Mayıs - Haziran 2009 Sayı:12

Transkript

Mayıs - Haziran 2009 Sayı:12
MAKRO | Editör
Makro Vizyon’da özel günlerin heyecanı var
Uzun ve sıcak günlere merhaba dediğimiz bugünler,
aynı zamanda yıl içerisindeki en özel günleri de içine
alıyor. Makro Vizyon da yine özel günlerinizi, dopdolu
içeriğiyle, sizlerle paylaşmaya hazır.
Mayıs ve Haziran ayları...
Mübarek üç aylara girdiğimiz ve Regaip Kandili
heyecanını yaşadığımız Mayıs ve Haziran ayları, aynı
zamanda pek çok önemli günü de kapsıyor. Bizi
büyüten, eğiten, bizimle ağlayıp bizimle gülen
annelerimizin, yine aynı şekilde en zor anlarımızda
bizlere kol-kanat geren babalarımızın en mutlu
günlerini biz de unutmadık. Bir de tabi 19 Mayıs
Gençlik ve Spor Bayramı var. Ulu Önder Atatürk ve
silah arkadaşlarını, genç-yaşlı demeden vatan toprağını
düşmandan kurtaran atalarımızı saygıyla anıyor,
dünyada yaşanan tüm karışıklıkların arasında milli
bayramımızı tüm içtenliğimizle kutluyoruz.
Empatinin önemi
Bayram, kandil, mübarek günlerin yanında, Makro
Vizyon olarak bu sayıda insan ilişkilerinin ve empatinin
önemine değindik. İletişim teknolojilerinin hızla
geliştiği ancak insan ilişkilerinin ne yazık ki giderek
daha da zayıfladığı günümüz dünyasında birbirimizi
daha çok dinlemeye ve daha iyi anlamaya ihtiyacımız
var. Geçim sıkıntısının arttığı, yoğun temponun bizi
sarmaladığı uzun ve yorucu günler, ne yazık ki stresi
arttırıyor ve bu da çevremizdeki insanlara karşı daha
tahammülsüz olmamıza yol açıyor. İşte biz de bu
yüzden, Makro Vizyon olarak, empati kurmanın kolay
yollarını, bu sayıda sizlerle paylaşıyoruz.
Makro Vizyon’da Eurovision heyecanı
Tüm dünyanın heyecanla beklediği Eurovision Şarkı
Yarışması, Mayıs ayında gerçekleşecek. Türkiye’nin
kalbi ise Hadise ile “Düm Tek Tek” atıyor. Bugüne kadar
bir kez birincilik kazandığımız Eurovision’da bu sene
oldukça iddialıyız. Hatta dünya ülkelerinden aldığımız
olumlu tepkiler, heyecanımızı daha da arttırıyor. Biz de
hem Eurovision Şarkı Yarışması’nın şöyle bir tarihine
uzandık, hem de Hadise’nin Eurovision heyecanını
sizlerle paylaştık.
Sıcak ve güneşli günler, keyifli okumalar dileriz.
MAKRO | İçindekiler
s
32
GÜNCEL 20
l Annenize özel bir gün
l 19 Mayıs
l Babalar Günü
bir arada daha özel
s
GÜNDEM 28
l Uzmanlar uyarıyor:
Domuz Gribi yayılıyor
l Keneden korunma yöntemleri
s
RÖPORTAJ 36
Doç. Dr. Erol Göka
s
YORUM 42
Mehmet Songör:
File bülbülüm file...
s
KONUK 44
Hadise
s
HABERLER 6-18
l
l
l
l
l
l
l
l
l
l
l
l
4 | M ay ı s - H a z i ra n
2009
Makromarket’ten Kayseri’ye 2 mağaza daha
Makromarket Çayyolu’nda
Makromarket’ten Malatya’da bahar şenliği
Samsunlu çocuklar Makro AVM’de şenlendi
Makromarket’ten 1. Engelsiz Yaşam
Şenliği’ne büyük destek
Hayat Koleji ve Makromarket’ten şah ve mat
Makro kaliteli hizmet, Kayseri’de yayılıyor
Makromarket Mersin’deki yatırımlarına
büyük hızla devam ediyor
Makromarket’ten Ankara Site Yıldız’a bir mağaza
TPF’den “Güvenilir Gıda Sağlıklı Yaşam”
kampanyasına tam destek
Makromarket’ten annelerimiz için anlamlı gün
Makro AVM’de Anneler Günü’ne özel etkinlikler
BİR PORTRE 48
Aşık Veysel
s
İnsan ilişkileri
ve empati
s
s
KAPAK 32
SAĞLIK 50
Bahar alerjilerine dikkat!
s
GÜNCEL 52
l Dikkat! Çevremiz kirleniyor
l Sağlıklı yaşam için süt için,
süt içirin
l Trafik canavarı olmayalım!
s
ÜÇ AYLAR 58
Mübarek Üç Aylar başlıyor
s
24
GIDA KÜLTÜRÜ 60
Kahvenin mis kokulu öyküsü
s
46
RÖPORTAJ 62
Muhammet Fatih Dereli
s
RÖPORTAJ 64
Erol Bulut
s
DOĞADAN 66
Su hayattır!
s
PSİKOLOJİ 68
Sınav dönemi yaklaşıyor!
s
GIDA KÜLTÜRÜ 72
TUZ - Azı karar, çoğu zarar
s
DEKORASYON 74
Eviniz için aydınlatma önerileri
s
s
92
Makromarket Adına Sahibi
Mustafa Songör
Genel Yayın Yönetmeni
Nuray Erdoğan
Yazı İşleri Müdürü
Hünkar Sibel Görel
Yazı İşleri
Bikem Öğünç
Grafik Tasarım
Murat Çakır
Reklam Tasarım
Zafer Mert
Aydın Güdüllü
Cenk Atarer
Mücahit Aktaş
Fotoğraf
Salih Yılar
Yayına Hazırlık
SAĞLIK 76
Beslenirken
sağlığınızdan olmayın
60
MAKRO VİZYON
MAYIS-HAZİRAN 2009
SAYI: 12
GÜZELLİK 80
Saç bakım tüyoları
s
SPOR 86
Tarihte bir bisiklet turu...
s
s
s
90 Pratik bilgiler
92 Lezzetli tarifler
94 Ödüllü bulmaca
Bahçelievler Mh. Talatpaşa Cd.
Köroğlu Sk. Keskin 2 Apt. No:9/2
Bahçelievler / İstanbul
Tel: 0212 441 37 08
www.medyapan.com
Renkayrım/Baskı ve Cilt
Arkadaş Form Matbaa
Yayın Türü
Yerel Süreli
Yönetim Yeri
Şeref Makromarket A.Ş.
Saray Mah. Gıdacılar Cad. No: 11
06980 Sarayköy - Kazan / Ankara
www.makromarket.net
[email protected]
M ay ı s - H a z i ra n 2 0 0 9 | 5
MAKRO | Haberler
Makromarket’ten
Kayseri’ye 2 mağaza daha
Makromarket Beyazșehir
Makromarket Beyazșehir
Makromarket, kaliteli hizmet
anlayışını Türkiye ile
buluşturmaya devam ediyor.
Ofis-Evim mağazalarının
Makromarket konseptine
dönüşümü sürecinde Kayseri’de
2 mağazayı aynı gün açan
Makromarket, açılışlarına hız
kesmeden devam ediyor.
Makromarket, 2 Mayıs
Cumartesi günü Beyazşehir ve
Sanayi mağazalarını yeni
görünümüyle Kayserililerin
hizmetine açtı.
6 | M ay ıs - Ha zira n
Beyazşehir ve Sanayi
mağazalarının açılış töreni,
Makromarket Genel Müdürü
Mustafa Songör, Yönetim
Kurulu Üyeleri ve çok sayıda
Makromarket müşterisinin
katılımıyla gerçekleştirildi.
Açılışta Makromarket
müşterilerine, yine birçok
üründe şok indirimler, özel
promosyonlar, hediyeli satışlar
Makromarket Sanayi
2009
ve ikramlar sunulurken, indirimli
ürünlere müşterilerin yoğun
ilgisi zaman zaman izdihama yol
açtı. Makromarket Çocuk
Tiyatrosu’nun gösterileri ve Grup
Yağmur’un muhteşem
konserinin yanı sıra, halk
oyunları ekibinin gösterileri de
açılışları renklendirdi.
Makromarket, çizgi ötesi
hizmet kalitesini Kayseri Sanayi
mağazasında, 1600 metrekare
alana sahip satış alanı, işinin
uzmanı 16 çalışanı ve 3 kasasıyla
ortaya koyarken; Beyazşehir
mağazası da 1700 metrekare
satış alanında, 24 çalışanı ve yine
5 kasasıyla kaliteli alışveriş
farkını sunuyor.
Rekabetin çok yoğun
yaşandığı günümüz perakende
sektöründe istikrarlı büyüme
çizgisini sürdüren Makromarket,
müşteri memnuniyetini en üst
seviyede tutup sağlam ve güçlü
altyapısıyla Türkiye’nin en büyük
yerli markası olma yolunda
ilerliyor.
Makromarket Sanayi
MAKRO | Haberler
Makromarket Çayyolu’nda
Anadolu’nun yerli markası Makromarket, Türk perakende
sektöründe hızlı ve emin adımlarla büyüme devam ediyor. “Hizmet
Tüm Türkiye’ye” sloganıyla Ankara’da Çayyolu Mağazası’nı hizmete
açan Makromarket, hizmet ağını yaygınlaştırmaya devam ediyor.
Makromarket Çayyolu
Mağazası’nın açılışı, 11 Nisan
Cumartesi günü, saat 13:00’de,
Makromarket Yönetim Kurulu
Başkanı Şeref Songör ve Yönetim
Kurulu Üyelerinin katılımlarıyla
gerçekleştirildi. Açılış dolayısıyla
birçok üründe özel fiyat ve
indirimler uygulanırken, açılışa
gelen müşterilerin keyifli bir
zaman geçirmeleri için tiyatro
gösterileriyle birlikte Grup Yağmur
da sahne alarak bir konser verdi.
Makromarket Çayyolu
Mağazası, 2300 metrekare satış
alanı, 68 nitelikli personeli, 12
kasası ve 55 bini aşan geniş ürün
portföyüyle bölgenin en büyük
hipermarketleri arasında yer alıyor.
Çayyolu Mağazası, tüm bu
özellikleriyle birlikte bölge halkına
modern ve ferah bir ortamda
alışveriş yapma imkanı sunuyor.
Hizmet ağına yeni illerde yeni
mağazalar ilave etmek için
çalışmalarını hız kesmeden sürdüren
Makromarket, müşteri mutluluğunu
ve memnuniyetini her şeyin üstünde
tutuyor. Alışveriş dünyasına
yenilikçi çalışmalarıyla farklılık
getiren Makromarket, ülkemizin her
köşesine ulaşmayı hedefliyor.
Makromarket’ten
Malatya’da bahar şenliği
Anadolu’nun yerli markası Makromarket, Malatya’ya hizmette 1.
yılını doldurdu. 1. yıl kutlamaları çerçevesinde, Makro Alışveriş
Merkezi’nde muhteşem bir ‘Bahar Şenliği’ düzenlendi.
18-19 Nisan tarihlerinde gerçekleştirilen Makromarket Bahar Şenliği kapsamında, Makro Alışveriş
Merkezi’nde rengarenk tiyatro gösterilerinin yanı sıra Grup Yağmur da
muhteşem bir konser verdi. Makromarket, Malatyalı müşterilere bol
eğlencenin dışında 2 hafta boyunca
şok indirimler, özel promosyonlar ve
zengin ikramlarla alışveriş
dünyasında birbirinden güzel fırsatlar sundu. Perakende sektöründe
öncü çalışmalarıyla fark oluşturan
Makromarket, alışverişi keyfe çevir-
8 | M ay ıs - Ha zira n
2009
menin mutluluğunu yaşıyor ve müşterilerine yaşatıyor.
Malatya Makromarket, 5.000 metrekare satış alanı, 55 bini aşkın
ürün çeşidi, 20 kasası ve 80
çalışanıyla, Malatya Makro Alışveriş
Merkezi’nde, makro kalite hizmeti
mikro fiyatlarla sunuyor. Kaliteli
hizmetten ödün vermeyen Makromarket, Malatyalı müşterilerinden
aldığı güçle yaygınlaşıyor.
MAKRO | Haberler
MAKROMARKET’TEN 1. ENGELSİZ
YAȘAM ȘENLİĞİ’NE BÜYÜK DESTEK
Samsunlu
çocuklar
Makro AVM’de
şenlendi
Türkiye’nin yerli perakende zinciri Makromarket, Samsunlu
çocukların yüzünü güldürdü.
Makro AVM içinde organize
edilen Samsun’un en büyük çocuk
şenliğinde, çocuklar hem eğlenceli saatler geçirdi, hem de
tüm hünerlerini sergiledi.
Makromarket, 15 Mart tarihinde
Samsun’da gerçekleştirdiği çocuk
şenliğinde Samsunlu çocuklara unutulmaz bir gün yaşattı. Neşe Erberk
Joyfull House Yetenek Geliştirme
Kulübü ve Makro AVM işbirliğiyle
gerçekleştirilen çocuk şenliği, ödüllü
yarışmalara sahne olurken, çocuklara
birbirinden güzel sürpriz hediyeler
dağıtıldı. Neşe Erberk’in de katıldığı
şenliğe, Samsunlu çocuklar ve velileri
de oldukça yoğun ilgi gösterdi.
İki gün boyunca süren çocuk şenliğinde, bale ve tiyatro gösterisi gibi
kültürel etkinliklerin yanı sıra, eğlenceli yarışmalar ve pek çok farklı
aktivite de düzenlendi.
10 | M ay ıs-Ha zira n
2009
Makromarket, kurum olarak
kendisini toplumun gerçeklerinden
soyutlamayan ve bu gerçeklerle
yoğrulmuş duyarlı bir kuruluş.
Gerçekleştirdiği sosyal sorumluluk
projeleri ve sivil toplum
kuruluşlarına verdiği destekle bunu
ortaya koyan Makromarket, hayatın
sadece ticari ilişkilerden ve
kaygılardan ibaret olmadığını bilen
ve bunu da her fırsatta topluma
gösteren bir kurum. Bu kapsamda
Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği
(TOFD) Ankara Şubesi’nden de
desteklerini esirgemeyen
Makromarket, TOFD’nin organize
ettiği, Ankara Mogan Gölü’nde
düzenlenen ve 1700 engelli
vatandaşımızın ve ailelerinin
katıldığı 1. Engelsiz Yaşam Şenliği’ne
desteğini yine esirgemedi.
Engellilerin bir gün de olsa
normal kardeşleriyle kaynaşmasını
sağlayan şenlik sonunda
Makromarket’e teşekkür plaketi
veren Omurilik Felçlileri Derneği
Ankara Şube Başkanı Yıldırım
Yılmazoğlu, bugüne kadar hiçbir
yardım talebini geri çevirmeyen
Makromarket’e teşekkür etti.
Engelli vatandaşların zor
hayatlarını bir nebze de olsa
kolaylaştırabilmek, manevi güç ve
yaşama azmi vermede bir parça
destek olmak arzusunda olan
Makromarket, “Engelsiz Bir Dünya”
için tüm müşterilerini ve personelini,
engelli insanlara destek vermek
konusunda duyarlı olmaya davet
ediyor.
Makromarket, bundan sonra da
gerçekleştireceği sosyal sorumluluk
çalışmalarıyla müşterilerine ve
topluma karşı sorumluluklarını
eksiksiz yerine getirmeyi hedefliyor.
MAKRO | Haberler
Hayat Koleji ve
Makromarket’ten
şah ve mat
Desteklediği etkinliklerle sosyal sorumluluk
projelerinde de kendini gösteren Makromarket, aynı
anlayışla yol almayı sürdürüyor. Hayat Eğitim
Kurumları tarafından bu yıl 18-19 Nisan tarihlerinde
7.’si düzenlenen Altınşah Satranç Turnuvası’nın ana
sponsoru olan Makromarket, perakende sektöründe
şah ve mat demeye devam ediyor.
Hayat Eğitim Kurumları
tarafından bu yıl 17-18 Nisan
tarihlerinde, Ankara Atatürk Kapalı
Spor Salonu’nda yedincisi
düzenlenen Altınşah Satranç
Turnuvası, yine oldukça renkli geçti.
Türkiye genelinden toplam 1577
ilköğretim öğrencisinin katıldığı
turnuvanın ana sponsorluğunu ise
Türkiye’nin ulusal perakende zinciri
Makromarket üstlendi.
Ankara Atatürk Kapalı Spor
Salonu’nda düzenlenen ve iki gün
12 | M ay ıs-Ha zira n
2009
boyunca büyük çekişmelere sahne
olan 7. Altınşah Satranç Turnuvası,
şehitlerimiz için bir dakikalık saygı
duruşu ve İstiklal Marşı’yla başladı.
Saygı duruşunun ardından Hayat
Eğitim Kurumları Yönetim Kurulu
Başkanı ve Makromarket Yönetim
Kurulu Üyesi Mehmet Songör
konuşma yaparak emeği geçen
herkese teşekkürlerini iletti.
Konuşmasında bugüne kadar
Türkiye’de satranca gereken önemin
verilmediğinin altını çizen Mehmet
Songör, “Zor bir spor olan ama zeka
gelişimini çok olumlu yönde
etkileyen satranç, çocukların
sınavlardaki başarısında da son
derece etkili oluyor” dedi.
Türkiye Satranç
Federasyonu’nun da desteklediği
turnuva, büyükler, küçükler ve kızlar
olmak üzere 3 kategoride
gerçekleştirildi. Turnuva 2 gün
boyunca yapılan toplam 9 maç ile
sonuçlandı. Yarışmada, her
kategoride ilk üçe giren yarışmacıya
kupa ve dizüstü bilgisayar hediye
edildi. Ayrıca 4 ila 10 arası dereceye
giren yarışmacılara yarım
Cumhuriyet Altını, 10 ila 30 arası
dereceye giren yarışmacılara ise
çeyrek Cumhuriyet Altını verildi.
Turnuvaya katılan tüm öğrenciler,
tişört ve katılım belgesi ile
ödüllendirildi.
Düzenlenen satranç
turnuvasının büyükler
kategorisinde, Volkan Sevgi, Murat
Yanık ve Atakan Erdem ilk üçe
girerken; küçüklerde Köksal Atilla
Yüksel, Eren Gani Ererdem ve Buğra
Çelik; kızlar kategorisinde ise, Başak
Beste Abdimanoğlu, Gizem Kahya ve
Buse Vatansever dereceye girerek
kupa almaya hak kazandılar.
MAKRO | Haberler
Makro kaliteli hizmet, Kayseri’de yayılıyor
Modern ve ferah mağazalarında
A’dan Z’ye tüm temel gıda ve ihtiyaç
ürünlerini bulunduran Talas ve
Alpaslan mağazalarının açılış töreni,
Kayseri Emniyet Müdürü Orhan
Özdemir, Kayseri Vali Yardımcısı
Mehmet Polat ve Melikgazi Belediye
Başkanı Memduh Büyükkılıç’ın yanı
sıra Makromarket Yönetim Kurulu
Başkanı Şeref Songör, Yönetim
Kurulu Üyeleri ve çok sayıda
Makromarket müşterisinin
katılımıyla gerçekleştirildi. Birçok
üründe şok indirimler, özel
promosyonlar ve hediyeli satışların
uygulandığı açılışlarda, birçok farklı
aktivitenin yanında, Makromarket
Çocuk Tiyatrosu’nun gösterileri ve
Grup Yağmur’un muhteşem konseri,
açılışları renklendirdi.
Makromarket, çizgi ötesi hizmet
kalitesini Kayseri Talas
mağazasında, 1650 metrekare alana
sahip satış alanı, işinin uzmanı 32
çalışanı ve 6 kasasıyla
gerçekleştiriyor. Alpaslan
mağazasında da 3000 metrekare
satış alanında 45 çalışanı ve 6
kasasıyla kaliteli alışveriş farkı
sunuyor.
Makromarket, kaliteli hizmet anlayışını Türkiye ile
buluşturmaya devam ediyor. Kayseri’de 25 Nisan
Cumartesi günü, saat 12:00’de, Alpaslan ve Talas
mağazalarının resmi açılışlarını yapan Makromarket,
“Hizmet Tüm Türkiye’ye” sloganıyla Türkiye genelindeki
yatırımlarına büyük bir hızla devam ediyor.
TPF’den “Güvenilir Gıda Sağlıklı Yașam” kampanyasına tam destek
Türkiye Perakendeciler Federasyonu, Tarım ve Köyişleri
Bakanlığı tarafından başlatılan “Güvenilir Gıda Sağlıklı
Yaşam” kampanyasına tam destek veriyor. Avrupa Birliği
standartlarına uyum süreci için gıdaların tarladan
sofraya kadar güvenilir gelmesi amacıyla başlatılan
kampanyada tüketicilerin bilinçlenmesi hedefleniyor.
Tarım ve Köyişleri
Bakanlığınca başlatılan
ve Türkiye
Perakendeciler
Federasyonu’nun tam
destek verdiği
“Güvenilir Gıda
Sağlıklı Yaşam
14 | M ay ıs-Ha zira n
2009
Kampanyası” gıdaların tarladan
sofraya gelişinde kontrolün en iyi
şekilde sağlanmasını ve tüketicilerin
haklarının korunmasını amaçlıyor.
“Yediğine içtiğine dikkat et,
güvenilir gıda tüket” sloganıyla yola
çıkılan kampanyayla kayıt dışının
önüne geçilmesi ve haksız rekabetin
önlenmesi de öncelikli hedefler
arasında yer alıyor. Kampanya
kapsamında açılan 174 Alo Gıda
Hattı ile Türkiye’nin her yerinden
tüketiciler bundan böyle gıda
güvenliği konusunda ihbarda
bulunabilecek ve böylelikle gıdaların
güvenliği konusunda riskli bölgeler
ve ürünler kolaylıkla kontrol altına
alınabilecek. Öte yandan gıda
güvenliği konusunda şikayeti olan
tüketiciler www.tarim.gov.tr veya
www.174.gov.tr internet
sitelerinden de yetkililere
seslenebilecek.
MAKRO | Haberler
Makromarket Mersin’deki yatırımlarına
büyük hızla devam ediyor
Makromarket, makro kaliteyi ve mikro fiyatları Mersinlilerle
buluşturmaya devam ediyor. Makromarket, Mersin’deki 4.
mağazasını, Çağdaşkent’te hizmete açtı. Makromarket Çağdaşkent
Mağazası’nın açılış töreni, 21 Mart Cumartesi günü Mersin İli
Toroslar Belediye Başkanı Hamit Tuna, Tarım İl Müdürü Hasan
Hüseyin Oluğ, Konya Bölge Müdürü Hamdi Cömert ve çok sayıda
müşterinin katılımıyla gerçekleştirildi.
2009 yılının Şubat ayında Lider
Güven Marketi’nin satın alınmasıyla
birlikte başlatılan ve satışa ara
verilmeden gerçekleştirilen dönüşüm
çalışmalarını büyük bir hızla
tamamlayan Makromarket,
Mersin’de 4. mağazasını açarak
Mersin’deki yatırımlarına büyük bir
hızla devam ettiğini gösteriyor.
Gıdadan temizliğe, manavdan
züccaciye ürünlerine kadar geniş bir
ürün yelpazesine sahip olan
Makromarket Çağdaşkent Mağazası,
modern, rahat ve 910 metrekarelik
satış alanında müşterilerine makro
hizmet kalitesi sunuyor ve eğitimli,
profesyonel ve güler yüzlü 25
personeliyle ve 5 kasasıyla da bölge
halkına hizmet veriyor.
Makromarket, açılış dolayısıyla
temel gıda, temizlik ve manav
ürünlerinin birçoğunda özel fiyat
indirimleri uyguladı ve
müşterilerinin özellikle de küçük
müşterilerinin hoşça vakit
geçirmesini sağlamak için tiyatro
gösterisi ve hediyeli yarışmalar
düzenledi. Renkli anların yaşandığı
açılış töreninde çocuklar eğlenerek
vakit geçirdi ve müşteriler indirimli
ürünlere büyük ilgi gösterdi.
Müşteri odaklı hizmet ilkelerini
prensip edinen Makromarket, rahat
ve ferah mağazalarında profesyonel
personel kadrosuyla, makro kalite
ürünleri mikro fiyatlarla satışa
sunuyor. Makromarket, hafta içi 758
bin, hafta sonu 1 milyon adetin
üzerinde ürün satışı sağlıyor.
Makromarket’ten Ankara Site Yıldız’a bir mağaza
En kaliteli, en taze ve en hesaplı
hizmet her zaman
Makromarket’te. Makromarket,
makro kaliteyi ve mikro fiyatları
Ankaralılarla buluşturmaya
devam ediyor. Makromarket,
Ankara Site Yıldız’da yeni bir
mağaza daha hizmete açtı.
Makromarket Site Yıldız
Mağazası’nın açılış töreni, 4 Nisan
16 | M ay ıs-Ha zira n
2009
Cumartesi günü Makromarket
Yönetim Kurulu Başkanı Şeref
Songör, Yönetim Kurulu Üyeleri ve
çok sayıda müşterinin katılımıyla
gerçekleştirildi.
Gıdadan temizliğe, manavdan
züccaciye ürünlerine kadar geniş bir
ürün yelpazesine sahip olan Site
Yıldız Mağazası, modern, rahat ve
1400 metrekarelik satış alanında
müşterilerine makro hizmet
kalitesini sunuyor, eğitimli,
profesyonel ve güler yüzlü 36
personeliyle ve 7 kasasıyla bölge
halkına hizmet veriyor.
Makromarket, açılış dolayısıyla
temel gıda, temizlik ve manav
ürünlerinin birçoğunda özel fiyat
indirimleri uyguladı. Mağazanın
açılışında, özellikle minik
müşterilerinin hoşça vakit
geçirmelerini sağlamak için Grup
Yağmur konseri, tiyatro gösterisi ve
hediyeli yarışmalar düzenlendi.
Renkli anların yaşandığı açılış
töreninde müşteriler bolca
eğlendiler ve tüm gün mağazada
yapılan indirimli ürün
kampanyalarına büyük ilgi
gösterdiler.
MAKRO | Haberler
Makromarket’ten annelerimiz için anlamlı gün
Makromarket, Anneler
Günü vesilesiyle
düzenlediği yemekte, 600
anneyi ve eşlerini
ağırladı. Anneler Günü
kapsamında
gerçekleştirilen bu özel
yemekte, müzik ve
eğlencenin yanı sıra
annelere özel hediyeler de
vardı. Kotex, Veet ve
Orçay’ın destekleriyle
hazırlanan organizasyon,
Makromarket müşterisi
annelerden yoğun bir ilgi
gördü.
Makromarket, geleneksel olarak
düzenlediği Anneler Günü yemeği
organizasyonunu bu yıl da
Abidinpaşa’daki Lale Restoran’ın
Orkide Düğün Salonu’nda, göz
kamaştırıcı bir ortamda
gerçekleştirdi. Müzik eşliğinde
başlayan yemek, düzenlenen
yarışmalarla devam etti.
Yarışmaların sonucunda, 1. anneye,
70 ekran televizyon; 2. anneye, 55
ekran televizyon; 3. anneye 37 ekran
televizyon ve 10 anneye de
18 | M ay ıs-Ha zira n
2009
Sinbo’dan küçük ev aletleri hediye
edildi.
Hediyelerin dağıtılmasının
ardından, anneler için özel olarak
hazırlanmış görkemli Anneler Günü
pastası kesildi.
Anneler Günü’nün anlam ve
öneminin anlatıldığı konuşmaların
yapıldığı ve şiirlerin okunduğu
etkinlik, Makromarket Tiyatro
Ekibi’nin gösterileriyle ve Grup
Yağmur’un muhteşem konseriyle
devam etti. Anneler Günü Yemeği,
davetli konukların eğlenceli
danslarıyla sona erdi.
Makromarket’in geleneksel
olarak düzenlediği bu anlamlı
etkinlik için anneler Makromarket’e
teşekkürlerini sundular.
Mağazalarında her zaman kaliteli
hizmet sunan Makromarket,
müşterilerinin özel günlerini
kutlamayı ve onlarla birlikte olmayı
ihmal etmiyor. Düzenlediği
kampanyalar ve etkinliklerle
müşterilerinin her zaman yanında
bulunan Makromarket, yemeğin
yanı sıra, mağazalarında da annelere
özel indirimler uyguluyor. En değerli
varlıklarımız olan annelerimizin bu
en anlamlı gününde yanında
bulunan Makromarket, her yıl
düzenlediği yemek organizasyonuyla
bu anlamlı günü daha anlamlı
kılıyor.
MAKRO | Haberler
Makro AVM’de
Anneler Günü’ne
özel etkinlikler
Anneler Günü dolayısıyla hafta
sonu çeşitli aktiviteler düzenleyen
Karaman ve Konya’daki Makro
Alışveriş Merkezleri, 9 Mayıs
Cumartesi günü ünlü yazar Yavuz
Bahadıroğlu’nu ve 10 Mayıs Pazar
günü de ezgi sanatçısı Umut
Mürare’yi ağırladı.
Makro AVM’de Umut
Mürare’den konser
Yavuz Bahadıroğlu
Makro AVM’de
Yazar, tarihçi, gazeteci ve radyo
programcısı olan Yavuz Bahadıroğlu,
Anneler Günü dolayısıyla Makro
Alışveriş Merkezleri’nde
gerçekleştirdiği söyleşide annelerin
değeri üzerine durarak annelerin,
sadece Anneler Günü’nde değil, her
an hatırlanması ve el üstünde
tutulması gerektiğini vurguladı.
Osmanlı ve Türk tarihine de değinen
Bahadıroğlu, geçmişte anneye
verilen değer hakkında da örnekler
verdi. Söyleşiden sonra Bahadıroğlu,
sevenleriyle bir araya gelerek
eserlerini imzaladı
10 Mayıs Anneler Günü’nde de
genç seslerden Umut Mürare, Makro
Alışveriş Merkezleri’nde anneler için
en güzel parçalarını seslendirdi.
Umut Mürare konseri, Makro AVM
müşterilerinden büyük ilgi gördü. İki
albümü bulunan Umut Mürare, her
iki albümünden en sevilen
parçalarını seslendirdi. Tüm
annelerin “Anneler Günü”nü
kutlayan Mürare, konser sırasında
birbirinden güzel fıkralar ve
hikayeler anlatarak konserine renk
kattı. Anneler Günü dolayısıyla
Konya Makro Alışveriş Merkezi’nde
gerçekleştirilen etkinliklerin aynısı,
Karaman Makro Alışveriş
Merkezi’nde de düzenlendi.
Malatya Makro AVM’de
sıra geceleri
Anneler Günü Malatya’da bulunan Makro AVM’de de coşkuyla kutlandı. Makro Alışveriş
Merkezleri’nde Anneler Günü dolayısıyla düzenlenen etkinlikler çerçevesinde, 9 ve 10 Mayıs tarihlerinde
Malatya Makro AVM’de sıra geceleri
düzenlendi. Anneler için özel olarak
düzenlenen sıra gecelerini binlerce
anne izledi ve Makro AVM’de eğlendi.
May ı s - Ha z i ra n 2009 | 19
MAKRO | Güncel
Annenize
özel bir gün...
Bazı günler yaşantımızda çok daha özel bir anlama
sahip. Ama bir tanesi var ki yaşamımızın
şekillenmesinde en büyük paya sahip olan, bizi her
zaman koşulsuz koruyup kollayan, en mutlu
anlarımızda bizimle gülen, en üzgün zamanlarımızda
kollarında daima yer bulduğumuz, annelerimizin
günü... Evrensel bir gün olan ve her yıl Mayıs ayının
ikinci pazarında kutlanan Anneler Günü’nü bu yıl siz
de anneniz için daha anlamlı ve özel kılmaya ne
dersiniz? Büyük ve pahalı hediyeler almak yerine gün
boyu ona hazırlayacağınız ufak sürprizlerle bu yıl
Anneler Günü’nde onun en içten gülümsemesine
tanık olabilirsiniz. Nasıl mı? İşte sizin için Anneler
Günü’ne özel ufak ipuçları…
Her yıl Mayıs ayının ikinci
pazarı, tüm dünyada Anneler Günü
olarak kutlanıyor. Mutlaka sizin de
anneniz sizden bir telefon, küçük bir
armağan, bir demet çiçek ya da
anlamlı sözler bekliyordur. Ertesi
gün ona nasıl bir sürpriz
hazırladığınızın heyecanıyla yatağa
giren annenize bu yıl Anneler
Günü’nü ileride daima çok daha
farklı hatırlayacağı şekilde yaşatın.
Neşeli bir müzik açın
ve onu müzikle uyandırın
Bu Anneler Günü’nde işe sabah
herkesten önce uyanarak başlayın.
Öncelikle geceden hazırladığınız
küçük notları evin değişik yerlerine
yerleştirin. İlk notunuz, yatak
odasında uyanır uyanmaz göreceği
20 | M ay ıs-Ha zira n
2009
kısımda durmalı. Daha sonraki
notları, uyandıktan sonra onu
yönlendireceğiniz şekilde
yerleştirin. Annenizin en
keyif alarak dinlediği
müziği yüksek sesle açın
ve sevdiği melodilerle
uyanmasını sağlayın.
Uyanır uyanmaz
karşısında sizin sabahın
ilk günaydınını gönderen
notunuzu görmesini
sağlamayı da unutmayın.
Şık bir
kahvaltı sofrası
Yataktan
gülümseyerek
kalkan anneniz,
elbette yüzünü
yıkamak için öncelikle banyoya
gidecek. Banyo aynasına onun ne
kadar güzel olduğunu ifade eden bir
not yerleştirmeyi unutmayın. Sabah
sürprizleriniz tam hızıyla devam
ederken mutfağa gelen annenizi en
sevdiği yiyecekler ve kır çiçekleriyle
donatılmış bir kahvaltı sofrasıyla
karşılayın. Onu masanın
başköşesine oturtarak sıcacık çayını
bardağına doldurun. Bir yandan
müzik çalmaya devam ederken bir
yandan da hep birlikte, keyifle
kahvaltı edin.
Anneler Günü pastası
Keyifle yapılan bir kahvaltının
ardından hiçbir şeye elini sürmesine
izin vermeyin. Elbette içi rahat
etmeyecek ve kahvaltılıkları dolaba
yerleştirmeye başlayacak.
Buzdolabını açtığında gece o
uyurken sizin onun için
hazırladığınız kocaman Anneler
Günü pastasını görünce, işi
bırakacağına ve gelip size
sarılacağına emin olabilirsiniz.
Pastanın üstüne, “senin kadar tatlı
olmadı” yazmayı da unutmayın.
Eski fotoğraflar her zaman işe yarar
Kahvaltı faslını geçtikten sonra sıra annenize
sizin için ne kadar değerli olduğunu hatırlatmaya
geliyor. Hayatınızın en özel anlarına dair fotoğrafları,
başarı belgelerinizi ve çocukluğunuza dair pek çok
şeyi kutulardan ve albümlerden çıkartın. Türk
kahvesi eşliğinde fotoğraflara, yazdığınız ilk kargacık
burgacık yazılara ve karaladığınız ilk resim
kağıtlarına bakarken annenizin yüzündeki
gülümsemeyi sakın kaçırmayın. Tüm bunların
sonunda bugüne gelmenizde size sağladığı destek
için teşekkür etmeyi unutmayın ve ona tüm
sıcaklığınızla sarılın.
Yașlı annelerimizi unutmayalım!
Elbette herkesin bir tane annesi var ve herkes için
dünyadaki en değerli varlık, kendi annesi. Ancak aile
büyüklerini de unutmamak gerekiyor. Özellikle
yaşlandıkça yalnızlaştığını düşünen, elini-ayağını
sosyal yaşamdan çeken ve yalnızca bayram gibi özel
günlerde hatırlanmayı bekleyen babaannelerimiz ve
anneannelerimizin de Anneler Günü’nü, onları en
mutlu edecek şekilde kutlamayı ihmal etmemek
gerekiyor. Sizin büyümenize tanıklık eden, her
mutluluğunuzda içtenlikle gülen gözlerine ve giderek
çocuklaşan ruhlarına bu Anneler Günü’nde
dokunmayı sakın ihmal etmeyin.
Huzurevi anneleri bizleri bekliyor
Kendimize konduramadığımız pek çok şey, bir
gün asla başımıza gelmeyecekmiş
gibi yaşıyoruz. Ancak çat kapı
başımıza geldiğinde de büyük
hayal kırıklığına uğruyoruz.
Adı her ne kadar huzurevi olsa
da yaşlı kimseler için hayal
kırıklıklarının sığınağıdır, huzurevleri.
Unutulmaya terk edilişin ilk büyük adımı gibi
gelir onlara. Belki en iyi şartlarda bakılırlar,
en güzel yemekleri yerler, ilaçları saat
sekmeden verilir ancak yine de ev gibisi, aile
ortamı gibisi yoktur onlar için. Kimi, hayatta
kimsesi olmadığı için zorunlu bir tercih yapmıştır,
kimi de bakanı olmadığı için… Bu nedenle Anneler
Günü’nde ziyaret edilmesi gereken başlıca yerlerden
biri de huzurevleri… Sizin anneniz evinizde, yanı
başınızda olsa bile, yıllarca emek vermiş ve sonunda
yalnızlığıyla kalmış anneleri de mutlu etmeyi
unutmayın. Huzurevi annelerinin de Anneler
Günü’nü, onlara sımsıcak sarılarak ve bu hayatta
yalnız olmadıklarını hissettirerek kutlayın.
MAKRO | Güncel
‘Cumhuriyet’e atılan ilk büyük adım
19 Mayıs 1919
Şanlı tarihimizin dönüm noktalarından biri, 19
Mayıs 1919. Sömürülmüş, ezilmiş ve sindirilmiş bir
halktan, çağdaş, bağımsız ve laik bir topluma doğru
atılan ilk büyük adım… 16 Mayıs’ta Atatürk ve 18
silah arkadaşının Bandırma Vapuru’na binmesiyle
başlıyor hikaye. 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a gelen
18 kişi, kentte coşkuyla karşılanıyor. Umut ışığı dalga
dalga tüm yurda yayılırken, beli bükülen halk derin
uykusundan uyanıp doğruluyor. Misak-ı Milli
sınırları çerçevesinde Samsun’da başlayan mücadele,
çağdaş Cumhuriyet yönetimine geçişle sonuçlanıyor.
Muhtaç olduğu kudret damarlarındaki asil kanda
mevcut olan Türk ulusu, o gün bugündür, her 19
Mayıs’ı büyük coşkuyla, Atatürk’ü Anma Gençlik ve
Spor Bayramı olarak kutluyor.
“Geldikleri gibi giderler!”
Yıl 1919’du ve tablo son derece
karamsardı. Ne de olsa 600 yıllık dev
imparatorluk, haritadan silinmek
üzereydi artık. Birinci Dünya
Savaşı’ndan yenik çıkan Türk
milletini Sevr Antlaşması’yla iyiden
iyiye bitirmeye niyetli olan işgal
kuvvetleri, Atatürk’ün Gençliğe
Hitabesi’nde söylediği gibi, ulusun
24 | M ay ıs-Ha zira n
2009
tüm tersanelerine girmiş, tüm
kalelerini zapt etmiş, orduyu
dağıtmış ve silahlarını toplamıştı.
Vatan toprakları İngilizler,
Fransızlar, İtalyanlar ve Yunanlılar
arasında çoktan paylaşılmıştı. Ancak
16 Mayıs 1919 günü, başta Atatürk
olmak üzere Bandırma Vapuru’na
binen 18 kişi için henüz hiçbir şey
bitmemiş ve hatta yeni başlamıştı.
Öyle ki Mustafa Kemal, Bandırma
Vapuru İstanbul’dan hareket
ederken limandaki işgal
kuvvetlerine bakarak, “Geldikleri
gibi giderler” demişti.
Çağdaş Türkiye’nin
başlangıç tarihi
Mustafa Kemal ve silah
arkadaşlarının, her an batabilir
gözüyle bakılan köhne bir gemiyle
çıktıkları yol, yalnızca Türk
ulusunun bağımsızlık mücadelesi
vermesi açısından önem taşımıyor.
Tüm dünyada yankı uyandıran bu
direniş ve zafer, bugün dünyada
ezilen ve sömürülen halklara örnek
teşkil ediyor, emperyalizme karşı
başlatılan en onurlu mücadele olarak
kabul ediliyor, çağdaş Türkiye’nin
başlangıç tarihi olarak görülüyor.
Yenilenme, özgürlük ve bağımsızlık
sembolü olan 19 Mayıs 1919, Türk
ulusunu bugünlere getirmiş oluyor.
Hürriyetin ve
bağımsızlığın diğer adı
Gün geldi, Mustafa Kemal ve 18
arkadaşını Samsun’a taşıyan
Bandırma Vapuru Karadeniz’in zorlu
dalgalarında yolculuğa başladı. Yolda
çıkan fırtınalar yüzünden, Mustafa
Kemal hariç gemideki herkes hasta
olmuştu. Vapur, tüm çetin şartlara
rağmen yolculuğunu tamamlayarak
19 Mayıs 1919 sabahı, Mustafa
Kemal Atatürk ve arkadaşlarını
Samsun’a ulaştırmayı başardı.
Bandırma Vapuru, sadece Mustafa
Kemal ve arkadaşlarını Samsun’a
çıkarmamıştı, aynı zamanda
MAKRO | Güncel
Samsun’dan tüm vatana yayılacak,
bir milletin tarihini yeniden yazacak
kurtuluş ruhunu Samsun’a taşıdı.
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının
Samsun’da başlattığı bu büyük
kurtuluş mücadelesi, kısa zamanda
tüm vatanı sardı ve düşmanların
İzmir’de denize dökülmesiyle sona
erdi.
Her yıl coşkuyla kutlanıyor
Bir ulusun direnişine en güzel
örneklerden birine dünya, 19 Mayıs
1919’da tüm dünyaya meydan
okuyarak başlatılan Türk direnişiyle
birlikte tanık oldu. Yoktan var
ettiğimiz ulus ve kazandığımız şanlı
zafer, tüm işgal kuvvetlerinde Türk’e
karşı büyük bir hayranlık uyandırdı.
16 Mayıs 1919 sabahı Bandırma
Vapuru’nun hareketiyle başlayan, 19
Mayıs 1919 günü Samsun’dan
başlayarak Anadolu topraklarına
hızla yayılan bağımsızlık savaşımız,
30 Ağustos 1922 günü, beklenen ve
inanılan zaferle sona erdi. İşte bu
nedenle bugün hala 19 Mayıs günü
ilk günkü kadar büyük önem taşıyor.
Türk ulusunun bağımsızlığına giden
yolun başlangıcı olan 19 Mayıs
1919, her yıl artan bir coşkuyla
kutlanmaya, Atatürk büyük bir
özlemle anılmaya devam ediyor.
Çünkü 19 Mayıs 1919, kurtuluş
meşalesinin yakıldığı gün, hürriyetin
ve bağımsızlığın diğer adıdır.
Şu Sonsuz Koşu
Samsun’a ayak basmış Kahraman bugün,
Çayır, çimen yeşermiş zafer yolunda
Davul zurna sesinde şahlanır düğün,
Gönlüm coşup öter bir bahar dalında.
Ata’nın rüyasına gelincikler sun,
Emek bahçelerinin güzel gülünü...
Biz sonsuz bir sabahtayız... O uyusun,
Sevincimiz coşturur O’nun gönlünü.
Nasıl çıkmış bir sabah Samsun’dan yola,
Dağlardan dağlara o zafer türküsü,
Şahlanıp bayrak çekmiş her eski kola,
Taze bir bahar açmış yurdun gözünü.
Al bayrağın Ankara Kalesi’nde hür,
Dalgalanmakta altın bir çağa doğru,
Yeni kahramanlar kol kol, boy boy yürür,
Şu karlı dağlardaki bayrağa doğru.
On Dokuz Mayıs’ın hür başına çelenk,
Kiraz mevsimi, gençlik ay’ı, gül ay’ı,
Bir bahar bahçesinde gönüller renk renk,
Şu sonsuz koşuya bak, sarmış yaylayı.
Ceyhun Atuf Kansu
May ı s - Ha z i ra n 2009 | 25
MAKRO | Güncel
Yanında olun!
Babalar Günü
bir arada özel...
Yoğun yaşam tempomuzda geriye dönüp baktığımızda bizi
gülümseten anlar ne yazık ki çok sınırlı. Ancak pek çoğu
ailemizle geçirdiğimiz zamanları kapsıyor. En mutlu
anlarımızı bir arada kutladığımız kalabalık sofralar ve
sofranın başköşesinde oturan, dopdolu kahkahasıyla içimizi
ısıtan babalarımızsa, hepimiz için ayrı bir önem taşıyor
kuşkusuz. Yıllar geçiyor ve paylaşılan anlar da giderek
kısıtlanıyor. Siz kendi kaygılarınızla yaşam mücadelesi
verirken babanızsa hala yalnızca sizin için kaygılanıyor.
Aynaya her baktığınızda kendinizde babanızdan bir iz
buluyorsanız, bugün benim yerimde olsa babam da böyle
yapardı dediğiniz anlar giderek çoğalıyorsa ve hala sığınacak
bir liman aradığınızda soluğu babanızın yanında alıyorsanız,
bu yıl Babalar Günü’nde onun yanında olmayı ihmal etmeyin.
Yaşamımızda paylaşılan anlar
azaldıkça özel günlerin anlamı da
artıyor. O nedenle her yıl Babalar
Günü bir öncekinden daha anlamlı.
Gelecek yıl elbette daha da anlamlı
olacak çünkü siz büyüyorsunuz,
hatta yaşlanıyorsunuz. O ise sizin
yaşamınızın her anına, attığınız
her adıma sessizce tanıklık ediyor.
26 | M ay ıs-Ha zira n
2009
Kararlar alıyorsunuz arkanızda
duruyor, en küçük bir problemde
desteğini hiç esirgemiyor ve en
özel anlarınızda yanınızdaki yerini
her ne olursa olsun alıyor.
Yaşamımızda son derece büyük bir
öneme sahip olan babalarımız,
aldığımız her nefes için mutlu
olmaya devam ediyor.
Elbette önemli olan sadece bir gün
hatırlamak değil. Ancak bazı özel
günlerde sevildiğini duymak ve
değer verildiğini hissetmek, çok
daha önemli olabiliyor. Teknolojinin
giderek geliştiği günümüzde birebir
insan ilişkilerinin yerini alan sanal
görüşmeler, bize vakit kazandırıyor
olabilir ama doğallığımızı ve bir
arada paylaşılan anları da yok
ediyor. Bu nedenle bu yıl Babalar
Günü’nde telefonla yapacağınız
kutlamadan vazgeçin. Sabah
erkenden, belki küçük bir hediyeyle
babanızın kapısına dayanın. İnanın
ki ona sarılarak söylediğiniz
sözcükler, telefonla yapılan kuru
kutlamalardan çok değerli olacak.
Babanızla çocukluğunuzdaki
gibi bir gün geçirin
Çocukluğunuzda babanızla en çok
ne yapmayı severdiniz? Kimimiz
onunla yürüyüşe çıktığı anları,
kimimiz bir el tavla atıp her
seferinde yenildiği zamanları,
kimimizse birlikte yaptığımız tatlı
şakalarla annemizi kızdırdığımız
zamanları kafasında
canlandırıyordur şimdi. Özlediğiniz
paylaşımları tekrar yaşayarak ona bu
yıl Babalar Günü’nde
çocukluğunuzdan bir gün yaşatın.
Unutmayın ki, tüm yaşamımızda
değişmez duruşuyla örnek bir rol
oynayan babalarımız, bugün mutlu
bireyler olarak yolumuza devam
etmemizde oldukça büyük bir etken.
MAKRO | Gündem
Uzmanlar uyarıyor:
‘Domuz Gribi’
yayılıyor
Dünya nüfusu arttıkça ölümcül hastalıkların sayısında
da ciddi bir artış gözleniyor. Daha çok kısa bir süre
önce dünya, Kuş Gribi salgınıyla boğuşuyor, kanatlı
hayvanlar itlaf ediliyor ve tavuk çiftlikleri karantina
altına alınıyordu. Kuş Gribi etkisini yitirdi diye
sevinirken, acımasız virüsler yine rahat durmadı.
Dünya şimdi de ‘Domuz Gribi’ diye adlandırılan H1N1
virüsünü yenmeye çalışıyor. Meksika’dan, dalga dalga
dünya ülkelerine yayılan Domuz Gribi için uzmanlar
her gün ciddi uyarılarda bulunuyorlar.
çok domuz çiftliği karantina altına
alındı. ABD’de birçok insan, benzer
belirtiler nedeniyle hastanelere
başvuruyor, Ukrayna’da ise ‘Alo
Domuz Gribi Hattı’ oluşturuldu.
Almanya’da da şu anda pek çok
domuz çiftliği karantina altında
bulunuyor. Öte yandan hastalık
nedeniyle tüm dünyada domuz ve
domuz ürünleri satışlarında yüzde
yüze varan düşüşler yaşanıyor.
Kuş Gribi’nden kurtulduk, neyse
ki bize çok bulaşmadı diye
sevinirken, şimdi de huzurlarımızda
‘Domuz Gribi’ var. Son günlerde
haber bültenlerinde, gazetelerde ve
dergilerde en çok dile gelen konu, ne
yazık ki bu. Çünkü H1N1, ne yazık
ki domuzdan insana ve insandan da
insana bulaşabiliyor. Üstelik şu anda
dördüncü aşamasında olan virüs,
mutasyona uğramaya devam ederse
dünya için çok daha büyük bir tehdit
unsuru olabilir.
Türkiye’de de gerekli
önlemler alınıyor
Belirtileri neler?
Son günlerde dünyayı en çok
tehdit eden ölümcül salgınlardan
biri olan ‘Domuz Gribi’nin tipik
belirtileri, aslında şu anda tam
olarak belli değil. Ancak şunu
bilmekte fayda var;
bazen hiçbir
şekilde kendini
belli etmeyen
hastalık, bazen de
normal bir grip
hastalığındaki
28 | M ay ıs-Ha zira n
2009
belirtilerle aynı şekilde ortaya
çıkabiliyor. Ateş, baş ağrısı, kusma
ve ishal gibi normal grip virüsüne
benzer belirtilerle kendini
gösterebilen ‘Domuz Gribi’, zatürre
ve çoklu organ yetmezliği gibi
sorunlara yol açabiliyor. Öte
yandan hastalık, hızlı bir şekilde
ilerleyerek kana bulaşabiliyor ve bu
da tüm organları olumsuz
etkilediğinden ölümlere yol açıyor.
Dünyadaki son durum
Domuz Gribi hayatımıza girdiği
günden beri acaba bize de bulaşır
mı diye düşünür olduk. Şimdilerde
hastalıkta bir durgunluk süreci
yaşansa da uzmanlar tehlikenin
henüz geçmediği konusunda
uyarılarını sürdürüyorlar.
Meksika’da ortaya çıktığı
günden bu yana
300’ü aşkın kişinin
ölümüne yol açan
virüs için dünya
ülkeleri hızla önlem
almaya başladı ve pek
Domuz Gribi tehdidi başladığı
günden beri Türkiye de alarma geçti.
Hem Sağlık Bakanlığı ve uzman
doktorlar, bilgilendirici uyarılarda
bulunuyor hem de Türkiye’de sayıca
az bile olsa domuz çiftlikleri
karantina altına alındı. Öte yandan
havaalanlarına yerleştirilen termal
kameralar sayesinde ülkeye girişçıkış yapanlar kontrol altında
tutuluyor. Şüpheli görülenler anında
hastanelere ulaştırılıyor. Uzmanlar,
“Domuz yemiyorum, bana bir şey
olmaz” diye düşünmemek
gerektiğinin altını ısrarla çiziyor.
Çünkü virüsün en tehlikeli yanı,
ufak bir temas halinde bile insandan
insana bulaşabiliyor olması. Ancak
Türkiye, virüs konusunda diğer
dünya ülkelerine göre daha avantajlı.
Çünkü soğuk havada barınabilen
grip virüsünün, şu anda sıcak
mevsim yaşanan ülkemizde
yayılması ihtimali, diğer ülkelere
kıyasla daha düşük.
MAKRO | Gündem
Keneden korunma
yöntemleri
Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi
(KKKA), son yıllarda, özellikle
piknik sezonunun başlamasıyla
beraber sıkça duyduğumuz bir
hastalık. Hayvanlardan
insanlara bulaşan, salgınlar
yapabilen ve bazen ölümcül
seyredebilen viral bir
enfeksiyon olan KKKA
keneden insanlara
bulaşıyor.
KKKA
insanlara
nasıl bulaşır?
KKKA
kenelerle bulaşır.
KKKA’nın
bulaşmasında 30
farklı kene türü
rol
oynayabileceği
Dr. Kadri Demirel
Akropol Hastanesi
gibi, esas olarak
Mikrobiyoloji Uzmanı
“Hyalloma” türü
kenelerle bulaşır. Hayvanlardaki
hastalık infekte (vücudunda virüs
bulunan) kenelerin ısırması ile
başlar. Keneler kan emerken
virüsleri alır, gelişme evrelerinde
vücutlarında muhafaza ederler. Bir
başka hayvandan veya insandan kan
emerken virüsleri de bulaştırırlar.
İnsanlar virüsü ya infekte kenelerin
ısırmasıyla ya da bu virüsü taşıyan
hayvanların kesilmesi sırasında
hayvana ait kan ve dokulara temasla
alırlar. Ayrıca hastane ortamında
hastalara ait kan ve/veya hastanın
kan içeren atıklarıyla direkt temas
sonucu da bulaşabilir. Hava yoluyla
(solunum yolu) bulaşmamaktadır.
30 | M ay ıs-Ha zira n
2009
KKKA hastalığının
yayılmasında etkili olan
faktörler
Virüs, birçok evcil ve yabani
hayvana bulaşır ve hafif bir hastalık
meydana getirir. Birçok kuş türü
virüse karşı dirençlidir, özellikle
göçmen kuşlar virüsün ülkeler arası
yayılmasında önemli rol oynarlar.
Bir bölgede, kenelerin ve virüs
bulunan (infekte) hayvanların bol
olması, salgın için önemli bir
faktördür. Küçük omurgalılar ve
özellikle yerde beslenen kuşlar,
keneleri infekte eden en önemli
konak grubunu oluşturur. Ülkemiz
kenelerin yaşamaları için coğrafi
açıdan oldukça uygun bir yapıya
sahiptir ve Hyalomma soyuna ait
kenelerin yaşadığı geniş coğrafik
alanın içinde yer alır.
KKKA’nın görüldüğü
mevsimler
Değişik mevsimlerde
görülebilmekle birlikte genel olarak
Haziran ve Eylül arasında sık olarak
görülür. Ülkemizde Nisan ayı
ortalarından Ağustos ayı sonlarına
kadar olan süre içinde
görülmektedir. Hastalık için çiftlik
çalışanları, çobanlar, kasaplar,
mezbaha çalışanları, et ve et
ürünleri market işçileri gibi tarım
çalışanları ve hayvancılık ile
uğraşanlar, veterinerler, hasta
hayvan ile teması olan ve akut
hastalarla temas olasılığı bulunan
salgın bölgelerde görev yapan sağlık
personeli, askerler ve kamp yapanlar
yüksek risk altındadırlar.
KKKA’dan korunmak için
alınacak önlemler
Hem mera hem de mesken
keneleri, gelişmelerini
sürdürebilmek ve nesillerini devam
ettirebilmek için konakçılarından
kan emmek zorundadırlar ve ne
yazık ki birden fazla hayvan türünü
konakçı olarak seçerler. Kısıtlı, özel
bir hayvan grubunun olmaması
keneyle mücadeleyi güçleştiriyor.
Mümkün olduğu kadar kenelerin
bulunduğu alanlardan kaçınılmalı.
Hayvan barınakları veya kenelerin
yaşayabileceği alanlarda
bulunulması durumunda, vücut
kene yönünden muayene edilmeli;
vücuda yapışmamış olanlar
dikkatlice toplanıp öldürülmeli,
yapışan kenelerse kesinlikle
ezilmeden ve bir uzman tarafından
(bir pensle sağa sola oynatarak, çivi
çıkarır gibi) alınmalıdır. Çalı, çırpı ve
gür ot bulunan yerlerden uzak
durulmalı, bu gibi yerlere çıplak
ayakla veya kısa giysilerle
girilmemeli. Piknik amaçlı olarak su
kenarları ve otlak şeklindeki
yerlerde bulunanlar döndüklerinde,
mutlaka üzerlerini kene bakımından
kontrol etmeli ve kene varsa usulüne
uygun olarak vücuttan
uzaklaştırmalı ve bir uzmana
başvurmalılar. Pikniğe gidenlerin ve
ava çıkanların lastik çizme giymeleri
veya pantolonlarının paçalarını
çorap içine almaları kenelerden
koruyucu olabilir.
MAKRO | Kapak
insanlar
konuşa
konuşa...
Yaşam koşulları karmaşıklaştıkça insanlar da giderek
yalnızlaşıyor. Karşılıklı sağlıklı iletişim kurabilmek
giderek bir mucizeye dönüşüyor. Artan stres, yoğun iş
temposu ve zorlu kent yaşamı nedeniyle birbirimizi
anlamakta günden güne daha da zorlanmaya başlıyoruz.
Ötesi, karşımızdakini doğru anlayıp anlamadığımızı bile
fark edemeden kırıcı olabiliyoruz. Kimi zaman bu durum,
ilişkilerin kopma noktasına kadar gelmesine, küslüklere
ve ne yazık ki ayrılıklara yol açıyor. Tüm bunları önlemek
ise duygusal bir zeka gerektiriyor. Empati kurmaksa,
hem ilişkilerimizi kurtarıyor hem de 21. yüzyılın
yaşanması zor koşullarını kolaylaştırıyor.
İnsan sosyal bir varlık… Ancak
21. yüzyılda gerçekten de öyle mi
olduğu artık tartışılıyor. Günümüz
insanının pek çoğu, başkalarıyla
sağlıklı bir iletişime geçmeden
günlerini kendi kendiyle
geçirebiliyor. Bir süre sonra insan
içine bile çıkmak istemeyecek kadar
kötü bir hal alan bu durum, kazara
iletişim haline geçilmesi gereken
durumlarda felaketle
sonuçlanabiliyor. Elbette bu işin
abartılmış yanı… Ancak tabloya
baktığımızda durumun buna doğru
gittiğini görmemek mümkün değil.
Artık birbirimizle daha az
konuşuyoruz, sorunlarımızı daha
seyrek paylaşıyoruz.
Arkadaşlarımızla haftada birkaç kez
yerine 2-3 haftada bir toplanıyoruz,
akrabalarımızı ise ziyaret etme
gereği bile duymuyoruz. Hatta sanal
ilişkiler gerçek ilişkilerin önüne
geçmeye başladı. Birbirimizi
görmüyor ve duymuyoruz. En
önemlisi de birbirimizi anlamıyoruz.
Empati kurmanın güçlendirdiği
insan ilişkileri, günümüzde giderek
yok oluyor. Çünkü 21. yüzyıl insanı,
yaşam koşulları nedeniyle kendini
bile anlayamaz hale geliyor.
Duygusal zekanı kullan,
empati kur
Her insan elbette birbirinden
farklı… Bir kişiyle tıpatıp aynı
olayları yaşamış olsak bile olaylara
verdiğimiz
tepkiler
değişim
32 | M ay ıs-Ha zira n
2009
MAKRO | Kapak
gösteriyor. Yaklaşımlarımız farklı
oluyor. Aynı kitabı okuyan iki kişiden
biri kitabı çok beğenip gözyaşlarına
boğulurken, diğer kişi o kitaptan ve
hatta verdiği mesajlar nedeniyle
yazarından nefret edebiliyor. Bazı
kişiler trafikte çılgına dönerken,
bazıları müzik dinleyerek durumu
keyif verici bir hale getirebiliyor.
Burada önemli olan, kişinin kendi
duygularını kontrol edebilmesi…
Uzmanlar empati kurmaya ve kendi
duygularını kavradıktan sonra
iletişim kurulan kişiyi de sorunsuz
anlama yeteneğine, duygusal zeka
adını veriyorlar.
Dünya sizin
etrafınızda dönmüyor
Elbette hepimizin yaşadıkları,
kendimiz için son derece önemli.
Yaşamayan kimse, bir olay
hakkındaki düşüncelerimizi birebir
anlayamaz. Ancak bu durum yine de
sizi özel kılmıyor. Öte yandan her
şey her an istediğimiz gibi
olamayabiliyor. Bu gibi durumlarda
sorun çıkarmaktansa, dünyanın sizin
etrafınızda dönmediğini kabul edin
ve duygularınızı kontrol altına alın.
Siz karşınızdaki kişiyi ne kadar
doğru anlarsanız, zamanla o da sizi o
kadar doğru anlamaya başlayacaktır.
Nasıl mı? Örneğin iş yerinde yoğun
bir gün ve herkes gergin…
Patronunuz size hiç olmadık bir
sebepten dolayı çıkıştı. Karşılığında
ya bunu sorun haline dönüştürür ve
durumu işten ayrılma noktasına
gelecek kadar büyütürsünüz. Ya da
empati kurarak belki de
patronunuzun güne çok kötü bir
olayla başlamış olabileceği ihtimalini
düşünerek sakin davranırsınız.
Böylece karşılıklı ilişkinizi korumuş
ve yalnızlığa doğru bir adım atmamış
olursunuz.
Aile içi iletişimi yüksek tutun
Çağın en büyük sorunlarından
biri ne yazık ki iletişimsizlik. İletişim
çağında birbirimizle iletişim
kurmadan ve birbirimizi
anlayamadan yaşıyoruz. Bununla
beraber kırıcı sözler, alınganlıklar,
uzun süreli kırgınlıklar da ardı ardına
sıralanıyor. İletişim kurmanın
temeliyse aile içi ilişkilerinizde
başlıyor. En yakınlarınızı ne kadar
anlayabiliyor veya kendinizi onların
yerine ne kadar koyabiliyorsunuz?
Bütün gün ev işleriyle uğraştınız
belki, ama eşiniz de bütün bir gün
boyunca toplantıdan toplantıya
koşturdu. Sizin dışarıda da pek çok
işiniz vardı elbette ancak kızınız da
üniversite sınavına hazırlanıyor.
Öncelikle hayat koşullarının
herkesçe zor olduğunu kabul etmek
ve bunda yaşın hiçbir öneminin
olmadığını bilmek gerekiyor. “Ben
merkezciliğe” bir son vererek aile içi
iletişimi yüksek tutmak, güne pozitif
konuşmalarla başlayıp, pozitif
konuşmalarla günü sonlandırmak,
size huzurlu ve sağlıklı bir yaşamın
anahtarını veriyor.
Empati başarıyı getiriyor
Yalnızca empati kurarak başarılı
olunur mu, demeyin. Elbette
başarının tek ölçütü bu değil ancak
unutmamak gerekir ki sağlıklı
ortamlarda yaşamak için insanların
birbirini çok iyi anlayabilmesi
gerekiyor. Bu da huzur dolu ve daha
stressiz bir yaşamı beraberinde
getiriyor. Bunların her biri bir
zincirin halkalarını oluşturuyor.
Örneğin, aile içi iletişimi yüksek olan
bir aileyi ele alalım. Herkes birbirini
May ı s - Ha z i ra n 2009 | 33
MAKRO | Kapak
elinden geldiğince anlamaya
çalışıyor, karşılıklı isteklere saygı
duyuluyor ve birbirini memnun
etmek için herkes büyük özen
gösteriyor. Böyle bir aile ortamından
çıkarak işe giden biri, güne ne kadar
kötü başlayabilir ki? Ya da başka
olaylara sinirlenmesi oldukça
zorlaşır. Bu da iş yaşamında daha
verimli çalışmaya ve başarılı olmaya
giden yolun başlangıcıdır. Diğer
açıdan bakılırsa aile baskısının
olmadığı bir ortamda yaşayan bir
genci düşünün. Üniversite sınavına
hazırlanıyor ama ailesi tarafından
ona bu sınavın dünyanın sonu
olmadığı hatırlatılıyor. Sınava
girerken son derece rahat olan ve
çıktığında kendini güzel bir yaz
tatilinin beklediğini bilen bu genç
başarılı olmayacak da kim başarılı
olacak? Burada gerçek gözler önüne
seriliyor işte. Empati kurmak başarı
getiriyor.
İnsanlar konuşa konuşa...
Empatinin ve iletişim kurmanın
önemi atasözlerimizde bile
vurgulanıyor. Atalarımız boşuna
dememiş, “Hayvanlar koklaşa
koklaşa, insanlar konuşa konuşa
anlaşır” diye… Ancak ne yazık ki,
hızla gelişen kitle iletişim araçları,
insanlar arasındaki yüz yüze iletişimi
sekteye uğratıyor. Bu da kişiler arası
34 | M ay ıs-Ha zira n
2009
kopukluklara yol açıyor. Sanal
ortamın kişiyi cezbeden büyüsü,
iletişim çağında iletişim kurmadan
yaşamamıza yol açıyor. Giderek
sosyal bir varlıktan yalnız bir varlığa
dönüşüyoruz. İşte bu nedenle,
sorunlarınızı, sıkıntılarınızı ve
mutluluklarınızı konuşun, anlatın ve
paylaşmaktan çekinmeyin. Sizi
dinlemeyenleri siz dinleyin ve
anlamaya çalışın. Böylece, zamanla
insan ilişkilerinizin nasıl da
güçlendiğini siz de fark edeceksiniz.
uykuya tanık oluyoruz. Böyle bir
hayat içinde “Ben ilişkilerimi nasıl
güçlendirebilirim ve karşımdaki
insanı daha iyi anlayabilirim”
diyorsanız, küçük fırsatları
değerlendirmeye özen gösterin.
Sabah 15 dakika erken uyanın. Pazar
günleri gazetelerinizi daha kısa
sürede okuyun.
Televizyonu kapatın, çayınızı
demleyin, toplayın çoluğu çocuğu
da; ne var ne yoksa konuşun,
tartışın ve anlaşın. İnanın, hayat
sizin için çok daha kolay olacak.
Zaman sınırlandıkça
anlayış da sınırlanıyor
Gülümseyin!
Hızlı yaşıyoruz ve zamanla
yarışıyoruz. Gün çok erken
başlıyor. Trafikte işe yetişmek zor.
Gün içerisine bütün işleri
sığdırmak zor. Bu nedenle
birbirimizi anlamaya vaktimiz
olmuyor. Çünkü çoğu zaman
birbirimizi göremiyoruz bile.
Evlerimize çok geç saatlerde
gelebildiğimiz için sohbet edilen
akşam yemeklerine bile yetişemiyor,
çocuğumuzun büyümesine uykudan
Güne önce aynada kendinize
gülümseyerek başlayın. Bu, kendinizi
mutlu hissetmeniz için başlangıç
noktanız olmalı. İfadenizi
değiştirmeden evdeki tüm bireyleri
gülümseyerek karşılayın. Unutmayın
ki, her insanın karşısındakine
verebileceği en önemli şey
gülümsemektir. İnsan ilişkilerinde
pozitif davranışlar, mutlu ve anlayış
dolu bir yaşamın ve arkadaşlıkların
da temelini oluşturuyor.
MAKRO | Röportaj
İnsan ilişkilerinde iyi olmanın sırrı:
Anlamaya ve
anlaşılmaya
çalışmak
Ankara Numune Hastanesi 1. Psikiyatri Kliniği
Şefi Doç. Dr. Erol Göka ile insan ilişkileri
üzerine çok keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Psikiyatri alanında yayınladığı kitaplarıyla
dikkat çeken Göka, ilişkilerimizi kurarken
“anlamaya ve anlaşılmaya” odaklı olmamız
gerektiğini vurguluyor.
Bize biraz kendinizden
bahseder misiniz?
50 yaşındayım ve yaklaşık yirmi
yıldır doçentim. Bir üniversiteye
geçip kadro almazsam galiba hep
doçent olarak kalacağım. Tıp
doktoruyum ve 11 yıldır da
psikiyatri klinik şefi olarak görev
yapıyorum. 21 ve 15 yaşlarında iki
oğlum var. Psikiyatride uzmanlığım,
daha çok felsefe, gençlik,
davranışlarımızın psikodinamikleri
ve toplum psikolojisi üzerine. Uzun
yıllar grup psikoterapisi eğitimi
aldım. Gençlik yıllarımda daha çok
psikiyatri ile düşünce dünyası
arasındaki ilişki noktalarını araştıran
kitaplar çıkardım. Son 10 yıldır,
bilimsel dikkatim, özellikle iki alana
yoğunlaşmış durumda. Bunlardan
birincisi, Türklerin tarihsel
psikolojisi, diğeri ise kadın-erkek
36 | M ay ıs-Ha zira n
2009
ilişkileri, aşk, ölüm, özgürlük gibi
varoluşsal konular. Türklerin
psikolojisiyle ilgili kitaplarım, 2006
yılında “Yılın Fikir Adamı”
seçilmemi, 2007 yılında “Ziya
Gökalp İlim Teşvik Armağanı”
kazanmamı sağladı.
İnsan ilişkileri, üzerinde pek
çok çalışmalar yapılan ve önemi
her geçen gün artan önemli bir
konu. Bir kişinin insan
ilişkilerinin doğru olup
olmadığını ne tür kriterlere
bağlı kalarak söyleyebiliriz?
Davranışlarımızı, “kendi kişilik
yapımızın içinde”, “insan
ilişkilerinde” ve “bulunduğumuz
gruplarda” olmak üzere üç boyutta
değerlendirmek gerekiyor. Bunlar
birbirleriyle çok yakından ilişkili ama
aynı zamanda farklı ve özerk alanlar.
Bir insan ruhsal bakımdan herhangi
bir rahatsızlık göstermeyebilir ama
insan ilişkilerinde pek çok sorunlar
yaşayabilir. Yine aynı şekilde kişisel
bakımdan oldukça sağlıklı bir ruhsal
yapıya sahip olan birisi, grup içinde
kendisinden hiç beklenmedik
hareketler yapabilir. Yani bizim
sakin, huzurlu, sağlıklı bir ruhsal
dünyamızın olması, insan
ilişkilerinde ve grup davranışlarında
da aynı şekilde sağlıklı olacağımızı
garanti etmiyor. İnsan ilişkilerinin, o
ilişkinin kendine ve kültüre özgü
değerlendirme ölçütleri var. Siz iyi
bir yönetici olabilirsiniz ama bu iyi
bir eş, iyi bir ebeveyn, iyi bir evlat,
iyi bir arkadaş olmanız demek
değildir.
Demek ki insan ilişkilerini, her
ilişkinin kendi özellikleri, ilişki
kişilerinin birbirlerinden beklentileri
içinde değerlendirmek gerekiyor.
Bana sorarsanız bu kadar karışık
olmasına rağmen insan ilişkisinde
doğru bir yolda olup olmadığımızın
oldukça geçerli bir ölçütü var. Bir
ilişki sırasında muhatabımız
anlaşıldığını ve kendisiyle dayanışma
içinde olduğumuzu hissediyorsa, siz
o ilişkide başarılısınızdır.
İnsan ilişkilerinde iyi
olmanın sırrı nedir?
Tek bir cümleyle söyleyecek
MAKRO | Röportaj
olursak, “anlaşılmaya ve anlamaya
çalışmak”. Freud, insanların
doyum aradığını
sanıyordu ama
kendisinden sonra gelen
psikoloji araştırmacıları,
buna “Hayır” dediler,
insanın en büyük
ihtiyacının bir başka
insanla ilişki olduğunu,
zira varlık olarak kendini
anlatmaya muhtaç olduğunu
ileri sürdüler. Kendimizi bir
ilişkide bir başkasına anlatabilmek
için, onun da bizden böyle bir
beklenti içinde olduğunu, dolayısıyla
anlamayı da bilmemiz gerekiyor.
İnsan ilişkilerinde iyi olmanın sırrı
bence budur; anlamayı bilmek.
Biz hep ilişkileri iyi olan,
herkesin sevdiği insanlarda
“şeytan tüyü” olduğuna inanırız.
Peki, aslında nedir bu şeytan
tüyü?
Şeytan tüyü, insan ilişkilerinde
iyi olmanın sırrına göre davranmakla
çok ilişkilidir; kendisini anlatmada
sergilenen maharet ve başkasını
anlamaya çalışmada gösterilen
hünerdir. Bu maharet ve hünere
ancak duyarlı, içten, önyargılarından
kaçınabilen insanlar sahip olabilirler;
şeytan tüyü o insanlardadır.
Her toplumun kendine özgü
davranış biçimleri ve insan
ilişkileri düzeni olduğunu
söyleyebiliriz. Sizin de
“Türklerin Psikolojisi” adlı bir
kitabınız mevcut. Türklerin
psikolojisi nasıl? Biz insan
ilişkilerimizi genel olarak nasıl
ve neye göre kuruyoruz?
Hepimiz kendi bireysel
psikolojimizi biliyor, daha doğrusu
seziyoruz. Diğer insanları da bireysel
psikolojileriyle tanıyoruz. Her
birimiz ayrı ayrı, tıpkı parmak izimiz
gibi birbirimizden bambaşka
psikolojik özelliklere sahibiz. Böyle
38 | M ay ıs-Ha zira n
2009
Bana göre toplumun
hastalıklarını ayrı bir
kavram çatısı içinde ele
almak gerekir
yaşayıp giderken ilk anda “Türkler”
gibi çok büyük bir topluluğun
psikolojisinden bahsetmek, tuhaf
gelebilir. Ama insan yalnızca birey
değil bir grup-varlık aynı zamanda.
Bir topluluğun, bir dilin, bir
kültürün içine doğuyoruz, başka
insanlarla aynı çocuk yetiştirilme
pratiklerinden geçiyoruz. Tüm
bunlar bizde, birbirimizle ortak bir
davranış ve zihniyet yapısı
oluşturuyor. Ne yaparsak yapalım,
bu topluluk psikolojisinin
çerçevesinin dışında
davranamıyoruz.
Ben bugün insanlarımızı
niteleyen ortak davranış ve düşünce
biçimlerinin neler olduğunu
saptamaya çalıştım ve bunların
geçmişe doğru izini sürdüm.
Gördüklerim enteresandı. Elbette
dünyadaki her şey gibi toplumlar da
değişiyor. Bu değişimin en yavaş
işleyen yanını psikolojilerimizdeki
değişim oluşturuyor. Bu anlamda
Anadolu’da yaşayan bir Türk, 1500
yıl önce Göktürk İmparatorluğu’na
benzer davranışlar ve düşünceler
gösterebiliyor.
Türkler hala, çağlar boyu, daha
düne kadar göçebe bir hayat
sürmüş olmanın
psikolojisiyle hareket
ediyorlar. Hala tam kentli
olamadık, büyük
kentlerimizde bile oradan
oraya göçüp duruyoruz.
Dilimizi “Mal canın yongasıdır”
gibi hayvancı özelliklerimizden
kaynaklanan deyimler
dolduruyor. Evlerimizi bile çadır
hayatı yaşıyormuşçasına
döşüyoruz. Yazıyla, kitapla asla
dost değiliz; hem çocukları okumuş
adam olmak istiyoruz hem de
yazıdan, kitaptan hoşlanmıyoruz.
Türk’üz türkü çağırıyoruz, herkesle
muhabbet etmek istiyoruz. Türkler,
gösterişe ve şatafata çok düşkünler,
diğer insanlarla ve eşyalarla
ilişkilerinde bu merakları çok
belirleyici. Gösteriş ve şatafata
düşkünlüğümüz nedeniyle her
alanda inanılmaz israf manzaraları
sergiliyoruz. Otoriteyle de ilişkimiz
ikircimli, hem itaatkar bir topluluğuz
hem de karşı çıkmak için fırsat
kolluyoruz. Türkler, sanılanın aksine
asla ırkçı ve dinsel fanatik değiller.
Diğer topluluklara, dinlere hem çok
kolay uyum sağlıyorlar hem de
enteresan bir biçimde kendilerini
dünyanın efendisi gibi görüyorlar.
Kadın-erkek ilişkilerinde
dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen
kendine özgü tutumlar sergiliyoruz.
Hem kadınlara çok değer veriyoruz
hem de adeta maçoluğu destekleyen
bir kültürel altyapıya sahibiz.
Mafiyöz oluşumlara çanak tutan
segmenter toplumsal yapımız,
savaşçı ruh halimizle birleşince,
ortaya pek güzel olmayan toplum
manzaraları çıkabiliyor.
Batının teknolojisini neredeyse
onlardan da hızlı benimsiyoruz ama
bir türlü modern, hukuk ilkelerine
göre hareket eden bir yaşama tarzı
kuramıyoruz; her yerden mafya
fışkırıyor, hemşericilik, iltimas,
adam kayırma büyük dertlerimiz…
MAKRO | Röportaj
Daha devam edeyim mi?
Bıraksanız bu konuda sabaha kadar
konuşabilirim. Biz en iyisi şimdilik
meraklı okuyucumuza, “Türk Grup
Davranışı”, “Türklerin Psikolojisi”,
“Türklerde Liderlik ve Fanatizm”
kitaplarımızı önermekle yetinelim.
Son birkaç yıldır “empati”
kelimesini çok sık duyar olduk.
Empatinin insan ilişkilerindeki
önemi nedir?
Bu kavramın çok önemli
olduğunu ama henüz yeterince
bilimsel bir kullanıma kavuşmadığını
söyleyebilirim. Kendisini başka
birinin yerine koyabilme yeteneğini
anlatmak istiyor kavram. Ama bunu
nasıl yapacağız, bu yeteneğimiz
hangi psikolojik özelliğimizden
kaynaklanıyor, bebekliğimizden
itibaren nasıl bir gelişim çizgisi
izliyor, “zeka” gibi beynin bir özelliği
mi yoksa “terbiye” gibi ailede
öğreniliyor mu, bilmiyoruz! Birçok
kimse biliyormuşuz gibi yapıyor ama
ben içtenlikle söylüyorum
bilmiyoruz. Ben o nedenle empati
kavramını çok sık kullanmam, daha
ziyade “anlamak”tan,
“anlaşılmak”tan, “anlaşmak”tan
bahsederim.
Empati insanlarla ilişki
kurarken her zaman işe yarayan
bir kavram mıdır?
Eğer insanlar olarak “kendimizi
bir başkasının yerine koyabilmek”
gibi bir hasletimiz varsa, bu haslet
geliştirilebiliyorsa, bu müthiş bir şey
ve bu durumda elbette her zaman
gerekli olan ve işe yarayan bir
kavram olur. Empati kavramının ne
kadar moda olduğunu, yerli yersiz
her yerde kullanıldığını biliyorum,
kendim de birçok empati çalışmasına
katıldım ama benim bilimsel olarak
çok fazla soru işaretim var. Onun
için biz böyle ne olduğu belirsiz
büyük büyük laflar etmek yerine
“birimizi anlamaya çalışalım”,
40 | M ay ıs-Ha zira n
2009
Hepimiz kendi bireysel
psikolojimizi biliyor,
daha doğrusu seziyoruz.
Diğer insanları da
bireysel psikolojileriyle
tanıyoruz. Her birimiz
ayrı ayrı, tıpkı parmak
izimiz gibi
birbirimizden
bambaşka psikolojik
özelliklere sahibiz
“karşımızdakini anladığımızdan
emin olalım, bunun için ona
sormaktan çekinmeyelim” gibi
herkesin anlayabileceği ve insan
ilişkilerinin sağlıklı olmasında
gerçekten işimize yarar cümlelerle
konuşalım derim ben.
Sizin “Toplum Ruhsal Bir
Hastalığa Yakalanabilir mi?” adlı
bir makaleniz var. Bize kısaca
bahsedebilir misiniz? Toplum
ruhsal bir hastalığa
yakalanabilir mi?
Ben bu başlıklı makalemde,
insanın toplum içindeki
davranışlarının bireysel
davranışlarından bambaşka
olduğunu ama toplumun
davranışlarını değerlendirirken biz
profesyonellerin hala bireysel
psikolojinin ve psikiyatrinin
kavramlarıyla hareket ettiğimizi
vurgulamaya çalıştım. Bana göre
topluluklar da özellikle kriz
dönemlerinde, ruhsal bakımdan
sağlıksız davranışlar gösterebilirler
ama onları indirgemeci bir biçimde
“paranoya”, “şizofreni” gibi
kavramlarla değerlendirmemek, bu
alanda uzmanlaşarak toplumun
hastalıklarını ayrı bir kavram çatısı
içinde ele almak gerekir.
Kadın-erkek ilişkileriyle ve
aşk hastalıklarıyla da
ilgilendiğinizi biliyoruz. “Eşiniz
psikiyatri uzmanı Dr. Sema
Hanımla birlikte yazdığınız
kitabınız geçenlerde
yayınlandı…
Evet, evet! Oldukça ses getirdi ve
olumlu eleştiriler aldı “Kadınlar
Erkekler Aşıklar” adlı kitabımız.
Kadınların Venüs’ten erkeklerin
Mars’tan gelmişçesine ayrı varlıklar
olduğu görüşüne bu kitapta şiddetle
karşı çıkıyor ve eşitlikçi bir bakışı
savunuyoruz. Aşkın hangi
durumlarda sağlıklı, hangi
durumlarda hastalıklı olduğunu
ayrıntılı biçimde ele almaya
çalışıyoruz. Bunları da başka bir
zaman konuşalım olmaz mı?
Biz yine de kadın-erkek
ilişkileriyle ilgili son bir soru
sorarak bitirmek istiyoruz.
Günümüzde arkadaşlıklar da
evlilikler de eskiye oranla daha
kısa sürüyor. Bunu ilişkilerimizin
sağlam olmayışına bağlayabilir
miyiz?
Bir kere öncelikle kabul etmek
zorundayız ki, günümüzün tarihin
önceki zamanlarından çok ama çok
büyük farklılıkları var. Her şeyden
önce insanlar, bugün çok uzun
yaşıyorlar. Daha 200 yıl öncesine
kadar ortalama insan ömrü sadece
35 idi. İnsanlık tarihinin en kalabalık
zamanlarında yaşıyoruz. Yine tarihin
hiçbir döneminde kadınlar ve
erkekler kamusal hayatta şimdiki
kadar yan yana, karşı karşıya
gelmediler. Kadınlar ve genel olarak
insanlar, çok daha özgürler. Bu kadar
çok değişimin olduğu bir dünyada,
ilişkilerimiz eskisi gibi sağlam değil
diyemeyiz bence. Evet, doğru, ABD
ve İngiltere gibi ülkelerde artık sık
boşanmak ve yeniden evlenmek
adeta ortalama vatandaşın yaşam
tarzı oldu. Ama bunun kötü bir şey
olduğunu nereden çıkardınız? Ben
bilim insanı olarak daha titiz ve
sorgulayıcı olmak zorundayım.
MAKRO | Yorum
File bülbülüm file...
MEHMET
SONGÖR
Makromarket
Yönetim Kurulu Üyesi
42 | M ay ıs-Ha zira n
2009
Perakendenin kanayan bir yarası
var: Naylon poşetler… Hammaddesi
petrol olan alışveriş poşetlerinin
sağlığa ve doğaya ne kadar zararlı
olduğunu, hatta kanserojen madde
içerdiğini bilmeyenimiz yoktur.
Naylon poşetlerin doğada erimeleri
için yüzlerce yıl gerekiyor. PVC’deki
klorun da atmosferdeki zararı yüz
yıldan fazla sürüyor. Her gün
binlerce ton poşet, doğaya yayılıyor.
Çevreyi ve geleceğimizi böylesine
tehdit eden ve ekonomik olarak da
ülkemize zarar veren poşet
kullanımının bu kadar yaygın
oluşunu anlamakta zorlanıyorum.
Oysa birçok ülkede naylon poşet
kullanımı yasaklanmış bulunuyor.
Yasak olmayanlarda ise poşet parayla
satılarak, özellikle gereksiz kullanımı
ortadan kaldırılıyor. Bazı ülkelerde,
poşet başına yaklaşık 25 kuruş
isteyen dükkanlar var.
Bu konu değişik mercilerce sık sık
masaya yatırılıp feveran edilmesine
rağmen bugüne dek bir çözüm ortaya
konabilmiş değil. Geçen yıllarda
Türkiye Belediyeler Birliği’nin,
poşetlerin doğayı ve insan sağlığını
tehdit ettiği gerekçesiyle
yasaklanmasını gündeme getirmesi,
ülke genelinde yankı bulmuş ancak
bir sonuç alınamamıştı.
Poşet yasağı getirilmesi
beklentisiyle sık sık gündeme gelen
plastiğin zararları konusunu, bugüne
dek sadece konuşmakla yetindik.
Konu hakkında, bizim de ilgili
kurum ve kişilere yaptığımız başvuru
ve çalışmalar, maalesef bir sonuç
vermiş değil.
Ülkemizdeki asıl problem,
alışveriş yerlerinde ücretsiz poşet
verilmesi. Bu durum, ihtiyaç fazlası
poşet kullanımını körüklüyor. “Nasıl
olsa bedava” anlayışıyla fazladan
poşet talebi had safhaya ulaşıyor.
Yaptığımız değerlendirmeler
sonunda alışveriş yerlerinde ücretsiz
verilen poşet kullanımının, ihtiyacın
üç katını bulduğu görülüyor.
Toplumsal zararları bu kadar
büyük olan bir konunun yasaklarla
değil, toplumsal bilincin oluşmasıyla,
yani halkın isteğiyle çözülmesini
tercih ederim. Bu nedenle yasak
beklemeden toplumsal bilinci artırıcı
çalışma ve kampanyalar yapmak
gerektiğini düşünüyorum. Bu
hassasiyetle, Makromarket
bünyesinde bu amaca yönelik bir
kampanya başlatma ve alternatif
taşıma araçları oluşturma kararı
almış bulunuyoruz. Eğer tüketici
bilinçli olur poşet kullanımından
kaçınırsa, sorun kendiliğinden
çözülmüş olacak.
Anneannemizin filesi
Peki, çözüm ne? Kağıda mı
dönelim? Kağıt da ehven-i şerdir,
yani kötünün iyisi…
Kağıt üretiminde de kilolarca
karbondioksit ortaya çıkıyor ve
tonlarca ağaç, litrelerce su
harcanıyor! Bu da çözüm değil.
Aslında çözüm çok basit:
Anneannemizin filesi…
Evet, basit bir file ile atmosferin
karbon yükünü kolayca azaltabiliriz.
Çevre bilincinden bahsediyorsak,
sağlığımızı ve çocuklarımızın
geleceğini düşünüyorsak,
anneannemizin nostaljik pazar
filesine dönmek zorundayız.
Almanya başta olmak üzere
birçok Avrupa ülkesinde gördüm ki,
insanlar marketlere giderken
yanlarında biz Türklerin çok iyi
tanıdığı fileleri götürüyorlar ve
aldıklarını, bu filelerle taşıyorlar.
Evet, bildiğimiz anneannelerimizin
filelerini kullanıyorlar. Bu durumu
görünce “Neden biz bunu
MAKRO | Yorum
yapamıyoruz!” diye hayıflandım.
Birdenbire heyecanlandım ve “Neden
olmasın?” dedim.
Evet, ben bu naylon poşet
belasından kurtuluşun,
“anneannemizin filesi”ni
kullanmaktan geçtiğine inanıyorum.
O zaman kendiliğinden bu sorun
çözülecektir. Biraz araştırdığımda,
Türkiye’de file konusunda bir şeyler
yapıldığını gördüm ve daha da
sevindim. Balıkesir’in Edremit
ilçesine bağlı Akçay Belediyesi Kültür
Sanat Evi kursiyerleri, “Dünya Çevre
Günü”nde, alışverişlerde poşet
yerine geleneksel filelerin
kullanılmasını isteyerek file örmeye
başlamışlar. Kurs eğitmeni Gülseren
Akti, “Kursiyerlerimiz ve bizler,
çevreye karşı duyarlı yurttaşlarız.
Arkadaşlarımız ördükleri filelerle bu
duyarlılıklarını ortaya koydular. Tüm
hanımlarımıza alışverişte poşet
yerine file kullanmayı öneriyoruz”
diyor.
Türk filesi olarak tanınıyor!
Yaptığım araştırma sonucunda
çok enteresan bir şeyle karşılaştım.
İngiltere’den bir internet sitesinde
“Avoid plastic with a Turkish stitch
string bag” (Plastikten Türk filesi ile
kurtulun) başlıklı yorumu görünce
çok şaşırdım. Evet, dünya fileyi Türk
filesi olarak biliyor ve onlar da
poşetten kurtuluş için fileyi çare
olarak görüyor.
Gerçekten de filenin bizler için
nostaljik bir önemi var. Hepimizin
hatıralarında da yeri vardır. Yaşları
30’un üzerinde olanlar, çocukken
annemizle birlikte gittiğimiz o pazar
alışverişlerini hatırlayacaklardır.
Şimdilerde sadece deyim olarak
kullanılıyor, “fileler dolusu
alışveriş”... O zamanlar herkesin
cebinde bir file bulunurdu; ufacık bir
mendil gibi, her an kullanılmaya
hazır... Ve inanın, ortaokulda el işi
derslerinde pek çok şeyin yanında
“pazar filesi” örmeyi de öğretirlerdi...
Mağazalarda satışa sunmak için
araştırdığımda, şaşırdım. Ne yazık ki,
filenin fabrikasyon üretimi yok. File
sadece el işçiliğiyle örülerek
üretiliyor. Bu da maliyeti arttırıyor.
Mahkumlara ördürmek suretiyle, file
üreten bir firmayla anlaşıp satışa
sunmaya başladık. Cazibe oluşsun
diye, fileyi mağazalarımızda,
maliyetine, kar etmeksizin satışa
sunduk. Filenin yanı sıra, başka
ebatlarda farklı çanta modellerini de
araştırıyoruz.
Sosyal sorumluluk anlayışımız
gereği, bu konuda elimizden geleni
yapmaya kararlıyız. Aynı duyarlılığı
başta sayın müşterilerimiz olmak
üzere, tüm halkımızdan bekliyoruz.
Cebimize boş bir pazar filesi koyalım,
arabaya da 2 tane alalım ve onları
kullanalım.
Hanımlara da bir tavsiyede
bulunuyorum; boş vakitlerinizde file
örmeyi öğrenip kendi filenizi
kendiniz örün. Emin olun, bunu
yapabilirsiniz. Son derece güzel bir iş
yapmış olacaksınız. En yakınınızdaki
el sanatları kurslarına müracaat
edin. Bilmiyorlarsa mutlaka bilen
birini bulacaklardır. Mahallenizden
5’er, 10’ar hanım, toplanın, katılın bu
kursa. Ben bile ortaokuldaki “el
işleri” dersinden hatırlıyorum.
İnanın, bir, bilemediniz iki günde
öğrenirsiniz. Çok kolay!
Ördüğünüz fileleri değişik
renklere boyayın. Bu, albenilerini
arttıracaktır. Mesela tuttuğunuz
takımın renklerine… Çocuklarınıza,
biraz da kazak yerine file örüp hediye
edin. Belki de satışını yapıp ek gelir
bile elde edebilirsiniz.
Biz alışveriş merkezi yöneticileri
de, çevre bilincimizi arttırıp, bol
keseden çevre katili poşetleri
dağıtmaktan vazgeçmeliyiz. 1
poşetlik mal alıp 3 poşetle eve
taşımakla kimse bir şey kazanmaz,
inanın hep birlikte kaybederiz!
Sadece kendi bindiğimiz dalı
kesiyoruz! Dünyamızı kirletiyoruz.
Eminim, zamanla bu konuya
duyarlılık artacaktır. Tüketicinin
konuya duyarlılığı arttıkça, ambalaj
sanayi de anlamlı bir değişime
uğrayacak ve hepimizin şaşacağı bir
süreç yaşayacağız, inşallah.
Bu ülke ve bu dünya hepimizin,
ona sahip çıkalım. Haydi hanımlar,
pazar filesi kullanmaya…
Temiz bir doğa için file
kullanalım, hatta örelim.
File örecek hanımlara
mırıldanmak için bir de şarkı
buldum:
“File bülbülüm file…”
Hepinize temiz ve sağlıklı bir
gelecek diliyorum.
May ı s - Ha z i ra n 2009 | 43
MAKRO | Konuk
Eurovision’da
bir Hadise
44 | M ay ıs-Ha zira n
2009
Dünya
üzerinde tek
evrensel dil,
müzik. Öyle ki
sözlerini hiç
anlamadığımız
bir şarkının
müziği bizi
çok
etkileyebiliyor.
Kendi müzik kültürünüz
dışındaki bir bestenin
sözleri sizi birden bire çok
uzaklara götürebiliyor.
Birbirine yabancı iki
insanın ortak noktası aynı
şarkı olabiliyor, çoğu
zaman. İşte bu fikirden
yola çıkarak başlayan
Eurovision Şarkı
Yarışması heyecanı 1956
yılından bu yana tüm
dünyada coşkuyla devam
ediyor. Dünya ülkelerini
aynı dilde ekran başına
toplayan bu yarışma,
ülkelerin birbirlerine
barış mesajları
vermelerine de yardımcı
oluyor. Eurovision
tarihinde çok istikrarlı bir
başarı grafiği olduğu
söylenemeyen Türkiye ise
bu yıl yarışmaya Hadise
ile katılarak ortalığı kasıp
kavuracağa benziyor.
MAKRO | Konuk
Ortak canlı yayından
evrensel bir yarışmaya
Her yıl heyecanla beklediğimiz
Eurovision Şarkı Yarışması’nı bu yıl
da aynı heyecanla beklediğimiz bir
gerçek. Ancak Eurovision’un da
ilginç bir çıkış hikayesi var. Avrupa
Yayın Birliği’nin her yıl Avrupa
ülkeleri arasında düzenlediği ve
dünyanın en uzun soluklu şarkı
yarışması olan Eurovision fikri,
1956 yılında Sen Remo Şarkı
Festivali’nde ortaya çıktı.
Yarışmanın ana amacı dünyada ilk
defa tüm ülkeler arası ortak bir canlı
yayın gerçekleştirebilmekti. Böylece
1956 yılının 24 Mayısı’nda İsviçre’de
ilk yarışma düzenlendi ve Hollanda,
Belçika, Almanya, Fransa,
Lüksemburg ve İtalya arasından
İsviçre’yi temsil eden Lys Assia
“Refrain” isimli şarkıyla Eurovision
tarihinin ilk birincisi oldu.
Her yıl milyonlarca insanı
ekranlara kilitliyor
Avrupa Yayın Birliği’nce yapılan
araştırmalara göre Eurovision Şarkı
Yarışması dünyada olimpiyatlardan
sonra kitleleri ekrana toplayan ikinci
yarışma. Öyle ki Eurovision Şarkı
Yarışması’nı her yıl ortalama 600
milyon kişinin izlediği tahmin
ediliyor. Yarışma tarihine
bakıldığında en çok birincilik alan
ülke İrlanda. İrlanda 1956 yılından
bu yana tam 7 kere birinciliği
göğüsledi. 1974 yılından bu yana
Eurovision’a katılma hakkı elde ettikten sonra pek çok
soruyla karşı karşıya kalan Hadise, şarkısını kitlelere
sevdirmeyi başardı. Öyle ki yalnızca Türkiye’den değil
dünyadan da oldukça olumlu mesajlar yağıyor
yarışmaya katılan Türkiye ise bir
kere 3.’lük bir kerede birincilik şansı
elde etti.
Türkiye’nin Eurovision tarihi
O dönem siyasi anlamda zor bir
süreç yaşayan Türkiye, Eurovision’a
ilk olarak Kıbrıs Barış Harekatı’nın
sonrası, yani 1975’te katıldı.
TRT’nin aldığı ani karar
doğrultusunda yarışmaya katılan
Türkiye’yi o yıl Semiha Yankı
“Seninle Bir Dakika” isimli bugün
hala severek dinlediğimiz ancak ne
yazık ki o yıl başarı getirmeyen
şarkıyla temsil etti. 1978 yılında
ikinci kez yarışan Türkiye, 1979
yılında yarışmadan çekildi. Daha
sonraki her yıl, yani günümüze
kadar Türkiye, Eurovision’da sesini
duyurmayı sürdürdü. 1997 yılında
Şebnem Paker’in seslendirdiği
“Dinle” isimli şarkıyla ilk kez üçüncü
olan Türkiye, 2003 yılında Demir
Demirkan’nın bestelediği ve Sertab
Erener’in seslendirdiği “Everyway
That I Can” isimli şarkıyla 48.
Eurovision Şarkı Yarışması’nda
nihayet birinci oldu.
Hadise ile Eurovision
hakkında kısa kısa…
Bu yıl 18-19 Mayıs tarihlerinde
Rusya’da düzenlenecek olan
Eurovision Şarkı Yarışması’nda
Türkiye’yi Hadise temsil ediyor.
“Düm Tek Tek” isimli şarkıyla
TRT’de yayınlandığı günden beri
May ı s - Ha z i ra n 2009 | 45
MAKRO | Konuk
yüreğimizi hoplatan Hadise, bu yıl
yarışmada “hadise” çıkaracağa
benziyor.
temsil edeceğim. Hala
inanamıyorum. Coşkulu bir sevinç
duyuyorum, hatta çıldırıyorum.”
Hadise: “Evimizde gelenekti”
Eurovision Şarkı Yarışması’na
katılma hakkı elde ettikten sonra
pek çok soruyla karşı karşıya kalan
Hadise, şarkısını kitlelere
sevdirmeyi başardı. Öyle ki yalnızca
Türkiye’den değil dünyadan da
oldukça olumlu mesajlar yağıyor.
Hadise ise ne hissettiğini şu
cümlelerle anlatıyor:
“Koltuklarımıza kurulup Eurovision
Şarkı Yarışması’nı beklemek benim
ailemde bir gelenekti.
Çayımızı demler, ailece ekran başına
geçerdik ve çok heyecanlanırdık.
Bugünse 3 dakikalık bir şarkı
söyleyeceğim ve Türkiye’yi ben
Hangi ülkelerin tam oy
vereceği, komşu ülkelerden nasıl
puan alacağımız günlerdir
konuşuluyor. Siz ne
düşünüyorsunuz?
Ben özellikle Belçika’dan tam
puan almak istiyorum. Hatta
oradaki pek çok gazete şimdiden
Hadise’ye tam puan diye yazıyorlar.
Onun dışında elbette her yerden
tam puan almak isterim. Bakalım
yarışma sonuçları ne gösterecek.
“Kötü sonuç alırsam kader
kısmet derim”
Ön elemeleri çok düşünüyorum.
Kendime güvenim tam ama
sonuçları belirlemek benim işim
değil. Kötü sonuç alırsam Türkiye
adına çok üzülürüm ama kader
kısmet diyerek kendimi
rahatlatmaya çalışırım. Ancak
elbette duygusal olarak kolay anlar
olabileceğini düşünmüyorum. Ben
birinci olacağım diye iddia
etmiyorum ama orada Türkiye’yi iyi
temsil edeceğimi iddia ediyorum.
Her şey kader kısmet.
Bu yarışma sizin için ne ifade
ediyor?
Eurovision benim için çok şey
ifade ediyor. Dolayısıyla 2009
yılında bu yarışmaya katılmak ve
ülkemi temsil etmek benim için çok
heyecan verici. Yüküm ne kadar ağır
da olsa bu yolculuğun tadını
çıkarmaya çalışacağım.
“Bana verilen destek için
herkese teşekkür ederim.”
“Düm Tek Tek” şarkısı TRT
ekranlarında yayınlandığından bu
yana her yerde çalınmaya başladı.
Hemen herkes tarafından sevilmesi
ise elbette Hadise’ye yarışmada ayrı
bir heyecan yükledi. Bu nedenle
üzerinde baskı hissedip
hissetmediğini ise Hadise şöyle
açıklıyor: “Şarkımın ve sahne
performansımın bu kadar
beğenilmesi beni elbette çok mutlu
ediyor. Ben mükemmel bir gösteri
yapıp, sahneden inerken de, “Bu işi
hakkıyla yaptım” demek istiyorum.
Bana verilen destek için herkese bir
kez daha teşekkür ediyorum.”
46 | M ay ıs-Ha zira n
2009
MAKRO | Bir Portre
Aşık Veysel bugün yok belki ama
unutulmaz deyişleri aramızda. Ve
ayrı ayrı yerlerde, sazların
tellerinden dökülüyor ezgileri...
Zaman değişiyor, modern dünyanın
ezgileri daha çok çalınır oluyor
kulağımıza. Ancak eskinin saf
tınısına duyulan özlem de giderek
artıyor. Bu yüzdendir ki, şimdilerde
Aşık Veysel türküleri yeniden
düzenleniyor. Peki, pek çok deyişini
ezbere bildiğimiz, nerede duysak
“Aşık ne güzel söylemiş” dediğimiz
Veysel Şatıroğlu’nu, nam-ı diğer Aşık
Veysel’i ne kadar tanıyoruz? Bir
teselliyle başlayan şiir ve müzik
tutkusu, zamanla aşka dönüşen Aşık
Veysel’in uzun ince hayat öyküsünü
paylaşıyoruz bu defa sizlerle…
Hikayesi, yolda başlıyor
Uzun ince bir hayat öyküsü...
Aşık Veysel
Dünyaya geldiği anda, yürüdü aynı zamanda,
iki kapılı bir handa, gidiyordu gündüz-gece…
Ne zaman biri, uzun ince bir yol hikayesi
anlatsa, Aşık Veysel geliyor akla. Sazının tınısı,
kendine has tekniği ve unutulmaz dizeleriyle
“Aşık” geleneğimizin en önemli
temsilcilerinden biriydi o. Anadolu’nun tozlu
yollarında geçen ömründe, o anlattı, biz
dinledik. Sadık yari toprağa kavuştuğu günden
beri de dizeleri bizlere yadigar…
48 | M ay ıs-Ha zira n
2009
Sivas’ın Sivrialan Köyü’nde,
1894’te başlıyor hikayesi. Kaderi de
doğarken oracıkta çiziliveriyor
aslında. Annesi Gülizar’ın, karnı
burnunda koyun sağmaya giderken
tutuyor sancıları ve büyük ozan,
yolun ortasında açıyor gözlerini
dünyaya. Koyun sağmaya diye yola
çıkan Gülizar, çaputa sardığı
bebeğiyle dönüyor köyüne, göbek
bağı elinde.
O, dünyayı gönül
gözüyle görüyordu
Köyündeki salgın nedeniyle
yakalandığı çiçek hastalığı, 7
yaşındayken dünyasını karartıyor
Aşık’ın. Önce sol gözüne bir perde
iniyor. Yaşadığı yıllarda yaptığı bir
röportajda, şu sözlerle anlatıyor
yakalandığı hastalığı ve dünyasının
kararışını: “Çiçeğe yatmadan evvel
anam güzel bir entari dikmişti. Onu
giyerek beni çok seven Muhsine
kadına göstermeye gitmiştim. Beni
sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve
dönerken ayağım kayarak düştüm.
Bir daha kalkamadım. Çiçeğe
yakalanmıştım. Çiçek zorlu geldi. Sol
gözüme çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme
MAKRO | Bir Portre
de solun zorundan olacak, perde
indi. O gün bugündür dünya başıma
zindan.” İşte böyle anlatıyor karanlık
günlerinin başlayışını… Daha sonra
bir kaza sonucu diğer gözünü
kaybetmesi yine de ona engel
olmuyor. Dünyayı gözleriyle
göremiyor belki ama yaşamı boyunca
artık gönül gözüyle bakıyor her şeye
ve gönül gözüyle seviyor herkesi.
Bir teselliden
aşıklığa uzanan yol
Uğradığı kaza sonucu diğer
gözünden de olan Aşık Veysel, bu
olay nedeniyle içine kapanıyor.
Parasızlık nedeniyle oğlunu bir türlü
tedavi ettiremeyen ve üzüntüden
kahrolan babası ise, çareyi aşıkların
şiirlerinde buluyor sonunda. Veysel’i
teselli etsin diye fırsat buldukça
aşıkların şiirlerini okumaya başlıyor
ona ve bir de saz tutuşturuyor eline.
Böylece Veysel, aşık oluyor şiire ve
müziğe... En çok Pir Sultan Abdal’ı,
Karacaoğlan’ı ve Yunus Emre’yi
seviyor, henüz bu tutkunun onu
yollara düşüreceğinden habersiz…
Zaman zaman köyüne uğrayan
aşıklardan etkilendiği de söylenenler
arasında.
İz bırakan yolculuklar
başlıyor sonunda
Aşık Veysel köyünden ilk olarak,
Kasım adında bir arkadaşını, Baleni
Köyü’ne ziyarete gitmek için
ayrılıyor. Bir süre orada kalan Aşık
Veysel, parasızlık nedeniyle dönüş
yolunda uğradığı Zara’nın Girit
Köyü’nde köy halkına saz çalıyor ve 9
lira kazanıyor. Derken başlıyor,
Anadolu’yu diyar diyar gezmeye...
Durduğu her yerde sazını çalıyor ve
arkasında deyişlerini bir iz gibi
bırakarak yoluna devam ediyor. Bu
yolculuk onu, dönemin Köy
Enstitülerinde saz hocalığına ve
elbette Aşık geleneğinin önemli
temsilcilerinden biri olmaya
götürüyor.
Aşık Veysel’den
bize kalanlar…
“Dost dost diye nicesine sarıldım
Benim sadık yarim kara topraktır
Beyhude dolandım boşa yoruldum
Benim sadık yarim kara topraktır.”
“Uzun ince bir yoldayım
Gidiyorum gündüz gece
Bilmiyorum ne haldayım
Gidiyorum gündüz gece
Dünyaya geldiğim anda
Yürüdüm aynı zamanda
İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gece”
“Güzelliğin on par’etmez
Bu bendeki aşk olmasa
Eğlenecek yer bulaman
Gönlümdeki köşk olmasa
Tabirin sığmaz kaleme
Derdin dermandır yareme
İsmin yayılmaz aleme
Aşıklarda meşk olmasa”
Ahmet Kutsi Tecer ile
hayatı değişiyor
Aşık Veysel, ismini
duyurmaya Ahmet Kutsi Tecer ile
tanışması sonucunda başlıyor. Bir
Aşık bayramında, Ahmet Kutsi
Tecer Aşık Veysel’den çok
etkileniyor ve böylece onun ülke
genelinde tanınması için yolunu
açıyor. Zamanla tekniğini ve
şiirini iyice geliştiriyor ve
radyo ve televizyon
programlarına katılmaya
başlıyor. Mahsuni Şerif,
Fikret Kızılok ve Esin
Afşar gibi pek çok
sanatçıyı etkileyen ve
bildiklerini de
aktaran Aşık Veysel,
ülke kültürüne
damga vuran bir
aydın olarak
anılmaya başlıyor.
1965 yılında da
Türkiye Büyük Millet Meclisi,
anadilimize ve milli birliğimize
yaptığı hizmetlerden ötürü Aşık
Veysel’e 500 lira aylık bağlıyor.
Deyişlerinde
toprağa bağlılık var
Şiirlerinde yalın bir Türkçe
kullanan Aşık Veysel gösterişsiz ama
kusursuz bir teknik kullanıyordu.
Dili ustalıkla kullanmasının yanı
sıra şiirlerinde toprağa olan bağlılığı
hemen göze çarpıyordu. Daha çok
köy yaşamına ilişkin örnekler içeren
deyişlerine, yaşama sevinci
yansıyordu. Aşık Veysel, hüzünle
yaşama sevincini, umutsuzlukla
iyimserliği harmanlıyor ve bizlere
uzun yolculuğundan edindiklerini
gönül gözüyle aktarıyordu.
Kızılırmak gibi bir yaşam
Erdoğan Alkan, Aşık Veysel’in
yaşamını şu güzel betimlemeyle
özetliyor: “Kızılırmak soru
işaretine benzer, Zara’dan doğar,
Hafik ve Şarkışla’dan sonra Sivas
topraklarını terk eder. Bir yay çizip
Kayseri’yi, Nevşehir’i, Kırşehir’i,
Ankara’yı ve Çorum’u sular,
Samsun’un Bafra ilçesinde denize
dökülür. Aşık Veysel’in yaşam
öyküsü Kızılırmak gibidir. Bir ucu
Bafra’dadır, bir ucu da Zara’da.
Bafra’ya dek uzanan acılı yaşam,
Zara’nın doğusundaki Kızıldağ’ın
gür sularıyla beslenip sona
erer.”
İşte böyle, bir nehir gibi
akıp giden, geçtiği
toprakları besleyen
yaşamı, 21 Mart 1973
günü akciğer kanseri
nedeniyle
noktalanıyor, Aşık
Veysel’in. Dost dost
diye nicesine
sarılıyor yaşamı
boyunca, ama
sonunda sadık
yarine kavuşuyor.
May ı s - Ha z i ra n 2009 | 49
MAKRO | Sağlık
Bahar
alerjilerine
dikkat!
Güzel bahar aylarının gelmesiyle
birlikte, kış rehavetini üzerimizden
atmak için açık havada gezip tozmak
hepimizin isteği… Baharın
gelmesiyle birlikte burun akıntısı,
hapşırma, öksürük, kaşıntı gibi
alerjik şikayetler ortaya çıkabiliyor.
Alerji, bağışıklık sisteminin aslında
vücuda zararlı olmayan maddelere
karşı başlattığı abartılı ve şiddetli bir
savunmadır diyor, Sema Hastanesi
Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Ayşe
Türközü. En sık karşılaşılan
alerjenleri ise ev tozu akarları,
polenler, otlar, hayvan epiteli, küf ve
besinler olarak tanımlıyor.
50 | M ay ıs-Ha zira n
2009
Polen alerjisi nedir?
Özellikle bahar aylarının
gelmesiyle bitkilerin polenleri bol
miktarda havaya salınıyor. Polen
alerjisi, ağaçların, otların ve daha
az sıklıkla da çiçeklerin
polenlerinden kaynaklanıyor.
Polenler ön planda nefes yoluyla
vücudumuza girdiği için “inhale
alerjenler” olarak adlandırılıyorlar.
Polenler üst solunum yolları ve
solunum sisteminde, boğazda
yanma, kaşıntı, kuru öksürük ve
nefes darlığı şikayetlerine neden
oluyor. Polen mevsimlerinde;
ağaçların çoğunlukla Mart ayından
Mayıs’a, çayırların Nisan’dan
Haziran’a, otların ise Haziran
sonundan Eylül’e kadar havaya
polen saldığı biliniyor. Aynı
zamanda tek başına polen
mevsimleri ve polenlerdeki artışlar,
iklime ve yöresel faktörlere göre de
değişim gösterebiliyor.
Polen maruziyetini
nasıl azaltabiliriz?
Bitkilerin çiçeklenme döneminde,
yüksek miktarda polen oluşuyor.
Polen düzeyleri; kırlık bölgelerde gün
içi en yüksek düzeyken, şehirlerde ise
akşama doğru en yüksek düzeyine
ulaşıyor. Dağlık ve deniz kenarı
bölgelerde ise polen miktarı daha az
olup, yağmur ve bulutlu havalarda bu
miktar daha da azalıyor.
Dr. Ayşe Türközü, polen alerjisi
olan kişilerin bu dönemlerde bazı
önlemler alarak şikayetlerini
azaltabileceklerini söylüyor ve
polenlerin azaldığı saatlerde dışarı
çıkmayı tercih etmek gerektiğini
ifade ediyor.
Bunun yanı sıra;
l Uyumadan önce pencereleri
kapatmanın,
l Yatmadan önce saçları yıkayarak
polenleri uzaklaştırmanın,
l Eve gelindiğinde kıyafetleri
havalandırmanın,
l Giysileri dışarıda kurutmanın,
l Tatil için daha çok dağlık bölgeleri
veya deniz kenarını tercih etmenin,
polen maruziyetini azaltacağını
belirtiyor.
Alerji tedavisi önemli!
Alerjik reaksiyonlar, insanların
yaşam kalitesini düşürebildiği gibi,
hayati tehlikeye de yol açabilen çok
geniş yelpazeli bir hastalık. Bu
yüzden alerjik hastalıkların tedavisi
de zor ve zahmetli olabiliyor. Bu
nedenle bir uzmana başvurarak
alerjinizin nedeninin tespit edilmesi
ve alerjene yönelik tedavi yapılması
gerekiyor.
MAKRO | Güncel
Her gün farkında olmadan
yaptıklarımız, çevremizi olumsuz
yönde etkileyebiliyor. Başlıca çevre
sorunları arasında yer alan hava, su
ve toprak kirlenmesini önlemek için
önlemler alabilir ve çevreye
verdiğimiz zararı azaltabiliriz.
Nelere yol açıyoruz?
Ne yapıyoruz da çevre bu kadar
zarar görüyor diye düşünüyor
olabilirsiniz. Ancak günlük
yaşantımızı kolaylaştıran, hayat
akışımızda işimize yarayan pek çok
şey, ne yazık ki çevreye ciddi anlamda
zarar veriyor. Örneğin musluk
giderlerine akıttığımız kullanılmış
yağlar, yer altı sularını kirletiyor. Öte
yandan denizlere gönderilen atıklar,
denizlere ulaştığında deniz
canlılarının doğal yaşam alanlarını da
bozmuş oluyoruz. Bu hem canlıların
neslinin tükenmesine yol açıyor hem
de çevre güzellikleriyle birlikte besin
kaynaklarımızı da tüketmiş oluyoruz.
Kullandığımız doğa karşıtı
deodorantlar hava kirliliğinde büyük
rol oynarken, toplu taşımayı tercih
etmeyip her yere kendi araçlarımızla
gitmemiz de havayı kirletiyor. Tabi
kirli hava en çok da solunum yoluyla
ilgili ciddi hastalıklara yol açıyor.
Bunun bir zincir olduğunu
düşünürsek çevreye verdiğimiz
tahribat, ekonomik anlamda da
bizleri etkilemeye devam ediyor.
Tarım alanında kullanılan ilaç ve
gübreler, toprakların kirlenmesine ve
elverişsiz hale
gelmesine
neden
oluyor. Bu
bitki
52 | M ay ıs-Ha zira n
2009
Dikkat!
Çevremiz kirleniyor,
yaşantımız tehdit altına giriyor
Oturduğunuz apartmanın penceresinden baktığınızda
kaç tane ağaç görüyorsunuz? Cıvıl cıvıl kuş sesleriyle
uyanmayalı kaç yıl oldu, saydınız mı? Musluğunuzdan su
yerine çamur aktığında ne hissediyorsunuz? Ya temiz
ciğerlerinize temiz hava yerine karbondioksit
çektiğinizde… Peki, tüm bunlarda sizin de payınız
olduğunun farkında mısınız? Dünya, doğal güzelliklerini
yavaş yavaş yitiriyor ve bizler de yaşanılır bir dünyayı her
gün biraz daha kaybediyoruz. İşte bu nedenle, 1972
yılından bu yana her yıl 5 Haziran günü Dünya Çevre
Günü olarak kabul ediliyor ve doğadaki tahribata dikkat
çekmeye çalışılıyor. Çünkü çevre bilincini kazanarak bu
gidişe bir dur demek ve tertemiz bir dünyada yaşamak
için sınırlı da olsa hala vaktimiz var.
hastalıklarını ortaya çıkarırken, bitki
örtüsüne de kalıcı zararlar veriyor.
Türkiye’de çevre sorunu
ciddi boyutlara ulaşıyor
Her gün çevreyle ilgili yapılan
çeşitli uyarılar, siyah bir tablo
çizmek için değil. Hepsi
birer gerçek ne yazık ki.
Öyle ki hava, su ve toprak
kirliliğinin giderek daha
da arttığı ve küresel
ısınmanın çoğaldığı
bugünlerde, Türkiye
karbondioksit
salımında Avrupa
Birliği üyesi
ülkelerle
karşılaştırılırsa 215,9 milyon tonla
yedinci sırada yer alıyor. Üstelik bu
rakamlar, 2005 yılında yapılan
araştırmanın verilerine göre
belirlenen rakamlar. Öte yandan 20
yıl öncesinin Türkiye’sinde kişi
başına 4 bin metreküp su düşerken
bugün yalnızca 1,4 metreküp su
düşüyor. Tablo yalnızca bununla da
sınırlı değil. Su yoksulu ülkeler
arasına girmiş olan Türkiye’de
erozyon nedeniyle yılda yaklaşık 500
milyon ton verimli toprak
kaybediliyor, 80-100 bin dönüm
arası orman, yangınlarda kül oluyor
ve plansız kentleşme nedeniyle de 57 bin dönüm arası verimli toprak
insan eliyle yok ediliyor.
MAKRO | Güncel
Sağlıklı yaşam için
süt için, süt içirin
Hayatımızın her döneminde, bedenimiz için en gerekli besinlerden biri, süt.
Anne sütüyle başlayan süreçte, çocukluktan ergenliğe, yetişkinlik
döneminden yaşlılığa kadar her dönemde düzenli olarak süt tüketmemiz
gerekiyor. Zengin bir besin kaynağı olması nedeniyle bağışıklık sistemini,
kemik yapısını güçlendiren süt, ileriki yaşlarda ortaya çıkan hastalıkların
önlenmesinde de birebir etkili. Öte yandan pürüzsüz ve parlak bir cilde
sahip olmanın yolu da yine süt içmekten geçiyor. Bu nedenle her yıl 21
Mayıs, tüm dünyada Dünya Süt Günü olarak kutlanıyor. Tüm bunlara rağmen,
Türkiye, süt tüketiminde ne yazık ki dünyanın oldukça gerisinde kalıyor.
Sağlıklı beslenmede oldukça
önemli bir yeri olan süt, hepimiz için
büyük bir hayati değere sahip.
Bedenimiz için en gerekli besinleri
bünyesinde barındıran süt,
organizmanın gelişimi açısından her
gün tüketilmesi gereken besinler
arasında baş sırada yer alıyor. Bu
nedenle Uluslararası Sütçülük
Federasyonu’nun 1956 yılında aldığı
kararla her yıl 21 Mayıs günü
federasyona üye olan tüm ülkelerce
Dünya Süt Günü olarak kutlanıyor.
Sütün faydalarının anlatıldığı, süt
tüketiminin arttırılması ve süt içme
alışkanlığı kazandırılması
amaçlanan gün boyunca, lider süt
firmaları ve kurumlar tarafından
çeşitli etkinlikler düzenleniyor.
54 | M ay ıs-Ha zira n
2009
Derdinize derman
bir besin, süt
Elbette hemen hemen hiçbirimiz
çocukluğumuzda tükettiğimiz kadar
süt tüketmiyoruz. Zaman içinde süt
yerini farklı besin kaynaklarına
bırakıyor ve süt içme alışkanlığımızı
giderek yitiriyoruz. Alternatif
içecekler, pratik besinler
yaşamımızda daha çok yer
kazanmaya başlıyor. Ancak bununla
beraber bazı hastalıklara da kapı
açılıyor. İçeriğinde bulunan vitamin
ve minerallerle sihirli bir iksir olarak
kabul edilen süt, her yaşta düzenli
olarak tüketilmezse, başta kemik
erimesi olmak üzere çeşitli
hastalıklara yakalanma riskimiz de
her gün biraz daha artıyor. Kahvenin
içinde tükettiğimiz süt miktarı
yeterli olmadığı gibi, sütlü tatlılar,
süt ürünleri ve yoğurt gibi gıdalar da
bir bardak sütten sağlayacağımız
faydanın yanından geçmiyor. Bu
nedenle kalsiyum, protein, A, B, D
ve E vitamini yönünden zengin olan
sütün gelişme çağındaki çocuklar,
ergenlik dönemindeki gençler, anne
adayları, yaşlılar, kısacası her yaştan
insan tarafından mutlaka
tüketilmesi gerekiyor.
Süt neden mi önemli?
Belki de bugüne kadar sütün
yaşamımızda neden bu kadar önemli
olduğunun farkında değildiniz.
Oysaki “zamanında yeterince içtim”
diye ihmal ettiğimiz süt tüketimi,
dişimizden tırnağımıza kadar
vücudumuzun her bir parçası için ayrı
bir değer taşıyor. İçeriğinde bulunan
bol miktardaki kalsiyumun kemiklere
ve dişlere olan olumlu etkisini
hatırlatmakta fayda var. Her daim
sağlıklı bir gülümsemeye sahip olmak
isteyenler, süt içmeyi kesinlikle ihmal
etmemeli. Öte yandan sütün içinde
bulunan A vitamini, göz sağlığı için
son derece önemliyken E vitamini de
bağışıklık sisteminin güçlenmesine
büyük katkı sağlıyor. Öyle ki düzenli
süt tüketenlerin kış aylarında soğuk
algınlığı, grip gibi hastalıklara
yakalanma riskleri tüketmeyenlere
kıyasla çok daha az. B2 vitamini
çocuklarda büyümeyi hızlandırırken,
içeriğindeki biotin, saç ve deri
sağlığına olumlu etkide bulunuyor.
Parıldayan saçlara ve pürüzsüz bir
tene sahip olmak isteyen herkesin
zaman kaybetmeden süt içmeye
başlaması gerekiyor. Sağlıklı nesiller
için çok daha fazla süt tüketilmesi
gerektiğinin altını ısrarla çizen
uzmanlar, özellikle kadınların
korkulu rüyası olan osteoporoza karşı
yine sütü öneriyor.
MAKRO | Güncel
Trafik canavarı
olmayalım!
Her gün gazetelerde ve televizyonlarda sık sık karşılaştığımız ve ne
yazık ki artık kanıksadığımız haberler arasında yer alıyor, trafik kazaları.
Trafik terörü her gün onlarca can almaya devam ederken, uygulanan
cezalar da ne yazık ki caydırıcı etkide bulunmuyor. Yapılan
araştırmalardan çıkan sonuçlar, bu gerçeği açıkça ortaya koyuyor.
Meydana gelen kazaların bilançosu oldukça ağır. Bu nedenle 1-7
Mayıs tarihleri arası, Uluslararası Karayolu Güvenlik Haftası olarak
kabul ediyor ve trafik sorunlarına ilişkin görüşmeler ve eğitimler
gerçekleştiriliyor.
ve trafik sorunlarına ilişkin
görüşmeler ve eğitimler
gerçekleştiriliyor.
Türkiye’deki manzara
iç açıcı değil
Son yıllarda dünyada ve
Türkiye’de hem araç teknolojisi çok
gelişti hem de trafikteki araç sayısı
oldukça arttı. Bununla beraber gerek
ekonomik gelişmeler ve gerekse hızlı
kentleşmenin bir getirisi olarak şahsi
araçlarımız yaşamımızın değişmez
bir parçası oldu. Öte yandan
dünyadaki ve ülkemizdeki manzaraya
baktığımız zaman trafik kazalarında
da oldukça fazla bir artış gözleniyor.
Yıllardır kan ve gözyaşının aktığı
yollarda, trafik terörü gerçeği açıkça
gözler önüne seriliyor. İşte bu
nedenle Türkiye’nin de aralarında yer
aldığı birçok Avrupa ülkesinin
oluşturduğu konsey, 1-7 Mayıs
tarihleri arasını Uluslararası Karayolu
Güvenlik Haftası olarak kabul ediyor
56 | M ay ıs-Ha zira n
2009
Türkiye’de her yıl ortalama 10 bin
insan yaşamını yollarda kaybediyor.
Her gün yaklaşık 25-30 arası kişi
trafik kazalarına bağlı olarak
yaşamını yitirirken birçok insan da
yaralanıyor veya sakat kalıyor. Trafik
kazalarında ölenlerin ya da
yaralananların çoğunu ise ne yazık ki
5-14 yaş arasındaki çocuklar
oluşturuyor.
Araçlar hem yaşamımızı
kolaylaştırıyor hem
yaşamımıza mal oluyor
Ankara Ticaret Odası tarafından
yapılan araştırmalara göre bir yılda
ortalama 500 bin civarında trafik
kazası meydana geliyor. Kazalarla
ilgili 1955 yılından bu yana yapılan
araştırmalara bakıldığında bugüne
kadar ortalama 300 bin vatandaşımız
yaşamını yollarda yitirmiş durumda.
Bu da gösteriyor ki, her gün onlarca
kişinin yaşamına mal olmasına karşın
trafik konusunda herhangi bir
ilerleme kaydedilmiyor. İzlediğimiz
can sıkıcı haberler, döktüğümüz
gözyaşı bile ne yazık ki trafik
kurallarını ihlal etmemize engel
olamıyor.
Ekonomiyi de
olumsuz etkiliyor
Trafik kazaları yalnızca kişisel
olarak üzülmemize yol açmakla
kalmıyor, aynı zamanda ülke
ekonomisini de son derece olumsuz
yönde etkiliyor. Örneğin Türkiye’nin
son 10 yılda trafik kazaları nedeniyle
100 milyar dolarlık ciddi bir kayba
uğradığını biliyor muydunuz?
Kazalarda sahip olunan araçlar
hurdaya dönünce maddi kayba
uğradığımız gibi, yaralanan, ölen ve
sakat kalan kişiler de kalifiye iş
gücüne olumsuz etkide bulunuyor.
Yaralıların tedavisine milyarlarca lira
harcanırken, böylesine ciddi
boyutlarda trafik kazası yaşanan bir
ülkeye gelen turist sayısı da her geçen
gün azalıyor.
Sebepler aynı
ama cezalar etkili değil
Türkiye’de her gün meydana
gelen onlarca trafik kazasının
sebepleri yıllardır aynı. Eğitimsizlik,
dikkatsizlik, alkollü araç kullanımı,
aşırı hız, kendine trafikte fazla güven
duyma, hatalı sollama, uzun süre
direksiyonda kalma ve uykusuz araç
kullanma gibi sebeplerin yanında son
yıllarda günlük yaşamda artan stres
de kazaların oluşmasına yol açıyor.
Tüm bunların yanında, ceza
sisteminin yetersiz olması ve
caydırıcı ceza uygulamalarının
gerçekleştirilmemesi de kurallardaki
ihlali arttırıyor. Kazaları
sonlandırmak ve bilançoyu
hafifletmekse, yine sürücülerin
dikkatli olmasına kalıyor.
MAKRO | Üç Aylar
Regaip
Kandili’yle
mübarek
‘Üç Aylar’
başlıyor
“Ey Allah’ım bizi
Ramazan’a kavuştur.”
Hz. Muhammed (S.A.V.)
58 | M ay ıs-Ha zira n
2009
Üç Aylar başlıyor. Regaip
Kandili’nin müjdecisi
olduğu ve İslam alemi için
oldukça büyük bir önem
taşıyan bu aylar,
Müslümanlar arasında
manevi duyguları
arttırmak, insani ilişkileri
güçlendirmek ve dini
görevleri yerine getirmek
için son derece önemli bir
dönem. Müslümanlarca
özlemle beklenen Regaip
Kandili ve Üç Aylar, hem
dini açıdan hem de
geleneklerin devam
ettirilmesi anlamında
oldukça kıymetli bir yere
sahip.
Recep, Şaban,
Ramazan… Recep
ayının ilk Cuma
gecesi olan Regaip
Kandili’yle
beraber başlıyor,
Üç Aylar. Bu
mübarek
aylardan ilki
olan Recep ayı
için Hz.
Muhammed (S.A.V.)
şöyle buyurdu; “Recep
Allah’ın ayı, Şaban benim
ayım, Ramazan da ümmetin ayıdır. Ey
Allah’ım Recep ve Şaban’ı bize
mübarek kıl, bizi Ramazan’a
kavuştur.” Üç Ayları diğer aylardan
farklı kılan en önemli sebep olarak,
Recep ayının başında Hz.
Muhammed’e (S.A.V.) peygamberlik
vahyinin gelmeye başlaması
gösteriliyor. Şaban ayında gelmeye
devam eden vahiylerden sonra,
MAKRO | Üç Aylar
inanca göre Ramazan ayı itibariyle de
Kuran-ı Kerim’in ayetleri inmeye
başlıyor.
Berat Kandili olarak, yani
günahlardan arınma gecesi olarak
kabul ediliyor.
Üç Ayların habercisi,
Regaip Kandili
Üç Ayların sonuncusu,
Ramazan ayı
Hicri takvimde Recep ayının ilk
Cuma gecesine denk gelen gece,
Regaip Kandili olarak kabul ediliyor.
“Arzulamak, meyletmek”
anlamlarına gelen “regaip”, Kuran-ı
Kerim’de geçmiyor ancak yine de
Müslümanlar için bu gece, gerek ilk
kandil gecesi olması, gerekse de Üç
Ayların habercisi olması nedeniyle
oldukça büyük bir önem taşıyor.
Müslümanlar, Üç Ayların başladığı
ilk perşembeyi cumaya bağlayan bu
geceyi, tüm ruhların beraber
yaratıldığı ve ilk olarak da Hz.
Muhammed’in (S.A.V.) ruhunun
yaratıldığına ve Peygamberimizin
yeryüzüne, insanların arasına geldiği
gün olmasına duyulan inançla,
coşkulu bir şekilde kutluyorlar.
Üç Ayların sonuncusu olan ve
bitiminde tüm İslam dünyasında
bayram olarak kutlanan Ramazan ayı
ve bu ay içerisinde bulunan Kadir
Gecesi de yine dinimizde oldukça
özel bir öneme sahip. Ramazan ayı
yoksullara yardım, ibadet ve Kur’an
ayı olarak kabul ediliyor. Kadir
Gecesi’nin bu ay içinde bulunması,
İslam’ın beş şartından biri olan oruç
ayının da Ramazan ayı olması, üç
ayların önemini daha da arttırıyor.
Ramazan’a hazırlık başlıyor
Günahlardan arınma ve
sevaplarla bezenme mevsimi olarak
kabul gören Üç Aylar, manevi kazanç
elde etmek isteyenler için son derece
önemli. Geçmişin muhasebesini
yapıp geleceğini düzenleme yolunda
fırsat olarak görülen Üç Aylarda,
önemli mübarek gecelerin
bulunmasının yanı sıra Ramazan
ayına hazırlıklar da başlamış oluyor.
Regaip ve Miraç gibi önemli
kandillerin de içinde bulunduğu
Recep ayı, Üç Aylar geleneğiyle
birlikte asırlardır Ramazan’a hazırlık
için başlangıç olarak kabul ediliyor.
Şaban ayı ve Berat Kandili
Pek çok kaynakta, Hz.
Muhammed’in (S.A.V.) Ramazan
dışında en çok Şaban ayında oruç
tuttuğu kaydediliyor. Bununla
beraber, bu ayın İslam alemi
açısından bir önemi daha var. Şaban
ayının 15. gecesi, İslam aleminde
Üç Aylarda Konya’ya özgü bir
gelenek, Şivlilik Günü
Üç Ayların ve Regaip Kandili’nin
Müslümanlar açısından ne kadar
önemli olduğunu biliyoruz. Bununla
beraber, yıllardır süregelen ve Konya
yöresine özgü bir gelenekten
bahsetmemek de olmaz elbette.
Konya’da her yıl Regaip Kandili’nin
gündüzü, “Şivlilik Günü” olarak
kutlanıyor. Konya halkı tarafından
“ilk namaz” olarak da adlandırılan bu
gün, iki aşamalı olarak kutlanıyor.
Burada bir diğer önemli noktaysa o
sene Üç Ayların hangi mevsime denk
geldiği… Çünkü kutlamalar Üç
Ayların denk geldiği mevsime göre
şekilleniyor. Kutlamalarda ilk aşama,
Bir mani örneği...
“Şivli şivli şişirmiş
Erken kalkan pişirmiş
İki çörek bir börek
Bize şivlilik gerek
Şivliii”
bir önceki geceden itibaren başlıyor.
Akşam namazının ardından çocuklar,
gençler ve gelinler, en uygun noktada
bir araya geliyorlar. Fener alayı
olarak anılan bu kutlamada en büyük
rol çocuklara düşüyor. Çocuklar satın
aldıkları, ortasında mum bulunan
kağıttan fenerleriyle kutlama
alanında toplanıyorlar. Daha sonra
toplanılan meydanda büyük bir ateş
yakılıyor ve gençler ateşin üstünden
atlamaya başlıyorlar.
‘Şivlilik Günü’nde
evlerde şenlik oluyor
Kutlamaların ikinci aşamasında
yani Regaip Kandili’nin gündüzünde,
evlerde hareketlilik başlıyor. Burada
da devreye giren çocuklar, ellerine
aldıkları torbalarıyla kapı kapı gezip
şivlilik topluyorlar. Kadınlar ise “bişi”
denilen ve yağda kızartılan hamurları
hazırlamaya başlıyorlar. Marketlerde
şivliliğe özel reyonlar hazırlanırken
günümüzde Şivlilik Günü’nde daha
çok sakız, çikolata ve şekerlemeler
dağıtılıyor. Kapı kapı dolaşan
çocuklar, hep bir ağızdan “şivlilik”
diye bağırıyorlar ve maniler
söylüyorlar. Geçmişten bugüne
süregelen bu gelenekte, çocukların
hep bir ağızdan söylediği maniler de
kutlamalara eğlence katıyor.
May ı s - Ha z i ra n 2009 | 59
MAKRO | Gıda Kültürü
Kahvenin
mis kokulu
öyküsü
Hemen hiçbirimizin evimizden eksik etmediğimiz ve mis
kokusuyla misafirlerimizi ağırladığımız kahve, bugün
evrensel bir içecek olarak kabul edilebilir.
Pek çok türü bulunan, içimiyle kişiye enerji
veren, soğuk günlerde içimizi ısıtan,
uyanamadığımız zamanlarda kendimize
gelmemizi sağlayan ve en önemlisi
sohbetlerimizi tatlandıran kahvenin uzun bir
hikayesi var. Tarihte kimi zaman soyluların
içeceği olarak kabul gören, kimi zaman
yasaklarla içimi engellen kahve, geçen zaman
boyunca yine de tercih edildi ve en keyifli
anların tanığı olmayı başardı.
60 | M ay ıs-Ha zira n
2009
Çoban Khaldi
kahveyi keşfediyor
Bugün her köşe başında
kahvehaneler, kafeler ve kahve evleri
var. Üstelik hepsi de tıklım tıklım
dolu. Dünya kahvelerinin lezzeti
neredeyse her köşe başında… Ancak
geçmişe şöyle bir uzandığımızda,
kahvenin geçmişte bugünkü kadar
çok tüketilemediğini ama yine de
çok sevildiğini görebiliyoruz.
Etiyopya’dan Yemen’e ve sonra tüm
dünyaya yayılan kahvenin öyküsü,
14. yüzyıla kadar dayanıyor. Dünya
yolculuğuna Güney Etiyopya’dan
başlayan kahve hakkında pek çok
farklı efsane bugün dillerde
dolaşıyor. Ancak anlatılan en ilginç
hikaye, Habeşistan’ın Kaffa
yöresinde yaşayan Khaldi isimli bir
çobana ait olanı… Sıcaktan hep
uyuşuk olan ve koyunlarının da
uyuşuk olduğuna üzülen çoban, bir
gün koyunların bir ağacın
meyvelerini
yedikten sonra
hareketlendiğini
görmüş. Bunu
mucize olarak
nitelendiren çoban,
ağacın meyvelerini
toplamış ve suda
kaynatarak içmiş. Bir
süre sonra kalp atışları
hızlanan ve enerjisi
artan çoban Khaldi,
bugün kahvenin kaşifi
olarak kabul ediliyor.
MAKRO | Gıda Kültürü
Mekke’de Hayr Bey tarafından
1511’de keyif verici madde olduğu
iddiasıyla yasaklanmış. Ancak
içimiyle kişiyi cezbeden kahve,
Arabistan’da gizli gizli tüketilmeye
devam ederken Kızıldeniz ticaretiyle
Kahire’ye doğru yayılmaya devam
etmiş. Mekke’de yasaklanan ancak
aynı dönemde Kahire sokaklarında
ilgi odağı olan ve serbestçe
tüketilebilen kahve, böylece zamanla
ticari bir tüketim maddesine
dönüşmüş.
Kahve dünyaya yayılıyor
Güney Etiyopya’dan yayılan
kahvenin bugün tüm dünyanın
vazgeçilmez keyiflerinden biri
olduğu inkar edilemez bir gerçek.
Ancak kahve, dünyaya o kadar da
kolay yayılmıyor. Bugünkü teknoloji
ve iletişim olmadığı düşünülürse, bu
mis kokulu içeceği dünyanın
tanıması epeyce zaman alıyor.
Kahvenin kokusu, dünyayı yavaş
yavaş sarıyor. Kahvenin
Etiyopya’dan sonraki ilk durağı
Yemen… Yemen’den sonra
Arabistan’ın iç kesimlerine de
yayılan kahve, tarihi bilgilere göre
Kanuni, kahveye
hayran kalıyor
Türklerin kahveyle tanışması 16.
yüzyıla, yani Kanuni Sultan
Süleyman dönemine denk geliyor.
Kendisine sunulan bu eşsiz tada
hayran kalan Kanuni sayesinde
kahve kısa zamanda tüm Osmanlı’ya
yayılıyor. 1554 yılında da İstanbul
Tahtakale’de ilk kahvehane hizmet
vermeye başlıyor. Hatta öyle ki,
Topkapı Sarayı’nda “kahvecibaşılık”
görevi bile tahsis ediliyor.
Kanuni’nin ölümünden sonra tahta
geçen Sultan 2. Selim ise kahvenin
halkın kültürel yaşamında önemli
bir yere sahip olduğunu görüyor ve
içilmeye devam edilmesini sağlıyor.
Ancak yasaklarıyla ünlü 4. Murat
tahta geçince işler değişiyor ve
kahveye yasak geliyor. Kahvehaneler
kapatılıyor. Halk kahve içebilmek
için gizli toplantılar düzenlemeye
başlıyor. Buna da “Koltuk
Kahvehaneleri” deniyor.
Avrupa’da Venedik’le
başlayan kahve alışkanlığı
Avrupa’da kahve içme alışkanlığının
merkezi Venedik olarak biliniyor.
Venedik’te 1615 yılında açılan
kahvehanelerden sonra bu kültür
1645’te İtalya’ya yayılıyor. 1644’te
Marsilya’dan Fransa’nın iç
kesimlerine
yayılmaya
başlayan
mis gibi
kahve
kokusu,
1669’da da
Türk Elçisi
Süleyman Ağa
tarafından Paris
sosyetesine
sunuluyor. Hoşsohbet
Süleyman Ağa olarak
tanınan o dönemin
Osmanlı elçisinin, küçük
fincanlarda törensel kahve
ikram ettiği biliniyor. Bu
nedenle de özellikle Fransız
kadınlar ve Paris sosyetesi
arasında bu keyif “Türk
Kahvesi” diye ünlenerek moda
olmuş. Kahve ve kahvehanelerin
yayılması, İngiltere’de 17. yüzyıla
denk geliyor. İngiliz aristokratlar
tarafından beğeniyle
karşılanan bu yepyeni lezzet,
17. yüzyılın ortalarından
itibaren hızla günlük
yaşamın bir parçası
durumuna geliyor. Hatta öyle
ki, Londra’da uzun süre kişiye
enerji veren bir ilaç olarak
tüketildiği söylenenler
arasında…
May ı s - Ha z i ra n 2009 | 61
MAKRO | Röportaj
POLATLI
MÜŞTERİLERİNİN TERCİHİ
MAKROMARKET
“Hizmet Tüm Türkiye’ye” sloganıyla her geçen gün büyüyen ve
kaliteli hizmet anlayıșını yurdun dört bir yanına tașımak için
çabalayan Makromarket’in, Polatlı’da da 4 tane mağazası
bulunuyor. Makromarket mağazalarının Polatlı’daki durumunu
ve gelecek hedeflerini Makromarket Polatlı Bölge Müdürü
Muhammet Fatih Dereli’den dinledik.
Bize biraz kendinizden ve
Makromarket’teki
görevinizden bahseder misiniz?
Şereflikoçhisar doğumluyum.
Değişik sektörlerde görev yaptıktan
sonra Makromarket şirketinde
görev yapmaya başladım.
Ankara’nın merkezinde değişik
mağazalarda görev yaptıktan sonra
şu anda Genel Koordinatörlüğe
bağlı Polatlı Bölge Müdürü olarak
görev yapıyorum.
Makromarket’in Polatlı’da
bulunan mağazaları hakkında
bilgi verir misiniz?
Polatlı Bölge Müdürlüğü olarak,
Atatürk Caddesi, Turan Caddesi,
İnönü Caddesi ve Şehitlik
Mahallesi’nde olmak üzere 4 farklı
noktada mağazalarımız var. Polatlı
halkına, 1 tanesi hipermarket, 2
tanesi ekspres ve 1 tanesi de
market olan mağazalarımızla
hizmet veriyoruz.
Polatlı bölgesinin sosyoekonomik durumu göz önüne
alınarak, Makromarket’in diğer
62 | M ay ıs-Ha zira n
2009
mağazalarına göre ne gibi
farklılıklara gidiyorsunuz?
Polatlı halkının sosyo-ekonomik
durumu büyük oranda tarıma
dayalı. Bu sebeple tarımla uğraşan
insanların talepleri de farklı oluyor.
Biz de Makromarket olarak halkın
bu istek ve ihtiyaçlarını gözeterek
ürün çeşitlerimizi belirliyoruz.
Özellikle gıda çeşitlerimizde,
Polatlı insanının talepleri, bizim
için öncelik taşıyor. Ayrıca Polatlı
halkının gelir zamanlarını dikkate
alarak kampanyalarımızı bu
zamanlara göre düzenliyoruz.
Polatlı’da bulunan 4
Makromarket mağazasında
çalışan personelin,
koordinasyonunu ve
motivasyonunu sağlamak için
nelere dikkat ediyorsunuz?
4 mağazamızda, toplam 59
personelimiz görev yapıyor. Bu
personellerimizden alabileceğimiz
en üst seviyedeki performansı
almak, asıl hedefimiz. Bunun için
yaptığımız bireysel ve grup
görüşmelerimizde personelimizin
Muhammet Fatih Dereli
motivasyonunu canlı tutmaya
çalışıyoruz. Hedefimiz, güler yüzlü,
düzgün konuşan ve her zaman “bu
mağaza benim mağazam”
düşüncesinde olan personeller
yetiştirmeye gayret ediyoruz.
Mağazalarımızda çalışan
personellerimizi zaman zaman yer
değiştirerek müşterinin karşısına
yeni yüzlerle çıkmaya çalışıyoruz.
Polatlı bölgesi olarak
hedefleriniz nelerdir?
Bizim öncelikli hedefimiz,
“Polatlı’da tercih edilen mağazalar”
olmak. Müşterilerimizin gezen
müşteri değil alan müşteri olmasını
istiyoruz.
Polatlı’da görev yapmaktan
dolayı neler hissediyorsunuz?
Polatlı, Türk tarihinde bir önemli
yeri olan ve yüz binin üzerinde
nüfusu bulunan bir coğrafya.
Türk’ün kader savaşı olan Sakarya
Savaşı, burada yapılmış. Dünyanın
incisi olan yurdumuzu işgal eden
düşmanlara burada “Dur” denilmiş.
Tarihimizde bu kadar büyük öneme
sahip olan Polatlı’mızda görev
yapmak, benim ve iş arkadaşlarım
için büyük bir onur.
MAKRO | Röportaj
KIRIKKALE
MAKROMARKET’İ
SEVİYOR!
Makromarket, hizmet verdiği her ilde olduğu gibi Kırıkkale’de
de “Hizmette Çizgi Ötesi” sloganıyla yol alıyor ve Kırıkkale
halkına makro kaliteli hizmeti mikro fiyatlarla sunuyor.
Kırıkkale’nin en büyük hipermarketi olan ve Makro AVM
içerisinde hizmet veren Kırıkkale Makromarket’in Mağaza
Müdürü Erol Bulut ile Makromarket’in Kırıkkale’deki hizmetleri
ve gelecek hedefleri üzerine bir söyleși gerçekleștirdik.
elemanı olarak çalışmaya başladığım
günden bugüne kadar, değişik
mağazalarda, şef, müdür yardımcısı
ve müdür olarak çalıştım. Nisan
2008’den beri de Kırıkkale’nin ilk ve
tek, büyük alışveriş merkezi olan ve
Makro AVM içerisinde bulunan
Makromarket’in mağaza müdürlüğü
görevini yürütüyorum.
Makromarket’in Kırıkkale’de
bulunan mağazası hakkında bilgi
verebilir misiniz?
Kırıkkale’de 4.000 metrekare satış
alanında, 92 kalifiye personel, 18
kasa ve 250 araçlık kapalı ve açık
otoparkımızla müşterilerimize en iyi
Erol Bulut
hizmeti sunmak için özen
gösteriyoruz. Mağazamız, bulunduğu
Bize biraz kendinizden ve
bölgede tek hipermarket olduğundan,
Makromarket’teki görevinizden
Kırıkkale halkı için birçok ayrıcalıklar
bahseder misiniz?
sunuyoruz. Nezih ve ferah ortamıyla
1980, Ankara doğumluyum.
hizmet sunan mağazamızda, gıda
İlköğretim ve liseyi Ankara’da
ürünlerinin yanı sıra, çok geniş
tamamladıktan sonra, 2001 yılında
çeşitlilikte gıda dışı ürün seçenekleri
Erciyes Üniversitesi’ni bitirdim.
Askerlik hizmetimi tamamladıktan ve bulunuyor. Kırıkkale halkı, gıda
reyonunda da binlerce ürün çeşidiyle,
bitirdiğim bölümle alakalı başka
ayrıca taze olarak sunulan balık,
şirketlerde çalıştıktan sonra, 2005
sebze-meyve, kasap, şarküteri,
yılında Makromarket’te çalışmaya
pastane, kuruyemiş ve kendi
başladım. Makromarket’te reyon
64 | M ay ıs-Ha zira n
2009
üretimimiz olan 25’e yakın ekmek
çeşitleriyle, temiz ve hijyenik bir
mağazada, hesaplı ve dinamik
kampanyalarla hizmet almanın
ayrıcalığını yaşıyor.
Mağazanın ürün portföyünü
belirlerken nelere dikkat
ediyorsunuz?
Müşterilerimizin farklı isteklerine
duyarlı olabilmek için elimizden
geleni yapıyoruz. Bölgesel
alışkanlıkları olan müşterilerimize
cevap verebilmek adına diğer
mağazalarımızda olmayan ürünlerin,
satınalma kategori yöneticileriyle
görüşerek, mağazamız için tedarik
edilmesini sağlıyoruz. Kırıkkale’de
müşteri profili oldukça geniş.
Mağazamızın büyük olması avantajını
da kullanarak, ürün yelpazesini
olabildiğince büyütüyoruz.
Kırıkkale’ye ürün tedariki nasıl
gerçekleştiriliyor?
Ürünlerimiz, Ankara’daki merkez
depomuzdan ulaştırılıyor. Gıda,
sebze-meyve ve balık, her gün taze
olarak satışa sunuluyor. Ankara Et
İşleme Tesisimizde işlenen et ürünleri
de, frigofrik araçlarla, soğuk zincir
kırılmadan, iki günde bir sevkiyat
yapılmak suretiyle mağazamıza
ulaşıyor.
Kırıkkale mağazası olarak
hedefleriniz neler?
Makromarket’in şehir dışında açtığı
ilk mağaza olarak sorumluluklarımız
çok büyük. Hedeflerimiz,
müşterilerimize en iyi hizmeti
sunabilmek ve markamızın,
bulunduğumuz her ilde en iyi hizmeti
veren ve bu işi en iyi yapan örnek bir
kurum olarak anılmasını sağlamak.
Konseptimiz dahilinde uygun görülen
bir yer olduğu takdirde, başka
mağazalar da açılacak ve Türkiye’de
olduğu gibi Kırıkkale’de de
Makromarket büyümeye devam
edecek.
MAKRO | Doğadan
SU
Böbreklerden
toksik maddelerin
temizlenmesi ve
idrarla zararlı
maddelerin
vücuttan
uzaklaştırılmasını
da su sağlar. Kan
basıncının kontrol
Seçil Kenar
edilmesinde
Diyetisyen
görevlidir. Hücre içi
ve dışı elektrolit
dengesinin kurulmasında
yardımcıdır. Göz, ağız ve burun
kanallarının nemlendirilmesine
yardımcıdır. Vücut ısısını
ayarlamada yardımcıdır; egzersiz ve
sıcak havalarda terleme yoluyla
vücut ısısının sabit kalmasını sağlar.
Vücut sıvılarının oluşumuna katılır.
Ayrıca suyun içerisinde bulunan
minerallerin de vücut sağlığı
açısında büyük önemi vardır.
HAYATTIR
Su, canlılığın devamı için büyük
öneme sahip. İnsanda kanın
yüzde 92’si, kemiklerin yüzde
22’si, beynin yüzde 75’i ve
kasların yüzde 75’i sudan
oluşur. Suyun vücutta birçok
işlevi var; su, hücrelerin
yapısına katılır, kanla hücrelere
besin ve oksijen taşınmasında,
vücutta açığa çıkan zararlı
maddelerin vücut dışına
atılmasında görevlidir. Böylece
vücuda canlılık verir ve besler.
66 | M ay ıs-Ha zira n
2009
Cilt sağlığında etkili
Suyun özellikle cildin
elastikiyetini koruduğu ve vücuttan
toksinlerin atımına yardımcı olduğu
için cilt sağlığı üzerinde oldukça
olumlu etkileri vardır. Selülit
tedavisinde de kullanılır. Özellikle
enfeksiyon hastalıklarında vücuttan
zararlı bileşenlerin
uzaklaştırılmasına etken
olduğundan, enfeksiyon sırasında
bol su tüketimi, daha kısa sürede
iyileşmeyi sağlar. Zayıflama
diyetlerinde de suyun önemi sürekli
vurgulanır. Yemek esnasında alınan
MAKRO | Doğadan
su, mide hacmini arttıracağından
doygunluk sağlar, vücudun
temizlenmesine yardımcı olur.
Günlük yaşamımızda özellikle
egzersiz yaptığımızda, sıcak
günlerde ve sauna gibi yerlerde
sıcağa maruz kaldığımızda,
vücudumuzda aşırı su kaybı
meydana gelir. Burada en büyük
tehlike, vücudun ihtiyacı olan su
miktarının altına inmesidir. Bu
Vücudun
su kaybetmesi
sonucunda...
• %1: Susuzluk hissi, ısı
düzeninin bozulması,
performans azalması
• %2: Isı artması, artan
susuzluk hissi
• %3: Vücut ısı düzeninin
iyice bozulması, aşırı
susuzluk hissi
• %4: Fiziksel performansın
%20-30 düşmesi
• %5: Baş ağrısı ve
yorgunluk
• %6: Halsizlik ve titreme
• %7: Fiziksel etkinlik
sürerse, bayılma
• %10: Bilinç kaybı
• %11: Olası ölüm
duruma
dehidratasyon adı
verilir. Ağız
kuruluğu, baş
dönmesi, bayılma
hissi, göz
kararması, idrara
çıkamama gibi
belirtileri olan
dehidratasyon, ani
ölümlere bile sebep
olabilir. Bu yüzden
spor sırasında, aşı
öncesinde ve
sonrasında, aşırı
terleme esnasında
her 15 dakikada bir
yarım bardak su
içilmesi gerekir.
Çay, kola ve kahve,
suyun yerini tutmaz
Yapılan en büyük hatalardan
birisi, gün içerisinde çay, kahve, kola
tüketiyorum, bunlar da sıvı
ihtiyacımı karşılıyor düşüncesiyle az
su tüketilmesidir. Oysa bu tür
içecekler, tam tersi olarak vücuttan
suyun atılmasına sebep olurlar yani
sıvı tüketimi yerine geçmezler.
Vücudun günlük su ihtiyacı, kişinin
fiziksel şartlarına göre değişim
gösterir ancak ortalaması 2-2.5 litre
kadardır. Ayran, komposto, bitki
çayları, sıvı tüketim miktarına
sayılabilir.
Ne zaman su içeceğiz?
Üzerinde konuşulan konulardan
biri de suyu ne zaman içeceğimizdir.
Suyun yemekle içilmemesi, 1
bardaktan fazla suyun bir kerede
içilmesinin yanlış olduğu, günde 6-7
litre içilirse zayıflanacağı gibi birçok
yanlış inanışı, hepimiz
duymuşuzdur. Suyun ne zaman
içildiği önemli değildir; yemekten
önce, esnasında, sonrasında,
aralarda… İstediğiniz zaman
içebilirsiniz, yeter ki su için! Aşırı su
içmek zayıflatmaz. Özellikle günde
4-5 litre üzerinde tüketilen su,
yapılan araştırmalara göre
böbreklerde çeşitli problemlere
Suyun ne zaman içildiği
önemli değildir; yemekten
önce, esnasında,
sonrasında, aralarda…
İstediğiniz zaman
içebilirsiniz, yeter ki su için!
sebep olabilir. En fazla 4 litre su
içimi, günde yeterlidir. Eğer yoğun
fiziksel aktivite yapıyorsanız bu
miktar artabilir. Gün içerisinde
idrarın miktar ve renginin kontrolü
de önemlidir. İdrar rengi
koyulaşıyorsa içtiğiniz su miktarını
arttırınız.
May ı s - Ha z i ra n 2009 | 67
MAKRO | Psikoloji
Sınav dönemi
yaklaşıyor!
Alanur Özalp | U z m a n P si k o l o g
Hayatımızın her döneminde sınav ve stres var.
Sınav konusu açıldığında korku, panik,
heyecan gibi stres oluşturan durumlar
aklımıza gelir. Sınava girecek olan gence
stresten kurtulması için birçok yöntem
tavsiye edilir. İşin gerçeği, stres de sevgi ve
korku gibi doğal bir duygu. Bunun doğal
olduğunu kabul etmek ve herkesin bu duyguyu
yaşayabileceğini bilmek, sınava girecek olan
insanları rahatlatacaktır.
Hayatımızda pek çok sınava
giriyoruz. Mezuniyet, iş, ehliyet,
sertifika sınavları gibi… Liste böyle
devam edip gidiyor. Gençleri, dış
uyaranlar sınav stresi konusunda
etkiler. Örneğin, annenin ve
babanın doktor olmak istediği halde
olamamış olması, annenin
okutulmamış olması, akraba
çocukların şu veya bu üniversiteyi
kazanmış olması gibi çevresel
faktörler, genci özellikle sınav
dönemi yaklaşırken etkiler. Okul ve
ya öğretmenlerin iddialı ve hırslı
olması, bazen motive edici olurken
bazen de paniğe ve sıkıntıya neden
olabilir. Sınava girecek olan genç,
kardeşleriyle, arkadaşlarıyla ve de en
önemlisi kendisiyle iddialaşır. Bu
durum da onu strese sokar.
Sınav kaygısı yaşayan gençlerde,
saç dökülmeleri, kaşıntılar, mide ve
baş ağrıları, mide bulantıları da sıkça
görülür. Tüm bu sorunlar, sınav
stresinden dolayı ortaya çıkar. Bu
dönemde bazı gençler sınav
stresinin etkisiyle, aşırı hırçın, söz
dinlemez ve saldırgan tepkiler
gösterebilirler. Bir grup gençler ise,
tepkisizleşir ve vurdumduymaz,
isteksiz, bıkkın bir hale gelir.
Gençlerin bu halleri, sınav
kaygılarını daha da arttırabilir ve
ders çalışma isteklerini azaltabilir.
Sınava girecek gençlerin
dikkat etmesi gerekenler
Sınav ne sınavı olursa olsun,
sınavlarda stres her zaman vardır.
Sınava girmeden önce gençlerin
dikkat etmesi gereken konuları
sıralayalım:
l Aç karnına sınava girilmemeli.
l Sınav öncesinde uykusuz
kalmak, dikkat bozukluğuna
neden olur.
l Olumlu düşünceler ve güzel
hayaller bizi motive eder.
l Sınavdan önceki son gün biraz
eğlenmek güç toplamamızı
sağlar.
68 | M ay ıs-Ha zira n
2009
MAKRO | Psikoloji
Sınava girecek gencin
ailesine tavsiyeler
l Siz de heyecanlı
l
l
Sınavda rahat kıyafetler giymek
işimizi kolaylaştırır.
Dua etmek bizi rahatlatır.
Sınav stresi
kazalara neden olabilir
İstatistiklere göre, özellikle
sınavlardan önce, ilköğretim
öğrencilerinde ve üniversite sınavı
arifesinde, trafik kazalarından
ölümlerin ve yaralanmaların arttığı
gözleniyor. Bu saptamaya göre
sınava girme düşüncesi, hem çocuk
hem de gençler için panik, korku,
kaygı, endişe ve stres yaşanmasına
neden oluyor. Çocuklar iki konuda
zorlanıyorlar. Birincisi, sınav
stresinden dolayı dikkatleri azalıyor.
İkincisi ise, fazla ders yapmaya
zorlandıklarından sıkılıyorlar ve bu
da çocuğun ruh sağlığını zorluyor.
Bazen de aileler çocuklarının sınavı
kazanmasını çok istedikleri için
çocuklara hava, su kadar gerekli olan
oyun, oyuncak, bahçe, spor ve çizgi
70 | M ay ıs-Ha zira n
2009
filmleri tamamen yasaklıyor ya da
ceza olarak kullanıyorlar. Bu tavır,
çocuğun doğasına uygun değil.
Çocuk, sınava hazırlanırken zevk
aldığı şeyler tamamen ortadan
kaldırılmamalı, ölçülü olarak
çocuğun hayatı renklendirilmeli.
Çocuğunuza
yol gösterici olun
Çocukların etkilendikleri diğer
bir konuysa, ailelerin sınavı
kazanamadıkları takdirde onlara
nasıl davranacağı korkusu. Çocuk
veya genç sürekli bu korkuyla
savaşır. “Kazanamazsam ailemin
yüzüne nasıl bakarım?”, “Ailemin
emeklerini nasıl öderim?”, “Onları
çok üzmüş olurum” gibi kaygılar
yaşarlar. Hatta “Çevreme,
öğretmenlerime ve arkadaşlarıma ne
derim?” korkusu doğar.
Sınavlarda kazanamamak da
kazanmak kadar doğaldır. İnsanın
hayatta başka şans ve seçenekleri
olabilirsiniz ancak bunu,
elinizden geldiğince belli
etmemeye çalışın.
l Sınav öncesinde olumsuz
durumları konuşmayın;
sınav sonrasına bırakın.
l Kendiniz sınava
girdiğinizde neler
hissettiğinizi ve
yaşadıklarınızı ona
anlatın ve gülünç
taraflarını ön plana
çıkarın.
l Ona daha fazla dokunun
ve yakın olun.
l “Olmazsa yeniden
deneriz” demeyi
unutmayın.
olacaktır. Aileler çocuklarına bunu
anlatmalı ve onları rahatlatmalılar.
Bu tip korku ve kaygılar, sınavın
sonucunu olumsuz yönde etkiler.
Bundan da öte, çocuğu intihara
kadar götürebilir. Sonuçta çocuğuna
değer veren, yardımcı ve yol
gösterici olan ailelerin çocukları da
daha başarılı olur.
MAKRO | Gıda Kültürü
Azı
karar
çoğu
zarar
Yemek tariflerinin demirbaşları arasında yer
alıyor, tuz. Öyle ki yemek pişirirken bile
herkesin en önem verdiği nokta, yemeğin
tuzunun nasıl olduğu. Baştan tuzu fazla
kaçırınca yemek yenmez bir hal alıyor, eksik
koyunca da yemeğin lezzeti kaçıyor. Öyle ya
da böyle bir yemek, tuzsuz asla istenen
lezzette olmuyor. Ancak siz de yemeğin
tadına bakmadan hemen tuz
ekleyenlerdenseniz dikkatli olmanızda büyük
yarar var. Yemeğe lezzet veren bu önemli
gıda, fazla kaçırılsa son derece ciddi sağlık
sorunlarına yol açıyor. Bu nedenle azı karar
çoğu zarar olan tuzun kullanımında çok
dikkatli olmak gerekiyor.
72 | M ay ıs-Ha zira n
2009
Yemeklerimizden eksik
etmediğimiz tuzun, yalnızca
yemeklere tat veren, et, balık ve
sebzeleri koruyan bir besin maddesi
olmakla kalmadığını biliyor
muydunuz? Antik Yunan’dan bu
yana tuz aynı zamanda sembolik bir
öneme de sahip. Tarih sayfalarında
yer alan bilgilere göre tuz, toprak,
hava, ateş ve suyun tümünü içerdiği
düşüncesiyle ayrı bir önem
kazanıyor. Öte yandan günümüzde
tuz, sağlık da dahil olmak üzere pek
çok alanda 14 bin ayrı ürünün
imalatında kullanılıyor.
Yemeklerimizi tatlandırmasının yanı
sıra tuz, güzelliğimiz için de önemli
bir madde. Tuzla yapılan güzellik
ritüellerinin çok eski tarihlere kadar
gittiği ve günümüzde de etkisini
yitirmediği bir gerçek.
Günlük ihtiyacın
fazlası tüketiliyor
Yetişkin bir insanın günlük tuz
ihtiyacı 6-8 gram arasında değişiyor.
Ancak, çalışma koşulları, hava
koşulları gibi etkenlerle bu ihtiyaç
zaman zaman artabiliyor.
İhtiyacımız olan tuz miktarı, gün
içinde tükettiğimiz besinlerde
bulunsa bile yemeklerimize yine de
tuz ekleme ihtiyacı duyabiliyoruz.
Fakat her ne olursa olsun tuz
MAKRO | Gıda Kültürü
tüketimini dengelemek ve yüksek
miktarda tuz kullanmamaya özen
göstermek gerekiyor. İdeal düzeyde
kullanılmayan tuz, sağlık açısından
ciddi sorunlar yaşanmasına
yol açabiliyor.
Tuz kullanımı
kısıtlanmalı mı?
Günümüzde pek çok sağlık
uzmanı tuz tüketiminin
sınırlandırılması konusunda
uyarılarda bulunuyor. Ancak tuzu
azaltmak herkes için geçerli değil.
Tuza karşı aşırı hassas olan kişilerin
beslenme biçimlerinde tuza son
derece az yer vermeleri elbette
onlara yarar sağlıyor. Sağlık
problemleri olmayanlarınsa tuzu
sınırlandırmalarına gerek yok.
Yalnızca aşırıya kaçmadan tuz
tüketerek önlem alınabiliyor.
Kalp hastaları
tuza dikkat etmeli
Kalp ve damar hastalıklarını
tetikleyen tuz, buna bağlı olarak
yüksek tansiyon, böbrek ve diyabet
gibi hayati sorunlara da davetiye
çıkarıyor. Vücutta biriken tuz,
ağırlıkla hangi organda birikiyorsa
oraya zarar veriyor. Hatta öyle ki,
tuz beyinde birikiyorsa beyin
kanamalarına bile yol açabiliyor. Bu
nedenle de yiyeceklere, tuz yerine
köri, kimyon, karabiber, kekik gibi
baharatlarla lezzet vermek sağlık
açısından çok daha faydalı oluyor.
Tarihte tuz...
Tuzun tarihine şöyle bir
uzandığımızda tek önemli
özelliğinin lezzet veren bir madde
olması olmadığını görüyoruz. Balık,
et ve sebze gibi besinleri koruyucu
madde olarak kullanılan tuz çağlar
boyunca kötü geçeceği tahmin
edilen kış ayları için gerekli malzeme
olarak kullanılmış. Öyle ki Roma
İmparatorluğu askerleri tuz
sayesinde Filistin’e kadar uzanmış.
Antik Yunan
düşüncesine göre ise
toprak, hava, su ve ateşin
tümünü içerdiği için tuz,
kutsal bir sembol olarak
kabul edilmiş. Antik
çağdaki tuzun tanımı,
“buharlaşma sayesinde
toprağın sularından
serbest bırakılmış ateş”
olarak biliniyor. 12.
yüzyıldaysa rahiplerin
tanrıya hizmet için tuz
üretimini ellerinde
tuttukları biliniyor.
Ancak tarihi bilgilere
göre 13. yüzyıl sonlarına
doğru rahipler tuz
üretimini bırakıyor. Böylece tuz
üretimine ve dağıtımına “tuz
efendisi” diye adlandırılan baronlar
hakim oluyor. O tarihten itibaren
18. yüzyılın sonuna kadar tuz sadece
yemekleri tatlandırıcı ve besinleri
koruyucu bir madde olarak
kullanılmaya devam ediyor. Ancak
İsveçli bir fizikçi olan Scheele’nin
klorini ve Nicolas Leblanc’ın sodayı
bulmasıyla tuz pek çok alan için ayrı
çeşitleriyle üretilmeye
ve kullanılmaya
başlanıyor.
Cildiniz için
yenileyici
Tuz, aynı zamanda
doğal güzellik
formüllerinden biri
olarak kabul ediliyor.
Özellikle kristal tuz,
vücudu sıkılaştırıyor,
enerji veriyor ve tendeki
pürüzlerin giderilmesine
yardımcı oluyor. Kristal
tuzun içeriğinde bulunan
mineraller ve kalsiyum
sayesinde, insan vücudu
daha da güzelleşiyor. Tuz, kuru ve
yağlı ciltlerin dengelenmesi için de
en ideal çözüm olarak karşımıza
çıkıyor. Tuzlu suyu yüzünüze,
boynunuza ve dekolte bölgenize
maske olarak uygulayın ve
kurumaya bırakın. Duru suyla
yıkadıktan sonra vücudunuzdaki
farkı siz de göreceksiniz. Tuzun
güzelleştirici etkisi, cildin
yenilenmesini sağlıyor.
May ı s - Ha z i ra n 2009 | 73
MAKRO | Dekorasyon
Eviniz için doğru
aydınlatma
önerileri
Işığın insan psikolojisi üzerinde çok önemli etkileri olduğu
tartışmasız bir gerçek. Güneşli günlerde kendimizi daha
mutlu ve enerjik, bulutlu ve yağmurlu günlerdeyse, neşesiz
ve halsiz hissederiz. Aynı durum, evimizdeki ışık miktarı
için de geçerli. İyi aydınlatılmış bir ev, göz konforu
sağlamasının yanında ruh halimizi de olumlu yönde etkiler.
İyi planlanmış bir aydınlatma düzeni, hayatımızı pratik bir
hale getirmesinin yanı sıra, evimize dekoratif bir hava katar.
Evinizde aydınlatma planı yaparken,
öncelikle her bir odanızın
aydınlatmasının nasıl olması
gerektiği konusunda bir düşünün.
Her odanın fonksiyonunun ne
olduğunu belirleyin ve aydınlık
düzeyini ona göre ayarlayın. Yemek
yediğiniz ya da yaptığınız, kitap
okuduğunuz ve televizyon
seyrettiğiniz odaların aydınlatma
düzeyleri de birbirinden farklı
olmalı.
Genel aydınlatma çok önemli
Tavan lambaları, avizeler ve spot
lambaları, oda içerisinde, gölge
yapmadan bütünlük oluşturacak bir
aydınlatma sağlamalı. Gölge yapan
ışık kaynakları gözü yorar ve göz
konforunu azaltır.
Kendi imzanızı atın!
Yatak odasında dekoratif çözümler
Yatak odanızda yatak başınıza asacağınız bir okuma lambası,
hem dekoratif bir görünüm sağlar hem de rahat kitap
okumanıza yardımcı olur.
74 | M ay ıs-Ha zira n
2009
Evinizde kullanacağınız duvar, yer
ve masa lambaları, odalarınıza hoş
bir atmosfer kazandırmanıza
yardımcı olur. Farklı renk ve
ebattaki bu tip lambalar, eviniz için
hoş bir dekoratif ayrıntı olurken
sizin de evinize kendi imzanızı
atmanıza yardım eder.
Evinizde aydınlatma planı yaparken,
öncelikle her bir odanızın
aydınlatmasının nasıl olması
gerektiği konusunda bir düşünün.
Her odanın fonksiyonunun ne
olduğunu belirleyin ve aydınlık
düzeyini ona göre ayarlayın. Yemek
yediğiniz ya da yaptığınız, kitap
okuduğunuz ve televizyon
seyrettiğiniz odaların aydınlatma
düzeyleri de birbirinden farklı
olmalı.
Genel aydınlatma çok önemli
Tavan lambaları, avizeler ve spot
lambaları, oda içerisinde, gölge
yapmadan bütünlük oluşturacak bir
aydınlatma sağlamalı. Gölge yapan
ışık kaynakları gözü yorar ve göz
konforunu azaltır.
Kendi imzanızı atın!
Evinizde kullanacağınız duvar, yer
ve masa lambaları, odalarınıza hoş
bir atmosfer kazandırmanıza
yardımcı olur. Farklı renk ve
ebattaki bu tip lambalar, eviniz için
hoş bir dekoratif ayrıntı olurken
sizin de evinize kendi imzanızı
atmanıza yardım eder.
Banyo için en uygunu...
Banyonuzda kullanacağınız
aydınlatmaların ve elektrik
tesisatının çok fazla olmamasına ve
ortalıkta bulunmamasına dikkat
edin. Bu tesisat su girmesine ve
neme karşı kesinlikle korunaklı
olmalıdır. Kapaklı tavan lambalarını
açık olanlara tercih edebilirsiniz.
Dikkat
• Evinizde kullandığınız ampullerin
aynı renk değerlerine sahip
olmasına özen gösterin. Beyaz ve
sarı ışık birlikte kullanılmamalı.
• Odalarınızda kullandığınız
ışıkların gözünüzü yormaması
gerekiyor.
• Lambalarınızı bilgisayar ve
televizyon ekranına göre, doğru
konumlandırmaya dikkat edin. Bu
ekranlardan ışığın yansımasını
engelleyin.
• Kullandığınız lambaların ışığı
direkt gözünüze gelmemeli. Bu
durum, gözlerinizi yorar.
MAKRO | Sağlık
Beslenirken
sağlığınızdan
Evimize aldığımız yiyecek ve
içeceklerin saklanma, hazırlama ve
sunma aşamalarında gerekli sağlık
koşullarına uyulmaması, beraberinde
besin
zehirlenmelerini
getiriyor ne
yazık ki. Süt
ve süt
ürünleri,
mayonezli,
kremalı ve yumurtalı yiyecekler, tavuk
ve et ürünleri ile deniz mahsulleri,
bozulma riskleri oldukça yüksek olan
besinler arasında yer alıyor.
Mikroorganizmalar iş başında
Besinlerin hazırlanmasında hijyen
kurallarına gereken önemin
verilmemesi bazı yiyeceklerde ve
içeceklerde enfeksiyona yol açan
mikroorganizmaların ortaya çıkmasına
neden oluyor. Öte yandan yenilmemesi
gereken bir bitki veya hayvanın yenmiş
olması da besin zehirlenmesine neden
olabiliyor. Bu nedenle en başta, neyi, ne
kadar ve ne zaman tüketmemiz
gerektiğini çok iyi bilmemiz gerekiyor.
Hijyen kurallarına uyulmalı
Pek çok sağlık sorununun başlıca
nedeni, hijyenik ortamlarda
bulunmuyor oluşumuz. Besin
zehirlenmelerinde de durum bundan
farklı değil. Yemeklerin hazırlık ve
sunum aşamalarında uyulmayan hijyen
kuralları, bizleri sağlığımızdan
edebiliyor. İlk olarak kişisel
hijyene çok fazla
önem verilmesi
gerekiyor.
Bunun yanı
sıra yemek
hazırlanan
suyun kirli
olmaması,
musluk suyu
kullanılmaması ve mutfak
eşyalarının dezenfekte
edilmesi gibi konularda dikkatli
davranmak gerekiyor.
76 | M ay ıs-Ha zira n
2009
olmayın
Sağlıklı beslenme
kuralları yalnızca
mevsiminde
doğru sebze ve
meyveleri
tüketmekle sınırlı
değil elbette. Meyve ve
sebzelerin temizliğinden
yemek pişirilen ortamın
hijyen koşullarına kadar
pek çok unsur da sağlıklı
beslenme kuralları
içerisinde yer alıyor.
Üstelik bu kurallara uyulmadığı
takdirde, durumun vahameti
artıyor ve besin zehirlenmesi
şeklinde daha tehlikeli
boyutlara ulaşabiliyor. Bu
nedenle, yemek pişirirken
nelere dikkat edilmesi ve
hangi besinleri bir arada
tüketmemek gerektiğini çok
iyi bilmek gerekiyor.
Zehirlenmeden
korunmak için
neler yapmak
gerekiyor?
Besinlerde ne tür
önlemler almalıyız?
l Çatlak ve çok kirli olan
yumurtaları kullanmayın. Mayonez gibi
yumurta ile yapılan özel sosları açıkta
değil dolapta bekletin ve tarihinin
geçmemesine özen gösterin.
l Pişirmek için günlük, parlak, sert
görünüşlü ve temiz kokan balıkları
seçin. Balıklar çok çabuk mikrop
kapabildikleri için satın alındıktan sonra
çok kısa bir süre içinde tüketilmeli.
l Tavuk eti ve diğer kümes
hayvanları da mikrop kapmaya oldukça
elverişli besinler arasında yer alıyor. Bu
nedenle tavuğu buzdolabınızın daha
soğuk yerlerinde veya buzlukta
saklayın.
l Parça etlere nazaran kıyma,
mikrop kapmaya çok daha elverişli.
Çünkü et kıyma haline gelirken etin
yüzeyindeki bakteriler, kolaylıkla içine
girebiliyor. Bu nedenle kıymayı
pişirirken hiç pembe yeri kalmayıncaya
kadar pişirmeye özen gösterin.
Belirtilere dikkat!
Besin zehirlenmeleri, tüketimden
sonra 24 saat içinde ortaya çıkabiliyor.
Rahatsızlık, hafif ve ciddi olmak üzere
iki şekilde seyredebiliyor. Hafifçe
geçirilen bir besin zehirlenmesinin en
78 | M ay ıs-Ha zira n
2009
tipik belirtisi, mide bulantısı, kusma ve
ishal oluyor. Ancak bazı besin
zehirlenmeleri çok ciddi boyutlara
ulaşabiliyor. Böyle bir besin
zehirlenmesinde ise ishal 48 saat
sürebiliyor, çok şiddetli bulantı ve
kusmaların yanı sıra şiddetli bir karın
ağrısı da baş gösteriyor. Ateş ise 38,5’in
üzerine çıkıyor. Böyle bir durumda en
yakın sağlık kurumuna başvurmak
gerekiyor.
Zehirlenme sonrası...
Besin zehirlenmelerinden en çok
bebekler, çocuklar ve yaşlılar
etkileniyor. Dolayısıyla çocuk ve yaşlı
beslenmesine daha büyük özen
göstermek gerekiyor. Besin
zehirlenmesi geçiren bir kişinin bir süre
süt ve sütte bulunan laktozlu gıdalarla
kafeinli içecekler tüketmemesi
gerekiyor. Zehirlenme sonrası
tüketilmesi gereken gıdalarsa şöyle;
tuzlu kraker, çorba, yoğurt, kola türü
içecekler, hazmı kolaylaştıran pirinç,
patates ve yeşil elma. Tüm bunların yanı
sıra, evinizde hijyen kurallarına uyarken
alışveriş esnasında aldığınız her ürünün
tarihine de göz atmayı sakın ihmal
etmeyin. Çünkü dünya genelindeki
besin zehirlenmelerinin başlıca sebebi,
ne yazık ki tarihi geçmiş bozuk ürünler.
l Besinler hazırlanırken yeteri kadar
ısıtılmalı.
l Besin pişirildikten sonra bir saat içinde
tüketilmeli.
l Yiyecek ve içecekler mümkün olduğunca
açıkta bırakılmamalı.
l Sebze ve meyveler bol suyla yıkanmalı.
l Etler iyice pişirilmeli.
l Alışveriş yaparken ürünlerin son
kullanma tarihleri kontrol edilerek
alınmalı.
l Konserve alınacaksa kutusu ezik, kapağı
şişmiş olmamalı.
l Depolanacak besinler en kısa zamanda
soğutulmalı (1-1,5 saatten önce) ve
saklanacak yerin sıcaklığı 4°C’den az
olmalı.
l Yiyecekler yeniden ısıtıldığında
kaynama noktasına kadar ısıtılmalı.
l Mutfak ve depoların
temizliği/uygunluğu sağlanmalı.
l Özellikle toplu yemek veren yerlerdeki
aşçılar ve personel eğitilmeli.
l Mikroorganizma bulaşmış yiyeceklerin
hemen toplanması için piyasa kontrolü
yapılmalı.
l Salgınlar erken tanımlanarak gerekli
önlemler alınmalı.
MAKRO | Güzellik
Mükemmel kimya!
Saçlarınıza doğru bakım
yapabilmeniz için öncelikle saçınızın
yapısının ne olduğunu bilmeniz
gerekiyor. Çünkü, saçlarınızı
boyatırken, düzleştirirken veya
perma yaptırırken bu nokta çok
önemli. Bu tip uygulamaları daha
önce yaptırdıysanız ve herhangi bir
sorunla karşılaştıysanız mutlaka bir
bilene danışın. Eğer saç tipinizin ne
olduğunu bilirseniz, saçınıza
uygulanacak olan malzemelerle ilgili
daha kolay karar verebilirsiniz.
Saçlarınızı anlamanız ve
parlatmanız için, öncelikle saçınızın
kimyasını çözmeniz gerekiyor.
Saç dökülmesine savaş açın!
Saç dökülmesi, özellikle saçlarını
seven kadınlar için en büyük
sorunların başında geliyor. Saç
dökülmesi, insanları, görselliği
bozulduğu için rahatsız etse de
aslında bir sağlık sorunu da olduğu
hiçbir zaman unutulmamalı. Saç
dökülmesini durdurmak ve dökülen
saçları geri kazanmak, ancak bir
uzmandan yardım alarak mümkün
olabiliyor. Yani “Saçlarım
dökülüyor” diye paniğe kapılmak
yerine bir uzmana başvurmak
gerekiyor. Saç dökülmesinin en
önemli sebeplerinden biri, stres.
Saçlarınız döküldüğü için strese
girmek saçlarınızın daha çok
dökülmesine neden olabilir. Bunun
için bir an önce önlem alın.
Siz sağlıklıysanız
saçlarınız da sağlıklı!
Dengeli ve düzenli beslenen
insanlar, saçları için gerekli olan
maddeleri zaten alıyor ve sağlıklı
saçlara sahip oluyorlar. Düzensiz
beslenme alışkanlıkları, saç sağlığını
da olumsuz yönde etkiliyor. Saçınız
için en iyi koruma, C ve A
vitaminleri, B5 vitamini, biyotin, ve
çinkoda bulunuyor.
Çinko: Baklagiller, sığır eti,
80 | M ay ıs-Ha zira n
2009
Parlak, sağlıklı ve canlı...
Saç bakım
tüyoları
Parlak, sağlıklı ve canlı saçlara, hangi kadın sahip
olmak istemez ki? Görüntümüzde çok önemli bir yeri
olan saçlarımız, özellikle mevsim geçişlerinde
bizden daha büyük bir özen bekliyor. İster düz olsun
ister dalgalı, her saç mükemmel bakımı ister ve
bunu hak eder. Sağlıklı saçlara sahip olmak sizin
elinizde!
MAKRO | Güzellik
karaciğer, pekmez, süt ve süt
ürünleri, yumurta sarısı, kuzu eti,
yer fıstığı, susam, soya fasulyesi, ay
çekirdeği ve kabak çekirdeğinde
bulunur.
Biyotin: B kompleks
vitaminlerinden olan biyotin,
sebzelerde, meyvelerde, ette ve sütte
bulunur.
B5 vitamini: Pek çok besinin
içinde bulunan B5 vitamini, özellikle
kırmızı et, karaciğer, tavuk, tahıllar,
baklagiller ve kuruyemişlerde
bulunur.
C vitamini: İçeriğinde C
vitamini bulunan meyveleri oda
sıcaklığında tutmak önemlidir.
Yoksa içindeki vitamin oranı bir
günde yarıya inebilir. En iyisi bu
meyveleri en taze haliyle
tüketmektir. Doğada çok yaygın
şekilde bulunan bu vitamin,
turunçgillerde, kivi ve domateste
bulunur.
A vitamini: Havuç, ıspanak,
lahana, biber, brokoli gibi koyu
yeşil sebzeler, A vitamini içeren
yiyecekler arasında sayılabilir.
Saçların ruh haliyle ilişkisi
Saç rengini ve modelini
değiştirmek isteyenlerin günlük
yaşamlarından pek memnun
olmadıkları hep söylenir. Bunun
doğru olup olmadığı hala tartışma
konusu ancak, hayatından memnun
Saçlarınızdan memnun olmak için...
l
l
l
l
l
Haftada en az iki kere, kökleri güçlendiren bir şampuanla
masaj yaparak saçlarınızı yıkayın.
Saçınıza ve saç derinize zarar veren ürünlerden ve
durumlardan kesinlikle uzak durun.
Sigara ve alkol kullanımını kesinlikle alışkanlık haline
getirmeyin.
Bir günde dökülen saç miktarı, 50 ile 100 tel arası olmalıdır.
Dökülenlerin yerine yenileri çıktığından, bu sayı saçta
herhangi bir seyreklik oluşturmaz.
Saçlarınız matlaştıysa, bunun sebebi yanlış ürün
kullanmanız olabilir. Saç bakım ürünlerinizi değiştirmenin
vakti gelmiş!
olan insanların dış
görünümlerinden memnun
oldukları su götürmez bir gerçek.
Pek çoğumuz, moralimiz
düzgünken saçlarımızın da canlı ve
parlak göründüğünü, moralimiz
bozukken de saçlarımızın bir türlü
şekle girmediğini görürüz. Belki de
ahenkle dans eden saçlar için,
kuaföre gitmek yerine, ilk önce
hayatımızı ve alışkanlıklarımızı
gözden geçirmemiz ve bir düzene
koymamız gerekiyordur.
maskelerle saçlarınızı her anlamda
güçlendirmek elinizde.
Dolgun saçlar için maske:
2 yemek kaşığı bal ve 1 adet limon.
2 yemek kaşığı balı, 1 limonun
suyuyla bir kasede iyice karıştırın.
Karışımı, kuru saçlarınıza sürüp 10
dakika bekletin. Saçınızı iyice
durulayın.
Evde saç bakımı
Artık hepimiz evde yapılan cilt
ve saç maskelerinden haberdarız. Bu
şekilde doğanın gücü, kendini
hissettiriyor. Her saç tipi için farklı
maskeleri, evinizde bulunan çeşitli
malzemeleri karıştırarak siz de
yapabilirsiniz. Haftada bir veya iki
defa uygulayabileceğiniz bu
May ı s - Ha z i ra n 2009 | 81
MAKRO | Beslenme
Ferah bir bahar için
beslenme
önerileri
Yılın en güzel günleri… Uzun bir
kıştan sonra dört gözle
beklediğimiz bahar ve yaz ayları
artık bizimle. Pırıl pırıl aydınlatan
bir güneş ve hafif bir akşam
meltemi… Bahar aylarında da her
zaman olduğu gibi beslenmemize
dikkat etmeliyiz ancak artık yaz
yaklaştığı için biraz daha fazla
dikkat etmemiz gerekiyor. Ne de
olsa kışın alınan fazla kiloların artık
verilmesi gerekiyor. Bol su, sebze ve
meyve, az et ve ızgara…
Güneşin tatlı tatlı aydınlattığı ve
içimizi ısıttığı bugünlerde, sizin için
taze beslenme önerileri…
Sebze yemekleri
ve zeytinyağlılar
Bahar ve yaz, pek çok sebze ve
meyvenin taze olarak bulunduğu
mevsimler. Bol bol sebze ve meyve
tüketmek bu ayların en güzel ve
faydalı taraflarından. Bu aylarda
özellikle hafif bir akşam yemeği için
zeytinyağlıları tercih edebilirsiniz.
Izgara ya da haşlama
Bahar aylarında yemeklerinizi
ızgara ya da haşlama olarak
hazırlamaya dikkat edin. Tava ya da
fritözde kızartılan besinlerden
olabildiğinde uzak durmaya çalışın.
Yağlı et ve kızartmalar yerine,
sebzeli ve salatalı hafif menüleri
tercih edin.
82 | M ay ıs-Ha zira n
2009
MAKRO | Beslenme
BAHARLIK VE YAZLIK ÖNERİLER
Vücut direnci için...
Balık, et, fındık, fıstık ve ceviz
tüketimi, vücudun direnci için
oldukça önemli. Vücut direncini
arttıran bu gıdalar, hafif
menümüzün de ayrılmaz parçaları
olabilir. Cevizli ve ızgara etli bir yeşil
salataya kim hayır diyebilir ki?
Ayrıca şeker düşmesi için, şekerleme
gibi basit şekerler yerine kuru üzüm,
erik ya da A ve C vitaminlerinin
zengin olduğu taze meyve ve
sebzeler tüketebilirsiniz.
Su tüketmeye dikkat edin!
Bahar ve yaz aylarında herkes
daha fazla terler ve su kaybeder.
Eğer sıcaklarda kaybettiğimiz su ve
mineralleri su içerek telafi etmezsek
çeşitli rahatsızlıklar baş gösterebilir.
Halsizlik, yorgunluk, tansiyon
düşmesi gibi… Günde en az 2.5-3
litre su içerek bu tehlikenin önüne
geçebilirsiniz. Ayrıca limonata
tüketmek de keyifli ve bahar için
anlamlı olabilir.
Limonata yapalım!
Malzemeler: 5 limonun suyu,
yarım su bardağı toz şeker, 1.5 su
bardağı soğuk su, 7-8 buz kalıbı,
taze nane.
Hazırlanışı: Bir tavaya yarım su
bardağı toz şeker ve 1 su bardağı
suyu koyun. Orta hararetli ateşte
devamlı karıştırarak şekerin
erimesini sağlayın. Şeker
eriyince altını kapatın. Su
84 | M ay ıs-Ha zira n
2009
l Bolca meyve tüketin.
l Pamuklu ve keten giysiler giyin.
l Mümkün olduğu zamanlarda ayaklarınızı
uzatın ve sık sık yıkayın.
l Doğrudan güneş ışığına maruz kalmamaya
özen gösterin. Kalırsanız bile şapka ve güneş
gözlüğü olmadan dolaşmayın.
l Açık renkli giysiler giyin.
tamamen soğuyana kadar bekleyin.
Limonların suyunu, şerbeti ve 1 su
bardağı soğuk suyu sürahiye alın.
Üzerlerine buz kalıplarını ve naneyi
ekleyerek servis edin.
Kahvaltısız asla!
Kahvaltı her mevsimde çok
önemli ve asla atlanmaması gereken
bir öğün. Özellikle çocukların ve
gençlerin sağlığı için büyük önemi
olan kahvaltı, zinde bir gün
geçirmek isteyen herkesin
imdadına yetişiyor. Günlük
beslenme programı hiçbir zaman
iki öğünle geçiştirilmemeli ve
güne muhakkak sıkı bir
kahvaltıyla başlanmalı.
MAKRO | Spor
Bugün dünya üzerinde yüz
milyondan fazla bisiklet var. Pek çok
farklı bisiklet çeşidi de… Her gün yeni
ulaşım araçlarının hayatımıza
katılmasına, kilometreleri saniyelerle
aşmamıza ve son teknolojilere
rağmen, bisiklet hala her birimiz için
vazgeçilmez bir ulaşım aracı. Aslına
bakılırsa son teknoloji ulaşım
araçlarına kıyasla hala pek çok avantajı
var. Çok basit bir mekanizması olan
bisiklet, pek çok önemli avantaj
sağlıyor: Uzun süren ve pahalı bir
bakımı gerektirmiyor ve vergisi yok.
Yakıtla ya da elektrikle çalışmadığı için
cebimizi de yakmıyor. Çok az yer
tutması, park sorunu yaşamamamızı
sağladığı gibi, bizi trafikte sıkışma
derdinden de kurtarıyor. Tüm
bunların yanı sıra en azından kısa
mesafelerde bisiklet kullanımını
yaygınlaştırmak, doğal güzellikleri
korumak ve çevreye zarar vermemek
anlamında da büyük katkı sağlıyor.
Geçmişten bugüne, insan gücüyle
ulaşım sağlayan ilk araç olan bisiklet,
günümüz dünyası insanları için de
ruhsal huzur ve özgürlük gibi anlamlar
taşıyor. Sırtına çantayı yükleyen
bisiklet tutkunları, kendini yeşile ve
maviye teslim ediyor. Günlerce süren
bisiklet turları bugün hala turizme
hizmet ediyor. Şehrin tozunu,
dumanını ve karmaşasını unutup
gözlükle, kaskla ve eldivenle, iki
tekerlek üzerinde doğanın tadını
çıkarmak…
86 | M ay ıs-Ha zira n
2009
Tarihte bir
bisiklet
turuna
ne dersiniz?
MAKRO | Spor
Leonardo Da Vinci’nin
çizimlerinden ilk bisiklet
Bisikletin tarihine ilişkin pek çok
kaynakta farklı bilgilere rastlanıyor.
Bazı kaynaklar ilk bisikletin ilkel
şekilde Çin’de görüldüğünü iddia etse
de çizimlerini ilk olarak Leonardo Da
Vinci’nin yaptığı da söylentiler
arasında yer alıyor. Çizimlerden
yararlanarak ilk kez pedallı bisiklet
yapanın ise Kirkpatrick Mac Mullan
olduğu belirtiliyor. İskoçya’da yapılan
bu bisiklet, bugün Londra Science
Museum’da sergileniyor.
Bisiklet ulaşım aracı oluyor
Mac Mullan’dan önce Fransız
Sirvac tarafından yapılan bisikletin
ayakları sürterek kullanıldığı ve
gidonu bile olmadığı, yazılı
kaynaklarda açıkça vurgulanıyor. 1816
yılında daha biçimli ve daha hareketli
bir bisiklet modeli geliştiren Boran
Karl Von Drais’in bisikleti ise bugünkü
modern bisikletin tohumlarını atıyor.
1818 yılında ise bisiklet yapımında
tahta kullanımından vazgeçilip
madeni yapıma geçiliyor. 1860’ta arka
frenler ekleniyor. Bisikletin ilk seri
olarak üretimine, Michaux Company
firması başlıyor.
Ülkemize gelen ilk bisikletli:
Mösyö Tomas
Amerikalı olan Tomas, 31 Ağustos
1885 tarihinde İstanbul’a geliyor ve
dönemin gazetelerinden Tarik,
Thomas’in “velespid”iyle İstanbul’a
geldiğini okurlarına şöyle duyuruyor:
“Mösyö Tomas Stefans isminde bir
Amerikalı, velespid ile önce İstanbul’a
gelmiş, buradan da İzmit’e geçmiştir.
İzmit’ten 5 günlük bir yolculuktan
sonra, Ankara’ya ulaşan Stefans’ı
şehirde Vali Paşa Hazretleri, memurlar
ve bini aşan Ankaralı yollara çıkarak
seyretmişlerdir.” Haberin devamında
Stefans’ın Ankaralılarla vedalaşarak
Yozgat’a doğru hareket ettiği
bildiriliyor. Dönemin gazete ve
dergilerinden, bisikletin 1890-1895
yılları arasında özellikle İstanbul’da
yaygın bir şekilde kullanıldığını
öğreniyoruz.
Bisiklet tutkunlarına
öneriler…
l Kısa mesafelerde mutlaka
bisiklet kullanın.
l Bisikletinizin tamiratını
mümkün olduğu kadar kendiniz
yapmayı öğrenin. Bu hem sizi
masraftan uzak tutar hem de uzun
yollara çıktığınızda faydalı olur.
Bisiklet tamiratıyla ilgili kitaplar
edinebilirsiniz.
l Ayrıca apartmanlarımızda ya da
sık kullanılan kamusal alanlarda
bisiklet park yerleri yapılması için
çalışmalar gerçekleştirebilirsiniz.
l Bisiklet yolları için de belediye
ve valiliklerin ilgili birimleriyle temasa
geçilebilir.
l Farlarınızın gece açık olmasına
özen gösterin.
Tarihsel süreç
1817- İki tekerlekli taşıtın üstüne
‘Badois’li Baron Drais gidon ve sele
oturttu ve bu taşıt yavaş yavaş
Ülkemizde diğer ülkelere göre pek de bisiklete bindiğimiz söylenemez. Ama
bisikleti bizim kadar seven ve bu sevgiyi sürekli yaşatan başka bir millet de
var mıdır, bilinmez! Bisiklet üzerinde denge sağlayabilmek ve pedalları çevirebilmek ilk zaferiydi pek çoğumuzun. Arkadaki ek tekerlekleri atıp da kim ilk
önce iki tekerlek üzerinde dengede durabiliyorsa mahalle arkadaşları arasında
önemli bir yer edinirdi. Çocukluğun basit mutlulukları arasındaki en eğlenceli
oyundu, bisiklete binmek. Şimdilerde ise şehir trafiğinden bisiklete binilecek
alan kalmadı. Evin içinde, sabit bisikletlerle zayıflamaya çalışıyoruz; eğlencesindense eser yok... Oysa bisiklet, geçmişten bugüne en eski tekerlekli araçlardan biri ve hala fırsat bulunduğu her an tercih edilen bir ulaşım aracı.
Bisikletin geçmişine uzanıyoruz ve iki teker üzerinde bir yolculuğa çıkıyoruz.
May ı s - Ha z i ra n 2009 | 87
MAKRO | Spor
dünyada moda olmaya başladı.
1861- Pierre ve Ernest Michaux
adındaki baba-oğul, ön tekerlek
göbeğine pedal taktılar. Bu gelişme
gerçek bisikletin keşfi olarak kabul
edildi.
1866- Patentin verilmesiyle
birlikte Amerika’da bisiklet, cinsiyet,
ırk ve sosyal sınıf farklılığı
gözetmeden herkes tarafından
kullanılmaya başlandı.
1869- İlk bisiklet dergisi
Veleocipede Illustre yayın hayatına
başladı. İngiltere ve Fransa’da
düzenlenen tasarım yarışmalarının
yanı sıra ilk yarış pisti açıldı.
1875- Bu tarihe kadar
pedalın bir dönüşü, bisikleti
yalnızca bir defa
döndürebiliyordu.
Hızın tekerleğin
büyüklüyle ilgili olduğu sanıldı.
Düşünceye göre tekerlek ne kadar
büyürse, bisiklet de o kadar hızlı
gidecekti. Bu nedenle ön tekerleğin
çapı 75 cm’den 162 cm’e çıkarıldı.
Ancak bu durum, kısa boylu kişilerin
bisiklete binmesine engel oluyordu.
Ayna dişlisinde yapılan değişiklik,
sorunun önüne geçilmesini ve bir
pedal çevirmeyle tekerleğin çok daha
fazla dönmesini sağladı.
1888- 19. yüzyılda, çukur ve
hendekli yollarda tahta bisiklet
kullanmak bir hayli zordu. Bu nedenle
bisiklet yapımında tahta
kullanımından vazgeçildi.
1891- Yılda 25 bin adet bisiklet
üretilmeye başlandı.
1960- İlk vitesli bisiklet
üretilerek piyasaya sürüldü.
Gary Fisher ve Charles
Kelly, dağ bisikletini
keşfetti.
Faydalı bisiklet siteleri
www.yesilbisiklet.com
Her tutkulu bisiklet kullanıcısının
mutlaka ziyaret edeceği bir site. Site,
bisiklet satışının yanı sıra bakım ve
onarım hizmetleri de veriyor. Ayrıca
hizmetin yanı sıra pek çok faydalı bilgi
bulmak da mümkün. Dağ bisikletinin
püf noktaları, yarışlarda bisiklet
kullanımı, hava koşullarının önemi
gibi konuları ziyaretçilerine aktarmaya
çalışıyor.
www.bisikletfederasyonu.gov.tr
Bisiklet Federasyonu, Türkiye’de
bisiklet sporunu yöneten bir kurum.
Bisiklet Federasyonu, yaş, cinsiyet ve
yetenek gözetmeksizin, bisiklet
sporunu seven ve destekleyen ülkemiz
insanı adına bisiklet sporunu,
ülkemizde tüm disiplinleriyle
geliştirmeye ve desteklemeye
odaklanıyor. Oldukça faydalı bilgiler
içeren federasyonun sitesi, pek çok
önemli ‘link’i de içeriğinde
barındırıyor.
Gökhan Akçura’dan
bisiklet meraklılarına…
Evvel Zaman Bisiklet, bisiklet meraklılarına
bir yadigar. İlk bisiklet seyyahının İstanbul,
İzmit ve Ankara ziyaretinden sonra
yayınlanan çeşitli bisiklet ilanlarıyla
pekiştirilen bisikletle tanışıklığımız
sayesinde, 1800’lerin sonunda ilk
bisikletler “velosiped” adıyla en
azından Beyoğlu Caddesi’inde arzı endama başladı. Evvel Zaman
Bisiklet, bu frenk icadina yönelik
tepkileri İstanbul
Ansiklopedisi’nin yazarı Reşad
Ekrem Koçu ve Servet-i Fünun
gazetesinin sahibi ve
başyazarının kaleminden
aktarıyor. Ayrıca Ahmet
Rasim’in Malûmat gazetesindeki “Şehir
Mektupları” köşesinde bisikletten ilk söz ettiği
mektubu ve bisiklete ilgisini anlattığı diğer
mektupları da dönemi yansıtmak için kitaptaki
yerini alıyor...
88 | M ay ıs-Ha zira n
2009
MAKRO | Püf Noktası
Pratik bilgiler
l Kaşar peyniriniz şu ya da bu
nedenle kurumuş olabilir.
Yenmeyecek kadar sert olan
bu peynirlerinizi atmanıza
gerek yok. Rendeleyerek
çeşitli yemeklerde
kullanabilirsiniz. Ayrıca
kaşar peynirini bir süre sütün
içinde bekletirseniz,
yenebilecek kadar
yumuşadığını göreceksiniz.
l Halıdaki lekenin kalıcı hale
gelmemesi için leke oluşur
oluşmaz anında müdahale,
büyük önem taşıyor. Leke
oluşmaya başladığı an üzerine
evdeki leke çıkarıcı
deterjanlardan birini dökmekte
fayda var.
l Camlarınızı silmek için en
uygun zaman, kapalı havalardır.
Hava güzelken camlar çok çabuk
kurur ve bu da lekelerin ve
parmak izlerinin kalmasına
sebep olur.
l Kekler iyi bir şekilde
muhafaza edildiklerinde uzun
süre tazeliklerini korur.
Keklerinizin sertleşmemesi
için saklama kabına yarım
elma koyun.
l Lezzetli çorba pişirmenin yolu,
l Karnabahar, lahana gibi
haşlarken kötü kokan
sebzelerin suyuna 2 tane
defne yağrağı koyarsanız,
kokuyu yok edebilirsiniz.
l Eğer tavuğu fırına vermeden
içine et ya da tavuk suyu
koymaktan geçer. Kullanacağınız
et suyu için iri sığır
kemiklerinden
faydalanabilirsiniz.
önce tuz, karabiber ve limonla
ovarsanız, hem daha lezzetli hem
de nar gibi kızarmış olduğunu
göreceksiniz.
l Eğer fırında et
l Bulaşıklarınızı makinede
yıkayın. Böylece bulaşıklarınız
hem daha iyi temizlenir hem de
her yıkamada enerji tasarrufu
yapmış olursunuz.
90 | M ay ıs-Ha zira n
2009
pişiriyorsanız, yanına
koyacağınız herhangi bir
sebze de aynı sıcaklıkta
pişebilir. Örneğin fırında
tavuk yapıyorsanız,
patateslerinizi yağda
kızartmak yerine aynı sürede
pişebileceği için tavuğun
yanına koyabilirsiniz. Böylece
enerji kaybını da önlemiş
olursunuz.
l Peynirin kurumaması için
yarısına kadar su dolu bir
kapta saklayabilirsiniz.
Ayrıca peyniri önce yağlı
kağıt sonra da streç filme
sararak kurumasını
önleyebilirsiniz.
MAKRO | Tarif
Düğün Çorbası
(4 kişilik)
Malzemeler
50 gram haşlanmış dana eti, 2
yemek kaşığı un, yarım limon suyu,
1 tutam dereotu, 50 gram margarin,
1 tatlı kaşığı krema, et suyu,
tuz ve su.
Hazırlanışı
Tencereye yağ konularak eritilir ve
un ilave edilerek pembeleşinceye
kadar kavrulur. Soğuk suyla açılarak
et suyu ilave edilir ve çırpma teliyle
karıştırılarak kaynatılır. Etle birlikte
limon suyu, dereotu, krema ve tuz
ilave edilerek 2 dakika daha
kaynatılır ve ocaktan alınarak
servis edilir.
Mantar Beğendi (4 kişilik)
Malzemeler
4 adet orta boy patlıcan, 14 adet orta boy mantar, 2 adet
orta boy kuru soğan, 4 adet çarliston biber, 2 adet orta
boy kabuğu soyulmuş domates, 40 gram margarin, yeteri
kadar tuz, (patlıcanları kızartmak için) sıvı yağ.
Hazırlanışı
Derin bir tencerede sıvı yağ kızdırılır ve bıçakla birkaç
yerinden çizilmiş olan patlıcanlar kızartılarak kabuğu
soyulur. Limonlu su içerisine alınır. Ayrı bir tavada
margarin eritilip ince kıyılmış soğan renk alana kadar
kavrulur. Küp şeklinde doğranmış mantarla iri doğranmış
biber ilave edilerek kavurmaya devam edilir. Küp
doğranmış ve kabuğu soyulmuş domates ve tuz ilave
edilerek sotelenir ve ocaktan alınır. Patlıcanlar limonlu
sudan çıkartılarak ince ince doğranır. Tabağa alınarak
üzerine hazırlanmış olan mantar sote konularak nane ile
süslenip servis edilir.
92 | M ay ıs-Ha zira n
2009
MAKRO | Tarif
Roka Domates Salatası (4 kişilik)
Malzemeler
4 adet kabuğu soyulmuş orta boy domates, 1 bağ roka, yarım çay
bardağı haşlanmış tane mısır, zeytinyağı ve limon suyu.
Hazırlanışı
Domatesler ve roka, iri dilimlenerek karıştırılır ve servis tabağına
alınarak üzerine mısır, zeytinyağı ve limon ilave edilerek servise
sunulur.
İncir Tatlısı
(4 kişilik)
Malzemeler
16 adet iri boy kuru incir, 2 çay
bardağı toz şeker, 16 adet yarım
ceviz içi, 1 su bardağı su, 1 çorba
kaşığı Hindistan cevizi ve yarım
limonun suyu.
Hazırlanışı
İncirler yıkanıp ılık suda 1 saat
kadar bekletilir. Sudan çıkartılan
incirler süzdürülüp sap
kısmından açılarak içlerine ceviz
konulur ve kapatılıp fırın
tepsisine dizilir. Toz şeker, limon
suyu ve su, ayrı bir tencerede
kaynatılır ve incirlerin üzerine
dökülür. İncirler önceden
ısıtılmış 180 derece fırında 10
dakika kadar pişirilir ve fırından
çıkartılarak soğumaya bırakılır.
Üzerine Hindistan cevizi veya toz
ceviz içi dökülerek servis edilir.
May ı s - Ha z i ra n 2009 | 93
MAKRO | Bulmaca
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
Soldan sağa:
1. Bir atasözümüz.
2. Makromarket’in de şubesinin
bulunduğu Kayseri’nin bir ilçesi Parlak olmayan donuk - Lahza.
3. Dili tutulmuş, dilsiz - Bir duygu,
tasarı, güzellik vb.’nin anlatımında
kullanılan yöntemlerin tamamı Yüzyıl, çağ. 4. Bir bağlaç - Yapıt Soyadı Alanson olan ünlü
sanatçımız. 5. Dünyanın uydusu Büyük zarar, üzüntü ve sıkıntılara yol
açan olay veya durum - Gram’ın
kısaltması. 6. Yasa koyma, yasa
yapma - Tekerlekli ve motorlu
kara taşıtı. 7. Bildik, tanıdık Mesafe - Utanma, utanç duyma Bir olumsuzluk ön eki. 8. Bir
kimsenin, bir tüzel kişinin
mülkiyeti altında bulunan, taşınır
veya taşınmaz varlıkların bütünü
- Fotoğrafta baskı - Katıksız.
9. İlaç, merhem - Geri çevirme Kısaca Anadolu Ajansı - Acı, üzüntü.
10. İnsanın kötü, güç durumlara
karşı koyabilme gücü, katlanma 94 | M ay ıs-Ha zira n
2009
Başkaları tarafından bilinmesi
sakıncalı görülen bir gerçeği
saklamaktan vazgeçip açıklama.
Bulmacay› do€ru çözüp gönderen
30 flansl› okuyucumuza
sürprizlerle dolu bir hediye paketi
armağan ediyoruz.
Yukarıdan aşağıya:
1. Bir binek hayvanı - Dünyanın sonu.
2. Bir ilde devleti temsil eden en
yetkili yönetim görevlisi - Rütbe,
mertebe. 3. Karışık renkli - Soylu.
4. Coşma - Eski Mısır’da güneş
tanrısı. 5. Duman lekesi - Yas.
6. Eğlence, zevk, neşe - Kısaca
otomatik para çekme makinesi.
7. Belirti, iz - Eski dilde su. 8. Eski
dilde ekmek - Mitolojik bir müzik
aleti - Kırmızı. 9. Tayin - Baston.
10. Doğu Karadeniz Bölgesi’ne
özgü yelkenli bir tür kıyı teknesi.
11. Bir nota - İncelik, güzellik, zariflik.
12. Kilidi açıp kapamak için
kullanılan araç - Lityumun
simgesi. 13. Bir iyelik eki - Baş, kafa.
14. Saç dökülmesini önleyen ve
şampuanlarda kullanılan yabani
bir ot - Eski dilde su. 15. İskambilde
birli.
Ad, Soyad
Doğum Tarihi
Meslek
Adres
:
:
:
:
Telefon (cep) :
(iş)
(ev)
E-mail
:
POSTA ADRESİ:
Şeref Makromarket San. ve Tic. A.Ş.
Saray Mah. Gıdacılar Cad. No:11 PK: 06980
Kazan-Ankara / Tel: (0312) 815 47 05

Benzer belgeler