taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar
verilmiş, hüküm davalı idare vekilince temyiz edilmiştir. 2942 sayılı Kamulaştırma Yasasının 12.
maddesine dayanılarak çıkartılan ve Resmi Gazete'de 6.8.1985 tarihinde yayınlanan baraj inşaatı
için yapılan kamulaştırmalarda, Kamulaştırma Sahasına Mücavir Taşınmaz Malların
Kamulaştırılması Hakkındaki Yönetmeliğin 5. maddesi uyarınca, davanın görülebilmesi için
baraj gol alanı içerisinde kalan tüm taşınmazların maliklerine Noter kanalı ile yapılması gereken
kamulaştırma tebligatının Noter'e verilme işleminin bitirilme tarihinde kamulaştırma işlemi
kesinleşmiş sayılır ve kamulaştırmanın bitirildiğinin idarece yerleşim yerlerinde ilân edilmesi
gerekir.
Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı Diyarbakır 10. Bölge Müdürlüğünün cevabî
yazısından, kamulaştırma çalışmaları devam ettiğinden kamulaştırmanın bitirildiğine ilişkin
ilânın henüz yapılmadığı anlaşıldığından, davanın reddi yerine aksi düşüncelerle kabulüne karar
verilmesi,
Doğru görülmemiştir.
Davalı idare vekilinin temyiz itirazları yerinde görüldüğünden hükmün açıklanan
nedenlerle HUMK'nun 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA) ve peşin alınan temyiz
harcının istenildiğinde ödeyene geri verilmesine, 19.6.2003 gününde oybirliğiyle karar verildi.
107 YARGITAY 7. HUKUK DAİRESİ KARARLARI
T.C.
YARGITAY
7. Hukuk Dairesi
E:1990/8163
K:1991/998
T:29.01.1991
KADASTRO TESBİTİ
Mülkiyet nakleden akitler resmi şekilde yapılmadıkça muteber olmaz. Taşınmazlardan 358
sayılı parselin tesbitinin kesinleşmesini müteakip 766 sayılı Tapulama Kanununun 13, 3402
sayılı Kadastro Kanununun 5. maddesi hükmünce, kadastro mahkemesine aktarılması
gerekirken komisyonun davanın varlığını gözardı ederek Hüseyin'in itirazının kabulü ile
parselin bir bölümünün Hüseyin adına tesbitini öngören 2.4.1984 tarihli tapulama
komisyonu kararının kesinleşmesini de önler. Hal böyle olunca Hüseyin'in aktarılan tapu
iptali ve tescil davasının 358 sayılı parsel yönünden davacı sıfatıyla doğal tarafıdır. Bu
itibarla 358 sayılı parselle ilgili davada Hüseyin'e davacı sıfatıyla tebligat yapılarak taraf
oluşturulmak ve ondan sonra iddia ve savunma ile ilgili deliller toplanılarak sonucuna
göre bir karar verilmesi gerekir.
766 s. Tapulama K. m. 13
3402 s. Kadastro K. m. 5
Taraflar arasında kadastro tesbitinden doğan dava sonucunda verilen hukmün Yargıtav'ca
duruşmalı olarak incelenmesi istenilmekle; tetkik hakiminin raporu ve kağıtları okundu, iş
incelendi, gereği görüşüldü:
1- Mahkemece, 217, 256, 290, 291, 411, 446, 409, 821, 896, 892, 893, 894 ve 895 parsel
sayılı olan ve 5.5.1961 gün ve 837 sayılı noter aracılığı ile düzenlenen, tapuda kayıtlı
taşınmazların bağış yoluyla temlikini içeren vekaletnamenin oluşturulduğu tarihte yürürlükte
bulunan Noterlik Kanununun 35. maddesinde öngörülen koşullarla düzenlenmediği, bu
nedenlerle geçersiz olduğu, toplanıp değerlendirilen delillerle saptanmıştır. Gerçekten
vekaletnamenin tanzim edildiği tarihte yürürlükte bulunan Noterlik Kanununa göre
vekaletnamenin tanzimi şekle bağlıdır. Vekaletname noterlikçe resen tanzim edileceği gibi
ayrıca iki tanığın da bulunması gerekir. Olayda vekaletname Yerköy Noter Muavini Başkatip
tarafından miras bırakan Abdullah'ın mührü kullanılmak suretiyle tanzim edilmiştir. Tanık
dinlenmemiştir. Bu nedenle; kanunun aradığı geçerlilik koşullarını taşımamaktadır. Tapuda
kayıtlı taşınmazların bağış veya satışı şekle tabidir. Asli resmi şekle tabi kılınmış taşınmazın
bağış veya satımı için verilen vekaletname şekle tabi kılınmazsa, satış ve bağışın şekle tabi
kılınmasının anlamı kalmaz. Öte yandan, Tapu Sicilli devletin sorumluluğu altındadır. Böyle
işlemlerin daha sıkı kontrol ve denetiminin resmi şekli gerektiğinin olayımızda şekil hukuki
muamelenin sıhhat koşulunu oluşturur. Mülkiyeti nakleden akitler resmi şekilde
yapılmadıkça muteber olmaz. Yukarıda açıklandığı gibi, aslı şekle tabi olan tasarruflarda
vekaletnamenin şekle tabi olması gerekir. Şekli eksikliği halinde vekaletname ve buna göre
yapılan intikallerde hukukca değer taşımaz. Doktrinde bu görüşü Rossel, Arsebük, Oğuzman,
Selici benimsemişler, uygulamada Yargıtay Birinci Hukuk Dairesi'nin 21.1.1950 gün, esas:
1949/5706, karar: 1950/341 ve Hukuk Genel Kurulu'nun 4.6.1952 gün, 1 esas, 1952/163 karar
sayılı ilamları da bu yöndedir. Bu nedenlerle, davalı tarafın yerinde görülmeyen temyiz
itirazlarının reddi gerekir.
108 2- Davacıların avukatlık parasına yönelik temyiz itirazlarına gelince: Tapulama
Kanununun 57. maddesi hükmünce taşınmazların dava tarihindeki değeri ve vekilinin sarf
ettiği emek gözönunde tutularak avukatlık parası takdir edilmiş bulunmasına göre
davacıların bu yöne yönelik temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
3- Tapulama tesbitinden önce Asliye Hukuk Mahkemesine açılan ve görevsizlik kararı
ile Kadastro Mahkemesine aktarılan 1981/646 esas sayılı tapu iptali ve tescil davasının konusu
bulunan taşınmazlardan 358 sayılı parselin 3.11.1981 tarihinde yapılan tesbitinde malik hanesi
Osman adına doldurulmuş ve bu tesbite sınırdaş 360 ve 361 parselde zilyed Hüseyin bir
bölüm yerinin bu parsel içinde tesbit edildiğini ileri sürmüştür. Tapu iptal ve tescil davasının
varlığı konusu olan taşınmazlardan 358 sayılı parselin tesbitinin kesinleşmesini ve 766
sayılı Tapulama Kanununun 13, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 5. maddesi hükmünce
Kadastro Mahkemesine aktarılması gerekirken komisyonca davanın varlığı gözardı edilerek
Hüseyin'in itirazının kabulü ile parselin bir bölümünün Hüseyin adına tesbitini öngören
2.4.1984 tarihli Tapulama Komisyonu kararının kesinleşmesini de önler. Hal böyle olunca,
Hüseyin aktarılan tapu iptali ve tescil davasının 358 sayılı parsel yönünden davacı sıfatı ile
doğal tarafıdır. Bu itibarla, 358 parsel ile ilgili davada Hüseyin'e davacı sıfatı ile tebligat
yapılarak taraf oluşturulmak ve ondan sonra iddia ve savunma ile ilgili deliller toplanılarak
sonucuna göre bir karar verilmek gerekir. Mahkemece bu yön gözardı edilerek Hüseyin'e
tebligat yapılıp taraf oluşturulmadan işin esası hakkında karar verilmesi isabetsiz, 358 sayılı
parsel hakkındaki temyiz itirazları bu nedenle yerindedir.
S o n u ç : Yukarıda bir ve iki sayılı bentlerde açıklanan nedenlerle; davacıların
avukatlık parası davalıların 217, 256, 290, 291, 411, 446, 409, 821, 896, 892, 893, 894 ve 895
parsellerle ilgili hükme yönelik temyiz itirazları yerinde bulunmadığından reddi ile hükmün
(ONANMASINA) oyçokluğu ile,
2- Yukarıda üç sayılı bentte ve 358 sayılı parselle ilgili olarak oluşturulan hükmün
yukarıda açıklanan nedenlerle (BOZULMASINA), 83.260 lira bakiye onama harcının
davalılardan, 4200 lira harcın davacılardan tahsili ile Hazineye ödenmesine, Yargıtay
duruşmasında avukatla temsil edilen davacı ve davalı taraf yararına ayrı ayrı 100.000 lira
ücreti vekaletin takdirine, 29.1.1991 gününde oybirliği ile karar verildi.
Kaynak:YKD - 1991/5 - Sayfa:702
T.C.
YARGITAY
YEDİNCİ HUKUK DAİRESİ
Esas No : 2001/03954
Karar No : 2001/04154
Tarih : 18.06.2001
• KADASTRO TESBİTİNE İTİRAZ
• NOTERLİKÇE RESEN DÜZENLENEN VEKALETNAMELERİN SAHTELİĞİ İLERİ
SÜRÜLEBİLİRSE DE DAVACI
İDDİASINI KANITLAYAMAMIŞTIR
ÖZET : Davaya konu taşınmazda; davacı Sıdıka'nın paydaşı bulunduğu, noterlikçe düzenlenen
umumi vekaletname ile babası Halil 'den miras yolu ile intikal eden tapulu ve tapusuz taşınmazlar
üzerinde bir takım intikal işlemlerini yapmanın yanında satma yetkisini Kenan'a verdiği; onun da
13.8.1963 tarihinde davacının taşınmazdaki payım davalı taraf a sattığı toplanan delillerle
saptandığına göre, noterlikçe resen düzenlenen belgelerin ancak sahteliği ileri sürülebilir.
Ancak davacı devir; temlik ve intikal veya tapuya tescil işlemim içeren genel vekaletnamenin
sahteliğini iddia ve ispat edememiştir. Bu nedenle; davacının açtığı tapu kaydının iptali ve tescil
davasının reddine karar verilmesinde de bir isabetsizlik görülmemiştir.
109 Taraflar arasında kadastro tespitinden doğan dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtay'ca
incelenmesi davacı Sıdıka tarafından istenilmekle, temyiz isteminin süresinde olduğu
anlaşılmakla dosya incelendi, dosyadaki belgeler okundu,tetkik hakiminin açıklamaları dinlendi.
Gereği görüşüldü:
Kadastro sırasında dava ve temyiz konusu 118 ada 8 parsel sayılı 914, 19 m2 yüzölçümündeki
taşınmaz Asliye Hukuk Mahkemesinde davalı olduğundan söz edilerek malik hanesi açık
bırakılmak suretiyle tespit edilmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülmekte olan davacı
Sıdıka tarafından davalılar Mustafa ve Abdülkadir aleyhine cahilliğinden istifade ederek intikal
için aldıkları vekaletname ile satış yapıldığı, bu nedenle satışın geçersiz olduğuna dayanarak
açtığı tapu iptali ve payı oranında tescil davası görevsizlik kararı ile Kadastro Mahkemesine
aktarılmıştır. Yargılama sırasında Mehmet miras hakkına dayanarak davaya katılmıştır.
Mahkemece davacının davasının reddine, katılanın davasının kabulüne, dava ve temyiz konusu
118 ada 8 parsel sayılı taşınmazın katılan Mehmet ile davalılar Abdülkadir mirasçıları adına
payları oranında tesciline karar verilmiş; hüküm, davacı Sıdıka tarafından temyiz edilmiştir.
Dava temyiz konusu 118 ada 8 parsel sayılı taşınmazda davacı Sıdıka'nın paydaş bulunduğu
Andırın Noterliğince düzenlenen 21.11.1962 tarihli umumi vekaletname ile babası Halil'den
miras yolu ile intikal eden tapulu ve tapusuz tüm taşınmazlar üzerinde bir takım işlemleri
yapmanın yanında satma yetkisini de Ömer Zeki oğlu Kenan'a verdiği, Kenan'ın da 13.8.1963
tarihinde Sıdıka'nın taşınmazdaki payını davalı tarafa sattığı mahkemece yapılan keşif, uygulama
ve toplanan delillerle saptanmıştır.
Noterlikçe resen düzenlenen belgelerin ancak sahteliği ileri sürülebilir. Davacı verdiği genel
vekaletnamenin sahteliğini iddia ve isbat edememiştir. Açıklanan nedenlerle yazılı olduğu şekilde
hüküm kurulmasında isabetsizlik bulunmadığından davacının yerinde görülmeyen temyiz
itirazlarının reddi ile hükmün (ONANMASINA), peşin alınan ilam harcının mahsubu ile geriye
kalan 1.160.000 lira ilam harcının davacı Sıdıka'dan alınmasına, 18.6.2001 gününde oy birliği ile
karar verildi.
110 YARGITAY 9.HUKUK DAİRESİ KARARLARI
T.C.
YARGITAY
DOKUZUNCU HUKUK DAİRESİ
Esas No : 2002/2721
Karar No : 2002/2771 Tarih : 14.02.2002
ÖZET : Sendikaya üye olmak isteyen bir işçi, üye kayıt fişini doldurup bunu bizzat kendisi
notere tasdik ettirecek ve de alındı belgesi karşılığında bunu sendikaya ibraz edecektir,
aynı şekilde bir sendikadan çıkış da yine noter kanalıyla işçinin münferiden kimliğinin
tespiti ve imzasının tasdiki ile olur.
(1512 s. Noterlik K. m. 72, 90, 92) (2821 s. Sendikalar K. m. 22, 25) (4721 s. MK. m. 2)
KARAR METNİ : Hizmet İş Sendikası Genel Başkanlığı adına Avukat Muharrem Özkaya ile 1Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı adına Avukat Ayla Dündar, 2-Belediye İş Sendikası Genel
Başkanlığı adına Avukat İsmail Tepecik aralarındaki dava hakkında İstanbul 1. İş
Mahkemesinden verilen 27.12.2001 günlü ve 1407/1141 sayılı hüküm, davacı ile davalılardan
Belediye İş Sendikası avukatlarınca temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, gereği konuşulup
düşünüldü.
YARGITAY KARARI
İstanbul İ.E.T.T. İdaresine ait işletme kapsamındaki iş yerleriyle ilgili olarak Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı´nca düzenlenen yetki tesbit yazısına karşı açılan itiraz davası sonucunda,
mahkemece davacı işçi sendikasının çoğunluğu bulunduğu belirlenerek davanın kabulüne karar
verilmiştir. Mahkeme bu hükme varırken, Dairemizin görüşü doğrultusundaki bilirkişi raporunun
(A) şıkkında yer alan değerlendirme ve sonuçları benimsemiştir ki, buna göre 1512 sayılı
Noterlik Kanunu´ nun 92. maddesinde öngörülen koşullara tam uyulmamış olması üyelik ve
çekilme bildirimlerinin geçersizliği sonucu doğurmaz. Bu görüş, Anayasa´ nın ve 2821 sayılı
Sendikalar Kanunu´ nun sendikalara üye olmak ve üyelikten çekilmek konusunda öngördüğü
serbestlik ve özgürlüğü esas alır ve anılan 92. maddeye tam uyulmaması olgusunun işçinin
iradesini kısıtlayamayacağını kabul eder. Bilirkişi raporunun bu görüşe uygun biçimde davacı ve
davalı işçi sendikaları üye sayılarını gösteren (A) şıkkı mahkemece benimsendikten başka,
sendikaya üyeliklerin geçersizlikleri ile ilgili olarak açılan ceza davalarının da, bu itiraz davası
için bekletici sorun sayılamayacağı, zira ceza davalarının noter görevlileri hakkında açılmış
olduğu gerekçesine de dayanılmıştır. Görüldüğü gibi yerel mahkemenin bu ilk kararında, bilirkişi
raporunun (B) şıkkında yer alıp Noterlik Kanunu´ nun 92. maddesine tam uyulmaması sonucu
bazı üyelik ve çekilme bildirimlerinin geçersiz sayılması görüşü kabul edilmemiştir.
Davalı işçi sendikasının temyizi üzerine, yerel mahkeme kararı, Dairemizin 22.10.1998 tarih ve
15481 - 15066 sayılı ilamıyla bozulmuş olup, özellikle sendikaya üyelik ve sendikadan çekilme
bildirimlerinden bir kısmının sahte oldukları iddiasıyla açılan soruşturma ve kamu davalarının
sonuçlarının beklenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Mahkemece bozma kararına uyulmuş ve
böylece açılan kamu davalarının sonuçlanması beklenmiştir. Dosyadaki bilgi ve belgelere göre,
Eyüp ve Beyoğlu Ağır Ceza Mahkemelerinde ayrı ayrı açılan kamu davaları sonucun da ilgili
noter ve noterlik personelinin görevi ihmal ve görevi kötüye kullanmak suçlarından
mahkumiyetlerine karar verilmiştir. Ancak her iki ceza mahkemesince anılan üyelik ve çekilme
bildirimlerinin, bir başka anlatımla uyuşmazlık konusu noterlik işlemlerinin tamamı inceleme ve
irdelemeye tabi tutulmamış, mahkemelerden biri sekiz, diğeri on dokuz bildirim (işlem) üzerinde
inceleme yapmış ve bunların işçilerin gerçek iradelerini yansıtmadığı, bir başka deyişle geçersiz
olduğu sonucuna vararak noterlik personelinin hükümlülüğü cihetine gitmiştir. Görüldüğü gibi
111 ceza mahkemesi kararları, inceleme konusu yapılan bildirimlerle sınırlıdır ki, bunun sonucunda
inceleme ve irdeleme yapılmayan öteki bildirimlerin geçersiz olduğunun kabulüne olanak yoktur.
Oysa yerel mahkeme temyize konu bu son kararında 1908 üyelik ve çekilme fişlerinin tamamının
geçersiz olduğunu kabul ederek hüküm kurmuştur. Çoğunluk tespit yazısına itiraz davasında,
gerçek durumun, çoğunluğun hangi sendikada olduğunun açık ve kesin biçimde anlaşılabilmesi
için her üyelik kayıt fişinin veya üyelikten çekilme bildiriminin geçerli olup olmadığı incelemeye
tabi tutulmalıdır. Öte yandan, mahkemece üyelikleri geçersiz sayılan bazı işçilerin mahkemeye
vermiş oldukları anlatımlarında ilgili fişlerdeki imzaların kendilerine ait olduğunu ve imzaları
noter huzurunda attıklarını belirtmişlerdir. Bu ifadeler ortada iken,
irade bildirimlerinin varsayıma dayanılarak geçersiz olduğunun kabulünde isabet yoktur.
Dairemizin bozma kararından önceki aşamada 834 üyelik konusunda geçersizlik iddiası
mevcutken, bozma dan sonraki aşamada bu sayının 1748´e yükseldiği görülmüştür. Çoğunluk
tesbitinde, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı´na başvuru tarihindeki üyelik konusu,
uyuşmazlığın esasını oluşturduğu için, Dairemizce sonradan soruşturma kapsamına giren
üyeliklerle ilgili olarak da incelemeler yapılabileceği görüşü benimsenmiştir. Bir başka anlatımla
bu konuda usulü kazanılmış haktan söz edilemez.
Ayrıca burada bir hususun önemle vurgulanmasında yarar vardır. Yukarıda ayrıntılı biçimde
açıklandığı üzere bu davanın geçirdiği evreler itibariyle, üyelik kayıt fişlerinin ya da üyelikten
çekilme bildirimlerinin 1512 sayılı Noterlik Kanunu´ nun 92. maddesine aykırı olup olmadığı
sorunu üzerinde bu aşamada durulması mümkün değildir. Bu durumda mahkemece yapılacak iş,
taraf işçi sendikalarından her birinin başvuru tarihindeki üye sayısının sağlıklı şekilde tesbit
etmek ve bunun sonucuna göre de hüküm kurmaktan ibarettir. Olayda Medeni Kanunu´ nun 2.
maddesine dayanılması olanağı da yoktur. Gerçekten bu uyuşmazlığın çözümünde, üyelikle ilgili
koşulların oluşup oluşmadığı önem taşımaktadır. Yapılacak inceleme sonucunda bazı üyelikler
geçersiz sayılabileceği gibi diğerleri geçerli olabilir. Varsayımlara dayanılarak sonuca gidilemez.
Bu sorun çözümlendikten sonra,
bozma kararının diğer kısımları ile ilgili olarak da araştırma ve inceleme yapılmalı ve hasıl
olacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen sebepten BOZULMASINA, peşin alınan
temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 14.2.2002 gününde oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY : İstanbul İ.E.T.T. İşletmeleri Genel Müdürlüğü ve bağlı iş yerlerinde Toplu İş
Sözleşmesi yapmak üzere Belediye İş Sendikası 3.11.1997 tarihinde başvurmuş ve Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığınca yapılan değerlendirme sonucunda iş yerlerinde çalışan işçi
sayısının 7960 ve Belediye-İş Sendikasının 4183 üyesi olduğu belirlenmek suretiyle Belediye-İş
Sendikasının yasanın aradığı gerekli çoğunluğu sağladığı tesbit edilmiştir.
İş Müfettişleri Kurulu 17.4.1998 tarihli raporlarında; "...3.11.1997 tarihi itibariyle inceleme
yapıldığını, 12.10.1997 - 30.10.1997 tarihleri arasında Belediye İş Sendikası üyeliğinden çekilme
bildirimleri ile 24.10.1997 tarihli Hizmet-İş Sendikası üyeliğinden çekilme bildirimleri 2821
sayılı Yasa´nın 25. maddesine göre çekilme Notere başvuru tarihinden itibaren bir ay sonra
geçerli olacağı için değerlendirilmediği ve Beyoğlu Yedinci Noterliği tarafından 12.5.1997 tarihi
ile 2.10.1997 tarihi arasında onaylanan ve değerlendirmeye alınan 4930 adet Belediye-İş
Sendikası üyeliğinden çekilme bildiriminde Noter tarafından kimlik tesbiti yapılmadığı ve
yapılan değerlendirme sonucunda; İETT İşletmeleri Genel Müdürlüğü ve bağlı iş yerlerinde
3.11.1997 tarihi itibariyle 7960 işçinin çalıştığı, 4183 işçinin Belediye-İş Sendikası üyesi, 3012
işçinin Hizmet-İş Sendikası üyesi olduğu, 765 işçinin ise hiçbir sendikaya üye olmadığının tesbit
edildiğini..." belirtmişlerdir.
Hizmet-İş Sendikası açtıkları dava da, 3.11.1997 tarihi itibariyle 7960 işçiden 6100 işçinin kendi
üyeleri olduğunu iddia etmişlerdir.
Belediye-İş Sendikası ise, Hizmet-İş Sendikasınca ibraz olunan üyelik fişi ve istifanamelerden
1650 sinin sahte olduğunu ileri sürmüştür.
112 Üyelik fişleri ve istifanamelerin Belediye-İş Sendikasından ayrılma ve Hizmet-İş Sendikasına
üyelik başvuruları ile ilgili olduğu ve 12.10.1997 - 30.10.1997 tarihleri arasını kapsadıkları ve
istifanamelerin Belediye-İş Sendikasına ulaşmadığı ve Bakanlık kayıtlarında da yer almadığı
görülmektedir.
Belediye-İş Sendikası bu belgelerin sahte olduklarını iddia etmekle beraber işçilerde yargı yoluna
başvurmuşlardır. Belgelerin düzenlemesinde yer alan Noter-Noter Başkatibi ve Noter Katipleri
hakkında davalar açılmıştır. Eyüp 2. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanan Kadıköy Noter
Başkatibi beyanında; "...görev yaptığı sırada yanına gelen Hizmet-İş Sendikası yetkililerine
güvenerek iş yerlerine gittiğini ve burada ilgili sendikanın doldurup kendisine verdiği belgeleri
kişileri görmeden ve belgelerin altındaki imzaların kendilerine ait olup olmadığını sormadan ve
kimlik bilgilerinin doğruluğunu kontrol etmeden tasdik ettiğini..." ifade etmiştir.
Beyoğlu 7. Noteri ile Noter başkatibi ve noter katibi Ağır Ceza Mahkemesindeki beyanlarında;
"...Hizmet-İş Sendikası yöneticileri tarafından düzenlettirilen üyelikten çekilme bildirimlerinin
altındaki imzaların ve bildirimi veren kişilerin bildirimde yazılı kişiler olup olmadıklarını kontrol
etmeden tasdik işlemi yaptıklarını" ifade etmişlerdir.
İlgili Ağır Ceza Mahkemeleri, noter görevlilerinin eylemlerinin görevi ihmal suçunu teşkil
ettiğini kabul etmek suretiyle tecziyeleri yönüne gitmişlerdir.
İş Mahkemesi de; "Eyüp Ağır Ceza Mahkemesinde 181, Beyoğlu Ağır Ceza Mahkemesinde ise
davaya konu olan 1727 kişiye ait üyelik ve çekilme bildirimlerinin Sendikalar Yasasının 22 ve
25. maddelerine uygun olarak yapılmadığı ve böylece Hizmet İş Sendikası ilgilileri tarafından
gerçekleştirildiği anlaşılan 1908 kişiye ait bildirimlerin geçersiz olduklarını ve bu sendika
geçersiz belgeleri itiraz sebebi yapmakla eylemlerinin MK. 2. maddesi uyarınca himayeye layık
olamayacağını ve 1908 kişinin Belediye-İş Sendikası üyeleri sayılmaları gerektiğini " belirtmek
suretiyle, davacının davasının reddi yönüne gitmiştir.
14.2.2002 tarihli Daire bozma kararında; "...çoğunluk tesbit yazısına itiraz davasında, gerçek
durumun, çoğunluğun hangi sendikada olduğunun açık ve kesin biçimde anlaşılabilmesi için her
üyelik kayıt fişinin veya üyelikten çekilme bildiriminin geçerli olup olmadığının incelemeye tabi
tutulması gerektiği, ayrıca bazı işçilerin mahkemeye vermiş oldukları anlatımların da, ilgili
fişlerdeki imzalarının kendilerine ait olduğunu ve noter huzurunda attıklarını ve bu ifadeler
ortada iken, irade bildirimlerinin varsayıma dayanılarak geçersiz olduğunun kabulünde isabet
yoktur ´ denilmektedir.
Bozma kararında vurgulandığı gibi üyelik kayıt ve çekilme bildirimlerinin geçerli olup
olmadığının incelemeye tabi tutulması gerekir. Sendikalar Yasasının 22. maddesinde; "...İşçi
Sendikasına üyelik, işçinin doldurup imzaladığı ve notere tasdik ettirdiği üye fişini sendikaya
vermesi ile üyeliğin kazanılacağı..." belirtildiği gibi 25. maddesinde üyeliğin sona ermesinin
noter huzurunda münferiden kimliğin tesbiti ve istifa edecek kişinin imzasının tasdiki ile olur"
denilmektedir.
Yasa hükmünde belirtildiği gibi üyelik, işçinin bizzat doldurup imzaladığı üye kayıt fişinin noter
tarafından onanması ile tekemmül eder. Üye kayıt fişleri ve Defterlerinin şekli ve İhtiva Edeceği
Bilgiler Hakkında ki Yönetmelik´in 4. Maddesine göre, sendikaya üye olmak isteyen bir işçi
yönetmelik Ek 3´de gösterilen örneğe uygun içerikli üye kayıt fişini doldurup bunu notere tasdik
ettirecektir. Aynı yönetmeliğin 4. maddesinin 2. fıkrasında ise; "noter, fişte adı yazılan işçinin
kimliğinin tesbitini yapar ve imzasını onaylar. Onaylanan bu fişler işçi tarafından alındı belgesi
karşılığında sendikaya verilir..."denilmektedir. Yine Sendikalar Yasasının 25. maddesinde,
üyelikten ayrılmak isteyen işçinin bu isteğini notere bildireceği ve noterin üyeden isteyeceği bir
belge ile önceden üyenin kimliğini saptayacağı belirtilmektedir. 1512 sayılı Noterlik Kanununun
72. maddesinde "noterler, ilgililerin istemi üzerine, hukuki işlemleri belgelendirirler.
Belgelendirme, bu kısım hükümleri ile diğer kanunlar ve yönetmelikte gösterilen şekilde
yapılır..." denilmektedir.
Ağır Ceza Mahkemelerinde ifade veren noter görevlileri beyanlarında, üyelik ve üyelikten
çekilme bildirimlerinin diğer sendika yöneticileri tarafından düzenlettirilip kendilerine verildiğini
ve işçileri görmeden ve altlarındaki imzaların kendilerine ait olup olmadığını sormadan ve kimlik
113 bilgilerinin doğruluğunu kontrol etmeden tasdik işlemi yaptıklarını beyan etmişlerdir. Bu
beyanları ve diğer kanıtlarla mahkumiyetleri yönüne gidilen noter görevlilerinin anlatımlarından
da görüleceği şekilde üye kayıt ve çekilme fişlerinin işçiler tarafından doldurulup notere
verilmediği, işçilerin noterlercegörülmediği, noter huzurunda münferiden kimlik tesbiti
yapılmadığı ve imzaların onaylanmadığı ortaya çıkmaktadır.
Nitekim Dairemizin müteaddit kararlarında da, sendikadan çekilme, noterde kimlik tesbiti ve
imzanın tasdikinden itibaren yasal süre geçtikten sonra geçerli olacağı kabul edilmektedir.
Anayasa Mahkemesinin 8.9.1972 gün ve 1972/3 sayılı kararında; yasa ile sendikadan çekilme
konusunun gerek sendika çalışmaları ve gerekse sendikada kalan ve çekilen işçiler yönlerinden
bir takım biçim koşullarına bağlanmasında kamu yararı ve düzeni bakımından gerek vardır
denilmektedir. O halde Sendikalar Yasası ile getirilen biçim koşulları kamu yararı ve düzeni ile
ilgilidir. Yukarıda belirttiğimiz 1512 sayılı Noterlik Kanununun 72. maddesinde vurgulanan
belgelendirme; diğer kanunlar ve yönetmeliklerde gösterilen şekilde yapılır hükmü gerek
sendikalar yasası ve gerekse üye kayıt fişleri ve defterlerinin şekli ve ihtiva edeceği belgeler
hakkında ki yönetmelik´i işaret etmektedir. 1512 sayılı Noterlik Yasasının 90. maddesine göre
onamanın şekil şartları tamamlanmamıştır. Yasa ve yönetmelik hükümlerine uyulmamıştır.
Davacı sendika yargılamanın hiçbir safhasında kendilerinin üyelik ve istifa fişi tanzim
ettirmediklerini ileri sürmemişler ve noter görevlilerinin kendileri hakkında ki beyanlarına karşı
çıkmamışlardır. Bu durumda Medeni Kanunun 2. maddesi hükmü devreye girmektedir. Ağır
Ceza ve İş Mahkemelerinin tesbitleri karşısında geçersiz bildirimlerin ilgili sendikanın
katkılarıyla yapıldığı anlaşılmakla bu sendikanın Dairemizin 21.11.2000 gün ve 2000/15834 esas
2000/16990 sayılı kararında belirtildiği gibi oluşumuna katkıda bulundukları bir yasaya
aykırılıktan yararlanmaları mümkün değildir. Bozma kararında M.K.nun 2. Maddesine dayanılma
olanağının olamayacağı, çünkü üyelikle ilgili koşulların oluşup oluşmadığının önem taşıdığı
vurgulanmaktadır.
Ceza Mahkemesinin uyuşmazlık konusu olan bir olayın tesbitine, olayın varlığı ve bu olayın
işlenmesine ilişkin kesinleşmiş hükmü hukuk mahkemesince göz ardı edilemez. Yukarıda
defalarca vurgulandığı gibi üyelik ve üyeliğin kaybı ile ilgili koşullar oluşmamıştır. Bu koşulların
oluşmamasında ilgili sendikada sorumludur. O halde mahkemenin M.K .nun 2. maddesine
dayanması son derece doğrudur. Yine bozma kararında her üye kayıt veya çekilme bildiriminin
geçerli olup olmadığının incelemeye tabi tutulması gerektiği belirtilmekle beraber bunun yöntemi
gösterilmemektedir. Bildirimlerin geçerli olmadığı ceza mahkemeleri kararları ile belirlenmiştir.
Sendikalar Yasasının 22 ve 25. maddelerine uyulmamıştır. Davacı sendika aksini iddia edip
kanıtlamamıştır. Mahkeme bu yönde ki delilleri değerlendirmiş olup, bildirimleri geçersiz
saymıştır. Bozma kararında incelemenin ne şekilde yapılması gerektiği yönünde görüş
getirilmemiştir.
Yine bozma kararında irade bildirimlerinin varsayıma dayanılarak geçersiz kabulünde isabet
yoktur, denilmektedir. Varsayım, sözlük anlamıyla kısaca faraziye olarak tanımlanabilmektedir.
Ortada gerçek irade bildirimlerinin bulunmadığı yönünde kesinleşmiş mahkeme kararları
bulunmaktadır. Daire çoğunluk görüşünde bazı işçilerin imzaları noter huzurunda attıkları
şeklinde beyanlarına dayanılmaktadır. Esas bu görüş varsayımın bir örneğidir. Birkaç işçi bu
şekilde beyanda bulundu diye diğer bildirimlerinde incelenmesinin istenmesi hukuksal ve maddi
gerçekleri ortadan kaldıracak nitelik taşımamaktadır. Daire çoğunluğunun görüşünden hareket
edildiğinde bir başka olgu karşımıza çıkmaktadır. Dosyaların ekleri arasında yer alan ve işçiler
tarafından verilen umumi vekaletnamelerde şu sözler yer almaktadır. "...İstanbul Birinci İş
Mahkemesinin 1998/1407 esas sayılı dava dosyasında Belediye İş Sendikası Üyesi olduğum
hususunda adıma beyan ve bildirimde bulunmaya ve keza aynı dava dosyasında adıma ibraz
olunan Belediye-İş Sendikası üyeliğinden istifa ettiğime ilişkin (ekaltı) işçinin üyelikten çekilme
bildirimi başlıklı çekilme bildirimlerinin bana ait olmadığı,..." şeklinde irade bildirimleri yer
almakta olup, bu bildirimlerin Temmuz 2001 tarihlerinde noter huzurunda yapıldığı görülmekte
ve bu bildirimlerin 2942 adet olarak dosya eklerinde yer aldığı ifade edilmektedir. Bu husus dahi
ortada varsayım olmadığı şeklinde ki görüşlerimizin doğruluğunu ortaya koymaktadır. Çoğunluk
114 bozma kararında gösterilmeyen inceleme yöntemi irade bildirimlerinin tespiti ise bu bildirimler
dosyada bulunmaktadır. Ayrıca Hizmet-İş Sendika Vekilinin 26.12.2001 günlü yazılı beyanında"
"...sahteliği iddia olunan istifa fişlerinde adı geçen ve 3.11.1997 tarihinde iş yerinde çalışan 1890
işçinin emeklilik, nakil, istifa, fesih, ölüm vs. nedenlerle ayrıldıklarının İETT Genel Müdürlüğü
tarafından beyan tarihi itibariyle bildirildiği ve bu durumda isticvap ve istikdap´ ın güçlük arz
edeceği belirtilmek suretiyle bildirimlerin yeniden incelemeye tabi tutulmasının güçlüğü ve
gereksizliğine işaret edilmiştir.
Bütün bu anlatımlar karşısında; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının İş Müfettişleri
Kuruluna yaptırdığı tespitler sonunda İETT Genel Müdürlüğü ve bağlı iş yerlerinde Belediye-İş
Sendikasının toplu iş sözleşmesi yapmak üzere yetkili kılınmasına ilişkin kararının iptali için
açılan davada, mahkeme yasa ve yönetmelik hükümleri ve bu hükümler kapsamında dosyalarda
ki tüm karar ve delilleri ve belgeleri değerlendirerek hüküm kurmuş olduğundan Daire
çoğunluğunun bozma kararına katılamıyoruz. Hükmün onanması görüşündeyiz.
115 YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ KARARLARI
T.C.
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
E:1975/736
K:1975/3069
T:30.04.1975
İBRAZ
OLMADAN
YAPILAN
PROTESTOYU
BİLDİRMEKTEN DOĞAN SORUMLULUK
MERKEZ
BANKASINA
Protesto edilen senedi Merkez Bankasına bildirmekle yükümlü olan bir bankanın Ticaret
Yasası hükümlerinin dışında Bankalar Yasasının verdiği bir ödevi yerine getirirken basiretli ve
tedbirli bir iş adamı gibi hareket ederek ibraz olmadan yapılan protestoyu bildirmemesi, aksi
takdirde bundan doğan sorumluluğa katlanması gerekir.
Mahkemece yapılacak iş davalı bankanın kendisine düşen ödevi basiretli ve tedbirli bir iş
adamı gibi yerine getirip getirmediğini saptamak için olayda (senedin ibrazı) hususunun
gerçekleşip
gerçekleşmediğini
araştırmaktır.
Bankanın
kusurunun
ağırlığının
incelenmesinden başka, davacı şirketin uğradığı zararın da ağırlığı üzerinde durulmalı ve
gerekirse bu yönden bilirkişi incelemesi yaptırılmalıdır.
6762 s. TTK. m. 615, 620, 624, 625, 626, 627, 633, 642, 667,
818 s. BK. m. 49
1512 s. Noterlik K. m. 60/7
TaraF1ar arasındaki davadan dolayı Trabzon Asliye 1. Hukuk Hakimliğince verilen
12.11.1974 tarih ve 175/882 sayılı hükmün duruşmalı olarak temyizen tetkiki davalı avukatı
tarafından istenmiş olmakla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği konuşulup
düşünüldü:
Davacı vadesi gelmiş senet muhtevası 20.000 lirayı vadeden itibaren iki' gün içinde
ödediği halde davalı banka tarafından protesto konusu yapılarak liste halinde Merkez Bankasına
bildirildiği kasdi hareket sonucu bankalar ve ticari muhitinde itibarının ağır şekilde haleldar
olduğunu beyanla 1.000.000 lira manevi tazminatın tahsiline karar verilmesini talep ve dava
etmiştir.
Davalı banka savunmasına protesto müddetinin hitam saatine kadar ödenmeyen senet
muhtevası meblağın kanuni süre içinde ödenmediğini protesto için Notere tevdi edilip Türkiye
Bankalar Birliğinin 70 sayılı tebliği iktizası protesto keyfiyetinin Merkez Bankasına bildirildiğini
kendilerine atfı kabil bir kusur izafe edilemeyeceğini beyanla davanın reddi iktiza ettiğini ileri
sürmüştür.
Mahkemece deliller toplanmış olayda bankanın kusurlu bulunduğu ve objektif yönden iyi niyetli
sayılamayacağından olayın cereyan şekli ve tarafların ekonomik ve sosyal durumları nazara
alınarak 100000 lira manevi tazminatın davalıdan tahsiline fazla talebin reddine karar verilmiştir.
Hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.
1- Dava' konusu emre muharrer senedin 1.12.1973 vade tarihini taşıdığı ve bunun
Cumartesi gününe tesadüf ettiği 7000 lirasının 4.12.1973 günü mesai saatinde ve bakiye 13000
116 lirasının da aynı gün saat 16.30 da telefon havalesi ile ödendiği ihtilafsızdır. Mezkür tarihte yerel
iş saatinin 16.00 da bittiği Trabzon Valiliğinin dosyada mevcut yazısından anlaşılmaktadır.
2- Türk Ticaret Kanununun 626. maddesi gereğince senedin vadesinde ödenmesinden
kaçınılması halinde bunun ödememe protestosu denilen ve ödeme gününü izleyen iki iş günü
içinde çekilmesi gereken resmi bir belge ile tespiti zorunludur. Kanun koyucu bu hükümle yalnız
cirantalara müracaat hakkını sağlayan senetler için değil tüm ticari senetleri amaçladığından ve
protesto muafiyetini de kapsamadığından davacı vekilinin senedin protesto edilmemesi
gerektiğine ilişkin itirazları yerinde görülmemiştir.
Muayyen bir günde ödenmek üzere keşide edilmiş olan senedin kural olarak vade günü iş
saati sonuna kadar ödenmesi icap eder. Vadenin hululünde ödenmeyen senedin hamilinin
cirantalara, keşideciye ve senetten dolayı taahhüt altına girmiş olan diğer kimselere karşı
müracaat hakkı doğar. (Türk Ticaret Kanunu 615 ve 625. maddeleri) Bu' kuralın bir istisnası
senedin ödenmek üzere vadeyi izleyen iki iş günü içinde borçlusuna ibraz edilmiş olması halinde
görülür. Bu takdirde borçlu vadeden sonraki iki iş günü zarfında da ödemede bulunabilir. (Türk
Ticaret Kanunu 620. maddesi).
3- Demek oluyor ki ticari senedin ödenmesi itirazın yapılmış olup olmadığı ve yapılmış
ise bunun süreleri ile sıkı sıkıya bağlıdır. Çünkü borçlu tedavül eden senedin nerede ve kime
ödeneceğini bilmek durumunda olmadığından ticari senetlerde tecessüm eden hak diğer adi borç
ilişkilerinden farklı olarak aranan bir alacak niteliğindedir. Bu yüzdendir ki kanun koyucu ticari
senetlerde' (ibraz zorunluğunu) getirmiştir. Yine aynı nedenlerle ibraz edildiği halde senet
borçlusunun yükümlülüklerini yerine getirmediği kanıtlanmadıkça ödememe protestosunun
çekilmesi de önlenmiş bulunmaktadır. İbrazın varlığının ve geçerliliğinin saptanması ise
protestoyu tanzim edecek olan noterlerin görevidir. (Türk Ticaret Kanunu 627 ve 1512 sayılı
kanunun 60/7. maddeleri)
Türk Ticaret Kanununun 667. maddesi gereğince bir kimse nezdinde yapılması gereken
ibraz muamelesinin bu kimsenin ticaret yerinde ve böyle bir yeri yoksa meskeninde yapılması
lazımdır.
Bu itibarla aynı kanunun 620. maddesinde muayyen bir günde veya keşide gününden
yahut görüldükten muayyen bir müddet sonra ödenecek bir senedin hamili senedi ödeme gününde
veya onu takip eden iki is günü içinde ödenmek üzere (ibraza mecbur) ve ancak senedin bir takas
odasına ibrazı ödeme için ibraz yerine geçebileceğinden ibraz suretiyle ödemeye davetin vuku
bulduğunu buna rağmen ödemenin yapılmadığını ve 628. maddede gösterilen diğer hususları
noter tanzim edeceği protesto varakasına derc edecek 629. madde gereğince senedin aslını,
protestoya bağlayacak ve 632. maddede belirtildiği şekilde senedin bir suretini de protesto ile
birlikte noterlik dairesinde saklayacaktır.
Olayda protestonun geçerli bir ibraza dayandığı protesto belgesinde belirtilmemiş ibrazın
davalı banka tarafından yapıldığına işaret edilmekle yetinilmiştir. Her ne kadar davacı vekili
29.5.1974 tarihli dilekçesinin ilk sahifesinde senedin davalı banka da olduğunun müvekkili
tarafından bilindiğini ve böylece ödeme için senedin ibraz edilmiş sayılacağını beyan etmekte ise
de bu beyanın ödeme yerinin bilinmesi sebebiyle bankaya vaki ödemeye rağmen senedin iade
edilmediğini izaha matuf bulunduğu bu beyandan sonra gelen cümlelerden anlaşılmaktadır.
Esasen ibraz, senedin görülmesi, imzanın ve diğer sorumluluk unsurlarının incelenmesi olanağını
sağlamak amacını güder; bankaların taahhütlü mektupla senedin kendilerinde olduğunu
bildirmeleri, ticari hayatta kolaylığı temin için senedi tetkik imkanı veren bir ihbardır. Bununla
beraber davacının ibraz yapılmışsa en geç vade günü olan 1.12.1973 tarihinde bankaya ödemede
bulunması iktiza ettiğinden 2.12.1973 günü Pazar olduğundan ondan sonraki iki iş günü (34
117 Aralık 1973) içinde protesto keşide edilmesi kanunun emri icabıdır. Muayyen vade gününde ibra
yapılmamışsa onu takip eden iki iş günü içinde de ibraz yapılabileceğinden bu munzam müddet
içinde de ibraz olmazsa 624. madde gereğince borçlu masraf ve zarar hamile ait olmak üzere
poliçenin bedelini notere tevdi edebilir. Bu suretle vadeden sonraki iki iş günü içinde de ibraz ve
birinetice ödeme yapılabileceğinden 620. madde ile taayyün eden (ödeme günü) nü takip eden iki
iş günü içinde 626. maddede gösterildiği gibi protesto keşide olunması icap eder. Bundan da
anlaşılacağı üzere vadeden sonraki iki iş günü ibraz ve ödeme günü ondan sonraki iki iş günü de
protestonun keşide edilebileceği günler olabilir. Demek ki ödeme ibraza; protesto da ödeme
gününe bağlıdır.
6- Türk Ticaret Kanununun 633. maddesinde Noter tarafından imza edilen protestonun
kanuna uygun olarak tanzim edilmediği veya içindeki kayıtlar yanlış olduğu taktirde dahi geçerli
olacağı belirtilmektedir. Bununla beraber bu geçerlilik 642. madde de öngörülen cirantalara
keşideciye ve diğer borçlulara karşı hamilin haiz olduğu hakların kaybolmamasını temin ve
tedavül evraka dayanan alacak hakkının korunması ve bu yönden çıkacak ihtilafları önleme
amacını taşır.
7- Ancak protesto edilen senedi Merkez Bankasına bildirmekle yükümlü olan bir
bankanın Türk Ticaret Kanunu hükümlerinin dışında Bankalar Kanununun verdiği bir ödevi
yerine getirirken basiretli ve müdebbir bir iş adamı gibi hareket ederek ibraz olmadan yapılan
protestoyu bildirmemesi aksi takdirde bundan doğan sorumluluğa katlanması iktiza eder. Zira
protestonun Merkez Bankasına bildirilmesi ve bu suretle senedin ibrazına rağmen borcunu
ödemeyenin bültende yayınlanarak ilan edilmesi ticari ahlakın korunması ve dürüstlüğün, iyi
niyetin ve ahde vefanın hakim kılınması içindir. Senet kendisine ibraz edilmeyen bir kimsenin,
kanunun dahi yapılabileceğini öngördüğü (sakat protestoya) müsteniden itibarının zedelenmesini,
kredilerinin kesilmesini intaç edecek bir şekilde protestoya sebebiyet verdiğinin ilanı, objektif iyi
niyet kurallarına ve ticari ahlakın gereklerine uygun düşmez.
8- Şu halde mahkemece yapılacak iş açıklanan esaslar uyarınca davalı bankanın kendisine
düşen bu ödevi basiretli ve müdebbir bir iş adamı gibi yerine getirip getirmediğini saptamak için
olayda (senedin ibrazı) hususunun gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılmasıdır.
Bundan başka Borçlar Kanununun 49. maddesi gereğince bu suretle yapılacak bankanın
kusurunun ağırlığının incelenmesinden başka davacı şirketin uğradığı zararın da ağırlığı üzerinde
durulup tahkik edilmeli ve icabında bu yönden bilirkişi incelemesi de yaptırılmalıdır.
Bu itibarla yazılı Olduğu şekilde eksik incelemeye dayanılarak hüküm tesisi doğru
görülmemiştir.
Sonuç: Yukarda gösterilen nedenlerden dolayı davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü
ile hükmün davalı yararına BOZULMASINA ve 1000 lira duruşma vekillik ücretinin davacıdan
alınarak davalıya verilmesine, ödediği temyiz peşin harcının isteği halinde temyiz edene iadesine
30.4.1975 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Kaynak:YKD - 1976/8 - Sayfa:1161
118 T.C.
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
E:1988/4471
K:1988/4846
T:17.11.1988
NOTERLİKÇE ONAYLANAN İMZA
TESBİT DAVASI
Noterlikçe onaylanan imza, sahteliği kanıtlanıncaya kadar geçerlidir.
1086 s. HUMK m. 295/1
1512 s. Noterlik K m. 82
Taraflar arasındaki davadan dolayı, (Ankara Üçüncü Asliye Ticaret Mahkemesi)nce
verilen 10.2.1988 tarih ve 558-60 sayılı hükmün temyizen tetkiki davalı vekili tarafından istenmiş
ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla; dosyadaki kağıtlar okundu,
gereği konuşulup düşünüldü:
Davacı vekili müvekkilinin de ortağı bulunduğu dava dışı (Ç Un ve İrmik Sanayi AŞ.)
lehine ve diğer bir şirkete hitaben (150.000.000) TL'lık teminat mektubu verip daha sonra
mektup bedelini tazmin eden davalı bankanın davacıya keşide ettiği ihtarnameyle mektup
bedelinin ödenmesini istediğini, oysa ne teminat mektubunda ne de bunun dayanağı olan kredi
taahhüt namesinde davacının imzası bulunmadığını ileri sürer davacının bedeli tazmin edilen
teminat mektubundan dolayı borçlu olmadığının tespitin talep etmiştir.
Davalı banka vekili teminat mektubunun verilmesine dayanak olan ve müvekkili banka ile
dava dışı (Ç.... Un ve İrmik Sanayi AŞ.) arasında akdolunan (150.000.000) TL'lık kredi açma
sözleşmesini davalının da müteselsil kefil sıfatıyla imzalandığını, davalının bu imzasının
kendisine aidiyetinin noterce de onaylandığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece kredi sözleşmesi altında davacıya izafe olunan kefalet imzalarının davacının eli
mahsulü olmadığının iki ayrı uzman bilirkişi kurulunun raporlarıyla saptandığı gerekçesiyle
menfi tespit davasının kabulüne karar verilmiştir.
Hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.
Davacı vekili dava dışı noterlikçe tasdik olunan kredi sözleşmesinde yer alıp müvekkiline
izafe edilen imzaların gerçekte müvekkiline ait olmadığını ileri sürmekle bu imzaların sahteliğini
iddia etmektedir. Zira noterden tasdikli imzanın inkarı nedeniyle acılan menfi tespit davası aynı
zamanda HUMK.nun 314. maddesi anlamında (davayı asliye) şeklinde açılmış bir sahtelik
davasıdır (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, II: 1980, sh: 1448,1449,1504; Necmeddin
BERKİN, Tatbikatçılara Medeni Usül Hukuku Rehberi, Sh: 811; Necip BİLGE Engün ÖNEN,
Medeni Yargılama Hukuku Dersleri, 1978, sh: 579).
Öte yandan, HUMK.nun 295/f.l ve 1512 sayılı Noterlik Kanununun 82/f.lll maddeleri
hükümlerine göre noterlikçe onaylanan imza sahteliği sabit oluncaya kadar geçerlidir. Böyle bir
imzanın sahteliği iddiası ise sözleşmenin diğer tarafına olduğu kadar sözleşmedeki imzayı
onaylayan notere karşı da ileri sürülmüş bir iddia olup hükmen sabit görülmesi halinde noterin
Noterlik Kanununun 162. maddesi uyarınca hukuki sorumluluğuna da yol açabileceği gibi noterin
savunması bu davanın sonucunu da etkileyebilir. Şu halde onaylı imzanın sahteliği iddiasının bu
119 imzayı onaylayan noterin taraf olmadığı bir davada incelenip hükme bağlanması usul hukuku
ilkelerine uygun düşmemektedir (Baki KURU age. sh: 1497).
Bu durumda mahkemece davacı tarafa ilgili noter aleyhine dava açmak üzere mehil
verilerek açtığı davanın işbu davayla birleştirilmesi halinde noterin de savunmaları ve delilleri
incelenmek suretiyle hasıl olacak sonuç dairesinde bir hüküm kurulmalı, notere karşı açılan
davanın birleştirilmemesi halinde ise mezkur davanın sonucuna göre bir karar verilmelidir.
Mahkemece, bu husus nazara alınmadan davaya bakılarak hüküm kurulması usule aykırı olup
bozmayı gerektirmiştir.
S, o n u ç: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün temyiz eden davalı yararına
(BOZULMASINA), ödediği temyiz peşin harcının isteği halinde temyiz edene iadesine,
17.11.1988 tarihinde oybirliğiyle karar verildi; Kaynak:YKD - 1989/5 - Sayfa:682
T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
E. 1989/6381
K. 1989/5454
T. 17.10.1989
• ANONİM ŞİRKETE KAYYIM ATANMASI ( Yönetim Kurulunun Görevinin Sona
Ermesi Dolayısıyla )
• ANONİM ŞİRKET YÖNETİM KURULUNUN GÖREVİNİN SONA ERMESİ ( Şirkete
Kayyım Atanması )
• ORGANSIZ KALAN ANONİM ŞİRKET ( Organlar Teşekkül Edinceye Kadar Şirket
İdaresinin Kayyıma Bırakılması )
743/m.376
6762/m.314,347,364,366,367,435
ÖZET : Yasa ve anonim şirketin ana sözleşmesindeki hükümlere göre; genel kurul
toplantılarının en az yılda bir kez yapılması gerektiği gibi yönetim ve denetleme kurullarına
seçilen üyelerin görev süreleri de azami 3 yılla sınırlandırılmış olduğuna göre bu süreyi aşan
şirket organlarının öngörülen görev sürelerinin dolduğu ve organlar göreve devam etse dahi
şirketin hukuken organsız kaldığı kabul edilmelidir. Bu durumda ortak tarafından şirketin feshi
istenebilse de şirket için ağır sonuç doğurabilecek bu yolun izlenmesi zorunlu olmayıp organların
yeniden seçilememesi durumunda medeni yasa uyarınca şirkete kayyım atanarak genel kurul
toplantısı yapılmalı ve organlar yeniden oluşuncaya kadar şirket yönetiminin kayyıma bırakılması
gerekir.
120 T.C.
YARGITAY
ONBİRİNCİ HUKUK DAİRESİ
Esas No : 1998/5299
Karar No : 1998/8321
Tarih : 29.12.1998
• NOTERİN GÖREVE İLİŞKİN KİŞİSEL SORUMLULUĞU ( Kusursuz Sorumluluk
Esasına Göre Düzenlendiği – Zarar Görenin veya Üçüncü Kişinin Ağır Kusurunun veya
Mücbir Sebep Halleri Gibi İlliyet Bağını Kesin Bir Durumun Varlığının Kanıtlanması
Halinde Sorumluluktan Kurtulunabileceği)
• KUSURSUZ SORUMLULUK (Zarar Görenin veya Üçüncü Kişinin Ağır Kusurunun
veya Mücbir Sebep Halleri Gibi İlliyet Bağını Kesin Bir Durumun Varlığının Kanıtlanması
Halinde Sorumluluktan Kurtulunabileceği - Noterin Göreve İlişkin Kusursuz
Sorumluluğunun Olduğu)
• SORUMLULUKTAN KURTULUŞ ( Noterin Göreve İlişkin Kusursuz Sorumluluğunun
Olduğu -Zarar Görenin veya Üçüncü Kişinin Ağır Kusurunun veya Mücbir Sebep Halleri
Gibi İlliyet Bağını Kesin Bir Durumun Varlığını Kanıtlanması Halinde Sorumluluktan
Kurtulunabileceği)
1512/m.162 , 818/m.44,98/2
ÖZET : Noterlerin göreve ilişkin kişisel sorumlulukları, kusursuz sorumluluk esasına göre
düzenlenmiş bulunmaktadır. Ne var ki, doktrinde de değinildiği üzere, kusursuz sorumlulukta da
zarar görenin veya üçüncü kişinin ağır kusurunun veya mücbir sebep halleri gibi illiyet bağını
kesin bir durumun varlığının kanıtlanması halinde sorumluluktan kurtulunabilinecektir.
DAVA : Taraflar arasındaki davadan dolayı Hatay 2.Asliye hukuk Mahkemesince verilen
23.2.1998 tarih ve 158-72 sayılı hükmün duruşmalı olarak temyizen tetkiki davacı vekili
tarafından istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen 01.12.1998 gününde davacı avukatı Ünsal
Şahin ile davalı avukatı Atilla Ceylan gelip ihbar edilen ve vekili gelmediğinden temyiz
dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan taraf avukatları dinlendikten
sonra vaktin darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması duruşmadan sonraya
bırakılmıştı. Bu kere dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, müvekkilinin davalı bankanın Hatay İstiklal Şubesi'ne yatırdığı (55.000)
Hollanda Florini mevduat ve faizlerinin Kartal Şubesinden sahte vekaletnameye dayanılarak
çekildiğini ileri sürerek, (61.798) HF. nin veya (1.100.000.000) liranın ve (25.000.000) lira
manevi tazminatın davalı bankadan ve birleştirilen davanın davalısı olan vekaletnameyi
düzenleyen noter ile parayı çeken kişiden tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı banka vekili, ödemenin davacı vekiline yapıldığını, manevi tazminatı istenemeyeceğini,
istenen faizin fahiş olduğunu savunmuştur.Birleştirilen dava davalıları noter Akın Ekmekçi ve
vekil sıfatıyla parayı çeken Dursun Özdağlı davanın reddini istemişlerdir.
Mahkemece, Dairemiz bozma ilamına uyulduktan sonra mübrez delillere, parayı çeken vekilin
yargılandığı ceza dava dosyası kapsamına ve bilirkişi raporuna dayanılarak, notere ibraz edilen
davacıya ait nüfus cüzdanının iğfal kabiliyeti bulunduğundan davalı notere kusur
atfedilemeyeceği, bu vekaletnameyle parayı çeken vekilinin ceza davasında beraat ettiği parayı
çekmesinde usulsüzlük olmadığı, bundan dolayı davalı bankanın da sorumlu tutulamayacağı
gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı davacı vekili temyiz etmiştir.
1- Davacının, davalı bankanın Antalya-İstiklal Şubesindeki hesabına 55.000 Hollanda Florini
yatırdığı ve bu hesaptan paranın dava dışı kimse tarafından vekil marifetiyle sahtecilik işlemleri
ile çekildiği taraflar arasında çekişmesiz bulunmaktadır. Bir güven müessesi olan banka akti ilişki
gereğince mudiden aldığı parayı güvenli saklamak ve koşulları oluştuğunda yine mudiine iade
121 etmekle yükümlüdür. Meğerki mudiinde bu paranı zayiinde hesap cüzdanını saklamakta veya
zayi halinde bankaya geç bildirimde kusurlu bulunsun. Bu taktirde hesap sahibi mudiin de BK.
nun 98/2nci maddesi
yollaması ile aynı yasanın 44.maddesi hükmü uyarınca zararın oluşumda birlikte kusurunun
değerlendirilmesi gerekir. Ancak dava konusu olayda davacı hesap sahibine atfı kabil bir kusur
olduğu davalı bankaca ileri sürülmemiş ve dosyada da bu konuda bir delil bulunmamaktadır.
Nitekim davalı banka müfettişince yapılan soruşturma sonucu düzenlenen raporda da bankanın
sorumluluğu kabul edilmiştir. O halde davalı bankanın sorumluluğu dikkate alınarak karar
verilmek gerekirken reddine karar verilmiş olması isabetli görülmemiştir.
- Dairemizin bozma kararına uyulmasından sonra hakkında aynı mahkemede açılan ve bu
davayla birleştirilen davadaki davalı Ali Özdağlı'nın durumuna gelince bu davalı avukat olup
dava dışı kimsenin sahte oluşturduğu vekaletname ile davacı adına bankadan parayı hesaptan
çeken kişidir.
Gerek bu dava dosyası içindeki bilgi ve belgelerden gerekse dosyaya ekli ceza dava dosyasına
ilişkin dosyaya ibraz edilen evrak kapsamında bu davalının dava dışı ve asıl sorumlu olması
gereken kişi olan ve kendisini davacının adı olan Celile olarak tanıtan kişi ile bir yolculuk sebebi
ile tanıştığını,ev edinmek amacı ile bu davalıya vekaletname vererek parasını bankadan
çekmesinin istediğini,kendisinin de bu vekaletname gereğince parayı hesaptan provizyon yolu ile
çektiğini ve bir süre sonra bu şahsa ibraname karşılığı teslim ettiğini açıklamakta ancak bu
kişinin adresini bilmediğini beyan ettiği anlaşılmaktadır.
Mahkemece,bu kişinin aynı olay sebebiyle ağır ceza mahkemesinde beraat etmiş olmasına ve
bilirkişi raporuna dayanarak hakkındaki davanın reddine karar verilmiştir. Dosyadaki Kartal
2.Ağır Ceza Mahkemesinin 17.09.1996 gün ve 1996/202-266 sayılı kararında bu davalı hakkında
mahkumiyetini gerektirir yeterli delil elde edilemediği gerekçesiyle beraat kararı verildiği
anlaşılmaktadır. Öncelikle bu şekilde verilen beraat kararları BK. nun 53 ncü maddesi hükmü
uyarınca hukuk hakimini bağlamayacağı gibi,haksız fiile yönelik kusurun mevcudiyeti
bakımından da ceza hukukunun sorumluluğuna ilişkin hükümleriyle de hukuk ilmi bağlı
bulunmamaktadır. Öte yandan,mahkemece alınan bilirkişi kurulu raporunda ceza davası
sebebiyle alınan grafoloji bilirkişi raporuna dayanılarak vekaletname ve ibranamedeki imzaların
davacıya ait olduğu kanısı ile davalı D. Ali Özdağlı' nın sorumluluğuna gidilemeyeceği sonucuna
varmış ise de dava dosyasında bir örneği bulunan bu raporda bilirkişice vekaletname ve
ibranamedeki imzalar bakımından mukayese ve inceleme yapılmış ve her iki imzanın ve yazının
birbirine uyumlu oldukları açıklanmıştır. Bu sonuç doğaldır. Zira,her iki belgedeki imza da dava
dışı kadına ilişkindir. Davacının imzası bu raporda inceleme konusu yapılmamıştır. O
halde,bilirkişi kurullarının bu rapora yanlış anlam vererek bu imzaların davacıya ait olduğu
sonucuna varmaları maddi yanılgıya dayalı olup bu sebeple mahkemece hükme esas alınması
mümkün değildir.
Avukatlık Kanunu'nun 1,2 ve34 ncü maddeleri hükümler göre,avukatlık serbest bir meslek
olmakla birlikte kamu hizmeti amaçlı olup,bu mesleğinin amacı hukuki ilişkilerin
düzenlenmesine,her türlü hukuki sorunların çözümlenmesinde ve genellikle hukuk kurallarının
tam olarak uygulanması konusunda yargı ile resmi ve özel kuruluşlara yardımcı olmak,bu amaçla
hukuki bilgi ve deneyimlerini yargı ve kişilerin yararlanmasına tahsistir. Keza avukatlar bu
sebeple yüklendikleri görevleri,bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen ve doğruluk
içinde yerine getirmekle de yükümlü tutulmuşlardır. Görüldüğü gibi Avukatlık kanunu bu
mesleği ifa edenlere normal bir görevi ifa dışında önemli bir özen yükümlülüğü getirmiş
bulunmaktadır.
Bu durum karşısında mahkemece, yukarıda belirtilen nedenlerle ceza mahkemesi karar ve maddi
yanılgıya dayalı bilirkişi kurulu raporu dikkate alınmayarak sahtekarlığa aracı olan durumuna
düşen bu davalının davranış ve eylemlerinin, mesleğe özgü özen yükümlülüğü kapsamında kalıp
kalmadığı borçlar kanununun sorumluluğa ilişkin hükümleri dikkate alınarak incelenmesi ve
değerlendirilmesi gerekirken eksik inceleme ve değerlendirme ile bu davalı hakkındaki davanın
reddine karar verilmiş olması isabetli görülmemiştir.
122 3-Davalılardan sahte vekaletnameyi düzenleyen noter Akın Ekmekçi'nin durumuna gelince;
Mahkemece bu davalı hakkında sahte nüfus kaydına dayalı olarak gerçekleştirilen
vekaletnamenin düzenlenmesinde bir kusurunun bulunmadığının kabulü gerekçe yapılarak bu
davalı hakkındaki dava reddolunmuş bulunmaktadır. Oysa 1512 sayılı Noterlik kanununun
162.maddesindeki düzenlemeye göre, Noterlerin bu göreve ilişkin kişisel sorumlulukları,
kusursuz sorumluluk esasına göre düzenlenmiş bulunmaktadır. Bu itibarla mahkemece davalı
noterin kusurunun mevcut olmadığına ilişkin gerekçesinde bir isabet bulunmamaktadır. Ne varki,
doktirinde de değinildiği üzere, kusursuz sorumlulukta da zarar görenin veya üçüncü kişinin ağır
kusurunun veya mücbir sebep halleri gibi illiyet bağını kesin bir durumun varlığının kanıtlanması
halinde sorumluluktan kurtulunabilecektir. (Bkz .R. Özüarı, Açıklamalı Noterlik Kanunu, 3 Bas,
Ank.1987 sh.148 vd .Dr. Bilal Kartal, Noterlerin Hukuki sorumluluğu ve kusursuz sorumluluk,
yargıtay dergisi cilt 24 say.3 sh.340 vd. Tekinay Borçlar hukuku genel hükümler Cilt.1, 1985 İst
.sh 764 vd.)
Dava konusu olayda da Noterlikçe vekaletname düzenlenmesinde işlemlerin yasa ile genelgelere
uygun
gerçekleştirildiği ve dava konusu vekaletnamenin gerçeğe aykırılığı belirlenemeyen ve üçüncü
kişice gerçekleştirilen sahte nüfus cüzdanına dayanılarak gerçekleştirildiği anlaşılmakla, olayda
noterin sorumluluğunu gerektiren uygun illiyet bağı kesilmiş bulunmaktadır. O halde noter
hakkındaki davanın reddolunmuş olması bu gerekçe ile yerinde bulunmakla davacı vekilinin bu
davalıya yönelik temyiz itirazların reddi ile kararın onanması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) ve (2) numaralı bentlerde açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz
itirazlarının kabulü ile davalılar banka ile D. Ali Özdağlı hakkındaki davanın reddine, ilişkin
mahkeme kararının BOZULMASINA, (3) numaralı bentte gösterilen nedenlerle davalılardan
noter Akın Ekmekçi hakkındaki kararın ONANMASINA, 30.000.000 lira duruşma vekillik
ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde
temyiz edene iadesine, 29.12.1998 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
ONBİRİNCİ HUKUK DAİRESİ
Esas No : 1998/5400
Karar No : 1998/9376
Tarih : 25.12.1998
DAVA : Taraflar arasındaki davadan dolayı Hatay 2.Asliye hukuk Mahkemesince verilen
23.2.1998 tarih ve 157-71 sayılı hükmün duruşmalı olarak temyizen tetkiki davacı vekili
tarafından istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen 1.12.1998 gününde davacı avukatı Unsal
Şahin ile davalı avukatı Atilla Ceylan gelip temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği
anlaşıldıktan ve hazır bulunan taraf avukatları dinlendikten sonra vaktin darlığından ötürü işin
incelenerek karara bağlanması duruşmadan sonraya bırakılmıştı. Bu kerre dosyadaki kağıtlar
okunduktan sonra işin gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, müvekkilinin davalı Emlak Bankası Antakya Şubesinde 3.9.1992
tarihinde 39.360 Hollanda Florini yatırarak vadeli, hesap açtırdığını, bu parayı çekmek
istediğinde vekaletname ile paranın çekildiğinin söylendiğini, müvekkilinin hesaptaki parayı
çekmediğini ileri sürerek anılan meblağın faizi ile (3.9.1992 tarihinden itibaren)birlikte tahsiline
ve 25.000.000 lira manevi tazminata hükmedilmesin! talep etmiş, birleştirilen 1996/287 E.sayılı
davada, paranın çekilmesinde kullanılan vekaletnameyi düzenleyen noter ve vekili de dava
ederek aynı talebi yinelemiştir. Davalılar olayda kusurlarının bulunmadığın savunarak davanın
reddini istemişlerdir. Mahkemece dosyadaki kanıtlar ve bilirkişi raporuna göre, notere sahte
nüfus cüzdanı ibraz edilerek vekaletname
düzenlettirilip, davacının banka hesabındaki paranın çekilmesi olayında, notere ibraz edilen nüfus
cüzdanının iğfal kabiliyetinin bulunması nedeniyle noterin kusurunun bulunmadığı, 3.kişinin
123 vekili Av.Ali özdağlı' nın vekaletnameden dolayı ceza mahkemesinde yargılanıp beraat ettiği,
bankanın yaptığı işlemlerde bir usulsüzlük bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar
verilmiştir.
Kararı davacı vekili temyiz etmiştir.
1- Davacının, davalı bankanın Antalya-lstiklal Şubesindeki hesabına 39.360 Hollanda Florini
yatırdığı ve bu hesaptan paranın dava dışı kimse tarafından vekil marifetiyle sahtecilik işlemleri
ile çekildiği taraflar arasında çekişmesiz bulunmaktadır. Bir güven müessesesi olan banka akdi
ilişki gereğince mudiinden aldığı parayı güvenli saklamak ve koşulları oluştuğunda yine mudiine
iade etmekte yükümlüdür. Meğerki mudiinde bu paranın zayiinde hesap cüzdanını saklamakta
veya zayii halinde bankaya geç bildirimde kusurlu bulunsun. Bu takdirde hesap sahibi mudiin de
BK. Nun 98/2 nci maddesi yollaması ile aynı yasanın 44 nci maddesi hükmü uyarınca zarann
oluşumunda birlikte kusurunun değerlendirilmesi gerekir. Ancak, dava konusu olayda davacı
hesap sahibine atfı kabil bir kusur olduğu davalı bankaca ileri sürülmemiş ve dosyada da bu
konuda bir delil bulunmamaktadır. Nitekim, davalı banka müfettişince yapılan soruşturma sonucu
düzenlenen raporda da bankanın sorumluluğu kabul edilmiştir. O halde, davalı bankanın
sorumluluğu dikkate alınarak karar verilmek gerekirken, reddine karar verilmiş olması isabetli
görülmemiştir.
2- Dairemizin bozma kararına uyulmasından sonra hakkında aynı mahkemede açılan ve bu dava
ile birleştirilen davadaki davalı Ali özdağlı' nın durumuna gelince, bu davalı avukat olup dava
dışı kimsenin sahte oluşturduğu vekaletname ile davacı adına bankadan parayı hesaptan çeken
kişidir.
Gerek bu dava dosyası içindeki bilgi ve belgelerden gerekse dosyaya ekli ceza dava dosyasına
ilişkin dosyaya ibraz edilen evrak kapsamından bu davalının, dava dışı ve asıl sorumlu olması
gereken kişi olan ve kendisini davacının adı olan Celile olarak tanıtan kişi ile bir yolculuk
sebebiyle tanışığını, ev edinmek amacı ile bu davalıya vekaletname vererek parasını bankadan
çekmesini istediğini, kendisinin de bu vekaletname gereğince parayı hesaptan provizyon yolu ile
çektiğini ve bir süre sonra bu şahsa ibraname karşılığı teslim ettiğini açıklamakta ancak bu
kişinin adresini bilmediğini beyan ettiği anlaşılmaktadır. Mahkemece, bu kişinin aynı olay
sebebiyle ağır ceza mahkemesinde beraat etmiş olmasına ve bilirkişi raporuna dayanarak
hakkındaki davanın reddine karar verilmiştir. Dosyadaki Kartal 2.Ağır Ceza Mahkemesinin
17.9.1996 gün ve 1996/202-266 sayılı kararında bu davalı hakkında mahkumiyetini gerektirir
yeterli delil elde edilmediği gerekçesiyle beraat karar verildiği anlaşılmaktadır, öncelikle bu
şekilde verilen beraat kararları, BK. nun 53 ncü maddesi hükmü uyarınca hukuk hakimini
bağlamayacağı gibi, haksız fiile yönelik kusurun mevcudiyeti bakımından da ceza hukukunun
sorumluluğuna ilişkin hükümleriyle de hukuk hakimi bağlı bulunmamaktadır Öte yandan,
mahkemece alınan bilirkişi kurulu raporunda ceza davası sebebiyle alınan grafoloji bilirkişi
raporuna bakarak vekaletname ve ibranamedeki imzaların davacıya art olduğu kanısı ile davalı
D.AÜ Özdağlı' nın sorumluluğuna gidilemeyeceği sonucuna varmış ise de dava dosyasında bir
örneği bulunan bu raporda bilirkişice vekaletname ve vekaletnamedeki imzalar bakımından
mukayese ve inceleme yapılmış ve her iki imzanın ve yazının birbirine uyumlu oldukları
aklanmıştır. Bu sonuç doğaldır. Zira, her iki belgedeki imza da dava dışı kadına ilişkindir.
Davacının imzası bu raporda inceleme konusu yapılmamıştır. 0 halde, bilirkişi kurullarının bu
rapora yanlış anlam vererek bu imzaların davacıya ait olduğu sonucuna varmaları maddi
yanılgıya dayalı olup bu sebeple mahkemece hükme esas alınması mümkün değildir.
Avukatlık Kanunu'nun I, 2 ve 34 ncü maddeleri hükümlerine göre, avukatlık serbest bir meslek
olmakla birlikle kamu hizmeti amaçlı olup, bu mesleğin amacı hukuki ilişkilerin düzenlenmesine,
her türlü hukuki sorunların çözümlenmesinde ve genellikle hukuk kurallarının tam olarak
uygulanması konusunda yargı ile resmi ve özel kuruluşlara yardımcı olmak bu amaçla hukuki
bilgi ve deneyimlerini yargı ve kişilerin yararlanmasına tahsistir. Keza avukatlar bu sebeple
yüklendikleri görevleri, bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen ve doğruluk içinde yerine
getirmekle de yükümlü tutulmuşlardır. Görüldüğü gibi Avukatlık Kanunu bu mesleği ifa edenlere
124 normal bir görevi ifa dışında önemli bir özen yükümlülüğü getirmiş bulunmaktadır. Bu durum
karşısında mahkemece, yukarıda belirtilen nedenlerle ceza mahkemesi karar ve maddi yanılgıya
dayalı bilirkişi kurulu raporu dikkate alınmayarak sahtekarlığa aracı olan durumuna düşen bu
davalının davranış ve eylemlerinin, mesleğe özgü özen yükümlülüğü kapsamında kalıp
kalmadığı, Borçlar Kanunu'nun sorumluluğa ilişkin hükümleri dikkate alınarak incelenmesi ve
değerlendirilmesi gerekirken eksik inceleme ve değerlendirme ile bu davalı hakkındaki davanın
reddine karar verilmiş olması isabetli görülmemiştir.
3- Davalılardan'-sahte vekaletnameyi düzenleyen Noter Akın Ekmekçi'nin durumuna gelince;
mahkemece bu davalı hakkında sahte nüfus kaydına dayalı olarak gerçekleştirilen
vekaletnamenin düzenlenmesinde bir kusurunun bulunmadığının Kabulü gerekçe yapılaraK bu
davalı hakkındaki dava reddolunmuş bulunmaktadır. Oysa 1512 sayılı Noterlik K.anunu'nun
MS2. na maddesindeki düzenlemeye göre, noterlerin bu göreve ilişkin kişisel sorumlulukları,
kusursuz sorumluluk esasına göre düzenlenmiş bulunmaktadır. Bu itibarla mahkemece davalı
noterin kusurunun mevcut olmadığına ilişkin gerekçesinde bir isabet bulunmamaktadır.
Ne varki doktrinde de değinildiği üzere, kusursuz sorumlulukta da zarar görenin veya üçüncü
kişinin ağır kusurunun veya mücbir sebep halleri gibi illiyet bağını kesin bir durumun varlığının
kanıtlanması halinde sorumluluktan kurtulunabilinecektir (Bkz. R .özüarı, Açıklamalı Noterlik
Kanunu, 3 Bas.. Ank.1987 sh.148 vd. Dr. Bilal Kartal, Noterlerin Hukuki Sorumluluğu ve
Kusursuz Sorumluluk, Yargıtay Dergisi, Cilt 24 sayı 3 sh.340 vd. Tekinay, Borçlar Hukuku,
Genel Hükümler Cilt.l, 1985 Ist.sh 764 vd.) Dava konusu olayda da noterlikçe vekaletname
düzenlenmesinde işlemlerin yasa ile genelgelere uygun gerçekleştirildiği, ve dava konusu
vekaletnamenin gerçeğe aykırılığı belirlenemeyen ve üçüncü kişice gerçekleştirilen sahte nüfus
ri'i7danına dayanılarak gerçekleştirildiği anlaşılmakla olayda noterin sorumluluğunu gerektiren
uygun illiyet bağı kesilmiş bulunmaktadır O halde, noter hakkındaki davanın reddolunmuş olması
bu gerekçe ile yerinde bulunmakla davacı vekilinin bu davalıya, yönelik temyiz itirazların reddi
ile kararın onanması gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarıda (I) ve (2) numaralı bentlerde açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz
itirazlarının kabulü ile davalılar banka ile D.Ali özdağlı hakkındaki davanın reddine, ilişkin
mahkeme kararının BOZULMASINA, (3) numaralı bentte gösterilen nedenlerle davalılardan
noter Akın Ekmekçi hakkındaki kararın ONANMASINA, 30.000.000 lira duruşma vekillik
ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde
temyiz edene iadesine, 25.12.1998 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
E:1999/8617
K:2000/1959
T:09.03.2000
Taraflar arasındaki davanın Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesince görülerek verilen
16/6/1999 tarih ve 1998/629-1999/237 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi duruşmalı olarak
dayalı vekili tarafından istenmiş olmakla duruşma için belirlenen 7/3/2000 günde davacı avukatı
Şükrü Hakyemez ile davalı avukatı Hüseyin Akkor gelip, temyiz dilekçesinin de süresinde
verildiği anlaşıldıktan ve duruşmada hazır bulunan taraflar avukatları dinlenildikten sonra
duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye
bırakılmıştı Dava dosyası için Tetkik Hakimi Harun Kara tarafından düzenlenen incelendikten
sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, müvekkillinin davalı banka şubesine %12 faizli, 12 ay vadeli ve
4.5000 DM lik döviz tevdiat hesabı açtırdığını, ancak davalının gerekli özeni göstermeyerek bu
125 parayı ilgisiz kişiye ödediğini ileri sürerek, bu meblağın %12 faizi ile tahsilini talep ve dava
etmiştir.
Davalı vekili cevabında, hesaptaki paranın ibraz edilen vekaletnameye istinaden davacının
kardeşine ödenmiş olup, bankaya izafe edilecek kusur bulunmadığını savunarak davanın reddini
istemiştir.
Mahkemece, iddia ve savunmaya, toplanan delillere nazaran, davacı hesabındaki paranın,
sahte işlemlerle nüfus cüzdanı elde edip ve buna göre de vekaletname düzenlendiren davacının
kardeşi tarafından çekildiğini, sahtecilik işlemlerinde herhangi bir kanıt ve kusuru bulunmayan
davacının yatırdığı parayı talep etmesinin gayet olağan hakkı olduğu ve sahte vekalet ile ödemeye
yapan bankanın zarardan sorumluğu olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne, ( 4.979.29 ) DM nın
dava tarihinden yürütülecek %6.5 faizi ile ödeme günündeki kur karşılığının davalıdan tahsiline
karar verilmiştir.
Karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, banka hesabındaki paranın ilgisiz kişiye ödendiği iddiasına dayalı tazminata ilişkin
olup, davacı hesabındaki bir takım sahte işlem ve belgeler ile dava dışı kişiye ödendiği
ihtilafsızdır. Ancak davalı banka noterde düzenlenen vekaletnameye istinaden ödeme yaptığını
savunmaktadır. Dairemiz yerleşmiş içtihatlarına göre, davalı bankanın gerçek konu ve
sorumluluğunu belirlenebilmesi için vekaletnameyi düzenleyen noterliğin de davada usulüne
uygun taraf haline getirilmesi zorunludur. Bunun için mahkemece, vekaletnameyi düzenleyen
noter hakkında da dava açması için davacı tarafa uygun sure verilmesi ve şayet açıldığı taktirde
davaların birleştirilmesi ve iddia ve savunmalar birlikte değerlendirilerek sonucu gidilmesi
gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisinin doğru olmadığı gibi, davacı taraf olay ile ilgili ceza
davasındaki ifadesinde nüfus cüzdanının parayı sahte işlemlerle çeken, İbrahim Dündar da
olduğunu kabil ve ikrar ettiğine göre, davacının gerekli özen ve basireti göstermeyerek bu
nedenle dahi müteallik kusurlu olduğunun gözden kaçırılması doğru olmamıştır.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile
kararın davalı yararına BOZULMASINA, duruşmada vekil ile temsil olunan davalı yararına
taktir olunan 65.000.000 lira vekillik ücretinin davacıdan tahsili ile davalıya ödenmesine, ödediği
temyiz peşin harcın istediği halinde temyiz edene iadesine, 9/3/2000 tarihinde oybirliğiyle karar
verildi.
T.C.
YARGITAY
11.Hukuk Dairesi
Esas: 2000/385
Karar: 2000/3835
Karar Tarihi: 04.05.2000
ÖZET: Anonim şirketlerde görev süresi biten yönetim kurulu üyelerinin bu sıfatlarının
kendiliğinden düşeceğine dair bir hüküm bulunmaması nedeniyle yönetim kurulunun yeni
yönetim seçilene kadar zorunlu görevlerine devam edeceklerinin kabulü gerekir. (Dairemizin
30.11.1992 Tarih 6220/11024 sayılı kararı). Bu durumda yönetim kurulu üyelerinin görev
süresinin bitmesiyle şirketin kendiliğinden organsız kaldığından söz edilemez.(6762 S. K. m.
314)
126 Dava: Taraflar arasındaki İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesi'nce görülerek verilen
23.09.1999 tarih ve 1999/576 - 1999/213 sayılı kararın Yargıtay incelenmesi duruşmalı olarak
davacı vekili tarafından istenmiş olmakla duruşma için belirlenen 02.05.2000 günde taraf
avukatları tebligata rağmen gelmediğinden tetkikatın evrak üzerinde yapılmasına karar
verildikten temyiz dilekçesinin de süresinde verildiği anlaşıldıktan ve dava için Tetkik Hakimi S.
Çizmeci tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar,
duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp,
düşünüldü:
Karar: Davacı vekili, müvekkili kooperatifin 16.03.1999 tarihinde yapılan genel kurul
toplantısının Ticaret Siciline tescili isteminin davalı tarafından usul ve yasaya aykırı olarak
reddedildiğini, 24.02.1998 tarihli genel kurul toplantısının gündeminde açıkça yönetim ve
denetim kurulu üyelerinin 2 yıl için seçileceği belirtilmiş olmakla, kooperatifin yönetim
kurulunun görev süresinin bittiği ve kooperatifin organsız kaldığı iddiasının doğru olmadığını
ileri sürerek davalının tescil istemini reddetmesine ilişkin kararın iptalini talep etmiştir.
Davalı vekili, davacının kooperatifin 24.02.1998 tarihinde yapılan bir önceki genel kurul
toplantısında yönetim kurulunun kaç yıl için seçildiği kararda yer almamış olması yasa gereği bir
yıl için seçildiklerinin kabulü gerektiğini, tescili istenilen 16.03.1999 tarihli genel kurul
toplantısında yeni yönetim kurulu seçilmediğinden kooperatifin organsız kaldığını savunarak
davanın reddini istemiştir.
Mahkemece iddia, savunma ve dosyadaki kanıtlara göre davacı kooperatifin 24.02.1998 tarihli
genel kurul toplantısında yönetim ve denetim kurullarının hangi süre için seçildikleri
belirtilmemiş ve süre ile ilgili bir karar alınmamış olmakla yönetim kurulunun yasa gereği bir yıl
için seçilmiş olduklarının kabulü gerektiği böylece tescili istenilen 16.03.1999 tarihli genel kurul
toplantısı yapılırken kooperatifin organsız olduğu 24.02.1998 tarihli seçimli genel kurulun
gündeminde yönetim ve denetim kurullarının 2 yıl süre için seçilmelerinin öngörülmüş olmasının
sonucunu değiştirmeyeceği, davalının tescil istemini reddetmesinin doğru olduğu gerekçesiyle
davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı davacı vekili temyiz etmiştir.
Anonim şirketlerde görev süresi biten yönetim kurulu üyelerinin bu sıfatlarının kendiliğinden
düşeceğine dair bir hüküm bulunmaması nedeniyle yönetim kurulunun yeni yönetim seçilene
kadar zorunlu görevlerine devam edeceklerinin kabulü gerekir. (Dairemizin 30.11.1992 Tarih
6220/11024 sayılı kararı). Bu durumda yönetim kurulu üyelerinin görev süresinin bitmesiyle
şirketin kendiliğinden organsız kaldığından söz edilemez.
Kaldı ki davacı anonim şirketin 24.02.1998 tarihli olağan genel kurul toplantısının gündeminde
yönetim kurulu üyelerinin 2 yıllığına seçileceği belirtilmiş olup, genel kurulda gündemin bu
maddesi tartışmasız aynen kabul edilmiş olmakla yönetim kurulu üyelerinin 2 yıl süre için
seçildiklerinin kabulü gerekir.
Bu cümleden olanak ve Dairemizin emsal uygulamalarında yönetim kurulunun görev süresi
bitmiş olsa ile genel kurulu toplantıya davet edebilir. Bu durumda, davalı Ticaret Sicil
127 Memurluğunun genel kurulun tescili isteminin reddi doğru olmayıp mahkemece davanın kabulü
gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş ve hükmün bozulması gerekmiştir.
Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın
BOZULMASINA, davacı vekili duruşmaya gelmediğinden avukatlık ücreti takdirine gerek
bulunmadığına, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 04.05.2000
tarihinde oybirliği ile karar verildi.(¤¤)
T.C.
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
E:2000/5526
K:2000/6590
T:11.09.2000
HUSUMET
İŞLETEN SIFATININ DEVRİ
2918 sayılı Yasanın 20/D maddesinde belirtilen türden resmi bir satış ve devir işlemi
yapılmaksızın, sırf resmi satış ve devir yetkisi tanıyan vekaletnamenin varlığına dayanılarak
yasaya uygun bir araç satışının yapıldığının, dolayısıyla işleten sıfatının devredildiğinin
kabulü mümkün \ değildir.
2918 s. Trafik K. m. 20/D
6762 s. TTK. m. 1301
Taraflar arasındaki davanın (Beyoğlu ikinci Asliye Hukuk Mahkeme-si) nce görülerek
verilen 28.12.1999 tarih ve 1998/716-1999/706 sayılı kararın Yargıtay ca incelenmesi davacı
vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dava
dosyası için tetkik hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki
dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği
görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekilleri, müvekkillerine kasko poliçesi ile sigortalı araca, davalıların sahibi
sürücüsü ve sigortacısı oldukları aracın çarpması sonucu oluşan hasar bedelinin müvekkili
tarafından sigortalısına ödendiğini ileri sürerek, 1.867.500.000.-TL'sının, davalı sigorta şirketinin
sorumluluğu poliçesindeki limitle sınırlı olarak, faiziyle davalılardan tahsilini talep ve dava
etmişlerdir.
Davalı İrfan vekili, müvekkilin dava konusu kazaya karışan aracı olaydan önce sattığını
savunarak davanın reddini istemiştir.
Davalı sigorta şirketi vekili sorumluluklarının poliçe limiti ile sınırlı olduğunu
savunmuştur. Diğer davalı cevap vermemiştir. Mahkemece toplanan deliller ve yaptırılan bilirkişi
incelemesi sonucuna göre, benimsenen bilirkişi raporu doğrultusunda, davalı İrfan hakkındaki
davanın işleten sıfatını taşımaması nedeniyle reddine, diğer davalılar hakkındaki davanın
kabulüne karar verilmiştir.
Kararı davacı vekilleri temyiz etmişlerdir.
TTK nün 1301. maddesinde öngörülen halefi yet kurallarına dayanılarak açılan rücu
davasında, davalı İrfan olaydan önce satış yoluyla işleten sıfatını devrettiğini savunmuş,
savunmasını ispat için satış yetkisini içeren vekaletname örneğini ibraz etmiş ve mahkemece bu
delil işleten sıfatını devre yeterli görülmüştür. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 20/D
bendinde, motorlu araçların satış ve devirlerinin Trafik Tescil Müdürlüklerinde veya
128 Noterliklerde yapılacağı öngörülmektedir. Ancak böyle bir satış ve devir işlemi araç üzerindeki
mülkiyet hakkını devre elverişlidir. Bu devrin yöntemince aracın kayıtlı olduğu tescil
müdürlüğüne bildirilmemesi yüzünden aracın tescil kaydında bir değişiklik yapılmaması satışa
konu aracın mülkiyetinin geçişini engellemez ise de anılan yasa maddesinde belirtilen türden
resmi bir satış ve devir işlemi yapılmaksızın, sırf resmi satış ve devir yetkisi tanıyan
vekaletnamenin varlığına dayanılarak yasaya uygun bir araç satışının yapıldığının, dolayısıyla
işleten sıfatının devredildiğinin kabulü mümkün değildir. Hal böyle olunca mahkemece, davalı
İrfan hakkındaki davaya devam olunması gerekirken, bu davalı hakkında davanın işleten sıfatını
taşımadığı gerekçesiyle reddine dair hüküm tesisi doğru olmamış ve kararın bu nedenle davacı
yararına bozulması gerekmiştir.
Sonuç: Yukarda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile
kararın davacı yararına (BOZULMASINA), ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz
edene iadesine, 11.9.2000 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Kaynak:YKD - 2001/3 - Sayfa:362
T.C.
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
E:2001/4254
K:2001/6369
T:06.07.2001
818 s. Yasa m. 41
Taraflar arasındaki davadan dolayı Bursa Asliye 1.Hukuk Mahkemesi'nce verilen
22.11.1999 gün ve 1998/208-1999/998 sayılı hükmün Yargıtay ca incelenmesi davacılar ve
davalılardan Betül ve Hazine vekili tarafından istenilmekle dosyadaki kağıtlar okundu gereği
konuşulup düşünüldü:
KARAR : Taraflar arasındaki uyuşmazlık, bir kısım davalıların iştiraki ile ve davalı
noterce düzenlenen sahte vekaletnameler ile davacılara ait taşınmazların satılması nedeniyle
tazminat istemine ilişkindir. Her ne kadar, davalı olarak, noterin sorumluluk sigortacısına da
husumet yöneltilmiş ve mahkeme sigorta şirketi yönünden dava kısmen kabul edilmiş ise de,
davacının sigorta şirketi yönünden kurulan hükme temyiz itirazı olmadığı gibi, sigorta şirketinin
de bir temyiz itirazı yoktur. Davalılardan Betül Gezgin ( noter )'in temyizi ise kısmen sorumluluk
sigortacısı olan şirketin sorumluluk limitine ilişkin ise de, noterin kendi akdine karşı ileri sürdüğü
bu şekildeki temyiz itirazında sigorta hukukunun uygulama alan ve olanağı bulunmamaktadır.
İşin özü ve esası itibarıyla haksız fiil hükümlerine göre açılmış böyle bir davada tarafların tacir
olmadığı da nazara alındığında temyiz incelemesini yapmak ile görevli dairenin Yargıtay Yüksek
4.Hukuk Dairesi olduğu kanaatine varılmış ise de, anılan Yüksek Dairece de görevsizlik kararı
verilerek dosyanın Dairemize gönderildiği anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının halli için
dosyanın Yüksek 1.Başkanlığına gönderilmesine karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle dosyanın Başkanlar Kurulu'na sunulmak üzere
Yüksek 1.Başkanlığa GÖNDERİLMESİNE, 6.7.2001 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
129 T.C.
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
E:2002/6005
K:2002/6116
T:14.06.2002
Taraflar arasındaki davadan dolayı Kayseri Asliye 1. Hukuk Mahkemesi'nce verilen
05.02.2001 gün ve 1999/875-2001/66 sayılı kararı bozan Daire'nin 15.01.2002 gün ve
2001/7512-2002/169 sayılı kararı aleyhinde davacı vekili ve davalı Ziraat Bankası vekili
tarafından karar düzeltilmesi isteğinde bulunulmuş ve karar düzeltme dilekçesinin süresi içinde
verildiği de anlaşılmış olmakla, dosya için düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya
içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra
gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, müvekkilinin damadı olan ve araları açık bulunan dava dışı
Bayram Kızmaz'ın müvekkilinin evine girerek nüfus cüzdanını aldığını, daha sonra Nüfus
Müdürlüğünden kendi resmi bulunan nüfus cüzdanı çıkarttığını, bu cüzdan ile davalı noter Ahmet
Kamaşak'a başvurarak, kendisi ile işbirliği yapan Ayşe Taş'a banka hesabındaki paranın
çekilmesi konusunda vekaletname düzenlettirdiğini ve Ayşe'nin bu vekaletnameyi kullanarak
müvekkilinin davalı banka şubesine açtığı döviz hesabındaki 17.000 Hollanda Guldenini
çektiğini ve sahte nüfus cüzdanı düzenleyen nüfus idaresinin, sahte vekaletname düzenleyen
noterin ve durumdan şüphelenmeyen bankanın gerekli özeni göstermediklerini ileri sürerek,
17.000 Hollanda Guldeni karsılıgı olan 3.923.430.000.- liranın faiziyle davalılardan tahsilini dava
etmiştir.
Davalıların tümü, kusursuz olduklarını savunarak davanın reddini istemişlerdir.
Mahkemece bütün davalıların kusurlu olduğundan davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davalıların temyizi üzerine hüküm Dairemizce bozulmuştur.
Davacı ve davalı Ziraat Bankası vekili karar düzeltme isteminde bulunmuştur.
Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere göre, davacı ve davalı Ziraat Bankası
vekilinin HUMK.nun 440. maddesinde sayılan hallerden hiçbirini ihtiva etmeyen karar düzeltme
isteğinin reddi gerekir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davacı ve davalı Ziraat Bankası
vekilinin karar düzeltme isteğinin HUMK.nun 442. maddesi gereğince REDDİNE, alınması
gereken 10.120.000-lira karar düzeltme harcı peşin ödenmiş olduğundan yeniden alınmasına yer
olmadığına, 3506 sayılı yasa ile değiştirilen HUMK.nun 442/3. madde hükmü uyarınca, takdiren
54.550.000-lira para cezasının karar düzeltilmesini isteyen davacıdan alınarak Hazine'ye gelir
kaydedilmesine, alınmadığı anlaşılan 10.120.000-lira karar düzeltme harcının ve 3506 sayılı yasa
ile değiştirilen HUMK.nun 442/3. madde hükmü uyarınca, takdiren 54.550.000-lira para
cezasının karar düzeltilmesini isteyen davalıya alınarak Hazine'ye gelir kaydedilmesine,
14.06.2002 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
130 T.C.
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
E:2003/13105
K:2004/7164
T:28.06.2004
Taraflar arasında görülen davada ( Ankara Asliye Yirmi ikinci Hukuk Mahkemesi )nce
verilen 24.6.2003 tarih ve 2002/708-2003/453 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili
tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dosya
içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra
işin gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, Noter Sorumluluk Sigortacısı olan müvekkilinin sigortalısı ile
davalı Hazine aleyhine sonuçlanan yargılama sonunda hükmedilen miktarın sigortalı tarafından
ödenip müvekkiline rücu edildiğini, müvekkili tarafından ödeme yapılması nedeniyle sigortalının
haklarına halef olunduğunu, davalının payına isabet eden kısmı ödemesi gerektiğini ileri sürerek,
3.905.000.000.-TL.nın davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, kesinleşen mahkeme kararında rücu hususunun karara bağlanmadığını,
BK.nun 51/2. maddesine göre en son sorumlu olduklarını, davacının ancak diğer sorumlulardan
isteyebileceğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma ve dosyadaki belgelere göre, davaya konu tazminatın sahte
vekaletle bir kısım taşınmazların tapuda satışından kaynaklandığı, davalının sorumluluğunun
yasadan doğduğu, BK.nun 51/2. maddeye göre zararın tazmininin haksız eylem -akit- kanundan
doğan sıralamaya göre olacağı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan
delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına ve dava
konusu zararın oluşmasında davacının sorumluluğu üzerine aldığı Noter'in ve adamlarının
kusurlu olduğunun anlaşılmasına, davacı sigortacının bu durum karşısında kanundan doğan
sorumluluğu nedeniyle Hazine'ye rücu edebilmesinin mümkün bulunmamasına göre, davacı
vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davacı vekilinin bütün temyiz
itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ( ONANMASINA ), bakiye
2.200.000.-lira temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 28.6.2004 tarihinde oybirliğiyle
karar verildi.
Kaynak:YKD - 1986/1 - Sayfa:126
T.C.
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
E:2004/3849
K:2005/280
T:25.01.2005
2918 s. Yasa m. 20/d
2004 s. Yasa m. 194
Taraflar arasında görülen davada İstanbul Asliye 4. Hukuk Mahkemesi'nce verilen
25.12.2002 tarih ve 2002/359-2002/870 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacılar vekili
tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava
131 dosyası için Tetkik Hakimi Ramazan Özcan tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine
dosya içindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra
işin gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Davacılar vekili, müvekkillerinin murisinin, davalıların işleteni ve Zorunlu
Mali Sorumluluk Sigortası oldukları ve dava dışı ölen A.D.'nin kullandığı araçta yolcu iken
geçirdikleri kazada öldüklerini, tazminat için başvurularının sonuçsuz kaldığını ileri sürerek,
davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalılardan M. Otomotiv Ltd. Şti. vekili, noter satış sözleşmesi fotokopisini sunarak ve
aracın noter satışı ile kazadan önce üçüncü şahsa satıldığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
Diğer davalı, davaya yanıt vermemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma ve toplanan kanıtlara göre, aracın noter satışı ile dava dışı
üçüncü bir kişiye satılmış olması ve dosyaya yeni malik adına düzenlenmiş poliçe zeyilnamesi
sunulmadığı gerekçeleriyle, davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacılar vekili temyiz etmiştir.
1- Dava dosyası içindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan
delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına ve 2918
sayılı KTK'nın değişik 20/d maddesi hükmü uyarınca, noterlerce gerçekleştirilen devir
işlemlerinin, araç mülkiyetinin geçirilmesi için yeterli olup işlemin tamamlanması için trafik
siciline alıcı adına tescil işlemi yapılması zorunlu olmamasına; aracı, noter satışı ile devralan kişi
adına tescil işlemi yaptırılmamış olsa bile aracın maliki olup sunulan noter sözleşmesi
fotokopisine göre, hasar veren aracın, rizikonun gerçekleştiği tarih olan 21.12.2000 gününden
önce dava dışı Ferhat Zor adlı üçüncü kişiye 29.03.2000 günü noter sözleşmesi ile devredilmiş
bulunmasına göre, davacılar vekilince davalı Meltem Otomotiv Ltd. Şti. bakımından, ileri sürülen
bütün temyiz itirazlarının reddi ile hükmün, bu davalı bakımından onanması gerekmiştir.
2- Davacılar vekilinin, davalı sigortaya ilişkin temyizine gelince, kaza tarihinde yeni
malik adına zeyilname sunulmadığı gerekçesiyle davanın reddedilmesi doğru değildir. Çünkü
kazaya neden olan araç, kaza tarihinde devam eden sözleşme ile davalı sigortaca Zorunlu Mali
Sorumluluk Sigortası ile sigortalıdır. Kaza tarihinde işleten/malikin değişmiş olması, üçüncü
kişiler bakımından, haksız eylem sorumluluğuna ilişkin olarak, davalı sigortanın sorumluluğunu
ortadan kaldırmaz, zeyilnamenin düzenlenmemiş olması davalı sigorta ile sigorta sözleşmesini
yaptığı sigortalısı arasındaki ilişkiyi ilgilendirir. O halde, mahkemece davalı sigorta bakımından,
yazılı gerekçe ile davanın reddi yanlıştır.
Ancak, davalı A. Sigorta A.Ş.'nin 07.02.2003 tarihli kararla iflasına karar verildiği
Dairemizce bilinmektedir. İİK'nın 194. maddesi uyarınca iflasın açılması, iflas masasına giren
malı haklarla ilgili bütün hukuk davalarını, acele olanlar ayrık olmak üzere, ikinci alacaklılar
toplantısından 10 gün sonrasına kadar durdurur. Bu hükmün amacı, iflasın açılması ile tasarruf
yetkisi kısıtlanıp yerini iflas idaresi alan müflisin davacı veya davalı taraf olarak bulunduğu
davaları devam ettirmekte fayda olup olmadığını tespit bakımından iflas idaresine imkan
sağlamaktadır. Bu durumda mahkemece, bir ara kararı ile davanın ikinci alacaklılar
toplantısından on gün sonraki bir tarihe kadar durmasına karar vermek, o tarihten sonra davaya
devam etmek gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.
SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) numaralı bentte açıklanan nedenle, davacılar vekilinin davalı M.
Otomotiv Ltd. Şti.ne yönelik bütün temyiz itirazlarının reddi ile hükmün, bu davalı bakımından
ONANMASINA, ( 2 ) numaralı bentte açıklanan nedenle, temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün,
davacılar yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcının isteği halinde temyiz edene
iadesine, 25.01.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
132 T.C.
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
E:2004/3177
K:2004/12534
T:20.12.2004
1512 s. Yasa m. 162
Taraflar arasında görülen davada Aksaray Asliye 1. Hukuk Mahkemesi'nce verilen
31.01.2003 tarih ve 1994/130-2003/48 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi davalı Banka vekili
tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava
dosyası için Tetkik Hakimi Deniz Biltekin tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine
dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten
sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, müvekkilinin davalı bankanın Aksaray şubesine 18.5.1993
tarihinde 3 ay vadeli olarak 25.000.Hollanda Florini yatırdığını, daha sonra parayı çekmeye
gittiğinde sahte vekaletname ile paranın çekildiğini öğrendiğini, sahte vekaleti davalı noterin
düzenlediğini, bankada benzeri olayların yaşanmasına rağmen bankanın gerekli dikkati
göstermediğini, ileri sürerek, 25.052.53.Hollanda Florinin aynen faizi ile tahsilini talep etmiştir.
Davalı Emlak Bankası A.Ş. vekili, davacıya ait paranın vekili İsmet Alışık tarafından
çekildiğini, vekaletnamede herhangi bir silinti, kazıntı olmadığını, müvekkilinin notere verilen
nüfus cüzdanını kontrol yükümlüğünün bulunmadığını, olayda bankanın kusurunun
bulunmadığını, savunarak, davanın reddini talep etmiştir.
Davalı Yaşar Dinçtürk vekili, müvekkilinin personel seçiminde kusurunun bulunmadığını,
nüfus cüzdanının iğfal kabiliyetinin yüksek olduğunu, silinti, kazıntının bulunmadığını, ibraz
edilen nüfus cüzdanına göre her noterin vekaletname düzenleyeceğini savunarak, davanın reddini
talep etmiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamından, davalı Yaşar
Dinctürk hakkındaki davanın sübut bulmadığından reddine, davalı banka hakkındaki davanın ise,
kabulüne karar verilmiştir.
Kararı, davalı banka vekili temyiz etmiştir.
Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan
delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre,
davalı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davalı vekilinin bütün temyiz
itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, 4743 sayılı
yasanın 6. ncı maddesinin B/4 bendi gereğince, Emlak Bankası Yargı harçlarından muaf
olduğundan harç alınmasına mahal olmadığına, 20.12.2004 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
133 T.C.
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
E:2006/12186
K:2006/13739
T:21.12.2006
SAHTE VEKALETNAME
NOTERİN SORUMLULUĞU
NEDENSELLİK BAĞININ KESİLMESİ
BANKANIN SORUMLULUĞU
Özet
Bir güven kurumu olan ve bu nedenle hafif kusurundan sorumlu bulunan bankanın, sahteliği
çıplak gözle görülebilecek nitelikte olmayan ve usulüne uygun olarak düzenlenmiş olan
vekaletnameye dayanarak yaptığı ödemede kusursuz olduğu saptandığına göre, ödeme
nedeniyle oluşan zarardan bankanın sorumlu olduğu kabul edilemez. Noterlik Kanununun
öngördüğü düzenlemede noterin kusursuz sorumluluğu kabul edilmiş ise de; zarar ile noterin
eylemi arasında uygun nedensellik bağının kesildiği anlaşılırsa noterin sorumluluğundan söz
edilemez.
6762 s. Yasa m. 4/6
818 s. Yasa m. 96
1512 s. Yasa m. 162
Taraflar arasında görülen davada Ankara Asliye 6. Ticaret Mahkemesince verilen 01/12/2004
tarih ve 2002/564-2004/646 sayılı kararın Yargıtay ca incelenmesi duruşmalı olarak davalılar
vekili tarafından istenmiş olmakla, bazı noksanlıkların ikmali için dosya mahalline gönderilmişti.
Bu noksanlıkların giderilerek dosyanın gönderildiği anlaşılmakla, duruşma için belirlenen
19.12.2006 gününde davacı avukatı ile davalılardan T.C. Ziraat Bankası avukatı ile M avukatı
geldi, tebligata rağmen ihbar edilen Sigorta avukatı duruşmaya gelmediğinden, temyiz
dilekçesinin de süresinde verildiği anlaşıldıktan ve duruşmada hazır bulunan taraflar avukatları
dinlenildikten sonra, duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek
karara bağlanması ileriye bırakılmıştı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen
rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm
belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, müvekkilinin davalı banka şubesindeki döviz tevdiat hesabında bulunan 30.500
USD'nin şirketi temsile yetkili (O) adına düzenlenmiş sahte nüfus kağıdı ile davalı noterce
düzenlenen vekaletnameye dayanılarak Hakan adlı kişi tarafından çekildiğini, bankanın hesapla
ilgili olarak şirketçe verilen imza sirküsü ile vekaletnamedeki imzayı kontrol etmeden
vekaletnamede olması gereken vergi numarasının yokluğunu gözetmeden şirket yöneticisi
(O)'nun verdiği nüfus kağıdı örneği ile vekaletname ekindeki nüfus kağıdı örneğini
karşılaştırmadan ödeme yapmaktan, diğer davalının ise vekaletname tanzimi sırasında ibraz
edilen imza sirküsü ile vekaletnamedeki (O) imzasındaki farklılığa dikkat etmemek ve şirketin
vergi numarasını istememek suretiyle vekaletname düzenlemekten dolayı kusurlu ve sorumlu
olduklarını ileri sürerek 30.500 USD'nin 25.9.2001 tarihinden itibaren USD'ne uygulanan en
yüksek mevduat faizi ile birlikte davalılardan müteselsildi tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı banka vekili, müvekkili bankanın bankacılık uygulamalarına uygun biçimde ibraz edilen
vekaletnameye göre ödeme yaptığı ve kusurunun bulunmadığını savunarak davanın reddini
istemiştir.
Davalı M vekili, müvekkili açısından ticari dava niteliği taşımayan davada görevli mahkemenin
Asliye Hukuk Mahkemesi olduğunu, davacının zararının davalı banka görevlilerinin ağır
kusurundan olduğunu, bu yüzden müvekkiline husumet düşmeyeceğini vekaletnamenin gerekli
134 dikkat ve özen gösterilerek düzenlendiğini, sahteliğin çıplak gözle görülebilecek nitelikte
olmadığını ve vekaletnamenin para ile ilgili olması nedeniyle tanık huzurunda düzenlendiğini,
ceza davası sonucunun da beklenerek davanın reddine karar" verilmesini istemiştir.
Mahkemece toplanan kanıtlara göre, davanın TTK'nın 4/6 maddesi uyarınca bankacılık
işleminden kaynaklanması nedeniyle işbölümü itirazının reddine, davacının 22.8.2001 tarihinde
davalı bankada açtığı döviz, tevdiat hesabından davalı noterin düzenlediği 18.9.2001 tarihli sahte
vekaletnameye dayanılarak Hakan sahte kimlikli şahsın aynı gün ve bir sonraki gün toplam
30.500 USD'nin çektiği, her ne kadar bilirkişi raporunda hesaptan para çeken şahsın davacı
şirkete ait her türlü bilgi ve donanıma sahip olduğu ve bu kişiye içerden bilgi sızdırıldığı izlenimi
doğduğu, davalı banka görevlileri hakkında takipsizlik karan verildiği davalı noterinde ceza
davasından beraat ettiği gözetilerek kusurlarının bulunmadığı belirtilmiş ise de, Noterlik
Kanunu'nun 162. maddesi ile noterin sorumluluğunun objektif sebep sorumluluğu olduğu, davalı
bankanın ise bir güven kurumu olması, aldıkları mevduatları sahtecilere karşı özenle koruma
yükümlülüklerinin bulunması, objektif özen borcunun gereği olarak hafif kusurlarından dahi
mevduat sahiplerine karşı sorumlu bulunması nedeniyle BK 94. maddesi gereğince zarardan
sorumluluğu bulunduğu, kaldı ki, parayı çeken kişinin davacıya ait bir kısım bilgileri bildiği ve el
ve işbirliği halinde hareket ettiği iddiasına ilişkin hiçbir kanıt gösterilmediği, gerekçesiyle
davanın kabulüne karar verilmiştir. Karan davalılar vekilleri temyiz etmiştir.
1-Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan
delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre,
davalı MK vekilinin yerinde görülmeyen ve aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan diğer temyiz
itirazlarının reddi gerekmiştir.
2-Ancak, davalı noter, davacının hesabından para çekilişinde kullanılan vekaletnameyi tümüyle
resmi şekilde düzenlenmiş bulunan ve üzerinde soğuk mühürde olan nüfus cüzdanına ve ibraz
edilen imza sirkülerine dayanarak düzenlediğini, bu vekaletnameye dayalı olarak para çekilmesi
sonucunda davacının oluşan zararı ile nedensellik bağının nüfus cüzdanının sahte olarak
düzenlenmesi nedeniyle kesildiğini, bu durumda Noterlik Kanununun 162. maddesinde
öngörülen kusursuz sorumluluğunun ortadan kalktığını savunmuştur.
Noterlik Kanunu'nun 162. maddesi gereğince davalı noterin kusursuz sorumluluğu söz konusu ise
de, kusursuzluğunun ispatı yerine, zarar ile uygun nedensellik bağının kesildiğini kanıtlaması
durumunda sorumluluğunun ortadan kalkacağı da açıktır. Kusursuz sorumlulukta nedensellik
bağının kesilebilmesi için zarar görenin ağır kusurlu veya üçüncü bir kişinin illiyet bağını
kesebilecek nitelikte ağır kusurunun olması veya zararlandırıcı sonucun meydana gelmesinde
öngörülmeyen bir halin bulunması gerekmektedir.
O halde mahkemece davalı noterin zarar ile nedensellik bağının kesildiğine ilişkin savunması
üzerinde durulmaksızın objektif sebep sorumluluğu bulunduğu gerekçesiyle hakkındaki davanın
kabulüne karar verilmiş olması eksik incelemeye dayalı olduğundan kararın bu nedenle davalı M
yararına bozulması gerekmiştir.
3-Davalı banka vekilinin temyiz itirazlarına gelince, davacının banka nezdinde bulunan
hesabından usulüne uygun olarak düzenlenmiş vekaletname, nüfus cüzdanı ve davacı şirkete ait
imza sirkülerine dayanılarak paranın ödenmesinde davalı bankanın BK'nın 96. maddesinde
öngörülen kusursuzluğu kanıtlanmış bulunmasına rağmen, davalı banka hakkındaki davanın
kabulüne karar verilmesi doğru görülmediğinden kararın bu nedenle de davalı banka yararına
bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda 1. Numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı M vekilinin yerinde
görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, kararın 2 numaralı bentte açıklanan nedenlerle
davalı M yararına, 3 numaralı bentte açıklanan nedenlerle de davalı banka yararına
BOZULMASINA, takdir edilen 500,00'şer YTL duruşma vekillik ücretinin davacıdan alınarak
davalılara verilmesine, ödedikleri temyiz peşin harcın istekleri halinde temyiz edenlere iadesine,
21.12.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
135 YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ KARARLARI
T.C.
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
E:1996/15550
K:1996/15912
T:18.12.1996
BONO (TANZİM VE VADE TARİHLERİNİN AYNI OLMASI)
Takip dayanağı bonoda, tanzim tarihi ile vade tarihinin aynı olması, bono özelliğini
etkilemez. TTK.nun 615. maddesine aykırılık oluşturan başkaca bir husus bulunmadığına
göre, mercice, her iki tarihin aynı günü göstermesi nedenine dayanılarak takibin iptaline
karar verilmesi doğru değildir.
6762 s. TTK. m. 615, 690
Merci Kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı vekili tarafından istenmesi
üzerine; bu işle ilgili dosya mahallinden Daireye 11.12.1996 tarihinde gönderilmiş olmakla
okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:
Takip dayanağı bonoda, tanzim tarihi ile vade tarihinin aynı olması bono vasfını
etkilemez. TTK.nun 615. maddesine aykırılık teşkil eden başkaca bir husus bulunmadığına
göre, mercice her iki tarihin aynı günü göstermesi nedenine dayanılarak takibin iptaline karar
verilmesi isabetsizdir.
S o n u c : Alacaklı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile merci kararının yukarıda
yazılı
nedenle
İİK.nun 366. ve HUMK.nun 428. maddeleri uyarınca
(BOZULMASINA),18.12.1996 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Kaynak:YKD - 1997/2 - Sayfa:229
T.C.
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
E:1997/6436
K:1997/6832
T:10.06.1997
DAVA: Merci kararının müddeti içinde temyizen tetkiki Borçlu vekili tarafından
istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye 26.05.1997 tarihinde gönderilmiş
olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR: İcra takibinin dayanağı 23.02.1995 vade tarihli 30.000.000.-liralık belgede,
lehtar (... Ticaret) olarak gösterilmiştir. Alacaklının bu belge ile borçlu hakkında kambiyo
senetlerine mahsus özel yol ile takip yaptığı anlaşılmıştır. TTK.`nun 688/5. maddesi hükmüne
göre bir bonoda kime ödeme yapılacak ise, onun ad ve soyadının, tüzel kişi ise ticaret unvanının
gösterilmesi zorunludur. Takip konusu belgede bu unsur mevcut bulunmadığından bono
niteliğinde sayılamaz. Belgenin arka yüzündeki cironun takip alacaklısı hakiki şahsa ait olması
yukarıdaki olguyu değiştirmez. Ancak, Yargıtay uygulamasında lehtar hanesinde kısaltılmış
unvanı yazılı olan tüzel kişinin bu sıfatının ciro şerhi ile doğrulanmış olması durumlarında
bononun tüzel kişi adına düzenlendiği kabul edilmektedir. Somut olayda anılan özellik
136 bulunmadığına göre itirazın kabulüne ve İİK.`nun 170/a maddesi gereğince re`sen takibin iptaline
karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.
SONUÇ: Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile merci kararının yukarıda yazılı
nedenle İİK.`nun 366. ve HUMK.`nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, 10.06.1997
gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
E:1998/4066
K:1998/7731
T:24.06.1998
Yukarıda tarih ve numarası yazılı merci kararının onanmasını mutazamnım 19.11.1997
tarih ve 12604/12938 sayılı daire ilamının müddeti içinde tashihen tetkiki Alacaklı ve Müdahil
vekilleri tarafından istenmesi üzerine (...) gereği görüşülüp düşünüldü:
İcra tetkik Hakimliğince; Ticaret Sicil Memurluğunun 12.9.1997 tarihli cevabi yazısı esas
alınarak çekin keşide tarihi olan 14.7.1997 itibariyle Bülent Şensoy'un şirketi temsil yetkisi
olmadığı gerekçesi ile icra takibinin iptaline karar verilmiştir.
Ticaret Sicil Memurluğunun 29.9.1997 tarihli ve 373 sayılı yazısında keşideci Pergamon Granit
Maden Ürünleri Dış Ticaret ve Sanayi A.Ş. ana sözleşmesinin 24.3.1992 tarihinde tescil edildiği,
kuruluş ana sözleşmesi gereği yönetim kurulu üyeliklerine 3 yıl süre ile Marcel Danici Ernast
Badertscher, Mustafa Gazanfer Arabacı ve Emine Belgin Serin'in seçildiği, 24.8.1997 tarihine
kadar genel kurulu yapılmadığı, 3 yıl sonunda genel kurul yapılmadığı için ilk seçilen yönetim
kurulu görev süresinin 24.3.1995 tarihinde sona erdiği, 24.8.1997 tarihinde yapılan olağanüstü
genel kurulda yönetim kurulu üyeliklerine 3 yıl süre ile Marcel Daniel Ernast Badertscher, Lütfü
Bülent Şahin ve Emine Belgin Serin'in seçildiği belirtilmiştir.
Dosyaya ibraz edilen 1.3.1993 tarihli ve 9 sayılı yönetim kurulu kararı ile Marcel Daniel Ernest
Badertscher ile Mustafa Gazanfer Arabacı şirketi her sahada temsil ve ilzam için münferiden,
Bülent Şensol ile Sezer Arı'nın ise birlikte atacağı imza ile temsil ve ilzam yetkisi verilmiştir.
25.11.1994 tarihli vekâletname içeriğine göre şirketi tek başına temsil ve ilzama yetkili Marcel
Daniel Ernest Badertscher tek başına çek keşide etmesi konusunda belli bir süre sınırlaması
olmaksızın Bülent Şensoy'u vekil tayin etmistir.
TTK.nun 314 ve devamı maddeleri gereği anonim şirketlerde yönetim kurulu üyeleri en fazla üç
yıllık bir sure için geçilebilirse de doktrin ve uygulamaca kabul edildiği üzere yönetim kurulunun
görev süresi sona erdiğinde, bu sıfatlarının kendiliğinden düşeceğine ilişkin bir hüküm olmaması
halinde süreleri dolsa bile önceki yönetim kurulu yeni yönetim seçilene kadar görevleri devam
eder. (11. H.D. 30.11.1992 tarih E. 6270, K. 11024 sayılı karar. Gönen ERİŞ, Anonim Şirketler
Hukuku -1995 Baskı, sayfa 207)
Bu duruma göre 24.3.1992 tarihinde oluşturulan yönetim kurulunun görevi 24,8.1997 tarihinde
yapılan genel kurulda seçilen yeni yönetim kurulunun göreve başlamasına kadar devam etmiştir,
24.3,1992 tarihinde oluşturulan yönetim kurulunda, yönetim kurulu başkanı olan Daniel Ernest
Badertscher 1.3.1993 tarihli yönetim kurulu karan ile şirketi tek başına temsile ve İlzama yetkili
kılınmış olup, bu kişinin 25.11.1994 tarihinde verdiği vekâletname ile şirketi tek başına temsilen
çek keşide etmeye yetkili kılınan Bulent Şensoy'un vekâletinin uyuşmazlık konusu çekin keşide
edildiği 14.7.1997 tarihinden önce sona erdiği iddia ve kanıtlanmış değildir.
Bergama Asliye (Ticaret) Hukuk Mahkemesinin 97/481-504 sayılı ve 12.8.1997 tarihli ilamı ile
Mustafa Yıldırım şirkete kayyım tayin edilmişse de bu atama uyuşmazlık konusu çekin keşide
edildiği tarihten sonra olduğu gibi kayyım görevi genel kurul toplantısının yapılmasını temin ile
sınırlı olup, Bülent Şensoy'un şirketin vekili olarak çek keşide etme yetkisini ortadan kaldırmaz.
137 Bu durumda takip konusu çekten dolayı keşideci şirketi sorumlu tutmak gerekeceğinden merci
kararının bozulması gerekirken onandığı anlaşıldığından alacaklı vekili ve müdahilin karar
düzeltme isteminin kabulü gerekmiştir.
SONUÇ: Alacaklı ve Müdahil vekillerinin karar düzeltme talebinin kabulü ile Dairemizin
19.11.1997 tarih ve 1997/12604-12938 sayılı onama kararının kaldırılarak Bergama İcra Tetkik
Mercinin 30.9.1997 tarih ve 1997/158-137 sayılı kararının yukarıda yazılı nedenlerle (...)
BOZULMASINA. (24.06.1998)
T.C.
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
E:2001/4570
K:2001/5885
T:06.04.2001
MÜDDETLERİN HESABINDA TATİL GÜNLERİ
Poliçe ile ilgili muamelelerden biri, son günü cumartesiye, pazara veya diğer bir resmi tatil
gününe rastlayan bir müddet içinde yapılması gerektiği takdirde bu müddet, onu takibeden ilk
iş gününün sonuna kadar uzar. Aradaki tatil günleri müddet hesabına dahildir. Müddetlerin
başında, ortasında ve sonundaki tatil günleri sebebiyle ayrıca bir uzatma istenemez. Ancak
kanunun, müddetlerin hesabında iş günü esasının uygulanacağını belirttiği hallerde, tatil
günlerini müddet hesabına dahil edileceği yolundaki hüküm uygulanmaz.
6762 s. TTK. m. 620, 626, 635, 642, 647, 664/2, 690
Merci kararının bozulmasını muta zammın, 19.1.2001 tarih, 19898/594 sayılı daire
ilamının müddeti icinde tashihen tetkiki alacaklı vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili
dosya mahallinden daireye 19.3.2001 tarihinde gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp
düşünüldü:
Takip konusu bonolarda TTK.nun 626 ve 642. maddelerine göre keşidecinin yasal süresi
içinde protesto edildiği, alacaklı vekilince karar düzeltme dilekçesi ekinde ödememe protestoları
ibraz olunan ve incelenen protestolarla tespit edilmiştir. Şöyle ki; TTK. 690. maddesi
göndermesiyle bonolarda da uygulanması gereken TTK.nun 664/2. maddesi gereğince poliçe ile
ilgili muamelelerden biri son günü cumartesiye, pazara veya diğer bir resmi tatil gününe rastlayan
bir müddet içinde yapılması lazım geldiği takdirde bu müddet onu takip eden ilk iş gününün
sonuna kadar uzar. Aradaki tatil günleri müddet hesabına dahildir. Müddetin başındaki,
ortasındaki veya sonundaki tatil günleri nedeni ile ayrıca bir uzatma talep olunamaz. Ancak,
kanunun müddetlerin hesabında is günü esasının uygulanacağı belirttiği hallerde (örneğin,
TTK.nun 620, 626, 635, 647) tatil günlerinin müddet hesabına dahil edileceği yolundaki hüküm
uygulanmaz (Prof. Dr. Fırat Öztan, Kıymetli Evrak Hukuku). Somu' olayda 15.1.1999 vadeli
bonoda protesto çekmek için vadeyi takip eden 2 iş günü cumartesi-pazara rastlamıştır. Pazartesi
idari tatil olması nedeniyle işgünü sayılır. Salı, Çarşamba, Perşembe yine resmi tatil olduğundan
Cuma günü protestonun çekilmesi için 2. iş günü olarak belirleneceğinden 22.1.1999 tarihinde
keşide edilen protesto da suresindedir. Hal böyle olunca alacaklının lehtar Ahmet hakkında takıp
yapmasında yasal bir engel olmadığından merci kararının onanması gerekirken bozulduğu
görülmekle alacaklı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü gerekmiştir.
Sonuç: Alacaklı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 19.1.2001
tarihli 2000/19898-2001/594 sayılı bozma ilamının kaldırılmasına, merci kararının yukarıda
yazılı nedenlerle İİK. 366. ve HUMK. 438. maddeleri uyarınca (ONANMASINA), 3.240.000.lira onama harcı peşin alındığından mahsubuna, bakiye kalmadığından başkaca harç alınmasına
yer olmadığına, 6.4.2001 gününde oybirliğiyle karar verildi.
138 T.C.
YARGITAY
12.Hukuk Dairesi
Esas: 2004/1589
Karar: 2004/6352
Karar Tarihi: 18.03.2004
ÖZET : Türk Ticaret Kanunu'nun 314. ve bunu izleyen maddelerinde, 3 yıllık süre için
seçilen anonim şirket yönetim kurulu üyelerinin görev süreleri sona erdiğinde bu
sıfatlarının kendiliğinden düşeceğine ilişkin bir hüküm olmadığına göre, şirketin organsız
kalması da mümkün bulunmadığından yeni yönetim seçilene kadar önceki yönetim
kurulunun görevlerine devam edeceğinin kabulü gerekir.(6762 S. K. m. 314)
Dava: Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkikinin
borçlu temsilcisince istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş
olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:
Karar: İstanbul Ticaret Sicili Memurluğunun icra müdürlüğüne gönderdiği cevap yazısında
14.10.1998 tarihli Genel Kurul kararına göre; Gönül'ün yönetim kurulu başkanı, Aydemir'in
başkan yardımcısı ve Yeşim'in de yönetim kurulu üyesi olarak 3 yıl için görevlendirildikleri ve
bu tarihten sonra alınmış bir başka kararın bulunmadığı bildirilmiştir. Türk Ticaret Kanunu'nun
314. ve bunu izleyen maddelerinde, 3 yıllık süre için seçilen anonim şirket yönetim kurulu
üyelerinin görev süreleri sona erdiğinde bu sıfatlarının kendiliğinden düşeceğine ilişkin bir
hüküm olmadığına göre, şirketin organsız kalması da mümkün bulunmadığından yeni yönetim
seçilene kadar önceki yönetim kurulunun görevlerine devam edeceğinin kabulü gerekir. Yerleşik
Yargıtay uygulaması da bu yöndedir.
Bu durumda şirket adına Aydemir'in 6.2.2002 tarihli icra müdürlüğündeki itirazı yasal süresinde
ve geçerlidir. O halde 4.7.2002 tarihli memurluk kararına yönelik şikayetin reddi yerine kabulü
isabetsizdir.
Sonuç: Borçlu temsilcisinin vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda
yazılı nedenlerle İ.İ.K. 366 ve H.U.M.K.'nun 428.maddeleri uyarınca BOZULMASINA,
18.03.2004 gününde oybirliği ile karar verildi.
139 T.C.
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
E:2006/11906
K:2006/14652
T:04.07.2006
6762 s. Yasa m. 688/5
2004 s. Yasa m. 170a/2
Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu vekili tarafından istenmesi
üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp
düşünüldü:
KARAR : İcra takibinin dayanağı olan bononun lehtar hanesinin boş olduğu
görülmektedir. T.T.K.'nun 688/5. maddesi gereğince bonoda lehtarın ad ve soyadının yazılı
olması zorunludur. Lehdar, gerçek veya tüzel kişi olarak bonoda gösterilmez ise, dayanak belge
bono olarak kabul edilemeyeceğinden T.T.K.'nun 688/5. maddesinde öngörülen koşulları
taşımayan bu belge nedeniyle borçlu hakkında kambiyo senetlerine özgü yolla takip yapılması
mümkün değildir.
Bu durumda mahkemece İ.İ.K.'nun 170/a-2 maddesi gereğince re'sen takibin iptaline karar
verilmesi gerekirken bu hususun göz ardı edilerek keşidecinin protesto edilmediği gerekçesi ile
ödeme emrinin iptali yönünde hüküm tesisi isabetsiz olup, kararın bu nedenle bozulması gerekir
ise de anılan yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını zorunlu kılmadığından
kararın düzeltilerek onanması yoluna gidilmiştir.
Öte yandan kabul şekline göre de; TTK. 690. maddesinin göndermesi ile bonolar
hakkında da uygulanması gereken aynı kanunun 626 ve 642. maddelerine göre keşidecinin
protesto edilmemesi nedeniyle takip alacaklısının müracaat hakkını yitirdiği kabul edildiğine göre
mahkemece, İ.İ.K.'nun 170/a-2 maddesi uyarınca takibin iptaline karar verilmesi gerekirken
ödeme emrinin iptali ile yetinilmesi doğru değildir.
SONUÇ : Borçlu vekilinin temiz itirazlarının kabulü ile Bursa 6. İcra Mahkemesi'nin
07.03.2005 tarih ve 2005/950 Esas, 2006/186 Karar sayılı kararının hüküm bölümünün ( 1 ).
maddesinde yer alan "ödeme emrinin iptaline" sözcüklerinin silinerek yerine "takibin iptaline"
sözcüklerinin yazılmasına, kararın düzeltilmiş bu şekli ile İİK. 366 ve HUMK.'nun 438.
maddeleri uyarınca ( ONANMASINA ), mahkeme kararı düzeltilerek onandığından harç
alınmasına mahal olmadığına, 04.07.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.
140 T.C.
YARGITAY
ONİKİNCİ HUKUK DAİRESİ
Esas No : 2006/23644
Karar No : 2007/1257
YARGITAY İLÂMI İNCELENEN KARARIN MAHKEMESİ : Tuzla İcra Hukuk
Mahkemesi
TARİHİ : 04/10/2006
NUMARASI : 2006/153-199
DAVACI : ALACAKLI; HAYDAR YILMAZ
DAVALI : BORÇLU : LİNG KİMYA PETROL ÜRÜNLERİ
DAVA TÜRÜ : Şikayet
Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu
vekili tarafından istenmesi üzerine bu iple ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla
okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü : Takip alacaklısı tarafından borçlu hakkında başlatılan
ilamsız icra takibinde takip dayanağı olarak gösterilen noter makbuzları Adalet Bakanlığı ve adli
müfettiş raporlarını İİK'nun 68 madde anlamında belge niteliği bulunmamakta, alacağın tahsili ve
borç miktarının tespiti hususlar yargılamayı gerektirdiğinden ve borçlunun takibe konu asıl
alacağı
kabulü durumu da söz konusu olmadığından mahkemece istemin reddi gerekirken yazılı şekilde
kabulüne karar verilmesi isabetsizdir.
SONUÇ : Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı
nedenlerle İİK 366 ve HUMK'un 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA). 29.01.2007
gününde oybirliğiyle karar verildi.
Başkan Üye Üye Üye Üye M.Oskay H.Karakış F.Kadı T.Ankan N.Hacımahmutoğlu
T.C.
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
E:2008/21678
K:2008/17969
T:21.10.2008
İCRA HUKUKU
GEÇERSİZ KEFALET
ASIL BORCUN BELLİ OLMAMASI
Özet
Asıl borç belli olmaksızın sadece kefilin sorumlu olacağı en yüksek meblağ gösterilmek
suretiyle verilmiş olan kefalet geçerli olmaz.
2004 s. Yasa m. 38
Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlular
vekili tarafından istenmesi üzerine bu isle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla
okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:
141 İİK. 38. maddesinde "... para borcu ikrarını havi re'sen tanzim edilen noter senetleri ..."nin
ilamların icrası hakkındaki hükümlere tabi olduğu düzenlemesine yer verilmiştir.
Para borcu kabulünü içeren düzenleme suretiyle tanzim edilen noter senetlerinin ilam hükmünde
olabilmesi için koşulsuz biçimde (kayıtsız-şartsız) para borcuna ilişkin olmaları, tek taraflı borç
kabulü (ikrarı) niteliğinde bulunmaları ve düzenleme biçiminde (re'sen) düzenlenmiş olmaları
gerekir. Somut olayda takibe dayanak yapılan Kayseri 7. Noterliğinin 05 Temmuz 2002 tarih,
18563 yevmiye nolu kefalet senedinde AH Çökelik'in Würt Otomotiv ve Montaj Sanayi Ürünleri
Paz. Ltd. Şti, ne ait işyerlerinde çalıştığı sırada herhangi bir nedenle şirketi yapacağı zarar ziyanı
karşılamak üzere şirketin isteyeceği paranın 15.000 EURO'ya müşterek borçlu müteselsil kefil
olduğunu bildirmektedir. Asıl borç belli olmaksızın sadece kefilin sorumlu olacağı en yüksek
meblağ gösterilmek suretiyle verilmiş olan kefalet geçerli olmaz. Somut olayda olduğu gibi
ileride doğacak bir zararın karşılanması için 15.000 EURO ya kadar verilen kefalet geçersizdir.
Zira verilen zararın miktarı yargılama sonucunda belli olabilecektir. Bu durumda alacağın
oluşması bu şartlarla kayıt altına alınmış olup, şirkete bir zarar verilip verilmediği ve miktar
yargılamayı gerektirdiğinden mevcut hali ile kefaleti gerektirir likit bir alacağın varlığından söz
edilemez. Mahkemece bu nitelikleri taşımayan belgeye dayanılarak yapılan takibin iptali
yönündeki şikâyetin kabulü yerine reddine karar verilmesi isabetsizdir.
SONUÇ: Borçlular vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı
nedenlerle İİK. 366 ve HUMK.'un 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), 21.10.2008
gününde oybirliğiyle karar verildi.
Kaynak:İstanbul Barosu Dergisi 2009/2
142 YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ KARARLARI
T.C.
YARGITAY
13. Hukuk Dairesi
E:1978/3712
K:1978/3972
T:05.10.1978
AVUKATLIK ÜCRETİ
GEÇERSİZ SÖZLEŞME (HUKUKSAL SONUCU)
Satış vaadi sözleşmesinin geçersizliği halinde taraflar ancak verdiklerini isteyebilirler. Dava
davalılar için müşterek olan bir nedenle reddedildiğinde sadece bir avukatlık ücreti takdir
edilir.
818 s. BK m. 213
YİBK. 27.6.1976 gün ve 2/14 s.
Taraflar arasındaki alacak ve Tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; ilamda
yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine ilişkin olarak verilen hükmün süresi içinde taraflar
avukatlarınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşuldu
Davacı, davalılardan Yusuf'un yapılmakta olan taşınmazdan kat irtifakı kurulmadan bir
daire, dört dükkan ve bir depo satışını, hile ve desise ile kendisini kandırarak vaat ettiğini, açtığı
tescil davasının, sözleşmenin geçersiz oluşu nedeniyle ret edildiğini ileri sürerek bundan doğan
zararın mevzuat ve kanun hükümlerine aykırı sözleşme düzenleyen davalı noter ile davalı
Yusuf'tan alınmasını istemiştir.
Davacı, zararının satıcı davalı Yusuf'tan tahsiline, olayda noterin kastı bulunmadığından
onun hakkındaki davanın reddine dair verilen kararın, davacı ve satıcı davalı tarafından temyizi
üzerine, dairemizce, davacının tüm temyiz itirazlarının reddine ve satış vaadi sözleşmesinin
geçersizliği kesinleşen tescil dosyası ile tespit edildiğinden, bu sözleşmeye göre taraflar ancak
verdiklerini geri alabileceklerinden bunun dışında taraflara hukuki bir sorumluluk
yükletemeyeceğinden tazminat isteğinin reddi gerekeceği nedeniyle bozulmuştur. Mahkemece,
bozma kararına uyularak davanın reddine ve davanın aynı hukuki sebebe ve aynı maddi olaylara
dayandığı gerekçesiyle bir vekalet ücreti tayin edilerek her iki davalıya eşit oranda ödenmesine
karar verilmiştir.
1- Dosyadaki yazılara ve mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş
olmasına göre davacının temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- Davalı noter hakkında verilen önceki ret kararı davacı tarafından temyiz edilmiş,
dairemizce bu davalıyı hedef tutan temyiz itirazları ve karar düzeltme isteği ret edilerek onun
hakkındaki hüküm ve dolayısıyla yararına takdir edilen vekalet ücreti kesinleşmiştir.
Öte yandan, 27.6. 1956 gün ve 2/14 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca,
bir vekalet ücreti tayin edilebilmesi için, davanın, davalılar için müşterek olan bir sebepten dolayı
ret olunması gerekir. İnceleme konusu olayda satıcı aleyhindeki dava geçersiz sözleşme
nedeniyle zarar istenemeyeceği noter hakkındaki istek ise böyle bir sözleşme düzenlenmesinde
noterin kastı bulunmadığı gerekçesi ile ret edilmiştir.
143 0 halde, davanın ayrı ayrı nedenlerle ret edilmesinden dolayı, davalılar için bir vekalet ücreti
değil, ayrı ayrı vekalet ücreti verilmesi gerekir. Mahkemece bu yönün gözetilmemesi usul ve
kanuna aykırıdır.
Sonuç Temyiz olunan kararın ikinci bentte gösterilen nedenle her iki davalı yararına
(BOZULMASINA) ve peşin harcın istek halinde iadesine 5. 10. 1978 gününde oybirliğiyle karar
verildi.
Kaynak:YKD - 1979/1 - Sayfa:92
T.C.
YARGITAY
13. Hukuk Dairesi
E:1981/4831
K:1981/6005
T:24.09.1981
BORÇLARIN ÖDENMEMESİNİN SONUÇLARI
MANEVİ GİDERİM
Haksız eylemlerden doğan sorumluluğa ilişkin kurallar örnekseme yoluyla sözleşmeden doğan
sorumlulukta da uygulanır. Sözleşmeye aykırı davranılması sonunda, BKm. 49 anlamında
kusurun ve zararın özel ağırlığı gerçekleşmiş olursa, manevi giderim istenebilir. Manevi
giderimin istenebilmesi, kişisel varlığa, kişilik haklarına ağır bir saldırı olmasına ve
kusurunda ağır bulunmasına bağlıdır.
818 s. BK m. 98/2,49/1
Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı
nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süreci içinde davalı
avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
1- Davacı, yanlar arasında kira sözleşmesi yapıldığını, noter olarak yeri kiraladığın,
davalının su borusunu kesip suyun kiralanana gelmesini engellediğini, bunda direndiğini, bu
yüzden sağlığının bozulduğunu, davalının kendisini küçük düşürdüğünü, kusursuz .bir çalışma
ortamına itildiğini ileri sürerek, 50000 lira "manevi tazminatın" ödetilmesi için istemde
bulunmuştur. davalı, sayın doğru olmadığını, su ve elektrik giderini ödememesi nedeniyle suyun
kesildiğini savunmuş ve davanın reddini dilemiştir. Mahkemece, istem doğrultusunda, 20000 lira
"manevi tazminatın" ödettirilmesine karar verilmiş, davalı hükmü temyiz etmiştir.
2- Dosya içeriğine, say ve savunmaya göre, yanlar arasında kira sözleşmesi ilişkisi
bulunduğu, kiralanın suyunu davalının kestiği saptanmıştır. Davacı, davalının kira sözleşmeye
aykırı davranmasından kaynaklanan "manevi tazminat' için istemde bulunmuştur. BKm. 98/ll'ye
göre, "haksız fiilden mütevellit mesuliyete müteallik hükümler kıyasen akde muhalif hareketlere
de tatbik olunur." Böylece, sözleşmeye aykırı davranılması sonunda, BKm. 49 anlamında
kusurun ve zararın özel ağırlığı gerçekleşmiş olursa, manevi giderim istemine olanak
sağlanmıştır. Öyleyse, somut olayda, yukarıda az önce anılan yasa hükmünde yer alan koşulların
bulunup bulunmadığı tartışılmalıdır. Şöyle ki; BKm. 49/1 uyarınca, manevi giderimin
istenebilmesi, kişisel varlığa, kişilik haklarına ağır bir saldırı olmasına ve kusurun da ağır
bulunmasına bağlıdır. Oysa, dosyadaki yazılarla belgelere, yapılan soruşturmaya, toplanan
kanıtlara göre, davalının, kiralananın suyunu kesip bunda direndiği anlaşılmaktadır. Davacının
küçük düşürmek sayı ise kanıtlanmış değildir. Yerel mahkeme kararında da, yalnızca suyun
144 kesilmesi, gereksinimlerinin giderilememesi olgusu gerçek 'kabul edilmiştir. Şu durum
karşısında, somut olayda, davacının kişisel varlığının, kişilik haklarının ağır bir saldırıya
uğradığından söz edilemez. Salt kiralananın suyunun kesilmesi olgusu, davacının onur ve
saygınlığını halele uğrattığı, ruhsat dengesini bozduğu yolundaki görüş, BKm. 49'un gerek sözü
ile ve gerekse özü ile bağdaşamaz. Gerçekte de, su kesme olgusu, ağır bir saldırı olarak
nitelemez. Tersi bir görüşün benimsenmesi, her sözleşmeye aykırı davranılmasında, BKm. 49
uygulanmasına yol açar ki, böyle bir sonuç, "ağır 'kusur" ve "ağır zarar" 'koşullarının
gerçekleşmesini arayan yasa hükmü ile apaçık çelişir. Öyleyse, manevi giderim isteminin yasal
dayanaktan yoksun olduğunun kabulü gerekir.
Yerel mahkemece, tüm bu yönlerin gözetilmemesi, davanın reddine karar verilmemesi,
usul ve yasaya aykırıdır.
Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle, hükmün, davalı yararına (BOZULMASINA),,
istek olursa temyiz peşin harcının iadesine 24.9. 1981 gününde oybirliği ile 'karar verildi.
Kaynak:YKD - 1981/12 - Sayfa:1576
T.C.
YARGITAY
13. Hukuk Dairesi
E:1982/8375
K:1983/658
T:07.02.1983
NOTERLİK İŞLEMLERİNDE ÇIKINTI
Özel vekaletnamede (satış vaadi" Çıkıntı biçiminde yazılmış olup davalının ve noterin
imzalarını taşımadığından gerçek kabul edilemez ve geçerli sayılamaz.
3456 s. Noterlik K m. 51
1512 s. Noterlik K m. 81
Taraflar arasındaki sözleşmenin iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda
yazılı nedenlerden dolayı dava konusu taşınmaz satış vaadi senedinin iptaliyle davanın reddine
yönelik olarak verilen hükmün davacı avukatınca duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine,
dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Dava, Kayseri Üçüncü Noterliği'nin 4.9.1975 tarihli ve 19141 numaralı düzenleme
şeklindeki gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin işlemde kullanılmış olan vekaletnamenin
sahteliği nedeniyle iptali isteğinden oluşmaktadır.
Davacı, söz konusu satış vaadi sözleşmesi ile sahibi olduğu Kayseri Kayak Yazısı
mevkiinde tapunun 121 pafta, 853 ada, 1118 parsel numaralı taşınmaz üzerine inşa edilmiş
apartmanın 1/20 arsa paylı ikinci kat 10 numaralı bağımsız bölümünün kendisine vekaleten
Nimet tarafından Bekir'e satışı vaat edildiğini, oysa kendisinin sadece üyesi bulunduğu İşçi Yapı
Kooperatifinde kendisini temsil ve mesken kredisini kullanması için 7.1.1971 tarih ve 263
yevmiye numaralı özel vekaletname ile Nimet'in kocası Gazi'yi vekil tayin ettiğini, hiçbir zaman
Nimet'e vekalet vermediğini; ayrıca yukarıda tarih ve numarası yazılı ve Gazi'ye verilen
vekaletnamede de satış vaadi yapmaya yetki vermemiş olduğunu, bu suretle 7.1.1971 tarihli
vekaletnamede hem satış vaadi yapmaya yetki verilmesi ve hem de Nimet'inde vekil tayin
edilmesi yoluyla sahtelik yapıldığını öne sürmüştür.
145 Söz konusu özel vekaletnamenin dosyada 3 adet fotokopisi vardır. Bunlardan bir tanesin
de, iddia edildiği gibi sadece Gazi vekil kılınmış ve satış vaadi yapmaya yetkiden söz
edilmemiştir. Diğer iki fotokopide, hem. (satış vaadi) sözcüğünün çıkıntı olarak eklendiği ve hem
de Gazi ile birlikte münferiden Nimet'in de temsile yetkili kılındığı görülmektedir. Mahkemece
bu fotokopilerin çekildiği asıl belgeler dosyaya ibraz ettirilmemiştir.
Nevar ki, tetkik konusu 7.1,1971 tarih ve 263 yevmiye numaralı özel vekaletnamenin
noterde bulunan aslı cilt halinde celp ve tetkik edildiğinde vekaletnamenin 1. sahifesinin alttan
imzaların olduğu kısım ve civarının yırtılmış veya koparılmış veya fare yeniği olması nedeniyle
bulunmadığı ve bu nedenle kimin vekil tayin edildiğinin veya Nimet isminin eklenti şeklinde
yazılıp yazılmadığının tespitinin mümkün olmadığı görülmüştür. Öte yandan 1. sahifede üst
tarafta (satış vaadi) sözcüklerinin çıkıntı şeklinde yazıldığı ve yanında noterin mührünün basılmış
olduğu saptanmıştır.
Olay tarihinde yürürlükte olan 3456 sayılı Noter Kanununun 51. maddesine göre
alacaklılar tarafından imzası bulunup da noter tarafından tasdik olunmamış çıkıntılar gerçek
sayılmaz. 1512 sayılı Noterlik Kanununun 81. maddesi gereğince de noterlik işlemlerinde
ilgilinin ve noterin imzasını taşımayan çıkıntılar geçerli değildir. İnceleme konusu özel
vekaletnamede (satış vaadi) çıkıntı şeklinde yazılı olup, davalının imzasını ve noterin imzasını
taşımamaktadır. O halde bu çıkıntı gerçek kabul edilemez ve geçerli sayılamaz. Esasen özel
vekaletnamenin muhtevası davacının üyesi olduğu Yapı Kooperatifi ile olan ilişkide ve mesken
kredisinin kullanılmasında davacıyı temsilen yapılacak işlemlerle ilgili bulunmaktadır. Burada
satış vaadi sözleşmesi için bir yetki verilmesinin gereği de yoktur. Bu itibarla bir an için Nimet'in
gerçekten baştan vekil edildiği kabul edilse dahi, çıkıntı şeklindeki "satış vaadi" sözlerinin
hukuken hüküm ifade etmediği ve Nimet'in davalı adına satış vaadi sözleşmesi yapmaya yetkisi
olmadığı anlaşılmaktadır.
İptali istenen satış vaadi sözleşmesi dosyaya girmemiştir.
Bu durumda mahkemenin iptali istenen satış vaadi sözleşme. sini ibraz ettirmesi ve
gerçekten iddia edildiği gibi davacının dava dilekçesinde evsafı yazılı bağımsız bölümü, davacı
adına 7.1.1971 tarih ve 263 yevmiye numaralı vekaletname ile Nimet tarafından davalı Bekir'e
satılmış olduğu belirlendiği takdirde, vekilin satış vaadi yetkisi olmadığından dolayı Kayseri
Üçüncü Noterliği'nce düzenlenen 4.9.1975 tarihli satış vaadi sözleşmesinin iptaline karar vermesi
gerekir. Aksine düşüncelerle davanın reddi usul ve yasaya ay. kırıdır. Karar bu nedenlerle
bozulmalıdır.
Sonuç : Kararın yukarıda açıklanan nedenlerle (BOZULMASINA), istek olursa peşin
harcın iadesine 7.2.1983 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Kaynak:YKD - 1983/7 - Sayfa:1032
146 T.C.
YARGITAY
13. Hukuk Dairesi
E:1985/399
K:1985/1945
T:22.03.1985
NOTERLİK İŞLEMLERİNDE YASAKLILIK
Noterin, noterlik işlemlerine katılamayacağını öngören hükümde sözü edilen "ilgili",
belgelendirme isteğinde bulunan kişi olup somut olayda boşaltma yükleniminde [tahliye
taahhüdünde] bulunan kiracıdır. Bu nedenle not erin kiralayanın umumi vekili olması ve kira
işleriyle ilgilenmesi, noterin ilgili sayılmasını gerektirmez
Boşaltma yüklenimi [tahliye
taahhüdü doğrudan kira sözleşmesine taraf kirala yan yararına olup noterin o yeri ileride
arşiv olarak kiralamayı düşünmesi işleme noter yararına yapılmış tasarruf niteliği vermez.
1512 s. Noterlik K m. 76
Taraftar arasındaki iptal davasının yapılan yargılaması sonunda; ilamda yazılı nedenlerden
dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalılar avukatınca temyiz
edilmesi üzerine; dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü
Davacı, ruh? bunalım içerisinde bulunduğu sırada hulûs ve gafletinden istifa edilerek ve
kira akdi yenileneceği söylenerek noterlikçe düzenlenen 10.1.1983 günlü tahliye taahhüdünün
iptalini istemiştir.
Mahkemece, tanık beyanlarının senedin hilafını ispata yeterli olmadığı, ne var ki davalılardan
noterin diğer davalı kiralayanın umumi vekili olduğu ve kira işlerini takip ettiği ve davacının
tahliye edeceği yeri ileride iş yeri olarak kullanmak istediği anlaşıldığından, noterin bizzat ilgili
olduğu bu işte tahliye taahhüdünü düzenlemesi ve noterlik işlerine katılması Noterlik Kanununun
76. maddesi ile yasaklandığı gerekçesiyle tahliye taahhüdünün iptaline karar verilmiştir.
Gerçekten Noterlik Kanununun 76. maddesinin 1. bendinde noterin kendisi ilgili ise veya
ilgili onun vekili olarak hareket ediyorsa noterin, noterlik işlemine katılamayacağı
öngörülmüştür. Ancak aynı Yasanın 72. maddesinin 2. fıkrasında ilgilinin kim olduğu
belirlenmiştir. Bu hükme göre ilgili, belgelendirme isteğinde bulunan kişidir 0 halde Noterlik
Kanununa göre olayda ilgili, tahliye taahhüdünde bulunan kiracı yani davacıdır. davalı noter bu
işlemde bizzat ilgili durumunda değildir ve ilgili olan davacı, noterin vekili olarak da hareket
etmemiştir. 0 halde noterin kiralayanın umumi vekili olması ve onun kira işleri ile ilgilenmesi 76.
madde anlamında ilgili sayılmasını gerektirmez. Bu nedenle dava konusunu teşkil eden tahliye
taahhüdünün 76. maddenin 1. fıkrası kapsamı içinde kaldığı kabul edilemez.
Öte yandan Noterlik Kanununun 76. maddesinin 6. bendi gereğince noterlik işlemi noter
yararına veya maddede belirtilen akraba ve hizmetlileri yararına bir tasarrufu kapsıyorsa noterin
bu halde dE noterlik işlemine katılması yasaklanmıştır. Olayda tahliye taahhüt( doğrudan kira
akdinde taraf olan kiralayan yararınadır. Bu taahhüdün derecatı itibariyle noterin ya da başka bir
üçüncü kişinin yararına bir şart veya tasarrufu kapsamamaktadır. Noterin tahliye edilecek yeri
ileride arşiv olarak kiralamayı düşünmüş olması, işleme noter yararına yapılmış tasarruf niteliğini
vermez.
Bu nedenlerle mahkemenin Noterlik Kanununun 76. maddesine dayanarak davayı kabul
etmesi yasaya uygun değildir ve bozma nedenidir.
147 Öte yandan davacı senedin istek ve iradesine aykırı olarak düzenlendiğini ispat için bir
tanık göstermiştir. Bu tanığın tahliye taahhüdü düzenlenirken hazır bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Mahkemece de kabul edildiği gibi dinlenen davacı ve davalı tanıklarının sözleri tahliye
taahhüdünün hile ile imzalatıldığını ve senet münderecatının doğru olmadığını kanıtlar nitelikte
değildir. Bu yönden de dav< ispat edilemediğinden reddine karar verilmesi gerekir.
S o n u ç : Yukarıda açıklanan nedenlerle kararın davalılar yararına (BOZULMASINA),
istek olursa peşin harcın iadesine, 22. 3. 198 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Kaynak:YKD - 1986/2 - Sayfa:256
T.C.
YARGITAY
13. Hukuk Dairesi
E:1990/7902
K:1991/1070
T:05.02.1991
VEKALET (SORUMLULUK)
Vekil; müvekkile karşı, vekaleti "sadakat ve özen ile " ifa etmekle yükümlüdür. Vekil, iş
görürken amaçlanan sonucun elde edilmemesinden değil, bu sonuca kavuşmak için yaptığı
çalışmaların özenle görülmemesinden sorumludur. İş, sadakatle ve özenle görülmüşse
yönelinen sonuca erişilmemiş olsa bile gereği gibi ifa vardır. Vekilin gerekli özeni
göstermesine rağmen sonucun elde edilmemesinin rizikosu vekile yüklenemez. Bu riziko
müvekkilin üzerinde kalır. Burada, özen borcunun yerine getirilmediği ispat külfeti
müvekkile aittir. Müvekkil; özen ve sadakat borcunun yerine getirilmemesinde bir kusuru
olmadığını kanıtlayarak sorumluluktan kurtulabilecektir.
818 s. BK. m. 390/2
Dava, hukuki nitelikçe vekaletin gereği gidi özen ve sadakatle ifa edilmemesine
dayalı tazminat alacağıdır.
Vekil; müvekkile karşı, vekaleti "sadakat ve özen ile" ifa etmekle yükümlüdür (BK.
m. 390/2). Vekilin iş görme ile amaç tutulan sonucun başarılı olması için hayat deneylerine ve
işlerin normal akışına göre gerekli girişim ve davranışlarda bulunması ve başarılı sonucu
engelleyecek davranışlardan kaçınması özen borcunun kapsamını oluşturur. Vekil iş görürken
amaçlanan sonucun elde edilmemesinden değil, bu sonuca kavuşmak için yaptığı çalışmaların
özenle görülmemesinden sorumludur. İş sadakatle ve özenle görülmüşse yönelinen sonuca
erişilmemiş olsa bile gereği gibi ifa vardır. Vekilin gerekli özeni göstermesine rağmen
sonucun elde edilmemesinin rizikosu vekile yüklenemez. Bu riziko müvekkilin üzerinde kalır.
Burada özen borcunun yerine getirilmediğini ispat külfeti müvekkile aittir. Müvekkil özen
ve sadakat borcunun yerine getirilmemesinden dolayı amaçlanan sonucun ortaya çıkmadığını
ispat edecek vekil de; borcun yerine getirilmemesinde bir kusuru olmadığını kanıtlayarak
sorumluluktan kurtulabilecektir.
Uyuşmazlığı, bu hukuki çerçeve içinde değerlendirmek gerekir. Verilen paranın
rantabl şekilde işletilmesi işi için davalıya tevdi edilen vekaletten dolayı davalı vekilin özen
ve sadakat borcu iki ana noktada toplanabilir. İlki paranın yatırılacağı kişi veya şirketlerin
seçimi, hemen ardından gelen ise paranın yatırılması sırasında alınacak hukuki güvence ve
148 teminatlar ile daha sonra ortaya çıkan ve gelişen olaylardan dolayı icap eden tedbir, işlem ve
başvurular zinciridir. İste, davalı vekilin tazminatla sorumlu tutulabilmesi için gösterilmesi
gereken özenin ölçüsü, somut olayın özelliği ve delillerle birlikte az yukarıda açıklanan iki
ana çizgi içinde değerlendirilerek tespit edilmelidir.
Gerçekte de, davalı vekil, paranın yatırım yerini seçerken rizikosuz emin, azami kar
sağlayan kişi ve kuruluşları tercih etmede özen göstermek; normal seviyede, makul tedbirli bir
insan gibi hareket etmek zorunluluğundadır.
Paranın yatırımından sonra meydana gelen olaylarda ise, davalıdan sadır olan aktif ve
pasif davranışların, hayat deneylerine ve işlerin normal akışına göre paranın ilerde tahsil
edilebilmesi açısından etken olup olmadığı bu konuda lüzumlu ve koruyucu ne gibi önlemler
alınması gerektiği tereddüt ve duraksamaya yer vermeyecek şekilde ortaya koyulmalıdır.
Tüm bu konuların sağlıklı şekilde aydınlanması için, Türkiye'de cari para finansman
işleri, menkul değerler piyasası, bankacılık işlemleri, para kredi ilişkileri, yatırım sektörlerinin
seçiminde isabet durumları gibi bilgilere sahip uzmanların görüşünü almakta yarar vardır
(HUMK. md. 275).
Hal böyle olunca, mahkemece uzman bilirkişiler aracılığı ile inceleme yaptırılmalı,
davalının kendisine duyulan güvene uygun olarak ve müvekkili davacının menfaatlerini
sözleşme ile güdülen amaç çerçevesinde koruyup korumadığı, özen ve sadakat borcunun
ifasında kendisine atfı mümkün bir kusurun olup olmadığı belirlenmelidir.
Öte yandan bilirkişilerin görüşü mahkemece değerlendirilmesi sonucu, davalının
sorumluluğunu gerektirir bir kusuru kabul edildiğinde, davalı ücretsiz olarak; vekalet işlerini
gördüğünden, sorumluluğunun hakkaniyete dayanan bir sorumluluk olacağı dikkate alınmalı,
gerekirse delillerin elverdiği ölçüde BK.nun 98/2, 43. maddelerinin uygulanması
düşünülmelidir. Mahkemenin hukuki değerlendirmede, delilleri takdirde hataya düşerek eksik
inceleme ile yazılı şekilde davanın kabulüne karar vermesi usul ve yasaya aykırıdır, bozma
nedenidir.
S o n u ç : Temyiz olunan kararın davalı yararına (BOZULMASINA), istek halinde
peşin harcın iadesine, 5.2.1991 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Kaynak:YKD - 1991/5 - Sayfa:731
T.C.
YARGITAY
13. Hukuk Dairesi
E:1995/9277
K:1995/10817
T:05.12.1995
AKİT BENZERİ GÜVEN İLİŞKİSİ
MUHDESAT BEDELİNDE FAİZ
MUHDESAT BEDELİNİN İSTENMESİ
SATIŞ VAADİ SÖZLEŞMESİNDE SORUMLULUK
Tapulu taşınmazdaki hissesini noterlik sözleşmesi ile satarak, yerini ayırıp teslim eden
davalı, haricen sattığı bu hissesini, tapuda üçüncü kişiye satması halinde, aynen, akitten
doğan yükümlülüklerini ihlal etmiş sayılacağından, taşınmaz üzerinde ilk alıcının yaptığı
muhdesatlar bedelinden müstakil olarak sorumludur. Diğer paydaşlardan haksız iktisap
kurallarına göre, edindiklerini isteyebilir. Muhdesatlar yönünden taşınmaza yapılan faydalı
giderin, ihale bedeline yansıma miktarı uzman bilirkişilerce belirlenmelidir. Davalı,
muhdesat bedelinin tahsili için gönderilen ihtarnamenin tebliği ile veya tebliğde
belirlenen sürenin sonunda mütemerrit duruma düşeceğinden faize, bu tarihten itibaren;
tebliğ yoksa, dava tarihinden itibaren hükmolunmalıdır.
149 818 s. BK. m. 61, 96, 101/1, 213
743 s. MK. m. 619, 649
2644 s. Tapu K. m. 26
1512 s. Noterlik K. m. 60/3
Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda, ilamda yazılı
nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün
davacı avukatınca duruşmasız ve davalı avukatınca da duruşmalı olarak temyiz edilmesi
üzerine; temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak dosya incelendi, gereği konuşuldu:
Davacılar, miras bırakanlar Hasan'a davalının miras bırakanı Fatma'dan kendisine irsen
intikal eden Mezitli Köyü Kızılyer Mevkii'nde; 953 parsel numaralı taşınmaz mal içinde
bulunan Doğan vasisi, batısı mülazımlı varise, kuzeyi ark, güneyi Ali Baba vasisi olarak
sınırlandırılmış 1500 M2 alanında taşınmazını Mersin İkinci Noterliği'nin 2.7.1962 tarih ve
5719 yevmiye nolu satış vaadi sözleşmesi ile satıp teslim ettiğini, üzerine iki ev inşa
edildiğini, su kuyusu açıp ağaç diktiklerini, daha sonra davalının tüm payını 25.3.1972
tarihinde üçüncü kişiye tapuda sattığını öne sürerek, taşınmazın zemin değeri 450.000.000 TL.
ile üzerindeki muhdesatların toplam değeri 650.552.318 TL. nin 15.2.1992 tarihinden itibaren
yürütülecek yasal faizi ile birlikte tahsilini istemiştir.
Davalı, tapulama mahkemesi kararıyla tespitin kesinleştiği 3.10.1979 tarihinden itibaren
10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğini, ayrıca davanın reddine ilişkin bu hüküm ile kesin
hüküm oluştuğunu, taşınmazda başka paydaşlar da bulunduğu için nedensiz zenginleşme
hükümlerince onlara davanın açılması gerektiğini savunmuş, davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, davalının 11/192 payına tekabül eden taşınmazın 506 m2'lik sahasının ikame
değeri 126.857.270 TL.'nin davalıdan tahsiline, taşınmaz üzerindeki muhdesatların izaleyi
şüyu davası sonucu üçüncü kişilere satılması nedeni ile ancak diğer paydaşların haksız
iktisaplarının söz konusu olabileceği, davanın onlara yöneltilmesi gerektiği kabul edilmiş,
,bu bölüm isteğinin reddine karar verilmiştir.
Hüküm, her iki tarafça temyiz edilmiştir.
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici
nedenlere ve özellikle delillerin taktirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacılar ve
davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- Davacının sair temyiz itirazlarının incelenmesinde:
Davacıların miras bırakanları ile davalı arasında düzenlenen Mersin İkinci Noterliği'nin
5719 yevmiye nolu ve 2.7.1962 günlü taşınmaz satış vaadi sözleşmesi ile davalının muayyen
bir bölümünü ayırmak suretiyle taşınmazı satıp teslim ettiği ve o tarihten beri miras bırakanın
ve davacı mirasçıların zilyetlikleri altında bulunduğu ve üzerine de muhtesat yaptıkları
dosyadaki delil ve belgelerle kanıtlandığı gibi, mahkemenin kabulü de bu doğrultudadır. Her
ne kadar davalı anılan akitle paylı taşınmazın bir bölümünü satmış görünmekte ise de, az
yukarıda açıklandığı şekilde davalı akdi davacıların miras bırakanı Hasan, muhtesatların
yapıldığı taşınmazı ayırıp teslim etmiş olması altında bu bölümün diğer paydaşlar yönünden
hukuki yükümlülüklerini kaldırıp iştiraki
çözerek,
tapuda
ferağını sağlamayı da
yükümlendiğinin kabulü gerekir. Gerçekte de sözleşme içeriğinden ve taraflar arasında gelişen
ve oluşan maddi olaylardan, davalının taşınmazın bu bölümünü tefrik edip teslim etmesi
olgusu muhtesatların yapımı yönünden davacıların miras bırakanına güven verdiği, böylece
davacıların miras bırakanı ve davalı arasında akit benzeri bir güven ilişkisinin doğduğunun
kabulünü zorunlu kılmaktadır. Hal böyle olunca, bu güveni davalı ihlal etmeme yükümlüğü
altındadır. Taşınmaz mal üçüncü kişiye satılmakla davalı bu yükümlülüğünü de ihlal etmiş
sayılır ve aynen akitten doğan bir yükümlüğün ihlali gibi akdi sorumluluğunun kabulü
kaçınılmaz olur. O nedenle, davalı açıklanan hukuk kuralı ışığında muhtesatlar yönünden
halefi yet yolu ile akidi davacılara karşı BK.nun 96. maddesi uyarınca sorumlu olacağında
kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Burada davalının diğer paydaşlara haksız iktisap
kurallarınca başvurma hakkından söz edilebilir. Mahkemenin kabul şeklinden sonuca kavuşulsa
150 dahi muhtesatlar yönünden davalının payı oranında satış parasına hükmedilmesi de kabul biçimi
bakımından isabetsizdir.
3- Davalının diğer temyiz itirazlarının incelenmesinde:
a) Muhtesatlar yününden taşınmaza yapılan faydalı giderlerin konusunda uzman
bilirkişilerce inceleme yaptırılarak, bu giderlerin yapılmış olması ve yapılmamış olması
halleri için ayrı ayrı olmak üzere, taşınmazın ihale gününde ve aynı koşullarla satılmasından
elde edilecek değerler arasında bir fark hasıl olduğunda, bu farklar bir birine, oranlanmalı,
bu oran ihale ile yapılan satış bedeline uygulanmalı, davacıların yaptığı faydalı giderlerin
ihale bedeline yansıma miktarı tespit edilmeli bu yöntemle bulunacak miktara
hükmedilmelidir. Sonuçta, faydalı giderlerin yapılmış olması haliyle yapılmamış olması
halinde belirlenen değerler arasında bir fark olmadığının anlaşılması durumda ise, giderlerin
satış bedeline etkisi olmadığı, kabul edilmeli ve istemin reddine karar verilmelidir.
b) Yine mahkemenin ihalenin yapıldığı tarihten itibaren faiz ,yürütmesi de yanlıştır.
Muaccel bir borcun borçlusu alacaklının ihtarı ile mütemerrit olur (BK. md 101/1 ). Bu
durumda davacıların davalıya gönderdikleri 14.5.1993 tarihli ihtarnamenin davalıya tebliğinden
7 gün sonra davalı mütemerrit olur ve davacılar bu tarihten itibaren alacaklarına faiz
istemeye hak kazanırlar. O, halde, ihtarnamenin davalıya tebliğ tarihi araştırılmalı, sonucuna
göre faiz başlangıcı tayin edilmelidir. Tebliğ edilmediği belirlenirse dava tarihinden itibaren faiz
yürütülmelidir. Mahkemece açıklananlar düşünülmeden eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm
kurulması usule ve yasaya aykırıdır. Bozma nedenidir.
S o n u ç : Birinci bent gereğince davacı ve davalının diğer yönlere ilişkin temyiz
itirazlarının reddine, Yerel Mahkeme kararının 2. bent gereğince davacı, 3/a-b bentleri
gereğince davalı yararına (BOZULMASINA); istek halinde peşin harcın iadesine, 6.000.000
lira duruşma avukatlık parasının karşılıklı birbirlerine ödenmesine, 5.12.1995 gününde
oybirliğiyle karar verildi.
Kaynak:YKD - 1996/3 - Sayfa:411
T.C.
YARGITAY
13. Hukuk Dairesi
E:1996/1944
K:1996/2275
T:12.03.1996
TaraF1ar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı
nedenlerden dolayı Şemseddin Kurt hakkındaki davanın reddine, diğer davalılara yöneltilen
davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı ve davalılardan Mustafa
Koksal avukatınca temyiz edilmesi üzerine (...) gereği konuşuldu.
Davacı, davalı Zeynel Abidin'e aracını kiraladığını, bu davalının sahte nüfus cüzdanım kullanarak
noterden davalı Şemsettin Kurt'a sattığını öne sürerek satışın iptali ile aracın teslimine, olmadığı
takdirde karşılığı 143.000.000.-TL. nin tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı Zeynel Abidin Uyan davaya cevap vermemiştir, diğer davalılar iyi niyetli olduğunu
savunmuşlar, davanın reddini dilemişlerdir. Mahkemece davalı Şemsettin Kurt'un suiniyetli
olduğu kanıtlanamadığından aleyhine acılan davanın reddine, 143.000.000.-TL sının diğer
davalılardan tahsiline karar verilmiştir. Karar davacı ve davalı Mustafa Köksal tarafından temyiz
olunmuştur.
1- (...)
2- Davacıya ait aracın davalılardan Zeynel Abidin Uyan tarafından davalı Noter Mustafa
Koksal aracılığı ile düzenlenen sahte vekâletname ile davalı Şemsettin Kurt'a satıldığı ve aracın
halen davalı Şemsettin Kurt elinde olduğu dosyadaki bilgi ve belgelerden açıkça anlaşılmaktadır.
Bu yon mahkemenin de kabulü altındadır. Şu durumda satış muamelesinin sahte vekâletnameye
151 dayalı olarak vücut bulduğunun kabulü kaçınılmazdır. Hemen belirtelim ki, kazandırıcı
muamelenin (mülkiyeti nakleden muamele) sıhhati sebebe ait muamelenin sıhhatine bağlıdır.
Diğer bir anlatımla iktisabın korunması için iyi niyet ve zilyetliğin varlığı yanında, geçerli bir
sebebin varlığı da gerekir. Oysa olayımızda olduğu gibi sahte vekâletname nedeni ile temsil
yetkisinden yoksun bir kimsenin, başkasını temsilen, iyiniyeti üçüncü kişi ile geçerli sözleşme
yapması mümkün değildir, O nedenle sahte vekâletname karşısında iyi niyet savunmasına itibar
edilemez ve hukuken korunamaz. Mahkemece anlatılan hukuk kuralları gözden kaçırılarak ve
hukuki nitelendirmede yanılgıya düşülmesi sonucu davalı Şemsettin Kurt'un iyiniyetle aracı satın
aldığından bahisle yazılı şekilde hüküm kurulması usule ve yasaya aykırıdır. Bozma nedenidir.
(12.03.1996)
T.C.
YARGITAY
13. Hukuk Dairesi
E:1997/11384
K:1997/1392
T:25.02.1997
DENKLEŞTİRİCİ ADALET
GEÇERSİZ SÖZLEŞME
KAT KARŞILIĞI İNŞAAT SÖZLEŞMESİ
MENFİ ZARAR
TAPULU TAŞINMAZIN HARİCİ SATIŞI
Kat karşılığı inşaat sözleşmesi, resmi biçimde yapılmamışsa geçersizdir. İnşaat
tamamlanmamışsa, sözleşme geçerlik kazanamaz. Yüklenicinin, tapulu taşınmazda haricen
yaptığı daire satışları da geçersizdir. Geçersiz olan bu işlemlerden dolayı, alacaklı,
yüklenicinin edimini üstlendiğini ispat etmediği sürece, arsa sahibinden talepte bulunamaz.
Alacaklının, daire için yükleniciye verdiği parayı, haksız iktisaptan kaynaklanması
nedeniyle talep etmesi durumunda, denkleştirici adalet ilkesi gereğince; dairenin, teslim
tarihindeki alım gücüne ulaşacak değeri
bilirkişilere hesaplattırılmalı, satış bedeli
düşüldükten sonra, bunun iadesine karar verilmelidir.
743 s. MK. m. 2, 3, 634
818 s. BK. m. 63, 64, 213
2644 s. Tapu K. m. 26
1512 s. Noterlik K. m. 60
YİBK., 10.6.1931 gün ve 2/40 s.
Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda, ilamda yazılı
nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne ve kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün
süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine; dosya incelendi, gereği konuşulup
düşünüldü:
Davacı, arsa sahibi davalı Ahmet ile yüklenici diğer davalı Fehmi arasında yapılmış
olan kat karşılığı inşaat sözleşmesi gereğince yükleniciye isabet eden 3 nolu daireyi,
35.000.000 TL. bedel ödemek suretiyle Fehmi'den 13.4.1990 tarihinde satın aldığını,
dairenin sözleşilen tarihte inşaatı bitirilip tarafına teslim edilmediği gibi tapusunun da
verilmediğini, daireye ekstra işler karşılığı 11.075.000 TL.'de masraf yaptığını, inşaatın
halen %68 oranında ikmal edilebildiğini, tamamlanmış daire bedelinin 130.000.000 TL.
olduğunu, davalı yüklenicinin bu bedelden sorumlu olması gerektiğini, diğer davalının da
ödediği bedel ve yaptığı imalatlar nedeniyle zenginleştiğini öne sürerek, daire bedeli
152 130.000.000'dan 88.400.000 TL.'nın her iki davalıdan müteselsilen bakiye 41.600.000
TL.'nın da davalı Fehmi'den tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı arsa sahibi Ahmet, bu davada kendisine husumet düşmediğini, geçerli bir sözleşme
bulunmadığını, yüklenici Fehmi edimini yerine getirmediği için sözleşmesinin de
feshedildiğini beyanla davanın reddine karar verilmesini savunmuş; davalı yüklenici Fehmi ise,
davacının sözleşmeyi feshetmediğinden tazminat isteyemeyeceğini, sözleşmede gecikme hali
için öngörülen ceza koşulunu isteyebileceğini, fesih halinde de verdiği bedeli geri
alabileceğini bildirerek, davanın reddini dilemiştir. Mahkemece davacının ödediği 35.000.000
TL.'nın davalı Fehmi'den, daireye harcadığı 11.075.000 TL.'nın da davalı Ahmet'den
tahsiline, davacının fazla isteminin reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz
edilmiştir.
1- Davacının, bu davada dayandığı satış ilişkisi davacı ile davalı yüklenici arasında
kurulmuştur. Davacı ile davalı Ahmet arasında ise herhangi bir akdi ilişki de bulunmamaktadır.
Davacı, davalı Ahmet'in yüklenici Fehmi'nin davacıya olan edimini üstlendiğini davacı
iddia ve ispat etmiş de değildir. Bu davalının, davacıya karşı haksız olarak zenginleştiğinin
kabulü de olanaksızdır. O nedenle, satış bedelinden davalı Ahmet'in sorumlu tutulmamasına
ilişkin mahkeme görüşü doğrudur. Davacının Ahmet'e yönelik temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- Davalı arsa sahibi ile diğer davalı yüklenici arasındaki kat karşılığı inşaat
sözleşmesi, yasalarımızın öngördüğü şekil koşuluna uygun olarak resmi biçimde yapılmamıştır
(MK.nun 634, BK.nun 213, Tapu Kanununun 26, Noterlik Kanununun 60. maddeleri). Öte
yandan, yüklenici bu sözleşmede öngörülen edimini yerine getirip inşaatı tamamlamadığı, ancak
% 65-68 seviyesine kadar getirebildiği için MK.nun 2. maddesi gözetilerek sözleşmeye
geçerlilik tanınması da mümkün değildir. Hal böyle olunca, davalılar arasındaki kat
karşılığı inşaat sözleşmesinin hukuken geçersiz bir sözleşme olduğunun kabulü gerekir.
Davacı ile davalı yüklenici arasındaki tapulu taşınmazın satışına ilişkin 13.4.1990 tarihli
sözleşme de resmi biçimde yapılmadığından geçersizdir. Diğer taraftan, davalılar arasındaki
kat karşılığı inşaat sözleşmesi geçersiz olduğu için, yüklenicinin arsa sahibine karşı doğmuş
bir şahsi hakkı yoktur. O nedenle, bu sözleşmenin yüklenicinin şahsi hakkının davacıya temliki
sözleşmesi olarak kabulü de mümkün değildir. Hukuken geçersiz olan sözleşmeler taraflarına,
geçerli sözleşmelerde olduğu gibi hak ve borç doğurmaz. O sebeple, davacı ancak bu geçersiz
sözleşme gereğince davalı yükleniciye verdiği satış bedelini haksız iktisap kuralları uyarınca
geri isteyebilir. Bu durumda taraflar arasındaki uyuşmazlığın, haksız iktisap kurallarına
uygun çözümlenmesi ve tasfiye edilmesi gerekir. Hukuken geçersiz sözleşmeden kaynaklanan bu
nitelikteki bir uyuşmazlığın haksız iktisap kurallarına göre sağlıklı çözümlenip tasfiye
edilebilmesi için öncelikle haksız iktisabın kapsamını, tespitteki ilke ve esasların
açıklanmasında yarar görülmüştür.
Geçerli bir sebebe dayanmaksızın bir kişinin mal varlığından diğerinin mal
varlığına kayan değerlerin iadesi "denkleştirici adalet" düşüncesine dayanır. Denkleştirici
adalet ilkesi ise, haklı bir sebep olmaksızın başkasının mal varlığından istifade ederek kendi
mal varlığını artıran kişinin, elde ettiği bu kazanımı geri verme zorunda olduğunu ve
gerçek bir eski hale getirme yükümlülüğü bulunduğunu ifade eder.
İlke böyle olmakla beraber, iade edilecek zenginleşme miktarının tespit ve
hesaplanmasında öğretide birlik olduğu söylenemez. İade edilecek zenginleşme miktar
konusunda öğretideki bu ayrık düşünceleri, kısaca "fakirleşme kadar olmalıdır" veya "fiili
değer artışı, yani gerçek zenginleşme miktarı ne ise o olmalıdır" veyahut "ihlal edilen
hakkın sahibine bahşettiği yararlanma yetkisi ile bağdaşmayan her türlü zenginleşme miktarı
kadar olmalıdır" şeklinde özetlemek mümkündür. Olayı çözümlerken, öğretideki bu görüşlerden
şüphesiz yararlanılmalıdır.
Bilindiği gibi, Ülkemizde yaşanan enflasyon, uzun yıllardan beri yüksek oranlarda
seyretmekte ve paramızın değeri (alım gücü) de bununla ters orantılı olarak devamlı
düşmektedir. Belli bir miktar paranın verildiği tarihteki alım gücü ile aynı miktar paranın
153 aradan geçen zamana bağlı olarak iade günündeki alım gücünün farklı ve çok daha az olduğu bir
gerçektir.
Bu güne kadar uygulanan kurallara göre, geçersiz sözleşme gereğince alıcının akit
tarihinde verdiği paranın aynı miktarda iadesine karar verilmesi, gerçek hayatta büyük
sıkıntılara, tutarsızlıklara, adalete karşı var olması gereken güvenin sarsılmasına neden
olmuş, kamu vicdanında haklı eleştiri konusu yapılmıştır. Hukuk kuralları, gerçek hayata
uygun olduğu, toplumun adalet ihtiyacına cevap verebildiği sürece hayatiyetini devam
ettirip, saygınlık sağlar ve hukuk kuralı olma özelliğini korur. O nedenle hukuk kuralları,
görevli organlarca değiştirilinceye, bu konuda yeni düzenlemeler yapılıncaya kadar
zedelenmeden gerçek hayata uygun olarak yorumlanıp uygulanmalıdır. Bu görevin ise yargıya
ait olduğunda duraksamaya yer yoktur. Nitekim gerek Yargıtay kararlarında ve gerekse
öğretide bu görüşe paralel düşünceler bulunmaktadır. Bu düşüncelerin isimleri farklı ise de
varılmak istenen sonuç aynıdır. Akit öncesi sorumluluk kurallarının geçersiz sözleşmelerde
de uygulanması gerektiği, geçersiz sözleşmelerden dolayı olumsuz zararın istenebileceği, bu
zarar kapsamında kaçırılan fırsat karşılığının da bulunduğu, olumsuz zararın bazı özel
durumlarda olumlu zarar kadar dahi olabileceği, MK.nun 2. maddesine göre aktin geçersizliğinin
ileri sürülemeyeceği hallerdeki zarar kavramları hep bu zaruretin sonucu ortaya konulan
düşünce ve uygulamalardır. Yargının asıl görevi toplumun huzurunu sağlamaktır. Bunun içinde
uygulanması gereken kurallar, mevcut yasaların ışığında bu yasa hükümlerine aykırı düşmeyecek
şekilde yorumlanıp uygulanmalıdır.
BK.nun 63 ve 64. maddeleri, iade borcunun kapsamını fakirleşmenin değil,
zenginleşmenin iyi veya kötü niyete dayalı olmasına göre bir ayrım yapmıştır. Haksız
zenginleşen, zenginleşmeyi kötü niyetle elden çıkarmış ise elden çıkarmış olduğu bu
zenginleşmeyi iade tarihinde olması gereken durumuyla ve tam olarak iade etmekle
yükümlüdür. İade borcunun kapsamı tayin edilirken olumlu ve olumsuz zenginleşmenin
tamamı dikkate alınmalıdır. Değişik bir anlatımla , haksız zenginleşen kötü niyetli ise elden
çıkardığı zenginleşmeyi de elde kalan zenginleşme ile birlikte iadeye mecbur tutulmuştur.
Hemen belirtelim ki, zenginleşenin iyiniyetli sayılıp sayılmayacağı, zenginleşmeyi iyi veya
kötü niyetle mi elden çıkardığı hususu MK.nun 3. maddesi hükmü uyarınca belirlenecektir.
Haksız zenginleşen, elde ettiği yararın geçerli bir sebebe dayanmadığını ve iade ile yükümlü
olduğunu biliyor veya bilebilecek durumda ise iyiniyetli sayılmayacaktır. Kural olarak iade
alacaklısı, iade borçlusu zenginleşenin iyiniyetli olmadığını ispat etmelidir. Nevar ki, olayın
özellikleri zenginleşenin iyiniyetli olmadığını açıkça gösteriyor ise ayrıca bu yönün isbatına
gerek bulunmamalı, iddianın isbat edilmiş olduğu kabul edilmelidir.
Hukuken geçersiz sözleşmeler, haksız iktisap kuralları uyarınca tasfiye edilir iken,
denkleştirici adalet kuralı hiçbir zaman gözardı edilmemelidir. Bu husus hem hakkaniyetin,
hem de gerçek adaletin bir gereğidir. Bu bakımdan iadeye karar verilirken satış bedeli olarak
verilen paranın alım gücünün ilk ödeme tarihindeki alım gücüne ulaştırılması ve o şekilde
iadeye karar verilmesi uygun olacaktır. Aksi takdirde kısmi iade durumu oluşacak, iadesi
dışındaki zenginleşme iade borçlusu yedinde haksız zenginleşme olarak kalacak, iade
borçlularının iadede direnmelerine neden olacaktır. Ancak, burada denkleştirme yapılırken bir
hususa daha dikkat edilmelidir. İade alacaklısının geçersiz sözleşmenin ifa edilmeyeceğini
öğrendiği tarihinde iade kapsamını tesbitte önemli olduğu unutulmamalıdır. Zira, geçersiz
sözleşmenin artık ifa edilmeyeceğini bile bile haksız zenginleşmenin iadesini istemeyen
alacaklı, zararının artmasına kendisi sebep olacağından bu artan zararını iade borçlusundan
isteyememelidir.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında, davacının 13.4.1990 tarihli
harici sözleşme ile bu sözleşme hükümlerine uygun olarak davalı yükleniciye 35.000.000 TL.
ödediği, buna karşılık davalının inşaatı bitirerek daireyi davacıya 31.7.1991 tarihinde teslim
etmeyi yükümlendiği, davalının bu edimini yerine getirmediği, esasen taraflar arasındaki
daire satımına ilişkin bu sözleşmenin geçersiz olduğu açıktır. Dava ise, 30.9.1992 tarihinde
açılmıştır. Davalının aldığı satış bedeli nedeniyle haksız olarak zenginleştiği, bu
154 zenginleşmesini davacıya iade etmesi gerektiği de belirgindir. Sorun, bu iadenin kapsamını
tayindedir. Davalı, geçersiz sözleşme yapmak, buna rağmen bu sözleşmede kararlaştırılan
ödemeleri kabul ederek davacıya güven vermek, dahası davacının bir kısım imalatları
yapmasına ses çıkarmamak suretiyle oluşan eylemlerinden dolayı kötü niyetlidir. Davacı da
dairenin teslim tarihi olarak kararlaştırılan 31.7.1991. tarihi itibariyle bu geçersiz
sözleşmenin ifa edilmeyeceğini bilen veya bilmesi gereken bir kişidir. Şu durum karşısında
mahkemece yapılacak iş, davacının davalıya 13.4.1990 tarihli geçersiz sözleşme nedeniyle
ödemiş olduğu 35.000.000 TL. nın 31.7.1991 tarihi itibariyle ulaşacağı alım gücünün
(değerinin) ne olabileceği az yukarıda açıklanan ilke ve esaslar ışığında ve gerektiğinde
konusunda uzman bilirkişi kurulundan nedenlerini açıklayıcı, taraf ve Yargıtay denetimine
elverişli rapor alınarak belirlemek, belirlenecek bu değerden satış bedeli düşüldükten sonra
bakiyesine de hükmetmekten ibarettir. Mahkemece belirtilen hususlar gözardı edilerek sadece
davacının ödediği satış parasına hükmedilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.
S o n u ç : Birinci bentte açıklanan nedenlerle davacının, davalı Ahmet'e yönelik
temyiz itirazlarının reddine, ikinci bentte açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün davalı
Fehmi yönünden davacı lehine (BOZULMASINA), peşin harcın istek halinde iadesine,
25.2.1997 gününde oybirliği ile karar verildi.
Kaynak:YKD - 1997/8 - Sayfa:1252
T.C.
YARGITAY
13. Hukuk Dairesi
E:2004/17197
K:2004/18667
T:21.12.2004
1512 s. Yasa m. 162
Taraflar arasındaki vekaletname iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda
yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine yönelik olarak verilen
hükmü süresi içinde taraflar avukatı tarafından duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere
çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde davalı A.G. ve diğer davalılar vekilleri Av. A.G., Av. İ.A.
ile davacı vekili Av. O.K. geldiler duruşmaya başlanılmış ve hazır bulunanın sözlü açıklamaları
dinlenildikten sonra karar başka güne bırakılmıştı. Bu kez temyiz dilekçesinin süresinde olduğu
saptanarak dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı, dava dışı annesi F.S. ile 19 parsel numaralı taşınmazı 1/2 oranında
hissedarı bulunduklarını, annesinin taşınmazdaki hissesini davalılardan M.L.T.'nin sattığını,
kendisinin de bu davalıya karşı Üsküdar 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde şufa davası açtığını, bu
dava devam ederken M.F.Y.'nin kendisinden aldığını iddia ettiği Kadıköy 9. Noterliğince 1994
yılında düzenlenen vekaletnameye dayanarak davalılardan avukat A.G.'yi vekil tayin ettiğini,
anılan avukatın da şufa dosyasına vekaletnamesini sunup, adli tatil içerisinde duruşma gününü
öne aldırdığını ve davadan vazgeçtiğini, hükmü kesinleştirdiğini, 1994 yılında yurt dışında;
olduğunu, noter huzurunda davalılardan M.F.Y.'yi vekil tayin etmediğini, vekaletnamenin sahte
olduğunu, bu vekaletname düzenleyen davalılardan Noter K.E.'nin de sorumlu olduğunu ileri
sürerek 1994 yılında düzenlenen vekaletnamenin iptaline, bu vekaletnameye dayanılarak
davalılardan Av. A.'ya verilen 11.8.1999 tarihli vekaletnamenin de hükümsüzlüğüne karar
verilmesini istemiştir.
Davalılar, yetki itirazında da bulunmak suretiyle usulden ve esastan davanın reddini
dilemişlerdir.
155 Mahkemece, Adli Tıp Kurumu raporuna göre 1994 yılında düzenlenen vekaletnamedeki
imzanın davacıya ait olmadığı ve sahte olduğu, bu vekaletnameye dayanılarak düzenlenen
davalılardan Av. A.G.'nin tevkiline ilişkin vekaletnamenin de hükümsüz olduğu gerekçe
gösterilerek davalılardan M.F.Y. ve A.G. yönünden davanın kabulüne, her iki vekaletnamenin de
iptaline, ilk vekaletnameyi düzenleyen davalılardan Noter K. ve şufa davasının davalısı M.L.'nin
bu davada taraf olamayacakları, ileride açılacak bir başka davadan kusurları ispat edildiği taktirde
sorumlu olabilecekleri belirtilerek bu davalılar yönünden davanın reddine karar verilmiş, hüküm
davacı ve davalılardan M.L.T., M.F.Y. ve A.G. tarafından temyiz edilmiştir.
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve
özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalıların tüm temyiz
itirazlarının reddi gerekir.
2- Toplanan delillerden ve Üsküdar 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1998/739 Esas sayılı
dosyanın incelenmesinden davacının bir başka vekili aracılığı ile davalılardan M.L.T.'ye karşı
16.9.1998 tarihinde yasanın öngördüğü süre içerisinde açtığı şufa davasının devamı sırasında
mahkemece duruşma günü 30.9.1999 olarak tayin edilmiş iken davalılardan Av. A.G.'in
davamıza konu edilip, iptali istenen 21.6.1994 tarihli vekaletnameye müsteniden aldığı 11.8.1999
tarihli vekaletnamesine dayanarak anılan mahkemeye dava dosyasının davalısının vekili ile aynı
tarihi içeren 12.8.1999 havale tarihli dilekçeleriyle başvurup, oturum gününün 12.8.1999 tarihine
alınmasını sağladıkları ve adı geçen avukatça aynı oturumda davadan vazgeçilmek suretiyle
davanın reddi yönünde karar alındığı ve hükmün kesinleştirilmesinin sağlandığı anlaşılmaktadır.
Şufa davasının reddine ilişkin mahkeme kararının kesinleşmesinden asıl yarar sağlayanın şufa
dosyasının davalısı ve bu davanın davalılarından M.L.T. olduğu mahkemenin de kabulündedir.
Diğer taraftan Noterlik Kanununun 162. maddesi katiplerinin kusurlarından dahi noterlerin
sorumlu olacağını kabul etmek suretiyle objektif sorumluluk ilkesini benimsemiştir. İptali istenen
21.6.1994 tarihli vekaletnamedeki imzanın davacıya ait olmadığı dosya içindeki Adli Tıp Kurum
Fizik/Grafoloji Dairesinin 6.5.2003 tarihli raporu ile sabit olduğuna göre gerek bu vekaletnameyi
düzenleyen Noter K.E. ve gerekse bundan yarar sağlayan şufa davasının ve bu dosyanın
davalılarından M.L.T.'nin de sorumlu tutulmaları gerekir. Mahkemenin bu hususu gözardı ederek
anılan davalıların ileri de açılacak bir başka davada kusurları ispat edildiği taktirde
sorumlulukları cihetine gidilebileceği gerekçesiyle yazılı şekilde hüküm kurmuş olması, usul ve
yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.
SONUÇ : Yukarıda birinci bentte belirtilen nedenlerle davalıların tüm temyiz itirazlarının
reddine, ikinci bentte belirtilen nedenlerle temyiz olunan kararın davacı yararına
BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, 375.000.000.-Lira duruşma
avukatlık parasının davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, 21.12.2004 gününde oybirliğiyle
karar verildi.
T.C.
YARGITAY
13. Hukuk Dairesi
E:2005/9271
K:2005/12302
T:13.07.2005
Taraflar arasındaki menfi tespit davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı
nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatı
tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşuldu düşünüldü:
KARAR : Davacı, galerici olan davalıdan 23.068.000.000.-TL'ye bedelini ödeyerek bir
araba aldığını, kendisi Trabzon'da ikamet ettiğinden devir işlemleri için bu işleri takip eden
şahıslara vekaletname vermesinin istediğini, vekaletnameyi gönderdiğini, devrin yapıldığını,
aracı sonrasında satmak istediğinde üzerinde haciz olduğunu öğrendiğini, araştırınca vekil ile
156 davalı arasında yapılan harici sözleşme ile borçlandırılıp, İcra takibi yapıldığını ve bilinmeyen bir
adrese tebligat yapılıp takibin kesinleştirildiğini, sözleşmenin sahte olduğunu ileri sürerek takip
nedeni ile borçlu olmadığının tesbitini istemiştir.
Davalı, aracın 28.850.000.000.-TL'ye satıldığını, 750.000.000.-TL devir masrafı
olduğunu, 20.000.000.000.-TL'nin ödendiğini, kalan kısmın ödenmediğini, sözleşmenin
davacının bilgisi ile yapıldığını savunarak davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, harici sözleşmenin geçersiz olduğuna ve noter senedinden bedelin
ödendiğinin anlaşılmış olmasına göre davanın kabulüne, davacının borçlu olmadığının tesbitine
karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacının yetkili vekili M.G. ile davalı arasında 30.7.2002 tarihinde haricen düzenlenen
sözleşme ile 29.480.000.000.-TL'ye davalıdan ... UR 2218 plakalı aracın satın alındığı,
20.000.000.000.-TL'nin peşin ödendiği, kalanın da 5.8.2002 tarihinde ödeneceği hususunun
kararlaştırıldığı anlaşılmaktadır. Her ne kadar haricen düzenlenen bu sözleşme 2918 sayılı
kanunun 20/d md. uyarınca geçersiz ise de, sonrasında 1.8.2002 tarihinde noterden yapılan devir
sözleşmesi ile aracın mülkiyeti davacıya devredildiğinden yapılan ilk harici sözleşme de geçerlik
kazanmıştır. Böyle olunca aracın satış bedelinin 29.480.000.000.-TL olduğunun, peşin ödenen
20.000.000.000.-TL sonrasında 5.8.2002 tarihinde ödenmek üzere 9.480.000.000.-TL borcunun
kaldığının kabulü gerekir. Davacının bu borcunu ödediğini yazılı belge il kanıtlaması
gerekmektedir. Davalının 30.7.2002 tarihli sözleşmeye dayanarak yaptığı icra takibinde
davacının bu borcu ödediğini kanıtlayamadığı ve sorumlu olduğu gözetilerek davanın reddine
karar verilmesi gerekirken mahkemece aksi düşüncelerle yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve
yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı temyiz edilen hükmün davalı yararına
BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine, peşin harcın istek halinde iadesine,
13.07.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
13. Hukuk Dairesi
E:2005/14434
K:2006/993
T:01.02.2006
İFA KABİLİYETİ
818 s. Yasa m. 22,213
4721 s. Yasa m. 706
3456 s. Yasa m. 89
Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı
nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalılardan
Muhittin, Ayten ve Yıldız avukatınca duruşmalı olarak temyiz edilmiş ise de dava miktar
itibariyle duruşmaya tabi olmadığından bu isteğin reddiyle incelemenin evraklar üzerinde
yapılmasına karar verildikten sonra dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.
Davacı, davalılarla aralarında düzenlenen gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayanarak açtığı
tescil davasında, 389 parselle ilgili davasının, bu parsel açısından sözleşmenin geçersiz
olduğundan bahisle mahkemece red edildiğini, bu parselle ilgili ödediği para nedeniyle
davalıların sebepsiz zenginleştiğini bildirip, akdin ifasının imkansız olduğunun anlaşıldığı
tarihteki,ödediği bedelin ulaştığı değerin tesbitiyle, şimdilik 10.000.000.00 TL. tazminatın
tahsilini istemiştir.
Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.
157 Mahkemece, bilirkişi raporuna dayanarak ve davacı talebiyle bağlı kalınarak davalı Cevriye'den
1.598.734.770 TL, davalı Hasan Fehmi mirasçılarından 8.379.265.230 TL.nin tahsiline, davalı
Abdullah hakkındaki dava atiye bırakıldığından karar verilmesine yer olmadığına, diğer davalılar
yönünden davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davalı Hasan Fehmi mirasçıları tarafından
temyiz edilmiştir.
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve
özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalı Hasan Fehmi
mirasçılarının sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- Noterde düzenlenen 11.09.1987 tarihli gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi ile Milas İlçesi A
Köyü G
mevkiinde kain 389 parsel sayılı, murisinden intikal eden taşınmazdaki
hissesinin tamamını, Hasan Fehmi'nin 55.000.000 TL'ye davacıya satarak bedelini aldığı, davacı
tarafından tapu iptal ve tescil talebiyle dava açıldığı, taşınmazın iştirak halinde olup,
paydaşlardan birinin tek başına yaptığı satış vaadi sözleşmesinin ifa olanağı bulunmadığı
gerekçesi ile davanın red edildiği, kararın 18.09.1987 tarihinde kesinleştiği dosya kapsamından
anlaşılmaktadır. Davacının dayandığı noterde resen düzenlenen gayrimenkul satış vaadi
sözleşmesi geçerli bir sözleşme olup, tarafları bağlar. Ancak taşınmaz iştirak halinde olduğundan
ve hisse satışı yapıldığından sözleşmenin ifa kabiliyeti yoktur. Nitekim tapu iptal ve tescil
davasında bu nedenle red edilmiştir. Davacı sözleşmeden dönerek, ifa kabiliyetinin olmadığının
öğrenildiği tarih itibariyle, yaptığı ödemenin denkleştirici adalet kuralları gereği ulaştığı değeri
istediğine göre, taşınmazı tapuda devir edemeyen davalı aldığı satış bedelini davacıya iade
etmekle yükümlüdür. Davacının ödediği satış bedelinin, ödeme tarihinden 18.09.1997 tarihine
kadar denkleştirici adalet ilkelerine göre "enflasyon, tüketici fiyat endeksi, altın ve döviz kurları
ile İşçi ve memur maaşlarındaki vs. artışların ortalamaları alınarak" ulaştığı alım gücü açıklamalı,
gerekçeli, denetime elverişli bilirkişi raporu ile belirlenip, bu miktara hükmedilmesi gerekir.
Ödenen satış bedeli sözleşmede 55.000.000 TL olarak belirtilmesine rağmen, davalıya daha fazla
ödeme yapıldığı dosya belge ve delil ibraz edilerek ispat edilmeden, davalıyı bağlayıcı niteliği
olup olmadığı, ne şekilde düzenlendiği araştırılmayan 10.03.1994 tarihli rapora dayanılarak,
davacı tarafça satış bedeli olarak davalıya yapılan ödemelerin 88.400.000 TL olarak kabul
edilmesi de doğru değildir. Bu nedenle satış bedelinin 55.000.000 TL.den fazla olduğuna dair
davacının delilleri toplanıp, kendisine ispat imkanı tanınmalıdır. Ödenen satış bedelinin, sadece
döviz kurlarındaki artışı esas alarak yapılan hesaplamaya dayanan, yetersiz bilirkişi raporuna
dayanılarak karar verilmesi doğru değildir. Mahkemece aksi düşüncelerle yazılı şekilde hüküm
tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.
Sonuç: Birinci bent gereği sair temyiz itirazlarının reddine, ikinci bent gereği kararın temyiz
eden davalılar yararına (BOZULMASINA), peşin harcın istek halinde iadesine, 01.02.2006
gününde oybirliğiyle karar verildi.
158 YARGITAY 14. HUKUK DAİRESİ KARALARI
T.C.
YARGITAY
14. Hukuk Dairesi
E:2003/5271
K:2004/2515
T:30.03.2004
1086 s. Yasa m. 314
1512 s. Yasa m. 162
Davacı vekili tarafından, davalılar aleyhine 17.10.2000 gününde verilen dilekçe ile satış
vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil, birleştirilen dosyada davacılar tarafından
17.4.2000 gününde verilen dilekçe ile satış vaadi sözleşmesinin iptali istenmesi üzerine yapılan
muhakeme sonunda; satış vaadi sözleşmesinin iptaline, tapu iptali ve tescil isteğinin reddine dair
verilen 18.3.2003 günlü hükmün Yargıtayca duruşmalı olarak incelenmesi davacı davalı Kamil
Çetin Kurdoğan vekili tarafından istenilmekle, tayin olunan 7.10.2003 günü için yapılan tebligat
üzerine temyiz eden davacı/davalı Kamil Çetin Kutdoğan vekili Av.Gökhan Yardımcı geldiler.
Karşı taraftan gelen olmadı. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz
dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelenlerin sözlü açıklamaları dinlendi. Duruşmanın
bittiği bildirildi. İş karara bırakıldı. Bilahare dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek
gereği düşünüldü:
KARAR : Davacı Kamil Çetin Kutdoğan, davalıların vekili Yusuf Dündar'ın 27.10.1994
tarihinde noterde düzenlenen satış vaadi sözleşmesi ile davalıların Taylıeli Köyü Çınardere
Mevkiinde bulunan 2424 parsel sayılı taşınmazdaki paylarını kendisine sattığını ileri sürerek,
2424 parsel sayılı taşınmazın davalılar adına olan tapu kaydının iptali isteği ile davalılar
Cemalettin Talay ve arkadaşları aleyhine tapu iptali ve tescil davası açmıştır.
Cemalettin Talay ve arkadaşları ise, aleyhlerine Kamil Çetin Kutdoğan tarafından bu tapu
iptali ve tescil davasının açılmasından sonra, vekilleri Yusuf Dündar'ın, avukata vekaletname
vereceği söylenerek notere götürüldüğünü, burada vekaletname düzenlenirken, boş kağıtlara da
imzasının alındığını, daha sonra gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin bu boş kağıtlar
doldurulmak suretiyle düzenlendiğini, sözleşmenin dördüncü sayfasındaki çıkıntının altındaki
imzanın da Yusuf Dündar'a ait olmadığını, tanık huzurunda sözleşmenin düzenlendiği bildirildiği
halde tanıkların ad ve imzalarının sözleşmede yer almadığını, hata ve hile ile sahte olarak
düzenlenen gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin geçersiz olduğunu, sözleşmede belirtilen
bedelin taşınmazın gerçek değerinden de çok düşük olduğunu iddia ile gayrimenkul satış vaadi
sözleşmesinin iptali isteğiyle Kamil Çetin Kutdoğan aleyhine dava açmışlar ve bu gayrimenkul
satış vaadi senedinin iptaline karar verilmesini istemişlerdir.
Gayrimenkul satış vaadine dayalı tapu iptali ve tescil davasının yargılamasında ise
sonradan açılan bu senet iptali davası ön sorun olarak kabul edilmiş ve beklenmesine karar
verilmiştir.
Bu senet iptali davasının yapılan yargılaması sonunda mahkemece, davacı vekilinin 4.
oturumdaki beyanına göre istemin, danışıklı işlem nedeniyle senet iptali olduğu ve danışıklı
işleminde kanıtlandığı gerekçesiyle sözleşmenin iptaline karar verilmiştir.
Bu hükmün davalı Kamil Çetin Kutdoğan tarafından temyizi üzerine davacılar asıl
istemlerinin sahtelik nedeniyle iptal olduğu, mahkeme gerekçesinin yerinde olmadığı, ancak
sonucu doğru olan kararın onanması gerektiğini belirterek temyize cevap vermişler; karar
Yargıtay 13.Hukuk Dairesi tarafından bağlantı nedeniyle davanın tapu iptali ve tescil davası ile
birleştirilmesi gerektiği yönünden bozulmuştur.
13.Hukuk Dairesinin bu bozma kararı üzerine, sahtelik iddiasına dayalı senet iptali davası,
tapu iptali ve tescil davası ile birleştirilmiş ve yapılan yargılama sonunda, mahkemece, satış vaadi
159 sözleşmesinin danışıklı düzenlendiği gerekcesiyle sözleşmenin iptaline, tapu iptali ve tescil
davasının ise reddine karar verilmiştir.
Hüküm tapu iptali ve tescil davasının davacısı olan Kamil Çetin Kutdogan tarafından
temyiz edilmiştir.
Özetlenecek olursa; ilk dava satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil,
birleştirilen dava ise Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 314 ve devamı maddeleri uyarınca
sahtelik iddiasına dayalı gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin iptali isteğine ilişkindir.
Tescil isteğinin değerlendirilebilmesi için öncelikle davanın dayanağını oluşturan satış
vaadi sözleşmesinin sahteliği nedeniyle iptaline ilişkin istemin incelenmesi gereklidir. Çünkü
somut olayda Cemalettin Talay ve arkadaşları dava dışı noterce düzenlenen satış vaadi
sözleşmesinin sahte olarak düzenlendiğini ileri sürmüşlerdir.
Davanın aşamaları ve gelişimine ilişkin açıklamalardan sonra mahkemenin senet iptali
kararının gerekçesinin yerinde olup olmadığı, birleştirilen davadaki davacılar vekilinin
yargılamanın 4. oturumundaki beyanının davanın hukuki sebebini danışıklı işlem olarak
sınırlandırma anlamına gelip gelmediğinin irdelenmesi gerekmektedir.
Davacılar vekilinin satış vaadi sözleşmesinin iptali davası açarken açıkladığı olaylar,
vekillerinin kandırılarak boş kağıda alınan imzalarının sonradan satış vaadi sözleşmesi olarak
doldurulduğu, sözleşmedeki çıkıntı altındaki imzanın sahte olduğu, gerçek değeri altındaki
satışında böyle bir sözleşme düzenleme iradesinin olmadığı şeklindedir ve 4. oturumda da bu
iddiasını tekrarlamıştır.
Resmi senedin sahteliğinin ileri sürülmesi, noterin beş duyusu ile tespit ederek yapıldığını
beyan ettiği veya bizzat yaptığını bildirdiği hususların aksinin iddia edildiği hallerde söz
konusudur ( Yavuz Alangoya, Medeni Usul Hukukunun Esasları, 3. Baskı, 2003 İstanbul, s.355 )
Davacının iddiaları da bu şekli ile doğrudan noterin katılımıyla gerçekleştirilmiş bir sahteliğin
varlığı şeklindedir. Davanın dayanağını oluşturan resmi senedin sahteliği iddiası doğrudan
doğruya noterin fiiline yöneltilmiş bir iddia olduğu icin, bu iddianın noterin de taraf olduğu bir
davada ileri sürülmesi gereklidir ( Alangoya, age. S.358 ).
Bir başka anlatımla sahtelik iddiası aynı zamanda düzenleme şeklindeki sözleşmenin
diğer tarafını olduğu kadar sözleşmeyi düzenleyen notere karsı da ileri sürülmüş bir iddia olup,
sabit görülmesi halinde Noterlik Kanununun 162. maddesi uyarınca noterin hukuki
sorumluluğuna yol açabileceği gibi noterin savunması bu davanın sonucunu da etkileyebilir. Şu
halde, noterde düzenlenen ve sahtecilik yapıldığı, zor kullanıldığı iddiasına dayalı bu istemin
noterin taraf olmadığı bir davada incelenip hükme bağlanması usul hukuku ilkelerine uygun
düşmemektedir. ( Baki Kuru, Hukuk Usulü Muhakemeleri C:II, 1980 Sh. 1497 )
Bu nedenledir ki, bu husus gözardı edilerek, davasına dayanak yaparak tapu iptali ve
tescil isteyen davacı Kamil Çetin Kutdoğan'ın dayandığı gayrimenkul satış vaadinin iptaline,
davacının aleyhine olacak şekilde karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır.
Bu durumda, sahtelik iddiası ile senet iptali davasını açan tarafa davalarının
dinlenebilirliği bakımından zorunlu görülen ilgili noter aleyhine dava açma olanağı tanınmalı ve
açılacak davanın eldeki bu dava ile birleştirilmesini takiben noterin de savunma ve delillerinin
toplanmasından sonra ulaşılacak sonuca göre bir karar verilmelidir.
Mahkemece açıklanan yöntem izlenmeden, sahtelik iddiasına yönelik dava yanlış
nitelendirilerek, ne şekilde bir danışıklı işlem olduğu da gösterilmeden, danışıklı işlem iddiasına
dayalı bir dava varmış gibi sonuca gidilmesi doğru görülmemiş, davacı Kamil Çetin Kutdoğan'ın
temyizi bu bakımdan yerinde bulunarak hükmün bozulması gerekmiştir.
Tüm bu hususlar gözetilmeden davaya bakılarak yazılı şekilde hüküm kurulması doğru
görülmemiş bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Yukarıda yazılı nedenlerle, davalı Kamil Çetin Kutdoğan vekilinin temyiz
itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre diğer hususların
incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin alınan temyiz harcının yatırana geri verilmesine,
275.000.000 TL. duruşma vekalet ücretinin davalılardan alınarak davacı Kamil Çetin Kutdoğan'a
verilmesine, 30.3.2004 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
160 YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ KARARLARI
T.C.
YARGITAY
15. Hukuk Dairesi
E:1983/1922
K:1982/2312
T:07.10.1983
DAVA : Taraflar arasındaki davanın (Edirne İkinci Asliye Hukuk Hakimliği)'nce
görülerek mahkeme ilamında belirtilen gerekçelere binaen verilen 17.3.1983 tarih ve 200 - 73
sayılı hükmün temyizen tetkiki davalı Hasan vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin
süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla; dosyadaki kağıtlar okundu, gereği konuşulup
düşünüldü:
KARAR : İşveren davacılar vekilleri, 27.4.1981 tarihinde harcı alınmış olan dava
dilekçelerinde:
Davalı yükleniciler ile arsa karşılığı daire ve dükkan yapımı için eser sözleşmeyi
yaptıklarını, davalıların inşaatı fenni şartlara uygun olarak yapmadıkları gibi, süresi içerisinde de
bitirmediklerini, bu şartlar yerine getirilmediği takdirde geçerlik kazanacak nitelikte senet
verdiklerini iddia ile fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 100.000 Liranın davalı yüklenicilerden
alınmasını istemişlerdir.
Davalı yüklenici Celal süresinde verdiği 15.5.1981 günlü cevap dilekçesinde:
1979 yılının Mart ve Nisan aylarında diğer davalı Hasan ile sözleşme yaparak, eser
sözleşmesinden kaynaklanan hak ve yükümlülüklerini adı geçene, devir ettiğini bu nedenle,
kendisinin davalı gösterilemeyeceğini savunarak, davanın red edilmesi gerektiğini bildirmiştir.
Davalı yüklenici Hasan vekili süresi dışında verdiği 22.6.1981 günlü cevap dilekçesinde:
Müvekkilinin, sözleşmeye, sonradan düzenlenen protokole ve sözlü anlaşmalara göre,
eseri tamamlayarak iki sene evvel teslim ettiğini, daire ve dükkanların kiraya dahi verildiğini,
teslim tarihinden itibaren iki sene geçmiş olmasına göre, dava açmaya hakları bulunmadığını, iki
adet brülörün takılmadığını kabul ettiklerini, yalnız saptanan değerin fazla olduğunu, sözleşmede
su tesisatına hidrofor konulacağına dair bir hüküm bulunmadığını, tesbit bilirkişinin saptadığı
bazı noksanlıklar için davacı işverenlerle anlaşarak bunların karşılığı olarak bir dükkan
aldıklarını, noksan olduklarını ileri sürdükleri bir kısım işlerin de yapılmış olduğunun tesbit
bilirkişisince saptandığını, sözleşme dışı bazı işlerde yapıldığı halde, dava açmakla suiniyetli
olduklarını gösterdiklerini, dava dilekçesinin usul hükümlerine uygun olarak düzenlenmemiş
olup, iptalinin gerektiğini, savunarak haksız açılan davanın reddini dilemiştir.
Mahkeme, sözleşme hükümlerine aykırı hareket edildiğini ve senedinde BK.nun 158 ve
müteakip maddeleri gereğince cezai art olarak yapıldığını kabulle, davalı Celal hakkındaki
davanın husumet yönünden reddine, 100.000 liranın da davalı Hasan'dan tahsiline, karar
vermiştir.
Karar, 29.4.1983 günlü ve aynı gün harcı alınmış olan dilekçe ile süresinde davalı Hasan
vekili tarafından temyiz edilmiştir.
161 Dava dilekçesi ve sonradan verilen açıklama dilekçesinden davacı işveren vekillerinin
davaları niteliği ve dayanağı anlaşılamamakta ise de, 6.9.1982 günlü oturumda, davalı
yüklenicinin inşaatı zamanında ve vakit şartlarına uygun olarak yapması neticesi muaccel hale
gelen ve dosyada fotokopisi bulunan bonoda yazılı 100.000 liranın, davalı yükleniciden alınması
istemi olduğu, işveren davacıların vekillerince beyan edilerek, dava ve dayanağı açıklığa
kavuşturulmuştur.
Özetle, sözleşmeye uyulmaması nedeniyle, dava konusu bonoda yazılı 100.000 liranın
davalı yüklenicilerden alınması için açılmış bir davadır.
Dava konusu bono fotokopisinin arkasında aynen "Not: İş bu bono inşat teminatı olarak
verilmiş olup, mukavelenin haricinde hareket edildiğinde kesinleşir 17.9.1975" denilmektedir.
Yanlar aralarında, tarihi belli olmayan, arsa karşılığı daire ve dükkan alımını içeren ve
adiyen düzenlenmiş olan bir eser sözleşmesi yapmışlardır.
Söz konusu sözleşme gayrimenkul satışında içermekte olduğundan geçerli olabilmesi
için, noter aracılığı ile ve düzenleme şeklinde yapılması yasa hükmüdür. Bu nedenle sözleşme
geçersizdir. Hakimin görevi gereği bunu re'sen araştırması gerekmektedir.
Ancak, sözleşmeye göre arsa üzerinde kat irtifakı kurulmuşsa veya yanlar edimlerini
karşılıklı olarak yerine getirmişler ve eserde kullanılabilir. Derecede tamamlanmış veya bitirilmiş
ise, sözleşmenin geçersizliğinden söz etmek iyiniyet kuralına aykırı düşeceği Yargıtay'ın
uygulana gelen yerleşmiş içtihadı bulunmaktadır.
Tesbit dosyasında mevcut bilirkişi raporundan ve dava dilekçesinden eserin kullanılabilir
derecede tamamlandığı anlaşılmakta olduğundan, sözleşmenin geçersizliği ileri sürülemeyeceği
gibi sözleşmenin teminatı olarak verildiği anlaşılan borcunun da geçersiz olduğu söylenemez.
Bononun arkasındaki açıklamadan, bunun bir teminat olarak verildiği, ancak sözleşmeye
aykırılık halinde de cezaya dönüşeceği anlaşılmaktadır. Esasen cezai şartta teminat niteliği de
bulunmaktadır.
Sözleşme ve bono ve tutarı konusunda yanlar arasında uyuşmazlık yoktur.
Davacı işverenler, sözleşmeye aykırılık nedeniyle bono bedelinin cezaya dönüştüğünü
iddia etmekte, davalı yüklenici ise sözleşmeye aykırılık bulunmadığını ve bononun teminat
niteliğini kaybetmediğini geri verilmesi gerektiğini savunmaktadır.
Ayrıca, davalı yüklenici vekili eserin tamamlanarak teslim edildiğini, davanın iki sene
sonra açıldığını ileri sürmektedir.Buna karşılıkta davacılar vekilleri de, süresinde teslim
edilmediğini ve eserde kusur ve noksanlar bulunduğunu iddia etmektedirler. Eser, herhangi bir
hak saklı tutulmadan kabul edilirse, yüklenici her türlü sorumluluktan kurtulur (BK. 359-362).
Cezai şart asıl borcun fer'i niteliği olup muaccel olduğu takdirde bağımsız borç niteliğini
kazanır. Asıl borç yerine getirilmiş ise veya borçtan kurtulunmuşsa, cezai şart da ortadan kalkar.
Davacı işverenler, davalı yüklenici vekilinin savunduğu gibi eseri teslim almışlar ve
doğduğunu iddia ettikleri cezai şartla ilgili haklarını saklı tutmamışlar ise, artık bunu isteyemezler
(BK. 158).
162 Bu durumda mahkemece öncelikle, eserin teslim edilip edilmediği ve teslim alınmışsa
cezai şartla ilgili hakkın saklı tutulup tutulmadığı, teslim alınmışsa bonodaki teminatın muaccel
olup olmadığı ve cezai şarta, dönüşüp dönüşmediği araştırılmalı ve bu hususlardaki yanların
kanıtları sorulup, bunlar toplanmalı ve oluşacak sonuç doğrultusunda, gerekli karar verilmelidir.
Noksan araştırmaya dayalı hüküm, usul ve kanuna aykırı bulunduğundan, bozulmalıdır.
SONUÇ : Yukarıdan beri açıklanan nedenlerle, hükmün temyiz eden davalı yararına
(BOZULMASINA), istek halinde, peşin alınan temyiz ilam harcının davalıya geri verilmesine,
7.10.1983 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
15. Hukuk Dairesi
E:1993/3202
K:1994/3218
T:16.05.1994
DÜZENLEME" NOTERLİK İŞLEMLERİ
KAT KARŞILIĞI İNŞAAT SÖZLEŞMESİ (SÖZLEŞMENİN GEÇERLİK ŞARTI)
ONAYLAMA" NOTERLİK İŞLEMLERİ
Tapulu taşınmaz üzerine, arsa payı devrini de öngören eser sözleşmelerinin ve hatta eser
sözleşmesindeki bazı hususların ileride yapılacağına dair akitlerin, noterlerce, "düzenleme"
şeklinde
yapılması gerekmektedir. Sözleşme, "onaylama" şeklinde yapılmışsa, arsa
maliklerinin, tapu paylarını devir borcu doğmaz.
743 s. MK. m. 634
818 s. BK. m. 22, 213/1-2
1512 s. Noterlik K. m. 84, 90
Mahalli mahkemesinden yerilen hükmün duruşmalı olarak temyizen tetkiki davalılar
vekile tarafından istenmiş olmakla; dosyadaki kağıtlar okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
1- Taraflar arasındaki 18.2.1987 tarihli inşaat sözleşmesinde, tapulu taşınmaz üzerine
davacı yüklenici tarafından kat karşılığı inşaat yapılması ve arsa payının davacı yükleniciye
inşaat karşılığında devir ve temliki öngörülmüştür. Bu tür sözleşmelerin; Noterlik Kanunun
60, Tapu Kanununun 26, Medeni Kanunun 634 ve BK.nun 213. maddeleri gereğince resmi
şekilde yapılması gerekir. Davacının dayandığı sözleşme, noter tarafından re'sen düzenlenmiş
olmayıp, sadece tarafların beyanlarının noter tarafından onanmasından ibarettir. Noterlik
Kanununun 84 ve devamı maddeleri gereğince "düzenleme şeklinde" yapılması gerekirken,
aynı Kanunun 90. maddesine göre "onaylama" biçiminde yapılmıştır. Öte yandan, bir aktin
ileride inşa edilmesine dair yapılan sözleşmeler geçerli ise de, iki tarafın menfaatleri için aktin
geçerliliği kanunen resmi şekle tabi kılındığı takdirde bu şekil o sözleşmenin yapılması
taahhüdüne de tatbik olunur (BK. md. 22). Yanlar arasındaki inşaat sözleşmesinde bazı yönler
kararlaştırıldıktan sonra, diğer hususların ileride yapılacak esas sözleşme ile tespit edileceği
bildirilmiş bulunduğundan, bu anlaşmanın, bir akit yapma vaadi olarak nitelendirilmesi
halinde dahi BK. nun yukarda anılan 213/2. maddesi gereğince yasalarda öngörülen resmi
şekil şartına uyularak yapılması zorunludur. Oysa, davacının dayandığı inşaat sözleşmesi
yasalarda öngörülen resmi şekil, şartına uyulmadan yapıldığından, davalı arsa malikleri için bu
sözleşmeden dolayı tapuyu geçirme borcu doğmamıştır. Bu yön kamu düzeni ile ilgilı olup
163 mahkemece re'sen gözönünde bulundurulması gerekirken, sözleşme geçerliymiş gibi, davanın
kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.
2- Yukarıda bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının incelenmesine gerek
görülmemiştir.
S o n u ç : Temyiz olunan kararın birinci bentte açıklanan nedenlerle davalılar
yararına (BOZULMASINA), ikinci bent gereğince diğer temyiz itirazlarının şimdilik
incelenmesine yer olmadığına davalılar duruşmada vekille temsil edildiğinden 100.000 lira
vekalet ücretinin davacıdan alınıp davalılara verilmesine, 16.5.1994 gününde oybirliğiyle
karar verildi.
Kaynak:YKD - 1995/3 - Sayfa:439
T.C.
YARGITAY
15. Hukuk Dairesi
E:1996/728
K:1996/854
T:26.02.1996
DEVİRDEN ÖNCE HACİZ KONULMASI
DEVİRLE MÜLKİYETİN GEÇMESİ
NOTERLİKÇE ARAÇ DEVRİ
Araç satışlarında noterlikçe gerçekleştirilen devir işlemleri, vasıta mülkiyetinin nakil için
yeterli olduğundan; trafikte tescil yapılmamış olsa da mülkiyet alıcıya geçmiştir. Bu
nedenle, satıştan önce alıcıdan kaynaklanmayan nedenlerle konulan haczin kaldırılması
gerekir.
2918 s. Trafik K. m. 20/d
Mahalli mahkemesince verilen hükmün temyizen tetkiki, davacı vekillerince istenmiş
ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla; dosyadaki kağıtlar okundu,
gereği konuşulup düşünüldü:
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici
nedenlere ve özellikle delillerin takdirindedir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı
vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde
görülmediğinden reddi gerekmiştir.
2- Davacı, 22.4.1992 tarihinde satın aldığı araca 18.10.1993'de konulan haczin
yersiz olduğunu ileri sürerek, kaldırılmasını talep etmiş, mahkemece vasıtanın suresinde
trafiğe tescil edilmediğinden bahisle davanın reddine karar verilmiştir. Oysa, 2918 sayılı
Karayolları Trafik Kanununun, 3176 sayılı Kanunla değişik 20/d maddesi uyarınca noterlerce
gerçekleştirilen devir işlemleri vasıta mülkiyetini nakletmek için yeterli olup, işlemin ikmali
için trafikte tescil edilmesine gerek yoktur. Bu konu, idari bir tasarruf olup ayrı bir
yaptırıma tabidir, ihdası nitelik taşımaz. Bu nedenle, dava konusu aracın davacıya ait
olduğunun kabulü ile araç üzerine konan haczin kaldırılmasına karar verilmesi gerekirken yazılı
gerekçelerle davanın reddedilmesi doğru görülmemiş, hükmün bozulması gerekmiştir.
S o n u ç : Yukarıda bir nolu bentte yazılı nedenlerle davacının sair temyiz
itirazlarının reddine, iki nolu bentte yazılı nedenlerle hükmün davacı yararına
(BOZULMASINA), istek halinde ödediği temyiz peşin harcının temyiz eden davacıya geri
verilmesine, 26.2.1996 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Kaynak:YKD - 1997/3 - Sayfa:405
164 YARGITAY 17. HUKUK DAİRESİ KARARLARI
T.C.
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
E:2007/1188
K:2007/1606
T:10.05.2007
ARAÇ MÜLKİYETİNİN DEVRİ
NOTER İŞLEMİ
TRAFİK SİCİLİ
DAVADA HUSUMET
Özet
Noterlerce gerçekleştirilen devir işlemleri, araç mülkiyetinin devri için yeterli olup, işlemin
tamamlanması için trajik siciline tescil yapılması mutlak koşul değildir. Hasara neden olan
aracın davalı şirket tarafından kazadan önce üçüncü, kişiye satıldığı anlaşıldığına göre, araç
malik sıfatı olmayan şirkete karşı açılan davanın reddine karar verilmelidir.
Taraflar arasındaki rücuen tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı
nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalı S. Ltd. Şti.
temsilcisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:
KARAR
Davacı vekili, davalıların maliki, sürücüsü ve sigortacısı oldukları aracın müvekkili şirkete kasko
sigortalı araçlarda hasara neden olduklarını, davalı sürücünün kusurlu olduğunu, hasar
bedellerinin sigortalılarına ödendiğini, bu nedenle toplam 24.969.700.000 TL'nin ödeme
tarihlerinden itibaren işleyecek reeskont faizi ile davalılardan müştereken ve müteselsilen
tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı sigorta vekili, poliçe limiti dahilinde sorumluluklarını kabul ettiğini belirtmiş, davalı
Cengiz kusuru kabul etmediğini savunarak davanın reddini istemiş, diğer davalı ise cevap
vermemiştir.
Mahkemece, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, davanın kısmen kabulüne,
toplam 15.666.75 YTL'nin sigorta şirketi yönünden dava tarihi, diğer davalılar yönünden ayrı
ayrı ödeme tarihlerinden itibaren yasal faizi ile müteselsilen tahsiline karar verilmiş, hüküm
davalı S. Ltd. Şti. temsilcisi tarafından temyiz edilmiştir.
2918 sayılı KTK'nın, değişik 20/d maddesi hükmü uyarınca, noterlerce gerçekleştiren devir
işlemleri, araç mülkiyetinin devri için yeterli olup, işlemin tamamlanması için trafik siciline tescil
işlemi yapılması mutlak koşul değildir. Bunun bir sonucu olarak da, trafik kayıtları mülkiyeti
gösteren sicillerden olmakla birlikte, bu karine kesin değildir. Aracı, noter satışı ile devralan,
adına tescil işlemi yaptırmamış olsa dahi, aracın maliki sayılır.
Davacı vekili davalı şirketin araç maliki olduğunu belirtmiş, mahkemece de bu davalının araç
maliki olduğundan bahisle sorumluluğuna ilişkin hüküm kurulmuş ise de, temyiz dilekçesi ekinde
ibraz edilen Bakırköy 14. Noterliğinin 30.12.2003 gün 22054 yevmiye nolu noter satış
sözleşmesine göre, hasara neden olan aracın davalı şirket tarafından kazadan önce 30.12.2003
tarihinde dava dışı 3. kişiye satılmış olduğu anlaşılmıştır. O halde davalının araç maliki sıfatı
kalmamış bulunmasına göre, hakkındaki davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu
şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı şirket vekilinin temyiz isteminin kabulü ile
kararın BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine,
10.5.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
165 YARGITAY 19. HUKUK DAİRESİ KARARLARI
T.C.
YARGITAY
19. Hukuk Dairesi
E:1992/8679
K:1993/2410
T:02.04.1993
BORÇTAN SORUMLULUK
MÜTESELSİL BORÇLULAR
OLAYDAN ÖNCE ARACIN NOTERDE SATIŞI
2918 sayılı Kanunun 88. maddesine göre, aynı zarardan sorumlu olan kişiler müteselsil
sorumludurlar. BK.nun 141. maddesine göre müteselsil borçlulardan her biri borcun
tamamından sorumludurlar. Kusurun bir kısmının dava dışı üçüncü kişide olduğunun
sonradan ortaya çıkması davalının zararın tamamından sorumlu tutulmasına engel
değildir. Olaydan önce aracın noterde satışı sicil kaydına intikalinden önce de satanın
sorumluluğunu ortadan kaldırır.
2918 s. Trafik K. m. 88
818 s. BK. m. 141
6762 s. TTK. m. 20/2-d
Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yarğılaması sonunda, ilamda yazılı
nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün
süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine; dosya incelendi, gereği konuşulup
düşünüldü:
Davacı vekili; müvekkillerine ait olup, babasının kullandığı otomobile, davalı Cahit'e
ait öbür davalı Ali'nin kullandığı aracın çarparak, hasara ve otomobilin içindekilerin
yaralanmalarına neden olduğunu ileri sürerek, aracın onarım ve değer kaybı gideri ile aracını
kullanamaması nedeniyle ödediği giderin tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı Cahit, trafik kaydında adına kayıtlı aracın olaydan önce öbür davalı Ali'ye
noter kanalıyla sattığını bildirerek, diğer davalı Ali ise yokluğunda davacının yaptırmış
olduğu saptamaya dayalı bilirkişi raporunu kabul etmediğini, istenen bedelin fahiş olduğunu
savunarak davanın reddini istemişlerdir. Mahkemece, davalı Cahit'in olaya karışan aracı olay
günü olan 1.7.1989 gününden önce 10.3.1988 tarihinde noter senediyle öbür davalı Ali'ye
satarak teslim ettiğinden hakkında açılan davanın reddine, Ali yönünden açılan davanın kısmen
kabulüne karar verilmiş; hüküm, davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Adli Tıp Kurumu'nca düzenlenen bilirkişi raporuna göre, olayda davalı Ali'nin 6/8
oranında, dava dışı Karayollarının 2/8 oranında kusurlu oldukları davacının kusuru
bulunmadığı saptanmıştır. Karayolları Trafik Kanununun 88. maddesinde, aynı zararlardan
sorumlu olan kişilerin müteselsilen sorumlu olacakları kabul edilmiştir. Müteselsil
sorumlulukta, kural olarak borçlulardan her biri borcun tamamından sorumludur (BK. m.
141). Davacı, davayı açarken aslında davalı olarak gösterdikleri yönünden teselsül
hükümlerine dayanmıştır. Her ne kadar kusurun % 100 davalıda olduğunu ileri sürmüş ise de,
amacı kendisinin hiçbir kusuru olmadığını açıklamaktır. Bir kısım kusurun, dava dışı
üçüncü kişide (Karayolları) olduğu sonradan anlaşılmıştır. Bu durum davacının amacı ve
teselsül hükümlerine dayanılmasıyla birlikte değerlendirildiğinde "zararın tamamından
166 davalının sorumlu tutulması" gerekir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 19.12.1986 gün"
1985/4-822 esas, 1986/1140 sayılı karar).
Bu durumda, davalı Ali'nin zararın tamamından sorumlu tutulması gerekirken 6/8 kusur
oranına eş düşen bölümünden sorumlu tutulması doğru görülmemiştir.
Öte yandan, kural olarak resmi trafik sicilinde adına motorlu araç kayıtlanmış
yetkili yönetimce tescil belgesi verilmiş kimse "araç sahibi”dir. Tescil edilmiş araçların her
çeşit satış ve devirleri noterlerce yapılır. Ayrıca, satış ve devirler noterlerce, işlenmek üzere en
geç işlemi izleyen iş günü içinde ilgili tescil kuruluşuna bildirilir (TTK. m. 20/2-d). Bu
işlemler trafik kazalarında sorumlu olan kimselerin kısa surede belirlenmesi ve zarar
görenlerin korunmasını sağlar. Somut olayda, davalı Cahit kazayı yapan aracın trafik kaydına
göre sahibi durumundadır. Davacı trafik kaydını esas alarak dava etmektedir. Kaza sırasında
bu davalının aracın sahibi olmadığı, trafik kaydının gerçeği yansıtmadığı ileri sürülmüş
değildir. Davalı Cahit, aracın öbür davalıya satımı yapılıp devredildiğini noter senedini
ibraz ederek kanıtlamıştır. Bunun üzerine, bu davalı hakkındaki dava reddedilmiştir. Davacı,
davanın açılmasına neden olmadığına göre yargılama gideri ve avukatlık ücretinden sorumlu
tutulmaması gerekir. Mahkemece, davacı yargılama giderinden sorumlu tutulmazken avukatlık
ücretinden sorumlu tutularak davalı Cahit yararına avukatlık ücreti takdiri isabetsizdir.
S o n u ç : Yukarıda açıklanan nedenlerle yerel mahkeme kararının davacı yararına
(BOZULMASINA), peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 2.4.1993 gününde
oybirliğiyle karar verildi.
Kaynak:YKD - 1993/11 - Sayfa:1702
167 KONULARINA GÖRE KARAR ARAMA FİHRİSTİ
ARAÇ SATIŞ SÖZLEŞMESİ
01- Yargıtay 15.Hukuk Dairesi
02- Yargıtay 13.Hukuk Dairesi
03- Yargıtay 11.Hukuk Dairesi
04- Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
05- Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
06- Yargıtay 17.Hukuk Dairesi
07- Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
1996/00854 K.
1996/2275 K.
2000/06590 K.
2004/6266 K.
2005/13780 K.
2007/1606 K.
2007/964 K.
Sayfa
164
151
128
088
096
165
043
ARAÇ SATIŞ SÖZLEŞMESİ -İLİŞİK KESME BELGESİ
01- Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
2004/16831 E.
2005/13312 K.
090
ARAÇ SATIŞI -MALİKİN TESBİTİ
01-Yargıtay 19.Hukuk Dairesi
02-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
03-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
04-Yargıtay 13.Hukuk Dairesi
1992/08679 E.
2003/4891 E.
2004/16884 E.
2005/9271 E.
1993/02410 K.
2003/10641 K.
2005/478 K.
2005/12302 K.
166
085
091
156
ARAÇ REHİN SÖZLEŞMELERİ
01- Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
1999/01143 E.
1999/00067 K.
010
BANKANIN SORUMLULUĞU
01- Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
2006/2193 E.
2007/1807 K.
099
BORÇ SENETLERİ
01-Yargıtay 12.Hukuk Dairesi
2008/21678 E.
2008/17969 K.
141
CEZA DAVASI (BEKLETİCİ MESELE)
01- Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
002/5645 E.
2002/6791 K.
084
DAMGA VERGİSİ – VERGİNİN RÜCUEN TAHSİLİ
01- Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu 1939/32 E.
02- Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
2001/2136 E.
1940/92 K.
2002/6321 K.
001
079
ESER SÖZLEŞMESİ (İSTİSNA AKTİ)
01- Yargıtay 15.Hukuk Dairesi
02- Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
1983/02312 K.
2006/554 K.
161
032
1978/03972 K.
1995/10817 K.
143
049
1996/00728 E.
1996/1944 E.
2000/05526 E.
2003/15231 E.
2005/14432 E.
2007/1188 E.
2007/13-914 E.
1983/01922 E.
2006/11-525 E.
GAYRİMENKUL SATIŞ VAADİ SÖZLEŞMESİ
1- Yargıtay 13.Hukuk Dairesi
1978/03712 E.
2- Yargıtay 13.Hukuk Dairesi
1995/09277 E.
3- Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
4- Yargıtay14.Hukuk Dairesi
5- Yargıtay 13.Hukuk Dairesi
6- Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
2002/14-17 E.
2003/5271 E
2005/14434 E.
2006/14-692 E.
2002/65 K.
2004/2515 K.
2006/993 K.
2006/702 K.
028
159
157
038
GAYRİMENKUL SATIŞ VAADİ – KAT KARŞILIĞI İNŞAAT SÖZLEŞMESİ
1-Yargıtay 15.Hukuk Dairesi
1993/3202 E.
1994/3218 K.
2-Yargıtay 13.Hukuk Dairesi
1997/11384 E.
1997/01392 K.
3-Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
2000/13-51 E.
2000/54 K.
163
152
020
GARANTİ SÖZLEŞMESİ
1- Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
2001/19-534 E.
2001/583 K.
024
GEÇERSİZ SÖZLEŞME
1- Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
2000/13-1729 E.
2001/32 K.
015
GÖREV SÜRESİ (Anonim Şirket Yönetim Kurulu)
1-Yargıtay 11.Hukuk Dairesi
1989/6381 E.
2-Yargıtay 11.Hukuk Dairesi
2000/385 E.
1989/5454 K.
2000/3835 K.
120
126
KAT MÜLKİYETİ
1- Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
2001/18-956 E.
2001/731 K.
023
KAMULAŞTIRMA
1- Yargıtay 5.Hukuk Dairesi
2003/6533 E.
2003/8509 K.
107
KUSURSUZ SORUMLULUK - İLLİYET BAĞI
1-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
1975/03749 E.
2-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
1977/5312 E.
3-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
1980/12644 E.
4 Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
1990/4-619 E.
5- Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
2002/5808 E.
6- Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
2004/4-526 E.
1976/00477 K.
1978/3193 K.
1981/00518 K.
1991/70 K.
2002/8687 K.
2004/589 K.
064
067
069
008
082
031
MAKBUZ
01-Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
02-Yargıtay 12.Hukuk Dairesi
1976/10-3435 E.
2006/23644 E.
1978/23 K.
2007/1257 K.
003
141
MİRASTAN FERAGAT
01-Yargıtay 2.Hukuk Dairesi
2007/6349 E.
2007/7938 E.
062
MUVAZA
01-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
2005/12386 E.
2006/11900 K.
096
MÜHÜR
01-Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
2007/1-911 E.
2007/954 K
041
NOTERLİK DAİRESİ
01-Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu
02- Yargıtay 13. Hukuk Dairesi
1972/00003 E.
1981/4831 E
1972/00011 K.
1981/6005 K
002
144
NOTERLİK İŞLEMİNDE YASAKLILIK
01-Yargıtay 13.Hukuk Dairesi
1985/00399 E.
1985/01945 K.
147
NOTERLİK İŞLEMİNDE ÇIKINTI
01-Yargıtay 13.Hukuk Dairesi
1983/00658 K.
145
NOTERLERİN HUKUKİ SORUMLULUĞU
01-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
1973/03658 E.
02-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
1976/11251 E.
03-Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
1977/4-1268 E.
04-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
1982/08932 E.
05-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
1988/02990 E.
06-Yargıtay 11.Hukuk Dairesi
1998/5299 E.
07-Yargıtay 11.Hukuk Dairesi
1998/5400 E.
08-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
1998/00316 E.
09-Yargıtay 11.Hukuk Dairesi
1999/8617 E.
10-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
2000/6166 E.
11-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
2000/3957 E.
12-Yargıtay 11.Hukuk Dairesi
2002/6005 E.
13-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
2003/14412 E.
14-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
2004/627 E.
15-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
2004/11409 E.
16-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
2004/12650 E.
17-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
2004/16580 E.
18-Yargıtay 11.Hukuk Dairesi
2004/3177 E.
19-Yargıtay 13.Hukuk Dairesi
2004/17197 E
20-Yargıtay 11.Hukuk Dairesi
2006/12186 E.
21-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
2006/1956 E.
22-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
2006/2411 E.
23-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
2007/6459 E
24-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
2007/5873 E
25-Yargıtay 4,Hukuk Dairesi
2008/1699 E
1974/16534 K.
1978/00005 K.
1978/972 K.
1982/10570 K.
1988/06935 K
1998/8321 K.
1998/9376 K.
1998/06105 K.
1999/1959 K.
2000/6793 K.
2000/6531 K.
2002/6116 K.
2003/15286 K.
2004/10702 K.
2005/05780 K
2005/11104 K.
2006/1098 K.
2004/12534 K.
2004/18667 K
2006/13739 K.
2006/3585 K.
2007/1543 K.
2007/8597 K
2008/2288 K
2008/13767 K
063
065
006
072
073
121
123
074
125
076
075
130
087
092
092
093
094
133
155
134
097
099
101
100
103
NOTERİN SORUMLULUĞUNDA ZAMAN AŞIMI
01-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
2001/3236 E.
2001/4369 K.
081
1982/08375 E.
ÖNCEKİ NOTERE YÖNELİK TAZMİNAT DAVASI
01-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
001/12220 E.
2001/12773 K
080
POSTA BİLDİRİMİ
01-Yargıtay 5.Hukuk Dairesi
1980/09298 E.
1980/09377 K.
106
PROTESTO
01-Yargıtay 11.Hukuk Dairesi
02-Hukuk Genel Kurulu Kararı
03-Hukuk Genel Kurulu Kararı
04-Yargıtay 12.Hukuk Dairesi
05- Yargıtay 12.Hukuk Dairesi
06-Yargıtay 12.Hukuk Dairesi
07-Hukuk Genel Kurulu Kararı
08-Yargıtay 12.Hukuk Dairesi
09-Yargıtay 12.Hukuk Dairesi
10-Yargıtay 12.Hukuk Dairesi
1975/00736 E.
1990/12-593 E.
1992/12-679 E.
1996/15550 E.
1997/6436 E.
1998/4066 E.
2000/12-1011 E.
2001/4570 E.
2004/1589 E.
2006/11906 E.
1975/03069 K.
1991/10 K.
1993/17 K.
1996/15912 K.
1997/6832 K.
1998/773 K.
2000/1076 K.
2001/5885 K.
2004/6352 K.
2006/14652 K.
116
007
009
136
136
137
014
138
139
140
SAHTE VEKÂLETNAME İLE YAPILAN TEMLİKİN HUKUKİ SONUÇLARI
01-Yargıtay 1.Hukuk Dairesi
1983/13715 E.
1983/13784 K.
02-Yargıtay 1.Hukuk Dairesi
1989/02463 E.
1989/06435 K.
03-Yargıtay 1.Hukuk Dairesi
1989/02783 E.
1989/05244 K.
046
048
049
SAHTELİK İDDİASI
01-Yargıtay 1.Hukuk Dairesi
02-Yargıtay 11.Hukuk Dairesi
03-Yargıtay 7.Hukuk Dairesi
1987/09335 K.
1988/04846 K.
2001/04154 K.
047
119
109
SAHTE KİMLİKLE YAPILAN İŞLEMİN İPTALİ
01-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
001/5014 E.
2001/9347 K.
082
SENDİKA ÜYELİĞİ
01-Yargıtay 9.Hukuk Dairesi
2002/2721 E.
2002/2771 K.
111
SİGORTA HUKUKU
01-Yargıtay 11.Hukuk Dairesi
02-Yargıtay 11.Hukuk Dairesi
03-Yargıtay 11.Hukuk Dairesi
2001/4254 E.
2003/13105 E.
2004/03849 E.
2001/6369 K.
2004/7164 K.
2005/00280 K.
129
131
131
ŞİKAYET HAKKI
01-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
2000/5662 E.
2000/8772 K.
078
1987/06593 E.
1988/04471 E.
001/03954 E.
VASİYETNAME
01- Yargıtay 2.Hukuk Dairesi
02-Yargıtay 2.Hukuk Dairesi
03-Yargıtay 2.Hukuk Dairesi
04-Yargıtay 2.Hukuk Dairesi
05-Yargıtay 2.Hukuk Dairesi
06-Yargıtay 2.Hukuk Dairesi
07-Yargıtay 2.Hukuk Dairesi
08- Yargıtay 2.Hukuk Dairesi
09-Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
10-Yargıtay 2.Hukuk Dairesi
11-Yargıtay 2 Hukuk Dairesi
12-Yargıtay 2 Hukuk Dairesi
1969/2395 E
1970/7125 E
1970/2711 E
1972/5977 E
1977/1882 E
1977/7621 E
1978/02992 E.
1991/6596 E
1993/2-757 E
1996/1471 E.
2005/8654 E.
2005/8051 E.
1969/2562 K
1970/489 K
1970/4508 K
1972/6472 K
1977/1969 K
1977/7844 K.
1978/04111 K.
1991/9044 K
1993/71 K
1996/3555 K.
2005/11578 K
2005/10580 K
051
053
052
054
056
057
058
058
009
059
061
060
VEKALETNAMEDE ŞEKİL
01-Yargıtay 7.Hukuk Dairesi
1990/8163 E.
1991/998 K
108
VEKALETNAMENİN DÜZLENMESİNDE HATA
01-Yargıtay 1.Hukuk Dairesi
1974/1497 E.
1974/2061 K.
046
VEKİLİN SORUMLULUĞU
01-Yargıtay 13.Hukuk Dairesi
1990/07902 E.
1991/01170 K.
148
YETKİ
01-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
02-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi
2003/8610 E.
2003/16353 E.
2003/10502 K.
2004/1080 K.
086
089

Benzer belgeler

necdet şatır

necdet şatır fazlayı geçen çoğunlukla karar verildi. KARŞI OY: Davacıların miras bırakanı ( A ) işveren davalı ( İ )'nin işyerinde sigortalı işçi iken 20.10.1973 tarihinde geçirdiği bir iş kazası sonucunda ölmü...

Detaylı